26 Temmuz 2024 Cuma

İlaçsız Tedavi, Bakım ve Rehabilitasyon Yöntemleri vs (PSYH 2)

                                                     Tek kişilik modern odalı psikiyatrik tedavi, bakım ve rehabilitasyon merkezleri /tek kişilik modern odalı engelli bakım evleri, temsili görseller.. (Modern single room psychiatric treatment, care and rehabilitation centers. Modern single room disabled care homes.) representative images. (1210)

*'PSİKİYATRİ, BİR ÖLÜM ENDÜSTRİSİDİR' serisi (2)

Bu seri 8 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz 2.bölümde bulunuyorsunuz. 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisi' serisinin diğer bölümleri ile ilgili bilgi ve linkleri en aşağıda, "uyarılar, notlar'dan önce okuyabilir ve linklere tıklayarak bu bölümlere gidebilirsiniz. Yada blog ana sayfasından da, sayfayı aşağıya kaydırarak ulaşabilirsiniz. "Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka "uyarıları"da okumayı unutmayınız.. Teşekkürler..

2.BÖLÜM :  İLAÇSIZ TEDAVİ, BAKIM VE REHABİLİTASYON YÖNTEMLERİ..
** Kimyasal içerikli ilaçların yerine ilaçsız alternatif tedavi yöntemleri ve çözümler vs vs..
**İlaçsız Bakım, Tedavi ve Rehabilitasyon yöntemleri ve merkezleri nasıl olmalı? (Bunu 1. ve 7.bölümlerdeki fikir ve düşünceler kısmında okuyabilirsiniz.)

NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz..Teşekkürler..😊

UYARILAR :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (psikiyatrik semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız.  Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARI kısımlarını mutlaka okuyunuz. Ayrıca ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. Bununla birlikte 3, 5 ve 7.bölümlerde konuyla ilgili küçük ama önemli bilgiler de görebilirsiniz. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Tekrar edelim ki, en aşağıdaki UYARI ve NOTLAR kısmını da okuyun. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz..

-İLAÇSIZ TEDAVİ VE BAKIM YÖNTEMLERİNE NEDEN ACİLEN GEÇMELİYİZ? (En alttaki diğer bölümlere de göz atınız..)

GİRİŞ

NOT: Bu bölümde konu hakkında haberler, makaleler, blog yazıları, bilimsel araştırmalar vs vb bilgiler bulunuyor.. Bu bölümde, psikiyatri tedavisinde ilaçsız tedavinin uygulanması konusunda deneyimler, haberler,  yorumlamalar, araştırmalar vs vb bilgiler yer alıyor.  Ayrıca akıl hastalıklarının artması  ve bunların hem covid hem de covid aşıları ile ilgili bağlantılarının olduğu /olabileceği yönünde bazı bilgilerle birlikte, covid aşılarının diğer zararları konusunda en son ortaya çıkan bazı veriler de yer alıyor.. Ayrıca bu bölümde, daha çok özellikle Osmanlı döneminde hastalara (özellikle de psikiyatri hastalarına) karşı kullanılan ilaçsız ve/veya alternatif (bitkisel ve müzik terapileri gibi) yöntemler ile birlikte, ayrıca, Osmanlı dışında bazı yabancı ülkelerde uygulanan bazı alternatif tıp uyglamaları da ele alındı.. İçindekiler kısmında "konu başlıklarını" okuyarak bir fikir, önbilgi edinebilir ve bu haber, makale, araştırma vb bilgilerden oluşan bilgileri, verileri okuyabilirsiniz..

NELER VAR?
** Bazı ilaçsız tedavi yöntemleri ve Norveç örneği..
** Psikiyatri ilaçları bırakma üzerine..
** Covid aşıları ile akıl hastalığı arasındaki bağlantı..
** Osmanlıda, İslam ülkelerinde ve diğer medeniyetlerdee Tıp ve İlaçsız ve Alternatif  Tedavi Yöntemleri..
** Müzik terapisi, Doğa Terapisi vs gibi terapiler ile tedaviler..
** Bitkilerle tedaviler vs vs..
** Vs vs..

Bu yazıda şu sorulara cevaplar aradık;
---------------------------------------------
-İlaçsız tedavi mümkün mü?
-Akıl hastalıkları ilaçsız nasıl tedavi edilebilir?
-Norveç Psikiyatride İlaçsız Tedavi Talimatı Verdi mi?
-Akıl hastalıkları ilaçsız nasıl tedavi edilebilir?
-Psikolojik ilaçların alternatifleri nelerdir?
-İlaçsız Kanıtlanmış Anksiyete Tedavileri var mı?
-Hastalar neden psikoz için ilaçsız tedavi istiyor?
-Psikozlu kişilerin ilaçsız tedaviye değil şefkate mi ihtiyacı var?
-İlaçları aniden bırakmak ne gibi sorunlara yol açabilir?
-Neden Bu Kadar Çok Psikiyatri Hastası Zorla Gözaltına Alınıyor ve Tedavi Ediliyor?
-Psikotrop İlaçlar Neden Akıl Hastalıklarını İyileştirmiyor?
-Dünya Nüfusunun Yarısı Ruh Sağlığı Bozukluğu mu Yaşayacak?
-Covid aşıları, şizofreniye (/akıl hastalığına) mi sebep oluyor?
-Covid aşıları kalp, beyin vb gibi sağlık sorunlarına mı yol açıyor?
-Vs vs..

                                                        "Zihinsel-Bedensel Engelli Özel Bakım Evi" tabelası, illüstration

NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..

**BAZI İLAÇSIZ TEDAVİ, BAKIM VE REHABİLİTASYON YÖNTEMLERİ

**Bazı "İlaçsız Tedavi Alternatif Yöntemleri"..

"İlaçlara Alternatifler
Zihinsel Zorluklara Yönelik Güvenli ve Etkili Tedaviler Neden Gömülü Tutuluyor? Daha büyük sorun, biyolojik ilaç modelinin (sahte zihinsel bozukluklara dayalı bir hastalık pazarlama kampanyasıdır), hükümetlerin zorluk yaşayan insanlar için gerçek tıbbi çözümleri finanse etmesini engellemesidirTıbbi durumların psikiyatrik belirtiler olarak ortaya çıkabileceğine ve psikiyatri/ilaç endüstrisinin reklam ve lobi faaliyetlerine milyarlarca dolar harcaması nedeniyle ilaç sektörünün, zihinsel bozuklukları bir hastalık olarak kabul eden biyolojik ilaç modelini desteklemeyen her türlü tıbbi modaliteye karşı çıkmak için "hasta hakları" gruplarını finanse ettiğine ve devlet finansmanı almayan, zararlı olmayan tıbbi tedavilerin bulunduğuna dair pek çok kanıt vardır. . Buna psikotik veya şizofreni teşhisi konan kişiler de dahildir - ve ilaçla tedavi edilen hastalarla karşılaştırıldığında başarı oranları göz önüne alındığında, Soteria Evi (Soteria House) gibi uygulanabilirilaç dışı programlar da mevcuttur. Neden? Psiko/ilaç endüstrisinin milyarlarca dolarlık geliri kaybolacaktı. Bu, kârı hastaların hayatından üstün tuttuğu defalarca kanıtlanmış bir endüstridir. Psikiyatrik ilaçlara yönelik ilaç dışı çözümlere /alternatiflere buradan bakın.." (1179)

"Alternatifler
BİLGİLENDİRİLMİŞ ONAY HAKKI.. Standart tıbbi bakım veya zihin değiştirici psikiyatrik ilaçlar da dahil olmak üzere psikiyatrik tanılara ve ilaçlara, subjektif bir psikiyatrik etiket gerektirmeyen  çok sayıda tıbbi ve zararsız alternatif vardır. Hastalar, ABD FDA'ya sunulan 286 ilaç düzenleme uyarısı, 278 çalışma ve 400.000'den fazla advers reaksiyon raporu taşıyan psikiyatrik ilaçların belgelenmiş riskleri konusunda doğru bir şekilde bilgilendirilmediğindenakıl sağlığı alanında bilgilendirilmiş onam konusu pratikte mevcut değildir.. Yalnızca ABD'de, 8,5 milyonu çocuk olmak üzere yaklaşık 80 milyon insan psikiyatrik ilaç kullanıyor; 1 milyondan fazlası ise sıfır ila beş yaşları arasında. (kaynak: IMS Health Health Vector One Ulusal veri tabanı).

 "Psikiyatrik tanıların 'doğrulanabilir tıbbi hastalıklar olmadığı veya tanının yalnızca davranışlardan oluşan bir kontrol listesine dayandığı' konusunda bilgilendirilmiyorlar. İlaçsız, zararlı olmayan çok sayıda alternatifin olduğu konusunda bilgilendirilmiyorlar. "

Bu sayfa, psikiyatrik ilaçları tıbbi olarak bırakma konusunda yardım arayanlar (çünkü hiç kimse doktor denetimi olmadan psikiyatrik ilaçları bırakmaya kalkışmamalıdır) veya psikiyatrik ilaçlara alternatif arayanlar için bir kaynak olarak oluşturulmuştur. CCHR herhangi bir pratisyeni, tıbbi kuruluşu, uygulamayı veya grubu tasvip etmese veya desteklemese de, aşağıdaki kaynakların aşağıdaki konular hakkında daha fazla bilgi arayan kişiler için yararlı olduğunu gördük:

-Psikiyatrik İlaç Bırakma Programları (Psychiatric Drug Withdrawal Programs),
-Alternatif Tıbbi İlaç Dışı Tedavi Programları (Alternative Medical Non-Drug Treatment Programs),
-Çocuklara yönelik ilaç dışı alternatifler (Non-drug alternatives for children),
-“Şizofren” teşhisi konanlara yönelik alternatif ilaç dışı tedaviler (Alternative non-drug treatments for those diagnosed “schizophrenic”), yasal kaynaklar ve daha fazlası.

-RUH SAĞLIĞINA İLAÇ DIŞI YAKLAŞIMLAR VE/VEYA PSİKİYATRİK İLACI GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE BIRAKMA HAKKINDA BİLGİLER (a)
-ÇOCUKLAR İÇİN PSİKİYATRİK İLAÇLARIN ALTERNATİFLERİ (b)
-RUH SAĞLIĞI HASTA HAK GRUPLARI (c)
-TAMAMLAYICI/ALTERNATİF SAĞLIK (d)
-ÇEVRE SORUNLARI VE RUH SAĞLIĞI (e)
-PSİKİYATRİK İLAÇ TEHLİKELERİ (f)
-İLAÇLARIN YAN ETKİLERİNİN RAPORLANMASI (g)
-SAĞLIK SEÇENEKLERİ VE BİLGİ (h)
-YASAL KAYNAKLAR (i)
-FEDERAL YASAL BİLGİLER (j )(1180)

"Ebeveynler: Gerçekleri Öğrenin - Haklarınızı Bilin
 "DEHB (ADHD) için bağımsız, geçerli bir testimiz yok ve DEHB'nin beyin arızasından kaynaklandığını gösteren hiçbir veri yok." — Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) Mutabakat Beyanı  "Yalnızca ABD'de şu anda 7,2 milyon çocuğa psikiyatrik ilaçlar reçete ediliyor; bunların 620.000'den fazlası beş yaşın altında. Tam döküm için resme tıklayın".. DEHB ve Çocuklarda Ruhsal Bozukluklar Hakkında: Hiç şüphe yok ki birçok ebeveynin yardıma ihtiyacı var. Çocuğunun davranışlarından şikayet eden okul mu, yoksa duygusal veya eğitimsel sorunları gözlemleyen ebeveyn mi? Sorun, ebeveynlere çocuklarının bir "zihinsel bozukluğu" olduğu ve "ilaç tedavisine" ihtiyacı olduğu söylenmesine rağmen bu psikiyatrik etiketler (ruhsal bozukluklar) veya çocuklarını 'tedavi etmek' için reçete edilen ilaçlar hakkındaki tüm gerçeklerin onlara verilmemesidir. Yalnızca ABD'de şu anda 6,1 milyon çocuğa psikiyatrik ilaç reçete ediliyor; bunların 418.000'den fazlası beş yaş ve altı. (kaynak: IQVia. ) Bunlar, Amerika Birleşik Devletleri'nde mevcut en güvenilir ilaç reçeteleme bilgileri kaynağı olan IQVia Total Patient Tracker Database'den alınan gerçek rakamlardır. Bu çocuklara hangi ilaçların reçete edildiğini görmek için burayı tıklayın..

Amerika Birleşik Devletleri'nde Psikiyatrik İlaç Kullanan Çocuk Sayısı.. "0-1 Yaş - 85.003 ; 2-3 Yaş - 138.822 ; 4-5 Yaş - 215.120 ; 6-12 Yaş - 2.652.554 ; 13-17 Yaş - 3,188,966"

 "Milyonlarca çocuğa reçete edilen psikiyatrik ilaçlarda 286'dan fazla (ulusal ve) uluslararası ilaç düzenleme kurumu uyarısı bulunmaktadır. Belgelenen ilaç uyarıları, çalışmalar ve FDA'nın Medwatch raporları için görsele tıklayın.".. Amerikan Psikiyatri Birliği, Amerikan Tabipler Birliği ve Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü, 'ruhsal bozuklukların “hastalık” olduğunu doğrulayacak hiçbir tıbbi testin bulunmadığını' kabul etmektedir ancak bunların biyolojik/tıbbi durumlar olduğu yönündeki yanlış fikre kapılmayın, oysa aslında teşhis sadece bir davranış kontrol listesiyle konuluyor. Bu, çocukların duygusal veya davranışsal zorluklar yaşayamayacağı anlamına gelmez (ilaç dışı alternatif çözümleri görmek için sayfayı aşağı kaydırın), ancak bu zihinsel bozukluk tanısı, doğrulanabilir hastalık veya tıbbi durum tanısıyla aynı değildir. Ruhsal bozuklukların hastalık olduğunu doğrulamak için 'genetik testler, beyin taramaları, röntgen veya bilimsel olarak kanıtlanmış herhangi bir test' yoktur ve bunları "tedavi etmek" için tehlikeli ilaçlar kullanılıyor.

Ebeveynlere bu bilgi verilmiyor, ancak çocuklarına basitçe akıl hastası olduğu söyleniyor ve çoğu zaman çocuklarına, (ABD Uyuşturucuyla Mücadele İdaresi'nin kokain, morfin ve afyon gibi yüksek düzeyde bağımlılık yaratan maddeler sınıfında sınıflandırdığıDEHB ilaçları da dahil olmak üzere psikiyatrik ilaçlar kullanmaları söyleniyor. Dikkat, ruh hali veya davranış sorunlarına zararsız, ilaçsız çözümler sunulmuyor. Üstelik bu bozuklukları “tedavi etmek” için reçete edilen ilaçlarda 286'dan fazla uluslararası ilaç düzenleme kurumu uyarısı bulunmaktadır. Bu sayfanın amacı ebeveynlere 'zihinsel bozukluklar, psikiyatrik ilaç riskleri ve psikiyatrik etiket ve ilaçlara zarar vermeyen tıbbi alternatifler' hakkında bilgi vermektir. 

Ebeveynlerin bilmesi gereken ilk şey, çocuğunuzun "akıl hastası" olduğunu kanıtlayabilecek hiçbir tıbbi testin olmadığı ve herhangi bir zihinsel bozukluk tanısının yalnızca görüşe, aslında basit bir davranış kontrol listesine dayandığıdır. Bu nedenle, eğer bir psikiyatrist veya doktor çocuğunuzun “akıl hastası” olduğunu ve “ilaç "medication" (ilaç "drugs") kullanması gerektiğini söylerse:

1) Çocuğunuzun ilaç "tedavisi" gerektirecek bir zihinsel bozukluğu olduğunu (olmadığını) kanıtlayan laboratuvar testini, beyin taramasını, kan testini veya röntgenini görmeyi talep edin.

Psikiyatristlerin ve doktorların 'herhangi bir zihinsel bozukluk için tıbbi bir test olmadığını ve herhangi bir "akılsal bozukluğun" tıbbi bir durum olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığını kabul ettiği' bu sayfayı da yazdırabilirsiniz.

2) Çocuğunuza ilaç öneriliyorsahangi tür ilacın tavsiye edildiğine ilişkin uluslararası ilaç uyarıları/çalışmalarının özetlerini yazdırın ve bunu ilacı tavsiye eden doktora/psikiyatriste iletin ve bu ilaç risklerine ilişkin uluslararası çalışma ve uyarılardan haberdar olup olmadıklarını sorun. ; (maalesef pek çok doktor ilaç güvenliği konusunda bilgilerini ilaç temsilcilerinden alıyor)

-DEHB İlaç Uyarıları ve Çalışmaları için buraya tıklayın.. -ANTİDEPRESAN İlaç Uyarıları ve Çalışmaları için tıklayınız.. -ANTİPSİKOTİK İlaç Uyarıları ve Çalışmaları için tıklayınız.. -ANTİANSKSİYETE İlaç Uyarıları ve Çalışmaları için tıklayınız..

Veya Ritalin, Paxil, Adderall, Concerta, Zoloft, Risperdal gibi belirli markalı ilaçlarla ilgili çalışmalar ve uyarılar bulmak için CCHR'nin Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri Arama Motoruna ilacın adını buraya yazmanız yeterlidir.

3) Psikiyatrist/doktor size 'zihinsel bozukluğunkanıtı olduğunu iddia ettiği şeyi sunarsa, bu iddiayı buradan CCHR International'a iletin; biz de size ileri sürülen iddianın yanlış olduğuna dair kanıt sunacağız.

4) Çocukların ruh hali, dikkat ve davranışla ilgili sorunlarını tedavi etmenin, damgalayıcı bir psikiyatrik etiket (bilime veya tıbba dayalı değil, kesinlikle görüşe dayalı) veya tehlikeli bir ilaç gerektirmeyen, zararlı olmayan, ilaçsız tıbbi alternatifleri vardır. Bunları bilme ve ilaç dışı tedavileri doktorunuza sorma hakkınız vardır. Ayrıca ikinci bir görüş alma hakkına da sahipsiniz. Daha fazla bilgi için buraya tıklayın (aşağıdaki videoyu izleyin ve/veya bu sayfanın en altına gidin)

VİDEO; Dr. Mary Ann Block, Artık DEHB Yok (No More ADHD) kitabının yazarıdır.. (a)

PSİKİYATRİK İLAÇLAR HAKKINDA.. Kalp Krizi, İnme, Diyabet, Halüsinasyon, Şiddet, Mani, Cinayet, Saldırganlık, Depresyon, İntihar ve Ölüme Neden Olduğu Uluslararası İlaç Düzenleme Kuruluşları Tarafından Belgelenmiştir.. Bu bir fikir değil. Bu, uluslararası ilaç düzenleme kurumları tarafından belgelenmiş bir gerçektir. Ebeveynlere, çocuklarına reçete edilen psikiyatrik ilaçlar hakkında belgelenmiş gerçekler verilmiyor, ancak çocuklarına reçete edilen herhangi bir ilaç hakkında tam bilgi sahibi olmak onların hakkıdır. Çocuklara verilen DEHB ilaçları, Antidepresanlar, Antipsikotikler ve Anti-Anksiyete İlaçlarının ciddi ve yaşamı tehdit eden yan etkileri olduğu yüzlerce ilaç düzenleme kurumu tarafından belgelenmiştir. Çocuklara sıklıkla Ritalin, Adderall, Concerta, Paxil, Prozac, Celexa, Zoloft, Luvox, Risperdal, Seroquel gibi ilaçlar reçete ediliyor ve ebeveynlere bu ilaçların bilinen tehlikeleri konusunda herhangi bir uyarı yapılmıyor. Bu nedenle CCHR, psikiyatrik ilaçlara ilişkin, belgelenmiş yan etkileri, ilaç uyarılarını, çalışmaları ve FDA'ya sunulan advers reaksiyon raporlarını basitleştirilmiş bir formatta sağlayan basit, anlaşılması kolay bir arama motoru oluşturdu.

EBEVEYNLER İÇİN ZARARSIZ ÇÖZÜMLER HAKKINDA.. Ebeveynlere Zararsız, İlaçsız Çözümler Var..  Damgalayıcı ve subjektif bir psikiyatrik etiket veya zihin değiştirici bir ilaç gerektirmeyen standart tıbbi bakım da dahil olmak üzere, psikiyatrik teşhis ve tedaviye çok sayıda alternatif vardır. CCHR International herhangi bir pratisyeni, tıbbi kuruluşu, uygulamayı veya grubu onaylamasa veya desteklemese de, aşağıdaki kaynakların aşağıdaki konular hakkında daha fazla bilgi arayan kişiler için yararlı olduğunu gördük:

-Blok Merkezi  -Çocuklarda altta yatan sağlık sorunlarını bulun ve tedavi edin ve çocukların psikiyatrik ilaçlardan güvenli bir şekilde nasıl kurtulabilecekleri hakkında bilgi. (The Block Center "blockcenter. com")
-İlaçsız Çocuk -Çocuklarda “kimyasal kısıtlamaların” kullanımına ilişkin konularda bilgilendirici web sitesi. (Drug Free Children "drugfreechildren. org")
-Yetenekli Çocuk  -Etiketsiz ve İlaçsız Eğitim için Ebeveynler. (Able Child "ablechild. org")
-Amerikan Çevresel Tıp Akademisi -Önleme ve güvenli ve etkili tedaviler yoluyla optimum sağlığı teşvik eder. (American Academy of Environmental Medicine "aaemonline. org")
-Zehirli Maddeler ve Hastalık Kayıt Dairesi  - Kurşun Toksisitesi: Kurşuna Maruz Kalmanın Fizyolojik Etkileri Nelerdir? (Agency for Toxic Substances & Disease Registry "atsdr.cdc. gov") (b)

Okul çocukları hakkında – Ebeveynlerin bilmesi gerekenler.. "Okullar, okula gitmenin bir koşulu olarak çocuğunuza ilaç vermeniz için size baskı yapamaz veya zorlayamaz.." Federal Yasanın 'Okul Personelinin Çocuğunuza İlaç Vermenizi Zorunda Tutmasını Yasakladığını' biliyor muydunuz? Çoğu ebeveyn, okulların çocuğun okula gitme koşulu olarak psikiyatrik ilaç almasını zorunlu kılamayacağının farkında değil. Ebeveyne uygulanan herhangi bir zorlama veya baskı federal yasayı ihlal eder. Bu yasa, CCHR'nin, çocuklarına psikiyatrik ilaç vermeyi reddettiği için tıbbi ihmalle suçlanan ebeveynler de dahil olmak üzere, okul personeli tarafından çocuklarına psikiyatrik ilaç vermeye zorlandığı/baskı yapıldığı veya zorlandığı çok sayıda ebeveyn vakasını belgelemesinin ardından ortaya çıktı. CCHR bu konuyla ilgili olarak ebeveynler ve basınla doğrudan çalışarak ulusal bir kampanyaya öncülük etti; bu konu eyalet ve federal yasa koyucuların önüne getirildi ve sonuçta Zorunlu İlaç Yasağı Değişikliği 2004'te federal yasaya geçerek 'okulların bir çocuğun okula devam edebilmesi için psikiyatrik ilaç almasını zorunlu kılmasını yasakladı.' Bir öğretmenin veya başka bir okul çalışanının çocuğunuzun davranışı veya akademik performansıyla ilgili endişeleri varsa veya bunlara itiraz ediyorsa, bu yasa, çocuğunuza reçeteli bir ilaç vermeniz için size baskı yapmalarını engellemektedir ve eğer çocuğunuza ilaç vermeyi reddederseniz, çocuğunuzun okula gitmesini engelleyemezlerKanun'un çıktısını alıp ihtiyaç duyduğunuzda kullanabileceğiniz kısmı için burayı tıklayın. Ayrıca ebeveynler ve reşit olan öğrenciler için aşağıdaki formları imzalayıp anaokulu, ilkokul, ortaokul ve kolejlere sunmak için kullanabilirsiniz. Bunlar, öğrenciler üzerinde psikiyatrik ilaç tedavisine sevk edilmelerine yol açabilecek akıl sağlığı taraması yapılmasına karşı ileri düzey bir direktiftir." -Ruh Sağlığı ve Psikolojik Tarama veya Danışmanlık Öncesi Ebeveyn Muafiyet Formu.. ; -Ruh Sağlığı ve Psikolojik Tarama veya Danışmanlık Öncesi Öğrenci Muafiyet Formu." (1181)

"Artık DEHB Yok (VİDEO)
Block Center'ın tıbbi direktörü Dr. Mary Ann Block, çocuklara DEHB tanısı konmasını ve tiklere, büyüme geriliğine, kalp krizine, felce ve ani ölüme neden olduğu belgelenen ilaçların verilmesini açık sözlü bir şekilde eleştirmektedir. Ebeveynlerin DEHB'nin tıbbi meşruiyeti ve çocukları tedavi etmek için reçete edilen ilaçların tehlikeleri konusunda nasıl yanlış bilgilendirildiğini anlatıyor. Ebeveynleri, yanlışlıkla zihinsel bozukluk olarak teşhis edilen altta yatan tıbbi sorunları bulmak için çocuklarına tam bir tıbbi muayene yaptırmaya teşvik ediyor. Daha fazlasını okumak için buraya tıklayın  (cchrint. org)" (1182)

OKUNMASI GEREKENLER;
---------------------
-Hiçbir Tıbbi Test Mevcut Değil (1171)
-Davranışlar Hastalık Değildir (1172)
-İlaçlara Alternatifler (1173)
-Gerçek Stigmayı Durdurun (1174)
-Psikiyatrik Etiketler Neden Sorundur? (1175)
-İlaç Öldürüyor (Kısa yoldan kazanç sağlayan ilaç) (1176)
-Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri (1177)
-Tıbbi ve Psikiyatrik Tanı Arasındaki Fark ve “Beyindeki Kimyasal Dengesizlik” Efsanesi Hakkında Gerçekler (1178)

** NORVEÇ ÖRNEĞİ..

"Norveç psikozlu hastaları ilaçsız nasıl tedavi ediyor?
"Sanat terapisi Malin'in tedavisine yardımcı oldu..Malin.. Malin, yaşamını belirleyen psikiyatrik sorunları ortaya çıktığında 21 yaşındaydı. Aslında ergenlikten beri ağır depresyon yaşıyor ve bir türlü kendisini oradan çıkaramıyordu. Sonra kafasının içinde ona şişman ve beş para etmez biri olduğunu, kendisini öldürmesi gerektiğini söyleyen bir erkek sesi duymaya başladı. "Çok öfkeliydi. Üzerimde çok etkili olduğu için beni bir şekilde, dış dünyadan izole etmişti. Bir süre sonra hayaller de görmeye başladım. Mesela duvarlardan ahtapot kolları çıkıyordu" diyor. Malin, doğup büyüdüğü Norveç'in kuzeyindeki fiyordlara yakın küçük kasabadan ayrılarak üniversite için başka bir şehre gitti. Fakat tam bir çöküntü geçirip yataktan çıkamaz hale gelmesi çok sürmedi. Ailesi onu almaya geldi ve kısa süre sonra bir yıl kalacağı pskiyatri kliniğine yatırıldı. Hayatı boyunca defalarca uzun sürelerle böyle psikiyatri kliniklerine yatacaktı ve o dönemde psikozlu hastalara uygulanan tek tedavi yöntemi kuvvetli anti-psikotik ilaçlardı. "O kadar çok ilaç alıyordum ki kafam tamamen bulanmıştı. Tek yaptığım öylece tepkisiz bir şekile oturup hayatımın akıp gittiğini seyretmekti. Duygularımla düşüncelerimle bağlantım kopmuştu." "Sürekli aynı şeyi yaşıyordum. Yardım istiyordum ve bana ilaç veriyorlardı. Hiçbir şey iyiye gitmiyordu. Bu insanı yıkan bir durum. İyileşmek istiyorsunuz ve insanlar size hayatınızın böyle geçeceğini, bunu kabullenmeniz gerektiğini söylüyorlar. Ben bu hayatı kabullenemiyordum." Malin'in psikiyatrik ilaçlarla ilgili tecrübesi çok sıra dışı değil. Birçok psikozlu hasta bu ilaçların normal bir hayat yaşamalarını sağladığını düşünse de 'hastaların yaklaşık yüzde 20'si ilaçlara olumlu yanıt vermiyor.' Bu ilaçların 'aşırı yorgunluk, şişmanlık, yüksek kolesterol ve diyabete' yol açan etkileri kimi hastaların hayatını derinden etkiliyor. Norveç'te bu ilaçların yan etkilerinin yarattığı kaygılara bir de "zorla tedavi uygulaması" ekleniyordu. Birleşmiş Milletler'in İşkenceyle Mücadele Komisyonu, bu konuda Norveç'i özel olarak öne çıkararak 'akıl sağlığı kurumlarında hastaların zorla tecriti uygulamasının değişmesi gerektiğini' bildirmişti.

Mette.. Mette Ellingsdalen de tıpkı Malin gibi, bipolar rahatsızlığı nedeniyle şiddetli depresyonlar geçirdiği 13 yıllık bir süre boyunca anti psikotik ilaçlar kullanmış. Başka bazı hastalar gibi zorla zaptedilip ilaç verilmediyse de 'ilaç almaya zorlandığını, ilaç almayı reddetseydi hastaneye kabul edilmeyeceğini' anlatıyor. "İlaçlar bazı belirtileri bastırıyordu ama aynı zamanda gücünüzü, kendi sorunlarınızla baş etme becerinizi de bastırıyordu. Bir şekilde kendi hikayemin kontrolünü kaybettim" diyor. Beş yıl boyunca ilaçla idare etmeye çalışıp başaramadıktan sonra 2005 yılında Norveç'in akıl sağlığı sistemini değiştirmek için kampanya yürüten gruba katılıyor ve şu anda hastaların oluşturduğu "Başaracağız" (We Shall Overcome) grubunun başkanı. "Zor kullanımını azaltmanın en kolay yolu, insanlara seçenek sunmak, onlara kabul edebilecekleri bir tedavi sunmak" diyor. Mette gibilerin yıllar süren kampanyaları, sonunda netice verdi ve 2016 yılında Sağlık Bakanı Bent Hoie, yerel sağlık müdürlüklerine 'ilaçsız tedavi koğuşları oluşturulması' için talimat verdi. Bazı başka ülkelerde de 'psikozlu hastalara ilaçsız tedavi uygulanabiliyor' ama Norveç, bunu ulusal zihin sağlığı sistemine bir seçenek olarak dahil eden ilk ülke oldu.

Doktor Magnus Hald.. Doktor Magnus Hald o sırada, Tromso'deki Kuzey Norveç Üniversite Hastanesi'nin akıl sağlığı ve madde kullanımı tedavisi bölümü başkanıydı. İlaç tedavisi uygulanan birçok bölümde çalışmıştı ve alternatif bir tedavi üzerinde çalışmayı çok istiyordu. Bu fırsat çıkınca hastanenin ilaçsız tedavi bölümünün sorumluluğunu üstlendi. "Bana göre en önemli olan insanların farklı tedavi ihtimallerini denemesine izin verilmesiydi" diyor. "Hastaya ilacın 'nasıl bir etki yaptığını ve onunla ilgili bütün bildiklerinizi' anlatmanız lazım. Ve 'İlaç sanayiiyle birlikte hareket edenlerin hastalara ilaçların etkisi ve riskleri hakkında tamamen doğru bilgiler vermediği' anlaşılıyor. Mesela ciddi mental sorunları olan insanların 'beyinlerinde bir tür kimyasal dengesizlik olduğu' yolunda bir efsane var ama aslında bunu destekleyen hiçbir araştırma yok." Tromso'deki ilaçsız tedavi birimindeki hastaların çoğunun önce, kullandıkları ilaçları azalta azalta bırakmaları gerekiyor - ki bu da hem zaman hem de dikkat isteyen bir süreç. Doktor Hald, çoğu hastada işe yaradığını söylediği yöntem için, "Bazı hastalar muhtemelen bir daha hiçbir tür ilaç almayacak, bazıları bir zaman sonra yeniden ilaca dönebilir, bazı hastalar ise daha düşük dozlu ilaçlarla devam edebilirler" diyor. Şimdi 34 yaşına gelmiş olan Malin de Doktor Hald'ın hastalarından. Tromso'deki klinikte bazen haftalarca kalıyor sonra arada birkaç ay eve, köpeği Jarek'in yanına dönüyor. Bu kolay değil. Yalnız yaşıyor ve çevresinde ona zihin sağlığı bakımından destek zayıf. O nedenle yavaş iyileştiğini, kafasının içindeki sesin tamamen yok olmadığını anlatıyor. Malin şimdi sadece yatışmak için geceleri yatmadan önce ilaç alıyor. Kliniğe yattığı sürelerde ise yoğun bir ilaçsız tedavi görüyor. İyileşmesinde en büyük rol ise sanatsal faaliyetlerin.. "Belirtileri baskılamak yerine duygularımla yeniden bağ kurmaya çalışıyorum. Bu sesin ne istediği vonu durdurmak için ne yapmam gerektiği üzerinde çalışıyoruz" diyor. İlk kez çalışmayı düşünmeye başlamış. "İlk defa kendimi bulmaya başladığını hissediyorum. Kendime güvenimi inşa etmeye başlıyorum ve ilk kez gelecek hakkında bir umut beslemeye cesaret edebiliyorum. Müthiş bir şey bu!"

"Magnus Hald'ın hastanesindeki ilaçsız tedavi bölümünün kapıları kilitli değil.." Claudia Malin gibilerin hikayelerinin duyulması ve dinlenmesi gerekiyor. Ama Norveç'te ilaçsız tedavi hala tartışmalı bir konu. Birçok hasta için anti psikotik ilaçlar hayati önem taşıyor. Örneğin şu anda 20'li yaşlarında olan Claudia (gerçek adı değil) ergenlik çağında intihar eğilimi gösteren ve sanrılar gören bir hasta. Hastalığının bir parçası olarak kendisine verilen 'anti psikotik ilaçların zehirli olduğuna' inanıyor. Bu yüzden ilaçları ona, zaptedilip zorla verilmiş ve zaman içinde etkilerini göstererek onu iyileştirmişler. "Fakat stresli bir dönemden sonra yeniden ciddi şekilde hastalığım nüksetti ve yeniden başlamam gerekti. Şimdi hayatta kalabilmek için ilaçlara ihtiyacım olduğunu kabullenmiş durumdayım" diyor. "Normal kelimesini sevmiyorum ama ilaçlarımı aldığım zaman gerçekten iyi hissediyorum. Derslere katkım olabileceğini, arkadaşlarla takılabileceğimi, bu tür şeyler hissediyorum. Ama ilaç almadığım zaman işleyişim giderek bozuluyor ve daha stresli, dağınık ve tuhaf hissediyorum" diye ekliyor.

Tartışmalar sürüyor.. İlaçsız tedavi yönteminin araştırma ve kanıtlara değil ideolojik bir yaklaşıma dayandığını söyleyerek eleştirenler var. Oslo'da yaşayan ve çalışan psikiyatrist Doktor Jan Ivar Rossberg, ilaçsız tedaviyi '1960'lar ve 70'lerde hastaların her istediklerini yapabildikleri, LSD gibi maddeler almaya ve çocukluğuna dönmeye teşvik edildiği terapi topluluklarına' benzetiyor. O yıllarda uygulanan bu yönteme anti psikiyatri deniyordu. Doktor Rossberg "Tarih bize bu yaklaşımın işe yaramadığını gösterdi, bu yüzden artık kullanmıyoruz. İlaçsız tedavi yaklaşımlarının etkili olduğunu gösteren kanıtlar elimizde yok" diyor. Psikozlu hastaların tedavisinde en başarılı sonuçların 'hastalığın en şiddetli olduğu ilk aşamasında ilaca başlanması ve iki yıllık bir tedaviden sonra dozun yavaş yavaş düşürülmesi yoluyla elde edildiğini' gösteren verilere işaret ediyor. Fakat Doktor Magnus Hald bu konuda ikna olmuş değil. Tromso'deki ilaçsız tedaviyi göen 'hastaların uzun yıllar izleneceği bir çalışma' başlatmaya hazırlanıyor. Şu ana kadar merkezde tedavi gören hastalar arasında hiç intihar vakası yaşanmamış ama henüz tedavinin başarısı konusunda kapsamlı bir araştırma yapılmış değil.

İlaçsız tedavinin geleceği.. Bu da tartışmalı bir konu. Şu anda ileri derecede psikozlu hastalar ilaçsız tedavi birimlerine sevkedilemiyor. Hasta hakları grupları, 'insanların güvenli hissettikleri ortamlarda hastalığın bu evresini daha rahat geçirebileceğini savunarak bunun değişmesini' istiyorlar. Fakat akut psikoz uzmanı Doktor Tor Larsen bundan endişe duyuyor. 'Tedavi olmamız psikoz hastalarının çoğunun 'hasta olduğunun ayırdında olmadığını' dolayısıyla ilaçlı ya da ilaçsız tedaviyi genellikle reddettiklerini, oysa 'ilaçsız tedavinin gönüllü olması' gerektiğini' söylüyor. "Halusinasyon ya da hayal gören hastanın neredeyse tanımı bu. Tanrıyla iletişim kurduğunuzu ya da Napolyon'un yeniden doğmuş ruhu olduğunuzu düşünüyorsanız hasta olduğunuza inanmıyorsunuz" diyor ve bu nedenle 'ağır psikozlu hastalarda, tedavinin gerekirse rıza olmadan yapılmasının önemli olduğunu' söylüyor. Araştırmalar 'tedavi olmayan birçok psikoz hastasının sokakta yaşadığını, bu hastaların aşağı yukarı yüzde 30'unun yakınlarına ve başkalarına şiddet kullandığını ya da cinayet de dahil suçlar işlediğini' gösteriyor. 2019 yılında Norveç'in güneydoğusundaki küçük Haugesund kasabasında, 67 yaşındaki Bjorg Marie Skeisvoll Hereid'in, mezarlık ziyareti sırasında elinde balta olan bir psikozlu adam tarafından öldürülmesi bunun bir örneği. Psikozlu bir hasta olan katil, bunun için verilen ilaçları almadığı gibi yasa dışı ilaç maddeler de kullanıyordu. Bu trajik olayın Norveç yasalarında 2017 yılında yapılan bir değişiklikten sonra gerçekleşmiş olması da tartışma yarattı. Değişikliğe göre 'tedavisi konusunda karar verme yetisine sahip hastalar artık iradeleri alıkonup ilaçlarını almaya zorlanamıyor.' Ama ilaçsız tedavi için kampanya yürütenler 'bu tür tehlikeli vaka örneklerinin, psikozlu hastaların toplumdan tecrit edilmesinintedavi yerine uyuşturulmasının meşrulaştırılması amacıyla kullanıldığını' söylüyorlar. Dünyanın dört bir yanından psikiyatristler ve hastalar, hükümetin 'psikozlu hastaların yaşamını iyileştirmeye' yönelik bir adım attığı Norveç'i yakından izliyor. Küresel düzeyde de 'zihinsel hastalık tedavilerinin geliştirilmesi ve zor unsurunun azaltılması' yönünde bir eğilim var. Bu yolda ilaçsız psikoz tedavisigelip geçici yeni bir tedavi hevesi olarak da kalabilir, psikiyatri dalını daha ileriye taşıyacak sonuçlar da elde edebilir." (443)

"Norveç psikozlu insanlara nasıl ilaçsız tedavi sunuyor?
Psikozlu kişilerin çoğu, sanrıları ve halüsinasyonları uzak tutmak için güçlü ilaçlar alır; ancak yan etkiler şiddetli olabilir. Norveç'te artık ilaçtan uzak yaşamak isteyen hastalara ulusal sağlık sistemi aracılığıyla radikal bir yaklaşım sunuluyor. Malin'in hayatı çözülmeye başladığında 21 yaşındaydı. Ergenlik çağından beri şiddetli depresyon ve düşük özgüvenle mücadele ediyordu. Sonra kafasının içindeki bir ses ona şişman ve değersiz olduğunu ve kendini öldürmesi gerektiğini söylemeye başladı. "Çok sinirlendi. Çok fazla güce sahip olduğu için beni izole etti. Sonunda ben de duvarlardan çıkan dokunaçlar gibi şeyler görmeye başladım" diyor. -Malin, Norveç'in kuzeyindeki fiyortların yakınındaki küçük memleketini terk etti ve üniversiteye gitti. Ancak çok geçmeden yataktan kalkamayacak kadar büyük bir kriz yaşadı. Ailesi onu almaya geldi ve çok geçmeden bir yıl boyunca kalacağı bir psikiyatri ünitesine gönderildi. Bu, güçlü anti-psikotik ilaçların tek tedavi yöntemi olduğu psikiyatri hastanelerinin koğuşlarında uzun süre kalanların ilkiydi. "ilaçla o kadar doluydum ki, zihnim bulanıktı. Orada öylece oturup, duygularımla ya da hislerimle hiçbir bağlantım olmadan, pasif bir şekilde hayatımın geçişini izledim. " "Ve bu defalarca aynı şey oldu. Yardım aradım ve bana verebilecekleri şey ilaç. Ve hiçbir şey gerçekten daha iyi olamaz. " "Oldukça yıkıcı. Sadece gerçekten iyileşmek istiyorsun. Ve insanlar sana artık bunun senin hayatın olduğunu, memnun olman gerektiğini söylüyor. Ve ben bu hayattan memnun olamam." Malin'in psikiyatrik ilaçlarla ilgili deneyimi olağandışı değil. Psikozlu birçok kişi antipsikotik ilaçların normal bir yaşam sürdürmelerine olanak sağladığını düşünse de hastaların yaklaşık %20'sinin tedaviye iyi yanıt vermediği düşünülmektedir. Yan etkiler yaşamı değiştirebilir; aşırı yorgunluk, kilo alma, kolesterol artışı ve diyabet. Norveç'te, bu ilaçların genel faydasına ilişkin endişeler, uzun süredir devam eden zorla tedavi sorunuyla birleşmektedir; bu sorun, mevcut sınırlı sayıdaki uluslararası karşılaştırmalara göre burada diğer birçok ülkeye göre daha yaygındır. BM İşkenceye Karşı Komite, Norveç'in akıl sağlığı tesislerinde zorla tecrit uygulamasının değişmesi gereken bir şey olduğunu belirtti. Malin gibi Mette Ellingsdalen'e de, bipolar bozukluğun bir sonucu olarak şiddetli depresyonlar yaşadığı ve kendine bakamadığı 13 yıl boyunca antipsikotik ilaçlar verildi. Bazı hasta arkadaşlarının aksine, ona fiziksel olarak baskı yapılmadı ve ilaçlar enjekte edilmedi ama yine de kendini baskı altında hissediyordu; eğer ilacı reddetseydi hastaneye kaldırılmayacaktı. "Beni sistemin içine sokan büyük bir kriz yaşadım, çocukluğumdan beri güçlü bir şekilde mücadele ettiğim şeylerdi. İlaç bazı semptomları uyuşturdu ama aynı zamanda kendi gücünüzü ve kendinizle başa çıkma yeteneğinizi de uyuşturdu. Bir şekilde kendi hikayemi kaybettim" diyor.

Beş yıl boyunca ilaçsız yaşamayı denese de başarısız olduktan sonra, sonunda ilacı azaltmayı başardı ve 2005'te Norveç'in akıl sağlığı sistemini değiştirme hareketine katıldı ve şu anda We Shall Overcome adlı hasta kullanıcı grubunun başkanıdır. "Gücü azaltmanın en kolay yolu insanlara seçenek sunmak, onlara evet diyebilecekleri bir tedavi sunmaktır" diyor. Mette gibi kişilerin yıllarca süren savunuculuk çalışmaları, 2016 yılında bölgesel sağlık otoritelerine sağlık bakanı Bent Hoie tarafından ilaçsız tedavi koğuşları sağlama emri verildiğinde meyvesini verdi. Diğer bazı ülkelerde ilaçsız tedavi mevcut olsa da Norveç, bunu devlet tarafından yürütülen akıl sağlığı sistemine bir seçenek olarak dahil eden dünyadaki ilk ülke oldu. O dönemde Dr. Magnus Hald, Norveç'in Kuzey Kutbu'na açılan kapısı olan Tromso'da bulunan Kuzey Norveç Üniversite Hastanesi'nde ruh sağlığı ve madde bağımlılığı direktörüydü. Yıllarca çok sayıda ilacın kullanıldığı birimlerde çalışıyordu ve alternatif bir tedavi arayışındaydı; bu nedenle hastanenin yeni ilacsuz departmanını yönetme görevini üstlendi. "Bana göre en önemli şey insanların farklı olasılıkları denemesine izin verilmesidir" diyor. "Hastaya ilacın nasıl etki ettiği ve bu konuda bildikleriniz konusunda gerçeği anlatmalısınız. Ve görünen o ki ilaç endüstrisiyle işbirliği yaparak insanlara ilaçların nasıl çalıştığı ve risklerin ne olduğu konusunda tamamen doğru olmayan şeyler anlattılar. Örneğin, ciddi zihinsel sorunları olan insanların beyinlerinde bir tür kimyasal dengesizlik olduğuna dair bir efsane var ve aslında bunu gerçekten destekleyen hiçbir araştırma yok." Tromso'daki ünitedeki hastaların çoğu ilaçları azaltıyor, bu da zaman ve özen gerektiriyor. Hald, "Sahip olduğumuz hastaların çoğunda işe yarıyor" diyor. "Bazı hastalar hiçbir zaman herhangi bir ilaç kullanmaya geri dönmeyecek. Bazı hastalar bir süre sonra ilaçlara geri dönebilir, bazı hastalar ise sadece dozlarını azaltabilir. " Şu anda 34 yaşında olan Malin ünitedeki bir hasta. Tromso'da birkaç hafta geçiriyor ve ardından aylarca evine, köpeği Jarek'in yanına gidiyor. Kolay değil; yalnız yaşıyor ve yakınında çok az akıl sağlığı desteği var, dolayısıyla ilerlemesi yavaş ve duyduğu ses de tamamen kaybolmamış. Malin artık çoğunlukla geceleri onu sakinleştirmek için ilaç kullanıyor. Ünitede yoğun bir terapi görüyor ve bu seçeneğin kendisine ilaç tedavisi sırasında asla teklif edilmediğini söylüyor. Sanat onun iyileşmesinde merkezi bir rol oynadı. "Semptomları hafifletmek yerine duygularımla yeniden bağlantı kurmaya çalışıyorum. Bu sesin ne istediğini ve onu durdurması için neye ihtiyacım olduğunu araştırıyoruz? " Malin artık Norveç'in husky köpekli kızak turizmi endüstrisinde çalışmayı düşünecek kadar güçlü hissediyor. "İlk kez kendimi bulmaya başladığımı hissediyorum. Kendime olan saygımı geliştirmeye başlıyorum ve gelecek için biraz umut hissetmeye cesaret edebiliyorum ve bu oldukça şaşırtıcı." Malin'inki gibi hikayeler duyulmaya ve gerçekten dinlenmeye başlıyor.

Ancak Norveç'te ilaçsız tedavi tartışmalıdır. Birçok hasta için antipsikotikler hayati öneme sahiptir. Artık 20'li yaşlarında olan Claudia (gerçek adı değil), ilk kez ergenlik çağında intihara meyilli ve kuruntulu hale geldi. Hastalığının bir kısmı kendisine teklif edilen antipsikotiklerin zehirli olduğuna inanmaktı. Bu yüzden bastırıldı ve onları almaya zorlandı ve daha iyi oldu. "Fakat bir süre stres yaşadıktan sonra yine hastalandım ve yeniden başlamak zorunda kaldım. Ve artık en azından başımı suyun üstünde tutmak için ilaca ihtiyacım olduğunu kabul ettim." "'Normal' kelimesini gerçekten sevmiyorum ama ilaç tedavisi gördüğümde kendimi gerçekten iyi hissediyorum.  Çalışmalarım sırasında katkıda bulunabileceğimi, arkadaşlarımla takılabileceğimi ve bunun gibi şeyler yapabileceğimi hissediyorum; onlardan uzak kaldığımda ise işlevselliğim azalıyor ve kendimi daha stresli, kaotik ve tuhaf hissediyorum. " Eleştirmenler, ilaçsız hareketin kanıtlardan ziyade ideoloji tarafından yönlendirildiğini söylüyor. Oslo'da yaşayan ve çalışan bir psikiyatrist olan Dr Jan Ivar Rossberg, bunu 1960'lı ve 70'li yıllarda hastaların terapötik topluluklarda başıboş bırakıldığı, LSD almaya ve çocukluğa geri dönmeye teşvik edildiği başarısız deneylere benzetiyor. Bu metodolojiye "anti-psikiyatri" adı verildi. "Tarih bize bu yaklaşımın işe yaramadığını gösterdi, biz de kullanmayı bıraktık. İlaçsız etkili olduğu gösterilen tedavi yaklaşımlarımız yok" diyor. Psikozlu insanlar için en iyi sonuçların, sanrıların ve halüsinasyonların en güçlü olduğu ilk akut aşamada ilaç tedavisini gerektirdiğini ve daha düşük bir doza geçmeden önce yaklaşık iki yıl boyunca ilaçları kullanmayı bıraktığını gösteren kanıtlara dikkat çekiyor. Magnus Hald buna ikna olmadı. Tromso'daki ilaçsız ünitede kaldıktan sonraki yıllarda hastaları takip etmek için bir araştırma projesi başlatmak üzere. İlaç tedavisi görmeyen hastaları arasında intihar vakası yaşanmadı ancak yaklaşım şu ana kadar güçlü bir kanıta dayalı değil. "Kanıta dayalı tıp fikri, bir bütün olarak ruh sağlığı açısından zordur, ancak bu elbette sahip olmamız gereken bir amaçtır" diyor. "Aynı zamanda psikiyatride tanıların sadece bir sınıflandırma sistemi olduğunu da biliyoruz. Bir kişiye şizofreni tanısı koysanız bile, o kişiyle sohbet ederek yaşadıklarınızın dışında beyinde herhangi bir arıza görmüyorsunuz. CT veya MR görüntülerinde hiçbir şey göremezsiniz."

İlaçsız programın gelecekte nasıl gelişebileceği konusunda da tartışmalar var. Şu ana kadar psikozun akut evresindeki hastalar ilaçsız ünitelere sevk edilemiyor. Kullanıcı grupları, eğer insanlar fırtınayı atlatırken güvenli ve destek verici bir yerde olabilirlerse bu aşamanın genellikle kendi kendine geçeceğini savunarak bu durumu değiştirmeyi umuyorlar. Ancak akut psikoz uzmanı Dr. Tor Larsen bu fikirden endişe duymaktadır. Tedavi edilmeyen psikozlu hastaların çoğunun hasta olduklarının farkında olmadıklarını, bu nedenle ilaçlı ya da ilaçsız tedaviyi kabul etmeyeceklerini ve ilaçsız birimlerin gönüllü olarak faaliyet gösterdiğini belirtiyor. "Bu, neredeyse tanımı gereği, hasta olduğunuzu düşünmediğiniz, Tanrı ile temas halinde olduğunuz veya yeniden doğmuş Napolyon olduğunuzu düşündüğünüz halüsinasyonlar veya sanrılar yaşamanın bir parçasıdır" diyor. "Dolayısıyla, insanların yıkıcı psikoza sahip olduğu durumlarda, onlara istemsiz olarak bile tedavi vermek önemli olabilir." Çalışmalar, tedavi edilmeyen psikozu olan birçok kişinin sonunda sokaklarda yaşadığını gösteriyor ve tedavi edilmeyen psikozu olan hastaların yaklaşık %30'unun suç işlediğini veya akrabalarına ve başkalarına karşı şiddet uyguladığını söylüyor.

