Akıl
hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik bir ilaç alırsanız, beyninize
(kimyasal) bir mermi almış gibi olursunuz. Psikiyatrik ilaçlar, akıl
hastalıklarına sebep olur. Ve daha fazla iyatrojenik zarar da verir. - Psikiyatri koğuşundan bir hasta.. (Mental illness is a myth. If you take a psychiatric
drug, it's like taking (chemical) a bullet to your brain. Psychiatric
drugs cause mental illness. And cause more iatrogenic harm. - A patient from the psychiatric ward..) Temsili görseller, İllüstrasyon.. (243)
Bismillahirrahmanirrahim.. Doğrusunu (gerçeğini) sadece Yüce Allah'ü Teala Hazretleri bilir, diyelim..
1.BÖLÜM : 'AKIL HASTALIKLARI, BİR EFSANEDİR. PSİKİYATRİK İLAÇLAR, KALICI AKIL HASTALIKLARINA SEBEP OLUYOR.' serisi (1) - Fikir ve Düşünceler
Bu seri 5 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz ilk bölümde (yani 1.bölümde) bulunuyorsunuz. Bu bölüm, FİKİR VE DÜŞÜNCELERDEN oluşmaktadır. Bu seri, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin devamıdır. 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin diğer bölümleri ile ilgili bilgi ve linkleri en aşağıda, 'uyarılar, notlardan' önce okuyabilir ve linklere tıklayarak bu bölümlere gidebilirsiniz. Yada blog ana sayfasından da, sayfayı aşağıya kaydırarak ulaşabilirsiniz. Yada BURADAKİ 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi tanıtım sayfasından da, hem bu seriye hem de 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisine ait içeriklere ulaşabilirsiniz. 'Akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu, 'Psikiyatrinin neden bir ölüm endüstrisi' olduğunu ve 'Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka UYARILARI da okumayı unutmayınız.. Teşekkürler..
ŞOK GERÇEKLER... "'AKIL HASTALIKLARI' (BEYİNDEDİR) BALONU PATLADI.. PSİKİYATRİK İLAÇLAR, 'AKIL HASTALIKLARINA' NEDEN OLUYOR.."
UYARI : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. En aşağıdaki UYARILAR kısmını okuyunuz.. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (akıl hastalığı semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız
vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu
nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..
***
'AKIL HASTALIKLARI' (BEYİNDEDİR) BALONU PATLADI..
'Akıl hastalıkları beyindedir' balonu (yalanı) patladı. Sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insana iyatrojenik zarar verdiler. Ve halen de zarar vermeye devam ediyorlar. Temsili görseller.. (244)(239)(240)(247)
BOŞU BOŞUNA ONLARCA YILDIR TAHMİNİ MİLYONLARCA (ÖLENLERLE BİRLİKTE MİLYARLARCA) İNSANIN BEYİNLERİNİ KURCALADILAR VE PSİKİYATRİK İLAÇLAR İLE 'ÖLÜMLER' DE DAHİL, 'BEYİN HASARLARINA' VE ZİHİNSEL VE FİZİKSEL 'İYATROJENİK ZARARLARA' NEDEN OLDULAR..
"Akıl Hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl
hastalıklarına sebep oluyor. Ve ölümler de dahil daha fazla iyatrojenik
zarar da veriyor.."
'Akıl ve akıl hastalıkları', beyinde olmadığı (sadece ruhta 'ruhsal' olduğu) halde, bunları, beyinde aramaya ve tedavi etmeye çalışmak resmen delilik alametidir.. Psikiyatristlerin ve psikiyatri ile ilaç firmalarının, yaptıkları en iyi şey, insanların beyinlerini bozmak, hasara uğratmak.. Ve bunun böyle olduğuna dair çok sayıda kanıt da bulunuyor..
"Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan tahmini on/yüz binlerce (belki de milyonlarca) evlerde, 'KİMYASAL LOBOTOMİ' sessiz sedasız gerçekleşiyor ama insanlar, bunun farkında bile değil.. Kimyasal Lobotomi, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığının sebebidir.."
** PSİKİYATRİK İLAÇLAR, 'AKIL HASTALIKLARINA' NEDEN OLUYOR..
"Akıl hastalıklarını tedavi etmesi gereken psikiyatrik ilaçlar, doğal psikolojik sorunları, 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüştürüyor; ('var olan semptomları kötüleştiriyor, var olmayan semptomları yaratıyor ve (genellikle uzun vadelerde), kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarlarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' ve çok sayıda fiziksel iyatrojenik zararlara da sebep oluyor..)" Peki, psikiyatrik ilaçlar, bunu tam olarak nasıl yapıyor?
"Oğlumuza verilen psikiyatrik ilacın tehlikeli etkileri bize doğru söylenmiş olsaydı, bugün yaşıyor olacaktı." -Celeste Steubing (oğlunun ölümünden psikiyatrik ilaçları ve psikiyatristleri sorumlu tutan bir annenin isyanı..) (214)
***
* Araştırmanın Kısa Açıklaması..
5 bölümlük 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisi, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin devamıdır. Bu nedenden dolayı, önceki serinin amaçları da, bu seri için de geçerlidir.. Önceki 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin amaçlarını hemen aşağıda kısaca yeniden verdik.. Amaçların daha detaylısını, serinin 1.bölümünden BURADAN okuyabilirsiniz..
5 bölümlük 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisi, 'akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu ve (bu efsane (hayali) olan akıl hastalıklarını tedavi etmede kullanılan) psikiyatrik ilaçların (ve ECT vb gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin), nasıl (kalıcı) beyin hasarına ve bununla bağlantılı gerçek bir (hem de kalıcı) akıl hastalığına dönüştürdüğünü gözler önüne koymaktadır.. Aslına bakarsanız, bu anlattığımız gerçekler, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinde de vardır. Seriyi okursanız (veya okuduysanız, tekrar dönüp, okursanız), akıl hastalıklarının bir efsane olduğunu ve psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin, insanlarda, kalıcı beyin hasarlarına ve bununla bağlantılı olabilecek kalıcı akıl hastalıklarına neden olabildiğini ve hatta hem zihinsel (mevcut akıl hastalıkları semptomların artması, kötüleşmesi, yeni yeni çeşitli akıl hastalıkları semptomların oluşması ve bu tüm semptomların (uzun vadede) kalıcı hale gelmesi vb gibi) hem de fiziksel (kalp hastalıkları, tardif diskinezi, ani ölümler, kanser vb gibi) olarak çeşitli şekillerde iyatrojenik zararlar verebildiğini, yeniden keşfedebilirsiniz..
'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisindeki, akıl hastalıklarının neden bir efsane olduğu gerçeği, psikiyatrik ilaçların hiç bir boka yaramaması, tam tersine, hem akıl hastalıklarına hem de ölümler de dahil zihinsel ve fiziksel çeşitli iyatrojenik zararlara sebep olması ile yakından ilgilidir.. Özellikle de 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığına sebep olduğuna' dair çok sayıda kanıt ve bilgi vardır. Ve bunları ortaya çıkartanlar da, DÜRÜST kimlikleriyle bilinen dünyaca ünlü psikiyatristler, diğer doktorlar, araştırmacılar, gazeteciler vs
vs.. Bunların bir kısmını, bu 5 bölümlük seride verdik ve seriyi
okuduğunuz da, ne demek istediğimizi anlamış olacaksınızdır..
Ayrıca 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisini okuyarak da, serinin anlamını kuvvetlendirmiş olursunuz.. Bunların hepsi birbirleri ile bağlantılıdır..
Yukarıda da belirttiğimiz gibi 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin asıl amacı, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin amaçlarıyla aynıdır. Daha
fazlasını bu serinin 1.bölümünde okuyabilirsiniz.. Bu serinin 1.bölümü,
yapılan araştırmalara dayalı olarak ele alınan 'bilgiler, tahminler, olasılıklar, öngörüler, değerlendirmeler, şüpheler, tavsiyeler' vb'den oluşan fikir ve düşüncelerden oluşmaktadır.. Geri kalan bölüm sayfaları ise, yapılan 'araştırmalar, makaleler, yazılar, içerikler, alıntılar, kitaplar, kaynaklar' vs vs bulunmaktadır..
** 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin araştırma açıklamasını yazı sonunda en aşağıda okuyabilirsiniz.. (Bunu BURADAN da okuyabilirsiniz..)
"Psikiyatristler, ABD'de En Çok Suç İşleyenler " videosu (31)
ÖN GİRİŞ..
** PSİKİYATRİK İLAÇLARIN BİR SİLAH GİBİ KULLANILMASI OLASILIKLARI..
- İlaç üreticileri, psikiyatri ve psikiyatristlerin anlatılmayan karanlık yüzleri..
Psikiyatri ve ilaç sektörleri, 'tedavi' adı altında, beyinleri sağlıklı olan insanların beyinlerini, psikiyatrik ilaçlar ile ilaçlamak ve elektrik ile şoklamak için, çoğu zaman mahkemeleri bile kullanabiliyor. Bu iki sektör, mahkemeleri adeta ele geçirmiş durumda.. Mahkeme kararları ile akıl hastası haline dönüştürülmek (Being turned into a mentally ill by court decision).. Temsili görseller.. (240)
1- Psikiyatri ve ilaç sektörleri, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, psikiyatrik ilaçlarla kalıcı beyin hasarına mı uğratıyorlar ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastası' haline mi dönüştürüyorlar?
2- Yaşlı, fiziksel ve ruhsal engelli yatılı bakım evleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, akıl hastaneleri ve diğer yatılı sağlık birimlerinde kalan kişiler, 'personeli şikayet etmesinler' diye, psikiyatrik ilaçlarla, kalıcı beyin hasarına mı uğratılıyor?
3- Mahkeme kararı ve polis zoru ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmek.. Mahkemeler, beyinleri son derece sağlıklı olan insanların beyinlerini hasara uğratabilmek ve onları 'gerçek bir akıl hastası' haline dönüştürebilmek için neden 'mahkeme kararları' çıkartıyorlar?
"Mahkeme kararları ve polis zoru ile (beyinleri son derece sağlıklı olan) sağlıklı masum insanların, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğratılması ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalığına' yakalanmasının sağlanılması durumu, tam olarak nedir? Nasıl gerçekleşmektedir?"
"Sadece mahkeme kararları ile değil, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğrama ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalığına' yakalanma riskine ait olasılık durumu, zehirli psikiyatrik ilaçların yaygın kullanılması nedeniyle, dünya genelinde tahmini on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) sivil hayattaki evlerde de gerçekleşmektedir.. Hem de kimsenin ruhu bile duymadan.. Bu nedenden dolayı... Psikiyatrik ilaç kullanan, on /yüzbinlerce (hatta milyonlarca) insanın hayatı 'tehlike de' olabilir mi?"
1- Psikiyatri ve ilaç sektörleri, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, psikiyatrik ilaçlarla kalıcı beyin hasarına mı uğratıyorlar ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastası' haline mi dönüştürüyorlar?
A- Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı gerçek 'kalıcı akıl hastalıklarına' sebep olabilir ve daha fazla zarar da verebilir.. Nasıl mı?
Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına ve akıl hastalığına sebep olması... Çocuklar da dahil evlerinde psikiyatrik ilaç kullanan tahmini on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) insanın, (genellikle uzun vadeli psikiyatrik ilaç kullanım nedeniyle) kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmış olma ihtimali korkutuyor. Temsili görseller.. (240)
Dünya genelinde tahmini her yıl binlerce (belki de on /yüz binlerce) insan, psikiyatrik ilaçlarla, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğratılıyor ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanması sağlanılıyor olunabilir.. Toplamda ise tahmini milyonlarca (belki de on /yüz milyonlarca) insan, psikiyatrik ilaçlarla, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğratılmış ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanması sağlanılmış olunabilir..
Eğer bunlar doğruysa... (dürüst doktorlar, psikiyatristler, gazeteciler, aydınlar, avukatlar vb sivil toplum örgütleri tarafından çok ciddi bir şekilde üzerinde durularak araştırılması gereken bir konu).. Bu rakamlar, sadece halen yaşayanlar, hayatta olanlar için.. Geride bıraktıklarımızı da (ölenleri de) sayarsak, bu rakam tahmini milyarlarca insan demektir.. Bu beyinleri sakat bırakılan ve ölen milyarlarca insan, büyük olasılıkla ruhları dahi duymadan, psikiyatrik ilaçlarla, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğratılmış ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanması sağlanılmış şekilde toprağa gömüldüler..
Seslerini duyuramadan toprağa gömülen (ölen), tahmini milyarlarca masum sessiz kurban gibi (ve halen başlarına gelebilecek tehlikelerin farkında olmayan ve ölenlerle aynı akibeti paylaşma risk olasılıkları olabilen ve bu nedenle) zehirli psikiyatrik ilaçları sessiz sedasız bir şekilde kullanmaya devam eden ve aynı şekilde seslerini duyuramayan tahmini on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) yaşayan masum sessiz kurbanın da olabildiğini düşünmemek için hiçbir neden yoktur..
B- Etrafınızdaki 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanan ve ölene kadar bu şekilde (acılar yaşayarak) yaşamak zorunda kalan insanların, (hepsi olmasa da en azından büyük çoğunluğunun) bu duruma gelmesine sebep olan şeyin, psikiyatrik ilaçlar olabileceğini bilmek önemlidir..
Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına ve akıl hastalığına sebep olması... Akıl hastanelerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde (psikiyatri hastaneleri, hastanelerin psikiyatri servisleri, ruhsal engelli bakım evleri ve rehabilitasyon merkezlerinde), özellikle de ölene kadar buralarda kalmak zorunda kalan sakinlerin, bu hale gelmelerine (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmalarına) sebep olan şeyin, psikiyatrik ilaçlar olabileceği ihtimali korkutuyor.. Temsili görseller.. (248)(249)
BİR DÜŞÜNÜN.. Günümüzdeki akıl hastanelerinde bulunan hastaların (özellikle de burada hayatları boyunca (ölene kadar) kalmak zorunda kalan sakinlerin), (hepsi olmasa da, en azından) büyük çoğunluğunun, bu hale gelmelerine (kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmalarına) sebep olan şeyin, aslında gerçekte 'psikiyatrik ilaçlar (en azından uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanımından kaynaklı) olabileceğini' tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir.. Hatta daha da ileriye gidersek, 'akıl hastaneleri' ile birlikte, 'devlet ve özel hastanelerin psikiyatri
poliklinik ve servislerinde, ruhsal engelli bakım evlerinde ve diğer
ruhsal engelli rehabilitasyon, bakım ve tedavi merkezlerinde' bulunan ve/veya buralara giden (aynı özelliklere sahip) ruhsal engelli hastaların da 'aynı akibete uğramış olma' olasılıklarının da yüksek olabileceğini de tahmin edebiliriz.. (En azından tüm bunlar için çok nedenlerin olduğunu söyleyebiliriz..)
BİR DÜŞÜNÜN (Kurgu yapın, empati kurun).. Hayatınız da hiç psikiyatrik bir ilaç kullanmadınız, akıl hastalığı ile hiç tanışmadınız diyelim.. (Bu, illa da sizinle ilgili olacak diye birşey yok. Bir 'çocuğunuz, eşiniz, kardeşiniz, anne-babanız' yada sevdiğiniz başka birisi 'komşunuz, akrabanız, arkadaşınız, dostunuz' vs'de olabilir.. Kurguyu, bunlar için çevirerek de yapabilirsiniz..) Tamamen ruhsal bir sorun (ruhunuzla ile ilgili) olan ve sonradan bir takım 'ilaçsız davranış terapi ve tedavi yöntemleri' ile düzeltilebilir son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlarınızı, psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye, düzeltmeye çalıştığınızı varsayalım..
Bu, sonradan 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ile düzeltilebilir, tedavi edilebilir olan doğal psikolojik sorunlarınız, (genellikle uzun vadelerde 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında), psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı hale geldiğini (yani doğal psikolojik sorunlarınızın, psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı akıl hastalığına dönüştüğünü), bir düşünün.. Ve siz, ne olduğunu dahi anlayamadan, işte bu şekilde, psikiyatri ve ilaç sektörünün kucağına, 'kalıcı' hale gelmiş olabilen (dünya genelinde tahmini on /yüz milyonlarca (ölenleri de katarsak, belki de milyarlarca) insan gibi), 'akıl hastası bir kurban' olarak düşmüş oluyorsunuz.. Ve bunun örneklerinin, dünya genelinde çok sayıda olabileceğini de aklınızdan çıkarmayın..
Etrafınızdaki 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanan ve ölene kadar bu şekilde (acılar yaşayarak) yaşamak zorunda kalan insanların, (hepsi olmasa da en azından büyük çoğunluğunun) bu duruma gelmesine sebep olan şeyin, psikiyatrik ilaçlar olabileceğini bilmek
önemlidir.. Belki de, bunlardan biri de (yukarıda kurgusunu yaptığımız
şekilde), siz olabilirsiniz (/sevdiklerinizden biri olabilir) ve
bunun, farkında bile olmayabilirsiniz.. Özellkle de eğer, uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanıyorsanız, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrama ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanma olasılık riskiniz yüksektir diyebiliriz..
Kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanma olasılık riskinizi bir takım tıbbi cihazlar (MR, ultrason vb gibi beyin görüntüleme sistemleri) ile tespit etmek oldukça zor olabilir. Eğer kimyasal kaynaklı fiziksel bir beyin hasarı varsa (oluşmuşsa), belki bu, tespit edilebilir. Ancak kimyasal kaynaklı kimyasal beyin hasarı varsa (oluşmuşsa), bu, tespit edilemeyebilir.. Çünkü, olasılıkla, kimyasal beyin hasarı, daha çok kalıcı hale gelen akıl hastalığına sebep olabilen, bir nevi 'beynin, kimyasal yapısının (doğal kimyasal sıvının), kimyasal çorbaya' dönüşmesi sonrasında (genellikle uzun vadede), beynin kimyasal yapısının bozulması ile yakından ilgili olması... Kimyasal beyin hasarının, beyin görüntüleme cihazları ile tespit edilememesine neden olabilir, diyebiliriz..
Zaten, büyük olasılıkla, psikiyatri ve ilaç sektörleri de, bu gerçeği bildikleri için, hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli ve öldürücü olabilen psikiyatrik ilaçlarını, çok rahat bir şekilde, insanlara her gün reçete edebiliyorlar.. Bu durum da, doğal olarak, olasılıkla, dünya genelinde tahmini on /yüz milyonlarca (ölenleri de sayarsak, tahmini milyarlarca) insanın, bir şekilde, psikiyatrik ilaçların bu olası kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı olabilecek kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmış olabileceklerine dair, bize (bir fikir verebilmek için) bir tahminde bulunabilme imkanı sunabilmektedir, diyebiliriz..
Bu nedenle, kalıcı beyin hasarına uğradığınızı ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalandığınızı farkına dahi varamayabilirsiniz. Ama belki bunu öğrenmenin 2 yolu olabilir, o da belki;
1) Eğer eskiden psikiyatrik bir ilaç kullanmadan önce, herhangi bir ciddi akıl hastalığınız olmadıysa... Ve doğal psikolojik sorunlarınızı tedavi etmek için bir psikiyatrik ilaç kullanmaya başladıysanız ve sonra sorununuz halen tam olarak düzelmediyse (tedavi edilmediyse).. Ve tam tersine mevcut doğal psikolojik semptomlarınız kötüleştiyse, artıysa ve/veya yeni yeni psikolojik semptomlar oluştuysa.. Ve bunlara rağmen, halen bile psikiyatrik ilaçları uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) kullanmaya devam ediyorsanız.. Bu, büyük olasılıkla, size doğal psikolojik sorunlarınızın, kalıcı hale gelmiş (kalıcı akıl hastalığına dönüşmüş) olabileceğine dair bir işaret verebilir, diyebiliriz.. Tabii bu bir olasılık, bir tahmin..
2) Bu olasılık ve tahminleri ve diğer yaşamış olduğunuz /olabileceğiniz sorunun altında yatan gerçekleri öğrenebilmek için, konu alanında deneyimli, bilgi sahibi, uzman olan 'DÜRÜST VE İNANÇLI BİR PSİKİYATRİST, BİR PSİKOLOG YADA BİR DOKTOR' bulmak da bir o kadar önemlidir. Ancak maalesef, bu kriterlere uygun olan bir psikiyatrist, bir psikolog yada bir doktor bulabilmek hem ülkemizde hem de dünyanın geri kalan ülkelerinde (bazıları istisna) oldukça zordur.. Belki, ABD ve AB ülkeleri gibi gelişmiş batı ülkelerinde bu özelliklere sahip, alanında uzmanlaşmış doktorları bulabilirsiniz.. Ziraa, gelişmiş batı ülkelerinde, bu konularda uzmanlaşmış (Peter Preggin, David Healy, Robert Whitaker gibi) dürüst ve inançlı olan psikiyatristler, psikologlar ve doktorlar bulunabilmektedir.. Hatta öyle ki, oralarda bazı Aile Hekimleri bile bu konularda neredeyse uzmanlaşmış durumda ve özellikle de 'psikiyatrik ilaç bırakmak isteyen hastalarına' yardımcı olabilmektedirler..
Herneyse.. Tabii ki bunlar birer olasılık, tahmin, herkesin aynı kaderi yaşayacağı anlamına gelmeyebilir ancak bu olasılık ve tahminlerin tatmin edici nedenleri ve gerekçeleri de vardır. Bunları hem aşağıda uzun uzadıya irdeledik hem de diğer bölümlerdeki araştırmalarda kanıtları ve bilgileri yayınladık.
Ve daha iyi anlayabilmeniz için, daha kolay anlatımlarla süslemeye
çalıştık. Şimdi, yorumlarımızda neler var, bunları 'kısa özetler' şeklinde verdikten sonra, insanların 'psikiyatrik ilaçlarla zehirlenmesine ve ECT (460 volta kadar beyne elektrikli şok vb) gibi zararlı psikiyatrik tedavilerin verilmesine' yol açan, 'akıl hastalıklarının 'beyinde' olduğu ve beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklandığı' varsayımını çürütmeye çalışmakla devam edeceğiz.. Ve bunları okuduğunuz da, eminiz ki belki de şok olacaksınızdır.. Onlarca yıldır, psikiyatrik vahşetin, boşu boşuna 'toplumların beyinlerini ve vücutlarını nasıl zehirlediğine ve aileleri nasıl parçaladığına' vb gibi daha bir çok zarara yol açtığına bir nevi şahit olacaksınızdır..
2- Yaşlı, fiziksel ve ruhsal engelli yatılı bakım evleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, akıl hastaneleri ve diğer yatılı sağlık birimlerinde kalan kişiler, 'örneğin personeli şikayet etmesinler' diye, psikiyatrik ilaçlarla, kalıcı beyin hasarına mı uğratılıyor?
'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ile 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serilerini araştırırken, özellikle de yaşlı huzurevlerinde kalan ve beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanların beyinlerinin, (örneğin sırf kendilerini şikayet etmesinler diye) personeller tarafından, psikiyatrik ilaçlarla ciddi derece de hasara (beyin hasarına) uğratılarak, 'bir daha şikayet etmemelerini sağladıklarını' okumuştuk. (Bunların bazılarını buna benzer vakalarını araştırmalarda verdik, okuyabilirsiniz.) Temsili görseller.. (307)
Bu korkunç gerçeklerin aynılarının, yatılı bakımevleri, huzurevleri ve/veya rehabilitasyon merkezleri ve akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimlerinde kalan bakıma muhtaç çocuk, genç, yetişkin, yaşlı ve engelli bireyler için de olabileceği aklımıza gelmişti. (Bunun gibi benzerlerini 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' sersinin 1.bölümünde okuyabilirsiniz.) Tabii ki, bu sıkıntılar, sadece 'şikayet etme' ile sınırlı değil; 'onlardan kurtulmak, tecavüz edebilmek, kendilerini şikayet etmelerini engellemek, seslerini kısmak (susturmak)' vb gibi sebeplerle, psikiyatrik ilaçlar ile zihinsel olarak 'sakat'da bırakılabilinir; (yani beyin hasarına ve bununla bağlantılı akıl hastalığına yakalanmasına sebep olunabilir) hatta ölümlerine bile sebep olunabilir..
Şimdi size yatılı bakımevleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezlerinde (ve hatta akıl hastaneleri ile diğer akıl sağlığı birimlerinde bile buralarda) görevli sağlık personelleri (bakım hizmet görevlileri ve/veya hemşireler /doktorlar) tarafından, buralarda kalan bakıma muhtaç insanların beyinlerinin nasıl hasara uğratıldıklarına dair kurgu anlatacağız. Bu, kurgu hayali olabilir, ama okuduklarımızla birebir olmasa da benzer olması açısından önemlidir diyebiliriz..
----------------
BİR KURGU: Şimdi.. Yatılı bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri ile birlikte akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimlerinde çalışan görevli personeller, buralarda kalan bakıma muhtaç bireylere karşı kötü ve uygunsuz söz ve davranışlar sergilediklerini bir düşünelim.. Bakıma muhtaç bireylerin de bu kötü ve uygunsuz söz ve davranışları olasılıkla ailelerine ve/veya yönetimdeki en üst düzey yöneticilere şikayet ettiklerini ve/veya edebileceklerini varsayalım.. Bu durum da, personel, bu şikayetlerin tekrarlanmasını engelleyebilmek ve/veya şikayet edememelerini sağlayabilmek için, (adeta psikiyatrik ilaçları bir silah gibi kullanarak), çeşitli psikiyatrik ilaçlarla, kişilerin beyinlerini ciddi derecede hasara uğratmaya çalıştıklarını hayal edin..
Personeller o kadar kurnaz ki.. Bu beyinleri hasara uğratma eylemini yaparken, hem durum hem de hukuki açıdan kimsenin anlayamayacağı, fark edemeyeceği şekilde (çok dikkatli bir şekilde) yapıyorlar.. Psikiyatrik ilaçlarla, kişilerin beyinlerinin genellikle uzun vadelerde hasara uğratıldığını ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalandıklarını biliyorlar. Bu nedenle kişilerin beyinlerini hemen hasara uğratmıyorlar.. Çünkü böyle olursa, işin rengi değişir ve böylece kendilerini ele vermiş olurlar. Kimsenin fark edemeyeceği şekilde, bu psikiyatrik ilaçları yavaş yavaş şekilde veriyorlar. Tabii eğer kişilerin ruhsal bir engeli yoksa, bunu yaratmak için, onlara önce psikiyatrik ilaçlar vererek, onların 'dengesiz davranışlarda bulunmasını' sağlıyorlar. Böyle olduğunda, onları hemen bir psikiyatriste götürüyorlar ve psikiyatristte onlara olasılıkla psikiyatrik ilaçlar reçete etmeye başlıyor. Personel de, bu psikiyatrik ilaçları, kişilere vermeye başlıyorlar. Bu şekilde, kişiler daha da dengesiz davrandıklarında, ilaçların dozu olasılıkla artırılıyor. Ve bu şekilde böyle böyle zamanla kişilerin beyinleri, ciddi anlamda hasara uğratılmış olunuyor..
Beyinleri, psikiyatrik ilaçlarla ciddi şekilde hasara uğratılan kişiler, artık 'personelleri şikayet edemez' olurlar. Çünkü, olasılıkla psikiyatrik ilaçlar, kişilerin beyinlerini uyuşturarak, onların adeta 'hiç birşey yapamayacak, hissedemeyecek' hale gelmesine neden olabiliyor. Öyle ki, eğer psikiyatrik ilaçlar, şikayet etmeye engel olmazsa, bu sefer de (psikiyatristin haberi olmadan), ya dozlar daha da artırılıyor yada (sanki onun kullanmış olduğu psikiyatrik ilaçları veriyorlarmış gibi davranarak) reçete dışı başka başka ağır psikiyatrik ilaçlar vererek, kişilerin beyinleri, bu şekilde hasara uğratılabiliyor..
----------------
Şimdi, kurgu bu ya, bu kurgu da olsa, olmayacak birşey değil aslında.. Çünkü, maalesef kişilerin beyinleri, psikiyatrik ilaçlar bir silah gibi kullanılarak, hasara (beyin hasarına) uğratılabiliyor. Okuduğumuz gerçekler (haberler) bu yönde.. Bizim tahminimize göre dünya genelinde bu durumda, beyinleri hasara uğratılan insan sayısı 'milyonlarca' civarında olabilir. Medyaya yansıyan haberler, olasılıkla beyinleri hasara uğratılan bireylerin aileleri tarafından ortaya çıkartılan gerçekler gibi görülüyor. Peki, ya diğerleri?
Psikiyatrik ilaçların, insanların beyinlerini (en azından uzun vadelerde) hasara uğrattığı bir gerçektir. Ancak bu kadar çok insanın beyinleri hasara uğratıldıysa, neden bu hasarlar (beyin hasarları) ortaya çıkartıl(a)mıyor? Çünkü, bu hasarlar olasılıkla fiziksel değil kimyasal kaynaklı beyin hasarları gibi görülüyor.. Zaten bizim de üstüne basa basa vurguladığımız şey de bu.. Kimyasal kaynaklı beyin hasarlarını, herhangi tıbbi testlerle, cihazlarla tespit etmek pek mümkün değildir. Bu da, psikiyatrinin ve ilaç firmalarının işine gelen bir şeydir. İnsanlara sürekli psikiyatrik ilaç reçete etmeye ve satın alınılmasına devam etmelerine olanak sağlar.
Eğer psikolojik bir sorunu olan bir hasta, psikiyatrik bir ilaç tedavisi görüyorsa, olasılıkla genellikle uzun vadelerde kimyasal kaynaklı beyin hasarına uğrama olasılığı da vardır demektir. Kimyasal kaynaklı beyin hasarına uğradığında ise, bu olasılıkla tespit edilemeyecektir ve hastanın yaşamış olduğu mevcut kalıcı akıl hastalığı durumu da, kişinin 'akıl hastası' vb olmasına atfedilecektir. Ve zaten bu böyle oluyor da.. Evlerimiz de hanelerimiz de, ayakta tedavi gören on /yüz milyonlarca psikiyatrik ilaç kullanan insanları bir düşünün...
İşte, özellikle de yatılı bakımevleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri ve hatta akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimlerindeki sakinlerin, psikiyatrik ilaçlar nedeniyle yaşamış olabilecekleri kalıcı beyin hasarlarına uğramaları ve olasılıkla bununla bağlantılı olması muhtemel kalıcı akıl hastalığına yakalanmaları durumu da buna benzemektedir. Sonuçta burada kalan ve bu duruma düşen bireylerin, 'kim vurduya gitme' olasılıkları çok yüksektir diyebiliriz.. Bakım hizmetli personellerin, sağlık görevlilerinin, doktor ve hemşirelerin, psikiyatrik ilaçların, insanlarda (en azından uzun vadelerde) kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yol açtığını da bildiklerini bir düşünün.. Durumun ne kadar vahim bir hal alabildiğini de fark edebilmiş olursunuz diye umuyoruz..
Bu tür hadiseler, özellikle de yatılı bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezlerinde çalışan görevli personellerin, yaşlılara ve fiziksel ve ruhsal engelli bireylere karşı nasıl davranılacağına dair ciddi bir eğitimden geçmeleri ve sıkı bir şekilde denetlenmeleri gerektiğini bize göstermektedir.
***
-- Dünyadaki sağlık Sistemlerinde 'Yeni Yeni Hastalar ve Hastalıklar Üretme Sistemi" mi var?
Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına ve akıl hastalığına sebep olması ve psikiyatri ve ilaç sektörlerinin bu gerçeği bilmesi olasılıkları... Psikiyatri ve ilaç sektörleri, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanların beyinlerini, hasara uğratmak (kalıcı beyin hasarına) ve olasılıkla bununla bağlantılı olabilecek kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmasını sağlamak (ve böylece, koymuş oldukları teşhisleri doğrulamak ve kendilerini haklı çıkarmak) için, psikiyatrik ilaçları bir silah gibi kullanıyor olabilirler mi? Böyle korkunç bir ihtimal var mıdır? Temsili resimler.. (250)(240)
BİR KURGU : (Doktor, hastasına koyduğu teşhisin doğru olduğunu ispatlayabilmek için hastasının reçete ettiği ilacı kullanmasını bekledi. Hasta, kendisine reçete edilen bu ilacı içince, doktorun koymuş olduğu teşhisteki hastalığa yakalandı. Doktor da bu şekilde hastasına koyduğu teşhisi doğrulamış oldu..)
Tıp alanlarında gerçekten böyle birşey olabilir mi? Bunu tam olarak bilmiyoruz (olabilir de olmayabilir de) ancak, psikiyatri alanında, bunun böyle olabileceğine dair çok ciddi şüpheler vardır.. Bunu, psikiyatri sektörüne çevirdiğimiz de, karşımıza şöyle bir kurgu çıkıyor;
(Psikiyatrist, beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı bir kişiye koyduğu teşhisin doğru olduğunu ispatlayabilmek için sağlıklı kişinin, reçete ettiği ilacı kullanmasını bekledi. Sağlıklı kişi, kendisine reçete edilen bu ilacı içince, psikiyatristin koymuş olduğu teşhisteki hastalığa yakalandı. Psikiyatrist de bu şekilde sağlıklı kişiye koyduğu teşhisi doğrulamış oldu..) Bu, gerçekten, böyle olabilir mi?
-- Psikiyatri ve İlaç Sektörlerinin kirli, kanlı ve sinsi yönü..
Kurgunun anlamını, şu şekilde daha da kuvvetlendirebiliriz; "Psikiyatrik ilaçlar, 'akıl hastalıklarını' düzeltmez, onları yaratır. Ve psikiyatristler, bu gerçeği biliyorlar ve bildikleri için de (bazıları istisna psikiyatristler) beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, psikiyatrik ilaçlarla (kimyasal ilaç kaynaklı ve kalıcı olma özelliği olan) birer 'gerçek akıl hastası' haline getiriyorlar. Sırf koydukları akıl hastalığı teşhisini DOĞRULAMAK (kendilerini haklı çıkarmak) için.." Gerçekten böyle korkunç birşey olabilir mi? Eğer öyleyse, psikiyatristler, bunu bilerek mi yapıyorlar yoksa, psikiyatri ve ilaç sektörleri tarafından, bu kirli ve kanlı eylemleri için kullanıyorlar mıdır? Bilemiyoruz, bunu okuyarak öğrenelim..
Psikiyatri ve ilaç sektörleri, onlarca yıldır, beyinlerinde hiçbir sorun (hasar) olmamasına rağmen, sanki beyinlerinde bir sorun varmış gibi davranıp, insanların sağlıklı beyinlerini, psikiyatrik ilaçlar ile kimyasal kaynaklı gerçek fiziksel ve/veya kimyasal hasarlara uğratarak (ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmasını sağlayarak), kendilerini haklı çıkarmaya çalıştılar ve bunda da gayet başarılı oldular. Kayda geçmiş on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) resmi kayıtlar haricinde, kayda geçmeyen sayısı belirsiz, tahmini diğer on /yüz milyonlarca insanın, bu şekilde psikiyatrik ilaçlar ile kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğramış ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmış olabileceklerine dair olasılıkları tahmin edebilmek mümkündür, diyebiliriz.. Ve halen bile bu gizli ve ölümcül DOĞRULAMA soykırımına devam ediyorlar. Hem de YASAL olarak..
Bu yöntem, beynin de hiçbir sorun olmayan ve sağlıklı bir beyne sahip olan bir insanın, (sonradan bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir ve insanın kendi ruhu ile ilgili ve son derece doğal olan) doğal psikolojik sorunlarını, psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı hale getirilmesi (yani, doğal psikolojik sorunların, psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürülmesi..) işlemi, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin, 'kendilerini haklı çıkarmak' için, koydukları hayali teşhisleri gerçeğe dönüştürme ve bu sayede teşhisi, doğrulama yöntemidir..
Psikiyatristlerin, (tabii hepsi değil, dürüst psikiyatristlerin olduklarını biliyoruz, bu nedenle bazıları istisna, psikiyatristlerin bilerek /bilmeden) sağlıklı insanları nasıl birer 'gerçek akıl hastası' haline getirdiklerini (dönüştürdüklerini) ve hem onların hem de diğer mevcut hastaların da beyinleri, iflas edene (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrayana) kadar, nasıl psikiyatrik ilaçlara mahkum edildiklerini', tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir. Bu duruma, olasılıkla, kimsenin bilmediği ama sadece 'psikiyatri ve ilaç sektörünün ve psikiyatristlerin' de bildiği ancak açıkla(ya)madıkları, bu 'kirli, kanlı ve sinsi psikiyatrik oyunlar' diyebiliriz..
Tabii, bunlar şimdilik birer kurgu olsa da, 'bunun, böyle olabileceğine' dair, ikna edici şüpheli bilgilerde vardır.. Örneğin, psikiyatrik ilaçların, çeşitli zihinsel ve fiziksel sakatlanmalara ve özellikle de kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı olması muhtemel kalıcı akıl hastalıklarına yakalanılmasının, psikiyatri ve ilaç sektörleri tarafından bilinmesine rağmen, halen bile bu zehirli ilaçların ('tedavi' bahanesi ile) reçete edilmeye devam edilmesi bile, bu şüphenin doğması için yeterlidir diyebiliriz.. Psikiyatrik ilaçların çok sayıda iyatrojenik zararlara ve ölümlere sebep olduğuna dair çok sayıda kanıt ve bilgi vardır.. Bunların bir kısmını 'akıl hastalığı bir efsanedir' serisinin diğer bölümlerindeki araştırmalarda ve kısa alıntılar da ve 'psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinde de bulabilir ve okuyabilirsiniz.. Tekrar edelim ki, en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını da okuyunuz..
Kısa Kısa Özet;
-------------------------
** "Psikiyatrik ilaçlar, hayal ettiğinizden daha tehlikelidir." -Psikiyatrist Peter R. Breggin (75)
** Psikiyatri şarlatanlık ve psikopatlığının 3 taktik ile ayakta kalması ;
1) Akıl hastalıklarını (olmadığını bildiği halde) beyinde aramak ve beyne (oldukça zarar verdiğini bildiği halde) psikiyatrik ilaçlar vermek, ECT vb psikiyatrik tedaviler uygulamak.. Bu sayede...
2) Akıl hastalıklarının beyinde (ve kendilerinin de haklı) olduğunu ispat etmek için, psikiyatrik ilaçlar ve ECT vb psikiyatrik tedavilerle, gerçek 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanılmasına sebep olmak..
3) Yasalar ve mahkeme kararları ile 'yargı, politika ve sağlık' başta olmak üzere pek çok alanda 'oterter bir güç' sahibi olmak.. (....)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatri ve psikiyatristler, (bazıları istisna) günümüz yüzyılının en ünlü ve en tehlikeli şarlatanlarıdır;
1) Akıl hastalıkları (düşünceler), beyinde değil, ruhta olan birşeydir. Beyinde olmayan birşeyi, tedavi edemezsiniz. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, ruha etki etmez, sadece beyni 'zehirli kimyasal çorbaya' dönüştürür ve bozar ve sonra da 'beyni, hasara' uğratır.. Bu nedenle;
2) Psikikatrik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmez, onları yaratır..
3) Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmez (edemez), bilakis akıl hastalıklarını üretir (yaratır, oluşturur..) (....)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** 'Akıl hastalıkları' bir efsanedir. Tüm akıl hastalıkları, beyinle ilgili değil, ruhla (insanın kendi ruhu ile) ilgilidir. Bu nedenden dolayı, hiçbir akıl hastalığını, hiçbir ilaç (hele de psikiyatrik ilaçlar hiç) tedavi edemez, düzeltemez. Psikiyatrik ilaçlar, sorunları düzeltmez, onları yaratır ve daha da kötü hale getirir. (....)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "İnsanda 'beyin' vardır ama beyin de 'akıl' yoktur. 'Akıl', ruh'ta olan bir şeydir, insan beynin de değil.. (....)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Doğal psikolojik sorunlar (yani doğal akıl hastalıkları), insanın kendi ruhundan kaynaklanan ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir, son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlardır.. Bu doğal psikolojik sorunları, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışmak, beyin içine kimyasal bir bomba koymakla eşdeğerdir.. (...)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Doğal psikolojik sorunlar, normalde 'kalıcı ve kalıtsal (genetiksel) özellikli' değildir.. Ancak.. Bunları, 'kalıcı ve kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıkları (kalıcı psikolojik sorunlar)' haline getiren şey, tıpkı günümüzde kullanılan psikiyatrik ilaçlar gibi bir takım kimyasal içeriklere sahip kimyasal etkenlerdir.. (...)
Kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarını, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışmak, bu kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesine (kalıcı akıl hastalıklarına dönüşmesine) sebep olabilir.. (...)" Peki bu kimyasal etkenler nelerdir ve nasıl bunlara sebep olmaktadır? Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatrik ilaçlar, (insanın kendi ruhundan kaynaklanan ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir) doğal psikolojik sorunları, kimyasal kaynaklı gerçek 'kalıcı akıl hastalığına' dönüştürebilir özelliklere sahiptir.. (....)" Peki bunu nasıl yapmaktadır? Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Dünya genelinde, psikiyatrik ilaç kullanan insanların büyük çoğunluğunun (tahmini on /yüz binlerce belki de milyonlarca insanın), psikiyatrik ilaç (kimyasal) kaynaklı fiziksel ve/veya zihinsel 'kalıcı beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılığı çok yüksektir.. (en azından uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca' psikiyatrik ilaç kullananlar için..) (....)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatrik ilaçlar, yasal uyuşturuculardır.. Kimse bu gerçeği inkar edemez.. Psikiyatrik ilaçların neredeyse tamamı, sokakta satılan 'esrar, eroin, kokain' gibi yasadışı sokak uyuşturucuların etkilerine 'benzer etkiler' gösterirler; 'beyni uyuştururlar, sersemletirler ve (bazıları istisna) şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma gibi insani davranış biçimlerinde olumsuz etki gösterebilir. Ve daha fazla zarar da verirler.' Bu gibi nedenlerden dolayı, yasal psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuşturucular kadar (hatta onlardan çok daha) tehlikeli bir özelliğe sahiptir, diyebiliriz.. (...)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatrik ilaçlar, BAĞIMLILIK yapar; (Yapmaz diyen yalancının tekidir.) Psikiyatrik ilaçlar, özellikle de psikiyatrik ilaçlara karşı (ve hatta bazen de uyuşturuculara, maddelere ve diğer ilaçlara karşı da), kişileri 'bağımlı' hale getirebilir.. Psikiyatri ve ilaç sektörleri (ve psikiyatristler), bu gerçeği, yanıltıcı bir şekilde 'örneğin, reçeteli ilaçların kötüye kullanımı, reçete dışı kullanım şeklinde!' vb açıklar. Evet aslında bunlar da vardır ama aslında daha çok (hepsi olmasa da, olasılıkla büyük çoğunluğu) bu bağımlılık, 'psikiyatristlerin reçete tarifine göre' reçeteli ilaç kullanımlarında gerçekleşir.. (....) İşte, 'psikiyatrik ilaç bağımlılığınız' böyle başlar... (...)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Psikiyatrik ilaçların SİLAH gibi kullanılması olasılığı (A) ; "Psikiyatrik (psikotrop) ilaçların, uyuşturucu özelliğinin olması, insanları 'şiddete, cinayete ve intihara' meyilli hale getirmesinin yanısıra;
(1) özellikle de çocuk, kadın ve yaşlı hastaların 'tecavüze' uğramalarına olanak sağlar mı? Yani masum insanların beyinleri, psikiyatrik ilaçlar ile uyuşturularak, (yani onları adeta 'hiçbir şey yapamayacak ve hissedemeyecek hale getirerek'), onlara tecavüz edilebilir mi?
(2) Ayrıca.. Akıl hastaneleri gibi diğerzihinsel olarak sakat akıl sağlığı birimlerinde ve engelli ve yaşlı bakım evlerinde ve huzurevlerinde kalan sağlıklı masum insanlar (bakıma muhtaç çocuklar, gençler, yetişkinler ve yaşlılar), 'onlardan kurtulmak, tecavüz edebilmek, kendilerini şikayet etmelerini engellemek, seslerini kısmak (susturmak)' vb gibi sebeplerle, psikiyatrik ilaçlar ile zihinsel olarak 'sakat' bırakılabilinir mi? (yani beyin hasarına ve bununla bağlantılı akıl hastalığına yakalanmasına sebep olunabilir mi?) İşte buna dair korkunç bir örnek.. (...)" Devamını ve bu korkunç gerçekleri okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Psikiyatrik ilaçların, 'zarar verme' sürecinin tasvirlerle kolay yoldan anlatımı;
-------------------------------------------------
1) Psikiyatrik ilaçlar, beyni ve vücudu kimyasal çorbaya çevirir. Hergün alınan bir /birden fazla psikiyatrik ilaç, zamanla beynin doğal kimyasal yapısında (sıvısında) ve vücutta ve vücudun diğer organlarında birikerek 'kimyasal çorba' denen kimyasal sıvı birikmesine neden olur. Bu kimyasal çorba, birer kimyasal mermilere dönüşür ve .... (....)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
2) Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal mermilerdir. Psikiyatrik bir ilaç aldığınız da, aslında (mekanik bir silahtan çıkan) bir mermi almış gibi olursunuz. Bir merminin vereceği, sakat bırakma (yaralama) ve ölümcül zararları, psikiyatrik ilaçlar da yapar. Aralarındaki farklar, biri fiziksel (mermi), diğeri kimyasal (psikiyatrik ilaç) zarar vermesi ve her ikisi de sadece 'zamanla' ilgilidir. (....)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
3) Psikiyatrik ilaçların tamamı, (bıçaksız, kesiksiz) kimyasal lobotomidir.. Psikiyatrik ilaçlar, insan beyninin kimyasal yapısını, (bir yerdeki böcek istilasına /bir organda kanserin /tümörün yayılmasına benzer bir şekilde) zamanla kimyasal zehirleri ile istila eder (kimyasal çorba kavramı) ve sonunda da (kimyasal mermilere dönüşerek) beynin iflas olmasına (kimyasal hasar görmesine) sebep olur. İşte bu bir çeşit kimyasal lobotomidir. İlk defa psikiyatrik ilaç kullandığınız andan itibaren, beyninize (bıçaksız, kesiksiz bir) 'kimyasal lobotomi' uygulamaya başlar; 'beyninizi uyuşturur, sersemletir ve bazen de (bazıları istisna) size şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirebilecek kadar etki edebilir. Ve bunu devam ettiğiniz de ise... (....)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
4) Psikiyatrik ilaçlar, biyolojik silahlardır.. Kimyasal lobotomi özelliğine sahip olan psikiyatrik ilaçlar, ayrıca birer biyolojik silahtır.. Sadece kullananları değil, çevresindeki insanları da olumsuz etkiler. Şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirme sorunu ile birlikte, psikiyatrik ilaç kullanan insanların yaralanmasına (sakat kalmasına) ve ölmesine ve 'ailelerin parçalanmasına ve toplumların refahının bozulmasına' da sebep olur. (....)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
ÖZETLE: "Psikiyatrik ilaçlar, beyni ve vücudu kimyasal çorbaya çevirir. Bu kimyasal çorba, birer kimyasal mermilere dönüşür ve beyne ve vücuda hasar (zarar) verir. Ve ölümlere de sebep olur. Kimyasal mermilerin, beyinde ve vücutta gördüğü zarar verme ve öldürme işi, aslında bir kimyasal lobotomidir. Beyni ve vücudu tahrip eden ve öldüren bu 'kimyasal lobotomi' de, biyolojik bir silah türüdür (çeşididir).."
** "Psikiyatri 'bir bilim' değildir, psikiyatristler de 'bir doktor' değildir. (Yasal olmaları, onların 'gerçek bilim' karşsısında 'bilimsel olduklarını' ve 'bu ünvanlara sahip olduklarını' göstermez..) Psikiyatriyi bir 'bilim', psikiyatristleri de bir 'doktor' olarak görmek için, bir insanın, 'aklını peynir ekmekle yemesi' lazım.. (....)" Neden böyledirler? Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Tıp fakültelerinde, psikiyatrinin "bir bilim" olarak yer alması, tıp camiası açısından 'UTANÇ VERİCİ' bir durumdur. Tıp camiası, şarlatanlıkta sınır tanımayan psikiyatrinin (dünya genelinde tahmini milyonlarca insana) vermiş olduğu bu iyatrojenik zarardan dolayı, birinci dereceden suçludur (...)" Devamını okuyun ve 'başka suç ortaklarının kimler olduklarını' ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatristler, (bazıları istisna) lisanslı şarlatan ve psikopatlardır.. Onlara, psikiyatrik şarlatanlık ve psikopatlığın tüm incelikleri, tıp fakültelerinde öğretilir. Tıp fakültelerinde psikiyatri bölümünü seçen öğrenciler, 'saf ve temiz bir insan' olarak buraya girerler, (deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla) 'tam bir psikiyatrik lisanslı şarlatan ve psikopat' olarak mezun olurlar. (....)" Sonra ne mi olurlar? Okumaya devam edin ve daha fazlasını ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** 'Psikiyatri, Ateisttir.. Hümanisttir.. Darwincidir.. Psikiyatristler (bazıları istisna), peygamberlere bile 'akıl hastası' teşhisi koyabilecek seviyede genellikle evrime inanan ateistlerdir.' ("Psikiyatristler, gerçekten ateist midir? ....tanrıya ve ruha inanıyorlar mı? Müslüman bir psikiyatrist olur mu? Tanrıya inanan bir psikiyatrist olur mu? Olursa nasıl bir psikiyatrist olmalıdır?; ateist psikiyatri (ve ilaç) sektörünün izinden mi gitmelidir yoksa inandığı Tanrının izinden mi? Müslümanları ve insanlığı, psikiyatri ve ilaç sektörünün elinden kim kurtaracak?") Tüm bunları öğrenmek için, okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatri, (yasa koyucuların psikiyatriyi, nerdeyse her alanda hakim kılan yasa ve kanunların çıkmasını sağlayan tehlikeli çıkışları nedeniyle), sadece 'tüm tıp alanlarına' değil, yargıya (mahkemelere, hukuka, yasalara) ve siyasal yönetimlere (devlet yönetimlerine, resmi kuruluşlara) de hükmeden, adeta sınırsız bir güce sahip olmuştur. (...)" Okumaya devam edin ve Psikiyatrinin, bu korkunç gücünü ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** 'Mahkeme kararları ve polis zoru' ile dünya genelinde tahmini her yıl binlerce (belki de milyonlarca) sağlıklı masum insan, kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyor! Peki, bu doğruysa, nasıl oluyor? 'Tedavi' adı altında, beyinleri stop edene kadar, beyinlerine 'kimyasal lobotomi (psikiyatrik ilaçlar)' mı uygulanıyor? Uzun vadede, yavaş ve kimsenin ruhu bile duymadan.. Ve hepsi yasal.. (Ve hiç kimse de bundan muaf değildir. Sizin de başınıza gelebilir.. (...)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Psikiyatrik ilaçların SİLAH gibi kullanılması olasılığı (B) ; Psikiyatristlerin, (bazıları istisna; bilerek /bilmeden), büyük olasılıkla, sırf onlara koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAMAK ve bu sayede kendilerini haklı çıkarmak için, sağlıklı insanları nasıl birer 'gerçek akıl hastası' haline getirdiklerini (dönüştürdüklerini) okuduğunuz da, deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla, 'kan, beyninize sıçrayacak' ve ŞOK olacaksınızdır..(...)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Dünya genelinde tahmini binlerce (belki de milyonlarca) masum insan, psikiyatrinin bu sınırsız gücü nedeniyle, haksız yere 'zehirli psikiyatrik ilaçlar ile ilaçlanmakta, gerçek 'kalıcı akıl hastası' haline getirilmekte, haspedilmekte, akıl hastanelerine yatırılmakta ve aileler parçalanmaktadır.." (Bunlarla ilgili detaylı bilgileri, 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..)" Ve okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Psikiyatri, sokakta yürüyen iki ayaklı her insanı, 'akıl hastası' olarak etiketleyebilecek (damgalayabilecek)' bir oteriter güce sahip olmuştur. (Ve hiç kimse de bundan muaf değildir.. Her an akıl hastası olarak etiketlenebilirsiniz. Ve sizi kurtarabilecek, kimse de olmayacaktır.. (...)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatristlerin, insanlara 'akıl hastası olarak teşhis koyarken' referans aldıkları, 'ruhsal hastalıklar tanı koyma kriterlerinin', neredeyse tamamı uydurmadır, HAYALİDİR.. Bunlar, genellikle DSÖ'nün ayarladığı tanınmış (/tanınmamış) bazı lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristlerin 'deneyim ve/veya varsayımlarından' oluşturulan hayali uydurma tanı ve teşhis koyma kriterleridir.. (...)" Devamını okuyun ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** "Psikiyatrik ilaçlar, yasaklanmalıdır. Tıp fakültelerindeki psikiyatri bölümü kapatılmalı ve psikiyatristler, 'psikolog' olarak görev yapmalıdırlar. Psikiyatristler ve psikologlar aynı seviyede görev yapmalıdırlar.. Psikiyatristlerin, psikologlardan herhangi bir üstünlüğü yoktur; olmamasına rağmen, psikiyatristler, kendilerini psikologlardan üstün görebilmektedirler.. (....)" Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
** Akıl hastalıklarının tedavisinde, bir an önce (onlarcası hatta yüzlercesi varolan) "ilaçsız tedavi yöntemleri" devreye girmelidir.. Zehirli psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır.. Psikiyatrik ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadele edilmelidir..(...)" Peki bunlar, nasıl yapılmalıdır? Hangi yollar izlenmelidir? Okumaya devam edin ve şok ölümcül psikiyatrik gerçekleri öğrenin..
('Psikiyatri bir insan hakları istismarıdır' -Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedavilerine karşı yapılan bir protestodan..) (240)
-----------------
"Doktorlar, hakkında çok az şey bildikleri ilaçları, hakkında hiçbir şey bilmedikleri hastalarına, hakkında daha az şey bildikleri hastalıklar için veriyorlar." (Voltaire, 1694-1778 AD) (98)
"Psikiyatri, insanın 'düşüncelerini, duygularını ve rüyalarını' beynin içindeki kimyasalların sonucu olarak gören, 'ateist natüralist evrim' üzerine kurulmuştur. 'Ruh, can, benlik ve özgür irade' görüşü yalnızca yanılsamalardır." -Mario Beauregard Ph.D. (The Spiritual Brain)" (169)
"Psikiyatri, Ateisttir.. Hümanisttir.. Darwincidir.." (122)
"Psikiyatri, İsa'ya 'paranoyak şizofren' diyor, Suprafrenik!" (116)
"Psikiyatri, Hristiyanlık Karşıtı, Ateist ve Hümanisttir.." (121)
"Psikiyatri, 'Tanrı'ya olan inancı, bir beyin hilesi' olarak görüyor!" (122)
"Biyopsikiyatri, ateistlerin 'kontrol edilemeyeni, şoklar, ilaçlar ve istemsiz teslimiyetle' kontrol etme sistemidir." (98)
"DSM-5, Ateistin Ahlaki Kuralları, Psikiyatristin İncili'dir.." (142)
"Psikiyatristler, genellikle evrime inanan ateistlerdir." (133)
"Günümüzdeki psikiyatristlerin, hemen hepsi, 'insanın, evrim teorisiyle rastgele şans süreçleriyle, Tanrı olmadan yaratıldığına' inanan ateistlerdir." (99)
"Kimyasal psikiyatristler, 'geçersiz sonuçlar' çıkarmak için aldatıcı bir şekilde 'küçük bir veri kümesi' seçen ateist evrimcilerdir" (98)
"Psikiyatri, sadece çöp bilimdir, hatta 'bilim' bile değildir; olsa olsa ancak 'şarlatanlık bilimi' olur.." (Bu da bizden olsun..)
GİRİŞ..
FİKİR VE DÜŞÜNCELER..
1.BÖLÜM : Akıl
Hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl
hastalıklarına sebep oluyor. Ve ölümler de dahil daha fazla iyatrojenik
zarar da veriyor. .
A) AKIL VE AKIL HASTALIKLARI BEYİNDE DEĞİL, RUHTA (RUHSAL) OLAN BİR ŞEYDİR..
** AKIL HASTALIKLARI 'BEYİNDEDİR' BALONU PATLADI..
Nörologlar (Nöroloji), 'aklın, beyinde olduğu' varsayımını ortaya atarak, 'yalanlar bilimi' Psikiyatrinin, dünya genelinde tahmini on /yüz binlerce /milyonlarca (belki de milyarlarca) insana, ölümler de dahil iyatrojenik zararlar vermesine yol açtılar.. (Nörolog ve psikiyatristlerin, bu ölümcül varsayımlarını, aşağıda yazı boyunca derledik..)
Akıl hastalıkları (düşünceler), beyinde değil, ruhta olan bir şeydir. Beyinde olmayan bir şeyi, tedavi edemezsiniz. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, ruha etki etmez, sadece beyni 'zehirli kimyasal çorbaya' dönüştürür ve bozar ve sonra da 'beyni, hasara' uğratır..
**Tüm akıl hastalıkları, beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan bir şeydir..
Tüm dinler, akıl hastalıklarının (beyinde değil), ruhta olan (ruhsal) birşey olduğunu bilirler. Çünkü, ruh kavramına ve onu yaratan Tanrı (Allah) kavramına inanırlar. Psikiyatri ve ilaç sektörü ise dinlerin tam tersini yaparlar; ruh kavramına ve onu yaratan Tanrı kavramına inanmazlar. Bu nedenle, 'akıl hastalıklarının, beyinde olduğu' varsayımını ortaya attılar ve akıl hastalıklarını tedavi etmek için insanların beyinleri ile oynamaya başladılar. Yüzyıllar boyunca olmadık şarlatanlık ve şaklabanlıklar yaptılar, ilaçlar hazırladılar ancak bir türlü akıl hastalıklarını tedavi edemediler, düzeltemediler. Tedavi edemedikleri ve düzeltemedikleri gibi, insanlara oldukça zihinsel ve fiziksel zararlar, hasarlar verdiler ve ölümlerine sebep oldular. Günümüzde de aynı hadiseleri 'Psikiyatri' adı altında devam ettirdiler. Günümüzdeki psikiyatri'nin insanlığa vermiş olduğu zarar, tahmini olarak geçmiş dönemlerde (özellikle de Bizans döneminde) verilmiş olunan toplam zarardan daha fazladır, diye bir tahminde bulunabiliriz...
Ruh, Beden (Beyin) ve Akıl (duygu ve düşünceler) arasındaki asıl gerçek ilişki (bağlantı), 'akıl hastalıklarının bir efsane olduğunu' ortaya çıkardı. Deyim yerindeyse, 'ilaç firmaları ve psikiyatri sektörü' dumura oldu.. Ama bu gerçeğe rağmen, halen bile 'insanları, zehirlemeye' devam ediyorlar..
-- Ruh, Beden ve Akıl (duygu ve düşünceler) arasındaki temel bağlantı (ilişki) nedir?;
KISA KISA;
** Düşünce ve Duyguların (aklın) sahibi sadece RUHTUR.. Beyin veya herhangi bir bedenin parçası değildir..
-Ruhun sahip olduğu doğal enerjiye, 'ruhsal enerji';
-Ruhun sahip olduğu tüm bu özelliklerin hepsine 'ruhun duygusal özellikleri' (ruhun aklı /sadece AKIL);
-Ruhun bu 'duygusal özelliklerini' ifade etmesine, 'ruhun duygusal hali (ruhun duyguları)';
-Ruhun bu 'duygusal özelliklerini' sağlıklı bir şekilde ifade edememesine, 'ruhun duygusal halindeki değişimler (değişikler)' diyoruz.
-İnsan ve ruh, birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanılır. 'İnsan denince ruh, ruh denince insan' akla gelir. Ancak bu, insanın, 'ruhun duygusal özelliklerine' sahip olduğunu bize göstermez.
- Ruh ve insan bedeni, birbirleri ile bütünleşmiştir yani bütünleşiktir. Tüm canlı bedenler ve ruhlar, birbirleri ile bütünleşik (bütünleşmiş) olarak yaratılmışlardır; biri olmadan, diğeri hiçbir işe yaramaz..
- İnsan da beyin vardır ama akıl yoktur. Aklın sahibi, (insanın bedenine bürünmüş ve ona sahip olan) ruhtur..
- İnsan, sadece et ve kemik parçalarından oluşan bir BİYOLOJİK ROBOTTUR.. Tüm canlı bedenler de, et ve kemikten oluşan birer BİYOLOJİK ROBOTLARDIR. Bu biyolojik robotların patronları ise ruhlardır..
-Ruhlar, hem kendi manevi boyutunda (ahirette) hem de fiziksel boyutta (dünyada), 'aile kurabilen, toplum olarak yaşayabilen ve aile ve toplum yaşamının devamı için bir takım kurallar koyabilen ve bunları uygulayabilen' bir varlıktır..
-Beyin, sadece ruhun bu 'duygusal özelliklerini', fiziksel boyuttaki bedene fiziksel olarak yansıtmaya yarayan bir araçtır..
-Beyin, düşünceyi 'oluşturmaz, değiştirmez, saklamaz (depolamaz) ve onu yönetmez (kontrol etmez, edemez). Düşünceyi 'oluşturan, değiştiren, depolayan ve kontrol eden (yöneten)', yine ruhun kendisidir.. Beyin, ruhun bu özellikleri yapabilmesi için, ona yardımcı olan fiziksel boyuttaki bir araçtır.
-Ruh, beyni kontrol eder; beyin de bedeni kontrol eder. Ruh, beyni kontrol ederek, kendisine ait 'duygusal özelliklerini', bedene yansıtmaya çalışır. Bu yansıma, ruhun duygusal halinin, bedene 'insani davranış biçimleri (hareket etme, konuşma, düşünme)' şeklinde yansımasıdır..
-Ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine (konuşma, hareket etme ve düşünme şeklinde)' yansımasıdır..
-Beynin /bedenin bozulması (sağlıksız olması), ruhun duygusal özelliklerini değiştirmez, ifade etme şeklindeki duygularını (duygusal halini) değiştirebilir. Ancak, duygusal haldeki değişimler, her zaman geçerli değildir.
** 'AKIL HASTALIKLARI' NEDEN BİR EFSANEDİR?:
* Ruh'un kavramı ve yeri;
-- Ruh, 'enerjisi ve aklı (duygusal özellikleri)' olan bir varlıktır..
Ruh, yaratılış itibariyle hem kendi manevi boyutunda (ahirette ) hem de fiziksel boyutta (dünyada) 'enerjisi ve aklı' olan (yani 'düşünen ve duygulanan ve bu düşünce ve duygularını 'ifade edebilen (olumlu ve olumsuz bir şekilde 'gülen, kızan, korkan, mutlu olan' vb konuşabilen, hareket edebilen ve uyuyabilen 'uyku (yarı ölü) haline geçebilen') ve bu düşünce ve duyguların yenilerini (fikirleri) üretebilen (oluşturabilen), öğrenebilen, değiştirebilen, saklayabilen (depolayabilen) ve (sakladığı bilgileri) hatırlayabilen bir varlıktır.. Ve ayrıca, (yine hem manevi boyutta hem de fiziksel boyutta) 'aile kurabilen, toplum olarak yaşayabilen ve aile ve toplum yaşamının devamı için bir takım kurallar koyabilen ve bunları uygulayabilen' bir varlıktır da.. Ve bilmediğimiz pek çok özelliklere de sahip olan bir varlığa da sahiptir..
-Ruhun sahip olduğu doğal enerjiye, 'ruhsal enerji';
-Ruhun sahip olduğu tüm bu özelliklerin hepsine 'ruhun duygusal özellikleri' (ruhun aklı /sadece AKIL);
-Ruhun bu 'duygusal özelliklerini' ifade etmesine, 'ruhun duygusal hali (ruhun duyguları)';
-Ruhun bu 'duygusal özelliklerini' sağlıklı bir şekilde ifade edememesine, 'ruhun duygusal halindeki değişimler (değişikler)' diyoruz.AKIL insana mı aittir ruha mı? : "İnsana atfedilen 'akıl', aslında ruhun kendisine ait olan akıldır, çünkü 'insan' ifadesi, fiziksel boyutta insanın bedenine bürünen (manevi boyuttaki) ruhun kendisine ait olan bir tanımlamadır. Gerçekte insan bedenine ait olan beynin, aklı yoktur, aklı olan (akıl) sadece ruhun kendisidir. Ruh olmadan, beyin hiçbir işe yaramaz.. Kısaca insan beynin de akıl yoktur; akıl, sadece ruhta olan birşeydir."
- 'Neden insanda akıl yoktur? Beyin ne işe yaramaktadır?'' Bunları ve diğer herşeyi aşağıda iyice irdeledik..
-- Ruh, enerjisini ve aklını (duygusal özelliklerini), fiziksel boyuta aktarabilmesi için bir canlı forma (bedene) ihtiyaç duyar.
Ruh, enerjisini kullanabilmesi ve tüm bu duygusal özelliklerini, 'fiziksel boyutta (örneğin dünyada) fiziksel olarak yapabilmesi' için, fiziksel boyutta yer alan 'et ve kemik parçalarından' oluşan (ve ruhsal bir enerjiyle hayat bulabilen cansız) 'bir bedene' ihtiyaç duyacaktır. Ruhun, fiziksel boyuttaki bir bedene sahip olması, genellikle doğumdan önce, bir yavru bedeninde gerçekleşir. Ruhun, 'bir bedene sahip olması' durumunun 'ne zaman gerçekleştiği' konusu tartışmalıdır. Genellikle ruhun, bir dişinin bedenindeyken cenin formuna gelmeden çok önce embriyo formuna geçiş sırasında (yani erkeğin sperminin de bir 'canlı ve enerji' olduğu düşünülürse, (ruh formunun) spermdeyken ve/veya spermin, dişilik yumurtasına girdikten sonra embriyoya gelişim sırasındayken) ve/veya cenin formundayken, bedene sahip olduğu (beden formuna geçtiği) düşünülebilir. Sperm molekülünün tek başına mı yoksa dişilik yumurtasındaki herhangi bir molekülle birleşerek mi yumurtada 'embriyo /cenin formuna geçişe' sahip olduğu da tartışmalıdır. (Gerçeğini sadece Allah (cc) bilir.) Her ne olursa olsun..
Ruh, yavru bedene (bu şekillerde) adapte olur ve enerjisi ile ona yaşam (can, hayat) verir. Ahiret hayatı (manevi boyut) dışında kalan kainattaki tüm CANLI formların 'bedenlerin' (insan, hayvan ve diğer görünen 'uzaylı formları ve diğer bilinmeyen formlar' ve görünmeyen 'örneğin cinler bile ateşten yaratılmasına rağmen, birer canlı forma sahiptirler ve onların da birer ruhları bulunur'), 'ruhsal bir elbise giymesi' genellikle bu şekilde gerçekleşir. Tüm canlı formlar, ruhsal bir enerjiye sahip olarak yaşam (hayat, can) bulurlar. 'Ruhsal enerji' olmazsa, canlı formlar (bedenler), 'ölü' denilen birer cansız forma (bedene) dönüşürler (/sahip olurlar.)
-- Beden ölür, ceset olur; ruh, ölmez 'duygu ve düşüncelerle' birlikte ahirete (geldiği yere geri) gider..
Ruh, yaratılış itibariyle fiziksel boyuttaki yavru bedene bu şekilde sahip olur ve bu bedene (beden, sağlıklı olduğu sürece) adapte olmaya çalışır. Beden ölürse, beyin de ölür. Bedenin ölmesi, ruhun, 'bedenden ayrılması' ile gerçekleşir. Bedendeki 'yaşamı sonlandırabilecek' herhangi ciddi bir sağlık problemi, ruhun, (genelde isteksiz olarak) 'bedenden ayrılmasına' neden olabilir. Bu, ruhun 'bedenden ayrılma' takdirinin hepsi, yaratıcının izniyle olmaktadır. Beden, ister sağlıklı olmasın isterse sağlıklı olsun, bu konudaki taktir, yaratıcıya aittir. Çünkü, ruhlar, sağlıklı bedenlerden de ayrılabiliyor ve kimse de bunu bilimsel olarak izah edemiyor. Bu gibi nedenlerle, bedenler, ölü birer ceset (et) parçası ve daha sonra da çürümeye (bazıları istisna şehitler gibi) başlarlar ve çürüyerek geriye sadece birer 'kemik parçaları' olarak, fiziksel boyutta (dünyada) kalırlar.. Bedenler, fiziksel boyutta kalırken, ruhlar (geldikleri yere) ahirete (manevi boyuta) giderler. Ruhlar, ahirete giderken, fiziksel boyutta öğrendikleri 'düşünce ve duyguları' ile birlikte giderler; bu nedenle düşünce ve duygular, beyinde kalmaz..
-- Ruh, sahip olacağı tüm duygusal özelliklerini, fiziksel boyuttayken sil-baştan yeniden 'öğrenmeye' başlar..
Ruhun enerjisinin, sadece manevi boyuttaki kendi ruhsal yaşamına hayat vermek için değil, fiziksel boyuttaki cansız insan bedenine 'hayat' vermek (bedeni canlandırmak) için de gerekli olduğunu az önce öğrendik. Bir ruhun, özellikle fiziksel boyuttaki bir bedende, bu özelliklere 'sahip olabilmesi ve yansıtabilmesi' için, bu özellikleri (fiziksel boyuttaki bedendeyken) ilk önce 'öğrenmesi', sonra da bunları 'uygulaması' gerekecektir. Yani ruhlar, sahip olacağı tüm duygusal özelliklerini, fiziksel boyutta (dünyada) yeniden sil-baştan öğrenmesi ve bunları uygulaması gerekecektir. Ruh, bu nedenle fiziksel boyuttaki insan bedenine adapte olduğu andan itibaren (en azından anne karnındayken ve/veya doğumdan sonra), fiziksel boyuta (forma, yaşama) ait 'tüm bilgileri ve yaşam deneyimlerini' öğrenmeye ve bunu uygulamaya (tepki vermeye) başlar. Fiziksel boyuta (dünya yaşamına) ait tüm bu bilgi ve yaşam deneyimleri, ruhun öğrenmiş olduğu 'duygusal özellikleri'dir.. Yani ruhun aklıdır, aklını kullanabilmesidir.. Ruh, fiziksel boyuta ait 'duygusal özellikleri' öğrendikçe, kendini (bu fiziksel yaşam formunda daha iyi bir yaşam sürebilmesi için) daha da geliştirir.
-- Bedeni kontrol eden beyindir ancak beyni kontrol eden de ruhun kendisidir.. Beyin, sadece ruhun bu 'duygusal özelliklerini', fiziksel boyuttaki bedene fiziksel olarak (konuşma ve hareket etme özelliklerini) yansıtmaya yarayan bir araçtır..
Bedeni kontrol eden beyin, beyni kontrol eden de ruhtur. Ruh, beyni kontrol ederek, kendisindeki akılsal (duygusal) özelliklerini, bedene yansıtmaya çalışır. Temsili görseller.. (246)
Ruh, fiziksel boyuta ait öğrenmiş olduğu 'duygusal özellikleri (bilgi ve yaşam deneyimlerini), bedeni kullanarak dışarıya (fiziksel ortama) aktarmaya çalışır. Bunu yaparken, bedeni, 'hareket edebilme ve konuşabilme' yönünden bir nevi 'kontrol eden' (ve bedenin en üst (baş) kısmında bulunan ve 'beyin' adı verilen 'karmaşık sinir yapılarından' oluşan, yuvarlaklımsı) bir et parçasını, kontrol ederek yapar. Yani, bedeni kontrol eden beyindir, ancak beyni kontrol eden de ruh'un kendisidir.. (Bedeni kontrol eden beyni, kontrol eden de ruhtur..) Beyin, ruh olmadan (duygusal özellikleri öğrenmek ve bunları bedene yansıtmak (uygulamak) açısından) bir hiçdir, hiçbir işe yaramaz. Fiziksel boyuttaki 'duygusal özellikleri' öğrenen de beyin değil, ruhun kendisidir.
-- Ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine (konuşma, hareket etme ve düşünme şeklinde)' yansımasıdır..
Beyin, sadece ruhun bu 'duygusal özelliklerini', fiziksel boyuttaki bedene fiziksel olarak yansıtmaya yarayan bir araçtır.. Yani beyin, sadece bedenin sağlıklı bir şekilde 'hareket etme ve konuşma' özelliklerini (insani davranış biçimlerini) kontrol eder. Bu özelliklere ait bilgileri (ruhun öğrenmiş olduğu duygusal özelliklerin hiçbirini) depolamaz, saklamaz.. 'Düşünme' eylemini gerçekleştir(e)mez; çünkü 'düşünce eylemini' gerçekleştirmenin sahibi de ruhun kendisidir. Ruh, beyni kontrol ederek, her türlü 'düşünce eylemlerini (her türlü duygusal özellikleri)' öğrenir ve bunu, fiziksel boyuttaki bedene yansıtır (örneğin konuşma gibi). Yani duygusal özellikler (fikir ve düşünceler), sadece ruha aittir (ve bir nevi ruhta depolanır). Kısaca beyinde, duygusal özelliklerin (fikir ve düşüncelerin) hiçbiri yer almaz, depolanmaz, saklanmaz.. Ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine' yansımasıdır.. 'Beyin, bedeni kontrol eder; beyni de ruh kontrol eder.' Ruh, beyni kontrol ederek, kendisine ait 'duygusal özelliklerini', bedene yansıtmaya çalışır. Bu yansıma, ruhun duygusal halinin, bedene 'insani davranış biçimleri (hareket etme, konuşma, düşünme)' şeklinde yansımasıdır..
-- Ruh, kendi enerjisi ile 'beyin ile beden sinirleri' arasındaki iletişimi (bağlantıyı) sağlayarak, bedeni hareket ettirir, konuşturur ve düşündürür; (ruhun duygusal halinin, 'insani davranış biçimlerine' tezahürü)
Ruhun, sahip olduğu bu duygusal özellikleri, fiziksel boyuttaki bedenin içindeyken 'öğrenmeye' ve sonra da bunları 'uygulamaya' başladığını (bedeni kontrol eden beyni kullanarak (kontrol ederek), dışarıya (fiziksel ortama) aktarmaya çalıştığını) az önce söylemiştik. Beyin, bedenin 'hareket etme ve konuşma' özelliklerini, beyindeki sinirler aracılığı ile (bedendeki diğer sinirler ile bağlantı kurarak) kontrol eder. Beyin sinirleri ile beden sinirleri arasındaki bağlantı, (bedenin 'hareket etme ve konuşma' (fiziksel) özelliklerini harekete geçiren, bir çeşit 'komutlar' içeren), 'elektriksel sinyaller' ile gerçekleşir. Bu elektriksel sinyaller, ruhun 'kendi enerji ağından' elde edilir. Çünkü, ne beynin ne de bedenin kendisine ait herhangi bir enerjisi yoktur; enerji, sadece bedendeki ruhta bulunur.. Ruhun enerjisi (ruhsal enerji) ile, beyin ile beden sinirleri arasındaki iletişim (bağlantı) sağlanır.. Bu şekilde, ruhun duygusal özellikleri, fiziksel bedene 'hareket etme ve konuşma' özellikleri (insani davranış biçimleri) şeklinde yansır.
-- Ruh, 'düşünme eyleminin' sahibidir; beyin, sadece bunu fiziksel olarak (insani davranış biçimleri şeklinde), bedene yansıtmakla (dışarıya aktarmakla) görevlidir..
Beyin ile beden sinirleri arasındaki iletişim, sadece bedenin fiziksel (insani davranış biçimlerinin) özelliklerini değil (yukarıda da değindiğimiz gibi), ruhun 'düşünme eylemini' gerçekleştirmesini de sağlar. Daha doğrusu bu iletişim, sadece beyin (sinirleri) kontrol edilerek yapılır. Ancak çoğu zaman beden sinirleri de özellikle de 'göz sinirleri' de buna katkı sağlayan bir etken olur. Beyin, göz ve bedenin diğer sinirleri arasında özel bir iletişimin olduğu açık. Göz, beynin, bedeni kontrol etmesini sağlayan bir araca benziyor. Daha doğrusu, gözler, ruhun hem beyni hem de bedeni 'çok rahat bir şekilde' kontrol etmesini sağlayabilen önemli bir faktör gibi görülüyor; ('gözler, ruhun aynasıdır' deyimine yakışır bir şekilde..) Beden içindeki ruh, 'yeni şeyler öğrenmek' için de 'beyni' ve bazen de 'beyin ile gözü' birlikte kullanır. Ve bunları tatbik etmek için de, bedeni kullanır. Yani bedenin 'hareket etme ve konuşma' özelliklerini yapabilmesi için, beyni kullanarak (beden ile beyin sinirleri arasında elektriksel sinyaller (komutlar) göndererek, iletişim sağlayarak) yapar. Aynı şekilde ruh, kendi 'düşünme eylemini gerçekleştirmesi' için de, beyni kullanır. Beyin, burada 'düşünme eyleminin' sahibi değildir. Daha önce de dediğimiz gibi, düşünme eylemenin sahibi ruhtur. Beyin, ruhun, 'düşünce eylemini' gerçekleştirmesine ve bu eylemi, fiziksel olarak (konuşma ve hareket etme şeklinde) bedene yansıtmasına yardımcı olur. Beyin, düşünceyi 'oluşturmaz, değiştirmez, saklamaz (depolamaz) ve onu yönetmez (kontrol etmez, edemez). Düşünceyi 'oluşturan, değiştiren, depolayan ve kontrol eden (yöneten)', yine ruhun kendisidir.. Beyin, ruhun bu özellikleri yapabilmesi için, ona yardımcı olan fiziksel boyuttaki bir araçtır.
-- Beyin ve beden, enerjisini tamamen ruhtan (ruhsal enerjiden) alır..
Beyni, bir bilgisayar çipi olarak da düşünebiliriz.. Bilgisayar çipi, bilgisayarın beynidir; bilgisayar, buradan yönetilir ve 'bilgisayarın sağlıklı çalışması' için bu çipe ihtiyaç vardır ancak çipin içindeki 'komutlar (programlar)' ve dışarıdan gelen 'enerji' olmadan çip, bir hiçtir, hiçbir işe yaramaz.. Beyin de öyledir, 'komutlar ve enerji' olmadan işe yaramaz. Beyne, (ve beyin ile beden sinirleri arasındaki elektriksel iletişimi sağlayan) hem komut hem de enerji veren, ruhun kendisidir. Bilgisayar çipinde, komutlar (programlar), çipe sabitlenmiştir. Ruhta bir nevi öyledir. Komutların sahibi ruhun kendisidir. Bilgisayar çipinin çalışmasını sağlayan şey, çipe enerji veren elektriktir ki, bu da dışarıdan gelir; çipte, enerji yoktur. Ruhta ise enerjinin sahibi, yine ruhun kendisidir. Beyin /beden de hiçbir şekilde enerji yoktur. Beyin ve beden, enerjisini tamamen ruhtan (ruhsal enerjiden) alır.
-- Ruhun 'duygusal özelliklere' sahip olduğu ama bedenin ve/veya beynin, bu 'duygusal özelliklere' sahip olmadığı gerçeğinin bir kanıtı.. Beden ölür, fiziksel boyutta kalır ve çürür; ruh, yaşamaya devam eder ve duygusal özellikleri ile birlikte manevi boyuta geçer..
Bedenin ölümü gerçekleşince, ruh, bedenden ayrılır ve geldiği yere (manevi boyuta -ahirete) gider ve orada dünyadakine benzeyen yeni bir bedene bürünür. Dünyadaki beden ise yavaş yavaş çürümeye başlar. Temsili görseller.. (246)
Beyin ile beden sinirleri arasındaki iletişimi sağlayan komutların (elektriksel sinyallerin, mesajların) ve enerjinin sahibinin ruhun kendisinin (ruhun kendi enerjisinin ürünü) olması, ruhun duygusal özelliklere (düşünceleri 'oluşturan, değiştiren, depolayan ve kontrol eden' vb özelliklere) sahip olduğunu gösterir. Bunun, böyle olduğunu gösteren en önemli kanıtlardan biri de, bedenin (beynin) ölmesi ve ruhun ölmemesidir. Yani, beden ölürken, ruh yaşamaya devam eder. Beden ölünce, ruh, bedenden ayrılır ve fiziksel boyutta (bedendeyken) öğrendikleri tüm duygusal özellikleri ile birlikte, manevi boyuta (ahirete) gider. Beden ise, beyin de dahil, 'bünyesinde barındırdığı tüm et ve kemik parçaları' ile birlikte, fiziksel boyutta (dünyada) kalır; manevi boyuta (ahirete) gitmez, gidemez. Fiziksel boyutta kalır ve sonra (bazıları istisna) çürümeye başlar ve sonra da geriye sadece bedenin kemik parçaları kalır. (İstisnaya söz konusu olan şey, örneğin 'şehit' olarak ölen (bedenlere ait) ruhların bedenlerinin, yaratıcının izniyle çürümesine izin verilmemesidir.) Bu durum (yani ruhun duygusal özellikleri ile birlikte manevi boyuta gitmesi ve bedenin (fiziksel boyutta kalması ve) çürümesi hadiseleri) beynin veya bedenin, 'duygusal özelliklere' sahip olmadığını ve bunları 'saklamadığını' bize göstermektedir..
Ruh, fiziksel boyuttayken (bedendeyken) öğrendiği 'duygusal özellikleri', fiziksel boyuta (dışarıya) yansıtırken, bedeni kullanır demiştik.. Ruh, beden ile beyin sinirleri arasındaki iletişimi (elektriksel sinyaller ile komutlar vererek) sağlayarak, kendisindeki duygusal özellikleri, fiziksel boyuttaki bedene (hareket etme ve konuşma şeklinde) yansıtır. Böylece, ruh, duygusal özelliklerini, beden aracılığı ile fiziksel boyuta (insani davranış biçimlerine) taşır.
Canlı formdaki insan bedeninin 'insani davranış biçimleri', ruhun kendi duygusal özelliklerini, bu şekilde bedene yansıtması ile gerçekleşir. Bu duygusal özellikler de, düşünme eyleminin gerçekleşmesinde de aynı yol izlenir. Ancak, daha önce de söylediğimiz gibi, düşünme eylemenin sahibi (düşüncelerin oluşturulması, değiştirilmesi, depolanması ve bunların kontrol edilmesinin sahibi) ruhun kendisidir.. Beynin, bunlarla hiçbir ilgisi yoktur. Beyin, düşünceleri 'üretemez, değiştiremez, saklayamaz' ve onları 'kontrol edemez..' (Olduğunu söyleyenlerin bu düşünceleri varsayımdan ve bir teoriden öteye gitmemektedir.)
-- 'Beyin ile nesneleri kontrol etme' çalışmaları, beynin 'düşüncelere' sahip olduğunu göstermez..
Beyin ile nesneleri kontrol etme çalışmaları, beynin bir akıl'a sahip olduğunu göstermez.. Temsili resimler.. (246)
'Beyin ile nesneleri kontrol etme' çalışmaları, beyinde 'bir enerji varlığının olduğunu' gösteriyor. Ancak bu, beynin 'kendisinin bir enerjiye sahip olduğunu' değil, beyinde 'başka bir enerjinin varlığının' olduğunu gösterir. Bu enerji varlığının sahibinin de, (insan bedenine sahip olan) 'ruh' olduğu çok açıktır. Bu enerji, ruhsal bir enerjidir. Beyinde bu (ruhsal) enerji olmasaydı, tek taraflı (dışarıdan gelen) bir enerji ile 'beyin ile nesneleri kontrol etme çalışmaları' başarıya ulaşamazdı. Beyin ile nesneleri kontrol etme çalışmaları, beynin düşüncelere 'sahip olduğunu, onları ürettiğini, değiştirdiğini, saklayabildiğini ve (düşünceleri) kontrol edebildiğini', hiçbir şekilde göstermemektedir. Bunun nedeni de, beyni kontrol edenin de yine ruh olmasıdır.. Ruh olmazsa (yani insan bedeni ölüp, ruh bedenden ayrılırsa), beyin hiçbir işe yaramaz. KURAL ŞUDUR; 'Beyin, bedeni kontrol eder; beyni de ruh kontrol eder. Ve ruh, duygusal bir varlıktır, insan (bedeni) değildir..'
-- İnsan ve ruhu, birbirleriyle eş anlamlı olarak kullanabiliriz. 'İnsan denince ruh, ruh denince insan' akla gelir. Ancak bu, insanın, 'ruhun duygusal özelliklerine' sahip olduğunu bize göstermez. İnsan da beyin vardır ama akıl yoktur. Aklın sahibi, (insanın bedenine bürünmüş ve ona sahip olan) ruhtur..
Ruh, fiziksel boyutta (dünyada) insanın bedenine bürünmüş 'duygusal özellikleri' olan önemli bir varlıktır. Ruha ait 'tüm duygusal özellikler' sadece ruha aittir, (fiziksel boyuttaki) insana (insan bedenine) ait değildir. Yukarıda da anlattığımız gibi, insan (insan bedeni), ruhun duygusal özelliklerini, fiziksel boyuta (dünyaya) taşımasını (aktarılmasını) sağlayan bir araçtır. Kısaca (ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine (konuşma, hareket etme ve düşünme şeklinde)' yansımasıdır..)
İnsan ile ruh arasındaki farklılıklar çok sayıda olmasına rağmen, ruhun, insan bedenine zimmetlenmesi (bürünmesi), doğal olarak, ruh ile insanın, 'birlikte eş anlamlı olarak kullanılmasına' neden olmuştur. Fiziksel boyutta (dünyada) ruh denilince akla insan; insan denilince de ruh gelmelidir.. Bunun böyle olması, insanın, özellikle de beynin 'ruhun duygusal özelliklerine' sahip olduğunu göstermemektedir..
İnsan ile ruh arasındaki farklılıklar çok sayıda olmasına rağmen, ruhun, insan bedenine zimmetlenmesi (bürünmesi), doğal olarak, ruh ile insanın, 'birlikte eş anlamlı olarak kullanılmasına' neden olmuştur. Fiziksel boyutta (dünyada) ruh denilince akla insan; insan denilince de ruh gelmelidir.. Bunun böyle olması, insanın, özellikle de beynin 'ruhun duygusal özelliklerine' sahip olduğunu göstermemektedir..
-- İnsan bedeni, sadece et ve kemik parçalarından oluşan bir BİYOLOJİK ROBOTTUR.. Ruh ve insan bedeni, birbirleri ile bütünleşmiştir yani bütünleşiktir.
Kur'an'ı Kerim'de Yüce Allah (cc), 'insan' ile ilgili bilgilerden bahsederken, genelde ruh kavramından bahsetmez. Sanki fiziksel boyuttaki (dünyadaki), insan bedenine karşı konuşur. Bu nedenle, 'insan' kavramı, ruh ile insan bedeninden ayrı olarak düşünülmez. İnsan, denilince akla hem ruh hem de insan bedeninin gelmesi gerekir ancak öyle olmaz, akla hemen insan bedeni gelir. Bunun nedeni, ruh ile insan bedeninin bütünleşik olarak yaratılmasıdır. İnsanoğlu, ruh kavramını ikinci plana attıkları (düşünmedikleri) için, 'insan' kavramını, sadece fiziksel boyuttaki 'insan bedeni' için kullanır. Bu, ruhun olmadığı anlamına gelmez. Çünkü, fiziksel boyuttaki insan bedeni öldüğünde, (insan bedeni ile bütünleşen) ruh ise, baki kalır; (sonsuza kadar yaşamaya devam eder.) Fiziksel boyutta (dünyada) insan bedeninden ayrılan ruh, manevi boyuta (ahirete) gider ve orada, yeniden insan bedeni ile bütünleşir. Çünkü... Hz. Adem (as)'ın, insan bedeni ile bütünleşik olarak yaratılıp, manevi boyutta (ahirette /cennette) kalması... Ruh kavramının, fiziksel boyuttayken (dünyadayken) bütünleştiği insan bedeninin ölümü sonrasında, insan bedeninden ayrılıp, manevi boyuta (ahirete) geçmesi ile yine (fiziksel boyuttaki insan bedenine benzeyen ve manevi boyuta adapte olabilen her bakımdan temizlenmiş bir) insan bedeni ile bütünleştiğini (bütünleşmiş olabileceğini) bize göstermektedir, diyebiliriz..
Yani, ruh ve insan bedeni hem fiziksel boyutta (dünyada) hem de manevi boyutta (ahirette), birbirleri ile bütünleşik (bütünleşmiş) olarak yaratılmışlar ve bu şekilde fiziksel ve manevi boyutlarda kalırlar. Ruh ve insan bedeni, birbirleri ile bütünleşmiştir yani bütünleşiktir. Bu nedenle, ruh ve insan bedeninin, birbirlerinden bağımsız hareket etmeleri, pek mümkün gözükmemektedir.
Bu duruma ve yukarıda bahsettiğimiz, ruh ve insan bedeni ile ilgili kavramlara baktığımız da, insanın (insan bedeninin), sadece et ve kemik parçalarından oluşan biyolojik bir robot (türevi) olduğunu anlıyoruz. Ruh (kavramı), enerji ve akıl'a sahip olan bir varlıktır. Bu özellikler, insan bedeninde yoktur. Ruh'un bu özellikleri, dışarı ortama (konuşma, hareket etme vb gibi davranış biçimleri (ruhun duygusal halleri) şeklinde) aktarabilmesi için, bunları yapabilen (tıpkı bir robot gibi) bir mekanizmaya ihtiyacı vardır. Bu mekanizma, demir gibi meteryallerden yapılan demir yığını bir robot şeklinde de olabilirdi. Ama öyle olmadı, yaratıcı, adını 'insan' koyduğu, et ve kemik parçalarından oluşan ve muazzam bir sistem mekanizmasına sahip bir beden (insan) yarattı. Ve bu bedenin içine de, bu bedeni canlandırabilecek ve hareket ettirebilecek bir enerjiye ve bir akıl'a sahip, ruh'u yerleştirdi.
Ruh, enerjisi ile bedeni canlandırdı, aklı (duygusal özellikleri) ile de bedeni hareket ettirdi, düşünmesini ve konuşmasını sağladı. Biri olmadan, diğeri bu özellikleri (canlanma ve hareket etme, düşünme, konuşma vs) yapamaz. Ruh ve insan bedeni, adeta birbirlerine muhtaç olarak yaratılmışlardır. Bu gibi nedenlerden dolayı, insan bedenine, bir nevi et ve kemik parçalarından oluşan biyolojik bir robottur da diyebiliriz.. Burada asıl patronun, ruh olduğunu anlayabiliyoruz. Çünkü, bedeni canlandıran ve kontrol eden ruhtur..
Akıl, insanda (insan beyninde) değil, ruhta olan çok önemli bir özelliktir. Yani insan da beyin vardır ama akıl yoktur. Aklın sahibi, (insanın bedenine bürünmüş ve ona sahip olan) sadece ruhtur.. Beynin görevi, ruhun düşünmesini sağlamak ve bu düşünceleri fiziksel boyuta (insan bedenine) yansıtmak için, bedeni kontrol etmektir.. Beyin bunları tek başına yapmaz, yapamaz; ruhun kendisine vermiş olduğu 'enerji ve komutlarla' yapar. Yani, beyni kontrol eden ruhtur; bedeni kontrol eden de beyindir..
-- Tüm canlı bedenler de, et ve kemikten oluşan birer BİYOLOJİK ROBOTLARDIR..
Ruh ile insan bedeninin, birbirleri ile bütünleşik olarak yaratılması durumu, diğer tüm canlılar (özellikle de fiziksel boyuttaki (dünyadaki) hayvan bedenleri) için de geçerlidir.. Fiziksel boyuttaki hayvan bedenlerinde de, kendilerine özel olarak yaratılan, hayvani duygulara sahip ruhlar bulunur. Ruh ve insan bedeni arasındaki özelliklerin hemen hemen aynısı, diğer tüm canlı bedenleri ile ruhlar arasında da bulunur. Her ruhun birer enerjisi ve aklı vardır. Ancak, 'akıl' kavramı, her ruhta aynı değildir /olmayabilir. Uzaylıların aklının 'üstün zeka' olarak tasvir edilmesi ile hayvanların 'düşük zeka' olarak tavsir edilmesi, her ruhta, 'akıl' kavramının aynı eşit derecede olmadığını /olmayabileceğini bize göstermektedir.. Bunun haricinde, ruh ile insan bedeninin, birbirleri ile bütünleşik olarak yaratılması ve duygusal özelliklerin dışarı aktarılması durumu, diğer tüm canlı bedenler ile ruhlar arasında da aynıdır.
Örneğin, hayvan bedeni için özel olarak yaratılan ve 'hayvani duygusal özelliklere' sahip olan ruhlar, enerjisi ile (cansız) hayvan bedenlerini canlandırırlar ve akılları ile de (hayvani duygusal özelliklerini, dışarıya aktararak) hayvan bedenlerini hareket ettirirler; düşünürler, birbirleri arasında iletişim kurarlar vs vs.. Bu gibi durumlar bize, hayvan bedenleri gibi diğer tüm canlı bedenlerinin de, ruhların kendi duygusal özelliklerini, dışarıya aktarmak için kullandıkları birer araç olduklarını gösteriyor. Bu da, tıpkı insan bedeni gibi, hayvan bedenlerinin ve diğer tüm canlı bedenlerinin de, et ve kemik parçalarından oluşan birer biyolojik robot olduklarını bize göstermektedir, diyebiliriz.. Burada da asıl patronun, ruh olduğunu anlayabiliyoruz.
-- Hayvanların, zeka (akıl) seviyelerinin, insanımsı gibi bir zeka seviyesine (düşünme, konuşma, hareket etme) dönüşmesi, beynin 'düşüncelere' sahip olduğunu göstermez..
Bu durum da, tıpkı 'beyin ile nesneleri kontrol etme' çalışmalarındaki duruma benziyor. 'Maymunlar Cehennemi' diye bilinen bir filmde, bir maymunun, kimyasal (biyolojik) bir madde sonucu, tıpkı insan gibi 'düşünebilen, konuşabilen ve hareket edebilen' (insani) özelliklere sahip olduğu tasvir ediliyor. Bu durum, ilk bakışta, 'beynin, bir akıl'a sahip olduğu' varsayımını düşündürüyor. Ancak ruh ve beden arasındaki ilişkiler dikkate alındığında, bunun hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor.. Şöyle ki..
İnsan bedeni ile bütünleşen ruh, bütünleşmenin ilk evrelerinde (yani doğumdan itibaren), yeni yeni bilgiler ve beceriler öğrenmeye başlar. Öğrendikçe akıl (zeka) kapasitesi artar. Bunları, insanların yoğun olduğu bir ortamda gerçekleştirir. Eğer, ruh, bütünleşmenin ilk evrelerinde, (insanların yoğun olduğu bir ortamda değil de), hayvanların yoğun olduğu bir ortamda, yetişmiş olsaydı, doğal olarak, bazı 'hayvani duygusal özelliklere' de sahip olacak ve akıl (zeka) seviyesi de artmamış olacaktı. Bu, canlıların, zeka (akıl) seviyesinin artması ve artmamasının (bazıları istisna olabilir), bir takım çevresel etkenler ile yakından ilişkisinin olabileceğini bize gösterir. 'Maymunlar Cehennemi'ndeki maymunun, kimyasal bir madde sonucu 'insani duygusal özelliklere' sahip olması ve bu nedenle akıl (zeka) seviyesinin artması durumu da, buna bzenzer.
Çevresel ve kimyasal etkenler, canlı bedenlerdeki ruhların, 'duygusal özelliklerinin' şekillenmesine (değişmesine) neden olabiliyorlar. Bu durumu, 'beyin' ile ilişkilendirip, 'beynin, bir akıla (zekaya) sahip olduğunu' düşünmek pek mantıklı değil. Yukarıda da bunun nedenlerini açıkladık. Canlı bedenler, bütünleştiği ruhun 'duygusal özelliklerini' dışarıya yansıtmaya çalışan bir araçtır. Canlı bedenlerde, enerji ve akıl (zeka) yoktur. Enerji ve akıl, ruhta bulunur. Ruh, enrjisi ile canlı bedenleri (cansız haldeyken) canlandırır ve akıl (zeka) ile de, hareket ettirir; düşündürür, konuşturur vs vs.. Ruh, duygusal bir varlıktır. Canlı bedenler de, akıl (zeka) olmadığı gibi, duygusal özellikler de yoktur. Canlı bedenler, sadece et ve kemikten oluşan biyolojik robotlardır. Bu biyolojik robotların patronu (kontrol edeni), ruhlardır.. Ruh ve canlı bedenler bütünleşik olarak yaratılan varlıklardır; biri olmadan, diğeri hiçbir işe yaramaz.. KURAL ŞUDUR; 'Beyin, bedeni kontrol eder; beyni de ruh kontrol eder.'
* Akıl hastalıklarının (beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor, teorisinin) bir efsane olduğunu ve akıl hastalıklarının (doğal psikolojik sorunların) gerçekte ne olduğunu gösteren gerçekler...
-- Ruhun, kendi duygusal özelliklerinin, bedene sağlıklı bir şekilde, 'insani davranış biçimleri' (konuşma, hareket etme ve düşünme) şeklinde yansıtamaması, ruhun duygusal halindeki değişikliklerden kaynaklanır.. Bu değişiklikler, ruhun duygusal olarak kötü etkilenmesinden dolayıdır..
Temel kural; beyin, bedeni kontrol eder, beyni de ruh kontrol eder.. Ruh, kendi duygusal hal özelliklerini, dışarıya (insani davranış biçimleri 'konuşma, hareket etme ve düşünme' vb şeklinde) aktarabilmesi için, bütünleşmiş olduğu insan bedenine ihtiyaç duyar. İnsan bedeninin bunları yapabilmesi için, ruh, beyni kontrol eder. Ona, bu özellikleri barındıran sinyalleri (komutları) üreterek gönderir. Beyin de, bu komutları, bedene gönderir. Beden, bu komutları alınca, komutlara ait olan işleri (konuşma, hareket etme, düşünme vb gibi işlevleri) yerine getirir. (Tüm bunlar, 1 saniyeden çok daha kısa süre içerisinde gerçekleşir.) Ruh olmazsa, beyin, bunların hiçbirini (düşünemediği için sinyal (komut) gönderemez ve bu nedenle bedeni hareket ettiremez, konuşturamaz vb) yapamaz, yerine getiremez.. Temsili resimler.. (252)(246)
Beyin, sadece ruhun bu 'duygusal özelliklerini', fiziksel boyuttaki bedene fiziksel olarak (konuşma ve hareket etme vb özelliklerini) yansıtmaya yarayan bir araçtır. Ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine (konuşma, hareket etme ve düşünme vb şeklinde)' yansımasıdır. Bu, ruhun duygusal hallerindeki değişimlerdir.
Ruhun, beyni (ve beyin aracılığı ile bedeni) kontrol etme ve istediğini yaptırmada, beynin kimyasal yapısı ile yakından ilişkisi vardır. (Bunu, sayfa ilerledikçe ileride açıkladık.) Ruhun duygusal halleri, beynin kimyasal yapısının değişmesiyle, değişmeye başlar. Yani beyin kimyası değişirse, ruhun duygusal halleri de değişir. Bu durum, genellikle 'akıl ile akıl hastalıklarının beyinde olduğu' varsayımlarının ortaya çıkmasına ve bu nedenle, bu şekilde sözde bilim dünyasında, 'yanlış' olarak tanımlanmasına neden olmuştur.
Ruhun duygusal halleri, ruhun, fiziksel formdaki insan bedenine ait insan davranışlarıdır; (insani davranış biçimleri; konuşma, hareket etme, düşünme, yüz ifadeleri vb gibi).. Bu nedenle, beynin kimyasal yapısının (beyin kimyasının) değişmesi ile insan davranışlarının değişmesi, 'aklın ve akıl hastalıklarının beyinde olduğunu' göstermez. İnsani davranış biçimleri (insan davranışları), ruhun kendisine ait duygusal hallerinin, insan bedeni kullanılarak, dışarıya (fiziksel boyuta) aktarılmasını gösteren yansımalardır.
Ruhun, duygusal özelliklerini, beden aracılığı ile fiziksel forma (dışarıya), sağlıklı bir şekilde yansıtamaması durumu, ruhun duygusal olarak kötü etkilenmesinden dolayı, (ruhun) duygusal halindeki değişimleridir; ('gülme, ağlama, korkma, kızma, öfkelenme' vb ile garip davranışlar sergilemesi durumu.) Ruh, kendisinde olan duygusal özellikleri, fiziksel bedendeyken, fiziksel boyuta (dışarıya) 'insani davranış biçimleri (konuşma, hareket etme ve düşünme)' şeklinde yansıtırken, bir takım engellerle (çevresel, kimyasal ve biyolojik etkenlerle) karşılaşabiliyor. Bu engeller nedeniyle, ruh, 'duygusal özelliklerini', beden aracılığı ile fiziksel boyuta (dışarıya) 'sağlıklı bir şekilde' (insani davranış biçimleri) olarak yansıtamıyor. Yada tam tersi aslında 'sağlıklı bir şekilde yansıtıyor' ama toplumlar, bu davranış şekillerini 'farklı algıladığından' dolayı, bu davranışları, insanlar ve toplumlar 'sağlıklı bir şekilde yansıtamıyor' şeklinde, yanlış algılıyor da olabilir.
-- 'Herkesi 'akıl hastası' olarak 'etiketleme ve ilaçlama' çabası, 'şiddet, cinayet ve intiharların' artması ile ciddi toplumsal bir sorun ile sonuçlanmaktadır..
Her ruhun duygusal halleri, kendilerine özel 'farklı davranış biçimlerine' sahiptir. Yani, her ruhun duygusal hallerinin 'davranış biçimleri' farklıdır; aynı değildir. Benzer olarak görülen 'duygusal haller' de bile, 'çok farklı davranış biçimlerini' bulabilmek mümkündür. Aynı şey, benzer olarak görülen 'davranış biçimlerine' sahip olan ruhların, 'farklı duygusal halleri' için de geçerlidir.. Her ruhun kendilerine özel 'farklı duygusal hallerine ve davranış biçimlerine' sahip olması, aslında tamamen doğal ve normaldir. Bunda garipsenecek bir durum yoktur.
Garipsenecek durum olan şey, bu 'farklı duygusal hallerin ve davranış biçimlerinin', (akla gelebilecek her türlü fiziksel ve zihinsel) şiddete, cinayete ve intihara dönüşmesidir. Akla gelebilecek her türlü şiddetten kasıt, bireylerin 'kendilerine, başkalarına ve mallarına' her türlü fiziksel (vurdulu-kırdılı eylemler, hırsızlık, gasp, cinsel şiddet, tecavüz vb gibi) ve zihinsel (psikolojik şiddetler; mobbing gibi) eylemlerdir.. Şiddet, cinayet ve intihar, aslında bireysel ve/veya toplumsal bir sorundur ve bir o kadar da suçtur (suç işlemektir). Buna rağmen, 'ruhların, duygusal hallerini ifade edebilmesi' açısından, bunlar aslında 'doğal' olan birşeydir ama 'toplumsal düzen ve barış' açısından 'normal' değildir. Bu nedenle, toplumlar, sağlıklı bir şekilde 'toplumsal barış ve düzenin sağlanması' adına, bunları sadece 'suç' olarak değerlendirmemiş, bunlara sahip olan bireylerin bir kısmını 'akıl hastası' olarak da etiketlemiş ve bunların 'tedavi görmesi' gerektiğine de karar vermiştir.
Ancak bireylerin bir kısmını 'akıl hastası' olarak etiketleme (damgalama) çabası, günümüzde, yukarıda bahsedilen (ve suç olarak gözüken normal olarak görülmeyen) bireylerin bu 'farklı duygusal hallerin ve davranış biçimlerinin', şiddete, cinayete ve intihara dönüşmesinin dışına çıkılarak, neredeyse 'herkesi 'akıl hastası' olarak etiketleme' çabasına dönüşmüş ve 'toplumsal barış ve düzenin sağlanması' amacının (dışında) farklı ve çok tehlikeli bir hale gelmesine neden olmuştur. Bu durumun nedeni, bireyin neredeyse 'her davranışını, her deneyimini, birer 'akıl hastalığı bozuklukları' olarak etiketlenmesi ve bu bozuklukları, bunlara (şiddet, cinayet ve intiharlara) sebep olabilen son derece zehirli ve öldürücü olan psikiyatrik ilaçlar ile tedavi edilmeye (ilaçlanmaya) çalışılmasıdır.. Doğal olarak, 'herkesi 'akıl hastası' olarak etiketleme ve ilaçlama' çabası, 'şiddet, cinayet ve intiharların' artması ile ciddi toplumsal bir sorun ile sonuçlanmaktadır.. Bunun arkasında da, 'politik ve mali çıkar ilişkilerinden' kaynaklanan 'bozuk ve hastalıklı bir politik ve sağlık düzeninin sonuçları' olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
-- 'Herkesi 'akıl hastası' olarak etiketleme çabasının arkasında, 'politik ve mali çıkar ilişkilerinin' ve 'artan toplum nüfusunu azaltmak ve/veya kontrol altına almak' gibi 'olası politik nedenlerin' olması..
'Ya paran ya da hayatın.. Büyük İlaç..' Yada şöyle de olabilirdi; 'Senin için harika bir ilacım var! Bu ilaç, akıl hastalığını tedavi edecek ve bir daha akıl hastası olmayacaksın!' Tabii yersen! Temsili görseller.. (253)
'Herkesi 'akıl hastası' olarak etiketleme çabasının' arkasında, olasılıkla devletlerin (ve politikacıların), sağlık sektörü (özellikle de psikiyatri ve ilaç sektörü) ile olan 'politik ve mali çıkar ilişkiler' içerisinde olması var gibi gözüküyor. Tabii sadece 'politik ve mali çıkar ilişkileri' değil, 'artan toplum nüfusunu azaltmak ve/veya kotrol altına almak' gibi 'olası politik nedenler'de buna dahildir, diyebiliriz.. Toplumların neredeyse büyük çoğunluğunu 'akıl hastası' olarak etiketlemenin sonuçları, (nedenleri tam olarak ortaya çıkarılamayan ve olasılıkla başka sebeplerin üzerine atılarak sıyrıştırılan) artan 'şiddet, cinayet ve intiharlar' olarak toplumlara yansımasıdır.. Aslında bu durum, 'toplumsal barış ve düzenini sağlamadığı' gibi, 'akıl hastası' sayısının artmasının getirdiği bir sonuç olarak, daha fazla şiddet, cinayet ve intihar eylemlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladığından dolayı, bu 'toplumsal barış ve düzeni, en çok tehlikeye sokan' bir durum olmuştur. Artan 'akıl hastası' sayısının, artan 'şiddet, cinayet ve intiharlarla' ilişkilendirilmesinin nedeni de, büyük olasılıkla, 'akıl hastası' olarak etiketlenen kişilere (insanları, şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirme özelliği olabilen) psikiyatrik ilaçların verilmesidir, diyebiliriz.. Bu gerçek, özellikle de ABD, AB gibi gelişmiş batı dünyasında ortaya çıkarılan son derece vahim bir gerçek olmuştur..
** Psikiyatrik ilaçlar, beyni (beyin sıvı yapısını) ve vücudu kimyasal çorbaya çevirir.
Her gün alınan bir /birden fazla psikiyatrik ilaç, zamanla beynin doğal kimyasal yapısında (sıvısında) ve vücutta ve vücudun diğer organlarında birikerek 'kimyasal çorba' denen kimyasal sıvı birikmesine neden olur. Bu kimyasal çorba, birer kimyasal mermilere dönüşür ve beyne ve vücuda hasar (zarar) verir. Ve ölümlere de sebep olur. Beyinde kalıcı beyin hasarı ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. Vücutta fiziksel hasarlar (çeşitli hastalıklar) ve hatta ölümler gerçekleşir.
** Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal mermilerdir.
Psikiyatrik bir ilaç aldığınız da, aslında (mekanik bir silahtan çıkan) bir mermi almış gibi olursunuz. Bir merminin vereceği, sakat bırakma (yaralama) ve ölümcül zararları, psikiyatrik ilaçlar da yapar. Aralarındaki farklar, biri fiziksel (mermi), diğeri kimyasal (psikiyatrik ilaç) zarar vermesi ve her ikisi de sadece 'zamanla' ilgilidir. Mekanik bir silahtan çıkan bir mermi, kişiyi ya anında öldürürken ve/veya sakat bırakırken (yaralarken), psikiyatrik bir ilaç ancak (bunu, tek başına yapmaz, her gün (uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca') alınan psikiyatrik ilaçlar) zamanla beyinde ve/veya vücutta birikerek, bu sakat bırakma (yaralama) ve/veya öldürme işini yapar.. Mekanik mermiler, fiziksel zararlar ve ölüm işini yaparken, kimyasal mermiler (psikiyatrik ilaçlar), kimyasal kaynaklı zihinsel ve fiziksel zararlar ve ölüm işini yapabilmektedir.
"Psikiyatrik ilaçlar, beyni ve vücudu kimyasal çorbaya çevirir. Bu kimyasal çorba, birer kimyasal mermilere dönüşür ve beyne ve vücuda hasar (zarar) verir. Ve ölümlere de sebep olur. Kimyasal mermilerin, beyinde ve vücutta gördüğü zarar verme ve öldürme işi, aslında bir kimyasal lobotomidir. Beyni ve vücudu tahrip eden ve öldüren bu 'kimyasal lobotomi' de, biyolojik bir silah türüdür (çeşididir).."
* Psikiyatrik ilaçlar, biyolojik silahlardır..
Kimyasal lobotomi özelliğine sahip olan psikiyatrik ilaçlar, ayrıca birer biyolojik silahtır.. Sadece (psikiyatrik ilaçları) kullananları değil, çevresindeki insanları da olumsuz etkiler. Şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirme sorunu ile birlikte, psikiyatrik ilaç kullanan insanların yaralanmasına (sakat kalmasına) ve ölmesine ve 'ailelerin parçalanmasına ve toplumların refahının bozulmasına' da sebep olur..
Herkesi akıl hastası olarak etiketleme çabasına ve bunun getirdiği olumsusz sonuçlara (toplumsal kaosa) bakılırsa, 'psikiyatri ve ilaç sektörü' ve 'DSÖ, CDC' gibi ulusal ve uluslararası sağlık kuruluşları ile birlikte, psikiyatristler ve devletlerin' de içinde olduğu 'küresel bir çete yapılanması' tarafından, dünyanın artan 'insan nüfusunu azaltma programı' çerçevesinde, psikiyatrik ilaçların bireylere ve toplumlara karşı birer biyolojik silah olarak kullanıldığını anlayabilmek o kadar da zor olmayacaktır, diyebiliriz.. Tüm bunlar, 'toplumsal kaoslar' ve artan 'toplumsal delilik' oranları ile orantılıdır..
* Yeni dünya (Tek Dünya Devleti) düzeninde, psikiyatrinin oto-kontrol sistemdeki görevi..
Illustration.. (Yeni dünya düzeninde, olasılıkla üretilmesi ve kullanılması muhtemel insanları kontrol etmek için yeni ilaçlar.. "(-kafa şişirenler, şikayet edenler vb için ilaçlar, susturucu (silencer); -söz dinlemeyenler, düzene karşı gelenler, itaatsiz olanlar ve tecavüz edilmeye, dayak yemeye vb direnenler için ilaçlar, zombi yapıcı (zombie maker), İnançsız yapıcı (unbeliever maker), şoklayıcı (shocker), sersemletici (stunner), Denetleyici /kontrol edici (controller); -birisinin intihar etmesini, öldürülmesini sağlamak ve birisine şiddet uygulamak için ilaçlar, İntihar (suicide), Şiddet (violence), Cinayet (murder)..") Bunlar tabii ki kurgu.. Ancak şimdiki psikiyatrik ilaçların da (hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun) aynı özelliklere sahip olduğunu düşündüğümüz de, tek dünya devletinde, bunların asıllarını (gerçeklerini; örneğin insanları anında şoka sokan ilaçlar gibi) üretilebileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.. Ama yine de bakalım, bekleyelim ve görelim, yeni dünya düzenine (tek dünya devletine) geçtiğimiz de, nasıl bir dünya ile karşılaşacağız..
'Toplumsal kaoslar' ve artan 'toplumsal delilik' oranları, devletleri, (toplumları daha kontrol edilebilir) otoriter devlet (oto-kontrol) yapılanmalarına itecektir. Özellikle de artan 'toplumsal delilik' oranlarına ait planlarını, yeni dünya düzeninde 'Tek Dünya Devleti' hayallerine atılan önemli bir adım olarak görebiliriz. Tek Dünya Devleti (yeni dünya) düzeninde, psikiyatristlerin 'toplumları kontrol edebilme' bakımından (herkesi akıl hastası olarak etiketleme çabasının daha da yaygınlaşacağını ve bu nedenle) daha da otoriter bir güce sahip olarak bu düzende mevki edineceğine dair bir tahminde bulunabiliriz.. Günümüzde dahi psikiyatri ve psikiyatristler, devlet ve toplumsal kademelerinde (siyasette, politikada, mahkemelerde, yasalarda vb) inanılmaz bir hukuksal güce sahiptir. Yeni dünya düzeninde 'daha da otoriter bir güce sahip olabileceğini' anlamak o kadar da zor olmayacaktır. Yeni dünya düzeninde, olasılıkla psikiyatristler, gözüne kestirdikleri istedikleri kişileri 'akıl hastası' olarak etiketleyerek, onların zorla ve zorbalıkla 'zehirli psikiyatrik ilaç kullanmasını ve akıl hastanesine yatırılmasını' sağlayabilir ve hiçbir hukuksal güçte buna karşı gelemeyebilecektir. Günümüzde dahi bu 'psikiyatrik zorbalıklara' ses çıkartılamıyor ve devletler bunlara karşı gelemiyorlar; yeni dünya düzenine girildiğinde, gerisini varın gelin siz düşünün..
Bir gün (gelecekte) bir şeye inanmak, onu sevmek, ona tabii olmak vb gibi.. (örneğin bir dine inanmak, ibadet etmek gibi... mesela günde 5 vakit namaz kılmak, oruç tutmak gibi yada Allah'a ve Peygambere inanmak, onları sevmek, Atatürk'e inanmak, onu sevmek ,aile kavramına inanmak, anne ve babayı sevmek gibi bir şeye inanmak, sevmek, tabii olmak vb gibi) davranış şekilleri, bir "kişilik bozukluğu" (yönünde bir akıl hastalığı /rahatsızlığı) psikiyatrik bir teşhis olarak etiketlenebilir. İnsanlara bu nedenlerden dolayı, psikiyatrik ilaçlar reçete edilmeye başlanabilir. Bu psikiyatrik ilaçları kullanmak istemeyenler için zorla bu "ilaçların alınması, akıl hastanesine /bir hapishaneye yatırılması" kararları çıkarılabilir. (Eğer bunların hepsinin çok saçma olduğunu, böyle şeylerin asla hiçbir zaman olmayacağını düşünüyorsanız, bir kez daha düşünün. Anlaşılan siz, "psikiyatrinin gücünü" halen anlayamamışsınız.. Bunu anlayabilmek için BURADAKİ "Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinin tüm bölümlerini anlayarak, dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.)
Yeni dünya düzeninde büyük olasılıkla, insanları 'anında şok eden ve aptallaştıran (zombi haline getiren)' psikiyatrik ilaçlar üretilecektir. Bireyleri ve toplumları oto-kontrol sistemde, daha kolay kontrol edebilmek için, psikiyatristler, bir nevi nazi polisi gibi kullanılacaktır ve bu psikiyatrik ilaçlar, psikiyatristler tarafından 'otoriteye karşı gelen kişiler' üzerinde kullanılarak, insanların 'anında şok olmasını ve aptallaşmasını (beynin hasar görmesini)' sağlayacaktır. Günümüzdeki psikiyatrik ilaçların da, böyle 'beyni hasar etme' özelliği bulunuyor ancak bunlar anında olmuyor; insanlar tırsmasın, korkmasın, gerçeği çakmasın ve galeyana gelmesin diye, bunlar uzun vadelerle sınırlandırılarak üretildiğinden dolayı, insanlar ve toplumlar bu gerçeklerden bir haber.. İşte tüm bunlar, 'görünen köy kılavuz istemez' misali, şimdi 'günümüzde yaşananların birer ayna olması' açısından değerlendirilmesi gereken tahmine dayalı bir sorundur. Tabii anlayana..
-- Her ruh (insan), 'farklı duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahiptir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi.. Her ruh (insan), 'farklı duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahiptir. Bu 'farklı duygusal haller ve davranış biçimlerinde', birbiriyle 'benzer duygusal haller ve davranış biçimleri' içerisinde olabilen ruhlar da olabilmektedir. 'Benzer duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahip olan ruhlar (insanlar) tarafından, fiziksel boyutta (dünyada) adeta toplumsal oteriteler ele geçirilmiştir; (siyasal ve toplumsal yaşam, kontrol altına alınmıştır.) Ve kendileri gibi benzer olmayan 'farklı duygusal haller ve davranış biçimlerine' sahip olan ruhlar (insanlar), kendilerinden dışlanılmış ve 'akıl hastası' olarak etiketlenmiş (damgalanmış) ve kontrol altına alınmaları için, onların zorla ve zorbalıkla akıl hastanelerine yatırılmasına ve son derece zehirli ve öldürücü olan kimyasal psikiyatrik ilaçlar ile (onları) ilaçlanmasına çalışılmıştır.. Ve maalesef, bu üzücü gerçekler, günümüzde halen bile devam edebilmektedir..
--Ruhlar, hem kendi manevi boyutunda (ahirette) hem de fiziksel boyutta (dünyada), 'aile kurabilen, toplum olarak yaşayabilen ve aile ve toplum yaşamının devamı için bir takım kurallar koyabilen ve bunları uygulayabilen' varlıklardır..
Fiziksel boyuttaki (dünyadaki) insan bedenine bürünen özellikle de 'benzer duygusal hallere ve benzer davranış biçimlerine' sahip olan ruhlar (yani insanlar, toplumlar) arasında, fiziksel boyuttaki yaşama (dünya yaşamına) 'adapte olabilmek ve/veya düzeni sağlamak' adına sıradışı bir takım 'insani davranış kuralları' oluşturulmuştur. Bu kurallar nedeniyle, bu son derece doğal ve normal olan 'farklı duygusal haller ve farklı davranış biçimleri', 'normal olarak gözükmeyen, sağlıksız farklı duygusal haller ve farklı davranış biçimleri' olarak dışlanmıştır.
Bu doğal olan 'farklı duygusal haller ve farklı davranış biçimlerinin' nedenlerini araştırdıkları halde, 'asıl nedenlerini, sebeplerini' tam olarak bulamayan ve bunun aslında 'her ruhun 'farklı duygusal hal ve davranış biçimlerine' sahip olduğunu' algılayamayan toplumlar, çareyi 'farklı duygusal hallere ve farklı davranış biçimlerine' sahip olanları, 'akıl hastası' olarak etiketlemekte bulmuşlardır. Yani toplumlar, kendileri gibi 'benzer duygusal hallere ve benzer davranış biçimlerine' sahip olmayan kişileri 'akıl hastası' olarak etiketleyerek, bunları toplumdan dışlamış ve bir takım çeşitli tedavilerle, bu sahip oldukları 'farklı duygusal hallerden ve farklı davranış biçimlerinden' kurtulmaları sağlanmaya çalışmışlardır..
* Psikiyatrik ilaçlar, aslında bir kimyasal lobotomidir..
ABD'nin 35.başkanı John F. Kennedy'nin kız kardeşi olan Rosemary Kennedy, psikopat psikiyatristlerin, 'akıl ve akıl hastalıkları, beyindedir!' hayali varsayımlarının bir sonucu olarak, 'frontal lobotomi' vahşeti ile ciddi şekilde 'kalıcı beyin hasarına' uğratıldı. Frontal lobotomi yasaklanmasına rağmen, günümüzde bunun (frontal lobotominin) yaptığı 'zarar verme' işinin aynısını, psikiyatrik ilaçlar da yapmaktadır. Psikiyatrik ilaçlar, frontal lobotominin, kimyasal versiyonudur. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçların vermiş olduğu zarara (zarar nedeniyle psikiyatrik ilaçlara), 'kimyasal lobotomi' de denir.. Temsili görseller.. (261)(262)
"1941'de James W. Watts ve Walter Freeman, 23 yaşındayken Rosemary Kennedy'ye (John F Kennedy'nin kız kardeşi) lobotomi uyguladı. Rosemary'den 'bıçak, beyin dokusunu keserken, şarkı söylemesi' istendi. Rosemary, şarkı söylemeye devam etti, bu yüzden daha fazla kesti ve aniden şarkı söylemeyi bıraktı ve bir daha asla şarkı söyleyemedi. Rosemary 'kalıcı beyin hasarı' geçirdi ve 2005 yılında 86 yaşında doğal sebeplerden ölene kadar 'vejetatif' durumda kaldı.." (104) Rosemary Kennedy, kasıtlı olarak 'beyin hasarı' vermenin başlıca tarihi örneğidir. "Lobotomi, 'beyin hasarıyla' eş anlamlıdır: Bu, yankesicilerin ellerini kesmenin, 'kasıtlı el hasarı' olması gibi, kasıtlı bir beyin hasarıdır." (136)
Aynı hasarları veren frontal lobotomiyi korkunç gösterip, psikiyatrik ilaçları masum göstermek, çok mantıksız bir yaklaşımdır. Her ikisi de, vermiş oldukları ölümcül zararlardan dolayı, hem çok korkunçtur hem de yasaklanması gereken iki uygulamadır.. He ikisi de gereksizdir. Çünkü, 'akıl ve akıl hastalıkları', beyinde değil, ruhta olan bir şeydir. Beyinde olmayan bir şeyi, düzeltemezsiniz, tedavi edemezsiniz. Psikiyatrik ilaçların, en iyi yaptıkları şey, beyne olabildiğince zarar vermektir..
Lobotomi, (Frontal lobotomi) bıçak gibi keskin aletlerle, beyni (kafatasında delikler açmak) ve içindekileri (genellikle frontal lob keselerini (beyindeki ön lobların uçlarındaki prefrontal korteks bağlantılarını)) kesip, biçme şeklinde yapılan bir psikocerrahiye verilen bir işlemdir.. Bu lobotomi sonrası, hastaların genellikle beyin hasarı vb ciddi sorunlar yaşadıkları ve sonrada öldükleri biliniyor.. Kimyasal lobotomi ise, genellikle (lobotomi sonrası yaşanan sorunların aynısının yaşanması sonucu) 'psikiyatrik ilaç tedavisinin ciddi olumsuz sonuçlarına' verilen isimdir.. Yani bir nevi.. Kimyasal lobotomi, frontal lobotominin 'kimyasal' versiyonudur.. Bu nedenle..
Psikiyatrik ilaçların tamamı, (bıçaksız, kesiksiz) kimyasal lobotomidir.. Psikiyatrik ilaçlar, insan beyninin kimyasal yapısını, (bir yerdeki böcek istilasına /bir organda kanserin /tümörün yayılmasına benzer bir şekilde) zamanla kimyasal zehirleri ile istila eder (kimyasal çorba kavramı) ve sonunda da (kimyasal mermilere dönüşerek) beynin iflas olmasına (kimyasal hasar görmesine) sebep olur. İşte bu bir çeşit kimyasal lobotomidir. İlk defa psikiyatrik ilaç kullandığınız andan itibaren, beyninize (bıçaksız, kesiksiz bir) kimyasal lobotomi' uygulamaya başlar; 'beyninizi uyuşturur, sersemletir ve bazen de (bazıları istisna) size şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirebilecek kadar etki edebilir. Ve bunu devam ettiğiniz de ise (özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) kullandığınızda), 'kalıcı beyni hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmanıza da sebep olabilir.. Ve daha fazla zararlarda verebilir; örneğin vücudunuz da 'kalıcı fiziksel hastalıklara' yakalanmanıza neden olabilir.
** Doğal kaynaklı (kalıcı olmayan, düzeltilebilir) doğal psikolojik sorunların, ilaç kaynaklı (kalıcı olan, düzeltilemeyen) kimyasal psikolojik sorunlara (kalıcı akıl hastalıklarına) dönüşmesi.. Beyne yapılan 'psikiyatrik ilaç saldırıları' bir 'kimyasal lobotomidir.' İlaç kaynaklı kimyasal lobotomi, kalıcı 'kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yol açar.
Bir takım ilaçsız (davranış terapileri ve) tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir ve insanın kendi ruhu ile ilgili (ruhsal ve tamamen doğal) olan doğal psikolojik sorunlar, psikiyatrik ilaçlar (kimyasallar) ile tedavi edilmeye çalışılırsa, bu doğal psikolojik sorunlar, (kalıcı beyin hasarı ile birlikte) kalıcı hale gelebilir; (doğal psikolojik sorunlar, kalıcı akıl hastalığına dönüşebilir.) Psikiyatrik ilaçlar, hem beyne hem de vücuda son derece zararlar veren 'tehlikeli kimyasallar' içerir. Psikiyatrik ilaçlar, sadece beyne zarar vermez, vücuda da zarar verir, ölümcül olabilen çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir. Ve ölümlere de sebep olur. 'Akıl ve akıl hastalıkları' beyinde değildir. Beyin de olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz, düzeltemezsiniz. Psikiyatrik ilaçlar, hem beyne hem de vücuda zarar vermekten başka bir işe yaramaz ve öyle de oluyor da.. Kanıtlar, bunun böyle olduğunu gösteriyor.. Temsili görseller.. Illustration.. (252)
Öncelikle şu gerçeği tekrar hatırlatmakta fayda vardır. Doğal yollardan oluşan hiçbir doğal psikolojik sorun, beyinle ilgili değildir. Doğal psikolojik sorunların hepsi, ruhsaldır, yani ruhla ilgili olan birşeydir.. Yani ruhun duygusal halindeki değişikliklerin (doğal psikolojik sorunların) sebepleri, (kimyasal beyin hasarı, beyindeki kimyasal dengesizlik vs gibi) beyinle alakalı değil, ruhla ilgilidir; ruhsaldır..
Ancak bu gerçeğe rağmen, bu 'doğal psikolojik sorunlar', sanki beyindeymiş gibi gösterilmiş ve beyinle hiç ilgisi olmayan doğal psikolojik sorunlar, beyne oldukça zarar veren zehirli psikiyatrik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılarak, önce beynin kimyasal yapısının bozulmasına ve sonrada (özellikle de uzun vadede) kalıcı beyin hasarına neden olarak, ilaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüşürülmeye çalışılmıştır. Yani, tamamen doğal olan doğal psikolojik sorunlar, psikiyatrik ilaçlar nedeniyle, ilaç kaynaklı (kimyasal) psikolojik sorunlara (yani kalıcı akıl hastalıklarına) dönüştürülmüştür.. (Beyne yapılan 'psikiyatrik ilaç saldırıları' bir 'kimyasal lobotomidir.' İlaç kaynaklı kimyasal lobotomi, kalıcı 'kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yol açar.)
Doğal yollardan kaynaklanan, 'beynin kimyasal yapısının bozulması ve beynin kimyasal hasar görmesi' sorunları, ruhun duygusal hallerinde kalıcı olan ve olmayan bir takım değişikliklere (doğal psikolojik sorunlara) sebep olabilmektedir. Bu doğal psikolojik sorunlara yol açan dış etkenler (beynin kimyasal yapısının bozulması ve kimyasal hasar görmesi), genellikle doğal yollardan kaynaklandığı için, çeşitli tedavilerle 'sonradan düzeltilebilir' özellikteki sorunlardır, diyebiliriz. Sonradan düzeltilebilir özellikte olan doğal psikolojik sorunların, bir takım kimyasal etkenlerin (örneğin psikiyatrik ilaçların) devreye girmesi ile, ilaç kaynaklı kimyasal psikolojik sorunlara (kalıcı akıl hastalıklarına) dönüşme olasılık riski bulunmaktadır..
Doğal yollardan oluşan psikolojik sorunlar, genelde 'çevresel etkenlerden' kaynaklanan doğal psikolojik sorunlardır. Bunların, 'beynin kimyasal yapısının bozulması ve beynin kimyasal hasar görmesiyle' ilgisi yoktur. Çevresel etkenlerin dışındaki diğer (kimyasal ve biyolojik) etkenlerin, 'beynin kimyasal yapısının bozulması ve kimyasal hasar görmesi' ile oldukça ilgisi vardır diyebiliriz. Özellikle de kimyasal etkenlerin..
"Ruhun duygusal halindeki değişikliklerin (doğal psikolojik sorunların), ilaç kaynaklı kimyasal psikolojik sorunlara (kalıcı akıl hastalıklarına) dönüşmesine neden olan şeyin, 'beynin kimyasal yapısının bozulması (beyindeki kimyasal dengesizlik)' ile yakından ilgisinin olduğunu ve buna sebep olan şeyin de, 'kimyasal etkenler (psikiyatrik ilaçlar gibi)' olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz; (psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi)"
-- Ruhun, beyni kontrol edebilmesinin şartı, beyni oluşturan yapılar ile beyni çevreleyen ve koruyan kimyasal yapının sağlıklı olmasına bağlıdır..
Ruh, beyni kontrol eder, beyin de, bedeni kontrol eder. İnsan bedenini, beyin aracılığı ile kontrol eden ruh ile beyin (kimyası) arasında, sıkı bir ilişki vardır. Çünkü, ruhun, beyni; beynin de bedeni kontrol edebilmesinin şartı, beynin (özellikle de kimyasal yapısının) son derece doğal bir yapıda sağlıklı olmasına bağlıdır. Ruh ile beyin arasındaki 'sağlıklı iletişim ve görevleri yerine getirmeler' buna bağlıdır. Beynin, kimyasal yapısının bozulması ile ruhun, duygusal özelliklerinin (duygusal hallerinin) dışarıya (fiziksel ortama), sağlıklı bir şekilde aktarılamaması (insani davranış biçimlerine dönüşememesi) durumu, yanlış bir şekilde, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' yönünde bir varsayıma yol açmıştır. Temsili görseller.. Illustration.. (246)
Aynı şekilde, beyin ile beden arasındaki 'sağlıklı iletişimler' de de, bedenin de sağlıklı olması gerekir. Bedenin herhangi bir yerinde bozukluk (sakatlık vs), bedenin ya o bozukluk olduğu yerin ve/veya tüm bedenin etkilenmesine (çalışamamasına) neden olabilir. Ruh ve beyin sağlıklı olsa da, bedendeki bozukluk, bedenin o kısmının ve/veya tamamının olumsuz etkilenmesine sebep olabilir.
Ruhun, kendi duygusal özellerini (duygusal hallerini), dışarıya (insan bedenine) aktarabilmesinin şartı, beyin ile bedenin sağlıklı olmasına bağlıdır. Ruh, beyni kontrol eder, beyin de, bedeni kontrol eder. Ruh, beyni kontrol ederek, beynin, bedeni harekete geçirmesini sağlar. Ruhun, beyni kontrol etmesinin şartı, beynin 'her bakımdan, sağlıklı olmasına' bağlıdır. Beyin, bozuksa, ruhun hem beyni hem de beyin aracılığı ile bedeni kontrol etmesi zorlaşır. Beyni oluşturan yapılar 'beyin, beyincik, loblar, sinir hücreleri' gibi diğer beyin yapılarından oluşur ve ruhun, hem beyni hem de beynin, bedeni kontrol edebilmesini sağlar. Bu beyin yapılarından biri bozulursa, ruh, o beyin yapısına ait görevleri, sağlıklı bir şekilde yerine getiremez. Aynı şekilde, beyni (beyin yapılarını) çevreleyen ve koruyan, beynin kendi doğal kimyasal yapısının (kimyasal sıvının) bozulması da, beynin sağlıklı çalışmasına engeller. Ruh, dışarıya aktarması gereken, kendi duygusal özelliklerini, dışarıya sağlıklı bir şekilde aktaramaz..
-- Beynin kimyasal yapısı, beynin sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlarken, ruhun da, beyni, sağlıklı bir şekilde kontrol edebilmesine olanak tanır. Beynin kimyasal yapısının bozulması, ruhun, beyni sağlıklı bir şekilde kontrol edememesine sebep olur.
Olasılıklarla.. Beynin kimyasal yapısı, beyni çevreleyen son derece doğal bir sıvıdan oluşur. Bu sıvı, beynin 'sağlıklı kalmasına ve çalışmasına' ve böylece 'beynin, bedeni kontrol etmesine' olanak tanır. Beyin, bu 'sıvı yapı' sayesinde, 'doğal kimyasal yapısını' sağlıklı bir şekilde korur ve görevlerini yerine getirir. Beynin, bedeni kontrol etmesi de, bu sıvı yapı sayesinde mümkün olur.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır; Ruhun, sağlıklı bir şekilde 'beyni kontrol edebilmesinin' yegane temeli, öncelikli olarak, beyin yapılarının ve beynin, özellikle de sıvı içerikli kimyasal yapının sağlıklı kalmasına bağlıdır. Beyin yapıları bozulursa, beyin de sağlıklı işleyemez hale gelir. Aynı şekilde.. Beynin, sıvı içerikli kimyasal yapısının sağlıklı kalması da, ruhun, beyni sağlıklı bir şekilde 'kontrol etmesine ve istediklerini beyne yaptırabilmesine' olanak tanır. Beyni çevreleyen kimyasal yapının bozulması, beynin (konuşma, hareket etme ve düşünme gibi) temel görevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirememesine neden olabilir. Bu da, ruhun 'beyni kontrol edememesine' sebep our. Ruhun 'beyni kontrol edememesi' demek, ruhun kendi duygusal özelliklerini, fiziksel boyuttaki insan bedenine, sağlıklı bir şekilde (konuşma, hareket etme ve düşünme gibi insani davranış biçimlerine) yansıtamaması demektir.
Ruhun, beyni kontrol edebilmesinin şartları, yukarıda da belirttiğimiz gibi, beyin yapılarının ve beyin kimyasal yapısının sağlıklı olması ile ilgilidir, diyebiliriz.. Beynin kimyasal yapısı, beynin sağlıklı bir şekilde çalışmasını sağlarken, ruhun da, beyni, sağlıklı bir şekilde kontrol edebilmesine olanak tanır. Beynin kimyasal yapısının bozulması, ruhun, beyni sağlıklı bir şekilde kontrol edememesine sebep olur. Ruhun, beyni (beynin de bedeni) sağlıklı bir şekilde kontrol edebilmesi için, beynin kimyasal yapısının sağlıklı olması gerekir. Beynin kimyasal yapısı dışında, beyin ve bedenin fiziksel açıdan (fiziksel hasarların oluşmaması gibi) her bakımdan sağlıklı olması da, 'ruh, beyin ve beden' arasındaki mekanizmanın, sağlıklı bir şekilde çalışabilmesi için de çok önemli bir yere sahiptir..
** Nörologlar (nöroloji), beyni 'yanlış' tanımlayarak, Psikiyatri'nin tıp camiasında yer edinmesinin önünü açmış ve insanların beyinlerinin kurcalanmasına ve bu nedenle dünya genelinde milyonlarca insanın 'iyatrojenik zararlar' görmesine ve 'ölümlerine' sebep olmuştur, diyebiliriz..
'Akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olmadığını' gösteren 3 önemli kanıt bulunur. Bunlardan biri insan bedeninin ölüm halidir. İnsan bedeni ölünce, ruh, bedenden ayrılır ve öğrenmiş olduğu bilgilerle (akıl ile) birlikte, geldiği yere (manevi boyuta, ahirete) gider ve sonsuza kadar orada kalır. İnsan bedeni ise dünyada kalır ve (beyin de dahil tüm vücut) yavaş yavaş çürümeye başlar. Bu, beynin, akla sahip olmadığını gösterebilir nitelikte bir öznel kanıttır. Diğeri ise, psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığını tedavi edememesi ve tam tersine beyne oldukça zarar vermesi gerçeğidir. Üçüncü kanıt ise, beyin taramaları vb gibi test araçları ile 'akıl hastalıklarının beyinde olduğuna' dair herhangi bir kanıt ortaya çıkarılmamasıdır. Bu durum, Nörologlar'ın 'akıl, beyindedir' safsatası için de geçerlidir. Nörologların, 'aklın, beyinde olduğu' safsatası, tamamen gözlemlere dayalı varsayımlardır.. Yukarıdaki bu 3 kanıt, hem nörologların hem de psikiyatristlerin, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' varsayımlarını çürütmektedir.. Temsili görseller.. Illustration.. (263)(246)
Nörologlar (nöroloji) ve Psikiyatristler (psikiyatri) adeta bir araya gelmişler, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olabileceği' fikrine kapılarak, insanların beyinlerini kurcalamaya başlamışlar ve bir takım test ve deneyler yaparak, tamamen gözlemlerine dayalı hayali varsayımlarla 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' ve 'akıl hastalıklarının beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı ve böylece beyindeki kimyasal dengesizliğin bir takım psikiyatrik ilaçlarla düzeltilmesi ile akıl hastalıklarının tedavi edilebileceği' safsatasını ortaya atmışlardır.. Aslında gerçekte, insanların beyinlerinde o kadar test ve deneyler yapmalarına rağmen, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' yönünde gerçekte hiç birşey bulmamışlardır. Buna rağmen sanki bulmuşlar gibi davranıp, sadece gözlemlerine dayalı olarak, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' varsayımını ortaya atmışlar ve buna, yanlış ve oldukça tehlikeli bir anlayışla (tedavilerle) devam etmişlerdir.
'Akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olmadığını' gösteren en güzel örnek tespitlerden biri, akıl hastalıklarını tedavi etmek için, 'tedavi' adı altında sundukları, psikiyatrik ilaçların, hiçbir boka (işe) yaramamasıdır. Yani, sözde tespit ettikleri 'beyindeki kimyasal dengesizliği' düzeltmek için sundukları psikiyatrik ilaçların neredeyse hiçbiri, akıl hastalıklarını tedavi etmemiştir. Tedavi etmediği gibi 'beyindeki kimyasal dengesizliği' de düzeltmemiş, tam tersine, (beyinde, kimyasal dengesizlik) yaratarak, (genellikle uzun vadelerde) kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına (doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesine) neden olmuşlardır..
Bu durum, sadece 'akıl hastalıklarının' değil, 'akıl' denen kavramın da, 'beyinde olmadığını (sadece ruhta olduğunu)' bize açıkça gösteren önemli bir tespit olmuştur, diyebiliriz. 'Akıl ve akıl hastalıkları', ruhta (ruhsal) olan bir şeydir. Beyinde olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz. Tedavi edemediğiniz gibi, beyni, kalıcı hasara ('kalıcı beyin hasarına') uğratırsınız ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' sebep olursunuz. Ve psikiyatrik ilaçların yaptığı şey de, işte tam da budur..
-- Beyin, bilgileri sakla(ya)maz (depola(ya)maz).. Bilgileri saklayan ve depolayan ruhun kendisidir. Beynin görevi, ruhun sakladığı bilgileri, 'hatırlamasını' ve hatırladığı bu bilgileri 'işlemesini' sağlamaktır..
Ruh, yapısı itibari ile, fiziksel boyutta (dünyada), beyin aracılığı ile öğrenmiş olduğu bilgileri, (kimsenin tanımlayamadığı bir yerde) kendi bünyesinde saklar (depolar). Beyin, bilinenin aksine öğrenilen bilgileri, hiçbir yerinde, hiçbir bölgesinde SAKLAMAZ, saklayamaz, depolayamaz.. Beynin görevi, ruhun kendi bünyesinde saklamış (depolamış) olduğu bilgileri, 'hatırlamasını' ve hatırlamış olduğu bu bilgileri, 'düşünme, konuşma, hareket etme' gibi eylemlerle, dışarıya aktararak 'işlemesini' sağlamaktır.
Beyin, bilgileri 'saklama' kapasitesine ve 'hatırlama' yetisine sahip değildir. Bilgileri saklama ve hatırlama işini yapan ruhun kendisidir. Beyin, ruhun, öğrenmiş olduğu bilgileri, (ruhun kendi bünyesinde) saklamasına ve (saklanılan bu bilgileri, sonradan) hatırlamasına yardımcı olan, karmaşık 'beyin yapılarına' sahiptir. Bu karmaşık beyin yapıları, sadece ruhun kendi bünyesinde sakladığı bilgileri 'saklamasına' ve bunları 'hatırlamasına' yardımcı olmaz, aynı zamanda, bu bilgilerin, işlenmesine de (yani dışarıya aktarılmasına; ruhun duygusal özelliklerinin (duygusal hallerinin), insani davranış biçimlerine (düşünme, konuşma, hareket etme vb gibi) dönüşmesine de) yardımcı olur. (Beyin bedeni kontrol eder, beyni de ruh kontrol eder..)
Bu gerçeklerin dışında.. Öğrendiği bilgileri depoladığı (sakladığı) düşünülen beynin (loblar ve/veya diğer) bölgelerinin bu işleve sahip olması, varsayımdan öteye gitmemektedir. Bunun bu şekilde ele alınması ve bilim dünyasına sunulması, olasılıkla, 'ruh ile bedenin bir bütün olarak yaratılmasından' kaynaklanan bir durum gibi gözüküyor. Ruh ile insan bedeni, bütünleşik (bütünleşmiş) bir yapıdan oluştuğu için, insanoğlunun, olasılıkla (ruh kavramını da unuttuğu için), insan bedeninin (beynin), bilgileri sakladığı yönünde, yanlış bir 'hayali tanımlama' yapmasına neden olmuştur, diyebiliriz. Şöyle ki..
Bilgilerin saklandığı varsayılan beynin (yapılarının) asıl görevi, olasılıkla, ruhun, kendi bünyesinde saklayıp, barındırdığı bilgileri, 'hatırlamasını' ve bu hatırlanılan bilgileri 'işlemesini' sağlamaktır. Ruhun bu bilgileri 'hatırlaması' durumu ise, doğal olarak, konuyu araştıran bilim adamlarının (nörologların), 'beynin, bilgileri sakladığı' yönünde, yanlış bir 'hayali tanımlama' yapmasına neden olmuştur. Yani ruh ile insan bedeninin 'bütünleşik' bir yapı olması ve beynin, bilgileri 'hatırlaması' durumu, 'beynin, bilgileri sakladığına' dair oldukça yanlış ve hayali düşüncelerin ve varsayımların oluşmasına yol açmıştır, diyebiliriz..
Nörologların (nörolojinin), 'beynin, bilgileri sakladığı' yönünde yapmış oldukları bu oldukça yanlış olan hayali tanımlama, doğal olarak, Psikiyatrinin de işine gelmiş gibi görülüyor. Olasılıkla, akıl hastalıklarını sözde inceleyen bilim dalı olarak görülen Psikiyatri, (tıp camiası içerisinde kabul edilmeden önce), nörologların, bu ,'beynin, bilgileri sakladığı' yönündeki hayali varsayımını, 'akıl hastalıklarının, beyinde olabileceğine' dair başka bir hayali varsayımın da ortaya çıkmasına olanak sağlamıştır, diyebiliriz.. Bu durum, (yani nörologların, 'beynin, bilgileri sakladığı' yönündeki yanlış ve hayali tanımlaması), doğal olarak, olasılıkla, Psikiyatri'nin de tıp camiasına kabul edilmesinin önünü açmış gibi görülüyor.. Psikiyatrinin 'akıl hastalıklarının, beyinde olabileceğine' dair hayali varsayımı, nörolojinin 'beynin, bilgileri sakladığı' yönündeki hayali varsayımı ile yakından ilgisi olduğu için; nörolojinin, psikiyatriye ait bu hayali varsayımı inkar etmesi de pek mümkün gözükmüyor..
Psikiyatri, olasılıkla nörologların bu hayali tanımlamasını kullanarak, 'akıl hastalıklarının beyinde olduğu' hayali varsayımını ortaya attılar ve insanların beyinlerini, kurcalamaya başladılar ve bu beyinleri, beyin ve vücut için son derece zehirli olan psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye başladılar. Ve bunu onlarca yıldır yapıyorlar ve sonuç ise, çok korkunç boyutlarda.. Tahmini milyonlarca iyatrojenik zararlara ve ölümlere sebep oldular.. Nörologlar (nöroloji), 'beynin, bilgileri sakladığı' yönündeki yanlış ve hayali tanımlaması, Psikiyatri'nin tıp camiasında yer edinmesinin önünü açmış ve insanların beyinlerinin kurcalanmasına ve bu nedenle dünya genelinde milyonlarca insanın 'iyatrojenik zararlar' görmesine ve 'ölümlerine' sebep olmuştur, diyebiliriz....
-- Beynin kimyasal yapısının bozulması, daha çok 'kimyasal etkenler' sonucudur..
Beynin kimyasal yapısının bozulmasının, genellikle fiziksel hasar gören beyin (fiziksel beyin hasarı) ile ilgisi yoktur. Ayrıca fiziksel hasarında içinde olduğu diğer çevresel etkenlerin de, beynin kimyasal yapısının bozulmasıyla yakından ilgisi yoktur. Beynin kimyasal yapısının bozulması (ve hasar görmesi), 'fiziksel hasarlardan ve diğer çevresel etkenlerden' daha çok genellikle 'kimyasal etkenlerden' kaynaklanır. Fiziksel hasarlar, olasılıkla beynin kimyasal yapısına ya hiç hasar vermemekte yada çok az hasar verebilir özellikte olurken, kimyasal etkenler ise, beynin kimyasal yapısına oldukça ciddi hasarlar verebilir özelliktedir, diyebiliriz . Diğer çevresel etkenler ise, hiç zarar vermemektedir. (Bunları sırası geldikçe açıklayacağız.)
Bu sonuçlardan, ruhun duygusal halindeki değişikliklerin (doğal psikolojik sorunların), ilaç kaynaklı kimyasal psikolojik sorunlara (kalıcı akıl hastalıklarına) dönüşmesine neden olan şeyin, 'beynin kimyasal yapısının bozulması' ile yakından ilgisinin olduğunu ve bu durumun, tamamen 'kimyasal etkenlerin yol açmış olduğu' bir sorun olduğunu anlayabiliyoruz. Beynin, doğal yollardan 'kimyasal yapısının bozulması' ya hiç yoktur yada çok az bir olasılıktır. Ayrıca.. Beynin kimyasal yapısının bozulması sorunu, 'beynin kimyasal dengesinin bozulması' olarak gösterildiği için, beynin kimyasal dengesinin bozulmasının asıl nedeninin, genellikle doğal yollardan olmadığını, tamamen 'kimyasal etken saldırılarından (örneğin psikiyatrik ilaçlar gibi)' kaynaklandığını da böylece anlayabilmiş oluyoruz..
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, çevresel, kimyasal ve biyolojik etkenler, ruhun duygusal hallerinde bazı değişikliklere (doğal psikolojik sorunlara) sebep olabilir. Bunların çoğu, sonradan düzeltilebilir, kalıcı olmayan doğal psikolojik sorunlardır.. Kalıcı olanlar daha çok, kimyasal etkenlerin (özellikle de psikiyatrik ilaçların) sürekli saldırılarına maruz kalmasından kaynaklanan ve kalıcı hale gelen psikolojik sorunlardır (kalıcı akıl hastalıkları gibi). Şimdi bunları tek tek ele almaya çalışalım..
-- İnsani davranış biçimlerinin, sağlıksız gözüken 'başka biçimlere' dönüşmesinin (ruhun duygusal halinin değişmesinin) sebepleri genelde 'çevresel, kimyasal ve biyolojik etkenlerin' olasılıkla etkisi vardır, diyebiliriz..
Ruh, çevresel ve kimyasal etkenlerden duygusal olarak etkilenir. Ve bu etkenlerden olumlu /olumsuz olarak 'etkilendiğine' dair beyne, sinyal gönderir. Bu sinyaller de, ruhun duygusal hallerinin komutları bulunur. Beyin, bu komutları (sinyalleri) algılar ve (beyin ve beden arasındaki sinirler yoluyla), bedene gönderir. Beden, beyinden gelen bu komutları algılar ve bedenini, (komutlara göre) harekete geçirir; (ruhun duygusal hallerinin, konuşma, hareket etme, düşünme, duygusal ifadeler de bulunma vb gibi insani davranış biçimlerine dönüşmesi (dışarıya aktarılması)..) Temsili görseller.. Illustration.. (252)(263)(246)
Kimyasal etkenler, beyin kimyasını 'kalıcı' olarak bozabilir. Doğal ruhsal 'psikolojik' sorunları, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye (tedavi etmeye) çalışırsanız, doğal ruhsal sorunların, kalıcı hale gelmesine neden olursunuz; (doğal psikolojik sorunların, 'psikiyatrik ilaçlarla' kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürülmesi..)
Resim yazıları;
----------------
* Direkt psikolojik etkiler (DPE)
* Dolaylı psikolojik etkiler (IPE)
-Çevresel faktörler (DPE) ; Görsel ve işitsel etkiler
-Kimyasal faktörler (DPE) ; Ağızdan, burundan ve iğne ile alınan etkiler
-Biyolojik faktörler (IPE) ; Kimyasal faktörler sonucu oluşan kalıtsal (genetiksel) etkiler
1,2,3,4) Baş, ruh, beyin ve beden
5) Doğal ruhsal 'psikolojik' sorunlar
6) Psikiyatrik ilaçlar ve kimyasal lobotomi
7) Kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıkları
5,6,7) Doğal psikolojik sorunların, psikiyatrik ilaçlarla kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürülmesi..
1,2,3,4,5) Çevresel 'göz, kulak, darbe' ve kimyasal 'ağız, burun, enjeksiyon' etkenler, doğal ruhsal 'psikolojik' sorunların oluşmasına neden olur. Ayrıca kimyasal etkenler, doğal ruhsal sorunların kalıcı hale gelmesine de neden olabilir; (doğal psikolojik sorunların, kalıcı akıl hastalıklarına dönüşmesi)..
Biyolojik etkenler (kalıtsal -genetiksel), genellikle kimyasal etkenlerin bir sonucudur. Biyolojik etkenlere neden olan kimyasal etkenler, az bir olasılıkla, kalıcı ruhsal sorunlara ve genellikle daha çok doğal ruhsal sorunlara sebep olabilir. Doğal ruhsal sorunlar, sonradan ilaçsız tedavi ile düzeltilebilir. Bu tür doğal ruhsal sorunları, psikiyatrik ilaçlar ile tedavi etmeye çalışmak, bu sorunları kalıcı hale getirebilir.
-------------------
Her ruh, 'farklı duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahip olmasına rağmen, (benzer duygusal haller ve davranış biçimlerine sahip olanlar tarafından), 'farklı duygusal haller ve davranış biçimlerinin' yanlış (ve/veya kasıtlı yanlış) tanımlanmasından dolayı, (hepsi olmasa da bazı) bu 'farklı duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahip olanlar, 'akıl hastası' olarak etiketlenmekten kurtulamamışlardır. Politik ve mali çıkar ilişkilerinin kurbanı olanları da eklerseniz, bu yüz milyonlarca hatta milyarlarca ruhun (insanın) 'akıl hastası' olarak etiketlendiğini (ve ilaçlarla zehirlendirilmeye çalışıldıklarını) rahatlıkla söyleyebiliriz..
Her ruhun, 'farklı duygusal hallere ve davranış biçimlerine' sahip olması gerçeğini şimdilik bir kenara bırakırsak.. Bu, 'farklı duygusal haller ve davranış biçimlerinin' yanlış (ve/veya kasıtlı yanlış) tanımlanmasına baktığımız da, bu tanımlamayı sağlayan söz konusu olan şeylerin, yani insani davranış biçimlerinin, sağlıksız gözüken 'başka biçimlere' dönüşmesinin (ruhun duygusal halinin değişmesinin) sebeplerinin, 'çevresel, kimyasal ve biyolojik etkenler' olarak belirlenmiş olduğunu anlayabiliyoruz.. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz nedenlerle birlikte, 'ruhun, özgür ve güçlü (dayanıklı) bir iradeye sahip olması' ve oluşan sorunların 'sonradan düzeltilebilir olması' vb nedeniyle, bunların etkisi çok azdır, diyebiliriz. Özellikle de çevresel etkenlerden dolayı oluşan ve kalıcı olmayan sorunların çözülmesi daha rahat olabilmektedir. Ancak bu etkenlerden en çok, kimyasal etkenlerin (özellikle de psikiyatrik ilaçların), 'ruhun duygusal halinde kalıcı değişikliklere' sebep olabildiğini söyleyebiliriz.. Tüm bunlara değinmeden önce.. Çevresel, kimyasal ve biyolojik etkenleri kısaca şöyle tanımlayabiliriz;
. Çevresel etkenler, fiziksel olan (beyne darbe gelmesi gibi)ve olmayan (görsel ve işitsel olarak oluşan şok edici olaylar yaşanması gibi) etkiler olarak ikiye ayırabiliriz. Ayrıca çevresel faktörlere, "iklim, doğal kaynaklar, nüfus, coğrafya, teknoloji, kentleşme, küreselleşme, ekonomik sistemler, sosyal normlar ve değerler, aile ortamı, topluluk, okul, kültür, maddi malları"da ekleyebiliriz.
. Kimyasal etkenler, genellikle vücuda dışarıdan alınan/gelen kimyasal içerikli (örneğin ilaçlar, aşılar, uyuşturucular, yiyecek-içecekler, gazlar 'gaz, hava, duman vs') gibi etkilerdir. Kimyasal etkenler, bir çeşit kimyasal lobotomi gibidir. Hepsi de, beyni hedef alan ve olumlu ve/veya olumsuz beyne etki eden kimyasal etkilerdir.. Bu kimyasal etkiler, ruhun, duygusal hallerini, 'kalıcı' olarak değiştirebilir özelliklere sahip olabilir..
. Biyolojik etkenler ise, vücutta oluşan ve kalıcı olan/olmayan çeşitli hastalıklardır ki, bunlar da ya doğuştan (kalıtsal, genetiksel) veya sonradan (kimyasal etkiler sonucu) oluşabilir etkilerdir.. Biyolojik etkenler, doğal olarak oluşan bir sonuç değil, kimyasal etkenlerin (saldırılarının) bir sonucudur.. Biyolojik etkenler, ruhun duygusal özelliklerini (duygusal hallerini) değiştirebilir ancak kalıcı olarak değiştirmez. Ruhun, duygusal hallerini, 'kalıcı' olarak değiştirebilen şey sadece kimyasal etkenlerdir..
Bu üç etken, ruhun 'duygusal halinin değişmesine (bozulmasına)' neden olabilir. Ruhun duygusal halinin değişmesinin, kalıcı olup-olmaması, bu etkenlerin, 'beyne ne tür hasar vermeleri' ile alakalıdır, diyebiliriz. Beyne, özellikle de kimyasal açıdan verilen kalıcı bir hasar (kalıcı beyin hasarı), ruhun duygusal halinin değişmesinin de 'kalıcı hale gelmesine' neden olabilir.. Bu da, doğal olarak, 'akıl hastalıkları' olarak da bilinen doğal psikolojik sorunlara sebep olur ki, ruhun duygusal halindeki değişikliğin (bozukluğun), kalıcı hale gelmesi de, 'kalıcı akıl hastalıklarının' da belirtisidir, diyebiliriz..
-- "Kimyasal etkenler, biyolojik etkenlerin (kalıtsal ve genetiksel hastalıkların) ve 'kalıcı akıl hastalıklarının' da bir sebebi ve sonucudur.."
Çevresel etkenlerin hiçbiri, ruhun duygusal halini kalıcı olarak değiştirmez (bozmaz). Çünkü, bunlar sonradan çeşitli tedavilerle düzeltilebilir. Ruhun duygusal halini 'kalıcı' olarak değiştiren 'bozan' (yani kalıcı akıl hastalıklarına sebep olan) etken, daha çok 'kimyasal etkenlerden' gelir. Kimyasal etkenlerden dolayı oluşan (beynin kimyasının, tekrar eski haline getirilemeyecek 'kurtarılamayacak' şekilde bozulmasından dolayı oluşan), kalıcı akıl hastalıklarının, sonradan düzeltilmesi de pek mümkün gözükmemektedir. (İşte bu gibi nedenlerden dolayı, 'sözde akıl hastalıklarını düzeltmek için, beyne verilen zehirli kimyasal psikiyatrik ilaçların verilmesi', son derece tehlikeli ve bir o kadar da saçmadır..)
Biyolojik etkenler ise özellikle de doğuştan gelen 'kalıtsal, genetiksel' hastalıklar çok nadirdir. Aslında doğuştan gelen 'kalıtsal, genetiksel' hastalıkların, 'kalıtsal olarak nesilden nesile aktarılmasına sebep olabilecek' etkenlerin, 'kimyasal etkenler' olduklarına /olabileceklerine dair
araştırmalar bulunuyordu; (örneğin zebra balığına verilen antipsikotik
maddeler sonucu, yavru balıklarda bir takım psikolojik sorunların tespit
edilmesi gibi..) Bu vb araştırmalar, biyolojik etkenlere (özellikle de kalıtsal, genetiksel olarak nesilden nesile aktarılan hastalıklara) yol açan etkenlerin, daha çok (dışarıdan müdaheleler yapan) 'kimyasal etkenler' olabileceğini bize göstermektedir..
Dolayısıyla, kimyasal etkenler, biyolojik etkenlerin (kalıtsal ve genetiksel hastalıkların) ve 'kalıcı akıl hastalıklarının' da birer sebebi ve sonucudur, diyebiliriz.. İlaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıklara' sebep olabilen başka etkenler olarak, bazı fiziksel hastalıklarda kullanılan (psikotik olmayan) 'bazı medikal ilaçlar' ile birlikte eroin, kokain, esrar vb gibi 'yasadışı sokak uyuşturucularını' örnek gösterebiliriz. Bunlar da, özellikle de 'beyin' için olumsuz etkiler nedeniyle, en az psikiyatrik ilaçlar kadar tehlikeli maddelerdir, diyebiliriz.. Hatta belki de hiçbiri, psikiyatrik ilaçlar kadar beyne, ciddi oranda zarar verici özelliğe sahip değildir, diye de düşünebiliriz.. Bunun nedenleri ise, beyne oldukça zararlar veren psikiyatrik ilaçların yasal olması ve bu nedenle dünya genelinde yüz milyonlarca insana rahatlıkla ulaşabilmesi ve bu nedenlerle zarar gören insanların büyük çoğunluğunun gizli zararlar gömesini yani (örneğin tıbbi kayıtlara 'ilaç zarar'ı olarak işlenmemesi, başka sebepler üzerine atılması vb gibi örtpas etmelerin yaşanması gibi nedenlerden dolayı) ölen ve yaralanan milyonlarca insanın meçhul akıbetlerini de buna dahil edebiliriz..
***
** DEVAM EDELİM..
NOT : Buraya kadar resimli anlatımlarla, az çok bir şeyler öğrendik sayılır.. Şimdi, bunları hem tekrar edelim hem de farklı bakış açıları ile yaklaşarak anlatmaya çalışalım..
Doğal ruhsal (psikolojik) sorunlar (halk diliyle akıl hastalıkları), genelde kalıtsal (genetiksel) değildir. Doğal ruhsal sorunları, kalıtsal (genetiksel) hale getiren şey, genellikle kimyasal etkenlerden dolayıdır. Doğal ruhsal sorunlar, genelde çevresel etkenlerden kaynaklanır ve ilaçsız tedavi davranış terapi ve tedavileri ile düzeltilebilir özelliktedir. Doğal psikolojik sorunlar (yani doğal akıl hastalıkları), insanın kendi ruhundan kaynaklanan ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir, son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlardır.. Bu doğal psikolojik sorunları, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışmak, beyin içine kimyasal bir bomba koymakla
eşdeğerdir.. (Bu kimyasal bombaların (kimyasal çorbaların) neler
olduğunu ve nelere yol açabildiğini yukarıda kısaca öğrendik ve aşağıda
da öğrenmeye devam edeceğiz. Okumaya devam edin..), (Kalıtsal (Hereditary) filminden sahneler), Temsili görseller.. (266)
-- Doğal psikolojik sorunlar, normalde 'kalıcı ve kalıtsal (genetiksel) özellikli' değildir.. Ancak..
Bunları, 'kalıcı ve kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıkları (kalıcı psikolojik sorunlar)' haline getiren şey, tıpkı günümüzde kullanılan psikiyatrik ilaçlar gibi bir takım kimyasal içeriklere sahip kimyasal etkenlerdir.. (örneğin ilaçlar, aşılar, uyuşturucular, yiyecek-içecekler, gazlar 'gaz, hava, duman vs') gibi..
Geçmişte kullanılan bu doğal kimyasal etkenlerin varlığı,
halen bile günümüzde oldukça hissedilebilmektedir; (insanlar, bunları
yaşamın getirdiği kolaylıklar ve/veya şartları nedeniyle
kullanabilmektedir.) Bu tür doğal kimyasal etkenlerin, beyne (beyin kimyasına) olan etkileri, tıpkı kimyasal psikiyatrik ilaçların yapmış olduğu etkiler ile hemen hemen neredeyse aynıdır. Doğal kimyasal etkenler, yeterince uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca) kullanılırsa eğer, tıpkı psikiyatrik ilaçların, beyne (beyin kimyasına) vermiş olduğu tıbbi zarar (bir çeşit kimyasal lobotomi) ile kimyasal 'kalıcı beyin hasarı' yaşaması ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanması gibi etkiye benzer etkilere sebep olabilir. Bu da, büyük olasılıkla, nesilden nesile geçebilen kalıcı olan/olmayan 'kalıtsal (genetiksel) akıl hastalığına' yol açabilir. Günümüzde, işe bu işi 'en çok yapan şey' ise en başta 'psikiyatrik ilaçların' olabildiğini ve ardından da ECT gibi beyne elektik şoku vererek oldukça zarar veren (fiziksel beyin hasarı gibi), diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamaları da buna dahildir diyebiliriz..
-- Kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarını, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışmak, bu kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesine (kalıcı akıl hastalıklarına dönüşmesine) sebep olabilir..
Bir araştırmada, (psikiyatrik ilaçların, nesilden nesile aktarılabilen bir çeşit psikolojik sorunlara (akıl hastalıklara) sebep olduğunu) göstermesi, yukarıda da belirttiğimiz gibi, eskiden kullanılan ve insanların beynini (beyin kimyasını) bu konuda etkileyebilen bir takım kimyasal etkenlerin de, aynı özelliklere sahip olabileceğine dair bize, güzel bir fikir verebilmektedir. Tabii, bu 'kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarının', kalıcı olup-olmadığı (yani doğuştan kalıtsal (genetiksel) olarak 'akıl hastalığına' yakalanan insanların, sonradan bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir özellikte olup-olmadığı) tam olarak bilinmiyor. Ama 'düzeltilebilir olduğuna' dair görüşlerin, inanışların ve hatta sanmıyorsam bu yönde yapılan uygulamaların, çalışmaların dahi olabildiğini tahmin edebiliriz. Büyük olasılıkla bu kalıtsal (genetiksel) özellikli akıl hastalıkları, çok geç kalmadan (bir nevi beyin kimyası, hasara alışmadan) bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir.
Tabii, bu kalıtsal (genetiksel) akıl hastalıklarını, özellikle de psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışmak, işleri daha da çıkılmaz hale getirebilir ve kalıtsal (genetiksel) özellikli akıl hastalıklarını, kalıcı hale gelebilir.. Tıpkı doğal psikolojik sorunlar gibi, kalıtsal (genetiksel) özellikli akıl hastalıklarını da, insan beyni (ve vücudu) için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye çalışmak, bu kalıtsal (genetiksel) akıl hasatlıklarının, 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüşmesine sebep olabilir. Bu açıdan, kalıcı (genetiksel) akıl hastalıklarını, psikiyatrik ilaçlarla değil, tavsiye edildiği gibi, ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavileri (ilaçsız tedavi yöntemleri) ile tedavi etmek daha mantıklı, gibi gözükmektedir..
-- Çevresel etkenlerin fiziksel olanı (darbeler gibi) beyne hasar verebilir ve fiziksel olmayanı (görsel-işitsel olaylar gibi) beyne hasar vermez; ancak her ikisinde de doğal psikolojik sorunlar (ruhun, duygusal halinin değişmesi) yaşanabilir.. Bunlar '(fiziksel beyin hasarının giderilebilmesi için nörolojik ilaçlar ve/veya ameliyatlar gibi) çeşitli nörolojik tedaviler ve (ruhun duygusal hal değişikliklerini normal konuma sokmak için de) ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavilerle (psikoterapi, rehabilitasyon vb ile)' düzeltilebilir, niteliktedir..
Çevresel etkenlerin, fiziksel olanı (beyne darbe gelmesi gibi etkiler), beyne (fiziksel 'nörolojik' olarak) hasar verebilir ve bunun sonucunda da, doğal psikolojik sorunlar (ruhun, duygusal halinin değişmesi durumu) yaşanabilir.. Fiziksel olmayanı ise (görsel ve işitsel olarak oluşan şok edici olaylar yaşanması gibi etkilerin) hiçbiri, beyne (fiziksel 'nörolojik' olarak) hasar vermez. Ancak ruhun duygusal halini olumsuz yönde (psikolojik olarak) etkileyebilir, değiştirebilir. Bu, her iki durumda oluşan doğal psikolojik sorunlar, çeşitli tedavilerle düzeltilebilir.
Çevresel etkenlerin yol açmış olduğu fiziksel ve ruhsal sorunlara ait tedaviler;
1) Fiziksel Sorun için; Fiziksel beyin hasarının giderilebilmesi için nörolojik ilaçlar ve/veya ameliyatlar gibi çeşitli nörolojik tedaviler gereklidir /gerekebilir..
2) Ruhsal Sorun için; Ruhun duygusal hal değişikliklerini normal konuma sokmak için de ilaçsız insani davranış terapileri ve tedaviler (psikoterapi, rehabilitasyon vb ile) gereklidir /gerekebilir..
Ancak bu 'fiziksel beyin hasarının ve/veya özellikle de ruhun duygusal hal değişikliklerinin' düzeltilmesi tedavileri, hiç alakası olmayan kimyasal (örneğin psikiyatrik ilaç) kaynaklı olursa, durum değişir.. O zaman, beyin kimyası, doğal olmayan biyolojik etkenlerin (zehirli psikiyatrik ilaçların) saldırısına uğradığından dolayı, bozulur ve sonra da hasar görür. (Bunun böyle olduğuna dair çok sayıda kanıt da vardır..) Tabii bazı psikotrop olmayan medikal tıbbi ilaçlar da (örneğin bazı dahiliye ilaçları, bazı nörolojik ilaçlar vb gibi), beynin kimyasında değişikliklere sebep olabilir.. Ancak hiçbiri, psikiyatrik ilaçlar kadar beyne, ciddi oranda zarar verici özelliğe sahip değil gibi gözükmektedir.
-- Çevresel etkenlerden oluşan ve beyinle hiç alakası olmayan (ilaçsız tedavilerle düzeltilebilir) doğal psikolojik sorunları, zehirli psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye çalışmak, beynin bozulmasına (beynin 'kimyasının' hasar görmesine) ve bu da doğal psikolojik sorunları, ilaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıkları' haline dönüştürmesine neden olur...
Fiziksel olan çevresel etkenler, beyinde, fiziksel nörolojik hastalıklara (hasarlara) ve genellikle kalıcı olmayan ve düzeltilebilir bir takım 'doğal zihinsel problemler (doğal psikolojik sorunlar)' olarak görülen (ruhun, duygusal halinin değişmesi durumuna) neden olabilmektedir.. Bu fiziksel nörolojik hastalıklar, genellikle yukarıda önerilen (çevresel etkenlerin yol açmış olduğu fiziksel ve ruhsal sorunlara ait tedaviler) ile düzeltilebilir. Çevresel etkenlerden oluşan doğal zihinsel problemler de, (fiziksel nörolojik hastalıkların (yukarıda belirtilen tedavilerle) ortadan kalkması ile) son bulur.
Ancak tamamen ruhla ilgili olan bu doğal zihinsel problemler (ruhun duygusal halinin değişmesi durumu), biyolojik silahlar olan psikiyatrik ilaçlarla düzeltilmeye çalışılırsa, önerilen tedaviler ile düzeltilebilir olan doğal psikolojik sorunlar, beyin kimyasının bozulması (hasara uğraması) ile, 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüşebilir..
'Fiziksel beyin hasarı ile beyin kimyasının bozulması' aynı şeyler gibi gözükse de, 'fiziksel beyin hasarı' yaşayan her insanın, 'psikolojik sorunlar' yaşamadığını, bu durumda olan birçok insanın, 'ruhsal durumlarından' anlayabilmek mümkündür. Ancak 'beyin kimyası bozulan' her insanın, 'psikolojik sorun yaşama olasılığının' daha yüksek olabileceğine dair (kimyasal psikiyatrik ilaçların kalıcı beyin hasarına vb sebep olmasından dolayı yaşanan psikolojik sorunlar gibi..) kanıtların olduğunu söyleyebiliriz.. Ancak unutmadan, bu beyin kimyasının bozulmasının (yani beyindeki kimyasal dengesizliği yaratan) tek olası nedeninin sadece kimyasal etkenler (psikiyatrik ilaçlar gibi) olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.. Bunları, beyindeki kimyasal dengesizliğin, doğal yollardan oluştuğunu iddia edip, insanların bu doğal psikolojik sorunlarını kalıcı hale getirebilen özelliğe sahip olan zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat eden beyaz önlüklü şarlatan bir takım dengesizler (psikiyatri ve ilaç sektörü, psikiyatristler vb gibi) bulunduğu için söylüyoruz..
Burada, bahsedilen 'kalıcı beyin hasarı', büyük olasılıkla 'beyin kimyasının kalıcı olarak bozulması' olabilir.. Bu durum, (yani beyin kimyasının kalıcı bozulması), doğal olarak, ruhun duygusal halinin de kalıcı olarak değişmesine (bozulmasına; yani ruhun, kendi duygusal halini bir türlü toparlayamamasına) neden olabilir.. Bu durum da, bunun 'akıl hastalıkları' olarak görülmesine sebep olabilir.
-------------------------------
-- Beyin kimyası, beyinde doğal olarak üretilen çok özel kimyasal sıvı bir maddedir. Bu sıvı maddenin bozulması, fiziksel ve zihinsel bir takım problemlere yol açabilir..
Beyin kimyası, beyinde (/insan bedeninde) doğal olarak üretilen ve 'kimyasal sıvı' içeren çok özel bir maddedir.' En azından tıbbi literatürde buna beyin omirilik sıvısı (cerebrospinal fluid) yada sadece 'beyin kimyası sıvısı' (brain chemical fluid) dendiğini söyleyebiliriz. Bu sıvı madde, "...beyni çevreleyen ve mekanik destek sağlayan berrak bir sıvıdır. Nöronlara besin ve sinyal molekülleri taşır ve metabolitlerin atılmasına yardımcı olur." (207) Ayrıca "...beyindeki
ventriküllerde (boşluklar) koroid pleksus adı verilen doku tarafından
yapılır. (...) Beyin omurilik sıvısı, beyindeki ventrikülleri
(boşluklar) kaplayan doku tarafından yapılır." (208) "Bu
sıvının büyük bir kısmı beynin ventriküllerinde koroid pleksus
tarafından üretilir ; ancak ventrikülleri kaplayan ependimal hücreler
daha küçük bir kısım üretir. Koroid pleksus, lateral ventriküllerin
duvarlarından ve üçüncü ve dördüncü ventriküllerin çatılarından
kaynaklanır." (209)
Ancak bu beyin sıvı maddesinin, 'beynin, bedeni kontrol etmesi' ile bir ilgisinin olup-olmadığını bilmiyoruz. Sadece varolan bilgilerden yola çıkarak, bu 'beynin, bedeni kontrol etmede, bu sıvı maddesinin' etkin olabileceğini varsayıyoruz.. Bu beyin sıvı maddesinin bu işe talip olduğunu (bu işte etkin olduğunu) varsayarak, bu sıvı maddenin çalışma prensibini (tam bilimsel olmayan yorumlarla) kısaca şöyle açıklayabiliriz;
Bu kimyasal sıvı madde, beynin her bakımdan 'sağlıklı kalmasını' sağlayan (ruhun, sağlıklı bir şekilde beyni; beynin de bedeni sağlıklı bir şekilde kontrol edebilmesi için) çok özel doğal bir maddedir. Bu sayede, ruh, beyne; beyin de bedene sağlıklı bir şekilde hakim olur. Bu çok özel ve doğal kimyasal sıvı madde bozulursa, ruhun, beyni; beynin de bedeni kontrol edebilmesinde bir takım sorunlar çıkar; ('Denge kaybı' gibi bir takım nörolojik fiziksel bozukluklar ve/veya ruhun, duygusal özelliklerini dışarıya yansıtabilmesinde yaşanan problemler (ruhun duygusal halindeki değişiklikler (bozukluklar) gibi..)
"Beyin omurilik sıvısının üretimi, dolaşımı veya emilimi bozulduğunda,
bu önemli sağlık sorunlarına yol açabilir. İki önemli durum BOS
sızıntıları ve idiyopatik intrakraniyal hipertansiyondur." (210)
"Beyin, onu yaralanmalara karşı koruyan, ona besin sağlayan ve atıkları
uzaklaştıran bir sıvı denizinde yüzer. Sıvının normal akışındaki
bozulmalar, Alzheimer hastalığı ve beyinde aşırı sıvı birikmesiyle
ilgili bir rahatsızlık olan hidrosefali de dahil olmak üzere nörolojik
rahatsızlıklarla ilişkilendirilmiştir." (211) "Beyin omurilik sıvısı
(BOS) bağışıklık değişiklikleri zihinsel bozukluklarla ilişkilidir.
Rutin BOS parametreleri nörolojik hastalıkları teşhis etmek için
spesifiktir. Rutin BOS parametreleri CNS enfeksiyonlarını teşhis etmek
için oldukça spesifiktir." (212)
-------------------------------
Zihinsel problemler, özellikle de (psikiyatrik) ilaç tedavileriyle düzeltilememektedir. Bunun nedeni de, doğal zihinsel problemlerin asıl kaynağının 'ruh' olması ve beyinle hiç alakasının olmamasındandır; yani 'ruhun, duygusal halinin değişmesi durumudur..' İlaç tedavileri, (ilaçsız tedavi yöntemleri (bir takım insani davranış terapileri, tedavileri vs) ile düzeltilmesi mümkün olabilen) kalıcı olmayan 'doğal zihinsel problemleri', ilaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıkları' haline dönüştürebilir.. Dönüşüm kısaca şöyle gerçekleşir; Beynin kendi doğal kimyası, ilaçların kimyasal zehirlerinden dolayı ilk önce yavaş yavaş bozulmaya başlar ve sonra da, özellikle de uzun süreli (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanımından dolayı, (beyin) ciddi anlamda hasar görür. Bu da, kalıcı olmayan doğal zihinsel problemlerin, ilaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüşmesine neden olur..
Çünkü, ruhun 'duygusal halini değiştiren' çevresel etkenler, (psikiyatrik) ilaçlar ile 'beynin 'kimyasının' bozulması (hasar görmesi)' ile, 'fiziksel kaynaklı bir etkene' dönüşerek, ruhun 'duygusal halinin sürekli olarak değişim göstermesine' neden olur. Beynin (beyin kimyasının) tamamen hasar görmesi, artık beynin, ileride 'düzeltilemeyecek (kurtarılamayacak)' hale gelmesi demektir. Psikiyatrik ilaçların özellikle de uzun süreli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanım sonrasında, böyle olumsuz etkilere (beynin, ileride artık kurtarılamayacak derecede hasar görmesine) sebep oldukları bilinmektedir..
Ruhun 'duygusal halini değiştiren' çevresel etkenlerin, (psikiyatrik ilaçlar ile fiziksel kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' sebep olması ile) fiziksel etkenlere dönüşmesi, ruhun duygusal halinin sürekli olarak (aynı ve/veya farklı davranış şekillerinde) değişmesine neden olur. Bu durum da, açıkça bize kişinin 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olabileceğini gösterir.. Bu özelliklere (yani ilaç kaynaklı ruhun duygusal halinin sürekli değişmesi durumuna) sahip olan insanların, bu garip davranışlarına, bir anlam veremeyen toplumlar, bunun 'beyinden kaynaklanan bir problem olduğunu' düşünmekte ancak, 'buna sebep olan şeyin aslında psikiyatrik ilaçlar olabileceğini' akıllarına dahi getirememektedirler..
-- Beyindeki fiziksel problemlerde, 'zihinsel (ruhun duygusal halinin değişmesine) sebep olabilir.. Ancak bu durum 'zihinsel problemlerin' hepsinin, fiziksel problemlerden kaynaklandığını göstermediği gibi, bu zihinsel problemlerin hiçbirinin 'akıl hastalıkları' ile de hiç bir ilgisi yoktur..
Beyindeki fiziksel problemler (denge kaybı gibi beyin hasarları), çevresel etkenlerden (darbeler gibi) olabileceği gibi 'ilaç kaynaklı' da olabilir.. Şöyle ki.. Çevresel etkenlerden dolayı oluşan beyin hasarı, ruhun duygusal halinin değişmesine (yani 'doğal zihinsel problemlere) de neden olabilir. (Ancak bu, her zaman geçerli değildir; yani beyindeki her fiziksel problem, doğal zihinsel problemlere yol açmaz..) Yol açtığı düşünülen 'doğal zihinsel problemler' ise kalıcı değildir. Bu tür doğal zihinsel problemler, (fiziksel olarak hasar gören beynin, nörolojik ilaç tedavileri ve/veya ameliyatları ve/veya ilaçsız tedavi yöntemleri 'insani davranış terapileri ve tedavileri' ile) düzeltilebilir ölçektedir. Yani, doğal zihinsel problemlere sebep olan, fiziksel olarak hasar gören beyni, 'nörolojik tedavilerle ve/veya ilaçsız tedavi yöntemleri ' ile düzeltirseniz, bu kalıcı olmayan doğal zihinsel problemlerde ortadan kalkacaktır.. 'Beyin düzelmesi' sürekli olduğu için, doğal zihinsel problemlerin ortadan kalkması da olasılıkla sürekli olacaktır.
Ancak aynı olumlu şeyleri, 'psikyatrik ilaç kaynaklı kalıcı beyin hasarları' için söyleyebilmek oldukça zordur. Beyindeki fiziksel problemlere sebep olabilen bir diğer etken de, ilaçların olası olumsuz ciddi yan etkileridir.. Özellikle de psikiyatrik ilaçların, beyni hasara uğratabilecek özelliklere sahip olması, oldukça ürkütücüdür. Çevresel etkenlerden dolayı oluşan beyin hasarının yol açtığı bir takım doğal zihinsel problemleri, psikiyatrik ilaçlar ile düzeltmeye çalışırsanız, (daha önce de söylediğimiz gibi), ilaç kaynaklı beyin hasarının oluşmasına ve/veya derinleşmesine (kalıcı hale gelmesine) neden olursunuz. Çünkü, zehirli psikiyatrik ilaçlar ile düzeltmeye çalıştığınız şey, zihinsel (ruhsal) problem değil, beynin ta kendisidir.. Psikiyatrik ilaçlar, direkt olarak beyni yani beyin kimyasını hedef alarak çalışır. Söz konusu olan zihinsel problem, ruhla ilgili olan birşeydir. Çevresel etkenlerden dolayı oluşan beyin hasarının, ruhun, duygusal halini değiştirmesi, problemin beyinde olduğunu göstermez.
"İnsan (bedeni), duygusal bir varlık değildir. 'Duygusal varlık' olan sadece 'insan bedenine sahip olan' ruhtur, insan (insanın kendisi) değildir.. Ruhun 'duygusal özelliklerinin', fiziksel boyuta (bedene) yansıması, ruhun duygusal halinin 'insani davranış biçimlerine (hareket etme, konuşma ve düşünme)' yansımasıdır.."
Ruh, duygusal bir varlıktır; 'düşünür ve duygulanır; (güler, kızar, ağlar, üzülür, korkar vs vs)' Etrafındaki çevresel bir takım etkenlerden, oldukça etkilenir ve bu çevresel etkenler, ruhun, bu duygusal halini olumlu veya olumsuz bir şekilde etkiler. Çevresel etkenler, ruhun 'duygusal halini (özelliklerini)' değiştirebilir özelliktedir. Bunun 'beynin bozulması (sağlıksız olması)' ile hiç alakası yoktur.. İnsan bedeni, ruh elbisesini giydiği (yani ruh, bedene büründüğü -'sahip olduğu') için, insanın (insan bedeninin) 'duygusal bir varlık' olduğu yanılgısına düşülmektedir. İnsan (bedeni), duygusal bir varlık değildir. 'Duygusal varlık' olan insan (insanın kendisi) değil, sadece 'insan bedenine sahip olan' ruhtur.. Bu gibi nedenlerden dolayı 'akıl hastalıkları, beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklanmaktadır' teorisi, varsayımdan ve safsatadan başka birşey değildir.. Bu vb nedenlerle 'akıl hastalıkları', bir efsaneden öteye gitmemektedir.
-- Ruhun, insan bedenine zimmetlenmesi (sahip olması), ruhun, 'duygusal halinin değişmesi' nedeniyle, doğal olarak, insanın beyninin 'bozuk ve sağlıksız (hasta) olduğu' yönünde oldukça yanlış ve tehlikeli bir inanışa yol açıyor.
İnsanlar (ve toplumlar), işin gerçeğini yani 'ruh, beden ve beyin arasındaki ilişkiyi' tam olarak bilmedikleri için, (özellikle de lisanslı şarlatan psikopat psikiyatri ve ilaç sektörü tarafından genellikle kirli ve kanlı mali çıkar ilişkileri nedeniyle) yanlış yönlendirildiklerinden dolayı, ruhun, bu 'duygusal halinin değişmesi' durumunu, (ruhun, bedenine bürünmüş) insanın 'beyninde bir sorun' olduğu ve bu nedenle 'akıl hastası' olduğu ve 'beyninin (zehirli) ilaçlarla tedavi edilmesi' gerektiğine dair oldukça yanlış ve tehlikeli bir inanışa sahip olmuşlardır.. Ruhun, insan bedenine zimmetlenmesi (sahip olması), ruhun, 'duygusal halinin değişmesi' nedeniyle, doğal olarak, insanın beyninin 'bozuk ve sağlıksız (hasta) olduğu' yönünde oldukça yanlış ve tehlikeli bir inanışa yol açıyor.
Ruhun, kendi duygusal özelliklerini, bir takım çevresel etkenlerden dolayı, bedene sağlıklı bir şekilde 'insani davranış biçimleri' şeklinde yansıtamaması, 'akıl hastalıkları' olarak tanımlanmasına yol açıyor. Ancak bunlar, yukarıda da dediğimiz gibi, bir takım çevresel etkenlerden dolayı gerçekleşen, son derece doğal olan insani davranış biçimleridir; (ruhun, duygusal halinin değişmesi durumudur.) Bu insani davranış biçimleri aslında sanıldığının aksine farklı davranış biçimlerine sahip değildir. (Sadece insanlar ve toplumlar, 'işin gerçeğini bilmediği için' öyle algılamaktadır. Normal ve sağlıklı olarak görmemektedir. Halbuki bunlar son derece normal ve sağlıklı doğal insani davranış biçimleridir; 'ruhun, duygusal halinin değişmesi' durumudur.)
-- Farklı ve garip görülen insani davranış biçimleri (ruhun, duygusal halinin değişmesi durumu), ilaçsız tedavi yöntemleri (davranış terapileri ve tedavileri) ile düzeltilmesi mümkün olan son derece doğal, önemsiz ve küçük psikolojik sorunlardır..
Ruh, duygusal olarak çevresel etkenlerden 'kötü etkilendiği' için, insan bedenini kullanarak dışarıya (fiziksel boyuta) aktarmak istediği duygusal özelliklerini, sağlıklı bir şekilde 'insani davranış biçimlerine' dönüştürmede (aktarmada) sorunlar yaşar. Dışarıya aktarılmak istenilen ve son derece doğal olan ruhun duygusal özelliklerinin, sağlıksız gözüken 'insani davranış biçimlerine' dönüşmesine yol açıyor. Yani yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu durumun (sağlıksız gözüken insani davranış biçimlerinin) asıl nedeni, bir takım çevresel etkenlerden dolayı, ruhun, duygusal halinin değişmesidir..
Sağlıksız olarak gözüken insani davranış biçimleri (ruhun, duygusal halinin değişmesi durumu), aslında ruhun, son derece doğal olan kendi duygusal özelliklerinin, ifade edilmesinde yaşadığı ve ilaçsız tedavi yöntemleri (bir takım insani yaklaşım davranış terapileri ve tedavileri) ile tedavi edilmesi (düzeltilmesi) mümkün olan son derece doğal, önemsiz olan küçük problemlerdir.. Bu küçük problemleri, insanın (ruhun) kendi doğasında olan son derece doğal olan 'doğal küçük psikolojik sorunlar' olarak da görebiliriz..
-- 'Akıl hastalıkları', bir efsanedir. 'Akıl hastası' olarak gözüken kişilerin beyinlerinde, ilaç kullanmadan önce 'herhangi bir problemin olmadığı' ama ilaç kullanmaya başladıktan sonra, beyinlerinde 'problemler çıkmaya başladığı' tespit edilmiştir..