Ayrıca cinayet oranlarında da artış var. Örnek olarak 67 yaşındaki Bjorg Marie Skeisvoll Hereid'in 2019 yılında bir mezarlıkta psikotik bir adam tarafından baltayla rastgele öldürülmesini örnek gösteriyor. Cinayet, Norveç'in güneybatısındaki sakin Haugesund kasabasını sarstı ve ulusal manşetlere taşındı. Katil ilacsuz bir tedavi programında değildi ama ilaçlarını bırakmayı seçmişti ve aynı zamanda yasa dışı ilaç kullanıyordu. Trajik olay, 2017 yılında yapılan ve kendi tedavileri hakkında karar verebilen hastaların, yakın bir risk oluşturmadıkları sürece artık istemsiz olarak ilaç almaya zorlanamayacaklarını veya ilaç almaya zorlanamayacaklarını belirten yasada yapılan bir değişiklik hakkında tartışmalara yol açtı. Eleştirmenler, bunun doktorların potansiyel olarak tehlikeli kişileri tedavi için hastaneye yatırmasını zorlaştırdığını söylüyor. Norveç'te ilaçsız tedaviyi hayata geçiren kampanyacılardan biri olan 54 yaşındaki Hakon Rian Ueland, tehlike hakkındaki bu konuşmanın, toplumu psikoz geçiren insanların çoğu zaman zorlayıcı davranışlarından korumaya yönelik bir gündemi gizlediğine inanıyor. "İnsanları sakinleştirmek için bir gündem öne sürüyorlar" diyor ve nörotipik insanları alarma geçiren semptomların, bunları yaşayan kişi için önemli olabileceğini ekliyor. "Psikozdan geçtiğinizde bu çok dramatik olabilir. " İlaçsız hizmetlere ulaşmak isteyenlerin önünde hâlâ bürokratik ve maliyet engellerinin bulunduğunu söylüyor. "Hareketin tamamının daha fazla gözetime ihtiyacı var" diyor. "Şu ana kadar olup bitenleri gözden geçirmemiz gerekiyor. Sistemin dışından içeri giren ve değişiklik isteme yetkisine sahip birini görmek isterim. " Dünyanın dört bir yanındaki psikiyatristler ve hastalar, hükümetin psikotik insanlara kendi yaşamları üzerinde daha fazla yetki vererek yaşamlarını iyileştirmeye çalışmak için kararlı adımlar attığı Norveç'te olup bitenleri izliyor. Küresel olarak, akıl hastalığı olan kişilerin tedavi edilme şekli yeniden değerlendiriliyor ve baskının azaltılması yönünde bir istek var. İlaçsız tedavi sadece başka bir terapötik moda olabilir veya psikiyatriyi tamamen değiştirecek güce sahip olabilir." (444)

"Psikoz için İlaçsız Tedavide Hasta Deneyimleri
Tedavi seçenekleri sunulan psikoz yaşayan kişiler, terapiler konusunda daha fazla özerklik ve daha az şüphecilik hissettiler.. BMC Psikiyatri dergisinde yayınlanan yeni bir çalışma, psikoz yaşayan ve ilaçsız tedaviye devam etme seçeneği verilen Norveçlilerin kişisel iyileşme sürecini tanımladı. Çalışma Norveç'in Bergen kentindeki Haukeland Üniversitesi Hastanesi'nden Christine H. Ødegaard, Yale Üniversitesi'nden Larry Davidson ve bir araştırmacı ekibi tarafından yönetildi. Çalışmaları, hastalara farklı tedavi seçenekleri sunulduğunda ve mevcut tedavilerin yararları, dezavantajları ve kanıtları hakkında eğitim verildiğinde iyileşmenin kolaylaştırıldığını buldu. Yazarlar, 'ilaçsız tedavinin semptomların hafifletilmesinin ötesinde iyileşmeyi kolaylaştırabileceğini' ileri sürerek şunları ekliyor: "Norveç'teki sağlık hizmetleri, psikozlu kişilerin bakımını optimize etmeye, daha fazla hasta seçimine olanak sağlamaya ve diyaloğu ve dolayısıyla hasta ile bakıcı arasındaki kişilerarası ilişkiyi geliştirmeye belki de bir adım daha yakındır." Psikoz için ilaçsız psikolojik tedaviler, kuruluşların ilaçla ağır ve zorunlu tedavi statükosunda değişiklik talep etmesinden sonra Norveç'te kullanıma sunuldu. Buna yanıt olarak Norveç Sağlık Bakanlığı, psikoz yaşayan kişiler için antipsikotik ilaçların isteğe bağlı hale getirildiği psikiyatri birimlerinin kurulmasını emretti. Ødegaard ve meslektaşları şunu açıklıyor: “Ruh sağlığı bakımı kapsamında psikososyal müdahale seçeneklerinin arttırılmasının amacı, ilacı bırakmak isteyen hastaların bunu destekleyici bir ortamda yapabilmelerini sağlamaktı. Ruh sağlığı hizmetlerindeki bu değişiklik, antipsikotik ilaçların ciddi psikiyatrik hastalıkların tedavisinin bir parçası olarak kullanılmasına ilişkin tartışmadan ortaya çıktı.” Bu yeni politikanın nasıl algılandığını inceleyen araştırmacılar, bazı psikiyatristlerin bu tedavi biçiminin bilimsel olmadığına ve psikiyatri hizmeti kullanıcılarının çoğunluğunun isteklerini temsil etmediğine inandıklarını buldu. Dahası, çoğu kişi bu tedavi biçimini seçen kişilerin "içgörüden yoksun" olduğunu ve ilaçsız tedavinin psikofarmasötik tedaviyi daha da damgalayacağı yorumunu yaptı. Ancak hasta savunucuları, antipsikotiklerin uzun vadeli etkinliğini ve tedaviyle ilişkili ciddi yan etkileri sorgulayan çalışmalara işaret ederek bu iddialara karşı çıktılar. Antipsikotik ilaç tedavisi genellikle kısa vadeli psikotik semptomları gidermek ve uzun vadeli nüksetme riskini azaltmak için önerilir.

Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar, antipsikotiklerin dozunu düşürmenin veya kullanımını bırakmanın uzun vadeli iyileşme olasılığını artırabileceğini buldu. Her iki yaklaşımın olası yararları ve riskleri göz önüne alındığında, bazıları hasta özerkliğine saygı duyan, bilgi ve tedavi seçenekleri sağlayan ve hizmet kullanıcılarının kendi tedavi planlarını seçmelerine olanak tanıyan hak temelli bir yaklaşımı savunmuştur. Araştırmalar, psikotik bozukluk tanısı konan kişilerin istemsiz olarak hastaneye kaldırılma olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bazıları bu kararı hayat kurtarıcı bulsa da, diğerleri bunun travmatik olduğunu ve ruh sağlığı hizmetlerinin kullanımının azalmasına yol açtığını düşünüyor. Ayrıca istemsiz hastaneye yatışların intihar eğilimini arttırdığı tespit edildiğinden kendi risklerini de beraberinde getirir. Psikotik bir deneyim nedeniyle zorla hastaneye yatırılma sırasında artan umutsuzluk, artan intihar eğilimini öngörse de, yeni programlar psikolojik, sosyal ve sistemik sorunları ele alan farmakolojik olmayan psikososyal müdahalelerin bu popülasyonda intihar eğilimini önemli ölçüde azaltabileceğini buluyor. Çalışmanın yazarları, nitel araştırmanın aynı zamanda farmakolojik olmayan veya ilaçsız tedavilerin semptomları azaltmanın ötesindeki sorunları da çözebileceğine dair kanıtlar sağladığını ekliyor: "Bu yönler arasında kişilerarası süreçler, kişinin kendi acı çekme biçimini daha iyi anlaması ve tedavi sürecinde öz-ajajlılığa yol açan umut ve motivasyonun artması yer alıyor." Çalışmanın amacı, bu yeni tedavi seçenekleri ve tercihlerinin iyileşme deneyimini araştırmak ve tanımlamaktı. Araştırmacılar, ilaçsız tedavi için kayıt yaptıran ve psikotik bozukluk (Şizofreni, Paranoid Psikoz, Şizoafektif Bozukluk ve diğerleri dahil) teşhisi konulan kişilerle yarı yapılandırılmış, derinlemesine görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmeleri analiz ettikten sonra küresel bir tema belirlediler: Kişisel iyileşme süreci, ilaçsız ruh sağlığı programı kapsamındaki daha fazla psikososyal tedavi seçeneğiyle kolaylaştırıldı. Bu ana tema diğer üç alt tema aracılığıyla organize edilmiştir.

Terapistler ve Hastalar Arasındaki Kişilerarası İlişkiler.. 
Hastalar terapistleriyle olumlu deneyimlerini paylaştılar ancak aynı zamanda seçimlerinin yeterli bilgi eksikliği, bilginin saklanması ve bilginin tekrarlanması ihtiyacı gibi çeşitli faktörler tarafından sınırlandığını hissettiler. Hastalar ayrıca hizmetlerin tamamının mevcut olmadığını ve terapistlerinin kendilerine tüm seçenekleri önermeyeceğini belirtti. Hasta-terapist ilişkisi karmaşıktı; bazı kişiler tedavi seçenekleri konusunda terapistlerine güvenebileceklerini düşünürken, diğerleri güç farklılıklarının devam eden bir engel olduğunu düşünüyorlardı. Bazı ilişkilerde güven daha çabuk gelirken bazılarının gelişmesi daha uzun sürdü. Örneğin bir katılımcı şunları söyledi: “Evet, en kötü zamanlarda oldukça uzun zamandır oradaydı, yani... psikiyatrist. Oldukça özel. Şimdi onun iyi biri olduğunu düşünüyorum ama başlangıçta onun hiç de iyi biri olduğunu düşünmemiştim (…) Ondan hoşlanmadım.” Hastaların semptomlarındaki ve şiddetindeki değişiklikler hasta-terapist ilişkilerini de değiştirdi. Son olarak hastalar, örneğin farmakolojik tedaviyi bırakmak isteyen bazılarından diğer tedavi biçimlerine devam etmelerinin istenmesi nedeniyle tedavideki değişikliklerin şartlı olduğunu da hissettiler. Kişisel Acı Çekme Kalıpları ve Seçimler.. Katılımcılar kendi terapilerini seçmenin önemli olduğunu buldular. Seçenekler bilişsel terapi, hastalık yönetimi ve iyileşme (IMR "illness management and recovery") beceri eğitimi, bireysel işe yerleştirme ve destek (IPS "individual job placement and support"), müzik terapisi, egzersiz ve aile grubu terapisiydi. Ancak çoğu kişinin bu hizmetlere aşina olmaması nedeniyle böyle bir seçim yapmak zordu. Ayrıca karmaşık bir süreç olduğu için farmakolojik tedaviyi bırakmayı da zor buldular. Yoksunluk etkilerine ilişkin endişeler, antipsikotikleri bırakma seçimini karmaşık hale getirdi.  Bazıları dozlarını azaltmayı veya bir ilacı bırakırken diğerini kullanmayı düşündü. Diğerleri için psikotik belirtiler, sesleri destek ve arkadaşlık sağladığından kurtulmak istedikleri bir şey değildi. Örneğin bir katılımcının şu sözleri aktarılıyor: “Perfenazin çok işe yarıyor. Psikozun çoğunu ortadan kaldırır. Psikotik olduğumda daha arkadaş canlısı oluyorum. Daha çok... saf mı oluyorum? Ben... buna pronoid dediler. Henüz psikoza tamamen veda etmedim." Motivasyon ve Kişisel Ajans.. Hastalar, diğerlerinin yanı sıra gereksiz stresten kaçınmak, rutinleri sürdürmek ve iyi beslenmek gibi baş etme stratejileri yoluyla semptomlarını kontrol etmede kişisel iradenin arttığını algıladılar. Ancak bazen semptomların kötüleşmesi hastaların baş etme stratejilerini kullanmasını engelleyebilir. Katılımcılar bağımsız yaşamak istiyordu ve ilaçsız tedavi genellikle semptomlarıyla nasıl yaşayacaklarını öğrenmeye odaklanıyordu. Psikotik semptomlar zayıflatıcı olabileceğinden, bazı hastalar kendi başlarına yaşamak için tam bağımsızlıktan ziyade işlevselliğin arttırılmasına yönelik çalışmanın yararlı olduğunu bulmuşlardır. Pek çok hasta sonuçta geleceğe dair umutla yaşamak ile psikotik belirtilerin kötüleşmesinden korkmak arasında bir denge kurma deneyimi yaşadı. Bu çalışmanın sonuçları terapötik ilişkide güvenin önemini vurgulamaktadır. Ayrıca tedaviler hakkında daha erişilebilir bilgiler sağlayarak, tedavi yöntemleri arasındaki farkları gözden geçirerek ve her birinin sınırlamaları ve yararlarını tartışarak hastaların karar verme sürecinin nasıl geliştirilebileceği konusunda yararlı bilgiler sağlar. Bu çalışma, psikososyal müdahalelerin ilaç tedavisinin yokluğunda psikoz yaşayan kişilere yardımcı olabileceğini öne süren giderek artan kanıtlara katkıda bulunmaktadır. Bu tedaviler sayesinde insanlar semptomları hakkında farkındalığın arttığını, eylemlilik ve motivasyonun arttığını, sağlayıcılara daha fazla güven duyulduğunu ve kararlarıyla ilgili kaygıların azaldığını bildirdi." (445)

"Bazı şizofreni hastaları ilaçsız da baş edebiliyor
Yeni çalışma, 'şizofreninin yaşam boyu tedavi gerektiren kronik bir hastalık olduğukonusundaki anlayışımızı sorguluyor.. "İlaçlarını bırakanların yüzde 30'u bunu kendi isteğiyle yaptı. Sistemde şizofreni tanısı konulduğunda ilacınızı belirli bir zamanda kesmeniz gerektiğini söyleyen bir şey yok."

Yeni bir çalışma, 'şizofreni hastalarının yüzde 30'unun, hastalıktan on yıl sonra tekrar psikoza düşmeden antipsikotik ilaç kullanmadan hayatta kalmayı başardığını' gösteriyor. Sonuçlar psikoz ve şizofreninin geleneksel tedavisine aykırıdır. Hangi ilacın çok fazla yan etki olmadan en iyi şekilde işe yaradığı belirlendikten sonra hastalara genellikle sınırsız bir süre boyunca ilaç reçete edilir. Ancak yeni çalışmanın arkasındaki yazarlar, belki de doktorların insanların ilaçlarını bırakmalarına yardım etmeyi düşünmeleri gerektiğini öne sürüyor. "Bu, ilaçsız ve psikoz gelişmeden işlevini yerine getirebilen, her ne kadar az sayıda hasta olsa da aslında büyük bir grubun var olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bir doktor olarak hastaların ilaçlarını bırakabilecekleri ihtimalini göz ardı etmemelisiniz” diyor Danimarka Kopenhag Üniversitesi'nde psikiyatri profesörü olan ortak yazar Merete Nordentoft. Araştırma Schizophrenia Research adlı bilimsel dergide yayınlandı. -İlk atak psikozdan 10 yıl sonra antipsikotik ilaç tedavisi ve psikotik belirtilerin azalması (Antipsychotic medication and remission of psychotic symptoms 10 years after a first-episode psychosis) (a)

İlac kullanmayan kadınlar en iyi başa çıkıyor.. Araştırmada bilim insanları, on yıl önce şizofreni tanısı alan ve on yıl boyunca antipsikotik ilaç tedavisine başlayan 496 hastadan gözlem topladı. On yıl sonra doktorlar, durumlarını öğrenmek için hastaları takip görüşmesine davet etti. Hastalarla daha önce ilk tanı konulduktan sonraki birinci, ikinci ve beşinci yılda görüşüldü. Takip görüşmelerine 303 hasta katıldı ve bunların yüzde 30'unun ilaçlarını almamasına rağmen durumu iyi durumdaydı. Bilim adamları bu grubun remisyonda olduğunu buldu. Nordentoft'a göre bu, artık şizofreni belirtilerinin çoğuna sahip olmadıkları anlamına geliyor. Bazıları sağlıklıydı, bazıları ise ara sıra kaygıdan yakınabiliyor ve birkaç küçük psikotik belirtiye sahip olabiliyordu. Özellikle bir grubun ilaçsız başa çıkma şansı özellikle yüksekti: ilac kullanmayan, işlevsellik düzeyi yüksek ve iş piyasasıyla bağlantısı olan kadınlar. Nordentoft, "Başlangıçta işlevsellik düzeyi yüksek olanların, yani iyi idare edebilenlerin ve iyi bir sosyal hayata sahip olanların, aynı zamanda on yıl sonra ilaçsız kalmayı başarabilenler olduğunu da görebiliyoruz" diyor. En iyi işleyen şizofrenler en iyi şekilde başa çıkar.. Kopenhag Üniversitesi Hastanesi Nöropsikiyatri ve Şizofreni Araştırma Merkezi'nde kıdemli bilim insanı ve doktor olan Bjørn H. Ebdrup, yeni sonuçlar karşısında şaşırdı. “Gerçekten çok ilginç. Bu, şizofreninin her zaman ömür boyu süren bir hastalık olduğu düşüncesine aykırıdır. Eğer bu doğru olsaydı o zaman [burada ne yaptıklarını] gözlemlemezlerdi” diyor. Ebdrup, şizofreni hastalarında en iyi işleyenlerin muhtemelen ilaçsız durumu en iyi şekilde idare edebilenler olduğunun altını çiziyor. Araştırmada en kötü durumdaki hastaların çoğu takip görüşmelerine gelmedi. Dahası, çalışmanın muhtemelen şizofreni hastası olan tüm hastaları temsil etmediğini söylüyor.

İlacın zararlı yan etkileri olabilir.. Peki insanların ilaçsız idare edip edemeyeceğini öğrenmek neden bu kadar önemli? Elbette en önemli şey insanların hasta olmamasıdır? Sorun, 'antipsikotik ilaçların sıklıkla aşırı tükürük, sert kaslar ve titremeler, anne sütü üretimi (erkeklerde de) ve günlük yaşamda artan efor' gibi zararlı yan etkilere sahip olmasıdır. Hastaların 20 ila 30 kilogram fazla kilo alması durumunda, diyabet geliştirme riskini artırabilir ve doğal olarak normal ve iyi bir yaşam sürmeyi zorlaştırabilirler. 2013 yılında JAMA'da yayınlanan bir Hollanda araştırması, 'daha az ilaç alan veya ilaçlarını bırakan bir grup hastanınyüksek dozda ilaç tedavisine devam eden bir kontrol grubuyla karşılaştırıldığında deneyden yedi yıl sonra daha iyi durumda olduğunu' gösterdi. Nordentoft, "İlaç almayı bırakıp yine de idare edebilmeleri insanlar için gerçekten olumlu" diyor. İlaçları bırakanların bunu kendi istekleriyle yaptıklarını vurguluyor. "Sistemde, artık psikozdan muzdarip olmayan insanları ilaçları bırakmaya çalışmanız gerektiğini söyleyen hiçbir şey yok. Yani bu hastalar bunu kendileri ya da bazı durumlarda doktorlarına danışarak yapıyorlar" diyor." (446)

"Antipsikotik Almayı Bırakanlar İçin Uzun Vadeli Sonuçlar Daha İyi
Araştırmalar, 'şizofreni tedavisinde antipsikotiklerin uzun süreli kullanımını zayıflatıyor ve antipsikotiklerin bırakılmasıyla sosyal işlevsellik ve yaşam kalitesinin arttığını' öne sürüyor.. Yeni bir çalışmaya göre, antipsikotik ilaçları bırakmak şizofreni tanısı alan kişiler için daha iyi sonuçlarla ilişkilidir. Uzun vadede, antipsikotik almayı bırakanların sosyal işlevselliği ve yaşam kalitesi daha iyi oldu ve ilaçya devam edenlere göre işe alınma olasılıkları daha yüksekti. Çalışma kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli denemelerin bir meta-analiziydi. Araştırma, şizofreni hastalarının ömür boyu antipsikotik kullanması gerektiği ve insanların "ilaçlarını bırakmasının" tehlikeli olduğu yönündeki yaygın inanışlarla çelişiyor. Daha kısa süreli takip (iki yıldan az) ayrıca antipsikotik almaya devam edenler ile bırakanlar arasında sonuçlarda hiçbir fark olmadığını gösterdi; bu da bu tür ilaçları almaya devam etme ihtiyacını sorgulamaya yöneltmelidir. Araştırmacılar şöyle yazıyor: "Sonuçlarımız, sosyal işlevselliğe ilişkin kısa vadeli takiplerin (<2 yıl) bakım ve devam etme arasında anlamlı bir fark yaratmadığını, orta ve uzun vadeli takiplerin ise devam etmeyi önemli ölçüde desteklediğini gösterdi" diye yazıyor araştırmacılar. Araştırmacılara göre, derlenen araştırmalarda kayırma hatası riskinin yüksek olması, sonuçların kalitesini düşürüyor ve bu bulgunun doğruluğunu sağlamak için daha kaliteli araştırmaların yapılmasını öneriyorlar. Yine de bu çalışma, uzun vadede nasıl ilerleneceğine dair mevcut en iyi kanıtları yansıtıyor. "Araştırma Björn Schlier, Laura Buck, Matthias Pillny ve diğerleri tarafından Almanya'nın Hamburg Üniversitesi'nde gerçekleştirildi. Lancet dergisi eClinical Medicine'de yayınlandı."

Meta-analiz 35 uluslararası çalışmayı ve 5.924 katılımcıyı içeriyordu. Çalışmaların sonuç olarak sosyal işlevsellik veya yaşam kalitesi puanlarını içermesi gerekiyordu. Katılımcıların tamamında şizofreni spektrumu tanısı vardı ve başlangıçta antipsikotiklerle tedavi ediliyorlardı. Bu çalışmalardan 26'sı RKÇ ve 9'u NRS idi (“randomize olmayan çalışmalar” [natüralist/gözlemsel]). Yirmi altı çalışmanın kısa vadeli takibi (iki yıldan az), yedisinin orta vadeli takibi (iki ile beş yıl arası) ve ikisinin uzun vadeli takibi (beşten fazla) vardı. yıllar). 26 kısa vadeli çalışmanın dördü NRS, yedi orta vadeli çalışmanın dördü NRS ve uzun vadeli çalışmaların her ikisi de NRS idi. Araştırmacılar, altın standart meta-analiz protokolü PRISMA'yı izlediler ve sonuçlarının güvenilirliğini değerlendirmek için altın standart GRADE yanlılık riskini dahil ettiler. Genel olarak, sonuçları kısa vadede bile (iki yıldan az) antipsikotik ilaçlara devam etmenin hiçbir avantajı olmadığını gösterdi. Devam edenler ve bırakanlar benzer sonuçlar elde etti. Orta ve uzun vadeli çalışmalarda, ilacyu bırakanlar, sosyal işlevsellik, yaşam kalitesi ve istihdam açısından ilacyu kullanmaya devam edenlerden daha iyi performans gösterdi. Nüksetme açısından, ana analizde, antipsikotik almayı bırakanlar ile devam edenler arasında hiçbir fark yoktu. Bununla birlikte, bir alt grup analizinde, RCT'ler tedavinin kesilmesinden sonra yüksek bir nüksetme riski bulurken, natüralist çalışmalar bunu yapmamıştır. Çalışma, özellikle orta ve uzun vadede idame tedavisini tedavinin kesilmesiyle karşılaştırmaya odaklandı. Bu nedenle ilaçların kısa süreli stabilizasyon/semptomların azaltılmasında yararlı olup olmayacağı konusunda yeni bir veri sağlamamaktadır. Çalışma aynı zamanda semptomların bir derecelendirme ölçeğinde azaltılmasından ziyade hasta için önemli olan gerçek yaşam sonuçlarına (sosyal işlevsellik, yaşam kalitesi ve istihdam) odaklandı. “Psikotik semptomlara” odaklanan çalışmalar, bu gibi hasta merkezli sonuçları ölçen çalışmalardan farklı bir sonuç bulabilir. Her ne kadar kısa dönemli çalışmalar bir bütün olarak antipsikotik ilaçlara devam etmenin hiçbir avantajı olmadığını gösterse de, RKÇ(RCT)'ler özellikle antipsikotik bakımının devam etmekten daha iyi olduğunu bulma eğilimindeyken, gözlemsel çalışmalar devam etmenin devam etmekten daha iyi olduğunu bulma eğilimindeydi. Araştırmacılara göre, dahil edilen RCT'lerin bu bulguyu açıklayabilecek kendi önyargıları var. RKÇ'ler çoğunlukla ilaç endüstrisi tarafından finanse edildi ve antipsikotik ilacın aniden kesilmesini içeriyordu; bu da, ilacın kesilmesinden sonra kötü sonuçlarla karıştırılabilecek yoksunluk etkilerine neden oluyor. RKÇ'lerin yalnızca %8'i düşük kayırma hatası riski olarak derecelendirildi. Gerçekten de araştırmacılar, ani yoksunluk içeren çalışmaların bakımı tercih ettiğini buldu; kişiselleştirilmiş, giderek azaltılmış bir yoksunluk programı kullanan çalışmalar ise bırakmanın daha iyi sonuçlara yol açtığını buldu.

“Sonlandırmanın zamanlaması (ani veya kademeli) ve doz azaltma derecesi (tam veya kısmi veya karışık) açısından önemli moderatör etkileri bulundu. Alt grup analizleri, aniden bırakmanın, idame tedavisini destekleyen etki büyüklükleri gösterdiğini ve rehberli azaltma veya hedef ilaç stratejilerini içeren karma bir yaklaşımın azaltmayı desteklediğini ortaya çıkardı” diye yazıyor araştırmacılar. "Bireyselleştirilmiş doz azaltma şemaları ile yapılan çalışmalar tedavinin durdurulmasını desteklerken, standartlaştırılmış doz azaltma şemaları ile yapılan çalışmalar idameyi desteklemektedir" diye ekliyorlar. Bulgularının gücünden bahseden araştırmacılar, önyargı riskinin sonuçlarını nasıl etkilemiş olabileceğine dair bir analiz yaptılar. Analiz, dahil edilen araştırmaların tasarımında var olan önyargılara rağmen sonuçlarının sağlam ve güvenilir olduğunu doğruladı." (447)

"Ulusal düzeyde uygulamaya konulan uluslararası bir hareket olan “Psikozlu kişiler için ilaçsız tedavi” nedir?
Küresel Ruh Sağlığı araştırma grubundan Christine Henriksen Ødegaard, Haziran 2023'te "Psikozlu kişiler için ilaçsız tedavi" başlıklı doktora tezini savundu.. Norveç'te 'psikoz için ilaçsız tedavi, anti-psikotik ilaçların tartışmalı kullanımına ve daha fazla kişi merkezli bakım ve daha fazla kendi kaderini tayin etme' arzusuna dayanan çeşitli kullanıcı kuruluşlarının ortak girişiminin sonucudur. Çalışma, Norveç'in Bergen kentindeki ilaçsız tedavi programıyla ilgili kullanıcı ve sağlayıcı deneyimlerine ilişkin kapsamlı bilgi sağlamayı amaçladı. Psikozlu kişilerle derinlemesine görüşmeler, akıl sağlığı kurumlarındaki personel ile odak grup görüşmeleri ve müzik terapisinde katılımcı gözlemin kullanıldığı niteliksel bir çalışmaydı. Deneyimli dört uzman ortak araştırmacı olarak davet edildi. Hastalar terapistlerle ilişkilerini gelişmiş ve anlamlı olarak tanımladılar. Tedavi, onların kişisel acı çekme kalıplarını öğrenme süreciydi ve iyileşme sürecinde kendi kendine harekete geçme motivasyonu önemliydi. Terapistler kaynakları yönetmekle meşguldü; terapideki rolleri; ve hasta seçimleri. Müzik terapisi esnek, iyileşmeye yönelik bir tedavi olarak tanımlandı. İlaçsız tedavi, artan öz-ajans ve motivasyona odaklanarak tedavi seçimine ilişkin öğrenme deneyimlerini kolaylaştırdı.  Hasta seçimlerini destekleyicidir ve hasta ile bakıcı arasındaki ilişkiyi iyileştirdiği görülmektedir. Tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi, bakıcı ve hastanın çelişen hedeflere sahip olması durumunda mesleki takdir düzeyini zorlar ve muhtemelen terapistlerin işlerinde kendilerini güçsüz hissetmelerine ve yabancılaşmış hissetmelerine neden olur. Müzik terapisi, terapistle işbirliği içinde sürekli olarak ama aynı zamanda koşullara bağlı olarak da seçimler sunar. Geliştirilmiş uygulama potansiyeli vardır. Deneme dersi psikoz tedavisinde özerklik ve seçimleri gündeme getirdi ve tedavi ve bakımın uluslararası ve kültürel boyutlarını getirdi. (Küresel Ruh Sağlığı araştırma grubundan Christine Henriksen Ødegaard 20.6.2023 tarihli doktora tezini savunuyor: Bu araştırma projesi, Bergen Üniversitesi'ndeki çeşitli bölümler, Küresel Halk Sağlığı ve Temel Bakım bölümündeki Uluslararası Sağlık Merkezi (CIH), Klinik Psikoloji Bölümü ve Grieg Akademisi Müzik Terapisi Araştırma Merkezi (GAMUT) arasındaki bir işbirliğidir.) (...)" (448)

"İlaçsız psikoz tedavisine ilişkin kullanıcı bakış açıları
Christine Henriksen Ødegaard, doktora derecesini 20 Haziran 2023 tarihinde Bergen Üniversitesi'nde "Psikozlu kişiler için ilaçsız tedavi:" teziyle savunacak.. Norveç'teki 'psikoz için ilaçsız tedavi programı, antipsikotik ilaçların tartışmalı kullanımına ve daha kişi merkezli tedavi ve artan kendi kaderini tayin etme' arzusuna dayanan çeşitli kullanıcı kuruluşlarının girişiminin sonucudur. Bergen'de ilaçsız tedavi, 'hastanın özerkliğini arttırmayı, ilaç tedavisini azaltmayı ve psikososyal destek olanaklarını arttırmayı' amaçlıyor. Uygulamada, Bergen'deki bu tedavi programını seçen hastalar, 'gerektiğinde ilacı kullanmak veya kullanmamakta özgürdür' ancak antipsikotik ilacı azaltmak veya durdurmak konusunda net bir hedefe sahip olmaları gerekir. Projenin amacı hastaların ve sağlık personelinin Bergen'deki ilaçsız tedavi programıyla ilgili deneyimlerine ışık tutmaktı. Ødegaard bu çalışmayı gerçekleştirmek için psikozlu insanlarla derinlemesine görüşmeler, ilaçsız tedaviyle ilgili çalışanlarla odak grup tartışmaları ve müzik terapisinde katılımcı gözlemi dahil olmak üzere nitel yöntemler kullanmıştır. Dört deneyimli uzman ortak araştırmacı olarak davet edildi. Çalışma üç bölümden oluşuyor; ilk bölüm hastanın sesiyle ilgili, ikinci bölüm terapistin rolüyle ve üçüncü bölüm ise tedavi seçeneklerinin bir parçası olarak müzik terapiyle ilgili. İlaçsız tedavi, artan öz yönetim ve motivasyona odaklanarak tedavi seçenekleriyle ilgili deneyimi kolaylaştırdı. Tedavinin 'çeşitli tedavi seçeneklerini desteklediği ve hasta ile sağlık personeli arasındaki ilişkiyi iyileştirdiği' görülmektedir. Tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi, sağlık personeli ve hastaların birbiriyle çelişen hedeflere sahip olduğu durumlarda, profesyonel muhakemenin uygulanmasını zorlaştırır. Müzik terapisi iyileşme odaklı tedavi uygulamalarının güzel bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. (....)" (449)

"Psikozlu kişiler için ilaçsız tedavi: Psikoz tedavisi olarak antipsikotik ilaçları bırakmayı seçen hastaların artan kabulü ve desteğine ilişkin kullanıcı perspektiflerinin araştırıcı bir çalışması
Soyut.. Arka plan: Norveç'te psikoz için ilaçsız tedavi, antipsikotik ilaçların tartışmalı kullanımına ve daha kişi merkezli tedavi ve daha fazla kendi kaderini tayin etme arzusuna dayanan çeşitli kullanıcı kuruluşlarının ortak girişiminin sonucudur. İlaçsız tedavi, hastanın özerkliğini arttırmayı, ilaç tedavisini azaltmayı ve psikososyal destek olanaklarını arttırmayı amaçlamaktadır. İlaçsız tedavi, bir tedavi seçeneğinin diğerine tercih edilmesini teşvik edecek şekilde tasarlanmamıştır. Uygulamada bu tedavi programını seçen hastalar ihtiyaçlarına göre ilaç kullanıp kullanmamakta özgürdür ancak antipsikotik ilacı azaltmak veya durdurmak konusunda net bir hedefe sahip olmaları gerekir. -Arka plan: Norveç'te psikoz için ilaçsız (MF) tedavi, antipsikotik ilaçların tartışmalı kullanımına ve daha fazla kişi merkezli bakım ve daha fazla kendi kaderini tayin etme arzusuna dayanan çeşitli kullanıcı kuruluşlarının ortak girişiminin sonucudur. MF tedavisi hasta özerkliğini arttırmayı, farmakolojik tedaviyi azaltmayı ve psikososyal destek seçeneklerini arttırmayı amaçlamaktadır. İlaçsız tedavi hizmetleri, bir tedavi seçeneğinin diğerine tercih edilmesini teşvik edecek şekilde tasarlanmamıştır. Pratik anlamda, bu tedavi programını seçen hastalar, ihtiyaçları doğrultusunda ilaç kullanıp kullanmamakta özgürdür ancak antipsikotik ilaçlarını azaltmayı veya bırakmayı amaçlamaktadır.  -Amaç: Bu çalışma, Bergen, Norveç'teki ilaçsız tedavi programıyla ilgili kullanıcı ve sağlayıcı deneyimlerine ilişkin kapsamlı bilgi sağlamayı amaçladı. -Yöntemler: Bu, psikozlu kişilerle derinlemesine görüşmelerin, akıl sağlığı kurumlarındaki personelle odak grup tartışmalarının ve müzik terapisinde katılımcı gözlemin kullanıldığı niteliksel bir çalışmaydı. Deneyimli dört uzman ortak araştırmacı olarak davet edildi. -Bulgular: Hastalar terapistlerle ilişkilerini gelişmiş ve önemli olarak tanımladılar. Tedavi, onların kişisel acı çekme kalıplarını öğrenme süreciydi ve iyileşme sürecinde öz-ajans motivasyonu önemliydi. Terapistler kaynakları yönetmekle meşguldü; terapideki rolleri; ve hasta seçimleri. Müzik terapisi esnek, iyileşmeye yönelik bir tedavi olarak tanımlandı.

Sonuçlar (/Çözümler): İlaçsız tedavi, 'artan öz-ajans ve motivasyona' odaklanarak tedavi seçimine ilişkin öğrenme deneyimlerini kolaylaştırdı. Hasta seçimleri destekleyicidir ve 'hasta ile bakıcı arasındaki ilişkiyi' iyileştirdiği görülmektedir. Tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi, bakıcı ve hastanın çelişen hedeflere sahip olması durumunda mesleki takdir düzeyini zorlar ve muhtemelen terapistlerin işlerinde kendilerini güçsüz hissetmelerine ve yabancılaşmış hissetmelerine neden olur. Müzik terapisi, terapistle işbirliği içinde sürekli olarak ama aynı zamanda koşullara bağlı olarak da seçimler sunar. Geliştirilmiş uygulama potansiyeli vardır. (....)" (450)

"Christine Ødegaard: Psikozda ilaçsız tedavi
Psikozlu insanlar için seçimin anlamı - Niteliksel bir araştırma.. Christine Ødegaard Bergen'de doğup büyüdü, UiB'de kültürel bilimler alanında yüksek lisansı var ve daha önce psikiyatri alanında araştırma deneyimine sahip. Kullanıcı kuruluşlarından gelen talebi karşılamak amacıyla yakın zamanda Bergen'deki psikiyatri polikliniklerinde psikoz hastalarına yönelik ilaçsız tedavi uygulanmaya başlandı. Antipsikotik ilaçların kullanımı hem ciddi yan etkiler hem de özellikle uzun vadeli yararlılık açısından tartışılmaktadır. İlaçsız tedavi, 'ilaç dışında veya bazen ilaç tedavisine ek olarak bir tedavi seçeneği' sunar. Bunun zengin bir menüden bir seçim olması gerekiyordu; "müzik terapisi, bireysel terapi, grup terapisi, aile terapisi, iş desteği ve egzersiz yapmak.." Bu bağlamda çalışma, kişilerin bu tür bir tedaviyi kullanma tercihinin anlamını nasıl deneyimlediklerini, iyileşme süreçlerini ve hasta deneyim ve değerlendirmelerinin ilaçsız tedavi programında çalışan personelin deneyimlerinden farklı olup olmadığını cevaplamayı amaçlamaktadır. Hastalarla on bir derinlemesine görüşme, personelle üç odak grubu gerçekleştirdik ve grup ve bireysel müzik terapisinde katılımcı gözlemleri gerçekleştirdik. Tüm veriler Bergen, Norveç'teki üç farklı ayakta tedavi kliniğinden toplanmıştır; Kronstad DPS, Bjørgvin DPS ve Øyane DPS, 2017 ve 2018 yıllarında. Çalışmanın Şubat 2020'de sona ermesi planlanıyor. Ødegaard, Avustralya ve Yeni Zelanda Psikiyatri Dergisi'nde bipolar bozukluğu yönetmenin sosyokültürel zorlukları hakkında bir makale yayınladı: Bipolar bozukluğu yönetmenin sosyokültürel zorluklarına ilişkin bir ISBD perspektifi: İçerik analizi yaptı ve Bipolare Lidelser'de bipolar bozukluğu olan birinin yakın akrabası olmakla ilgili birkaç kitap bölümünün ortak yazarlığını yaptı. (...)" (451)

"İlaç dışında başka yöntemler mi var?
 "Psikozlu hastalara ilaçsız hizmetler.. 1 Haziran 2016 itibarıyla Norveç'teki tüm sağlık vakıflarıakıl sağlığı bakımındaki hastalar için ilaçsız tedaviler uygulamaya koydu." 'Psikoz hastalarına yönelik hizmetlerde ilaç dışında başka yolların kullanılmasına yardımcı oluyor musunuz?' Karar vermenin manevrası, yönergeler ve kaynaklar.. Christine Oedegaard ve meslektaşları, psikozlu hastalar için ilaçsız terapi hakkına ilişkin 2015'ten itibaren Norveç politikasının uygulanmasının terapistlerin bakış açısından nasıl olduğunu araştırıyor. Tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi kesin bir amaç olsa da, terapistlerin 'yardım etme arzularını, sorumluluklarını ve ilaçsız hizmetlerin eksikliğini dengelemeleri' gerekiyordu. Makale, karar vermede özerklik ve demokrasi konusundaki ikilemlere, ilaçları destekleyen veya alternatif olan hizmetlerde kaynak eksikliğine ve terapistlerin politika uygulama ve profesyonellik konusunda nasıl manevra yaptığına dikkat çekiyor. (...)" (452)

"Tüm sağlık bölgelerinde akıl hastalarına ilaçsız tedavi
1 Haziran 2016'ya kadar tüm bölgesel sağlık kuruluşlarının, ruh sağlığı hizmetleri kapsamındaki hastalar için ilaçsız tedavi teklifini oluşturmuş olması gerekmektedir.. - Ruh sağlığı alanında birçok hasta ilaç tedavisini istememektedir. Bunu dinlemeli ve ciddiye almalıyız. Gerekli bakım ve tedaviyi sağlamanın başka yolları olduğu sürece kimse ilaç almaya zorlanmamalıdır. Sağlık ve Bakım Bakanı Bent Høie, ilaçsız tedavinin kurulmasının çok yavaş ilerlediğini düşünüyorum ve bu nedenle tüm bölgesel sağlık kuruluşlarından bu teklifi 1 Haziran 2016'ya kadar hazırlamalarını istedim, diyor. 25 Kasım 2016'da Sağlık ve Bakım Bakanı Bent Høie, bölgesel sağlık kuruluşlarına 1 Haziran 2016'ya kadar herkesin 'ilaçsız tedavi teklifini oluşturması' gerektiğini belirten bir mektup gönderdi. İsteyen hastalara 'ilaç tedavisinin planlı olarak azaltılması' da önerilmelidir. Teklif ayrı bölümlerde oluşturulmalı ve terapist ile hasta arasındaki işbirliğine önem verilmelidir. Bakanlık başlangıçta ülkede bu tür beş birimin kurulmasını talep etmişti. Sağlık Güneydoğu'da iki daire başkanlığı, diğer sağlık bölgelerinde ise bir daire başkanlığı kurulacak. Teklif, kullanıcı kuruluşlarla diyalog halinde tasarlanmalıdır. - Ruh sağlığı alanındaki kullanıcı örgütleri, ilaçsız tedavi sunumunun bugünkü kadar iyi olmadığının açık sinyallerini verdiler. Hastaya yönelik sağlık hizmetinde, hastaların sağlık hizmetinin tasarımına dahil edilmesi gerekmektedir. ilaçsız tedavi teklifinin kullanıcı kuruluşlarıyla diyalog halinde tasarlanmasını talep ettim, diyor Høie. (...)" (453)

"Ruh sağlığı hizmetlerinde ilaçsız hizmetler - görev takibi 2015
Aşağıdaki hedeflerin belirlendiği 2015 yılı görevlendirme belgesine atıfta bulunulmaktadır: "Akıl sağlığı hizmeti alan hastalar, haklı olduğu ölçüde, ilaçsız tedavi tedbirleri de dahil olmak üzere farklı tedavi tedbirleri arasında seçim yapabilmelidir. Teklif, kullanıcı kuruluşlarla yakın işbirliği içinde tasarlanmıştır. Ayrıca bakanın, yönetim gereklilikleri doğrultusunda ilacsuz hizmetlerin oluşturulmasının önemini vurguladığı Ekim ayındaki ortak üçüncül takip toplantısına da atıfta bulunuluyor. Bakanlık, görevlendirmenin aşağıda belirtilen sürelerle belirlenmesini gerekli görmektedir: Bölgesel sağlık kuruluşları, ilaç alternatiflerinin seçimi konusunda isteyenler için, 'diğer terapötik destek ve tedavi önlemlerinin azaltılması, sonlandırılması ve başlatılmasına' yönelik yardım da dahil olmak üzere gerçek bir teklif sunmalıdır. Bunu yapmak isteyen ruh sağlığı hizmetleri hastaları için, profesyonel açıdan sağlam çerçeveler dahilinde 'ilaç tedavisinin azaltılmasına /sonlandırılmasına' yönelik bir plan hazırlanmalıdır. Teklif, kullanıcı kuruluşlarla diyalog halinde tasarlanmalıdır. Bu, teklifin kullanıcı kuruluşları memnun edecek şekilde oluşturulmasının amaçlandığı anlamına gelir. Bu nedenle Bakanlık, bölgesel sağlık kuruluşlarından, mutabakata varılan bir çözümün her iki taraf (yani RHF ve etkilenen kullanıcı kuruluşlar) tarafından imzalanan bir protokolde ifade edilmesini sağlamalarını talep etmektedir. O halde bu, yerel çalışma için bir çerçeve anlaşması olmalıdır. Protokolün imzalanması gereken son tarih 01. 03. 16 olarak belirlendi. Protokol bilgi alınmak üzere bakanlığa gönderilir. Çalışmanın bir parçası olarak ve ilacsuz tedavi konusunda deneyim kazanmak için, Helse Nord, Helse Midt-Norge ve Helse West'in DPS'de ilaçsız tedavi/ilaçsız tedavisinin azaltılması için ayrılmış en az bir birim/bölge kurması gerekiyor. Güneydoğu Sağlık böyle iki birim kuracak. Deneyimler kullanıcı kuruluşlarıyla işbirliği içinde özetlenmelidir. Bu birimlerin kurulması için son tarih 1 Haziran 2016'dır. Saygılarımızla" (454)

"Soteria projesinden akut psikozda ilaçsız tedaviye yanıtın tahmin edilmesi
Soyut.. Akut psikozların tahminen yüzde 25 ila 40'ı antipsikotik ilaç tedavisi olmadan düzelse de, erken dönemde ilaçsız iyileşebilecek kişileri belirlemek için yalnızca sınırlı çaba sarf edildi. Bu retrospektif araştırma çalışması, bu amaca yönelik bir ön model geliştirmek için Soteria projesinden elde edilen temel bilgileri (genç, bekar, birinci ve ikinci dönem DSM-II şizofreni, n=179) kullanır. Deneysel olarak tedavi edilen deneklerin yüzde kırk üçü, 2 yıllık takip süresi boyunca hiçbir antipsikotik ilaç almadı ve "ilaçsız yanıt verenler" olarak belirlendi. Takipte bu grup bileşik sonuç ölçeğinde daha iyi sonuçlara sahipti. (yeniden hastaneye yatmayı, psikopatolojiyi, bağımsız yaşamayı, sosyal ve mesleki işlevselliği temsil eder) Üç değişken kullanan tahmine dayalı bir model, bu alt grubu yüzde 79 oranında doğru bir şekilde tanımladı. İlaçsız müdahalede bulunacağı tahmin edilen kişiler, Soteria'da tedavi edildiklerinde orta derecede daha iyi sonuçlar sergilediler. Bu veriler, 'erken dönem psikozu olan bireylerden oluşan tanımlanabilir bir alt grubun, özel psikososyal müdahale aldığında ve antipsikotik ilaçları çok az kullandığında veya hiç kullanmadığında daha iyi sonuçlar alabileceği' hipotezini ilerletmektedir. (PsycInfo Veritabanı Kaydı (c) 2020 APA, tüm hakları saklıdır) (...)" (455)

"Bu hastaya en iyi şekilde nasıl yardımcı olabiliriz? Norveç'te ruh sağlığı terapistlerinin psikozlu hastaların ilaçsız bakımına ilişkin düşüncelerinin araştırılması
Soyut.. Arka plan.. Norveç Bölgesel Sağlık Otoriteleri 2015 yılından bu yana yeni hükümet politikasını izlemiş ve psikozlu hastalar için ilaçsız hizmetleri kademeli olarak uygulamaya koymuştur. Bu nitel çalışmanın amacı, politika ile uygulama arasındaki gerilimi ve Bergen'deki sağlık çalışanlarının ilaçsız tedaviyi uygulamadaki rolleri üzerine nasıl düşündüklerini araştırmaktı.  -Yöntemler.. İlaçsız hizmetlerde çalışan 17 terapistin de dahil olduğu üç odak grup görüşmesi gerçekleştirdik ve bu yeni tedavi programıyla ilgili deneyimlerini sorduk.  Veri analizi için Sistematik Metin Yoğunlaştırmayı kullandık. Bulgular, Michael Lipsky'nin kamu sağlığı çalışanlarının politika uygulamasında oynadıkları role ilişkin teorik çerçevesi kullanılarak tartışıldı. Bulgular.. Norveç'in yeni politikasını takip etmek, çalışmamızdaki terapistler için zorlayıcıydı; özellikle hastanın ihtiyaçlarını tedavi kılavuzları, yasal çerçeve ve mevcut kaynaklarla dengelemek. Terapistlerin hastalara işbirliği ve terapötik ittifak yoluyla yardım etme arzusu vardı, ancak ittifakları bazen kırılgan olabiliyordu ve terapistler hastaların durumlarının kötüleşmesinden endişe duyuyordu. -Çözümler.. Hastaları ruh sağlığı bakımında güçlendirmek amacıyla tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi, hastalar ve terapistlerin çatışan hedeflere sahip olabileceği göz önüne alındığında, mesleki takdir yetkisinin düzeyini zorlamaktadır. Yardım etme arzusunu, mesleki sorumluluğu, algılanan kaynak eksikliğini ve belirli hasta tercihlerini dengelemek, terapistlerin işlerinde kendilerini güçsüz ve yabancılaşmış hissetmelerine neden olabilecek koşullar yarattı.

Arka plan.. Son yıllarda, hekimin hastanın çıkarlarını gözeterek hareket ettiği paternalist rolünden, hastanın iradesine daha fazla vurgu yapılmasına doğru bir değişim yaşandı. Bu paradigmatik değişimde, ruh sağlığı hizmetlerinde karar verme kapasitesine ve hastaların hak sahipleri olarak görülmesine odaklanmak giderek daha önemli hale geliyor. İnsan hakları aktivistleri, zorlayıcı tedavi uygulanmasını ve hastanın yetkisinin elinden alınmasını eleştiriyor ve bireysel tedaviyi seçme özgürlüğünü vurguluyor. Ancak hastaların ruh sağlığı bakımı kapsamındaki tedaviyi seçme özgürlüğü, sağlık çalışanları için zorlayıcı olabilir çünkü sağlık çalışanları hastayı ve toplumu zarardan korumak konusunda mesleki yükümlülüklere sahiptir ve tedavi ve bakıma ilişkin bu bakış açılarını dikkate almak zorundadırlar. Norveç'te sağlık hizmetleri devlet tarafından finanse edilmektedir. Çoğu sağlık sisteminde olduğu gibi, bakımın sunulması, sağlanan ilaç türü de dahil olmak üzere mevcut kaynakların mevcut psikososyal tedavi seçeneklerine göre önceliklendirilmesine tabidir. Mevcut kaynaklar hem Bölgesel Sağlık Otoritelerinin önceliklerine hem de hükümet politikasına bağlıdır. Norveç Sağlık Bakanı, 2014 yılında her bölgede hem kaynak kullanımı hem de tedavi faaliyeti düzeyi açısından ruh sağlığı hizmetlerinin fiziksel hastalıklara yönelik sağlık hizmetlerinden daha fazla artması gerektiğini belirten bir politika oluşturdu. Somatik (fiziksel) sağlık hizmetlerine sağlanan kaynaklar hâlâ ruh sağlığı hizmetlerinden daha fazla arttığından, bu politikanın başarısı tartışılmaktadır. Ruh sağlığı hizmetleri kapsamındaki kaynaklar çoğunlukla yatarak tedaviden ayakta tedavi tedavisine yeniden tahsis edilmiştir ve toplam kaynak düzeyinde sınırlı bir artış olmuştur.  Ayrıca psikoz veya şizofreni hastalarının kaynak gerektiren bir hasta grubu olduğu genel olarak anlaşılmaktadır. 2018 yılında Norveç Sağlık Müdürlüğü'nün bir raporu, ruh sağlığı hizmetlerinde yetişkin hastaların %10'unun bu sektöre yönelik kaynakların %76,7'sini kullandığını gösterdi. Raporda ayrıca şizofreni hastalarının bu grupta aşırı temsil edildiği belirtiliyor. Şizofreni spektrum bozuklukları, yüksek küresel hastalık yükü ve sakatlık anlamına gelen ve sıklıkla farmakoterapi ile tedavi edilen ciddi zihinsel hastalıkları temsil eder. 2011 yılında hizmet kullanıcı kuruluşları, Norveç ruh sağlığı sistemi içinde ilaçsız hizmetler için lobi yapmak üzere bir araya geldi. Bu hizmet gereksinimi aynı zamanda ağır akıl hastalıklarının tedavisinin bir parçası olarak kullanılan antipsikotik ilaçların (AP) etkinliği ve olumsuz etkilerine ilişkin tartışmalardan da ortaya çıkmıştır. İlaçsız tedavinin uygulanmasına ilişkin tartışma kutuplaştı; profesyoneller buna karşı çıkıyor, ilaçların işe yaradığını gösteren araştırmalara ve yeni kılavuzlar için bilimsel destek eksikliğine işaret ediyor.

Norveç hükümeti, ilaçsız hizmetlerin bir öncelik olması gerektiği konusunda kullanıcı kuruluşlarıyla aynı fikirdeydi ve 2015 yılında Norveç Bölgesel Sağlık Otoriteleri, sorumlu tedaviyi tanımlayan yasanın kısıtlamaları dahilinde psikozlu hastalar için kaynak tahsis etmeye ve bu hizmetleri sunmaya başladı. Kanun, bilgilendirilmiş onam verebilecek ve zorlayıcı tedaviye tabi olmayan 18 yaş ve üzeri tüm hastaların ilaçsız tedaviyi seçebileceğini ima eden kısıtlamalar getirmektedir. Hastanın mahkeme tarafından zorlayıcı tedaviye mahkum edilmesi veya hastanın bilgilendirilmiş onam verme yeteneğinden yoksun olduğu ve/veya tehlikeli olduğu düşünülürse, terapistin ilacın gerekli olduğunu düşünmesi durumunda hastaların ilaçlarını bırakmalarına izin verilmez. İlaçsız tedavi, ilaçlarını bırakmak isteyen hastalara güvenli bir ortamda destek olmayı amaçlamaktadır. Bergen'de ilaçsız tedavi, bölgedeki psikiyatri kliniklerinde sağlanıyor ve bu da psikozdan muzdarip kişiler için daha fazla psikososyal tedavi seçeneği sağlıyor. Tedavi seçenekleri akran desteği, destekli istihdam ve hastalığın öz yönetimi gibi iyileşme odaklı hizmetlerden oluşur. Hastanın tedavisiyle ilgili karar verme hakkına odaklanan, iyileşme odaklı bir zihinsel bakım reformudur. Personel, psikiyatristler, psikologlar, müzik terapistleri, hemşireler, sosyal eğitimciler, fizyoterapistler, mesleki terapistler ve sosyal hizmet uzmanları dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere farklı mesleki geçmişlere sahip sağlık çalışanlarından oluşmaktadır. Bu çalışmada “terapist” dediğimizde tüm ruh sağlığı çalışanlarını kastediyoruz. Hastalara ilaçsız tedavi seçenekleri sunmak, hem politika yapıcılar hem de kullanıcı kuruluşlar tarafından iyileşme odaklı bakıma doğru bir adım olarak değerlendirilmektedir. Bu, hasta özerkliğinin arttırılmasını ve hastanın demokratikleşmesini (bir hasta biçimi olarak tanımlanan, ortak karar almaya odaklanan terapist ilişkisi) her iki tarafın da sürece uzmanlık kattığının kabul edildiği ve karar vermek için ortaklaşa çalıştığı terapist iletişimini içerir.. Bu çalışmada ön saflarda yer alan sağlık çalışanları, ilaçsız tedavi projesinin bir parçası olarak yeni yasaları, yönergeleri ve tedavi seçeneklerini günlük sağlık hizmetlerinin sunumunda uygulamaya dönüştürdü. Politikanın aracıları ve yorumlayıcıları olarak rolleri, politikanın uygulanmasının şekillenmesine yardımcı oldu. Bildiğimiz kadarıyla, ilaçsız tedavinin uygulanmasında psikiyatristlerin bakış açısına odaklanan daha önce yayınlanmış tek bir makale bulunmaktadır ve terapistlerin bu bağlamda yeni politikaları tedavi uygulamalarına dönüştüren ön saf çalışanları olarak rollerine özel olarak odaklanan bir çalışma bulunmamaktadır. Bu terapistlerin ilaçsız hizmetlere ilişkin kamu politikasının uygulanma şeklini aktif olarak nasıl şekillendirdiğini daha iyi anlamak için Lipsky'nin sokak düzeyindeki bürokratlara (SLB "street-level bureaucrats") ilişkin teorik çerçevesini kullandık. Sokak düzeyindeki bürokrasileri, çalışanlarının (SLB) etkileşimde bulunduğu ve yardımların dağıtılması veya kamu yaptırımlarının tahsisi konusunda geniş takdir yetkisine sahip olduğu kurumlar olarak tanımlıyor. Ruh sağlığı çalışanları hastalarına faydalar ve yaptırımlar sağlar ve yönetimden göreceli özerkliğe sahip olarak ihtiyari kararlar alma ve uygulama yetkisine ve yetkisine sahiptir. Bu, ruh sağlığı hizmeti sağlayıcılarının politika uygulamasında oynadıkları rolü yorumlamak için yararlı bir teorik çerçeve sağlar. Amacımız Bergen'deki ruh sağlığı çalışanlarının ilaçsız tedaviye ilişkin bu yeni politikanın uygulanmasındaki zorluklarla nasıl başa çıktığını ve bunlar üzerinde nasıl düşündüğünü keşfetmekti.