İlaç öncesinde oluşan her türlü 'doğal psikolojik sorunlar', ruhsaldır yani ruhtan kaynaklanan bir problemdir; beyinle hiç ilgisi, alakası yoktur. Zihinsel problemler olarak gözüken 'doğal psikolojik sorunlar', beyinle ilgili değildir; ruhun kendi doğasındaki 'duygusal halinin değişmesi' ile ilgili bir problemdir. Yani, ilaç öncesinde var olan (oluşan) her türlü doğal psikolojik sorunlar, ruhtan kaynaklanan (ruhun duygusal halinin değişmesi ile ilgili) bir problemdir. Bunun beyinle hiçbir ilgisi, alakası yoktur. Beyin, gayet sağlıklıdır, normaldir.. Sorun, tamamen ruhla ilgilidir yani ruhsal bir sorundur.. - Resim Yazıları; "Doğal ruhsal (psikolojik) sorunlar.. Beyin Görüntüleme Sistemi - Problem yok.. Psikiyatrik ilaçlar ve Kimyasal Lobotomi.. Beyin Görüntüleme Sistemi - Problem var.. Kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalığı" Temsili görseller.. Illustration.. (246)(252)
Daha önce de dediğimiz gibi, insani davranış biçimlerindeki bu doğal küçük problemlerin (önemsiz küçük psikolojik sorunların), beynin bozulması (sağlıklı olmaması) ile hiçbir ilgisi, alakası yoktur. Ayrıca, akıl hastaları arasında yapılan araştırmalar da, 'akıl hastası olarak gözüken kişilerin beyinlerinde, ilaç kullanmadan önce 'herhangi bir problemin olmadığı' ancak ilaç kullanmaya başladıktan sonra, beyinlerinde 'problemler çıkmaya başladığı' tespit edilmiştir. (144) (98) (Konuyla ilgili daha detaylı bilgileri, hem 'Psikiyatri Bir Ölüm Endüstrisidir' serisi, hem de 'Akıl Hastalıkları Bir Efsanedir' serisindeki araştırmaları okuyarak da öğrenebilirsiniz. BURADAN tüm seri ve araştırmalara ulaşabilirsiniz. Daha kolay ve hızlı okuma için alıntılara BURADAN1 ve BURADAN2 ulaşabilirsiniz.. Yukarıdaki görseller, konuyla ilgisi yoktur, temsili olarak verilmiştir.)
Yani 'akıl hastası' olarak gözüken kişilerin beyinleri (ilaç kullanmadan önce) normaldir, sağlıklıdır, beyinlerinde problem yoktur ancak ilaç sonrası beyinlerde problem gelişir ve bu (genellikle uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında) kalıcı hale gelir. Sadece bu durum bile, 'akıl hastalıklarının, bir efsane olduğunu' bize kanıtlar, mahiyettedir. 'Akıl hastalıklarının bir efsane olmasını' sadece bu değil, yukarıda da anlattığımız 'ruh, beden ve beyin arasındaki ilişkiler' ile birlikte, diğer birçok 'akıl hastalıkları, psikiyatrik ilaçlar ve diğer psikiyatrik tedaviler ve beyin görüntüleme sistemleri' ile yapılan bazı çalışmalarda da bu araştırmaya benzer sonuçların ortaya çıkarılması da önemli kanıtlardandır, diyebiliriz.. (Tüm bunları en azından tespit edebildiklerimizi, 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerinde okuyabilirsiniz..)
"İlaç öncesinde oluşan her türlü 'doğal psikolojik sorunlar', ruhsaldır yani ruhtan kaynaklanan bir problemdir; beyinle hiç ilgisi, alakası yoktur.."
* "...Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi' aldatmacası..
-- 'Akıl hastaneleri, hastanelerin psikiyatrik servisleri ve poliklinikler, rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri' vb gibi akıl sağlığı kuruluşlarındaki 'ruhsal hastalıklar' ibaresi, büyük olasılıkla insanları, (zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat etmek ve onlara zarar vermek) için uydurulan tamamen aldatıcı bir yönlendirmedir, diyebiliriz..
İlaç öncesinde oluşan her türlü doğal psikolojik sorunların, ruhsal olması, doğal olarak, insanların (ve toplumların) da, bu 'doğal psikolojik sorunların, beyinde olduğu' yönünde oldukça yanlış ve tehlikeli bir inanışa yol açıyor. Aslına bakarsanız, bu yanlış ve tehlikeli inanışa neden olan şey, insanları (toplumları) yanlış yönlendiren sağlık kuruluşları ve devletlerdir.. Özellikle de, olasılıkla mali çıkar ilişkileri nedeniyle psikiyatri ve ilaç sektörünün, insanların ve toplumların, bu yönde yanlış yönlendirilmesinde çok büyük katkısı bulunduğunu söyleyebiliriz.. Dolayısıyla, 'akıl hastaneleri, hastanelerin psikiyatrik servisleri ve poliklinikler, rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri' vb gibi akıl sağlığı kuruluşlarındaki 'ruhsal hastalıklar' ibaresi, büyük olasılıkla insanları, 'zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat etmek ve onlara zarar vermek' için uydurulan tamamen aldatıcı bir yönlendirmedir, diyebiliriz..
** Zihinsel problemler, (ruhun, insan bedenine yansıtmış olduğu /yansıtmaya çalıştığı) 'insani davranış biçimlerinden' başka birşey değildir..
Yukarıda da uzun uzadıya izah ettiğimiz gibi, aslında bu bozukluklar, (özellikle de garip davranışlar sergileme, öğrenmede zorluk vb durumlar), ruhun öğrenmiş olduğu duygu ve düşünceleri (aklı), fiziksel boyuttaki bedene yansıtmaya (sergilemeye) çalışmasıdır. Ki bunlar, (ruhun özelliklerinin, insan bedenine yansıdığı) 'insani davranış biçimlerinden' başka birşey de değildir.. Ruh, kendisinde olan duygu ve düşünceleri, fiziksel boyuttaki insan bedenine yansıtırak, bunu 'insani davranış biçimlerine' dönüştürür. İnsani davranış biçimlerine dönüşen duygu ve düşünceler (akıl), ruhun, insan bedeninde (fiziksel boyutta) sağlıklı bir yaşam sürdürmesine ve diğer çevreyle irtibatına olanak tanır.
Beynin sağlıklı olmaması (beyinde problemlerin olması, her zaman olmasa da), sergilenmeye çalışılan insani davranış biçimlerinde (garip davranışlar sergileme denilen türde) bazı bozulmalara sebep olabilen bir etken olabiliyor. Bu durumda, yanlış olarak 'zihinsel bir problemmiş' gibi algınalanabiliyor ve "akılla ilgili bir problemin olduğu' varsayımına ve teorilere yol açıyor.. Şöyle ki..
** Beyindeki problemlere, çevresel etkenlerde neden olabilmektedir. Bu da, 'akıl hastalığı' olarak yanlış tanımlanmasına ve 'zararlı tedaviler' verilmesine neden olabilmektedir..
Zihinsel problemler olarak görülen 'akıl hastalıklarının' (bazıları istisna) neredeyse tamamı, 'beynin, bir takım çevresel etkenlerden dolayı etkilenmesinden' kaynaklanıyor gibi görülüyor. Beyindeki problemlerin neredeyse hepsi, bir takım çevresel etkenler (çevre kaynaklı etkiler) de, beyinde bir takım problemlere yol açabilir. Çevresel etkenlerin fiziksel olanı (beynin dışarıdan darbe alması gibi), bir takım nörolojik (fiziksel) problemlere (genellikle beynin 'bir kısmının ve/veya tamamının' hasar görmesi ile ilgili sorunlara) yol açabilirken; fiziksel olmayanı (çevre kaynaklı tepkiler; bir takım şok edici olaylarla karşılaşma) nedeniyle de, beynin adeta şok olması ile 'doğru düzgün işleyememesi' vb gibi 'zihinsel problemlere' neden olabilmektedir, diyebiliriz. Bu durum, zihinsel problemlerin (akıl hastalıklarının), beynin, fiziksel hasar görmesinden (yani beyindeki kimyasal dengesizlikten) değil, sadece çevresel etkenlerin, beyinde, (adeta şok etkisi yaratmasından kaynaklanan) bir 'zihinsel problem' olduğunu bize göstermektedir..
-- Beyin, sadece ruhun bu özelliklerini, 'fiziksel boyuttaki (örneğin dünyadaki) bir bedene yansımasını' sağlayabilen bir araçtır.
Beyin, bu özellikleri (yani düşünce ve duyguları) 'oluşturma, saklama ve yönlendirme (değiştirme, kontrol etme vb)' özelliğine sahip değildir; bu özelliklere sahip olan ruhtur, beyin ise, bu özellikleri fiziksel boyuttaki bedene yansıtma aracıdır.. Şöyle ki, düşünce ve duygulardan oluşan zihinsel (düşünmek, duygulanmak; bunları oluşturmak, öğrenmek, değiştirmek, saklamak vb) gibi tüm duygusal özelliklere sahip olan tek şey RUHUN KENDİSİDİR. Bu duygusal özelliklerin, fiziksel (düşünce ve duyguların fiziksel olarak ifade edilmesi; konuşmak, hareket etmek vb) özelliklere çevrilmesi olayı da, ruhun, fiziksel boyuttaki insan bedenine yansıtılması ile ilgilidir.. Beyin ise, bu özelliklerin hiçbirine özellikle de "duygusal özelliklere" sahip değildir. Çünkü, beynin görevi, ruhun bu duygusal özelliklerini, (sahip olduğu fiziksel boyuttaki) bedene yansıtmakla ilgilidir.
Ruhun kendi duygusal özelliklerini (duygu ve düşüncelerini), fiziksel boyuttaki insan bedenine yansıttığı /yansıtmaya çalıştığı bu, insani davranış biçimleri, tamamen ruhla ilgili (ruhsal) olan birşeydir.. Beyinle hiçbir ilgisi yoktur. Çevresel etkenlerden dolayı oluşan zihinsel bozukluklar (akıl hastalıkları), (daha öncede dediğimiz gibi, aslında ruhun, kendi duygusal özelliklerini, fiziksel boyuttaki insan bedenine yansıtmaya çalıştığı) 'insani davranış biçimleri'ne tezahürüdür (dönüşümüdür). Yani, ruh, fiziksel boyuttaki insan bedenine, kendi duygusal özelliklerini (duygu ve düşüncelerini) yansıtarak, bu duygusal özelliklerin, fiziksel boyutta (insan bedeninde) birer 'insani davranış biçimlerine' dönüştürülmesini sağlar.. Bunu da, insan bedenindeki 'beyni' kullanarak yapar. Beyin, ruhun duygusal özelliklerinin, insan bedenine yansımasını (insani davranış biçimlerine dönüştürülmesini) sağlayan, (insan bedenini kontrol eden, yönlendiren) bir çeşit kontrol merkezidir. Bir 'bilgisayar çipi' gibi. (Daha detayı için yukarıyı tekrar okuyunuz..)
Ruhun, kendi duygusal özelliklerinin insan bedeninde "insani davranış biçimleri" şeklinde tezahür göstermesi, insani davranış biçimlerinin, yanlışlıkla ve kasıtlı olarak zihinsel problemler (akıl hastalıkları) olarak tanımlanarak, boşu boşuna insanların beyinlerine oldukça zehirli psikyatrik ilaçlar ve elektroşok gibi zararlı tedaviler verilmesine neden olmuştur.
Ve bu tedavilerin hiçbiri de, bu bahsedilen varsayımsal 'zihinsel problemleri' düzeltemediği gibi, beyne ve vücuda da oldukça tehlikeli zararlar verir. Sadece birer teori olarak ortaya atılan bu varsayımsal zihinsel problemlerin, bu tehlikeli ve ölümcül tedavilerle düzeltilememesinin tek nedeni de, bu zihinsel problemlerin (yani duygu ve düşüncelerin (aklın) sahibinin) 'ruh' olmasından dolayıdır.. Yani, zihinsel problemler olarak görülen insani davranış biçimlerinin sahibi sadece ruhtur. Beyin, bu insani davranış biçimlerine sahip değildir.
-- Beyin olmasa da ruh, 'öğrenmeye' devam eder..
Beynin sağlıklı olmaması, beynin 'düşünce ve duygulara sahip olduğu' anlamına gelmez; (gelmediği gibi beynin, sağlıklı olmaması nedeninden dolayı) ve ruhun, hiçbir zaman bu özelliklere sahip olmamasına da sebep olmaz. Beynin sağlıklı olmaması, sadece bedenin fiziksel olarak olumsuz etkilenmesine neden olabilir ancak zihinsel olarak herhangi bir olumsuz etkilenme söz konusu değildir.. Yani beyin, sağlıklı olmasa da, (hatta beden, ölse bile) RUH, (zihinsel olarak) 'öğrenmeye' devam eder (öldükten sonra geri gelenlerin, ruhsal olarak etraflarındaki olup-bitenleri anlattıkları gibi) ve sadece (fiziksel olarak) 'uygulamada' problemler yaşar /yaşayabilir.
-- Beyindeki fiziksel problemlerin, akıl hastalıklarıyla hiçbir ilgisi yoktur.. Doğal ruhsal sorunlarla ilgisi olabilir.
Beyinde fiziksel problemlerin olması, 'akıl hastalıkları' ile yakından hiçbir bir ilgisi ve bağlantısı yoktur. Yani, beyindeki herhangi bir problem, 'kişiler de akıl hastalıklarına' sebep olmaz.. Normalde zihinsel olarak hiçbir problem yoktur, problem sadece fiziksel sorunlara yol açmaktadır. Bu fiziksel sorunlar da, 'insanların, garip davranışlar sergilemesine' neden olmakta ancak bu durum, bu insanların 'akıl hastası olduğu' anlamına gelmemektedir.
Beyindeki fiziksel sorunlar, sadece ruhun, duygusal olarak olumlu /olumsuz etkilenmesine neden olabilir. Yani ruhun, duygusal hallerinde değişimlere neden olabilir. Bu değişimler, bilinenin aksine "akıl hastalıkları" ile ilgili değil, doğal ruhsal (psikolojik) sorunlar ile ilgili olan bir şeydir. Beyindeki fiziksel problemler, ruhun duygusal hallerinde bir takım değişikliklere (doğal ruhsal sorunlara) neden olabilir.. Bu değişimler, ruhun, duygusal halinin ne kadar kuvvetli olmasına bağlı olan bir şeydir. Ruh, duygusal olarak kuvvetli bir yapıya sahipse, beyindeki fiziksel problemlerden, duygusal olarak etkilenmeyebilir. Bu da bize, fiziksel problemlerin sadece duygusal olarak kuvvetli bir yapıya sahip olmayan ruhların, duygusal hallerinde bir takım değişikliklere sebep olabildiğini gösterir.
Tekrar edelim ki..
* İnsan'da (insan bedenin de), beyin vardır ama beyin'de akıl yoktur..
-- Düşünce ve duygular (akıl), beyinde değil, ruhtadır.. Dolayısıyla 'akıl hastalıkları' da beyinle ilgili değil, ruhla ilgilidir..
İnsan'da (insan bedenin de), beyin vardır ama beyin'de akıl yoktur.. Ruh'taki akıla (ruhun duygusal özelliklerine) ait işaretçi sinyaller (komutlar), beyin sinirleri aracılığıyla beyne iletilir. Beyin, bu komutları işler ve beyin ve beden sinirleri aracılığıyla, bedene gönderir. Beden de, bu komutları işler ve beden sinirleri aracılığıyla, komutların türüne (ne tür bir komut olduğuna) göre bedeni, harekete geçirir. Bu şekilde, ruhun duygusal özellikleri, beyin aracılığı ile bedene yansıtılmış olur; (ruhun duygusal hallerinin, 'konuşma, hareket, yüz ve beden ifadeleri vb. gibi' insan davranış biçimlerine dönüştürülerek, dışarıya (insan bedenine) aktarılması işlemi..) Temsili görseller.. Illustration.. (263)(246)
Nörologlar (Nöroloji) ve Psikiyatristler (Psikiyatri), 'akıl ve akıl hastalıklarının, beyinde olduğu' varsayımını devam ededursunlar, insanlık, halen bile 'akıl" denen kavramın, 'beyinde olup olmadığını' aramaya, sorgulamaya ve öğrenmeye çalışmaktadır. Tüm bu arama, sorgulama ve öğrenmelerin sonucu ise ya bir HİÇ olarak karşımıza çıkmakta yada varsayımdan öteye gidememektedir. 'Akıl' denen kavramın, beyinde (gerçek anlamda) bulunamamasının tek nedeni vardır; (o da, aklın, beyinde değil, ruhta (ruhsal) olmasından dolayıdır..) Bu, ruh ile bedenin birleşik yaratılmasından kaynaklanan bir şeydir. Ruh ile beden bir bütün olarak yaratıldığı ama insanlık, bunu olasılıkla unuttuğu için... Olasılıkla nörologların /beyin cerrahlarının /psikiyatristlerin... Yapmış oldukları bir takım test ve deneyler ile tamamen gözlemlerine dayalı olarak elde etmiş oldukları varsayımlar nedeniyle... 'Aklın, beyinde olabileceği' yanılsamasına kapılmıştır. Halbuki, akıl, ruhsal (ruhta) olan bir şeydir ve bunun, böyle olabileceğini gösteren, pek çok kanıt da mevcuttur..
Düşünce ve duygular (akıl), (beden ne sağken ne de öldükten sonra) hiçbir şekilde beyinde yer almaz, yani beyinde değildirler.. Beden sağken, 'duygu ve düşüncelerin (aklın) beyinde olduğu' teorisi de, yukarıda anlattığımız nedenlerden ve daha birçok gerçeklerden dolayı da, bir varsayımdan öteye gitmemektedir.. Bunlar, sırf insanları 'oldukça zehirli ilaçlara ve zararlı tedavilere musallat etmek' için uydurulmuş teorilerdir, varsayımlardır..
Kısaca özetlersek.. Beynin 'sağlıklı olmaması' ve bu nedenden dolayı 'çeşitli fiziksel (nörolojik) hareket bozuklukların' oluşması, beynin, 'duygu ve düşüncelere sahip olduğu' anlamına gelmemektedir.. Duygu ve düşüncelerin sahibi, ruhun kendisidir.. Ruh, fiziksel boyuttaki cansız bedene 'yaşam (can) veren' bir varlıktır. Ve bu durum, 'duygu ve düşüncelerin (akıl hastalıklarının), beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı' varsayımını da (teoriyide) desteklemez, aksine çürütür..
Ruh'un 'düşünebilen' bir varlık olması, onun, 'duygularının' da olduğunu gösterir. Bu durum, kainatta "düşünebilen" her bir ruhsal varlığın da, 'duygusal' bir tarafının da olduğuna /olabileceğine dair bize bir fikir verir. 'Düşünceler, duyguları; duygular da düşünceleri' yansıttığına göre, 'duygu ve düşünceleri' birbirleriyle eş anlamda da kullanabiliriz; 'duygular (düşünceler)' gibi..
Ruh hali, seçim ve hafıza, beyinde değil, 'ruh'tadır. Ruh, 'vücudu kontrol ettiği için, akıl hastalarının, 'bir ruhsal sorun yaşamasının' nedeni, buradan kaynaklanır.. Tüm akıl hastalıkları, insanın 'beyninde' değil, 'ruh'unda' varolan bir sorundur.. Akla gelebilecek her türlü akıl hastalıkları, tamamen ruhsal bir sorundur.. Kimyasal lobotomi (psikiyatrik ilaç saldırıları) nedeniyle, beynin kimyasal yapısının bozulması (yani beyinde kimyasal dengesizlik oluşması) ve bununla bağlantılı oluşan 'kalıcı akıl hastalıkları' da öyledir. Kimyasal lobotomi nedeniyle oluşan kalıcı akıl hastalıkları da, tamamen ruhla ilgilidir.
Ancak diğer tüm akıl hastalıklarının düzeltilebilme umudu varken, kimyasal lobotomi sonucu oluşan kalıcı akıl hastalıklarının düzeltilme umudu pek yoktur. Akıl hastalıklarına yol açan çevresel etkenlerden fiziksel olan fiziksel problemler düzelttiğinde, sorunlar kendiliğinden zamanla çözülebilirken; kimyasal lobotomi sonucu kalıcı hasar gören beynin kimyasal yapısının, tekrar eski haline dönmesini sağlayabilecek (kurtarılabilecek) kadar (hasarın) çok kötü olmasından dolayı çözülebilmesi oldukça zordur.
'Akıl hastalığı' diye tabir ettiğimiz şey, aslında bazı çevresel etkenlerden dolayı insanın 'kendi ruhundan' kaynaklanan ve tamamen doğal olan küçük-büyük akla gelebilecek her türlü doğal psikolojik sorunlardır.. Psikolojik sorunlar (yani akıl hastalıkları) dediğimiz şey de, aslında, 'konuşmak, durmak, düşünmek, yürümek' vb gibi tamamen doğal olan bir takım insani davranış biçimlerinin, çevre kaynaklı (çevreden gelen) bazı bir takım 'ani etkilere' karşı, kısa ve/veya uzun süreli 'ani tepkiler' vermesi ile olumlu ve/veya olumsuz (genelde olumsuz) yönde değişmesidir.. Yani, ruhun duygusal halinin değişmesidir.. Ruhun kendi duygusal özelliklerini, fiziksel boyuta (insan bedenine) aktarırken ('konuşma, hareket etme ve düşünme' vb gibi insani davranış biçimlerine dönüştürürken) yaşadığı, duygusal halindeki değişimlerdir..
İnsandaki, 'insani davranış biçimleri', insanın 'kendi ruhundan' kaynaklanır. Ruh, insani davranış biçimlerini yönetir, yönlendirir. İnsan ruhu, dışarıdan (çevreden) gelebilecek, olumlu ve olumsuz 'her türlü etkiye' karşı, 'oldukça hassas bir yapıya' sahiptir. Bu 'hassas yapı' nedeniyle, çevreden gelen herhangi bir ufak etkiye dahi, ruhtaki 'insani davranış biçimleri', 'değişim' göstererek (olumlu /olumsuz konuşmak, düşünmek, kızmak, sinirlenmek, korkmak vb gibi) karşılık verir. İnsandaki (insan ruhundaki) bu, tamamen doğal olan insani davranış biçimlerinin, 'ani şekilde 'değişim' göstermesi' de, tamamen doğal bir davranış biçimi ve seçimidir.. İnsani davranış biçimlerinin, kendisinin (normal olarak gözükmesi) ve değişim göstermesinin (normal olarak gözükmemesi), günümüzde bilinen akıl hastalığı ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu insani davranış biçimlerinin (kendisinin ve değişim göstermesinin), akıl hastalığı (yani psikolojik sorun) olarak gözükmesi, evrimci ataistlerin uydurdukları bir efsanedir. İnsani davranış biçimleri, insanın 'kendi iradesi' ile seçtiği kendi seçimleridir. İnsandaki, 'insani davranış biçimleri', insan ruhunda olan "düşüncelere' göre değişim gösterir. İnsani davranış biçimlerini 'değiştiren' şey, ruhtaki düşüncelerdir.. Kural şöyledir; 'Düşünceler değişirse, insani davranış biçimleri de değişir..' Düşüncelerin değişim göstermesi de, (daha önce de dediğimiz gibi) çevreden gelen bir takım ani tepkilerin oluşması ile gerçekleşir. Çevresel tepkiler, ilk önce 'düşünceleri' değiştir, düşünceler de 'insani davranış biçimlerini..'
-- 'Düşünceler', insan ruhunda yer alır. Düşüncelerin merkezi, insan ruhudur. (Beyin değildir.) Ruh, düşünen bir varlıktır. Düşünceleri oluşturur, değiştirir ve (onu) kontrol eder..
Beynin hiçbir yerinde 'düşünceler' yer almaz. Ruh'ta öyledir; ruh, beyinde değildir. Beyin, ruhun (kendine ait olan) düşüncelerini, insan bedenine yansıtılmasını (yani konuşma, yürüme, düşünme, hareketler yapma vb gibi sözel ve fiziksel davranışlara dönüştürülmesini) sağlayan bir kontrol merkezidir. Bu kontrol merkezinin patronu (yani kontrol merkezini yöneten, yönlendiren ve kontrol eden) ise yine ruhun kendisidir, beyin değildir.. Bu nedenden dolayı, (akıl hastalıklarının beyinde olduğu varsayımıyla) kullanılan her türlü ilaç, özellikle de psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına (düşüncelere) etki etmemekte, işe yaramamaktadır..
'İşe yaradığı' düşünülen bazı etkilerin nedeni ise, 'insan davranışlarını' kontrol eden beynin, tamamen doğal olan kimyasal yapısının, dışarıdan gelen yabancı yapay kimyasal maddeler (psikiyatrik ilaçların oldukça zehirli olan kimyasal etken maddeleri) tarafından adeta saldırıya uğraması (kimyasal lobotomi nedeni) ile beyni uyuşturmasından, sersemletmesinden kaynaklanmasıdır.. Bu durum (psikiyatrik ilaç kullanımı) devam ettikçe, beynin, bu doğal kimyasal yapısı zamanla bozulmaya başlar ve en sonunda da (aylarca ve/veya yıllarca kullanım sonrasında) beyin, (bir daha kurtarılamayacak, eski haline döndürülemeyecek) şekilde iflas eder, yani 'beyin, hasara' uğrar; (psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi sonucu oluşan beyin hasarı..)
Daha önce de belirttiğimiz gibi.. Beyin, sanıldığının aksine (dışarıdan müdahalelerle etki edilebilecek) 'düşüncelerin merkezi' değildir ve bu düşüncelerin 'kontrol merkezi' de değildir.. Düşünceler, ruhta (ruhsal) olan bir şeydir.. Beyin, sadece (insan bedeninin sözel ve fiziksel davranışlarını kontrol etmeye) yarayan bir araçtır. Beynin, düşüncelerle (yani akılla, akıl hastalıkları ile) hiçbir ilişkisi yoktur.. Beyin, bunu (yani sözel ve fiziksel insani davranış biçimlerini kontrol etmeyi) tek başına yapmaz. Bunu yapan, (yani beyni çalıştıran ve kontrol eden, beynin kendisi değil), insan bedenindeki ruhun kendisidir.. Ruh, kendisine ait düşünceleri, maddi forma çevirebilmek (insan bedeninin sözel ve fiziksel davranışlarına dönüştürebilmek) için, beyni, bir araç olarak kullanır. Beyin, ruhtaki (ruhsal) düşünceleri, insan bedenindeki insani davranış biçimlerini, 'fiziksel bir forma' çevirme görevi görür..
-- İstisnasız tüm canlılarda 'tüm düşünceler ve düşüncelere ait (psikolojik) sorunlar', RUH ile ilgilidir. Beyinle ilgili değildir.. Bedende oluşan hasar nedeniyle ortaya çıkan 'acı hissini' insan (bedeni) değil, ruh hisseder..
Tüm canlılarda beyin, "düşünceleri ve davranışları (hareketleri)" kontrol eder, ama bunları (özellikle de düşünceleri) oluşturmaz ve seyrini değiştirmez. Çünkü, düşünceler, beyinle ilgili değil, ruhla ilgilidir. Yani, düşünceler, beyinde yer almaz, ruhta yer alır. Bir nevi düşünceler, ruhun 'aynası ve gıdası' gibidir.. Bu nedenle düşünceleri (ve zihinsel 'psikolojik' sorunları), beyinde aramak ve çözmeye çalışmak, mantıklı olmadığı gibi ahmaklıktır da..Ve bir o kadar da (özellikle de hastalar için), son derece tehlikeli ve ölümcül bir yaklaşımdır..
Ruh, tüm canlıların vücutlarına "hayat" veren "yaşam kaynağı"dır. Bir "enerji"dir.. Bir ampülü aydınlatan "elektrik" gibi.. Yaşam enerjisi olan ruh olmadan, canlıların vücudu işe yaramaz, hareket edemez.. Ruh yoksa vücut, sadece hareketsiz bir et parçasıdır.. Toprağa gömülen ölüler gibi..Vücudun asıl görevi, ruh'un vücutta 'daha uzun süre kalmasını' sağlamaya çalışmaktır. Peki, bunu nasıl yapmaktadır?
Vücut içerisinde çok sayıda et ve kemikten oluşan parça ve organlar (kalp, beyin, böbrek, karaciğer, kemik vs gibi) bulunur. Bunların haricinde bu parça ve organların işe yarayabilmesi (çalışabilmesi, sağlıklı kalabilmesi) için de sayısını tahmin bile edemediğimiz milyon /milyar /trilyonlarca (dna, kan, hormon vb gibi) moleküller bulunur.. İşte tüm bunların çalışabilmesi için de bir enerjiye ihtiyaç vardır. Bu görevi de, vücuda yerleştirilen ruh'un enerjisi üstlenir..
Vücutta bulunan parça, organ ve diğer tüm moleküllerin, birer görevleri vardır. Görevleri, bulundukları parça ve organların 'sağlıklı kalmasını' sağlamaktır. Bunun için de, her birinin kendilerine has, bir/birden fazla özel görevleri bulunur. Mide, yiyecek ve içecek gibi gıdaları sindirir; karaciğer, bu sindirilen gıdalardaki zehirli toksinleri temizler; akciğerler, havadan temiz oksijen alınmasını sağlar vs vs.. Bunların hepsi, 'vücudun sağlıklı kalması' içindir.. Vücudun sağlıklı kalmasını sağlayarak, ruhun vücutta 'daha uzun süre kalmasını' sağlarlar. Ruh'a bu açıdan yardımcı olurlar.
Eğer vücudun (parça ve) organlarında yolunda gitmeyen birşeyler varsa.. Örneğin organlardan biri /birden fazlası hasar görürse, bu, ruha birşey yapmaz.. Ancak ruh, et ve kemikle bütünleştiği için, hasar gören organlardaki ağrı, sızı gibi hissedilebilir özellikleri hisseder ve bu nedenle 'canının yandığını' düşünür ve oldukça bitkin, halsiz düşer.. Bu hasar gören organ /organların tedavi edilmesi durumunda, ruhta kendine
gelir.. Hasar gören organ /organlar tedavi edilmez /tedavi edilemezse,
vücudun diğer organları da bundan yavaş yavaş etkilenmeye başlayabilir.
-----------
-- Ruh, bedenin neresindedir mevzusu.. Ruh, beyinde mi kalpte mi bedenin başka bir yerinde mi yoksa hiçbir yerde mi?
Ruh'un 'insan bedenin de nerede olduğu' tartışmalı olsa da, genellikle ruh'un "kalp"de olduğu ve düşünceleri (daha doğrusu ruhu) yönlendirenin de, 'kalp' olduğu rivayet edilir. Bunun nedeni de, birçok dini metinlerde "beden ve ruh" ilişkisinde "kalp"e karşı çok atıflarda bulunulmasıdır.. Özellikle de İslam dinin de, kalp,"ruh ve beden" ilişkisinde çok ilişkilendirilen bir öğe olmuştur..
"'Ben, kainata, yere göğe sığmadım, fakat müminin kalbine sığdım', hadisi kutsisi mevzu mudur?" (160)
Hadisi Kutsi'de Yüce Allah, "Ben yere göğe sığmam, mümin kulumun kalbine sırağım (Ben; kainata, yere göğe sığmadım fakat mümin kulumun kalbine sığdım.)" der. Bu sözün, 'insan ruhunun "kalp"de bulunduğunun' işareti olarak görülür. Çünkü, insan ruhunun 'Yüce Allah'ın üflemesi ile oluştuğu' ve bu nedenle insana ait olan RUH'un 'Yüce Allah'ın kendi ruhundan bir parça olduğu" rivayet edilir. Eğer Hadisi Kutsi'de Yüce Allah, "Ben yere göğe sığmadım, ama bir mümin kulumun kalbine sığdım." diyorsa, bu, insan ruhunun da 'kalp'de yer aldığı' ve orayı bir nevi 'operasyonlarını' yürütmek için bir 'hareket merkezi olarak kullandığı' anlamını da içeriyor olabilir demektir. Tabi bazı İslam alimleri, insan ruhunun "kalp'de yer aldığını" rivayet ederken, bazı İslam alimlerinin ise ruhun, 'insan vücudunda hiçbir yerde olmadığını, hiçbir yere ait olmayan beşeri ruh olduğunu' rivayet eder.
"Düşünen Ruh mu, Beyin mi Yoksa Kalp midir? (...) "Öte yandan ruhun -önceden değil- “anne karnında bedenle birlikte yaratılması” ve ölüm anında görevli meleklerce çıkartılıp alınması “ruhun gaybî boyutunu” yeterince kanıtlar mahiyettedir. Dolayısıyla ruhun metafizik boyutunu görmezlikten gelerek bedenle irtibatı sebebiyle “sadece beden üzerinden tahliller yapmak, ruhu inceleme dışı bırakmak” hem doğru hem de ilmî değildir. Bu konuda ısrar edildikçe insanı tanımak mümkün olmayacaktır. Bu itibarla Pozitivizmi/Materyalizmi bir inanç sistemi olarak gören, “bilim” diyerek “manevî unsurları” devre dışı bırakan ve “bilim”in gücünün arkasına saklanarak insanları susturmaya/ kandırmaya/yanıltmaya çalışan yaklaşımlar (“bilimcilik dinini” dayatanlar) hiçbir zaman insanların manevî/psikolojik sorunlarını tam anlamıyla çözememiştir/tedavi edememiştir ve bundan sonra da tedavi etmesi kesinlikle mümkün olamayacaktır." (...) "Sonuç olarak, insanoğlu ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır; tüm bedeni kontrol eden merkez “beyin” değil beyindeki “beşerî ruh”tur. Yani; “beşerî ruh”, çalışma mekânı olarak “beyni” kullanmakta ve bir orkestra şefi gibi bütün vücudu buradan yönetmektedir. Dolayısıyla özgür iradesiyle düşünen, akıl eden, sorgulayan, eleştiren, analiz yapan, hayal kuran, üretim yapan, ürettiği aletlere ve tabiattaki varlıklara isimler veren organ “beyin” veya “kalp” değil insanın canlı olmasını sağlayan, bedene hayat veren, Yüce Allah’ın üflediği ilahi nefha olan “beşerî ruh”tan başkası değildir." (161)
'Ruh'un 'kalp'te veya (insan vücudunda başka bir yerde) olup-olmadığı tam olarak belli değil; bu belirsizlik, düşüncelerin de (yani aklın da), 'ruhta' ve/veya 'kalp'te' olup-olmadığı konusunda da bize bir fikir vermemektedir. Ancak şu sonuçtan kesin olarak emin olabiliriz ki, akıl hastalıkları (yani akıl, düşünceler), hiçbir şekilde 'beyin'de değildir.'. Bu gerçek, (yani 'akıl hastalıklarının (düşüncelerin, aklın) beyinde olduğu' varsayımı), hiçbir şekilde MR, Ultrason vb gibi tıbbi röntgen cihazları ile bile 'tespit edilememesi' ile ortaya çıkmış bir gerçektir. Buna rağmen günümüz sözde modern bilimin savunucuları (sözde bilim adamları ve onların şakşakçıları) ise, insan ruhunun 'BEYİN'de yer aldığını' ve hatta bazıları ise, "RUH" denen varlığa inanmadıkları için 'insan ruhunun olmadığını' iddia ederler..
-----------
Daha önce de dediğimiz gibi.. Akıl hastalığı (zihinsel psikolojik sorunlar), beyinle ilgili değil, tamamen ruh'la ilgilidir.. Yani ruhsaldır. Bu nedenle hiçbir ilaç hele de psikiyatrik ilaçlar, tamamen ruhani (manevi) olan akıl hastalıklarını (zihinsel psikolojik sorunları) tedavi edemez ve düzeltemezler.. Zaten tedavi edemiyor ve düzeltemiyorlar da.. Tam tersine akıl hastalıklarının daha da kötüleşmesine ve hatta yeni akıl hastalıklarına ait semptomlara da sebep olabiliyorlar.. Akıl hastalıkları, beyin de değildir, beynin herhangi bir yerinde yer almaz.. Tamamen RUH'la (ruhani -manevi) ilgilidir...
Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarına (psikolojik sorunlara) etki etmemesinin temel nedeni, akıl hastalıklarının, 'beyinde değil, insan ruhunda' olmasından dolayıdır. Psikiyatri ve (psikiyatrik) ilaç sektörü, 'akıl hastalıklarını' yanlış ve kasıtlı bir şekilde "beyinde olduğunu" iddia ederek, on yıllar boyunca dünya genelinde tahmini yüz milyonlarca (ölenleri de sayarsak, milyarlarca) insana (insanların hem beyinlerine hem de vücutlarına), ciddi bir şekilde iyatrojenik zarar vermiştir.. Ve halen de vermeye devam etmektedir..
***
B) ŞARLATAN VE PSİKOPAT PSİKİYATRİ VE İLAÇ SEKTÖRLERİNİN ANLATILMAYAN DİĞER KARANLIK YÜZLERİ....
-- Psikiyatrik ilaç kaynaklı akıl hastalığı, doğal kaynaklı (doğal yollardan oluşan) akıl hastalığından çok daha tehlikeli, kalıcı ve hatta öldürücüdür..
Bunun 'ne demek' olduğunu açıklamadan önce, "akıl hastalığı"nın gerçekte ne olduğuna kısaca bir bakalım.. Aslında gerçekte "akıl hastalığı diye bir hastalık, rahatsızlık' yoktur. Çünkü, 'akıl' denen kavram, fiziksel değil, tamamen ruhsaldır, yani ruh ile ilgili olan birşeydir. 'Akıl'a, bir 'hastalık /rahatsızlık' tabiri kullanılacaksa eğer, bu, ancak 'manevi bir hastalık /rahatsızlık' olarak ele alınabilir. Yani, 'aklın hastalığı, manevidir', fiziksel (beyinle ilgili) değildir.. İnsan (yani canlı) açısından 'manevilik' demek, insana zimmetlenen (o insanın) ruh'u ile ilgili demektir. Yani canlı açısından 'maneviyatlık, ruh'u temsil eden' bir özelliktir. Ayrıca, 'maneviyatlık, "yaratıcı" kavramını'da üzerinde içerir. Bunun nedeni de, 'ruh'un sahibinin, yaratıcı'ya ait olmasıdır.' Ruh'un sahibi, 'yaratıcı' olduğu için, maneviyat açısından, 'ruh'un hasta /rahatsız olması', bu açıdan bakılarak ele alınır.
'Yaratıcı'nın kim olduğu' kavramı, (dünya da insanlar arasında) muallak olmakla beraber, kavram, her dinde, her toplumda ayrıdır. Hristiyanlar, Yahudiler ve Budistler yaratıcıyı genellikle "insanlardan biri" olarak görürken, müslümanlar "hiç birşeye benzemeyen kudretli bir varlık" yani kutsal kitapta (Kur'an-ı Kerim'de) geçen ismi itibari ile 'Allah (cc)' olarak görürler.. Ataist topluluklar ise "yaratıcı" kavramına pek inanmadıkları için, "her şeyi yaratanın olmadığını ve/veya doğa'nın (doğa kanunu gereği) herşeyi yarattığı" vb gibi görüşleri benimserler. (Günümüzdeki psikiyatrinin (ve/veya psikiyatristlerin), atasit toplumdaki "yaratıcı" kavramına ait görüşleri benimsedikleri görülüyor.. Nedenlerini aşağıda irdeledik, okuyabilirsiniz..) Ataist düşünceler dışında, maneviyat (manevi dinler) açısından, 'yaratıcı' kavramı muallak olsa da, ruh'un sahibinin "yaratıcı" olduğu konusunda hemfikirler.. "Ruh'un hasta /rahatsız olması" konusunda da, aynı benzer görüşlere sahipler.
-- Doğal kaynaklı (doğal yollardan oluşan) akıl hastalıklarının (akla gelebilecek her türlü küçük ve büyük psikolojik sorunların) oluşması..
Genel prensip; "Yaratıcıdan uzak kalan ruh, (maneviyatlık açısından) hasta /rahatsız olur. Yani, bu uzak kalma, ruh'a, olumsuz tesirler (bugün küçük ve büyük akla gelebilecek her türlü psikolojik sorunlar 'yani akıl hastalığı') olarak yansır. Bu da, manevi açıdan "ruh'un hasta /rahatsız olması" anlamına gelir. Ki bu da, günümüz de "akıl hastalıkları" olarak lanse edilen ama aslında, insan da, doğal kaynaklı (yani doğal yollardan) oluşan (akla gelebilecek küçük ve büyük) her türlü psikolojik sorunlardır. Günümüzdeki mevcut dinler, insanlardaki (akla gelebilecek bu, küçük ve büyük) her türlü psikolojik sorunları (yani akıl hastalıklarını), bu açıdan bakarak ele alırlar.."
-- Psikiyatristler, 'gerçek akıl hastaları' mı yoksa birer 'lisanslı şarlatan ve psikopatlar' mıdır?
'Psikopat' denince, insanın aklına, tıpkı bu resimdeki jokerimsi biçimde gülerek sırıtan doktor kız gibi, tasvirler gelir. Bu tür görüntü veren psikopatlar, kendilerini kolayca ele verirler. Bir de kendilerini ele vermeyen psikopatlar vardır. Kendilerini bukelemun gibi oldukça iyi kamufle ederler. Genellikle son derece sakindirler. Uzaktan bakınca, (karşılarındakini ikna etmek için öyle bilimsel! ve mantıklı! konuşurlar ki), konuşma ve davranışlarından, onları, sanki normal biriymiş gibi, okumuş, görmüş, tahsilli biriymiş gibi görürsünüz. 'Kim bunlar?' deyince akla, hiç tahmin edemeyeceğiniz, ummadığınız kişiler hemen gelmiyor. Ama gelmeli, çünkü bu konuda sanmıyorsam bir araştırma vardı; "Genel nüfusun yaklaşık %1'i ve üst düzey klinik (yani kurumsal) personelin %4'ünün psikopat olduğuna' (275) dair bir bilgi bu.. Bu bilgi 'doktorları, psikiyatristleri, psikologları, avukatları ve diğer üst düzey meslek grublarını'da kapsıyor gibi görülüyor.. Özellikle de politikacıları.. Temsili görseller.. (273)
Kurumsal ortamlarda görev yapanların 'psikopat olma' olasılıklarına bakınca.. Psikopat ruhuna sahip doktorlar (özellikle de psikiyatristler, psikologlar ve cerrahlar) hakkında bayağı bir tartışma da vardı. Tartışmalar da, insanlar, 'psikopat olma' olasılığı olan 'psikiyatrist, psikolog, cerrah' gibi doktorlar hakkında kendilerine göre, 'Neden psikopat ruhuna sahip olduklarına /olabileceklerine' dair yorumlarda bulunmuşlardı. (Bunları, araştırmada ele aldık, okuyabilirsiniz..) Biz de, psikiyatristlerin (bazıları istisna) neden 'psikopat ruhuna' sahip olduklarına /olabileceklerine dair, kendimize göre yorumlarda bulunacağız.
'Yaratıcıdan uzak kalma' kavramı, 'ateist toplulukların mevcut durumları' göz önüne alındığında, bu kavram 'muallak' gibi görülür.. Ama aslında muallak değildir. Günümüz psikiyatrisi, 'akıl hastalıkları' kavramını öyle çıkılmaz hale getirdi ki aslında (yani neredeyse her normal davranışa bile akıl hastalığı teşhisi koymaya başladılar, bu açıdan bakıldığında), eğer onların gözüyle bir "akıl hastalığına sahip insanlar" tabiri, 'insanlar arasında (gerçek anlamda) kullanılacak' olsaydı, ateist toplulukların nerdeyse hepsinin "gerçek birer akıl hastası' oldukları ortaya çıkmış olurdu.. Ki bu da en başta, psikiyatristlerin (en azından bazıları istisna diyelim) kendilerinin "gerçek birer akıl hastası" olabileceklerine dair bir işaret olurdu herhalde.. Çünkü, aslında, psikiyatristler bu tavırlarıyla, kendilerinin "ne kadar akıl hastası olduklarını" da gözler önüne seren garip bir durumun da ortaya çıkmasına vesile oluyorlar..
Örneğin beyinde olmayan bir sorunu (yani akıl hastalığını 'psikolojik sorunları'), sanki beyindeymiş gibi gösterip, insanların beynini "tedavi" adı altında (psikiyatrik ilaçlara ait) zehirlerle doldurmaya çalışıyorlar ve beyinleri ha bire kurcalıyorlar da kurcalıyorlar ama insanlarda buldukları tek şey, ilaç kaynaklı "artan, kötüleşen ve/veya yeni oluşan kalıcı akıl hastalıkları, kalıcı beyin hasarları, diğer kalıcı çeşitli hastalıklara yakalanmalar (sakat kalmalar, yaralanmalar) ve ani olan ve olmayan (sonradan gelen) ölümler.. İşte tüm bunlar, psikiyatristlerin (bazıları istisna) gerçekten de "gerçek birer akıl hastası" olabileceklerine dair önemli bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz.. Aslında psikiyatristler, bu gerçeği, yukarıda da anlattığımız gibi 'kendileri ortaya koyuyorlar' ama bunu anlayan insan sayısı çok azdır' herhalde..
Tabii ki, yazının başından beri belirttiğimiz gibi, aslında 'akıl hastalığı' diye birşey gerçek anlamda yok. Akıl hastalığı tabiri, beyinle ilgili değil, ruhla ilgili olan bir şeydir. Ruhun kendi duygusal halindeki değişimlerden kaynaklanan ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir doğal psikolojik problemlerdir. Ancak bunları, psikiyatrik ilaç kullanarak düzeltmeye çalışırsanız, (özellikle de uzun vadede) ilerde ciddi sorunlar yaşayabilirsiniz. Sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilmesi mümkün olan doğal psikolojik sorunların, psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi nedeniyle, beynin kimyasal yapısının bozulmasına (beyinde kimyasal dengesizlik oluşmasına) ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' evrilmesine (dönüşmesine) neden olabilirsiniz.. Psikiyatristler de, olasılıkla hastalarına reçete ettikleri zehirli psikiyatrik ilaçları kendileri kullanmadıkları (ve/veya kendi ailelerine, çocuklarına reçete etmedikleri /kullandırtmadıkları) için, doğal olarak olasılıkla akıl hastalığına yakalanmamış olabilirler.. Ama ruhsal açıdan baktığınız da, psikiyatristlerin ruh hallerinin 'ciddi anlamda bozuk olduğunu' kesin olarak düşünebilirsiniz.. Zaten büyük ihtimalle bu bozukluk nedeniyle, hastalarını zehirli psikiyatrik ilaçlarla 'tedavi ettikleri' algısına sahip oldukları için herhalde, ha bire bu zehirli psikiyatrik ilaçları insanlara reçete edip duruyorlar..
Zaten en iyi yaptıkları tek şey, (işe yaramayan ve oldukça tehlikeli olan psikiyatrik ilaçları, hastalarına) sadece reçete yazmaktır ve sebep oldukları en kötü tek şey de, hastalara 'iyatrojenik zarar vermektir.' Bunların 'tedavi' ile hiç alakası yok, çünkü bu ilaçlar tedavi etmiyor, sadece bazı semptomları azaltıyor (onu da beyni uyuşturarak, sersemleterek yapıyor) ve (anında ve/veya daha sonra da özellikle de uzun vadede) açıkça zarar veriyor.. İşte bu gibi nedenlerden dolayı, psikiyatristler (bazıları istisna), akıl hastalığını aşmış birer lisanslı şarlatan ve psikopata dönüşmüş (kişiliklere sahip olmuş) beyaz önlüklü sözde doktor müsveddeleridir..
-- Psikiyatrinin, tüm devlet otoritelerini ele geçirmesi..
İnsanlar bu gerçeğin farkında olmadığı için, eğer 'bu gerçeği birilerine söylerseniz, büyük olasılıkla size güleceklerdir ve eğer bunu psikiyatristlere söylerseniz, belki de sizi, 'akıl hastası' olarak fişleyeceklerdir.' Çünkü, psikiyatrinin en iyi yaptığı şey budur, "her insanı (normal davranışından dolayı), 'akıl hastası' olarak fişlemek, etiketlemek..' Zaten bunu yapıyorlar da.. Çünkü, "yasal" olarak güçleri var, mahkemeleri bile ele geçirmiş durumdalar.. Dünya genelinde milyonlarca insanın, bu nedenlerle (mahkeme kararları ile) hayatını kararttılar ve karartmaya devam ediyorlar.. Siyaseti ve medyayı da ele geçirmiş durumdalar.. Ne siyaset ne de medya, tüm gerçekler ortaya konmuş olmasına rağmen, 'psikiyatri ve psikiyatrik ilaçların zararları' konusunda, ağızlarını bile açamıyorlar.. Deyim yerindeyse eğer 'korkak ödleğe' dönmüş durumdalar.. Sağlık sistemini bile kendi hegemonyaları altında tutuyorlar.. Sağlık sisteminde, 'psikiyatrik ilaçlara karşı tavır alan, doktorları (örneğin mesela tabipler birliği, psikiyatri birliği, sağlık bakanlığı vb gibi aracılığı ile) aforoz etme yetkileri bile var - 'bir şikayet', iş tamam..
Hangi doktor, psikiyatrik ilaçlara karşı tavır alıp, psikiyatrik ilaç kullanan bir hastaya /ailesine "seni /hastanızı bu duruma sokan, psikiyatrik ilaçlardır" dahi diye bu gerçeği söyleyebilme cesaretine sahiptir? Bu nedenlerden dolayı, doktorların büyük çoğunluğu "korkuyor" ve bu, hastalarının içine düşmüş olduğu kötü sağlık durumunun (örneğin artan, kötüleşen ve/veya yeni oluşan semptomların yada beyin hasarının) 'psikiyatrik ilaçlardan kaynaklandığını' bildiği halde, bu gerçeği onlara açıklayamıyorlar.. Şimdiye kadar, 'hiç bir doktorun bu yönde bir girişimi olduğunu' söyleyebilmek biraz zordur.. Niye söyleyemiyorlar? Ya korkuyorlar yada bunları kanıtlayacak ellerinde yeterli kanıtları yok.. Aslında kanıtlar çok sayıda, isterlerse rahatça bulabilirler ama bunu yapmıyorlar, büyük ihtimalle "uğraşmak istemiyorlar, başlarını durup-dururken belaya sokmak istemiyorlar" herhalde vs vs.. Bir de "dürüst doktoruz" diye geçiniyorlar..
Ve tabii ki başka başka nedenlerden dolayı da olabilir.. Hastaların 'aniden psikiyatrik ilaçları bırakması' gibi tehlikeli durumlardan kaçındıkları için de olabilir.. Evet aslında bu mantıklı.. Ama yine de, bu konu hakkında bir mücadele vermeleri gerekirdi.. En azından hastaların 'ailelerine, yakınlarına bu gerçeği izah etmeleri ve ne yapılması konusunda detaylı bilgiler vs vs sunması' gerekirdi.. Ama bunu dahi yapmıyorlar.. Yada yapamıyorlar.. Buradan anlaşılıyor ki, mantıklı görünen 'aniden ilaç bırakma' sebebi, işin aslı değil.. Çünkü büyük ihtimalle ya korkuyorlar, yada bu konu hakkında yeterince bilgi sahibi değiller.. Aslında bir nevi onlarda haklılar.. Sağlık Sistemi yüzünden de olabilir..
Çünkü sağlık sistemleri (dünya geneli için), psikiyatrik ilaçların zararlarını bildiği halde, "psikiyatrik ilaç bırakma" konusunda, doktorlara ve diğer milyonlarca hastalara ve hasta yakınlarına hiç yardımcı olmuyor.. En azından Türkiye'de diyelim.. (ABD ve bazı AB ülkelerinde, 'psikiyatrik ilaç bırakma' konusunda hasta ve hasta yakınlarına yardımcı olan çok sayıda kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, destek grupları vs vs var.. Ama Türkiye'de böyle bir girişim yok yada var da biz bilmiyoruz herhalde..) Onları bu konuda yalnız bıraktıkları için, doğal olarak hastalar ve hasta yakınları da, bu oldukça zehirli ve öldürücü psikiyatrik ilaçlara musallat olmaya devam etmek zorunda kalıyorlar; ne zamana kadar.. beyinleri kalıcı hasara uğrayana kadar /kalıcı çeşitli hastalıklara yakalana (sakatlanana) kadar yada ölene kadar.. Hastalar, bunlardan birine yakalandığında yada öldüğünde, psikiyatrik ilaçların da faydaları!! ortaya çıkmış oluyor bu şekilde.. Çünkü, tüm bu olumsuzluklar, sağlık sistemlerinin (devletlerin) gözleri önünde yaşandığı ve tüm bu olumsuz gerçekler ortaya çıkarıldığı halde, halen bile 'psikiyatrik ilaçların faydalı odluğunu' düşünen devletler ve sağlık sistemleri olduğu sürece, bunları başka türlü izah etmenin mantıklı yolu yok gibi görülüyor..
Günümüzdeki 'modern bilim' olarak lanse edilen sözde 'psikiyatri kurumu' ise, bu akla gelebilecek her türlü psikolojik sorunları (yani akıl hastalıklarını), yanlış ve bir o kadar da tehlikeli bir şekilde 'beyin' ile ilişkilendirir. Bunun nedenlerini yanlış ve aldatıcı bir şekilde "akıl hastalığı beyindedir (beyindeki kimyasal dengesizliktir), ve bunun düzeltilmesi için 'psikiyatrik ilaçlara ve (ECT, lobotomi vb gibi) diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalara' ihtiyaç vardır" şeklinde 'sözde bilimsel' olarak açıklamaya çalışsalar da... Asıl mesele, her yıl on /yüz milyonlarca (hatta belki de milyarlarca) dolarlık, zehirli ve öldürücü özelliklere sahip 'psikiyatrik ilaçlar ve tedaviler' satan "psikiyatri endüstri treninin' pastasından faydalanmak ve bunun devam etmesini sağlamaktır. Yani aslında asıl mesele tamamen "para" ile ilgilidir..
Günümüzdeki psikiyatrinin (ve/veya psikiyatristlerin), 'ateist toplumdaki "yaratıcı" kavramına ait görüşleri benimsediklerini' söylemiştik.. Eğer bu görüşü değil de, dinlere ait görüşleri benimselerdi eğer, yaptıkları işin de (psikiyatrinin ve psikiyatrik tedavilerin) ne kadar tehlikeli ve mantıksız, saçma olduğunu da kabul etmiş olacaklardı.. Bu da, onların (psikiyatrinin ve psikiyatrik tedavilerin) sonunu getirecekti. Bu da, psikiyatri ve psikiyatrik tedavilerin, (dünya genelinde olasılıkla diğer fiziksel hastalıklardan kat kat fazla) tahmini hemen her yıl on /yüz milyonlarca (hatta belki de milyarlarca) dolarlık bir endüstrinin de yok olması da demektir.. Neden psikiyatri'nin ve psikiyatrik tedavileri tedarik edenlerin (örneğin oldukça zehirli ve öldürücü özelliğe sahip psikiyatrik ilaçlar satan, ilaç firmalarının), ateist görüşü benimsediklerini ve/veya desteklediklerini, umarız anlamışsınızdır..(Ve tabii ki diğer olasılıklar.. Bunun nedenlerini ve olasılıklarını, elimizden geldiğince aşağıda irdelemeye çalıştık.. Ayrıca bazı araştırmalarda da bu konular sıkça geçmektedir, okuyabilirsiniz..)
'İlaç ve psikiyatri sektörü' tarafından, 'duygu ve düşüncelerin, beyinde olduğu ve bu nedenle akıl hastalıklarının da beyinde olduğu' varsayımı, 'sıcak paraya' çevirmek (ve insanları kontrol etmek) amacıyla, yanlış ve tehlikeli bir şekilde ortaya atıldı. Daha sonra bu varsayım, tıp camiasını kontrol etmek (ele geçirmek ve buranın patronunun 'psikiyatri' olduğunu göstermek) amacıyla, uyduruk sözde bilimsel çalışmalar (örneğin beyin görüntüleme teknikleri ve 'psikiyatrik ilaçların etkisi olduğuna' dair vb sahte ve uyduruk çalışmalar) ile bilimsel literatürde kanıt olarak sunuldu ve bu varsayım, bu şekilde 'tıbbileştirilmeye' çalışıldı. Bilimsel literatürde ve tıp camiasına, bu 'uyduruk çalışmalarla' kendini kabul ettiren psikiyatri sektörü, ilaç firmaları ile birlikte, (insanların beyinlerini (beyin ve vücut için oldukça zehirli ve ölümcül olan) zehirli psikiyatrik ilaçlarla doldurarak), 'kanlı sıcak paralarla' ceplerini doldurmaya başladılar.. Ve sonuç olarak, dünya genelinde tahmini sayısı belirsiz on/yüz milyonlarca (ölenlerle birlikte milyarlarca) insan, bu psikiyatrik ilaçlar tarafından iyatrojenik zarara uğradı. Tespit edilenlerin sayısı (gizlenenler, kayıt altına alınmayanlar, yanlış tanı-teşhisler konulması vb nedenlerden dolayı, tam olarak bilinmemekle birlikte), tahmini her yıl on/yüz binlerce (hatta dünya geneli için milyonlarca) insanın, bu iyatrojenik zarardan muzdarip olduğunu /olabileceğini tahmin edebiliriz..
Bazı beyin görüntüleme çalışmalarında, 'akıl hastalıklarının, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı' varsayımını doğrulanamadığına dair görüşler ve tespitler bulunmaktadır. Hatta 'beyindeki kimyasal dengesizliğinin varlığından' ve bunun 'akıl hastalıkları ile bir ilişkisinin olduğundan', oldukça şüphe duyan çalışmalar ve araştırmacılar bulunuyor. (Bunları, 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerindeki araştırmalardan okuyabilirsiniz..)
Ve psikiyatrik ilaçların da, beyinle ilişkilendirilen 'akıl hastalıklarını tedavi ettiğine' dair, tam nesnel bilimsel kanıtlar da bulunmamaktadır.. Olanların büyük çoğunluğunun hatta hepsinin 'uydurma' oldukları (olabilecekleri), sonradan ortaya çıkarılan psikiyatrik vahşet gerçekleriyle ("psikiyatrik ilaçların olası ciddi ölümcül zararlarının 'sakatlanmalar (yaralanmalar) ve ölümler' nedeniyle) deşifre olmuştur, diyebiliriz..
'Duygu ve düşüncelerin, beyinde olduğu ve bu nedenle akıl hastalıklarının da beyinde olduğu' varsayımını, yanlış bir şekilde ortaya atarak, bunu sıcak paraya çeviren ateist-kominist evrimci sahtekar 'ilaç firmaları ve psikiyatri sektörü', dünya genelinde (onlarca yıldır) milyonlarca insanın beyinlerine adeta tecavüz ettiler (psikiyatrik ilaçlar ile (insanların beyinlerini ve vücutlarını) zehirlediler, ECT, Lobotomi gibi yan psikiyatrik tedavi uygulamaları ile (insanların beyinlerini) lağvettiler vs vs) ve halen bile tecavüz etmeye devam ediyorlar.. Hem de yasal olarak, göz göre göre.. İnsanların beyinlerine yapılan bu 'psikiyatrik tecavüzler', psikiyatri tarihi gözönüne alındığında, (tarih boyunca tedavilerde, değişiklikler olsa da, neredeyse hepsinin 'hiçbir boka yaramadığı ve zarar verdiği' gerçeğinden dolayı, bu psikiyatrik vahşetler) neredeyse yüzyıllardır yapılıyor. Ve bu psikiyatrik tecavüzler, (az önce belirttiğimiz gibi) bir işe yaramadığı (akıl hastalıklarını düzeltmediği) gibi, insanların beyinlerine (ve hatta vücutlarına) oldukça tehlikeli ve ölümcül zararlar verilmesine neden oldu. Ve maalesef günümüzde halen bile, bu şarlatan psikiyatri sektörü ve psikiyatristler tarafından, bu tehlikeli ve ölümcül zararlar, göz göre göre (hem de yasal olarak) verilmeye devam etmektedir..
Sahtekar 'psikiyatri ve ilaç sektörünün', 'akıl hastalıklarının, beyinde olduğu' varsayımı, daha çok 'akıl hastalıkları, beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklanıyor' varsayımına dayanıyor. Bu varsayımın, bir takım uyduruk bilimsel çalışmalarla (örneğin beyin görüntüleme çalışmaları gibi), sözde 'nesnel bilimsel kanıtlara' dönüştürülmesi, şarlatan psikiyatri sektörünün, tıp camiasının içerisine hızlıca dalmasına neden oldu. Ve daha sonra da tıp camiasını (deyim yerindeyse, kelimenin tamn anlamıyla) işgal etmesine (ele geçirmesine) ve buranın (tıp camiasının) asıl patronunun "psikiyatri" olduğunu göstermesine de yol açtı.. Günümüz de tıp camiası, şarlatan psikiyatri sektörü karşısında son derece 'aciz ve korkak bir yapıya' bürünmüş durumundadır.. Bunun nedeni de, olasılıkla tıp camiasındaki 'mali ve politik çıkar ilişkilerinin' ağır basmasıdır, diyebiliriz.. 'Mali ve politik çıkar ilişkilerinden' kurtulamayan tıp camiası, insana "zarar vermeme" ilkesinin tam tersine bir eylem içerisinde olduğundan dolayı, şarlatan psikiyatri sektörünün (hazırlamış ve içine düşmüş olduğu) tuzağından da bir türlü kurtulamamaktadır..
-- "Psikiyatri ve psikiyatristler, (bazıları istisna) günümüz yüzyılının en ünlü şarlatanlarıdır;
"Psikiyatrist ve yazar Stephen Barrett şarlatanlığı, "bilimsel olarak makul bir gerekçesi olmayan, kanıtlanmamış yöntemlerin tanıtımı" ve daha geniş anlamda "sağlık alanında aşırı tanıtım içeren her şey." (291) diye tanımlarken, aslında Psikiyatriyi de tarif ettiğini belki de hiç düşünememiştir, herhalde.. Bakın, vikipedi 'şarlatanlığı' nasıl tanımlamış; "Bu tanım, destekleyicilerinin samimiyetinden bağımsız olarak, şüpheli fikirlerin yanı sıra şüpheli ürün ve hizmetleri de kapsayacaktır. Bu tanıma uygun olarak, "dolandırıcılık" kelimesi yalnızca kasıtlı aldatmanın söz konusu olduğu durumlar için saklı tutulacaktır.." Gerçekleşmesi pek mümkün olmayan yararlar vaat etmenin yarattığı etik sorunlara ek olarak, şarlatanlık, insanların kendilerine daha fazla fayda sağlama olasılığı olan tedavilerden vazgeçip, "şarlatan " tarafından verilen etkisiz tedavileri tercih etmelerine de yol açabilir. (....)" (291) Dikkat ettiyseniz, bu tanımlamaların hepsi, günümüz psikiyatri şarlatanlığı ile özdeşleşiyor. Beyinde olmayan bir şeyi, sanki beyindeymiş aramak ve bu nedenle, beyne oldukça zarar veren psikiyatrik ilaçları 'tedavi' adı altında, beyne vermeye çalışmak.. Ve beyne bu ilaçlar verildiğinde ise, hem beyne hem de vücuda zarar verdiğini görmek açısından.. Bu şarlatanlık tanımaları, 'psikiyatrinin şarlatanlığının' vurgulanması açısından önemli olmuştur, diyebiliriz.. ('Yonca'daki doktor' filminden bir kare) Temsili görseller.. (250)
1) Akıl hastalıkları (düşünceler), beyinde değil, ruhta olan bir şeydir. Beyinde olmayan bir şeyi, tedavi edemezsiniz. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, ruha etki etmez, sadece beyni 'zehirli kimyasal çorbaya' dönüştürür ve bozar ve sonra da 'beyni, hasara' uğratır.. Bu nedenle;
2) Psikiyatrik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmez, onları yaratır..
3) Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmez (edemez), bilakis akıl hastalıklarını üretir (yaratır, oluşturur..)
Akıl hastalıklarını tedavi etmeye çalışan hekim kılıklı şarlatanlar (günümüz de psikiyatri, psikiyatristler ve ilaç endüstrisi), yüzyıllar boyunca düşünceleri (psikolojik sorunları), beyinde aradıkları ve çözmeye çalıştıkları için bir türlü buna tedavi (çözüm, çare) bulamamışlardır. Bulamadıkları gibi yüz milyonlarca belki de milyarlarca insanın zarar görmesine (yaralanmasına ve ölmesine) neden olmuşlardır.
Psikiyatri, psikiyatristlerin tek bir çatı altında toplandıkları bir 'dernek, sendika, örgüt' gibi (ama aslında yasadışı olması gereken) bir yapılanmadır. Bu yapılanma, 'bilim' açısından 'tıbbi bir değeri olmamasına' rağmen, 'bilim' olarak (aslında daha doğrusu, bir nevi 'şarlatanlık bilimi' olarak), tıp camiasında kabul edilmiş ve tıp fakültelerinde, bir 'bilim' olarak okutulmasına izin verilmiştir. Psikiyatrinin 'şarlatanlık bilimi' olması, 'akıl hastalıklarının beyinde değil, 'ruh' ile ilgili olduğunu' bilmesine rağmen, sanki beyindeymiş gibi, insanların beyinlerini kurcalamaya çalışması (ama hiçbirşey bulamamasına ve tedavi edememesine rağmen) ve bunlarla birlikte, zehirli psikiyatrik ilaçlarla ve tehlikeli ECT gibi diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalarıyla, beyinleri ve vücutları tahrip etmesi (çeşitli hastalıklar, rahatsızlıkların oluşması, beyin hasarlarının ortaya çıkması vb gibi) nedeniyledir..
Psikiyatri ve psikiyatristlerin en çok kızdıkları kesim olan, kendi mesleklerine göz koyduklarını düşündükleri ve 'şarlatan' olarak gördükleri, 'hoca' tabiri ile insanların, ruhsal problemlerini, bir takım çeşitli dualar, muskalar ve ritüeller ile tedavi etmeye çalışan kişilerden, aslında hiçbir farkları yok. Burada, 'hoca' diye tabir edilen kişilerin, yaptıklarını savunma gibi bir derdimiz yok. Ancak insanların hem beyinlerine hem de vücutlarına (sağlıklarına) ciddi oranda zarar veren ve bu gerçek kaşısısında, burada asıl şarlatan kesimin, psikiyatri ve psikiyatristler olduğunu söylemek gerekir. 'Hoca' diye tabir edilen kişilerin yaptıklarına gelince.. Akıl hastalıkları, ruhsal (ruh ile ilgili) olduğu için, dualar, 'ruhsal tedavi' için gereklidir ancak bu, tek başına yeterli değildir. Ancak 'muskalar ve ritüellere' gerek yoktur, bunlar, (en azından bazı kesimlerdeki) mevcut ruhsal rahatsızlıkları, tıpkı psikiyatrik ilaçların beyne yapmış olduğu zararlar gibi, bu tür muska ve ritüeller de (insan ruhuna manevi olarak ağır gelebileceğinden dolayı), ruha 'çeşitli zararlar' verebilir. Olması gereken.. Duaların yanında olması gereken şey, bir takım insani davranış terapi ve tedavileridir (ilaçsız tedavi yöntemleri). Ancak bu sayede, insanların ruhsal problemlerinin çözümü daha kesin (garanti) hale gelebilir.. Bunların yanında, namaz, oruç gibi çeşitli dini ritüeller (çeşitli ibadetler) de, bu süreci (ruhsal problemlerin hızla iyileşme sürecini) hızlandırabilir.. Dini ritüeller, her dinin kendi inançlarına göre şekillenebilir. (Herneyse, bunlar çok ayrı konulardır, sonra bunlarla ilgili de bazı bilgiler vereceğiz..)
Yukarıda da anlattığımız gibi, akıl hastalıkları beyinle ilgili değil, tamamen ruh ile ilgili olan bir ruhsal sorunlardır. Psikiyatri ve psikiyatristler, bu gerçeği bildikleri halde, insanların beyinlerini kurcalamaya başladılar ve ancak insanların beyinlerinde, akıl hastalıklarına ait herhangi bir emare, ipucu bulamamaları ve bu rahatsızlıkları tedavi edememeleri ile birlikte, insanlara oldukça zararlar verdikleri için de, 'şarlatan' olarak bir ünvan edinmişlerdir. Psikiyatri ve psikiyatristlerin 'şarlatanlık' hali, merdiven altı tabiri gibi gizli-kaçaklı yerlerde, mekanlarda, kendilerinin yapmış oldukları bir takım ilaç, yiyecek ve içecek gibi gıda ve tıbbi maddeleri, insanlara para karşılığı satıp, ölümlerde dahil onlara oldukça zararlar vermeye çalışan kişilerin, 'şarlatanlık' haline benzer. Yaptıkları iş (zarar verme eylemleri) bakımından aralarında hiçbir fark yoktur. Farklı olan şey, psikiyatri ve psikiyatristlerin insanlara 'tedavi' adı altında 'zarar verme' eylemlerini, merdiven altı gizli-kaçaklı yerlerde değil, hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde ve 'YASAL' olarak yapmalarıdır.. Devlet eliyle, yasal bir şekilde.. Üstelik bir de, bu insanlara 'zarar verme' eylemleri, 'akıl sağlığı ve tedavi' adı altında, tıp fakültelerinde 'bilim' diye okutuluyor ve bu zarar verme eylemlerini 'gelecek nesillerin'de yapabilmeleri için de, öğrenciler yetiştiriliyor. Ve bu öğrenciler, tam bir lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatrist olarak mezun olduklarında ise, bu insanlara, 'zarar verme' eylemlerini, 'akıl sağlığı ve tedavi' adı altında devam ettiriyorlar..
Kanıta dayalı 'bilim' ve 'sağlık ve insan sağlığı' üzerine 'zarar verme(me)' konusunda 'yerleşik tıbbi ilkeler' edinen tıp camiasının, 'bilim ve insan sağlığı' ile hiç alakası olmayan, tam tersine 'bilim dışı taktikleri ('bilimsel' diye yutturan) ve bu taktiklerle insana zarar veren' psikiyatri denen kirli ve kanlı sektörü, kendi bünyesine alması, (insanların 'akıl sağlığının tedavisi ve korunması' konusunda, tıp fakültelerinde okutulmasına ve hastaneler gibi sağlık birimlerinde görevler edinmelerine izin verilmesi) tıp camiası açısından oldukça UTANÇ VERİCİ bir durum olmuştur.. İnsanların 'akıl sağlığının tedavisi ve korunması' konusu ile hiç ilgisi, alakası olmayan psikiyatri sektörünün, tıp camiasında bu şekilde bir itibar kazanması, sadece tıp camiası açısından utanç verici bir durum değil, aynı zamanda, (psikiyatrik ilaç bağlantılı artan şiddet, cinayet ve intihar vakaları gibi..) 'devlet ve toplumların birlik ve refahlarını bozmaya çalışması' açısından da, oldukça KORKUNÇ bir gelişmedir aslında.. Artan şiddet, cinayet ve intiharların hepsinin, psikiyatrik ilaçlarla bağlantılı olduğunu söyleyebilmek oldukça zor olsa da, bazı psikiyatrik ilaçların, bunlara sebep olabileceğine dair oldukça ciddi önemli bilgi ve kanıtlar bulunmaktadır.. Ve bunlara sebep olan şey direkt olarak sadece tek başına 'ilaçlar' da değildir, bunları reçete edilmesini sağlayan 'psikiyatri' denen birimin de bunda etkisi vardır, diyebiliriz.
('Psikiyatrik ilaçlar, insanlıktan çıkarır (özel insani nitelikleri) devredışı bırakır ve öldürür.' -Psikiyatri ve zararlı psikiyatri tedavilerine karşı yapılan bir protestodan..) (257)
Psikiyatrik ilaç bağlantılı olması, olası çok sayıda şiddet, cinayet ve intihar vakalarının yanı sıra, bunların dışındaki (ilaçlar tarafından körüklenen) akıl sağlığı problemlerinin de varolması, devam etmesi gibi nedenler de, doğal olarak, 'ailelerin parçalanmasına (aile yapılarının bozulmasına)' neden olabilmektedir.. Bu durumların hepsi de, devletlerin ve toplumların, 'aile birliğinin ve birlik ve düzenlerinin bozulmasına' sebep olabilmektedir, diyebiliriz.. Dolayısıyla.. Tıp camiası içerisindeki bir birim (psikiyatri sektörü) tarafından, toplumların akıl sağlığının bozulmaya çalışılması, toplumların birlik ve düzeninin de bozulması demektir. Akıl sağlığını koruyamadığı ve düzeltemediği gibi, tam tersine yarattığı gerçeğinin ortaya çıkması ve bu nedenle toplumların aile yapılarının bozulmasına, dolayısıyla, hem devletlerin hem de toplumların birlik ve düzenlerinin de bozulabilmesine de yol açabilmiştir, diyebiliriz.. Yani psikiyatrik ilaçların (ve diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalarının), insanlara vermiş oldukları çok çeşitli zararlardan dolayı, zihinsel ve fiziksel açıdan ailelerin, aile yapılarının bozulmasının yani 'parçalanmanın' olması, devletlerin ve toplumlarında birlik ve düzeninin olumsuz etkilenmesine neden olabiliyor..
Durum böyle iken, psikiyatrinin halen bile günümüzde, tıp camiasında yer edinmesi ve itibar görmesi, çok şaşılacak ve bir o kadar da çok korkunç bir durumdur.. Korkunç olması, göz göre göre insanların beyinleri 'kimyasal lobotomi' ile tahrip ediliyor ve bunlarla bağlantılı kalıcı 'kimyasal akıl hastalıklarının' oluşturulması ve ölümler de dahil, çok sayıda tıbbi iyatrojenik zararların verilmesinden dolayıdır.. Hem de YASAL olarak.. Psikiyatri, bu iyatrojenik zarar verme eylemlerinin hepsini, 'akıl sağlığının korunması ve tedavisi' adı altına, hukuksal zeminde korunaklı yasalar sayesinde gerçekleştiriyor. Ve deyim yerindeyse, istedikleri kişileri bu sayede, çok rahat bir şekilde 'akıl hastası' olarak etiketleyebiliyor. Ve onların zorunlu olarak (mahkeme kararları ve polis zoru ile), bir akıl hastanesine /bir psikiyatri servisine yatırılmasına ve zehirli olan psikiyatrik ilaç tedavisi görmesine kararlar verebiliyor. Ve ne mahkemeler ne siyasiler (politikacılar, devletler vs) ne de toplumlar, psikiyatrinin bu psikiyatrik vahşetlerine ses dahi çıkartamıyor, hiç birşey yapamıyor.. İşte, psikiyatriyi, toplum nezdinde, bu kadar korkunç ve çok tehlikeli 'şarlatan bilimi' olarak görülmesini sağlayan gerçekler de bunlardır, diyebiliriz..
-- Psikiyatri, Ateisttir.. Hümanisttir.. Darwincidir.. Psikiyatristler, genellikle evrime inanan ateistlerdir..
Tüm dinler, akıl hastalıklarının (beyinde değil), ruhta olan (ruhsal) birşey olduğunu bilirler. Çünkü, ruh kavramına ve onu yaratan Tanrı (Allah) kavramına inanırlar. Psikiyatri ve ilaç sektörü ise dinlerin tam tersini yaparlar; ruh kavramına ve onu yaratan Tanrı kavramına inanmazlar. Bu nedenle, 'akıl hastalıklarının, beyinde olduğu' varsayımını ortaya attılar ve akıl hastalıklarını tedavi etmek için insanların beyinleri ile oynamaya başladılar. Yüzyıllar boyunca olmadık şarlatanlık ve şaklabanlıklar yaptılar, ilaçlar hazırladılar ancak bir türlü akıl hastalıklarını tedavi edemediler, düzeltmediler. Tedavi edemedikleri ve düzeltemedikleri gibi, insanlara oldukça zihinsel ve fiziksel zararlar, hasarlar verdiler ve ölümlerine sebep oldular. (Günümüzde de aynı hadiseleri 'Psikiyatri' adı altında devam ettirdiler. Günümüzdeki psikiyatrinin insanlığa vermiş olduğu zarar, tahmini olarak geçmiş dönemlerde (özellikle de Bizans döneminde) verilmiş olunan toplam zarardan daha fazladır, diye bir tahminde bulunabiliriz. ) 'Akıl hastalıklarının, beyinde olmadığını' anladılar ancak yine de vazgeçmediler. Çünkü, onların dertleri başka; amaçları insanları 'tedavi etmek' değildir;
1) Yaratıcı 'Tanrı ile (gizli) savaşmak' ve galip! gelmeye çalışmak... (asıl hedefleri bu gibi görülüyor!..)
3) Bu savaşı 'insanlığa zarar vermek' yoluyla yapmak.... (hedefe ulaşmanın tek yolu..)
2) Ve bu savaşa devam edebilmek ve ayakta kalabilmek için de (yine insanlığa zarar vererek) mali kazanç elde edebilmek ve bu sayede (para ile bilimi satın alarak) toplumlarda 'itibar' kazanmaktır.. (hedefe devam edebilmenin yolları..)
Yaptıkları şey de tam da bu gibi.. Hele de günümüz de..
Aslında, Tanrı ile savaşamayacaklarını ve O'na karşı galip
gelemeyeceklerini, onlar da çok iyi biliyorlar. (Tanrı'ya inanmadıkları
için ve olmayan birşeyle savaşmanın mantıksızlığı nedeniyle olsa
gerek..) Bunu yapamayacaklarını bildikleri için de, adeta insanları, devletleri ve toplumları, bu 'Tanrı ile (gizli) savaş' için kullanıyorlar. Bunu da, deyim yerindeyse, toplumlarda ve devletlerde bir 'itibar kazanmak' için, 'bilim dünyasını, para ile satın alarak' yapıyorlar.. Akıl hastalıkları ve beyinle ilgili sahte, uyduruk sözde bilimsel çalışmalar, makaleler yayınlama, yüzlerce hatta binlerce olabilen sahte, uyduruk (hayali) akıl hastalıkları tanı ve teşhis kriterleri (deyim yerindeyse kıçlarından bulup, bunları resmi olarak kabul edilen ICD, DSM gibi kitaplarda) yayınlama ve bu kriterleri, tüm dünyada kullanılmasını sağlama vs vs... İşte, tüm bunlar, psikiyatri ve ilaç sektörünün, yaratıcı Tanrı ile yapmış oldukları (gizli) savaşın, anlamsız ve mantıksız çabalarıdır.. Asıl hedeflerinin, insanlığı, 'Tanrı'nın var olmadığına' ikna etmek ve onların da 'Tanrı ile savaşmalarını' sağlamak ve bu nedenle insanlığı, yolundan çıkarmak gibi görülüyor. İnsanların beyinleri ile oynamalarının asıl nedeni işte budur.. Amaç tedavi etmek falan değildir..
Ateist, aslında kısaca 'tanrıya inanmayan ve insanın ve diğer tüm varlıkların bir yaratıcı tarafından yaratıldığına inanmayan' yada kısaca 'tanrıya inanmayan' demektir. Ateizm'de bu görüşe sahip olanların inanışlarını simgeleyen bir kavram başlığına ait isimdir. Psikiyatri'nin de, 'ateist evrim' üzerine kurulu olduğuna ve Psikiyatristlerin de, 'ateist' olduğuna /olabileceğine dair çok bilgi vardı. 'Psikiyatristlerin hepsi, ateist midir?', bunu tam olarak bilmiyoruz (Psikiyatristlerin, Tanrıya olan inançları ile ilgili yapılan 2 araştırma bulunuyor. Bunu, 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' araştırmasında bulup-okuyabilirsiniz..) ancak 'ateist olma olasılıkları', yapmış oldukları mesleğin (psikiyatrinin) getirdiği sonuç olarak çok yüksektir, diyebiliriz.. 'Bir psikiyatristin, ateist olması, çok mu kötü?' diyorsanız, tabii ki hayır. Mesele psikiyatristin 'ateist' olması değil, mesele, bir psikiyatristin 'inandığı şeyin, insanlara zarar verdiğini bildiği halde, bunu yapmasıdır..' Psikiyatristlerin ateist olması, onların 'hepsinin kötü olduğu' anlamına gelmez. İnandığı şey açıkça insanlara zarar veriyorsa ve bunu, o da biliyorsa ve bile bile bunu yapıyorsa.. O zaman, burada bu psikiyatristin 'ateist' olmasını kötü olarak değerlendirebilirsiniz. Ancak zarar veren şeyi yapmıyorsa, o zaman, o psikiyatristin 'ateist' olmasını kötülemeyebilirsiniz. 'Bir psikiyatristin, ateist olması, çok mu kötü?' sorusunu, bu açılardan bakarak değerlendirmek gerekir.. Daha iyi anlayabilmek için, bunu şu şekilde anlatırsak.. Şöyle ki..
Akıl hastalıkları, beyinle ilgili olan birşey değildir, ruh ile ilgili olan bir şeydir.. Yani, akıl hastalıkları, ruhsaldır, ruh ile (ruhun duygusal hallerinin değişimleri ile) ilgilidir.. Psikiyatri ve ilaç sektörü ise, bu görüşün tam tersini, 'akıl hastalıklarının, insan beyni ile ilgili olduğunu' savunuyor ve bu nedenle, insan beyni ve vücudu için oldukça zehirli olan 'akıl hastalıklarında işe yaramayan (tedavi etmeyen) ve üstelik hem beyne hem de vücuda oldukça zararlar veren' psikiyatrik ilaçları, sanki işe yarıyormuş gibi reçete etmeye çalışıyor.
Bu durum bize, (işe yaramadığı ve üstelik oldukça zararlar verdiği tedavilerine rağmen, akıl hastalıklarının ruhla ilgili değil, beyinle ilgili olduğu görüşlerine bakılırsa), psikiyatrinin ve psikiyatristlerin, 'ruh kavramına (yani ruha) inanmadıklarını' açıkça göstermektedir, diyebiliriz.. Çünkü, psikiyatrinin ve psikiyatristlerin, 'ruha inanması' demek, şu an yapmış oldukları meslekleri ile çelişen bir durum demek olurdu. O zaman, psikiyatri denen bir mesleğin hiç varolmaması gerekirdi.. Çünkü, psikiyatrinin özünde, 'ruha inanmamak' vardır.. Dini inançlar da, ruh kavramı önemli bir yere sahiptir. Dini inançlar, akıl hastalıklarının, ruhsal (insanın kendi ruhu ile ilgili) olduğuna inanır ve buna göre, insanlara çeşitli türlerde 'ilaçsız ruhsal tedaviler' sunarlar..
Psikiyatri ise, bunun tam tersini savunur, akıl hastalıklarının beyinde olduğuna inanır ve bunu işe yaramayan oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye çalışır ve bu nedenlerle de ruha inanmaz. Ruha inanmadığı için de, tanrı kavramına da inanmaz. Çünkü, dini inançlarda ruhu yaratanda, tanrıdır.. Öyleyse.. 'Ruh' kavramına inanmak demek, akıl hastalıklarının da, ruhla ilgili olduğuna inanmak demektir. 'Ruh' kavramına inanmamak demek, akıl hastalıklarının da, ruhla ilgili olmadığına inanmak demektir. Ayrıca ruh kavramına (ruha) inanmamak demek, ruhu yaratan 'yaratıcı' kavramına da inanmamak da demektir.. Yani, ruha inanmamak demek, yaratıcıya da inanmamak demektir.
Dolayısıyla, bir psikiyatristin, ruh kavramına (yani bir ruha) inanmaması, o psikiyatristin 'bir ateist' olması olasılığının da yüksek olması demektir. Çünkü, ruha inanan bir psikiyatrist, doğal olarak, bir yaratıcı kavramına da inanıyordur. Yaratıcı kavramına inanan bir psikiyatrist de, ruh ile ilgili olan akıl hastalıklarının, beyinle ilgili olmadığını da gayet çok iyi bildiği için.. Bu nedenle, akıl hastalıklarında işe yaramadığını ve üstelik hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli olan çok tehlikeli olduğunu bildiği bir ilacı (psikiyatrik ilaçları), hiç bir şekilde, bunları hastalarına reçete etmez ve edilmesini ve kullanılmasını da tavsiye etmez..
Öyleyse.. Hepsi olmasa da (hastalarına, zehirli psikiyatrik ilaçları reçete eden ama özellikle de bunu bilerek yapan) psikiyatristlerin, ruha ve dolayıyla da tanrıya da inanmadıklarını ve bu nedenle de, birer ateist olduklarını /olabileceklerini söyleyebilmek, oldukça zor bir tahmin olmayabilecektir, diyebiliriz.. Ve gördüğümüz kadarıyla, 'akıl hastanelerinde, psikiyatri servis ve polikliniklerinde ve (bakım evleri ve rehabilitasyon merkezlerinde vb gibi) diğer akıl sağlığı birimlerinde', hastalarına zehirli psikiyatrik ilaç reçete eden psikiyatristlerin olması, (belki hepsi olmasa da) onların, 'ateist' bir inanca sahip olabileceklerine dair bize tahminde bulunabilme yönünde bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz.. Tabii, bu da şu soruları akla getirebilir;
-- 'İnançlı (/Müslüman) bir psikiyatrist nasıl olmalıdır?'
Buna cevap verebilmek için şu sorulara cevaplar aramalıyız.. Mesela; 'İnançlı (Allah'a inanan) bir psikiyatrist var mıdır?' Bunu, ülkemizin dini açısından 'müslüman bir psikiyatrist var mıdır?' yada 'bir müslüman, bir psikiyatrist olabilir mi?' diye de çevirebiliriz. Belki büyük olasılıkla, müslüman olan psikiyatristler de olabilir.. Hastalarına, bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete ediyorlar mı, orasını pek bilemiyoruz ama 'psikiyatrinin varlık inancı (dine, tanrıya ve ruha bakış inancı), psikiyatrik vahşetler ile psikiyatrik ilaç gerçekleri' gibi sebeplerin ortada olmasına rağmen, bunları reçete etmeleri, onların müslümanlığın da bir samimiyetsizlik olduğunu /olabileceğini, anlayabiliriz.. Yada , belki de büyük ihtimalle 'tam olarak neyin ne olduğunu bilmiyorlar' da olabilirler.. Yani, evet, müslüman bir inanışa sahipler ama yaptıkları iş gereği ve gördükleri eğitim gereği olsa gerek, olasılıkla 'insanların akıl sağlığının korunması ve tedavi edilmesine ve bu ilaçların, hastalara iyi geldiğine İNANDIRILDIKLARI' için herhalde, bilmeden hastalarına bu zehirli ilaçları reçete ediyorlar, olunabilir.. 'Peki, bu bir inançlı biri (/bir müslüman) ve/veya bir psikiyatrist için bir mazeret olabilir mi?' Olabilir, belki.. Ama gerçekleri bilerek bunları yapıyorlarsa, o zaman, inançlarındaki samimiyetlik sorgulanabilir.. Bilmeden yapıyorlarsa, o zaman mesuliyet olmayabilir, o da belki..
Normalde ebeveynler, inançlı iseler 'akıl hastalıklarının, beyinde değil, ruhta olan birşey olduğunu' bilirler ve çocuklarını da bu konuda eğitirler. Bu nedenle, inançlı bir öğrenci, 'akıl hastalıklarının ruhta olmadığı, beyinde olduğu' varsayımını ortaya atan tıp fakültelerindeki psikiyatri birimine kaydını yaptırmaz. Ebeveynler de öyledi; ruh ve onu yaratan Tanrı kavramına inanmayan bir birime, çocuklarının kaydını yaptırmaz. Eğer kayıtlarını yaptırırlarsa ve 'psikiyatrinin, insanlara zarar verme eylemine' katılırlarsa, bu, onların inançlarında samimi olmadıklarını gösterir. Bu psikiyatrik vahşet gerçeklerini öğrendikten sonra olursa, bir inançlı psikiyatristin, artık hastalarına psikiyatrik ilaç reçete etmemesi gerekir.. Ediyorsa, orada bir sorun var demektir.. Onun yerine, ilaçsız alternatif tedavi yöntemlerini (ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavilerini), hastalarına sunması ve/veya tavsiye etmesi gerekir.. Tabi, bunun için de yeterli ekipmanların, yerlerin ve şartların oluşturulmasının sağlanması gerekir.. (Bunları, ilaç bırakma girişimlerinde kısaca açıkladık, okuyabilirsiniz..)
-- 'Tasavvufla (tasavvufi tedavilerle) ilgilenen bir psikiyatrist, müslüman bir psikiyatrist midir?'
Bu da, tıpkı yukarıda 'müslüman bir psikiyatrist nasıl olmalıdır?' sorusuna verdiğimiz cevaplar ile yakından ilgilidir. Tasavvufi tedaviler, genellikle İslam ve Osmanlı tarihinde süregelen çeşitli çalgı araçları ile yapılan tasavvufi musikilerden oluşan bir tedavi yöntemidir. Tasavvufla ilgilen bir psikiyatrist olabilir ancak bu psikiyatristin, 'psikiyatrinin varlık (dine, tanrıya ve ruha bakış) inancı, psikiyatrik vahşetler ile psikiyatrik ilaç gerçekleri' gibi sebepler ortadayken, hastalarına, zehirli psikiyattrik ilaç reçete etmesi, onun tasavvufla ilgilenmesinin asıl amacının, 'insanları, zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat etmek' yönünde bir aldatmaca olabileceğine dair bir fikir verebilir. Veya tam tersi de olabilir (psikiyatrik ilaçlar yerine tasavvufi tedavilere yönelinmesi) maksadı güdebilir.. Ama bu, çok az bir olasılık olabilir. Çünkü, tasavvufi tedavilere ilgi gösteren bazı psikiyatristler, genellikle bunu 'psikiyatrik ilaçlarla birlikte sunmaya' çalışıyorlar, bu da onların, bu konuda 'samimi olmadıklarını' gösteriyor. 'Psikiyatri vahşet gerçekleri' bilindiği halde, hastalarına zehirli psikiyatrik ilaçlar reçete eden psikiyatristlerin, 'her nangi bir dine (tanrıya), samimi bir şekilde inandıklarına inanmak' biraz zor.. Buna bazıları istisna diyebiliriz, 'kasıtlı olarak yapmadıklarını' düşünebiliriz ama yine de, bundan vazgeçmeleri gerekmez mi?
Bunların dışında, öyle ateist inanca sahip psikiyatristler var ki.. Gerçekten de dine ve tanrıya karşı bir mücadele veriyorlar. Ve peygamberleri bile 'paranoyak şizofren' diye buna benzer ifadelerle, birer 'akıl hastası' olarak etiketleyebiliyorlar.. Dolayısıyla, psikiyatristlerin ateist olması, 'psikiyatrinin varlık (dine, tanrıya ve ruha bakış) inancı, psikiyatrik vahşetler ile psikiyatrik ilaç gerçekleri' gibi sebeplerden ve bunların halen bile (hem de yasal olarak) devam etmesinden dolayı, oldukça korkunç bir durumdur, diyebiliriz..
Son söz olarak..
-Müslümanları ve diğer tüm sağlıklı insanları (yani insanlığı), bu ateist düşünceli psikiyatri ve ilaç sektörü ile birlikte psikiyatristlerin elinden, bir an önce kurtarmak gerekiyor. Bunun içinde..
-İnsanların 'akıl sağlığının korunması ve tedavi edilmesini', bu lisanslı şarlatan ve psikopat ateist psikiyatri ve psikiyatristlerin elinden alınması gerekiyor.. (Bunun içinde daha neler yapılması gerekenler için 'Psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluk semptomları' ile ilgili yazıyı okuyunuz..)
***
-- Akıl hastalıklarını tedavi etmesi gereken psikiyatrik ilaçlar, gerçek akıl hastalıklarına sebep oluyor; 'var olan semptomları kötüleştiriyor, var olmayan semptomları yaratıyor ve daha fazla kötü yan etkilere de sebep oluyor.'
Yüzlerce ilaçsız alternatif tedavi yöntemleri ile tedavi edilmesi mümkün olan akıl hastalıkları (psikolojik sorunlar), psikiyatrik ilaçlar ile artık geri döndürülemez ve tedavi edilemez bir şekilde 'kalıcı gerçek akıl hastalıklarına' sebep olmasına neden olabiliyor.. Sadece akıl hastalıklarına (zihinsel psikolojik sorunlara) değil, "kalp, diyabet, kanser, doğum kusurları" vb gibi çok sayıda fiziksel hastalıklara da sebep olabildiğinden dolayı, kalıcı olan-olmayan sakatlanmalara (yaralanmalara) ve hatta ölümlere de sebep olabilmektedir..
Önemsiz gibi gözüken ama hastaya küçük de olsa acı verdiği görülen, küçük ve önemsiz psikolojik bir sorundan (örneğin hafif depresyondan) dolayı ilk defa psikiyatriye giden bir kişiye, bir psikiyatrist tarafından, beyin ve vücut için oldukça zehirli ve "beyin kimyasını değiştirici" herhangi psikiyatrik bir ilaç reçete edildiğini bir düşünün.. O kişi, bu ilacı kullanmaya devam ettiğinde.. Aylarca ve/veya yıllarca.. (Uzun vadede) Zamanla, psikiyatrik ilacın oldukça zehirli yan etkisi nedeniyle, o kişinin, sadece gerçekten de "gerçek bir akıl hastası" olma ihtimal oranı yüksek olmakla kalmıyor, kişinin vücudunda ve/veya diğer organlarında kalıcı olan ve olmayan çok sayıda hastalıklara (kanser, kalp hastalığı vb gibi yaralanmalara) ve hatta "ani ölümler" de dahil, sonradan gelebilecek "ölümlere"de sebep olabilmesi ihtimalinin de yükselmesine de katkıda bulunmuş olabilmektedir..
-- Psikiyatri, psikiyatristler ve ilaç endüstrisi, (psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere zararlı psikiyatrik tedaviler nedeniyle), dünya genelinde, istisnasız on /yüz binlerce (belki de milyonlarca, ölenler de dahil milyarlarca) insana 'iyatrojenik zarar' vermiştir ve halen de zarar vermeye devam etmektedir.
Eğer siz de herhangi bir psikolojik sorundan dolayı, herhangi bir psikiyatrik ilaç alıyorsanız, sizin de iyatrojenik zarar görme ihtimal olasılığınız çok yüksektir.. Çünkü psikiyatrik ilaçların istisnasız neredeyse hepsi, zararlı, tehlikeli ve ölümcüldür.. Direkt olarak beyni hedef alırlar ve beyin kimyasını, ilaçların biyolojik silahları (beyin ve vücut için son derece zehirli doğal olmayan yapay kimyasal içerikleri) ile değiştirmeye çalışırlar.. Psikiyatrik ilaçları ilk aldığınız da genellikle 'beyniniz, uyuşur' gibi olur ve (bazıları istisna) 'kendinizi 'iyi hissetmeye' başlarsınız' ama bu beyin uyuşması, aslında ilaçların zehirli kimyasallarının, beyninizin doğal olan 'kimyasal yapısını zehirlemeye başladığının' bir göstergesidir..
Hergün alınan bir psikiyatrik ilaç, beynin doğal olan kimyasal yapısının, (doğal olmayan yapay) zehirli ilaç kimyasalları (yani zehir) ile doldurulması demektir.. Uzun vadede (aylarca ve hatta özellikle de yıllarca) alınırsa, sonuç, kesinlikle hasta için çok kötü sonuçların çıkma olasılığı çok yüksek olacaktır.. Ve zaten oluyor da, uzun vadede alınan psikiyatrik ilaçlardan dolayı iyatrojenik zarar gören sayısı belirsiz (tahmini milyonlarca) çok sayıda insanın zarar gördüğüne (yaralandığına, sakat ve engelli kaldığına ve öldüğüne) dair çok sayıda kanıt vardır..
Psikiyatrik ilaçlar, laboratuvar ortamında doğal olmayan yapay kimyasal etken maddeleri (içerikleri) ile üretilirler. Üretilme amaçları sadece "beyin kimyasını hedef almak" içindir.. Yani sadece 'beyni, hedef almak' için üretilirler.. Bu yapay kimyasal içerikler, hem beyin hem de vücut (ve organlar) için oldukça zehirlidir. Zaten zehirli olmalarından dolayı da, (psikiyatrik ilaçların ilk çıktığı (yaklaşık 1950'li) yıllardan beri) başta beyin (hasarları) olmak üzere, vücut ve organlarda da (sayısı belirsiz tahmini milyonlarca) çok sayıda çeşitli fiziksel hastalıklara (hasarlara) ve hatta ölümlere de sebep olmuştur ve halen de (yaralanma ve ölümlere sebep olmaya) devam etmektedir..
-- Hanelerde (evlerde), psikiyatrik ilaç kullanan bireylerin, kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarı' ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma ihtimallerinin olması; (özellikle de uzun vadeler de (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanım ve/veya ECT gibi beyne elektrik şoklarının verilmesi sonrasında..)
Günümüzdeki akıl hastanelerinde bulunan hastaların (özellikle de burada hayatları boyunca (ölene kadar) kalmak zorunda kalan sakinlerin), büyük çoğunluğunun, bu hale gelmelerine (kalıcı kimyasal beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmalarına) sebep olan şeyin, aslında gerçekte 'psikiyatrik ilaçlar (en azından uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanımından kaynaklı) olabileceğini' tahmin edebilmek için bir müneccim /bir doktor olmaya gerek yoktur. Hatta daha da ileriye gidersek, 'akıl hastaneleri' ile birlikte, 'devlet ve özel hastanelerin psikiyatri
poliklinik ve servislerinde, ruhsal engelli bakım evlerinde, ruhsal
rehabilitasyon merkezlerinde ve diğer ruhsal bakım ve tedavi
merkezlerinde' bulunan ve/veya buralara giden (aynı özelliklere sahip) ruhsal engelli hastaların da 'aynı akibete uğramış olma' olasılıklarının da yüksek olabileceğini de tahmin edebiliriz..
Psikiyatrik ilaçların, özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanımından kaynaklanan 'kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına' sebep olabileceğine dair kanıtlar bulunuyordu.. Büyük ihtimalle, günümüzde psikiyatrik ilaç kullananların büyük çoğunluğunun, (en azından uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanımından sonra), 'iyatrojenik zararlar da (ilaç kaynaklı yaralanmalar, sakat kalmalar (kalıcı olan/olmayan hastalıklara yakalanma gibi) ve ölümlerde)' dahil, 'kalıcı kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılıkları çok yüksektir, diyebiliriz..
-- Ruh sağlığı hastaneleri ve birimlerindeki sakinlerin (hastaların), kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarı' ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma ihtimallerinin olması; (özellikle de uzun vadeler de (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanım ve/veya ECT gibi beyne elektrik şoklarının verilmesi sonrasında..)
"Tüm fiziksel ve/veya zihinsel 'kalıcı beyin hasarı' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanma durumlarının hepsi psikiyatrik ilaç kaynaklı olmayabilir. Ancak büyük ihtimalle özellikle de ruh sağlığı hastaneleri ve birimlerindeki yatılı sakinlerin ve ayakta tedavi görenlerin (bazıları istisna en azından) büyük çoğunluğunun, psikiyatrik ilaç ve/veya ECT vb gibi diğer psikiyatrik tedavilerle bağlantılı olma olasılıkları çok yüksektir, diyebiliriz.." Temsili Resimler.. (240)(248)(249)
Dünya genelinde, psikiyatrik ilaç kullanan insanların büyük çoğunluğunun (on /yüz milyonlarca insanın), psikiyatrik ilaç kaynaklı fiziksel ve/veya zihinsel 'kalıcı beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılığı çok yüksektir.. (en azından uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca' psikiyatrik ilaç kullananlar için..) Tabii ki, bu tür fiziksel ve/veya zihinsel 'kalıcı beyin hasarı' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanma durumlarının hepsi psikiyatrik ilaç kaynaklı olmayabilir. Başka başka sebeplerde olabilir. Ancak psikiyatrik ilaçların özellikle de uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) kullanım sonrasında, insanlarda 'kalıcı beyin hasarının' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarının' oluşmasını sağladığına dair elde tutulabilir kanıtların olması (bu kanıtları, 'psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerindeki Türkçeye çevrilmiş araştırmaları, makaleleri, haberleri vb bilgileri okuyarak da öğrenebilirsiniz.), şüpheleri psikiyatrik ilaçların vermiş oldukları iyatrojenik zarara çevirmektedir.
Bazıları istisna bu tür, psikiyatrik ilaç kaynaklı kalıcı 'beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'akıl hastalıklarına' uğramış olma olasılığı yüksek olan insanları (engelli hastaları), özellikle de "akıl
hastanelerinde, hastanelerin ve diğer sağlık birimlerinin psikiyatrik
poliklinik ve servislerinde, psikiyatrik bakım ve engellik bakım
evlerinde ve rehabilitasyon merkezlerinde' görebilmek mümkündür ve hatta bu engelli kişiler, çevremizde de fark edilebilir durumdadır, diyebiliriz.. İstisnaya söz konusu olan şey, 'doğal sebeplerden kaynaklanan çevresel ve/veya genetik etkenlerden dolayı' olma ihtimalidir. Ki ancak bu durum, büyük ihtimalle 'çok az bir olasılık' olabilir. Bu gerçeklerin 'tam doğru olarak bulunabilmesi' için, kişilerin, mevcut olan kalıcı 'beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'akıl hastalıklarına' uğramadan evvel, psikiyatrik ilaç kullanıp-kullanmadığının 'tam doğru bir şekilde araştırılması' gerekir..
Tahminimize göre, (bazıları istisna), bu kişilerin büyük çoğunluğunun, bu duruma gelmesinin en büyük nedenlerinden birinin, (doğal sebeplerden kaynaklanan çevresel ve/veya genetik etkenlerden dolayı değil), büyük olasılıkla uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) kullandıkları psikiyatrik ilaçların (veya eğer uygulandıysa, ECT gibi (beyne, elektrikli şok verilmesi gibi) zararlı ve tehlikeli psikiyatrik yan tedavi uygulamalarının) olumsuz etkilerinden (yani örneğin psikiyatrik ilaç ve/veya ECT kaynaklı hasarlardan) dolayı olabileceğini söyleyebiliriz.. Bizim tahminimize göre, psikiyatrik ilaçların bir sonucu olabilir bu kalıcı beyin hasarları..
Özellikle de akıl hastanelerinde bulunan hastaların, (özellikle de hayatları boyunca 'ölene kadar' burada kalmak zorunda kalan sakinlerin), kalıcı 'beyin hasarı' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılığının çok yüksek olabileceğini tahmin edebiliriz. Buradaki sakinlerin, 'hayatları boyunca (ölene kadar) burada kalmalarına' sebep olan 'kalıcı beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' bakılırsa, bu sakinlerin büyük olasılıkla burada gördükleri (veya buraya daha önce gelmeden gördükleri) 'psikiyatrik ilaç tedavileri sonrası bu hale geldiklerini' fark edebilmek hiç de zor olmayabilecektir. Tabii ECT gibi (beyne, 460 volta kadar elektrikli şok verilmesi) gibi oldukça tehlikeli ve ölümcül olabilen psikiyatrik yan tedavi uygulamalarının verilmesi de, bu kişilerin kalıcı 'beyin hasarı' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılığını artırabilen olumsuz bir etkendir.. Belki bir ihtimal, 'doğal sebeplerden dolayı' olmuşlar da olabilir ama bunun 'çok az bir ihtimal olduğunu' düşünmemek için hiçbir neden yok.. Çünkü..Bu tür engelli kişilerin, özellikle de 'akıl hastanelerinde tutuldukları ve tedavi gördükleri' gerçeğini göz önüne alırsak.. Büyük olasılıkla 'psikiyatrik ilaçları uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) kullanmış olabilecekleri' ihtimali ön plana çıkarttığı için, bu durum, diğer nedenler olan 'doğal sebeplerin bu konuda elenmesine katkı sağlayan bir etken olabileceğini' tahmin edebiliriz, diye düşünebiliriz.. Dolayısıyla, bu kişilerin (belki az bir ihtimal en azından) büyük çoğunluğunun, büyük ihtimalle (psikiyatrik ilaç kullanımından ve/veya (eğer uygulandıysa) ECT (beyne elektrikli şok verme) gibi psikiyatrik yan tedavi uygulamalarından) dolayı, kalıcı 'beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'akıl hastalıklarına' yakalanmış olma olasılığının çok yüksek olabileceğini tahmin edebiliriz..
Hatta 'yakalandıklarını' dahi rahatlıkla tahmin bile edebilirsiniz.. Tahminimize göre, bu sayı, 'on/yüz milyonlarca' dahi olabilir.. Çünkü, dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan insan sayısı, (tam olarak bilinmemekle birlikte), tahmini yüz milyonlarca (hatta 1 milyardan daha fazla dahi) civarında olabilir. Bunun nedeni ise, sadece ABD'de 2022'de ruh sağlığı tedavisi gören tahmini 30 milyon kişinin (204) bulunmasının, dünya geneli ile karşılaştırıldığında (toplanıldığında), ortaya çıkacak sayının yüz milyonlarca olabileceği ihtimalindendir.. Tabii, bu sadece bir tahmin, ihtimal; bu sayı, daha da fazla olabilir.. Eğer, 'ölenleri' de katarsak bu sayıya, milyarlarca insanın, (psikiyatrik ilaç ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden dolayı) iyatrojenik zarar görmüş olabileceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz..
İstisnasız tüm psikiyatrik ilaçlar, (özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımlarda) fiziksel ve/veya zihinsel olarak 'kalıcı beyin hasarına' neden olabilen özelliklere sahiptir. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kalıcı beyin hasarı, 'fiziksel' özellikte olabileceği gibi, 'zihinsel' özellikte de olabilir. 'Fiziksel' özellikli 'kalıcı beyin hasarı', MR, Ultrason vb gibi 'tıbbi röntgen cihazları' ile tespit edilebilir özellikte olabilirken, 'zihinsel' özellikli 'kalıcı beyin hasarı', 'tıbbi röntgen cihazları' ile tespit edilebilir özellikte değildir /olmayabilir.
-- Zihinsel özellikteki kalıcı beyin hasarının, daha çok (psikiyatrik) ilaç kaynaklı 'kalıcı akıl hastalıkları' ile bağlantılı olabileceğini söyleyebiliriz.
İşte, araştırmalarımızın başlığının konusu da bununla ilgilidir ve bununla ilgili çok ciddi ilginç ve önemli (araştırmaları, makaleleri, haberleri, yorumları vs vs) bilgileri de yer yer vermeye devam edeceğiz.. Şimdi, bu 'psikiyatrik ilaç kaynaklı, zihinsel ve fiziksel kalıcı beyin hasarı' ile ilgili yorumlarımızı vermeye devam edelim..
Genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin yüz şekilleri, kendilerini ele verircesine az /çok oranda değişebilir. Örneğin ay yüzlü olma gibi.. 'Ay yüzlü' olmanın, daha çok psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında ortaya çıkan diyabet (şeker) hastalığı ile yakından ilgisi olduğu söyleniyor. Bununla birlikte, psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin aşırı kilo almaları durumu da, kişilerin yüz şekillerinde değişikliklere neden olabiliyor. Ayrıca 'zombi görünümlü olma' ile ilgili de bazı bilgiler de bulunuyor. Bazılarının da, tıpkı otizmli yüze benzer bir yüz değişikliği de söz konusu olabiliyor. Tabii bunlar, kişilerin durumlarına göre değişebilir. Yüz değişikliklerin sebepleri, doğal da olabilir herhangi bir hastalıktan dolayı da olabilir. Bunun öğrenilebilmesinin tek yolu, herhalde, bu yüz değişikliğinin, psikiyatrik ilaç kullanmadan önce var olup-olmadığı ile ilgili olabilir, diye düşünebiliriz.. Temsili görseller.. (- "Psikiyatrik ilaçlar şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getiriyor" araştırmasından.. (27-B))
Yukarıdaki temsili görsellerdeki kişiler, ABD'de silahlı saldırılara karışarak insanları öldürmüş kişilerdir. Bunların ortak özellikleri psikiyatrik ilaç kullanmalarıdır. Ya psikiyatrik ilaç kullanırken yada bu ilaçları aniden bıraktıklarında, bu olayları gerçekleştirmişler gibi görülüyorlar. (Daha bunlar gibi çok sayıda psikiyatrik ilaç kullanırken ve/veya bıraktıklarında cinayetler işleyenler de vardı.. Bunları, bir sonraki araştırma yazısında ele aldık, yayınlandığında okuyabilirsiniz..) Bu kişilerin yüz şekillerine baktığımız da, yüz şekillerinin değişiklikleri belirgin bir şekilde fark edilmiyor. Ancak biraz somurtkan olmaları herhalde, onlarda sanki hafif bir şişmanlama ve zombi görünüm varmış gibi görünmelerine neden olmuş olabilir.. Bunların haricinde, olaylara karışmış, medyaya yansıyan, gerçekten kaşlarını çatar şekilde, zombi görünümlü gibi daha belirgin olanlarını da bir ara görmüştük. Medya da uzmanlar /gazeteciler, bu kişilerin medyaya yansıyan zombi görünümlü fotoğraflarını değerlendirirken, ana akım medyanın bu fotoğrafları kasıtlı olarak verip-vermedikleri üzerinde tartışıyorlardı.. Tabii, bu kişilerin psikiyatrik ilaçları ne kadar süredir kullandıklarını pek bilmiyoruz. Eğer uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanmışlar iseler, büyük ihtimalle, bu kişilerin kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmış olma olasılıkları da olabilir, diye düşünebiliriz.. Bu arada, cinayet işleyen bu saldırganların arasında çocukların da olduğunu söyleyelim. Ve bir Türk genci de bulunuyor. (Bunları, bir sonraki araştırmada vereceğiz..)
Zihinsel özellikteki kalıcı beyin hasarını 'MR ,Ultrason' vb gibi tıbbi cihazlarla tespit edebilmek pek mümkün değil (gibi gözüküyor; en iyisi mi biz, buna 'şimdilik' diyelim, ilerde 'teknolojik gelişmeler', bunu tersine çevirebilir).. Ancak, bireylerdeki 'insani davranış biçimlerinin', 'normal davranışlar' olarak gözükmeyecek şekilde 'değişim' göstermesi (yani 'akıl hastalığı' olarak gözüken 'psikolojik sorunların' çeşitli şekillerde oluşması) ve bu değişimlerin 'sıklık' göstermesi (devam etmesi) ile birlikte, bireylerde (dışarıdan bakıldığında) fiziksel görünümlerde de (ay yüzlü olma, otizmli yüzlü olma, zombi görünüm yüzlü olma ve hatta tardif diskinezi yüzlü olma (buna ilerde değineceğiz) gibi benzer) değişikliklerin olabildiğini fark edebiliyorsunuz. Hem insani davranış biçimlerinde hem de fiziksel görünümlerdeki bu değişimler (değişiklikler), bireylerde, hem fiziksel hem de zihinsel kalıcı beyin hasarlarının oluşmuş olabileceğine dair bizlere ipuçları verebilmektedir, diyebiliriz..
-- 'Akıl hastanelerinde, psikiyatri servislerinde ve polikliniklerde, ruh sağlığı bakım evleri ve rehabilitasyon merkezlerinde', tahmini olarak (yukarıda saydığımız özelliklerde) genellikle psikiyatrik ilaç kaynaklı olabilen zihinsel ve/veya fiziksel kalıcı beyin hasarına uğramış olma olasılığı olan çok sayıda hasta bireyleri görmek mümkündür, diyebiliriz..
Televizyonlarda, ana akım ve sosyal medyada /sokaklarda herhangi bir yerde, mutlaka sanki takma dişi yokmuş gibi 'ağzını şapurdatan, dilini çıkartan ve bir takım istemsiz yüz ve ağız hareketlerinde bulunan', yetişkin, genç ve özellikle de yaşlı insanlarla karşılaşmışsınızdır. Bu insanların (hepsi olmasa da) büyük çoğunluğunun, psikiyatrik ilaçlardan dolayı bu hale gelmiş olabileceğini, hiç düşünmüş müydünüz? Bunların bu tür davranış rahatsızlığına genellikle 'tardif diskinezi (TD)' deniyor. TD'ler, sadece psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanmaz, bazı mide (gastroloji) ve beyin (nöroloji) ilaçları da buna sebep olabiliyormuş. Bununla birlikte buna en çok sebep olan ilaç türü ise, (tahmin ettiğiniz) gibi psikiyatrik ilaçlardır. Etrafınızda eğer, ister yaşlı olsun ister yetişkin isterse de genç olsun, bu şekilde bir ağız ve yüz bozukluğu olan insanlarla karşılaşırsanız, bu kişilerin büyük olasılıkla psikiyatrik bir /birden fazla ilaç kullanmaları sonucu, bu hale gelmiş olabileceğine dair bir fikir yürütebilirsiniz.. Tabii olasılıkla yukarıda da değindiğimiz gibi başka ilaçlar ve/veya başka sebepler de olabilir.. Temsili görseller.. (233)(237)
Dediğimiz gibi.. Sizler de bu bahsedilen yerlerde ve/veya çevrenizde dahi, bu özelliklere sahip kişilerle karşılaşmışsınızdır. Uzaktan da olsa, (tabii ki hepsi değil) bu kişilerin özellikle de yüzlerinde ve davranışlarındaki fiziksel değişiklikleri fark etmişsinizdir. Yüz ve davranışlarındaki bu fiziksel değişikliklere, neyin sebep olabileceği konusunda, az da olsa bir fikriniz olabilir.. Tabii ki kişilerdeki yüz ve davranışlardaki fiziksel değişikliklerin hepsi, psikiyatrik ilaç kaynaklı değildir. Bu, 'fiziksel hastalıklarda kullanılan ilaçlar, çevresel değişiklilerin yol açmış olduğu şartlar (örn. kazalarda ve fiziksel hastalıklarda yaralanmalar, sakat kalmalar)' vb gibi nedenlerle de olabilir.. Bu, ancak sorup-soruşturularak öğrenilebilecek bir deneyim olabilir. Yani kişilerin 'psikiyatrik ilaç kullanıp-kullanmadıkları, kullanıyorlarsa eğer, ne zamandan beri kullandıkları' gibi temel sorularla, bu konularda bir fikir edinilebilir.. Tabii, bunlar 'kesin kanıtlar' olmasa da dediğimiz gibi, bizlere, bu konuda önemli fikirler verebilir.. Özellikle yüz hatlarında 'ay yüzlü, otizm yüzlü, tardif diskinezi yüzlü ve hatta zombi görünüm yüzlü' vb gbi değişimlerle karşılaştığınız da (özellikle de yukarıda saydığımız psikiyatri yerlerinde), bunların psikiyatrik ilaç kaynaklı zihinsel ve/veya fiziksel kalıcı beyin hasarı ile ilişkili olabileceği ihtimalinde bulunabilirsiniz.. Tabii, dediğimiz gibi bunlar bir ihtimal, kesin kanıtlar değildir /olmayabilir..
BİLGİ : "Fiziksel görünümlerdeki (ay yüzlü, otizmli yüz vb sahip olma gibi) bu değişimlere ilaveten, tardif diskinezi (TD; tardive dyskinesia) denen ve ilaç tedavisinin ardından ortaya çıkan, 'yüz buruşturma, dil çıkarma veya dudakları şapırdatma' gibi istemsiz tekrarlayan vücut hareketleriyle sonuçlanan iyatrojenik bir bozuklukta (205) kendini gösterebilmektedir.. TD, antipsikotiklerin kullanımından en az 6 ay sonra ortaya çıkan değişik kas gruplarındaki diskinezilerdir. En sık ağız çevresindeki kaslarda görülmekle beraber; 'el ve ayak parmaklarında, el ve ayak kaslarında, boyun, gövde ve kalça kaslarında' da görülebilir. (206) Tardif diskinezi (TD), antipsikotikler ve metoklopramid gibi 'dopamin reseptör bloke edici ilaçların' uzun süreli kullanımı sonucu ortaya çıkar. Bu ilaçlar genellikle 'ruhsal hastalıklar' için kullanılır ancak 'gastrointestinal veya nörolojik' sorunlar için de verilebilir. Durum genellikle aylar veya yıllar süren kullanımdan sonra gelişir. (205)"
Açıkçası ben, bu kişilerle, (bu bahsedilen yerlerde) çok sık karşılaşıyorum. Ben, bunları fark edebiliyorum. Onları, hem yüzlerinden hem de davranışlarından tanıyabiliyorum ve onların, 'ciddi bir şekilde 'beyin hasarına' uğramış olabileceklerini' de fark edebiliyorum. (Tabii kesin emin olmamakla birlikte bunlar benim tahminlerim, kişisel görüşlerimdir. Kanıtlaması oldukça zor olabilir ama 'PS ilaç sonrası insanların bu vb durumlarına dair kanıtların' olması, bu tahminlerin doğru olabileceğine dair bize iyi bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz..) Eminim sizler de, bu kişilerle çok sık karşılaşıyorsunuzdur. Açıkçası ben, onların bu şekilde 'beyin hasarı' yaşamalarını /yaşamış olabileceklerini 'uzun süreli psikiyatrik ilaç kullanımına' bağlıyorum. Tabii başka nedenlerde olabilir, örneğin eğer ECT gibi elektroşok vs uygulandıysa bunlara, bu da mümkündür.. Diğer başka nedenlerde olabilir ama.. Psikiyatrik ilaçların özellikle de uzun süreli kullanımlarından dolayı, bu 'kalıcı beyin hasarlarının' oluşabileceğine dair ikna edici kanıtların varolması.. Doğal olarak, bu kişilerin de uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) 'psikiyatrik ilaç kullandıklarını' düşünürsek eğer... Bu kişilerin fiziksel ve/veya zihinsel kalıcı beyin hasarlarına uğramış olma olasılıklarının da çok yüksek olabileceğini de anlayabiliriz, diyebiliriz..
Bu nedenlerle.. Fiziksel ve zihinsel kalıcı beyin hasarlarının (oluşmuş olabileceğini gösteren) özelliklerine, bireylerdeki özellikle de uzun süreli (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanım sonrası ortaya çıkan, hem insani davranış biçimlerindeki hem de fiziksel görümlerdeki bu değişimleri (değişiklikleri), örnek gösterebiliriz..
-----------------------------
GERÇEK BİR YAŞAM HİKAYESİ ;
"Örnek vermek gerekirse eğer.. Bunun en bariz örneği, benim kardeşimdir, diyebilirim.. Hem ülkemizde hem de dünya genelinde, kardeşim gibi aynı durumda olan milyonlarca çocuk, genç ve yetişkinlerin olduğunu bildiğim için, bunu bir örnek olsun diye veriyorum.. Aynı hadiselerin, bu milyonlarca çocuk, genç ve yetişkinlerin başından da geçtiğini fark edebiliyorum.. Kardeşimin açıkçası, psikiyatrik ilaçlardan dolayı 'psikiyatrik ilaç kaynaklı fiziksel ve/veya kimyasal kalıcı beyin hasarına uğramış olabileceğini' tahmin ediyorum. Çünkü, kardeşim, nerdeyse çocukluğundan beri uzun yıllardır psikiyatrik ilaç kullanıyor.. Temsili görseller.. (305) NOT4
Şu psikiyatristler (bazıları istisna diyelim), öyle acımasız (psikopat) insanlar ki, (işe yaramadığını ve hem beyin hem de vücut için oldukça zararlı olduğunu bildikleri halde) çocukluğundan beri çok sayıda kombine psikiyatrik ilaçları reçete edip durdular. Eğer 'akıl hastalığı ile beyin arasındaki sözde bağlantı' söz konusu ise (ki bunu öyle görüyorlar yanlış bir şekilde); 'bir tanesi işe yaramıyorsa, birden fazlasını vermenin mantığı yok!' mantığını algılayamayan kıt beyinli psikiyatristler, hiçbir boka yaramayan ve üstelik oldukça zehirli kimyasalları, kardeşime reçete edip durdular. Biz de, daha önceleri 'psikiyatrik ilaçların, bu kadar zararlı olabileceklerini' bilmediğimiz için, bu şarlatan psikiyatristlere ve onların vermiş oldukları zehirli psikiyatrik ilaçlarına güvenmiş ve bu zehirli ilaçları sürekli olarak kardeşime vermek zorunda kalmıştık.. Neden, "iyileşşin" diye.. Tabii bilmiyorduk, bu ilaçların hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli olduklarını.. Ama bu şarlatan psikiyatristler biliyorlardı, buna rağmen reçete etmeye devam ettiler.. (Tıpkı dünya genelindeki diğer şarlatan psikiyatristlerin, milyonlarca çocuk, genç ve yetişkinlere reçete ettikleri gibi..) Ve sonuç.. 'Gözle görülebilen zihinsel ve fiziksel hasarlar.. Bunları net olarak görebilmek, fark edebilmek çok mümkün..'
Fiziksel /kimyasal kalıcı beyin hasarında dikkat ettiğim en önemli özellik, (konuşma biçimindeki bozukluk, algılama yeteneğinin bozulması ve sayamadığım aklıma gelmeyen diğer bozukluklar..) Medyatik psikiyatristler, bu tür psikiyatrik semptomları 'belirtileri' (özellikle de konuşma biçimindeki bozukluk ile algılama yeteneğindeki bozuklukları) akıl hastalığına (yani bir nevi şizofreniye) bağlıyorlar ama aslında bu tam olarak doğru değil.. Ve bu bir aldatmacaya benziyor.. (Sorunları başka şeylerin üzerine atarak, bu zehirli ilaçların yol açmış olduğu sorunların üzerini, bu şekilde örtmeye çalışıyorlar, gibi gözüküyor bunlar..) Bu sorun, tamamen 'psikiyatrik ilaç kaynaklı semptomlar' gibi gözüküyor..
Çünkü, kardeşim de, daha önceleri en azından çocukluğunda psikiyatrik ilaç kullanmadan önce böyle belirtiler yoktu.. Belirtilerden kasıt, en azından çevresel şartlardan dolayı, çocukken bir 'saldırganlık eğilimi' vardı ancak bu, (psikiyatrik ilaç kullanımı gerektirecek kadar) onda bir akıl hastalığı olduğunu' göstermeyen normal bir insani davranış biçimi idi. Bir çocuğun bu şekilde 'saldırgan davranması', onun 'akıl hastası olduğunu' göstermez. Psikiyatristler de bu gerçeği biliyor ama (sanki bilmiyorlarmış gibi, 'sırf para ve ünvan peşinde koştukları ve psikiyatri ve ilaç sektörünün birer kuklası olmayı' seçtikleri için herhalde), çocuklardaki tamamen doğal olan bu çocukluk davranışına ait 'saldırganlığı', bir 'akıl hastalığı' olarak etiketliyorlar ve bu durumu, 'daha da kötü hale getirecek' psikiyatrik ilaçları reçete ediyorlar.. Ve tahmin edildiği gibi, mevcut varolan saldırgan durum, psikiyatrik ilaç kullandıkça daha da kötü hale geldi ve iş, öyle çıkılmaz hale geldi ki, kardeşimi 2 sefer 'akıl hastanesine' yatırmak zorunda kaldık..
Psikiyatrik ilaçlar, bir boka yaramadığı gibi, var olan semptomları daha da azdırdı. Ve daha önce kendisinde olmayan (kendi kendine konuşma, bağırıp çağırma gibi) psikolojik semptomların oluşmasına (yakalanmasına) da sebep oldu.. Psikiyatrik ilaçlar verildikçe, kardeşimin durumu, gitgide daha da kötüleşti.. Saldırganlığı, yoktu ama bu, psikiyatrik ilaçların etkisinden dolayı değil, 'akıl hastanesine yattığından korktuğu' için yoktu. Yani, saldırganlığını durduran şey, psikiyatrik ilaçlar değil, tamamen çevresel şartlardı.. Saldırganlığı yoktu ama yukarıda da belirttiğimiz gibi, çok yüksek şekilde bağırma, çağırma, kendi kendine konuşmalar gibi aklımıza şuan gelmeyen diğer psikolojik semptomlar vb halen devam ediyordu..
Ve sonuç olarak psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalığının tedavisinde hiç bir boka yaramadığı gibi, var olan semptomları azdırdı (kötüleştirdi, artırdı), yeni yeni akıl hastalığı semptomlarını yarattı (oluşturdu) ve zaman geçtikçe, kardeşimin bir çeşit 'fiziksel ve/veya kimyasal kalıcı beyin hasarına uğramış olabileceği' ihtimalini de, bunları araştırarak öğrenmiş durumundayım.. Araştırdıkça, sadece kardeşimin değil, kardeşim gibi aynı durumda olan dünya genelindeki diğer milyonlarca insanın da 'aynı akibetleri yaşamış olabileceklerine' dair, bir fikir (şüphe) edinebildiğimi rahatlıkla söyleyebilirim..
Tabii ki, yukarıda saydığımız bu tür psikolojik semptomların hepsinin, psikiyatrik ilaç kaynaklı olabileceğini iddia etmiyoruz. Sorun, burada, bu kişilerdeki bu semptomların, 'psikiyatrik ilaç kullanmadan önce var olup-olmadığı' ile ilgili gibi gözüküyor.. Benim tahminime göre kardeşim de böyle bir sorun, daha önce yoktu.. Hem zaten olsa da, bunu ispat edebilme imkanımız da yok.. Olmadığı için de, (tıpkı bizim gibi aynı durumda olan dünya genelindeki tahmini milyonlarca kişi gibi), bu durum, ilaç ve psikiyatri sektörünün ve psikiyatristlerin de işine geliyor.. Ha bire zehirli psikiyatrik ilaçları, masum insanlara bastırıp (reçete edip) duruyorlar.. Nereye kadar? Beyinleri tahrip olana kadar ve/veya ölene kadar.. 'Konuşma biçimindeki bozukluk, algılama yeteneğinin bozulması ve aklımıza gelmeyen diğer bozukluklar' vb gibi psikolojik semptomların (belirtilerin), psikiyatrik ilaç kullanım öncesinde var olup-olmaması ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkarken.. Psikiyatrik ilaçların da bu olumsuz semptomlara (ve hatta daha fazla psikolojik semptomlara da) sebep olabileceğine dair bazı kanıtlarda ortaya
konmuştur.. (Bunları araştırmalarda Türkçeye çevirip-verdiğimiz kaynak
bilgilerinde okuyabilirsiniz..) Tüm bunlar, aslında 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarını (semptomlarını) tedavi etmekten ziyade, bunları 'yarattığına' dair önemli kanıtlar' olarak bizlere önemli fikirler verdiğininin işaretidir, diyebiliriz..
Kaldığımız yerden devam edersek.. Kardeşimin açıkçası, çocukluğundan beri yıllardır kullandığı bu zehirli psikiyatrik ilaçların yüzünden (psikiyatrik ilaç kaynaklı) fiziksel ve/veya kimyasal kalıcı beyin hasarına yakalanmış olabileceğini tahmin ediyorum.. Tabii bunu ispat edebilmem, pek mümkün gözükmüyor gibi.. Bunun nedeni de, 'akıl hastalıklarının, hiçbir tıbbi cihazlarla' tespit edilememesidir.. Kimyasal kaynaklı 'beyin hasarını' tespit edebilmek, bu nedenle pek mümkün değil. Aslında, bu durum 'ilaç ve psikiyatri sektörü' ile birlikte, 'psikiyatristlerin'de çok işine geliyor. Çünkü, böylece hem akıl hastalıklarının beyinde olduğu (yani beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklandığı) efsanesini sürdürmeye hem de hiçbir işe yaramayan ve üstelik hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli kimyasallar içeren bu zehirli psikiyatrik ilaçları, hastalara reçete etmeye devam ediyorlar.. Bu durum haricinde..
Ancak 'fiziksel beyin hasarı' tespit edilebilir. Ben, kardeşimin fiziksel olarak da beyin hasarına uğramış olabileceğini tahmin ediyorum. Ancak bu da pek kolay değil. Dışarıdan bakıldığında, fiziksel görünümdeki değişimleri (değişiklileri; örneğin ay yüzlü, otizm (down) yüzlü olma gibi değişimleri) fark edebiliyorsunuz.. Ancak dediğimiz gibi, bunlar, gerçek anlamda fiziksel beyin hasarı ile ilişkilendirilebilecek semptomlar /belirtiler olarak gözükmeyebilir. Bunun nedeni de, bu yönde bilimsel kanıtların olmamasıdır. (Veya var da, ben bilmiyor olabilirim.) Ancak ben, tıpkı kardeşim gibi, özellikle de uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin, fiziksel görünümlerinde (ay yüzlü, otizli yüzlü olma vb gibi) oluşan bu değişimlerin sebebinin, 'psikiyatrik ilaç kaynaklı' olabileceğini ve bunun da tespit edilebilen /edilemeyen "fiziksel kalıcı beyin hasarı" ile ilişkili olabileceğini tahmin ediyorum.." DEVAMI (NOT 2)
-----------------------------
- Şöyle kısa bir mantık çalıştıralım;
Laboratuvar üretimli 'kimyasal etken maddelerden' oluşan (psikiyatrik ilaçlar da dahil), her türlü ilaç aslında hem vücut için hem de beyin için birer zehirdir.. İlaçların 'zehirli' olması, ilaçları oluşturan "kimyasal içerikli, etken maddelerinden" kaynaklanan bir şeydir.. Kimyasal etken maddeli ilaçlar, fiziksel hastalıklarda kullanıldığında, genellikle 'işe yarayabilir' özelliğe sahip olabilir /olmayabilir; bu, hastanın ve hastalığın durumuna göre değişebilir.. İlaçların, ciddi olan ve olmayan 'yan etkileri' de bulunur (ki 'zehirli' dediğimiz kavram da buradan gelir). Bu yan etkiler, ilaçların, kimyasal içerikli etken maddelerinin, vücuda vermiş olduğu 'olumsuz ve/veya olumlu' etkileridir.. Kimi yan etkiler, önemsiz hafif semptomlar (belirtiler) olarak ortaya çıkarken, kimi yan etkiler ise 'kalıcı hastalıklara, rahatsızlıklara ve hatta ölümlere' dahi yol açabilen ciddi olumsuz özelliklere de sahip olabilmektedir.. Fiziksel hastalıklar ve rahatsızlıklarda (özellikle de acil durumlarda), bu kimyasal içerikli etken maddeli ilaçlar, (hafif ve ciddi yan etkileri olmasına rağmen), önemli bir yere sahiptir. Yani fiziksel hastalık ve rahatsızlıkları tedavi edebilir, hastaları iyileştirebilir özelliklere sahiptir..
Buna rağmen, fiziksel olmayan 'akıl hastalıklarının' tedavisinde kullanılan psikiyatrik ilaçların ise, böyle 'zihinsel hastalık ve rahatsızlıkları tam olarak tedavi etme ve (hastaları) iyileştirebilme' gibi bir özelliği yoktur. (Olduğunu söyleyenler ya 'yalancının tekidir' yada 'işin gerçeğini tam olarak bilmiyordur', bunu da hem araştırmalarımızda verdiğimiz kaynak bilgileri hem de yorumlarımızı okuyarak öğrenebilirsiniz) Olmadığı gibi, psikiyatrik ilaçlar da, labarotuvar üretim kaynaklı kimyasal içerikli etken maddelerden oluştuğu için.. Bu, kimyasal içerikli etken maddeler (yani zehirler), hem beyin hem de vücut için oldukça tehlikeli yan etkilere de sebep olabilmektedir..
-- Psikiyatrik ilaçların tamamı, direkt olarak 'beyni, hedef alacak' şekilde üretilirler.
Psikiyatrik ilaçlar, hastalıkları tedavi etmek ve hastaları iyileştirmek için üretilmezler; tam tersine hastalıkları bastırmak ve hastaları kontrol altına almak için üretilirler.. Bu da onların, oldukça zehirli ve ölümcül bir özelliğe sahip olmalarına neden olur. Bu nedenden dolayı, psikiyatrik ilaçlar hastalar da, kalıcı olan ve olmayan hem fiziki (kalp-damar sorunları, doğum kusurları, tardif diskinezi, beyin hasarı vb gibi) ve hem de zihinsel (sinirlilik, anksiyete, depresyon, intihara ve cinayet işlemeye meyilli olma vb gibi) tahmini onlarca /yüzlerce hastalık semptomlarının artmasına ve/veya oluşmasına çok büyük katkıda bulunurlar. . ('Psikiyatrik ilaçlar, 'beyin' hedef alınarak üretilir.') Temsili görseller.. Illustration..
İlaçların, kimyasal içerikli etken maddelerinin hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli (tehlikeli) olduğunu ve bu ilaç kaynaklı kimyasal zehirlerin, özellikle de 'beyni, hedef aldığını' düşünürsek.. Bu kimyasal zehirlerin, sürekli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımında, (beyni, nasıl etkilediğini ve beynin 'kendi doğal kimyasına' nasıl bu yapay kimyasal zehirlerin doldurulduğunu) bilmek için, herhalde şarlatan bir psikiyatrist olmaya gerek yoktur. 'Damlaya damlaya göl olur!' atasözünü bilen bir çocuk bile, bu (psikiyatrik) ilaç kaynaklı kimyasal zehirlerin, hergün alındığında (aylarca ve/veya yıllarca alındığında), 'beyinde, nasıl biriktiğini' rahatlıkla bilebilir.. Şarlatan psikiyatristler mi bunu bilmeyecek?
Uzun süre boyunca (aylarca ve/veya yıllarca) alınan psikiyatrik ilaçların kalıntıları (yani kimyasal zehirler), beyinde birikerek, beynin, 'ileri derecede (kalıcı) hasar' görmesine neden olabiliyor. Aslında bu kimyasal zehirlerin, 'beyinde birikmesiyle' ilgili birçok teori bulunuyor; bunlardan biri de, (ilaçların etken maddelerinin (yani kimyasal zehirlerin), vücutta birikmediği; çeşitli boşaltım yolları ile dışarı atıldığı) teorisidir.. Bu teoriye istinaden, (psikiyatrik ilaçların kimyasal zehirlerinin de, aynı şekilde, beyinde kalmadığı, çeşitli yollarla dışarı atıldığı) teorisi ortaya atılmıştır.
Ancak ister fiziksel olsun isterse zihinsel olsun, bu teorilerin hiç birinin (sözde bilimsel olarak kanıtlansa bile) doğruyu yansıtmadığını, (ilaç kaynaklı ağır ciddi yaralanma ve ölümlerin inanılmaz boyutlarda olmasından dolayı) net bir şekilde anlayabiliyoruz.. Bu konuya atıf yapılan sözde bilimsel araştırmaların, bu gerçeklerden dolayı, ya (ilaç firmalarının desteği ile yapılması muhtemel) sahte ve uyduruk çalışmalar olabileceği yada (yeterince üzerinde durulmamış eksik deneyimlerle ele alınmış) eksik-bozuk çalışmalardan oluşan bir ihtimal olabilir diye düşünebiliriz..
Uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanan insanların, 'kalıcı beyin hasarına' yakalanma olasılık riskleri, gerçekten çok yüksektir. Kısa vadeli kullanımlarda bile hem beyin hem de vücut için, oldukça 'zehirli kimyasallar' içeren psikiyatrik ilaçlar, özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımlarda, (bu 'kimyasal zehirler'), sadece beyni, hasara uğratmakla kalmaz, (vücut için de oldukça tehlikeli olduğundan dolayı) vücutta, kalp hastalığı gibi tehlikeli 'kalıcı fiziksel hastalıklara' yakalanmasına da yol açar. Ayrıca sadece kalıcı fiziksel hastalıklara değil, (daha önceleri hasta bireylerde olmayan çeşitli türlerdeki) kalıcı psikolojik (akıl hastalığı) semptomlarının da ortaya çıkmasına da sebep olur. Artı ayrıca varolan mevcut akıl hastalığı semptomlarını da artırma (azdırma) özelliğine de sahiptirler..
Tüm bu gerçekler, psikiyatrik ilaçların ortaya çıktığı (piyasaya sürüldüğü) yaklaşık 1940 /1950'li yıllardan beri süregelen bilimsel olan ve olmayan onlarca hatta yüzlerce araştırmalarla ortaya çıkan, 'psikiyatrik ilaçların, yol açmış olduğu zararların" sadece bazılarıdır.. (Bunların sadece küçük bir kısmını "Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisindeki bölümleri, okuyarak dahi öğrenebilirsiniz..) Daha tahmin dahi edemeyeceğiniz, inanılmaz derecedeki ciddi zararlar da bulunabilmektedir.. Gizlenenler ve örtpas edilenler de olabildiği için, bu verilen tahmini rakamlar bile, buzdağının sadece küçük bir kısmını içerebilir, diyebiliriz..
-- Psikiyatrik ilaçlar, gerçek kalıcı 'akıl hastalıklarına' sebep olur ve daha fazla zarar da verir..
Psikiyatrik ilaçların, 'insana vermiş olduğu zararların' en ilginci ve en çarpıcı olanı ise, psikiyatrik ilaçların, tedavi etmesi gereken akıl hastalıklarını (tedavi etmek yerine), onu, yaratmasıdır.. Evet, yanlış duymadınız.. 'Psikiyatrik ilaçlar, gerçek kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor..' Bu gerçek, 'bu gerçeği bilen insanlar' arasında 'garip ve şaşılacak bir durum' değil.. Bunu, bilmeyen insanlar açısından
değerlendirdiğiniz de, (evet, bu gerçekten çok garip ve şaşılacak ve
bir o kadar da çok korkunç bir durum) aslında.. Ne demek, 'psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalığına sebep oluyor?' Bu, bir efsane değil, aldatmaca ise hiç değil.. Bu gerçek, yukarıda da belirttiğimiz gibi, (psikiyatrik ilaçların ortaya çıkmış olduğu tarihlerden itibaren, onlarca yıldır kullanımdan sonra), araştırmalarla ve hatta mahkeme tutanakları (mahkemelerde yıllarca bilirkişi olarak görev yapan psikiyatristlerin ve diğerlerinin ortaya koymuş oldukları gerçekler) ile ortaya çıkarılan, 'psikiyatrik ilaçların olası zararlarının' deşifre edilmesi ile ortaya çıkmış olan bir gerçektir..
Kısaca, psikiyatrik ilaçlar, mevcut olan 'akıl hastalığı semptomlarını' tedavi etmediği gibi, o semptomları artırıyor (azdırıyor) ve hatta (bireyde daha önce olmayan) bir/birden fazla akıl hastalığı semptomlarının da oluşmasına (yaratılmasına) da sebep olabiliyor.. Dahası, eğer bu psikiyatrik ilaçlar, uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanıldığında ise, psikiyatrik ilaçlara bağlı (ilaç kaynaklı) kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmasına da neden olabiliyor.. İşte, psikiyatrik ilaçların tehlikelilerinin en ilginç, en bariz ve en tehlikeli yan etkilerinden biri de budur diyebiliriz.. Kalıcı beyin hasarına ve diğer çeşitli kalıcı fiziksel hastalıklara yakalanmalar ile ani olan ve olmayan ölümleri ise hiç saymıyoruz.. Onlar, daha da vahim..
Psikiyatrik ilaçlar, (istisnasız hepsi) hiçbir "akıl hastalığını' tedavi etmez, iyileştirmez; sadece varolan semptomları azaltır (ve bunu da beyni, zehirleyip, uyuşturarak, sersemleterek yapar) ve/veya tam tersini yapar, semptomları azdırır (artırır) ve/veya daha önce olmayan yeni yeni (psikolojik/psikiyatrik) semptomların ortaya çıkmasına neden olur. Bu arada, (yeterince uzun vadede kullanılırsa) eğer, 'gerçek kalıcı akıl hastalığına'da sebep olur, ayrıca 'beyin hasarı'na ve çeşitli şekillerdeki 'kalıcı fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanılmasına' ve ani (olan-olmayan) ölümlere de neden olur..
Tüm bunlar, 'tek tek kanıtlanmış' gerçeklerle tutarlıdır. Psikiyatrik ilaçların, insan beynine ve vücuduna, bu denli zarar vermesinin tek nedeni, (psikiyatrik ilaçların) hem beyin hem de vücut (ve organları) için oldukça 'zehirli' olmasından dolayıdır.. İnsan beynine sadece psikiyatrik ilaçlar zarar vermez; ECT (elektrik şoku), Lobotomi vb gibi diğer zararlı psikiyatrik yan tedavi uygulamaları da, insan beynine oldukça zarar verir; "kalıcı beyin hasarı" gibi.. Psikiyatri endüstrisi, 'insana en çok zarar veren' şarlatan bir endüstri olarak tarihe geçmiştir..
"Psikiyatrik ilaçların "zehirli" olması, hastada var olan zihinsel ve/veya fiziksel hastalık semptomlarının artması ve/veya daha önce hiç olmayan yeni zihinsel ve/veya fiziksel hastalık semptomlarının oluşmasından; ölümcül olması da bu zihinsel ve/veya fiziksel hastalıklardan dolayı hastaların bir şekilde ölmeleridir.." (Ve bu konuyla (psikiyatrik ilaçların olası yan etkileri) ilgili detaylı bilgileri "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinin bölümlerinde BURADAN ve özellikle de 3,5,6 ve 7.bölümlerde okuyabilirsiniz.. Okumaya devam edin..)
('Psikiyatrinin Simgeleri.. "Hastalar ayak takımından başka bir şey değil. Hizmet ettikleri tek yararlı amaç, geçimimizi sağlamamıza yardımcı olmak ve öğrenme materyali sağlamaktır. Ne olursa olsun, onlara yardım edemeyiz.' – Sigmund Freud, Psikanalist.. 'Psikiyatri, 1940 Master Planını ileriye taşımak için kendisini kamuoyuna, hükümetlere ve mahkemelere tıbbi bir disiplin olarak sunmuştur. Gerçekte psikiyatri bir şifa mesleği değil, bir iştir. Psikiyatristler, zihinsel bozuklukları icat ediyor ve araştırma ve tedavi için hükümetlerden fon talep ediyor. Psikiyatri, ilaç endüstrisi ile ortak olduğu sürece Amerikan Psikiyatri Birliği giderek daha fazla bozukluğun ortaya çıkmasına oy verecektir.') ('Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' müzesinden bir görüntü..) (256)
Psikiyatrik ilaçlar, hastalıkları tedavi etmek ve hastaları iyileştirmek için üretilmezler; tam tersine hastalıkları bastırmak ve hastaları kontrol altına almak için üretilirler.. Bu da onların, oldukça zehirli ve ölümcül bir özelliğe sahip olmalarına neden olur. Bu nedenden dolayı, psikiyatrik ilaçlar hastalar da, kalıcı olan ve olmayan hem fiziki (kalp-damar sorunları, doğum kusurları, beyin hasarı vb gibi) ve hem de zihinsel (sinirlilik, anksiyete, depresyon, intihara ve cinayet işlemeye meyilli olma vb gibi) tahmini onlarca /yüzlerce hastalık semptomlarının artmasına ve/veya oluşmasına çok büyük katkıda bulunurlar. (Bunun nedeni de, 'psikiyatrik ilaçların ve beynin çalışma prensiplerinin çok farklı olması' ile ilgilidir. Ki bu ilaçlar, ilaç üreticilerinin yanıltıcı ve aldatıcı bir şekilde verdikleri "çalışma prensibine göre"de (tam anlamıyla bu şekilde) çalışmazlar.. Buna da yakından değineceğiz.) İşte bunlar (zehirli ve öldürücü olma özellikleri), hükümetlerin, büyük ilaç üreticilerinin (ve hatta psikiyatristlerin dahi) 'hastalardan, hasta yakınlarından, toplumdan ve kamuoyundan' çok iyi sakladıkları psikiyatrik ilaçların "zehirli ve ölümcül" bir özelliğidir.. (Yine bunların (psikiyatrik ilaçların olası yan etkilerine ait) kanıtları ile ilgili bilgi ve kaynaklarını "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinin bölümlerinde BURADAN ve özellikle de 3,5,6 ve 7.bölümlerde okuyabilirsiniz.. )
Psikiyatrik ilaçların, hastalıkları tedavi etmek ve hastaları iyileştirmek için değil de, hastalıkları bastırmak ve hastaları kontrol altında tutmak için üretilmelerinin sebebi de, psikiyatrik ilaç üreticilerinin 'akıl hastalıklarının, gerçek tedavisini bilmemeleri' nedeniyledir, diyebiliriz. Bunun aslında çok basit bir cevabı vardır. Çünkü..
"Akıl hastalıkları, ruhani hastalıklardır. Ruhani oldukları için de, hiç bir ilaç (hele de yapay kimyasal içerikli psikiyatrik ilaçlar), bu ruhani hastalıklara hiçbir fayda vermez, aksine durumlarını daha da kötü hale getirebilir.. Bunun böyle olabileceğine dair kanıtlar oldukça çok sayıdadır.."
Psikiyatrik ilaç üreticileri de bu gerçeği biliyorlar ama yine de bu oldukça zehirli ve öldürücü olan doğal olmayan yapay kimyasal içerikli (psikiyatrik) ilaçları üretmeye ve piyasaya sürmeye devam ediyorlar. Bunun nedeni de, bu ilaçlara onay veren özellikle de ABD'de FDA gibi ilaç düzenleme ve onaylama ile ilgili kurumların (bu gerçeği onların da bilmesine rağmen), bu zehirli ve öldürücü psikiyatrik ilaçlara onay vermesinden dolayıdır..
* Bunun nedeni aslında ne olabilir?
Yukarıda bunu açıkladık. "Ruhani hastalıkları, hiç bir ilaç tedavi edemez.." Hele de zehirli ve öldürücü özelliğe sahip yapay kimyasal özellikli psikiyatrik ilaçlar hiç tedavi edemezler ve zaten tedavi edemedikleri bilindiği için de bu ilaçlar "tedavi etmek için üretilmezler.." Bazı ilaç prospektüslerinde "tedavi etmek" için diye çok yanıltıcı ibareler koyarlar ama aslında bu ilaçların tedavi etmediklerini, sadece hastalık semptomlarını "baskı altına aldıklarını" ve böylece hastaları da böylece "kontrol altına aldıklarını" onlar da (büyük ilaç üreticileri de) çok iyi bilirler..
Hükümetler de (ilaç düzenleme ve onaylayıcı kurumlar da) psikiyatrik ilaçların "tedavi etmediğini" ve oldukça "zehirli ve ölümcül olduklarını" da bilirler ancak yine de bu zehirli ve öldürücü psikiyatrik ilaçlara onay verirler. Çünkü, başka çareleri ve alternatifleri yoktur. Bu ilaçlara (zehirli ve öldürücü özelliğinin olmasına rağmen) onay verilmesinin en büyük nedeni (büyük ihtimalle), bu ilaçların "akıl hastalarını kontrol altına alması" ile ilgili olabilir. Akıl hastalarını kontrol altına almak, psikiyatrik ilaçlardan dolayı zarar gören (yaralanan ve ölen) on/yüz binlerce (/tahmini milyonlarca) insanın olmasından daha öncelikli (yani zarar gören (yaralanan ve ölen) tahmini milyonlarca insanın akibeti, ikinci plana atılmış) gibi görülüyor..
-- Psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı insanları 'gerçek akıl hastası" haline dönüştürebilir (mi?)
Kendini psikiyatrist sananlara bu soruyu söyleseniz, "Böyle birşey yok, bu yönde "bilimsel kanıt" yok, bunlar uyduruk şeyler, komplo teorisi.." diye buna benzer size karşılık vermesi olasılıktır. Evet, bu yönde "bilimsel kanıt" yok (tabii belki de vardır, bilmediğimiz bir yerlerde saklı olan, bulunmayı bekleyen "bilimsel kanıtlar" vardır olasılıkla orasını pek bilemicez, biz bilmiyoruz ama tabii varsa yorumlara bildirebilirsiniz neyse), zaten o yüzden psikiyatristler, "bilimsel kanıtın olmaması" nedeniyle herhalde buna benzer ifadeleri rahat bir şekilde söyleyebilirler.
Aslında psikiyatristlerin, bu teoriye karşı çıkmalarının bir başka nedeni de, sanmıyorsam "psikiyatrik (zihinsel) ilaçların mevcut kimyasal etkisinin (diğer normal (fiziksel) ilaçlar gibi), kanda ve/veya organlarda kalıcı olmadığı, idrar, dışkı ve ter gibi atılım /boşaltım yolları ile dışarıya atıldığı inancına sahip olması da olabilir. Sadece psikiyatristler değil, diğer medikal doktorlar da buna benzer (ilaçların kimyasal bileşenlerinin, vücut tarafından özellikle de böbrekler yolu ile dışarıya atıldığı") görüşlere sahipler. Aslında bakarsanız, tüm bunlar aldatmacadan başka birşey değil. İster zihinsel isterse fiziksel olsun hiçbir ilacın kimyasal etkisi, öyle atılım yolları ile kolay kolay dışarı atılması söz konusu değil gibi gözüküyor. Bunun nedenini de, ilaçların yol açmış olduğu çok sayıda iyatrojenik zararları (yan etkilerini) gösterebiliriz, diyebiliriz..
Bu soruya biz "evet, psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı insanları rahatlıkla 'gerçek bir akıl hastası' haline dönüştürebilir" diye cevabını veriyoruz. Psikiyatrik ilaçların bunu yapabilme gücü vardır. Ve zaten bunu yapıyor da. Hemi de bunu bazen 'mahkeme kararı ve polis zoru' ile yapabiliyor. :( Yok bu şaka falan değil, bu bir gerçek inanın. Tabii ki psikiyatrik ilaçlar bunu kendisi yapmıyor, onlara Psikiyatristler yardımcı oluyor. Peki bu nasıl oluyor? (DİPNOT 1) 'Mahkeme kararları ve polis zoru' ile sağlıklı insanların nasıl birer "gerçek akıl hastası" haline dönüştürüldüğünü, öğrenmek istiyorsanız, hem bu yazımızı hem de daha fazla detaylı bilgi için 8 bölümlük "Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisini okumanızı tavsiye ederiz.. Bu durum öyle basite alınabilecek bir durum değildir. Dünya genelinde sayısı belirsiz ölenler de dahil tahmini milyarlarca insanın birer gerçek akıl hastası olarak damgalanmış (ve gerçek bir akıl hastası haline dönüştürülmüş) olabileceğini tahmin edebilirsiniz..
-- Peki, psikiyatrik ilaçlar bunu nasıl yapıyor? Bu nasıl oluyor?
Eğer hayatınız da sadece bir kez dahi psikiyatrik ilaç kullandıysanız eğer, psikiyatrik ilaçların beyninize nasıl bir etki bıraktığını da çok iyi biliyorsunuz demektir. Bir kez dahi kullansanız, tamamen laboratuvar ortamında üretilen yapay kimyasal bileşiklerden (ilaç etken maddelerinden) oluşan ve bu nedenden dolayı da oldukça zehirli ve ölümcül bir özelliğe sahip olan psikiyatrik ilaçlar, beyninizin tamamen doğal olan kimyasal yapısını değiştirebilmek için, beyninize adeta hücum eder (saldırır) ve beyninizin doğal kimyasal yapısını baskı altına almaya (baskılamaya) çalışır. Beyne yapılan bu saldırı (hücum etme) ve beynin doğal kimyasal yapısını baskılama durumu sırasında, ilacı alan insanların çoğunda, bir elektriksel tepkiye benzer nörolojik bir şok yaşanması görülür.. (Bu şok tepkisi, bazı insanlarda olmayabiliyor ama genel de yaşanabilen bir tepki..) Bu şok sonrası, insanlar da "ilacın kendilerine iyi geldiğine" sebep olabilecek, "rahat olmak, rahatlama" olarak görülebilen bir belirti görülebiliyor. Ancak bu belirti aslında ilacın, beyne daha doğrusu beynin doğal kimyasına yapmış olduğu saldırı sonucu, beynin doğal kimyasını baskı altına alması nedeniyle, tanımlanamayan bir beyin uyuşukluğunun belirtisidir. Buradaki beyin uyuşukluğu, bu (beyin için oldukça zehirli olan 'psikiyatrik ilaçların devam edilmesi durumunda'; geriye dönüşü olmayan, bir daha tedavi edilemeyecek, düzeltilemeyecek yani kısaca KURTARILAMAYACAK şekilde) fiziksel ve/veya zihinsel beyin hasarına yol açabilecek bir belirtinin de ilk aşamasıdır, da diyebiliriz.. (DİPNOT 2) Eğer bir insan, beyin için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçları kullanmaya devam ederse (ki zaten hayatı boyunca kullanmak zorunda kalan insanlar var), ilerde "beyin hasarı /tahribatı, beyin küçülmesi" dahil hem fiziksel hem de zihinsel pekçok hastalıklara (rahatsızlıklara) yakalanma olasılığı da artar. Psikiyatrik ilaçlar sadece beyni olumsuz yönde etkilemez, vücudun diğer organlarını da olumsuz yönde etkileyebilir ve insanların çeşitli fiziksel hastalıklara yakalanma olasılıklarını artırabilir. Psikiyatrik ilaçların hem zihinsel hem de fiziksel hastalıklara sebep olduğuna dair çok sayıda kanıt bulunmaktadır.
Bu hastaların büyük çoğunluğu, büyük ihtimalle bir şekilde aylar ve/veya yıllar boyunca ya özel hayatında kullanmış oldukları /akıl hastaneleri, psikiyatri servislerinde bunlara verilmiş olunan (beyin için oldukça zehirli olan) bir /birden fazla psikiyatrik ilaçlar nedeniyle, beynin doğal kimyasal yapısının (yani beynin), artık KURTARILAMAYACAK şekilde hasara (tahribata) uğrayan insanlar olabilir. Bu insanların, bu sebeplerden dolayı hayatları boyunca akıl hastanelerinde kalmak zorunda kalabilen insanlar olabilmesi çok büyük olasılıktır.. (Psikiyatristler, kendilerini savunmak amacıyla belki bunun aksini iddia edebilirler ama elde tutulabilir bir kanıt gösteremezler. Ama psikiyatrik ilaçların, (insanları bu hale getirebilecek) olası zararlarını gösterebilecek çok sayıda kanıtın olabildiğini söyleyebiliriz.) Yukarıda bazıları istisnaya sebep olan şey ise, genellikle psikiyatrik ilaçlarla bağlantısı olmayan (yai bu ilaçları hiç kullanmamış olan) insanlarda "doğuştan gelen bir rahatsızlık" ve/veya "sonradan oluşan bir beyin travması" vb gibi rahatsızlıklar olabilir.. Bunların haricinde, piskiyatrik ilaç kullanan her insanın, yukarıda saydığımız bu olası KURTARILAMAYACAK şekilde "beyin hasarı" tehlikesi ile karşı karşıya kalma durumları vardır.
-- Psikiyatrik tedavide "....ilaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun?" sorusunun arkasındaki (hasta ve hasta yakınlarına anlatılmayan, gizlenen) korkunç gerçekler...
BİR KURGU : Zihinsel engelli hasta bir kızı olan bir anne, ilaçlarını düzenli olarak kullanan kızının durumunun daha da kötüye gitmesini görünce... "Kızım, ilaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun?" diye sordu ama anne bu sorunun 'gerçekte ne anlama geldiğini' bilmiyordu.. Bilseydi herhalde asla bunu ona söylemezdi..
Bu soruyu bir psikiyatrist'in hastasına, "İlaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun?" diye söylediğini bir düşünelim. Burada bu soruyu anne, kızının "iyileşmesi" umuduyla sorarken, psikiyatrist ise tam tersi hastanın "iyileşmesi" umuduyla değil, hastayı bir nevi "kontrol altına alma" düşüncesiyle sormaktadır. Psikiyatristler, psikiyatri ilaçlarının hastaları iyileştirmediğini (yani tedavi etmediğini), sadece onları "kontrol altına aldığını" çok iyi bilirler. Ve bu 'psikiyatrik ilaçların zehirli ve ölümcül (çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklara ve ölümlere sebep) olduklarını'da iyi bilirler ama bunu ne hastalarına nede hasta yakınlarına söylerler. Onlara oldukça aldatıcı olan "tedavi etmek" yönünde bilgilerini yanıltıcı bir şekilde sunarlar. Psikiyatristlerin "tedavi etmekten" kastettikleri şey, büyük olasılıkla 'psikiyatrik ilaçların, hastalıkları baskı altına alıp-hastaları kontrol altına almaktan' başka birşey değil gibi gözüküyor..
Bu aslında, psikiyatrik ilaçları üreten ilaç üreticilerinin de kamuoyuna verdikleri oldukça yanıltıcı ve aldatıcı olan bir bilgidir.. Aslına bakarsanız, psikiyatristlerin hastalarına ve hasta yakınlarına vermiş oldukları bu oldukça aldatıcı ve yanıltıcı bilginin asıl kaynağı da yine bu ilaç üreticileridir, diyebiliriz.. Çünkü ilaç üreticileri, büyük olasılıkla psikiyatrik ilaçların "ilaç prospektüslerine", "tedavi ettiğine" dair yanıltıcı bir bilgiyi işledikleri için, dünya genelindeki psikiyatristler de (buna göre hareket ederek), hasta ve hasta yakınlarına bu yönde yanlış ve yanıltıcı bilgiler veriyorlar gibi görülüyor.. (Herneyse, bu ayrıca tartışılması gereken bir konu.. Psikiyatrik ilaçların çalışma prensibi ile ilgili detaylı bilgilerimizi birazdan vereceğiz. O zaman neden ilaç üreticilerinin, psikiyatrik ilaçların çalışma prensibi ile ilgili oldukça yanıltıcı ve aldatıcı bilgiler verdiklerini de öğrenmiş olacaksınızdır.. Umarım..)
Yukarıdaki bu "..... ilaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun?" sorularına dikkat edin. Örneğin eğer anne 'psikiyatrik ilaçlar hakkındaki gerçekleri biliyor' olsaydı, kızına acaba bu soruyu söyler miydi? Aslında bu soru, hem ilaç üreticilerinin hem de psikiyatristlerin 'kendilerini haklı çıkarmak' için en çok kullandıkları ve en çok sevdikleri en önemli 'psikolojik taktik argümanlarından' biridir.. (Özellikle de ilaç üreticileri için.. Bununla ilgili gerçeği öğrendiğinizde büyük olasılıkla kanınız donacaktır, herhalde..) Bu, öyle bir sorudur ki;
-Eğer yukarıdaki anne, kızının sinirlilik, öfke vb gibi psikiyatrik semptomların artmasına ve/veya başka diğer örneğin daha önce hiç olmayan psikiyatrik semptomların oluşmasına neden olanın, aslında psikiyatrik ilaçlar olabileceğini bilmiş olsaydı..
-Ve hele de (özellikle de uzun süreli kullanımlarında) psikiyatrik ilaçların yüzünden, kızında bir gün "beyin hasarı, beyin tahribatı, beyin küçülmesi" gibi kalıcı olan ve/veya olmayan çeşitli fiziksel hastalıklara da yakalanabileceğini ve hatta onun yakalandığı bu tür hastalıklardan dolayı bir gün ölebileceğini bilmiş olsaydı..
-Ve (yukarıdaki gerçekleri bilen) kızının bir gün "psikiyatrik ilaçları bırakmak" istediğinde (/annenin kendisinin buna müsaade etmek istediğinde), onun yaşayabileceği çok şiddetli çeşitli psikiyatrik semptomların (ilaç yoksunluk belirtilerinin (semptomların)) yüzünden, bunun (yani psikiyatrik ilaçların bırakılmasının) asla mümkün olmayabileceğini bilmiş olsaydı..
Anne, büyük olasılıkla bu soruyu ona asla söylemezdi ve oldukça da pişman olurdu, hatta kızının o zehirli ve öllümcül olan 'psikiyatrik ilaçları hiç kullanmamasını' / "keşke hiç başlamasaydı" diye temenni ederdi herhalde.. (Ama tabii annenin, büyük olasılıkla kızının mevcut psikiyatrik durumundan dolayı çaresiz içerisinde olması, onu mecburen (oldukça zehirli ve ölümcül olmasına rağmen başka alternatifi olmadığı için herhalde) psikiyatrik ilaçların kullanımına itmiş olabilir yani aslında onun elinde olan bir şey değil gibi gözüküyor..)
Hemen hemen bu konuyla ilgili oğlunu kaybetmiş bir anne olan Celeste Steubing, "Oğlumuza verilen psikiyatrik ilacın tehlikeli etkileri bize doğru söylenmiş olsaydı, bugün yaşıyor olacaktı." diye isyan ediyor.. (214) Celeste Steubing, oğlunu psikiyatrik ilaçlardan (yan etkilerinden) dolayı kaybetmiş bir annedir.. Dünya genelinde tıpkı Celeste Steubing gibi 'çocuklarını, psikiyatrik ilaçlardan ve psikiyatrik kısıtlamalardan' dolayı kaybetmiş çok sayıda (yüzlerce /binlerce hatta belki de milyonlarca) annenin olabildiğini tahmin edebilirsiniz..
-- Psikiyatrik ilaçların olası yan etkileri..
Psikiyatrik ilaçların yan etkileri arasında, mevcut olan psikiyatrik semptomların artması ve olmayan (örneğin intihara, cinayete meyilli olma gibi çok sayıda) psikiyatrik semptomların oluşması gibi oldukça ciddi advers yan etkiler de bulunabilmektedir. Özelliklede "psikiyatrik ilaçların" son derece zararlı (beyin hasarı, beyin küçülmesi de dahil diğer zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanma gibi) ve ölümcül (psikiyatrik ilaçlara bağlı intihar, şiddet, cinayet ve diğer ölümlere (Ölüme /ölüm riskinin artmasına neden olan antidepresanlar ve antipsikotiklerle ilgili çalışmalar vb) sebep olduğu gibi) olduğuna dair kanıtlar ve bilgiler vardır.
-Antidepresanlar depresyonun, anksiyetenin, panik atakların, düşmanlığın, saldırganlığın, psikozun, şiddetin ve intihar eğiliminin kötüleşmesine neden olabilir. Ayrıca çok sayıda araştırma bunların plasebodan daha etkili olmadığını gösteriyor. Uluslararası ilaç düzenleme kurumlarına göre antidepresanların belgelenmiş yan etkileri arasında intihar davranışı, kalp sorunları, mani, psikoz, düşmanlık, saldırganlık, yoksunluk reaksiyonları, doğum kusurları ve daha fazlası yer alıyor. (215)
-Antipsikotikler (antipsikotik ilaçlar, iyi belgelenmiş diğer yan etkilerin yanı sıra) obeziteye, diyabete, felce, kalp sorunlarına, solunum problemlerine, sanrısal düşünceye ve psikoza neden olur. O kadar güçlüler ki beyin küçülmesine neden olabiliyorlar. (216)
Psikiyatrik ilaçların bu oldukça tehlikeli yan etkileri, sadece "düzenli kullanımları" ile ortaya çıkan bir şey değil, bu ilaçların "bırakılması" sonrasında da (hem de çok şiddetli bir şekilde) ortaya çıkması (ilaç yoksunluk belirtileri /semptomları) da söz konusu olabilmektedir.. (Tüm bunların kanıtları ile ilgili bilgi ve kaynaklarını "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinin bölümlerinde BURADAN ve özellikle de 3,5,6 ve 7.bölümlerde okuyabilirsiniz.. )
-- İlaç yoksunluk belirtilerinin asıl kaynağı..
Büyük ilaç üreticilerin ve/veya psikiyatristlerin, hastaların "ilaç bırakma" girişiminden dolayı yaşayabilecekleri /yaşadıkları çeşitli psikiyatrik semptomlara, "ilaç yoksunluk semptomları /belirtileri" demesinin arkasında, aslında "Bak işte, ilaçlar seni koruyordu, hastalığını tedavi ediyordu ama sen bıraktın bak ne oldu?" gibi buna benzer çok yanıltıcı ve aldatıcı bir düşünceyi, 'hasta ve hasta yakınlarına empoze etmekten, baskı uygulamaktan' başka birşey değil gibi gözüküyor. Aslında ilaç üreticileri ve/veya psikiyatristler, "ilaç yoksunluk belirtilerinin" asıl kaynağının ne olduğunu çok iyi biliyorlar ama bunu ne hastalarına, hasta yakınlarına nede kamuoyuna (doğru bir şekilde anlatmıyorlar, tamamen insanların kafalarını karıştırıcı (yukarıdaki düşünceye benzer) bir şekilde) yanıltıcı bilgilerle bunu izah etmeye çalışıyorlar ve gerçekler ise bir nevi örtpas ediliyor gibi görülüyor..
Psikiyatrik ilaçların, psikiyatristlerin tarifine göre 'düzenli olarak kullanan' hastalarda ortaya çıkan çeşitli psikiyatrik semptomlar (var olanların artması ve/veya daha önce olmayanların oluşması gibi belirtiler), psikiyatrik 'ilaçların bırakılması' sonrasında da ortaya çıkabilir. Bunun temel nedeni (asıl kaynağı), 'psikiyatrik ilaçların ve beynin çalışma prensiplerinin birbirinden çok farklı olması' ile ilgilidir. (Buraya geleceğiz, insanın kanını donduracak bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz..)
***
BİLGİ NOTU : "PSİKİYATRİ'NİN SİZİNLE BİR İLGİSİ OLMADIĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUNUZ? TEKRAR DÜŞÜNÜN.." (219; 1021)
** Psikiyatrik ilaçlar, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, kimyasal kaynaklı (kalıcı) 'akıl hastası' haline dönüştürebilmek için de rahatlıkla (zihin değiştiren bir silah gibi) kullanılabilir....
-- Psikiyatri ve ilaç üreticilerinin, 'kendilerini haklı çıkarmak' için oynadıkları ve sonuçları (hastalar için) ölümcül olan kanlı bir oyun..
Psikiyatrik ilaçlar, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratabilir ve olasılıkla bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastası' haline dönüştürebilir.. Bu gerçekten ve nedenden dolayı, bu gerçeği bilen kişiler (özellikle de psikiyatri ve ilaç sektörleri) tarafından, psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmek için de rahatlıkla (zihin değiştiren bir silah gibi) kullanılabilir bir özelliği de sahiptir, diyebiliriz.. Temsili görseller.. (296)
Yukarıdaki bu ".... ilaçlarını düzenli olarak kullanıyor musun?" gibi benzer soruların, psikiyatristlerin ve özellikle de ilaç üreticilerinin 'kendilerini haklı çıkarmak' için kullandıkları ve sevdikleri psikolojik bir argüman olmasına gelince.. Konuyu daha iyi anlayabilmeniz için, önce ilaçların çalışma prensibinden başlayalım..
*Psikiyatrik ilaçların neredeyse hepsi, 'hastalıkları tedavi etmek' ve 'hastaları iyileştirmek' için değil; 'hastalıkları bastırmak' ve 'hastaları kontrol altına almak' için, direkt "beyni hedef almak" ve en önemlisi de "beynin doğal kimyasını değiştirmek" için üretilirler..
Bu nedenle psikiyatrik ilaçlar,;
1) ... bünyelerinde barındırdıkları (hem vücut ve organlar hem de beyin için) oldukça zehirli toksinler (tamamen laboratuvar ortamında üretilen, yapay kimyasal bileşik maddelerden oluşan ilaç etken maddeleri) içerir. Bu maddeler, sadece direkt olarak beyni hedef alıp, beynin kimyasını değiştirmekle kalmayıp, aynı zaman da hem beynin hem de vücudun diğer organlarının, zamanla tahrip olmasına, zarar görmesine de (kalıcı ve ölümcül olan ve olmayan çeşitli şekillerdeki zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanmasına da) sebep olabilmektedir.. Bu da onları (psikiyatrik ilaçları), oldukça 'zehirli ve ölümcül' bir özelliğe çevirir..
2) Oldukça "zehirli" özelliğinden dolayı da psikiyatrik ilaçlar, ayrıca 'sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmek' için de rahatlıkla kullanılabilir bir özelliği de sahiptir.. (NOT 1) "Peki, bu nasıl olabilmektedir?"
* Psikiyatrik ilaçlar, 'hastalıkları tedavi etmek' ve 'hastaları iyileştirmek' için üretilmezler; sadece 'hastalıkları bastırmak' ve 'hastaları kontrol altına almak' için üretilirler..
Aslına bakarsanız, bazı fiziksel hastalıklar (örneğin beyin, kalp, karaciğer vb gibi hastalıklar) için kullanılan ilaçlarda da, benzer bir üretim söz konusudur. Bu ilaçların hiç biri (bazıları istisna olabilir) hastalıkları gerçek anlamda "tedavi etmez" ve hastaları "iyileştirmezler." Yaptıkları şey sadece "hastalıkları baskı altına almaktır.." Gerçek anlamda "hastalıkları tedavi etme" ve "hastaları iyileştirme" diye birşey yok gibi görülüyor. Hastalıklar bu şekilde "baskı altına" alınırken, hastalar da yaşamış oldukları rahatsızlığın acısı biraz olsun dindirilerek (hem hastalar hem de hastalıklar bu şekilde) "kontrol altına" alınmış olunuyorlar..
İstisnaya sebep olan şey de, 'devamlı olarak kullanılmayan ilaçlar' ile ilgilidir; bu ilaçlar hastalıkları tedavi ettikten sonra (doktor tavsiyesine göre) hastaların, bu 'ilaçları almayı bırakabilir' olmasıdır.. Çoğu ilaç üreticileri ve hekimler, devamlı olarak kullanılması gereken bazı ilaçların "hastalıkları baskı altına alması" sürecini, "tedavi etmek" anlamında da kullanabiliyor. Halbu ki, aslında "tedavi etmek" demek, bir hastalığı deyim yerindeyse bir daha gelmemek üzere /kısmen "yok etmek" demektir. Bu da, hastanın tamamen /kısmen "iyileşmesi" demektir. Ki iyileşen bir hasta, (iyileştiği için) kullanmış olduğu ilaçları neden "devamlı olarak kullansın ki?" "Tedavi etmek" ve "iyileşmek" terimleri, tamamen /kısmen bir "hastalığın tedavi edilmesi" ve bir "hastanın iyileşmesi" üzerine kullanılması gereken terimler olmalıdır, diye düşünebiliriz..
"İster fiziksel olsun isterse zihinsel, tüm hastalıklar da, 'devamlı olarak (hayatı boyunca) kullanılması gereken ilaçlar' söz konusu ise, bu ilaçların "hastalıkları tedavi etmek" ve "hastaları iyileştirmek" amacı ile üretilmedikleri; sadece "hastalıkları baskı altına almak" için üretildikleri çok açık olan birşey gibi görülüyor.. Bu, bize büyük ilaç üreticilerine hitaben ortaya atılan "hastalıkları tedavi etmek (/hastaları iyileştirmek) çok karlı bir iş değil!" fikrini düşündürüyor, diyebiliriz.." Neyse, biz kaldığımız yerden devam edersek eğer..
BİLGİ NOTU : "Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür." -Psikiyatrist Fredric Neuman (219; 1162)
-- Psikiyatrik ilaçlar, oldukça zehirli ve ölümcüldür; bu özelliğinden dolayı, 'sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmek için' de rahatlıkla kullanılabilir bir özelliğe de sahiptir..
Ve aslında kullanılıyor da.. Peki, bu nasıl oluyor? Eğer bu doğruysa.. Şimdiye kadar 'kaç milyon sağlıklı insan, gerçek bir akıl hastası' haline dönüştürülmüş olunabilir? Bu sayı, dünya geneli için "milyarlarca" olabilir mi? En azından bu tür yöntemlerle dünyanın yarısının "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürebilme olasılığı mümkün olabilir mi? Sağlıkta hemen herşey (her türlü sahtekarlıklar, örtpas etmeler de dahil) gizli-saklı işler çevrildiği için bunu tam olarak bilemiyoruz ama bunun mümkün olup-olmayacağı konusunda bir fikre (konuyla ilgili bazı bilgileri okuyup-değerlendirerek, belki) sahip olabiliriz..
Ne demiştik? Psikiyatrik ilaçlar, hastalıkları tedavi etmek ve hastaları iyileştirmek için üretilmezler; sadece hastalıkları bastırmak ve hastaları kontrol altına almak için üretilirler.. Bu da onları oldukça zehirli ve ölümcül bir özelliğe çevirir. Bu özellik hükümetlerin, ilaç üreticilerinin ve psikiyatristlerin 'hastalardan, hasta yakınlarından ve kamuoyundan' çok iyi gizledikleri oldukça öldürücü bir özelliktir. Ve dahası bu (zehirli) özelliğinden dolayı 'psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmek için de rahatlıkla kullanılabilir' bir özelliğe de sahiptir..
Bu, tüm dünyada (bazı istisnalar hariç olabilir ama) genellikle 'psikiyatrik ilaç reçete etme yetkisine' sahip 'psikiyatri polikliniklerinde gerçekleştiriliyor' gibi görülüyor.. Hem de sessiz sedasız bir şekilde, kimsenin ruhu bile duymadan.. Peki bu nasıl gerçekleştiriliyor?
Tabii bu tamamen varsayıma, olasılığa dayalı bir kurgu.. Böyle olacak /oluyor diye birşey yok. Ama 'böyle bir şeyin /buna benzer şeylerin mümkün olmayacağını' da kimse iddia edemez..Çünkü, 'psikiyatrik ilaçların olası yan etkileri (ölümler de dahil çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanılması)' ile ilgili elde tutulabilir var olan kanıtlar, bunların olabileceğine dair bize güzel bir fikir verebilmektedir.. O yüzden, sağlıklı insanların psikiyatrik ilaçlar ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülme eylemini örnek bir kurgu yaparak verelim.. Örneğin diyelim ki..
BİLGİ NOTU : "Psikiyatristlerin milyarlarca dolarlık psikiyatrik ilaç endüstrisine hizmet etmek için uydurduğu yüzlerce hayali bozukluktan hiç kimse muaf değil." (219; 1062)
BİR KURGU : "Geçmişinde ve şimdiki dönemde herhangi bir akıl hastalığı olmayan bir insanın, yaşamış olduğu küçük çaplı sıkıntılar (örneğin herhangi bir olaya normal tepki göstermesi gibi) nedeniyle bir psikiyatriste gittiğini düşünelim. Ve psikiyatristin bu "normal tepki" davranışını sanki 'çok sakıncalı bir davranışmış' gibi gösterip, bunu herhangi bir "kişilik bozukluğu" vb gibi etiketlemesi (yani tamamen gözleme dayalı hayali bir psikiyatrik teşhis koyması) üzerine, buna uygun psikiyatrik ilaçları yazdığını ve kişinin de, bu psikiyatrik ilaçları düzenli olarak kullandığını varsayalım..
İşte tam da bu andan itibaren, psikiyatrik ilaçların o zehirli etkisi, kişiyi "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmek için, deyim yerindeyse adeta kişinin "beynini zehirlemeye" başlar.. (Kişinin "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülme girişimi (eylemi), ilk defa psikiyatrik ilaç kullanmasıyla başlamış oluyor..)
Yani 'doğal olmayan laboratuvar kaynaklı yapay kimyasal bileşiklerden oluşan psikiyatrik ilaçların (kimyasal) etken maddeleri', beyne (beynin kontrol merkezine) saldırır ve onu baskı altına almaya (ve böylece onu kontrol altına almaya) çalışır ve o esnada kişi de, tanımlanamayan bir /birden fazla "ŞOK" yaşanmaya başlanır.. Aslında bu şok /şoklar, genellikle ilk defa psikiyatrik ilaç kullanmaya başlayan (ve/veya psikiyatrik ilaç bırakma girişiminde bulunan) kişiler de (tabii bu her hastada olan bir şey olmayabiliyor ama genellikle çoğunda bu yaşanabiliyor) genellikle kısa süreli olarak ortaya çıkan ve büyük olasılıkla "beynin kontrol merkezi" ile alakalı elektriksel bir tepki gibi gözüküyor. Ve tahminen bu şok /şokların asıl nedeni ise, beynin (doğal kimyasının) saldırı altında olmasından dolayı, beynin kontrol merkezinin buna vermiş olduğu tepkinin (savunmanın) getirmiş olduğu (sanki bir elektirik çarpmış gibi bir hisse benzer) bir "ani bir elektiriksel tepki ölçüsü" olabilir.. Bu "elektrik çarpması" deneyime sahip insanların çoğu, bu deneyimi genellikle 'psikiyatrik ilaç bırakma girişiminde yaşadıklarını' belirtiyorlar.. Ancak bu bazen de 'ilk defa psikiyatrik ilaç kullananlarda' da ortaya çıkan bir deneyim de olabiliyor.. Herneyse..
Ve bu şok /şoklarla birlikte.. Beynin kontrol merkezine yapılan saldırı (beynin zehirlenmesi) esnasında kişi de, kendisinde daha önce hiç olmayan bir takım (örneğin sinirlilik, öfke, halunasyon görme, intihara ve cinayet işlemeye meyilli olma vb gibi) psikiyatrik semptomlar (belirtiler) meydana gelir.. Bunun üzerine kişi psikiyatriste tekrar gider ve olup-bitenleri anlatır. Psikiyatrist, hastasına "Tüm
bunlar şizofreni belirtileridir. Aslında sen şizofreniye yakalanmışsın
/şizofreni hastasısın.. Bu, senin hayatın boyunca yaşayabileceğin bir
hastalık. O yüzden sana yazacağım şizofreni ilacını hergün düzenli
olarak kullanmalısın." gibi diye buna benzer bir şeyler söyler ve ardında da, hastasına şizofreniye ait diğer psikiyatrik ilaçları reçete etmeye başlar..
Tabii, kendisini bu hale getirenin aslında psikiyatrik ilaçlar olduğunu bilmeyen kişi, psikiyatristin tarifine göre reçeteli psikiyatrik ilaçlarını düzenli olarak kullanmaya devam eder. Ve böylece geçmişinde ve şimdiki dönemde herhangi bir akıl hastalığı olmayan ve son derece sağlıklı olan bu kişi, psikiyatrik ilaçlar ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmüş olunur."
***
BİLGİ NOTU : "Psikiyatristler, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nı kullanarak, bugün Dünya'da yürüyen herkesi akıl hastası olarak etiketleyebilirler." (219; 1063)
* Şimdi gelelim, bunu derleyip-toparlamaya (değerlendirmeye)..
* Beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları 'akıl hastalığı' ile etiketleyebilmek ve ilaçlayabilmek (yani bir nevi gerçek akıl hastası haline dönüştürebilmek) için, tamamen gözlem ve deneyimlerden HAYALİ olarak oluşturulan yüzlerce (hatta binlerce olabilen) hayali DSM ve ICD akıl hastalığı tanı ve teşhis koyma kriterleri kullanılır..
Yukarıdaki varsayım ve olasılıklardan oluşan kurguyu hafife alabilirsiniz ve "Psikiyatristler bunu neden yapsın?" diye de düşünebilirsiniz.. Evet, böyle düşünmekte haklı olabilirsiniz, çünkü 'psikiyatri ve psikiyatrik ilaçlar hakkında bilmediğiniz' o kadar çok şey var ki, böyle düşünmeniz gayet normaldir.. Ve tabii ki biz de bu gerçekleri bildiğimiz halde (doğrusunu söylemek gerekirse), psikiyatristlerin hepsinin "aynı kafada" ve "kötü" olduğunu düşünmüyoruz ve bunu biliyoruz ve farkındayızdır. Çünkü, zaten psikiyatri ve psikiyatrik tedavilerin (özellikle de' psikiyatrik ilaçların ve elektroşok (ECT) gibi psikiyatrik yan tedavi uygulamalarının) oldukça zararlı (yani zehirli ve ölümcül) olduklarını ortaya çıkartan kişiler de, yine bu psikiyatristlerin kendileridir.. Ve dünya genelinde "psikiyatri ve psikiyatrik tedavilerin zararları" konusunda doğruları ve gerçekleri ortaya çıkartan psikiyatristlerin sayısı da oldukça fazladır. Aralarında dünyaca ünlü profesör ünvanlı çok sayıda psikiyatristler de bulunmaktadır. Dolayısıyla, psikiyatristlerin hepsinin "aynı kafada" ve "kötü" olduğunu söylemek, bu nedenle pek doğru birşey olmayacaktır, diyebiliriz.. Herneyse.. Biz kaldığımız yerden devam edersek eğer..
Aslında psikiyatristlerin burada yapabilecekleri birşey yok gibi görülüyor.. Şöyle ki.. Olay, tamamen psikiyatristlerin insanlara "akıl hastalığı teşhisini koymak" için rehber aldıkları ve tahmini yüzlerce hayali psikiyatrik teşhislerin yer aldığı, (hatta belkide binlerce olabilen hayali) zihinsel hastalık teşhis ve tanı koyma kriterlerinin bulunduğu "zihinsel hastalık teşhis ve tanı koyma kitapları (DSM ve ICD)" ile ilgili olan birşey.. (DSM genel olarak WHO tarafından yayınlanan ve Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) olarak adlandırılan sınıflandırma sistemine dayanır ve genellikle ABD ve Avustralya'da kullanılır. (218) Avrupa'da ise genellikle ICD yaygın olarak kullanılıyor ancak Avrupa'da da DSM kriterleri etkili oluyor. Her iki sistem de dünyanın birçok yerinde kullanılmaktadır. (219)"
-- "Psikiyatristler de, insanlara 'akıl hastalığı teşhisini' koyarken, tamamen 'gözlemlerine dayalı' olarak hareket ederler ve bunu resmileştirmek için de, insanları "akıl hastası" olarak etiketleyen 'DSM ve ICD akıl hastalığı tanı koyma kriterlerini' kullanırlar. Ve böylece hastalarına, zehirli psikiyatrik ilaçları reçete ederler.."
Bu kitaplarda yer alan "akıl hastalığı teşhis ve tanı koyma kriterleri" aslında, 'gerçek bilimsel kanıtlara' göre değil, tamamen 'gözlemlere dayalı (yani HAYALİ)' olarak oluşturulan kriterlerdir.. Şöyle düşünün.. Dünyanın belli başlı yerlerinden gelen bazı psikiyatristlerin, herhangi bir panel toplantısında bir araya gelerek tamamen "gözlemlerine dayalı" (hayali) olarak ürettikleri 'psikiyatrik teşhis tanı koyma kriterlerini' oluşturduklarını ve bu oluşturulan kriterlerin hiçbirinin de elde tutulabilir birer bilimsel kanıtlarının da olmadığını da
bir düşünün.. İşte, DSM ve ICD dedikleri psikiyatrik tanı ve teşhis
koyma kriterlerinin bulunduğu bu kitaplar, bu anlayışla oluşturulmuş
kitaplardır.. Bu kriterlerin elde tutulabilir hiçbir bilimsel kanıtı, dayanağı da yoktur.. Bunu da biz değil, dünyaca ünlü psikiyatristlerin, bilim adamlarının ve bu konuyla ilgili araştırımalar yapan uzmanların, araştırmacıların kendileri söylüyorlar..
Dünya genelindeki psikiyatristlerin yaptığı şey de aslında buna benzerdir. Yani psikiyatristler de, insanlara "akıl hastalığı" tanısını (teşhisini) koyarken, hep "gözlemlerine göre" hareket ederler ve bunu "resmileştirmek" için de (dünya genelinde HUKUKİ açıdan geçerli olan 'YASAL' olarak kullanılan) "resmi akıl hastalığı teşhis koyma' kitaplarındaki kriterleri kullanırlar. Ve böylece, (özellikle de dünya genelindeki) sağlıklı insanlar, bu şekilde hayatları boyunca yaşayabilecekleri ve peşlerini bırakmayacak ve hukuki açıdan da geçerli "etiketlenmiş bir akıl hastalığına" sahip olmuş olurlar.
"Akıl hastalığının resmileştirilmesi" demek, bir insanın (özellikle de sağlıklı insanlarda) "akıl hastalığı" olarak ETİKETLENMESİ demektir ve bunun etiketlenen insanlar açısından (hem hukuki hem de insani açıdan) geri döndürülemez çok büyük sorunlara da yol açabilen çok ciddi sonuçları olabilmektedir, diyebiliriz.. Örneğin.. Kişinin 'ailesi, çevresi ve iş arkadaşları' ile ilişkilerinin bozulması gibi, ayrıca hukuki açıdan da örneğin "miras, boşanma ve velayet" vb gibi buna benzer bir takım sorunlar da çıkabilir.. Ayrıca sadece bunlar da değil..
-- Psikiyatriye karşı gelenler, "akıl hastası" olarak etiketlenip (hayali psikiyatrik teşhis konulup) ," zorla akıl hastanesine mi yatırılıyor?
Psikiyatri'nin gücü her yerde kendini gösterebiliyor. Mahkemeler de bile.. Mahkemeler, psikiyatri kararlarına karşı çıkamıyor ve beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, 'tedavi' görmesi için, bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri hastanesi /servisine yatırılması ve tedavi görmesi (yani ilaçlanması) için, kararlar alabiliyor. Beyinleri sağlıklı olan bu insanlar, istemsiz olarak hastanelere yatırılabiliyor ve hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçlarla ilaçlanmak zorunda kalabiliyorlar. Bu durum da, (en azından uzun vadelerde) beyinlerinin hasara (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına) uğramasına ve olasılıkla bununla bağlantılı olabilecek kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmasına (gerçek akıl hastası haline dönüşmesine) sebep olabiliyor.. Eğer kişilerin bünyeleri zayıf ise, bu kişilerin beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı akıl hastalığına yakalanma olasılıkları ise kısa vadede de (anında /günler /aylar sonra da) gerçekleşebilir, diyebiliriz.. Temsili görseller.. (303)
Her ne kadar mahkemeler, yasa ve kanunları yerine getirseler de... Beyinleri sağlıklı olan insanların beyinlerini hasara uğratabilen ve olasılıkla bununla bağlantılı olabilen kalıcı akıl hastalığına yakalanılmasını sağlayan psikiyatrik ilaçların kullanılmasını sağlamak için (tabii bilmeden) böyle kararlar alabilmesi açısından... Hem insan hakları hem de insanların sağlığını tehlikeye atmaları nedeniyle, hem mahkemelerin almış oldukları kararların hem de mevcut akıl sağlığı yasalarının sorgulanması gerektiğini bize göstermektedir. Aslında bu tür kararlar, başta ABD olmak üzere çok sayıda gelişmiş ülkeler de, ciddi anlamda sorgulanıyor, tartışılıyor ve hatta konular yargıya bile taşınabiliyor.. (Bu vb gibi konudaki bilgileri BURADAN tanıtım sayfasındaki araştırmalara giderek bulabilirsiniz..)
Bu,
aslında olmayacak birşey değil. Bunun başka başka versiyonları da var..
Mesela bunun olabileceğine dair, dünyadan gelen bazı bilgiler de vardı.
(Mahkeme kararları ile ebeveynlerin, örneğin "psikiyatrik kararlar" sonucunda, çocuklarının ellerinden alınması gibi.. Ünlü Hollywood yıldızları bile bundan çok şikayetçi gibi görülüyor.. Bu tip kararların sayısını sadece ABD'de yüzlerce /binlerce olabileceğini düşündüğünüzde, "psikiyatrinin ne kadar korkunç bir güce sahip olabileceğini" de anlayabilmiş olabiliyorsunuz..) Ve sanmıyorsam, ülkemizde de böyle durumlar var gibi gözüküyor.. Ana akım medyaya yansıyanlar nasıl, orasını pek araştırmadık ama youtube'de bununla ilgili birkaç video kanalları vardı mesela.. Ve sizlerde bunları youtube'den araştırıp-bulabilirsiniz.. Bunlar, özellikle de "psikiyatri ve psikiyatrik tedavilerin zararları" ile ilgili düşüncelerini, Youtube kanalı açarak, videolarla mantıklı bir şekilde açıklamaya çalışmışlar.. Ne saldırganlık gibi halleri var ne de bunlara işaret eden durumları, gayet sakin sakin mantıklı konuşma ve davranışlardı..