Yöntem.. Çalışma bağlamı.. Bu çalışma, Eylül 2017'de ilaçsız hizmet uygulamasının proje olarak başlatıldığı Norveç'in batısındaki Bergen şehrinde gerçekleştirildi. Bu proje, tüm bölge psikiyatri merkezlerinin aynı psikososyal tedavi seçeneklerini sunmasını sağlamak için bu tür bakımı standartlaştırmayı amaçlıyordu. Bergen bölgesinde psikoz hastası olan ve zorlayıcı tedaviye tabi olmayan tüm yetişkin hastalar ilaçsız tedaviyi seçebilir. Zorlayıcı tedaviye maruz kalan hastalar çeşitli psikososyal tedavi seçeneklerine katılmayı seçebilirler ancak psikiyatristin veya mahkemenin onayı olmadan ilacı bırakma özgürlüğüne sahip değildirler. Bireysel müzik terapisi gibi tedavi alternatiflerine ilişkin seçenekler bir dereceye kadar uygunluk durumuna göre sınırlıdır, ancak seçeneklerin çoğu makul bir zaman dilimi içinde mevcuttur. Tedavi isteğe bağlıdır ve hiçbir zorunlu bileşen yoktur. İlaçsız tedavi, psikozun tedavisi için sağlanan yönergeleri takip etmeli, ilacın dikkatli bir şekilde kesilmesine izin vermeli ve hastayı bu süreçte desteklemek için daha fazla psikososyal tedavi seçeneği eklemelidir. Bu, hastanın ilacı bırakmayı amaçladığı anlamına gelir, ancak bu, hastanın istekleri ve semptom yüküne göre dozajın azaltılmasına ve artırılmasına olanak tanıyan bir süreçtir. Norveç'te, psikotik bozukluklara yönelik kılavuzlarda müzik terapisi şiddetle tavsiye edilmektedir ve bunu tedavi olarak destekleyen yüksek kanıt derecelendirmesine atıfta bulunulmaktadır. Müzik terapistleri, hastalarının tedavisine ilişkin performans ve seçimlerde yüksek derecede bağımsızlığa sahip ruh sağlığı çalışanlarıdır. Bazen bir hastayı düzenli olarak gören tek terapist haline gelebilirler ve terapinin sıklığını artırmayı veya azaltmayı seçebilirler ve diğer ruh sağlığı ekibi üyelerinden hastaların ihtiyaçları konusunda daha fazla veya daha az destek isteyebilirler. . Bu nedenle müzik terapistlerinin SLB olarak kriterleri karşıladıklarını ve ayrı bir odak grup tartışmasına dahil edildiklerini düşünüyoruz. (....) -Çözüm.. Bu çalışmadaki sağlık personeli, SLB'nin çalışmasının gerektirdiği tüm belirsizlik ve karmaşıklığı deneyimlemiştir çünkü ruh sağlığı hizmetlerinde tedavi seçeneklerinin demokratikleştirilmesi, mesleki takdir düzeyini zorlamaktadır. Amaç hastaları güçlendirmek olsa da bu, SLB'nin karar verme yeteneğini kısıtlıyor ve onların eylemlerini azaltıyor olarak algılanabiliyor. Bu çalışmada iyileşme odaklı ilaçsız tedavinin günlük pratikte uygulanması çelişkili hedeflere yol açmıştır. Yardım etme arzusunu ve profesyonel sorumluluğu, algılanan kaynak eksikliği ve sorunlu hasta seçimleriyle dengelemek, terapistlerin işlerinde kendilerini güçsüz hissetmelerine ve yabancılaşmış hissetmelerine yol açabilecek koşulları yarattı. (....)" (456)

""Bir seçime sahip olmak benim için çok şey ifade ediyor": ruh sağlığı hizmetlerinde ilaçsız tedaviye birinci şahıs bakış açıları sağlayan niteliksel bir çalışma
Soyut.. Arka plan.. 2016 yılında Batı Norveç Bölgesel Sağlık Otoritesi, psikozlu kişilerin ilaçsız tedaviyi seçme hakkını vurgulayarak, mevcut ruh sağlığı hizmetlerine daha fazla kanıta dayalı psikososyal müdahaleleri entegre etmeye başladı. Bu değişiklik, antipsikotik ilaç kullanımının etkinliği ve olumsuz etkileri konusundaki tartışmalardan ortaya çıktı. Kişilerarası ilişkiler, kişinin kendi acı çekme biçimini daha iyi anlaması, umut ve motivasyon gibi semptomların azaltılmasının ötesindeki yönlerin hepsinin kişisel iyileşme süreci için önemli olduğu düşünülmektedir.  -Yöntemler.. Bu çalışma, Batı Norveç'in Bergen kentindeki ilaçsız tedavi programı kapsamında kullanıcıların iyileşme süreçlerine ilişkin açıklamalarında bu hususların mevcut olup olmadığını araştırmaktadır. İlaçsız hizmetlerden yararlanmaya hak kazanan, psikoz tanısı alan 10 hastayla tedavi deneyimleri hakkında görüştük. Veriler Attride-Stirling'in tematik ağ yaklaşımı kullanılarak analiz edildi.

Sonuçlar. . Bulgular, daha fazla psikososyal tedavi seçeneğinin sağlanmasıyla kolaylaştırılan kişisel iyileşme süreçleriyle ilgili üç düzenleyici alt temayla küresel bir temayı göstermektedir: hastalar ve terapistler arasındaki kişilerarası ilişkiler, hastanın kişisel acı çekme kalıplarını anlaması ve iyileşme sürecinde öz-ajans için kişisel motivasyon. Katılımcılar, önceki deneyimlere kıyasla terapistlerle daha iyi bir ilişki tanımladılar. Mevcut akıl sağlığı hizmetlerine daha fazla kanıta dayalı psikososyal müdahalelerin entegre edilmesi, tedavi seçimine, özellikle de ilacın kesilmesine ilişkin öğrenme deneyimlerini kolaylaştırdı ve katılımcıların kişisel iyileşme süreçlerinde artan öz-ajans ve motivasyonunu desteklediği ortaya çıktı.  -Çözüm.. Norveç'teki sağlık hizmetleri, belki de psikozlu kişilerin bakımını optimize etmeye, daha fazla hasta seçimine izin vermeye ve diyaloğu ve dolayısıyla hasta ile terapist arasındaki kişilerarası ilişkiyi geliştirmeye bir adım daha yakındır. Kişisel acı çekme kalıpları, ilacın kesilmesini desteklemeyi ve daha yüksek düzeyde kabul görmeyi amaçlayan bir sistem içinde araştırılabilir. Böyle bir sistem, kişisel başa çıkma stratejilerine daha fazla odaklanmayı ve iyileşme süreci için daha fazla kişisel sorumluluğu içeren tedavi rejiminde kişisel katılımı gerektirir.

Sonuçlar.. Kodlardan küresel temaya kadar veri analizi çerçevesi Tablo 2'de gösterilmektedir. Bu sonuçlar bölümü, düzenleyici temalara göre yapılandırılmıştır: hastalar ve terapistler arasındaki kişilerarası ilişkiler, hastanın kişisel acı çekme biçimini anlaması ve iyileşme sürecinde öz-ajans için kişisel motivasyon. (....) -Çözümler.. Norveç'teki sağlık hizmetleri, belki de psikozlu kişilerin bakımını optimize etmeye, daha fazla hasta seçimine izin vermeye ve diyaloğu ve dolayısıyla hasta ile bakıcı arasındaki kişilerarası ilişkiyi geliştirmeye bir adım daha yakındır. Daha destekleyici bir sistem içerisinde, kişisel acı çekme kalıpları, kişisel iyileşmeyi kolaylaştırdığı bilinen faktörlerle ilişkili olarak araştırılabilir. Böyle bir sistem, tedavi rejiminde daha yüksek düzeyde kişisel eylemliliği, kişisel başa çıkma stratejilerine daha fazla odaklanmayı ve iyileşme süreci için daha fazla kişisel sorumluluğu gerektirir. Bu çalışmadan elde edilen klinik çıkarımlar arasında, semptom düzeyi, deneyim ve bireysel tercihlere göre uyarlanan ruh sağlığı bakımında artan düzeyde psikososyal müdahaleler ve ortak karar alma önerileri yer almaktadır. Ayrıca hastalar ve terapistler arasındaki kişilerarası ilişkilerin geliştirilmesinde zaman içinde sürekliliğin öneminin dikkate alınması önemlidir. (...)" (457)

"Psikiyatride Devrimin Kapısı Aralanıyor
Bir MIA Raporu: Norveç Sağlık Bakanlığı İlaçsız Tedavi Talimatı Verdi.. Norveç'in Tromsø kentindeki Åsgård psikiyatri hastanesi, oldukça yorgun görünen bir tesistir; alçak binaları Soğuk Savaş döneminden kalma kurumsal mimariyi anımsatır ve coğrafi konumu itibarıyla Batı psikiyatri merkezlerinden daha uzakta konumlandırılması pek mümkün değildir.  Tromsø, Kuzey Kutup Dairesi'nin 355 mil kuzeyinde yer alıyor ve turistler kış aylarında Kuzey Işıklarını görmek için geliyor. Yine de bu uzak karakolda, kapatılmış ancak yakın zamanda yenilenmiş bir hastane katında, koğuşun kapısında şaşırtıcı bir tabela bulunabilir: ilaçsız tedavi teklifi (medikamentfritt behandlingstilbud). İngilizce'ye çeviri: ilaçsız tedavi. Ve bu, Norveç Sağlık Bakanlığı'nın dört bölgesel sağlık otoritesine oluşturma emri verdiği bir girişimdir.."Ücretsiz İlaçsız tedavi (medication free treatment)" başlığı, burada sağlanan bakımın doğasını tam olarak yansıtmamaktadır. Burası psikiyatrik ilaç almak istemeyen ya da bu ilaçları azaltmak isteyen psikiyatri hastalarına yönelik bir koğuş. Altı yataklı bu koğuşta temel prensip, 'hastaların tedaviyi seçme hakkına sahip olması ve bakımın bu tercihe göre düzenlenmesidir.' İlaçsız ünitenin yöneticisi Merete Astrup, "Bu yeni bir düşünme biçimi" dedi. "Önceden insanlar yardım istediğinde bu her zaman hastaların isteklerine değil hastanelerin isteklerine bağlıydı. Hastalarımıza ‘sizin için en iyisi budur’ demeye alışmıştık. Ama biz şimdi onlara 'gerçekten ne istiyorsun? ' diyoruz. Onlar da 'Ben özgürüm; Ben karar verebilirim.'” Kuzey Norveç Üniversite Hastanesi Psikiyatri Servisleri Şefi Magnus Hald, bu koğuşun batı psikiyatrisindeki güç merkezlerinden uzakta olmasına rağmen dramatik değişim için bir “sahil başı” olarak görülebileceğini söyledi. “Doktorun bakış açısı kadar hastanın bakış açısını da değerli görmek zorundayız. Hastalar istediklerinin bu olduğunu söylüyorsa bu benim için yeterli. Bu, insanların hayatlarında mümkün olan en iyi şekilde ilerlemelerine yardımcı olmakla ilgilidir ve eğer istiyorlarsa, ilac kullanımında ilerlemelerine yardımcı olmalıyız ve eğer ilaçsız bir şarkı söylemek istiyorlarsa, onları desteklemeliyiz. Bunu gerçekleştirmeliyiz.” Beklenebileceği gibi, uzun süredir üzerinde çalışılan bu girişim Norveç psikiyatrisini rahatsız ediyor. Bu birçok boyutu olan bir hikaye: kullanıcı gruplarının başarılı siyasi örgütlenmesi; akademik psikiyatristlerin tepkisi; psikiyatrik ilaçların yararları hakkındaki tartışmalar; ve başta Tromsø'da olmak üzere ülkenin diğer bölgelerinde de psikiyatrik bakımı yeniden düşünme çabası. Hald, "Tartışma, paradigma değişikliğinin gerçekleşme tehlikesi olduğunda gördüğünüz şeye çok benziyor" dedi. (.....)" (458)

"Ana Akım Batı Psikiyatrisi: Bilim mi, Bilim Dışı mı?
Psikiyatride kırk yıldan fazla deneyimim var; bunların çoğu hapishaneler, askeriye, izole alanlar, azınlıklar ve travma sonrası durumlar da dahil olmak üzere ölçeğin en zorlu ucunda yer alıyor. Ayrıca bilim felsefesinin psikiyatriye uygulanması alanında da kapsamlı yayınlarım var. Bu oldukça garip bir kombinasyon, çünkü felsefe genellikle çok bilgili kabul edilir, Kuzey Avustralya'nın toprağı ve çamurunda dolaşmanın tam tersidir, ancak aslında çok önemlidir. Bu, bir konunun bilim olup olmadığı sorusuyla ilgilidir; esasen ona ne kadar güvenilirlik verilmesi gerektiğiyle ilgilidir. Çünkü bilimin konusu budur, güvenilirlik. Dolayısıyla şu soru ortaya çıkıyor: 'Modern, ana akım psikiyatriye ne kadar itibar vermeliyiz?' Akıl hastalığı diye bir şeyin olmadığını iddia edenlerin olduğunu fark edeceksiniz; zihinsel olarak sorunlu olduğunu iddia eden herkesin bunu uydurduğunu söylüyor. Buna inanmıyorum. İnsanlar, devam edemeyeceklerine inanmayacak kadar korkunç bir zihinsel sıkıntı içinde olduklarını söylediklerinde onlara inanıyorum. Örneğin hiç kimse, yalnız ve sefil bir emekli olmak için başarılı bir askeri kariyerden isteyerek vazgeçmez. Artık ana akım psikiyatri de zihinsel bozuklukların bir gerçek olduğunu ve önemli olanın bu bozukluğun doğası ve kökeni olduğunu iddia ediyor. Modern, ortodoks psikiyatri için cevap çok açıktır: 'Tüm zihinsel bozukluklar, bir çeşit beyin bozukluğunun sadece bir çeşididir.' Spesifik olarak, zihinsel bozukluk, nörotransmiterler düzeyinde olduğu varsayılan ve genetik bozuklukların neden olduğu, beyin fonksiyonundaki biyolojik bir bozukluktur. Bu nedenle, kimyasal bir dengesizliği düzeltmek için kimyasallar diyebilirsiniz yada bu başarısız olursa, nöbetleri tetikleyecek 'elektrik akımları, implante elektrotlar, güçlü manyetik alanlar, hipertermi' ve en uç durumda beynin bazı bölümlerinin bağlantısını kesmek için beyin cerrahisi ya da beynin fiziksel bir bozukluğu olarak tüm zihinsel bozuklukların tedavisi doğası gereği zorunlu olarak fizikseldir. Bu, dünyadaki tüm tıp fakültelerinde öğretildiği ve dünya çapındaki tüm önemli profesyonel psikiyatri kurumları tarafından benimsendiği şekliyle psikiyatrinin standart görüşüdür. Ruhsal bozukluğun biyolojiden kaynaklandığını ve tüm zihinsel rahatsızlıkları anlamanın doğru yaklaşımının beyin fonksiyonunun ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasından geçtiğini söylüyorlar. Beynin tam olarak anlaşılması, hiçbir soruyu cevapsız bırakmadan bize zihinsel bozukluklar hakkında bilmemiz gereken her şeyi anlatacaktır. Yıllık 2,5 milyar dolarlık psikiyatrik araştırma bütçesinin neredeyse tamamı bu amaca yönlendiriliyor. Bu mesajı günde onlarca kez televizyonlarda, internette her yere yayılmış olarak, her gazete ve kadın dergisinde, hatta umumi tuvaletlerdeki posterlerde görebilirsiniz. Bu doğru: Sidney Havalimanı'ndaki pisuarların başında durup depresyondaysanız doktorunuza başvurmanız gerektiği söylenebilir. Subliminal mesaj elbette ilac alacağınızdır. Bu görüşü eleştirenlerin bugünlerde fazla yayın süresi olmuyor.

Ana akım psikiyatri, alternatif bakış açılarını ortadan kaldırmada çok etkilidir, çünkü esas olarak "akıl hastalıkları bilimini" temsil ettiğini iddia eder. Diğer tüm açıklamaların bilimsel olmadığını ve bu nedenle duyulmaması gerektiğini söylüyorlar. Esasen, biyolojik psikiyatristler tüm eleştirilere yankılanan bir patlamayla “Bilim bizde. Görüşümüz çok sayıda bilimsel ayrıntıyla desteklenmektedir. Modern teknolojideki hızlı ilerlemeler nedeniyle, ruhsal bozuklukların tanı ve tedavisinde büyük atılımların eşiğindeyiz. Ne hakkında konuştuğumuzu biliyoruz, o yüzden kimseyi dinlemeyin, sıraya girin ve tabletlerinizi alın.” Ancak bu çok önemli bir soru olduğundan, insanların hayatları buna bağlı olduğundan ve psikiyatrinin bunu ciddi şekilde yanlış anladığı konusunda bir geçmişi olduğundan, onların iddiasına güvenebileceğimizden emin olmalıyız.  'Pratikte biyolojik psikiyatrinin bilime sahip olduğu doğru mu?' Bazı rakamlara bakalım. Şu anda Avustralya yetişkin nüfusunun %10'u antidepresan kullanıyor. ABD'de bu oran %13'tür. Birleşik Krallık'ta antidepresan reçetelerinin sayısı 2005 ile 2015 arasında ikiye katlanarak 30 milyondan 60 milyona çıktı. Ancak 30 yıl önce, psikiyatri kariyerim boyunca bu rakam %1 civarındaydı. 'Durumumuz daha mı iyi?' 'Psikiyatrik ilaçların reçetelenmesindeki büyük artışa rağmen, bunların etkili olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur. Sorunun aslında daha da kötüleştiğini gösteren çok sayıda kanıt var.' 1974 yılında psikiyatriye başladığımda, o zamanlar manik-depresif psikoz olarak adlandırılan hastalığın görülme sıklığı nüfusun yüzde 0,1-0,2'si yani binde 1-2 idi.  1980 yılında DSMIII'ün ortaya çıkmasıyla birlikte adı bipolar bozukluk olarak değiştirildi ve tanı kriterleri büyük ölçüde gevşetildi. 1984 yılında, daha sonra American Journal of Psychiatry dergisinin editörü olan Nancy Andreassen, bunun nüfusun %1'i olduğunu söyledi. 2005 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği eski başkanı Lewis Judd bu oranın %5,4 olduğunu söyledi. 2008'de Sidney Üniversitesi'nden Phillip Mitchell bunun %11 civarında olduğunu söyledi. Yani genetik olduğu iddia edilen bu hastalığın teşhis oranı sadece bir nesilde 110 kat yani %11.000 arttı. Bu benim anladığım kadarıyla genetik hastalıklar değil. Dünyanın bazı yerlerinde erkek çocukların %40'a yakını DEHB adı verilen ve ben psikiyatriye başladığımda mevcut olmayan bir hastalık için uyarıcı alıyor. Bu sözde salgın ancak Batı Avustralya'da tersine çevrilebildi; bu da psikiyatristlerin uyarıcı ilaç reçetesi yazmasını zorlaştırdı. Perth'teki bir psikiyatrist 20 ayda 2000 kişiye ilac tedavisi başlattı. Mucizevi bir şekilde, psikiyatristleri ve çocuk doktorlarını ilaca başlama izni almak için fazladan beş dakika harcamaya zorlayarak, birdenbire tüm bu gençlerin "hastalığa" yakalanmadığını gördüler. Reçeteli ilaçların yaklaşık yarısının karaborsaya sızdığı ve bu ilaçları kullanmaya başlayan insanların çok büyük bir kısmının yetişkinlikte yasal olarak bağımlı hale geldiği artık açık. (....)

Son olarak, psikiyatristler artık vasıfsızlaştı. 
Modern psikiyatristlerin, 'uygun öykü alma veya psikoterapi konusunda pratikte hiçbir eğitimi veya uygulaması' yoktur. Bu yüzden her şey için ilaca başvurmak zorunda kalıyorlar çünkü başka ne yapacaklarını bilmiyorlar. ECT kullanan herkes, çoğunlukla düzgün bir öykü almadığı için beceri sınırına ulaştığını söylüyor. Yaşayan, nefes alan, işleyen bir insan olarak sıkıntılı hasta kapalı bir kitaptır. "-Benim vardığım sonuç, ortodoks psikiyatrinin bilim tarafından doğrulandığı yönündeki geniş çapta yayılan iddianın yanlış olduğudur.. ; -Kendiniz bir zihinsel bozukluk modeline sahip olmadan, bir kişiye “Akıl hastasısınız” derseniz, bu bilim değildir.. ; -Bir insana bunların tehlikeli olduğunu, ömrünü kısaltacağını bilerek “Bu ilaçları almalısın” dersen bu bilim değildir.. ; - Başka psikiyatristlerin aynı hastaları kullanmadan tedavi ettiğini çok iyi bilerek “ECT yaptırmanız şart” diyorsanız bu bilim değildir.. ; - Sıfır kanıt bulunan "beyindeki kimyasal dengesizlik" iddiasıyla insanları hapsederseniz ve onlara bilinmeyen kimyasal dengesizlikler ve bağımlılık yaratan ilaçlar verirseniz, bu bilim değildir.. ; -Yaptığınız şeyi eleştirmezseniz ve eleştiriyi aktif olarak bastırırsanız bu bilim değildir.. ; - Eğer öğrencilerinizin ve stajyerlerinizin beyinlerini yıkarsanız ve onları statükoyu eleştirecek şekilde eğitmezseniz, bu bir rezalettir.." Bu konuları kamuoyuna duyurmaya cesaret ettiğim için diğer psikiyatristlerden şüphesiz pek çok eleştiri alacağım. RANZCP'nin bir başkanı bana bunları kamuoyu önünde tartışmanın uygunsuz olduğunu, bunların yalnızca Kolej dergilerinde görülmesi gerektiğini söyledi. Ancak yakın arkadaşı editörün asla eleştirel bir şey yayınlamadığını bildiği için orada güvenli bir yerdeydi. Ancak eleştiriye katlanmak zorunda kalacaklar çünkü modern psikiyatri artık normal nezaketin geçerli olduğu noktanın ötesinde. Açıkça söylemek gerekirse, eğer bu günlerde zihinsel sorunlarınız varsa, tehlikeli bir dönemde yaşıyorsunuz demektir. Böylece, modern, ortodoks psikiyatriye ne kadar güvenilirlik vermemiz gerektiğine dair asıl soruma geri dönebiliriz. Psikiyatrinin rasyonel bir temele sahip olup olmadığı sorusu artık çözüme kavuşmuştur. Değil. Ancak psikiyatristlerin birdenbire vicdan geliştirmelerini ve eleştirel bir kendi kendini inceleme sürecini başlatmalarını beklemeyin. 43 yıl o günü bekledikten sonra bunun olmayacağını söyleyebilirim. (....)" (459)

"Psikiyatrik ilaçlara alternatifler
ANLATIM: Psikiyatrik ilaçlar tartışmalıdır. Kimisi ilacı alıp fayda görür, kimisi ilacı alır ve zarar görür, kimisi de ilacdan tamamen kaçınır. Tıp gazetecisi ve yazar Bob Whitaker, 'psikiyatrinin bilimsel ilerleme iddiasındaki bir aldatmacayı' ortaya çıkardı. Mantık dışı geliyor: 'Psikiyatrik ilaçlar almanın sorunu çözmesi gerekmez mi?' Aslında psikiyatrik ilaçların sorun yarattığını da görüyoruz. 2017 yılında Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü eski müdürü Thomas Insel kamuoyuna şunu itiraf etti: "NIMH'de 13 yılımı sinir bilimi ve zihinsel bozuklukların genetiği konusunda gerçekten çaba harcayarak geçirdim ve geriye dönüp baktığımda, oldukça büyük maliyetlerle havalı bilim insanları tarafından yayınlanan çok sayıda gerçekten harika makale almayı başardığımı düşünüyorum -sanırım 20 milyar dolar-, 'İntiharı azaltmak, hastaneye yatışları azaltmak, akıl hastalığı olan on milyonlarca insanın iyileşmesini iyileştirmek' için iğneyi hareket ettirdiğimizi düşünmüyorum. Bundan kendimi sorumlu tutuyorum.

Zayıf iyileşmenin yanı sıra, psikiyatrik ilaçların zararlı yan etkileri de iyice belgelenmiştir. Bireylerde akatizi (huzursuzluk hissi ile karakterize edilen bir hareket bozukluğu) veya tardif diskinezi (yüz ve vücutta sert, sarsıntılı hareketlere neden olan) gelişebilir. Yan etkilerin listesi 'kilo alma, kusma, ishal, kafa karışıklığı, sinirlilik ve artan intihar riskiyle' devam ediyor. Psikiyatrik ilaç almanın uzun vadeli sonuçları daha da yıkıcı; araştırmalar bu ilaçların yaşam beklentisini kısalttığını ortaya koyuyor. İnsanların psikiyatrik ilaçlardan kurtulmasına yardımcı olacak hizmetler neredeyse yok. Icarus Projesi ve Özgürlük Merkezi, psikiyatrik ilaçları bırakmaya çalışanlar için “Psikiyatrik İlaçlardan Kurtulmanın Zararlarını Azaltma Kılavuzu (Harm Reduction Guide to Coming Off Psychiatric Drugs)”nu yayınladı. Sunrise Center gibi gruplar, insanların 'psikiyatrik ilaçları bırakmalarına yardımcı olan atölye çalışmaları' yürütüyor. Psikiyatri mağduru Laura Delano aynı zamanda psikiyatrik ilaç yoksunluğu yaşayan bireyleri birbirine bağlamak için İç Pusula Girişimi ve Geri Çekme Projesi (Inner Compass Initiative and the Withdrawal Project)'ni de kurdu.

Peki ilaçlar işe yaramazsa ne işe yarar? 2012 yılında Uluslararası Zihin Özgürlüğü (MindFreedom International), psikiyatrik mağdurları iyileşmeleri hakkında paylaşmaya teşvik eden "Daha İyi Oldum (I Got Better)" kampanyasını yürüttü. Videolar ve yazılı hikayeler yayınlamanın yanı sıra yaklaşık 400 kişi, 'iyileşmeleri için en iyi neyin işe yaradığına' ilişkin bir anketi tamamladı. Ankete katılanların üçte ikisi “iyileştiğini” veya “tamamen iyileştiğini” bildirdi. Ve yanıt verenlerin yarısından fazlası ilaçtan uzak olduklarını bildirdi. Anket, 'psikiyatrik ilaç almayan kişilerin iyileşme sürecindebunları kullananlara göre daha ilerleme kaydettiğini' ortaya çıkardı. MindFreedom, "bir bireyin akıl sağlığı sisteminin umutsuz mesajını reddetmesinin aslında iyileşmenin temel bir parçası olabileceği" sonucuna vardı. MindFreedom'un "Daha İyi Oldum (I Got Better)" anketi insanlara gerçekte neyin yardımcı olduğunu sordu. Katılımcılar 'zihinsel /duygusal sıkıntı sırasında psikiyatrik ilaçlardan daha yararlı çeşitli alternatifler bulduklarını' söyledi. Ve birden fazla tedavi aracını birleştirmek, tek başına güvenmekten çok daha etkiliydi. Uluslararası Zihin Özgürlüğü (MindFreedom International), MindFreedom'un şiddetsizlik ilkesini kabul eden ve hastalarına seçenekler sunmaya inanan ruh sağlığı profesyonellerinin aranabilir bir listesi olan Alternatif Sağlayıcılar Dizini (Directory of Alternative Providers)'ni oluşturdu. Bir diğer terapi şekli ise bir sonraki bölümümüzün odak noktası olan akran desteğidir. (...)" (460)

"Psikiyatrik ilaçlara alternatifler - Seçimler için Sesler (8/13) (VİDEO)
*BİR YORUM
; "Psikolojik İlaçlar, başka kişiler tarafından size uygulanan ve zihinsel sağlık sorunlarına neden olan 'istismar (sözlü, zihinsel, duygusal ve/veya fiziksel), zorbalık, çatışma, saygısızlık, taciz, yanlış yönlendirme, alay etme ve/veya dalga geçme' gibi TETİKLEYİCİLERİ ELE ALMAZ VEYA ÇÖZMEZ . Başka bir deyişle, doğanın ÇEVRESEL olmasını sağlayan, diğer insanların size nasıl davrandığıdır. Durduğum yerden, çeşitli psikolojik ilaçlar kullanmaktansa bira içmek daha iyi. İmtiyazlı; Alkol de tetikleyicileri ele almıyor veya çözmüyor ama @ en azından intihara meyilli olmamı engelliyor. ('Alkolün depresyona yol açtığı' düşünülürse ironikAlkol ve psikolojik ilaçlar arasındaki tek fark, alkolün sisteminizi, psikolojik ilaçlara göre çok daha hızlı terk etmesidir. Bununla birlikte, alkol kullanımını savunmuyorum (söylemlerimin aksine), ancak 4 yaşımdan bu yana 40 yıldan fazla bir süre boyunca 30'dan fazla farklı psikolojik ilaç kullandıktan sonra 1/1/2017'den beri psişik ilaçsız kalıyorum (Ben Şimdi 53 yaşındayım), 'psikolojik ilaçların neden olduğu hasarın' farkındayım. (kendi ailem saf ve habersiz olmasına rağmen RE: psikolojik ilaçların etkisizliği) Uzun lafın kısası, psikolojik ilaçlarla ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle ailemden uzaklaştım. Psikoterapide olduğu gibi, yalnızca GERÇEK SORUNLAR, doğru şekilde ele alındığında ETKİLİ TEDAVİ mümkündür. 2 ile uğraştığım bazı terapistler, sorunlarımı yukarıda bahsedilen öfke sorunuyla ilişkili TETİKSELLER yerine "(kışkırtılmamış) öfke sorunu" olarak ele alıyorlar. Sanki tetikleyicileri üzerime ben getirdim. Orada, 'her şey terapistin size karşı ne kadar anlayışlı olduğuna' bağlıdır. Gerçek sorunlar göz ardı edildiğinde, göz ardı edildiğinde ve aslında olmayan bir şeymiş gibi muamele edildiğinde, psikoterapinin etkinliği bile psişik ilaçlardan daha iyi olamaz. Nvrthlss, psikoterapi tek başına en etkili tedavidir RE: akıl sağlığı sorunları. Günümüzdeki sorun bunun İLETİŞİM'den çok daha kolay olmasıdır. Ayrıca tedavi her zaman ilaç kullanımını gerektirmez. (akıl sağlığı konusunda büyük bir yanılgı)"-b.j.banditt206,3 yıl önce" (a) (461)

"Norveç'te İlaçsız Tedavi - Başarısızlık mı?
1997 yılında teşhis konuldu. Kişilik bozukluğu. En ağır zihinsel durumlardan biri olarak kabul edilir. İlaç aldım ama faydası olmadı. Tek yaptığı beni daha az keskin yapmaktı. Daha az tutkulu. Daha az yaratıcı. 2018'de birkaç intihar girişiminin ardından "artık yeter" kararına vardım. Böylece kendi şifa yoluma başladım. 'Böbreklerimi yavaş yavaş öldüren lityum kullanmayı bıraktım.'  Yıllar önce hastanenin üzerime koyduğu etikete meydan okumaya karar verdim. Ve kendi şifa yolculuğuma çıktım. Kendimi iyileştirmek için Rabbimin bana bahşettiği güçleri ve terapist olarak aldığım eğitimi kullanmaya karar verdim. Norveç Sağlık Bakanı Bent Høie, ülkenin tüm bölgelerinde ilacsız akıl hastanelerinin açılmasını amaçlayan kullanıcı hareketinden ilham aldı. Bu cesur hareket, ruh sağlığı alanındaki profesyonellerin pek çok eleştirisine maruz kaldı. Özellikle psikiyatristler, muhtemelen hastalara "yardım etmek" için en güçlü araçlarından birinin ellerinden alınacağından korkuyorlar. Sürece ve mevcut duruma ilişkin iyi ve dengeli bir giriş, Lucy Proctor ve Linda Pressly'nin makalesinde ve BBC News için radyo programında bulunabilir. Antipsikotikleri denememiş olabilirsiniz. Bunu yapmanızı tavsiye etmiyorum ama birçok psikiyatriste sorduğum bir şey bu. "Müşterilerinize yazdığınız 'ilacı' test ettiniz mi?". Bu soruya henüz "evet" yanıtı alamadım. Onlara psikotrop ilaçların 'duygularınız, maneviyatınız ve benliğiniz arasındaki bağlantıyı nasıl öldürdüğünü ' anlattım. 'Yaratıcılığınıza, tutkunuza ve sevme yeteneğinize nasıl zarar veriyor?'

"Kimyasal lobotomi (Chemical lobotomy)" annem psikolog Reidun Ueland'ın bu ilaçlar için seçtiği terimdir.. Sadece duygularınız ve ruhunuz arasındaki bağlantıyı öldürmekle kalmaz. Aynı zamanda 'manevi dünyayla bağları da keser.' Dr. Tor Larsen'in BBC röportajında söylediklerini oldukça ilginç buldum: Ancak akut psikoz uzmanı Dr. Tor Larsen bu fikirden endişe duymaktadır. 'Tedavi edilmeyen psikozlu hastaların çoğunun hasta olduklarının farkında olmadıklarını, bu nedenle ilaçlı ya da ilaçsız tedaviyi kabul etmeyeceklerini ve ilaçsız birimlerin gönüllü olarak faaliyet gösterdiğini' belirtiyor. "Bu, neredeyse tanımı gereği, 'hasta olduğunuzu düşünmediğiniz, Tanrı ile temas halinde olduğunuz veya yeniden doğmuş Napolyon olduğunuzu düşündüğünüz' halüsinasyonlar veya sanrılar yaşamanın bir parçasıdır" diyor. "Dolayısıyla, insanların yıkıcı psikoza sahip olduğu durumlarda, onlara istemsiz olarak bile tedavi vermek önemli olabilir."(....)" (462)

"Bir Devrim Sallanıyor: Norveç'in "İlaçsız" Hastanesi Hayatta Kalabilecek mi?
Politika ve Ana Akım Psikiyatri, Lake Hurdal İyileştirme Merkezini Kapatabilir.. Aralık 2019'da, Oslo'nun yaklaşık kırk dakika kuzeyinde, muhteşem Hurdal Gölü'nün kıyısında yer alan özel bir psikiyatri hastanesi olan Hurdalsjøen İyileşme Merkezi hakkında yazmıştık. Hastane, müdürü Ole Andreas Underland tarafından, bu tür bir tedavi isteyen veya psikiyatrik ilaçları azaltmak isteyenlere "ilaçsız" bakım sağlamak için kuruldu. Bu röportajda, hem bu öncü yaklaşımın başarısını hem de bu başarının geleceğini neden tehdit edebileceğini anlamak için Ole Andreas ile tekrar konuşuyorum. Aşağıdaki transkript uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir. Röportajın sesini buradan dinleyin. -Robert Whitaker: Merhaba, adım Bob Whitaker ve bugün Ole Andreas Underland'ı misafirimiz olarak görmekten çok mutluyum.  2015 yılında, bu tür bir tedaviyi isteyenlere veya psikiyatrik ilaçları azaltmak isteyen hastalara ilaçsız tedavi sağlamak amacıyla Norveç'te Hurdal Gölü İyileştirme Merkezi'ni açtı. Mad in America'nın psikiyatrik bakımda bir paradigma değişikliği çağrısında bulunduğu gibi, burası bu paradigma değişimini büyük ölçüde somutlaştıran bir merkez. Uzun zamandır bunu Batı dünyasının en önemli girişimlerinden biri olarak değerlendiriyoruz. Bu nedenle bugün Ole'nin bize iyileşme merkezini, gelişimini ve siyasi-finansal çevrelerde karşılaştığı bazı mücadeleleri anlatmasından gerçekten memnunuz. Ole, konuğumuz olduğun için teşekkür ederiz. (....)" (463)

"Psikiyatristlerin psikozlu hastalar için ilaçsız bir programa ilişkin düşünceleri
Soyut.. Arka plan: Norveç hükümeti, ruh sağlığı alanında faaliyet gösteren bazı Norveçli kuruluşların toplu eylemine dayanarak, bölgesel sağlık yetkililerinden ciddi akıl hastalıkları olan hastalar için ilaçsız bir tedavi seçeneği oluşturmalarını talep etti. Hükümetin sağlık politikasındaki bu değişikliğin, antipsikotik ilaçların aktif psikozlu hastalar için büyük ölçüde isteğe bağlı hale getirilmesi de dahil olmak üzere birçok doğrudan etkisi vardır. -Amaçları: Bu çalışmanın amacı, psikiyatristlerin kamusal ilaçsız programa ilişkin düşüncelerini ve bunun hastaların antipsikotiklere uyumunu genel olarak nasıl etkileyeceğini düşündüklerini araştırmaktı. -Yöntem: Yorumlayıcı fenomenolojik bir çerçeve içerisinde tematik analitik bir yaklaşım kullandık. 23 psikiyatrist (16'sı kadın, 4-35 yıllık uzmanlık deneyimi olan) ile ardışık olarak yarı yapılandırılmış nitel görüşmeler yapıldı.

Sonuçlar: Tematik analiz birbiriyle ilişkili dört ana temayı ortaya çıkardı. Psikiyatristler ilaçsız tedaviyi damgalanmış bir hasta grubu için bilimsel olmayan bir seçenek olarak görüyorlardı; böyle bir programın ortaya çıkmasının hastaların çoğunluğunun değil, bazı memnun olmayan kullanıcıların ve onların destekçilerinin önerilerine bağlı olduğuna inanıyorlardı; aktif psikotik semptomlara ve içgörü eksikliğine rağmen hastaların tedavi seçimi ve dolayısıyla ilaca uyum üzerinde önemli bir etkisi vardı; ve psikiyatristler, hükümetin talimatlarına rağmen bilimsel olmayan ideolojiye karşı profesyonellikten yararlandıklarını bildirdiler.  -Çözümler: Psikiyatristlerin maruz kaldıklarını bildirdikleri tüm iç ve dış baskılara rağmen, bu onların kılavuzlara, uzmanlığa ve araştırma çalışmalarına dayalı tıbbi kararlarda mesleki dürüstlüklerini etkilemedi. Bu tedavi seçeneğinin ilaca yönelik olumsuz tutumları şiddetlendireceğine ve halihazırda var olan uyum sorunlarını daha da kötüleştireceğine inanıyorlardı. (....)" (464)

**VE DİĞERLERİ..

"Anksiyete Bozukluklarının Farmakoterapisi: Güncel ve Gelişen Tedavi Seçenekleri
Soyut.. Anksiyete bozuklukları en sık görülen psikiyatrik bozukluklardır ve engelliliğin önde gelen nedenidir. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB -PTSD "posttraumatic stress disorder"), depresyon ve şizofreni konularında kapsamlı araştırmalar devam ederken, anksiyete bozuklukları için araştırılan yeni ilaçlarda göreceli bir eksiklik var. Bu derlemenin ilk amacı, panik bozukluğu (PD "panic disorder"), yaygın anksiyete bozukluğu (GAD "generalized anxiety disorder"), sosyal anksiyete bozukluğu (SAD "social anxiety disorder") ve seçici serotonin geri alım inhibitörlerini (SSRI "selective serotonin reuptake inhibitors") içeren spesifik fobiler (SP "specific phobias") için serotonin, norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI "serotonin norepinephrine reuptake inhibitors"), azapironlar (örneğin, buspiron), karışık antidepresanlar (örneğin, mirtazapin), antipsikotikler, antihistaminikler (örneğin, hidroksizin), alfa ve beta-adrenerjik ilaçlar (örneğin, propranolol, klonidin) ve GABAerjik ilaçlar (benzodiazepinler, pregabalin ve gabapentin), mevcut farmakolojik tedavileri (hem onaylı hem de endikasyon dışı) özetlemektir. (....) -Doğal Çözümler.. Depresyon ve anksiyeteye yönelik bitkisel ilaçlarla ilgili çalışmalar artmış olup, son 15 yılda 30'dan fazla ilaç belirli kapasitelerde test edilmiştir. Doğal etkenlere yönelik artan ilgiye rağmen bunların çoğuna ilişkin veriler yetersizdir. En yaygın olarak incelenen bitkisel bileşik, sodyum ve kalsiyum kanalları üzerindeki aktivite yoluyla veya büyük olasılıkla GABA-A reseptörleri (benzodiazepinler gibi) üzerindeki etki yoluyla anksiyolitik etkiler gösterdiği düşünülen kavapyrones içeren bir bitki olan kavadır. 2003 yılında yayınlanan, anksiyete bozukluklarında kava ile ilgili RCT'lerin Cochrane meta-analizi, anksiyete puanlarında azalma ve plasebodan ayrılma olduğunu bildirdi. Daha yeni bir analiz daha muhafazakardı ve kava'nın anksiyetede kısa süreli kullanım için önerilebileceğini ancak uzun süreli ilaçların yerini almaması gerektiğini belirtirken, başka bir inceleme, yetersiz kanıt göz önüne alındığında kava'nın YAB için önerilemeyeceği sonucuna vardı. Yukarıdaki incelemelerin tümü, kava kullanımıyla potansiyel olarak ciddi karaciğer toksisitesi de dahil olmak üzere karaciğer toksisitesi riskine de dikkat çekti. Anksiyete bozukluklarında kava ile ilgili bilinen aktif veya gelecek çalışmalar bulunmamaktadır.

Anksiyete ve anksiyete bozukluklarının tedavisi için diğer bitkisel bileşiklerle ilgili çeşitli sistematik incelemeler yapılmış ve rapor edilmiştir, bunlar arasında morsalkım (ashwagandha), çarkıfelek (passionflower), galphimia, ekinezya (echinacea), ginkgo, papatya (chamomile),melisa (/limon otu -"lemon balm"), kediotu (valerian) ve lavanta (lavender) gibi çeşitli ajanlar için RCT'ler de bulunmaktadır. Yakın zamanda yapılan bir araştırma, Galphimia'dan izole edilen (ve sıçanlarda ventral tegmental alandaki dopaminerjik nöronların inhibisyonu yoluyla anksiyolitik etkiye sahip olduğu bulunan) Galphimine-B'yi (G-B) karşılaştırdı, GAD hastalarında kontrol olarak bir benzodiazepin olan alprazolam'ı kullandılar ve G-B'nin daha az sedasyon ile alprazolam ile karşılaştırılabilir etkinliğe sahip olduğunu bildirdiler. YAB'nin doğal tedavilerine ilişkin pek çok olumlu çalışma olmasına rağmen, özellikle de papatya için, kullanıma yönelik en güçlü kanıta sahip ajan kavadır. Şu anda diş hekimliği (NCT04285385) ve ameliyat öncesi anksiyete (NCT03445130) için lavantanın (voltaj bağımlı kalsiyum kanallarını inhibe ederek anksiyeteyi tedavi ettiği düşünülmektedir) kullanıldığı devam eden klinik araştırmalar ve anksiyete tedavisi için galphimia'yı alprazolam ile karşılaştıran Faz 2 randomize çift kör çalışma (NCT03702803)bulunmaktadır. Safran (Crocus sativus) depresyon ve anksiyete için araştırılmış olmasına rağmen, sinapslarda serotonin geri alımını inhibe etme olası etkileri nedeniyle, hafif ila orta dereceli YAB'de randomize, çift kör bir RKÇ olan listelenmiş tek bir çalışma vardır, ancak durumu bilinmemektedir (NCT02800733). -Tartışma.. Bu grubun 2014 yılındaki anksiyete bozukluklarına yönelik yeni tedavilere ilişkin son incelemesinden bu yana (253), PH, YAB ve SAB için yeni ilaçların geliştirilmesinde veya klinik değerlendirmesinde çok az ilerleme kaydedilmiştir. Bu süre zarfında herhangi bir anksiyete bozukluğu için FDA tarafından onaylanan yeni bir ilaç bulunmamaktadır. Serotonerjik ajanlar (vortioksetin ve agomelatin gibi), glutamat modülatörleri (riluzol ve ketamin gibi), nöropeptitler ve hatta kanabinoidlerle ilgili denemeler olmasına rağmen, çok azı Faz III denemelerine ilerlemiş veya anksiyete bozuklukları için gerçek umutlar göstermiştir. Bu eğilim, TSSB, OKB, duygudurum/depresif bozukluklar ve şizofreni için yapılan daha fazla sayıdaki çalışmanın tersidir. Üstelik bu alanda, optimum düzeyde etkili tedavilerin seçimi için rasyonel protokoller önermek için gerekli olan belirli ilaçları (veya etki mekanizmalarını) etkinlikle karşılaştıran veriler eksiktir. (....)" (465)

"Antidepresanlara alternatifler nelerdir?
Antidepresan almak istemiyorsanız deneyebileceğiniz birçok alternatif tedavi vardır. Aslında, hafif depresyon teşhisi konduğunuzda, Ulusal Sağlık ve Bakım Mükemmeliyeti Enstitüsü'nün (NICE "National Institute for Health and Care Excellence") depresyon tedavisine yönelik kılavuzları, doktorların size ilaç tedavisinden önce başka tedaviler önermesini önermektedir. Antidepresan kullanıyorsanız ilaçlarınızın yanı sıra diğer tedavi ve destek seçeneklerinden de yararlanmak isteyebilirsiniz. Bu sayfada antidepresanların yaygın alternatiflerinden bazıları hakkında bilgi bulunmaktadır. Bunları ilacınız yerine veya yanında kullanmak yararlı olabilir: "Konuşma terapileri, Farkındalık, Sanat ve yaratıcı terapiler, Ekoterapi, Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler, Akran desteği, Fiziksel sağlığınıza dikkat edin.." (....)"

* Konuşma terapileri (Talking therapies).. Depresyonun tedavisine yönelik NICE yönergeleri, doktorların size bir tür konuşma terapisi veya danışmanlık sunmasını önermektedir. Bu genellikle bilişsel davranışçı terapi (CBT "cognitive behavioural therapy") olacaktır. Antidepresanların yerine ya da onlara ek olarak terapi önerilebilir. Mevcut diğer terapi türleri hakkında bilgi için konuşma terapisi ve danışmanlık sayfalarımıza bakın.
* Farkındalık (Mindfulness).. Farkındalık, tüm dikkatinizi şimdiki ana vermenin bir yoludur. Bazı çalışmalar, farkındalık uygulamasının depresyonun yönetilmesine yardımcı olabileceğini göstermektedir. Akıl sağlığı sorunlarını daha resmi bir şekilde tedavi etmek için bazı yapılandırılmış farkındalık temelli terapiler de geliştirilmiştir. Örneğin NICE, depresyonun yönetilmesi için farkındalık temelli bilişsel terapiyi önermektedir.
* Sanat ve yaratıcı terapiler (Arts and creative therapies).. Sanat ve yaratıcı terapiler, resim, kil çalışması, müzik veya drama terapisi gibi şeyler aracılığıyla duygularınızı ifade etmenize yardımcı olur. Özellikle nasıl hissettiğiniz hakkında konuşmakta zorlanıyorsanız belirtilerinizle baş etmenize yardımcı olabilirler.
* Ekoterapi (Ecotherapy).. Ekoterapi, doğada açık hava etkinlikleri yapmayı içeren bir terapötik tedavi türüdür. Bu, bir koruma projesi üzerinde çalışmayı veya bahçecilik yapmayı içerebilir. Veya ormanlık alanda veya doğanın diğer alanlarında yürüyebilir veya bisiklete binebilirsiniz.
* Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler (Complementary and alternative therapies).. Bazı insanlar tamamlayıcı ve alternatif tedavilerin semptomlarını yönetmeye yardımcı olduğunu düşünüyor. Örneğin bu aromaterapi, refleksoloji veya akupunktur olabilir. Tamamlayıcı tedaviler, eğer devam etmeye karar verirseniz, ilacın bazı yan etkilerinin yönetilmesine de yardımcı olabilir. Bazı bitkisel ilaçlar antidepresanlar ve diğer ilaç türleriyle etkileşime girebilir. Bu nedenle, herhangi bir ilacın yanında bitkisel bir ilaç almayı düşünüyorsanız, bunun güvenli olup olmadığı konusunda doktorunuzla veya eczacınızla konuşun.
-Sarı Kantaron (St John's wort).. Sarı Kantaron, bazen depresyon ve anksiyete semptomlarını tedavi etmek için kullanılan bitkisel bir ilaçtır. Reçeteye ihtiyaç duymadan satın alınabilir. Sarı Kantaron'un etkileri, alınması gereken doğru doz ve diğer ilaçlarla nasıl etkileşime girdiği konusunda bazı belirsizlikler vardır. Özellikle halihazırda herhangi bir ilaç kullanıyorsanız, almadan önce doktorunuza danışmanız en iyisidir.
* Akran desteği (Peer support).. Akran desteği, sizinkine benzer veya ortak deneyimlere sahip kişilerle bağlantı kurmanıza olanak tanır. Akran desteğini denemek isterseniz şunları yapabilirsiniz: "Bölgenizde hangi desteğin bulunduğunu öğrenmek için Mind'in Bilgi Hattı veya yerel Mind ile iletişime geçin.. Mind'in destekleyici topluluğu Yan Yana (Side by Side) gibi çevrimiçi akran destek topluluğunu deneyin.."  "Bana yardımcı olan şey koşmak, sağlıklı beslenmek ve pilates. Ayrıca güvendiğim arkadaşlarım ve destek grubum var."
* Fiziksel sağlığınıza dikkat edin (Look after your physical health)..
- Ne yediğinizi, içtiğinizi düşünün. Dengeli ve besleyici bir diyet yemek bazı semptomlarınızı yönetmenize yardımcı olabilir. Bol su içmek zihinsel sağlığınıza da yardımcı olabilir. Daha fazla bilgi için yiyecek ve ruh hali sayfalarımıza bakın. Yiyecek ve yemekle zor bir ilişkiniz varsa yeme sorunlarıyla ilgili sayfalarımız yardımcı olabilir.
- Daha aktif olmaya çalışın. Pek çok kişi düzenli fiziksel aktivitenin ruh hallerini iyileştirmeye, enerji seviyelerini yükseltmeye ve gerçekliğe ayak uydurmaya yardımcı olduğunu düşünüyor. Daha fazla bilgi için fiziksel aktivite ve zihinsel sağlığınız hakkındaki sayfalarımıza bakın.
- Yeterince uyumaya çalışın. Yeterince uyumak bazen zor olabilir. Ancak kaliteli bir uykuya sahip olmak zihinsel sağlığınız için çok faydalıdır. Daha fazla bilgi için uyku sorunlarıyla ilgili sayfalarımıza bakın.(...)" (466)

"Psikiyatri ilaçlarını bırakmak
Psikiyatrik ilaçları neden bırakmaya karar verebileceğinizi, bunu güvenli bir şekilde nasıl yapabileceğinizi ve destek için nereye başvurabileceğinizi açıklıyor. Ayrıca ilacı bırakmakta olan birine destek olmak isteyen arkadaşlar ve aile için ipuçları da içerir. 'İlaçlara alternatifler neler?' Bazı insanlar, özellikle ilacı bırakırken ek destek almanın bir yolu olarak, psikiyatrik ilaçların alternatiflerinin yardımcı olabileceğini düşünüyor. Bunlar şunları içerir: "Konuşma terapisi ve danışmanlık, Sanat ve yaratıcı terapile, Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler.."

-Konuşma terapisi ve danışmanlık (Talking therapy and counselling).. size aşağıdaki gibi duygularla konuşma fırsatı verir:" ilaçsız idare edip edemeyeceğiniz konusundaki endişeler; Duygularınıza yeniden uyum sağlamak – ilacınız duygularınızı veya yaratıcılığınızı bastırmış olabilir, bu nedenle onlarla başka yollarla baş etmeyi öğrenmeniz gerekir; İlişkilerinizde değişiklikler olur, özellikle de yakınınızdaki insanlar kararlarınızdan memnun değilse.." Daha fazla bilgi için konuşma terapisi ve danışmanlık sayfalarımıza bakın.
-Sanat ve yaratıcı terapiler (Arts and creative therapies). . Sanat, müzik, dans, drama veya yazı, duygularınızı ifade etmenin çok yararlı ve destekleyici yolları olabileceği gibi, keyif almanın ve dikkatinizi dağıtmanın da bir yolu olabilir. Bulunduğunuz bölgede gruplar olabilir veya bunları kendi başınıza denemeyi tercih edebilirsiniz. Gruplar oldukça gayri resmi olabilir veya nitelikli terapistler tarafından yürütülebilir. Resmi terapi için doktorunuz veya akıl sağlığı ekibiniz aracılığıyla bir sanat terapistine sevk edilmeniz mümkün olabilir. Daha fazla bilgi için sanat ve yaratıcı terapilerle ilgili sayfalarımıza bakın.
-Tamamlayıcı ve alternatif tedaviler (Complementary and alternative therapies). . Tamamlayıcı ve alternatif terapiler, fiziksel ve zihinsel sağlığınıza bütünsel bir yaklaşım getirir. Bu, belirli semptomları ayrı ayrı tedavi etmek yerine, fiziksel ve duygusal sağlığınızın tüm yönlerini bir bütün olarak değerlendirdikleri anlamına gelir. Yoga, farkındalık, masaj, aromaterapi ve akupunktur gibi aktiviteleri içerir. Daha fazla bilgi için tamamlayıcı ve alternatif tedavilerle ilgili sayfalarımıza bakın.
Sanat yoluyla iyileşmeye yolculuk.. "Her kararı o kadar derin düşünüyor ve analiz ediyordum ki, bunu uykudayken bile bilinçsizce yapıyordum. Ama resim yaparken zaman duygumu kaybediyorum ve kaygılı düşünceler artık orada değil." (...)" (467)

"Psikoz için ilaçsız tedavi – antipsikotiklere alternatif mi?
Soyut.. Çarpıcı bir BBC manşetinde şunlar yazıyordu: 'Norveç psikoz hastalarına nasıl ilaçsız tedavi sunuyor?' İlk izlenim olarak bu, psikozda devrim niteliğinde bir tedavi seçeneğini, hatta antipsikotik ilaçlara bir alternatifi akla getiriyor.. Şubat 2021'de BBC Haber manşetleri şunu ilan ediyordu: 'Norveç, psikoz hastalarına nasıl ilaçsız tedavi sunuyor?' Makale, Norveç'in Tromsø kentindeki bir birimin yardımıyla 'antipsikotik ilaçların yan etkileriyle mücadele eden ve ilaçları başarıyla bırakan' kişilerin olumlu hikayelerine dikkat çekti. Makale psikoz tedavisinde yeni bir yaklaşım olarak dikkat çekti. Bu manşetlere yol açan girişimin geçmişi 20162 yılına dayanıyor ve 2017 yılında medyaya yansımıştı. Bir üniversite hastanesi olan Tromsø'daki Åsgård psikiyatri hastanesindeki birim hakkında 2017 yılında yayınlanan bir haber, "Psikiyatride devrimin kapısı aralanıyor" diye ilan ediyordu. Bu makalelerde vurgulanan tedavi seçenekleri ve bulgular ne kadar yeni? En azından 'bazı psikoz/şizofreni hastalarının ilaçsız tedavi edilebildiği' veya 'herhangi bir nüksetme belirtisi olmadan ilaçlarını bırakabildiği' gerçeği, bu makalelerin iddia ettiği gibi devrim niteliğinde midir? Bu derleme, bu başlıklar bağlamında psikoz/şizofreni tedavisinin geçmişini, bugününü ve geleceğini araştırıyor ve Birleşik Krallık'taki mevcut psikoz tedavi kılavuzlarıyla ilişkisini tartışıyor. 

-Geçmişten gelen kanıtlar.. Tüm şizofreni hastalarının antipsikotik ilaç tedavisine ihtiyaç duymadığı ve birçoğunun tek bir dönemden sonra ilacı bırakıp hayatlarının geri kalanını ilaçsız geçirebildiği gerçeği neredeyse bir asırdır bilinmektedir. 1939'da Edinburgh Üniversitesi'nden Dr. Harry Stalker 3551 şizofreni hastasının sonuç verilerini yayınladı. Sonuçlar, hastaların %21'inin tam iyileşme veya sosyal iyileşme sürecinde olduğunu, diğer %5'lik kesimin ise iyileştiğini ve evde yaşadığını gösterdi. Bu antipsikotik öncesi dönemdeydi. 1978'de Maryland Psikiyatrik Araştırma Merkezi'nden Dr Joseph Stephens, hastaların en az 10 yıl boyunca takip edildiği 25 şizofreni sonuç çalışmasının sonuçlarının bir incelemesini yayınladı. Ortalama olarak hastaların %29'u tam remisyondaydı. Bu, ilk numunenin klinik özelliklerine ve iyi bir prognoza yol açan akut başlangıçlı semptomları olan çok sayıda bireyi mi yoksa yavaş başlangıçlı ve kötü prognoza yol açan negatif semptomları olan bireyleri mi kapsadığına bağlı olarak çalışmalar arasında büyük farklılıklar gösterdi. Antipsikotik öncesi ve antipsikotik sonrası dönemlerdeki sonuçlar arasında bir karşılaştırma yapıldığında, Dr. Stalker'in 1939'da antipsikotik ilaçlar kullanılmaya başlanmadan önce yaptığı çalışmada hastalarının %67'sinin 'iyileşmemiş' olarak derecelendirildiğini ve diğer %5'inin öldüğünü belirtmek anlamlıdır.. Stephens'ın daha sonraki çalışmasında, 10 yıl sonra iyileşmemiş olarak değerlendirilen ortalama hasta sayısı %44'tü; ancak bu, orijinal numuneye göre değişiklik gösteriyordu. Şizofreni hastalarının yaklaşık %30'unun uzun vadede ilaç tedavisini bırakabildiği rakamı, daha yakın tarihli diğer çalışmalarda da iyi bir şekilde tekrarlanmıştır. Bir kohort çalışması, Danimarka OPUS çalışmasına dahil edilen, şizofreni spektrum bozuklukları (ICD 10: F20 ve F22-29) tanısı alan 496 hastayı, çalışmaya dahil edildikten 10 yıl sonra takip etti.  Sosyo-demografik faktörler, psikopatoloji, işleyiş düzeyi ve ilaç tedavisine ilişkin hasta verileri toplandı. Orijinal kohorttaki hastaların yüzde altmış biri 10 yıllık takibe katılmıştır ve bunların %30'unun 10 yıllık takip sırasında mevcut antipsikotik ilaç kullanımı olmaksızın psikotik semptomlarında iyileşme görülmüştür. Bu sonuç, kadın cinsiyet, işleyiş – işleyiş ölçeği – (GAF-F) puanının yüksek küresel değerlendirmesi, işgücü piyasasına katılım ve madde bağımlılığının olmaması ile ilişkilendirilmiştir. Dolayısıyla sonuçlar, 10 yıllık takipte antipsikotik ilaç kullanmamasına rağmen remisyona ulaşan bir hasta alt grubunu gösterdi.

Norveç'ten bulgular.. 2015 yılında Norveç Sağlık Bakanı, kullanıcı kuruluşların tavsiyelerini takiben dört bölgesel sağlık yetkilisini psikoz yaşayan kişilere ilaçsız tedavi sunmaya çağırdı. 2016 yılında Batı Norveç Bölgesel Sağlık Otoritesi, psikozlu kişilerin ilaçsız tedaviyi seçme haklarının altını çizerek, mevcut akıl sağlığı hizmetlerine daha fazla kanıta dayalı psikososyal müdahaleleri entegre etmeye başladı. Tedavi yaklaşımındaki bu değişiklik, antipsikotik ilaç kullanımının etkinliği ve olumsuz etkileri konusundaki tartışmalardan ortaya çıktı. Tedavi, kişilerarası ilişkiler, kişinin kendi acı çekme biçimini daha iyi anlaması, umut ve motivasyon gibi semptomların azaltılmasının ötesindeki hususların hepsinin kişisel iyileşme süreci için önemli kabul edildiği gerçeğine odaklandı. Norveç'ten yayınlanan bulgular, akıl sağlığı hizmetlerinde ilaçsız tedaviye ilişkin birinci şahıs hasta bakış açılarına ilişkin niteliksel bir çalışmayı içermektedir. Bu çalışma, ilaçsız hizmetlerden yararlanmaya uygun, psikoz tanısı almış hastalarla yapılan 10 derinlemesine, yarı yapılandırılmış görüşmeye dayanmaktadır. Bulgular, mevcut ruh sağlığı hizmetlerine daha fazla kanıta dayalı psikososyal müdahalelerin entegre edilmesinin, tedavi seçimine, özellikle de ilacın kesilmesine ilişkin öğrenme deneyimlerini kolaylaştırdığını ve katılımcıların kişisel iyileşme süreçlerinde artan öz-ajans ve motivasyonunu desteklediğini gösterdi. Bununla birlikte, Norveçli psikiyatristlerle psikozun ilaçsız tedavisine ilişkin 23 yarı yapılandırılmış nitel görüşmeye dayanan başka bir study9, psikiyatristlerin ilaçsız tedaviyi damgalanmış bir hasta grubu için bilimsel olmayan bir seçenek olarak gördüklerini ortaya çıkardı. Böyle bir programın ortaya çıkmasının hastaların çoğunluğunun değil, bazı memnun olmayan kullanıcıların ve onların destekçilerinin önerileri nedeniyle olduğuna inanıyorlardı; aktif psikotik semptomlara ve içgörü eksikliğine rağmen hastaların tedavi seçimi ve dolayısıyla ilaca uyum üzerinde önemli bir etkisi vardı; ve psikiyatristler, hükümetin talimatlarına rağmen bilim dışı ideolojiye karşı profesyonellikten yararlandıklarını bildirdiler.

Birleşik Krallık'taki mevcut yönergeler.. İngiltere'de ilk psikoz atağının tedavisi NICE çerçevesi tarafından yönlendirilmektedir. Yetişkinlerde psikoz ve şizofreninin tedavisine yönelik klinik kılavuzlar: önleme ve tedavi, (Klinik kılavuz [CG178])10 şunu belirtir: (....) BBC manşeti: 'Norveç psikoz hastalarına ilacsuz tedaviyi nasıl sunuyor' - bu, Birleşik Krallık'ta ve dünya çapında psikoz tedavisi için ne anlama geliyor?.. Her ne kadar ilk bakışta başlık psikozda devrim niteliğinde bir tedavi seçeneği, hatta antipsikotik ilaçlara bir alternatif öneriyor gibi görünse de, kanıtlar kesin olmaktan uzaktır. Bu tedavinin sunulabileceği hastaların saldırgan olmaması, ilgi çekici olması, yardım ihtiyaçlarının bir miktar kabul edilmesi ve yatarak tedaviyi kabul etmesi gerekir. Bunlar, kendiliğinden düzelmenin doğal olarak gerçekleşmesi beklenebilecek hasta gruplarını(akut ve geçici psikotik dönem, kısa psikotik dönem, ilaca bağlı psikotik dönem veya ömür boyu ilaç tedavisine ihtiyaç duymayan şizofreni hastalarının %20-30'unu içerir. Daha akut semptomları olan, riskli, bırakın yatarak tedaviyi kabul etmek istemeyen ve spesifik şizofreni tanısı alan hastalar için uzun vadeli sonuç ölçütleri hala eksiktir. Bu arada, bize beynin gizemleri hakkında daha fazla yanıt verebilecek nörobiyoloji ve akıl hastalıklarının genetiği alanındaki araştırmalar devam ediyor. Bu nedenle, uygulamayı değiştirmeye yönelik daha fazla kanıt elde edilene kadar, Birleşik Krallık'ta psikoz hizmetlerine erken müdahale, NICE kılavuzları ve bütünsel bir yaklaşımdan etkilenmeye devam edecektir. Şizofreni hastalarının belirli bir alt grubunun uzun vadede ilaç tedavisi olmadan iyi durumda olduğunu biliyoruz ve bu alt grubun etkili bir şekilde tanımlanmasına odaklanılması için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor." (468)

"Psikiyatristlerin psikozlu hastalar için ilaçsız bir programa ilişkin düşünceleri
Soyut.. Arka plan: Norveç hükümeti, ruh sağlığı alanında faaliyet gösteren bazı Norveçli kuruluşların toplu eylemine dayanarak, bölgesel sağlık yetkililerinden ciddi akıl hastalıkları olan hastalar için ilaçsız bir tedavi seçeneği oluşturmalarını talep etti. Hükümetin sağlık politikasındaki bu değişikliğin, antipsikotik ilaçların aktif psikozlu hastalar için büyük ölçüde isteğe bağlı hale getirilmesi de dahil olmak üzere birçok doğrudan etkisi vardır. -Amaçları: Bu çalışmanın amacı, psikiyatristlerin kamusal ilaçsız programa ilişkin düşüncelerini ve bunun hastaların antipsikotiklere uyumunu genel olarak nasıl etkileyeceğini düşündüklerini araştırmaktı. -Yöntem: Yorumlayıcı fenomenolojik bir çerçeve içerisinde tematik analitik bir yaklaşım kullandık. 23 psikiyatrist (16'sı kadın, 4-35 yıllık uzmanlık deneyimi olan) ile ardışık olarak yarı yapılandırılmış nitel görüşmeler yapıldı.

Sonuçlar: Tematik analiz birbiriyle ilişkili dört ana temayı ortaya çıkardı. Psikiyatristler ilaçsız tedaviyi damgalanmış bir hasta grubu için bilimsel olmayan bir seçenek olarak görüyorlardı; böyle bir programın ortaya çıkmasının hastaların çoğunluğunun değil, bazı memnun olmayan kullanıcıların ve onların destekçilerinin önerilerine bağlı olduğuna inanıyorlardı; aktif psikotik semptomlara ve içgörü eksikliğine rağmen hastaların tedavi seçimi ve dolayısıyla ilaca uyum üzerinde önemli bir etkisi vardı; ve psikiyatristler, hükümetin talimatlarına rağmen bilimsel olmayan ideolojiye karşı profesyonellikten yararlandıklarını bildirdiler. -Çözümler: Psikiyatristlerin maruz kaldıklarını bildirdikleri tüm iç ve dış baskılara rağmen, bu onların kılavuzlara, uzmanlığa ve araştırma çalışmalarına dayalı tıbbi kararlarda mesleki dürüstlüklerini etkilemedi.  Bu tedavi seçeneğinin ilaca yönelik olumsuz tutumları şiddetlendireceğine ve halihazırda var olan uyum sorunlarını daha da kötüleştireceğine inanıyorlardı. (...)" (469)

"Bipolar bozukluğun ilaçsız tedavisi
Bipolar bozukluk, yoğun moral bozukluğu dönemlerinin yanı sıra muhakeme yeteneğinin bozulmasına ve riskli davranışlara yol açabilecek mutluluk dönemleri ve artan enerji yaşayan kişilere verilen bir tanıdır. Kraliyet Psikiyatristler Koleji, yetişkin nüfusun yaklaşık %1'inin hayatının bir noktasında bipolar semptomlar yaşadığını tahmin ediyor. Bipolar bozukluğun tedavisine yönelik Birleşik Krallık rehberliğinde ilaç tedavisine vurgu yapılmaktadır. Ancak tanı konulan kişilerin %60'ından fazlası bir noktada ilaçlarını almayı bırakıyor. Bunun nedeni genellikle 'lityum ve olanzapin' gibi ilaçların üretebileceği yaygın, ciddi ve hoş olmayan yan etkilerdir. Bunlar 'baş dönmesi, ishal, yavaş hareket ve önemli kilo alımını' içerir. Yakın zamanda yapılan bir inceleme ayrıca ilacın reçete edilenlerin yalnızca küçük bir kısmına yardımcı olduğunu ileri sürdü. İnceleme, birkaç farklı koşullar altında kullanılan 12 farklı ilaç rejimini inceledi ve en yüksek başarı oranının yalnızca %33 olduğunu buldu. NICE'ın "bipolar bozukluk için birinci basamak, uzun vadeli farmakolojik tedavi" olarak önerdiği bir ilaç olan lityumun ise yaklaşık yedi hastadan yalnızca birinde fayda sağladığı görüldü. Aynı zamanda çok toksik bir ilaçtır.

Son araştırmalar, 'uzun yıllar boyunca lityum alan kişilerin yaklaşık üçte birinin kronik böbrek yetmezliğinden muzdarip olacağını' buldu. Buna rağmen, hastaların ilaç almayı bırakma kararları, ruh sağlığı uzmanları tarafından genellikle ilacın güvenliği veya etkinliği konusunda "içgörü eksikliğinden" veya "yanlış endişelerden" kaynaklanıyor olarak değerlendiriliyor. Birçoğu, 'ilaç almayan kişilerinruh hallerinin kendilerine zorluk çıkardığını fark edememeleri durumunda başlarına ne gelebileceği konusunda' da endişe duyuyor. Bazı araştırmacıların, bipolar tanısı olan hastaların yarısından fazlasının, 'zihinsel sağlık sorunlarına ilişkin farkındalık eksikliğinden' muzdarip olabileceğini öne sürdüğü gibi, yaygın bir korkuilaçlarını bırakan birinin, iyi olmadığını belirleme yeteneğini kaybedeceğidir. (....) Son inceleme gibi araştırmalar, 'bipolar tanısı olan çoğu insan için ilacın etkisizliğine işaret ediyor' gibi görünüyor; hizmetlerin, hastalarla işbirlikçi bir şekilde çalışarak, onları tanımlamalarına ve hangi stratejileri uygulama konusunda desteklemelerine yardımcı olarak kaynaklarını daha iyi kullanabileceğini savunabiliriz, "İlacı içerebilecek veya hariç tutabilecek" yaklaşımlar, ruh hallerini yönetmede ve tatmin edici hayatlar yaşamalarına yardımcı olmada kişisel olarak onlar için en iyi sonucu verir. (...)" (470)

"İlaçsız Anksiyeteyle Nasıl Başa Çıkılır? İşe Yarayan Stratejiler
İçindekiler.. İyi fiziksel sağlığı korumak, Stres ve kaygı giderici tekniklerin uygulanmas, İlaçsız ilk basamak anksiyete tedavisi olarak terapi, Son düşünceler.. Kariyer, ebeveynlik, faturalar ve sosyal yaşamla aynı anda hokkabazlık yapmak, kişiye zarar verebilir. Birçoğumuzun yaşamımız boyunca kaygı dönemleri yaşaması şaşırtıcı değil. Çevrimiçi kaygı terapisi, rahatlama arayan birçok kişi için popüler bir alternatif haline geldi. Ancak kaygı bir süreliğine ortalıkta dolaştığında, kendinizi daha sakin hissetmek için atabileceğiniz adımlar vardır. Aslında ilaç, anksiyete bozuklukları için saygın bir tedavi yöntemidir. Ancak kaygı, damgalanma veya yan etkilerle ilgili mitler nedeniyle birçok kişi, ilaç kullanmadan kaygıyla nasıl başa çıkılacağını bilmeyi tercih ediyor. Temelleme tekniklerinden günlük tutmaya kadar, endişelerinizi ve korkularınızı doğal olarak kontrol altına almanıza yardımcı olacak başa çıkma becerilerini öğrenmek her zaman faydalıdır. İşte anksiyeteyi ilaçsız olarak ele almak için denemek isteyebileceğiniz birkaç öneri.. * İyi fiziksel sağlığı korumak (...) "-Egzersiz yapın (...) ; -Yeterli uyku alın (...) ; -Sağlıklı yiyin (...) ; -Kafein ve madde kullanımından uzak durun (...)" * Stres ve kaygı giderici tekniklerin uygulanması.. (....)" (471)

"Anksiyeteyi İlaçsız Tedavi Edebilir miyim?
Anksiyete, her gün milyonlarca Amerikalıyı etkilemekle kalmayıp aynı zamanda çok çeşitli semptomlarla birlikte ortaya çıkan bir zihinsel sağlık bozukluğudur. Geleneksel tedavi çoğu zaman aynı görünebilir. İlaçlar onlarca yıldır anksiyete için başvurulacak yol olsa da tek çözüm bu değil. Kaygının üstesinden gelmek için keşfetmek isteyebileceğiniz birçok başka tedavi yöntemi vardır. -Anksiyete İlaçları Herkes İçin Değildir.. Frontiers in Psychiatry'de 2020 yılında yapılan bir araştırmaya göre, anksiyete bozuklukları "psikiyatrik bozuklukların en yaygın sınıfıdır" ve dünya çapında bu durumla mücadele eden yaklaşık 264 milyon insan bulunmaktadır. Çalışma, anksiyeteye yönelik yeni ilaç tedavileri alanındaki araştırmaların az olduğunu da belirtiyor. Bunun yerine, tedavi için kullanılan ilaçlar yıllar içinde nispeten aynı kaldı. Pek çok farklı insan bağımlılıkla mücadele ederken, ilaçların herkesin ilk tedavi seçeneği olmaması şaşırtıcı değil. Aslında çoğu anksiyete ilacı, bağımlılık yapıcı özelliklerine ilişkin bir kara kutu uyarısı içerir. Farklı anksiyete ilaçlarını deneyip hiçbir fayda görmemiş olabilecek başka bir insan sınıfı daha var. Eğer siz de bu gruptaysanız, ruh sağlığınızın yönetilemez olduğunu bile hissedebilirsiniz. İyi haber şu ki, son yıllarda tıbbi olmayan tedavinin etkinliğini incelemek için yaygın araştırmalar yapılıyor.  -Tıbbi Olmayan Anksiyete Tedavisi.. Anksiyeteyi tedavi etmek umutsuz hissetmek zorunda değildir. Benzersiz ihtiyaçlarınıza en uygun olanı bulmak için keşfedebileceğiniz birçok seçenek vardır. "-Konuşma Terapisi (...) ; -Egzersiz (...) ; -Meditasyon ve Farkındalık Faaliyetleri (...)" (472)

"Anksiyeteyi ilaçsız tedavi etmek
Anksiyeteyi ilaçsız tedavi etmenin birçok yolu vardır. Bu yöntemler çeşitli terapi türlerinin yanı sıra alkolü azaltmak ve düzenli egzersiz yapmak gibi beslenme ve yaşam tarzı faktörlerini de içerebilir.. Kaygı en yaygın zihinsel sağlık sorunlarından biridir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü, yetişkinlerin %19,1'inin geçen yıl anksiyete bozukluğu yaşadığını tahmin ediyor.  İlaçsız anksiyete tedavisi işe yarayabilir ve işe yaramaktadır. İnsanların bilgili bir sağlayıcıyla çalışması ve ilaçla ilgili özel endişelerini tartışması önemlidir. Psikoterapi, diyet, alternatif terapiler ve daha fazlasını içeren, ilaçsız anksiyete tedavisi hakkında daha fazla bilgi edinmek için okumaya devam edin. (...)" (473)

"DEHB (ADHD) İlaçsız Etkili Bir Şekilde Tedavi Edilebilir mi?
DEHB (ADHD) ilaçları yan etkilere neden olur ve diğer tıbbi tedaviler gibi riskler taşır. Davranış terapisi DEHB için kanıtlanmış, etkili bir tedavidir ve bu duruma sahip olup ilaç kullanmaktan kaçınmak isteyenler için idealdir. Uluslararası Klinik ve Klinik Dergisi'nin 2015 sayısında yayınlanan bulgulara göre, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu (DEHB -ADHD "Attention deficit/hyperactivity disorder"), çocuklar ve gençler arasında en sık görülen zihinsel bozukluktur. Deneysel Tıp. Genellikle ilaçlar kullanılarak tedavi edilir. Ancak DEHB'yi tedavi etmek için kullanılan ilaçların çoğu, bağımlılık ve kalp sorunları gibi ciddi yan etkilere neden olabilir. DEHB'li çocukların çoğu ebeveyni, bu durumu başka yöntemlerle tedavi etmenin mümkün olup olmadığını merak ediyor. (....) -DEHB'yi İlaçsız Tedavi Etmek Mümkün mü? İlaç tedavisi davranış terapisinin yanı sıra DEHB için en yaygın tedavi yöntemi olabilir. Ancak çocuğunun DEHB ilaçlarını kullanmasını istemeyenler için pek çok başka tedavi seçeneği mevcuttur. Terapinin tek başına DEHB tedavisinde oldukça etkili olduğu gösterilmiştir. DEHB için kullanılan terapi türleri davranış terapisi, konuşma terapisi ve aile terapisini içerir. Çocuklar ayrıca sosyal ortamlarda nasıl uygun davranacakları konusunda da eğitim alabilirler. Buna sosyal beceri eğitimi denir. Bir ebeveyn olarak DEHB'li bir çocukla yaşama konusunda eğitim alabilirsiniz.(....)" (474)

"Akıl Hastalıklarını İlaçsız Tedavi Edebilir misiniz?
Akıl hastalıkları gerçek hastalıklardır; başa çıkmada başarısızlık ya da dikkat çekme çabaları değildir. Ancak çoğu zaman ruh sağlığı sorunları olan kişiler, durumlarından utandıkları için aylarca veya yıllarca tedaviden vazgeçerler. Dört gençten biri ve Avustralya nüfusunun neredeyse yarısı, bir noktada akıl sağlığı sorunu yaşıyor. Three Seas'e patronluk taslayan müşterilerin yardım isteyen cesur ruhlar olduğu açıktır. Ancak aynı zamanda genel nüfusun karşılaştığı aynı zihinsel sağlık damgasıyla da mücadele ediyorlar. Çoğu zaman ilaç almaktan çekinirler çünkü bunun kişiliklerini değiştireceğinden, yaşamları üzerindeki kontrollerini ortadan kaldıracaklarından veya genel yaşam kalitelerini düşüreceğinden endişe ederler. İlaçlar işe yarıyor ve araştırmalar, ilaçla birlikte uygulanan tedavinin akıl hastalıkları için en etkili tedavi olduğunu sürekli olarak kanıtlıyor. Bazen akıl hastalığını ilaçsız tedavi etmek mümkündür, ancak bu nadiren en iyi seçenektir. -İnsanlar Neden İlaçlardan Kaçınırlar? İlaç hayat kurtarabilir ancak doğru ilacı veya dozajı bulmak her zaman kolay değildir. Akıl sağlığı ilaçlarını deneyen çoğu kişi, işe yarayan bir ilaç bulmadan önce birkaç farklı ilacı denemek zorundadır. Bu moral bozucu bir süreç olabilir, ancak hastalar süreci bir deney olarak ele aldığında bu durum daha az olur. Ancak sorunlar burada bitmiyor. -Birçok ruh sağlığı ilacının yan etkileri vardır. Yan etkiler genellikle erken ortaya çıkar ve çoğu zaman ilacın etkisini göstermeye başlamasıyla ortadan kaybolur. Birçok hasta için, yan etkileri birkaç hafta tolere etmeye istekli olmak, doğru ilacı bulmak için yeterli olabilir. Ancak yan etkiler gerçekten dayanılmazsa, acı çekmeyi hak etmiyorsunuz. (...)" (475)

"İlaçsız ruh sağlığı tedavisi: Ortam terapötik ortamlarına yönelik bir odak grup çalışması
Soyut.. Arka plan.. Ruh sağlığı bakımı kapsamında ilaçsız tedavi, psikotrop ilaçlara alternatif olarak terapötik destek sunmayı amaçlamaktadır. Ciddi zihinsel hastalığı olan kişiler için ilaçsız bir ünitede ortam terapisinin başlatılması, geleneksel ilaca dayalı psikiyatrik ortamda önemli değişiklikler gerektirir. Bu çalışma, ortam terapistlerinin ciddi zihinsel sağlık sorunları olan kişiler için ilaçsız tedaviyle çalışırken nasıl deneyimlediklerini incelemektedir. Araştırma sorusu şuydu: "Terapötik ortamlarda ilaçsız tedavide başarılı olmak için ne gerekebilir?"  -Yöntemler.. İki ruh sağlığı kurumundaki üç yataklı tedavi biriminden 23 ortam terapisti ile dört odak gruplu nitel bir çalışma yürütüldü. Tematik analiz yapıldı.

Sonuçlar.. Bir ana tema belirlendi: ilaçsız tedavi, terapistlerin ve hastaların bütünsel ve kişisel sağlığın geliştirilmesi üzerinde birlikte çalışmasını içerir. Bu ortak konu dört temayı birbirine bağlıyor: hastaların hayatlarında değişiklik yapmalarına yardımcı olmak; bireysel hastaya odaklanmak için zamana sahip olmak; profesyonel bir arkadaş olmak; ve hastayla bir ekip olarak birlikte çalışmak. -Çözümler. . İlaçsız tedavinin başarılı olması için bütünsel bir yaklaşım gereklidir. Bu, bireysel hastaya odaklanarak multidisipliner ekipler halinde birlikte çalışmayı gerektirir. Ortam terapistleri hastanın sağlığı geliştirme sürecine katılmalı ve daha fazla sorumluluk almalıdır. Ruh sağlığı bakımında tıbbi paradigmadan hümanist paradigmaya doğru bir değişime ihtiyaç var. (...) -Çözümler.. Bu çalışma, ortam terapistlerinin, ciddi ve uzun vadeli zihinsel sağlık sorunları olan kişiler için ilaçsız tedaviyle çalışma deneyimlerini inceliyor. MT ortamlarında bu tür bir tedavide başarılı olmak için nelerin gerekli olabileceğini sorduk. Sonuçlarımız ilaçsız tedavi için bütünsel bir yaklaşımın gerekli olduğunu göstermektedir. MT ortamlarında ilaçsız tedavide başarılı olmak için ortam terapistleri, hastaların hayatlarında değişiklik yapmalarına yardımcı olmalı, bireysel hastaya odaklanmak için zaman ayırmalı, profesyonel refakatçi olmalı ve bireysel hasta için kişisel sağlığın geliştirilmesine odaklanarak çok disiplinli ekiplerde birlikte çalışmalıdır. . Ortam terapistleri hastanın sağlığı geliştirme süreciyle ilgilenmeli ve daha fazla sorumluluk almalıdır. Bu, ruh sağlığı bakımında hakim olan tıbbi paradigmaya meydan okuyabilir. (...)" (476)

"Ruh Sağlığı Hizmetlerinde İlaçsız Tedavinin Geleneksel Tedaviden Farkı Nedir?
Arka plan: Norveçli yetkililer, insanların seçim özgürlüğünü geliştirmek için ülke çapında ilaçsız ruh sağlığı tedavisine yönelik tedavi birimleri kurdu. Bu makale, ilaçsız tedavinin, merkezi boyutlarda olağan tedaviden ne kadar farklı olduğunu incelemektedir. -Yöntemler: Tasarım, ilaçsız bir birimdeki ve iki karşılaştırma birimindeki (n = 59 + 124) hastalara ilişkin anket verilerinin yanı sıra ilaçsız birimdeki hastalar (n = 5) ve personel (n = 8) ile yapılan görüşmeleri içeren karma yöntemlerden oluşuyordu. -Sonuçlar: İlaçsız tedavi, ilaçlara daha az güvenmeyi ve açıklık kültürünü, duyguları ifade etmeyi ve bireysel sorumluluk ve yoğun çalışmaya odaklanmayı içeren daha kapsamlı psikososyal tedaviyi içeriyordu. Standart tedavi ile karşılaştırıldığında ilaçsız tedavi için hasta etkisinin genel boyutu, standart tedaviden önemli ölçüde farklı değildi ancak farklı temalara göre değişiklik gösteriyordu. İlaçsız tedavi gören hastalar ilacı azaltma veya kullanmama konusunda daha fazla özgürlüğe sahipti. İlaçsız tedavi daha zorlu olarak deneyimlendi. Hastalar için bu, daha güçlü bir amaç duygusuyla ilişkilendirilebilir ve yararlı olarak deneyimlenebilir ancak aynı zamanda bir tür baskı ve anlayış eksikliği olarak da deneyimlenebilir. İlaçsız tedavi gören hastalar, tedaviden daha fazla memnuniyet bildirdiler; bu, hasta katılımına ve ilaç kullanma baskısından kurtulmaya odaklanan daha zengin bir psikososyal tedavi paketiyle bağlantılı olabilir.

Çözüm: Bulgular, ilaçsız bir tedavi hizmetinin nasıl çalışabileceğine dair içgörü sağlıyor ve ruh sağlığı bakımının mevcut ilaç tedavisi odağından memnun olmayan insanlar için geçerli bir alternatif olarak değerini gösteriyor. Hastalar artan taleplere farklı tepkiler vermektedir ve klinisyenlerin ilaçsız tedavi hizmetlerinde bireycilik-ilişkicilik boyutları konusunda duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu bilgi, ortak karar alma konusunda hem ilaçsız tedaviyi hem de standart tedaviyi daha da geliştirmek ve iyileştirmek için kullanılabilir. (....) -Çözümler: İlaçsız tedavinin temel özellikleri arasında daha az ilaç kullanımı, iyileşme sürecinin psikososyal yönlerine daha fazla odaklanılması ve hastalara ilaç kullanımını azaltma veya kullanmama konusunda daha fazla alan yer alır. İlaçsız koğuşta hastalar, ilaç tedavisi dikkatli bir şekilde durdurulsa bile ilaçsız yolu seçerken kendilerini daha fazla desteklenmiş hissettiklerini bildirdiler ve personel katılımcılar risklerin ve karmaşıklığın farkındaydı. İlaçsız ünitedeki psikososyal tedavi daha kapsamlıdır ve hastaların duygularını ifade edebilmeleri için açıklık ve alan kültürü ve bireysel sorumluluğa ve yoğun çalışmaya daha fazla odaklanmayı gerektirir. Daha kapsamlı psikososyal tedavi, ilaçlara daha az bağımlılık, bireysel sorumluluğa daha fazla odaklanma ve personelin belirli ikilemlerle mücadelesine ilişkin bulgularımız, ilaçsız hizmetlerle ilgili diğer araştırmalarda bildirilenlerle benzerdir. Bu çalışma, ilaçsız bir tedavi hizmetinin nasıl çalıştığını ve ruh sağlığı bakımında ilaç tedavisinin mevcut odağından memnun olmayan insanlar için geçerli bir alternatif sağlayabileceğini göstermektedir. İyileşme geleneği içindeki ve etrafındaki tartışmalara değinerek, ruh sağlığı profesyonellerinin bu tür tedavi hizmetlerinde bireycilik-ilişkicilik boyutlarının bilincinde olmaları gerekmektedir. (...)" (477)

"Hastalar neden psikoz için ilaçsız tedavi istiyor? İlaçsız programlara başvuru nedenlerine ilişkin bir araştırma
Soyut.. Arka plan: Uzun süreli antipsikotik tedavisine ilişkin hastanın ve hizmet kullanıcısının bakış açılarına odaklanılması, 2015 yılında Norveç Sağlık Bakanlığı'nın dört sağlık bölgesinin tamamında ruh sağlığında psikotrop ilaç tedavisi olmaksızın tedaviyi gönüllü bir seçenek olarak sunan bir deklarasyona yol açtı.  En kuzeydeki bölgede, ciddi akıl hastalığı olan kişilere bu tür bir tedaviyi seçme olanağı vermek için benzersiz bir şekilde tasarlanmış 6 yataklı bir yataklı tedavi ünitesi kuruldu. Sadece gönüllü kabuller kabul edildi. Bu çalışmanın amacı, psikoz nedeniyle uzun yıllardır tedavi gören hastaların ilaçsız tedaviye başvurma motivasyonunu araştırmaktı. -Yöntem: 01.01.17 - 17.10.2021 döneminde ilaçsız tedavi koğuşuna en az bir kez başvuran kişilerle 19 yarı yapılandırılmış, derinlemesine görüşme gerçekleştirdik. Görüşmeler bilgisayar destekli nitel veri analiz yazılımı (NVivo) kullanılarak kaydedildi, yazıya geçirildi ve analiz edildi. İlk görüşmeden elde edilen verilerin analiziyle Sistematik Metin Yoğunlaştırma uygulandı. Bağlantıların, benzerliklerin ve nüansların araştırılması, verilerin sürekli karşılaştırılması ve not yazımı ile eksenel kodlama ve ardından temel kavramları tanımlayan odaklanmış kodlama yoluyla gerçekleştirildi. -Sonuçlar: Katılımcıların tamamında ciddi akıl hastalığı tanısı vardı ve uzun yıllar boyunca antipsikotik kullanma öyküsü vardı. İlaçsız tedaviye başvurma motivasyonu karmaşıktı. İlaçlarla ilgili olumsuz deneyimler anlatıldı ama aynı zamanda olumlu. Birçoğu daha önce de azaltmayı denemişti ancak bunu yalnız ve zor bir süreç olarak tanımladı. Katılımcıların anlatılarından beş temel kavram oluşturuldu ve geliştirildi: 1) İlaç deneyimleri, 2) Hastalığın gelişmesi, 3) Genel olarak tedavi, 4) Sosyal yaşam ve 4) Büyüme.

Çözüm: İlaçsız tedavi kavramı, öz yeterlilik ve ustalık deneyimiyle yakından bağlantılı olan, değişim için salutogenetik bir umudu temsil eder. İlaç tedavisine ilişkin kılavuzlar veya kanıtlarla ilgili olası çatışmalar o kadar önemli olarak öne çıkmıyor. Değişim umuduyla yalnız kalma hissinin aksine, aileden ve profesyonellerden gelen destek çok önemlidir. Motivasyon faktörleri, etkileşimin hem bireysel hem de yapısal düzeyde gerçekleştiği iyileşme kavramıyla yakından bağlantılıdır. (....) Çözümler: İlaçsız tedaviye başvurma motivasyonu karmaşıktır. İlaç tedavisiyle ilgili olumsuz deneyimler katılımcıların birçoğu tarafından tanımlanıyor ama aynı zamanda olumlu. İlaçsız tedavi kavramı, öz-yeterlilik ve deneyimli ustalık ile yakından bağlantılı, değişim için yeni bir umudun salutogenetik temsili olarak öne çıkıyor. İlaç tedavisine ilişkin kılavuzlar veya kanıtlarla ilgili olası çatışmalar o kadar önemli olarak öne sürülmüyor. Bununla birlikte, daha iyiye doğru değişim umuduyla yalnız kalma hissinin aksine, hem aileden hem de profesyonellerden destek alan birisine sahip olmak, başvuru sırasında büyük etkiye sahiptir. Tanımlanan motivasyon faktörleri, etkileşimin hem bireysel hem de yapısal düzeyde gerçekleştiği iyileşme kavramına yakındır. Kişinin seçim yapabilmesi, fırsatın iyi ilişkilere dayanmasına ve kişinin kendi deneyimlerine dayalı bir süreçte yer almasına izin verilmesine bağlıdır. (...)" (478)

"'Psikozlu kişilerin ilaçsız tedaviye değil şefkate ihtiyacı var'
Profesör Helen Minnis, anti-psikotik ilaçların psikozdan mustarip birçok insanın 'hayatlarını geri kazanmasına' olanak sağladığını söyledi.. Norveç'in sağlık hizmeti, psikoz için ilaç içermeyen tedaviler üzerinde pilot çalışmalar yapıyor. BM İşkenceye Karşı Komite'nin eleştirileri sonrasında, Norveç'te ruh sağlığı sistemini değiştirme yönünde büyüyen bir hareketin ortasında yeni ilac dışı tedavi tesisleri geliştirildi. Norveç artık, devlet tarafından işletilen akıl sağlığı sistemine ilaçsız psikiyatri olanaklarını bir seçenek olarak yerleştiren ilk ülke oldu. Bu tesislerle ilgili yakın tarihli bir haber makalesinde yer alan Norveçli hizmet kullanıcılarıyla yapılan röportajları okuduğunuzda, sanki bu ilaçlar gerçekten özenli tedaviye siyah beyaz bir alternatifmiş gibi, anti-psikotik ilaçların doğası gereği sorunlu olduğu sonucuna varmak kolay olacaktır. Bana göre yazıdaki en önemli ifade, "güçlü anti-psikotik ilaçların sunulan tek tedavi olduğu" psikiyatri koğuşlarında birkaç kez yatan 21 yaşındaki Malin'den yapılan alıntıdır.

'İster akut psikoz ister akut kalp yetmezliği olsun, ciddi şekilde hasta olan herkesin ilaç tedavisinden daha fazlasına ihtiyacı vardır.' Profesör Helen Minnis.. İster akut psikoz ister akut kalp yetmezliği olsun, ciddi şekilde hasta olan herhangi bir kişinin ilaç tedavisinden daha fazlasına ihtiyacı vardır. Psikozun akut evresindeki insanlar sıklıkla neyin gerçek olduğunu ayırt etmelerini zorlaştıran korkunç deneyimler yaşarlar. Akut kalp yetmezliği olan kişiler genellikle nefes alamama ve hatta boğulma hissinden korkarlar. Bunlar sadece sempatik bir kişiyle konuşarak ortadan kalkacak deneyimler değil. Bu tür bir cehennemden geçen birinin saygıya ve şefkate her zamankinden daha çok ihtiyacı var ama saygı ve şefkat çare değil. Hasta bir kişiye saygı ve şefkatle davranılmasıyla sağlanan onur, hastalığı ne olursa olsun her tedavi planının temelini oluşturması gereken temel bir insan hakkıdır. Saygı ve şefkatin tek başına kalp hastalığını iyileştirebileceğini asla hayal edemezdik. İlaç dışı tedavilerin psikoz tedavisinde mutlaka yeri vardır. Örneğin, bilişsel davranışçı terapinin (BDT /CBT "cognitive behavioural therapy") psikotik belirtileri azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir. Psikoz için BDT'nin iyi eğitimli, yetenekli uygulayıcılar tarafından sunulması gerekir ve psikoz konusunda çok iyi olmayan kişilerin psikoterapiye katılması her zaman mümkün olmayabilir. Tıpkı ilaçta olduğu gibi ilaç dışı tedavilerin de saygı ve şefkatle sunulması gerekir. Bir kez daha, saygı ve şefkat tedavi değildir; tedavi olan BDT'dir.

'İlaç sorun değil. Eğer herhangi bir tedavi – ilaç olsun ya da olmasın – saygı ve şefkat olmadan sunuluyorsa sorun budur.' Profesör Helen Minnis.. Yüzyıllar boyunca psikozdan mustarip insanlar ilaçsız tedavi gören akıl hastanelerine kapatılmıştı. Eğer o döneme ait anılar (örneğin Silvia Plath, Frances Farmer) bir fikir veriyorsa, bu ilaçsız tedavilerin bazen bireyin onuruna ve benzersiz niteliklerine şaşırtıcı derecede saygı gösterilmeden sunulduğu anlamına gelir. Anti-psikotik ilaçlar, psikozdan mustarip birçok insanın hayatlarını geri kazanmasını sağladı. Özellikle akut fazda genellikle tedavinin önemli bir unsurudur. Bebeği banyo suyuyla birlikte dışarı atmayalım. İnsülinin diyabetli kişilerin hayatında devrim yaratması gibi, antipsikotik ilaçlar da psikoz tedavisinin çok önemli bir parçası olabilir. İlaç sorun değil. Eğer herhangi bir tedavi – ilaç olsun ya da olmasın – saygı ve şefkat olmadan sunuluyorsa sorun budur.

Profesör Helen Minnis.. Helen Minnis, Glasgow Üniversitesi'nde çocuk ve ergen psikiyatrisi profesörüdür. İstismara uğrayan ve ihmal edilen çocukların psikiyatrik sorunları üzerine uzun süredir klinik ve araştırma odaklı çalışmaktadır. Şu anda odak noktası, koruyucu bakımdaki küçük çocuklara yönelik bir bebek ruh sağlığı hizmetinin randomize kontrollü bir çalışmasını ve evlat edinme veya koruyucu aile yerleştirmelerindeki ilkokul çağındaki çocuklar için ikili gelişimsel psikoterapinin randomize kontrollü bir çalışmasını içeren müdahale araştırmalarıdır. Aynı zamanda istismar ve ihmalin rolüne ve bunun yaşam boyu nörogelişimle örtüşmesine odaklanan davranışsal genetik araştırmalar yürütmektedir. King's College London'daki Psikiyatri, Psikoloji ve Sinirbilim Enstitüsü'ndeki meslektaşlarıyla, Danimarka'daki Aalborg ve Aarhus üniversiteleriyle ve İsveç'in Göteborg kentindeki Gillberg Nöropsikiyatri Merkezi'yle ortak çalışmaları bulunmaktadır." (479)

"Avrupa İlaç Ajansı'ndaki veriler açılıyor
Araştırma sonuçlarının yaygın seçici raporlaması, reçeteli ilaçların gerçek faydalarını ve zararlarını bilmediğimiz anlamına geliyor. Peter Gøtzsche ve Anders Jørgensen, Avrupa İlaç Ajansı'nın yayınlanmamış araştırma raporlarına erişme çabalarını anlatıyor. Yüzbinlerce randomize çalışmanın varlığına rağmen doktorlar hastaları için en iyi tedaviyi seçemiyor. Bunun temel nedeni araştırma sonuçlarının seçici olarak raporlanmasıdır. Yayınlanmış ilaç denemelerinin, ilaç düzenleme kurumlarında mevcut olan yayınlanmamış verilerle karşılaştırılması, ilaçların faydalarının aşırı derecede abartıldığını ve zararlarının ise olduğundan az derecelendirildiğini göstermiştir. Deneme protokollerinin yayınlanmış makalelerle karşılaştırılması da olumlu sonuçların yaygın olarak seçici olarak rapor edildiğini göstermiştir. Seçici raporlamanın feci sonuçları olabilir.

Rofecoxib (Vioxx) muhtemelen yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 100000 gereksiz kalp krizine neden olmuştur ve sınıf 1 antiaritmik ilaçlar muhtemelen 1980'lerde her yıl yaklaşık 50000 Amerikalının erken ölümüne neden olmuştur. İlk denemede, antiaritmik ilacı alan hastalarda dokuz, plasebo alanlarda ise yalnızca bir kişinin öldüğü belirlendi, ancak şirket 'ticari nedenlerle ilacı bıraktığı için hiçbir zaman yayınlanmadı.' Araştırmacıların ilaç düzenleme kurumlarına sunulan 'yayınlanmamış araştırma raporlarına' erişmesine izin verilmesi halk sağlığı açısından önemlidir. Bu tür raporlar 'çok ayrıntılıdır ve yayınlanmış makalelerden daha güvenilir veriler sağlar', ancak bunlara erişim neredeyse imkansızdır. Üç yıllık çabanın sonunda Avrupa İlaç Ajansı'nın (EMA) hazırladığı raporlara ulaşmayı başardık. Davamız önemli bir emsal teşkil etti ve burada süreci ve argümanları özetliyoruz.  -Erişim için uygulamamız.. 29 Haziran 2007'de, iki anti-obezite ilacıyla ilgili 15 plasebo kontrollü çalışmanın klinik çalışma raporlarına ve ilgili protokollerine erişim için başvuruda bulunduk.. (...)" (480)

**Bir Hikaye..

"Sığınma evinden kaçış
Hırvatistan'da akıl hastalığı olan binlerce kişi kurumlarda yaşıyor. Hastaların yatılı bakımdan çıkıp topluma kazandırılması süreci onlarca yıl önce birçok Avrupa ülkesinde yaşandı. Ancak Hırvatistan, ülkenin doğusunda, Sırbistan sınırına yakın bir bölge dışında değişime direndi. Boya soyuluyor, tavan çöküyor ve kış güneşinin parlak ışınları havada asılı kalan tozu aydınlatıyor. Kapalı ve artık terk edilmiş olan Cepin akıl hastanesinde odalar çok uzun bir koridora açılıyor. 12 yıldır burada yaşayan şizofreni hastası Branka Reljan, "İlaçlarımızı beklerken hemşire gelip ilaçlarımızı verene kadar bu koridorda çömeliyorduk. Sandalye yoktu" diyor. Partneriyle birlikte anılarda bir yolculuğa çıkıyor. Drazenko Tevelli, alkolizm sonucu akıl hastalığına yakalandıktan sonra hastaneye kaldırıldı. Çift, aşklarını Cepin'de gizlice sürdürdü; 2014'te taşındıklarından bu yana ilk kez geri döndüler. Branka'nın diğer üç kadınla birlikte kaldığı odada, birkaç kişisel eşyasını sakladığı dolabın üzerinde adının yazılı olduğu bir etiket hâlâ görülebiliyor. Yatağı da sert, pis şiltesiyle hâlâ burada. Branka belki de şaşırtıcı bir şekilde "Rahat bir yataktı, omurgama iyi geldi" diyor. "Şanslıydım; hamamböceği yoktu." -"Branka ve Drazenko Cepin akıl hastanesinin dışında, artık kapalı.." Drazenko o kadar şanslı değildi. Merkezdeki hiç kimse iyileşip evine dönmedi; sanki ömür boyu hapis cezası gibiydi "Geceleri hamamböcekleri alnıma gelip beni ısırıyordu. Bu yüzden yastığımda her zaman kan vardı" diyor. Drazenko, Cepin'de geçirdiği 13 yıl boyunca depresyona girdi ve intihara meyilli oldu. Eski odasında pencerenin üst kısmından geçen su borularını işaret ediyor. "Kendimi o borulara asarak hayatıma son vereceğimi düşündüm. Burada o kadar çok yıl geçirdim ki, asla çıkamayacağımı düşündüm." Çok az kişi bunu yaptı. Branka, "Merkezde hiç kimse iyileşip evine dönmedi; sanki ömür boyu hapis cezası gibiydi" diyor. Ancak üç yıl önce çiftin hapsedilmesi nihayet sona erdi. Düzinelerce eski sakin gibi Branka ve Drazenko da yakınlardaki Osijek şehrinin ortak dairesinde yeni bir hayata başladılar. Sığınma evi kapandı. İnsanları Cepin'deki merkezden topluma taşıma kararının arkasındaki itici güç olan Ladislav Lamza, "Bu vesileyle 100 beyaz güvercini kafeslerinden serbest bıraktık" diyor. "Genellikle insanlar bir kurumu açtıklarında kutlama yaparlar ama biz kapattığımızda kutladık!" Lamza, Avusturya'ya yaptığı profesyonel ziyaretin ciddi akıl hastalığı olan kişiler hakkındaki fikrini değiştirdiğinde 20 yıldır sosyal hizmet uzmanı olarak çalışıyordu. "İyileşmenin mümkün olduğunu gördüm" diyor. Avusturya'da destekli konaklamalarda yaşayan insanları ziyaret etti; kimin işçi, kimin yararlanıcı olduğunu anlayamadı. "İnsanları insani koşullara koyarsak daha insan olurlar; eğer onları insanlık dışı, sınırlı koşullara koyarsak daha az insan olurlar."  Cepin'deki ve yakınlardaki Osijek kentindeki konut kurumlarının müdürlüğünü yaptığı Hırvatistan'a döndüğünde, Avusturya modelini izlemeye karar verdi. "Çok kolay" diyor. "İnsanları insani koşullara koyarsak, daha insan olurlar. Eğer onları insanlık dışı, sınırlı koşullara koyarsak, daha az insan olurlar. "

"Ladislav Lamza: Toplum temelli bakım, bir kişiyi kurumda tutmaktan daha ucuz.." Lamza beş yıl önce kurumsallaşma sürecini başlattı. Osijek'te yerel yönetimden boş daireler temin etti. Ancak her iki merkezin sakinlerini (bunlardan bazıları onlarca yıldır orada bulunuyor) taşınmaları halinde hayatın daha iyi olacağına ikna etmesi gerekiyordu. "'Hayır, kurumda kendimizi güvende hissediyoruz, burada her şeyimiz var' dediler. Ben de 'Tamam, ama birkaç gün toplulukta yaşamaya çalışın ve nasıl bir şey olduğunu görün' dedim." Lamza onlara bir televizyonun uzaktan kumandasını bu kadar çok insanla paylaşmak zorunda kalmayacaklarını çünkü yalnızca iki veya üç kişiyle yaşayacaklarını söylediğinde, bu bazılarına ihtiyaç duydukları motivasyonu verdi. Çoğu zaman Lamza'nın kadrosu için de aynı derecede büyük bir değişiklikti bu. Onlar artık sadece bir kurumdaki aşçı, temizlikçi ve kapıcı değillerdi. Apartmanlarda psiko-sosyal destek görevi üstlendiler, insanlara ev işlerinde yardımcı oldular ve gezilerde onlara eşlik ettiler. Branka ve Drazenko üç yıldır Osijek'teki bir apartman dairesinde ev arkadaşlarıyla birlikte yaşıyorlar. Branka, "Ordaki ilk günümüzde asistanımızla birlikte süpermarkete gittik" diyor. "12 yıldır yemediğimiz pahalı salam ve mayonezi tercih ettik. Bütün bunları dairemize geri getirdiğimizde hepimiz kendimizi hemen daha iyi hissediyorduk. Kendimi yeniden özgür bir insan gibi hissettim. O ilk gece çok iyi uyudum." 'Diğer insanlardan pek farklı değilim'.. Artık çift kendi ikiz odasını paylaşıyor. Kahve içmek için arkadaşlarıyla buluşmak, kitap okumak ve sigara yapmak için otobüse binmeyi seviyorlar; ikisi de iflah olmaz sigara tiryakileri, bir kurumda geçirdikleri onca yılın ardından akşamdan kalmalar. Ve Ladislav Lamza'nın insanları uzaklaştırdığı diğer kurum olan Osijek'te eskiden Akıl Hastaları Yetişkinler Evi olarak bilinen yeri düzenli olarak ziyaret ediyorlar. Duvarlarla çevrili bir yerleşkenin içinde büyük, iki katlı bir binadır. Osijek 1990'lardaki savaş sırasında yoğun bombardıman altındayken, 250 kişi (sakinler ve personel) bodrum katında üç korkunç ayı barınarak geçirdi. Duvarlar topçu ateşi nedeniyle çukurlaşmış durumda. 2015 yılında Ladislav Lamza, akıl hastalıklarıyla yaşayanların insaniliğini vurgulama girişimi olarak kurumun adını Ben Tıpkı Senin Gibiyim Merkezi olarak değiştirdi. "Akıl Hastası Yetişkinler Evi (The Home for Mentally Ill Adults)" artık "Ben de Senin Gibiyim (I'm Just Like You)" merkezi oldu.. Hala bazı sakinleri var; 24 saat bakıma ihtiyacı olan 27 kişi. Ayrıca evde bir kriz yaşanması durumunda insanların geçici olarak kalabileceği birkaç yatak odası da bulunmaktadır. Ancak merkez büyük ölçüde bir topluluk merkezi olarak işlev görüyor. Bir kafe, atölyeler, çamaşırhane ve seralar var; bunların tamamında eski sakinler çalışıyor ve bunların çoğu başka yerlerde ücretli iş bulmakta zorlanıyor. "Doktor kocama 'O deli değil, sadece kaba' dedi." Çamaşırhane ve dikiş bölümünde çalışan Tatijana Ilic, ilk kez 20'li yaşlarındayken kocası tarafından zorla psikiyatri hastanesine yatırıldı. "Bir buçuk ay sonra serbest bırakıldım" diyor.

"Doktor kocama 'O deli değil, sadece kaba' dedi.." Buna rağmen Tatijana, yirmi yıldan fazla bir süreyi, konutlarda ve psikiyatri hastanesinde ve dışında ağır ilaçlarla geçirdi. Çok kötü şeyler görmüş ve yaşamış. Bir kurumda kadınlar çizgiyi aşmaları durumunda merdivenlere bağlanıyordu. Bir başka olayda, sakinlerin hiçbirine iç çamaşırı giydirilmesine izin verilmedi ve duş almak için koridorda çıplak sıraya girmeye zorlandılar. Tatijana, kurumsallaşma sürecinin bir parçası olarak Osijek'te bir daireye taşınana kadar yedi yıl boyunca Cepin'de yaşadı. O ve ev arkadaşları artık bağımsızlar; artık her gün onlara yardım etmek ve destek olmak için bir asistanın gelmesine ihtiyaç duymayan bir ev halkı. Ladislav Lamza bunun mali tasarruf anlamına geldiğini söylüyor. Tatijana, kızının ve torununun kalabileceği kendi dairesine sahip olmanın hayalini kuruyor.. "Doğru bir şekilde çalışırsak insanlar daha bağımsız hale gelir, dolayısıyla bir asistanın yardımına daha az ihtiyaç duyarlar. Dolayısıyla toplum temelli bakım, bir kişiyi kurumda tutmaktan daha ucuz; ayda 100 avrodan fazla. " Hırvatistan'da kurumsallaşmadan kurtulma konusundaki tartışmanın bir kısmı maliyetle ilgili. Süreçte ortaya çıkan ilk masrafların farkında olan Avrupa Birliği, akıl hastanelerinde tutulan kişilerin yeniden barındırılmasına yardımcı olmak için Hırvatistan'a 100 milyon avro ayırdı. Ancak ülkede akıl hastalığı olan kişilere yönelik 28 konaklama tesisinden çok az yararlanıldı; yalnızca Osijek ve Cepin'de kurumsallaşmanın toptan kaldırılması bir gerçekliğe dönüştü. Tatijana, kızının ve torununun gelip kalabileceği bir yerde kendi dairesine sahip olmayı hayal ediyor. Merkezin dışında bir iş bulmadığı sürece bu pek mümkün değil. Bu arada hayat oldukça güzel. "Kendimi sağlıklı hissediyorum. Meşgul olduğum için mutluyum" diyor. Halen bazı ilaçlar alıyor ve acil bir durumda olması ve kendini stresli veya kötü hissetmesi ihtimaline karşı sakinleştirici olarak 5 mg diazepam bulunduruyor. "Ama en son ne zaman almak zorunda kaldığımı hatırlamıyorum" diyor. Tatijana'nın psikiyatristi Marta Gasparoviç, hastalarında şehirdeki dairelere taşındıklarından beri önemli değişiklikler fark etti. "Daha önce çoğunlukla ilaç tedavisi hakkında konuşmuştuk; hasta işbirliği yapıyor mu, sorun yaratıyor mu? Artık daha tatmin olmuş ve tatmin olmuş durumdalar. Ve konuşacak daha çok şey var. " "Örneğin, yeni bir duygusal ilişkiye başlayan bir hastam vardı ve kullandığı ilaçlar cinsel işlevini etkiliyordu. O da bana bunu değiştirip değiştiremeyeceğimizi sordu; bu onun hayatında yeni bir şey. " Ancak bazı hastaların yeni ortamlarında zorluk yaşadığına inanıyor. Bu gerçekleştiğinde, kişinin bir kuruma geri dönmesini tavsiye ediyor. Bunu 2014'ten bu yana iki kez yaptı. Ve hala krizler var. Dairelerden birinde yaşanan bir tartışmanın ardından personelden biri hastalık iznine ayrıldı. Lamza, "Asistan, bu genç adamın elinde bıçak olduğunu ve kendisine yaklaştığını söylüyor; bunlar onun sözleri. Hiçbir şey olmadı ama çok korkmuştu" diyor. "Şu anda burada, merkezde yaşıyor. Bu, son beş yılda apartmanlarda yaşadığımız iki ciddi olaydan biri."