(Tabii gerçek hayatlarında nasıllar orasını bilemicez ama videolardan
anladığımıza göre, gerçek hayatlarında da bu şekilde olma olasılıkları
da yüksek olabilir.. Tabii bunda da bazıları istisna olabilir diyelim,
ama normalde öyle gibi gözüküyor., her neyse..) Örneğin kendilerine "zorla akıl hastalığı teşhisi konduğunu ve zorla psikiyatrik ilaçlar vs verildiğini hatta zorla akıl hastanesine yatırıldıklarını hem de mahkeme ve polis zoruyla bunun yapıldığını" vs vs anlatıyorlardı.. Şimdi bunların konuşmalarını dinlediğiniz de, gayet mantıklı ve sakin bir şekilde konuştuklarını anlayabiliyorsunuz. Gerçi hızlarını alamayıp-bazen küfürlü de konuşuyorlar ama bu küfür olayı herkeste
olabilen normal birşey.. (Tabii bu, medya aracılığı ile yapıldığı için,
belki küfüre bahis olan kişi/kişiler dava falan açabilirler, orası ayrı
bir konu. Ama küfüre söz konusu olan kişi/kişiler tıpkı siyasiler gibi medyatik hekim vs gibi kişilerse, bu medyatik kişilerin bunlara alışması ve dava falan açmamaları gerekir. Toplumun psikolojisini de iyi anlamaları gerekir.; "her küfür edeni mahkemeye verirseniz, memlekette insan kalmaz, herkesi hapse göndermeniz gerekir..") Herneyse, bunlar ayrıca tartışılması gereken şeyler, şimdi biz konumuza dönelim..
(Tabii bazıları istisna olabilir.. Örneğin, şiddet eğilimi gösteren yani saldırgan olanlar gibi.. Bunlar istisnaya söz konusu olabilir.. Ama biz bunları kastetmiyoruz.. İnsanları oldukça saldırgan ve şiddet eğilimine sokan psikiyatrik ilaçların zararları da dahil, bu psikiyatrik ilaçlara musallat edilen sağlıklı bireylerin durumlarından vs vs bahsediyoruz..)
Akıl hastanelerine, yukarıda da belirttiğimiz gibi sadece "şiddet eğilimi gösteren 'yani saldırgan olan' insanlar" yatırılabilir. Bunun haricinde, "şiddet eğilimi göstermeyen, saldırgan olmayan" hiç bir insan, akıl hastanelerine bırakın yatırılmayı, onlara son derece tehlikeli ve ölümcül olabilen "psikiyatrik ilaçlar vermeyi" dahi düşnülmemesi gerekir.. Bunun nedenleri ise çoktur.. ("Psikiyatri, bir ölüm endüstrisi serisidir" serisini okumanızda fayda vardır..)
"'Şiddet eğilimi göstermeyen, saldırgan olmayan' insanlara.. Onları şiddete (saldırganlığa) ve intihar düşüncesine meyilli hale getirebilecek ve hatta (akıl hastası olmadıkları halde onları) gerçek bir akıl hastası haline getirebilecek, son derece zehirli ve öldürücü olabilen psikiyatrik ilaçların verilmesi bırakılmalıdır artık.. Bu, onları sadece daha kötü hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.."
-- Psikiyatri ve ilaç sektörü ile birlikte psikiyatristlerin, ('akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor! ve psikiyatrik ilaçlar, bu kimyasal dengesizliği düzeltiyor!)' teorisine önce inanması, sonra inkar etmesi çabası..
Psikiyatri ve ilaç sektörü ve psikiyatristler, ('akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor! ve psikiyatrik ilaçlar, bu kimyasal dengesizliği düzeltiyor!)' teorisine inanıyorlardı ve buna inandıklarını, her yerde açıklıyorlardı. Ve bu azimle insan beyni ve vücudu için oldukça zehirli (ve öldürücü) olan, psikiyatrik ilaçları reçete ediyorlardı (dünya genelinde tahmini yüz milyonlarca (hatta ölenlerde dahil milyarlarca) insana reçete etmişlerdi.) Temsili görseller.. ('Yonca'daki doktor' filminden bir kare) (250)
Ama ne zaman, psikiyatrik ilaçların, insanlara oldukça iyatrojenik zarar verdiği ve özellikle de psikiyatrik ilaçların, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmediği tam tersine yarattığı (oluşturduğu) gerçekleri ortaya çıktı, işte o zamandan beri, (etrafa yaymış oldukları ve) inandıkları, 'akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' teorisini inkar etmeye başladılar. Büyük ihtimalle psikiyatristlerin büyük çoğunluğu, şöyle U dönüşü yaparak, 'akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' teorisini 'saçmalık' olarak görerek, (insanlara vermiş oldukları çok ciddi tıbbi yaralanmalar (sakat kalmalar) ve ölümler de dahil iyatrojenik zararları görmezden gelerek) 'insanlara reçete ettikleri ilaçların, insanların ruh hallerine iyi geldiği' gibi buna benzer bahanelerle, zehirli psikiyatrik ilaçları körü körüne savunmaya ve bu ilaçları insanlara reçete etmeye devam ettiler ve halen bile maalesef bunları yapmaya devam ediyorlar..
Psikiyatrinin 'şarlatanlık' olduğu gerçeği, işte burada yatıyor.. 'Önce inan sonra inkar et..' Zehirli psikiyatrik ilaçların 'işe yaramadığı' bilindiği halde, sanki işe yarıyormuş gibi davranıp, sırf bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete edebilmek için, önce "beyindeki kimyasal dengesizliği" ve "psikiyatrik ilaçlar bu kimyasal dengesizliği düzeltiyor" efsanesine inan ve bunları yaydırarak insanları buna inandırıp, ilaçları reçete et, sonra bu ilaçların iyatrojenik zararları ve beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmediği tam tersine yarattığı gerçeği ortaya çıkınca, bu "beyindeki kimyasal dengesizliği" ve "psikiyatrik ilaçlar bu kimyasal dengesizliği düzeltiyor" efsanesini inkar et.. (Biz böyle birşey söylemedik, hepsi yalan!) dercesine, insanların gözünün içine baka baka, 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığını' gösterebilmek için (büyük ihtimalle bir takım 'sahte, uyduruk ve/veya eksik' olma olasılığı yüksek olabilen çalışmaları göstererek), halen bile zehirli psikiyatrik ilaçları savunmaya devam ediyorlar, gibi görülüyor.. (Ana akım medyada ve sosyal medyada gördüklerimiz bunlar..)
-- Akıl hastalıkları hem '(ruhla ilgili olan bir şeydir), beyinle ilgili değildir' diyorsunuz, hem de 'beyindeki kimyasal dengenin bozulmasının akıl hastalığına sebep olduğunu' söylüyorsunuz, bu bir çelişki değil midir?
'Beyinle ilgili olmayan birşey, nasıl olur da beyindeki kimyasal dengenin bozulması ile ilişkili olabilir?' Bunu, yazının başından itibaren, uzun uzadıya açıklamıştık. Kısaca yeniden açıklayalım.. Aslında psikiyatrik ilaç kullanmadan önceki 'akıl hastalıkları' olarak görülen şey, insanın kendi ruhundan kaynaklanan ve son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlardır. Bu doğal psikolojik sorunların varolması, gerçekten de beyinle ilgili olan birşey değildir.. Beyin, daha önce de dediğimiz gibi, ruhun duygusal özelliklerini, insan bedenine (konuşma, hareket etme ve düşünme şeklinde insani davranış biçimleri (ruhun duygusal halleri) olarak) yansıtmaya (ve bunu yapabilmesi için de, bedeni kontrol etmeye) yarayan merkezi bir kontrol etme aracıdır.. Beyin, bedeni kontrol eden fiziksel bir mekanizmaya ve beyin sinirleri ile beden sinirleri arasında (ruhun duygusal hallerinin komutlara çevrildiği elektriksel sinyallerin (mesajların) gidip-geldiği) bir iletişim mekanizmasına da sahiptir ama bunu tek başına yapamaz. Bunu yapabilmesi için, kendisini yönlendirebilecek olan 'bir akıla ve bir enerjiye' ihtiyacı vardır. Beyin de akıl ve enerji yoktur. Akıl ve enerji, sadece ruhta vardır. Ruh, kendisinde varolan akıl ve enerji ile insan bedenine (beyne de) sahip olur ve bu şekilde, beyni yöneterek, kendi duygusal özelliklerini, insan bedenine yansıtmaya çalışır. Beyin, bedeni kontrol eder, ruhta beyni kontrol eder.
Ruhun, bu duygusal hallerinin bozulması, bir takım çevresel etkenlerden dolayı yaşanan ve son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlardır. Bu doğal psikolojik sorunlar, sonradan 'ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavileri' ile düzeltilebilir özelliktedir.. Ruhun duygusal hallerinin bozulması, beynin kimyasal dengesinin bozulması ile ilgisi, alakası yoktur. Bu, sadece ruhun kendi duygusal hallerinin, bazı çevresel etkenlerden dolayı olumsuz olarak etkilenmesinden kaynaklanan (gülme, konuşma, ağlama gibi sinirlenme, öfkelenme vb gibi insani davranış biçimlerine ait) ruhsal bir değişim geçirmedir.
Ruhsal değişimler (yani ruhun duygusal hallerinin değişimleri), beynin kendi kimyasal dengesizliğinden kaynaklanmaz. Ancak beynin kimyasal dengesini bozarsanız, ruhun beyni ve bedeni kontrol etmede sıkıntılar yaşamasına sebep olursunuz. Çünkü, beynin kimyasal dengesi, hem beyni koruyan hem de beyin ile beden arasındaki iletişimi sağlayan (olasılıkla) sıvı bir mekanizmadır. Yani, aslında beynin kimyasal dengesi, fiziksel olarak beyin sağlığı ve beyin ile beden arasındaki iletişimin sağlığını sağlayan bir denge mekanizmasıdır. Bu denge mekanizmasının bozulması, ruhun beyni ve bedeni kontrol etmede sıkıntılar yaşaması demektir; (ruhun kendi duygusal hallerinin, bedene aktarmada yaşadığı bir takım sorunlar; ruhun duygusal hallerindeki değişimler.. yani doğal psikolojik sorunlar..)
Beynin kimyasal dengesinin bozulması ile ruhun beyni ve bedeni kontrol etmede yaşadığı sıkıntılar (yani ruhun duygusal hallerindeki değişimlerin yaşanması yani doğal psikolojik sorunların ortaya çıkması), 'akıl hastalıklarının beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' teorisini doğrulayan bir kanıtmış gibi görülebilir ama aslında tam olarak öyle değildir.. Yukarıda da bunu detaylıca izah ettik..
Daha kolay bir şekilde anlayabilmeniz için şöyle izah edelim.. Bir araştırmaya göre, daha önce hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış ve akıl hastası olarak gözüken kişiler üzerinde yapılan araştırmalarda, bu kişilerin beyinlerinde ve/veya beyin kimyasında herhangi bir bozukluk ve/veya değişiklik vs bulunamadığı gibi, psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında, bu kişilerin beyinlerinde ve/veya beyin kimyasında bir takım bozukluklar ve/veya değişiklikler vs tespit edilmiş.. Yani insanların beyin kimyası, psikiyatrik ilaç kullanmadan önce tamamen NORMALDİR ama psikiyatrik ilaç kullanımından sonra ise NORMAL DEĞİLDİR; yani bir nevi deyim yerindeyse beyin kimyası BOZULMUŞTUR, diyebiliriz..
Bu, bize, psikiyatrik ilaç kullanmadan önce oluşan doğal psikolojik sorunların (yani doğal akıl hastalıklarının), beyinle (beyin kimyası ile) ilgili olmadığını ancak psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra oluşan beyindeki (beyin kimyasındaki) bozuklukların ve/veya değişikliklerin ise, özellikle de psikiyatrik ilaç kullanım sonrasındaki varolan 'psikolojik semptomların kötüleşmesi, artması ve/veya yeni yeni psikolojik semptomların hortlaması' ile yakından bir ilgisi (hatta uzun vadedeki 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasındaki kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı ve bununla bağlantılı gerçek akıl hastalıkları ile bir ilgisi) olabileceğine dair güzel bir örnek (kanıt) sunmaktadır, diyebiliriz..
Öyleyse, tüm bu gelişmeler, ilaç kullanmadan önce varolan akıl hastalıklarının (doğal psikolojik sorunların) beyindeki kimyasal dengenin bozulması ile ilgili olmadığını (tamamen ruhsal olduğunu) ve ilaç kullanımdan sonra gelişen ve kalıcı olma riski yüksek olabilen psikolojik sorunların ise, beynin kimyasal dengesinin bozulması ile ilgisi olabileceğini bize rahat bir şekilde açıklayabilmektedir, diyebiliriz..
Yani, sonradan bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir olan ve insanın kendi ruhundan kaynaklanan son derece doğal olan doğal psikolojik sorunların, psikiyatrik ilaçlarla düzeltilmeye çalışmak, doğal psikolojik sorunların, kimyasal (ilaç) kaynaklı, yapay ve kalıcı olabilen 'gerçek akıl hastalıklarına' dönüşmesine sebep olmak, demektir.. NOKTA..
-- Psikiyatri (psikiyatristler ve psikiyatrik ilaç sektörleri), kolay yoldan kazanç (para) elde etmeye çalışan 'hırsız' gibidirler..
Doğal ruhsal (psikolojik) sorunların (halk diliyle akıl hastalıklarının), 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ile tedavi edilmesi, uzun bir yol ve zahmet isteyen bir şeydir. Psikiyatrik ilaçlar, bu uzun süreyi kısaltır ve hızlı çözüm sağlar (yani semptomları bastırarak azaltır, bunu da bir nevi beyni uyuşturarak yapar.) Ancak doğal ruhsal sorunları tedavi etmez; etmediği için de, psikiyatrik ilaçların kullanım süresi uzar; (aylarca ve/veya yıllarca hatta genellikle hayat boyunca, ölene kadar devam eder.) Ancak bu durum da, (genellikle uzun vadeler de 'aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında), insanların beyinlerine ve vücutlarına oldukça zararlar vermesine neden olur. Ve hatta ölümlere de sebep olur. Temsili görseller.. (302)
Psikiyatrik ilaçlar, semptomları azaltmada hızlı çözüm sağlar ancak sağlık açısından oldukça ölümcül riskleri bulunur. Ölümcül sağlık riskleri olmasına rağmen, sadece semptomları bastırmada 'hızlı çözüm' sağlar ancak tam anlamıyla tedavi etmemesi nedeniyle, psikiyatrik ilaçların sürekli olarak reçete edilmesine neden olur. Ve bu durum da, hem psikiyatrinin (psikiyatristlerin) hem de ilaç sektörlerinin, 'mali kazançları' açısından işine gelir. Psikiyatrinin (psikiyatristlerin ve hatta ilaç sektörlerinin de) 'hırsız' gibi olması kavramı da, doğal ruhsal sorunların, ilaçsız tedavi yöntemleri ile uzun bir yol ve zahmet isteyen bir şey olduğu için, psikiyatrik ilaçların tam tedavi (fayda) sağlamaması, aksine oldukça zararlar vermesi ancak (sadece semptomları bastırmada) 'hızlı çözüm' sağlaması açısından bakıldığında, bu yöntemin, 'hızlı para kazanma yöntemi' olarak gözükmesinden dolayıdır, diyebiliriz..
Psikiyatrin ve ilaç sektörlerinin, 'hırsızlardan, gaspçılardan, yankesicilerden' hiçbir farkı yoktur, desek herhalde yanılmayızdır.. Bunun nedeni de şudur; Hırsızlar, uzun bir yol ve emek, sabır gerektiren, 'değerli' olarak gözüken herhangi bir şeyi ("para, mal" vb gibi), kısa yoldan (banka soymak, hırsızlık yapmak, yol kesip-haraç almak vb gibi) elde etmeye çalışırlar.. Ama sonra, bunun sonuçlarına eğer 'yakalanırlarsa, dünyada (hapis /işkence, dayak gibi linç edilmek), ölürlerse, ahirette (çeşitli türlerde ruhsal işkence)' şeklinde, cezalarını çekerek, katlanmak zorunda kalırlar.. Bu, (uzun bir yol ve emek gerektiren, değerli olan bir şeyi, oldukça kötü olan bir takım eylemlerle), kısa yoldan elde etmenin olumsuz bir sonucudur..
Bazı uzun yol (ve sabır) gerektiren işler (eylemler), kısa yoldan halledilebilir. Bu, ancak sadece, "insana, hayvana ve doğaya (çevreye)" zarar vermeden yapılan (zarar vermeme kuralı) ve bunlara, 'faydalı olarak işlev görebilecek, işlerin (eylemlerin), kısaltılması' (uzun ve zahmetli eylemlerin kısaltılması kuralı) ile mümkün olabilir. Yani, uzun bir yol (ve emek) gerektiren, herhangi bir işi (eylemi), kısaltabilmek için, bu 'iki faktörün, birlikte göz önünde' bulundurulması gerekir..
Akıl hastalıklarında ise 'ilaçsız doğal tedavi yöntemleri', esasen 'uzun bir yol ve zahmet' gerektiren bir tedavi yöntemidir.. Psikiyatrik ilaçlar ise, (bunlara alternatif olarak), kısa vadede (kısa yoldan) bir sonuç sunan, (tedavi değil) 'hızlı bir çözüm aracı' olmuştur. Psikiyatrik ilaçlar, bir tedavi yöntemi değildir, sadece 'mevcut psikolojik semptomları azaltmak' için kullanılan 'kimyasal hızlı bir çözüm' aracıdır.. Fakat..
Psikiyatrik ilaçların, oldukça güçlü ve tehlikeli yan etkileri de vardır.. Psikiyatrik ilaçlar, hastaların, bir yandan 'mevcut semptomlarını azaltma' eğilimi gösterirken, bir yandan da hastaların hem beyinlerinin hem de vücutlarının (ilaçların etken maddelerinden çıkan kimyasal zehirlerle), zehirlenmesine yol açmaktadır.. Ki, bu da, çok sayıda kanıtlarla ortaya konulan, psikiyatrik ilaç (kimyasal etken maddelerinden) kaynaklı, kalıcı olan (ve olmayan) çok sayıda, çeşitli fiziksel ve zihinsel yaralanmalara (sakatlanmalara, yani fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanmalara) sebep olabilmektedir.. Psikiyatrik ilaçların, oldukça 'zehirli' olmasının nedeni budur.. Psikiyatrik ilaçlar, ayrıca 'öldürücü' bir özelliğe de sahiptir.. Psikiyatrik ilaçlardan dolayı, çok sayıda insanın da öldüğü bilinen bir gerçektir..
Aslında, psikiyatrik ilaçların, 'mevcut psikiyatrik semptomları azaltma' eğiliminin arkasında da, yine psikiyatrik ilaçlara ait (beyin ve vücut için oldukça zehirli olan) kimyasal içerikli etken maddelerinin, 'beyni (beyin doğal kimyasal yapısını) ele geçirmeye çalışması' yer almaktadır.. Bu, ele geçirme esnasında, beyin, (beynin doğal kimyasal yapısı, psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasal saldırıları ile) uyuşuk hale gelir (yani uyuşturulur). Bu durum, hastanın, psikiyatrik semptomlarının bir süreliğine (ilacın zehrinin, beyinde etkisinin geçmesine kadar) azalmasına yol açar. Hasta, PS semptomlar tekrarlanınca /tekrarlanmaması için, yeniden ps ilaç alırsa, yine bir süreliğine, semptomlarda azalma görülür. Ancak..
Hastalığın semptomlarını azaltmak için alınan her psikiyatrik ilacın oldukça zehirli olan kimyasal etken maddeleri (ne ait kimyasal zehirler), hem beyinde hem de vücutta (organlarda) yavaş yavaş birikmeye başladığında, (en azından uzun vadede (uzun aylar ve/veya uzun yıllar boyunca) alındığından dolayı), bu kimyasal zehirler, hem beyne hem de vücuda (organlara) oldukça tehlikeli ve öldürücü zararlar vermeye başlayabilmektedir. Ve bunun, böyle olduğuna (yani psikiyatrik ilaçların çeşitli fiziksel ve zihinsel hastalıklara ve hatta ölümlere yol açtığına) dair de çok sayıda kanıt bulunmaktadır.
İşte bu gibi oldukça ciddi olumsuz nedenler, çoğu hastanın, (ve hatta toplum ve kamuoyunun bile) kendilerinde var olan 'mevcut psikolojik semptomlarını azalttığı' için, bu 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığına' dair var olan yanlış bir inancı benimsemesinin, bize, neden 'psikiyatrik ilaçların işe yaradığının, yanlış bir inanç olduğunu' çok iyi açıklayabilmektedir..
Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç sektörlerinin, hırsız gibi olması ve 'hırsızlardan, gaspçılardan, yankesicilerden' hiçbir farkının olmaması' gerçeğini de, bu yukarıdaki gerçeklerle açıklayabiliriz.. Psikiyatrik ilaçlar, psikiyatrik hastalıkları tedavi etmez, sadece semptomları 'azaltır', bunu da kısa yoldan, 'kimyasal hızlı çözüm' sağlayarak yapar ancak bunu yaparken de, hastaya çok da ciddi ve tehlikeli zararlar verir. Psikiyatri ve psikiyatristler ise (ve hatta ilaç firmaları bile), bu 'zarar verme gerçeğini' çok iyi biliyorlar ve bu gerçeği, 'hasta ve hasta yakınlarından, toplumdan ve kamuoyundan' hem de on yıllardır saklayıp-duruyorlar.. Aslında, bazı ilaç firmaları, psikiyatrik ilaçların bu (hepsi olmasa da bazı) olası tehlikeli ve öldürücü olan zararlarını, "yan etki" diye kendi ilaç prospektüslerine eklemişler.. Ama, sorun burada, sadece ilaç firmalarının bu zararları prospektüslere eklemeleri değil, psikiyatri ve psikiyatristlerin, (bu zararları bildikleri halde), halen bile 'hastalarına, reçete ediyor olmaları' ve tabii ki, bu gerçekleri 'hasta ve hasta yakınlarından, toplumdan, kamuoyundan' gizliyor olabilmeleridir..
Dolayısıyla.. Akıl hastalıklarında 'ilaçsız doğal tedavi yöntemlerinin', esasen 'uzun bir yol ve zahmet' gerektiren bir tedavi yöntemidir.. Psikiyatrik ilaçlar ise, (bunlara alternatif olarak), kısa vadede (kısa yoldan) bir sonuç sunan, (tedavi değil sadece varolan semptomları azaltmada) 'hızlı bir çözüm aracıdır..' Ancak.. Psikiyatrik ilaçların, oldukça güçlü ve tehlikeli yan etkileri de vardır ki, hastaların hem beyinlerinin hem de vücutlarının (ilaçların etken maddelerinden çıkan kimyasal zehirlerle), zehirlenmesine ve bu gibi nedenlerden dolayı da zihinsel ve fiziksel çeşitli iyatrojenik zararlara ve hatta ölümlere de yol açtığı bilinen bir gerçektir..
Dolayısıyla.. Psikiyatri ve ilaç sektörlerinin, hırsız gibi olmasını... Psikiyatri ve ilaç sektörleri, (psikiyatrik ilaçlarla ilgili tüm bu olumsuzlukları ve psikiyatrik ilaçların da aslında hiç bir işe yaramadığını ve akıl hastalıklarının beyinde değil, ruhla ilgisinin olduğunu ve bunun tedavisinin de uzun bir yol ve zahmet gerektiren 'ilaçsız doğal tedavi yöntemleri' ile düzeltilebileceği gerektirdiğini) bildikleri halde... Böyle, kısa yoldan (gerçek sonuç değil) sahte ve yanıltıcı sonuçlar alıp, buna karşılık tonlarca maddi kazanç (para) kazanmayı yeğlemesinden dolayı, rahat bir şekilde açıklayabiliriz.. Zaten şarlatanlığın özünde de bu yok mudur? İnsanlara, 'uzun bir emek gerektiren bir şeyi, kısa yoldan elde etmelerini sağlayarak' ve ancak bu nedenden dolayı onlara zarar vererek, maddi kazanç (para) elde etmek, şarlatanlığın özünde olan bir şeydir..
-- Psikiyatri, tıp camiasının soytarısı mıdır?
Haydaa hoppalaaa, bir soytarılık eksikti! :)) Psikiyatri sektörü, ironik de olsa gerçekten de Tıp camiasının 'soytarısı' konumunda.. Hastaları ne tedavi edebiliyor ne iyileştirebiliyor ama yaptıkları tek iyi şey insanlara zarar vermek.. Ancak buna rağmen, tıp dünyası, adeta bir mafya babası edasında, 'Ben varken, sana kimse dokunamaz! Yeter ki, soytarılık yapmaya devam et!' dercesine, psikiyatriye adeta kol kanat geriyor. Tıp camiasında 'zarar verme(me)' ilkesi önemli ama eğer iş, kişisel ve/veya mali ve politik çıkarlara evrilirse, o zaman zarar verme(me) ilkesi, adeta görünmez olabiliyor. Temsili görseller.. (304)
Tıp camiasında da zaten bu zarar verme(me) ilkesinin görünmez olması durumu, oldukça yaygın bir durumdur. Bunun sebebi de, olasılıkla tıp dünyasındaki (doktorlar ve sağlık kurumları arasındaki) kişisel ve/veya mali ve politik çıkar ilişkilerinden kaynaklanabiliyor, diyebiliriz.. Psikiyatri'nin, tıp camiasının soytarısı olması durumu, tıp camiasının, psikiyatrinin günahlarını (zarar vermelerini) gör(e)memesinin nedeni olasılıkla, tıp camiasının kendi içindeki, ciddi anlamdaki malpraktislerin (tıbbi hataların) olması nedeniyle olsa gerek, zarar verme(me) ilkesinin görünmez olmasına yol açabiliyor herhalde, diyebiliriz.. Bu, bu şekilde değilse, bunun başka mantıklı açıklaması nasıl olabilir ki?
Padişahın soytarısı olur da, TIP camiasının 'soytarısı' olmaz mı? O soytarının adının, psikiyatri olabileceğine dair nedense içimizde bir his var.. Soytarılar, genelde insanları güldürmek ve eğlendirmek için, özellikle de insanlara karşı, (kimseye zarar vermeden, soytarılık olarak gözüken bir takım sözler ve hareketler yaparak), aslında faydalı bir şey yaparlar. Çünkü, onları eğlendirirler.. Soytarılığın bir de (birisine zarar verirken, bir başkasını güldürmek, eğlendirmek olanı) da vardır.. Burada, birisi fayda görürken, diğeri zarar görüyor. Bu durum, soytarılıktan çıkarak, zarar veren şarlatanlığa evriliyor. Soytarılığın temel prensibinde, 'kimseye zarar vermeden, başkalarını eğlendirmek' vardır. Şarlatanlığın temel prensibinde ise, 'birisi fayda görsün diye, başka birisine zarar vermenin' olduğunu görüyoruz.
'Olmayan bir şeyi tedavi etmeye çalışan ve bu nedenle insanlara oldukça zararlar veren' 'Psikiyatri'nin tıp camiası içinde ne işi var? diye düşündüğümüz de, aslında tıp camiasının da, psikiyatriden hiç bir farkı olmadığını görüyoruz. Tıp camiası da, kendi dallarında işlemiş oldukları tıbbi hataları (iyatrojenik zararları) olasılıkla birnevi örtpas edebilmek (daha doğrusu, unutturmak) için, psikiyatriyi, bir yem (/bir kurban) olarak, kendi aralarına almış olabilirler.. Psikiyatrinin işlemiş olduğu suçlar, neredeyse deyim yerindeyse, everest tepesi kadar (belkide daha fazla) olması, tıp camiasının da, (olasılıkla işlemiş oldukları 'iyatrojenik zararların, unutturulması' açısından), işine gelebilir.. Ve öyle görülüyor ki, tıp camiasındaki tıbbi hatalarla birlikte, psikiyatrinin işlemiş oldukları evereset tepesi kadar iyatrojenik zararların da hiç gündememe gelmemesi, büyük ihtimalle tıp camiası ile psikiyatri arasında, 'birbirlerini suçlamama ve koruma' konusunda özel bir gizlilik ve susma anlaşmasının yapılmış olabileceğini tahmin edebiliriz.. Tüm bunlar paranoyak görüşler ise, o zaman okumaya devam edin, belki fikriniz değişebilir.. Tıp camiasının, psikiyatriyi, 'kendi aralarına, bir soytarı olarak (sadece kendilerini eğlendirmek için) aldıkları' düşüncesi, pek mantıklı gibi gözükmüyor gibi görülüyor ancak, psikiyatrinin işlemiş oldukları suçlar, belki de tıp camiasının işlemiş olduğu tıbbi hataların unutturulmasını sağlıyor da olabilir.. Orasını bilemeyeceğiz, araştırılması gerekir..
-- Tıp camiasının, psikiyatriyi kendi bünyesine alma nedeni ; 'Yeni dünya düzenine giriş için önceden hazırlık olabilir mi?'
Aslında, gerçekte tıp camiasının, neden (olmayan birşeyi tedavi etmeye çalışan ve bu nedenle insanlara oldukça zararlar veren) psikiyatriyi kendi aralarına aldıklarını, henüz anlayabilmiş değiliz.. İnsanların 'akıl sağlığının korunması ve tedavisi' nedeniyle diye düşünüyoruz ama psikiyatrinin vermiş olduğu inanılmaz iyatrojenik zararlara baktığımız da, bunun hiç de böyle olmadığını, hiç de öyle gözükmediğini anlıyoruz.. 'Yeni dünya düzenine' giriş için kolaylık olsun diye, yıllar önceden (yaklaşık 1950 /60'lı yıllar gibi itibaren), 'artan toplum nüfus oranlarını azaltmak ve/veya toplumları kontrol etmek' için , tıp camiası, psikiyatriyi , bu nedenle kendi bünyesine almış olabilir mi? Bu, büyük bir olasılık gibi görülüyor, gayet çok mantıklı gibi.. Psikiyatri, insanların 'akıl sağlığını korumak' bir yana dursun, tam tersine, sağlıklı insanların akıl sağlığını bozan (onların akıl hastalıklarına yakalanmasını sağlayan) ve sorunlu insanların da akıl sağlığını iyice bozan (beyin hasarı gibi çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanmasını sağlayan) ve bunlarla birlikte çok sayıda ölümlere de sebep olabilen bir 'ölüm endüstrisi' olarak tarihe geçmiş bir örgüttür.. Buna rağmen, bu gerçeğin farkına varamayan tıp camiası, halen bile (bunları sağlamadığı, yani tam tersine korumadığı, zarar verdiği gerçeğine rağmen) insanların akıl sağlığının korunması ve tedavi edilmesi bahanesinin arkasına saklanarak, psikiyatriyi kendi yanlarına almayı sürdürebiliyor.. Tüm bunlar da, bize yeni dünya düzenine giriş için yapılan bir 'artan toplum nüfus oranları azaltma ve toplumları kontrol etme' çabasını işaret ediyor gibi görülüyor..
Psikiyatrinin, tıp camiasının soytarısı olma olasılığı, herhalde ('bilimsel' olarak işe yaramayan şeylerle uğraşan ama sadece 'iş olsun' diye kendilerine bir alan hediye edilen) psikiyatriyi, tıp camiasında 'bir soytarıyı oynasın' diye, kendi aralarına almış olabilme ihtimalinden olabilir.. 'Padişahın soytarısı olur da, tıp camiasının soytarısı olmaz mı?', sorusunun yanıtı, belki bu olabilir.. :)
Evet, psikiyatri, tıp camiasının soytarısı mıdır, orasını pek bilemiyoruz ama bildiğimiz birşey vardır ki, o da, gerçekten de, psikiyatri ve psikiyatristlerin, birer 'lisanslı şarlatan ve psikopat' olduklarıdır.. Hadi gelin şimdi bu gerçekleri bir irdeleyelim..
-- Psikiyatri ve psikiyatristler (bazıları istisna), neden lisanslı şarlatan ve psikopatlardır? 2
Psikiyatri'nin şarlatanlık ve psikopatlığının nedenlerini yukarıda iyice irdelemiştik. Şimdi konuyu biraz daha açalım.. Psikiyatrik ilaçlar, yasaklanmalıdır. Tıp fakültelerindeki psikiyatri bölümü kapatılmalı ve psikiyatristler, 'psikolog' seviyesine indirilerek görev yapmalıdırlar. Psikiyatristler ve psikologlar aynı seviyede görev yapmalıdırlar.. Psikiyatristlerin, psikologlardan herhangi bir üstünlüğü yoktur; olmamasına rağmen, psikiyatristler, kendilerini psikologlardan üstün görebilmektedirler.. Psikologluğa terfi eden psikiyatristlerde dahil tüm psikologlara, 'psikolojik sorunları (akıl hastalıkları) olan insanların tedavilerinde, ilaçsız tedavi yöntemlerine göre yeniden eğitim verilmesi ve ayrıca tüm akıl hastalıklarının tedavisinin, 'ilaçsız tedavi yöntemlerine' göre yeniden dizayn edilmesi gerekir.. (Bunlarla ilgili detaylı bilgileri yazı sonunda da okuyabilirsiniz..) Temsili görseller.. (310)
Psikiyatri 'bir bilim' değildir, psikiyatristler de 'bir doktor' değildir. (Yasal olmaları, onların 'gerçek bilim' karşısında 'bilimsel olduklarını' ve 'bu ünvanlara sahip olduklarını' göstermez..) Psikiyatriyi bir 'bilim', psikiyatristleri de bir 'doktor' olarak görmek için, bir insanın, 'aklını peynir ekmekle yemesi' lazım.. Psikiyatri, tıp camiasında yer edinen bir 'çöp bilimdir' ve psikiyatristler de (bazıları istisna), bu psikiyatri çöp biliminden mezun olan şarlatanlardır..
Beyinde (beyinle ilgili) olmayan 'akıl hastalıklarını', sanki beyindeymiş gibi arayıp, tedavi etmeye çalışmaları ama tedavi edememeleri ve üstelik insanlara (beynine ve vücuduna) oldukça zararlar vermeleri nedeniyle ŞARLATAN; bu yaptıkları 'zarar verme' eylemine, 'tedavi' diye inanmaları ve bu inandıkları şeyi, bilerek (kasıtlı olarak) yapmaları nedeniyle de PSİKOPATTIRLAR. Bu 'zarar verme' eylemini, 'akıl sağlığının korunması ve tedavisi' adı altında 'doktor' ünvanı ile 'yasal' olarak yapmaları nedeniyle de ayrıca bunlar, LİSANSLI ŞARLATAN VE PSİKOPATTIRLAR..
Psikiyatristlere, şarlatanlık ve psikopatlığın tüm incelikleri, tıp fakültelerinde öğretilir. Tıp fakültelerinde psikiyatri bölümünü seçen öğrenciler, 'saf ve temiz bir insan' olarak buraya girerler, (deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla) 'tam bir şarlatan ve psikopat' olarak mezun olurlar. Psikopatlığın inceliklerini, hastalar üzerinde deneyimleyebilmek için, hastanelerde ve diğer psikiyatri bölümlerinde önce 'lisanslı asistan şarlatan ve psikopat', daha sonra da 'lisanslı şarlatan ve psikopat' olarak görev yaparlar ve yapmaya devam ederler..
Bazıları istisnaya söz konusu olan psikiyatristler ise, 'lisanslı şarlatan ve psikopatlığın' (yani tehlikeli ve ölümcül psikiyatrik tedavilerin) zararlarını bilen ve bunları ortaya çıkartan ve bunlarla ciddi anlamda mücadele veren dürüst psikiyatristlerdir.. Onlar, bu 'psikiyatrik vahşet' gerçeklerini ortaya çıkardıkları ve/veya bunlarla ciddi anlamda mücadele verdikleri için, bu 'lisanslı şarlatan ve psikopatlığın' dışında kalırlar.. Bunlar, hastalarına hiçbir şekilde bu zararlı psikiyatrik tedavileri vermezler (örneğin tehlikeli ve ölümcül olan zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmezler, ECT gibi tehlikeli yan tedavileri seçenek olarak sunmazlar); bunların yerine, onlarca hatta yüzlerce olan 'ilaçsız tedavi yöntemlerini' tavsiye ederler ve/veya bunları bizzat uygulamaya çalışırlar..
Tıp camiasının, tıp fakültelerinde, 'insana en çok zarar veren' psikiyatriyi, "bilim" diye kendi bünyesine alması, (tıp camiası için) utanç verici bir durumdur. Tıp fakültelerinde, psikiyatriyi seçen öğrenciler, buraya 'saf ve temiz bir insan' olarak girerler, mezun olduklarında deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla birer 'gerçek psikopat' olarak çıkarlar..
Psikiyatristlerin neredeyse tamamı (bazıları istisna), birer ŞARLATAN ve PSİKOPATTIR. İstisnaya konu olan psikiyatristler, başta 'psikiyatrik ilaçlar' olmak üzere, işe yaramayan ve insan beynine ve vücuduna oldukça zarar veren (ECT, lobotomi vb gibi) 'diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalarına' karşı çıkan ve bunları hayatına almayan (hastalarına uygulamayan) dürüst psikiyatristlerdir..
Bunların haricindeki neredeyse tüm psikiyatristler, birer şarlatan ve psikopat ruhlu kişiliklere sahip deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla 'ruh hastası' kişilerdir.. Psikiyatristlerin, birer 'gerçek akıl hastası' olmalarının arkasında da bu gerçekler (şarlatan ve psikopat olmaları) yatar.. Psikiyatristler, şarlatandırlar, çünkü, 'akıl hastalıklarının, beyinde olmadığını (insanın kendi ruhunda olduğunu)' bildikleri halde, (sanki beyindeymiş gibi, sanki işe yarayacakmış gibi, insan beyni ve vücudu için oldukça) tehlikeli ve ölümcül olan psikiyatrik (ilaçlar, ECT vb gibi) tedavileri, insanların 'beyinlerine' uygulamaya çalışırlar. Ve bu psikiyatrik tedavilerin hiçbiri, 'işe yaramadığı' gibi, insanların beyinlerine ve vücutlarına oldukça zararlar verir; (ani olan ve olmayan ölümlerde dahil, beyin hasarı, kalp hastalıkları gibi çeşitli fiziksel ve (psikiyatrik semptomların artması, yeni semptomların oluşması vb gibi) zihinsel hastalıklar ve rahatsızlıklardan oluşan, tıbbi sakatlanmalar (yaralanmalar) ve ölümler gibi..) Ama bu bilinen 'tehlikeli ölümcül zararlara' rağmen, bu 'tehlikeli ve ölümcül psikiyatrik tedaviler', psikiyatristler tarafından halen bile uygulanmaya devam edilir. Hem de "yasal" olarak.. İşte bu üç nedenden dolayı psikiyatristler (bazıları istisna), birer şarlatan ve psikopattırlar..
1- Akıl hastalıkları, beyinde değil, ruhta olan birşeydir. Psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere, hiçbir psikiyatrik tedavi (ect, lobotomi gibi), beyinde olmayan bir şeyi (akıl hastalıklarını) tedavi etmez, edemez ve iyileştiremez.. Tam tersine, bu tedaviler, masum insanların beynine ve vücuduna oldukça tehlikeli ölümcül zararlar verir. Ve veriyor da zaten.. Bu gerçeklere rağmen.. Psikiyatristler, bu gerçeği bildikleri ve kabul ettikleri halde, genelde 'sırf para ve ünvan kazanma' uğruna, bunu reddetmektedirler..
2- Reddettikleri için de, bu zararlı ve ölümcül psikiyatrik tedaviler, masum insanların beynine ve vücuduna oldukça tehlikeli ve ölümcül zararlar vermeye devam etmektedir, halen bile.. Devletlerin, toplumların, mahkemelerin (yargının), medyanın ve gerçek tıp camiasının gözlerinin önünde gerçekleşiyor tüm bunlar.. Gözlerinin önünde milyonlarca masum insan (dünya genelinde sayısı belirsiz yüz milyonlarca; 'ölenleri de katarsanız milyarlarca' masum insan), zararlı psikiyatrik tedavilerden dolayı, sinsice tıbbi olarak sakat kalıyor (yaralanıyor) ve hatta ölüyorlar.. Sadece yaralanma (sakatlanma) ve ölümler de değil.. Dünya genelinde, zararlı psikiyatrik tedaviler nedeniyle, on/yüz milyonlarca aileler de perişan oluyor ve parçalanıyorlar.. Hem de göz göre göre..
3- Sadece insanlara değil, 'bireylere ve ailelere' ve hatta 'insanlığa ve toplumlara' da oldukça zararlar veren (zararlı psikiyatri tedavileri uygulayan) psikiyatri ve psikiyatristlerin, bu 'korkunç zarar verme' eylemlerini 'yasal' olarak yapmaları, onların, 'insanlık ve toplumlar' için ne kadar çok tehlikeli varlıklar olduklarını gözler önüne sermektedir. Psikiyatristlerin (ve psikiyatrinin), insanlık ve toplum (aile birliğinin saadeti) için 'tehlikeli psikopatlar' haline gelmesi, yapılan (verilen) 'zarar verme' eyleminin, 'tedavi' adı altında, "YASAL" olmasındandır. Yasal olması, psikiyatristleri, çok tehlikeli 'yasal lisanslı şarlatan ve psikopatlar' haline dönüştürmüştür..
Dünya genelinde çok az sayıda insan, bu gerçeklerin farkındadır fakat geri kalan toplumların büyük çoğunluğu ise, bu 'psikiyatrik vahşetten' ya bir haberdir yada bildikleri halde, 'umursamaz davranış' içerisindedir.. "Umursamaz davranış" içerisinde olmalarının altında yatan pek çok sebep olabilir; bunların en başında büyük ihtimalle, 'ne yapacaklarını bilmemeleri' olabilir.. Yani 'arkalarında güçlü bir destek olmaması' ile birlikte, özellikle de devletlerin, 'psikiyatrik sorunu olan insanları, ilaçlar olmadan nasıl tedavi edebilecekleri' ve 'ilaç yoksunluk belirtilerinin azaltılması' vb gibi 'akıl hastalıklarının (ilaçsız) nasıl tedavi edileceği' konularında, yeterince 'bilgi ve deneyim' ile birlikte (bu gibi konularda) herhangi bir 'çalışma ve programlara' sahip olmamaları da, bireyleri ve toplumları bu 'psikiyatrik vahşetlere' karşı sessiz kalmasına en büyük etkenler olarak karşımıza çıktığını görüyoruz..
Aslına bakarsanız, akıl hastalıklarının ilaçsız olarak tedavi edilebilmesinin (ilaçsız tedavi yöntemlerinin), onlarca hatta yüzlerce (ilaçsız tedavi) alternatifi vardır.. Ve devletler de, (hatta tıp camiası da özellikle de psikiyatristler), bu gerçekleri çok iyi bilmektedir. Biliyorlar ama uygulamıyorlar. Bunun nedeni, 'işe yaramadığından' dolayı değil, tam tersine 'işe yaradığından' dolayı, 'akıl hastalıklarının ilaçsız tedavi yöntemlerini (uygulamak)' istemiyorlar. Eğer bunu kabul ederlerse, bu, psikiyatrinin sonu olur, tarihte 'çöp bilim' olarak yerini alır. Psikiyatristler de öyle.. Hem psikiyatri ve psikiyatristler hem de psikiyatrik ilaç firmaları, onlarca yıldır insanlara vermiş oldukları tehlikeli ölümcül zararların hesabını, mahkemelerde vermek zorunda kalırlar..
Psikiyatristler, eğer kendilerini gerçek birer 'hayat kurtaran' doktor olarak görmüş olsalardı, insanlık için oldukça tehlikeli ve ölümcül olan (ve hiçbir işe de yaramayan) bu zararlı psikiyatrik tedavileri (psikiyatrik ilaçlar, ECT vb gibi tedavileri), hiç bir şekilde bunları kabul etmez, reddederlerdi. Ve bu tehlikeli tedavilere karşı bir mücadele içerisinde olurlardı.. Ama bunları yapmak yerine (bazıları istisna), (sırf para ve ünvan kazanma peşinde koştukları için olsa gerek), 'korkak bir tavuk' gibi olmayı ve 'gerçek bir psikopat' olmayı (insanlığa zarar vermeyi) yeğlediler..
Hasta olarak gördükleri masum insanlara, sinsice (tatlı dille, bilimsel kelimelerle) yaklaşarak, ölümcül (psikiyatrik) tedavilerini sunmaları, psikiyatristlerin 'psikopat ruhlarının' ortaya çıkmasına neden olmaktadır.. Ama çok az insan (ve kuruluş), bu gerçeğin farkındadır.. Toplumlar, hükümetler, devletler, mahkemeler, yasa koyucular (politikacılar, siyasiler) ve hatta medya ve (bu gerçeği görmesi ve buna en başta karşı çıkması gereken) 'tıp camiası' bile, psikiyatrinin 'insana verdiği tehlikeli ölümcül zararların' ya farkında değildir yada farkındadır ama bu konuda hiçbir şey yapmamaktadırlar.. Hiçbir şey yapmamaları, psikiyatrik tedavilerin özellikle de psikiyatrik ilaçların oldukça 'zehirli ve öldürücü' olmasından dolayı değil, tamamen 'para, ünvan, çıkar ilişkileri ve korku politikalarının esiri olmalarından' kaynaklanan bir gerçeklik gibi gözükmektedir.
Bu 'psikiyatrik vahşete' sessiz kalınmasının asıl nedeninin, 'siyasi ve politik' açıdan baktığınızda, iki önemli faktörün 'asıl amaç' olarak görüldüğünü, fark edebiliyorsunuz..
1.si ; akıl sağlığı sektörü, hem 'psikiyatrik ilaç sektörü', hem de 'akıl hastalığı bakım sektörü' olarak, dünya genelinde her yıl tahmini 'milyarlarca dolarlık' bir gelir hasılatına ev sahipliği yapmaktadır. Başta 'ilaç ve psikiyatri sektörü' olmak üzere, 'tıp camiası da
(resmi sağlık kuruluşları, tıp fakulteleri, tıp dergileri, bireysel
olan-olmayan doktorlar, sağlık çalışanları vb gibi) dahil, devletler (hükümetler, siyasiler, politikacılar, resmi sağlık kuruluşları vb) ve medyanın da (reklam gelirleri, susma payları vb gibi) içerisinde olduğu bir kirli ve kanlı "mali ilişkiler" ağından bahsetmek mümkün olabilmektedir. Mali ilişkilerin kirli ve kanlı olması, psikiyatrik tedavilerden dolayı tıbbi yaralanan ve ölen dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini on/yüz milyonlarca (ölenler de dahil milyarlarca) masum insanın olmasından dolayıdır.. Ve bu tıbbi sakatlanma (yaralanma) ve ölümlerin, her yıl aynen /katlanarak devam ettiğini düşünürseniz, 'sağlık sektörü, devletler ve medya' arasındaki mali ilişkilerin neden kirli ve kanlı olduklarını da anlamış olursunuz..
2.si ise asıl amacın 'akıl hastası' olarak gözüken, psikolojik sorunları olan insanları, 'tedavi etmek' değil, 'kontrol etmek' olduğunu fark edebiliyorsunuz.. Neden, psikiyatri sektörü (özellikle de devletler), akıl hastalarını 'tedavi etmek ve iyileştirmek' yerine, onları "kontrol etmeyi' yeğliyorlar? Sorusunu sorduğunuz da, yine karşınıza yukarıda da üstüne basa basa belirttiğimiz gerçekler ortaya çıkmaktadır. Aslında bunun da iki nedeni vardır;
a) Akıl sağlığı sektörünün, milyarlarca dolarlık mali ilişkilerinden yoksun kalmamak.. Aslına bakarsanız, bu sorun, sadece 'akıl sağlığı sektörünü' ilgilendiren bir sorun değil gibi gözüküyor. Sağlık sektörünün (tıp camiasının) neredeyse tamamında, 'aynı sorunla' karşılaşmak mümkün gibi..
"Hastaları iyileştirirseniz, mali ilişkilerden yoksun kalırsınız.. Artık hiç bir hasta ile karşılaşmazsınız ve parasız pulsuz kalırsınız. O nedenle hastaları (hele de akıl hastalarını) iyileştirmek (tedavi etmek, gerçek şifa bulmalarını sağlamak ) yerine, onları (sakat kalmaları ve hatta ölmeleri pahasına) kontrol etmek, daha mantıklı ve daha kolaydır.. Özellikle de psikiyatrik ilaçların üretim amacı da zaten budur; ilaçlar, akıl hastalıklarını 'tedavi etmek' ve hastaları 'iyileştirmek' için değil, hastalıkları ve hastaları 'kontrol etmek' (ve onları kontrol altında tutmak) için üretilirler.. Hem de hiçbir işe yaramaması ve insanlara oldukça tehlikeli ve ölümcül zararlar vermesi pahasına.. "
Devletler, psikiyatri ve ilaç sektörü (ve hatta tıp camiası bile), akıl hastalıklarının "beyinde olmadığını ve ilaçlarla tedavi edilemediğini" çok iyi biliyorlar. Bildiklerinden dolayı da, psikiyatrik ilaçları (sırf para ve ünvan kazanmak "mali çıkarlar" uğruna olsa gerek), hasta bireyleri (ve silsile yoluyla da toplumları) "kontrol etmek" amacıyla kullanıyorlar; (hiçbir işe yaramaması ve insanlara oldukça tehlikeli ve ölümcül zararlar vermesi pahasına..) Amaçları "insan sağlığı" olsaydı, bu zararlı ve tehlikeli ölümcül ilaçları ve tedavileri, hiç kullanılmasına izin verirler miydi?
b) Diğer bir neden ise, aslında çok enteresandır.. 'Akıl hastası' olarak görülen psikolojik sorunları olan masum insanları (tedavi etmek, iyileştirmek yerine), 'kontrol etmelerinin' diğer bir nedeni ise, akıl hastalıklarının gerçekten de (psikiyatrik ilaçlar, ECT 'elektroşoklar' vb gibi) psikiyatrik tedavilerle 'tedavi edilememesi' gerçeğidir.. Bu gerçeğin arkasında yatan en önemli şey ise, gerçekten de "akıl hastalıklarının, beyinde olmadığı" gerçeğidir. Psikiyatrik ilaçların, 'akıl hastalıklarını tedavi edememesinin' en büyük nedeni de budur.. Beyinde olmayan birşeyi, tedavi edemezsiniz ve bunun mantığı da yok; tamamen saçmalık. Psikiyatriye 'çöp bilim' ve psikiyatristlere de 'şarlatan' denilmesinin ardında da bu gerçekler yatmaktadır. Psikiyatristler (bazıları istisna) sadece 'şarlatan' değil, ayrıca 'psikopat ruhlu' insanlardır da.. Bunun nedeni de, insanlara oldukça zararlar vermeleridir..
Günümüzdeki psikiyatrik tedavilerin (hele de psikiyatrik ilaçların) hiçbirinin, akıl hastalıklarını gerçek anlamda 'tedavi etmedikleri', hastaları 'iyileştirmedikleri', artık bilinmeyen birşey değildir.. 'Tedavi etmek' yerine, tam tersine bu psikiyatrik tedaviler, insanlara (beynine ve vücuduna) oldukça ciddi zararlar vermekte ve hatta ölümlerine dahi sebep olabilmektedir.. Bu acı gerçekler, 'psikiyatri ve psikiyatrik ilaç sektörü' tarafından iyi bilinmesine rağmen, (sırf para ve ünvan kazanma uğruna olsa gerek), halen bile devam edebilmektedir. Psikiyatristler ve tıp camiası (diğer tıp alanlarındaki hekimler) başta olmak üzere, 'devletler, toplumlar ve ana akım medya' ise tüm bu olup-bitenlere seyirci kalmaya (ve hatta 'bazıları istisna' mali çıkarlardan dolayı destek bile vermeye) devam edebiliyorlar.. İstisnaya söz konusu olanlar, herhalde 'hiçbir şeyden (bu psikiyatrik vahşet gerçeklerinden) haberi olmayan' toplumları, devletleri ve medyayı gösterebiliriz..
Aslında, psikiyatri sektörünün, 'akıl hastası' olarak gördükleri psikolojik sorunları olan (sayısı dünya genelinde yüz milyonlarca olabilen) masum insanları, sözde tedavi etmeye (daha doğrusu, bu insanları kontrol etmeye) yeltelenmesinin asıl nedenini, hem tıp camiasında hem de toplumda (kamuoyunda), kendilerini bir bilim ve bir tıp doktoru edasında 'kabul ettirmeye' yönelik çırpınışları olarak görebiliriz.. Ama aslında, psikiyatri, ne gerçek bir bilimdir ne de psikiyatristler, gerçek birer tıp doktorudurlar.. Her ikisi de, 'tıp camiasının şarlatanları' olarak tarihe geçmiş düzenbazlardır..
Psikiyatri, tarihi gerçekler ışığında gerçekte 'bir bilim' olarak hiçbir zaman tıp camiasında yer almamıştır.. Şarlatanlıkla eşdeğer bir yapıya sahip olmuşturlar. Akıl hastalıklarının, 'beyinde olmadığı' gerçeğini bildikleri halde, (sanki beyindeymiş gibi), 'ölümcül psikiyatrik tedavilerini', akıl hastası olarak etiketledikleri psikolojik sorunları olan milyonlarca masum insanların 'beyinlerine' uygulamaya çalıştılar ve onlara inanılmaz derecede iyatrojenik zarar verdiler.. Tıp camiası da, tüm bu zararlardan dolayı en az şarlatan psikiyatri sektörü kadar suçludur.. Psikiyatriyi, 'bir bilim' olarak kendi alanlarına dahil etmeleri, tıp camiası açısından hem utanç verici bir durumdur hem de (bu şarlatanlığın yol açmış olduğu ölümcül zararlarından dolayı da) tıp camiası tarihinde kara bir leke olarak yerini almıştır..
-- Akıl sağlığı sektörünü, tıp camiasından ayıran iki durum ve iki sorun vardır;
1) Akıl sağlığı sektörünü, tıp camiasından ayıran özellik, tıp camiasının 'fiziksel', psikiyatri sektörünün ise 'zihinsel' hastalıklar ile ilgilenmesidir. Ancak sorun bu değildir. Sorun, (psikiyatri alanının dışındaki) tıp alanlarında, fiziksel hastalıkların tespiti için, çeşitli şekillerde (kan, dna testleri, MR, Röntgen) vb gibi 'testler ve filmler' gerekli iken, psikiyatri sektöründe, zihinsel hastalıkların tespiti için herhangi bir 'test ve filmlerin' gerekli olmamasıdır.. Çünkü, bunların hiçbiri, akıl hastalıklarını tespit edemez; çünkü, 'beyinde olmayan birşeyi, tespit edebilmeleri mümkün değildir..' Ve yıllar boyunca 'akıl hastalıklarının beyinde olduğu' varsayımına' dayanarak yapılan test çalışmaları da, bunu doğrulamıştır; beyinde, bununla ilgili hiçbir şey bulamamışlardır..
2) İkinci durum ve sorun ise, psikiyatri sektörünün "akıl sağlığına" (hiçbir katkı sunmadığı, gibi tam tersine 'akıl hastası' olarak görülen masum insanlara, inanılmaz bir şekilde hem zihinsel hem de fiziksel olarak) 'çok ciddi zararlar' vermesidir.. Bu verilen ciddi ölümcül zararlardan dolayı, dünya genelinde tıbbi sakatlanmaya (yaralanmaya) maruz kalan ve ölen insan sayısını tahmin edebilmek oldukça zordur.. Çünkü, psikiyatrik tedavilerin zararlarına maruz kalan (kalıcı olan-olmayan çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalık ve rahatsızlıklara yakalanan ve ölen) insanların, resmi hasta ve ölüm raporlarına, (hastalık ve ölüm nedenlerinin gerçekte ne oldukları (yani bunların asıl nedeninin psikiyatrik tedaviler 'ilaçlar, elektroşoklar' vb gibi oldukları), tam olarak işlenmemekte, 'başka başka sebeplerin' vs üzerine atılarak işlenebilmektedir.. Yani kısaca psikiyatrik tedavi görüpte, sakat kalan (yaralanan) ve ölen, dünya genelinde yüz milyonlarca (hatta ölenler de dahil milyarlarca) masum insan, deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla 'kim vurduya gitmiş' durumundadır.. (Maalesef, sağlık sektörü "hasta ve ölüm raporların'da, 'sahte evrak' hazırlamada dünyada 1 numaradadır.. Covid ve aşı dönemlerinde de aynı hadiseler hem de inanılmaz sayıda çokça yaşanmıştı.) Dünya genelinde, resmi rakamların dışında, psikiyatrik tedavilerden (özellikle de psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi yan tedavi uygulamalarından) dolayı, tıbbi olarak sakat kalan (yaralanan) ve ölen masum insan sayısının, yüz milyonlarca (ölenleri de katarsak eğer milyarlarca) olabileceğini tahmin edebiliriz..
-- "Akıl hastalıklarını (yani zihinsel psikolojik sorunları) tedavi etmesi gereken psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarına sebep olması..
"Akıl hastalıklarından korkmayın! Biri, sizi herhangi bir nedenden dolayı (özellikle de 'psikiyatrik ilaç kullandığınız' için') akıl hastası olarak damgalarsa (etiketlerse), ona gülün geçin.. Çünkü, onu söyleyen (sizi etiketleyen) kişi ve kişiler de, aslında o 'akıl hastalarından biridir' ama bunu, onlar bilmezler.. Başkalarını bir şeyle etiketleyenler, aslında o 'etiketlerin kişiliklerine' sahip olanlardır.. İstisnasız her insan da mutlaka bir akıl hastalığı (zihinsel psikolojik sorunlar) vardır, yok diyen "yalancıdır." Neden mi? Okumaya devam edin..
-- Akıl hastalıklarını tedavi etmeye çalışan, akıl hastası! doktorlar (günümüz de psikiyatristler)..
Eski Bizans döneminde (ve önce) Hristiyan teolojisinde, deli (/çılgın) doktorlar (mad doctors) diye bir terim vardı. Akıl hastalarına o dönemlerde "deli (mad)" tabiri kullanıldığı için, doktorlara da "deli doktorlar(ı)" denilirdi. Bunlar, akıl hastalarını "akıl hastalığının beyinde ve ruhta (genellikle ruhunu şeytan ele geçirmiş) olduğunu düşünerek", oldukça tehlikeli ve vahşi tedavi yöntemleri ile tedavi etmeye çalışırlardı.. Tedavi yöntemleri o kadar vahşi ve korkunçtu ki.. Gerçek akıl hastası olanların, tedavi görenler değil de, bu 'tedaviyi uygulayan doktorların' olabileceğini şimdilerde rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Aslında o dönemlerde "deli doktorlar", 'akıl hastalıklarının tedavisi' konusunda, yeterince bilgilere sahip değillerdi.. Temsili görseller.. (312)
Tuhaf olan şey şu ki, günümüzdeki psikiyatri ve psikiyatristler de, 'akıl hastalıklarının tedavileri' konusunda halen bile yeterince önemli ciddi bilgilere sahip değillerdir. Sahip olmadıkları için de, akıl hastalarını hiçbir şekilde tam anlamıyla iyileştiremiyorlar. İyileştiremedikleri için de, "akıl hastalıkları kalıtsaldır, hayat boyu devam eder!" gibi buna benzer yalan ve bahanelerinin arkasına saklanıyorlar ve insanlar için oldukça zehirli ve öldürücü olan kimyasal içerikli psikiyatrik ilaçları insanlara reçete etmeye devam ediyorlar.. Ve psikiyatrik tedavi de, yine oldukça zararlı ve öldürücü olan "ECT" gibi elektroşok gibi (insanların beyinlerine elektrik verilmesi) vb gibi psikiyatri yan tedavi uygulamalarını da kullanmaktan kaçınmıyorlar.. Ve bu şekilde ölüm de dahil insanlara (hastalara) zarar vermeye (yaralanmalara ve ölümlere sebep olmaya) devam ediyorlar.. Hem de yasa ve kanunlara uygun olarak.. Göz göre göre..
Bizans dönemindeki "deli doktorları"na "şarlatan" gözüyle bakılırdı. Bugünün psikiyatristleri de öyledir.. Bizans dönemindeki "deli doktorlar" ile günümüz psikiyatrisleri arasında hiçbir fark yoktur.. Eskiden şarlatanlardı şimdi de şarlatanlardır.. Değişen hiçbir şey yok.. Çünkü, akıl hastalarını "tedavi edemiyorlar ve dahası tedavi edemedikleri gibi, hastalara ölümler de dahil oldukça çeşitli zararlar' vermeye devam ediyorlar..
İşte bu gibi nedenlerden dolayı... Psikiyatristler (bazıları istisna), başkalarının (sözde olan ama aslında olmayan) akıl hastalıklarını tedavi etmeye çalışan, 'gerçek akıl hastalığına sahip', dünyanın en ünlü ve en tehlikeli akıl hastalarıdır, diyebiliriz.. (İstisnasız, bu dünyanın her yerinde aynıdır.)
Çünkü yaptıkları şeyin MANTIKSIZ olduğunu, DOĞRU olmadığını ve İŞE YARAMADIĞINI (tedavi etmediğini) çok iyi biliyorlar ama buna rağmen deyim yerindeyse 'hastaların beyinlerine, tecavüz etmeye' devam ediyorlar.. :( Anlamadınız mı? O zaman biraz daha açalım.. Psikiyatristler, 'akıl hastalıklarının, beyinde olmadığını' ve bunun tamamen 'ruhsal (ruh ile ilgili) olduğunu' bildikleri halde, 'sanki akıl hastalıkları beyindeymiş' gibi davranıp, insanların mevcut akıl hastalıklarını (zihinsel psikolojik sorunlarını) beyinde çözmeye çalışıp, bunların beyinlerine (ne idüğü güdüğü belirsiz, hem beyin hem de vücut organları için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçlar (kimyasal zehirler) vererek, tedavi etmeye çalışıyorlar.. Ve sonuç ise tamamen bir hüsran (tedavi etmediği ve hatta daha da çok zarar verdiği gerçeği) olmasına rağmen, halen bile psikiyatrik ilaçlar ile (deyim yerindeyse) insanların 'beyinlerine (bu kimyasal zehirlerle) tecavüz etmeye' devam ediyorlar..
İnsanların "beyinlerine tecavüz etme" deyimini, işin gerçeğini bilmediğinizden dolayı saçma olarak görebilir ve bunu küçümseyebilirsiniz. "Tecavüz" eylemi sadece insanların bildiği 'cinsel saldırılar şekilde yapılan tecavüzler' olarak görülmez. Hukukta, 'bir yere izinsiz girdiğiniz de /buraları işgal ettiğinizde' vb gibi durumlar için, "hakkı olmayan yere tecavüz suçu" (155) olarak görülür.. İşyerlerinde, evlerde ve diğer mekanlarda savunmasız kişilere karşı yapılan her türlü mobbing (psikolojik baskı) eylemi de, bir nevi 'psikolojik tecavüz'dür.. Savunmasız insanlara 'cinsel saldırılar' ve her türlü "şiddet" eylemi de bir nevi "bedene (fiziksel) tecavüz"dür.. Kasıtlı olarak yapılan 'insanların bedenlerine fiziksel zararlar veren' her türlü "zarar verici eylemler" de bu "bedene tecavüz"e dahildir.. Örneğin, "bir şeyin, bir insan için zararlı olduğunu bildiğiniz halde, bu şeyi o kişiye verirseniz, o kişinin zarar görmesine neden olabilirsiniz.." Bu kasıtlı olarak yapılan "zarar verici bir eylem" olduğu için, "bedene fiziksel tecavüz"dür. Kasıt yoksa, bu "ihmal" vb girer..
Sağlıkta malpraktis, başta doktor ve hemşireler olmak üzere, diğer sağlık çalışanlarının, hastalara karşı "bilerek /bilmeden" yapmış oldukları ve hastalara zarar veren (yaralanmasına ve/veya ölmesine sebep olan) "tıbbi uygulama hataları"dır.. Bu malpraktis, bilerek (kasıtlı) olarak yapılırsa, bu da 'suç' olduğu kadar, "bedene (fiziksel) tecavüz" kapsamına girer..
Psikiyatristler (yukarıda da belirttiğimiz gibi), akıl hastalıklarının (zihinsel psikolojik sorunların), 'beyinde olmadığını ve bunun tamamen RUH ile ilgili olduğunu' bildikleri halde, "sanki beyindeymiş!" gibi akıl hastalıklarını, beyne verilen (beyin için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçlar ile tedavi etmeye çalışıyorlar. Psikiyatristler ayrıca bu psikiyatrik ilaçların "işe yaramadığını (tedavi etmediğini)" ve hatta bu zehirli ilaçların, hastalara 'oldukça çok büyük zararlar' verdiğini de çok iyi biliyorlar. Ama buna rağmen, yine de bu zehirli psikiyatrik ilaçlar ile insanları tedavi etmeye (sanki hiçbir şey yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi deyim yerindeyse 'beyinlerini ve vücutlarını zehirlemeye') devam ediyorlar..
Buradaki 'kasıt', psikiyatristlerin 'psikiyatrik ilaçlar ile ilgili (insanlara oldukça zarar verdiği yöndeki) gerçekleri bildikleri' için, bu 'zararlı psikiyatrik ilaçları' halen kullanmalarıyla ilgilidir. Her ne kadar yapmış oldukları eylem (insanları psikiyatrik ilaçlar ile tedavi etmeye çalışmaları), "yasa ve kanunlar" açısından kabul görse de, psikiyatrik ilaçların insanlara 'oldukça zarar verdiği' gerçeğinden ve psikiyatristlerin de bunları bildiğinden dolayı, bu eylem apaçık, insanların 'beyinlerine yapılan bir tecavüzden' başka birşey değil gibi gözükmektedir.. İnsanların "beyinlerine tecavüz etme" deyimi "bedene (fiziksel) tecavüzdür aslında..
Maalesef dünyanın her yerinde sağlık sistemleri kokuşmuş durumdadır. Hele de psikiyatri, tam bir felaket.. Belki, sistemin kirli ve kanlı gidişatından dolayı herhalde, 'psikiyatristlerin bunda bir suçu yok' olarak görülebilir. Ama yine de suçları var. Çünkü, 'psikiyatrik ilaçların hastalara zarar verdiği' ile ilgili gerçekleri biliyorlardı ve bildikleri halde buna devam ettiler ve halen bile devam ediyorlar.. O zaman.. Şimdi anlamışsınızdır, psikiyatristlerin aslında neden 'dünyanın en ünlü akıl hastaları' olduğunu, umarız.. Halen anlayamadıysanız...
-- Psikiyatri ve sağlık sistemlerinde örtpas etme kültürü..
Psikiyatrik tedavilerde bu yaralanma ve ölümler sadece psikiyatrik ilaçlarla sınırlı değil; ECT ve lobotomi gibi çok sayıda ilaç dışı psikiyatrik yan tedavi uygulamalarında da çok sayıda yaralanma ve ölümler gerçekleşebilmektedir..
Ve bunların (yaralanma ve ölümlerin) sayıları konusunda kesin bir tahminde bulunmak oldukça zordur. Çünkü.. Sağlık sistemlerinde (özellikle de Psikiyatri'de) herşey, gizli-saklı ve hileli hurdalı (örneğin hasta ve ölüm raporlarına sahte ve yanıltıcı veriler işlenmesi gibi) yapıldığı için, bu tedavi uygulamaları sonrası (örneğin ilaç, aşı, ameliyat ve diğer yan tedavi uygulamaları sonrası) yaralanma ve ölümlerin gerçek sayılarını tam olarak bilemiyorsunuz. O nedenle bu gizli yaralanma ve ölüm sayılarının 1-2 milyardan fazla olabileceğine dair bir fikir yürütebiliyorsunuz..
-- Toplumlarda artan (taciz ve tecavüzlerde dahil) şiddet, cinayet ve intihar eylemlerinin arkasındaki gizli güç: 'Psikiyatrik İlaçların' olma olasılığı..
Psikiyatrik ilaçlar, "beyni" hedef alır ve 'beyin kimyasını değiştirmeye' çalışır.. Psikiyatrik ilaçlar ile 'beyin kimyasının değiştirilmesi' demek, o beynin kimyasına, (psikiyatrik ilaçların etken maddeleri olan yapay) ilaç kimyasalları ile doldurmak demektir. O kimyasallar da hem beyin hem de vücut (ve diğer organlar) için de ZEHİR demektir.. Bu zehir, ilk (psikiyatrik ilaç) verildiğinde, genellikle beyni uyuşturur (bunu, tahminen beynin doğal kimyasına karışarak, bu doğal kimyasalları adeta çorbaya dönüştürerek yapar); beyindeki bu uyuşma, hastalarda "bu ilaçlar bana iyi geldi!" yanılgısına yol açar. İyi gelen şey, aslında "beynin uyuşması"dır. Asıl gerçek ise psikiyatrik ilaçların, beynin doğal kimyasına, (ilaç etken maddeleri olan) yapay kimyasalları (ZEHİR) ile doldurmasıdır. Ki bu zehir, eğer uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca) kullanılırsa, beynin zamanla tahrip olmasına (beyin küçülmesi, beyin hasarı vb) neden olabilir. Temsili görseller.. (13)
Ayrıca sadece beyne değil, vücudun (kalp hastalıkları vb gibi) diğer organlarına da ciddi zararlara da yol açabilir. Psikiyatrik ilaçlar sadece bunlara da sebep olmaz. Tedavi etmesi gereken mevcut akıl hastalıklarına ait 'semptomlara' sebep olabilir, bu semptomları 'daha da kötüleştirebilir' ve hatta hasta da daha önce hiç olmayan, 'diğer psikiyatrik (çeşitli psikoz türlerine yakalanma, intihara, şiddete ve cinayet işlemeye meyilli olma vb gibi) semptomlara da yol açabilir.. İşte tüm bunlar da, bize psikiyatrik ilaçların 'neden işe yaramadığını' çok iyi bir şekilde açıklar..
Şiddet, cinayet, taciz ve tecavüzler dünyanın her yerinde aynı ve ülkemizdeki gibi artmış durumdadır.. Bu artışların birincil sebebi olarak ise 'psikiyatrik ilaçların kullanımının artmış olması' gösterilmektedir.. Bu da, psikiyatrik ilaçların iyatrojenik etkilerini göstermektedir. Örneğin... (NSWMH -Yeni Güney Galler Ruh Sağlığı sektöründe) ""Veriler, akıl sağlığı hizmetleri ve kaçınılmaz olarak ilaç tedavisiyle ilişkili 'psikiyatrik' sakatlık, intihar eğilimi ve şiddet salgınını kanıtladı" diye yazıyor. (....) Çoğunluğu 'sağlık çalışanları ve aile üyeleri' olmak üzere 79'dan fazla kurban, yılda ortalama sekiz olmak üzere on yıl içinde öldürüldü. Aile içi cinayetler neredeyse her gün basında yer alıyor. Bunlar 'ruhsal hastalığa' atfediliyor, ancak incelemeler 'ruhsal hastalığın ilaç tedavisinden önce, çok nadiren görüldüğünü' gösteriyor.." (14) Buna benzer hadiseler, ülkemizde dahil dünyanın her yerinde (hem de giderek bir artışla) yaşanabilmektedir. Psikiyatristler, psikiyatrik ilaçların, insanları "şiddete, cinayet işlemeye ve intihara' meyilli hale getirdiğini bildikleri için, 'ilaç kaynaklı şiddet ile gerçek psikoz ataklarından kaynaklanan (nispeten nadir olan) şiddet arasındaki farkı' açıklayamıyorlar. Hem siyasiler (yönetimler) hem de medya ise gerçekleri araştırmaktan çok uzaktırlar.. Siyasiler (siyasal iktidarlar, yönetimler) ve ana akım medya, bunların asıl sebeplerini araştırıp-çözüm bulmak yerine, olaylara tamamen "siyasi çıkarım hesaplar" üzerlerinden baktıkları için, sağlıklı çözümler bulunamıyor olunabilir..
Ana akım medya'da, neredeyse hergün (özelikle de kadınlar, çocuklar ve sağlıkçılara yönelik) şiddet, cinayet, taciz ve tecavüzler ile birlikte asıl gerçek nedenleri tam olarak belli olmayan "intiharlar" ile ilgili haberler yapılıyor.. Ve bunlarla ilgili haber ve yayınlar verilirken de, bu şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet işleyenler ile birlikte "intihar" edenlerin mevcut psikolojik sorunlarından ve psikolojik tedavi gördüklerinden sıkça bahsediliyor. Ancak nedense, bunların "ne tür psikiyatrik ilaç kullandıkları" konusunda ise hiçbir bilgi verilmiyor. Verilmediği gibi, bunlara sebep olan şeylerin yani akıl hastalığının (yani psikolojik sorunların) neden bu kadar çok arttığının yayınları yapılıyor, haberleri veriliyor. Ve bazı sözde uzman kişileri ekranlara çıkartıp, onlara "bu psikolojik sorunların (yani akıl hastalıklarının) 'geçim sıkıntısı, ekonomik, ailevi' vb gibi çevresel nedenlerden dolayı olduğunu (adeta söylettirmeye) ve toplumu bu yönde yanıltmaya çalışıyorlar gibi bir görüntü veriyorlar.. Ama asıl neden olabilecek "psikiyatrik ilaçlar" ise hep göz ardı ediliyor..
Evet, toplumun psikolojik sorunlarının (akıl hastalıklarının) ve bu sorunlara bağlı olarak "şiddet, cinayet ve intihar" gibi klinik semptomların (olayların) bu denli artmasına sebep olan şeylerin arkasında, bu tarif edilen çevresel nedenlerde katkı sağlayabilir, bu mümkündür ama bunlar tek başına sebep olabilecek etkenler değildir.. Nasıl ki her 'şiddet, cinayet ve intiharların' arkasında psikiyatrik ilaçların olabileceği düşüncesi (teorisi) tek başına yeterli değilse, 'geçim sıkıntısı, ekonomik, ailevi" vb gibi çevresel nedenlerde tek başına toplumun psikolojik sorunlarının artmasına ve bu sorunların yol açmış olduğu "şiddet, cinayet ve intiharlar" için de yeterli bir neden değildir.. Çevresel nedenler, içi su dolu olan bardağın ağzına kadar her tarafı kaplamasına benzer. Bu bardağın taşması için bir tetikleyiciye ihtiyaç vardır. Bardağa bir /birkaç damla su damlatılması, (bu tetikleyicinin harekete geçmesi), bu iş için yeterli olacaktır.. Çevresel nedenlerden dolayı toplumun psikolojik sorunlarının artması ve "şiddet, cinayet ve intihar" gibi klinik semptomları (olayları) işleme olasılığı, ancak psikiyatrik ilaçlar gibi ağır tetikleyicilerin devreye girmesiyle gerçekleşebilir..
** Psikiyatrik ilaçların, 'uyuşturucu ve bağımlılık' özelliklerinin olması..
Psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu gibi olma özelliğini aratınca Google, karşınıza yukarıdaki görsele benzer 'iğneli, eroinli, kokainli' sokak uyuşturucularına ait görselleri çıkartıyor. Web sürümünde ise 'psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu özelliğinin olmadığı ve/veya uyuşturucu ile nasıl mücadele edileceğine' dair gibi buna benzer saçma sapan bilgileri karşınıza çıkartıyor. Psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu gibi olma özelliği, öyle 'iğneli, kokainli, eroinli' sokak uyuşturucularına ait görseller şeklinde değil ama... Bu sokak uyuşturucularının yapmış olduğu etkilerine benzer olması /olabileceği açısından değerlendirmek daha doğru bir tanım olacaktır. Aynı şekilde, psikiyatrik ilaçların, bağımlılık yapması ile ile ilgili bilgilerde de, google aramada oldukça yanıltıcı arama sonuçları ile karşılaşabiliyorsunuz. Google arama, size tam doğru bilgileri vermiyor.. Bu sonuçlar, oldukça yanıltıcı bilgilerle doludur, diyebiliriz.. Temsili görseller.. (333) (13-B)
Diğer görsel ise, psikiyatrik ilaçların neden olduğu düşünülen toplu katliam işleyen James Holmes ile ilgili.. Ünlü psikiyatri profesörü David Healy, "James Holmes'a reçete edilen ilaç olmasaydı bu cinayetler asla gerçekleşmezdi." (45-B) diyor.
1- Psikiyatrik ilaçlar, yasal uyuşturuculardır; (Değil diyen yalancının tekidir.)
Kimse bu gerçeği inkar edemez.. Psikiyatrik ilaçların neredeyse tamamı, sokakta satılan 'esrar, eroin, kokain' gibi yasadışı sokak uyuşturucuların etkilerine 'benzer etkiler' gösterirler; 'beyni uyuştururlar, sersemletirler ve (bazıları istisna) şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma gibi insani davranış biçimlerinde olumsuz etki gösterebilir. Ve daha fazla zarar da verirler.' Bu gibi nedenlerden dolayı, yasal psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuşturucular kadar (hatta onlardan çok daha) tehlikeli bir özelliğe sahiptir, diyebiliriz. Yasadışı uyuşturuculardan çok daha tehlikeli bir yapıya sahip olması, psikiyatrik ilaçların tamamen "yasal" olmasından ve tahmini on/yüz milyonlarca insana reçete edilmesinden (ve ortaya çıkan tehlikelerinden) kaynaklanan çok ciddi bir sorundur..
Psikiyatrik ilaçlar, sokakta satılan "eroin, kokain, esrar" gibi yasadışı uyuşturucular gibi etki gösterir ve insanların beyin kimyasını (kimsenin tahmin bile edemeyeceği şekilde) değiştirmeye çalışır. Çünkü tüm psikiyatrik ilaçlar, "beyni hedef alarak, beynin kimyasını değiştirmek" için üretilirler. Üretilme amaçları budur.. Hedefleri beyindir, çalışma şekilleri (hedefleri) hepsinde aynıdır; beyin kimyasını değiştirmek.. Bir insanın "beyin kimyası" değişirse, (her insan için farklı olabilecek) "olağan ve olağan dışı davranışlar" ortaya çıkabilir. Beyin kimyası, (herhangi bir kimyasal müdahale olmadan) doğal yollarla değişirse, bunun düzeltilmesi, ilaçsız yöntemlerle mümkün olabilirken... İlaçlar gibi kimyasal içerikli kimyasal müdahalelerden dolayı (beyin kimyasının) değişmesi durumunda, bunun düzeltilme umudu pek bulunmamaktadır, diyebiliriz.. Belki, bazıları istisna olabilir.. Artık orasını tam bilemeyeceğiz.. Çünkü, psikiyatrik ilaçların uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımı sonrası ortaya çıkan 'kalıcı beyin hasarı gibi' verilere bakılırsa, bu gerçekten de pek mümkün gözükmüyor gibi, diye düşünebiliriz..
2- Psikiyatrik ilaçlar, BAĞIMLILIK yapar; (Yapmaz diyen yalancının tekidir.)
Akıl var, mantık var! Bir kişi psikiyatrik ilaçlarını hayatı boyunca (ölünceye kadar) almak zorunda kalıyorsa, bu bağımlılık değil de nedir? Psikiyatri ve ilaç sektörleri ve psikiyatristler, insanların ölünceye kadar psikiyatrik ilaç almasını (kullanmasını), genellikle olasılıkla 'Akıl hastalığı (kalıtsaldır, genetikseldir vb nedeniyle) kalıcıdır ve bu yüzden buna bağlı oluşan akıl hastalığı semptomları, bir kişinin hayatı boyunca yaşayabileceği oldukça can sıkıcı bir rahatsızlıktır. Psikiyatrik ilaçlar da, bu semptomları azaltarak, kişilerin daha rahat bir yaşam sürmesini sağlar! Bu nedenden dolayı, kişiler psikiyatrik ilaçlarını ölünceye kadar almak zorundadırlar!' vb gibi buna benzer oldukça yanıltıcı ifadeler kullanırak açıklamaya çalışırlar. Halbu ki, psikiyatrik ilaçların olası ciddi ölümcül tehlikelerinden ise hiç bahsetmezler. Yada dolaylı yollardan ve gerçekleri tamamen çarpıtarak açıklamaya ve insanların, bu zehirli ve öldürücü olan psikiyatrik ilaçları almalarını (kullanmalarını) sağlamaya çalışırlar.. Yaptıkları şey de zaten budur..
Psikiyatrik ilaçlar, açıkça insanları, özellikle de psikiyatrik ilaçlara karşı olasılıkla bağımlı hale (pasif bir bağımlılık haline) getirir. Bunu da, beynin kimyasal yapısını kimyasal çorbaya çevirerek yapar.. İnsanların, psikiyatrik ilaçlara bağımlı hale gelmiş olduğunu /olabileceğini gösteren en güzel kanıt, kişilerin psikiyatrik ilaçlarını aniden bırakması ile ortaya çıkan 'ilaç yoksunluk semptomları'nın oluşmasıdır. İlaç yoksunluk semptomları, kişilerin, psikiyatrik ilaçlara bağımlı hale gelmiş olduklarını /olabileceklerinin bir göstergesidir. Çünkü, psikiyatrik ilaçlar, özellikle de uzun süreli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımlarda, insanların beyinlerini adeta kimyasal bir çorbaya çevirir. Bu kimyasal çorba, tıpkı bir yerin işgal edilmesi gibi, insanların kimyasal beyin yapısını işgal etmiş şeklinde, burada beynin kontrolünü sağlar. İnsanların beyin kimyasında, bir takım kimyasal değişikliklere sebep olur. Eğer kişiler, psikiyatrik ilaçlarını aniden bırakırlarsa, beynin kimyasal yapısı, psikiyatrik ilaçların, zehirli kimyasallarına alıştığı için, (adeta 'Hani nerede benim yiyeceğim!' diye, bağırmaya başlar gibi), kişilerin beyinlerinde adeta elektrik çarpmasına benzer bir 'şok' yaşanmasına sebep olurlar.. (Bu şoklar kişiden işiye değişebiliyor.. Bazen de bazı kimselerde hiçbir etkisi olmayabiliyor. Ama genelikle çoğunlukla gerçekleşebilen bir durumdur, diyebiliriz..)
Ancak tüm bu gerçeklere rağmen psikiyatri ve ilaç sektörleri ve psikiyatristler, bu gerçeği, 'Eğer psikiyatrik ilaçları bırakırsanız, semptomlarınız yeniden nükseder!' vb şeklinde buna benzer ifadelerle gerçekleri çarpıtarak vermeye çalışırlar. İşin gerçeğini, doğrusunu (psikiyatrik ilaçların, beyinlerini kimyasal çorbaya çevirdiğini, bu nedenden dolayı bunların gerçekleştiğini, beynin kimyasal yapısının psikiyatrik ilaçların kimyasallarına bağımlı hale geldiğini vs vs) anlatmazlar.. Bazıları da bunları mantıksal çerçevede, bilimsel açıklamalarla anlatır ama gerçekte bunları yukarıdaki şekilde değil, dolaylı yollardan, çarpıtarak anlatırlar. Tıpkı yukarıdaki gibi 'Eğer psikiyatrik ilaçları bırakırsanız, semptomlarınız yeniden nükseder! Psikiyatrik ilaçlar, psikolojik semptomlarınızı baskıladığı için, ilaçları aniden bıraktığınızda, bu nüksetme yeniden oluşur.' vb gibi buna benzer bilimsel olan/olmayan ifadelerle ama mantıklı bir şekilde açıklamaya çalışırlar. Genellikle insanların, bu yanıltıcı ifadelerle kendilerine inanmalarını sağlarlar.. Ve bunda da oldukça başarılıdırlar..
Psikiyatrik ilaçlar, açıkça insanları, özellikle de psikiyatrik ilaçlara karşı olasılıkla bağımlı hale (pasif bir bağımlılık haline) getirir. Bunu da, beynin kimyasal yapısını kimyasal çorbaya çevirerek yapar.. İnsanların, psikiyatrik ilaçlara bağımlı hale gelmiş olduğunu /olabileceğini gösteren en güzel kanıt, kişilerin psikiyatrik ilaçlarını aniden bırakması ile ortaya çıkan 'ilaç yoksunluk semptomları'nın oluşmasıdır. İlaç yoksunluk semptomları, kişilerin, psikiyatrik ilaçlara bağımlı hale gelmiş olduklarını /olabileceklerinin bir göstergesidir. Çünkü, psikiyatrik ilaçlar, özellikle de uzun süreli (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımlarda, insanların beyinlerini adeta kimyasal bir çorbaya çevirir. Bu kimyasal çorba, tıpkı bir yerin işgal edilmesi gibi, insanların kimyasal beyin yapısını işgal etmiş şeklinde, burada beynin kontrolünü sağlar. İnsanların beyin kimyasında, bir takım kimyasal değişikliklere sebep olur. Eğer kişiler, psikiyatrik ilaçlarını aniden bırakırlarsa, beynin kimyasal yapısı, psikiyatrik ilaçların, zehirli kimyasallarına alıştığı için, (adeta 'Hani nerede benim yiyeceğim!' diye, bağırmaya başlar gibi), kişilerin beyinlerinde adeta elektrik çarpmasına benzer bir 'şok' yaşanmasına sebep olurlar.. (Bu şoklar kişiden işiye değişebiliyor.. Bazen de bazı kimselerde hiçbir etkisi olmayabiliyor. Ama genelikle çoğunlukla gerçekleşebilen bir durumdur, diyebiliriz..)
Ancak tüm bu gerçeklere rağmen psikiyatri ve ilaç sektörleri ve psikiyatristler, bu gerçeği, 'Eğer psikiyatrik ilaçları bırakırsanız, semptomlarınız yeniden nükseder!' vb şeklinde buna benzer ifadelerle gerçekleri çarpıtarak vermeye çalışırlar. İşin gerçeğini, doğrusunu (psikiyatrik ilaçların, beyinlerini kimyasal çorbaya çevirdiğini, bu nedenden dolayı bunların gerçekleştiğini, beynin kimyasal yapısının psikiyatrik ilaçların kimyasallarına bağımlı hale geldiğini vs vs) anlatmazlar.. Bazıları da bunları mantıksal çerçevede, bilimsel açıklamalarla anlatır ama gerçekte bunları yukarıdaki şekilde değil, dolaylı yollardan, çarpıtarak anlatırlar. Tıpkı yukarıdaki gibi 'Eğer psikiyatrik ilaçları bırakırsanız, semptomlarınız yeniden nükseder! Psikiyatrik ilaçlar, psikolojik semptomlarınızı baskıladığı için, ilaçları aniden bıraktığınızda, bu nüksetme yeniden oluşur.' vb gibi buna benzer bilimsel olan/olmayan ifadelerle ama mantıklı bir şekilde açıklamaya çalışırlar. Genellikle insanların, bu yanıltıcı ifadelerle kendilerine inanmalarını sağlarlar.. Ve bunda da oldukça başarılıdırlar..
Psikiyatrik ilaçlar, özellikle de psikiyatrik ilaçlara karşı (ve hatta bazen de uyuşturuculara, maddelere ve diğer ilaçlara karşı da), kişileri 'bağımlı' hale getirebilir.. Peki, bunu nasıl yapar? Yani psikiyatrik ilaçlar, nasıl 'bağımlılık' yapar? Bu bağımlılık, tıpkı uyuşturucu ve madde bağımlılığı olan insanların, bağımlı oldukları uyuşturucu ve maddenin, beyinde yaptığı etkiye benzer.. Psikiyatri ve ilaç sektörleri (ve psikiyatristler), bu gerçeği, yanıltıcı bir şekilde 'örneğin, reçeteli ilaçların kötüye kullanımı, reçete dışı kullanım şeklinde!' açıklar. Evet aslında bu da vardır ama aslında tam tersi (hepsi olmasa da, olasılıkla büyük çoğunluğu) bu bağımlılık, 'psikiyatristlerin reçete tarifine göre' reçeteli ilaç kullanımlarında gerçekleşir.. Ve bu, dünya genelinde psikiyatristlerin reçete tarifine göre, psikiyatrik ilaçlarını düzenli kullanan tahmini on/yüz milyonlarca insan için geçerlidir.. Bu insanların hemen hepsinin (özellikle de uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullananların), psikiyatrik ilaçlara bağımlı hale geldiğini (yani BAĞIMLI OLDUKLARINI) söyleyebilmek mümkündür,
diyebiliriz.. Peki bu bağımlılık, nasıl gerçekleşir ve bu ilaçları
kullanan insanlar için, olası riskler ne olabilir? Şöyle ki..
Mevcut doğal psikolojik sorunlarınız (yani semptomlarınız, belirtileriniz) için ilk defa, psikiyatrik bir ilaç aldığınız da, psikiyatrik ilaç, psikolojik sorunlarınızı azaltır (giderir, bastırır, hafifletir). (Tabii, bu azaltmayı, beyninizi kimyasal çorbaya çevirerek, yani uyuşturarak yapar..) İlacı bıraktığınız da, kısa bir süre sonra psikolojik sorunlarınız tekrar nükseder. Siz tekrar psikiyatrik bir ilaç alırsınız, psikolojik sorunlarınızı yeniden azaltır. Siz, 'psikiyatrik ilaçların size iyi geldiğini, ilacı bıraktığınız da, sorunların tekrar nüksettiğini' vs buna benzer (yanlış) düşüncelere kapılırsınız ve psikiyatrik ilaçları almaya devam edersiniz. (Tabii, bunu tek başınıza karar vererek yapmazsınız, psikiyatrinize gider, 'bu ilaçların, size iyi geldiğini!' söylersiniz, (böylece psikiyatri ve ilaç firmalarının kucağına, kendi ellerinizle düşmüş olursunuz) ve siz, böyle söylediğiniz için de, psikiyatriniz de, (sizi 'Oh oh, ne güzel?!' diye destekler mahiyette), bu ve/veya başka ilaçları reçete etmeye devam eder ve siz de bunları kullanmaya devam edersiniz. Tabii tam tersi de olabilir; 'bu ilaçların, size iyi gelmediğini!' söylersiniz, psikiyatriniz de, size daha iyi gelecek (harika! bir ve/veya birden fazla ilacının olduğunu beyan eder mahiyette) başka ilaçları reçete eder ve siz de bunları kullanmaya devam edersiniz; (bu şekilde de psikiyatri ve ilaç firmalarının kucağına, kendi ellerinizle düşmüş olursunuz.)Yani sonuç değişmez, siz yine de (zehirli) psikiyatrik ilaçları almaya devam edersiniz..)
İşte, 'psikiyatrik ilaç bağımlılığınız' böyle başlar.. Ve olasılıkla bu şekilde, deyim yerindeyse, ruhunuz bile duymadan hayatınız boyunca, ölünceye kadar, bu (beyin ve vücut için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçları almak zorunda kalırsınız.. Alırsınız, alırsınız.. Ve bir gün (genellikle uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında), bir de bakmışısınız ki, beyniniz stop (iflas) etmiş, bir nevi aklınızı tamamen yitirmişsinizdir (yani kimyasal kaynaklı beyin hasarına uğramış ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmışsınızdır; yani doğal psikolojik sorunlarınız, kalıcı hale gelerek, gerçek bir akıl hastası haline dönüşmüşsünüzdür).. Ama siz, bunların dahi farkında değilsinizdir.. Farkında olmamanızın nedeni, olasılıkla, 'kalıcı akıl hastalığına' sahip olan kişilerin 'duygularının körelmesine' benzer bir etkinin, sizde de oluşmuş olmasından dolayıdır, diyebiliriz.. Şöyle ki..
Bu tür durumda olan hastalar, genellikle beyinleri, hasara (psikiyatrik ilaçlarla, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına) uğradığından ve bununla bağlantılı, beyinleri uyuşturulmuş şekilde olduğundan dolayı, kendilerini halen 'normal biriymiş gibi, hayal dünyasında yaşar' bulurlar. Bu durum, kalıcı akıl hastalığının da bir belirtisidir, diyebiliriz. Hastalar, 'kendilerini, bu hale getiren şeyin ne olduğunu' fark edemeseler de, olasılıkla psikiyatristleri, 'onları, bu hale getiren şeyin psikiyatrik ilaçlar olduğunu' gayet çok iyi biliyordur.. Ancak bu gerçeği, hastalara ve/veya ailelerine, çevrelerine, ana akım medyaya, toplumlara, kamuoylarına (devlete) vs söyleyecek kadar aptal bir psikiyatrist olmadığını (örneğin, hastalarına, şizofren vb akıl hastası olduklarını, bunlarla mücadele etmeleri gerektiğini, hastalıklarının kalıtsal (genetiksel) vb olduğunu vs vs diye buna benzer aldatıcı tıbbi terimlerle süsleyerek, onları ikna ederek) kanıtlamaya çalışacaktır. Çünkü, zaten bu ve buna benzer deneyimleri yapıyorlar da ve neredeyse dünyanın her yerinde bu böyledir; olasılıkla tüm dünyada, bu tür psikopat psikiyatristlerin kurbanı olan, dünya genelinde tahmini milyonlarca (/on/yüz milyonlarca) masum insanın akibetleri, neredeyse buna benzer hadiselerle doludur, diyebiliriz..