Akıl hastası kişilerin tehlikeli manyaklar olarak görülebildiği Hırvatistan gibi muhafazakar bir toplumda, bu tür olaylar kurumsallaşmanın ortadan kalkmasına güven vermeyecektir. Ancak Lamza, şiddetin daha önce çok daha sık görüldüğünü söylüyor. "Belki yılda üç ya da dört ağır olay yaşanıyordu - bıçaklı şiddet, faydalanıcılar arasında ve aynı zamanda işçilerin de dahil olduğu. İtişme, bağırma ya da tartışma gibi daha az ciddi olaylar neredeyse her gün oluyordu. " Aralık ayında Cepin ve Osijek kurumlarının eski sakinleri Zagreb'deki Hırvatistan parlamentosunda düzenlenen bir yuvarlak masa toplantısında topluluğa taşındıklarından bu yana hayatlarının nasıl değiştiğine dair ifade verdiler. Ivica (solda), Tatijana (ortada), Ladislav Lamza (arkada sağda) ve Hırvat parlamentosunda diğer iki konuşmacı.. Bu etkinlik, politikacıları doğu Hırvatistan örneğini takip etmeye teşvik etme amacıyla Engelli Kişiler Ombudsmanlığı Ofisi tarafından düzenlendi. Toplantıya kurum çalışanları ve sakinleri, milletvekilleri ve sorumlu bakan katıldı. "Hepimiz kuşuz, sadece bazılarımızın kanatları kırık.." Toplantıda konuşan Osijeklilerden biri de Ivica Ducek'ti. Cepin'de yaşarken yaşadığı çaresizliği ve intihar girişimini anlatırken oda tamamen sessizliğe büründü. Ivica onlara artık kız arkadaşı Mihaela ve bir ev arkadaşıyla birlikte yaşadığını ve komşularıyla harika bir ilişki içinde olduklarını söyledi. Bir sonraki planının, hayatıyla ilgili kendi kararlarını vermesine izin verilmesi için hukuki ehliyetini yeniden kazanmak olduğunu söyledi. Ivica toplanan toplantıya "Hepimiz kuşuz" dedi. "Sadece bazılarımızın kanatları kırık."" (481)

**BAZI VİDEOLAR;

"Robert Whitaker: "Psikoz" için Yükselen İlaç Dışı Paradigma
Bu konuşmada Robert Whitaker, 'psikiyatrik bakımda radikal bir değişim veya kanıta dayalı paradigma değişimi gerektiren bilimi gözden geçiriyor ve yeni bir yol gösteren pilot projeleri' anlatıyor. Toplumumuz, 1980'li yıllardan itibaren düşünce ve bakım sistemlerini, Amerikan Psikiyatri Birliği ve ilaç endüstrisinin desteklediği bir “hastalık modeli” anlatısı etrafında örgütledi. Bu anlatı çöktü. -Ruhsal bozuklukların biyolojisi hala bilinmemektedir; DSM'deki teşhisler ayrı hastalıklar olarak doğrulanmamıştır; toplumumuzda “akıl hastalıklarının” yükü arttı; ve psikiyatrik ilaçların uzun vadede psikiyatrik bozuklukların kronikleşmesini nasıl artırdığını gösteren giderek artan sayıda kanıt var. Bu paradigmanın çöküşü radikal bir değişim fırsatı sunuyor. Norveç'te sağlık bakanlığı, hastane ortamlarında psikiyatri hastalarına "ilaçsız" tedavinin sunulması emrini verdi. -Norveç'te, kronik hastaların psikiyatrik ilaçları bırakmalarına veya bu ilaçları kullanmadan tedavi olmalarına yardımcı olmayı amaçlayan özel bir hastane açıldı. İsrail'de, psikotik hastalara yatılı tedavi sağlayan ve bu tür ortamlarda antipsikotik kullanımını en aza indiren bir dizi "Soteria" evi ortaya çıktı. İşitme Ses Ağları (Hearing Voice Networks) üzerine yapılan araştırmalar, bunların insanların iyileşmesine yardımcı olma konusundaki "etkililiğine" dair kanıtlar sağlıyor. Kuzey Finlandiya'da geliştirilen ve antipsikotik kullanımının en aza indirilmesini içeren Açık Diyalog tedavisi (Open Dialogue treatment,), Amerika Birleşik Devletleri'nde ve yurt dışında birçok ortamda benimsenmektedir.

Sunucu hakkında: Robert Whitaker psikiyatri tarihi üzerine üç kitap yazmıştır: Amerika'da Deli (Mad in America), Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic) ve Etki Altındaki Psikiyatri (Psychiatry Under the Influenc) -"Lisa Cosgrove ile birlikte yazdığı ikinci kitap. " Kendisi webzini, radyo podcast'leri, sürekli eğitim web seminerleri ve belediye toplantıları aracılığıyla bu konuların araştırılmasını teşvik eden Amerika'da Deli Vakfı (Mad in America Foundation)'nın başkanıdır. Aynı zamanda Temple Tıp Fakültesi'nin psikiyatri bölümünde yardımcı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Bu web semineri, psikoz ve aşırı durumlara yönelik psikolojik ve sosyal yaklaşımları destekleyen bir kuruluş olan ISPS-US tarafından düzenlendi. (a) adresinden ISPS-US hakkında daha fazla bilgi edinebilir, üye olabilir veya çalışmalarımızı bağış yaparak destekleyebilirsiniz.

*BAZI YORUMLAR;
----------------------------
"Psikiyatristler ve ruh sağlığı alanında çalışan kişiler buna kulak asmıyor, gerçeğe inanmayı reddediyor ve oldukları gibi devam etmek istiyorlar. Bu çok korkunç, psikiyatri yüzünden çok fazla hayat yok oluyor." (b)

"%100 Zavallı eski emektar ortağım, Sistem'in onu 20 yıl boyunca esir tuttuğunu söyledi. Doktorların ve sosyal hizmet uzmanlarının iyi niyetli olduklarının farkındayım ama kendisi psikolojik ilaçlara bağımlı hale gelmişti ve aşırı derecede olumsuz tepkiler vardı; korkunç yan etkiler." (c)

"RUH SAĞLIĞI BÜYÜK İLAÇ SEKTÖRÜ, İŞİNİ KAYBETMEK İSTEMİYOR" (d)

"Dr Whittaker paradigmayı değiştirme zamanının geldiği konusunda haklı. Ana akım tıbbi modelin geçerliliğini yitirmiş, insanlık dışı ve başarısız olması nedeniyle, psikoz terapistleri için daha fazla Soteria Evine ve BDT'ye ihtiyaç duyulmaktadır." (e)

"İlacı hiç almayan ya da atlatamayan ve normal, aktif bir hayat yaşayan birçoğumuz var. Nasıl bir araya gelip birbirimize yardım edebiliriz?" (f)

"Birkaç psikotik dönem atlattım ve psikiyatristlerin benim için sadece üzücü bir prognozu vardı ve bana dg paranoid şizofreni verdiler ama bununla elimden geldiğince mücadele ediyorum, kendi üzerimde çalışıyorum, her türlü terapiyi yaptım ve son zamanlarda ilaçları neredeyse sıfıra indirebildim. Ve tam iyileşmenin mümkün olduğuna güçlü bir şekilde inanıyorum.. yine de post-psikotik depresyonlar, abulia ve anhedoni ile ilgili sorunlarım var..  Bu süreci atlatıp iyileşen ve tamamen iyileşen insanlarla iletişime geçmeyi çok isterim, eminim onlardan çok sayıda vardır!" (g)

"...buna katlandığın için üzgünüm. Rahmetli ortağım da aynı durumdaydı... doğal yaklaşımlar önerdiğimde bana karşı sabırsızdı... Kendimi pek iyi ifade edemedim ama vücut inanılmaz bir makine olduğu için fiziksel yaklaşımlara bakardım, örneğin iyi bir doktor onun (alıntı) deliliğinin diyabetik olduğunu söylemişti, bu yüzden benim fikrim şu ki olabilir fiziksel bir unsur olsun. Psikolojik sıkıntının nedeni olmayabilir ancak süper sağlıklı bir beslenme (örneğin şekerli gıdaların azaltılması) kesinlikle zarar veremez. Yeni doktoru altı psikolojik ilacı da bırakıp sadece bir tanesini düşük dozda verdiğinde kesinlikle daha iyi olmuştu. Büyük gelişme; örneğin artık halüsinasyonlar yok." (h)

"Bu videoyu siyasetçiler görmeli. Psikososyal ve aile temelli müdahaleler, çoğunlukla nöroleptiklerin verildiği müdahalelerden çok daha iyidir." (i)

"Nöroleptikler aslında insanların daha dengesiz olmasına neden oluyor. Hasta temelde sedasyona alınana kadar doz artırılır ve hasta bunu 'uygun tedavi' olarak görür. Onları komaya sokabilirler ve psikiyatristler yalnızca yüzeyde görülen semptomları azalttığında sorunu çözmek için kendi kutularını işaretleyeceklerdir. Onlarca yıldır akıl sağlığı sistemine sıkışıp kalan zavallı insanlar, kimyasal kısıtlamanın kötüye kullanılması nedeniyle nörolojik açıdan o kadar hasar görmüşler ki, bir şeye benziyorlar, yanılıyorlar ve 22 numaralı yakalamanın içinde sıkışıp kalıyorlar. Tüm paradigmanın çizim tahtasına geri dönmesi ve bu insanlardan vazgeçmemesi gerekiyor. Bir gün dönüp dönüp yapılanlara utanç ve tiksinti ile bakacaklar." (j) (482)

"Psikiyatrik ilaçlara alternatifler - Seçimler için Sesler (8/13) (483)

"Peter C. Gøtzsche: Ruh Sağlığı Hayatta Kalma Seti, Psikolojik İlaçlardan Kurtulma ve Daha Fazlası
Peter'ın halk sağlığına en büyük katkısı, Avrupa Ombudsmanı'na şikayette bulunulmasını içeren 3 yıllık bir mücadelenin ardından 2010 yılında Avrupa İlaç Ajansı'ndaki klinik çalışma raporlarının arşivlerini (f) açmasıydı. EMA, hastaların çıkarlarını göz ardı ederken yalnızca ilaç endüstrisinin çıkarlarını korumakla ilgileniyordu. Ombudsman, çalışma raporlarında ticari açıdan güvenilir bilgilerin bulunmadığına karar verdi. Peter "büyük beş"te (BMJ (İngiliz Tıp Dergisi), Lancet (Haftalık Hakemli Genel Tıp Dergisi), JAMA (Amerikan Tabipler Birliği Dergisi), Annals of Internal Medicine (Dahiliye Yıllıkları) ve New England Journal of Medicine (Yeni İngiltere Tıp Dergisi)) 75'ten fazla makale yayınladı ve bilimsel çalışmalarına 150.000'den fazla atıf yapıldı. (Nisan 2021 tarihli Web of Science'a göre H-endeksi 83'tür; bu, 83 makalenin en az 83 kez alıntılandığı anlamına gelir) Peter birçok kitabın yazarıdır. Peter'ın son kitaplarını satın almak/indirmek için bağlantılar (bazıları ücretsizdir): scientificfreedom.  -Peter, çok sayıda röportaj verdi ve bunlardan biri - ilaç endüstrisindeki organize suçlarla ilgili - YouTube'da 430.000'den fazla kez izlendi: Dr. Peter Gøtzsche büyük ilaç sektörünü ifşa ediyor.. Peter, 16 Eylül 2014'te New York'taki The Daily Show'da büyük ilaç sektörünün sırlarını açığa vuran Deep Throat rolünü oynadı.  Peter'ın reform çalışmasıyla ilgili bir belgesel film olan Diagnosing Psychiatry (a), 2017'de yayınlandı. Peter'ın istatistik ve araştırma metodolojisine ilgisi vardır. Randomize çalışmalar için CONSORT'un (d), gözlemsel çalışmalar için STROBE'un (e), sistematik incelemeler için PRISMA'nın ve meta-analizler (c) ve deneme protokolleri için SPIRIT (b) ortak yazarıdır. Peter, 1997-2014 yılları arasında Cochrane Metodoloji İnceleme Grubu'nda editör olarak çalıştı. Peter, Danimarka'daki İşitme Sesleri Ağının Koruyucusudur. -Biyografi: Profesör Peter C. Gøtzsche, 1974'te biyoloji ve kimya alanında Yüksek Lisans derecesi ve 1984'te doktor olarak mezun oldu. Dahiliye uzmanıdır; 1975-1983 yılları arasında ilaç endüstrisindeki klinik araştırmalar ve düzenleyici işlerde ve 1984-95 yılları arasında Kopenhag'daki hastanelerde çalıştı. Cochrane Collaboration'ın (kurucusu Sir Iain Chalmers'tır) kurucu ortağı oldu ve 1993'te Nordic Cochrane Center'ı kurdu. 2010 yılında Kopenhag Üniversitesi'nde Klinik Araştırma Tasarımı ve Analizi profesörü oldu ve iki kez Cochrane Yönetim Kurulu üyesi oldu. 2014 yılında Birleşik Krallık'ta Kanıta Dayalı Psikiyatri Konseyi'nin ve 2016'da İsveç'te Uluslararası Psikiyatrik İlaçların Geri Çekilmesi Enstitüsü'nün kurucularındandır. 2019 yılında Bilimsel Özgürlük Enstitüsü'nü kurdu. Halen davalarda araştırmacı, öğretim görevlisi, yazar ve bağımsız danışman olarak çalışmaktadır. Misafir profesör, Newcastle Üniversitesi.." (484)

"Bipolar İlaçlarınızı Durdurabilir misiniz? – Belki İşte Nasıl
Bipolar bozukluk, tekrarlayan depresyon atakları ve hipomani veya mani içeren ciddi bir akıl hastalığıdır. Normalde akut atakları tedavi etmek ve düzeldikten sonra geri gelmelerini önlemek için ilaç tedavisi gerekir. Ancak ilaçsız bir süre giden insanlar var. Ancak bir atak geçirirken çok uzun süre ilaçsız kalırsanız, bu ataklarda tedavi olmadan geçirdiğiniz süre, gelecek atakların tedavisini zorlaştırır. Buna tutuşma etkisi denir. Bipolar bozukluğa yardımcı olabilecek bir terapi kişilerarası ve sosyal ritim terapisidir. Bu tedavinin atakların süresini azalttığı ve gelecek atakların başlangıcını geciktirdiği gösterilmiştir. Bölümler arası dönemde ilaçtan uzak durmaya çalışıyorsanız bu yararlı olabilir. Kişilerarası terapi ilişkilerinizdeki sorunlara odaklanır ve sosyal ritim terapisi düzenli günlük rutinler oluşturmanıza yardımcı olur. (....)" (485)

"Çalışmak İçin En Tehlikeli Yerler: Psikiyatri Koğuşunda Yaşam | Ücretsiz Belgesel
Psikiyatri Koğuşunda Yaşam.. Ücretsiz Belgesel.. "ABD Hapishanesinde Hapishane Gardiyanı Olarak Çalışmak".. Adli Hizmetler'in koğuşları çalışmak için en tehlikeli yerler arasında yer alıyor; bu gizli dünyaya ilk kez kameraların girmesine izin veriliyor. Bu program, neden oldukları travmayla yüzleşen ve bir şans daha umut eden insanların dokunaklı bir anlatımıdır. Koğuşlarda 100'den fazla hasta bulunuyor ve bu hastaların çoğu ciddi şiddet eylemleri gerçekleştirmiş ve cezaevine giremeyecek kadar zihinsel engelli olduğu düşünülüyor. Hastalar eninde sonunda serbest bırakılır ama geçmişte korkunç şiddet eylemleri gerçekleştirmiş bir kişiyi taburcu etmeye nasıl karar verirsiniz? Belgesel, on yıllar boyunca kilit altında kaldıktan sonra taburcu olma ihtimaliyle karşı karşıya kalan hastaları konu alıyor. (....)"

*BAZI YORUMLAR;
--------------------------
"Bu yürek parçalayıcı. Eğer şizofreninin yüzüne hiç bakmadıysanız, anlamıyorsunuz demektir. Hem hasta hem de ailesi için cehennemdir." (a)

"Bu belgeseli çok etkileyici buldum. Bu tesislerde çalışan herkese Chapeau. Benim de yüreğim hastalarla birlikte. Herkesin böyle hissetmediğini biliyorum - bu harika - belgeselin gerçekten iyi yaptığı şey, bu özel hastalarla yapılan çalışmaları ve bakımları altındakiler serbest bırakıldığında onların da ne kadar tehlikede olduğunu göstermek. Şuna bir saat ver.  Buna değer ve sizi bir şekilde değiştirecek belgesellerden biri. Yarın Topluluk'ta yayınlanacak olan bu anket hakkında ne düşündüğünüzü soran anket." (b)

"Ne düşüneceğimi bilmiyorum. Bazılarımız doğuştan kötü mü doğdu? Çok kötü bir çocukluk geçirdim. Şiddet uygulayan ve aşırı içki içen bir baba tarafından zihinsel ve fiziksel olarak istismar edildi. 12 yaşında bir yabancı tarafından cinsel saldırıya uğradı. Annem ve babam ben 5 yaşımdayken, kız kardeşim ise 6+ yaşındayken boşandı ama nedense babam benim ve kız kardeşimin velayetini anneme verdi. 20'li yaşlarımın ortalarına gelene kadar onları bir daha hiç görmedim. 16. doğum günümde evden ayrıldım ve askere gidene kadar sokaklarda yaşadım. 4 yıl içinde sol bacağım uçtu. A kızgın mı, acı mı, intihara meyilli mi? Evet üçü de. Şiddet uygulayarak acımı başkalarından mı çıkardım?  Son 40 yıldır evli olmak, harika şefkatli bir oğula ve iki sevimli torununa sahip olmak benim cevabımdır. Kişisel olarak çocukluğunuzun eylemleriniz için bir mazeret olmaması gerektiğini düşünüyorum; bunda daha fazlası var, örneğin kişinin beynindeki kimyanın bozuk olması gibi." (c)

"Koğuşa gönderildiğim çoğu zaman ikili teşhis ünitesindeydim. Akıl hastalarını üstümüzde yerde tutuyorlar ama belli ki bazıları çatlaklardan kaçıyor. Bölümlenen kişiler veya 5150 kişi en az 72 saat boyunca iradesi dışında orada bulunuyor.  Alkol içiyorum ve bipolar 1'im. Yerdeki bu deliğin üstesinden gelemiyor gibiyim. Hiçbir şeyden mahkum olmadım ve koğuşun içini ve dışını biliyorum. Atmosferi ve çevreyi hissediyorum ve çoğunlukla kendime karşı gerçekten güvensiz hissediyorum. Şehirde gittiğim birkaç yer vardı ve zihinsel olarak yere yerleştirildim ve cehennemde olduğumu düşündüm. İnsanlar bütün gün/gece çığlık atıyor ve duvarlara vuruyorlardı ve orada bu adam yaklaşık 6"10 400 pound hiç duş almamıştı. Oturduğu her koltukta kendisinden sonra kelimenin tam anlamıyla bir leke kalacaktı. Tepesine diktiği kadınları okşuyordu, kadın işçileri köşeye sıkıştırıyordu ve gerçekten ürkütücüydü. Kendimi güvende hissetmediğim veya kötü hissettiğim bir yere yerleştirildiğimde “3 günlük ihbarnameyi” imzalıyorum ve 72 saat sonra topluma uygun görülmezlerse serbest bırakılıyorum. Orada rahatsız edici şeyler gördüm. Onun oda arkadaşı kendini ifşa eden bir adamdı,… oda arkadaşım şizofrendi ve kendisiyle bütün bir konuşma boyunca kelimenin tam anlamıyla ileri geri dolaşıyordu. Uyurken sanki oda titriyormuş gibi hissediyordu, o kadar yüksek sesle horluyordu ki. 3,5 gün sonra oradan çıktım ve hala kabuslar görüyorum ama özgürüm." (d) (486)

**BAZI İÇERİKLER..

"Psikiyatrik ilaç
Psikiyatrik ilaçların neler olduğunu, kullanılmadan önce bilinmesi gerekenleri, yan etkileri ve ilacın bırakılmasıyla ilgili bilgileri açıklıyor.. 'İlaçlarımı almayı bırakmak istersem ne olur?' Aşağıdakiler de dahil olmak üzere, ilacı bırakma konusunda birçok yararlı bilgi için psikiyatrik ilaçları bırakmayla ilgili sayfalarımıza bakın: "Psikiyatrik ilaçları bırakmaya karar vermek, Geri Çekilmeyi planlamak, Yoksunluk belirtileri, Destek Hizmetleri, Psikiyatrik ilaçlara alternatifler, İlaçlarını bırakmak isteyen bir başkasını desteklemek, Çıkmanıza yardımcı olabilecek faydalı organizasyonlar." -Aniden ilacı bırakmaktan kaçının.. Dozunuzu kademeli olarak azaltmak en iyisidir. İlaçları aniden bırakmak (soğuk hindiye gider) yoksunluk semptomlarını daha da kötüleştirebilir ve bazı ilaçlar için tehlikeli olabilir. Aniden bırakmanıza gerek kalmaması için önceden daha fazla ilaç almanız önemlidir. -İlacınız bitiyorsa ve acil reçeteye ihtiyacınız varsa: "Bir doktora görünmenizi veya acil durum reçetesi almanızı ayarlayabilecek NHS 111 (İngiltere) veya NHS 111 (Galler) ile iletişime geçin.. GP muayenehanenizle iletişime geçin ve acil randevu isteyin..  Onların gözetimi altındaysanız yerel kriz ekibinizle (CRHT) iletişime geçin." Acil reçete alma hakkında daha fazla bilgi için NHS web sitesine bakın. -İlaç tedavisini bırakma deneyimim "Gerçekten ihtiyacım olan şey, geçmişime bakacak ve kademeli olarak bırakma konusunda bana yardımcı olacak bir doktordu." (....)" (487)

"Psikotrop İlaçlar Neden Akıl Hastalıklarını İyileştirmiyor - Peki Tedavi Etmeli mi?
Psikiyatrik bozukluklara yönelik farmakolojik tedaviler büyük umut vaat ediyor ve klinik olarak anlamlı semptomlarda iyileşme sağlıyor olsa da, bu tedavilerin bu bozuklukların seyrini değiştirmede daha az etkisi olmuştur. Araştırmacılar "translasyonel araştırma modelini" benimsedikçe, araştırmalar farklı psikotrop ajanların çeşitli beyin sistemlerinin işlevleri üzerindeki etkileri hakkında birçok yeni anlayış sağlamıştır. Bununla birlikte, karmaşık davranışları daha küçük, ölçülebilir davranışsal birimlere ayırmaya ve bu farklı davranışların altında yattığı varsayılan beyin sistemlerini hedef almaya yönelik bu teorik yaklaşım, bu yüzyılda psikiyatrik bozuklukların tedavisini önemli ölçüde iyileştirmek için çok az pratik klinik ilişki sunmuştur. Radikal yeni tedaviler ortaya çıkmadı ve mevcut tedaviler, altta yatan koşullar çözülmeden semptomların giderilmesini sağlamaya devam ediyor. Konuyla ilgili son yayınlar ilerlemenin önündeki engelleri belirlemeye çalışmış ve çeviri yaklaşımının bazı sınırlamalarına dikkat çekmiştir. Bizim pozisyonumuz şudur ki terapötik cephanemizin mevcut sınırlamaları göz önüne alındığında, hem araştırmacıların hem de klinisyenlerin, dilin rolü, kişisel anlatıların yaratılması ve bu gibi faktörlerin akıl hastalığında altta yatan biyolojik yatkınlıklarla nasıl etkileşime girdiği gibi insana özgü faktörlere daha yakından dikkat etmeleri tavsiye edilir.. Patofizyoloji ve kişisel süreçler arasındaki bu etkileşimler, hem psikiyatrik hastalık durumlarının altında yatan biyolojik mekanizmaların in vivo ifadesi hem de terapötik etkinlikteki artışların geliştirilmesi açısından kritik olabilir. Son olarak, akıl hastalığını anlama ve tedavi etme zorluklarını daha etkili bir şekilde ele almak için sinirbilimsel araştırmaları ve klinik uygulamaları daha tutarlı bir şekilde bütünleştirmenin sonuçlarını tartışıyoruz. (....)" (488)

"Psikiyatride tartışmalı tedaviler
Özet. . Psikiyatri tıptaki en tartışmalı tedavilerden bazılarını kullanır. Bunun nedeni kısmen bazılarının, ilgili ruh sağlığı mevzuatının koruması altında, hastanın açık iradesine karşı ve baskı altında uygulanması olabilir.  Elektrokonvülsif tedavi (EKT /ECT "Electroconvulsive therapy") belki de tartışmalı tedavinin arketipidir; Etkili olduğu düşünülse de onu destekleyen araştırmalar beklenenden çok daha az etkileyici. Çocuklukta dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB /ADHD "attention-deficit hyperactivity disorder") için uyarıcı ilaçların reçetelenmesi ve bağımlılık tedavisinde ikame tedavisi (metadon idamesi gibi) güncelliğini koruyor ve siyasi müdahaleye maruz kalacak gibi görünüyor. Eşcinsellik ve psikocerrahi 'tedavisi' geçmişte yaygındı ancak artık nadirdir. Bu konular, yaygın olarak kullanılan tartışmalı tedavilerin nasıl gerileyebileceği ve geçerliliğini yitirebileceği konusunda fikir vermek için tartışılmaktadır. Ancak tecrit ve gizli ilaç uygulamaları hâlâ uygulanıyor ve sıkı bir şekilde inceleniyor. (....)" (489)

"İstemsiz psikiyatrik tedaviyle ilgili sorunlar, zorla psikiyatriye son verin
ANLATIM: İnsanların psikiyatrik tedaviye zorlanmasını savunanlar, “Bu onların iyiliği için” diyor. Bu iyi niyetli gibi görünse de, istemsiz tedavinin çoğu insana yardım etmede gerçekten başarılı olup olmadığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Burada istemsiz tedaviyle ilgili birkaç temel sorunu inceleyeceğiz.

1) Kimi taahhüt edeceğine karar vermede güvenilir bir süreç yoktur. Araştırmalar, doktorların kimin intihar girişiminde bulunacağını veya şiddet içeren bir suç işleyeceğini doğru bir şekilde tahmin edemediğini göstermiştir. Bu, doktorların bir karar vermek zorunda kalmasıyla sonuçlanır ve bir kişinin hastaneden ayrılıp kendisine veya başkalarına zarar vermesi durumunda yasal sorumluluk aldıkları ve/veya tıbbi lisansı kaybetme riskiyle karşı karşıya oldukları için kime karar vereceklerine karar verirken genellikle ihtiyatlı davranırlar.
2) Zorla psikiyatrik tedavi ayrımcıdır. Tedaviye zorlananlar yalnızca psikiyatri hastalarıdır. Duygusal sıkıntılarla mücadele eden insanlar, diğer tüm insanlarla aynı saygıyı hak ediyor. Zorla muameleyi savunanlar, şiddet eylemlerini önlemek için ayrımcılığın haklı olduğunu savunuyor; ancak araştırmalar, psikiyatrik tanı alan kişilerin yüzde 90'ından fazlasının şiddet geçmişinin olmadığını gösteriyor. Ne yazık ki medya, şiddet içeren vakaları teşvik ederek kamuoyunun algısını çarpıtıyor.
3) Psikiyatri hastalarının bakış açısına nadiren inanılır. Psikiyatri hastaları kendi deneyimlerinin güvenilir tanıkları olarak görülmemektedir. Aslına bakılırsa, başlangıçta uzuvlarının hala bağlı olduğuna inanan ampute kişiler için kullanılan tıbbi terim "anosognozi", hasta olduklarına inanmayan psikiyatri hastalarına da uygulanmak üzere genişletildi. Doktorlar, psikiyatrik görüşmede hastaya güvenmek yerine, hasta hakkında bilgi almak için genellikle hastanın aile üyelerine veya başka bir üçüncü tarafa başvururlar.
4) Zorunlu karantina hasta-doktor ilişkisini zedeliyor. Hapishaneden asla kaçamama ihtimaliyle karşı karşıya kalan birçok kişi, tedavi sonuçlarını manipüle etmek için doktorlarına yalan söylediğini bildiriyor. Güç dinamiği, duygusal sıkıntıdan iyileşmede kritik önem taşıyan, insandan insana gerçek bir bağlantı olasılığını bozar. İstemsiz muameleye karşı ilk insan hakları aktivistlerinden biri olan merhum Judi Chamberlin, sistemin aslında durumu daha da kötüleştirebileceğini açıkladı.  "Bireysel failliğin ortadan kalkması, insanların kendi başlarının çaresine bakma yeteneklerine olan güvenlerini yitirdikleri ve kendileriyle ilgilenmek için sisteme bağımlı hale geldikleri yerde, insanları "kurumsallaştırabilir".
5) Kapatma bir tedavi aracı olarak etkili değildir. İntiharı Önleme Kaynak Merkezi'ne göre, psikiyatri hastanesine yatırılmanın gelecekteki intihar girişimlerini önlediğine dair hiçbir kanıt yok.
6) İstemsiz psikiyatrik hastaneye yatış fiziksel ve psikolojik olarak travmatiktir. Bireyler genellikle yardım almak için hastanelere başvururlar ancak aldıkları şey karşısında şok olurlar. Çevre koşulları iyileşmeye elverişli olmadığından duygusal sıkıntıyı artırır. Kısıtlanmak, inzivaya çekilmek ve uyuşturucu kullanmaya zorlanmak travmatize edicidir.

Psikiyatrik hayatta kalanlar, yaşadıkları travmanın yanı sıra, talep etmedikleri ve çoğu zaman karşılayamayacakları tedaviler için de fatura alıyorlar. Bazı reformistler ayakta tedavi uygulamasının veya hastane dışında zorla ilaç vermenin tecrit yerine daha az kısıtlayıcı bir alternatif sunduğuna inanırken, araştırmalar bunun aynı zamanda hastaneye yeniden yatışları ve şiddet oranlarını azaltmada da etkisiz olduğunu gösterdi. Kısacası istem dışı muamele haksız ve zarar vericidir. Peki ne yapılabilir? Bir sonraki bölümümüzde istemsiz tedavilerden kendinizi nasıl kurtarabileceğinize dair en pratik teknikleri paylaşacağız. (...)" (490)

"Neden Bu Kadar Çok Psikiyatri Hastası Zorla Gözaltına Alınıyor ve Tedavi Ediliyor?
1998 yılında Victoria ve Vancouver metropol bölgelerinde serbest araştırmacı gazeteci olarak çalışmaya başladım. Pek çok toplumsal ve sosyal konuyu ele aldım ancak 'insanların psikiyatrik gözaltı ve zorla tedavi deneyimlerine' geri dönmeye devam ettim. Sonunda Amerikalı izleyici kitlesine sahip haber kaynakları için de yazmaya başladım ve sivil bağlılık konusundaki araştırmalarım kıta çapında yayıldı. Röportaj yaptığım ve istemeden tedavi gören ilk kişilerden biri, iri yapılı, sakallı, elli sekiz yaşındaki Gerald McVeigh'di. Olası bir net kesim konusunda bir anlaşmazlık ortaya çıktığında, asırlık Kuzeybatı Pasifik yağmur ormanlarında ağaç kesici olarak çalışıyordu. Çevreciler ile polis çatıştı. Kendi çevresel hassasiyeti ile nafaka ödemelerini karşılamak için daha fazla paraya ihtiyaç duyması arasında sıkışıp kalan McVeigh, patronuyla tartışıp kovulduğunda stresliydi ve zar zor yemek yiyor ya da uyuyordu. Victoria'daki evinde olan ve hâlâ uyumamayan McVeigh, duyularının, düşüncelerinin ve duygularının yoğunlaştığı ve olayların mistik sembolizme büründüğü yüksek bir duruma girdi. Sanki ruhunu arındırır gibi saatlerce kendini ve dairesini yıkadı. “Bir ara Tanrıyla sohbet ediyordum! ” McVeigh bana söyledi. "Her türlü yanılsama yaşıyordum. Sanrılar sanırım.” Ama enerji aynı zamanda korkuyu da beraberinde getirdi; ne oluyordu? McVeigh güven verici kişilerarası bağlantılar arayarak sokağa kaçtı. Arkadaş canlısı bir kadınla göz temasını kaybetmekten korktuğunda polisi aradı. Onu sorguya çekerken bile McVeigh onu tekrar takip etmek için arkasını döndü. Birisi onu yakaladı. McVeigh paniğe kapıldı. McVeigh, "Bir polis memuru beni boğdu" dedi. “İşte bu, hayatım için savaşıyordum diye düşündüm. O kadar çok savaştım ki, kendimi mahvettim ve kendime kızdım. Beni çeltik vagonuna bindirmek için altı kişi gerekti. Ayak bileklerimde prangalar vardı, arkamdan kelepçelendim.” Polis minibüsü psikiyatri hastanesine vardığında daha sakindi. Kendisiyle kısa bir röportaj yapıldı, hemen hastaneye yatırıldı ve sakinleştirici antipsikotik haloperidol ile zorla uyuşturuldu.

McVeigh, ilacın onu zihinsel olarak uyuşturduğunu ve fiziksel olarak bitkin düşürdüğünü söyledi.  Merkezi bir televizyonun sürekli öttüğü beyaz duvarlı, pencere parmaklıklı, steril bir hastane koğuşunda dönüşümlü olarak oturarak ve dolaşarak saatler ve günler geçirdi. Kimse onunla yaşadıkları hakkında konuşmadı. "Biri bana sarılsaydı mutlu olurdum!" bana o söyledi. McVeigh, aşağılayıcı bir güçsüzlük "cehenneminde" sıkışıp kaldığı hissini anlattı. Çok geçmeden 'özgürlüğünü geri almanın tek yolunun elinden geldiğince "normal" davranmaya başlaması olduğunu' fark etti; buraya getirilmeden önce kendini daha yabancı hissetmesine rağmen öyle yaptı. Taburcu olduktan sonra McVeigh'e bipolar bozukluğu olduğu ve hayatının geri kalanında antipsikotik kullanması gerektiği söylendi. Bunun yerine psikiyatrist Peter Breggin'in yaygın tedavilerin zararlarını anlatan Toksik Psikiyatri (Toxic Psychiatry) ve Ateşle Dokunuş (Touched with Fire) adlı kitabını okudu: Manik-Depresif  Hastalık ve Sanatsal Mizaç (Manic-Depressive Illness and the Artistic Temperament) Yazan: Kay Redfield Jamison, 'bipolar bozuklukla etiketlenmiş ve bu durumun birçok sanatçıyı ve düşünürü beslediğine inanan' psikolog. McVeigh ilacı almayı bıraktı, kuzey kıyısındaki gecekondu kampına taşındı ve altı aydan fazla bir süre boyunca baskıyı hafifletti. O zamandan beri, McVeigh genellikle yerleşik hayata geçti, ara sıra arabasının dışında yaşadı ve diğer bazı zor dönemlerde istemsiz olarak kısa süreliğine hastaneye kaldırıldı. 2021 yılında seksen yaşını geçmiş olmasına rağmen hâlâ zorla tedaviye karşı çıkıyordu. “Sana zeki bir insan gibi davranmıyorlar.

Tracy Myers'ın hikayesi çok farklı başladı. İnce, hareketli, omuz hizasında siyah saçlı bir kadın olan Myers, seyahat ederken iki kez cinsel saldırıya uğradığında otuz yaşındaydı. Bir pansiyonda yataktan kalkmak konusunda isteksiz hale geldi. "Cenin pozisyonunda yatıyordum, kapanmıştım ve çok korktum" dedi. "Kendimi küçük bir çocuk gibi hissettim." Daha sonra gözlerinin önünde tezahür edecek şeyleri hayal etti. Ziyaret ettiği güvenli yere binlerce kilometre hızla yürüyebileceğine inanıyordu. Myers, kendisinin bir psikiyatri hastanesine götürülmesine izin verdi; buradaki deneyimi, McVeigh'inkine çarpıcı biçimde benziyordu; vızıldayan televizyondan haloperidol ile zorla uyuşturulmasına kadar. Hemşireler yeterince profesyonel davrandılar ama çoğunlukla cam duvarların arkasında kaldılar, ilaçları kağıt bardaklarda dağıttılar ve çocuklarla konuşur gibi hastalarla konuştular. Diğer hastaların birçoğunun çenesinin gevşek olduğunu ve karıştırdığını ve onun duygularını soran hiçbir terapistin olmadığını söyledi. Dışarıda temiz havada yürümesine izin verilmesi için boşuna yalvardığını hatırladı. Bir noktada Myers'ın şiddetli boyun spazmları vardı. “Gece yarısı başım giderek sağa doğru dönmeye başladı ve bunu durduramadım. Yaklaşık bir saat devam etti. Sanki biri beni sıkıştırıyormuş gibi.Cin/şeytan çıkarıcı (The Exorcist)'teki ele geçirilmiş kıza dönüşmesinden korkuyordu. Daha sonra bir hasta arkadaşından bunun antipsikotik bir yan etki olduğunu öğrendi. Myers, doktorun aile dostu olduğu, evine daha yakın bir hastaneye nakledildi. Psikiyatrist, kullandığı haloperidol miktarı karşısında şok olduğunu ifade etti ve ilacı derhal bırakıp onu taburcu etti. Bir arkadaşı Myers'ı vahşi doğada inşa ettiği ahşap kulübeye yardım etmeye davet etti. Myers, "Bir ay boyunca bu dağa odun taşıdım ve fiziksel olarak çalıştım" dedi. “Beni bedenime geri döndürdü. Alabileceğim en iyi terapi buydu.” Çoğu psikiyatrist, konuşma terapisi ve diğer teknikler konusunda kapsamlı bir eğitim almıştı. Bununla birlikte, 1950'lerde anestezi etkisi olan "nöroleptik" ilaçların (daha sonra "sakinleştirici" ve daha sonra "antipsikotik" olarak pazarlandı) keşfinden sonra, psikiyatri loncalarının siyasi çabaları, yeni mevzuat ve politika değişikliklerinin yanı sıra, hastanelerin öncelikle biyomedikal psikiyatristleri işe alma eğilimini güçlendirdi.. 1990'lara gelindiğinde psikanalistlerin, psikologların, psikoterapistlerin ve tıbbi olmayan diğer ruh sağlığı uzmanlarının çoğu psikiyatri hastanesinde rolleri çok azaldı ya da hiç yoktu. Yine de, McVeigh'inki gibi ruhani tonlarla değişen durumların olduğunu gösteren çok sayıda kanıtın olduğunu yakında öğreneceğim şeyi bana ilk söyleyen Myers oldu, Myers'ınki gibi travmatik durumlar psikiyatri hastaları arasında yaygındır ve çoğu, anlamlarını anlama ve şifa bulma umuduyla duygularını keşfetmeyi tercih eder. Genellikle sakinleştiriciler ve elektroşok tedavisi gibi invaziv biyomedikal tedavileri istemezler ve bunlara iyi yanıt vermezler. Myers, bu tür insanların "zorlandığını, baskı gördüğünü, zorlandığını" söyledi. "Hayatları dinmek bilmez bir teröre dönüşebilir."

Myers daha sonra, alışılmadık bilinç durumları ve zorla tedaviyle ilgili kendi deneyimlerini anlatan Vancouverlı yazar Irit Shimrat'ın halka açık bir okumasına katıldı. Myers, yetenekli, zeki bir kadının delilik hakkında "utanmadan" konuşmasını görmenin kendisi için "devrimci" olduğunu söyledi.  “Onu dinlerken ağladığımı hatırlıyorum. Sahip olduğum düşünceler hakkında hiç kimseyle konuşmadım. Benim için en acı verici şey tecrit ve yalnızlıktı.” Myers, etkinlikte McVeigh ile tanıştı ve insanların olağandışı durumlar ve zorla muameleye ilişkin deneyimlerini paylaşmaları için bir grup kurdular. Myers, kar amacı gütmeyen bir kuruluşta şiddete maruz kalan çocuklara yönelik danışman olarak çalışmaya devam etti ve ardından özel muayenehaneye başladı. Psikotrop ilaç almadı ve bir daha asla psikiyatrik olarak hastaneye yatırılmadı. 2021'de konuştuğumuzda istemsiz tedavi konusunda hâlâ aynı şeyleri hissedip hissetmediğini sordum. "İnsanlar acı çekiyor" dedi. "Onları hücreye tıkıp ilaç vermenin buna çözüm olacağı düşüncesi deliliktir." Bu dönemde Bana deli de (Call Me Crazy)'nin yazarı Irit Shimrat ile de röportaj yaptım: Zorla tedaviye karşı modern aktivizmin tarihi ve bazen hastalar ve eski hastalar tarafından yazılan çeşitli uzun süreli süreli yayınların editörü olan Çılgın Hareketi (Mad Movement)'nden Hikayeler. Şimrat, sanatçılar ve diğerleri deli olarak etiketlenenlerin haklarını savunuyor, beni ruh sağlığı hizmetlerinin istekli müşterileri olarak tanımlayan "tüketiciler", bu "hizmetlerin" gönülsüz kurbanları olarak tanımlayan "hayatta kalanlar" ve her iki gruptan mevcut ve eski hastaları, eleştirel uygulayıcıları ve akademisyenleri, avukatları gevşek bir şekilde birleştiren "çılgın hareket" hakkında eğitti. Shimrat ve ben kalıcı bir dostluk geliştirdik ve onun iki kez on yıldan fazla bir süre bağımsız olarak ve herhangi bir akıl sağlığı sistemine müdahale etmeden yaşadığına tanık oldum. Ancak bu arada, kendisine yakın olan insanların ölümünden kısa bir süre sonra, komşularını endişelendiren veya sinirlendiren perişan, tuhaf davranışlar sergiledi ve bir düzineden fazla kez psikiyatrik olarak hapsedildi. “Burada güzel bir aileye sahip ayrıcalıklı bir çocuktum. Orta sınıf. İyi bir öğrenci," dedi Shimrat, yirmi yaşındayken ilk sivil bağlılık deneyimini anlattı. Hayatında birçok önemli hayal kırıklığı yaşandı ve pek uyumuyordu. Her zaman ilginç bir kişiliği ve zengin bir fantezi hayatı vardı ve bir gece psychedelic LSD'yi aldıktan sonra aşağı inmedi.  Sonraki haftalarda trafik ışıklarını kontrol edebildiğine, başkalarının onun aklını okuyabildiğine ve uzaylı varlıklarla iletişim kurduğuna inandı. Shimrat, bunların çoğunun büyüleyici ve keyifli olduğunu söyledi ancak endişeli babası onu bir doktora götürdü. “Birden hapsediliyorum ve işkence görüyorum. Korkunç bir şoktu.” Derhal şizofreni hastası olarak etiketlenen Shimrat, bir grup erkeğin onu soymasına, sedyeye koymasına ve ona zorla enjeksiyon yapmasına karşı defalarca çığlık attı ve karşılık verdi. Bunu hak edecek ne yaptı, diye sordu kendi kendine. Bazı tuhaf düşünceleriniz vardı ve bazı tuhaf şeyler mi söylediniz? “Bu adaletsizliğin hemen farkına vardım. Kilit altına alınıp antipsikotiklerle zayıflatılma deneyimi çok acımasız.”

Bazı insanların eninde sonunda zihinlerini bastıran ancak onları hala çalışır durumda bırakan tolere edilebilir bir doz bulabildiğini, ancak diğerleri için - özellikle dozaj kararlarına katılmalarına izin verilmediğinde - antipsikotiklerin etkisiz hale getirebileceğini kabul etti. Shimrat, "Antipsikotik kullandığım süre boyunca ölmeyi istemek ile öldüğümü ve cehenneme gittiğimi düşünmek arasında gidip geldim" dedi. “Dünyanın tüm renkleri çekilmişti, sanki her şey griydi ve an be an nerede olduğumu hatırlayamıyordum. Sadece bir çeşit gıcırtı hissi, bitmek bilmeyen bir bıkkınlık ve acı, fiziksel acının yanı sıra düşünememenin acısı da vardı. ” Shimrat, istemsiz tedavi hakkındaki görüşlerin bu kadar kutuplaşmasının bir nedeninin, doğrudan hastalara dayatılan en yaygın psikotrop sınıfı olan antipsikotik sakinleştiricilerin bu en belirgin etkilerine dayandığını söyledi. Krizdeki bir kişi korku dolu veya rahatsız edici davranışlar sergiliyorsa, duyguların anında uyuşması ve düşünce ve davranışların yavaşlaması bazen o kişiye, hatta daha da önemlisi kişinin hayatındaki diğer kişilere rahatlama gibi görünebilir.  Ancak çoğu kişi için antipsikotikler “kimyasal deli gömleği” gibi geliyor. Shimrat, psikiyatri hastanelerindeki deneyimlerinin "sözde akıl hastalığının" "en kötü anlarından bile çok daha kötü" olduğunu söyledi. “Bunun travmasını asla tamamen atlatamayacağım.” Yıllar geçtikçe, özellikle de 2014 yılında bilim muhabiri Robert Whitaker'ın web dergisinde serbest çalışmaya başladıktan sonra Amerika'da Deli (Mad in America), ABD ve Kanada'da sivil bağlılığı deneyimlemiş yüzlerce insanla bağlantı kurdum ve gruplar, kuruluşlar, araştırma makaleleri ve halka açık etkinlikler aracılığıyla daha binlercesinin bakış açılarını topladım. Benzer hikayeler ortaya çıkmaya devam etti: korkutucu polis müdahaleleri, hapishane benzeri gözetim altında soyunma, psikiyatristlerle teşhis konulmadan sadece birkaç dakika önce yapılan toplantılar, iletişimsiz personel, ağır sakinleştirme, tecrit, dört noktalı kısıtlamalar, kasvetli koğuşlarda çürüyen günlere boyun eğme, beklenmedik derecede uzun gözaltılar ve ani tahliyeler ve iyileşmekten çok korku ve travmanın kalıcı etkileri.  Zorba yanlısı psikiyatristler, hükümetler veya kuruluşlar kanıt sunmadan, benim yalnızca çoğu insanın deneyimlerini temsil etmeyen "olağandışı" vakalar hakkında duyduğumu sık sık öne sürerken, ne zaman kaynakların tıbbi kayıtlarını gözden geçirsem, tedaviyi yürüten psikiyatristlerin bu tür vakaları nadiren tipik olarak nitelendirdiklerini fark ettim. Çok nadir olarak gözaltına alındıklarına sevinen insanlara rastladım. Ancak hikayelerini derinlemesine incelediğimde, genellikle tamamen farklı bir şey deneyimlediklerini gördüm. Sağlık personeli onlarla saygılı bir şekilde konuşmuştu. İlaçların etkilerini beğendiler. Tedavi sağlayıcılarıyla hızla işbirliğine dayalı ilişkiler geliştirdiler. Eğer gerçekten öyle olmuşlarsa bile, uzun süre zorla tedavi görmediler. Tedavilere gerçek anlamda direnç gösteren ve sonrasında yaşananlarla ilgili hiçbir eleştirisi olmayan birine rastlamadım.

İstemsiz hastaların, gerçeklikten tamamen kopmuş, kronik deli, tehlikeli deliler olarak resmedildiği klişe bir karikatürleştirme var. Ancak karşılaştığım insanların büyük çoğunluğu, hayatlarının uzun dönemlerini -hapsedilmeden önce ve sonra- market alışverişi yaparak geçirmişlerdi; okula gitti veya bir işte çalıştı; gelişmiş ilişkiler; doğada yürüdüm; umudu, hırsı, can sıkıntısını ve sevgiyi deneyimledi; sanat yarattı; ve temelde sıradan insanların yaptığı çoğu şeyi yaptı. Krizleri ve değişen ruh halleri veya bilinç durumları genellikle ani trajediler, büyük yaşam geçişleri, artan kaygılar, uyku kaybı, evsizlik, kötü beslenme, iş kayıpları, mali stresler, aileyle çatışmalar ve eğlence amaçlı veya reçeteli maddelerin kötüye kullanılması gibi çeşitli kombinasyonların ortasında ortaya çıktı —temel olarak, herkesi potansiyel olarak "uçtan uca" sürükleyebilecek koşullar. Çoğu, başkalarının kafasını karıştıran, korkutan veya rahatsız eden davranışların bir sonucu olarak hastaneye kaldırıldı ve huzuru bozmak veya tehditkar görünmek dışında nadiren şiddete veya kanunları çiğnemeye girişti. Bazıları, o zamanki yıkıcılıklarının kısa süreliğine yakalanmayı hak ettiği konusunda hemfikirdi; ancak neden, kendi istekleri dışında, beyinlerine invazif tıbbi müdahalelere de maruz kaldıklarını sordular. Elbette, konuştuğum bazı insanlar kendilerini ifade etmekte daha fazla zorluk çekiyordu ya da bazen çocukluk istismarı, bağımlılıklar ya da zihinsel engellerle bağlantılı olarak tekrar tekrar hastaneye kaldırılmalarına yol açan içsel zorluklara daha fazla katlanıyorlardı. Ancak bu insanlar, kısıtlamaların, inzivaya çekilmenin ve zorla uyuşturucu vermenin etkilerini daha da kafa karıştırıcı, aşağılayıcı ve korkutucu olarak tanımlama eğilimindeydi. Ve neredeyse herkes suskunluktan söz ediyordu. İnsanların geçmişleri ne olursa olsun ya da krizleri nasıl gelişirse gelişsin, aniden bir hastanede sıkışıp kaldıkları için perişan oldular, sanki yaşadıkları her şey, tüm bakış açıları ve dilekleri artık, gerekirse zorla, derhal kapatılması gereken bir “hastalıktan” başka bir şey değilmiş gibi davranılıyor. Serbest bırakıldıktan sonra tıkacı kaldırmanın hala zor olduğunu düşünüyorlardı. Araştırmalar, haber medyasındaki akıl hastalıklarıyla ilgili haberlerin çoğunun tehlikelilik ve şiddet hakkında olduğunu defalarca ortaya çıkardı; yüzde 10 ila 20'den daha azı, bırakın zorla tedavi gören kişileri, zihinsel bozukluklarla etiketlenen insanlardan alıntı yapıyor. Bu tür boğucu baskı Şimrat'ta sonsuza kadar kaldı. Şimdi altmış üç yaşında olan, zorla hastaneye kaldırılmanın uzun süreli etkisi, bana, onun yaratıcı ruhunun ezilmesi olduğunu söyledi: “[İstemsiz tedavi] beni daha önce kolayca yaptığım kurgu yazamaz hale getirdi. Bir şeyler hayal ettiğin için cezalandırılmanın getirdiği kendinden şüphe duyma, hayal gücünü mahveder. " Shimrat sonuçta deneyimleri hakkında yazarak ve başkaları için platformlar oluşturmaya yardımcı olarak bir dereceye kadar iyileşme ve yaratıcı canlanma buldu. “Zorla psikiyatri baskıdır, susturmaktır” dedi. “Susturulan, baskı gören ve duygularını bastırmaya zorlanan insanlara ses verirseniz, yalnız olmadıklarını anlarlar. Bu yeniden ortaya çıkmanın başlangıcı olabilir.” Yirmi yıldır akıl sağlığı sisteminden gelen en önemli mesaj, katı sivil hakların yanı sıra ciddi bir yatak sıkıntısının olduğu yönündeydi; "koruyucu yasalar, herhangi birinin hastaneye kaldırılmasını ve istem dışı tedavi edilmesini neredeyse imkansız hale getirdi" "en hasta ve en tehlikeli" olanlar bile çoğu zaman gözaltına alınamıyor.