Psikiyatrik ilaçların, mevcut olan doğal psikolojik sorunları (semptomları, belirtileri) azaltması (hafiifletmesi), doğal olarak insanları, 'bu ilaçların kendilerine iyi geldiği' yönünde yanlış bir inanca sahip olmasını sağlıyor ve ilaçları almaya devam ediyor. Psikiyatrik ilaçları almaya devam ettikçe, ilaçlara karşı 'pasif bir bağımlılık' oluşuyor. Ve bu, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin de en sevdikleri bir durum; psikiyatristlerin de işine gelen birşey; insanlara 'ilaç satmanın en iyi yöntemlerinden' biridir bu, psikiyatrik ilaçlara karşı pasif bir bağımlı olmak.. Tabii, psikiyatristler (ve psikiyatri ve ilaç sektörleri), bunu, bu şekilde 'pasif bir bağımlılık' olarak algılamayacak ve bunu, hastalara ve/veya çevrelerine, kamuoyuna, medyaya vb çevrelere bu şekilde açıklamayacaktır.. Olasılıkla, her zaman olduğu gibi, 'Tüm bunlar composto teorisi, yok böyle birşey! Psikiyatrik ilaçlar, bağımlılık yapmaz! Akıl hastalıkları, hayat boyunca devam eden kalıcı hastalıklardır ve psikiyatrik ilaçlar da, hastaların hayatları boyunca yaşayabilecekleri psikolojik sorunlarını gidermede (azaltmada, hafifletmede) oldukça etkilidir!' diye buna benzer ifadelerle (zehirli) 'psikiyatrik ilaçlarının, hastalarını tedavi etmede ne kadar etkili ve önemli olduklarını' izah etmiş şekilde psikiyatrik ilaçlarını övmeye, psikiyatrik ilaç sektörlerinin kasalarını doldurmaya ve kendilerini korumaya devam edeceklerdir..
Bir kişinin, psikiyatrik ilaçlara karşı pasif bağımlı olması demek, psikiyatri ve ilaç sektörleri için bulunmaz bir hint kumaşı gibidir; kişi, her gün düzenli olarak psikiyatrik ilaçlarını satın aldığında (reçete edildiğinde), psikiyatrik ilaç sektörlerinin kasaları dolmaya başlar. Ve böylece dolaylı yollardan psikiyatrinin de mali kazancı, ilaç firmalarının kasalarına giren bu büyük pastadan sağlanır.. (Yani psikiyatri ve psikiyatrik ilaç üreticileri arasındaki mali çıkar ilişkileri bir nevi win-win (kazan-kazan) sistemi gibidir..) Dünya genelinde tahmini milyonlarca (belki de on /yüz milyonlarca; hatta belki de 1 milyardan fazla da olabilir) insanın psikiyatrik ilaç satın aldığını düşündüğünüz de, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin kasalarının ne oranda dolduğunu artık, varın gelin siz düşünün.. Tabii, olan kime olur, onu da bir düşünün.. Bu kanlı win-win sisteminde, şimdiye kadar, kimbilir kaç milyar insan, sakat bırakıldı (yaralandı) ve öldü, sessiz sedasız toprağa gömüldü?
'Psikiyatrik ilaçların, mevcut doğal psikolojik sorunları azaltması' durumu, psikiyatrik ilaçların, gerçek anlamda 'tedavi etmede çok etkili olduğu' anlamına gelmemektedir. Psikiyatri ve ilaç sektörleri ile psikiyatristlerin, 'hastalardan, toplumlardan, kamuoyundan, devletlerden ve medyadan' sakladıkları, gizledikleri ve çoğunlukla da, bu gerçeği, her zaman yaptıkları gibi 'psikiyatrik ilaçlar, sorunları, (hastalıkları, semptomları, belirtileri) tedavi etmez ama azaltır (hafifletir)' gibi buna benzer cümleleri, aldatıcı bir şekilde yaydırdıkları, anlattıkları şey de tam da budur..
Psikiyatrik ilaçlar, mevcut psikolojik sorunları tam anlamıyla tedavi etmez ama (hepsi olmasa da, genellikle sorunları) azaltır; (hafifletir, bastırır.) 'Peki, bunu nasıl yapar?' Olasılıkla.. (Tam
gerçeğini, araştırmaların tamamını okuyarak da öğrenebilirsiniz..
Buradaki bilgiler, anlatılanlara yakın olsa da tam doğru olmayabilir,
sadece bir fikir versin diye verilmiştir..) Psikiyatrik ilaçlar, mevcut psikolojik sorunları azaltma (hafifletme) eylemini, beynin kimyasal yapısını bir nevi uyuşturarak (baskılayarak) yapar. Psikiyatrik ilaçların kimyasal bileşenleri (labarotuvar üretimli kimyasal etken maddeler), beyni çevreleyen ve koruyan beynin, doğal kimyasal (sıvı) yapısına saldırır (her hastada olmasa da olasılıkla bazı hastalar, bu saldırı anında, elektirik şokuna benzer bir şok etkisi yaşar.) ve beyni bu şekilde uyuşturur; (bastırır.) Bu da, ilacı hastanın, yaşamış olduğu psikolojik sorunu bastırmasına (hafifletmesine, azaltmasına /unutmasına) neden olur..
Ancak sentetik kimyasal psikiyatrik ilaçlar alma bırakıldığında, olasılıkla genellikle semptomlar, tekrar nükseder. Hasta (psikiyatristin de reçete ettiği tavsiyesiyle), ilacı tekrar aldığında, aynı uyuşturucu etki ile sorunları azalır. Hasta, psikolojik sorunlarının azalması umuduyla, bu şekilde, böyle böyle her gün psikiyatrik ilaçlarını almaya devam eder. Genellikle uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanım sonrasında ise, beynin kimyasal yapısı, psikiyatrik ilaçların labarotuvar üretimli sentetik kimyasal bileşenleri tarafından deyim yerindeyse tamamen istila edilir ve beynin kontrolü, ilaç kaynaklı ve oldukça zehirli yapay kimyasal etken maddelerin eline geçer. (Bu durum, bazen de bazı hastalar için, kısa dönemler de bile olabiliyor; anında ve/veya günler /haftalar sonrasında bile..) Beyni (beynin doğal kimyasal yapısını) ele geçiren, psikiyatrik ilaçların oldukça zehirli olan kimyasal etken maddeleri (her psikiyatrik ilaç alındığında), yavaş yavaş beyni hasara uğratmaya başlar ve sonunda deyim yerindeyse beyni, iflas (stop) ettirir; yani beyin, kalıcı olarak hasara uğrar; (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı..) Psikiyatrik ilaçlar tarafından kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrayan hastanın, mevcut psikolojik sorunları da, bu şekilde (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı ile bağlantılı olarak) kalıcı hale gelir; (yani doğal psikolojik sorunlar, kalıcı akıl hastalıklarına dönüşür..)
Doğal psikolojik sorunların, kalıcı akıl hastalıklarına dönüşmesi süreci,
hemen hemen bu şekildedir. Bu süreç içerisinde (ve/veya dönüşmeden önce
de), aynı şekilde, hepsinde olmasa da, çoğu hastalar da, bazen
hastaların psikolojik semptomları artabiliyor, kötüleşebiliyor ve/veya yeni yeni psikilojik semptomlar ortaya çıkabiliyor.. Bunlar genellikle, 'psikiyatrik ilaçların başlandığı anlarda /devam eden süreçler de /uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) ve bazen de kısa süreli (anında, günlerce ve/veya haftalarca) ilaç kullanım sonrasında /psikiyatrik ilaçların bırakılması anlarında' olabiliyor.. Bunlar, kişiden kişiye değişebiliyor. Psikiyatrik ilaçların hergün alınmasından (genellikle uzun vadeli ilaç kullanımının) sonraki süreçlerde yaşananlar ise (özellikle de kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrama ve bununla bağlantılı kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanma
olasılık riskleri) genellikle aynıdır, benzerdir; (belki bir ihtimal,
çok az kimselerde süreçler daha faklı olabilir..)
-- Uyuşturucu ve madde bağımlılığı ile mücadele de, (yine uyuşturucu ve bağımlılık özelliği olan) psikiyatrik ilaçların kullanılması..
Uyuşturucu ile mücadele de, uyuşturucu bağımlısı olan insanlara, bir başka uyuşturucu özelliği olan psikiyatrik ilaçların verilmesi de, ayrı bir sorun gibi gözüküyor. Bu ilaçların, 'uyuşturucu bağımlılarına iyi geldiğine' dair bilgilerin aksine, bu ilaçları kullanan insanları, yasadışı sokak uyuşturucuları da dahil, 'ilaç bağımlılığı' gibi bağımlılıklara yol açtığına dair bilgiler de bulunmaktadır.. (Bunların bazılarını, 'psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisindeki bölümlerde ve bu 'akıl hastalıkları bir efsanedir' araştırmalarımızda da okuyabilirsiniz..) Açıkçası, psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu bağımlılarına iyi geldiğine inanmak çok zor. Sanki, insanları, (insanların beyinleri ve vücutları için oldukça zehirli ve zararlı olan) psikiyatrik ilaçlara, musallat etmek için, ortaya atılan birer bahane gibi görülüyor.. Tabii, etkisi olabilir ama bu, yukarıda da belirttiğimiz gibi, eğer (uyuşturucu ve madde bağımlılığı ile mücadelede kullanılan ilaçlar da) özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanımını gerektiren bir durum söz konusu ise, burada durup, düşünmek gerekir.. Özellikle de uzun vadeli psikiyatrik ilaç kullanımı sonrasında, ortaya çıkan olumsuz etkilerin (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına uğrama, fiziksel hasarlar (çeşitli fiziksel hastalıklara yakalanma gibi) olması.. Bir de diğer sağlık alanlarında ve sistemlerinde olduğu gibi, psikiyatri sektöründe de (ilaç tedavileri ve sonuçları konusundaki) çoğu gerçekler doğru ve dürüst bir şekilde açıklanmıyor. Sağllık sistemlerinde örtpas etme kültürü çok yaygındır. Örtpas etme kültürünü, bilimsel literatürlerde de (bilimsel tıp dergilerinde vb gibi diğer tıp alanlarında da) görebilmek, oldukça yaygın hale gelmiştir, diyebiliriz..
En başından beri belirttiğimiz gibi, akıl hastalıkları beyinde değil, ruhta (ruhsal) olan bir şeydir.. Beyinde olmayan birşeyi, tedavi etmeye çalışırsanız, tam anlamıyla başarılı bir tedavi elde edemezsiniz.. Aksine, özellikle de uzun vadeli ilaç kullanımlarında, kişilerin kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına uğramasına sebep olursunuz.. Uyuşturucu ve madde bağımlılığı da, tamamen ruhsal olan bir şeydir, beyinle ilgisi yoktur. 'Uyuşturucu ve madde bağımlılığı ile mücadele ediyoruz' diye, insanların beyinlerini (beyin ve vücut için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçlarla doldurmaya çalışmak, beyne 'kimyasal bir bomba' koymak gibidir.. Beyni, sonunda patlatırsınız; (kalıcı beyin hasarına uğratırsınız..)
***
C) PSİKİYATRİNİN ZORBALIĞI : KİMYASAL LOBOTOMİ VE ZORLA PSİKİYATRİK HAPİS VE TEDAVİLER VS VS..
** Dünya genelinde uygulanan (ama çok az kişinin bildiği, bilinmeyen) ŞOK gerçekler...
-- Psikiyatri şarlatanlık ve psikopatlığının 3+1 taktik ile ayakta kalması ;
1) Akıl hastalıklarını (olmadığını bildiği halde) beyinde aramak ve beyne (oldukça zarar verdiğini bildiği halde) psikiyatrik ilaçlar vermek, ECT vb psikiyatrik tedaviler uygulamak.. Bu sayede...
2) Akıl hastalıklarının beyinde (ve kendilerinin de haklı) olduğunu ispat etmek için, psikiyatrik ilaçlar ve ECT vb psikiyatrik tedavilerle, gerçek 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanılmasına sebep olmak; 'Sağlıkta Doğrulama Soykırımı'
3) Yasalar ve mahkeme kararları ile 'yargı, politika ve sağlık' başta olmak üzere pek çok alanda 'otoriter bir güç' sahibi olmak..
+1) Yasalar ve mahkeme kararları ile, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, beyinleri sağlıklı olan sağlıklı insanların beyinlerini kalıcı hasara (kalıcı beyin hasarına) uğratmak ve olasılıkla bununla bağlantılı gerçek kalıcı akıl hastası haline dönüştürmek..
-- Günümüzde psikiyatri ve akıl hastaneleri, psikiyatrik tutuklama olsun /olmasın, olasılıkla psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarına uğratılıp ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanması sağlanılarak, hayatı boyunca (ölünceye kadar) burada kalmak zorunda kalan masum insanlarla doludur, diyebiliriz.. Sivil hayatta ise bu durum (yani olasılıkla psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarına uğratılan ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanan insan sayısı, tahmini on/yüz milyonlarca civarında) korkunç boyuttadır, diyebiliriz.
"İstemdışı psikiyatrik tutuklama (hapsedilme) demek, (psikiyatrik ilaçlarla) zorla beyin hasarına uğratılmak ve olasılıkla bununla bağlantılı gerçek kalıcı akıl hastalığına yakalanmak (yani bunlara sebep olunmak) demektir.."
İstemdışı psikiyatrik tutuklama /hapsedilme, (genellikle mahkeme kararı ve polis zoru ile) bir psikiyatri /bir akıl hastanesine, zorla ve zorbalıkla yatırılma ve orada tutulmadır. İstemdışı psikiyatrik tedavi ise, bu zorbalığın devamıdır. Yani bir nevi, 'beyin hasarına' uğratılmanın ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmanın son aşamasıdır, diyebiliriz..
İstemdışı psikiyatrik tutuklama zorbalığı (mahkeme kararları ve polis zoru) ile, olasılıkla beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlar, 'tedavi' (akıl sağlığının tedavisi!!) adı altında, deyim yerindeyse, beyinleri, aforoz edilene (beyin hasarına uğratılana) ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalana kadar, hastanelerde psikiyatrik ilaçlarla ilaçlanıyorlar. Günümüzde psikiyatri ve akıl hastaneleri, psikiyatrik tutuklama olsun /olmasın, olasılıkla psikiyatrik ilaçlarla 'beyin hasarına' uğratılıp ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanması sağlanılarak, hayatı boyunca (ölünceye kadar) burada kalmak zorunda kalan masum insanlarla doludur, diyebiliriz..
Sivil hayatta ise bu durum (yani psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarına uğratılan ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanan insan sayısı, tahmini on/yüz milyonlarca civarında) korkunç boyuttadır, diyebiliriz. Yani olasılıkla psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarına uğratılan ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanan insanlar, sadece psikiyatri ve akıl hastanelerinde yaşamıyorlar. Bilahare bu durum, günümüz de sivil hayatta, evlerde, hanelerde yaşayan ve psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalan tahmini on /yüz milyonlarca insanlar için de geçerli olabilir, diyebiliriz..
Psikiyatri ve akıl hastaneleri dışında, 'hastanelerin psikiyatri servisleri, ruhsal engelli bakımevleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri' vb gibi diğer akıl sağlığı birimlerinde de durum farklı değildir. Ziraa buralarda da beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlar, olasılıkla uzun süredir (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kaldıkları için olsa gerek, olasılıkla psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarına uğramış ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmış olabilirler diye tahminde bulunabiliriz..
"Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan tahmini on/yüz milyonlarca evlerde, 'KİMYASAL LOBOTOMİ' sessiz sedasız gerçekleşiyor ama insanlar, bunun farkında bile değil.. Kimyasal Lobotomi, kalıcı beyin hasarının ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığının sebebidir.."
***
** 'Sağlıkta Doğrulama Soykırımı'.. Var mıdır yok mudur?
-- Sağlık sektöründe, 'sağlıklı insanları, ilaçlarla hasta etmek; hasta insanları da daha da hasta etmek' için bir 'doğrulama soykırımı yöntemi' var mıdır? Varsa eğer bu 'doğrulama soykırımı yöntemi' nasıl gerçekleşmektedir?
Sağlık sektöründe, 'sağlıklı insanlar, ilaçlarla hasta ediliyor' mu, orasını pek bilemiyoruz ama sosyal medyada, buna benzer konularda bayağı bilgiler vardı. Örneğin, 'hastaları iyileştirmek, pek karlı bir iş değil' gibi bir düşünce oldukça tartışmalara yol açmıştır. Bu düşünceyi hedefe aldığınız da, sağlık sistemlerinde, 'hasta insanların, tam iyileşmelerini engellemek (onları 'tedavi oluyorsunuz!' vb buna benzer ifadelerle oyalamak) ve sağlıklı insanları da hasta etmek' için bu 'doğrulama soykırımı yönteminin' kullanıldığını /kullanılabiliyor olunabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir, diyebiliriz.. Temsili görseller.. (343)(350)(351)
İnsanın aklına ilk gelen şey, 'doktorlar, neden böyle birşey yapsın?' Bir diğer soru ise; 'Sağlıklı bir insan, neden (adeta hasta olmak için) bir sağlık birimine, bir doktora başvursun?' (Bu tür, kafa karıştırıcı soruları, daha önceki 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinde vermiştik. Şimdi kısaca yeniden verelim.) Sağlıklı bir insan, öyle düşünüldüğü gibi 'adeta hasta olmak için' bir doktora başvurmaz. Hafif ve önemsiz bir rahatsızlığı (örneğin hafif ama geçmeyen bir baş ağrısı, bir stres vs gibi) olduğu için başvurur. Doktorlar da, olasılıkla genellikle bunları (aslında hiç yazmamaları gereken ama herhalde prosedür gereği olsa gerek) medikal ilaçları, reçete ederek savuşturmaya çalışırlar. Hastalar da, bu ilaçları almaya başladıklarında, olasılıkla belki de iyi gelecektir ama ilaçların kimyasal etkilerinden dolayı, ileri de başka başka türlü hastalıkların, rahatsızlıkların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamış olacaktır, diyebiliriz. (Bu etki olasılığı, ilaçların yan etkileri olarak da görülebilir ve herkes için aynı şekilde geçerli olmayabilir..)
İnsanın aklına ilk gelen şey, 'doktorlar, neden böyle birşey yapsın?' Bir diğer soru ise; 'Sağlıklı bir insan, neden (adeta hasta olmak için) bir sağlık birimine, bir doktora başvursun?' (Bu tür, kafa karıştırıcı soruları, daha önceki 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinde vermiştik. Şimdi kısaca yeniden verelim.) Sağlıklı bir insan, öyle düşünüldüğü gibi 'adeta hasta olmak için' bir doktora başvurmaz. Hafif ve önemsiz bir rahatsızlığı (örneğin hafif ama geçmeyen bir baş ağrısı, bir stres vs gibi) olduğu için başvurur. Doktorlar da, olasılıkla genellikle bunları (aslında hiç yazmamaları gereken ama herhalde prosedür gereği olsa gerek) medikal ilaçları, reçete ederek savuşturmaya çalışırlar. Hastalar da, bu ilaçları almaya başladıklarında, olasılıkla belki de iyi gelecektir ama ilaçların kimyasal etkilerinden dolayı, ileri de başka başka türlü hastalıkların, rahatsızlıkların ortaya çıkmasına da zemin hazırlamış olacaktır, diyebiliriz. (Bu etki olasılığı, ilaçların yan etkileri olarak da görülebilir ve herkes için aynı şekilde geçerli olmayabilir..)
Dolayısıyla diyelim ki, ilaçların kullanımından dolayı ileride çeşitli türlerdeki hastalıkların, rahatsızlıkların çıktığını /olduğunu bir düşünelim.. Bu hastalık ve/veya rahatsızlık ortaya çıktığında ise, olasılıkla doktorların hiçbiri, 'bu hastalık ve/veya rahatsızlığın, ilaçlardan kaynaklandığını' iddia etmeyeceklerdir. Çünkü, böyle bir aptallığı yapmak demek, bu ilaçları reçete eden doktor olarak, 'kendini bir anda mahkemede bulmak, tazminat davaları ile karşı karşıya kalmak, cezalar almak' vs demektir.. Hiç ilgisi olmayan doktorlar da, olasılıkla bu gerçeği (sağlık sektöründe, doktorların birbirlerini koruma taktikleri) nedeniyle ortaya çıkartmayacaktır; hastalık /rahatsızlıklar başka başka sebeplerin üzerine atılacaktır; (yani bir doktor, başka bir doktorun yapmış olduğu hata nedeniyle, onu gambazlama yapmayacaktır; hatalar, görülmezden gelinecektir; yani kısaca işte sağlık sisteminde 'örtbas etme sistemi' bu şekilde de çalışmaktadır, diyebiliriz..)
Sağlık sisteminde, olasılıkla bir 'doğrulama soykırımı yönteminin', ana akım ve sosyal medyada, sağlık alanında bu yönlerde geçen haber ve bilgilerden dolayı, (tam olarak emin olmamakla birlikte) var olabileceğine dair bir inancımız, tahminimiz ve şüphelerimiz vardır, diyebiliriz.. Ve aynı şeylerin özellikle de psikiyatri sektöründe de (hem de diğer sağlık birimlerinden daha fazla bir şekilde) yaşandığını /yaşanabiliyor olabileceğini de, rahatlıkla söyleyebiliriz.. Şimdi bu konuyu daha iyi anlayabilmek için, bununla ilgili kısa bir kurgu verelim..
- Hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde, (hastanelerin psikiyatri poliklinikleri ve servislerinde, akıl hastanelerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde) beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanların, psikiyatrik ilaçlarla 'gerçek akıl hastası' haline getirilmesi ile psikiyatristlerin (psikiyatri ve psikiyatri ilaç sektörü ile birlikte), koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAMALARI olasılığı..
BİR KURGU : "Bir psikiyatrist, son derece doğal olan doğal psikolojik sorunu nedeniyle kendisine muayeneye gelen, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı bir kişiye, (daha sonra koymuş olduğu 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAMAK ve böylece kendisini haklı çıkarmak için) 'akıl hastalığı' etiketlerinden (kriterlerinden) biri ile tanı (teşhis) koyuyor ve buna uygun bir psikiyatrik ilaç yazıyor. Ve deyim yerindeyse eğer, 'psikiyatrist, hastasının 'akıl hastalığına' yakalanmasını' (yani kimyasal kaynaklı 'gerçek akıl hastası' haline dönüşmesini, sinsice ve) sabırsızlıkla bekliyor.. Herşeyden habersiz beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı kişi, psikiyatrik ilaç kullanmaya başlayarak, ilk defa beynini, (zehirli) ilaç kimyasalları ile doldurmayı başarıyor. Böylece, ileride 'beyin hasarına' uğrama ve bununla bağlantılı 'gerçek bir akıl hastası' olma süreçlerini de kendi elleri ile başlatmış oluyor..
Ve bu durum da, olasılıkla, kişi de ileri de "ilaçların çok ciddi yan etkilerinin", zihinsel ve/veya fiziksel çok sayıda çeşitli ciddi rahatsızlık ve/veya hastalıkların ortaya çıkabilmesi riskleri ile birlikte... İlaçlar, beynin kimyasını da değiştirebildiğinden dolayı da, kişi de doktorun koymuş olduğu herhangi akıl hastalığının teşhisine ait 'akıl bozukluğunun da nüks etmesi riski ile de karşı karşıya kalabilir.. Yani bir psikiyatristin, kişiye (kişinin rahatsızlığına ait belirtilerin anlatımına uygun olarak) hayali akıl hastalığı tanısını (teşhisini) koyduğunda, olasılıkla, psikiyatristin 'bunu, ispatlayabilmesi için', kişinin, bu beynin kimyasını (teşhise uygun hayali hastalık yönünde) değiştirebilen ilaçları, (genellikle uzun vadeli olarak) kullanması yeterli olacaktır. Çünkü, istenilen akıl hastalığı semptomlarını tedavi etmesi için reçete edilen (en azından az/çok sayıda) psikiyatrik ilaçların, aslında bu bahsedilen akıl hastalığına ait semptomlara sebep olduğuna dair bilgiler bulunmaktadır.. Bu durum bize, bir psikiyatristin, bir kişiye hayali olarak herhangi bir akıl hastalığı tanısı koyduğunda ve bu tanıya yönelik bir/birden fazla psikotrop ilaç reçete ettiğinde... Aslında bu ilaçların, kişiyi 'istenilen yönde akıl hastalığına yakalanmasına sebep olabileceğine' dair bir fikir de verebilir, diyebiliriz. Ki bu da aslında sağlık (özellikle de psikiyatri) sektöründe, "kişilerde olmayan 'hayali hastalıklar' üretmek için, bu rahatsızlıkları ilaçlar ile ispatlanabilir kılabilmek" için yapılan ve bu yönde giderek artan "yeni yeni hastalıklar üretme" şüphelerini de doğrulayabilen bir tahmin yaklaşımına sebep olabilir, diyebiliriz.." (NOT 1)
Kurgu ve hikaye bu ya... "Olasılıkla 1 ay sonra kontrole gider ve psikiyatrist, onu görünce son derece mutlu! ve kendinden emindir. Çünkü, beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı bir kişinin beynine 'kimyasal lobotomi' yapılma ve bu sayede 'gerçek bir akıl hastası' haline getirme süreçlerini başlatmıştır. Ve böylece, psikiyatrik ilaç üreticilerine, (dünya genelinde diğer on/yüz milyonlarca kurban (ve mağdur) gibi) yepyeni gıcır gıcır yeni bir kurban (ve mağdur) daha eklemiştir.. Bu kurbanda artık (diğer milyonlarca kurban gibi), hergün düzenli olarak zehirli psikiyatrik ilaçları kullanarak, hem gelecekte kendi beyinlerinin iflas etmesine ve/veya çeşitli iyatrojenik zararlara uğramasına hem de psikiyatrik ilaç üreticilerinin kasalarını 'milyoncuk /milyarcık dolarcıklarla' doldurmalarına istemese de, çok büyük yardımcı olan 'sahipsiz kurbanlar' arasına girmiş olacaktır.. Kurban açısından bir başka sorun da, kurbanın 'akıl hastalığı' ile etiketlenmesidir; (damgalanmasıdır.) (...) (Bu damgalanma ile ilgili gerçekleri, aşağıda ayrı bir şekilde irdeledik, okuyabilirsiniz..)"
-- Bunlar, gerçekten doğru olabilir mi? Psikiyatristler, hastalarına koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAMAK için, psikiyatrik ilaçları birer SİLAH gibi mi kullanmaktadırlar?
Yoksa bunlar birer komplo teorisi mi? Belki sizler, bunu komplo teorisi olarak görebilirsiniz, bu gayet normaldir, 'psikiyatrik ilaçlar ve psikiyatrik vahşet gerçeklerini' bilmediğiniz için.. Evet, psikiyatristler (en azından bazıları istisna diyelim), belki bunu bu şekilde, bilerek yapmıyorlar da olabilirler.. Belki onlar da bilmiyordur, 'psikiyatrik ilaçların, insanları akıl hastası haline getirebileceğini..' Ama bunu bilen psikiyatristlerin olduğunu ve sayılarının da oldukça çok sayıda olabileceğini gayet iyi tahmin edebilirsiniz.. (Kimyasal Lobotomi, yani 'psikiyatrik ilaç kaynaklı kalıcı beyin hasarı ve kalıcı akıl hastalığı', Komplo Teorisi mi?) Temsili görseller.. (352)
Yani, psikiyatrik ilaçların, 'akıl hastalığı' ile ilişkilendirilen, beyindeki 'kimyasal dengesizliği' düzeltmediği, tam tersine onu, yarattığı (yani bir nevi akıl hastalığını oluşturduğu) gerçeğini bilen psikiyatrist sayısının, öyle parmakla sayılacak kadar az olduğunu düşünmek, oldukça komik olacaktır.. Psikiyatristlerin büyük çoğunluğu bu gerçeği biliyorlar..
- Ve işte bu gerçek nedeniyle de, psikiyatristlerin büyük çoğunluğunun (yine de en azından hepsi demeyelim, bazıları istisna diyelim, belki bilerek yapmıyorlar da olabilirler), bu gerçeği bilmesine rağmen, halen bu zehirli psikiyatrik ilaçları, reçete etmelerini ne ile bağdaştırabilirsiniz?
- İnsanların akıl sağlığını tedavi etmediğini bildikleri halde, tedavi etmek /semptomları azaltmak amacı ile mi bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete ediyorlar?
- Yoksa, (yukarıda belirtildiği gibi) koydukları 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAMAK amacı ile mi bu zehirli psikiyatrik ilaçları (birer SİLAH gibi kullanarak) reçete ediyorlar?
Tedavi etmediğini biliyorlar, büyük olasılıkla, sadece 'semptomları azaltmak' amacı ile reçete ediyorlar, gibi gözüküyor. Ancak, bu semptomların azaltılmasında da, ayrıca ciddi bir sorun var gibi.. Şöyle ki.. Yani bu zehirli psikiyatrik ilaçlar, beyne verildiği müddetçe, beyin yavaş yavaş tahribata uğramaya başlayacaktır. Beynin (kimyasal yapısı) ilaçların zehirli atıklarıyla hergün dolacaktır. Bu da, semptomların ileride daha da 'kötüleşmesine, artmasına' ve/veya daha önce olmayan 'yeni yeni semptomların oluşmasına' sebep olabilecektir. Bu durum da bize, doğal olarak, 'beynin hasar görmüş' olabileceğine ve bununla bağlantılı 'akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesine' neden olabileceğine dair bir işaret verebilmektedir. Bu gibi nedenler, 'ilaçların, semptomları azalttığı' hikayesinin birer 'bahane ve aldatmaca' olarak kullanıldığına dair bir tahmin yürütmek için yeterlidir. Ve üstelik, psikiyatrik ilaçların vücut için de olası çok ciddi zararlarının da olması da ayrı bir sorun.. Tüm bu olumsuzluklara baktığımız da, psikiyatrik ilaçların reçete edilme mantık gerekçesinin, sadece 'semptomları azalttığı' bahanesi olmayabileceğine dair bir mantık yürütmek hiç de zor olmayabilecektir..
Öyleyse.. Psikiyatrik ilaçların, insanlara konulan 'akıl hastalığı' teşhisini doğrulamak için reçete ediliyor olabileceğini, düşünmemek için
hiçbir neden yoktur, diyebiliriz.. (Tabii yine de azından bazıları
istisna diyelim..) Büyük çoğunluğunun bu gerçeği bildiğini düşünülerek
hareket edersek..
"Psikiyatrik ilaçlar, psikiyatri ve ilaç sektörü tarafından, (psikiyatristleri birer maşa (kukla) gibi kullanarak) milyonlarca sağlıklı masum insanı, birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürebilmek için birer SİLAH gibi kullanılmaktadır.." diyebiliriz.. Psikiyatristler birer kukla gibi kullanılıyorsa eğer, o zaman..
-Psikiyatristlerin, (sırf onlara koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAMAK ve bu sayede kendilerini haklı çıkarmak için), dünya genelinde tahmini on /yüz milyonlarca sağlıklı insanı, 'kimyasal lobotomi' ile nasıl birer 'gerçek akıl hastası' haline getirdiklerini (dönüştürdüklerini) düşünebiliriz.. Öyleyse..
- Mahkeme kararları ve polis zoru ile sağlıklı masum insanları, 'kimyasal lobotomi' ile 'gerçek akıl hastası' haline getirmeye çalışmak..
- Mahkeme kararları ve polis zoru ile (dünya genelinde tahmini on /yüz milyonlarca) sağlıklı masum insan, kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyor.. (Devletlerin ve toplumların gözü önünde..) 'Tedavi' adı altında, beyinleri stop edene kadar, beyinlerine 'kimyasal lobotomi (psikiyatrik ilaçlar)' uygulanıyor. Genellikle uzun vadede, yavaş ve kimsenin ruhu bile duymadan.. Ve hepsi yasal.. (Ve hiç kimse de bundan muaf değildir. Sizin de başınıza gelebilir..) Peki, tüm bunlar nasıl oluyor?
Yani kurgu ve hikaye bu ya, kısaca tekrar edersek; "Psikiyatristler, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan beyinleri son derece sağlıklı olan masum insanlara, sırf koydukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAMAK ve kendilerini haklı çıkarmak için, (insanları kimyasal kaynaklı birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürebilme özelliği olan zehirli) psikiyatrik ilaçları, (hastalarına) reçete ettiklerinde, deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla, o sağlıklı masum insanların, kimyasal kaynaklı birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüşmesini (sinsice) bekliyorlar.. Ve istediklerini aldıklarında ise..") Yukarıda bunun kısa bir kurgusunu yapmıştık.. Şimdi, detaylarına girelim..
-- Mahkeme kararları ve polis zoru ile (dünya genelinde tahmini milyonlarca) sağlıklı masum insanın, kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülmesini, iki kategori ile açıklayabiliriz;
A) Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç sektörlerinin, akıl sağlığı sistemlerinde, psikiyatristleri, 'beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, psikiyatrik ilaçlarla, kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan 'gerçek akıl hastalıklarına' yakalanmasını sağlamak' için kullanmaları ve bu sayede, psikiyatristlerin, koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAYARAK, hem kendilerini hem de psikiyatri ve ilaç sektörünün (zehirli psikiyatrik ilaçlarının ne kadar güvenli olduklarını ispat etmek için ve bu yüzden kendilerinin de haklı oldukları yönünde) 'kendilerini haklı çıkarmaya' çalışması..
B) Ve (A) şıkkındaki masum insanların psikiyatik ilaçlarla, birer 'akıl hastası' haline dönüştürülmesi gerçeğinin olması ile birlikte...Ve bu gerçeğin olması yetmiyormuş gibi.. Bu masum kişiler, adeta mahkeme kararları ve polis zoru ile 'tedavi' adı altında, zorla ve zorbalıkla bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılarak da, psikiyatrik ilaçlar ile birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyorlar.. (Sanki insanları akıl hastası haline getirme süreçleri, evlerde yapılmasının mutluluğu!! onlara yetmiyormuş gibi, bu işi mahkeme kararları ve polis zoru ile de yapıyorlar.. Böylece deyim yerindeyse eğer, kendilerinin ne kadar paranoyak (lisanslı şarlatan ve psikopat) psikiyatrist olduklarını da ilan etmiş oluyorlar..)
Peki tüm bunlar nasıl olmaktadır?
A) Psikiyatrik ilaçlar ile insanları 'gerçek akıl hastası' haline getirmek ve konulan 'akıl hastalığı teşhisini' bu şekilde DOĞRULAMAK..
Psikiyatrik ilaçlar, (insanları) kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratabilir ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına sebep olabilir, özelliklere sahiptir. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratarak, olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastası haline dönüştürebilir.. Psikiyatri ve ilaç sektörleri ise bu gerçeği olasılıkla biliyordu ve on yıllardır toplumlardan ustaca saklıyorlardı.. Temsili görseller.. Illustration.. (252)
'Beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanlar, sonradan nasıl birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyor?
-- Hadi gelin bir kurgu daha yapalım..
Daha önce 'hiç psikiyatrik ilaç tedavisi görmemiş' ve bu nedenle 'zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan' birisini düşünün.. Bu kişi, ara sıra son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlar yaşamaktadır...
* KURGUDAN ÖNCE BİLMEMİZ GEREKENLER; Buraya kadar geldiyseniz, doğal psikolojik sorunların, (insanın kendi ruhundan kaynaklandığını ve bu sorunların, beyinle hiçbir ilgisinin olmadığını), daha önce yukarıda detaylarına kadar irdelenen yazıları da okumuşsunuzdur. (Okumadıysanız, yukarı en başa gidip-okumanızı tavsiye ederiz.) İnsanın kendi ruhundan kaynaklanan bu doğal pskolojik sorunlar, bir takım ilaçsız (insani davranış terapileri ve) tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir özelliktedir.
Eğer bu doğal psikolojik sorunları, (beyinle hiç alakası olmadığı halde, bu sorunlar, sanki beyindeymiş gibi, beyne oldukça zarar veren, oldukça zehirli) kimyasal içerikli psikiyatrik ilaçlar ile tedavi etmeye çalışırsanız, (sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir olan) bu doğal psikolojik sorunların (ve daha önce olmayan diğer pskolojik sorunların da 'örneğin şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma gibi' oluşmasına ve bunların da) kalıcı olarak kalmasına (yani kimyasal kaynaklı gerçek akıl hastalıklarına dönüşmesine) sebep olabilirsiniz.. En azından uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullananlar için, bunun geçerli olabileceğini söyleyebiliriz.. Ayrıca..
Psikiyatristlerin neredeyse tamamı (bazıları istisna diyelim), psikiyatrik ilaçların işe yaramadığını (tedavi etmediğini, sadece semptomları azalttığını 've bunu yaparken de beyni, kimyasallarla zehirleyerek uyuşturup-sersemleterek yaptığını') ve/veya 'durumu (hastalığı), daha da kötü hale getirdiğini ve (özellikle uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında) doğal psikolojik sorunları, kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına' dönüştürdüğünü' ve daha pekçok 'zihinsel ve fiziksel hastalıklara (kalp hastalıkları gibi)' sebep olduğunu' da aslında çok iyi bilirler.. Ama tüm bu olumsuzluklara ve tehlikelere rağmen, (olasılıkla sırf mali ve politik çıkar ilişkilerinden dolayı ve/veya ünvanlarını kaybetme korkularından olsa gerek herhalde), insanların beyni ve vücudu için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçları, hastalarına reçete etmeye devam ederler..
-- Psikiyatrinin kirli, kanlı ve sinsi yönü.. Psikiyatristler, insanlara koymuş oldukları teşhisleri doğrulamak için, psikiyatrik ilaçlar ile insanları (kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan) birer 'gerçek akıl hastası' haline mi getiriyorlar? Bu doğruysa, bunu nasıl yapıyorlar? Psikiyatristler, psikiyatri ve ilaç sektörleri tarafından birer kukla gibi mi kullanılmaktadır? Hepsine tek tek bakalım..
"İlaçların işe yaraması veya yaramaması hiç önemli değildir.. Önemli olan insanları (hem ilaç kullanmadan önce hem de kullandıktan sonra) 'hasta olduklarına inandırmak (ikna etmek)' ve bu sayede konulan 'akıl hastalığı teşhislerini doğrulamaktır..' Psikiyatrik ilaçlar, (hasta, psikiyatrik ilaçları kullandığı andan itibaren etkisini göstererek), konulan akıl hastalığı teşhisini (psikiyatristin ek birşey yapmasına gerek kalmadan) doğrulayacaktır.. Mesele, budur.."
Bu durum bize, psikiyatristlerin (bazıları istisna), (doğal psikolojik sorunları daha da kötüleştirebilen ve daha sonra da ileride (uzun vadede) bu sorunları kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıkları haline dönüştürebilen özelliklere sahip olan) psikiyatrik ilaçları, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlara, reçete etmelerinin arkasında, aslında 'bu insanlara koymuş oldukları sahte ve uyduruk akıl hastalığı teşhislerini (kişilerin, psikiyatrik ilaçları kullanmasını sağlayarak) DOĞRULAMAK' ve bu sayede 'bu insanların, 'kendilerinde gerçekten ciddi bir akıl hastalığı olduğuna'da İNANDIRMAK' yönünde bilerek /bilmeden kötü niyetli bir amacın olduğunu /olabileceğine dair bir tahminde bulunabilme yönünde, güzel bir fikir verebilmektedir ,diyebiliriz.
-- Eğer ben bir psikiyatrist olsaydım...
Eğer ben bir psikiyatrist olsaydım ve bu gerçekleri bilseydim (ve mali ve politik çıkar ilişkilerinden birine veya 'doktor ünvanımı kaybetme korkusundan' birine sahip olsaydım), bana gelen doğal psikolojik sorun yaşayan neredeyse her hastaya bu psikiyatrik ilaçları reçete ederdim. Çünkü bilirdim, bu ilaçlar işe yarasa da yaramasa da, bu hastaların bana tekrar geri geleceğini.. İlaçlar işe yaradıysa, ona
reçete etmeye devam ederdim, çünkü ilaçlar iyi gelmiştir, bırakılırsa,
sorunlar yeniden başlayabilir, (ilaç bırakma sonrası yaşanan ilaç kaynaklı semptomlar), temel prensip olarak ilaçlara devamlılıktır.. İlaçlar işe yaramadıysa, bunu nedeninin daha çok 'işe yaramayan ve daha da kötüleştiren şeyin ilaçlar olduğunu' bilirdim ama buna rağmen ilaçları reçete etmeye devam ederdim ama bu sefer farklı ilaçlar reçete
ederdim. Ve hastaya da (bu hemen şıp diye düzelen bir sorun değildir,
belki de bu kalıcıdır (kalıtsaldır), o yüzden biraz sabırlı olmak ve
ilaçları sürekli düzenli kullanmak gerekir) diye buna benzer (akıl alıcı-ikna edici sözlerle) teselli verirdim, burada da temel prensip olarak ilaçlara devamlılık söz konusudur..
İlaçlara devamlılık, koymuş olduğum teşhisi 'doğrulamak' için son derece önemlidir. Ne kadar çok ve/veya uzun süre psikiyatrik ilaç reçete edersem, hastaların, (koymuş olduğum teşhisteki) 'akıl hastalığı semptomlarına' yakalanmasını daha da hızlandırmış ve kolaylaştırmış olurum.. Böylece, hem hastaları 'ne kadar hasta olduklarına' kendilerini inandırmış hem de 'koymuş olduğum teşhisi, bu şekilde doğrulamış' olurdum.. ('Doğrulama başarılı'! -Yonca'daki doktor filminden bir kare..) Temsili görseller.. Illustration.. (250)
Bu açılardan baktığımız da, ilaçların işe yaraması veya yaramaması hiç önemli değildir, önemli olan, hastalara koyduğunuz akıl hastalığı teşhisini, (reçete ettiğiniz psikiyatrik ilaçları, hastaların kullanmasını sağlayarak) DOĞRULAMAK ve bu sayede 'insanları, hasta olduklarına İNANDIRMAKTIR.' Hasta, psikiyatrik ilaçları kullandığı andan itibaren, (psikiyatrik ilaçların kimyasal) etkisi, hastanın beyinde hissedilmeye başlar. Hastanın beyni adeta uyuşmuş gibi olur, bu durum da, bazen varolan bazı semptomları azaltabilir veya tam tersi ile bazen de sersemleterek daha da kötüleştirebilir. Bu durum, hastadan hastaya değişebilir ama kesin olan birşey var ki, o da psikiyatrik ilaçların neredeyse hepsi, herkeste şu aynı etkiyi yapar; (direkt olarak beyni hedef alır ve her hastanın beyin kimyasını değiştirmeye çalışır ve bunu da ilaçların kimyasal zehirlerini, beynin doğal kimyasına doldurarak yapar..) Başka türlü yapmaları, zaten mümkün değildir.. İlaçların hergün sürekli (devamlı) olarak alındığını da düşünürseniz, (en azından uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında) ileri de, psikiyatrik ilaçların kimyasal zehirleri, beyin kimyasını tahrip edebilecek (beyin hasarına uğratacak) kadar, beyin kimyasında önemli ciddi bir seviyeye gelir. Ve sonunda da, bir daha eski haline getirilemeyecek (kurtarılamayacak) şekilde (deyim yerindeyse), beyin iflas eder..
İşte bu gibi nedenlerden dolayı da, psikiyatristlerin bunu yapabilmenin tek yegane yolu da, yukarıdaki çizelgeyi takip etmektir ve belki bilerek /bilmeden, psikiyatristler, (belki hepsi değil ama olasılıkla) hastalarına koydukları teşhisleri doğrulamak için, bu ilaçları reçete etmekte ve hastaların, bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanmasını sağlayarak (doğrulamayı yapabilmekte) bu amaçlarına ulaşabilmektedir, diyebiliriz..
(Tabii bunları birer komplo teorisi olarak da algılayabilirsiniz.. Size
kalmış.. Konuyla ilgili diğer tüm araştırmaları da okuduktan sonra
belki de fikrinizi değiştirebilirsiniz, diye umuyoruz..)
- Şimdi, kurgumuza kaldığımız yerden devam edelim..
Daha önce 'hiç psikiyatrik ilaç tedavisi görmemiş' ve bu nedenle 'zihinsel ve fiziksel açıdan beyinleri son derece sağlıklı olan' sağlıklı birisini düşünün.. Bu kişi, ara sıra son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Bu yaşamış olduğu doğal psikolojik sorunların üstesinden gelemeyince (ve ne yapacağını bilemediği için), çareyi bir psikiyatriste gitmekte arar. (Tabii bu, (doğal olarak bilmediği için) psikiyatrinin kendisine 'iyatrojenik zarar vermesi' gerçeği açısından bakıldığında, yapabileceği en büyük hatalardan biri olur.) Psikiyatriste, yaşamış olduğu 'doğal psikolojik sorunları' anlatır. Psikiyatrist de, (tıp fakültesindeki psikiyatri bölümünde öğrendiği ve tüm psikiyatristlerin kullandığı, yüzlerce hayali uydurma akıl hastalığı teşhis ve tanı koyma kriterlerine göre, deyim yerindeyse hemen şıp diye çözer!!), kendisine gelen kişinin anlattığı (ve son derece doğal olan ) doğal psikolojik sorununun, aslında 'beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını' anlar! Kişiye, (son derece inandırıcı olsun diye) ('bu sorunun, ilaçlarla düzeltilebileceğini ancak bunun biraz zaman alabileceğini, ilaçlarını düzenli olarak kullanması gerektiğini' vs vs ifade eder ve/veya 'bu sorunun, genetik, kalıtsal vb nedenlerle kalıcı olduğunu ve devamlı olarak ilaç kullanması gerektiğini' vs vs gibi buna benzer ifalerle hem kendi anlayabileceği tarzda hem de bilimsel ifadelerle bunu anlatmaya çalışır..
Tabii başına gelebilecek tehlikelerden ve diğer hiçbir şeyden haberi olmayan (örneğin yaşamış olduğu doğal psikolojik sorununun beyinle ilgili değil, kendi ruhundan kaynaklandığını (yani ruhsal olduğunu) ve bu doğal psikolojik sorunların, bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebileceğini ve psikiyatrik ilaçların da bu psikolojik sorunları daha da kötüleştirebileceğini ve bu doğal psikolojik sorunları, kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürebileceğini' bilmeyen) kişi,
(doğal olarak tıp fakültelerinde okumuş görmüş, diz çürütmüş! lisanslı
bir doktor ünvanına sahip olduğunu düşündüğü ve inandığı için) psikiyatristine güvenir. Psikiyatrist de, bu güveni aldıktan sonra, kendisine, hastalığı (hastalık semptomları) ile ilgili psikiyatrik ilaçları reçete eder.
Hasta, psikiyatrik ilacı almaya başladıktan sonra 1) ilacların kendisine iyi geldiğini söyler. 2) veya.. iyi gelmediğini, aynı
belirtilerin devam ettiğini ve/veya kötüleştirdiğini ve/veya kendisinde
daha önce olmayan bazı psikiyatrik semptomların (aşırı sinirlilik,
öfkelenme, şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma vb gibi), olmaya
başladığını söyler. Psikiyatrist, 1) ilaçlar, kendisine iyi geldiği için, aynı ilaçları reçete edeceğini ve bunları düzenli olarak devamlı kullanmasını söyler. 2) veya.. kendisine iyi gelmediği için, farklı ilaçlar reçete edeceğini ve bunları düzenli olarak devamlı kullanmasını söyler. Hasta gider, psikiyatristin dediğini aynen kullanım tavsiyesine göre uygulamaya devam eder.. Sonra, ne mi olur?
Hasta, psikiyatrik ilaçları kullandıkça, ilaçların kimyasal etkisi, hastanın beyninin etrafını (böcek istilasına benzer bir istila gibi /bir kanser gibi etrafını) sarmaya başlar ve böylece beyni, istila eder. Beyin, artık psikiyatrik ilaçların kimyasal etkisi olmadan, 'doğru düzgün hiçbir şey yapamaz' hale gelir. Bu arada, (semptomlar giderek artar ve/veya daha da kötüleşir ve/veya daha önce hiç olmayan semptomlar oluşur.) Öyle bir hale gelir ki, beyin kimyası (artık ilaç kullanımına devam edildikçe), deyim yerindeyse yavaş yavaş kimyasal çorbaya dönmeye başlar. Çünkü, beynin kendisine ait 'doğal kimyasal yapısı' artık yoktur çünkü, ilaçların yapay ve zehirli kimyasalları, beyni istila etmiştir. Bu kimyasal çorba, aslında beyne 'kimyasal lobotomi' yapıldığının da bir işaretidir.. Bu istilanın getirdiği bir sonuç olarak, (en azından uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca ilaç kullanım sonrasında) hastanın, beynin kimyasal yapısı iyice bozulur (kimyasal beyin hasarına uğrar) ve buna bağlı olarak hastadaki semptomlar iyice kalıcı hale gelir; (kimyasal kaynaklı kalıcı gerçek akıl hastalığı..)
Böylece, bir takım alternatif ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilmesi mümkün olan ve insanın kendi ruhundan kaynaklanan son derece doğal olan 'doğal psikolojik sorunlar', psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı hale gelir; yani kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan 'gerçek akıl hastalıklarına' dönüşmüş olur.. Böylece de, psikiyatrist de, hastasına koymuş olduğu teşhisi, bu şekilde DOĞRULAMIŞ olur..
Özellikle de akıl hastanelerinde hayatları boyunca (ölünceye kadar) kalmak zorunda kalan sakinlerin (hastaların) durumlarını bir düşünün.. Onları, bu hale ne getirmiş olabilir? Eğer uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' psikiyatrik ilaç kullanmışlarsa, ve/veya ECT gibi (beyinlerine elektirk şoku verilmişse) diğer zararlı psikiyatrik yan tedaviler uygulanmışsa, bu sakinlerin, burada ölünceye kadar kalmak zorunda bırakıldıkları kimyasal kaynaklı 'kalıcı kimyasal beyin hasarına' sebep olan şeyin de, 'psikiyatrik ilaçlar ve/veya diğer zararlı psikiyatrik yan tedaviler' ile ilgili olabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır..
Aynı durum, sadece akıl hastaneleri ile sınırlı değildir.. Diğer sağlık birimlerinin ve hastanelerin psikiyatri servislerinde kalan ve/veya poliniklerine gelen hastaların ve diğer 'ruh sağlığı birimlerinde, engelli bakım evlerinde ve rehabilitasyon merkezlerinde' kalan /buralara gelen hastaların, 'mevcut durumlarına (fiziksel görünümlerine (ay yüzlü, down yüzlü, tardif diskinezli olma vb gibi) ve konuşma şekillerindeki durumlarına (düşüncelerde, konuşmalarda ve hatırlamalarda bozukluklar vb gibi)' bakılarak da, bu hastaların, kimyasal kaynaklı 'kalıcı kimyasal beyin hasarı' yaşamış olup-olmadıklarını öğrenebilmek mümkün olabilir.
Tabii, bunların hepsinin psikiyatrik ilaç ve diğer zararlı psikiyatrik yan tedavi kaynaklı olduğunu söyleyebilmek oldukça zor olabilir. Daha önce de dediğimiz gibi, bunların her birinin en ince detaylarına kadar araştırılması ve gerçek kaynaklarının doğru ve düzgün bir şekilde ortaya çıkarılması gerekir. Ama bu da oldukça zor olacaktır. Çünkü, artık sağlık sistemlerine pek güven kalmamıştır. Günümüz sağlık sistemlerinde örtpas etme kültürü oldukça yaygın hale gelmiştir. Sağlık sistemlerinde, bu nedenden dolayı 'evrakta sahtecilik' (hasta ve ölüm raporlarına yalan, yanlış ve aldatıcı sağlık bilgilerinin işlenmesi gibi örtpas etme kültürü) de başını almış gitmiş durumdadır.. Bu hastalıklı sağlık sistemlerinde, kimseden korkmayan dürüst insanlar (doktorlar, sağlıkçılar, siyasetçiler, gazeteciler, savcılar, emniyet birimleri, hakimler vs vs) olmadığı sürece, bu acı gerçeklerin ortaya çıkarılması oldukça zor olabilecektir, diyebiliriz..
Ve sonuç olarak...
-- İnsanların, kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan 'gerçek akıl hastalıklarına' yakalanmasına sebep olmak; (akıl hastanelerinde, hastanelerin ve diğer sağlık birimlerinin psikiyatri servis ve polinikliklerin de, psikiyatristlerin koydukları teşhisleri (sinsice) doğrulama taktikleri..)
Psikiyatristler (bazıları istisna), (sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir ve son derece doğal olan) 'doğal psikolojik sorunları' olan ve (ne yapacaklarını bilmedikleri için), kendilerine gelen ve daha önce hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış, zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanlara (hastalarına) koydukları 'akıl hastalığı' teşhislerini DOĞRULAMAK için, (insanları kimyasal kaynaklı birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürebilme özelliği olan ve hem beyin hemde vücut için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçları, sağlıklı masum insanların kullanmasını sağlayarak, bu kişilerin kimyasal kaynaklı birer gerçek akıl hastası haline dönüşmesini sanki bekliyorlar gibi bir duruma girilir.. Ve istediklerini aldıklarında ise, adeta koymuş oldukları teşhisin doğruluğunu ve mutluluğunu!! yaşarlar.. Daha önce hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış ve zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan kişi, yaşamış olduğu (ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir olan) doğal psikolojik sorunlarını, psikiyatrik ilaç kullanarak, bunları kimyasal kaynaklı ve (uzun vadede kalıcı) 'gerçek akıl hastalığına' dönüştürerek, psikiyatristin koymuş olduğu teşhisi de bir nevi doğrulamış olmuştur..
-- Neden psikiyatristler, böyle hareket etsinler?
Şimdi, diyeceksiniz ki; (Yav, nereden çıkartıyorsunuz böyle abidik gubidik komplo teorilerini? Hem 'psikiyatrik ilaçların bunlara sebep olduklarını' psikiyatristler bilse bile, psikiyatristler, bu tür vahşeti neden bile bile yapsınlar ki?) diye.. Evet, aslında 'psikiyatristlerin hepsinin, bu şekilde bir düşünceyle hareket ettiğini', bizde pek sanmıyoruz. Onlar büyük ihtimalle, 'bozuk, kirli ve kanlı sağlık sisteminin doktor ünvanlı kurbanları' olabilirler.. Yani büyük ihtimalle, sırf 'doktor' ünvanını hak edebilmek ve hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde 'doktor' olarak görev yapabilmek için herhalde, tıp fakültelerine olasılıkla 'yanlışlıkla ve tehlikeli olarak ilişkilendirilen' psikiyatri bölümlerinde okuyup-diz çürüterek, lisanslı birer doktor olarak
mezun olan ve olasılıkla (psikiyatrik ilaçların ve diğer psikiyatrik
yan tedavi uygulamalarının (ECT gibi), hastalara, oldukça iyatrojenik zarar vermediğini düşündüğünü /bilmediğini düşünen) psikiyatristlerin, bunun mutluluğu! ile hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde 'doktor' olarak göreve başladıklarını, düşünelim.. Evet, büyük ihtimalle, bunları bilmediğinden dolayı psikiyatristler de, kirli ve kanlı sağlık sisteminin birer kurbanları olabilirler.. (Peki ya, biliyorlarsa? Yada bildikleri halde, bunu red ediyorlarsa?)
-- Ancak, psikiyatristlerin 'psikiyatrik ilaçların insanlara iyatrojenik zarar verdiği' gerçeğini bildiklerini, yok sayamayız..
(Şşşşt! Sus bakayım, çok konuşuyorsun! Herkesi uyandıracaksın!) :)) Amma velakin, yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu psikiyatristlerin, olasılıkla 'psikiyatrik ilaçların hiçbir boka (işe) yaramadığını ve insanların beyni ve vücudu için oldukça zararlı ve tehlikeli olduğunu, insanlara iyatrojenik zararlar verdiğini (ilaç kaynaklı çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklara, rahatsızlıklara sebep olduğunu), yaşamlarını kısalttığını, ölümlerine neden olduğunu ve insanların beyinlerini zamanla (özellikle de uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında) kimyasal çorbaya döndürdüğünü ve sonunda da beyinlerinin iflas etmesine (kimyasal kaynaklı kalıcı olan kimyasal beyin hasarına)' sebep olduğunu, gayet çok iyi bildiklerini tahmin etmek, hiç de zor olmayacaktır.. 'Bir psikiyatrist olacaksın da, bunları bilmeyeceksin, öyle mi?' Kim yer bunları? Bunları bilmeyen /bilmediğini söyleyen psikiyatrist, ya yalancının tekidir yada satiriğin tekidir herhalde.. Saftiriğin teki (yani saf) olmak, psikiyatrist olmaya engel değil herhalde.. Temsili görseller.. Illustration.. (353)
Aslına bakarsanız, bu saflık, psikiyatristlerde de olabilir. Çünkü, yıllarca psikiyatrist olarak görev yapmış birçok psikiyatristin, (psikiyatrik ilaçların ve psikiyatrik vahşetin, hastalara vermiş olduğu, inanılmaz boyuttaki iyatrojenik zararlarını) 'çok çok sonradan araştırmalarla ve deneyimlerle' öğrendiklerini, yani bu psikiyatrik vahşet gerçeğini öğrendiklerine şahit olduklarını' itiraf eden psikiyatristler bulunuyordu. Bunlar da bir zamanlar, psikiyatristtiler ve psikiyatrik vahşet gerçeğini bilmiyorlardı. Sonra deneyimlerle ve araştırmalarla bu psikiyatrik vahşet gerçeğinin farkına varmaya ve öğrenmeye başladılar.. Ve bunların arasında, özellikle de 'psikiyatrik ilaçların zararlarını' ortaya çıkartan (Peter Breggin, David Healy, Peter Gostche, Robert Whitaker gibi) dünyaca ünlü psikiyatristler de bulunuyor. Bu psikiyatrik vahşet gerçeğini öğrenen psikiyatristlerin (en azından bazılarının), 'artık hastalarına psikiyatrik ilaç reçete etmediklerini' de biliyoruz.. Tabii psikiyatrik vahşet gerçeklerinin ortaya çıkmasına yardımcı olanlar sadece bunlar değil, psikiyatrist olmayan diğer doktorlar, gazeteciler ve yazarlar gibi çok sayıda 'bağımsız araştırmacılar' da bunlara katkı sağlamışlardır, diyebiliriz..
Tabii bu saflık (saftirik olma) durumunu, (psikiyatristler için) şimdilerde günümüzde de söyleyebilmek mümkün müdür? Hadi diyelim, o zamanlar (eskiden), kimse 'psikiyatrik ilaçların, bu kadar insanlara zarar vereceğine' dair yeterince bir bilgi ve deneyim olmadığından dolayı, (o da belki) bir ilgisizlik olunmuş olunabilir.. Tabii bazıları istisna olabilir, istisnaya söz konusu olan şey de, 'psikiyatrik ilaçların insanlara zarar verdiğinin' öğrenildiği
tarihlerin, sanmıyorsam 60'lı veya 70'li yıllara dayanıyor olmasından
dolayı olabilir. Tabii bunlar, dünyada pek bilinmeyen, yaygın hale
gelmeyen daha yeni sorunlar olduğu için herhalde, belki bu nedenden dolayı, bir ilgisizlik olmuş olunabilir. Ancak 80'li yılların başı /ortaları /sonlarından itibaren, özellikle de 90'lı ve 2000'li yıllarda 'psikiyatrik ilaçların inanılmaz boyutlara varan iyatrojenik zararlarının ortaya çıkarılması' sonrasında, artık dünyanın gündemine oturacak ve topluluklar tarafından "psikiyatri ve psikiyatrik ilaçlara karşı ciddi protestolar yapılacak' kadar bir ilgiye, bilgiye ve deneyimlere sahip olunduğunu bilmekte fayda vardır.. ('Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerini okumanızda fayda vardır, bu konuda da önemli bilgiler bulunuyordu..)
Peki ya günümüzde? Psikiyatrik ilaçların ortaya çıktığı tarih (sanmıyorsam) 1950'li /1960'lı yıllardan beri, yıllarca süren deneyimlerden ve araştırmalardan sonra (dürüst psikiyatristler, doktorlar, gazeteciler, aydınlar vb gibi araştırmacılar tarafından) ortaya çıkarılan ve deyim yerindeyse, neredeyse everest dağı boyutunda olan, (psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalarının, insanlara vermiş oldukları inanılmaz boyutlardaki iyatrojenik zararlar ile ilgili) kanıtların, bilgilerin var olması.. Günümüz psikiyatristlerin, bunları bilmemesi ve haberlerinin olmaması, mümkün müdür? Yoksa biliyorlar da, işlerine mi gelme(me)ktedir? Bunların 'hiçbirinin olmadığına ve/veya sahte /komplo teorileri olduğuna' dair bir inanışa mı sahiplerdir?
Öyleyse, günümüz psikiyatristlerinin, (inanmasalar da) bu 'psikiyatrik vahşet gerçeğini bildiklerini' varsayabiliriz.. İster inansınlar isterse inanmasınlar, psikiyatrik ilaçların zararlarını' bildikleri halde, halen bile psikiyatrik ilaçları, hastalarına reçete ediyorlarsa.. Burada durup, bir düşünmek lazım.. Psikiyatrik ilaçlar, insanlara niye verilir? İnsanların yaşamış oldukları ve son derece doğal olan 'doğal psikolojik sorunların (aslında insanın kendi ruhu ile ilgili olmasına rağmen, sanki beyindeymiş gibi) beyinde olduğunu, yani beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklandığını ve bu ilaçların, bu kimyasal dengesizliği düzelttiği' iddiası ile, bu zehirli psikiyatrik ilaçları, insanlara kullanmaları için reçete edilir.
Ancak gerçekte psikiyatrik ilaçların, hiç bir şekilde, bu 'psikolojik sorunları tam anlamıyla düzeltmedikleri' ve düzeltmedikleri gibi, düzelttiğini iddia ettikleri beyindeki 'kimyasal dengesizliği' de yarattıkları ortaya çıktı. Şimdi bunlar (psikiyatri ve ilaç sektörü ve psikiyatristler) ne diyorlardı? 'Akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanmaktadır.' Eğer akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyorsa.. Ve psikiyatrik ilaçlar da, beyindeki kimyasal dengesizliği (düzeltmiyor ve düzeltmediği gibi) yaratıyorsa.. Psikiyatrik ilaçların, beyindeki 'kimyasal dengesizliği' yaratması (oluşturması) demek, bu ilaçları kullanan insanların, (varolan psikiyatrik semptomlarının kötüleşmesi /artması ve/veya daha önce hiç olmayan yeni yeni psikiyatrik semptomların oluşması) demektir.. Tüm bunlar da, bize (beyindeki kimyasal dengesizliği, akıl hastalığı olarak gören ve bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar reçete eden psikiyatristlerin (görüşlerinin) tam tersine sonuçların oluşması yani) psikiyatrik ilaçların, beyinde kimyasal dengesizlik yarattığından dolayı, akıl hastalığına da sebep olduğunu (oluşturduğunu), rahat bir şekilde anlatabilmektedir, diyebiliriz..
Öyleyse.. Psikiyatrik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmiyor, tam terisne yaratıyorsa, bu ilaçları kullanan insanların, doğal olmayan psikolojik sorunlar yaşamaları, bize, bunların bir çeşit kimyasal kaynaklı akıl hastalığına yakalanmış olabileceklerine dair bir fikir verebilmektedir.. Beyindeki kimyasal dengesizlik, akıl hastalığı olarak görülüyorsa (ki bu, psikiyatrik ilaç kullanmadan önce son derece doğal olan doğal psikolojik sorunlardır), psikiyatrik ilaçların, bu beyindeki kimyasal dengesizliği yaratmasını da, olasılıkla kimyasal kaynaklı akıl hastalığı olarak da görebilmek gayet mümkündür diyebiliriz; (yani bu psikiyatrik ilaç kaynaklı olduğu için, bu 'doğal psikolojik sorunların, kalıcı olma olasılık riski' de bulunabilmektedir, en azından uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanımından sonra..)
-- Öyleyse.. Günümüz psikiyatristlerinin, 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığına sebep olduğunu' bilmemeleri mümkün müdür?
Büyük ihtimalle biliyorlar (tabii bazıları istisna diyelim, en azından büyük çoğunluğunun) ama nedense 'sanki bilmiyorlarmış gibi' davranıyorlar. Hatta bazıları, öyle kasıla kasıla bu acı 'psikiyatrik vahşet gerçeklerine', (sanki bunlar hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi) karşı bir davranış sergiliyorlar ki, sanırsınız, 'psikiyatrik ilaç sektörünün satış temsilcisi' gibi, bu zehirli psikiyatrik ilaçları öve öve bitiremiyorlar.. İşte, aslında tam da burada, bunlara lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristler demek yerinde olur herhalde.. 'Kim bunlar?' demeyin, ana akım medyada ve sosyal medyada boy gösteren ve zehirli psikiyatrik ilaçları öve öve bitiremeyen çok sayıda psikiyatrist var, onları izlerseniz, ne demek istediğimizi anlamış olursunuz herhalde..
Psikiyatristlerin, 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığına sebep olduğunu' bilmemeleri, mümkün değil gibi gözüküyor. En azından belki psikiyatri öğrencileri, bilmiyorlar olabilir, o da şimdilik diyelim.. Lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatrist olunca, 'psikiyatrik vahşet gerçeklerini' öğrenmeye başlayacaklardır, büyük ihtimalle. O zaman, 'bununla mücadele' mi ederler yoksa, 'insanları, psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye devam' mı ederler, kararını verecelerdir. Ancak büyük çoğunluğunun, 'insanları, psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye devam' ederek, 'lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatrist' olmayı tercih edeceklerine hiç şüphe yok. Zaten, gördüğümüz kadarı ile, öğrencilerin büyük çoğunluğu, lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristliği, 'insanları, psikiyatrik ilaçlarla zehirlememeye' tercih ediyor gibi görülüyor. Bunun nedeni de, büyük olasılıkla, (tıp camiasında, hak etmediği halde, şarlatan psikiyatristliğin 'doktor' ünvanı ile yer alması nedeniyle), "doktor" ünvanlı bir mesleği, 'kaybetmemek' adına, kaçırılmaz bir fırsat olarak görmeleri olabilir, diye tahmin edebiliriz..
Psikiyatristler (en azından bazıları istisna diyelim), o kadar da 'masum insanlar' değillerdir.. 'Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarına sebep olduklarını' biliyorlar ve bildikleri için de, bu zehirli psikiyatrik ilaçları, bile bile zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanlara reçete ediyorlar, gibi görülüyor. Bunu yapıyorlar, çünkü insanlara koydukları 'hayali akıl hastalığı' teşhisini, psikiyatrik ilaçlarla 'gerçek akıl hastalığına' ÇEVİRMEK ve bu şekilde bunu DOĞRULAMAK istiyorlar. Ve böylece, 'kendilerinin ne kadar haklı olduklarını' ispatlamış olacaklardır. Ve bunu, onlarca yıldır yapıyorlar ve halen bile yapmaya devam ediyorlar, hem de yasal olarak.. Yani göz göre göre, insanların 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, psikiyatrik vahşetler tarafından (tıbbi açıdan) sakat bırakılmaları (yaralanmaları) ve öldürülmeleri, yasal bir şekilde devam ediyor.. Dünya genelinde sayısı belirsiz çok sayıda (tahmini milyonlarca) insanın, bu psikiyatrik ilaçlardan (ve diğer psikiyatrik vahşetlerden) oldukça 'iyatrojenik zarar' görmelerine ait kanıtların ortaya çıkmasına rağmen.. Göz göre göre, devletlerin ve toplumların gözlerinin önünde yaşanıyor tüm bu psikiyatrik vahşetler.. (Bunlar, çok mu paranoyak düşünceler, öyleyse 'psikiyatrik vahşetlerden dolayı, insanlar sakat kalmadı ve ölmedi' düşüncedesinizdir o zaman..)
* Ve sonuç olarak... Yukarıda da belirttğimiz gibi..
-- Doğal psikolojik sorunlar, insanın kendi ruhu ile ilgili olan (beyin ile ilgisi, alakası olmayan) ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir, son derece doğal olan doğal akıl hastalıklarıdır.. Bu sorunlar, ilaçlarla düzeltilemez, çünkü ruhla ilgi olan birşeyi düzeltemezsiniz.. İlaçlar, beyin kimyasını bozduğu için, sorunları 'daha da kötüleştirebilir' özelliklere sahiptir. Beyin kimyası, ilaçlarla, tamamen bozulursa, doğal psikolojik sorunlar, kalıcı akıl hastalıklarına dönüşebilir.
'Akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor!' teorisi doğruysa eğer, o zaman, psikiyatrik ilaçların, beyindeki 'kimyasal dengesizliği' düzeltmediği, tam tersine onu yarattığı (oluşturduğu) göz önüne alındığında.. Ve psikiyatristlerin de, 'bu gerçekleri bildiklerini' varsaydığımız da..
Psikiyatristlerin (bazıları istisna), (daha önce hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış), zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan (ve sonradan ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir ve son derece doğal olan 'doğal psikolojik sorunlara' sahip) sağlıklı masum insanlara koydukları 'akıl hastalığı' teşhislerini, psikiyatrik ilaçlarla 'gerçek akıl hastalığına' ÇEVİRMEK ve bu şekilde bunu DOĞRULAMAK için, (insanları kimyasal kaynaklı birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürebilme özelliği olan ve hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli olan) psikiyatrik ilaçları reçete ettiklerini, tahmin etmek için (yukarıda açıkladığımız gibi) çok iyi nedenlerimizin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.. Ve bunların hepsi de, 'tedavi' adı altında yapılıyor.. ('Arıyorum arıyorum ama hiçbir şey bulamıyorum!' -Beyindeki kimyasal dengesizliği araştıran bir doktor.) Temsili görseller.. Illustration..
Bu durum bize, psikiyatristlerin (bazıları istisna), (doğal psikolojik sorunları daha da kötüleştirebilen ve daha sonra da ileride (uzun vadede) bu sorunları kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıkları haline dönüştürebilen özelliklere sahip olan) psikiyatrik ilaçları, hem zihinsel hem de fiziksel açıdan beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlara, reçete etmelerinin arkasında, aslında 'bu insanlara koymuş oldukları sahte ve uyduruk akıl hastalığı teşhislerini (kişilerin, psikiyatrik ilaçları kullanmasını sağlayarak) DOĞRULAYARAK', kendilerini 'haklı çıkarmaya' çalıştıklarını ve bu sayede 'bu insanların, 'kendilerinde gerçekten ciddi bir akıl hastalığı olduğuna'da İNANDIRMAK' yönünde bilerek /bilmeden kötü niyetli bir amacın olduğunu /olabileceğini, rahatlıkla anlayabiliyorsunuz..
Aslında ne kadar korkunç bir durum bu, öyle değil mi? İnsanları kimyasal ilaç kaynaklı, kalıcı gerçek akıl hastalıklarına dönüştürmek, gerçekten çok korkunç bir gelişmedir. Psikiyatristler, psikiyatrik ilaçların (bir boka yaramadığını tam tersine), akıl hastalıklarına sebep olduğunu aslında çok iyi biliyorlar. Ama sanki bilmiyorlarmış gibi, beyinleri (beyin kimyasalları) sağlıklı olan insanlara 'tedavi' adı altında, bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmeye devam ediyorlar. Ediyorlar çünkü, sırf kendilerini haklı çıkarmak için, insanlara koymuş oldukları 'akıl hastalıkları' teşhisini, bu sayede DOĞRULAMAYI düşünüyorlar. Ve sağlıklı insanlar, bu beyin için son derece zehirli olan psikiyatrik ilaçları kullandıklarında ise, (özellikle de uzun vadeli kullanımlarda) istediklerini böylece almış oluyorlar; Yani psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında, insanların anında yaşadıkları ve/veya özellikle de uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında yaşadıkları psikolojik sorunların' kötüleşmesi /artması' ve/veya 'yeni yeni psikolojik sorunların ortaya çıkması' gibi beyinde (beyin kimyasında) problemlerin çıkması sayesinde, psikiyatristler, bir nevi beyinleri sağlıklı olan insanlara koymuş oldukları 'akıl hastalıkları' teşhisini DOĞRULAMIŞ oluyorlar. Ve böylece kendilerini de haklı çıkarmış oluyorlar..
Psikiyatristlerin (bazıları istisna), kendilerini haklı çıkarmak adına, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlara koymuş oldukları 'akıl hastalıkları' teşhisini doğrulamaları için psikiyatrik ilaçları birer 'silah' gibi kullanmaları, aslında yeni bir gelişme değildir ancak bu, toplumlar tarafından tam anlamıyla yeterince bilinmmeyen bir durumdur.. Psikiyatrik ilaçların, 'akıl hastalıklarını' düzeltmemesi ve tam tersine onları 'yaratması' gerçeği, doğal olarak, bu gerçekleri bilen psikiyatristlerin, hastalarına (özellikle de daha önce hiç psikiyatik ilaç kullanmamış ve beyinleri (beyin kimyasalları) son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlara), bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etme gerekçelerinin de 'tedavi' amacı ile değil, tam tersine psikiyatistlerin koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAMAK amacı ile olabileceğine dair bize, bu yönde bir tahminde bulunabilmek için güzel bir fikir verebilmiştir, diyebiliriz..
-- Psikiyatrsitlerin (bazıları istisna), sağlıklı insanlara koydukları 'akıl hastalığı' teşhisini, psikiyatrik ilaçlarla DOĞRULAMAYA (ve bu sayede kendilerini haklı çıkarmaya) çalışmaları, tam olarak nedir? : Yukarıda bunu uzun uzadıya anlattık ama anlayamadıysanız, anlaşılabilir bir şekilde kısaca yeniden anlatmaya çalışalım..
Psikiyatrik ilaçlar, psikiyatristlerin koymuş oldukları teşhise ait akıl hastalıkları (psikolojik semptomlar) üzerinde etkili olmaya çalışır. Yani psikiyatrik ilaçlar, tedavi etmesi gerektiği akıl hastalığı (psikolojik) semptomları üzerinde etkili olarak, bu semptomları tedavi etmeye /azaltmaya çalışacak şekilde üretilir. Ancak tedavi etmesi /azaltması gereken akıl hastalığı semptomlarını, tam olarak tedavi etmez ve/veya azaltmaz ve/veya kısa vadede azaltsa bile (tam tedavi etmediğinden dolayı) özellikle de uzun vadeli kullanımlar da, (bu semptomlar yeniden ortaya çıkabilir, kötüleşebilir /artabilir ve/veya bu varolan semptomlara ilaveten yeni yeni (daha tehlikeli olabilen, örneğin şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma gibi) psikolojik semptomlar ortaya çıkabilir) ve bunlara ilaveten de, (özellikle uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında), beyinde (beyin kimyasında), kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarları oluşturabilir ve buna bağlı olarak, bu daha önce varolan ve sonradan yenileri ortaya çıkan psikolojik semptomlar 'kalıcı' hale gelebilir; yani kimyasal kaynaklı 'kalıcı gerçek akıl hastalıklarına' dönüşebilir.. Ve bunların olduğuna /olabileceğine dair elde tutulabilir kanıtlarda bulunmaktadır. (Bunların bir kısımını hem 8 bölümlük (8 sayfalık) 'psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerinde hem de şu an yayınladığımız 4 bölümlük (4 sayfalık) 'akıl hastalıkları bir efsanedir. psikiyaytrik ilaçlar, akıl hastalarına sebep oluyor' serisinin bölümlerinde de okuyabilirsiniz..)
Dolayısıyla.. Psikiyatrik ilaçların, böyle tedavi etmesi /azaltması gereken akıl hastalığı semptomlarını tam tersine, bu semptomları tedavi etmemesinin /azaltmamasının (en azından uzun vadede) yanısıra, varolan semptomları azdırması (kötüleştirmes), artırması ve/veya yeni psikolojik semptomları oluşturması ve bunlara ilaveten, beyinde (beyin kimyasında), kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına sebep olması ve bununla bağlantılı, (bu önceden varolan ve sonradan oluşan) psikolojik semptomların 'kalıcı' hale gelmesine (yani kimyasal kaynaklı kalıcı akıl hastalıklarına yol açmasına) sebep olması..
Doğal olarak, hem psikiyatri ve ilaç sektörünün hem de psikiyatristlerin, (başka etkenler de olabilir ama) büyük olasılıkla sırf '(politik) mali çıkar ilişkilerinin sağlamlaştırılması' amacı ile bu 'korkunç psikiyatrik ilaç gerçeklerini', (insanları, psikiyatrik ilaçlarla akıl hastalığına yakalanmasını sağlamak için), bunu bir fırsata çevirmeyi düşünmüş olabileceklerinden dolayı herhalde, psikiyatri ve ilaç sektörünün, psikiyatristleri bir maşa /bir kukla gibi kullanarak, koymuş oldukları akıl hastalığı teşhislerini, psikiyatrik ilaçlarla DOĞRULAYARAK, bir nevi kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıklarını /çalışıyor olabileceklerini, tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir, diyebiliriz..
Bir düşünün.. Son derece doğal olan ve bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir doğal bir psikolojik sorununuz /sorunlarınız, psikiyatrik ilaçlar nedeniyle, hayatınız boyunca yaşayabileceğiniz (psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal beyin hasarı ile bağlantılı) kalıcı bir gerçek akıl hastalığına dönüşüyor.. Bundan daha korkuncu herhalde, 'ölüm' olabilir ama bu şekilde yaşamaktansa ölmek (psikiyatrik ilaçlar tarafından öldürülmek) daha iyi mi olur, bilemedim.. İnsanları ne hale getiriyorlar?
Psikiyatristiniz, beyninizi (beyin kimyanızı) iyice 'kimyasal çorbaya' döndürmek için, yine size farklı ilaçlar reçete ediyor, buna devam etmenizi öneriyor. (Aslında psikiyatristler, bu kimyasal çorbayı, varolan semptomları azaltmak bahanesi ile hazırlıyorlar ama bu kimyasal çorbanın, beyin kimyasını ne hale getireceğini de gayet çok iyi biliyorlar ama yine de reçete ediyorlar.) Sizde çaresizce, psikiyatristinizin dediğini yapıyor ve ilaçları düzenli olarak kullanmaya devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Kullanıyorsunuz ama bir de bakmışsınız ki, gel zaman git zaman (aylarca ve/veya yıllarca) uzun vadeli psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında, psikiyatristlerinizin size özel olarak hazırladıkları, oldukça zehirli olan kimyasal çorbalar yüzünden, beyniniz, kalıcı olarak iflas etmiş seviyeye gelmiş. Ve sizin de, aylarca ve yıllarca, ilaç kullanmanıza rağmen, psikolojik sorunlarınızla ilgili herhangi bir değişme olmadığı gibi, bu psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal çorbalardan dolayı beyin, kalıcı olarak iflas ettiğinden dolayı (bununla bağlantı), doğal psikolojik sorunlarınız, kalıcı hale gelmiş yani kalıcı gerçek akıl hastalığına yakalanmış oldunuz..
-- Akıl sağlığı sektöründe, 'akıl hastalığı teşhisini koy ve bunu psikiyatrik ilaçlarla gerçeğe (ilaç kaynaklı kimyasal akıl hastalığına) dönüştür' taktiği.. Gerçekten var mıdır?
- Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını düzeltmiyor, aksine yaratıyor ise... (kirli psikiyatrik ilaç gerçeği)
- Ve devletler ve toplumlar da, tüm bunlardan bir haber ise ve/veya biliyorlar ama ellerinden hiç birşey gelmiyor ise..
- Ancak psikiyatri ve ilaç sektörü de tüm bunları biliyor ise...
- Bu ortamda, bu iki sektörün, bu kirli psikiyatrik ilaç gerçeğini, birer fırsata çevirmek için ne yapması gerekir?
Doğal olarak, psikiyatrik ilaçların, insanları 'akıl hastası' haline dönüştürmesi, psikiyatri ve ilaç sektörünün de (mali gelirlerini artırmak açısından) işine gelir. Ancak insanları, 'akıl hastası' olarak gösterebilmek, o kadar kolay birşey değildir. Bunun için, bu insanları gerçekten 'akıl hastası' haline getirilmesi (dönüştürülmesi) gerekir.. Ve bunun için de sağlıklı insanların, deyim yerindeyse, 'tıpış tıpış kendi ayakları ile' bir psikiyatriste gitmesi gerekir.. Bu, kendi ayakları ile olmalı, zorla olursa olmaz, insan hakları ihlali olur!! (Tabii yersen; insan hakları ihlalini düşünene bakın!) 'Ama nasıl?' derken.. Manşetlere, psikiyatrik ilaçların, insanları 'akıl hastalığına' yakalanmasına sebep olduğu' gerçeği ortaya çıkıyor.. Ve böylece bu işi yapabilecek yegane en iyi aracın da, psikiyatrik ilaçların olabileceği kanaatına ve inancına varılıyor. Peki, bu psikiyatrik ilaçları, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanlara nasıl kakalayıp, bunların beyinlerine kimyasal lobotomi uygulayacaklar? Tabii ki, psikiyatristler ve medya aracılığı ile..
-- Her olumsuz gidişatta, 'Bu yeni üretilen psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor!' YALANINA SARILMAK..
Ama ondan önce, 'akıl hastalıkları, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor ve bu (özellikle de yeni çıkan) psikiyatrik ilaçlar, bu dengesizliği tedavi ediyor!'
teorisini ortaya atmaları gerekiyor.. Ve bunu yapıyorlar ama
istediklerini alamıyorlar. Alamıyorlar ama yılmıyorlar. Her olumsuz
gidişatta, aynı ilaç kombinasyonlarını, aynı /farklı markalar ve/veya farklı bilgiler adı altında 'Bu yeni üretilen psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor!' yalanına ait teoriyi sık sık kullanarak piyasaya sürüyorlar.. ('Euraka Euraka! Buldum! Sonunda bu çalışıyor!' -Albert Einstein meme'si..) Temsili görseller.. Illustration..
Tabii bunu yiyen 'kolay lokma' olan büyük bir kesim (toplum, medya, kamuoyu vb) olduğu için, kimse de buna 'DUR!' diyemiyor.. Tam tersine 'Bu yeni psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor!' yalanını sürdürmek için deyim yerindeyse eğer, canla başla çalışıyorlar, etrafa yaydırmaya çalışıyorlar.. Böylece psikiyatrik ilaç üreten ilaç firmalarını hem aklamış ve korumuş hem de (ilaç firmalarının) ceplerini bol bol milyoncuk /milyarcık dolarcıklarla doldurmuş oluyorlar.. Tabii olan yine bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanan masum hastalara oluyor.. Kimliği meçhul olan kişilerin reklamları ve meçhul olmayan ilaç firmalarının ve psikiyatri sektörünün sayesinde ölümler de dahil, çok sayıda iyatrojenik zararlara uğramış oluyorlar.. Kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarlarına ve bunlarla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmalar da bunlara dahil..
Şimdi psikiyatristler ve medyanın, bu iyatrojenik zararlara nasıl katkı verdiklerine bir bakalım;
-- Psikiyatristlerin ve medyanın, psikiyatri ve ilaç sektörü tarafından, 'kirli ve kanlı emelleri' için kullanılması, (alet edilmesi)..
- Medyanın görevi, olasılıkla akıl hastalıklarının arttığı ve şöyle böyle farklı farklı hastalıklarının oluştuğu vs gibi 'akıl hastalıkları' ile ilgili yayınları, bir propaganda aracı gibi, bol bol haberlerde ve diğer program yayınlarında sürekli olarak yayınlayarak, insanları bu akıl hastalıklarına adeta hipnotize ederek inandırmaya çalışmaktır.. Böylece, buna inanan insanların, 'Yav, bende de böyle sorun olabilir mi, acaba?' diye buna benzer akıl alıcı hipnotik yayınlarla, psikolojik hipnoza girecek ve sonrasında psikiyatri servisinin yolunu tutacaktır.. Özellikle de hedefte çocuk ve gençler varsa.. (NOT 3) Ancak medyanın bunu yapabilmesi için, önce karnını doyurmanız gerekecektir. 'Ağlamayan bebeğe, emzik verilmez!' misaline uygun bir şekilde, medyayı doyurmak gerekir.. 'Hep bana, hep bana' olmaz.. Biraz da yardımcılarını düşünmeleri gerekir.. (Tabii ki, medyanın da, bu psikiyatrik ilaç gerçeğinden bir haber olduğunu da belirtmek de fayda olabilir..)
- Psikiyatristlerin görevi ise çok farklıdır.. Onların görevi de, büyük olasılıkla, kendilerine gelen sağlıklı insanları, 'akıl hastası' olduklarına ikna etmek ve bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanmasını sağlamaktır. Böylelikle, sağlıklı insanlara koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAYARAK, hem kendilerini hem de psikiyatri ve ilaç sektörünü haklı çıkarmış olacaklardır.. (Belki de, psikiyatristlerin, psikiyatri ile ilaç sektörünün bu kirli ve kanlı eylemlerinden haberi yoktur, bunlar tarafından 'kullanıldıklarını' bilmiyorlardır /farkına varamamış olabilirler, en azından birçoğunun ve/veya bazılarının diyelim..)
BİR KURGU DAHA : Psikiyatristlerin görevini, şöyle uzun uzadıya anlatırsak.. Olasılıkla öncelikli olarak, yaşamış oldukları son derece doğal olan doğal psikolojik sorun /sorunlardan dolayı, kendilerine gelen ve beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insanları, (almış oldukları eğitim gereği olsa gerek herhalde) onları, 'hasta olduklarına, ikna etmek' olacaktır. Bunu yapmaları gerekiyor, aksi taktirde, psikiyatrik ilaç reçete edemeyeceklerdir. Psikiyatrik ilaç reçete etmek, psikiyatri sektörünün, ilaç sektörü ile yaşadığı mali ilişkilerin gelişmesi açısından önemli olabilir.. Herneyse.. Sonra, hastalarına 'tedavi' adı altında, psikiyatrik ilaçları reçete eder ve bunları, düzenli olarak kullanmasını tembih eder. (Hastayı ikna etme çalışması) Hasta da 'başüstüne komutanım!' diyerek, bunları, psikiyatristinin önerdiği ve reçete ettiği şekilde kullanmaya başlar.
Sağlıklı insanların, bu psikiyatrik ilaçları kullandıklarında andan itibaren, ilaçların kimyasal toksik zehirleri, beyni (beyin kimyasını) istila etmeye ve etkisini 'uyuşukluk ve/veya sersemleme' gibi göstermeye başlar. 'Uyuşukluk', genelde 'hiç birşey hissetmeme' şeklinde olabilir ve bu, insanların yaşamış oldukları, 'psikolojik sorunların azalması' anlamına gelebilir. Bazı hastaların, 'Bu ilaç bana iyi geldi!' demesinin nedeni de bu tür bir etki olabilir.. Aslında iyi geldiği falan yok, sadece beyin (beyin kimyası), psikiyatrik ilaçların kimyasal zehirleri tarafından istila edilmesi ile başlayan, beynin, bu istilaya vermiş olduğu 'zayıflamış bir tepki süreci' olabilir.. Kimyasal zehir istilasına karşı doğal bir mücadele veren, ancak bu zehirleri, etkisiz kılmakta başarılı olamayan beyin (beynin koruyucu doğal beyin kimyasalları), doğal olarak kimyasal zehirlerin beynin her tarafını istila etmesinden ve sürekli olarak bu kimyasallar tarafından saldırıya uğramasından (hergün alınan psikiyatrik ilaçlardan) dolayı, bir nevi teslim bayrağını çeker, beynin kontrolünü bu kimyasal zehirlere teslim etmek zorunda kalır ve kendisi de (beynin koruyucu doğal beyin kimyasalları), tekrar eski gücüne sahip olabilmesi için, (kendisine bir fırsat verilebilmesi (psikiyatrik ilaçların bırakılması ile başlayan süreç) gerekir, bu fırsat gelene kadar) bir köşeye inzivaya çekilir.
Aynen, psikiyatristinin dediklerini yapar ve aylar ve/veya yıllar sürer ve sonrasında, gene bir tuhaflıklar olur, rahat duramaz, ailesi ve çevresindekiler şikayetçidir vs vs gibi beyinde (beyin kimyasında) acayip birşeyler olur, ama bu dışarıdan pek anlaşılmaz, bunu hasta da pek anlayamaz. Psikiyatristine gider ama psikiyatristte durumun farkında değildir (yani aslında o da anlamaz bu durumu) herhalde. Ama sanki anlıyormuş gibi davranır ve (olasılıkla psikiyatri böümünde görmüş olduğu sapık eğitimden olsa gerek, buradan kaynaklanan bir öğretiyle herhalde), hastasını, yukarıdaki 'hastayı ikna etme çalışmalarına' benzer (yine bir takım saçma sapan bilimsel olan/olmayan) ifadelerle oyalamaya çalışır ve ilaçları reçete etmeye ve hastasını bunları kullanmasına devam etmeye ikna eder.. O da, 'hemen balıklama atlar' gibi, 'Hay hay canım!' der gibi der ve kullanmaya devam eder..
Ve gün gelir, 'ilaç bile derman olmaz' misali, hasta iyice keçileri kaçırır, etraftan şikayetler artar ve/veya intihar eder ve/veya cinayet işler ve/veya etraftakilerine şiddet uygulamaya başlar ve/veya 'gelen vurur, giden vurur' misali 'kafalar kıyaktır' (yani beyin, tam uyuşur) ve ruh hali hiç birşey yapamayacak hale gelir ve etrafta sapıklar olduğu için (ve bu hasta kız/kadın ise), tecavüze (/tacize) uğrar.. Sonra hamile kalır /kalmaz ama kafalar kıyaktır; yani deyim yerindeyse, (dışarıdan gelen etkilere karşı, hiç birşey hissetmemekte, hiçbir tepki vermemektedir vs vs.. (Bu durum yani kafaların kıyak olması (beynin tam olarak uyuşması) durumu, psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu özelliği olmasından kaynaklanan bir durumdur.. Bu durumu, aşağıda kısaca irdeledik..)
Yetkili görevliler, hastanın yaşamış olduğu tüm bu olumsuzluklar, psikiyatristlerine anlatılır (/anlatmazlar, genelde anlatmıyorlar ama anlatıldığını ve/veya psikiyatristin kulağına geldiğini varsayalım, kurgulayalım), psikiyatristler 'Ya zaten o şizofreni vakasıydı, dengesiz biriydi, olacağı buydu!' vs vs diye buna benzer, kendisini yeniden haklı çıkarmak için, deyim yerindeyse, binbir dereden su getirir..
Yani hikaye, kurgu bu ya, aslında bu durumda 'olan kime olur', ne olur gerçekte? Olan, bu psikiyatrik ilaçları kullanan kişiye olur.. Ama öyle algılanmaz.. 'Suçlu kimdir?' diye söylediğinizde ve olasılıkla, onlara göre suçlu, hastadır.. Çünkü, hasta, 'akıl hastasıdır, delidir, şizofrenidir' vs vs.. Hastanın tüm bu başına gelenler, 'delidir, ne yapsa yeridir!' misali, hastanın davranışlarından dolayı, hastanın kendi suçudur!! (Yani, 'deli olmasaydı, kim ona deli ol dedi ki!' der gibi...) Hastayı bu hale getiren, deli (akıl hastası) olmasına sebep olanlar, psikiyatrik ilaçlar ve bu ilaçları onlara reçete eden psikiyatristler olmasına rağmen.. Ama sorsanız, 'psikiyatristlerin ve psikiyatrik ilaçların, burada hiçbir suçu yoktur, suçlu hastadır'
vb buna benzer şeyler derler.. (Tabii, yerseniz ama işte, insanlar
maalesef bu gibi ifadeleri, deyim yerindeyse hergün
yiyor..)
Tabii ki bu anlattıklarımız kurgudur ancak bazı etkilerine sebep olduğuna dair oldukça ciddi kanıtlar da bulunmaktadır.. (Bunların bir kısmını, 'psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerinde ve diğer son dört seride 'akıl hastalıkları bir efsanedir' serisinde de okuyabilirsiniz..) Ancak bu kanıtlara rağmen, bu tür işlemler, sanki NOMALMİŞ gibi, DOĞALMIŞ gibi karşılanıyor. Ve hem de hepsi yasal bir şekilde yapılıyor.. Kimse de, bunlara, bu psikiyatrik vahşetlere gıkını dahi çıkartamıyor..
** Psikiyatrik ilaçların, birer 'SİLAH' gibi kullanılması..
Psikiyatrik ilaçların, birer 'silah' gibi kullanılmasını daha önce (bu yazının başında) kısa bir şekilde açıklamıştık. Psikiyatrik ilaçların, birer 'silah' gibi kullanılması, sadece yaşlı huzur evlerinde, psikiyatri ve akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimlerinde (örneğin ruhsal engelli bakımevleri, rehabilitasyon merkezleri) vb gibi yerlerde gerçekleşmiyor. Bilahere, günümüzde, evlerimizde de gerçekleşiyor. Dünya genelinde tahmini on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) insan, haberleri dahi olmadan, olasılıkla beyinlerine kimyasal lobotomi yapabilen psikiyatrik ilaçları 'tedavi' adı altında kullanmaya devam ediyor. Bu nedenden dolayı, olasılıkla tahmini olarak dünya genelinde evlerde yaşayan on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) insanın beyinlerinde, psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, sessiz sedasız bir şekilde gerçekleşiyor, diyebiliriz.. 'Neden dünya genelinde 'akıl hastası' sayısı giderek hızla artıyor? Huzurevleri, bakımevleri, rehabilitasyon merkezleri, psikiyatri ve akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimlerinde, neden hastalar tam olarak iyileşmiyor ve/veya daha beter duruma düşüyor ve/veya buralarda hasta sayısı daha da artıyor?' Bunlar gibi cevaplanması gereken çok sayıda sorular bulunuyor, diyebiliriz.. (Yukarıdaki görselde özellikle de sağdaki görselde, bir huzurevinde (/bakımevinde) psikiyatrik ilaçlarla, beyni hasara uğratılan yaşlı bir insanı görüyorsunuz..) Temsili görseller.. (240)(267)
-- Psikiyatrik ilaçların birer 'silah' gibi kullanılması durumunu, olasılıkla 2 şekilde izah edebiliriz..
1.si, Psikiyatri ve ilaç sektörlerinin, psikiyatristleri kullanarak, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanları, kalıcı beyin hasarına uğramalarını ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastası haline getirmek için, konulan akıl hastalığı teşhislerini DOĞRULAMAK için yapılan bir suç eylemi..
2.si ise, Psikiyatrik ilaçların, beyinleri uyuşturduğu ve bu nedenle, hastaların dışarıdan gelebilecek herhangi tepkilere karşı, 'herhangi bir tepki veremeyecek ve hissedemeyecek' seviyeye geldiğini bilen /anlayan, bunu sonra farkeden, bilen
kişilerin (örneğin psikiyatristler, doktorlar, hemşireler, sağlık
çalışanları, diğer hastalar ve aile bireyleri, diğer ebevenler ve diğer
herhangi kişilerin), bu psikiyatrik ilaçları kullanan kişileri her bakımdan istismar etmesi; Örneğin, (psikiyatrik ilaçlar ile beyinlerini uyuşturarak karşı davranış vermelerini engelleyerek, onlara kötülükler yapmak (tecavüz etmek, cinsel tacizde bulunmak, konuşmalarını, şikayet etmelerini engellemek vb) gibi.. yapılan bir suç eylemi..
Şimdi bununla ilgili, yani 'psikiyatrik ilaçların birer silah gibi kullanılıyor' olabileceğine dair bir görüş, bir haber verelim..
BİR GÖRÜŞ..
-- Özellikle de çocuklar, kadınlar ve yaşlılar başta olmak üzere masum insanların beyinleri, psikiyatrik ilaçlar ile uyuşturularak, (yani onları adeta 'hiçbir şey yapamayacak ve hissedemeyecek hale getirerek'), onlara tecavüz edilebilir mi?
Kafaların kıyak olması (beynin tam olarak uyuşması) durumu, psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu özelliği olmasından kaynaklanan bir durumdur, diyebiliriz.. 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin 1.bölümünde 'akıl hastanelerinde, rehabilitasyon merkezlerinde, bakım evlerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde', 'doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık personelleri ile birlikte diğer güçlü hastalar' tarafından, hastalara tecavüz ve taciz durumlarının yaşandığına dair bilgiler bulunmaktadır. Bu durumların (tecavüz ve taciz durumlarının), psikiyatrik ilaçların etkisi ile bağlantısının olup-olmadığını (yani bu etkilerle ilişkilendirilebilinir mi orasını), pek bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz birşey var ki, o da, psikiyatrik ilaçların, bu masum insanları (özellikle de çocukları, kadınları ve yaşlıları) (bazıları istisna olabilir) beyinlerini uyuşturup, onları özellikle de dışarıdan gelebilecek (konuşma, tecavüz, taciz, şiddet vb gibi) olası dış tepkilere karşı, 'hiçbir şey yapamayacak ve hissedemeyecek seviyeye' getirdikleridir, diyebiliriz.. 1.bölümde yaşanan tecavüz ve taciz olaylarında, tecavüz ve/veya tacize uğrayan hastaların, tecavüz ve/veya taciz sırasında, bunlara 'herhangi bir tepki ver(e)medikleri' bildiriliyordu. Bu durumun (tepki vermeme eyleminin), hastaların, kendilerine tecavüz ve/veya taciz eden ve kendileri ile ilgilenen görevlilere (doktor, hemşire ve/veya diğer sağlık personellerine) yada diğer güçlü hastalara, 'kendilerine kötü davranabilme korkusundan' dolayı mı yoksa kendilerine verilen psikiyatrik ilaçların, beyinleri uyuşturduğundan dolayı mı olduğu (sessiz kaldıkları, tepki vermedikleri) konusunda pek net bir bilgi yok..
Aslına bakarsanız, psikiyatrik ilaçların, 'beyinleri uyuşturmasının' arkasında, büyük olasılıkla, bu zehirli ilaçların, kişilerin beyinlerinin iflas etmesi (yani beyin hasarına uğramaları) yatıyor olabilir. Yani, beynin (kimyasal yapısının) hasara uğraması da, insanların, dışarıdan gelebilecek herhangi olası tepkilere, herhangi bir tepki vermemesine (sessiz kalmasına) neden olabilir.. Bu durum, her hasta için geçerli olmasa da, 'beyin hasarına' uğrayan insanların büyük çoğunluğunun 'bu durumda olma olasılığı' çok yüksek olabilir.. Bu durumda olma olasılığı olan hastaları, başta 'akıl hastaneleri' olmak üzere, diğer ruh sağlığı birimlerinde (zihinsel engelli bakım evlerinde, rehabilitasyon merkezlerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde), yatılı sakinlerin (hastaların) ve/veya buralara gelen ayakta tedavi gören hastaların arasında
görebilmekte de mümkündür /mümkün olabilir, diyebiliriz..(Bunların
özelliklerini, yukarıdaki yazılarda irdelemiştik, tekrar
okuyabilirsiniz..)
Yatılı akıl hastanelerindeki tek cinsiyetli koğuş sistemlerinde, 'ne yaptıklarının farkında olmayan' sakinlerin, özellikle de akşamları (geceleri), koğuşlarda sanki 'birbirlerine tecavüz ediyorlarmış gibi', birbirlerinin üzerlerine çullanır şekilde pozisyonda kalmaları /yatmaları ve hastaların da bunlara tepki ver(e)memeleri de olasılıkla bize, bunların 'bu davranışlar içerisinde olmaları ve tepkiler ver(e)memeleri (bu durumlara düşmelerinin)' sebeplerinin de (olasılıkla) psikiyatrik ilaçlar tarafından, beyinlerinin stop ettirilmesi (yani beyin hasarına uğramış) olabileceklerine dair bir tahminde bulunabilmeye ait güzel bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz.. (Bu, aslında, çok eskiden akıl hastanesinde kalan bir sakin akrabamızın, ölmeden önce bize söylediği (hastaların, birbirlerinin üzerlerine çullanarak uyuduklarına dair) bir anıydı. Ama bu gerçeklerin şimdiki günümüz akıl sağlığı birimlerinde de yaşanıyor olabileceğine dair içimizde bie his de yok değil.. Çünkü 'görünen köy kılavuz istemez' misali, (akıl sağlığı birimlerindeki tek cinsiyetli koğuş sisteminin ve doğal olarak psikiyatrik ilaçlar tarafından beyin hasarına uğrayan insanların) olması, haliyle bunların yaşanabileceğine dair bize bir tahminde bulunabilme fikri verebilmeketdir, diyebiliriz..)
Şimdi akıllara gelen 'korkunç olasılık' ; Psikiyatrik ilaçların, böyle insanların beyinlerini uyuşturup (bir çeşit beyin hasarına uğratıp), dışarıdan gelebilecek herhangi bir tepkiye (tecavüz, taciz, şiddete vb gibi) karşı, 'herhangi bir tepki veremeyecek ve hissedemeyecek' seviyeye getirmesi olasılığı, (tabii bazıları istisna olabilir) özellikle de (çocuklara, kadınlara ve yaşlılara) a karşı 'tecavüz, taciz ve şiddet' eylemlerinde, gerçekten de bilinçli olarak kullanılıyor olunabilir mi? Psikiyatrik ilaçların, 'beyni uyuşturucu' özelliği olduğunu bilenler (örneğin psikiyatristler, hemşireler, diğer sağlık çalışanları ve diğer hastalar) tarafından.. Ve tabii sadece bunlar da değil.. İnsan düşünemeden de edemiyor.. Acaba, sakinlerin 'yaşamış olduğu evlerinde' de bu korkunç olasılıklar yaşanıyor olunabilir mi? Psikiyatrik ilaçların, beyinleri uyuşturduğu ve bu nedenle, hastaların dışarıdan gelebilecek herhangi tepkilere karşı, 'herhangi bir tepki veremeyecek ve hissedemeyecek' seviyeye geldiğini bilen /anlayan, bunu sonra farkeden, sakinlere bakan ebeveynler, yetişkinler.. Tabii aile bireylerinin bunu yapma olasılıkları çok düşük olmakla birlikte, her aile bireylerinin de aynı seviyede olduğunu söyleyebilmek de, oldukça zordur diyelim.. Tüm bu üzücü korkunç olasılıklar, ancak araştırılarak ve/veya tesadüfen (işte ne bilelim hastanelere acillere başvurmalar, yaralanma ve ölümlerin olması vb gibi) ortaya çıkartılabilir..
BİR HABER..
(Bu haberde, bazı sağlık personelleri, 'kendilerini şikayet etmesinler' diye, yaşlı hastaları, psikiyatrik ilaçlarla, zihinsel olarak sakat bırakıyor..)
-- BEYİNE ZARAR VEREN PSİKİYATRİK İLAÇLAR, 'HUZUR EVİNDE YAŞAYANLARA' UYGULANIYOR..
Bu beyne zarar veren (sözde) nöroleptik/antipsikotik ilaçlar, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinde 'zihinsel olarak sağlıklı yaşlı insanlara' rutin olarak - istemsiz olarak - verilmektedir. In-Health dergisinin Eylül/Ekim 1991 sayısında yer alan bir makaleye göre: "Huzurevlerinde, bakımevlerinde kalan yaşlıların yüzde 21 ile 44'ü arasında antipsikotikler kullanılıyor... Huzurevinde kalanlara reçete edilen antipsikotiklerin yarısının, 'hasta dosyasındaki 'tanı' ile açıklanamadığı' belirlendi. Araştırmacılar, 'ilaçların, asi hastaları sakinleştirmenin bir yolu' olan kimyasal deli gömleği gibi kurumlar tarafından yaygın olarak kullanıldığından şüpheleniyorlar." (s. 28). Huzurevlerinde, tekerlekli sandalyelerinden zar zor çıkabilen ve nöroleptik/antipsikotik ilaç verilen, iki zayıf yaşlı adam örneğini biliyorum. Biri, 'bastonuyla yürümeye çalışmasını engellemek' için, tekerlekli sandalyeye bağlandığından şikayetçi oldu. Diğeri ise 'geceleri tuvalete giderken, kalkıp düşmesini ve dışkısını yatağına yapmasını engellemek' için, yatağına bağlanıyordu. Her ikisi de 'o kadar fiziksel engelliydi ki', kimse için tehlike oluşturmuyorlardı. Ancak her ikisi de 'kendilerine, nasıl kötü davranıldığından, acı bir şekilde şikayet etmeye' cesaret ettiğinde.. Her iki vakada da huzurevi personeli, bu şikayetlere 'Haldol enjeksiyonu' ile yanıt vererek, bu adamları 'zihinsel' olarak sakatladı ve 'böylece, şikayet etmelerini, imkansız hale getirdi.' Bu zararlı ilaçların, (psikiyatrik sorunu olmadığı düşünülen huzurevi sakinlerinde kullanılması), asıl amacının 'tedavi değil kontrol olduğunu' göstermektedir. Nöroleptik ilaçlara yönelik terapötik iddialar, gerçeklere dayanmayan rasyonelleştirmelerdir." (213) (1160) (Diğerlerini araştırmalar da okuyabilirsiniz..)
***
-- Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç sektörü, psikiyatristleri, bir maşa (kukla) olarak mı kullanmaktadır? Özellikle de psikiyatri öğrencileri, psikiyatri ve ilaç sektörünün, (sağlıklı insanları 'akıl hastası' haline dönüştürebilmek için) garantileri konumuna gelmişlerdir..
Psikiyatri öğrencileri, tıp fakültelerinin psikiyatri şarlatanlık birimine, saf ve temiz olarak girerler, deyim yerindeyse (eğer kelimenin tam anlamıyla), birer şarlatan ve psikopat psikiyatrist olarak mezun olurlar. Ama öğrenciler, bunun farkında bile olmazlar; 'iyi birşey yaptıklarını, hastaları tedavi ettiklerini ve bilim ile meşgul olduklarını' sanırlar. Aslında onlar, diğer on /yüz binlerce (ve belki de ölenler de dahil milyonlarca) psikiyatrist gibi, şarlatan ve psikopat psikiyatri ve ilaç sektörleri tarafından kandırılmış ve onların tuzağına düşmüş birer kukladırlar.. Bu gerçeği bilen çok az sayıda psikiyatrist vardır ve onlar, psikiyatri ve ilaç sektörlerine karşı ciddi mücadeleler içerisindedirler.. ('Sıkıntıdaki doktor' filminden bir kare..) Temsili görseller.. (354)
Yukarıda anlatmıştık, olasılıkla, bu kanlı iki sektör, psikiyatristleri de bir maşa /kukla gibi kullanmış (kendi kirli ve kanlı emellerine alet etmiş) olabilir. Bu da, mümkün tabii ki.. Bununla birlikte, psikiyatristlerin, (yetiştirilmesi 'eğitimleri' sonrasında) psikiyatri ve/veya ilaç sektörlerine kazanılması ile bağlantılı olduğu için.. Özellikle de psikiyatri öğrencilerinin, bu kirli ve kanlı psikiyatri sektörünün, 'kirli ve kanlı emellerine' sahip çıkması açısından bakılırsa.. Aslında öğrencilerin varlığı, psikiyatri sektörünün, hiç hak etmediği halde, tıp camiasındaki yerini sağlamlaştırmak için (yani kendilerinin 'bilim' olduklarını ve 'bilim' olarak toplumda kabul görülebilmesi açısından bunu, garanti altına alabilmek adına) önemli olmuştur. Ne kadar çok öğrenci, o kadar çok toplumda itibar ve bilim demektir.. Psikiyatri öğrencileri, psikiyatri ve ilaç sektörünün, (sağlıklı insanları 'akıl hastası' haline dönüştürebilmek için kullanabilecekleri hatta kullandıkları) adeta garantileri konumuna gelmişlerdir, diyebiliriz..
Psikiyatrinin öğrencilerinin olması, onlara 'bilim vermek' açısından değil, onları kendi kirli ve kanlı emellerine alet edebilmek için bir kukla gibi kullanmaları açısından değerlendirilebilir.. Psikiyatrinin 'bilim' olmadığını, psikiyatri ve ilaç sektörü de (ve en azından bazı psikiyatristler de) gayet bunu çok iyi bilmektedir.. İşte bu nedenle, psikiyatri sektörü, 'kendini topluma kabul ettirebilmek ve 'bilim' olduklarını topluma ikna edebilmek' için de, psikiyatriye, öğrenciler alır ve onları taa çocukluktan itibaren (deyim yerindeyse kirli ve kanlı eylemlerinin nasıl yapılacağına 'yani sağlıklı insanların, nasıl akıl hastası haline dönüştürüleceğine' dair eğitimler vererek) eğitmeye çalışırlar.. Bu şekilde, 'bir taşla iki /üç kuş vurma!' misaline benzer düşünceyle, hem psikiyatrinin ve psikiyatristlerin birer 'bilim' olduklarını, toplumlara ikna etmeye, kabul ettirmeye ve bu sayede kendilerine bir itibar sağlamaya çalışırlar, hem gelecekte ilaç sektörünün ürettikleri zehirli psikiyatrik ilaçlarının işe yaradığı yalanını sürdürecek ve ilaçlarını reçete edecek, adeta ilaç sektörünün birer neferleri olabilmeleri açısından, onlara itibar ve mali açıdan ceplerinin doldurmalarını sağlarlar hem de bu sayede beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı bireyleri, psikiyatrik ilaçlar ile 'gerçek akıl hastası' haline getirebilmenin, uzun vadeli olmasının (daha çok sağlıklı insanı, akıl hastası haline getirmek) garantisini elde etmiş olurlar.. Yani, kısaca toparlarsak..
- -Psikiyatrinin öğrencilerinin olması..
1) Psikiyatri ve psikiyatristlerin, kendilerinin birer 'bilim' olduklarını, toplumlara kabul ettirmeye (onları ikna etmeye) ve bu sayede toplumlarda önemli bir 'itibar' elde etmeye çalışmaları (itibar kazanmaları) açısından..
2) Gelecekte ilaç sektörünün ürettikleri zehirli psikiyatrik ilaçlarının 'işe yaradığı' yalanını sürdürecek ve ilaçlarını reçete edecek, adeta ilaç sektörünün birer neferleri olabilmeleri nedeniyle, onlara itibar ve mali açıdan ceplerinin doldurmalarını sağlamaları açısından.. (Mali çıkar ilişkileri, lisanslı birer psikiyatrist olduklarında, öğrenciler için de işe yarayabilir bir çıkar ilişkisine dönüşebilir. Bu, tamamen öğrencilerin, psikiyatrist olduklarındaki tutumlarına bağlıdır.)
3) Beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı bireyleri, 'gerçek akıl hastası' haline getirebilen psikiyatrik ilaçların, 'son derece güvenli olduğu' izlenimini devam ettirmek ve bu sayede gelecekte sağlıklı insanları 'akıl hastası' haline getirebilme çabasının uzun vadeli olmasının (yani daha çok sağlıklı insanı, akıl hastası haline getirmek) garantisini elde etmiş olabilmek açısından, oldukça önemli bir yere sahip olmuştur, diyebiliriz..
-- Psikiyatri sektörünün ve/veya psikiyatristlerin, ilaç sektörü ile olan kirli ve kanlı mali ilişkileri, dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca (belki de yüz milyonlarca /milyarlarca) masum insanın, 'gerçek akıl hastası' haline dönüşmesine, 'kalıcı beyin hasarlarına' uğramasına ve ölümler de dahil, çok sayıda 'iyatrojenik zararlar' görmesine (ve tüm bunlarla bağlantılı tahmini milyonlarca ailenin parçalanmasına ve toplum düzeninin bozulmasına da) sebep oluyor; (ne kadar çok sağlıklı insan, psikiyatrik ilaçlarla 'gerçek akıl hastası' haline getirilirse, o kadar çok para (psikiyatrik ilaç sektöründen mali kazanç) demektir..)
Psikiyatri ve ilaç sektörleri, psikiyatristleri kullanarak, insanları 'akıl hastası' olarak etiketleyen ve psikiyatrik ilaçlara musallat edip, (insanların) beyinlerini (kimyasal kaynaklı) kalıcı beyin hasarına uğratan ve olasılıkla bununla bağlantılı olması muhtemel, (insanları) kalıcı akıl hastası haline getiren (dönüştüren), şarlatan ve psikopat psikiyatristler tarafından (DSM ve dünyada yaygın olarak kullanılan ICD denen yüzlerce hatta belki de binlerce olabilen) uydurulmuş HAYALİ akıl hastalığı tanı ve teşhis koyma kriterlerini kullanırlar.. Bu uydurulmuş hayali akıl hastalığı tanı ve teşhis koyma kriterleri nedeniyle, psikiyatrinin toplumlara vermiş oldukları iyatrojenik zarar, deyim yerindeyse everest tepesi kadar (belkide daha fazla) artmış durumdadır. Buna rağmen, toplumların bunu algılayabilmesi (biraz zaman alacak gibi ama yine de farkına varılması an meselesi olduğunda) durumunda, psikiyatrinin, tıp camiasında daha fazla kalması söz konusu bile olmayabilir.. Temsili görseller.. (298)
Psikiyatrinin kirli, kanlı ve sinsi yönü : Psikiyatrik ilaçlar, 'akıl hastalıklarını' düzeltmez, onları yaratır. Ve psikiyatristler, bu gerçeği biliyorlar ve bildikleri için de sağlıklı insanları, psikiyatrik ilaçlarla (kimyasal ilaç kaynaklı ve kalıcı olma özelliği olan) birer 'gerçek akıl hastası' haline getiriyorlar. Sırf koydukları akıl hastalığı teşhisini DOĞRULAMAK (kendilerini haklı çıkarmak) için.. Ve böylece, ilaç sektörü ile olan 'mali ilişkilerini' de sağlamlaştırmış oluyorlar.. Ne kadar çok sağlıklı kişiyi 'akıl hastası' haline getirirlerse, (ilaç sektöründe) o kadar çok mali ilişkilerde kazanç (para) demektir..Yani ne kadar çok akıl hastası (üretilirse), o kadar çok (zehirli) psikiyatrik ilaç reçete edilir ve satıştan 'mali gelir' elde edilir demektir.. Bu kirli, kanlı ve sinsi sağlık politikası, hem psikiyatristlerin hem de psikiyatrik ilaç sektörünün 'ceplerini doldurmaları' açısından, adeta 'bulunmaz bir hint kumaşı' gibidir..
Sağlıklı insanları 'gerçek akıl hastası' haline getiren bu psikiyatrik ilaçlar, (sırf bu sinsi oyun için) özel olarak üretilen ve ayrı satılan özel psikiyatrik ilaçlar değildir.. Bunlar, dünya genelinde 'akıl hastalığı' teşhisi konulan sayısı belirsiz tahmini milyonlarca /yüz milyonlarca (kimbilir belki de milyarlarca) insanın, rahatlıkla ulaşabildikleri ve doktor reçetesi ile satın alabildikleri, ilaç satmaya yetkili, normal sokak eczanelerindeki, normal her türlü psikiyatrik ilaçlardır..
Dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca /yüz milyonlarca (belki de milyarlarca) insanın, bu psikiyatrik ilaçları kullandıkları düşünülürse... Bu insanların kaçta kaçının kimyasal ilaç kaynaklı kalıcı olabilen 'kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'gerçek akıl hastası' haline dönüşmüş olabileceklerini bilebilmek oldukça zor olsa da, en azından uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' psikiyatrik ilaç kullanan (sayısı belirsiz tahmini) yüzbinlerce ve/veya milyonlarca insanın, 'kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'gerçek akıl hastası' haline dönüşmüş olabileceklerine dair bir fikir edinebiliriz, diye bir tahminde bulunabiliriz..
B) Mahkeme kararları ve polis zoru ile masum insanlara, 'kimyasal lobotomi' yapılması ('tedavi' adı altında, psikiyatrik ilaçlar ile 'gerçek akıl hastası' haline getirilmesi..)
-- Mahkeme kararı ve polis zoru ile "kalıcı bir akıl hastası" haline dönüştürülmek..
Bunu, bu şekilde okuyunca, sanki mahkemeler gerçekten de, 'insanları bilerek (bilinçli olarak) 'gerçek bir akıl hastası' haline getirmeye çalışıyormuş' gibi bir algı yaratıyor. Ancak tam olarak öyle değil ama (aslında mahkemeler bunun farkında bile olmasa da), yapılan şey aslında bunun gibi bir şey.. Mahkemeler, büyük olasılıkla, bu gerçeğin farkında değil.. Farkında olmadıkları için de, yasa ve kanunlar gereği, 'tedavi' (akıl sağlığının tedavisi!) adı altında, söz konusu olan kişileri, bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılmasına ve zehirli psikiyatrik ilaçlarla tedavi edilmesine karar veriyor. Ve polis zoru ile de, tüm bunlar gerçekleştiriliyor. Ve sonunda ise, beyinleri son derece sağlıklı olan masum insanların beyni, zehirli psikiyatrik ilaçlarla (genellikle uzun vadelerde (aylar ve/veya yıllar sonrasında) ama bu bazen anında ve/veya kısa vadelerde (günler ve/veya haftalar sonrasında da) olabiliyor, kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmaları sağlanılmış olunuyor.. Temsili görseller.. Illustration.. (334)(355)
Bu gibi nedenlerden dolayı da.. Beyni son derece sağlıklı olan (ve/veya geçmişinde ve şimdiki dönemde herhangi bir akıl hastalığı olmadığı halde) sağlıklı masum kişilerde, 'sanki bunlar varmış gibi' gösterilerek, mahkeme kararı ve polis zoru ile bu sağlıklı kişilerin bir akıl hastanesine yatırılması ve orada ona verilen psikiyatrik ilaçlar ile gerçekten de, "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmesi de söz konusu olabilmektedir.. Şöyle ki..
BİR KURGU DAHA.. Örneğin beyni son derece sağlıklı olan (ve/veya geçmişinde ve şimdilerde herhangi bir akıl hastalığı olmayan) sağlıklı bir insanın, (yukarıda okuduğunuz kurguya benzer bir varsayım ile) herhangi bir olayda yaşamış olduğu "normal tepkileri" nedeniyle mahkemeye çıkarıldığını ve mahkemenin de bu sağlıklı kişiyi "akıl hastası mı değil mi?" diye psikiyatri polinikliğine (servisine) gönderdiğini bir düşünün.. (/mahkeme de bilirkişi olarak herhangi bir psikiyatristin olduğunu da düşünebiliriz..) Psikiyatrist'in de (varsayalım ki, bu sağlıklı kişiye) herhangi bir "kişilik bozukluğu" teşhisi koyduğunu ve 'bir akıl hastanesine yatırılıp-tedavi görmesi gerektiğine dair resmileştirilmiş bir sağlık raporu' hazırlayıp-bunu mahkemeye sunduğunu düşünelim..
Mahkeme, psikiyatrist'in sunduğu raporu dikkate alır (çünkü resmi bir niteliği vardır, almak zorundadır) ve sağlıklı kişiyi 'bir akıl hastanesinde tedavi görmesi' için, onu polis eşliğinde akıl hastanesine sevk eder. Sağlıklı kişi, "kendisinin hasta olmadığını" söylese de, mahkeme buna aldırış etmez; çünkü mahkemenin elinde, resmi yetkili ünvanlı bir psikiyatristin elinden çıkan "kapı gibi deli (sağlık) raporu" vardır; sağlıklı kişiye mi inanacak yoksa bu kapı gibi deli raporuna mı? Di mi ama?
Mahkeme kararı ve polis eşliği (zoru) ile bir akıl hastanesine sevk edilen sağlıklı kişinin akıl hastanesine yatışı yapılır. Ve buradaki psikiyatristlerden /hemşirelerden /diğer hastalardan birinin bu sağlıklı kişiye, "Buradan kurtulmak istiyorsan, cici bir hasta ol, ilaçlarını düzenli kullan, kimseye sataşma, uslu ol ve her denileni yap! Ancak bu şekilde doktorları "iyileştiğine" ikna edebilir ve buradan kurtulabilirsin!" dediğini varsayalım.. O da düşünür.. Buradan kurtulmanın tek yolunun kendisine söylendiği gibi davranmanın olduğunu anlar ve kendisine verilen "kişilik bozukluğu" hastalığına uygun psikiyatrik ilaçları (başına gelebileceklerden habersiz bir şekilde) kullanmaya başlar..
İlk defa psikiyatrik ilaçlar kullandığı için acayip bir ŞOK geçirir ve kendisinde daha önce olmayan bir takım psikiyatrik belirtileri (semptomları) yaşamaya başlar.. Bu yaşadıklarını doktorlarına anlatır. Doktorlar, bunun "ilaçların geçici yan etkileri ve/veya senin hastalığının (mesela şizofreni) belirtilerinin ortaya çıkışı ve/veya senin iyileşmeye başladığının kanıtı vb olduğu) gibi oldukça yanıltıcı ve aldatıcı olan bilgileri verirler. (Ama aslında gerçeğin bunlar olmadığını psikiyatristler de çok iyi biliyorlar.. Herneyse, biz konumuza devam edelim..)
Ve sonuç olarak, yukarıdaki kurguya benzer bir şekilde, bu kurgumuzda da, kendisini bu hale getirenin aslında psikiyatrik ilaçlar olduğunu bilmeyen ve geçmişinde ve şimdiki dönemde herhangi bir akıl hastalığı olmayan ve beyni son derece sağlıklı olan bu kişinin, psikiyatristin tarifine göre reçeteli psikiyatrik ilaçlarını düzenli olarak kullanmaya devam ederek, psikiyatrik ilaçlar ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmesi sağlanılmış olunur..
Geçmişinde ve şimdiki dönemde herhangi bir akıl hastalığı olmayan ve beyni son derece sağlıklı olan bir kişinin, bir psikiyatristin ortaya attığı ve tamamen "gözlemlerine dayalı" olan (hayali) psikiyatrik teşhis etiketinin olduğu (bir nevi deli damgalı) sağlık raporuna dayanarak... Bir mahkemenin almış olduğu karar ve polis zoru (eşliği) ile bir akıl hastanesine yatırılması ve orada da, buna oldukça zehirli ve öldürücü özelliği olan psikiyatrik ilaçların verilmesi sonucu, bu sağlıklı kişinin gerçekten de, "gerçek bir akıl hastası" haline dönüşmesi sağlanmış (olasılığı) olduğundan dolayı.. Yukarıdaki (mahkeme kararı ve polis zoru ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmek..) başlığının ne anlama geldiğini umarız anlamış olmalısınızdır..
Aslında asıl korkunç olan şey, "bunun, gerçekten de yaşanıyor olabileceği" düşüncesidir. Sağlıklı bir insanın, bu kurguda anlattığımız şekilde "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürüldüğünü, bir düşünün.. Aslında bu gerçekten çok korkunç bir şey, öyle değil mi? Psikiyatri polikliniklerinde, en önemsiz sorunlardan (örneğin hafif bir sinirlilik, bir olayda gösterilen son derece normal olan tepkiler vb gibi son derece önemsiz ve küçük sorunlardan) dolayı bile son derece sağlıklı olan sağlıklı bireyleri, sadece "gözlemlere dayalı" (hayali) psikiyatrik teşhisler koyarak onları "akıl hastası" olarak etiketlemek ve bunlara uygun oldukça zehirli ve öldürücü özelliği olan psikiyatrik ilaçlar reçete ederek, bu sağlıklı insanların bunları kullanmasını sağlayarak sağlıklı insanların psikiyatrik ilaçlar ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülmesi yeterince korkutucu olurken.. Bunun, mahkeme kararı ve polis zoru ile gerçekleştirilmesi, bu durumu daha da vahim ve daha da korkutucu hale getirebiliyor..
-- Psikiyatri, mahkeme kararları ve polis zoru ile sağlıklı masum insanları, (genellikle uzun vadede) adeta 'gerçek bir 'akıl hastası' haline dönüştürebilmek' için, "tedavi" adı altında, (insanları birer gerçek akıl hastası haline dönüştürebilen bir özelliğe sahip) zehirli psikiyatrik ilaçlar ile onları, zorla ve zorbalıkla ilaçlayabilmektedir; (kimyasal lobotomi)..
Bu gerçek, 'akıl hastası' olarak görülen kişilerin, 'tedavi' adı altında, bir takım mahkeme kararları ve polis zoru ile, istemsiz bir şekilde (zorla ve zorbalıkla), evlerinden alınıp, bir 'akıl hastanesine' ve/veya bir 'psikiyatri servisine' yatırılması ve onlara hem beyin hem de vücut sağlığı için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaç tedavileri verilmesi ile ilgili haberlerle doğru orantılıdır.. İstemsiz şekilde beyinlerine, zehirli kimyasal (psikiyatrik ilaç) içeren haplar verilen ve/veya iğneler zerk edilen kişilerin, ileriki dönemlerde kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğramaları ve bununla bağlantılı kimyasal kaynaklı 'kalıcı akıl hastalığına' yakalanmaları (dönüşmeleri) söz konusu olabilmektedir.. Bu kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğrama ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanma olasılıkları, genellikle uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç tedavileri sonrasında olabilirken, bazı kişiler için bu süreç daha kısa vadelerde de (anında olabileceği gibi, günlerce ve/veya haftalarca sonrasında da) olabilmektedir, diyebiliriz.. Sayıları belirsiz tahmini on/yüz milyonlarca olabilen iyatrojenik zararları ve ölümleri ise hiç saymıyoruz.. Onları da katarsak eğer, psikiyatrik ilaçların ne kadar çok tehlikeli ölümcül bir özelliğe sahip olduğunu, bu şekilde anlayabilmiş oluruz..
- 'Mahkeme kararları ve polis zoru' ile "tedavi" adı altında, dünya genelinde tahmini on/yüz binlerce (hatta belki de on /yüz milyonlarca) sağlıklı masum insan, (genellikle uzun vadeli 'aylarca ve/veya yıllarca' ilaç kullanım sonrasında) kimyasal kaynaklı ve kalıcı olan birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyor : (beyinleri sağlıklı bireylerin, beyinlerini lağvetme yöntemi; Bu bir Kimyasal Lobotomi yöntemidir..)
- Ve (önceden akıl hastası olarak gözüken ve tedavi gören) diğer masum insanlar ise, adeta beyinleri iflas edene (beyin hasarına uğrayana) kadar, beyinleri lağvediliyor.. (Deyim yerindeyse, kelimenin tam anlamıyla beyinlerine tecavüz ediliyor.) : (önceden beyinleri tecavüze uğramış bireylerin beyinlerini lağvetme yöntemi; Bu bir Kimyasal Lobotomi yöntemidir..)
-Sağlıklı masum insanlar, nasıl 'birer gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyor? Ve diğer masum insanların beyinleri neden ve nasıl iflas edene kadar lağvediliyor?
-- Peki, tüm bunlar nasıl olmaktadır?
Yukarıdaki (A) şıkkındaki masum insanların psikiyatrik ilaçlarla, birer 'akıl hastası' haline dönüştürülmesi gerçeğini okuduk.. Ve bu gerçeğin olması yetmiyormuş gibi.. Bu masum kişiler, adeta mahkeme kararları ve polis zoru ile deyim yerindeyse zorla ve zorbalıkla bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılarak, psikiyatrik ilaçlar ile birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyorlar.. (Sanki 'insanları akıl hastası haline getirme' süreçleri, evlerde yapılmasının mutluluğu!! onlara yetmiyormuş gibi, bu işi mahkeme kararları ve polis zoru ile de yapıyorlar.. Böylece deyim yerindeyse eğer, kendilerinin ne kadar paranoyak (lisanslı şarlatan ve psikopat) psikiyatrist olduklarını da ilan etmiş oluyorlar..) Peki bunlar nasıl olmaktadır?
"Birçok mesleğe faydalı bir atak yaptık... En zor ikisi hukuk ve tıptı... Kamu hayatı, politika ve sanayi hepsi bizim etki alanımızın içinde olmalı." -Psikiyatrist J.R. Rees, 1940.. ('Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' müzesinden bir görüntü..) (256)
Özellikle de psikiyatri sektörünün, tüm kamu yerlerinde 'devlet kademelerinde, politikada, siyasette, medyada, yasalarda ve mahkemelerde' bile, inanılmaz bir güce sahip olması.. Yani, yasa koyucuların, psikiyatri ve psikiyatristlerin, masum insanları 'akıl hastalığı' ile etiketlemeleri (damgalamaları) ile almış oldukları 'psikiyatrik kararlarına' karşı adeta 'dokunulamaz, eleştirilemez' seviyede yasalar çıkartması (yani her şeyin YASAL olması)..
'Akıl hastalığı' teşhisi ile etiketlenen kişilerin, mahkemeler tarafından, (lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristlerin almış oldukları insan hakları ihlali 'psikiyatri kararlarının' hukuki açıdan ve geçerlilik bakımından yasal olması nedeniyle) itiraz gerekçelerinin kabul edilmemesi ile kendilerini savunamayacak hale getirilmeleri sonucu..
'Akıl hastası' olarak damgalanan kişilerin, mahkemeler tarafından (mahkeme kararları ve), polis zoru ile 'tedavi' adı altında, bir psikiyatri servisine ve/veya bir akıl hastanesine yatırılması ve tedavi görmesine karar verilmesi sonucu.. Bu kişiler, adeta mahkeme kararları ve polis zoru ile deyim yerindeyse zorla ve zorbalıkla bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılarak, (genellikle uzun vadede) psikiyatrik ilaçlar ile (beyinlerine 'kimyasal lobotomi' uygulanarak), beyinleri stop (iflas) ettiriliyor; yani 'beyin hasarına' uğratılıyor ve bununla bağlantılı birer 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülüyorlar.. (Bu, genellikle uzun vadede 'aylarca ve/veya yıllarca' sonra olabileceği gibi, bazen de kısa vadede de 'anında olabileceği gibi, günlerce ve/veya haftalarca' sonra da olabiliyor..)
Sanki dünya genelinde milyonlarca masum insanın (psikiyatri vahşetinden habersiz bir şekilde), zehirli psikiyatrik ilaçları kendi evlerinde kullanmaları yetmiyormuş gibi, bir de bu tedavilerin zararlı olduğunu bilen insanlara, 'tedavi' bahanesi adı altında, mahkeme kararları ve polis zoru ile zorla ve zorbalıkla (psikiyatrik ilaç tedavilerinin verilmesi için), bu masum insanların bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılması ve (sözde) tedavi görmesi sağlanılıyor. Ve sonrasında ise, bu psikiyatrik ilaçlar tarafından (özellikle de uzun vadeli kullanımlarında, beyinleri son derece sağlıklı olan) bu sağlıklı masum insanların beyinleri, hasara (kimyasal beyin hasarına) uğratılıyor ve bu hasarla bağlantılı kalıcı olan 'gerçek akıl hastalıklarına' yakalanması sağlanılmış olunuyor. Böylece, deyim yerindeyse beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanlara 'akıl hastalığı' teşhisi koyan psikiyatristler ile birlikte (akıl hastaneleri ve psikiyatri servislerindeki psikiyatristler de), bu sağlıklı masum kişilerin ('beyin hasarına' uğratılarak, bununla bağlantılı) 'akıl hastası' haline dönüştürülmesini DOĞRULAMIŞ ve kendilerini haklı çıkarmış olacaklardır..
-- Kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğrama ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalığına' yakalanma durumu, zehirli psikiyatrik ilaçların yaygın kullanılması nedeniyle, sivil hayattaki evlerde de gerçekleşmektedir.. Hem de kimsenin ruhu bile duymadan..
"Psikiyatrik ilaç kullanan, on /yüzbinlerce (hatta milyonlarca) insanın hayatı 'tehlikede' olabilir mi?"
'Kimyasal lobotomi', günümüzde tüm akıl sağlığı birimlerinde ve hatta evlerde (hanelerde) bile uygulanan, herkesin doktor reçetesi ile kolaylıkla satın alabildiği 'sokak eczanelerinde' satılan ve normal bilinen psikiyatrik ilaç tedavileridir (yani psikiyatrik ilaç tedavisinin, beyinde yarattığı olumsuz sonuçlarına verilen bir isimdir), diyebiliriz.. 'Kimyasal lobotomi', (beyni ve içindekileri, bıçak, çekiç vb gibi kesici ve delici aletlerle açıp, kesip-biçme verilen işlem olan) frontal lobotominin, kimyasal versiyonudur; (bıçaksız, çekiçsiz, kesiksiz olarak yapılan işlem..) Frontal lobotomi ile kimyasal lobotomi arasında, verdikleri 'zarar' açısından, herhangi bir fark yoktur. Her ikisinde de, 'beyne hasar vermeler, intiharlar ve ölümler' gibi çeşitli 'iyatrojenik zararlar' söz konusudur.. Temsili görseller.. Illustration.. (240)
Bu nedenle, frontal lobotomiyi 'korkunç, vahşet' birşeymiş gibi gösterip, aynı zararlara (kimyasal lobotomiye) sebep olan, psikiyatrik ilaçları 'masum' göstermeye çalışmak, zon derece zalimce bir davranıştır. Tüm psikiyatrik ilaçların, insanlara böyle zararlar verme olasılıkları (en azından uzun vadelerde) bulunmaktadır.. Bu nedenle, istisnasız tüm psikiyatrik ilaçlar, beyne birer 'kimyasal lobotomi' uygular. Yeterince uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca) uygulandığında, 'kimyasal beyin hasarına' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmasına sebep olabilir..
"Yatılı akıl hastaneleri, psikiyatri servisleri gibi diğer akıl sağlığı birimlerinde, bazı ağır psikiyatrik ilaçlar (bunlara genellikle beton iğnesi denen ağır ilaçlar) da uygulanabiliyor ve bu ilaçların, insanların beyinlerini daha hızlı bir şekilde hasara uğrattıklarını /uğratıyor olabileceklerini söyleyebiliriz.. Bu ağır ilaçlar, sinir atakları geçiren (yani rahat durmayanlara) kişilere karşı yapılıyor ama onların durumlarını, daha da beter kötü hale getiriyorlar.. Zaten sürekli sinir atakları geçirmelerinin sebebi de, bu ilaçların, bu hastaların beyinlerine oldukça ciddi hasar vermesinden kaynaklanması olabilir, diye tahminde bulunabiliriz.."
Mahkeme kararları ile insanların (beyinlerine 'kimyasal lobotomi' uygulanarak) 'gerçek akıl hastası' haline dönüştürülmesi, gerçekten ne kadar korkunç birşey öyle değil mi? Ama işte, 1.si mahkemeler nereden bilsin bu gerçekleri.. 2.si hem bilse bile ne yapabilir ki? Yasalara nasıl karşı gelebilir? İşte ciddi sıkıntılar burada yaşanıyor..
-- Psikiyatri ve psikiyatristlerin kurumlar ve yasalar üzerinde inanılmaz ve sınırsız bir güce sahip olması..
"İyi de mahkemeler nereden bilsin ki, psikiyatrik ilaçların, sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürdüğünü?" Evet, bu çok doğru.. Bilmiyorlar.. Ve bilmedikleri gibi onların da 'bu konuda yapabilecekleri birşey de yok' gibi görülüyor.. Çünkü, mahkemeler de "akıl hastalığı" konusunda tek yetkili kurum psikiyatridir. Yetkili kişiler de, bu kurumlara kayıtlı ve hastanelerde çalışan psikiyatristlerdir.. Psikiyatristlerin, bir kişi hakkında hazırlamış olduğu (her ne kadar yalan, yanlış ve aldatıcı bir şekilde hazırlanmış olsa da bir) sağlık raporu, mahkemeler de resmi açıdan "geçerli bir rapor" olarak görülür. Kanun ve yasalar, buna izin vermiştir. Bu nedenle mahkemelerin burada yapabilecekleri (bazı istisnalar hariç olabilir) birşey yok, gibi görülüyor.. Mahkemeler, raporun "sahte olup-olmadığna" bakabilir ama eğer bu sağlık raporunu düzenleyen "gerçek bir psikiyatrist ve gerçek bir hastane çıkışlı" ise raporun "yalan, yanlış ve/veya yanıltıcı olup-olmadığına" bakmaz /bakmayabilir /belki istisnalar olabilir..
Psikiyatri, resmi kurumları özellikle de politikacıları ve mahkemeleri (yasaları), adeta kendisine tapacak şekilde öyle bir dizayn etmiş ki, kimse bu 'psikiyatrik zulümlere' DUR diyemiyor. Batı dünyası ise bunu yıllar öncesinden fark ediyor ve sivil toplum örgütleri çatısı altında toplanarak... Psikiyatri'nin, resmi kurumlarda özellikle de yasalarda ve mahkemelerde etkin bir güce sahip olmasını ve adeta buraları kontol altına alması ve dizayn etmesini eleştirerek... Psikiyatrik zulümleri (yani psikiyatrinin ve psikiyatrik tedavilerin; ilaçların ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin ölümcül zararlarını) göstererek, protestolar yapıyorlar.. İşte bunlardan sadece ikisi; ('Psikiyatrik ilaçlar öldürebilir! ; Zorla akıl sağlığı tedavisi insanlık dışıdır" ; Psikiyatri insan hakları ihlalidir. ; Psikiyatri ilaçlar ve etiketler, askerlerimizi öldürür. ; Psikiyatri ilaçlar ve etiketler, çocuklarımızı öldürür. ; Psikiyatri ilaçlar ve etiketler, (yeni yürümeye başlayan) küçük çocukları öldürür. ; Psikiyatri ilaçlar ve etiketler, fetüse zarar verir.') -Psikiyatri ve psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerine karşı yapılan protestolardan...) Temsili görseller.. Illustration.. (356)(357)
Aslına bakarsanız, psikiyatrinin ve psikiyatristlerin adeta deyim yerindeyse "mahkemeleri ele geçirmesi, oraları kontrol etmesi" gibi bir güce sahip olması, gerçekten çok korkunç bir durum.. Korkunç olmasının nedenini yukarıda kısaca kurguda anlattık.. Ayrıca psikiyatri ve psikiyatristler sadece mahkemelerde değil, diğer devlet kurumlarında ve hatta ülkelerin meclislerinde, politikacıların üzerinde ve hatta yasa ve kanunlarda bile çok etkili bir güce sahip olduğunu görebiliyoruz.. Ve bu nedenlerden dolayı da özellikle de başta ABD olmak üzere gelişmiş batı dünyasında, psikiyatri ve psikiyatristlerin (özellikle de sağlıklı) insanlar üzerinde almış oldukları "kararlar (psikiyatrik etiketlemeler)" nedeniyle, "aile facialarının yaşanması" gibi çok sayıda yaşanan sorunlardan dolayı.. Psikiyatri ve psikiyatristlerin, başta mahkemeler olmak üzere, diğer tüm devlet kurumlarında ve yasalarda adeta sınırsız bir güce sahip olması konusunda oldukça çok ciddi tartışmalar yaşanmakta ve hatta bu konularda protestolar dahi yapılabilmektedir.. Psikiyatri ve psikiyatristlerin başta mahkemeler olmak üzere, kurumlarda ve yasalarda böyle sınırsız bir güce sahip olması, psikiyatristlerin adeta (deyim yerindeyse elini kolunu sallaya sallaya) hemen hemen her insana rahat bir şekilde psikiyatrik bir teşhis koyarak, kişileri "akıl hastası" olarak etiketleyebileceğini ve bunun da kişierin yaşamı açısından içinden çıkılamaz çeştili sorunlara yol açabileceğini (hatta açabildiği konusunda da belli sayıda kanıtlarda bulunuyor) ve bu nedenle psikiyatristlerin bu sınırsız güce sahip olmalarını olabildiğince eleştiriyorlar ve bunun kaldırılması /değiştirilmesi için büyük çabalar sarf ediyorlar, diyebiliriz..(Bununla ilgili bilgileri "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir"
sersinin 5.bölümünü okuyabilirsiniz.. Ayrıca konu hakkında da bizim bazı
fikir ve düşüncelerimizi de 7.bölümde de okuyabilirsiniz..)
-- Hadi gelin, yeni bir kurgu daha yapalım.. Konuyu daha iyi anlayabilmek için yeni kurgu ile durumu, anlaşılır bir şekilde izah etmeye çalışalım;
BİR KURGU: Bir psikiyatrist, (daha önce hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış, zihinsel ve fiziksel açıdan beyni son derece sağlıklı olan) sağlıklı birisini, bir 'akıl hastalığı' teşhis ile etiketlerse (damgalarsa), o kişinin, buna itiraz edip, bu teşhisi ortadan kaldırma hakkı (yok hükmünde sayma olanağı) neredeyse hiç yoktur. Ve eğer teşhisi koyan o psikiyatrist, 'akıl hastası' olarak damgaladığı masum insanın, (insan beyni ve vücudu için oldukça zehirli olan ve insanları kimyasal kaynaklı kalıcı gerçek akıl hastası haline dönüştüren) 'psikiyatrik ilaçlar kullanması gerektiğini' söyler ve bu ilaçları reçete ederse, o insanın, bu ilaçları kullanıp-kullanmama hakkı kendisine ait olur.
Ancak o psikiyatrist, 'akıl hastası' olarak damgaladığı masum insanın, 'tedavi' adı altında 'bir akıl hastanesine yatırılarak, bu zehirli 'psikiyatri ilaçları, zorla (ve zorbalıkla) kullanması gerektiğine' karar verir ve örneğin 'bu kişinin akıl sağlığının düzelmesi için tedavi görmesi gerekiyor veya bu kişi, ailesi ve/veya toplum için tehlike arz ediyor' vb gibi buna benzer türlü bahanelerle, bunu kanuni yollara (hukuksal sürece, güvenlik birimlerine (polise) ve mahkemelere) taşırsa..
Polis zoru ile 'akıl hastası' olarak etiketlenen sağlıklı masum insan, mahkemeye getirilir ve mahkeme de, yasa koyucuların koymuş olduğu (adeta 'psikiyatrinin hükümranlığını' içeren) yasalara göre, psikiyatrist tarafından akıl hastası olarak damgalanan masum kişinin, 'tedavi' adı altında, bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılmasına ve orada (deyim yerindeyse, kimyasal kaynaklı 'gerçek bir akıl hastası' haline gelene (beyin hasarı görene) kadar, psikiyatrik tedavi görmesine (yani bir nevi bir çeşit kimyasal lobotomi uygulanmasına) karar verir.
Mahkeme kararı ve polis zoru ile kişi, (deyim yerindeyse) zorla zorbalıkla istemsiz bir şekilde bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine, 'tedavi' adı altında yatırılır. Burada, kişiye (beyin ve vücut için son derece zehirli olan) psikiyatrik ilaç (hap ve/veya iğne) tedavileri yapılmaya başlanarak, kişinin, olasılıkla ileriki süreçlerde (uzun vadede aylarca ve/veya yıllarca ilaç kullanım sonrasında) kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarına' uğramasına ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanmasını sağlayan süreçler başlatılmış olunur. (Eğer, kişinin bünyesi çok zayıf ise, bu 'beyne, kimyasal kaynaklı kalıcı hasar verilme' ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastası' olunma durumu, anında ve/veya günlerce ve/veya haftalar sonrasında da gerçekleşebilir.)
Ve daha sonra da, kişinin kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratılması ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanması sağlanılarak, süreç bitirilmiş olunur. Böylece, kişi, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sahip olduğu için, hayatını boyunca (ölünceye kadar), bu akıl hastanesinde kalmaya devam eder.
Umarız şimdi, akıl hastanelerinde ölünceye kadar kalmak zorunda kalan sakinlerin, (bu akıl sağlığı birimlerinde ve/veya kendi özel yaşamlarında) psikiyatrik ilaç tedavileri ile kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratılmış ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmasına sebep olunmuş, olabileceğine dair bir fikir edinebilmişsinizdir..
Eğer bu durum, psikiyatri servisinde gerçekleştiyse, büyük olasılıkla, 'tedavisi zor' hasta olarak, bu kişinin ölene kadar bir akıl hastanesinde kalması için, buraya sevki yapılacaktır. Çünkü, bu kişi, yataklı psikiyatri servisinde, (deyim yerindeyse bu şekilde kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratılacak ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastasına dönüştürülecek, beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanların kalacağı) yerleri işgal etmektedir. Bir an önce bu yatakların yerleri boşaltılıp-başka kurbanların gelmesi sağlanılmalıdır..
Ve böylece... Beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum bir insan, bir psikiyatristin kendisini 'akıl hastası' olarak etiketlemesi (damgalaması) ve (ilaç tedavisini kabul etmediği için zorla ve zorbalıkla, istemsiz bir şekilde) 'zorunlu' olarak bir akıl hastanesine ve/veya psikiyatri servisine yatırılıp, burada psikiyatrik ilaç tedavisi görmesine karar vermesi sonucu... Polis zoru ile mahkemeye çıkartılır ve mahkeme de, psikiyatristin kararı gerekçe gösterilerek, kişinin 'zorunlu' olarak bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatrik servisine yatrılıp, 'tedavi' görmesine karar verir. Ve kişi, mahkeme kararı ve polis zoru ile bir akıl hasatnesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılır ve ona, burada psikiyatrik ilaç tedavisi verilmeye başlanarak, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrama ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanma süreçleri başlatılmış olunur..
Ve böylece... Beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum bir insanın, deyim yerindeyse, mahkeme kararı ve polis zoru ile, psikiyatrik ilaçlarla kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğratılması ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanılması sağlanılmış olunur.. İşte, beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı bir insanın, mahkeme kararları ve polis zoru ile psikiyatrik ilaçlarla kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı beyin hasarına dönüştürülmesi işlemi bu şekilde gerçekleşmiş olunur.
Ve böylece... Psikiyatrist de, beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanın, psikiyatrik ilaç tedavileri (ve/veya ECT gibi diğer olası zararlı psikiyatri yan tedavi uygulamaları) ile kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrattığından ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmasını sağladığından dolayı... Bu şekilde, kendisinin koymuş olduğu 'akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAYARAK, (bu teşhis konusunda) 'kendisinin ne kadar haklı olduğunu', tüm dünyaya göstermiş olmanın mutluluğunu!! ve gururunu!! yaşamış olabilecektir.. (Psikiyatristlerin, beyni son derece sağlıklı olan sağlıklı masum insanlara, koymuş oldukları akıl hastalığı teşhislerini (onları, psikiyatrik ilaçlar ile kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmasını sağlayarak) nasıl DOĞRULAYARAK, kendilerini haklı çıkarmaya çalıştıklarına dair bilgileri, yukarıda irdelemiştik, tekrar okuyabilirsiniz..)
** Zorla ve zorbalıkla yapılan Psikiyatrik Zorbalık, İstismar ve Vahşetler ve sonuçları..
-- Dünya genelinde tahmini on/yüz binlerce (belki de on/yüz milyonlarca) masum insan, aynı akibete uğruyor; (mahkeme kararları ve polis zoru ile) çeşitli psikiyatrik tedaviler ile 'kalıcı beyin hasarına' uğratılıyor ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalanması sağlanılıyor..
Yukarıda anlattığımız 'mahkeme kararları ve polis zoru ile insanların, gerçek birer 'kalıcı akıl hastalıklarına' dönüştürülmesi' kurgusu, aslında kurgu olmaktan çok uzak, olması yüksek olan olası gerçeklerle ilgili olabilen vahim bir gerçektir, diyebiliriz.. Bunun nedenlerini de şöyle açıklayabiliriz;
1) İnsanlar gerçekten, mahkeme kararları ve polis zoru ile zorunlu olarak istemsiz bir şekilde herhangi bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılmasına ve burada ölümcül psikiyatrik tedaviler görmelerine mahkum ediliyorlar. Bunun örneklerini, sosyal medyada görebilmek oldukça mümkündür.
2) İnsanların beyinlerini 'kimyasal çorbaya' dönüştürüp, beyinlere 'kimyasal lobotomi' yapan (kalıcı beyin hasarına uğratan) ve bununla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' sebep olabilen psikiyatrik ilaçlar, sadece bunlara değil, insan vücudu için de oldukça zehirli olduğundan dolayı, çeşitli fiziksel iyatrojenik zararlara da (kalp hastalıklarına yakalanma gibi) sebep olabilen bir özelliğe de sahiptir.. Ve ölümleri ise hiç saymıyoruz.. Psikiyatrik ilaçların ne kadar tehlikeli olabileceğini, artık varın gelin siz düşünün..
3) İnsanları, kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı olabilen kalıcı akıl hastalıklarına ve diğer zihinsel ve/veya fiziksel iyatrojenik zararlara (ve hatta ölümlere) sebep olan şey, sadece psikiyatrik ilaç tedavileri değildir. İnsanların beyinlerine '460 volta kadar' gidebilen elektrik şoku 'elektroşok' veren ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik yan tedavi uygulamaları da, (psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu) iyatrojenik zararlara ve ölümlere de sebep olabilmektedir, diyebiliriz..
BİLGİ : Bu 3 şıktakilerin bazılarını, 8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerinde de karşılaşabilir ve okuyabilirsiniz..
Psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere, (insanların beynine '460 volta kadar' gidebilen elektrik şoku 'elektroşok' veren) ECT'nin ve diğer zararlı psikiyatrik tedavi uygulamalarının, ne kadar çok tehlikeli ve ölümcül olduğunu bir düşünün...(Ve aslında gerçekten de öyledirler.. Özellikle de psikiyatrik ilaçlar, 'esrar, eroin, kokain gibi' yasadışı sokak uyuşturucuların etkisine benzer etki gösterirler ve hatta tahmin bile edemeyeceğiniz şekilde onlardan, (yasal ve yaygın olması nedeniyle) çok daha tehlikeli bir özelliğe de sahiptir, diyebiliriz..) Ve mahkeme kararları ve polis zoru ile "tedavi" adı altında, size bu çok tehlikeli ve öldürücü olan psikiyatrik tedavileri, ZORLA ve ZORBALIKLA vermek istediklerini ve hatta verdiklerini de bir düşünün.. ('Guguk Kuşu Yuvasının Üzerinden Biri Uçtu, 1975' filminden bir ECT sahnesi) Temsili görseller.. Illustration.. (358)
Ne psikiyatrik ilaçlar ne de (ect, lobotomi vb gbi zararlı) diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamaları, insanları asla tedavi etmez (edemez; çünkü var olmayan birşeyi (yani ruhla ilgili olan birşeyi) tedavi edemezsiniz), tedavi etmedikleri gibi (bu tehlikeli ve öldürücü psikiyatrik tedaviler, insanları) gerçekten de KALICI olarak "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürme özelliğine ve "kalıcı beyin hasarı" başta olmak üzere, diğer zihinsel ve fiziksel çeşitli hastalıklara KALICI olarak yakalanmasına (kalıcı sakatlık, yaralanma) ve hatta ANİ olan ve olmayan ölümlere de sebep olabilecek bir özelliğe de sahiptir..
-- Psikiyatrinin, Karşı Konulamaz Hükümranlığı..
Psikiyatri, (yasa koyucuların psikiyatriyi, nerdeyse her alanda hakim kılan yasa ve kanunların çıkmasını sağlayan tehlikeli çıkışları nedeniyle), sadece 'tüm tıp alanlarına' değil, yargıya (mahkemelere, hukuka, yasalara) ve siyasal yönetimlere (devlet yönetimlerine, resmi kuruluşlara) de hükmeden, adeta sınırsız bir güce sahip olmuştur. Psikiyatri, deyim yerindeyse kelimenin tam anlamıyla, tüm alanları ele geçirmiş ve buralarda istediği gibi at koşturabilmektedir..
"Dünya genelinde tahmini binlerce (belki de milyonlarca) masum insan, psikiyatrinin bu sınırsız gücü nedeniyle, haksız yere 'zehirli psikiyatrik ilaçlar ile ilaçlanmakta, haspedilmekte, akıl hastanelerine yatırılmakta ve aileler parçalanmaktadır.." (Bunlarla ilgili detaylı bilgileri,8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..) Bugün tıp camiası başta olmak üzere, devlet kuruluşları, politikacılar ve hatta mahkemeler bile, psikiyatrinin bu sınırsız gücüne karşı koyamamaktadır.
Psikiyatri, bu sınırsız güç nedeniyle, 'sokakta yürüyen iki ayaklı her insanı, 'akıl hastası' olarak etiketleyebilecek (damgalayabilecek)' bir oteriter güce sahip olmuştur. (Ve hiç kimse de bundan muaf değildir.. Her an akıl hastası olarak etiketlenebilirsiniz. Ve sizi kurtarabilecek, kimse de olmayacaktır..) Ve bu sayede dünya genelinde on/yüz milyonlarca insanı rahatlıkla 'akıl hastalığı ile etiketleyebilmiş' ve halen bile etiketlemeye devam edebilmektedir.. Ve siyasal ve hukuksal hiç bir güç de, psikiyatrinin bu 'insanları 'akıl hastası' olarak etiketlemesine' karşı çıkıp-bunu durdurması da pek mümkün gözükmemektedir; (en azından şimdilik diyelim..)
-- Psikiyatri ve psikiyatristlerin, mahkemelerdeki 'delilik savunmasının' iki yönü..
Yabancı ana akım ve sosyal medyada sıkça duyulan bir terim, psikiyatristlerin mahkemelerdeki delilik savunması.. Psikiyatristlerin, mahkemelerdeki delilik savunmasının aslında iki yönü var, gibi gözüküyor..
Psikiyatristlerin, mahkemelerdeki delilik savunmasını;
1) Bir suç işlememiş olan (ve beyinleri son derece sağlıklı olan) sağlıklı masum kişileri, (çocukların, ebeveynlerin (ebeveyn olma haklarının) ellerinden alınması, birinin talimatları ve/veya gözüne kestirme ile hareket etme (istenmeyen birisini keyfi olarak 'akıl hastası olarak gösterip, akıl hastanesine attırmak için yapılan eylemler gibi), koymuş oldukları 'akıl hastalığı' teşhislerini doğrulamak vb gibi nedenlerden dolayı) 'akıl hastası' olarak göstererek, herhangi bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılmasını ve tedavi görmesini sağlamak..
2) Bir suç işlemiş olan (ve beyinleri son derece sağlıklı olan) kişileri, (hapisten kurtarmak vb gibi nedenlerden dolayı), onları birer 'akıl hastası' olarak göstererek, herhangi bir akıl hastanesine ve/veya bir psikiyatri servisine yatırılmasını ve tedavi görmesini sağlamak yönünde yapılan bir girişim olarak görebiliriz..
Aslında "mahkemelerdeki "delilik savunması", olasılıkla psikiyatri ve psikiyatristler için çok önemli bir yere sahiptir. Bunun en büyük nedenlerinden biri, olasılıkla, hem psikiyatriyi hem de psikiyatristleri 'bir bilim' olarak, 'tıbbi açıdan resmi bir statüye' yerleştirebilmek ve 'sanki gerçek bir doktormuş gibi' olduklarını, kamuoyuna 'topluma, medyaya ve devletlere' gösterebilmektir. Yani kendilerini sanki 'bilimselmişler' gibi olarak kabul ettirmeye çalışıyorlar, gibi görülüyor..
Tabii bir de, bu "mahkemelerdeki "delilik savunmasını", 'delilik' statüsüne kavuşan mahkum kişilere, olasılıkla (beyin ve vücut için oldukça zehirli ve öldürücü olan) psikiyatrik ilaçlar reçete edebilmek ve bu mahkum kişileri, 'ölümcül psikiyatrik ilaç deneylerinde' çok rahat bir şekilde kullanabilmek için de, adeta kaçırılmaz bir fırsat (bulunmaz bir hint kumaşı gibidir) olarak da görebilmekte mümkündür, diyebiliriz herhalde.. Tabii şimdilerde kullanılıyor mudur bu şekilde bilemiyoruz ama ana akım ve sosyal medyada yeralan bazı bilgilere göre, bazı abd askerleri ve mahkumlar üzerinde, bu tür ilaç denemeleri yapıldığına dair bilgiler bulunuyordu. (Bunlarla ilgili detaylı bilgileri, 8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..)
** VE DİĞERLERİ.. KISA KISA..
-- İnsanları, oldukça zehirli ve öldürücü olan 'psikiyatrik ilaçlara musallat etmek' için yapılan bazı sahte ve/veya aldatıcı 'yayınlar, çalışmalar, haberler, açıklamalar' vs vs.
Dünyadaki sağlık gündemlerini (örneğin salgın ve aşı gündemlerini) ana akım medyanın belirlediği biliniyordu. Ancak ana akım medya, sahte ve/veya yanıltıcı salgınlar, bilimsel çalışmalar vb gibi sahte ve/veya yanıltıcı sağlık haberlerini tek başına yapmıyor. Bunlara eşlik eden bilimadamı kisvesi altında görev yapan doktorlar ve yasa yapıcı politikacılar da bulunuyor.. Covid ve aşı dönemlerinde bu tür sahtekarlıklarla çok karşılaşılmıştı. Ve maalesef işin ilginç yanı, sanki hiç birşey olmammış gibi, bu sahtekarlık ve dolandırıcılıklar, halen bile kamuoyunun gözlerinin önünde devam edebiliyor.. Ana akım medya da, medya manipülasyonları oldukça yaygındır. Sağlık üzerindeki manipülasyonlar ise oldukça öldürücü bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle, dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insanın sakat kalmış ve ölmüş olabileceğini düşünmemek için hiçbir neden yoktur, diyebiliriz.. Temsili görseller.. (359)(360)
Bu aslında, tüm dünyadaki sağlık sistemlerinde özellikle de "ilaç ve aşıların üretimlerinde ve piyasaya sürümlerinde', sıklıkla kullanılan 'dünya kamuoyunu ve toplumları aldatmak, kandırmak' yolu ile (toplumları) 'zararlı olan birşeye musallat etmek" için kullanılan bir "aldatıcı oyun" yöntemidir.. Yani, dolaylı yollardan ima edilerek, (yani işlenen bir suçu, başkasının üzerine atarak) 'bir gerçeğin açıklanması' durumudur.. Aslında buradaki mantık, "zarar veren tarafın bundan fayda görmesi, zarar vermeyen tarafın ise bundan zarar görmesi" şeklinde görülüyor ancak durum, böyle değil.. Zarar veren taraf (kişi) fayda görürken, zarar vermeyen taraf (kişi) değil, bir 3.cü taraf olan başka bir kişi aslında burada 'en çok zararı gören' kişi oluyor..
Şöyle ki.. Herhangi bir şeyin (ilaç, aşı gibi) yol açmış olduğu zararların (yan etkilerin gibi), önceden dolaylı yollardan ima yoluyla, 'o şeyle çok yakın bağlantısı olabilecek' başka bir şeyin (hastalığın, rahatsızlığın gibi) üzerine atıldığını düşünün.. Zarara yol açan bu şey (ilaç, aşı), aslında kendisinin yapmış olduğu (ama sanki başkası yapmış gibi, başka şeyin üzerine atmış olduğu) 'bu zararı yok ettiği (yan etkileri tedavi ettiği)' ima etmeye başlıyor..
Ve kamuoyunu (toplumu) kandırmaya çalışıyor ve kamuoyu tarafından (aslında zararlı olan şeyin "ilaçların, aşıların") 'kabul görmesi' yani bir nevi 'kahraman ilan edilmesi' durumu.. Bu, bir şeye /şeylere zarar veren herhangi bir şeyin zarar görmemesi (onu korumak) için, oluşan zararın (gerçeklerin), 'zararla yakın bağlantısı olabilecek' başka bir şeyin üzerine atarak, (oluşan zararın) dolaylı yollardan (ima edilerek) anlatılmasıdır..
Örneğin.. Bu durum, covid ve aşı döneminde yaşanmıştı.. Covid aşılarının yol açmış olduğu ölümcül zararları (yan etkileri), covid aşıları piyasaya çıkmadan önce ortaya çıkan (çıkartılan) "covid virüsünün olumsuz etkileri (semptomları)" diye kamuoyuna yutturarak, tüm insanlığa oldukça zehirli ve ölümcül olduğu sonradan ortaya çıkan 'covid aşılarına musallat etmek' için uydurdukları ortaya çıkmıştı..Ve dediklerini de yapmışlardı ve üzücü olan şu ki, halen bile şaşırtıcı bir şekilde, bu zehirli ve ölümcül covid aşıları, halen piyasada durmakta, göz göre göre insalara bu zehirli aşılar enjekte edilmeye devam etmektedir..
Tıpkı, insanlar için oldukça zehirli ve ölümcül olduğu sonradan ortaya çıkan psikiyatrik ilaçların halen kullanımda olması gibi.. İşte "insanları, covid ve aşısına musallat etme oyununa" benzer bir yöntem, aslında yıllardan beri yapılan bazı sahte ve/veya aldatıcı 'yayınlar, çalışmalar, haberler, açıklamalar' vs ile "insanları, psikiyatrik ilaçlara musallat etmek" için de yapıldığını görüyoruz..
-- BİR KURGU : Ortada 5 kişi (ilaç-aşı firmaları, devletler, tıp dünyası, medya ve toplum) var diyelim. Bunlar anlaşmışlar ve şöyle bir plan hazırlarmışlar diyelim;
1- İlaç ve aşı şirketleri, ürettikleri /üretecekleri yeni aşıları (/ilaçları) piyasaya sokabilmek için, gizli aşı (/ilaç) deneylerinde insanları kullanıyorlar ve deneye katılan insanlara gizlice zarar veriyorlar (gizli aşı (/ilaç) deneylerinde ortaya çıkan olumsuz yan etkiler, semptomlar; 'hastalıklar, rahatsızlıklar..')
2- Devletler, medya ve tıp dünyası, ilaç ve aşı firmalarının direktifleri ile (hep beraber, zarar veren aşılar (/ilaçlar) olmasına rağmen) bu, zarar vermeyi, 'hayali' olarak üretilen 'virüslerin' üzerine atıyorlar..
3- Tıp dünyası, ilaç ve aşı şirketleri (devletleri ve ana akım medyayı da kullanarak), 'hayali' üretilen virüslerin, 'hayali' üretilen (ancak aşıların (/ilaçların) sebep olduğu) çeşitli 'hastalıklara, rahatsızlıklara' yol açtığını ve tüm dünyayı kasıp-kavurduğunu ve toplumlara zarar verdiğini ima etmeye ve devletleri ve toplumları, bu konuda ikna etmeye çalışıyorlar..
4- İlaç ve aşı firmaları, 'hayali' üretilen virüsü ve zarar verdiği 'hayali' üretilen (ancak aşıların (/ilaçların) sebep olduğu) 'hastalıkları, rahatsızlıkları' yok etmek için 'bir formülü (aşılar (/ilaçlar) olduğunu, çarenin kendisinde olduğunu' söylüyor. Bu nedenle;
5- Devletler, Medya ve Tıp dünyası, bu ilaç ve aşı firmalarının sözlerini ciddiye alıyor ve onları korumaya alıyor ve buna karşı çıkanları 'komplocu' diye azarlıyor. Toplumlara, aşılar (/ilaçlar) dağıtılıp-olmaları sağlanılıyor.. Aşı (/ilaç) sonrası ortaya çıkan ciddi ölümcül zararlar (yan etkiler, semptomlar) gizleniyor, yine bunlar, virüslerin, hastalıkların, rahatsızlıkların üzerine atılıyor ve ufak tefek olanlar ise ('aman kimse çakmasın, herşey mantıklı olsun' diye) açıklanıyor ancak ('Ee olacak o kadar, o kadar kusur, kadı kızında da olur' diye) pek önemsenmiyor.. Dolayısıyla, olanlar yine bu aşıları (/ilaçları) kullananlara oluyor..
* İnsanları, zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat etmek için ortaya atılma olasılığı olan yanıltıcı bir haber daha..
'Her yıl 8 milyon insan, akıl hastalıklarından ölüyor!' haberini duyduğunuz da, siz ne anlarsınız? Daha doğrusu, bu haberi duyan, psikolojik sorunları olan çok hasass insanların, ilk yapacakları şeyin, (bu ölüm derdinden kurtulmak için), 'hemen bir psikiyatriste gidip, bir ilaç yazdırtmak olabileceğini' tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir, diyebiliriz.. Zaten istenilen şey de bu.. İnsanları, son derece zehirli olan ve hiç bir boka da yaramayan zehirli psikiyatrik ilaçlara musallat etmek.. Bu tür yanıltıcı haberler, bilerek, kasıtlı olarak yapılıyor, ana akım medyada.. Psikiyatri ve İlaç firmalarının, katkıları ile yapıldığı çok açık gibi görülüyor..
-- Psikiyatri ve psikiyatristlerin, 'akıl hastalarının damgalanması ile mücadele' oyunu..
Kurban açısından bir başka sorun da, kurbanın 'akıl hastalığı' ile etiketlenmesidir; (damgalanmasıdır.) Dikkat ettiyseniz, psikiyatristler, ana akım ve sosyal medyada, akıl hastalarının 'damgalanması (etiketlenmesi)' ile sözde mücadele eden bir görüntü veriyorlar. Halbu ki, insanları 'akıl hastası' diye ilk damgalayan (etiketleyen) kendileridir. Bunların, ana akım ve sosyal medyada, bu şekilde 'hastaların, damgalanması ile mücadele' etmelerinin asıl nedeni, onları düşündüklerinden dolayı değildir; insanların, (ilk damgalamayı yapan kişilerin kendileri olduğunu öğrenmelerini ve buna karşı) mücadele vermelerini engellemek (bir nevi suçlarını örtpas etmek) ve böylece kendilerini ve koymuş oldukları akıl hastalığı teşhislerini korumak içindir.. Psikiyatristlerin, 'hastaların damgalanması ile mücadele' hikayesi, aldatmacadan başka birşey değildir.. Bu gerçek dışında..
BİLGİ : Bunlarla ilgili (psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu bazı aile dramları ile ilgili) detaylı bilgileri, 8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..
-- "Psikiyatristlerin, insanlara 'akıl hastası olarak teşhis koyarken' referans aldıkları, 'ruhsal hastalıklar tanı koyma kriterlerinin', neredeyse tamamı uydurmadır, HAYALİDİR..
Bunlar, genellikle DSÖ'nün ayarladığı tanınmış (/tanınmamış) bazı lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristlerin 'deneyim ve/veya varsayımlarından' oluşturulan hayali uydurma tanı ve teşhis koyma kriterleridir.. Bu, uydurma 'akıl hastalıkları tanı koyma kriterleri', dünya sağlık örgütünün referanslarıyla, 'yeni yeni akıl hastalıkları tanı koyma kriterleri' oluşturabilmek için, toplantılar (konferanslar) düzenleyerek biraraya gelen, tamamı lisanlsı psikopat psikiyatristlerden oluşan bir grup tarafından, tamamen "deneyimlerinden ve/veya varsayımlarından' oluşturulan, "hayali' akıl hastalığı tanı koyma kriterleridir.. Bunların hiçbiri, 'kan, dna, MR' vb gibi tıbbi test araçlarıyla 'bilimsel' olarak tespit edilerek oluşturulan kriterler değildir. Tamamen bu lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristlerin 'deneyimlerinden ve/veya varsayımlarından' oluşan "HAYALİ" tanı koyma kriterleridir..
BİLGİ : Bunlarla ilgili detaylı bilgileri, 8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..
-- Tıp fakültelerinde, psikiyatrinin "bir bilim" olarak yer alması, tıp camiası açısından 'utanç verici' bir durumdur.
Tıp camiası, şarlatanlıkta sınır tanımayan psikiyatrinin (dünya genelinde tahmini milyonlarca insana) vermiş olduğu bu iyatrojenik zarardan dolayı, birinci dereceden suçludur.. Psikiyatrinin "akıl hastalıklarının varlığı ve tedavisi" hakkında 'gerçek anlamda fayda sağlayabilen' ortaya koymuş olduğu 'hiçbir bilimsel gerçek' bulunmamaktadır. Ortaya konulan ve bilimsel olarak gözüken verilerin tamamı ise ya sahtedir yada uydurmadır.. Bunun nedeni de, 'akıl hastalıklarının varlığı ve tedavisinin', gerçek anlamda olmamasındandır.. Yani, 'akıl hastalıkları, beyinde değildir', olmadığı için de, (beyne karşı uygulanan) tedavisi de mümkün değildir..
Buna rağmen, şarlatan psikiyatri, sahte ve uydurma sözde bilimsel verilerle, tıp camiasında ve tıp fakültelerinde, (adeta deyim yerindeyse kelimenin tam anlamıyla) kan kusmaya ve (psikiyatriyi benimseyen) masum öğrencilerin beyinlerini (zehirli bilgilerle), masum hastaların beyinlerini ve vücutlarını da (zehirli psikiyatrik ilaçlar vb tedavilerle) zehirlemeye devam ediyor.. Tıp fakültelerinin psikiyatri bölümlerinde okuyan masum öğrenciler, bu zehirli bilgilerle pişerek, adeta tam bir 'lisanslı şarlatan ve psikopat' olarak mezun oluyorlar. Ve sonra da, onlar da, diğer lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatrist hocalarının izinden giderek, masum insanları "akıl hastası olarak etiketlemeye ve onları, psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye" başlıyorlar..
Ve sonuç olarak, dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca (hatta on/yüz milyonlarca ve ölenleri de katarsak, milyarlarca) masum insanın, psikiyatri ve psikiyatristler tarafından iyatrojenik zarara uğradıklarına şahit oluyoruz..
Tıp camiası, psikiyatrinin (dünya genelinde milyonlarca insana) vermiş olduğu bu iyatrojenik zarardan dolayı, birinci dereceden suçludur.. Aynı suç ortaklığı, devletler (yasa koyucu hükümetler, yönetimler, meclisler, siyasiler, politikacılar vb) için de geçerlidir.. Ve ana akım medya da, (bu gerçekleri yeterince ortaya koymadıkları) için de, ikinci dereceden suç ortağıdır..
BİLGİ : Bunlarla ilgili (psikiyatri ve psikiyatrik ilaç sektörünün vermiş olduğu inanılmaz boyutlardaki iyatrojenik zararlar ile ilgili) detaylı bilgileri, 8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 4/5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisi bölümlerindeki araştırma kaynaklarını okuyarak öğrenebilirsiniz..
***
D) İNSANLIĞI (ŞARLATAN VE PSİKOPAT PSİKİYATRİ İLE İLAÇ SEKTÖRLERİNİN ELİNDEN) KURTARMAK İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
-- Psikiyatrik vahşetlerden ve zehirli psikiyatrik ilaçlardan kurtulmak için ne yapılmalıdır?
- 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı' kurulmalıdır..
- Tıp fakültelerindeki psikiyatri ve psikoloji bölümleri kapatılmalıdır.. Onun yerine;
- Tıp fakültelerinde, yüzlercesi olan 'ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemlerini' ele alan 'ruh ve akıl sağlığı bölümü' kurulmalıdır.
- Psikiyatristler ve Psikologlar 'ruh ve akıl sağlığı doktoru' olarak görev yapmalıdırlar.
* Akıl hastalıklarının tedavisinde kullanılan şu yöntemler YASAKLANMALIDIR;
---------------------------------
- Psikiyatrik ilaçların tamamı YASAKLANMALIDIR.. Psikiyatrik ilaçlar, zehirlidir; çeşitli zihinsel ve fiziksel iyatrojenik zararlara ve ölümlere sebep olur. Yaşamı kısaltır.
- ECT (beyne elektirikli şok verme) gibi oldukça tehlikeli psikiyatrik yan tedavi uygulama ve yöntemleri de YASAKLANMALIDIR.. Bunlar, başta 'beyin hasarı' olmak üzere, (tpkı psikiyatrik ilaçların sebep olduğu gibi) çeşitli zihinsel ve fiziksel iyatrojenik zararlara ve ölümlere sebep olur. Yaşamı kısaltır.
KISACA ; Akıl hastalıklarında kullanılan, (beyne fiziksel ve kimyasal olarak müdahele ederek (psikiyatrik ilaç, ECT vb gibi) yapılan) tüm psikiyatrik tedavi yöntem ve uygulamalarının tamamı YASAKLANMALIDIR.. Akıl hastalıkları, beyinde değil, ruhta (ruhsal) olan birşeydir.. Onun için, bunların yerine;
- Akıl hastalıklarının tedavisinde, bir an önce (onlarcası hatta yüzlercesi varolan) "ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemleri" devreye girmelidir.. Akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimleri (bakım merkezleri ve rehabilitasyon merkezleri gibi) bir an önce, "ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemlerine" geçmelidir. Tüm hastanelerde, aile hekimliklerinde ve diğer tüm sağlık birimlerinde ve de AYRI YERLERDE, 'ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemleri' için 'özel birimler ve mekanlar' oluşturulmalıdır. Ayrıca tüm hastaneler, aile hekimlikleri ve diğer tüm sağlık birimlerindeki (doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık personelleri), 'ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemleri' hakkında ciddi bir şekilde eğitilmelidir..
- Psikiyatrik ilaçlar olmadan normal yaşama dönmek (yaşamını normal bir şekilde sürdürebilmek) için, 'psikiyatrik ilaç bırakmak ve normal yaşama adapte olmak isteyen' insanlara, devletler yardımcı olmalıdır. Bunun için;
- Psikiyatrik ilaç (bırakma) yoksunluk belirtileri ile mücadele edilmelidir. Akıl hastaneleri ve diğer akıl sağlığı birimleri (bakım merkezleri ve rehabilitasyon merkezleri gibi) bir an önce, "psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadeleye" geçmelidir. Tüm hastanelerde, aile hekimliklerinde ve diğer tüm sağlık birimlerinde ve de AYRI YERLERDE, 'psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadele' için 'özel birimler ve mekanlar' oluşturulmalıdır. Ayrıca tüm hastaneler, aile hekimlikleri ve diğer tüm sağlık birimlerindeki (doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık personelleri), 'Psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluk belirtileri' hakkında ciddi bir şekilde eğitilmelidir..
-- NELER YAPILMALI?
-------------------------------------
1) 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı' KURULMALIDIR;
2) Psikiyatrik ilaçlar ve ECT vb gibi zararlı psikiyatrik yan tedavileri tamamen YASAKLANMALI; bunun yerine, oldukça başarılı olan onlarca ve hatta yüzlerce alternatifi olabilen, 'İLAÇSIZ alternatif davranış terapileri ve tedavi yöntemlerinin' devreye girmelidir;
3) Psikiyatri ölüm sektörü, tıp fakültelerinden KALDIRILMALI; bunun yerine, oldukça başarılı olan onlarca ve hatta yüzlerce alternatifi olabilen, 'İLAÇSIZ alternatif davranış terapileri ve tedavileri' içeren 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bölümünün' tıp fakültelerinde yer almalıdır;
4) Psikiyatristler ve psikologlar, 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalı ve tıp fakültelerinde, 'ilaçsız tedavi yöntemlerinde' uzmanlaşmış olan akıl ve ruh sağlığı doktorları eğitim vermeli; eğer uzman yoksa, bu konular da yurtdışından alanında uzmanlaşmış, hocalar getirilmelidir.. Örneğin (Peter Breggin, David Healy, Robert Whitaker, Peter C. Gøtzsche vb) gibi yabancı uzmanları, bilim adamlarını ülkemize getirterek, burada eğitim-öğretim vermeleri sağlanabilir..
En başta uluslararası insan hakları komisyonu'na (CCHR), bu konularda başvurulmalı ve yardım alınmalıdır. CCHR, özellikle de her türlü çeşitli 'psikiyatrik istismarlar' konusunda ve 'ilaç yoksunluk' gibi mücadelelerde oldukça uzmanlaşmış ve başarılı bir uygulama yürütmektedir. Konuyla ilgili alanından uzmanlaşmış olan, yabancı sivil toplum örgütlerinden de yardımlar alınabilir. Bunların bazılarını ve CCHR ile ilgili bilgileri, 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir', serisinden (özellikle de 2 ve 5.bölümlerden) okuyabilir ve öğrenebilirsiniz..
5) Psikiyatrik ilaçların yasaklanması sürecinde, psikiyatrik ilaçları uzun vadedir (aylarca ve/veya yıllarca) kullanan insanların, 'psikiyatrik ilaç bırakma yoksunluklarını' en az risk ile atlatabilmeleri için, ilaç bırakma yoksunlukları ile ilgili, tüm sağlık birimlerinde özel birimler, alanlar vb oluşturulması, eğitimler verilmesi vb gibi çok sayıda ruh ve akıl sağlığı yöntemlerinde değişiklikler ve yeniliklerin oluşturulması da amaçlarımızdan biridir..
İnsanlara oldukça zararlar veren, öldüren ve hiçbir boka da yaramayan psikiyatrik ilaçların yasaklanması süreci, özellikle de uzun vadeli psikiyatrik ilaçlar kullanan insanların, yaşayabilecekleri 'ilaç yoksunluk tehlikelerini' atlatabilmeleri açısından, süreç yavaş olmalıdır. İlaç yoksunluk belirtileri ve diğer değişim ve yenilikleri ve neler yapılması gerektiğine dair bazı bilgileri elimizden geldiğince, aşağıda irdelemeye çalıştık. Daha iyileri de olabilir, devletlerin ve diğer sağlık ve sivil toplum otoritelerinin birlikte hareket etmesi gerekir, diye düşünüyoruz.. Yine alanında, konunun uzmanlarının daha iyi sonuçlar çıkartabileceğinden emin olabiliriz.. Olmazsa, yurtdışından alanında uzmanlaşmış, konuyla ilgili (Peter Breggin, David Healy, Robert Whitaker, Peter C. Gøtzsche vb) gibi uzmanları, hocaları, ülkemize getirterek, burada eğitim-öğretim vermeleri sağlanabilir.. Konular hakkında, uluslararası insan hakları komisyonu'ndan (CCHR) da, yardım alınabilir..
** KISA KISA..
---------------------
- 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı' neden kurulmalıdır?
- 'PSİ' ile başlayan herşeyden neden kurtulmalıyız?
- 'Psikiyatrik ilaçları bırakmak' neden bu kadar önemlidir?
- Akıl hastalıklarının tedavisinde, yüzlercesi varolan "ilaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemlerine" neden geçmeliyiz?
-- vs vs.. Yukarıdakilerin tamamını okuduysanız, herhalde bu soruların cevaplarını da biliyorsunuzdur. Uzun uzadıya anlatmaya yeniden gerek yoktur..
** Akıl hastalıklarında kullanılan, (beyne fiziksel ve kimyasal olarak müdahele ederek (psikiyatrik ilaç, ECT vb gibi) yapılan) tüm psikiyatrik tedavi yöntem ve uygulamalarının tamamı yasaklanmalıdır.. Akıl hastalıkları, beyinde değil, ruhta (ruhsal) olan birşeydir..
-- Psikiyatrik ilaçlar, tehlikelidir ve öldürür, bu nedenle yasaklanmalıdır..
Psikiyatrik ilaçlarin tamamı, 'direkt olarak beyni, hedef alır ve oldukça kimyasal zehirlerle' doludur. Bu ilaç kaynaklı kimyasal zehirler, on yıllar boyunca sayısı belirsiz tahmini milyonlarca (ölenleri de katarsak tahmini milyarlarca) insanın zihinsel ve fiziksel ciddi zararlar görmesine (ilaç kaynaklı kalıcı hastalık ve rahatsızlıklara yakalanmasına) ve ölümlerine dahi sebep olmuştur. Hatta yine sayısı belirsiz milyonlarca ailelerde bu nedenlerden dolayı da parçalanmış, acılar çekmiştir.. İşte bu gibi acı gerçeklerden dolayı, bu zehirli psikiyatrik ilaçların tamamı yasaklanmalıdır.
BİLGİ : Psikiyatrik ilaçlar, sadece çok acil durumlarda; çok ağır saldırganlık durumlarında (o da sadece tek sefer olarak) işe yarayabilir. Bunun haricinde kullanılması yasaklanmalı ve suç kapsamına alınmalıdır.. Çok ağır saldırganlık durumlarında bile, o insanın 'beyin sağlığı' açısından oldukça tehlikeli sonuçları olabilir. Öncelikli olarak, 'ilaçsız doğal tedavi yöntemleri ve davranış terapileri' devreye sokulmalıdır. ECT gibi beyne fiziksel ve kimyasal müdahale eden psikiyatrik tedavi yöntemlerinin hiçbiri ise, çok acil durumlarda dahi kullanılmamalı, kullanılması yasaklanmalı ve suç kapsamına alınmalıdır.
-- Psikiyatrik 'ilaç bırakma yoksunluk belirtileri (semptomları)' ile mücadele..
Bu yasaklama, özellikle de uzun süredir (aylarca ve yıllarca) zehirli psikiyatrik ilaçları kullanan insanlar için, (bu insanların "tehlikeli ilaç yoksunluk belirtileri" yaşamaması ve/veya yaşasa bile, bu yoksunluk belirtilerini en az risklerle atlatabilmesi için), yavaş yavaş olmalıdır.. Ayrıca, devletler ve yerel yönetimler, 'psikiyatrik ilaç bırakmak isteyen insanlar' için, (ilaç yoksunluk belirtilerini en az risk seviyesine indirebilmek için), ilaç yoksunluk belirtilerine özel, 'çalışmalar ve tedaviler' ile birlikte bu tedavilerin yapılacağı 'alanlar, birimler ve mekanlar' oluşturmalıdır.. Tüm hastanelere, sağlık birimlerine ve aile hekimliklerine bu 'ilaç yoksunluk belirtileri ve bu yoksunluk belirtilerin en az risk seviyesine indirilebilmesi' konusunda, 'ciddi eğitimler' verilmeli, hazırlıklar başlatılmalıdır..
-- Psikiyatrik 'ilaç bırakma yoksunluk belirtilerinin (semptomlarının)' asıl nedeni..
Akıl hastalıklarında, ilaç yoksunluk belirtilerinin en büyük nedeni, zehirli psikiyatrik ilaçların, insanların beynini, bu (ilaç kaynaklı) kimyasal zehirlerle doldurmuş (ele geçirmiş) olması ve bu nedenle, beynin, (doğal kimyasal yapısının bozulması ile) bu ilaç kaynaklı kimyasal zehirlere 'bağımlı hale' gelmesindendir.. 'İlaç yoksunluk belirtilerinin' en büyük nedeni işte budur ; (beynin, bu kimyasal zehirlere bağımlı hale gelmesidir..) Beyin, (aylarca ve/veya yıllarca kullanımdan sonra) bağımlı hale geldiği bu kimyasal zehirlerden yoksun kalınca (ilaçlar bırakılınca), doğal olarak bu yoksun kalmaya, ciddi kimyasal tepkiler vermeye başlayacaktır. Beyindeki bu kimyasal tepkiler, dışarıya 'fizyolojik tepkiler (sinirlenmek, öfkelenmek, aşırı stres, kaygı vb hatta cinayet işlemeye, intihar etmeye ve şiddete meyilli hale gelme vb' olarak dahi yansıyabilir. Bu yansımalar, genellikle yanlış bir şekilde 'akıl hastalığı semptomları (belirtileri)' olarak etiketlenir ancak gerçekte böyle değildir; bunlar, zehirli psikiyatrik ilaçların bırakılmasında yol açtığı 'ilaç yoksunluk belirtilerinin' sonuçlarıdır..
-- Hasta, ilaçları bırakırsa ne olur?
İlaç bırakma girişimi sonucu oluşan semptomlara (belirtilere), 'ilaç yoksunluk semptomları' denir. Özellikle de uzun vadeli (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanımdan sonra, ilaç bırakma girişimlerinde, genellikle beyin (adeta bir bomba patlar gibi) şoka uğrar, semtomlar daha ağırlaşır (kötüleşir) ve/veya daha önce hiç olmayan yeni yeni semptomlar (sinirlilik, öfke, şiddete, cinayete ve intihara meyilli olma gibi) oluşur. Bunlar, genellikle aniden bırakılan ilaçların bir sonucu olan semptomlardır diyebiliriz. Buna (ilaç bırakma girişiminde yaşanan ağır belirtilere 'semptomlara') sebep olan şey de, beyni kimyasal çorbaya dönüştüren (ilaçların) kimyasal zehirlerin, 'beynin kimyasal yapısını istila etmesi ve beyin kimyasını tamamen kendi kontrol altına almasından' dolayı, bu kimyasal zehir çorbası olmadan, beyin kimyasının (yani beynin) 'hiçbir şey yapamaz duruma gelmesinden' kaynaklanan bir durumdur.
Yani, kısaca beynin kimyasal yapısı (yani beyin), bu ilaç kaynaklı kimyasal zehir çorbasına BAĞIMLI hale gelmiştir; bu kimyasal çorba olmadan, 'doğru düzgün işleyebilmesi', pek mümkün değildir. Eğer, bu kimyasal çorbaya sebep olan psikiyatrik ilaçlar bırakılırsa, beynin kimyasal yapısı (yani beyin), buna (karnı acıkan bir çocuk edasında, çocuk, "Nerede benim kimyasal çorbam /yiyeceğim /içeceğim?" diye ağlamaya başlar, beyin de buna benzer) bir tepki verir ve bir (olasılıkla elektriksel bir) şok geçirir. Bu şok geçirme, kişide ('şiddetli
baş ağrısı, şiddetli kızgınlık, öfkelenme, şiddete, cinayete ve
intihara meyilli olma' gibi buna benzer) çeşitli şekillerde hissedilebilir olur. Bu nedenle, bir doktor yada bir psikiyatrist kontrolünde, 'ilaçlar yavaş yavaş azaltılarak, ilaçların bırakılması' tavsiye edilir..
-- O zaman hasta, ilaçları hiç bırakmamalı mı?
Psikiyatrik ilaçların tehlikeleri göz önüne alındığında, bu ilaçlar kesinlikle bırakılmalıdır. Ancak bunu yaparken, bir doktora /bir psikiyatriste danışarak yapmalı. İlaç bırakma girişimi, sonuçları ağır ve ölümcül olabileceğinden dolayı, bir doktor /bir psikiyatrist gözetiminde olmalıdır.. Bu ilaç bırakma girişimi, tek başına yapılmamalı, aniden bırakılmamalıdır..
-- 'İlaç bırakma girişimine ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadelede' yardımcı olabilecek bir doktor /bir psikiyatrist bulmak önemlidir..
Ancak doktor ve psikiyatristlerin büyük çoğunluğunun, bu konuda yeterince bilgi ve deneyim sahibi olmaması, işleri zorlaştırabilmektedir.. Maalesef ülkemizde dahil, dünyanın pek çok ülkesinde, 'psikiyatrik ilaç bırakma girişimine ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadelede' yardımcı olabilecek bir doktor /bir psikiyatrist bulabilmek oldukça zordur. Tabii bunun pekçok nedeni olabilir. Doktorların ve psikiyatristlerin, 'ilaç bırakma girişimleri' konusunda (yeterince 'bir bilgi ve deneyim sahibi' olmaması), aslında en büyük problemlerden biri gibi gözüküyor. Bununla birlikte, ilaç bırakma girişimlerine sıcak bakmayan doktor ve psikiyatristler de olabilir. Bunun nedenlerini de, 3 (üç) olasılıkla açıklayabiliriz;
1) Yukarıda da belirttiğimiz gibi, doktorların ve psikiyatristlerin, 'psikiyatrik ilaç bırakma girişimleri ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadele' konusunda yeterince bir bilgi ve deneyim sahibi olmamalarıdır..