Örneğin, 2013'teki 60 Dakika (60 Minutes) bölümünde, önde gelen şiddet yanlısı psikiyatrist ve yazar E. Fuller Torrey, hastane yataklarının ne kadar az olduğundan bahsetti ve kendisine şu soru soruldu: “Kabul edilmek istemeyen birini kabul ettirmek ne kadar zor? ” Torrey şöyle cevapladı: "Çoğu eyalette neredeyse imkansız. Bazı eyaletlerde yasalarda 'Kendiniz veya başkaları için tehlike oluşturmalısınız' ifadesi yer alır ve hakimler bunu çok çok katı bir şekilde yorumlayabilir. Biliyorsunuz şaka yollu 'Hastaneye kaldırılabilmesi için ya psikiyatristinizi öldürmeye çalışıyor olmanız ya da psikiyatristinizin önünde kendinizi öldürmeye çalışıyor olmanız gerekir' diyoruz. ” Ancak bu, bir gazeteci olarak benim sahada topluluklarda gördüklerimle örtüşmüyordu: Göreceli olarak sıradan sıkıntılar veya insanları okullardan, yaşlılara yönelik tesislerden, işyerlerinden, sübvansiyonlu konutlardan vb. hastanelere tıkan yıkıcı faaliyetler. Ayrıca gerçek rakamlarla da örtüşmüyordu; onları da araştırıyordum. Kuzey Amerika'daki uzun süreli akıl hastanelerinin çoğu kapatıldıktan sonra, sivil psikiyatrik gözaltıların çoğu yıllar yerine günler, haftalar veya aylar sürdü; bu nedenle 1980'lerle ilgili öncesi ve sonrası karşılaştırmaları zorlayıcı. Günümüzde iyi istatistiklere ulaşmak zor; federal, eyalet ve eyalet hükümetleri bunları toplamıyor, tamamını toplamıyor veya kamuya açık olarak paylaşmıyor. Bununla birlikte, bulunabilen makul istatistikler, Amerikalıların ve Kanadalıların, 1990'lardan bu yana istikrarlı ve dramatik bir şekilde artan kişi başına düşen oranlarda zorla gözaltına alındığını gösteriyor. Alberta'da 2008 ile 2017 arasında kişi başına düşen psikiyatrik tutukluluk oranı iki kattan fazla arttı. 2005'ten 2016'ya kadar Britanya Kolumbiyası'nın nüfusu yalnızca yüzde 6 arttı, ancak istemsiz hasta sayısı her yıl ikiye katlanarak yaklaşık 20. 000'e çıktı. Benzer şekilde Ontario'da 2008 ile 2018 yılları arasında nüfus yüzde 10 artarken, psikiyatri hastanesinde istemsiz yatan hastaların sayısı yılda neredeyse iki katına çıkarak 46. 000'e ulaştı. Bazı eyaletlerde, psikiyatri hastanesindeki yetişkin hastaların yaklaşık yarısı ila yüzde 75'i istemsizdi ve genel olarak her yıl 150. 000'den fazla Kanadalının gözaltına alındığı ortaya çıktı. Kalışların çoğu tek seferde on ila otuz günlük dönemler halindeydi ve görünüşe göre ABD'de yaklaşık üç ila on dört gün sürüyordu. Florida'da 2001'den 2016'ya kadar tutukluların sayısı ikiye katlanarak yaklaşık 200. 000'e çıktı; bu sayı nüfus artışını beş kat geride bıraktı. Kaliforniya'da, üç günlük süreler boyunca kişi başına düşen psikiyatrik gözaltı oranları, 1991 ile 2016 arasında yılda yaklaşık yüzde 30 artarak 150. 000'i aştı.  Aynı zaman diliminde Kaliforniya'da nüfusa göre ayarlanmış otuz günlük gözaltı sayısı neredeyse üç katına çıktı ve çocuk tutukluların sayısı da iki katından fazla arttı. Daha sonra bu rakamların eksik olduğu ortaya çıktı ve Kaliforniya'nın bazı büyük ilçelerinde oranlar artık resmi olarak eyalete bildirilenden birkaç kat daha yüksekti. Colorado'da acil psikiyatrik gözaltıların sayısı 2011'den 2016'ya neredeyse ikiye katlanarak 39. 000'e çıktı. ABD Madde Bağımlılığı ve Ruh Sağlığı Hizmetleri İdaresi tarafından tesis yöneticilerinden toplanan ilkel "bir günlük tahminler", tüm psikiyatri hastaneleri veya genel hastanelerdeki kişilerin yüzde 34'ünün zihinsel sağlık nedenleriyle sivil taahhüt yasaları kapsamında gözaltına alındığını bildirdi. (Diğer yüzde 19'u (çoğu büyük devlet hastanelerinde) cezai kovuşturma kapsamında istemsiz hastalardı ve "delilik nedeniyle suçsuz" olduğu gerekçesiyle adli psikiyatri sisteminde gözaltına alınmıştı.)

Ancak bu rakamlar bile hikayenin tamamını anlatmıyordu. Pek çok uzman, her iki ülkede de psikiyatri hastanesindeki hastaların potansiyel olarak yüzde 80 ila 90'ının veya daha fazlasının isteksizce orada olabileceğini öne sürdü. Bunun nedeni kısmen, eğer insanlar aktif olarak yardım ararlarsa, ironik bir şekilde, çoğu zaman hizmetlerin reddedilmesi ve insanları zorlamak için yatak tutmak amacıyla ellerinde uyuşturucuyla evlerine gönderilmeleridir. Ancak bunun nedeni aynı zamanda sivil taahhüdün yasal aracının dolu bir silaha benzememesidir; genellikle tehdidin etrafından dolaşmak ve doktorun emirlerine uymanın daha çabuk özgürlüğe yol açabileceğine dair söz vermek yeterlidir. Konuştuğum birçok kişi gerçekten de isteksiz "gönüllü" hastalar olduklarını söyledi. Sivil taahhütlerle ilgili gerçekler kamuoyunun gözünden o kadar ağır bir şekilde gizleniyor ki, bu kadar güvenilir veriyi toplamak için çok fazla araştırma yapmam ve birçok bilgi edinme özgürlüğü talebim oldu. Ancak 2020'de psikotropik ilaçların etkinliği konusunda araştırma görevlisi ve duygusal sıkıntının "aşırı tıbbileştirilmesini" uzun süredir eleştiren bir araştırmacı olan Kaliforniya Üniversitesi-Los Angeles'ta doktora öğrencisi Gi Lee ve sosyal refah profesörü David Cohen, Psikiyatri Hizmetleri'ndeki beş yıllık araştırmalarının sonuçlarını yayınladı. Benim gibi Lee ve Cohen de pek çok göze çarpan boşluk içeren karmakarışık veriler buldular.  Ancak veri buldukları yirmi dört eyalette, 2014 yılında akıl sağlığı yasaları kapsamında en az 600.000 gözaltı gerçekleşti; tahminlere göre bu sayı ülke genelinde 1,2 milyondu. Nevada ve Indiana gibi bazı eyaletlerde oranlar sekiz yılda neredeyse iki katına çıktı. 2012 ile 2016 yılları arasında sürekli verilere sahip yirmi iki eyalette, psikiyatrik tutukluluklar her yıl ve genel olarak nüfus artışından üç kat daha hızlı arttı. Ve bunlar sadece birçok kez yeniden hastaneye kaldırılan aynı hastalar değildi. Benim de yaptığım gibi Cohen, bu sayıların ayrıştırılabileceği her yerde, tekrar hastaneye yatışların yalnızca yüzde 5 ila 20 arasında olduğunu ve bunların çoğunun yalnızca iki kez olduğunu da buldu. Her 100.000 kişi başına 300'den fazla yetişkinde, ABD ve Kanada'daki psikiyatrik tutukluluk oranlarının, Birleşik Krallık, İsveç, Finlandiya, Almanya, Fransa ve benzer akıl sağlığı sistemlerine sahip diğer birçok Avrupa ülkesindeki oranların iki veya üç katından fazla olduğu ortaya çıktı. . Psikiyatri Hizmetleri'nde yayınlanan bir yorumda, çeşitli üniversitelerden psikiyatristler tehlikelere dikkat çekti. "Tutarlı verilerin yokluğunda" diye yazdılar, halkın bu zorunlu psikiyatrik müdahalelerin adil ve sorumlu bir şekilde uygulandığına dair "hiçbir güvencesi" yok. Ve psikiyatristlerin, bu zorunlu müdahalelerin aslında genel olarak insanlara yardımcı olup olmadığı şeklindeki "temel soruyu" yanıtlayamadıklarını da eklediler. Cohen sohbet sırasında bana "Endişe şu ki, muhtemelen altmış yıl önce yaptığımızın aynısını yapıyor olmamızdır. Benim endişem, akıl sağlığı sisteminin her zaman olduğu kadar, hatta muhtemelen daha da zorlayıcı olması.”

Cohen, verdiği rakamların tamlığından şüphe etmek için birçok nedeni olduğunu söyledi ve bugün her yıl 1,5 milyona yakın Amerikalının psikiyatrik olarak gözaltına alındığından ve buna ek olarak çok sayıda gönüllü hastanın kendini tehdit altında hissettiğinden şüphelendiğini söyledi.  Ancak verilerin daha ayrıntılı ve güvenilir göründüğü yerlerde sayıların daha yüksek olma eğiliminde olduğunu fark ettim. Bu eyaletlerin birçoğunun verilerinin ortalamasını aldığımda, psikiyatrik olarak gözaltına alınan Amerikalıların sayısının yılda 2,3 milyona yaklaştığı tahmin ediliyordu. Her iki durumda da, nispeten daha kısa kalışlar için olsa da, bu sayının, 1950'lerdeki kitlesel psikiyatrik akıl hastanelerinin zirvesinde gözaltına alınan insan sayısının kat kat fazlası olduğu görülüyor. Ve bu rakamlar bile muhtemelen toplumumuzda devam eden psikiyatrik baskının boyutunu çok az gösteriyor. Eyaletler arasındaki oranlarda görülen büyük farklılıklar (otuz üç kata kadar) da Cohen için soru işaretlerine yol açtı. “Neden bu kadar fark var? Bu eyaletlerden biri doğru bir şey mi yapıyor, yoksa yanlış bir şey mi yapıyor? ” Cohen, yeterli veriler olmadan en önemli soruyu nasıl yanıtlayabileceğimizi sordu: "Kendini adamış insanlara ne olur? " Pek çok veri kara deliği onu hayal kırıklığına uğratmıştı. Hükümetlerin iyi veriler topladığı ancak son yıllarda herhangi bir açıklama yapılmaksızın istatistiklerin daha az erişilebilir hale getirildiği Colorado ve Ontario'yu tartıştık. COVID-19 salgını ve karantinalar başladıkça bazı hastaneler görünüşte geçici olarak boşalırken diğerleri ölüm tuzağı haline geldi; genel olarak istatistiklerin ortaya çıkarılması daha da zorlaştı. Cohen'e, elektronik kayıtların olduğu bu çağda birçok veri açığının kasıtlı olduğuna inanıp inanmadığını sordum. Şöyle yanıtladı: “Genel olarak elimizde çok az bilgi var; sistemin işleyişinin bir parçasıdır. Bu anlamda kasıtlıdır. Ama bu bilinçli bir çaba mı?” Cohen'e göre çoğu hükümet ve tedavi sağlayıcı, akıl sağlığı sistemimizin "karanlık kalbini", temel işlevin kitleleri hapsetmek ve kontrol etmek olduğunu kamuoyuna açıklamak istemiyor. "Bunun hoş bir yanı yok. Güzel ve güzel olan hiçbir şey yok. Bu sadece bir dışlama: 'Lütfen onları benden alın. ' Ve bunu onlara yardım etmek için yaptığımızı söylediğimiz için bir tür sistemik uyumsuzluk ortaya çıkıyor. " Sivil taahhüt yetkilerinin, genişleyen koşullar altında giderek artan çeşitlilikte insanlar üzerinde kullanıldığından şüphelendi mi? Cohen, "Evet, sanırım çok ileri gidiyoruz" dedi. “Ama keşke bunu söyleyebilecek daha fazla bilgimiz olsaydı. Gerçekten kim olduklarını bilmiyorum."  -Rob Wipond tarafından yazılan ve BenBella Books tarafından yayınlanan Your Consent Is Not Required'ın izniyle alıntılanmış ve uyarlanmıştır." (491)

** AKIL HASTALIKLARININ (RUH SAĞLIĞI BOZUKLUĞUNUN) ARTMASI ÜZERİNE..

"Dünya Nüfusunun Yarısı Ruh Sağlığı Bozukluğu Yaşayacak
29 ülkede yapılan anketlere dayanan geniş ölçekli çalışma, önemli sağlık sorunlarına yeni bir ışık tutuyor.. Bir bakışta: "-Dünyadaki her iki kişiden biri yaşamı boyunca bir ruh sağlığı bozukluğu yaşayacaktır.. ; - Devasa, koordineli bir uluslararası işbirliği, dünya çapında farklı zenginliklere sahip 29 ülkede 150.000'den fazla yüz yüze anket gerçekleştirdi.. ; -Araştırmadan elde edilen bilgiler, halk sağlığı çalışanlarının, klinisyenlerin ve araştırmacıların, zihinsel sağlık bozukluğu olan kişilerin karşılanmayan ihtiyaçlarına daha iyi yanıt vermelerine yardımcı olabilir.." Harvard Tıp Fakültesi ve Queensland Üniversitesi'nden araştırmacıların ortaklaşa yürüttüğü geniş çaplı bir araştırmaya göre, 'dünyadaki her iki kişiden biri yaşamı boyunca bir akıl sağlığı bozukluğu yaşayacak.' Bulgular, dünyanın her bölgesinden farklı refah düzeylerine sahip 29 ülkede 150.000'den fazla yetişkinin katıldığı yapılandırılmış yüz yüze anketlere dayanıyor. Sonuçlar The Lancet Psychiatry'de yayınlandı. -Büyük hastalık yükü.. Araştırmacılar, sonuçların 'dünya çapında zihinsel sağlık bozukluklarının yüksek prevalansını gösterdiğini, nüfusun yüzde 50'sinin 75 yaşına kadar en az bir bozukluk geliştirdiğini' söyledi. Araştırmacılar, bulguların 'birçok farklı popülasyonda zihinsel bozuklukların ortaya çıkış sıklığı ve zamanlaması hakkında değerli bilgiler sağladığını' söyledi. HMS Blavatnik Enstitüsü'nde McNeil Ailesi Sağlık Hizmetleri Politikası Profesörü Ronald Kessler, UQ Queensland Beyin Enstitüsü'nde ortak profesör John McGrath ve diğer 27 ülkeden meslektaşları, HMS merkezli DSÖ'nün Dünya Ruh Sağlığı Araştırması Girişimi kapsamında 2001 ile 2022 yılları arasında toplanan verileri analiz etti. Girişimin baş araştırmacısı Kessler, "Zihinsel bozukluklar dünya çapında büyük bir sağlık sorunudur ve karşılanmamış büyük bir tedavi ihtiyacı vardır" dedi. "Önleme ve tedavi için birçok ölçeklenebilir müdahale geliştirilmiş olsa da, tahsis çoğu zaman optimalin altındadır. Bu çalışma, bu müdahalelerin faydasını optimize etme çabalarını hedeflemede yardımcı olabilecek önemli bilgiler sağlıyor." (.....)" (492)

"Ruhsal bozuklukların başlangıç yaşı ve kümülatif riski: 29 ülkeden nüfus anketlerinin ülkeler arası analizi
Özet.. Arka plan.. Yaşam boyunca ortaya çıkan ruhsal bozuklukların sıklığı ve zamanlamasına ilişkin bilgi, halk sağlığı planlaması için temel öneme sahiptir. Koordineli genel nüfus araştırmalarından elde edilen bu bilgilere ilişkin geniş, ülkeler arası tahminler en son 2007'de güncellenmiştir. Başlangıç yaşı dağılımları, yaşam boyu yaygınlık ve hastalık riskine ilişkin güncellenmiş ve geliştirilmiş tahminler sağlamayı amaçladık.  -Yöntemler.. Bu ülkeler arası analizde, 2001 ve 2022 yılları arasında yürütülen, koordineli bir dizi kesitsel, yüz yüze topluluk epidemiyolojik araştırması olan Dünya Ruh Sağlığı araştırmalarına katılan 18 yaş ve üzeri katılımcılardan elde edilen verileri analiz ettik.  Anketlerde, tamamen yapılandırılmış bir psikiyatrik tanı görüşmesi olan DSÖ Bileşik Uluslararası Tanı Görüşmesi, cinsiyete göre yapılan anketlerde 75 yaşına kadar 13 DSM-IV ruhsal bozukluğun başlangıç yaşını, yaşam boyu yaygınlığını ve hastalık riskini değerlendirmek için kullanıldı. Etnik köken değerlendirmesi yapmadık. Anketler, seçim olasılığına ve görülme oranlarının standart hatalarına uyum sağlamak üzere coğrafi olarak kümelenmiş ve ağırlıklandırılmıştır ve kümülatif olay eğrileri, verilerin ağırlıklandırılması ve coğrafi kümelenmesi dikkate alınarak, çakı tekrarlı replikasyon simülasyon yöntemi kullanılarak hesaplanmıştır. -Bulgular.. 12 düşük gelirli ve orta gelirli ülke ve 17 yüksek gelirli ülke dahil olmak üzere 29 ülkedeki 32 anketten 156 331 katılımcıyı dahil ettik; 85. 308 (%54. 5) kadın katılımcı ve 71 023 (%45. 4) erkek katılımcı dahil . Herhangi bir ruhsal bozukluğun yaşam boyu yaygınlığı erkek katılımcılar için %28. 6 (%95 GA 27. 9–29. 2) ve kadın katılımcılar için %29. 8 (29. 2–30. 3) idi. 75 yaşına gelindiğinde herhangi bir zihinsel bozukluk için morbidite riski, erkek katılımcılar için %46,4 (44,9–47,8), kadın katılımcılar için ise %53,1 (51,9–54,3) idi. İlk başlangıcın koşullu olasılıkları yaklaşık 15 yaşında zirveye ulaştı; ortalama başlangıç yaşı erkek katılımcılar için 19 (IQR 14-32) ve kadın katılımcılar için 20 yıldır (12-36). En yaygın iki bozukluk, erkek katılımcılar için alkol kullanım bozukluğu ve majör depresif bozukluk, kadın katılımcılar için ise majör depresif bozukluk ve spesifik fobidir.

Tercüme.. 75 yaşına gelindiğinde nüfusun yaklaşık yarısı, bu Makalede ele alınan 13 zihinsel bozukluktan bir veya daha fazlasını geliştirmeyi bekleyebilir. Bu bozukluklar tipik olarak ilk olarak çocukluk, ergenlik veya genç yetişkinlik döneminde ortaya çıkar. Hizmetler, yaygın görülen zihinsel bozuklukları hızlı bir şekilde tespit edip tedavi etme ve yaşamın bu önemli aşamalarında insanlara uygun bakımı optimize etme kapasitesine sahip olmalıdır. (....) -Sonuçlar.. 12'si düşük ve orta gelirli, 17'si yüksek gelirli ülke olmak üzere 29 ülkede gerçekleştirilen 32 WMH araştırmasından veriler elde ettik. Bu anketlere 156 331 katılımcı dahil edilmiştir (85. 308 [%54. 5] kadın katılımcı ve 71. 023 [%45. 4] erkek katılımcı). Tüm anketlerdeki genel ağırlıklı yanıt oranı %63. 6 idi (tablo 1). 32 anketin 21'i (%66) ulusal temsili hanehalkı örneklerine, 11'i (%34) ise bölgesel örneklere dayanmaktadır. Etnik köken değerlendirilmedi. -Tartışma.. 29 ülkedeki WMH araştırmalarına dayanarak, 75 yaşına gelindiğinde yaklaşık iki kişiden birinde söz konusu zihinsel bozukluklardan en az birinin gelişeceğini tahmin ettik. Kadın katılımcılarda anksiyete ve duygudurum bozuklukları sıklığının daha yüksek olduğunu, erkek katılımcılarda ise dışa yönelim bozukluklarının görülme sıklığının daha yüksek olduğunu bulduk. Bulgularımız başlangıç yaşı dağılımlarına ilişkin önceki çalışmalara göre daha doğru tahminlere dayanmaktadır ve birçok ruhsal bozukluğun ortaya çıktığı fikrini desteklemektedir. (....)" (493)

"Kriz Gerçek
Kanada ve dünya, sağlığı bozan, hayatları tehdit eden ve ekonomilere zarar veren bir ruh sağlığı krizinin pençesinde. Gerçekleri bilmek yeni umut yaratmanın ilk adımıdır.. Yalnızca başlıkları okursanız sorunun tüm kapsamını kaçırırsınız. Bağımlılıklar da dahil olmak üzere akıl hastalıkları, son birkaç yılda medyanın ve genel olarak Kanadalıların akıllarında daha fazla yer edinirken, çoğu insanın, krizin hem toplumsal hem de kişisel düzeyde gerçekte ne kadar büyük, külfetli ve potansiyel olarak zarar verici olduğuna dair hâlâ gerçek bir anlayışa sahip olmadığını söylemek doğru olur. Rakamlar kesinlikle yalan söylemez. -Bu Küresel Bir Sorun ve Biz Bağışık Değiliz.. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, şu anda 'yaklaşık 450 milyon insan akıl hastalıklarıyla' mücadele ediyor ve bu da akıl hastalığını dünya çapında engelliliğin önde gelen nedeni haline getiriyor. Burada, evimizde 6,7 milyondan fazla kişiyi etkiliyor. Aslına bakılırsa her iki Kanadalıdan biri 40 yaşına geldiğinde akıl hastalığına sahip oluyor ya da geçirmiş oluyor. Bunun gibi endişe verici istatistikler yalnızca hepimizin öyle ya da böyle dahil olması gerektiğinin altını çiziyor. (.....)" (494)

"Araştırmaların gözden geçirilmesi, zihinsel bozukluğu olan ebeveynlerin çocuklarında riskin arttığını ortaya koyuyor
Raporun yazarları, önlemenin anahtarının, psikiyatrik bozukluğu olan bireylerin erken teşhis edilmesi ve çocukları için önleyici tedbirlerin uygulanması olduğunu söylüyor.. Yüzlerce çalışmanın gözden geçirildiği yeni bir inceleme, 'akıl hastalığı olan kişilerin çocuklarının, aynı ve farklı bozukluklardan muzdarip olma riskinin daha yüksek olduğunu' gösteriyor. Bunun nedeni, bazı ailelerde diğerlerinden daha sık görülen bu rahatsızlıkları teşvik eden genetik ve çevresel faktörlerin birleşimidir. Dünya Psikiyatrisi bilimsel dergisinde yakın zamanda yayınlanan 211 çalışmanın gözden geçirilmesi, bu artan riski, en az bir ebeveyni etkilenmiş olan yaklaşık üç milyon çocuk ve ailede akıl hastalığı tanısı olmayan 20 milyon kişiyle ilgili verileri kontrol olarak inceleyerek ölçmeye çalışıyor. . (....)" (495)

"2023'te her beş çocuk ve gençten birinde olası ruhsal bozukluk görüldü
Yeni bir anket, İngiltere'de '8 ila 25 yaş arasındaki beş çocuk ve gençten birinin 2023'te olası bir zihinsel bozukluğa sahip olduğunu' gösteriyor. NHS İngiltere tarafından bugün yayınlanan İngiltere'deki Çocukların ve Gençlerin Ruh Sağlığı 2023 raporu, 2023 yılında sekiz ila 16 yaş arasındaki çocukların %20,3'ünün olası bir zihinsel bozukluğa sahip olduğunu ortaya koydu. Bu oran 17-19 yaş grubunda yüzde 23,3, 20-25 yaş grubunda ise yüzde 21,7 oldu. 2017 ile 2020 yılları arasında olası ruhsal bozuklukların oranlarındaki artışın ardından, 2022 ile 2023 arasında tüm yaş gruplarında yaygınlık benzer düzeylerde devam etti. Katılımcılara ayrıca 2017 anketinden bu yana ilk kez yeme bozuklukları hakkında da sorular soruldu. 2023'te 17-19 yaş arası gençlerin %12,5'inde yeme bozukluğu vardı; bu oran 2017'de %0,8'di. 2017 ile 2023 yılları arasında bu yaş grubundaki oranlar hem genç kadınlarda (%1,6'dan %20,8'e) hem de genç erkeklerde (%0,0'dan %5,1'e) arttı. Bu yılki anket ayrıca 20 ila 25 yaş arasındakilerin %5,9'unun yeme bozukluğu olduğunu, 2017'deki %0,5'e kıyasla 11 ila 16 yaşındakilerin %2,6'sında yeme bozukluklarının tespit edildiğini ortaya çıkardı - 2023'te kızlarda (%4,3) erkeklere (%1,0) göre dört kat daha yüksek oranlar var. (....)" (496)

"Amerika'da Stres 2023: Toplu travmanın psikolojik etkileriyle boğuşan bir ulus
Amerikan Psikoloji Derneği tarafından yapılan yeni bir anketin sonuçlarına göre, ABD toplumu Kovid-19 salgını sonrasında 'kolektif bir travmanın psikolojik etkilerini yaşıyor' gibi görünüyor. Psikologlar, yaşamın "normale dönüş" şeklinde yüzeysel bir şekilde tanımlanmasının, 'travma sonrası zihinsel ve fiziksel sağlık' üzerindeki etkileri gizlediği konusunda uyarıyor. Harris Poll tarafından APA adına 18 yaş ve üzeri 3. 000'den fazla ABD'li yetişkin arasında gerçekleştirildi. Ülke çapında yapılan Amerika'da Stres (Stress in America) 2023 anketinin sonuçlarına göre, Kovid-19 salgınının başlangıcından bu yana devam eden uzun vadeli stres, sağlık durumu üzerinde önemli bir etkiye sahip oldu; rapor edilen 'ruh sağlığı sorunları ve kronik hastalıklarda önemli bir artış' görüldü. Anket, 35 ila 44 yaş arasındakilerin kronik sağlık koşullarında pandemiden bu yana en önemli artışı bildirdiğini ortaya çıkardı; 2019'daki %48'e kıyasla 2023'te bu oran %58'di. 35 ila 44 yaşlarındaki yetişkinler de akıl sağlığı teşhislerinde en yüksek artışı yaşadılar - 2019'daki %31'e kıyasla 2023'te %45'i akıl hastalığı bildirdi; ancak 18 ila 34 yaşlarındaki yetişkinler 2023'te hâlâ %50 ile en yüksek akıl hastalığı oranını bildirdi. Yaşları 35 ila 44 arasında olan yetişkinlerin, 2019'a kıyasla bugün kendilerine ciddi stres yaratan faktörlerin para (%77'ye karşı %65) ve ekonomi (%74'e karşı %51) olduğunu bildirme olasılıkları daha yüksekti. (....)" (497)

"DiNapoli: Mevcut Psikiyatri Yatakları Reddedildiğinden Akıl Hastalığı Olan New Yorkluların Yüzdesi Arttı
Devletin Yatak Sayısını Artırma Çabaları Yavaş Yavaş İlerliyor.. Federal verilere göre, 2021-2022'de New Yorkluların akıl sağlığı ihtiyaçları büyük ölçüde arttı; yetişkinlerin %21,1'i akıl hastalıklarıyla ve %5,1'i ağır akıl hastalıklarıyla mücadele ediyor. 2013 ile 2022 yılları arasında eyaletin kamu ruh sağlığı sistemi tarafından hizmet verilen bireylerin sayısında %23'lük bir artış oldu ve yaklaşık 900.000 kişi bu hizmetlerden yararlandı. Devlet Denetçisi Thomas P. DiNapoli tarafından hazırlanan bir rapora göre, ruh sağlığı hizmetlerine yönelik artan ihtiyaç, Nisan 2014 ile Aralık 2023 arasında eyalet çapındaki yatılı psikiyatri tesislerinde 990 yatak kaybıyla, yani kapasitede %10,5'lik bir düşüşle aynı zamana denk geldi. DiNapoli, "Artan bakım talebini karşılamak için acilen ruh sağlığı hizmetlerinin artırılmasına ihtiyaç var" dedi. "COVID salgınını arkamızda bıraktıktan sonra New York, yatan hasta psikiyatri yatağı kapasitesini yeniden sağlama ve tele-sağlık hizmetlerini koruma ve genişletme çabalarını iki katına çıkarmalı." -Ruh Sağlığı İhtiyaçlarında Artış.. Eyalet Ruh Sağlığı Dairesi (OMH "Office of Mental Health") ve federal Madde Bağımlılığı ve Ruh Sağlığı Hizmetleri İdaresi'nin (SAMHSA "Substance Abuse and Mental Health Services Administration") Ulusal İlaç Kullanımı ve Sağlık Araştırması'na (NSDUH "National Survey on Drug Use and Health") göre herhangi bir akıl hastalığıyla (AMI "any mental illness") yaşayan New Yorkluların yaygınlığı ve sayısı son yıllarda arttı; SAMHSA verilerine göre 2021-2022'de 3,2 milyondan fazla yetişkin New Yorklu AMI hastasıydı. Herhangi bir akıl hastalığı vakası özellikle 18 ila 25 yaş arasındakiler arasında %30 ile yüksekti. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'ne (NIMH) göre AMI, bilinen tüm akıl hastalıklarını kapsar ve hiç bozulmadan hafif, orta ve hatta ciddi bozulmaya kadar değişen, etkisi değişebilen zihinsel, davranışsal veya duygusal bir bozukluk olarak tanımlanır. Tanım gelişimsel ve madde kullanım bozukluklarını kapsamamaktadır. (....)" (498)

"Akıl Hastalıkları, Özellikle Yaşamın Sonraki Dönemlerinde Demans Riskini Artırabilir
Araştırmalar 'zihinsel bozukluklarla nörolojik bozukluklar arasında ayrılmaz bir bağlantı olduğunu' ortaya koyuyor.. 2021 yılında, o zamanlar 77 yaşında olan Sharon Niederhaus, 50 yılı aşkın kocasını kaybetti. Kızı Kristin Henry, annesinin daha sonra asla eskisi gibi olmadığını söyledi. Bayan Henry, kendisinden ve erkek kardeşinden söz ederek, "Her iki ebeveynimizi de aynı anda kaybetmiş gibiyiz" dedi. Bayan Niederhaus, kocasının ölümünün ardından çok içki içti. Alkol kullanımı ilk olarak sekiz yıl önce, felç geçirdikten sonra bakıcısı olduğunda artmıştı; öldükten sonra durum daha da kötüleşti. Bir başka endişe verici gelişme ise eski patronu olduğunu iddia eden bir dolandırıcıyla mesajlaşmaya başlamasıydı. İki yıl boyunca onu yüzbinlerce dolarla dolandırdı. Bayan Henry ve erkek kardeşi, annelerine yardım etmek için her şeyi denediler: Müdahale yaptılar, telefonuna el koydular, vekalet alıp rehabilitasyona gönderdiler. Bütün bu zaman boyunca sorunlarının alkolle ilgili olduğunu düşünüyorlardı; doktorları onun da muhtemelen kederinden dolayı beyin bulanıklığı yaşadığını söyledi.. (....)" (499)

"Ruh Sağlığı Sorunları Artıyor mu?
Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, 'dünya çapında ruh sağlığı sorunları artıyor.' Son zamanlarda, Coronavirüs Hastalığı 2019 (COVID-19) salgını ve artan sosyal medya kullanımı suçlanmıştır. Aksine, bazıları artan zihinsel sağlık sorunlarının bir efsane olduğunu düşünüyor. Özellikle COVID-19'la ilgili düzensiz verilerin ortaya çıkmasından önce ve artan kişisel bildirimler, akıl sağlığında her halükarda değerlendirilmesi zor olan efsanevi bir salgının sorumlusu olarak görülüyordu. (....)" (500)

"Ruh Sağlığının Kötüleşmesinin 4 Olası Nedeni
Amerika Birleşik Devletleri'nde 'her yıl milyonlarca kişi zihinsel sağlık koşullarından' etkileniyor.. ABD'de giderek daha fazla insan zihinsel ve duygusal sıkıntılarla yaşıyor: 2019'da ABD'li yetişkinlerin yaklaşık %19,86'sı zihinsel sağlık sorunu yaşadı. Ruh sağlığının kötüleşmesinin olası nedenleri arasında sosyal medya kullanımı, izolasyon veya yalnızlık gibi faktörler yer alıyor. Ancak aile öyküsü ve diğer sağlık durumlarıyla ilgili deneyimler gibi diğer faktörler de rol oynayabilir. İşte bilmeniz gerekenler. (...)" (501)

**COVİD -19 SALGININDA PSİKİYATRİDE ARTIŞ..

"COVID-19 salgını dünya çapında anksiyete ve depresyon prevalansında %25'lik bir artışı tetikliyor
Ruh sağlığı hizmetlerini ve desteğini artırmak için tüm ülkelere uyandırma çağrısı.. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) bugün yayınladığı bilimsel bir rapora göre, COVID-19 salgınının ilk yılında 'küresel anksiyete ve depresyon yaygınlığı %25 oranında büyük bir artış' gösterdi. Özette ayrıca kimlerin en çok etkilendiği vurgulanıyor ve salgının ruh sağlığı hizmetlerinin kullanılabilirliği üzerindeki etkisi ve bunun salgın sırasında nasıl değiştiği özetleniyor. Akıl sağlığı koşullarındaki olası artışlara ilişkin endişeler, ankete katılan ülkelerin %90'ını, ruh sağlığı ve psikososyal desteği, COVID-19 müdahale planlarına dahil etmeye yöneltmişti, ancak büyük boşluklar ve endişeler devam ediyor. DSÖ Genel Direktörü Dr Tedros Adhanom Ghebreyesus, "COVID-19'un dünyanın ruh sağlığı üzerindeki etkisine ilişkin şu anda sahip olduğumuz bilgiler buzdağının sadece görünen kısmı" dedi. "Bu, tüm ülkelere ruh sağlığına daha fazla dikkat etmeleri ve halklarının ruh sağlığını desteklemek konusunda daha iyi iş yapmaları için bir uyandırma çağrısıdır." (...)" (502)

"COVID-19 salgınının ikinci dalgası sırasında Almanya'nın Berlin kentindeki bir psikiyatri acil servisinde yeni başlayan psikiyatrik bozukluklarla başvurularda artış - retrospektif kesitsel bir çalışma
Soyut.. Giriş.. Çok sayıda çalışma, COVID-19 salgını nedeniyle depresyon belirtilerinin yanı sıra kaygı ve sıkıntıda da artış tespit etse de, pandemi sırasında yeni başlayan psikiyatrik hastalıkların incelendiği çalışma sayısı oldukça az.  -Yöntemler.. Bu çalışma, salgının ikinci dalgası sırasında Almanya'nın Berlin kentindeki bir psikiyatri acil servisinde (pED) yeni başlayan psikiyatrik tanıların sayısına odaklanmaktadır. (yani 09/15/2020 - 03/01/2021 = COVİD-19 dönemi) pandemi öncesi zamanlarla (09/15/2019 - 03/01/2020 = kontrol dönemi) karşılaştırıldığında Yaş, cinsiyet, evsizlik, polis nezaretinde bulunma ve aile ilişkisi gibi değişkenlere dayalı potansiyel risk gruplarını araştırmak için tanısal alt gruplara odaklandık ve lojistik regresyon analizi yaptık.

Sonuçlar..
 Genel olarak, COVID-19 döneminde yeni başlayan psikiyatrik tanılarda %59,7 oranında artış görüldü. Şu tanılarda artışlar gözlendi: Yeni başlayan madde bağlantılı ve bağımlılık bozuklukları (+%192,5), depresif bozukluklar (+%115,8), şizofreni spektrumu ve psikotik bozukluklar (+%113,3) ve anksiyete bozuklukları (+%63,6) . Bu teşhis alt gruplarının, polis nezaretinde bulunmanın yanı sıra, COVID-19 döneminde yeni başlangıçlı pED sunumlarını öngördüğü bulundu. İlginçtir ki, COVİD-19 döneminde yeni başlayan psikiyatrik hastalıklar grubunda iş kaybı ve yalnız yaşama oranlarının daha yüksek olduğu, aile ilişkilerinde ise göreli bir azalma gözlendi. -Tartışma.. Bu çalışmada, COVID-19 enfeksiyonlarının ve COVID-19 sonrası sendromun yeni başlayan hastalıkların artışında önemli bir rol oynaması pek olası değildir.  -Çözüm: Bulgularımız, pandemi sırasında yeni başlayan psikiyatrik hastalıklarda dolaylı faktörlerin rolünün altını çiziyor ve gelecekteki pandemik kontrol politikaları için bir uyarı niteliğinde olmalı. (....)" (503)

"COVID-19 bağlamında mevcut ruhsal bozuklukların yaygınlığında artış: ülke çapında tekrarlanan kesitsel araştırmaların analizi
Soyut.. Amaçları.. Birleşmiş Milletler, Kovid-19'a bağlı ruh sağlığı krizi konusunda uyarıda bulundu; ancak mevcut çalışmalarda güvenilir bir temel analiz bulunmadığından veya tanısal bir ölçüm kullanılmadığından ruhsal bozuklukların yaygınlığında bir artış olup olmadığı bilinmemektedir. COVID-19 salgını öncesinde ve sırasında ruhsal bozuklukların yaygınlığındaki eğilimleri analiz etmeyi amaçladık. -Yöntemler.. Hem Kasım 2017'de (n = 3306; %54 kadın) hem de Mayıs 2020'de (n = 3021; %52 kadın) kurumsallaşmamış Çek yetişkinlerinden (18+ yaş) oluşan temsili bir örnek üzerinde tekrarlanan kesitsel anketlerden elde edilen verileri analiz ettik. Ana tarama aracı olarak Mini Uluslararası Nöropsikiyatrik Görüşmeyi (MINI) kullandık. Tanımlayıcı istatistikler hesapladık ve mevcut ruh hali ve anksiyete bozukluklarının, intihar riskinin ve alkolle ilişkili bozuklukların başlangıçta ve CZ'de ilgili tecrit hala devam ederken, COVİD-19'un ilk zirvesinin hemen sonrasındaki yaygınlığını karşılaştırdık. Ayrıca lojistik regresyon kullanarak, COVID-19 ile ilgili endişeler ile zihinsel bozuklukların varlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.

Sonuçlar.. Mevcut en az bir ruhsal bozukluğun semptomlarını yaşayanların yaygınlığı, 2017'de 20,02 (%95 GA = 18,64; 21,39) olan başlangıç seviyesinden, 2020'de COVID-19 salgını sırasında 29,63'e (%95 GA = 27,9; 31,37) yükseldi. Hem majör depresif bozukluğun yaygınlığı (3,96, %95 GA = 3,28; 4,62'ye karşı 11,77, %95 GA = 10,56; 12,99); ve intihar riski (3,88, %95 GA = 3,21; 4,52'ye karşı 11,88, %95 GA = 10,64; 13,07) üç katına çıktı ve mevcut anksiyete bozuklukları neredeyse iki katına çıktı (7,79, %95 GA = 6,87; 8,7'ye karşı 12,84, %95 GA = 11. 6; 14. 05). 2020'de alkol kullanım bozukluklarının yaygınlığı 2017'dekiyle yaklaşık olarak aynıydı (10,84, %95 GA = 9,78; 11,89'a karşı 9,88, %95 GA = 8,74; 10,98); ancak haftalık aşırı içki içme davranışlarında önemli bir artış vardı (%4,07'ye karşı %6,39). COVID-19'un hem sağlık hem de ekonomik sonuçlarına ilişkin güçlü endişeler, artan zihinsel bozukluk olasılığıyla ilişkilendirildi. (sırasıyla 1,63, %95 GA = 1,4; 1,89 ve 1,42, %95 GA = 1,23; 1,63)  -Çözümler.. Bu çalışma, özellikle tecrit sırasında hizmet sunumunda ortaya çıkan engeller göz önüne alındığında, COVID-19 ile ilgili zihinsel sağlık sorunlarının toplumlar için büyük bir tehdit oluşturduğuna dair endişelerle eşleşen kanıtlar sunuyor. Bu bulgu, küresel çapta ruh sağlığının geliştirilmesi ve önlenmesine yönelik acil ihtiyacı vurgulamaktadır. (....)" (504)

** Covid aşılarının şizofreniye (/akıl hastalığına) sebep olması..

* Covid aşılarının şizofreniye (/akıl hastalığına) sebep olabileceğini gösteren bazı bilimsel çalışmalar..

"COVID aşılamasının ardından şizofreninin maskesinin düşürülmesi
GİRİŞ.. Aşılama, Kovid-19 aşısına karşı temel bir önleyici strateji olarak ortaya çıktı. Literatürde yakın zamanda yapılan bir incelemede, 'COVID-19 aşılamalarından sonra 14 psikiyatrik belirti vakasını' sunan 11 raporun varlığı bildirildi, psikoz (n = 5) en sık görülen belirti olup, bunu zihinsel durumlardaki değişiklikler (n = 3), fonksiyonel nörolojik bozukluk (n = 3), mani (n = 2) ve depresyon (n = 1) takip etmektedir. Bu vakaların çoğu, 'aşının ilk dozundan sonra' bildirildi (n = 10) ve hastaların yaş aralığı 18 ile 74 arasında değişiyordu. COVİD-19 aşısı ve psikiyatrik bulgulara ilişkin verilerin halen sınırlı olduğu göz önüne alındığında, Covishield aşısı ile COVİD-19 aşılaması sonrası ortaya çıkan şizofreni olgusunu sunuyoruz.

VAKA TANIMI.. 40 yaşında, evli olmayan, lisansüstü eğitim almış ve işsiz, hastalık öncesinde iyi uyum sağlamış bir kadın, geçmişinde veya ailesinde herhangi bir ruhsal bozukluk öyküsü bulunmayan, herhangi bir COVİD-19 enfeksiyon öyküsü bulunmayan kişiye 2021 yılının ortalarında 1. doz COVİD-19 aşısı (Covishield) yapıldı. Aşının yapıldığı günün akşamı 'çarpıntıya bağlı baş ağrısı ve göğüste rahatsızlık' şikayeti başladı. Aynı gece doğru düzgün uyuyamadı. Ertesi günden itibaren korkulu ve huzursuz olduğu gözlendi. İkinci gece de uyuyamadı ve gece boyunca volta atmaya devam etti. Ertesi günden itibaren korku ve şüphelerini dile getirmeye başladı. Üçüncü gün psikiyatri uzmanına başvuran hastaya 'akut geçici psikotik bozukluk' tanısı konularak olanzapin 5 mg/gün tablet başlandı. Ancak belirtileri kötüleşmeye devam etti ve dördüncü günden itibaren görümcesine karşı zulüm gördüğü (yani ona zarar vermeyi planladığı) sanrılarını dile getirmeye başladı ve günün büyük bölümünde mevcut olan ve hasta için çok rahatsız edici olan işitsel halüsinasyonların olduğunu bildirdi. Bu semptomlar 'belirgin psikososyal işlev bozukluğuna' yol açmıştır. Sonraki on gün boyunca semptomlar artmaya devam etti ve kilo alımı (10 günde yaklaşık 2 kilo) ve sedasyon nedeniyle bir hafta sonra olanzapin'i bıraktı. Sonraki üç ay boyunca gizlice olanzapin 5 mg/gün verilmesine rağmen semptomları kötüleşti. Bunun üzerine kendisi bizim ortamımıza getirildi. Ayrıntılı değerlendirme sonrasında hastaya ICD-10 kriterlerine göre şizofreni tanısı konuldu. Hemogram, karaciğer fonksiyon testi, böbrek fonksiyon testi, açlık kan şekeri, lipid profili, tiroid fonksiyon testi ve beynin manyetik rezonans görüntülemesi şeklinde nörogörüntüleme gibi rutin incelemelerinde herhangi bir anormallik ortaya çıkmadı. Ayrıca sistemik lupus eritematozus, Wilson hastalığı ve porfiriyi destekleyen fizik muayene ve araştırmalardan elde edilen hiçbir kanıt yoktu. Uygunluk sorunları ve test tesisinin yerel olarak mevcut olmaması nedeniyle otoimmün paneli yapılamadı. Olanzapin ve aripiprazol ile ilgili yeterli denemeler yapıldı, ancak hiçbir önemli iyileşme ve dayanılmaz yan etkiler görülmedi.  (Olanzapin ile aşırı sedasyon, kilo alımı ve amenore, aripiprazol ile ise herhangi bir yan etki görülmemesine rağmen iyileşme görülmedi). Daha sonra klozapin başlanarak 75 mg/gün dozuna çıkarılan hastanın psikopatolojisinde belirgin iyileşme görüldü ve işlevselliği düzeldi. Şu anda düzenli takibine devam etmekte olup klozapin 75 mg/gün tedavisini sürdürmektedir. Hastaya aşının ikinci dozu yapılmadı.

TARTIŞMA.. COVID-19 aşılarını takiben psikiyatrik belirtiler bildiren önceki vaka raporlarında psikoz, mani, fonksiyonel nörolojik semptomlar ve depresyonun ortaya çıktığı bildirilmişti. Ancak tüm bu raporlar derneğin kısa vadeli sonuçlarını bildiriyordu. Yazılı vaka raporlarında olduğu gibi indeks vakada da psikotik belirtiler aşının ilk dozundan hemen sonra ortaya çıktı. Hastalık öncesi şizotipal özellikleri olan bir hastada, aşılamadan sonra şizofreninin başladığını belgeleyen önceki bir raporun aksine, indeks vakada bu tür bir predispozan faktör yoktu. İlk psikotik kırılmalar bu yaşlarda çok nadir görülür ve hastamızda düşünce dağınıklığı görülmedi. Baskın semptomları işitsel halüsinasyonlar ve kötülük görme sanrılarıydı ve ilk değerlendirmede içgörüsü zayıftı. Aşılamanın ardından psikozun ortaya çıktığını bildiren önceki raporlarda, semptomların aşı gününde 12 gün gibi geç bir sürede ortaya çıktığı belirtiliyordu.  İndeks vakada belirtiler aşılama gününde ortaya çıktı ve beş aydan uzun süre devam etti. Daha önce bildirilen vakaların aksine, indeks vakada 'antipsikotiklere dirençli olan ve klozapin gerektiren uzun süreli psikoz' gelişmiştir. Naranjo skalasına göre hastanın puanı 6 idi (önceki kesin raporlar: +1; Şüpheli ilacın uygulanmasından sonra ortaya çıkan olumsuz olay: +2; İlaç kesildiğinde veya spesifik bir antagonist uygulandığında advers reaksiyon iyileşir: +1; Kendi başına reaksiyona neden olabilecek ilaç dışında hiçbir alternatif neden yoktur: +2, bu da olası bir advers reaksiyona işaret etmektedir. -Sonuç olarak, COVİD-19 aşısının bazı kişilerde psikozun maskesini nadiren ortaya çıkarabildiği söylenebilir. Bununla birlikte, literatürde sadece az sayıda COVID-19 aşısı sonrasında psikiyatrik belirtilerin görüldüğü vakalar bildirildiğinden, toplumun genelinin COVİD-19 aşısı olmaktan çekinmemesi gerekmektedir. (....)" (505)

"COVID-19 aşılarına psikiyatrik advers reaksiyonlar: Yayınlanmış vaka raporlarının hızlı bir incelemesi
Soyut.. COVID aşılarına karşı psikiyatrik advers reaksiyonlara ilişkin mevcut raporları gözden geçirmeyi amaçladık. İlgili raporları belirlemek için PubMed ve Google Scholar gibi elektronik veritabanları tarandı. 14 psikiyatrik reaksiyon vakasını tanımlayan toplam 11 rapor bulduk; bunlar çoğunlukla değişen zihinsel durumlar, psikoz, mani, depresyon ve fonksiyonel nörolojik bozukluktur. İndeks vaka genellikle genç veya orta yaşlı bir yetişkindi. Tüm raporlar mRNA veya vektör bazlı aşıların kullanımına ilişkindir. Tüm vakalarda 'semptomun başlangıcı aşılamadan sonraki 10 gün içindeydi'; bu nedenle dikkatli olunması gereken yüksek riskli bir dönem gibi görünüyor. -1. Giriş.. Devam eden COVID-19 salgını, insanların sağlığı ve geçim kaynakları, sosyal ağlar ve küresel ekonomiler üzerinde derin olumsuz sonuçlar doğuran, zamanımızın en büyük halk sağlığı krizini temsil ediyor. Bulaşıcı salgınlarla ilgili önceki deneyimlere dayanarak aşılamanın, devam eden salgınla mücadelede en etkili çözüm olduğu düşünülmektedir. Gıda ve İlaç İdaresi gibi düzenleyici kurumlar, uzun deneme ihtiyacını ortadan kaldırmak ve salgının ilerlemesini sınırlamak için aşılara acil kullanım izni vermiştir (Pandey ve diğerleri, 2021). COVID-19 enfeksiyonunun iyileşmesinin ardından bir dizi nöropsikiyatrik belirti tanımlanmıştır; bunlar, düzensiz immünomodülasyon dahil olmak üzere bir dizi olası mekanizmaya atfedilmiştir (Jasti ve diğerleri, 2021). Bu derginin, 'COVID-19'un psikiyatrik etkileriyle ilgili bilgileri yaymaya odaklanmış olması' ilgi çekicidir (Tandon, 2021). COVID 19 virüsüne karşı aşılama, gerçek enfeksiyona benzer bir bağışıklık reaksiyonuna neden olduğundan benzer sekelleri tetiklemesi beklenebilir. Literatürde, COVID-19 enfeksiyonunu takiben çeşitli psikiyatrik belirtileri tanımlayan vaka raporları zaten yer almıştır. Bugüne kadar, apaçık uygulama ve politika sonuçlarına rağmen, bu bağlamda mevcut kanıtların sentezine yönelik herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Bu nedenle, COVİD-19 aşısı sonrasında görülen psikiyatrik sekellere ilişkin raporların bu türden ilk incelemesi olacağına inandığımız çalışmayı gerçekleştirdik..

-2.Arama stratejisi ve çalışma seçimi.. (....) ; -3.Akut konfüzyon durumları (....) ; -4.Psikoz (....) ; -5.Duygusal bozukluklar (....) ; -6.Fonksiyonel nörolojik bozukluk (FND) (....) -7.Tartışma.. Dahil edilen raporların neredeyse yarısı genç veya orta yaşlı yetişkinlerin vakalarını tanımladı. Bu gözlem, Faz III randomize kontrollü çalışmalardan ve federal olarak desteklenen gözetim programlarından elde edilen bulgularla tutarlıdır (Baden ve diğerleri, 2021, Klein ve diğerleri, 2021). Her iki cinsiyet de eşit derecede etkilenmiş gibi görünmektedir; Muhtemelen raporların sınırlı sayıda olması nedeniyle net bir üstünlük sağlanamamıştır.  Önceki kohort çalışmaları ve incelemeler, 'kadın cinsiyeti ile COVID aşılamasından sonraki olumsuz etkiler arasında bir ilişki olduğunu' bildirmişti (Beatty ve diğerleri, 2021, Vassallo ve diğerleri, 2021); bu, kadınlar arasında 'daha yüksek aşı reaktojenitesi ve hormonal, mikrobiyota ve genetik tepkilerin rolüyle' açıklanmaktadır (Venkatakrishnan ve diğerleri, 2021).  Bildirilen psikiyatrik belirtilerin neredeyse yarısı, viral bir vektör aşısı olan Oxford-Astrazeneca aşısının uygulanmasından sonra meydana geldi. Önceki karşılaştırmalar, 'viral vektör bazlı aşıların, mRNA aşılarına kıyasla daha büyük sistemik yan etkilerle ilişkili olduğunu' göstermiştir (Klugar ve diğerleri, 2021, Menni ve diğerleri, 2021). Bununla birlikte, bir aşıyla ilgili daha fazla sayıda olumsuz rapor, kullanım için erken onay alan Astrazeneca aşısında olduğu gibi, aşının nispeten daha uzun bir süre ortalıkta kalmasıyla da bağlantılı olabilir. Tam virüs inaktive edilmiş aşıların kullanımında herhangi bir psikiyatrik yan etki bildirilmemiştir. Kesin nedenler belirsiz olsa da bu durum, mRNA aşılarına kıyasla daha zayıf immünojeniteye bağlı olabilir (Lim ve diğerleri, 2021).