2) Doktor ve psikiyatristlerin, ilaç firmaları ile bağlantıları gibi politik ve mali çıkar ilişkilerinin olması ve/veya (doktor ve psikiyatrist) ünvanlarının geri alınmasından, cezalar almalarından korkmaları vb gibi olasılıklardan (psikiyatrik vahşetin kurbanı olmak istememelerinden) dolayıdır diyebiliriz..
-- İlaç bırakma girişimi sonrasında ne olur ve herkese (psikiyatrik vahşetlerden dolayı, beyinleri iflas eden masum hastalara da) fayda verir mi?
İlaç bırakma girişiminde, yukarıda anlattığımıza benzer riskler yaşanır. Ancak bu riskler, genellikle geçicidir ve bir doktor /bir psikiyatrist gözetiminde olursa daha güvenli olabilir. Eğer beyin kimyası, genellikle uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca) ilaç kullanım sonrasında, tekrar eski haline getirilemeyecek (kurtarılamayacak) hale gelmemişse (yani beyin kimyası 'beyin', kimyasal kaynaklı kalıcı kimyasal beyin hasarına uğramamışsa), ilaç bırakma girişimi sonrasında, beyin kimyasının doğal yapısı, yavaş yavaş zamanla eski konumuna geri yüklenerek, eski haline gelir; (yani, beynin kendi doğal kimyasal yapısına geri döner).
Ancak, beyin kimyası, tekrar eski haline getirilemeyecek (kurtarılamayacak) hale gelmişse (örneğin, akıl hastanelerinde hayat boyu (ölünceye kadar) kalmak zorunda kalan sakinlerin (hastaların) durumları gibi), ilaç bırakma girşimi sonrasında, beynin kimyasal yapısının tekrar eski doğal haline dönmesinin pek mümkün olmayabileceğine dair bilgiler bulunmaktadır..
İlaç bırakma girişimi, deyim yerindeyse, beyin kimyası iflas etmeyenler için, yararlı olabilir; beyin kimyası, zamanla tekrar eski haline gelebilir ve alternatif ilaçsız tedavi yöntemleri ile, hastalarda bulunan doğal psikolojik sorunlar, tedavi edilebilir.. Ancak beyin kimyası iflas edenler için, aynı olumlu gelişmeleri söylemek oldukça zor olabilecektir. Ancak yine de, bu durum, onların hayatları boyunca psikiyatrik ilaçlara bağımlı olduklarını göstermeyebilir. Psikiyatrik ilaçları kullanmaya devam ettikçe, bu kişilerin yaşam süreleri daha da kısalacaktır. Erken dönemlerde hayatlarını kaybetme olasılıkları yüksek olabilir.
Psikiyatrik vahşetlerden dolayı, beyinleri iflas eden masum hastaların da, 'yaşam sürelerini uzatmak' adına, psikiyatrik ilaçları bırakmalarına yardımcı olunabilir ve çeşitli rehabilitasyon ve alternatif ilaçsız tedavi yöntemleri ile, kalan yaşamlarını, bu şekilde değerlendirerek sürdürmelerine yardımcı olunabilir...
-- Psikiyatrik ilaç vb psikiyatrik tedavilerden dolayı, kaç masum insan, 'beyin hasarına' uğradı?
Kaldı ki, bu nedenden dolayı, tüm akıl sağlığı birimlerinde, engeli bakım evlerinde ve rehabilitasyon merkezlerinde ve özellikle de akıl hastanelerinde, bu durumda olan ve ölünceye kadar psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra ölen sakinlerin (hastaların) olabileceğini ve bunların sayılarının da (ölen hastaların, 'neden öldükleri' vb gibi kayıtlar, kamuoyu ile paylaşılmadığından vb gibi sağlık sistemlerindeki çarpık bozukluklardan dolayı) ne oranda olabileceğini tahmin edebilmek için müneccim olmaya gerek yoktur, diyebiliriz.. Kaç masum hasta, bu gibi psikiyatrik vahşetlerden dolayı hayatını kaybetti?
** 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı' kurulmalıdır..
Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı kurulmalı, Psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalı, Psikiyatri sektörü tıp fakültelerinden kaldırılmalı ve akıl sağlığı konusunda ilaçsız davranış terapi ve tedavi yöntemlerine bir an önce geçilmeli ve konuyla ilgili çok daha geniş çalışmalar ve uygulamalar yapılmalıdır.. ('Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığı" amblemi örneği..) Temsili görseller.. Illustration..
-- 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığının' kurulması ve 'psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadele birimlerinin' oluşturulması..
- Aslında en büyük problem, devletlerin, bu konudaki İLGİSİZLİĞİ VE YETERSİZLİĞİDİR...
Türkiye'de dahil, dünya genelinde 'psikiyatrik vahşetin kurbanları' olan ve kendilerini mahveden (zarar gören) ve bu psikiyatrik vahşetten (psikiyatrik ilaçlardan) kurtulmak isteyen ve bu nedenlerle 'psikiyatrik ilaç bırakma girişimde bulunmak ve ilaç yoksunluk semptomları ile mücadele etmek' isteyen sayısı belirsiz çok sayıda (tahmini milyonlarca) masum hasta, etraflarında kendilerine, bu konuda yardımcı olabilecek herhangi bir sağlık birimini (örneğin
akıl hastanelerinde, hastanelerin ve diğer sağlık birimlerinin
psikiyatri servisleri ve polinikliklerde, engelli bakım evlerinde,
rehabilitasyon merkezlerinde vb gibi tüm akıl sağlığı birimlerinde ve hatta aile hekimliklerinde bile) bulamamaları nedeniyle, doğal olarak 'ne yapacaklarını bilmedikleri' ve bu nedenle 'çaresiz kaldıkları' için, ilaç bırakma girişimlerinde başarısızlığa uğrayabilmektedir. Ve bu nedenden dolayı da, çaresizce ve sessizce, bu psikiyatrik vahşetin zararlarına (tıbbi ilaç yaralanmalarına (sakat kalmaya) maruz kalmaya devam etmekte ve hatta bu vahşetten dolayı ölmeyi beklemek zorunda kalabilmektedir, diyebiliriz..
Ve tüm bu üzücü durumların yaşanmasına sebep olan şey, sadece etraflarında, kendilerine yardımcı olabilecek bir doktor /bir psikiyatrist bulamamaları değildir. Devletlerin de, burada oldukça ciddi bir sorumsuzluğu bulunmaktadır. Devletler, ('psikiyatrik vahşetin bilincinde olmadıkları' için olsa gerek herhalde), bu vahşetten oldukça zarar gören (dünya genelinde tahmini milyonlarca olabilen) masum hastaların, bu psikiyatrik vahşetten kurtulabilmek için, 'psikiyatrik ilaç bırakma girşimlerine' ve yaşayacakları 'ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadelelerine', gerekli ciddiyeti göstermediğinden dolayı, bu insanlar çaresizce ve sessizce, acı çekmeye ve ölmeyi (yani bu psikiyatrik vahşetin kendilerini öldürmelerini) beklemeye devam etmektedirler..
-- 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığının' kurulması..
Devletlerin, burada yapması gereken çok şey vardır.. Bir kere, deyim yerindeyse insanlığın ve toplumların başına bela olarak getirilen ve insanlığa ve toplumlara çok büyük zararlar veren, ölümlerine sebep olan, 'PSİ' ile başlayan (Psikiyatri, Psikiyatrist, Psikolog ve Psikiyatrik ilaçlar gibi) herşeyden kurtulmak gerekiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, bunlar yasaklanmalıdır. Psikiyatri ve psikoloji birimleri, tıp fakültelerinden kaldırılmalı, psikiyatrist ve psikologlar, 'ruh ve akıl sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdırlar. 'İlaçsız insani davranış terapileri ve tedavi yöntemlerini' ele alan 'ruh ve akıl sağlığı bölümleri' tıp fakültelerinde yer almalıdır. 'İlaç bırakma ve yoksunluk ile mücadele birimleri ve mekanları' oluşturulmalıdır. Vs vs..
Tüm bunların sağlıklı ve hızlı bir şekilde yapılabilmesi için de, bir 'Akıl ve Ruh Sağlığı Bakanlığının' kurulması gerekir.. Akıl Sağlığı Bakanlığı, bireylerin ,ailelerin ve toplumların 'akıl sağlığını korumak ve tedavi etmek' için, bu yöntemleri, hızlıca hayata geçirmelidir..
-- 'Akıl sağlığı psikiyatrik ilaç bırakma ve yoksunluk belirtileri ile mücadele birimleri' oluşturulmalıdır..
'Psikiyatrik ilaç bırakmak' isteyen ve 'psikiyatrik ilaç bırakma yoksunluk belirtileri' yaşayabilecek kişilerin, bunlarla mücadelede yardımcı olabilecek, ('akıl sağlığı psikiyatrik ilaç bırakma ve yoksunlukla mücadele birimlerinin' ve bunlara özel, resmi ve özel sağlık mekanlarının (yani psikiyatrik ilaç bırakma ve ilaç yoksunluğu ile mücadeleye ait akıl sağlığı bakım ve rehabilitason merkezlerinin) oluşturulması, hazırlıklar yapılması, elemanlar yetiştirilmesi ve akıl sağlığı çalışanlarına (psikiyatrist, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarına) eğitimler verilmesi' vb gibi 'akıl sağlığı sistemlerini, yeniden dizayn etmeleri (düzenlemeleri, oluşturmaları)' gerekmektedir..
'Psikiyatrik ilaç bırakma girişimleri ve ilaç yoksunluk belirtileri ile mücadele' için özel olarak oluşturulan 'akıl sağlığı bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin', 'yatılı' olması, hastaların, yaşayabilecekleri ilaç yoksunluk belirtilerinin risklerini, 'en aza indirebilmek' açısından, oldukça önemli bir yere sahiptir. Ayaktan tedavi görmek isteyen hastalar için de, bu mümkün olabilir ama bu, çok sıkı gözlem gerektirebilir. Hastanın nerdeyse hergün buraya gelmesi icap edebilir. Bu durum, hastanın, özellikle de aile içi ciddi problemler yaşama olasılık risklerini ortadan kaldırmayabilir ama belki en aza indirebilir. O nedenle, bu riskleri, daha en aza indirebilmek adına, 'yatılı' olarak, 'ilaç bırakma girişimlerinin ve ilaç yoksunluğu ile mücadelenin' yapılması daha mantıklı gibi görülüyor. Yine de bu, hastaların kendi isteklerine kalan birşeydir..
Ayrıca.. Zehirli ve ölümcül olduğu sonradan ortaya çıkan ve çok sayıda aile facialarına yol açan (ama kimsenin bunu fark edemediği, bu faciaların sorumlusunun "hastanın kendisi" olduğu algısının yerleşmiş olması, psikiyatrik ilaçların son derece masum olduğu gibi yanlış ve yanıltıcı algının oluşmasına zemin hazırladığı görülüyor (bunun nedenlerini bölümleri okuyarak öğrenebilirsiniz), bu nedenle) "psikiyatrik ilaçlar" yerine , bir an önce acilen "ilaçsız başka alternatif yöntemler" ele alınmalıdır.. Ayrıca toplumun 'akıl sağlığı yasalarının' çıkarılması /yeniden "ilaçsız tedavi yöntemlerine göre" düzenlenmesi, yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinin 'tek kişilik modern oda sistemlerine' göre dizayn edilmesi vb gibi çok sayıda düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.. Bu anlattıklarımızı (araştırmalardan anladığımıza göre) gelişmiş batı dünyası uzun
süreden beri tartışmakta, hatta bazıları bunu hayata geçirmeye
çalışmaktadır. Türkiye'nin de bir an önce hayata geçmesi gerekmektedir,
diye düşünüyoruz..
'Psikiyatrik ilaç bırakma ve yoksunlukla mücadele' ve 'alternatif ilaçsız tedavi yöntemleri' ile ilgili ve bu konularla ilgili çalışmalar yapan ve yardımcı olabilecek bazı yabancı sivil toplum örgütlerini, vb gibi daha çok detaylı bilgileri, daha önce yayınladığımız 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin bölümlerinden de alabilirsiniz.. BURADAN öğrenebileceğiniz gibi;
- CCHR ve çalışmaları hakkında bazı önemli bilgileri BURADAN;
- CCHR ve Faydalı Siteler ve Kitapları BURADAN;
- Bazı İlaçsız Tedavi, Bakım ve Rehabilitasyon Yöntemleri vs BURADAN öğrenebilirsiniz. Ayrıca;
- CCHR ve Faydalı Siteler ve Kitapları BURADAN;
- Bazı İlaçsız Tedavi, Bakım ve Rehabilitasyon Yöntemleri vs BURADAN öğrenebilirsiniz. Ayrıca;
- "AKIL SAĞLIĞINA İLAÇ DIŞI YAKLAŞIMLAR VE/VEYA PSİKİYATRİK İLAÇLARI GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE BIRAKMA HAKKINDA BİLGİLERİ" BURADAN;
- CCHR Psikiyatrik Tanı İstismar Bildirim Formu.. BURADAN öğrenebilirsiniz..
- CCHR Psikiyatrik Tanı İstismar Bildirim Formu.. BURADAN öğrenebilirsiniz..
"PSİKİYATRİK TANI İSTİSMAR BİLDİRİM FORMU
KENDİNİZİ PSİKİYATRİK İSTİSMARDAN KORUYUN.. Bu Psikiyatrik Tanı İstismar Bildirim Formu sizin korumanız içindir. Bu formu doldurabilir ve daha fazla işlem yapması için yasal temsilcinize verebilirsiniz. Raporunuzu göndermek için tüm bilgiler gerekli olmasa da lütfen mümkün olduğunca fazla bilgi sağlayın. (...) GERÇEKLEŞEN İSTİSMAR TÜRÜ: (Uygun olan tüm seçenekleri işaretleyin); "Elektroşok, Sigorta Dolandırıcılığı, Mahkeme Emriyle Psikiyatrik Tedavi, Psikiyatrik İlaçlar, Hasta Ölümü, Yanlış Teşhis, Çocuk Koruma Hizmetleri, İstem Dışı Taahhüt, Kısıtlama, Çocuk Uyuşturma, Fiziksel İstismar, Cinsel Saldırı, Velayet Davası, Yaşlı İstismarı, Tıbbi Muayene Yok, İzole Etme, Bilgilendirilmiş Onay Yok, Hasta Haklarının Reddedilmesi, Zorlama.." (....)" GİT
KENDİNİZİ PSİKİYATRİK İSTİSMARDAN KORUYUN.. Bu Psikiyatrik Tanı İstismar Bildirim Formu sizin korumanız içindir. Bu formu doldurabilir ve daha fazla işlem yapması için yasal temsilcinize verebilirsiniz. Raporunuzu göndermek için tüm bilgiler gerekli olmasa da lütfen mümkün olduğunca fazla bilgi sağlayın. (...) GERÇEKLEŞEN İSTİSMAR TÜRÜ: (Uygun olan tüm seçenekleri işaretleyin); "Elektroşok, Sigorta Dolandırıcılığı, Mahkeme Emriyle Psikiyatrik Tedavi, Psikiyatrik İlaçlar, Hasta Ölümü, Yanlış Teşhis, Çocuk Koruma Hizmetleri, İstem Dışı Taahhüt, Kısıtlama, Çocuk Uyuşturma, Fiziksel İstismar, Cinsel Saldırı, Velayet Davası, Yaşlı İstismarı, Tıbbi Muayene Yok, İzole Etme, Bilgilendirilmiş Onay Yok, Hasta Haklarının Reddedilmesi, Zorlama.." (....)" GİT
- Ayrıca, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin tanıtım sayfasına BURAYA giderek, buradaki diğer tüm bölümlere giderek de, bilgilere ulaşabilirsiniz.. ..
***
** NE YAPIYORUZ? ANA KONUMUZ NE?
- İLAÇSIZ TEDAVİ VE BAKIM YÖNTEMLERİNE NEDEN ACİLEN GEÇMELİYİZ?
- TIP sektörünü bize hiç böyle anlatmamışlardı. Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü..
- "İlaçsız Tedavi ve Bakım Yöntemlerine Neden Acilen Geçmeliyiz? ve Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü" ile ilgili çok sayıda detayları öğrenebilmek için aşağıdaki (DİĞER BÖLÜMLER) altındaki diğer sayfalarda bulunan bölümler ve konulara gidip-okuyabilirsiniz.. Ne demek istediğimizi daha iyi anlayabilmek ve bilgi sahibi olabilmek için, bu bölümlerdeki konuları da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz..(Bu bölümler, bu sayfada değil başka sayfalardadır. Bu sayfadaki konuyu bitirdikten sonra en sondaki BÖLÜM'lere tıklayıp-konulara gidebilirsiniz..)
"Psikiyatriye neden bir 'ÖLÜM ENDÜSTRİSİ' diyorlar? Akıl hastalıkları neden bir efsanedir? Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına ve diğer iyatrojenik hasarlara nasıl sebep oluyor? A'DAN Z'YE PSİKİYATRİ HAKKINDA BİZLERE ANLATILMAYAN GİZLİ GERÇEKLER NE?"
** KENDİNİZİ VE SEVDİKLERİNİZİ, PSİKİYATRİ'NİN 'PSİKİYATRİK İSTİSMAR'INDAN KORUYUN..
"Psikiyatrinin, sizinle bir ilgisi olmadığını mı düşünüyorsunuz) Tekrar düşünün.."" (219; 1021)
"Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür." (219; 162)
Yukarıdaki alıntıları hafife almayın. Dünyada yürüyen her sağlıklı insanın, yüzlerce (hatta belki de binlerce /on/yüz binlerce olabilen) hayali (sahte) psikiyatrik hastalıktan muaf olmadığını biliyor musunuz? Kendinizi bir anda "akıl hastası" olarak bulabilir (fişlenerek etiketlenebilir), "hem de bazen polis zoruyla, mahkeme kararı ile" bir/birden fazla psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalabilir ve hatta bir akıl hastanesine dahi yatırılabilirsiniz. Akıl hastası değilsiniz ama ilaç kullanarak bir "akıl hastası" haline dönüştürülebilirsiniz.. Bilerek/bilmeden yada zorla.. Nasıl mı? Daha fazla bilgi için daha detaylı olan diğer sayfalardaki bölümlerin içeriklerini de okumanızda fayda vardır..
Psikiyatrinin bir ölüm endüstrisi olup-olmadığını, psikiyatrik teşhislerin hayali (sahte) olup-olmadığını vb gibi "psikiyatri" hakkında yazılıp-çizilen hemen her türlü bilgi ve belgelerle birlikte, belgeselleri de uluslararası insan hakları komisyonu olan CCHR verilerini 5.bölümde okuyabilirsiniz.. Ve aklınıza hayalinize gelmeyen Psikiyatri hakkında sizlere anlatılmayanları hem bu bölüm de hem de diğer sayfa bölümlerinde de okuyabilirsiniz.. Psikiyatri hakkında yazılıp-çizilenler, ortaya çıkarılan olumsuz veriler ışığında, bazı öneri, çözüm, tahmin, olasılık ve şüphelerden vb oluşan fikir ve düşüncelerimizi de, tüm bölümlere ait "kısa kısa alıntılar"dan sonra 7.bölümde okuyabilirsiniz.. Eğer tüm bölümleri okumaya fırsatınız yoksa, bu bölümdeki "kısa kısa alıntıları" okuyarak da belki bir fikir edinebilirsiniz..
Psikiyatriden /psikiyatristlerden, çeşitli türlerdeki "psikiyatrik istismarlar"dan bir/birden fazlasına maruz kaldıysanız, faydalı siteler (6.) bölümünde "CCHR -İnsan hakları komisyonu"nun sayfasına giderek, "psikiyatrik tanı bildirim istismar form" başvurusu yapabilirsiniz.. Yanlış/yanıltıcı bilgi vermemek adına, başvuru yapmadan önce CCHR'nin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve Form başvurusunun nasıl yapılması gerektiğini öğrenmenizde fayda vardır. Ve CCHR ve form başvurusu için daha fazla geniş bilgi için faydalı Siteler kısmına bakınız.. Ve yönergedeki linke tıklayarak, form başvurusu yapmadan önce bilgi sahibi olabilirsiniz.. İngilizce bilmiyorsanız ve/veya bu konuda yeterince deneyimli değilseniz, kendinize bu konuda deneyim sahibi olabilecek birini örneğin İngilizcesi olan ve başvuru şartlarını iyice öğrenebilen yakınlarınızdan birinden yardım alabilirsiniz.. Veya konu hakkında uzman olan birisinden yardım alabilirsiniz, örneğin varsa eğer avukatınızdan.. Kolay gelsin..
NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz.. Teşekkürler..😊
***
A) 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin araştırma açıklaması.. (Bunu BURADAN da okuyabilirsiniz..)
8 bölümlük bu büyük araştırmanın asıl hedefi, psikiyatrik tedavide, oldukça zararlı ve ölümcül olabilen "Psikiyatrik (PS) ilaçlı tedavi ile diğer (örneğin ECT gibi) psikiyatrik tedavi uygulamalarının yasaklanmasını, ilaçsız tedavi yöntemlerinin hayata geçilmesini.. Toplumun akıl sağlığı yasasının "ilaçsız tedavi yöntemleri"ne göre oluşturulması /düzenlenmesini.. Mevcut yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinin "ilaçsız bakım, tedavi ve rehabilitasyon" yöntemlerine uygun bir şekilde hale getirilmesini.. Ve şu an aklımıza gelmeyen diğer tüm zararsız akıl sağlığı uygulama ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesini" sağlamaktır. Bunun için yani bu durumu daha iyi anlayabilmek için, bu büyük araştırmayı 8 bölüme ayırdık.
-1.bölümde, tek cinsiyetli ve karma koğuş sistemine uygun bir şekilde dizayn edilen yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinin, buralarda kalan savunmasız binlerce masum hasta için olası tehlikelerini gözler önüne serdik. Yani buralar da özellikle de "tek cinsiyetli koğuş sisteminin", "karma koğuşlar" kadar (savunmasız binlerce hasta için) oldukça tehlikeli olabildiğini öğrenmek ile kalmamış.. Yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinde verilen ilaç tedavilerinin olası zararları ile birlikte... Özellikle de hastalara hem istemsiz hem de gereksiz bir şekilde PS ilaçları verildiği, enjekte edildiğini ve bu gibi nedenlerden dolayı da hastaların oldukça tehlikeli komplikasyonlarla karşı karşıya kalabildiklerini de öğrenmiş olabilmekteyiz.. Ve aklımıza gelmeyen (örneğin hastane ve RM ortamlarının kötü olması, hastaların durumlarının daha kötü hale gelmesi, çeşitli şekillerdeki şiddet, taciz, tecavüz, istismar vb gibi) diğer olumsuzluklar da cabası.. Ve ayrıca bu konular hakkında bazı tahminler, olasılıklar, şüpheler, çözüm ve önerilerden oluşan fikir ve düşüncelerimiz de bulunmaktadır..
-2.bölüm de özellikle de "PS tedavide ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon yöntemleri";
-3.bölüm de özellikle de "PS olan-olmayan reçeteli ilaçların olası zararları, etkileri" (PS ilaçların çeşitli zararları, yol açmış olduğu saldırı, şiddet, cinayet, intihar vb girişimler, tıbbi hatalar, kimyasal dengesizlik teorisi, diğer tüm reçeteli ilaçlarla ilgili "yanlış /gereksiz ilaç alınması, reçete edilmesi ve olumsuz sonuçları vb gibi" diğer bilinmesi gerekenler vs vs..) ile;
-4.bölüm de özellikle de "Bilimsel Tıp Dergileri, İlaç Firmaları ve Doktorlar arasındaki Kirli (Mali) İlişkiler ve Olumsuz Etkileri" (ilaç firmaları, bilimsel tıp dergileri ve doktorlar arasındaki mali ilişkiler, bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan (en azından bazı) klinik araştırmaların sahte/hayali olması (hayalet yazarlar, hayalet veriler), yapılan sahtekarlıklar, sağlıklı insanların hasta edilmesi (hastalık tacirliği) vs vb gibi konular) ele alınmıştır.
-5.bölüm de ise ilk 4 bölümdekilerin nedenlerini açıklayabilecek çok detaylı bir araştırma "psikiyatri bir ölüm endüstrisi" başlığında ele alınmıştır. Bu bölüm de, ayrıca (Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin dahi bilmediği) özellikle de "hem Psikiyatri'nin kendisine hem de ilaç tedavileri, ECT uygulamaları vb gibi zararlı ve öldürücü Psikiyatrik Tedavi Uygulamalarına karşı, dünyanın pek çok yerinde (özellikle de gelişmiş ülkelerde) yapılan bazı önemli ve ciddi protestolara da yer verdik.. Kısaca "psikiyatri neden bir ölüm endüstrisi" ile ilgili aklınıza takılan ne varsa, büyük ihtimalle cevaplarını burada bulabilirsiniz..
-6 bölüm de, "Psikiyatri, psikiyatri tedavileri, PS ilaçlarının olası zararları" vb gibi konularda, dünya genelinde özellikle de (quora. com gibi sosyal medya sitelerinde) yapılan dikkat çekici "bazı tartışmalar" ile birlikte bu gibi konularda hasta ve hasta yakınlarına yardımcı olabilecek "bazı faydalı siteler" ele alınmış.. Yine PS tedavileri ve özellikle de PS ilaçların olası zararları konusunda yazılmış dikkat çekici "bazı kitaplar" da buraya eklenmiştir..
-7.bölüm de ise bu bölümlerin hepsini okuyamayan okuyucular için kolay anlaşılabilir olması amacıyla hemen hemen tüm bölümlerden (bayağı uzun bir şekilde) aldığımız dikkat çekici "bazı kısa alıntılara" yer verdik. Ayrıca, hemen hemen tüm bölümlerle ilgili "bazı tahminler, olasılıklar, şüpheler, öneriler ve çözümlerden oluşan "kendi fikir ve düşüncelerimizi" de açıklamaya çalıştık..
-8.bölüm ise okuyucuların daha iyi anlayabilmesi için tüm bölümlerde "ne var ne yok" şeklinde, konu başlıklarını tek tek yazıp, "içindekiler" olarak eklemeye çalıştık. "Hangi bölüm de ne var, hangi konular var" vb gibi buradan rahatlıkla öğrenilebilir.. Ayrıca tüm bölümlerde geçen özellikle de "bazı ingilizce kelimelerin anlamların karışıklığı" konusunda, daha iyi bilgi edinebilmek için ayrı bir ("bu kelimenin anlamı ne, aynı anlam ifade eden iki kelime arasındaki fark ne" gibi) anlam araştırması yaptık ve bunları "sözlük" kısmında yer verdik. Tabii hepsini değil, bazılarını.. Biz elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştık ama tabii doğru da olmayabilir, asıl doğrusunu siz kendiniz araştırıp bulabilirsiniz..
Ve en sonda bu bölümde, tüm bölümlerde geçen konu başlıklarının (sözlükler de dahil) adreslerini "kaynaklar" kısmında verdik.. "Kaynaklar" kısmını bu bölümde verdik, çünkü bunun nedenleri var.. Birincisi araştırma yaklaşık 1180'den fazla kaynak içeriyordu ve karışık bir şekilde başlayıp ve bittiği ve düzen de bu şekilde ele alındığı için, (örneğin bazı konu başlıkları bazı bölümlere uygun olmadığı için, başka bölümlere taşınmak zorunda kalındı ama adreslere dokunulmadı, o nedenle) kaynakların tek bir düzen şekilde tek bir bölümde kalması daha sağlıklı olabilecektir diye düşündük ve böyle yaptık.. Umarız anlayışlı olursunuz.. Teşekkür ederiz..
-1.bölümde, tek cinsiyetli ve karma koğuş sistemine uygun bir şekilde dizayn edilen yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinin, buralarda kalan savunmasız binlerce masum hasta için olası tehlikelerini gözler önüne serdik. Yani buralar da özellikle de "tek cinsiyetli koğuş sisteminin", "karma koğuşlar" kadar (savunmasız binlerce hasta için) oldukça tehlikeli olabildiğini öğrenmek ile kalmamış.. Yatılı akıl hastaneleri ile rehabilitasyon merkezlerinde verilen ilaç tedavilerinin olası zararları ile birlikte... Özellikle de hastalara hem istemsiz hem de gereksiz bir şekilde PS ilaçları verildiği, enjekte edildiğini ve bu gibi nedenlerden dolayı da hastaların oldukça tehlikeli komplikasyonlarla karşı karşıya kalabildiklerini de öğrenmiş olabilmekteyiz.. Ve aklımıza gelmeyen (örneğin hastane ve RM ortamlarının kötü olması, hastaların durumlarının daha kötü hale gelmesi, çeşitli şekillerdeki şiddet, taciz, tecavüz, istismar vb gibi) diğer olumsuzluklar da cabası.. Ve ayrıca bu konular hakkında bazı tahminler, olasılıklar, şüpheler, çözüm ve önerilerden oluşan fikir ve düşüncelerimiz de bulunmaktadır..
-2.bölüm de özellikle de "PS tedavide ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon yöntemleri";
-3.bölüm de özellikle de "PS olan-olmayan reçeteli ilaçların olası zararları, etkileri" (PS ilaçların çeşitli zararları, yol açmış olduğu saldırı, şiddet, cinayet, intihar vb girişimler, tıbbi hatalar, kimyasal dengesizlik teorisi, diğer tüm reçeteli ilaçlarla ilgili "yanlış /gereksiz ilaç alınması, reçete edilmesi ve olumsuz sonuçları vb gibi" diğer bilinmesi gerekenler vs vs..) ile;
-4.bölüm de özellikle de "Bilimsel Tıp Dergileri, İlaç Firmaları ve Doktorlar arasındaki Kirli (Mali) İlişkiler ve Olumsuz Etkileri" (ilaç firmaları, bilimsel tıp dergileri ve doktorlar arasındaki mali ilişkiler, bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan (en azından bazı) klinik araştırmaların sahte/hayali olması (hayalet yazarlar, hayalet veriler), yapılan sahtekarlıklar, sağlıklı insanların hasta edilmesi (hastalık tacirliği) vs vb gibi konular) ele alınmıştır.
-5.bölüm de ise ilk 4 bölümdekilerin nedenlerini açıklayabilecek çok detaylı bir araştırma "psikiyatri bir ölüm endüstrisi" başlığında ele alınmıştır. Bu bölüm de, ayrıca (Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin dahi bilmediği) özellikle de "hem Psikiyatri'nin kendisine hem de ilaç tedavileri, ECT uygulamaları vb gibi zararlı ve öldürücü Psikiyatrik Tedavi Uygulamalarına karşı, dünyanın pek çok yerinde (özellikle de gelişmiş ülkelerde) yapılan bazı önemli ve ciddi protestolara da yer verdik.. Kısaca "psikiyatri neden bir ölüm endüstrisi" ile ilgili aklınıza takılan ne varsa, büyük ihtimalle cevaplarını burada bulabilirsiniz..
-6 bölüm de, "Psikiyatri, psikiyatri tedavileri, PS ilaçlarının olası zararları" vb gibi konularda, dünya genelinde özellikle de (quora. com gibi sosyal medya sitelerinde) yapılan dikkat çekici "bazı tartışmalar" ile birlikte bu gibi konularda hasta ve hasta yakınlarına yardımcı olabilecek "bazı faydalı siteler" ele alınmış.. Yine PS tedavileri ve özellikle de PS ilaçların olası zararları konusunda yazılmış dikkat çekici "bazı kitaplar" da buraya eklenmiştir..
-7.bölüm de ise bu bölümlerin hepsini okuyamayan okuyucular için kolay anlaşılabilir olması amacıyla hemen hemen tüm bölümlerden (bayağı uzun bir şekilde) aldığımız dikkat çekici "bazı kısa alıntılara" yer verdik. Ayrıca, hemen hemen tüm bölümlerle ilgili "bazı tahminler, olasılıklar, şüpheler, öneriler ve çözümlerden oluşan "kendi fikir ve düşüncelerimizi" de açıklamaya çalıştık..
-8.bölüm ise okuyucuların daha iyi anlayabilmesi için tüm bölümlerde "ne var ne yok" şeklinde, konu başlıklarını tek tek yazıp, "içindekiler" olarak eklemeye çalıştık. "Hangi bölüm de ne var, hangi konular var" vb gibi buradan rahatlıkla öğrenilebilir.. Ayrıca tüm bölümlerde geçen özellikle de "bazı ingilizce kelimelerin anlamların karışıklığı" konusunda, daha iyi bilgi edinebilmek için ayrı bir ("bu kelimenin anlamı ne, aynı anlam ifade eden iki kelime arasındaki fark ne" gibi) anlam araştırması yaptık ve bunları "sözlük" kısmında yer verdik. Tabii hepsini değil, bazılarını.. Biz elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalıştık ama tabii doğru da olmayabilir, asıl doğrusunu siz kendiniz araştırıp bulabilirsiniz..
Ve en sonda bu bölümde, tüm bölümlerde geçen konu başlıklarının (sözlükler de dahil) adreslerini "kaynaklar" kısmında verdik.. "Kaynaklar" kısmını bu bölümde verdik, çünkü bunun nedenleri var.. Birincisi araştırma yaklaşık 1180'den fazla kaynak içeriyordu ve karışık bir şekilde başlayıp ve bittiği ve düzen de bu şekilde ele alındığı için, (örneğin bazı konu başlıkları bazı bölümlere uygun olmadığı için, başka bölümlere taşınmak zorunda kalındı ama adreslere dokunulmadı, o nedenle) kaynakların tek bir düzen şekilde tek bir bölümde kalması daha sağlıklı olabilecektir diye düşündük ve böyle yaptık.. Umarız anlayışlı olursunuz.. Teşekkür ederiz..
***
B) 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisine ait bölümler;
1.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (1)' - (Düşünceler) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara dayalı oluşturulan fikir ve düşüncelerin bulunduğu bölümdür.. (ŞİMDİ BURADASINIZ)
2.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (2)' - (Alıntılar - Kitaplar) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara ait kısa alıntıların bulunduğu bölümdür..
3.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (3)' - (Araştırmalar 1) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmaların bulunduğu ilk bölümdür..
4.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (4)' - (Araştırmalar 2) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmaların bulunduğu ikinci bölümdür..
5.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (5)' - (İçindekiler - Kaynaklar) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara ve diğer bilgilere ait kaynakların ve içindekilerin bulunduğu bölümdür..
ÖZEL BÖLÜM : Psikiyatrik ilaçlar, insanları 'şiddete, cinayete ve intihara' meyilli hale getiriyor.
NOT : Bu araştırmaların (8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor' serilerinin) tamamı yaklaşık 2 sene (belki de daha fazla) falan sürmüştür.. 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin "içerik ve kaynaklarına" BURADAN; . 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisininkine ise BURADAN ulaşabilirsiniz..
NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisinin tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz.. Teşekkürler..😊
***
DİPNOTLAR, NOTLAR, AÇIKLAMALAR VE UYARILAR;
DİPNOTLAR, NOTLAR
DİPNOTLAR;
-------------
(204) "ABD'li yetişkinlerin beşte birinden fazlasının ruhsal bir hastalıkla yaşadığı tahmin ediliyor (2022'de 59,3 milyon; ABD yetişkin nüfusunun %23,1'i). (...) 2022'de AMI'li 59,3 milyon yetişkinin 30,0 milyonu (%50,6) geçen yıl ruh sağlığı tedavisi gördü."
(205) "Tardif diskinezi (TD), ilaç tedavisinin ardından ortaya çıkan, yüz buruşturma, dil çıkarma veya dudakları şapırdatma gibi istemsiz tekrarlayan vücut hareketleriyle sonuçlanan iatrojenik bir bozukluktur."
(206) "Tardiv diskinezi, tardif diskinezi veya geç diskinezi, antipsikotiklerin (nöroleptik) kullanımından en az 6 ay sonra ortaya çıkan değişik kas gruplarındaki diskinezilerdir (istemsiz kompleks hareketler). En sık ağız çevresindeki kaslarda görülmekle beraber; el ve ayak parmaklarında, el ve ayak kaslarında, boyun, gövde ve kalça kaslarında da görülebilir. Kullanım süresi uzadıkça görülme sıklığı artar. Streste artabilir ve uykuda kaybolabilir. Kadınlar, yaşlılar, çocuklar, beyin hasarı olanlar ve affektif bozukluğu olanlar yüksek risk grubundadır. Atipik antipsikotiklerin kullanımıyla oluşum riski daha azdır."
(207) "beyni çevreleyen ve mekanik destek sağlayan berrak bir sıvıdır. Nöronlara besin ve sinyal molekülleri taşır ve metabolitlerin atılmasına yardımcı olur."
(208) "Beyin omurilik sıvısı, beyindeki ventriküllerde (boşluklar) koroid pleksus adı verilen doku tarafından yapılır. Ayrıca BOS olarak da adlandırılır. Beyin omurilik sıvısı (BOS, maviyle gösterilmiştir), beyindeki ventrikülleri (boşluklar) kaplayan doku tarafından yapılır."
(209) "Bu sıvının büyük bir kısmı beynin ventriküllerinde koroid pleksus tarafından üretilir ; ancak ventrikülleri kaplayan ependimal hücreler daha küçük bir kısım üretir. Koroid pleksus, lateral ventriküllerin duvarlarından ve üçüncü ve dördüncü ventriküllerin çatılarından kaynaklanır."
(210) "Beyin omurilik sıvısının üretimi, dolaşımı veya emilimi bozulduğunda, bu önemli sağlık sorunlarına yol açabilir. İki önemli durum BOS sızıntıları ve idiyopatik intrakraniyal hipertansiyondur."
(211) "Beyin, onu yaralanmalara karşı koruyan, ona besin sağlayan ve atıkları uzaklaştıran bir sıvı denizinde yüzer. Sıvının normal akışındaki bozulmalar, Alzheimer hastalığı ve beyinde aşırı sıvı birikmesiyle ilgili bir rahatsızlık olan hidrosefali de dahil olmak üzere nörolojik rahatsızlıklarla ilişkilendirilmiştir."
(212) "Beyin omurilik sıvısı (BOS) bağışıklık değişiklikleri zihinsel bozukluklarla ilişkilidir. Rutin BOS parametreleri nörolojik hastalıkları teşhis etmek için spesifiktir. Rutin BOS parametreleri CNS enfeksiyonlarını teşhis etmek için oldukça spesifiktir."
(213)PSYCHIATRIC DRUGS: Cure or Quackery?
-- DİPNOT 1: Bir psikiyatrist, birisi hakkında "bu kişi, toplum için çok tehlikeli, bir an önce akıl hastanesine yatrılıp-tedavi görmeli" anlayışına yakın hayali bir akıl hastalığı damgasını (teşhisi) koyunca, mahkemeler yasalar gereği bu "psikayatri kararına" uymak zorundalar. Ve emniyet birimlerine (polise), "eşlik etme" emrini vererek, "çok tehlikeli akıl hastası" ile etiketlenen (damgalanan) kişi, polis gözetiminde (polis zoru ile) bir akıl hastanesine yatırılır. Ve orada "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülene kadar, beyin için oldukça zehirli psikiyatrik ilaçlar verilmeye devam edilir.. Tabii bunu ne mahkemeler ne emniyet birimleri bilir. Psikiyatristlerin haricinde bu gerçeği kimse bilmez. Psikiyatristler, bu gerçeği bilirler ama bunu sanki "bilmiyorlarmış, böyle birşey yokmuş /olmuyormuş" gibi davranırlar. Bunların birer komplo teorisi olduğunu iddia ederler. Çünkü, bunu kabul ettikleri andan itibaren hem psikiyatrinin hem de ilaç firmalarının hedefinde olabililer; ayrıca kendi hastalarının kendilerine açabilecekleri yüklü miktarlardaki tazminat davaları ile de karşı karşıya da kalabilirler..
--DİPNOT 2: Akıl hastanelerinde, hayatı boyunca orada kalmak zorunda kalan insanların durumlarını bir düşünün.. Çoğu insan olasılıkla bu durumdaki insanları (hastaları) gördüklerin de, burada hayatları boyunca kalmalarına sebep olabilecek şeyin aslında psikiyatrik ilaçlar olabileceğini pek bilmez /düşün(e)mez. Akıllarına dahi getir(e)mezler, çünkü onlara göre "psikiyatrik ilaçlar tedavi eder" gibi onlar da yanlış bir algı var. Burada hayatları boyunca kalmak zorunda kalan insanlar için "gerçek akıl hastaları" gözüyle bakarlar. Evet, bu "doğru" ama onların bilmedikleri şey (yukarıda da dediğimiz gibi) onları (tabii bazıları istisna olabilir) "gerçek akıl hastası" haline getiren şey psikiyatrik ilaçların kendisinin olmasıdır..
Çoğu insanın bilmediği /bildiği halde dile getiremediği şey de, aslında onların da (en azından kendilerini bu hale getiren ve beyin için oldukça zehirli olabilen psikiyatrik ilaçları kullanmadan önce) bir zamanlar birer hayat hikayelerinin olmasıdır. Ve onlar da bir zamanlar, diğer normal insanlar gibi normaldiler ve normal bir yaşam sürüyorlardı. Ne zaman psikiyatrik ilaçları kullanmaya başladılar, hayatları, cehenneme dönmeye (kararmaya) başlamış oldu.
Hayatları karabasan'a döndü. Ve bu ilaçları yıllar boyunca kullandıklarında ise, birgün deyim yerindeyse beyinleri artık KURTARILAMAYACAK şekilde "stop" etti ve sonları ise "akıl hastanesinde hayat boyu bir yaşam" şeklinde bitiverdi.. Ve hiç kimse, yine yukarıda da belirttiğimiz gibi bu insanların 'hayatları boyunca akıl hastanelerinde kalmasına sebep olabilecek' şeyin, aslında psikiyatrik ilaçlar olabileceğini akıllarına dahi getir(e)miyor.. Çünkü, bunu "hayal" dahi edemiyorlar, çünkü insanlar adeta uyuşturulmuş.. Buna yani "psikiyatrik ilaçların tedavi ettiğine" körü körüne inandırılmış..
Ve aslında bu insanların, bu konuda yapabilecekleri birşey de yok gibi.. Ne yapabilirler ki? Tıp kı ABD ve bazı AB ülkelerinde olduğu gibi "Psikiyatri'nin ve psikiyatrik ilaçların yasaklanması" için (onlarca yıldır sürdükleri) bir direniş mi başlatacaklar? Onlar bile bunu başaramamışken.. Ama tabii bu bir bahane olmamalı.. Aslında ülkemizde de buna benzer direnişler olabilmeli.. Belki de Türkiye bunu başarabilir, kimbilir Allah Büyüktür.. Kimsenin hele de mazlumların ahlarını yerde bırakmaz; Müslümanlar bu konuda bir adım atmadıkça (yani bir direniş başlatmadıkça), Allah'ta bu konuda onlara yardımcı olmaz. İslam anlayışında kural böyledir; "Müslüman herhangi bir iş için bir adım atarsa, Allah'ü Tela'da deyim yerindeyse ona yardım etmek için, o da bir adım atarak karşılık verir /verebilir. Önemli olan burada niyettir. Niyet, "iyi niyet" olursa, herşey daha da kolay hale gelir/gelebilir." Herşey oldu-bitti dünyası olmamalı, öyle değil mi?
Unutmadan.. Direnişten kasıt, vurdulu, kırdılı, cinayetli direniş değil, tamamen anayasal haklarını hukuki yollardan arayan sivil (avukat, doktor, öğretmen, vatandaş, memur vs vs) topluluklardan oluşan için sivil bir direniştir. Protestolar yapmak, toplantılar düzenlemek, davalar açmak, hukuki mücadeleler vermek, kamuoyuna bu konuda bilgiler vermek vs vs.. İşte bahsedilen ve ABD'den Japonya'ya kadar ülkelerde yapılan "sivil direniş" budur.. Konuyla ilgili daha detaylı bilgiler almak istiyorsanız, "Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisini BURADAN ve özellikle de konu hakkında bilgileri 5.bölümde BURADAN okumanızı tavsiye ederiz. Herneyse..
-(NOT 1) : Psikiyatrik ilaçların, sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürme ile ilgili yayınlanmış gerçek anlamda bilimsel bir kanıt yok /biz bulamadık (yani olabilir de).. Ancak, 'psikiyatrik ilaçların, beyindeki kimyasal dengesizliği (yani akıl hastalıklarını) düzeltmediği tam tersine yarattığına' ve hatta akıl hastaları üzerinde psikiyatrik ilaç kullanmadan önce ve sonra yapılan beyin görüntüleme çalışmalarında, psikiyatrik ilaç kullanmadan önce hastaların beyinlerinin 'normal' olduğu, psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra ise bir takım 'değişiklikler (bir nevi bozulmalar şeklinde anormal değişiklikler)' görüldüğüne dair dair çalışma verileri de vardır. Aslında bunlar da bir çeşit bilimsel kanıt sayılır ama nedense, bu veriler herhalde olasılıkla 'yetersiz kanıt' nedeniyle kabul edilmiyor gibi görülüyor. (Tabii yerseniz!! İnsanları, zehirli psikiyatrik ilaçlardan mahrum bırakmamak, asıl neden olabilir (mi?)) Herneyse..
Ancak, gerçek anlamda bilimsel bir kanıtın olmaması, psikiyatrik ilaçların sağlıklı insanları "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürmeyeceği anlamına gelmiyor. Bunun nedeni de, psikiyatrik ilaçların buna sebep olabilecek (beyin kimyasını değiştirebilecek) oldukça güçlü zehirli toksinlere (yapay kimyasal bileşiklere) sahip olmasıdır. Akıl hastası olarak etiketlenen insanların beynine (ve hatta vücuduna, organlarına), oldukça zararlar verebilen (ve hatta onları dahi öldürebilen) bir özelliğe sahip bu psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı insanların beyinlerine (ve vücutlarına, organlarına) neler neler yapmaz ki? Sırf, bu gerçekler bile 'sağlıklı insanların da, psikiyatrik ilaçlar ile "gerçek bir akıl hastası" haline dönüştürülebileceğine' dair bize güzel örnekler, kanıtlar verebilmektedir, diyebiliriz.. Ayrıca sosyal medyada konuyla ilgili yaşadıklarını anlatan sağlıklı olan/olmayan bazı kişilerin, "psikiyatrik ilaçları kullandıklarında, kendilerinde daha önce olmayan bazı psikiyatrik belirtilerden" bahsetmeye başladıklarını ve 'psikiyatrik ilaçların (en azından bazılarının) buna sebep olabileceğine' dair tartışmaların da olabildiğini de söyleyebiliriz.. (Bununla ilgili bazı tartışmaları, "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinin 6.bölümüne "bazı tartışmalar" kısmına bir göz atabilirsiniz..)
Zaten "bilimsel kanıt" dediğiniz şey, aslında sahtekar ve dolandırıcı oldukları sonradan tespit edilen dünyaca ünlü tıp dergilerinde yayınlanan makalelere adfedilen ve dünyaca kabul görme olasılığı olabilen sözde bilimsel çalışmalardır.. Ve bu çalışmaların (kanıtların, bilimsel çalışma verilerinin) "sahte ve/veya yanıltıcı" olma olasılıkları da, bilimsel tıp dergilerinin hem ilaç firmaları ile hem de doktorlarla olan yakın (kirli) mali ilişkileri nedeniyle, çok yüksek bir olasılıktır.. (Bunları "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinde okuyabilirsiniz..) Aslında bunların büyük kısmını "Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisinde bulabilirsiniz.. Zaten bu seriyi tam olarak anlayarak okuduğunuzda, ne demek istediğimizi (en azından psikiyatrik ilaçların insanları nasıl olumsuz yönde değiştirebildiğini) de anlamış olacaksınızdır umarım.. Örneğin tartışmalar kısmını da okuyabilirsiniz ama nerdeyse her bölümde, bununla ilgili buna yakın örnek ve kanıtların olabildiğinin mesela "ps ilaçların çeşitli hastalıklara ve ölümlere sebep olması, intihar ve şiddet eylemlerine yatkın hale getirmesi vb gibi çok sayıda zihinsel ve fiziksel sorunlara, hastalıklara sebep olması" gibi bilgileri okuduğunuz da bunun farkına varabileceksinizdir, o zaman.. Bu bile, psikiyatrik ilaçların, sağlıklı insanları nasıl birer "gerçek akıl hastası" haline getirebildiğine dair size bir fikir verebilir ve sizin için yeterlidir herhalde diye umuyoruz.
-(NOT 2) : Şimdi diyeceksiz ki, "ilaçlarını kullanmıyor mu?" Kullanıyor hatta bunları ben kendim veriyorum (ve hatta psikiyatrik ilaçların zararlarını bildiğim halde veriyorum. Ve yine hatta ve hatta 'psikiyatrik ilaçların, iyileştirmesi gerektiği psikiyatrik semtomlara sebep olduğunu' da yeni öğrendiğim halde..) Çünkü buna mecburum.. Nedenleri var, örneğin "ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon" konusunda yeterince bilgi sahibi değilim, doktorlar desen onlar bunlara baştan karşıymış gibi tavır sergileyebilecekleri çok açık, adeta "ilaç satış temsilcileri haline gelmişler" gibi birşey.. Artık onlara güvenmiyorum ama resmi açıdan kabul görüldükleri için mecburen buna uymak zorunda kalabiliyorsunuz. Artı ayrıca devletin de bu konuda çok aciz olduğu çok açık bir şekilde görülüyor.. Zaten bütün suç, devletin kendisinde.. Bu türdeki hastalar için, ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon yöntemlerini devreye sokması ve 'akıl hastanelerini, zihinsel engelli rehabilitasyon merkezlerini, zihinsel engelli bakım kurumlarını ve toplumun akıl sağlığı yasalarını', bu "ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon" yöntemlerine göre dizayn etmesi gerekir, diye düşünüyorum.. Sadece ilaçsız tedavi ve bakım değil.. Rehabilitasyon yöntemlerinde de bu gibi yerlerde de çok eksiklik ve sıkıntıların olabildiği çok açık gibi görülüyor.. Vs vs.. Neyse bu konuya fazla girmicem, çünkü bu çok teferruatlı bir konu, bu konu hakkında 8 bölümlük "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" araştırma serisini okumanızı tavsiye ederim.. İŞTE BURADA..
"Peki doktorlar ne diyor buna, ilaçlarını değiştirmiyorlar mı?" Sorunu uzun yıllardır yaşadığı için, sürekli doktorlara gidip-bunları söylediğimiz de, zaten yaptıkları tek şey, "ilaçları değiştirmek" oluyor ama bu ilaçların hiçbiri ona fayda vermedi. Aksine durumunu daha da kötüleştirdi. Son bir senedir mi nedir (tam hatırlayamıyorum belki daha fazladır), doktorlar ilaçları değiştirmemişti. Çünkü değiştirebilecekleri alternatif ilaçları yoktu yani verebilecekleri tüm ilaçlarını vermişlerdi, sanmıyorsam, bir ara söylemişlerdi hatırladığım kadarıyla.. Ancak şunu da söyleyeyim, bu değişen ilaçlardan biri çok tehlikeli idi ve bir işe de yaramıyordu, sürekli kusmasına sebep oluyordu ve bununla ilgili bu ilacın "ölüme" sebep olduğuna dair bir bilgi değinmiştim bir ara. Hatta doktorlardan biri beni ve annemi, "bu ilaçları vermezseniz hastanın ölümüne sebep olursunuz, hapse girersiniz!" vs diye böyle acayip bir şekilde adeta tehtid edince, ben de onları CİMER'e şikayet etmiştim, "Madem bu ilaçlar ölüme sebep oluyor, ne diye veriyorsunuz?" vs vs diye.. Sonra onlar da bizi şikayet etmişler vs. Ben de onlara yeniden cevap vermiştim ama işte bu böyle devam etti.. Sonra açıkçası hastaneye gitmeyi düşünmüyorduk ama en yakın hastane üstelik "ruh toplum sağlığı merkezi"de olduğu için, mecburen yine oraya gitmeye çalıştık. Zaten annem de yaşlı idi, onu da oradan oraya sürükleme endişesi olduğu için buna mecbur kaldık.. Sonra doktorlar, ilaçları başka ilaçlar ile değiştirdiler.. Sonra ilaçlar duruma göre yine değişti vs vs.. Değişen ilaçlardan bir diğeri de tamamen hareketsiz kalmasına sebep oluyordu, adeta yatalak gibi yatağa bağımlı hale gelmesine sebep oluyordu.. Öyle psikiyatrik ilaçlardı ki, "anlatılmaz deneyim yaşamanız gerekir" cinsinden.. Bunu doktolarına söylediğimizde de, "bunun geçici olduğunu" söyleyince içimiz rahatlamıştı ama şimdiki araştırmalara bakınca, peki ya beyni? Neyse.. Sonra ilaçlar duruma göre yine değişti vs vs.. Sonra yukarıda dediğim gibi tam hatırlayamıyorum ama son bir senedir olması lazım, (yukarıda anlattığımız sebeplerden dolayı olması gerek) ilaçlar değişmedi..
Çünkü "başka alternatif ilaçların kalmaması"da dahil, bir de doktorların yanına gittiğimiz de, kardeşim adeta kuzu gibi oluyordu :) mesela, sessiz sakin, bir de her gittiğimiz de "ilaçların kendisine iyi geldiğini" söylüyordu.. :( Aslında gelmiyordu ama nedense doktorların yanında böyle söylüyordu. Biz, doktorlara durumu izah ediyorduk ("gayipten sesler duymaya devam ettiğini, kendi kendine konuştuğunu, bağırıp-çağırdığını vs" söylüyorduk) ama kardeşimin sessiz olmasından ve moralinin yüksek olmasından mıdır nedir bilemiyorum, onlar "durumu gayet iyi, ilaçlarını aynen devam etsin!" diyerek, ilaçları değiştirmiyorlardı.. Aslına bakarsanız, daha önceki "psikiyatrik ilaç değiştirilmesi deneyimlerinden" yaşadığımız sebeplerden, yani bu "ilaç değişimlerinin de bir işe yaramadığını" bildiğimizden dolayı, psikiyatrik ilaçların değiştirilmemesini pek şaşırmamıştık.. Değiştirselerdi de, hiçbirşey değişmeyecekti, deneyimlerimizden öğrendiklerimiz..
Bir de şöyle bir gerçekte vardır.. Bu, aslında araştırma yaptıkça sonradan kavrayabildiğim bir şey..
-İlaçların sürekli olarak değiştirilmesi.. "Hastalar, psikiyatristlerin deneme tahtaları mı? Kobay fareleri mi?"
Psikiyatristlerin hastaları için "doğru ilaç tedavisini bulma" saçmalığı yüzünden sürekli olarak ilaçları değiştirmesi durumu, aslına bakarsanız psikiyatristlerin bu konuda ne kadar beceriksiz olduklarını gösteriyor. Zaten psikiyatrik ilaçların zararlarının bilindiği bir ortamda, (değişmese bile aynı zarar söz konusu iken), sürekli olarak ilaçların değiştirilmesinin, hastalar için özellikle de "beyin" ile ilgili nasıl zararlar ortaya çıkarabileceğini varın gelin siz düşünün.. Hele de bu ilaçlar birçok ilaç kombinasyonundan oluşuyorsa.. Bir değil, iki değil, üç değil.. 4,5,6 tane ilaçların, hastalara her Allah'ın gününde verildiğini düşünün.. Bir tanesi dahi sorunlara neden olabilirken, çok sayıda ilaç kombinasyonundan oluşan psikiyatrik ilaçların zararları nasıl büyük hasarlara, zararlara sebep olabileceğini varın gelin siz düşünün.. İşte bu yüzden psikiyatristler, sadece ilaç satış temsilcilerinden oluşan işe yaramayan beceriksizlerdir. Bunların hastaları tedavilerle, iyileştirmelerle hiç alakası yok, hastaları iyileştirmek şöyle dursun, onları "kontrol etmeyi" amaçlayan bir yaklaşımları var.
Hastalara verilen psikiyatrik ilaçlar, hastaları iyileştirmez, tedavi etmez; sadece onları "kontrol eder" ve bu sürekli verilirse (uzun vadede) beyinlerini dahi tahrip edebilir (kalıcı beyin hasarına, beyin küçülmesine vb sebep olabilir) ve diğer zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanmasına sebep olabilir düzeyde oldukça zehirli ilaçlardır..
Tahminime göre bu ilaçlar yüzünden, kardeşimin beyni allak bullak oldu. Dilim varmıyor ama bir çeşit "beyin hasarı" yaşamış olabileceğinden şüpheleniyorum. Bu beyin hasarı, beynin kimyasalları ile ilgili olabileceği için, bu hasarın herhangi (örneğin "kan, mr, ultrason" vb gibi) "medikal tıbbi testlerle" ortaya çıkarılması mümkün değildir. Zaten söz konusu iddia edilen herhangi bir psikiyatrik hastalığın, herhangi bir medikal tıbbi testlerle tespit edilmesi de mümkün değildir. Psikiyatristler de tüm bu gerçekleri bildikleri halde (büyük ihtimalle bunları biliyorlar ama yine de), hastalarına sürekli bu zararlı psikiyatrik ilaçları vermeye, reçete etmeye devam ediyorlar.. Eğer bu hasar, fiziksel (nörolojik) bir hasar ise zaten bu çıkabilir. Nörolojik (fiziksel) hasarların tespit edilmesi mümkün ancak zihinsel beyin hasarının tespit edilmesi mümkün değildir.. Bu nedenden dolayı da, buna sebep olan şeylerin "psikiyatrik ilaçlar olup-olmadığı" konusunda da tartışmalar, şüpheler de bulunabilmeketdir. Ancak yine de"psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına sebep olduğuna" yönelik ciddi kanıtlar olabildiği için, zihinsel beyin hasarının da, bu psikiyatrik ilaçlardan kaynaklı olabileceğini de anlayabiliriz herhalde.. Tüm bunlarla ilgili de detaylı bilgileri öğrenmek istisyorsanız, yine yukarıdaki bu 8 bölümlük "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" araştırma serisini okumanızı tavsiye ederim.. İŞTE BURADA..
Psikiyatrik ilaçlar ile psikiyatri hastalarını "kontrol edelim" derken, onların "kalıcı beyin hasarına" yakalanmasına sebep olmak..
Peki, ilaçları kestik mi? Hayır, dediğimiz gibi kesmedik, veriyoruz çünkü buna mecburuz.. Tüm bunların suçlusunun, devletin kendisinin olabildiğini vurgulamak isterim.. Yukarıda da dediğimiz gibi sorun ilaçlarla falan düzeldiği yok, ilaçlar sorunları daha da beter hale getiriyor. Daha beter olması, "hastanın kontrolü" değildir; hastanın "beyin hasarı"na yakalanmış olabilmesi şüphesindendir. Son derece zehirli ve öldürücü olduğu sonradan ortaya çıkan psikiyatrik ilaçlar ile hastaların kontrolü sağlanıyor ama bu ilaçlar ile hastaların beyinlerinde, hayatları boyunca yaşayabilecekleri çeşitli zihinsel beyin hasarlarına yakalanabilmeleri de olasılık dahilindedir, diyebiliriz. Bunu da ben kafadan da atmıyorum, psikiyatrik ilaçların "kalıcı beyin hasarına, beyin küçülmesine" vb nedenlerine sebep olduğuna dair kanıtların olmasından dolayı, bunları izah ediyoruz..
Neden akıl hastanelerinde, hayatları (uzun yıllar) boyunca kalma zorunluluğu olan hastalar var? Bunun pekçok nedeni olabilir.. Ama bunlardan birinin hatta en önemlisinin, bir şekilde beyinlerini tahrip eden, uzun yıllardır kullandıkları /hastanelerde verdikleri psikiyatrik ilaçlar yüzünden olabileceği yönünde bir tahminde bulunabiliriz. Artık bu hastalar için kurtuluş umudu da yok. Çünkü, söz konusu olan bu zehirli psikiyatrik ilaçlar ile beyinleri allak bullak edilmiş yani bir çeşit KİMYASAL KALICI BEYİN HASARINA yakalanmış olmalarından dolayı, artık TEK BAŞINA YAŞAYABİLECEK şekilde normal insanlar gibi düşünememekte, normal davranışlar gösterememektedirler. Bu nedenden dolayı da, dışarıya karşı son derece savunmasız hale gelebilmektedirler.. (Özellikle de zihinsel engelli bayan hastalar için..) İşte bu gibi nedenlerden dolayı, bu yöndeki hastalar için maalesef herhangi bir kurtuluş umudu da kalmamıştır.. Psikiyatrik ilaçlar, onların bu kurtuluş umudunu da tamamen ortadan kaldırmıştır.. Yazık..
İşte, bunların yaşanmasını istemediğimiz için, en azından bundan sonraki hastaların bu zehirli psikiyatrik ilaçlarla beyin hasarlarına uğramasını engelleyebilmek için, bu 8 bölümlük "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" araştırma serisini hazırladık ve okumanızı tavsiye ederiz.. İŞTE BURADA.. Artık bir şeylerin değişmesi gerekiyor, bu böyle gitmez. Bu seride belirttiğimiz gibi "ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitasyon" yöntemlerine geçiş için, diğer akıl sağlığı hizmetlerinin de değişmesi ve bunlara uygun hale gelmesi (dizayn edilmesi) gerekmektedir..
-(NOT 3) - Çocuk ve gençler, bu konuda çok hasass bir yapıya sahiptir. Özellikle de doğal ergenlik psikolojisine giren çocuk ve gençlerin, bu durumdan (medyanın ruhsal hastalık propagandalarından) etkilenmesi oldukça yüksek olabilir. Aslında, asıl tehlike, çocukların doğal olan ergenlik psikolojisine girmesini, yanlış algılayan ebevenlerin yanlış ve tehlikeli bakış açılarıyla, çocuklarını psikiyatri servisine yönlendirmeleri (/götürmeleri) ile ortaya çıkan tehlikedir. Çocuk ve gençler,(yaşı reşit olanlar), genellikle kendi başlarına psikiyatriye falan gitmez; olasılıkla, ebevenlerin baskısı ile gidebilirler, yaşı reşit değilse, ebeveynlerle birlikte gitmek zorunda kalabiliyorlar. Ebevenler, doğal olarak çocuklarında olabileceği düşünülen altta yatan ruhsal hastalık /rahatsızlığın nedenini, aslında daha çok medya tarafından ortaya atılan "hastalık" bağlantılı bir KORKU ve İLGİNİN, psikolojisinin oluşmasına zemin hazırlayabilen bir etkenin olabildiğini görebilmek mümkündür diyebiliriz.. Çocuk ve gençlerin ergenlik (gelişme, öğrenme) döneminde olması nedeniyle, "bu hastalık sende de olabilir, eğer bu belirtiler varsa, bir psikiyatriste gitmelisin!" gibi buna benzer "psikolojik bir baskı" taktikleri içeren bir görüntü verebiliyor. Hastalıktan korkan ve ilgi görmek isteyen çocuk ve gençler (ve sıklıkla da bazı yetişkinler de, tıpkı Covid ve aşı sahtekarlığında olduğu gibi, "aşılanmak" için ön saflara geçenler gibi), "hasta" olduklarını düşündüklerinden dolayı olsa gerek, "ilaçlanabilmek (ilaç kullanabilmek)" için, kimyasal içerikli ilaçları kullanmak için ön saflara geçebilir duruma gelebilmektedir diyebiliriz..
Yukarıdaki sorun gibi diğer "sağlık sorunları" da aynı şekilde işleniyor ve burada amacın, insanları "hasta olduklarına ve ilaç almaya" ikna etmek gibi görülüyor.. Kimler yapıyor? Genellikle sağlıkta resmi yetkili ve/veya devlet /DSÖ vb destekli (prof, doçent, uzman gibi) apoletli doktorların (sosyal medya değil, tv, radyo, gazete gibi evlere kolaylıkla girebilen) ana akım medyada rol oynadıkları ve gündem olan "sağlık sorunları" konusunda çeşitli türlerdeki reklam kampanyaları, programlar, anketler, haberler vb ile (yalan, yanlış değil) genellikle "yanıltıcı" içeriklerle dolu çalışmaları ile.. Neden böyle yapsınlar? Genel kanı, insanları "hasta olduklarına ve ilaç almaya" ikna etmek yönünde.. İşte bir örnek dizisi.. TeenScreen programı.. (TeenScreen programı yoğun eleştiriler, tartışmalar ve ortaya atılan çok ciddi iddialar sonrası 2012'de sonlandırıldı.. Sonlandırılma nedeni çeşitli rivayetler olsa da, tam olarak bilinmiyor.. Daha fazla bilgi için 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi bölümündeki 'sözlük' kısmına bakınız..)
Yukarıdaki sorun gibi diğer "sağlık sorunları" da aynı şekilde işleniyor ve burada amacın, insanları "hasta olduklarına ve ilaç almaya" ikna etmek gibi görülüyor.. Kimler yapıyor? Genellikle sağlıkta resmi yetkili ve/veya devlet /DSÖ vb destekli (prof, doçent, uzman gibi) apoletli doktorların (sosyal medya değil, tv, radyo, gazete gibi evlere kolaylıkla girebilen) ana akım medyada rol oynadıkları ve gündem olan "sağlık sorunları" konusunda çeşitli türlerdeki reklam kampanyaları, programlar, anketler, haberler vb ile (yalan, yanlış değil) genellikle "yanıltıcı" içeriklerle dolu çalışmaları ile.. Neden böyle yapsınlar? Genel kanı, insanları "hasta olduklarına ve ilaç almaya" ikna etmek yönünde.. İşte bir örnek dizisi.. TeenScreen programı.. (TeenScreen programı yoğun eleştiriler, tartışmalar ve ortaya atılan çok ciddi iddialar sonrası 2012'de sonlandırıldı.. Sonlandırılma nedeni çeşitli rivayetler olsa da, tam olarak bilinmiyor.. Daha fazla bilgi için 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi bölümündeki 'sözlük' kısmına bakınız..)
DİĞERLERİ;
-------------------
NOT 1 : Geçtiğimiz yıllarda dünyanın pek çok yerinde özellikle de ABD ve İngiltere gibi gelişmiş batı ülkelerinde, Psikiyatri ve Psikiyatri tedavi ve uygulamalarına (Psikiyatri ilaçları, ECR gibi elektroşok gibi tedavi ve uygulamalarına) karşı ciddi şekilde protestolar yapıldı (220) (221) ve bu protestoların son ayağının sanmıyorsam 2020 yılında yapıldığını söyleyebiliriz. Büyük olasılıkla "Psikiyatrinin kaldırılmaması" ve/veya Psikiyatrinin olası ÖLÜMCÜL zararları dikkate alınıp-bu konuda ciddi düzenlemeler yapılmadığı sürece, bundan sonra da (Psikiyatriye ve ölümcül Psikiyatrik tedavi ve uygulamalarına karşı) protestoların devam edebileceğini söyleyebiliriz.. Türkiye'de ise ne yazık ki bu konuda, (yani Psikiyatrinin ve bu olası ölümcül zararlı tedavi ve uygulamaları konusunda) toplumun yeterince bilgi sahibi olmadığı da görülüyor.. Türkiye'nin de en azından aktivistlerin bu konuda harekete geçmeleri gerekiyor, diye düşünüyoruz..
NOT 2 : Ülkemizde bir akıl hastanesinde yaşadığı şiddeti ve bu şiddete dur denilmesi için başlattığı imza kampanyası ile anlatmaya çalışan bir birey.. (222) Bu, yaklaşık 7 yıl önce (2017) başlatılan bir kampanya.. Tabii yaşanılanların doğru olup-olmadıklarını tam olarak bilmiyoruz. Birey, yaşamış olduğu şiddet ile ilgili iddialarını bir sitede kampanya açarak yaşadıklarını anlatmaya çalışmış. İddialar doğru da olabilir, olmayabilir de.. Ancak olsa da olmasa da, 'akıl hastanelerinde hastalara şiddetlerle' ilgili dünyadan gelen verilerle birlikte, ülkemizin medyasında yayınlanan konuyla ilgili eski ve/veya yeni verilere baktığımızda, iddiaların yaşanma olasılığının olabileceğine dair bizlere bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz.. Ayrıca maalesef Türkiye gibi dünyanın diğer gelişmekte olan ülkelerinde özellikle de 'akıl hastaneleri adeta bir sır küpü' gibi olduğu için herhalde, bu tür yerlerde gerçekten olup-bitenleri, yaşananları ancak kamuoyuna yansıyanlar dışında pek bilebilmek mümkün değil gibi gözüküyor.. Medyaya yansıyanlar buzdağının sadece görünen kısmı da olabilir.. Üzerlerinde ciddi sivil denetim ve araştırmaların yapılması gerekir.. Tabii bu, sadece bir örnek gibi.. Ve dikkat ederseniz yurt dışından yabancılardan gelen "akıl hastanelerinde savunmasız hastalara şiddet" içeren vaka haberlerinin hemen hemen neredeyse büyük çoğunluğu, AB ülkeleri, ABD ve Avustralya gibi gelişmiş ülkelerden gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde özellikle de söz konusu olan "insan sağlığı" ise, insan sağlığını kendi tekellerine almaya çalışıp-insanlara yine sağlık üzerinden bilerek/bilmeden (ama yapılanların çeşitli şekillerde gizlenilmesi "yani yapılan işlemlerin bilgilerini saklamak, yanlış ve/veya yanıltıcı şekilde işlemek, tahrif etmek vs gibi" ile) zarar vermeye çalışan (yani bir nevi tıbbi hata ile insanların yaralanmasına ve/veya ölmesine sebep olan) 'devletler, doktorlar, hemşireler, sağlık personelleri ve diğer özel ve kamusal sağlık sektörleri' vb gibi kişiler ve kurumlara karşı bir mücadele verip-verilen zararların ortaya çıkartılmasını sağlayan yine devletlere ve/veya hiçbir resmi kuruma vs yerlere bağımlı olmayan diğer "dürüst ve bağımsız gazeteciler, doktorlar, hemşireler, sağlık personelleri, hukukçular, siyasetçiler ve diğer tüm kişi ve kurumların" da içerisinde bulunduğu bağımsız sivil toplum örgütleri bulunuyor. İşte bunlar sayesinde, kendi ülkelerindeki hastanelerde ne dolapların döndüğü hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Ve diğer tüm "insan sağlığını" tehlikeye atan ne kadar tehlikeli zararlı şeyler varsa (örneğin kovid aşıları gibi..) bunların hepsini, araştırarak ortaya çıkartarak, kamuoyu (yani toplumla) ile paylaşabiliyorlar.. Bu açıdan baktığımızda.. 'Gelişmiş ülkelerdeki demokrasi anlayışı, gelişmekte olan ülkelerdeki demokrasi anlayışından çok daha farklı ve anlamlıdır', diyebiliriz.. Bu nedenle.. Gelişmekte olan ülkelerdeki durumun, daha da vahim olma olasılığı çok daha yüksek olabilir, diye tahminde bulunabiliriz..
NOT 3 : "Hepimiz ruh hastasıyız.. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre son 6 yılda 8 milyon kişi antidepresan ilaç kullandı, yine bu dönemde psikolojik rahatsızlık nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuranların sayısı 3 kat arttı. Bu verileri ortaya koyan Bağımsız Sağlık-Sen’in araştırmasında, “Toplum olarak ruh hastasıyız!” teşhisi yapıldı. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ise 'dünyada her 10 kişiden birinin ruh sağlığının bozuk olduğuna' dikkat çekilen araştırmada, Türkiye’de 'koruyucu ruh sağlığı ve ruh sağlığı tedavi hizmetlerinin' yetersiz olduğuna vurgu yapıldı. (....)" (223)
NOT 4 : Daha önce yayınladığımız 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisine ait bölümlerde, dünya genelinde milyonlarca olabilen aile dramlarından birini yayınlamıştık. BBC tarafından yayınlanan bu aile dramında, 'bir anne, psikiyatri hastanesinin kızının ruh sağlığını kötüleştirdiğini' iddia ediyordu. Resim, temsilidir. (305)
AÇIKLAMA 1: Buradaki düşünce yazıları, araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardır; yani araştırmalara dayalı 'tahminler, öngörüler, olasılıklar, şüpheler, öneriler' vb bilgilerden oluşan fikir ve düşüncelerimizden ibarettir. Burada geçen düşünce yazılarını 'komposto teorisi ve çok saçma' olarak görebilirsiniz. Bu, normaldir. Ama bu şekilde görseniz de, bunlara ilham olan diğer sayfalarda geçen araştırmaları, haberleri vb bilgileri okumanızı şiddetle tavsiye ederiz. Belki o zaman fikriniz değişebilir..
('Akıl hastalıkları bir efsanesidir' cümlesi 'çok saçma' diyorsanız.. Okumaya devam edin ve gerçekleri öğrenin..)
Hem 'akıl hastalıkları bir efsanedir' diyorsunuz, hem de 'psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep oluyor' diyorsunuz; 'efsane olan akıl hastalığı, nasıl oluyor da, psikiyatrik ilaçlarla efsane olmaktan çıkıyor?!', bu bir çelişki değil midir? Bu meraklı sorunuza, çok kısa ve net bir cevap ile karşılık verelim; 'Doğal psikolojik sorunlarınız, psikiyatrik ilaçlar ile kalıcı hale gelmiş oluyor; (yani doğal psikolojik sorunlarınız, psikiyatrik ilaçlarla kalıcı akıl hastalığına dönüşmüş oluyor.)' Devam edersek.. Ama siz, bunun farkında bile olmuyorsunuz.. Kalıcı akıl hastalığı, psikiyatrik ilaçlar tarafından tahrip edilen (ve kimsenin farkına bile varamadığı ama aslında psikiyatristlerin (ve psikiyatri ve ilaç sektörlerinin), bu gerçeği bal gibi bildiği ama kimseye açıklamadıkları) beynin, hasar görmesi (kalıcı beyin hasarı) ile yakından ilgisi vardır. Türkiye'de dahil dünya genelinde, (genellikle uzun vadelerde) psikiyatrik ilaç kullanan tahmini on/yüz milyonlarca insanın, kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmış olabileceklerine dair olasılık riskleri bulunmaktadır.
'Akıl hastalıkları bir efsanedir' cümlesini duyunca, eminiz ki aklınızdan, 'Yav! Ne kadar saçma bişi, etrafımız akıl hastası (halk dili ile DELİ) kaynıyor.. Yetmedi akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, hastanelerin psikiyatri servisleri ve poliniklikleri, ruhsal engelli bakım evleri ve rehabilitasyon merkezleri ve diğer ruh sağlığı birimleri vs vs.. Buralarda kalan ve ayakta muayene ve tedavi gören hastalar neyin nesi? Akıl hastalıkları, efsane olsaydı, buralar insanlarla dolu olur muydu?' diye buna benzer düşünceler de geçmiş olabilir. Böyle düşünmeniz, işin gerçeğini (yani etrafınızdaki akıl hastalarının ve/veya o saydığınız ruh sağlığı birimlerindeki hastaların sayılarının çokluğunun sebebinin aslında psikiyatrik ilaçlar olabileceği gerçeğini) bilmediğiniz için son derece doğaldır. Etrafınız akıl hastası kaynıyorsa ve diğer ruh sağlığı birimlerinde hasta sayısı artmışsa, bilin ki bunun nedeni, psikiyatrik ilaçlar olabilir.. Hatta buna 'kesin' gözüyle bile bakabilirsiniz..
Psikiyatrik ilaçlar, bir takım ilaçsız davranış terapi ve tedavi yöntemleri ile sonradan düzelmesi mümkün olan (ve insan ruhu ile ilgili olan), son derece doğal olan doğal psikolojik sorunları, kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürür. Ve (beyninize) zihinsel ve (vücudunuza) fiziksel olarak hayal edebileceğinizden daha fazla zarar da verir.. Bu durum da size, etrafınızdaki akıl hastası ve/veya ruh sağlığı birimlerindeki hasta sayılarının çokluğunu (hepsi olmasa da, büyük çoğunluğunu) açıklama olanağı sunar.. Peki, psikiyatrik ilaçlar, buna nasıl sebep oluyor? Okuyun ve gerçekleri öğrenin..
AÇIKLAMA 2: Hem bu sayfadaki hem de diğer sayfalardaki araştırmalarda her ne kadar "psikiyatristleri" eleştiriyormuş gibi görünse de, (evet aslında eleştiriyoruz bu doğru ama), bu eleştirilerimiz "psikiyatristlerden nefret ettiğimiz" vs için değildir.. Aslında kişisel olarak (kardeşimin bu durumuna sebep olanların psikiyatristler olduğunu bildiğim için) açıkçası biraz kızgınım, belki de nefret de ediyorumdur herhalde ama bu, 'onlarla kavga edeceğimiz, onlara zarar vereceğimiz' anlamında değildir.. Kimse, bunları kıçından anlayıp da, bize (vay efendim, doktora şiddeti özendiriyor!' gibi saçma ifadelerle iftira etmeye kalkmasın.. (Kardeşimle ilgili kısa hikayeleri yazı içerisinde kısaca vermeye çalıştım, okuyabilirsiniz..)
Psikiyatristlere olan kızgınlığım, psikiyatrik ilaçların ölümcül tehlikelerini, özellikle de kalıcı beyin hasarı gibi sorunlara sebep olduklarını bildikleri halde, bu hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli olan psikiyatrik ilaçları halen bile hastalarına reçete etmeye devam etmelerinden dolayıdır. Şimdiye kadar kaç on/yüz binlerce (belki de milyonlarca) beyinleri son derece sağlıklı olan sağlıklı insan, bu şekilde hasara (beyin hasarına) uğratıldı? Ve bunlarla bağlantılı olabilecek kalıcı akıl hastalarına sebep olundu? Ve diğer ölümcül fiziksel hasarlara sebep olundu? Ve ölenleri ise hiç saymıyoruz! Dünya genelinde resmi kayıtlara geçenler dışında (o da sadece gelişmiş batı dünyası ülkelerde) yeterli bir veri yok. En azından gelişmiş ülkelerde, az da olsa, psikiyatrik ilaçlardan dolayı ölümcül hasarlar gören ve ölen insanların olduğu biliniyor. (Bunların bir kısmını 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ile 'akıl hastalıkları bir efsanedir' serilerinde okuyabilirsiniz..) Türkiye gibi ülkeler de ise, bu veriler, adeta bir sır küpü gibi.. Ölenler, öldükleri ile yaralananlar, yaralandıkları ile kalıyor. Bu da, tıpkı covid aşılarının ölümcül yan etkilerinin sır küpü gibi olmasına benziyor..
Aslında asıl kızgınlığımız psikiyatristlere değil de, soykırımcı psikiyatri sektörünedir desek, daha doğru olur herhalde.. Çünkü, gerçekten de psikiyatri sektörü, eli kanlı SOYKIRIMCI bir sektördür. (Bunları 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinde ve e 'akıl hastalıkları bir efsanedir' serilerinde de rahatlıkla okuyabilirsiniz..) Bu nedenle psikiyatri, bir bilim falan değildir. İnsanlara ve toplumlara 'gizli soykırımlar' yapan, zarar veren bir sektör, bilim olarak nasıl görülebilir? 'Dünyadaki terör örgütlerini ve hatta soykırım uygulayan ülkeleri (diktatörleri) bir araya toplasanız, hiçbiri psikiyatri sektörünün eline su dökemez' şekilde psikiyatri sektörü, dünyadaki terör örgütlerinden ve soykırımcı diktatörlerden bile çok daha tehlikeli, uluslararası soykırımcı bir örgüt yapılanmasıdır, desek yerinde olur herhalde..
İçimizden bir ses, Türkiye'de dahil, dünyadaki tüm psikiyatristlerin, bu soykırımcı psikiyatri sektörü tarafından (eli kanlı soykırımcı psikiyatrik ilaç sektörü ile birlikte hareket ederek), kendi kötü niyetli emellerine alet edilmeleri için KULLANILDIKLARINI söylüyor. Araştırmaları okuduğunuz da, psikiyatri sektörü ile ilaç sektörünün, milyarlarca dolarlık mali çıkar ilişkiler içerisinde olduklarını görebilir ve okuyabilirsiniz..
Tabii bu kızgınlık, sadece bunlara değildir.. Devletlerin de bu konularda pasif davranmaları ve insanlarının gözlerinin önünde hem de yasal bir şekilde psikiyatri ve ilaç sektörleri tarafından, psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer ölümcül psikiyatrik yan tedaviler ile sinsi sinsi şekilde adeta ÖLDÜRÜLMELERİNE göz yummaları da ayrıca devletler açısından sorumsuzluğun diğer boyutudur. Devletlerin bu konularda hiç birşey yapmamaları, insanların çaresiz kaldıklarından dolayı, psikiyatri ve psikiyatri ilaç sektörlerinden ölümcül tuzaklarına düşmelerine ve bun nedenle zarar görmelerine neden oluyor, yol açıyor. İşte bu gibi nedenlerden dolayı..
Soykırımcı psikiyatri sektörü ile mücadelemiz, (kanlı psikiyatri sektörünün tıp fakültelerinden kaldırılmasına ve psikiyatrik ilaçların yasaklanmasına ve diğer psikiyatrik vahşetlerin son bulmasına kadar) devam edecektir. Soykırımcı psikiyatri sektörü ile mücadele, hukuk çerçevesinde ve kalemlerimizle olacaktır.. Ayrıca bu mücadelenin, tüm kamuoyuna ve topluma yayılarak, sağduyulu siyasiler, gazeteciler, yazarlar, aydınlar, hukukçular, iş adamları, sivil toplum örgütleri ve hatta yurtdışında olduğu gibi dürüst ve inançlı psikiyatristler, doktorlar, psikologlar ve diğer sağlık çalışanları ile beraber gerçekleştirilmesi de amacımızdır..
Ayrıca herkes için geçerli olan birşey de.. Bir yerde bir /birden fazla yolunda gitmeyen yanlış işler, yanlış şeyler varsa, bizim de bunları ortaya koyma ve yapılanları eleştirme ve hatta kendimizce faydalı olabilecek bir takım çözüm önerileri sunma gibi yasal ve insanı görevlerimiz de vardır. Bu görev aslında her insan için geçerlidir. Her insan mutlaka bir yerde bir/birden fazla yolunda gitmeyen işler, şeyler görürse /fark ederse, bunları yetkililere bildirebilmeli ve/veya en azından tıpkı bizim yaptığımız gibi blog yazılarında yayınlayarak, kamuoyunu bilgilendirebilmelidir.. (Tabii bu yanlış şeyler, özellikle insanların ve hayvanların canlarına ve mallarına kastedilen, zarar verilen bir durum ise, delillerle birlikte yetkililere bildirilmelidir. Bunların dışındakiler ise yerine göre değişebilir.. Şu an bizim yaptığımız gibi genel anlamda yapılan bir/birden fazla yanlışlıklar, kaynakları ile birlikte fikir ve düşüncelerden ve çeşitli çözüm önerilerden oluşan bilgilerle, kamuoyu bu şekilde blog vb yazılarla bilgilendirilebilir..)
İşini düzgün yapan, ahlaklı ve dürüst her meslek ahbabına olduğu gibi, (psikiyatrik ilaçların ölümcül zararlarını bilen, bunları reçete etmeyen, ilaçsız alternatif yöntemleri uygulayan, kanlı psikiyatri ve ilaç sektörü ile samimi şekilde ciddi mücadele eden) dürüst ve inançlı psikiyatristlerin (dünyada bu özelliklere sahip psikiyatristler var ama Türkiye'de var mı bilmiyoruz ama eğer varsa) da başımızın üzerinde yeri vardır.. Allah bu dürüst psikiyatristleri ve diğer dürüst meslek sahibi insanlarımızı başımızdan eksik etmesin.. Askerlerimiz, polislerimiz, hakimlerimiz, savcılarımız, gazetecilerimiz vs de bunlara dahildir.. Allah devletimizi, meclisimizi, hükümetimizi, muhalefetimizi ve diğer tüm siyasilerimizi de başımızdan eksik etmesin.. Nasıl ki ülkemizin güvenliğini sağlayan askerlerimize, polislerimize ihtiyaç varsa, hayat kurtaran, insanların acılarını dindirmeye çalışan doktorlarımıza ve psikiyatristlerimize de (inşallah yakında yeni ismiyle akıl ve ruh sağlığı doktorlarına da) o şekilde ihtiyaç vardır. Aynı şekilde diğer meslek ahbaplarına da "çeşitli ihtiyaçlarla" ihtiyaç vardır. Çünkü herkesin (en azından işini düzgün yapan, ahlaklı ve dürüst olan her meslek ahbabına) ihtiyacı vardır. Herkesin mutlaka birbirlerine ihtiyacı olduğu gibi.. Biz bunları biliyoruz, farkındayız.
İnsanlık tarihi boyunca insanlık ve tabii ki ülkeler, sayısı belirsiz çok sayıda genelde "faydalı" olan meslekler ile hayatta kalabilmişlerdir. "Faydasız" olarak görülebilen bazı meslekler bile hem ülkelerin hem de insanlığın gelişmesine ve hayatın devamına olanak sağlayabilmiştir, diyebiliriz. Ve bu faydasız olarak görülebilen mesleklerden biri de işte bu "blog" tabanlı yazılarını da içerir. Bizim yaptığımız da aslında bir nevi "araştırmacı blog gazeteciliği" gibi birşey. Aslında devletler, bu yönde olan insanları "gazetecilik" kapsamında "araştırmacı blog yazarlığını" bir meslek haline getirse ne güzel olurdu.. Bence buna ihtiyaç var.. Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊
***
UYARILAR VE NOTLAR
UYARILAR : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (akıl hastalığı semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. Zaten
bölümlerde de "ilaçların birdenbire bırakılması" diye birşey yoktur.
İlaçların birdenbire bırakılması hastalarda tehlikeli olabilecek
çeşitli yoksunluk belirtilerine sebep olabilir. Bu
belirtiler hastalara (ve çevresindekilere) zarar verici
olabilir. Hayati tehlikelerle karşı karşıya kalınabilir. O yüzden,
ilaç bırakma girişimi daima doktor gözetiminde birlikte
gerçekleştirilmelidir.. Kendi başınıza bu işi yapmamalısınız.. Kendinize
ve/veya başkalarına faydadan çok zarar verebilirsiniz.. Ayrıca
buradaki GENEL UYARILAR kısmını da okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz..😊
UYARI : Yukarıda bölümlere kadar olan içeriklerin sadece fikir ve düşüncelerden ibaret olan sadece bilgi vermek amaçlı bilgiler, düşünceler olduğunu ve bölümlerde geçen haber, makale, araştırma vb gibi içeriklerin de doğruluğu /yanlışlığı ile
ilgili fikrimizin olmadığını ve sadece bilgi vermek amaçlı olduğunu
unutmayın. . Bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler
vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz. Daha geniş bilgi ve genel uyarılar için BURADAKİ bilgileri okuyunuz.. Teşekkürler..😊
UYARI: Bu
sitede bulunan hastalıklar ve tedavilerle ilgili her türlü bilgi
yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve asla doktorunuzun veya diğer
nitelikli sağlık profesyonellerinin vereceği tavsiyelerin yerine
geçmemelidir. Tıbbi durumunuzla ilgili sorularınız için daima
doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık uzmanının tavsiyesine başvurun.
Ayrıca kendi başınıza bitkisel ilaçlar /tedaviler hazırlayıp-kullanmayınız. Bu işi, işin uzmanları olan uzaman fitoterapistler ile birlikte yapınız.. Fitoterapi (bitkilerle tedavi) anlamına gelir, fitoterapist ise, bu işin eğitimini görmüş fitoterapi hekimleridir.. Fitoterapistler, sizin vücudunuz, bünyeniz, hastalığınız vb gibi kriterleri değerlendirdikten sonra, size uygun bitkisel tedavi seçeneklerini sunacaktır..
NOT : Unutmayın, tekrar edelim ki, bu sayfadaki (ve blogdaki) bilgiler, yaptığımız araştırmalardaki kanıtlara ve bilgilere dayalı olarak, "tahminler, öneriler, olasılıklar, şüpheler" vb gibi bilgilerden oluşarak ortaya koyduğumuz fikir ve düşüncelerimizden oluşmaktadır.. Gerçeklerle tam anlamıyla herhangi bir ilişkisi yoktur /olmayabilir. Ancak 'bu olasılıkların, olabileceğine' dair bize önemli fikirler verebilmektedir. Kanıtlarla yola çıkılarak hazırlanıldığından dolayı, fikir ve düşünceler, kafa karşıkılığı yaratabilir. Bu fikir ve düşünceleri, sadece 'bu olasılıkların, bu şekilde olabileceğine' dair, bizlere bir fikir verebilmesi ve bu gibi konular da araştırmalar yapan araştırmacılara ilhamlar verebilmesi açısından değerlendirebilmek daha doğru olur, diye düşünüyoruz..
NOT : Maalesef Google Çeviride İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimler"
ile ilgili çevirilerde çok büyük yanlışlıklar ve eksiklikler var.
Google Çevirilerin İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi
terimlerin" çevirilerinde çok büyük yanlışlıklar ve eksikliklerin
olduğunu görüyoruz. Çeviriler düzeltilmeye çalışılmasına rağmen
yine de İngilizce'de farklı anlamları olan kelimelerin çoğu
çevirilerinde yine alakası olmayan farklı anlamlarda da kullanılmış
olunabilir. Daha fazla bilgi için SÖZLÜK kısmına bakınız ve
çevirilerin gerçeğini öğrenmek isteniliyorsa, yazıların kaynağına
gidilebilir, oradan gerçeği öğrenilebilir..
NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..
NOT: Bununla birlikte, konuyu daha iyi anlayabilmeniz için, "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisine ait bölümleri de okumanız da fayda vardır.. Serinin bölümlerine, BURADAKİ tanıtım sayfasından gidebilirsiniz.
-Anlamlı bir deyim: Bişri Hafi (ra) hazretlerinin, "Kişinin ameli az olursa, düşünce ve sıkıntıya müptela olur." der. 'Ameli', sadece 'ibadet' bakımından değil, 'çalışma-iş, bir şeyle uğraşma' bakımından da değerlendirmek gerekir. Bir şeyle meşgul olmak (çalışmak, iş yapmak), bir tür yaşam biçimidir ve bu yaşam biçimi, bize akıl hastalıklarına (yani düşünce ve sıkıntıya) yakalanmamak için, önemli bir yere sahiptir. Bu tür yaşam biçimlerini, Bişri Hafi hazretleri gibi diğer evliyâullah Allah(cc) adamlarının yaşamlarında da görebilmek mümkündür diyebiliriz.. Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊
Ooo Ertuğrul bey, yine muhteşem bir eser çıkarmışsınız..Yazı çok uzun olduğu için hepsini tam okuyamadım ,şöyle bir göz gezdirdim. Birde insanların bunu okuyacağını pek sanmıyorum , herkes kendi derdinde ve maalesef çoğu korkuyor gibi.. Ama korkunun ecele faydası yok, bu gerçeklere göz kaparsak, ceremesini de çekeriz.. Sizinde dediğiniz gibi umarım sağduyulu, dürüst ve ahlaklı insanlar bu gerçeklerin farkına varırlar.. Elinize sağlık..
YanıtlaSilAynen korkunun ecele faydası yok. 'Her koyun kendi bacağından asılır' diye güzel bir atasözümüz vardır, eğer böyle üzücü gerçeklere sessiz kalmaya devam edersek, başımıza daha çok sorunlar çıkar diye düşünüyorum. Psikiyatrik ilaçların korkunç tehlikeli ve ölümcül gerçeklerini, yabancı bilim adamları (psikiyatristler, doktorlar, araştırmacılar, gazeteciler ve diğer bağımsız araştırmacılar) yıllar öncesinden ortaya çıkarmışlar ve bununla ilgili halen bile ciddi mücadeleler veriyorlar. Özellikle de psikiyatrik ilaçların yasaklanması ve yerine ilaçsız başka alternatif tedavi yöntemlerinin verilmesi vb yönünde insanlara yardımcı olmaya çalışıyorlar, devletlerine uyarılarda bulunuyorlar, baskı uyguluyorlar vs vs.. Bizim de yaptığımız şeyde zaten bu.. Bizde de umarım böyle dürüst bilim adamları, araştırmacılar, gazeteciler vs insanlarımız bulunur diye umuyorum.. Herneyse, cevabınız için teşekkür ederim..
SilBırakın bu tarz psikiyatrik ilaçları hiçbir ilaç masum değil maalesef. Bu memlekette aklını oynatmamak da elde değil zaten. :(
YanıtlaSilAynen hiçbir ilaç masum değil, ilaçların yan etkilerinden dolayı insanlar çeşitli şekillerde zarar görüyor ve hatta ölenler bile olabiliyor. Ama işte 'niye zarar gördü veya öldü?' denilince, başka başka sebeplerin üzerine atılıyor ve böylece insanlar da kim vurduya gitmiş oluyor, maalesef.. Neyse, değerli yorumunuz için teşekkür ederim.. :)
Sil