Olumsuz etki raporlarının üçte ikisinden fazlası ilk aşı dozunun alınmasından sonra gerçekleşti. Şu anda 'aşılama sonrası psikiyatrik advers reaksiyonların' nasıl yönetileceği konusunda bir fikir birliği yoktur. Spesifik olarak, ikinci dozun kısıtlanıp kısıtlanmayacağı veya mevcut başka bir aşıya geçilip geçilmeyeceği belirsizliğini koruyor.  İncelenen raporlarda, 'ilk doz aşının alınmasından sonraki 0-10 gün içinde psikiyatrik belirtilerin başladığı' kaydedildi. Bu nedenle, 'COVID aşılamasını takip eden ilk iki hafta boyunca psikiyatrik yan etkilerin' daha fazla izlenmesi gerekebilir. Aşılamayı takiben psikozun ortaya çıkması, vücudun SARS-CoV-2'ye karşı bağışıklık tepkisinden kaynaklanıyor olabilir. Spesifik olarak, aşının uygulanması, 'pro-inflamatuar sitokinlerin T-yardımcı hücre aracılı çıkışına yol açan hücresel bir bağışıklık reaksiyonunu' ortaya çıkarır (Grover ve diğerleri, 2022). Bazı bireylerde bu, sitokin fırtınasına ve NMDA reseptörünün hipofonksiyonuna yol açarak dopaminde artışa neden olabilir; bu psikotik bir durumu tetikleyebilir (Grover ve diğerleri, 2022). Aşılama sonrası psikozun diğer varsayılan nedenleri arasında anti-NMDA ensefaliti yer alır (Flannery ve diğerleri, 2021, Hilaire ve diğerleri, 2021). İndeks vakalarının çoğunda aşı yapılmadan önce herhangi bir psikiyatrik hastalık öyküsü yoktu. Aşılamadan önce daha önce COVID-19 enfeksiyonu geçirme öyküsü, fiziksel olumsuz reaksiyonların görülme ihtimalinin daha yüksek olmasıyla ilişkilendirilmiştir (Beatty ve diğerleri, 2021). Bunun psikolojik olumsuz reaksiyonlar için doğru olup olmadığı daha fazla araştırmayı hak etmektedir. Beş vakada sunum sırasındaki COVID negatif test durumundan bahsedilirken, bir hastada indeks sunumundan dört ay önce COVID testi pozitif çıkmıştı; diğerleri için bu veriler mevcut değildi. Sonuç olarak aşılama genel olarak güvenli bir prosedürdür. Ancak küçük bir azınlık, 'COVID-19 aşılamasının ardından ciddi psikiyatrik advers reaksiyonlaryaşamaktadır.  Gözlemlerin kontrolsüz olması nedeniyle, COVİD-19 aşıları ile rapor edilen olumsuz etkiler arasında nedensellik bağının kurulamayacağı vurgulanmalıdır. Bununla birlikte, mevcut kanıtlara göre, genç yaş ve viral vektör aşılarının uygulanması, özellikle aşının ilk 10 günü içinde bu tür reaksiyonlarla daha büyük bir ilişkiye sahip olabilir. COVİD-19 aşılarının psikiyatrik yan etkilerine ilişkin sistematik olarak veri toplanmasına ihtiyaç vardır. Bu amaçla, veri toplanmasına ve risk faktörlerinin tanımlanmasına yardımcı olmak amacıyla hem birinci hem de üçüncü basamak sağlık merkezlerinde kayıtların tutulmasını öneriyoruz. Bu aynı zamanda potansiyel olarak önleyici stratejileri de bilgilendirecektir. COVID-19 aşılamasının ardından psikiyatrik advers reaksiyonların izlenmesi ve yönetilmesi konusunda bir fikir birliğine varılması gerekmektedir. (...)" (506)

"COVID-19 aşılarına psikiyatrik advers reaksiyonlar: Yayınlanmış vaka raporlarının hızlı bir incelemesi
Öne Çıkanlar.. "-Farklı COVID-19 aşılarına karşı psikiyatrik advers reaksiyonlara ilişkin yayınlanmış raporları inceledik.. ; -Dört ana tipte advers reaksiyon kaydedildi.. ; -Raporların neredeyse yarısı genç veya orta yaşlı yetişkinlerin vakalarını tanımlıyordu.. ; -Bildirilen psikiyatrik belirtilerin neredeyse yarısı viral vektör aşısının uygulanmasıyla bağlantılıydı.. ; -Reaksiyonların çoğu aşının alınmasından sonraki ilk 10 gün içinde meydana geldi; bu da bunun yüksek riskli bir dönem olabileceğine işaret ediyor.." -Soyut.. COVID aşılarına karşı psikiyatrik advers reaksiyonlara ilişkin mevcut raporları gözden geçirmeyi amaçladık. İlgili raporları belirlemek için PubMed ve Google Scholar gibi elektronik veritabanları tarandı. 14 psikiyatrik reaksiyon vakasını tanımlayan toplam 11 rapor bulduk; bunlar çoğunlukla değişen zihinsel durumlar, psikoz, mani, depresyon ve fonksiyonel nörolojik bozukluktur. İndeks vaka genellikle genç veya orta yaşlı bir yetişkindi. Tüm raporlar mRNA veya vektör bazlı aşıların kullanımına ilişkindir. Tüm vakalarda semptomun başlangıcı aşılamadan sonraki 10 gün içindeydi; bu nedenle dikkatli olunması gereken yüksek riskli bir dönem gibi görünüyor. (....)" (507)

"COVID-19 Çağında Aşıya Bağlı Psikoz Etiyoloji Olarak Dikkate Alınması Gerekiyor
Bu, psikiyatrik, travma, aile öyküsü veya kişilik patolojisi olmayan, mRNA-1273 (Moderna) koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19) aşısını alan ve bir ay içinde akut paranoid durum geliştiren kafa karıştırıcı bir hasta vakasıdır.. -Vaka Raporu.. Bayan A, 3 ay boyunca psikoz yaşadıktan sonra ayakta tedavi gören psikiyatri bölümüne başvuran 45 yaşında Asyalı Amerikalı bir kadındır.  Yeni başlayan paranoyası ve işitsel halüsinasyonları, ikinci mRNA-1273 (Moderna) COVID-19 aşısını aldıktan 1 ay sonra başladı. 18 yıllık işini aniden bıraktı ve yemek yemeyi bıraktı; 4 ayda 56 kilo verdi. Hasta, insanların onu dolabında veya banyosunda kapalı bir kapının arkasında görebileceğine inandığı için yalnızca karanlıkta giyiniyordu. Bütün gün volta atıyor ve yıllardır yaptığı ev işlerini yapmayı bırakıyordu.  Gece yarısı kocasını uyandırıp, komşuların ona zarar vereceğine ve evlerine gireceklerine onu ikna etmeye çalışıyordu. Kendisini bu olayların gerçek olmadığına inandırmaya çalıştığında sinirlendi. Bu mantıksız korku nedeniyle geceleri sadece 2-3 saat uyuyor ve artık yatak odasında uyumuyor, uyumak için kendini banyoya kilitlemeyi tercih ediyordu.  Kendisi hakkında konuşan insanların fısıltılarını duyuyordu ve onlarla tam bir konuşma sürdürüyordu. Bunu yalnızca bir odada, kapısı kapalıyken yapardı. Ailesi ona kiminle konuştuğunu sorardı ve yine sinirlenirdi. Klinisyene, ailesine bu kişilerin gerçek olduğunu ve kendisinde bir sorun olmadığını açıklamaları gerektiğini söyledi. Duygulanımı tamdı ve konuşma hızı gibi psikomotor aktivite de dikkat çekici değildi. (....)

Tartışma.. Bu hastanın ikinci mRNA-1273 (Moderna) COVID-19 aşısını alana kadar herhangi bir nöropsikiyatrik veya akıl hastalığı öyküsü yoktu. Akut başlangıçlı şiddetli paranoyası kendiliğinden düzelmedi. Antipsikotik ilaç tedavisi semptomları azaltmada yardımcı oldu, ancak hastalık öncesi işlevselliğe geri dönmek için yeterli değildi. Derinlemesine bir tıbbi inceleme, semptomlarına bir açıklama getiremedi. Moderna aşısının 250 milyondan fazla dozu uygulandı. Bu vaka, bu yazının yazıldığı sırada, mRNA-1273 (Moderna) COVID-19 aşısının uygulanmasından kısa bir süre sonra yeni başlayan psikozun ikinci raporudur. İlk vaka, hastalık öncesi küme A özelliklerine sahip 30'lu yaşlarında bir erkeği içeriyordu. Kontrastlı BT kafasında subkortikal ve periventriküler beyaz cevherde hiperintensiteler olduğu görüldü. Bu bulgu, akut intrakranyal inflamatuar yanıtın potansiyel etiyolojik ilişkisini destekledi. Hasta, risperidon 3 mg ile düzeldi, bu nedenle ketiapin başarısız olduğunda bu ilacı kullandık. Ayırıcı tanıda anti-NMDA reseptör ensefaliti düşünülebiliyordu ancak hastamızın anti-NMDA antikor taraması negatifti. Deliryum, demans veya felç bu semptomlara neden olabilirken, bu rahatsızlıklara dair hiçbir kanıt yoktu. Guillain-Barre sendromu gibi demiyelinizan hastalıklar, viral vektör aşılarıyla ilişkili bilinen yan etkilerdir, ancak mRNA aşılarını kullananlarda böyle değildir. Canlı, gerçekçi görsel halüsinasyonlar, felç veya intraserebral kanamanın neden olduğu pedünküler halüsinozla ilişkilidir ve COVID-19 ile ilişkilendirilmiştir. Hastamızın kafa tomografisinde pons, talamus ve bazal ganglionlarda kanama veya iskemi saptanmadı. Düşük D vitamini düzeyleri hastalığın ortaya çıkmasına katkıda bulunmuş olabilir ancak D vitamini replasmanı psikozunu iyileştirmedi. (...) -Çözüm.. Aşılanan hastaların çoğunda psikiyatrik yan etkiler gelişmezken, mRNA-1273 (Moderna) COVID-19 aşısından sonra nadir olarak psikoz görülmesi mümkündür. Alışılmadık yeni başlangıçlı psikoz hastalarında, olası bir potansiyel etiyoloji olarak yakın zamanda aşı uygulanma öyküsü dikkate alınmayı hak etmektedir. (...)" (508)

"Şizofreni hastalarında COVID-19 aşısının psikiyatrik belirtilere etkisi: Retrospektif bir çalışma
Soyut.. Amaç, şizofreni hastalarında COVID-19 aşısının 'anksiyete, depresyon, stres algısı ve psikiyatrik semptomlar' üzerindeki etkisini ve şizofreni hastalarında 'psikiyatrik semptomların şiddetinin aşı tereddütüyle ilişkili olduğunu' araştırmaktı. Hastanede yatan ve Kovid-19 aşısı alan 273 şizofreni hastasında ve aşılamayı reddeden 80 hastada hem aşılamadan önce hem de sonra ruh sağlığı belirtileri değerlendirildi. Çalışma, aşılamanın psikiyatrik semptomlar üzerindeki etkilerini ve aşılama davranışı ile psikolojik sıkıntı arasındaki potansiyel ilişkiyi değerlendirdi. Bulgularımız, 'COVID-19 aşısının, yatan yaşlı hastalarda şizofreni semptomlarında küçük bir kötüleşme ile ilişkili olduğunu' göstermektedir. Ayrıca aşı davranışının hastanede yatan şizofreni hastalarında kaygı, depresyon ve stres algısını artırabilmesi, pandemi bağlamında çalışan ruh sağlığı ekibini de etkileyebilir. Çalışma, şizofreni hastalarının zihinsel sağlık durumlarının, özellikle aşılama davranışıyla bağlantılı olarak, COVID-19 salgını sırasında izlenmesinin önemini vurguluyor. Şizofreni hastalarında COVID-19 aşısının psikiyatrik semptomlar üzerinde gözlenen etkilerinin altında yatan mekanizmaları daha iyi anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. (...)" (509)

** Bu da Covid aşısının bazı psikiyatrik rahtasızlıklarda kısa süreli iyileşmeye neden olduğuna dair bir çalışma..

"COVID-19 aşısı olan yetişkinlerde depresif ve anksiyete semptomlarında kısa süreli azalmalar olduğu bildirildi
İsveçli yetişkinler üzerinde yakın zamanda yapılan bir araştırma, 'koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19) aşılarıyla aşılama öncesinde ve sonrasında zihinsel sağlık semptomlarının yaygınlığını araştırdı. Çalışma PLOS ONE dergisinde yayınlandı.. -Arka plan.. Şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2'nin (SARS-CoV-2) neden olduğu COVID-19 salgını, küresel olarak hem enfekte hem de enfekte olmayan bireylerin ruh sağlığı durumunu önemli ölçüde olumsuz etkiledi.  Ağır enfekte bireylerde, muhtemelen SARS-CoV-2'nin neden olduğu nöroinflamasyon nedeniyle, depresyon ve anksiyete dahil olmak üzere psikiyatrik bozuklukların gelişme riskinde artış gözlemlenmiştir. Doğrudan enfeksiyonun yanı sıra, pandemiye bağlı sosyal kısıtlamalar ve enfeksiyona yakalanma korkusu, enfekte olmayan bireylerin ruh sağlığının bozulmasına neden oldu. COVİD-19 aşıları dünya çapında hastalığın vakalarında ve şiddetinde önemli bir azalmaya yol açtı. Ancak aşılamanın ruh sağlığı ve refahı üzerindeki etkisi tam olarak anlaşılamamıştır. Mevcut çalışmada bilim insanları, COVID-19 aşılarıyla aşılanan bireylerde 'ruh sağlığı semptomlarında kısa süreli değişiklikler olduğunu' belirledi. (....) -Önemini inceleyin.. Çalışma, çok sayıda İsveçli yetişkin arasında 'COVID-19 aşılamasından sonra depresif ve anksiyete belirtilerinin yaygınlığında kısa vadeli bir iyileşme olduğunu' ortaya koyuyor. Yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi, ilişki durumu, sigara içme alışkanlığı, eşlik eden hastalıkların varlığı, psikiyatrik hastalık öyküsü ve SARS-CoV-2 enfeksiyon durumu ne olursa olsun, ikinci aşılamadan sonra iyileşme daha belirgin hale gelir. Bilim adamlarının da belirttiği gibi, katılımcılar devam eden çalışmalardan veya sosyal medya kampanyalarından seçildiğinden, çalışmada seçim yanlılığı yaşanabilir. Bu nedenle katılımcıların COVID-19 aşısı ve ruh sağlığı sonuçları konusunda farklı statüleri olabilir. Ayrıca çalışma, aşılanma ve zihinsel sağlık durumu hakkında kişilerin bildirdiği bilgileri analiz etti; bu da maruziyetin ve sonuçların yanlış sınıflandırılmasına yol açabilir. Araştırmada katılımcılar arasındaki sosyoekonomik farklılıklar ele alınmamıştır. Ancak bu tür farklılıklar, ruhsal bozuklukların yanı sıra bireysel olarak Kovid-19 aşısı isteğini de etkileyebilir. Bu sınırlamalara rağmen çalışma, COVID-19 aşılarının yalnızca hastalık şiddetini azaltmada etkili olmadığını, aynı zamanda 'zihinsel sağlığı ve refahı iyileştirmede' de etkili olduğunu vurguluyor. Çalışma, genel nüfusun ruh sağlığı durumunun genel olarak iyileştirilmesi için aşı konusunda tereddütlü bireyleri hedef alan sosyal yardım kampanyalarının başlatılmasını desteklemektedir. (...)" (510)

"COVID-19 Aşılamasının Psikiyatrik Olumsuz Olaylarla İlişkisi Yok: Bir Meta-Analiz
Soyut.. Coronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19), Aralık 2019'dan bu yana küresel bir sağlık sorunudur. Aşılama, yaygın olarak Kovid-19 salgınını önlemenin en iyi yolu olarak görülüyor ancak aşıların güvenliği konusunda kamuoyunun endişeleri devam ediyor. Aşılananlarda olumsuz etkileri bildiren birçok çalışma vardır. Ancak bugüne kadar, COVID-19 aşısının psikiyatrik yan etkilerle ilişkisine ilişkin henüz bir meta-analiz yapılmamıştır.  Bu meta-analizde Ocak 2020'den Nisan 2022'ye kadar PubMed, Cochrane ve Embase'de COVID-19 aşısı sonrası depresyon, anksiyete ve sıkıntı üzerine yapılan çalışmalar araştırıldı. Toplam örneklem büyüklüğü 462. 406 olan dört çalışmada depresyonun OR'si 0,88 (%95 GA; 0,75, 1,03) ve anksiyetenin OR'si 0,86 (%95 GA; 0,71, 1,05) olarak elde edilmiştir. Ancak gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. İki çalışmadaki ortalama sıkıntı farkı -0,04 (%95CI; -0,05, -0,02; p < 0,0001) idi. Moderatör analizi sonucunda evli kişilerde aşı sonrası depresyon ve anksiyetenin daha az yaşandığı, beyaz kişilerde ise aşı sonrası depresyonun diğerlerine göre daha düşük olduğu belirlendi. Ayrıca, COVID-19 enfeksiyonu geçmişi olan kişilerin aşılamadan sonra daha depresif ve kaygılı olduklarını da tespit ettik. COVID-19 aşısının depresyon ve anksiyetenin kötüleşmesiyle ilişkili olmadığını öne sürüyoruz. (....)" (511)

"Akıl Hastalıkları Kovid-19 Çığır Açan Enfeksiyonla Bağlantılı
Yeni araştırmalar, psikiyatrik bozuklukların, özellikle yaşlı yetişkinler arasında artan Kovid-19 enfeksiyonu riskiyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Aoife O'Donovan (PhD, California Üniversitesi, San Francisco) liderliğindeki araştırmacılar "Psikiyatrik bozukluklar, sosyodemografik ve tıbbi faktörlerin ötesinde, çığır açan enfeksiyonlarla önemli ölçüde ilişkili olmaya devam etti, bu da ruh sağlığının diğer risk faktörleriyle birlikte dikkate alınmasının önemli olduğunu ortaya koyuyor" diye yazıyor. Psikiyatrik bozukluğu olan bireylere "yeniden aşılamalar ve SARS-CoV-2 taramasının arttırılması, halk sağlığı kampanyaları veya klinik bakım sırasında COVID-19 tartışmaları dahil diğer kritik önleyici çabalar için öncelik verilmesi gerektiğini" ekliyorlar. Çalışma 14 Nisan'da JAMA Network Open'da çevrimiçi olarak yayınlandı.  (....)" (512)

**Covid aşılarının kalp, beyin vb gibi sağlık sorunlarına yol açması..

NOT: Youtube (/GOOGLE), artık kovid aşılarının zararları ve bu aşılardan  yaralananların haberleri ile ilgili videolara da mı yer veriyor?.. İlginç bir durum.. Google-Youtube'de  artık "aşı karşıtı" oldu herhalde.. :))

*VİDEOLAR;

"Çalışma Bulgularına göre, COVID Aşıları Kalp ve Beyin Bozukluklarında Küçük Bir Artışla Bağlantılı
Küresel Aşı Veri Ağı (Global Vaccine Data Network) tarafından yakın zamanda hakemli olarak değerlendirilen bir çalışma, Pfizer, Moderna ve AstraZeneca gibi şirketlerin ürettiği 'COVID aşılarının nadir görülen kalp, beyin ve kan bozukluklarıyla bağlantılı olduğunu' ortaya çıkardı.. (...)

*BAZI YORUMLAR;
 "İkna edilmeniz, hatırlatılmanız, baskı altına alınmanız, yalan söylenmesi, teşvik edilmeniz, zorlanmanız, zorbalığa maruz kalmanız, sosyal olarak utandırılmanız, suçluluk duygusuna kapılmanız, tehdit edilmeniz, cezalandırılmanız ve suç sayılmanız gerekiyorsa… Eğer tüm bunlar sizin uygunluğunuzu kazanmak için gerekli görülüyorsa; Tanıtılan şeyin sizin çıkarınıza olmadığından kesinlikle emin olabilirsiniz.” -Ian Watson" (a)

 "Gerçekten olumsuz yan etkiler olan yan etkiler konusunda hiçbir zaman araştırma yapılmayacak. Neden ? ? ? Kâr amacı güden büyük şirketler milyarlarca doları tehlikeye atamaz. Hikayenin sonu." (b) (513)

"Yeni COVID aşı çalışması nörolojik ve kalple ilgili risklerde küçük, nadir artışlar olduğunu gösteriyor
Küresel Aşı Veri Ağı tarafından geçtiğimiz Pazartesi günü yayınlanan ve şimdiye kadar Kovid-19 hakkında yürütülen en büyük araştırma, 'aşıların nörolojik, kan ve kalp ile ilgili rahatsızlıklarda vakalarda biraz (/nadir) artışa neden olduğunu' ortaya çıkardı. (...)

*BAZI YORUMLAR;
"Yeni moda kelime: BİRAZ. BİRAZBir hayvanat bahçesinde aslanların bulunduğu bölgeye girerseniz ölme olasılığınız BİRAZ daha yüksektir. Birazcık."(a)

"İlk etapta iğneye kanacak kadar saf olduğunuzu hayal edebiliyor musunuz? Yapamam çünkü ben dışlanmış biriyim ve her zaman toplumu sorgularım ama devletin körü körüne güvenerek beslediğini yiyenlere acıyorum." (b)

"İlginçtir ki, ben, HİÇBİR GEÇMİŞİ... HİÇBİR... mide veya kalp sorunu olmayan biri... ani başlangıçlı divertiküloz hastası olduğumun "birdenbire bulunması"... ve BUNA karşı tedavi görürken, kendimi (ne yazık ki) 3 Kovid aşısına maruz bıraktıktan sonra artık Erken Ventriküler Kasılmalar (dinlenirken ekstra kalp atışı) yaşadığımı keşfettiler. Peki ya bu?" (c)

"Basit gerçek şu ki, kol kasında kalması amaçlanan mRNA'nın hemen hemen her vücut dokusunda bulunmasıdır. Bu, bağışıklık sisteminin vücudun neredeyse her yerinde değişen derecelerde saldırılara neden oluyor ve bazı insanlar için saatli bir bombayı temsil ediyor. Pek çok gelişmiş ülkede devam eden %10'luk aşırı ölüm oranlarının nereden geldiğini düşünüyorsunuz?" (d)

"Eşim bir hafta sonra covid aşısından sonra bir kulağındaki işitme duyusunu kaybetti. Ben şahsen bir gün uyandım ve görüşüm ve sağ gözüm kaybolmaya başlamıştı ve bu üç farklı kez oldu çok şükür bir daha olmadı hastaneye gitmek zorunda kaldım Doktor beynimin MR'ını ve Cassian'ını çektirecek ve gözlerimi kontrol ettirecek." (e) (514)

"Kovid aşısını sorgulayan Amerikalılar bir özrü hak ediyor mu? | Dengede
Yeni bir çalışma, 'COVID-19 aşısını takiben çeşitli rahatsızlıkların riskinin arttığını' doğruladı. "DENGEDE (On Balance)" sunucusu Leland Vittert, aşı hakkındaki konuşmalar sırasında pandemi sırasında bilimin yerini erdem sinyalizasyonuna dayalı siyasetin aldığını, şüphelerini dile getirenlerin iptal edilme riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Trump yönetiminde sağlık bakan yardımcısı olarak görev yapan ve COVID-19 "test çarı" olan Dr. Brett Giroir, ağırlık vermek için "On Balance"a katılıyor.

*BAZI YORUMLAR;
"Nadir değildir. Tehdit edildik. İşini kaybetmiş, ailesini kaybetmiş, yabancılaşmış, reddedilmiş, toplumdan dışlanmış. Bize 'terörist'/suçlu muamelesi yapıldı. Tazminatı hak ediyoruz. Yaralılar 'tazminat'ı hak ediyor." (a)

"'Nadir' değil, herkes enjeksiyon yapıldıktan hemen sonra ilk kez kardiyovasküler sorun yaşayan kişileri bilir." (b)

"Genç bir kadının iş yerinde yere yığıldığını kendi gözlerimle gördüm. Bir başkasının bunu yaptığını duymuş ve ambulansın onu dışarı çıkardığını görmüş. İçeri girdiğimde patronun da kalp sorunları nedeniyle işten atıldığını öğrendim. Başka bir iş arkadaşım bana ambulansın onu da işten çıkardığını ve karısının felç geçirdiğini söyledi. Başka bir kadının oğlu felç geçirdi. GENÇ insanların başına bu geliyor ve 30 yıllık çalışma hayatım boyunca bunun bir kez ve 2,5 yıl içinde bildiğim 5 kez olduğunu HİÇ görmemiştim? Bu sayılar pişirilir. Çok çok daha fazlası. İş yerindeki bir bayan daha dün bana kalp ağrısı yaşadığını ama bana söylemek istemediğini söylüyordu. Kendisine iğne vurulduğundan beri sağlığının bozulduğunu ve o zamandan beri sorunlardan başka hiçbir şeyi kalmadığını hissediyor. Bu evde kaç kişinin başına geliyor ve biz bundan habersiz miyiz? Aşı kullanıma sunulmadan önce canlı TV'de kaç kişinin yere yığıldığını gördük? Lütfen 'son derece nadir' şirket hattından vazgeçin. Senin bununla dolu olduğunu biliyoruz." (c)

"Buraya gelen tüm bu insanlar da rapor edilmiyor. Birisi bana oğlunun acil serviste hemşire olduğunu ve onlara pıhtıları bildirmemeleri söylendiğini söyledi.Yeğenimde pıhtı oluştu (2 numaradan 3 gün sonra) ona bunun oraya nasıl bu kadar kolay ulaştığına dair hiçbir fikirleri olmadığını söylediler." (d) (515)

"Baş doktor, COVID-19 aşısı nedeniyle yaralandığını söyledi
Dr Kerryn Phelps, aşı hasarı yaşadığını söyledikten sonra, Kovid-19 aşıları hakkında daha fazla araştırma yapılması çağrısında bulundu. (...)" (516)

"Kovid nedeniyle aşılı ölümler aşısız ölümlerden daha fazla (ABD)
ABD'de Kovid ölümlerinin yüzde 58'i artık aşılılarda. Kaiser Aile Vakfı başkan yardımcısı Cynthia Cox. Ağustos ayında 'koronavirüsten ölenlerin yüzde 58'i aşı veya aşı yapılan kişilerdi' (en azından birincil aşı serisini tamamlamış kişiler). Bu nedenle ağustos ayındaki koronavirüs ölümlerinin %42'si aşılanmamış kişilerdi. İlk kez aşılılarda, aşısızlara kıyasla daha fazla ölüm yaşandı. Eylül 2021'de Aşılanan kişiler, koronavirüs ölümlerinin %23’ünü oluşturuyor. Ocak ve Şubat 2022'de Aşılanan kişiler, koronavirüs ölümlerinin %42'si. Artık bunun aşılanmamışların salgını olduğunu söyleyemeyiz (Post adına analizi yürüten kişi). (...)" (517)

"Binlerce kişi, Kovid aşısının kendilerini hasta ettiğini iddia ederek tazminat için sıraya girdi
Avustralyalılar, Kovid aşıları için büyük tazminatlar alıyor. Victorialı bir kişiye 2,2 milyon dolar ödül verildi ve Melbourne'lu bir adam, zorunlu bir iğnenin nadir görülen bir yan etkisinin kendisini tekerlekli sandalyeye mahkûm ettiğini iddia ederek multi-milyon dolarlık bir ödeme için mücadele ediyor. (...)" (518)

*İÇERİKLER;

"Şimdiye Kadarki En Büyük Kovid Aşı Çalışması Sağlık Sorunlarıyla Bağlantı Buluyor
Nörolojik, kan ve kalple ilgili sorunlarda küçük artışlar.. Aşılanmış 99 milyon kişinin tıbbi sorunlarına bakıyor.. "Bir koronavirüs enfeksiyonundan kaynaklanan ciddi hastalıklara, ölüme ve uzun süren Kovid semptomlarına karşı koruma sağlayan aşılar, nörolojik, kan ve kalple ilgili rahatsızlıklarda küçük artışlarla ilişkilendirildi." Jason Gale bildiriyor. (...)" (519)

"Şimdiye Kadarki En Büyük COVID Aşı Çalışması Karşılaştığınız Gerçek Sağlık Risklerini Ortaya Çıkarıyor
En büyük küresel aşı güvenliği çalışması, 'COVID-19 aşılarının beyin, kan ve kalple ilgili sağlık koşullarındaki küçük artışlarla bağlantılı olduğunu' ortaya koydu.. Uluslararası araştırma ekibi, bu koşullardan herhangi birine yakalanma şansının hala çok düşük olduğunu vurguluyor. Kapsamlı araştırmaların, COVİD-19 aşılarının ciddi hastalıklara, ölüme ve uzun süreli KOVİD semptomlarına karşı koruma sağladığını gösterdiğini unutmamak önemlidir. Sekiz ülkede 100 milyonun biraz altında COVID-19 aşılı kişi arasında, aşılamadan sonra 13 spesifik durumun gözlemlenen oranları önceki oranlara dayanarak görmeyi beklediğimiz oranlarla karşılaştırılarak güvenlik sinyalleri adı verilen potansiyel bağlantılar belirlendi veya koşulların 'arka plan riski' - bu koşulların, COVID-19 aşılarının yokluğunda ortaya çıkmasının beklendiği oranlar. Yazarlar yayınlanan makalelerinde "Aşılamadan sonraki 42 güne kadar olan risk genel olarak sonuçların çoğunluğu için arka plan riskine benzerdi" diye yazıyor. Yazarlar, çok ülkeli analizlerinin, 'COVID-19 aşıları ile düşük miyokardit, perikardit, Guillain-Barré sendromu ve serebral venöz sinüs trombozu riskleri' arasında önceden belirlenmiş bağlantıları doğruladığını söylüyor. Ancak çalışmanın devasa boyutu aynı zamanda daha önceki çalışmaların gözden kaçırmış olabileceği daha nadir güvenlik sinyallerini tespit etme şanslarının da yüksek olduğu anlamına geliyordu. (....)" (520)

"Kovid-19: Küresel çaptaki geniş bir araştırmada iki nadir aşı yan etkisi tespit edildi
Bugüne kadarki en büyük aşı güvenliği çalışması, 'covid-19 aşılarıyla ilişkili iki yeni ancak çok nadir görülen yan etkiyi tanımladı: transvers miyelit ve akut dissemine ensefalomiyelit.' Küresel Aşı Veri Ağı kohort çalışmasına sekiz ülkedeki 10 bölgeden 99 milyon aşılanmış kişi dahil edildi. Araştırmacılar 13 nörolojik, kan ve kalple ilgili tıbbi durum için gözlemlenen oranları beklenen oranla karşılaştırdı. Vaccine dergisinde yayınlanan çalışma, 'mRNA aşısı (Pfizer ve Moderna) sonrasında miyokardit ve perikardit ile viral vektör aşılarından (AstraZeneca) sonra Guillain-Barré sendromu ve serebral venöz sinüs trombozu (CVST) ' için önceden tanımlanmış nadir güvenlik sinyallerini doğruladı. AstraZeneca aşısının ilk dozundan sonraki 42 gün içinde Guillain-Barré sendromunda istatistiksel olarak anlamlı bir artış oldu; 76 olay bekleniyordu ve 190 olay gözlemlendi (beklenen oran 2,49; %95 güven aralığı 2,15 ila 2,87). AstraZeneca aşısının ilk dozunun ardından istatistiksel olarak anlamlı bir artış CVST riskinde de gözlendi (OE oranı 3,23; %95 CI 2,51 ila 4,09). Çalışma aynı zamanda Pfizer ve Moderna aşılarının birinci, ikinci ve üçüncü dozlarından sonra miyokardit riskinin, Moderna aşısının birinci ve dördüncü dozundan sonra perikardit ve aşılamadan sonraki 42 gün içinde AstraZeneca aşısının üçüncü dozundan sonra perikardit riskinin önemli ölçüde arttığını doğruladı. . Araştırmacılar, bilinen bu risklerin yanı sıra, hem viral vektör hem de mRNA aşılarıyla akut dissemine ensefalomiyelit (AEDM) ve transvers miyelit için olası bir güvenlik sinyali de belirlediler. Bu durum daha sonra yine Vaccine dergisinde yayınlanan ve Avustralya'daki 6,7 milyon kişi için ayrı bir veri setini analiz eden ikinci bir çalışmayla daha ayrıntılı olarak araştırıldı. 2 Bu çalışma, AstraZeneca aşısıyla ilişkili olarak ADEM (tüm doza bağlı insidans 3,74; %95 GA 1,02 ila 13,70) ve transvers miyelit (doz 1 RI 2,49; %95 GA 1,07 ila 5,79) riskinde artış buldu. mRNA covid-19 aşıları ile her iki yan etki arasında herhangi bir ilişki gözlenmedi. Araştırmacılar, bulguların akut dissemine ensefalomiyelit (milyon aşı dozu başına 0,78) ve transvers miyelit (milyon aşı dozu başına 1,82) açısından "son derece küçük bir mutlak risk" anlamına geldiğini söyledi. "Herhangi bir potansiyel akut yayılmış ensefalomiyelit veya transvers miyelit riski, aşının Kovid-19'a ve komplikasyonlarına karşı kanıtlanmış koruyucu faydalarıyla karşılaştırılmalı" diye yazdılar. Danimarka'nın Kopenhag kentindeki Statens Serum Enstitüsü'nün epidemiyoloji araştırmaları bölümünden baş yazar Kristýna Faksová, "Bu çalışmadaki popülasyonun büyüklüğü, nadir potansiyel aşı güvenliği sinyallerinin belirlenmesi olasılığını artırdı" dedi. "Tek sitelerin veya bölgelerin çok nadir sinyalleri tespit edecek kadar büyük bir nüfusa sahip olması pek mümkün değil. " Küresel Kovid Aşı Güvenliği Projesi, aşıların güvenliğinin çeşitli küresel popülasyonlarda karşılaştırılmasına olanak sağlamak için ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafından finanse ediliyor. (...)" (521)

"Şimdiye kadarki en büyük Kovid aşısı çalışması, aşıların nörolojik, kan ve kalp hastalıkları riskinde küçük bir artışla bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor - ancak bunlar hala son derece nadir
Türünün en büyük küresel araştırmasına göre, 'Kovid aşıları kalp, kan ve nörolojik bozukluklarda küçük artışlarla' ilişkilendirildi. Aşı uzmanlarından oluşan uluslararası bir koalisyon, aşıları aldıktan sonra bu rahatsızlıkların daha yüksek oranlarını tespit etmek için sekiz ülkede 99 milyon aşı alıcısı arasında 13 tıbbi durumu araştırdı. Pfizer, Moderna ve AstraZeneca tarafından yapılan aşıların, insanları yürümekte veya düşünmekte zorlanan sinir bozucu bir durum da dahil olmak üzere, beş tıbbi durum için önemli ölçüde daha yüksek riskle bağlantılı olduğunu doğruladılar. Ancak çalışma aynı zamanda, beyin şişmesi durumu ile Moderna aşısı arasındaki bağlantılar da dahil olmak üzere, daha fazla araştırma yapılması gerektiğini söyledikleri diğer bazı bozukluklar konusunda da uyardı. Yine de ekip, bu rahatsızlıklardan herhangi birini geliştirmenin mutlak riskinin küçük kaldığını söylüyor. Örneğin 13 milyar doz aşı uygulandı ve her türlü hastalıktan yalnızca 2.000 vaka görüldü. (....)" (522)

**DEVAM

**Osmanlıda ilaçsız ve/veya alternatif tedavi yöntemleri..

"Osmanlı İmparatorluğu'nda Tıp
Erken modern dönemde Müslüman Orta Doğu'daki tıp, diğer geleneksel tıp sistemleri gibi çeşitli alt sistemlerden oluşuyordu. Her biri benzersiz bir etiyolojiyi ve uygulamayı teşvik ediyordu ve her biri farklı bir meşruiyete sahipti. Bu ancak 1300'den Birinci Dünya Savaşı'nın (1918) sonuna kadar Ortadoğu'nun en önemli siyasi birimi olan Osmanlı İmparatorluğu'nda beklenen bir şeydi. Osmanlı İmparatorluğu, Orta Avrupa'dan Kafkasya'ya, Fas'tan Arap Yarımadası'na kadar uzanan bir coğrafyaya sahip olduğundan, farklı coğrafya ve iklimleri, farklı kültürel mirasları barındıracak kadar büyüktü. Kuzey Afrika'daki Tunus gibi bir liman kentini kasıp kavuran tıbbi hastalıklar ve bunlarla savaşmak için atılan tıbbi adımlar, Dicle Nehri kıyısındaki Irak'taki Bağdat'taki veya Avrupa'nın hinterlandındaki Sofya'dakilerle pek aynı değildi. Osmanlı Tıp Düşüncesi Erken modern Osmanlı bağlamında, tıp sahnesinde tamamıyla mevcut olan üç ana etiyoloji mevcuttu (Conrad, 1995'e dayanarak): Antik Çağ'dan miras kalan humoralizm, geleneklere dayalı folklor ve dini ilaçlar. Uzun 19. yüzyıl boyunca Osmanlı tıbbı odağını Avrupa tıbbının bilgi ve uygulamalarına kaydırdı. Yerli Osmanlı tıbbı oldukça dirençliydi ve marjinalleştirilmiş olmasına rağmen (1990'lı ve 2000'li yılların son on yıllarında yeniden canlanarak) uygulanmaya devam etti. Popüler tıp, aşağıdan gelen gelenek ve fikir birliğiyle onaylandı. Osmanlı örneğinde, kısmen Osmanlı geçmişinden, kısmen de Osmanlı bugününden dolayı bu tıbbi folklorun kendi içinde pek çok çeşidi vardı. Osmanlılar, Ortadoğu ve Küçük Asya'ya göç eden Türk kavimlerinin beraberlerinde getirdikleri Orta Asya'dan şamanistik tıp geleneklerini miras aldılar. Osmanlılar, Helen Anadolu'sundan Hıristiyan Balkanlar'a, Arap vilayetlerindeki yerel folklora kadar uzanan yayılmalarında karşılaştıkları diğer geleneklerle Türk geçmişlerini harmanladılar. Bütün bu geçmişler, başlı başına birçok iklim kuşağından oluşan somut bir şimdiki zamanda işliyordu. Antik Yunan'dan miras alınan humoralizme dayanan mekanik tıp, Osmanlı tıp sisteminde var olan bir diğer tıp geleneğidir. Bu gelenek, Antik Çağ bilgelerinin bilimsel incelemelerinden, şehirli Müslüman elitlerin himayesinden ve ünlü tıbbi şahsiyetlerin entelektüel ve edebi söylemlerinde oynadığı baskın rolden yararlanarak meşruiyetini ortaya koydu.

Bu ilaç dört unsura dayanmaktadır: doğadaki her şeyin ateş, toprak, hava ve suyun karışımı olduğunu öne süren fiziksel ve felsefi bir metateori. Her element sıcak, soğuk, kuru ve nemli olmak üzere dört nitelikten ikisini bünyesinde barındırır. İnsan vücudunun, doğanın bir mikrokozmosu olması nedeniyle bu modele karşılık geldiği anlaşıldı. Bu nedenle vücut, vücudun fizyolojik yapı taşları olan dört sıvıdan veya sıvıdan oluşur: kan (hava), balgam (su), kara safra (toprak) ve sarı safra (ateş). Vücuttaki dengesizlik durumu olan hastalık durumunda, dört mizahtan hangisinin fazla veya eksik olduğunu teşhis etmek mizahçı hekime düşüyordu. Doktor daha sonra rahatsız edici mizahı zıt bir rejimle ortadan kaldırarak bir tedavi yöntemi önermeye devam etti. Örneğin soğuk ve kuru olarak bilinen kara safranın fazlalığı, yapay olarak sıcaklık ve nem eklenmesini gerektirir. Diğer erken ve modern öncesi toplumlarda (Hıristiyan ve Müslüman) olduğu gibi Osmanlı toplumunda da mizahçılık, zamanının "öğrenilmiş tıp" boşluğunu dolduruyordu. Şehir topluluklarında, padişah saraylarında ve daha geniş Osmanlı seçkinleri arasında üstünlüğe sahipti. Bu sosyal grubun iki edebi yan ürünü olan kronikler ve biyografik sözlükler, rahatsızlıkları tanımlıyor ve ölümün sıvı dengesindeki değişikliklerden kaynaklandığını açıklıyorlardı. Bu aynı zamanda aşağıdaki bölümde anlatılan Osmanlı hastanelerinde uygulanan tıbbi sistemdi.

Osmanlı tıp sisteminde mevcut olan üçüncü tıp geleneği olan Müslüman dini tıp, içerik bakımından hem popüler hem de mizahi tıpla benzerdi, ancak meşruiyeti başka yerdeydi. Müslüman inanlılar, geleneklere ya da öğrenilen bilimsel eserlere güvenmek yerine, dini tıbbın Peygamber Muhammed'in sözlerinden kaynaklandığını (ve dolayısıyla bu sözlerle onaylandığını) kabul ederler. Muhammed'in peygamberlik karizmasının bir yönü ve ilahi bereket kaynağı, ona atfedilen şifa güçleridir. Eksiksiz bir tıp sistemi oluşturamayacak kadar az olmasına rağmen, Muhammed'in tıbbi uygulamalara ilişkin (olumlu veya olumsuz) görüşlerini bildirdiği sözler, dokuzuncu yüzyıldan itibaren Müslüman alimlerin temelini oluşturdu. Bu nedenle bu tıp türüne yerinde olarak “Peygamber hekimliği” (Arapça'da el-Tib el-Nabavî veya Osmanlı Türkçesinde Tibb-i Nebevi) adı verilmektedir. Orijinal eserlerin Türkçe yazılmasının yanı sıra, konuyla ilgili Arapça risalelerin Osmanlı Türkçesine tercümeleri, bu dinî bilgi dalının Osmanlı Müslümanları arasında ne kadar popüler olduğunun bir kanıtıdır. Farklı meşruiyet biçimlerine ve hastalık ve sağlıkla ilgili teorik ve pratik kavramlara ek olarak, her sistemin kendi uzman şifacıları vardı. Popüler tıp sözlü olarak aktarılırken, hümoralizm ve Peygamberlik tıbbının her ikisi de yazılı geleneklere dayanıyordu. Üstelik mizahçılık ve Peygamber tıbbının her birinin kendine özgü bir yazılı edebi türü vardı. Popüler tıp, kitaba dayalı öğrenmeyi ve bilgi birikimini anlamak yerine tekniklere ve sonuçlara vurgu yaptı. Ancak bu tıbbi alt sistemler birbirinden bağımsız değildi. Hiçbiri tam bir hegemonyaya sahip değildi ya da herkes tarafından diğerlerinden üstün, kesinlikle doğru ve olağanüstü derecede etkili görülmüyordu. Farklı tıbbi sistemler birbirinin yerini almak yerine birbirini tamamladı. Bu, “ya/veya” ikileminin aksine, “yalnızca değil/aynı zamanda” durumuydu. ” Bu arka plan, bu üç tıbbi teori ve uygulama arasında bir rekabet ilişkisi ve bunların tamamlanmasını geliştirmiştir. Bu gerçek şifacılar arasında amansız bir rekabeti beraberinde getirdi. Farklı türde şifacılar hastalara - onların müşterilerine - aşağı yukarı aynı tedavileri sunuyorsa ve hiçbiri üstün başarı oranlarına sahip olamıyorsa, şifacılar kendilerini diğerlerinden ayıramaz ve bekledikleri yüksek düzeydeki mali ödülleri haklı gösteremezler. Bu, Osmanlı tıp tarihinde yinelenen bir kalıptı.

Osmanlılar koruyucu hekimliğe (ḥimāya) çok önem veriyordu.  Aynı zamanda birçok iyileştirici önlem de vardı ve gerçekten de tıp sahnesinde her türlü ağrı ve rahatsızlığı tedavi etmek için birden fazla (ve birbiriyle yarışan) araç vardı. İkincisi, tıbbi tedavilerin belirgin ve geniş kapsamlı sosyal yönleri vardı. Hiyerarşik Osmanlı toplumunun içinde yer alan tıp dünyası da sosyal ve mali farklılıkları kabul ediyordu. Osmanlı tıbbı, iyileşmek ve sağlığı korumak için birçok yöntem sunuyordu; bugünkünden farklı olarak, gerçekte bunlar herkesin erişimine açık değildi. Pek çok Osmanlı için sosyal ve ekonomik gerçekler tıbbi seçeneklerini daraltıyordu. Tıp aynı zamanda sosyal sınırlama aracıydı ve dolayısıyla bu statü ayrımlarının güçlendirilmesine yardımcı oldu. İnsana bütünleştirici bir bakış açısı Osmanlı tıbbının bir başka temasıydı: "Bütün" bir insan, "bütün" bir çevrede yer alır. İdeal olarak doğadaki tüm güçlerin ve unsurların dengeli bir şekilde etkileşime girmesi ve uyum içinde bütünleşmesi gerekir. Böyle ideal bir dengeyi (mī zān) bulmak ve yaratmak zordur çünkü kişiden kişiye değişir; bakımı daha da zordur. Ancak insanların kendilerini bu çok yönlü arayışa adamaları gerekiyor. Bu makale, insan vücudundaki fiziksel ve zihinsel sağlığa karşılık gelen dengenin tıbbi yönü ile ilgilidir. Osmanlı Klinik Gerçeği.. Geleneksel olarak zengin ve dengeli gıda tüketmek, sağlığa giden bir alışkanlık olarak övülüyordu. Osmanlılar gıda ve sağlığı birbirine bağlamak için çeşitli ilham kaynaklarından yararlandı. Bu, Orta Asya'daki Türk geleneğinde yaygın bir konuydu.  Yiyecek, bir tıbbi teoride hayati bir tedavi aracıydı ve erken modern dönemde Osmanlılar arasında yaygın bir uygulamaydı. Humoralist sistemde, önerilen tedavi yöntemi genellikle diyet yoluyla, rahatsız edici mizahın karşıt bir rejimle etkisiz hale getirilmesi yoluyla yapılıyordu. Yiyecek ve içecekler, (sadece başarısız olduklarında) daha istilacı ve şiddet içeren önlemlerin takip edeceği ilk eylem planıydı. Humoralizm, diyetetikten ilaçlara ve ameliyata kadar bir tedavi hiyerarşisini teşvik etti. Yiyecek ve içecekler yalnızca tedavi edici ajanlar olarak değil, aynı zamanda hastalıklara karşı da sigorta görevi görüyordu. Osmanlılar katı bir rejimin kişinin bedenini ve ruhunu hastalıklara karşı koruyabileceğine inanıyordu. (.....)" (523)

"OSMANLI TOPLUMUNDA SALGIN VE BULAŞICI HASTALIKLARA KARŞI KORUYUCU TEDBİRLER VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Soyut: Bulaşıcı ve salgın hastalıkların nedenleri kesin olarak bilinip modern tedavi yöntemleri bulunana kadar, tüm toplumlarda hastalıkların önlenmesine yönelik bazı önlemler alınmaya başlanmıştır. Hastalıkların ortaya çıkması durumunda bazı geleneksel tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Temiz ve hijyenik ortamlarda yaşamak, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasını önlemek için en gerçekçi önlem olarak değerlendirilebilir. Ancak temizlik kavramının özellikle Avrupa'da farklı zamanlarda farklı algılandığı görülmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nda ağırlıklı olarak Müslümanlar yaşadıklarından dinlerinin bir emri olarak vücut temizliği konusunda hassas davrandıkları söylenebilir. Temizlik ve hijyenin yanı sıra bağışıklık sisteminin doğal ilaçlarla güçlendirilmesi de en öne çıkan önlemlerden biri olarak ifade edilebilir. En gerçekçi tedbirlerden biri 'hastalıklı yeri terk etmemek, hastalıklı yere girmemekti.' Karantina uygulamasının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekiyor. Osmanlı toplumunda çiçek hastalığına karşı ilk aşıların geleneksel yöntemlerle yapıldığına dair bilgiler bulunmaktadır. Bulaşıcı hastalıkların salgın olarak ortaya çıkıp toplumu derinden etkilediği dönemlerde en yaygın tedavi yöntemi bitkisel ilaçlardı. 'Cassidoni (Lavandula stoechas), Nevruziye ezmesi, kına, keçi sütü surutka, mışmış, isfanah, raziyanec, şibrem ve bal' doğal tedavilerden sadece birkaçıdır. Bunların dışında cerrahi yöntemlerle ve bazı kimyasal bileşimlerle ilaçların yapıldığı da bilinmektedir. Hastalanmamak ve tedavi olabilmek için büyücülük, voodoo, tılsım, falcılık gibi büyüsel uygulamalar da vardı. Cüzam hastalarının tedavi ve izolasyonunun yapıldığı yoksullar lojmanları ve vezne evlerini bu bağlamda değerlendirmek mümkündür. (....)" (524)

"Osmanlı Hekimlerinin On Dördüncü Yüzyılda (İmparatorluğun Gelişme Döneminde) Osmanlı İmparatorluğu'nda Tıp Bilimine Katkıları Var Mıdır?
Osmanlılar 1299 yılında, yani bundan 700 yıl önce, bugünkü İzmid (Lefkoşa) yakınlarındaki Söğüt'te küçük bir köyde bir hükümet kurmuş ve ilk bilimsel faaliyetler on dördüncü yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Ancak bilimsel altyapıyı hazırlamak için herhangi bir temel çalışma yapmalarına gerek yoktu. Çünkü bunlar zaten İslam dünyasında sekizinci yüzyıldan itibaren yapılmıştı. Selçuklular da İslam dünyasının mirasına değer verip kullandılar.  Onlardan sonra Anadolu'da yaşayan Osmanlılar da İslam dünyasında yazılmış tüm bilimsel eserlerden yararlanarak kendi alanlarında otorite haline gelmişlerdir. Mesela bunlardan biri de on birinci yüzyılda İslam'da yaşamış olan İbn Sina'dır. Osmanlı İmparatorluğu'nda 14. yüzyılda medreseler öncelikle eğitim ve doğa bilimlerinin kurumu olarak kuruldu. Bunlardan biri Lefkoşa'da, ardından Brüksel'de açıldı. Sadece dini ilimlere odaklı bir müfredat değil, aklî ilimler olarak adlandırılan pozitif bilimlere de ağırlık veren bir müfredat taşıyorlardı. Bu dönemde kurulan sağlık kurumları arasında Brüksel'deki Yıldırım Hastanesi sayılabilir. Cami, medrese, türbe, darüşşifa ve hamamdan oluşan Brussa Yıldırım Külliyesi Kenti'nin bir parçası olarak kurulmuştur. Hastane sadece tedavi amaçlı kullanılan bir enstitü değil aynı zamanda tıp fakültesi olarak da hizmet veriyordu. Personeli arasında bir başhekim, bazı cerrahlar, doktorlar, bir göz doktoru ve bir eczacı vardı. Hastane personeli arasında bir aşçı ve bir çamaşırcı da bulundu. Arşivlerde bunlarla ilgili bazı belgeler de bulunmaktadır. İlk hekimi İran'da tıp okuyan Hekim Hüsnü'dür. Şeyhi (Yusuf Sinan el-Dîn) ve İbn Şerif (Yadigar adlı meşhur tıp eserinin yazarı) da onbeşinci yüzyılda bu hastanede görev yapmışlardır. Osmanlı Arşivlerinde bulunan bazı belgeler bize hastane hakkında kesin bilgiler vermektedir. Bunlar aracılığıyla bu hastanede görev yapan aynı hekimler hakkında bilgi edinmek mümkün olabilir; örneğin bunlardan ikisi Osmanlı Sarayı'nda hekimbaşı olarak görev yapan (1628-1707) Abdullah Efendi ve Giritli Nuh Efendi'dir. Sonuç olarak diyebiliriz ki bu hastane 1399 yılından başlayarak 1854 yılına kadar hizmet vermeye devam etmiştir. 1617, 1649, 1669 ve 1671 yıllarında restorasyonlar yapılmıştır. On dördüncü yüzyılda bilimsel faaliyet yalnızca İslami bilime odaklanmamıştı, ama aynı zamanda pozitif bilimle ilgilenen bilim adamları da vardı, hatta bazıları esas olarak İslami bilimlerle ilgileniyordu ama aynı zamanda pozitif bilimle de ilgileniyorlardı ve tıp dahil astronomi ve matematik üzerine yazılar yazıyorlardı. Fenari ve Kadızade-i Rumi, 14. yüzyılda pozitif bilimlere, özellikle matematik ve astronomiye ilgi duyan bilim adamlarıdır.

Osmanlı hekimleri tıpta İslam geleneğini sürdürüyorlardı. Klasik Yunan hekimlerinin yanı sıra İbn Sina ve Rhazes'i de otorite olarak kabul ettiler. Ancak işlerine deneyimlerini de eklediler. Genelde eserlerini Türkçe yazmayı tercih etmişler ve neden Türkçe yazdıklarını da şu şekilde açıklamışlardır: 'Çalışmamı olabildiğince çok kişinin anlayıp kullanabilmesi için Türkçe yazdım'. Hacı Paşa, Cemaleddin Aksarayi, Hakim Barakat ve İshak b. Murad tıp alimlerindendir. İshak b. Murad Gerede'de (Lefkoşa yakınında) doğmuştur ancak yaşadığı yüzyıl dışında doğum tarihini kesin olarak bilmiyoruz. Tıbbi bitkileri inceledi ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanmak üzere bazılarını topladı. 1390'da yazdığı Edviyet-i Müfrede (Basit İlaçlar) adlı tıp kitabı, 14. yüzyılda Osmanlı'da ilk tıp eseri olarak kabul edildi. İshak b. Murad, eserini önceki Müslüman otoritelerin tıbbi eserlerinden yararlanarak hazırladı. Bunlar arasında İbrahim Seyyid Zeyneddin İsmail Curcani (ö. 1135), İbn Sina (980-1037) da bulunmaktadır. El-Cürcani, Selçuklular döneminde yaşamış ünlü bir tabiptir. Zahire-i Hwarezmshahi adında kocaman bir kitap yazdı. Bu kitap, tıbbın tüm konularını kapsayan tıbbi bir eserdi ancak esas olarak eczacılık bölümüyle ünlüydü. İshak b. Murad da diğer Osmanlı tıp adamları gibi İbni Sina'nın tıp bilgisinden etkilenmiştir. Özellikle İbn Sina'nın Kanûn'unu ve el-Curcani'nin Zahire-i Hârezmşahî'sini (Hârezmşah Eczanesi) kullanmıştır. Edviye-i Müfrede (Basit İlaçlar) iki bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde alfabetik ilaç listesi bulunmaktadır. Yazar, ilaçların sadece Türkçe isimlerini vermekle kalmamış, Farsça ve Arapça isimlerini de eklemiştir. Edviyet el-Müfrede ayrıca baş ağrısı, kulak ağrısı ile ilgili bazı reçetelerin de yer aldığı ilaçların kullanımını da verdi. Bu bölümde İshak b. Murad, arpa ve pirinçten yapılan ekmek gibi belirli ekmek türlerinin özelliklerini vermiştir. Ayrıca ısırgan otu, incir, ayva, fiğ, hindistan cevizi, buğday, tütsü, dut, hindistan cevizi, hurma, hatmi, sinameki, salatalık, karabiber, tarçın, rezene, sarımsak, soğan, sakız, sumak gibi vb çeşitli bitkilerden de bahsetti ve tıbbi etkileri gibi hangi parçaların kullanılabileceğini anlatılmıştır. Örneğin bazı bitki yağları, tohumları, kökleri veya meyve suları tedavide faydalı olabilir. Mesela 'yabani turpun sarılığa iyi geldiğini' belirtti.  Bu bölümde İshak b. Murad ilaç olarak sadece bitkileri değil, bazı hayvanları ve hayvansal ürünleri de ilaç olarak kullanmıştır. Bunlardan biri balıktı. İshak b Huneyn diyor ki 'Balık, yılan zehirlenmesini iyileştirir. Eğer hasta horozun etini yerse felci iyileşir.'' İshak b. Murad ayrıca aslan yağı, ördek yağı gibi bazı hayvansal yağların da faydalı olabileceğini söyledi.  Bunlar arasında anılabilir. Yoğurdun özelliklerine şu sözlerle değindi: 'Yoğurt asitli midelere iyi gelir; tatlı yoğurt diğer niteliklere göre daha iyidir. Ve sarımsakla birlikte yenirse mideye daha uygun olur. Zencebil ile içilirse de iyi gelir. Banyodan sonra yenilirse iyi tesir gösterir.' Bu örnekler halk hekimliği açısından önemlidir.(....)" (525)

"Osmanlı Mısır'ında Tıbbi Şifacılar, 1517–1805
On dokuzuncu yüzyıl Mısır'ındaki modern tıp reformlarının tarihi, tarihçiler ve bilim adamlarının büyük ilgisini çekmiş olsa da, ülkenin on altıncı yüzyıldan on sekizinci yüzyıla kadar Osmanlı yönetimi altında olduğu dönemdeki tıp tarihi hâlâ büyük ölçüde araştırılmamıştır. Pek çok bilim insanına göre bu dönem, Mısır'da tıp bilimlerinin gerilediği, nitelikli eğitimli hekimlerin nadir olduğu ve insanların çoğunlukla cahil berberlere ve şarlatanlara güvendiği ve bu dönemin çalışmaya değer görülmediği bir dönemdi. Bu ilgi eksikliği esas olarak 1798-1801 Fransız seferine eşlik eden hekimlerin ve on dokuzuncu yüzyılın başlarında Mısır'da tıpta reform yapmakla görevlendirilen diğer Avrupalı hekimlerin görüşlerinden kaynaklanmaktadır. Bunların başında, Mısır'ın 1805'ten 1848'e kadar hükümdarı Muhammed Ali Paşa tarafından ülkenin tıp eğitimi ve uygulamasında reform yapmakla görevlendirilen Fransız cerrah Antoine-Barthélémy Clot-Bey vardı. Clot-Bey'in yazılarının çoğu okuyuculara Mısır'daki sağlık hizmetlerinin durumu hakkında kasvetli bir tablo sundu. Mısırlıların şarlatanlığı rasyonel tıbba tercih ettiğini ileri sürdü; vasıflı uygulayıcılar yoktu, yalnızca berberler ve ebeler vardı; tedaviler ilkel ve sınırlıydı; ve son olarak tıbbi teknikler barbarca ve felaketti. (....) -Tıp: Bilim mi, Zanaat mı? Tıbbın bir bilim olarak mı yoksa bir zanaat olarak mı tanımlanması gerektiği konusundaki ortaçağ ve modern öncesi tartışmalar, Osmanlı Mısır'ındaki çoğulcu tıp sisteminin çarpıcı bir özelliğidir. Aydınlar ve ilim adamları tıbbı bazen bilim bazen de zanaat olarak değerlendirmişlerdir. İlmin (bilginin) bir parçası olarak kabul edilen teorik tıp bilgisi, rasyonel bilimler arasında prestijli bir konuma sahipken, pratik tıp, bir el becerisi olarak görülüyordu. Müslüman alim İbn Haldun el-Mukaddime adlı eserinde tıbbı fiziğin bir alt dalı ve farklı hastalık türlerini ve bunların nedenlerini, ayrıca her ilacın bileşimini, kullanımlarını ve etkinliğini inceleyen bir bilim olarak tanımladı. (....)

Ulema ve Tıp Bilgisi.. Ortaçağ ve erken modern Mısır'da pek çok ulema, ansiklopedik bilgiye sahip bilim adamı, zamanın bilgili insanı imajını uydurmak için diğer rasyonel bilimlerin yanı sıra tıp da okudu. Meselâ, üretken âlim Şeyh Abdürraû’f el-Münâvî (ö. 1621), astronomi, mantık ve hadisin yanı sıra tıp ve anatomi bilgileriyle de tanınmıştır. (peygamberlik gelenekleri bilimi). Biyografi yazarları tarafından "çağdaşlarının hiçbirinin bilemeyeceği birçok bilimde ustalaşan" bir adam olarak tanımlandı. (....) -Öğrenim Adamları Olarak Şifacılar.. Tıbbın bu iki kolu aynı zamanda tıbbi şifacıların, özellikle de doktorların tıbbi bilgi ve beceri kazanma şeklini de etkiledi. Osmanlı Mısır'ında akademik hekim olarak adlandıracağımız bazı hekimlerin eğitimi ağırlıklı olarak teorik olup, klinik eğitime çok az ağırlık verilmiştir. Akademisyen hekimlerin biyografileri, tıp ders kitaplarını okumak ve öğrenmek, tıp eğitimlerinin en yaygın özelliği olduğunu ortaya koymaktadır. Biyografi yazarları, akademisyen hekimlerin aldığı tıp eğitimi türünü tanımlamak için genellikle kara'a al-gibb (tıp veya tıp kitapları okumak) veya zakr kutub al-ibb (tıp kitaplarını incelemek) gibi terimleri kullanırlar. Düzgün eğitim almış bir akademik hekimin, Hipokrat'ın Fusûl abukrâ'sı, İbn Sînâ'nın el-Kânûn'u ve İbnü'n-Nefis' el-Mûciz gibi klasik tıp literatüründe bilgili olması bekleniyordu. (....) -Zanaatkar Olarak Şifacılar.. İnsanlara günlük olarak tıbbi bakım sağlamaktan sorumlu tıp pratisyenlerinin çoğunluğu, zanaatlarının tekniklerini mükemmelleştirmek için çıraklık ve pratik deneyime güvenen zanaatkarlardı. Alpini, Mısırlı doktorların çoğunun tıp teorisine pek aşina olmadıklarını ve tıbbı esas olarak ampirik deneyimler yoluyla öğrendiklerini belirtti. Bir hastalığın özünü, doğasını ve nedenlerini keşfetmekten ziyade tedavisiyle ilgileniyorlardı. On dördüncü yüzyıl tarihçisi İbn Hacer el-Askalânî bize, tıbbı deneyim yoluyla öğrenen ve ikmet hakkında hiçbir şey bilmeyen (başka bir deyişle teorik tıp bilimi veya diğer bilimleri incelemeyen) yetenekli bir doktor olan Süleyman İbn Dâvûd'dan bahseder; ama yine de yeteneğinden dolayı Tabiplerin Başkanı (ra'īs al-a ibbā' - onurlu bir unvan) oldu.  Cerrahların, berber-cerrahların, göz doktorlarının, kemik çıkarmacıların, eczacıların ve ebelerin görevleri, çoğunlukla çıraklık ve pratik eğitim yoluyla öğrendikleri el becerilerini gerektiriyordu. (....) Modern öncesi Mısır'da da durum pek farklı değildi. Dâvûd el-Anâkî, kitaplarında pek çok tıbbi basit ve bileşiği saymasına rağmen, veba, frengi, oftalmi, cüzzam, çiçek hastalığı, fil hastalığı, baş dönmesi, dizanteri, baş ağrıları ve tümörler için önerdiği tedaviler üzerine yaptığım analiz, onun en sık reçete ettiği şeyin kanama ve hacamat olduğunu gösteriyor. Ayrıca mersin, hünnap, arpa suyu, erik, oksimel, demirhindi, kamonya, sandal ağacı ve serüz gibi her biri en az üç hastalığın tedavisinde kullanılabilen sınırlı sayıda ilaçtan da yararlandı. (....)

Çözüm.. Osmanlı döneminde Mısır'daki tıbbi şifacıların çeşitli kategorilerine ilişkin bu ön araştırma, çok çeşitli tıbbi şifacıların çoğulcu bir tıp sistemi oluşturduğunu gösteriyor. Galenizm bilgili uygulayıcılarla sınırlı değildi; hatta popüler ve halk uygulayıcıları bile bazı geleneksel Galenik tedavi ve tekniklere aşinaydı. Hekimler de sıradan insanlar gibi bir hastalığın nazardan veya cinlerden kaynaklanabileceğine inanıyor ve geleneksel tedavilerin yanı sıra sihirli iksirleri de reçete ediyorlardı. Dolayısıyla akılcı ve bilgili tıp ile halk ve halk hekimliği arasındaki modern ayrımımız bu durum için geçerli değildir. Bu çalışmanın öne sürdüğü gibi, halk, geleneksel veya popüler tıp ile öğrenilmiş akılcı tıp arasındaki geleneksel ayrım, erken modern Mısır toplumundaki tıp doktorlarının statüsü için geçerli değildir. Osmanlı Mısır'ındaki sağlık personeli daha ziyade tıbbi bilgi kaynakları arasındaki ayrımın bulanık olduğu bir tıp sisteminin parçasıydı. Bilgili ve geleneksel şifacılar her türlü tıbbi terapiyi paylaştılar. Çaresiz hasta için, şifacının bilgili ya da okuma yazma bilmemesi, doktor ya da sihirbaz olması, hastaları iyileştirebildiği ya da iyileştirebildiğini iddia ettiği sürece pek önemli değildi. Ancak bu araştırma, tıbbi ortamın tamamen kontrolsüz olmadığını gösteriyor. Loncalar, dinleri ne olursa olsun, zanaat üyeleri arasında mesleki standartları sağlamak ve çalışma değerlerini teşvik etmek, üyelerinin kimlik bilgilerini doğrulamak veya vasıfsız kişilerin çalışmasını önlemek için hukuk mahkemeleri gibi yerel makamlardan yararlanmaktan sorumluydu. Mahkeme kayıtlarının daha ayrıntılı incelenmesi, tıbbi şifacılar ve onların loncalarının mekanizmaları hakkında çok daha önemli bilgileri ortaya çıkarabilir.  Loncaların rolü aynı zamanda on dokuzuncu yüzyıl Mısır'ında tıbbın profesyonelleşmesinin önünü açmak olarak da değerlendirilebilir. Gelecekteki çalışmaların Osmanlı Mısır toplumunda tıp mesleğinin örgütlenmesinde on dokuzuncu yüzyıldaki tıp reformlarının kökenlerini inceleyeceğini umuyorum. (....)" (526)

"Geleneksel tıbbın, geleneksel tıbba katkıda bulunma konusunda uzun bir geçmişi vardır ve ümit vermeye devam etmektedir.
Yüzyıllar boyunca insanlar, sağlık ve refah ihtiyaçlarını karşılamak için geleneksel şifacılara, ev ilaçlarına ve eski tıbbi bilgilere başvurdu. Dünya Sağlık Örgütü'nün Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Küresel Raporu'na (2019) göre, dünya çapında kullanılan çeşitli geleneksel tıp sistemleri arasında 'akupunktur, bitkisel ilaçlar, yerli geleneksel tıp, homeopati, geleneksel Çin tıbbı, naturopati, kayropraktik, osteopati, ayurveda ve Unani tıbbı' yer almaktadır. . Ve yüz yetmiş DSÖ Üye Devleti, halklarının geleneksel tıp kullandığını bildirdi. Geleneksel tıp bazen bilim öncesi olarak görülüyor; uygulamaları ve tedavilerinin yerini modern, daha iyi, daha verimli bilime dayalı tıp alıyor. Ancak daha az bilinen şey, modern bilime ve tıbba katkısı ve geleneksel ürün ve uygulamaların sağlık sorunlarına yönelik etkili tedavilere dönüştürülmesinin uzun geçmişidir. Günümüzde farmasötik ürünlerin yaklaşık %40'ı doğadan ve aspirin, artemisinin ve çocukluk çağı kanser tedavileri gibi çığır açıcı ilaçlar da dahil olmak üzere geleneksel bilgilerden yararlanmaktadır. Bu ilaçlara daha yakından bakıldığında, bunların arkasındaki bilim adamlarının, çığır açan keşiflerine ulaşmak için geleneksel bilgilerden yararlandıkları ortaya çıkıyor. Modern tıbbı ilerletmek için doğadan ve yerel bilgiden faydalanmak.. Klorokine dirençli sıtmanın tedavisini keşfetmeyi amaçlayan Proje 523'ün başkanı Çinli bilim adamı Tu Youyou, sıtmaya karşı kullanılan 240.000'den fazla bileşiği - başarısızlıkla - test ettikten sonra, ipuçları için geleneksel Çin tıp literatürüne başvurdu. Orada, o ve ekibi 'aralıklı ateşleri tedavi etmek için tatlı pelin otunun kullanıldığına' dair bir referans buldu. 1971'de Tu Youyou'nun ekibi, 'tatlı pelin ağacında bulunan ve özellikle sıtma tedavisinde etkili olan' aktif bir bileşik olan artemisinin izole etti. Artemisinin artık Dünya Sağlık Örgütü tarafından sıtma tedavisinde birinci ve ikinci basamak olarak önerilmektedir. Tu Youyou, milyonlarca insanın hayatını kurtaran sıtmayla ilgili çalışmaları nedeniyle 2015 yılında Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'ne layık görüldü. Aspirinin temeli olan söğüt kabuğudoğanın ve geleneksel bilginin modern tıbba nasıl katkıda bulunduğunun bir başka örneğidir. 3500 yıldan fazla bir süre önce söğüt ağacının kabuğu Sümerler ve Mısırlılar tarafından ağrı kesici ve iltihap önleyici olarak kullanılıyordu. Daha sonraki yıllarda Antik Yunan'da doğum sancısını hafifletmek ve ateşi iyileştirmek için kullanılmıştır. 1897'de Bayer kimyageri Felix Hoffmann aspirini sentezledi ve ilaç her gün milyonlarca insanın hayatını iyileştirdi ve kurtardı; 'kalp krizini veya felci önlemek, kan basıncını iyileştirmek, ağrı ve şişliği hafifletmek' gibi birçok fayda sağladı. Aspirin artık dünyada en çok kullanılan ilaçlardan biri.

Tatlı pelin ve söğüt kabuğunun yanı sıra, Madagaskar deniz salyangozu, alıç, yüksük otu, yıldız anason ve yabani Meksika yamıçocukluk çağı kanser ilaçları ve doğum kontrol hapları da dahil olmak üzere tıbbi atılımlara katkıda bulunmuştur. Şu anda çocukluk çağı kanser ilaçları olan vinblastin ve vinkristin'in kaynağı olan Madagaskar deniz salyangozu, tıbbi bir bitki olarak kullanılma konusunda son derece uzun bir geçmişe sahiptir ve Mezopotamya folklorunda, geleneksel Hint tıbbının Ayurveda sisteminde ve geleneksel Çin tıbbında bahsedilmektedir. Alıç ve yüksük otu gibi şifalı bitkiler kardiyovasküler hastalıkları ve hipertansiyonu tedavi etmek için kullanılmıştır. Diğer örnekler şunları içerir: yıldız anasonundan elde edilen ve vücuttaki A ve B tipi influenza virüslerinin etkilerini bloke eden antiviral ilaç olan Tamiflu'nun üretiminde kullanılan şikimik asit; ve doğum kontrol haplarının ilk aktif bileşenlerinden biri olan yabani Meksika patatesinden elde edilen noretindron. Modern tıp, doğanın sunduğu şeyler üzerine inşa edilmiş ve bu şifalı bitkilerin, şifalı otların, köklerin ve kabukların medeniyetler boyunca hastalıkları tedavi etmek için nasıl kullanıldığına dair geleneksel bilgi sistemlerinden yararlanmıştır. Küresel hastalıkları ortadan kaldırmak için eski uygulamalardan yararlanmak.. Antik kültürlerin sağlık için doğal kaynaklardan nasıl yararlandığını öğrenmenin yanı sıra, modern hastalıklara yanıt bulmak için geleneksel toplum temelli sağlık uygulamalarına da baktık.  Bu küresel sağlık başarı öyküsünde çiçek aşısının geliştirilmesi buna bir örnektir. İnsanlar tarafından bilinen en ölümcül hastalıklardan biri olan çiçek hastalığı, ortadan kaldırılan tek insan hastalığı olmaya devam ediyor. Binlerce yıl boyunca çiçek hastalığı dünya çapında yüz milyonlarca insanı öldürdü. Günümüzün çiçek hastalığı aşısı, 'çiçek hastalığı yaralarından elde edilen materyalin, sağlıklı insanlara aktarıldığı ve bunun daha hafif hastalık biçimlerine yol açtığı eski çiçek hastalığı uygulamasında kullanılan prensipten' yararlanmaktadır. Variolasyonun eski uygulamaları M.Ö.200 yılına kadar uzanır ve bunun Asya'da ve Afrika'nın bazı bölgelerinde yaygın olarak kullanıldığına dair kayıtlar vardır. 1721 yılında Leydi Mary Wortley Montagu, Rum ve Ermeni kadınlar arasındaki Türk halk aşılama uygulamasını gözlemledi ve kendi çocuğunu çiçek hastalığına karşı başarıyla aşıladı. Bu uygulama aynı zamanda İran, Çin, Hindistan ve diğer ülkelerde de kullanıldı. Amerikan kolonilerindeki köleleştirilmiş Batı Afrikalıların kendilerini çiçek hastalığına karşı aşıladıklarına dair benzer açıklamalar, bu eski uygulamaya çok ihtiyaç duyulan ilgiyi getirdi. Zamanla, kapsamlı testler yoluyla, 'geleneksel aşılama uygulamasının çiçek hastalığına karşı etkili bir şekilde koruma sağladığı' gösterildi; bunun sonucunda yaygın olarak kullanılan bir çiçek hastalığı aşısı ve bu hastalığın nihai olarak ortadan kaldırılması sağlandı.

Yoga ve akupunktur aynı zamanda kronik sağlık sorunlarını çözmek için başarıyla kullanılan geleneksel şifa uygulamalarının örnekleridir. DSÖ Geleneksel Tıp Dış Danışma Grubu Eşbaşkanı ve Cochrane Tamamlayıcı Tıp Direktörü Dr. Susan Wieland; "20'den fazla klinik araştırmadan elde edilen kanıtlar, yoganın kronik spesifik olmayan bel ağrısında ağrıyı ve sırtla ilgili işlevi iyileştirmede etkili olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Ağrının giderilmesi söz konusu olduğunda aynı şey akupunktur için de geçerlidir." Böylece araştırma verileri, modern zamanlarda dünya çapında popülerlik kazanan bu eski uygulamaların değerinin altını çiziyor. Başka bir örnekte, Dr. Wieland, sarılığı olan bebekleri güneş ışığına maruz bırakmanın (zamansız bir ayurveda uygulaması) modern tıbbi fototerapi tedavisine nasıl karşılık geldiğini anlatıyor: "Artık bunun (güneş ışığına maruz kalmanın) neden etkili olduğunu, güneş ışığına nasıl dönüştüğünün mekanizmasını anlıyoruz. bilirubini konjuge olmayan ve atılabilen bir forma dönüştürüyoruz; dolayısıyla neden işe yaradığına dair artık farklı bir anlayışa sahibiz. Ancak geleneksel tıp bunun işe yaradığını anlamıştı." -Bilgiyi yeni teknolojilerle genişletmek.. Etrafımızdaki dünyaya dair geleneksel ve yerli bilgiler, insanların ve gezegenin sağlığı ve refahına yönelik keşiflere başka nerede rehberlik edebilir? Geleneksel tıbbın incelenme yöntemlerinin dikkate değer ve hızlı bir şekilde modernleştirilmesiyle birlikte, yeni teknolojiler ve teknolojik yenilikler yol gösterebilir ve geleneksel tıbbın somut faydalarının daha derinlemesine anlaşılmasını sağlayabilir. Yapay zeka (AI "Artificial intelligence"), geleneksel şifa sistemlerinin incelenmesinde ve uygulanmasında devrim yaratan, oyunun kurallarını değiştiren bir unsur olarak ortaya çıkıyor. Yapay zekanın gelişmiş algoritmaları ve makine öğrenimi yetenekleri, araştırmacıların kapsamlı geleneksel tıbbi bilgileri keşfetmesine, kanıtları haritalandırmasına ve bir zamanlar anlaşılması zor kalıpları ve eğilimleri belirlemesine olanak tanır. Fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI "Functional magnetic resonance imaging"), dünya çapında insanların zihinsel sağlıkları, stres yönetimi ve genel refahları için giderek daha fazla kullandıkları geleneksel yoga ve meditasyon uygulamalarıyla meşgul olan bireylerin beyin aktivitesinin incelenmesine ve gevşeme tepkilerinin ölçülmesine olanak sağlamıştır. Geleneksel kullanımlardan ipuçları alınarak, klinik açıdan etkili yeni ilaçlar, etnofarmakoloji ve ters farmakoloji gibi araştırma yöntemleriyle belirlenebilir. Dünya çapında insanlar tarafından giderek daha fazla kullanılmaya başlanan geleneksel tıp ürünleri ve uygulamalarına ilişkin araştırmalarda heyecan verici bir dönem yaşanıyor. Kullanımın artmasıyla birlikte neyin işe yarayıp neyin yaramadığını belirlemek için daha fazla araştırma ve daha fazla kanıt geliyor. Ve araştırma gerçekten umut verici görünüyor." (527)

"SEYAHATNAMELERDE OSMANLI İNSANININ HASTALIKLARI VE TEDAVİ YÖNTEMLERİ, ss. 169-182
Hastalıklar toplumların baş etmek zorunda olduğu büyük sorunlardan biridir. Salgın hastalıklar beraberinde binlerce ölüm ve sakatlık getirmekte, toplumlara kaotik bir süreç yaşatmaktadır. Osmanlı toplumu da Avrupa gibi hastalıklardan nasibini almış; veba, cüzzam, çiçek gibi ciddi pek çok hastalık sebebiyle birçok ölümle yüz yüze gelmiştir. Hastalık, şifa, hekimlik, afet, şehir kültürü, yeme, içme, eğlence gibi pek çok toplumsal olay günümüze çeşitli metinler vasıtasıyla ulaşmıştır. Bu metinler edebî, tarihî, kültürel ve farklı pek çok amaçla kaleme alınmış metinler olabilmektedir. Biz bu çalışmada bu metinlerin belki de en kapsamlı olanlarını, seyahatnameleri ele alarak hastalıklar ve bunların tedavi yöntemleri üzerinde duracağız. Ele aldığımız seyahatnameler de Batılı seyyahların Osmanlı diyarına yaptıkları geziler sonucu kaleme aldıkları eserlerdir. Böylelikle Batılı seyyahların gözünden Osmanlı insanının hastalıkları ve tedavi yöntemleri tek tek ele alınıp yorumlanacaktır. Çalışmamızın kapsamını, Kitap Yayınevinin Sahaftan Seçmeler Dizisi kapsamında basmış olduğu yabancı seyyahlar tarafından yazılmış ve çeviri ile dilimize kazandırılmış on bir adet seyahatname oluşturmaktadır. (...)" (528)

"Türkiye’nin eşsiz el dezenfekte yöntemi
Türkiye'nin "milli kokusu" kolonyanın satışları, aynı zamanda antiseptik olması nedeniyle koronavirüs pandemisinin başlangıcından bu yana arttı.. Osmanlı döneminden kalma bu kolonya yüzlerce yıldır Türk misafirperverliğiyle eş anlamlı olmuştur. Şimdi ise koronavirüsle savaşmak için kullanılıyor. (Bu yıl, bizi dünyaya aşık eden pek çok ilham verici ve harika hikaye yayınladık; bu da bizim favorilerimizden biri. Tam liste için buraya tıklayın). ABD ve Avrupa'da ticari el dezenfektanları tükenirken, Türkiye'deki insanlar, koronavirüs salgınıyla birlikte yepyeni bir anlam kazanan geleneksel, aromatik bir kokuya yöneliyor: kolonya.  "Kolonya (cologne)" anlamına gelen kolonya, Osmanlı İmparatorluğu'ndan bu yana Türk misafirperverliğinin ve sağlığının değerli bir sembolü olmuştur ve sıklıkla Türkiye'nin ulusal kokusu olarak tanımlanır. Geleneksel olarak incir çiçeği, yasemin, gül veya narenciye içerikli bu hoş kokulu aroma, evlere, otellere ve hastanelere giren misafirlerin ellerine serpilir; restoranlarda yemeklerini bitirdikleri zaman; veya dini törenler için toplandıklarında. Ancak diğer doğal kokuların aksine, bu etanol bazlı karışımın yüksek alkol içeriği mikropların %80'inden fazlasını öldürebilir ve etkili bir el dezenfektanı görevi görebilir. (....)" (529)

"Osmanlı İmparatorluğu Neyi İcat Etti? Dünya bundan faydalandı mı?
Osmanlı İmparatorluğu'nun icatları arasında forseps, neşter ve neşter gibi tıbbi cerrahide kullanılan ekipmanlar da vardı. Ayrıca eğitime, askeriyeye ve madencilik teknolojisine de değerli katkılarda bulundular. Buluşlarından bazıları günümüzde hala kullanılmaktadır. O halde hadi devam edelim ve sizi Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük başarıları hakkında bilgilendirelim..-Osmanlı İmparatorluğu Neyi İcat Etti? 600 yıl boyunca varlığını sürdüren Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın daha önce şahit olmadığı şeyleri icat etmişti. İmparatorluk ileri araştırmalar yürüttü ve bugün hala kullanımda olan icatlar yaptı. Bu Osmanlı icatları imparatorluğu başlangıcından çöküşüne kadar ayakta tuttu. Diğer medeniyetler de hayatlarını iyileştirmek için Osmanlı teknolojisinden ilham aldılar.

-Osmanlılar Bazilika Kanonunu icat etti.. Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri teknolojisi, Orban tarafından tasarlanan ve Bazilika Kanonu adı verilen büyük bir topu içeriyordu. Orban o dönemde Macaristan'da yaşayan bir askeri mühendisti. İlk başta topu Bizans İmparatorluğu'nun imparatoru Konstantin IX'a satmaya çalıştı. Ancak Konstantin IX bu silahın fiyatını karşılayamadı. Böylece Orban dikkatini Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed'e çevirdi. Mehmed topları satın aldı ve 1453'te Konstantinopolis'e karşı kullandı. Toplar surları aştı ve Mehmed şehre girdi. Mehmed sonunda savaşı kazandı ve 53 günde şehri ele geçirdi.
-Osmanlılar Çanakkale Silahını İcat Etti, Tasarladı ve Döktü.. Osmanlılar Çanakkale Topunu da tasarladılar. Çanakkale Topu, düşman duvarlarını ve savunmasını yıkmada etkili olan devasa bir toptu. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Münir Ali tarafından tasarlanan bu heykelin ağırlığı 1.984 poundun üzerindeydi. Askeri mühendis Münir Ali, kolay taşıma için namluyu ve barut haznesini ayırarak topu yarattı. Osmanlılar birçok fetihlerinde Çanakkale Topunu kullanmışlardır. Dikkate değer fetihlerden biri 1430'daki Selanik kuşatmasıydı. Süper boyutlu top, 1453'teki Konstantinopolis kuşatmasında da kullanıldı. 340 yılı aşkın süredir dünya çapında birçok ordu, seferlerinde Çanakkale Topunu kullandı.
-Osmanlı'nın Diğer Askeri Başarıları.. Osmanlı İmparatorluğu askeri teşkilatlanma ve savaş alanında birçok kilometre taşı elde etti. Daha da önemlisi, konseptler ortaya attılar ve belirli silahları ilk deneyenler arasında yer aldılar. Bunlar tarih boyunca birçok orduya ilham kaynağı olmuştur.
-Avrupa'da Daimi Ordu Kullanan İlk Devlet Osmanlı İmparatorluğuydu.. Osmanlılar modern profesyonel ordu kavramını ortaya attılar ve ilk kullananlar oldular. Ordudaki askerler çabalarının karşılığında maaş alıyordu ve ordunun kendisinde de farklı birlikler ve rütbeler vardı ve her birinin kendi komutanı vardı. Üstelik profesyonel ordu imparatorluğun yükselişinde etkili oldu.
-Osmanlı Arkebüs (Harquebus)'u Kullanmış.. Harquebus'u ilk kullananlar arasında Osmanlılar vardı; omuzdan silah ateşlendi. Savaşta kullanılan ilk tabancaydı. Hackbut olarak da bilinen silah bir çifteliydi ve ucu tüfeğe benziyordu. Harquebus tüfeğin atasıydı.
-Osmanlı İmparatorluğu'nun Makine Teknolojisindeki Başarıları.. Osmanlılar, askeriyenin yanı sıra mekanik teknolojiye de büyük katkılarda bulundu. İmparatorluğun mekanik devriminin arkasındaki beyin Takiyüddin'di. Takiyüddin astronomi, matematik ve doğa felsefesi dahil olmak üzere farklı alanlarda birçok kitap yazdı. Onun çabaları imparatorlukta ve antik dünyada geniş çapta tanındı.
-Osmanlı İmparatorluğu Altı Silindirli Monoblok Su Pompasını İcat Etti..
 1550 yılında Takiyüddin, suyu pompalamak için altı silindirli bir cihaz tasarladı. Pompa suyla çalıştırılıyordu ve başka parçaları da vardı. Bunlara piston çubukları, dağıtım boruları ve kurşun ağırlık dahildir. Üstelik imparatorluktaki şehirlere su sağlanmasına yardımcı olduğu için dikkate değer bir buluş olduğunu kanıtladı. Pek çok tarihçi Takiyüddin'in icadının buhar makinesinin keşfine yol açtığına inanıyor.
-Takiyüddin Osmanlı İmparatorluğu için Mekanik Saat Tasarladı.. Osmanlı İmparatorluğu'nun başarıları arasında mekanik astronomik saatin icadı da vardı. Gökbilimciler güneş, ay ve gezegenler gibi gök cisimlerinin konumlarını belirtmek için astronomik saatleri kullandılar. Takiyüddin, yarattığı eseri belirli bir zamanda alarm çalacak şekilde programladı. Çalar saatler yeni değildi ama kullanıcı Takiyüddin'in saatlerini belirli bir zamanda çalacak şekilde ayarlayabilirdi. Bunu kadran çarkının yakınına bir çivi yerleştirerek başardı. Kadran belirlenen saate geldiğinde, mandal bir zil sesini tetikledi. Mekanik saat aynı zamanda saatleri, dakikaları ve saniyeleri de gösterebiliyordu. Böylece günün belirli bir saatini söyleyebilir. Bu önemli bir atılımdı çünkü o zamanın mekanik saatleri doğru değildi. Bu nedenle doğru astronomik veriler için onlara güvenilemezdi.  Ancak Osmanlı'nın mekanik saati icat etmesi, dünyanın astronomik bilgileri doğru bir şekilde kaydedebilmesi anlamına geliyordu.
-Osmanlı İmparatorluğunun Tıp Buluşları.. Osmanlılar bazı cerrahi aletleri icat ederek modern bilime büyük katkı sağladılar. Bu aletler forseps, neşter ve kateterleri içeriyordu. İlk başta cerrahlar bambu filizlerini, kabukları ve bazen de tırnakları ameliyat bıçağı olarak kullandılar. Modern neşterler, kerpetenler ve neşterler, Osmanlılar tarafından icat edilenlerin doğrudan devamıydı.
-Osmanlı'nın Tıbbi Bakımdaki Başarıları..
 Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlılar bazı cerrahi aletler icat etti ama hepsi bu değil. Ayrıca sağlık merkezleri kurarak modern tıp bilimine ilham verdiler. Bu sağlık merkezlerinden bazıları hastaların tedavisine yardımcı olmak için ücretsiz tedavi ve ilaç sağlıyordu.
-Osmanlı İmparatorluğu Buluşları: Sağlık Ocakları.. Sağlık merkezlerini hastaların cinsiyetine göre böldüler. Daha spesifik olarak Osmanlılar erkekleri kadınlardan ayırdı ve doktorlarla ayrı ayrı ilgilendiler. Ayrıca tedavide bütünsel yaklaşımı benimsediler. Bir kişi hastalandığında bunun fiziksel ve ruhsal yönler de dahil olmak üzere tüm varlığı etkilediğine inanıyorlardı.
-Osmanlı İmparatorluğunun Buluşları: Tıbbi Bakımın Bir Parçası Olarak Ruh Sağlığı.. Osmanlılar hastanın ruhsal sağlığını da dikkate alıyordu. Bu nedenle çalışanları hastanın sağlık durumuna göre gruplandırdılar. Tıp doktorları, zihinsel rahatsızlıklara yardımcı olması için müzisyenleri tutarken, hastaların fiziksel kısımlarını da tedavi ediyordu.
-Osmanlı İmparatorluğu'nun Buluşları: Hastalıkları Yiyecek ve İçecekle Tedavi Etmek.. Kullandıkları diğer tedavi yöntemleri arasında hastalıkları iyileştirmek için yiyecek ve içeceklerin kullanılması da vardı. Osmanlılar kahveyi tıbbi amaçla da ilk kullananlar arasındaydı. Bunu müshil olarak ve yorgunluğu tedavi etmek için kullandılar.
-Osmanlı İmparatorluğu Buluşları: Doktor-Hasta İlişkileri ve Kadın Hekim Yetiştirilmesi.. Doktorların hastalara nazik ve saygılı davranmasını sağlayarak doktor-hasta ilişkilerini geliştirdiler. Doktorlar ayrıca dini ve mekanik sıvısal tıp da dahil olmak üzere diğer tedavi biçimlerini de dahil ettiler. Osmanlı İmparatorluğu'nda hekimlerin çoğu erkek olmasına rağmen kadın hekimler de yetiştiriyordu.
-Osmanlının Coğrafyaya Katkıları.. Osmanlılar 1500'lü yıllardan itibaren dünya hakkında doğru bilgiler içeren coğrafya literatürü yazmışlardır. Onların önde gelen coğrafyacıları Piri Reis, Kopernik'in güneşmerkezciliği kavramı için kullanılan haritalar ve çizelgeler çizdi. Bu, Fransız gökbilimci Nicolaus Copernicus'un eseriydi. İbrahim Efendi daha sonra Corpenicus'un astronomiye ilgi uyandıran eserini tercüme etti.
-Osmanlı’nın Teknik Eğitime Katkısı.. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin temeli Osmanlı İmparatorluğu'nda atılmıştır. 1773 yılında Sultan III. Mustafa tarafından kurulan okulun amacı haritacılar ve gemi ustaları yetiştirmekti. Daha sonraki yıllarda okul teknik askeri personel yetiştirmeye başladı. Daha sonra 1845 yılında Osmanlılar, okulu mimarların eğitimini de kapsayacak şekilde genişletti. Okul, fikirleri imparatorluğun genişlemesine yol açan birçok entelektüel yetiştirdi. Dünyadaki birçok teknik okul, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden ilham aldı. Daha da önemlisi, okuldan Türkiye'nin iki cumhurbaşkanı ve başbakanı yetişti.

Özet: Özetle Osmanlı’nın katkılarına ve dünyaya etkilerine baktık. Şu ana kadar okuduklarımız: "-Osmanlılar hayatın çeşitli yönlerini etkileyen çeşitli cihazlar icat etti. ; -Buluşlardan bazıları arasında kerpeten, neşter ve kateter gibi ameliyat aletleri yer alıyor.. ; -Osmanlılar aynı zamanda doğru hesaplamalar yapan mekanik astronomik saati de icat etti.. ; -Osmanlı İmparatorluğu, kendilerini korkunç bir askeri güç haline getiren Çanakkale Silahını icat etti.. ; -Osmanlı İmparatorluğu'nda bir mühendis olan Takiyüddin, altı silindirli bir su pompasını icat etti.. ; -Osmanlılar sağlık, eğitim ve savaş alanlarına da değerli katkılarda bulundu.. ; -Dünyanın en büyük gözlemevlerinden birini inşa ederek astronomi çalışmalarını geliştirdiler.." Osmanlı İmparatorluğu'nun katkıları sadece onlara yardım etmekle kalmamış, moderniteyi de etkilemiştir. Ancak ne yazık ki, mirasları hâlâ devam ediyor olsa da imparatorluk, Müttefik Kuvvetlerle yaşanan bir dizi çatışmanın ardından 1923'te nihayet sona erdi. " (530)

"TÜMATA ve Türk Müziği Terapisi
Soyut: Bu makale, günümüz Türk müzik terapi grubu TÜMATA'nın, İslami tıbbi müzik tedavisinin daha uzun bir geçmişiyle nasıl ilişkili olduğunu incelemektedir. İslam Ortadoğu'sunda müzik terapinin tarihinin izini sürüyor ve ardından Müslüman Sufi Mevlevi tasavvuf mezhebini bu bağlamda incelemeye devam ediyor. TÜMATA ve kurucusu Dr. Oruç Güvenç'in müzikal şarkıları, modern müziğin, müzik terapisinin tarihsel tıbbi anlayışından nasıl yararlandığına ışık tutuyor. Şarkıları Sufi mistiklerinin dini inançlarıyla iç içe geçerken aynı zamanda geleneklerine körü körüne bağlılıktan da kaçınıyor. TUMATA, sanatsal lisansı korudu ve derin bir İslami gelenek içinde müzik terapisi yarattı ancak bu mirastan kopmaktan çekinmedi. Böylece grup ve kurucusu, İslami müzik terapisinin tarihini keşfederken, bu uygulamanın kendini gösterdiği modern yolları inceleyecek bir mekanizma sağladı. (.....) -İlk bilim adamlarının katı mizah anlayışının ötesinde, tıbbi müzik alanı MS dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda yeni keşfedilen felsefi bir önem kazanmaya başladı. Bu dönemde, klasik eserlerin Yunancadan Arapçaya çevrilmesi, müziği kozmolojiyle ilişkilendiren “düzen olarak uyum anlayışının” üretilmesine yardımcı oldu. Bu yönelimde, müzik çalışmasının evrene hakim olan ilkeleri anlamanın anahtarı olduğu düşünülüyordu. "Dokuzuncu yüzyıl İslam filozofu el-Kindi'nin eserleri, "aletlerin, ruh ile evren arasında uyum yaratılmasına yardımcı olduğunu" öne sürerek bu görüşü daha da güçlendirdi” Tıp ve müzikle ilgili erken dönem İslam görüşleri üzerinde Yunan etkisinin önemini abartmak zordur. Zaman ilerledikçe İslami bilim anlayışı da gelişti. Yunan etkisindeki Galenci humoral vücut teorisi sonunda gözden düştü. Ancak ileride açıklanacağı üzere müziğin bu mizahi anlayıştaki temelleri TÜMATA'nın eserlerinde günümüze kadar gelmiştir. Müzisyenlerin bu şekilde kullanılması, bazı durumlarda Osmanlıların devlete yerleştirdiği gücü göstermektedir.

Hastanelerde şifa aracı olarak müziğin İslam Ortadoğu'sunda uzun bir tarihi mirası vardır. Örneğin Abbasiler döneminde (MS 556-653) bu tedavi el-Adudi ve el-Mansur Hastanelerinde gerçekleştiriliyordu. Memluk hastanesi Bimaristanal Arguni ve Selçuklu inşaatı Gevher Nesibe Darüşşifa'da görüldüğü gibi uygulama devam etti. Osmanlılar da bu listeye Bursa Yıldırım ve Edirne Hastanesi'ni kattı. Bu hastanelerde müzik terapisi sadece bir müzisyenin müzik çalmasından ibaret değildi. Aksine, hastane mimarisinin hatları tarafından üretilen melodilerle birlikte doğal sesler de müzik tedavisinin bir parçasını oluşturuyordu. Osmanlıların bu tıp geleneğini daha önce bahsettiğimiz hastanelerde sürdürmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Osmanlı tıp uygulamalarının müzikten nasıl yararlandığına dair somut bir örnek için 17. yüzyılda Kahire'deki Mansuri Hastanesi'ne bakmak yeterlidir. Mansuri Hastanesi'nde “uykusuzluk çeken hastalar ayrı bir salona yerleştirildi; uyumlu müzik dinlediler ve yetenekli hikaye anlatıcıları onlara hikayelerini anlattı. Bayzid'in [II] Edirne'deki hastanesinin vakfında üç şarkıcı ve yedi müzisyen için de bir hüküm vardı; (bir flütçü, bir kemancı, bir flageoletçi, bir zilci, bir arpçı, bir arp-zilci ve bir lutencihaftada üç kez hastaneyi ziyaret edecekti. Altı farklı melodi çaldılar ve deli olduğu düşünülen pek çok kişinin bundan rahatladığı bildirildi.” Müzisyenlerin bu şekilde kullanılması, bazı durumlarda Osmanlıların 'müziğin mimetik gücüne, bedeni iyileştirme ve kişinin kendisi ile çevre arasındaki dengeyi yeniden sağlama konusundaki gücünü' göstermektedir. Söz konusu dokuzuncu ve onuncu yüzyıllardan miras kalan, insanlığın evrendeki yerini müzik aracılığıyla anlamaya yönelik felsefi arayış, Osmanlı İmparatorluğu'nda en azından on yedinci yüzyıla kadar canlı ve sağlıklı kaldı. Osmanlı doktorları müziği hem hastalarını fiziksel olarak iyileştirmek için bir araç olarak kullanıyorlardı hem de tedaviyi potansiyel olarak rahatsız olmuş bir ruhu onarmanın bir yolu olarak kullanıyorlardı.  (....) Özgür Sanatlar: Lisans Araştırmaları Dergisi.. Müzik Adamı: TÜMATA ve Türk Müzik Terapisi, Nils Peterson.. (...)" (531)

"Hastane avlusundaki melodiler: Erken modern dönemde Osmanlı müzik terapisinin karşılaştırmalı tarihi (c. 1400-1800)
Soyut.. Müziğin psikoterapötik tedavide kullanımı genellikle kökleri yanlış bir şekilde eski Yunan ve Avrupa tıbbına atfedilen yeni bir uygulama olarak düşünülür. Bu makale, modern öncesi Avrupa tıp anlayışı ve modern müzik terapisi açısından incelenen Osmanlı'da akıl hastalarına yönelik müzik terapisine (OMT "Ottoman music therapy") genel bir bakış sunmaktadır. Osmanlı hastanelerinde akıl hastalarının tıbbi tedavisinde müziğin sistematik ve pragmatik kullanımının, geçerliliği bugün hala hissedilen son teknoloji ürünü bir model sağladığını ileri sürüyoruz. Ayrıca OMT, İslam medeniyetinin müzik terapiye yaptığı olağanüstü katkıların bir örneğini de sunuyor. Müslüman dünyasında müzik, Batı tıp alanında ilgi kazanmadan yüzyıllar önce tıbbi ve psikiyatrik amaçlarla reçete edilmiş ve kullanılmıştır. Modern standartlara göre bile gelişmiş olan Osmanlı modelinin takdir edilmesi, yalnızca müzik terapisinin tarihsel kökenlerinin doğru bir şekilde anlaşılması için değil, aynı zamanda onun günümüzdeki uygulamalarının geliştirilmesi için de önemlidir. Ayrıca Osmanlı ve Avrupa tıp gelenekleri arasında bilgi aktarımı olasılığını ve OMT'nin yüzyıllar sonra Avrupa tıp kurumlarında psikiyatrik bozukluklar için müzik terapisinin kullanımını etkilemiş olabileceği olasılığını da tartışıyoruz. 
-Bölüm kesitleri.. Antik Yunan uygarlığında müzikle tedavi.. Müzik terapisinin hem tarihsel hem de güncel anlatımları genellikle antik Yunan kökenlerinden söz edilmesiyle başlamaktadır (Babikian ve diğerleri, 2013; Turabi, 2015; Wigram ve diğerleri, 2002; Yalçın, 2016). Pisagor (ö. MÖ 490), Demon of Athens, Platon ve Aristoteles gibi Yunan filozoflarının müziği, iyileştirmenin uyumlulaştırıcı gücü olarak adlandırdıkları biliniyordu (West, 2016). Bu eski metinlerin, müziğin tıbbi iyileştirici özelliklerinin belirlenmesinde teorik bir etkiye sahip olduğu yaygın olarak dile getirilse de, bunların..
-İslam medeniyetinde müzikle tedavi.. İslam tarihinde 9. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar olan dönem, Osmanlılar da dahil olmak üzere daha sonraki İslam imparatorluklarında devam eden tıbbi ilerlemelerin temelini oluşturan bilgi üretimindeki önemli gelişmelerle biliniyordu. (Shefer-Mossensohn, 2009). Abbasi yönetimi sırasındaki Müslüman alimler, yoğun çeviri kampanyaları yoluyla yalnızca eski tıp geleneklerinden (örneğin, Yunan, Roma, Süryanice vb. ) gelen bilgileri birleştirmediler, aynı zamanda kendi tıp geleneklerini uygulayarak tıp alanını da geliştirdiler. 
-Osmanlı tıbbında müzikle terapi teorileri.. Tarihsel kaynaklar, Osmanlı alimlerinin daha önceki İslami tıp uygulamalarında bulunan mevcut müzik terapi yöntemlerini ayrıntılı olarak incelediklerini göstermektedir. Osmanlı alimlerinin en büyük katkılarından biri de müziğin sağlık üzerindeki rolü ve onu çare olarak kullanma yolları üzerine yaptıkları detaylı çalışmalardır. (Ak, 2017, Dols, 1992, Ersoy-Çak ve Özcan, 2018, Scalenghe, 2014; Shefer-Mossensohn, 2009; Turabi, 2005, Turabi, 2011). Bu bilim adamlarının başvurduğu müziğin temel unsuru makamlar, ton makamlarıydı.

OMT'nin Pratikleri.. Müzikologların, hekimlerin ve seyyahların tarihi elyazmaları ve hastane binalarının mimari özellikleri, müzik terapisinin Osmanlı döneminde akıl hastalarına sunulan terapötik klinik uygulamaların ayrılmaz bir parçası olduğunu gösteriyor. Latince Maristan olarak çevrilen “dârüşşifa” (“Tedavi Evi”, Şengül, 2015) veya “bîmârhane/ bîmâristan” (hastaların yeri) olarak adlandırılan Osmanlı tıp kurumlarının, müzikle tedavi ve tedavilerin yapıldığı psikiyatri birimlerinin de yer aldığı biliniyordu. -Paylaşılan kökler mi? Osmanlı ve Avrupa tıbbında müzikle terapi.. Antik Yunan müziğini doğrudan modern Batı müzik terapisi geleneğine bağlamaya yönelik Avrupa merkezli girişim (Thaut, 2015, Wigram ve diğerleri, 2002), hatalı bir şekilde bazı Rönesans filozoflarını ve/veya 18. yüzyıl doktorlarını modern müzik terapisinin öncüleri olarak değerlendirme eğilimindedir. (Gouk, 2013, Rorke, 2001). Ancak Avrupa tıbbı, modern Batı tıbbının öncüsü olarak, teorik ve uygulamaya dayalı bilgilerini öncelikle Arapça kaynaklardan yoğun bir tercüme yoluyla miras almıştır.  -Sınırlamalar ve gelecek yönelimler.. OMT'nin ve ruh sağlığı alanındaki konumunun karşılaştırmalı bir analizi olan bu çalışmanın çeşitli sınırlılıkları vardır. Örneğin, müzik terapisi uygulamalarının uygulama protokollerini detaylandıran bilgi veya tıbbi raporlar sağlayan şu ana kadar ortaya çıkarılan birincil kaynaklarda eksiklik var. Bu sınırlama, akıl hastalarına yönelik hastanelerde OMT'nin daha canlı bir tasvirini çizme konusundaki hassasiyetimizi engellemektedir. Diğer bir sınırlama ise tarihin anlaşılmasında anakronizm riskidir. -Çözüm.. Erken Modern Dönem'de Osmanlı hastanelerinin psikiyatri ünitelerinde müzik terapiden faydalanılması, sistemli bir şekilde uygulanan, döneminin en gelişmiş ruh sağlığı modeliydi. OMT'nin önemi, özellikle Avrupa tıbbında tıbbi bir araç olarak müzik terapisinin yokluğuyla karşılaştırıldığında netleşir. OMT'nin genellikle grup temelli bir alıcı terapi olarak uygulanması, mevcut müzik terapisi uygulamalarıyla temel benzerlikler taşımaktadır. Sırasında... (...)" (532)

"Selçuklu ve Osmanlılarda Müzikle Tedavi Yapılan Hastaneler
ÖZET.. Müzikle tedavi, alternatif bir tedavi yöntemi olmayıp, geleneksel tıbba uygundur ve kendine ait metotları vardır. Mitten bir tedavi yöntemi olana değin kültürlere, uluslara ve dönemlere göre farklılık gösteren bir tarihsel gelişime sahiptir. Müzikle tedavi yapılan hastaneler de müzikle tedavinin kendisi kadar büyük öneme sahiptir. Bu makalede, günümüzde bilimsel bir tedavi yöntemi olarak kullanılan müzikle tedavinin Türklerdeki tarihsel gelişiminden bahsedilmekte ve tüm dünyada hastane mimarisi tasarımında öncü olan Selçuklu ve Osmanlılar döneminde müzikle tedavi yapılan hastaneler hakkında bilgi verilmektedir. (....)" (533)

"Osmanlı Devleti´nde müzikle tedavi : Darüşşifalar, tedavide kullanılan makam ve enstrümanlar
(....) Bulgu ve Sonuçlar:  Müzik: duyguların dilidir,  insanlığın var olduğundan beri vardır.  İnsanlar hüzünlenmek,  neşelenmek için müzik dinlemişlerdir.  Zamanla da müziği büyücülük, eğlence, askeri amaçlar için kullanılmıştır. Bunun yanında tarih öncesi devirlerden itibaren şamanlar kötü ruhlardan korunmak, hastalıkları tedavi edebilmek için müziği kullanmışlardır. İlkçağ uygarlıklarında, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında  müzikle tedaviye önem verilmiştir. Osmanlı  Devleti´nde hastaları tedavi edebilmek amacıyla darüşşifalar oluşturmuşlardır. Darüşşifalarda özellikle akıl hastalarının ve diğer hastalıkların tedavileri yapılmıştır. Özellikle musiki makamlarından yararlanılarak hastalar tedavi edilmeye çalışılmıştır. Darüşşifalarda kullanılan  makamlar ve enstrümanların hastaları tedavi etmek amacıyla günümüzde pek kullanılmadığı görülmüştür.   (...)" (534)

"Osmanlı Müzik Terapisi
Müzik yüzyıllar boyunca çeşitli halklar tarafından her türlü rahatsızlığa karşı bir terapi aracı olarak kullanılmıştır. Osmanlı medeniyetinde hekim ve müzisyenler daha önceki Müslüman uygulamalarının devamı niteliğindeki müzik terapiden haberdardı. Hem tıp hem de müzikle ilgili eserlerde sesin insan üzerindeki etkisi ve müziğin iyileştirmedeki etkisi konusunda çok sayıda el yazması ve risale bulunmaktadır.  Farabi, Razi ve İbn Sina'nın müzik konusundaki fikirleri birçok Osmanlı hekimi tarafından takip edildi. Bu makale, Osmanlı tıp yazarlarının müziğin tedavi edici bir araç olarak kullanılmasına ilişkin bir incelemesini sunmakta ve müziğin insanın zihni ve bedeni üzerindeki etkilerine dair kullanımları hakkında kapsamlı bilgiler sunmaktadır. 1. Giriş.. Müzik etkili bir iyileşme aracı mıdır? Hastalıklar melodilerle engellenebilir mi? Müzik, üzerinde tartışmalar olmasına rağmen yüzyıllar boyunca çeşitli halklar tarafından her türlü hastalık ve rahatsızlığı iyileştirmek için bir terapi aracı olarak kullanılmıştır. Türk toplulukları da İslam öncesinden beri müzikle terapi uygulamaktadır. Türk şamanı Kam, davulu, davulu ve oyunu, ritüel töreni aracılığıyla öteki dünyanın ruhlarıyla ilişki kurmaya çalışıyordu; dolayısıyla doğaüstü güçlerinden yararlanmaya çalıştılar. Kam, tedaviyi sağlamak için müzikten yararlanarak ya kötü ruhları uzaklaştırarak ya da iyi ruhların yardımını çekerek ruhları etkilemeye çalıştı.. (....)" (535)

"Osmanlı dönemi Sufi müzik terapisi hastaların tedavisinde nasıl yardımcı olabilir?
Oruç Güvenç, yüzlerce yıllık tedavi edici tasavvuf müziği sanatını akıl hocasından miras aldı. Ve hayatının son dönemlerine kadar hastaların, iyileşmesine yardımcı oldu.. Müzik terapisinin Batı'da yaygınlaşmaya başlamasından çok önce, Osmanlı Türklerinin hastaların müzikle tedavi yoluyla tedavisine öncülük etmesi bazıları için sürpriz olabilir. Bu, yakın zamanda Trakya'nın Edirne kentinin eteklerinde, II. Bayezid döneminde inşa edilen ve eski Türkçede Darüşşifa olarak adlandırılan eski bir Osmanlı hastanesini ziyaret ederken aklıma geldi. 1488'de açıldı ve 400 küsur yıl boyunca hastaları tedavi etti; İbn Sina ve Farabi'nin o dönemde Batı'da uygulanmakta olan her şeyin çok ilerisinde olan tıbbi teorilerinden yararlandı. O zamanın yeniliklerinden biri de müziğin, akıl hastalıkları olan hastaları tedavi etmek için yenilikçi bir şekilde kullanılmasıydı. (....)" (536)

"TÜRKLERDE MÜZİK TERAPİ
1. Giriş.. Antik çağlardan bu yana müzik, insanlığın yaşamında önemli bir yer işgal etmiştir. İnsanlar üzüntülerini, sevinçlerini, kahramanlıklarını, heyecanlarını ve sevgilerini ifade etmek için çoğunlukla müziğe başvurmuşlardır. Trans hali yaratan müzik, insanları etkilemiş ve zaman zaman kitleleri yönlendirmiştir. Özellikle duyguları yoğunlaştırma özelliği taşıyan müzik, birçok medeniyet tarafından dini duyguları güçlendirme ve hastaları iyileştirme aracı olarak kullanılmıştır. (...)" (537)

"Osmanlı'da şifa yöntemi olarak müzik
Edirne'nin kuzeybatısındaki Sultan II. Bayezid Külliyesi'ndeki tarihi "darüşşifa", 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar alternatif tedavi yöntemleriyle ünlüydü. Osmanlı hekimleri su, ses ve koku terapilerinin yanı sıra hastalarını tedavi etmek için müzikten de yararlanıyordu. Trakya Üniversitesi Rektörü Yener Yörük, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hastanenin bedensel rahatsızlığı olan hastaların yanı sıra akıl hastalarına da hizmet verdiğini söyledi. Osmanlı tarihçisi ve gezgin Evliya Çelebi'nin (1611-1682) "Seyahatname"sinde (Seyahatname) hastane hakkında bol miktarda bilgi yer almaktadır. Çelebi, hastanede çalışan doktorların sayısını, ne kadar para kazandıklarını ve bazı hastalıkların tedavisi için hangi makamların (Osmanlı sanat müziği sistemleri) uygun olduğunu kaydetti. (....)" (538)

"Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifalarında Müzikle Tedavi
Soyut.. Müziğin insanlar üzerinde bıraktığı psikolojik ve fiziksel etki günümüzde açıkça bilinmektedir. Bilinen en eski tedavi yöntemlerinden biri olan Müzikle tedavinin geçmişi binlerce yıl öncesine dayanır. Türklerin, müzikle tedavide İbn Sina, Razî, Farabî, Hasan Şuurî ve Gevrekzade Hasan Efendi gibi bilim adamlarının yaptıkları araştırmaların yer aldığı kitaplardan faydalanarak, Selçuklu ve Osmanlılar döneminde, akıl hastalıklarının tedavisine uygun akustikle inşa edilen hastaneler-darüşşifalarda kullanmaları, ilk ciddi müzikle tedavi uygulamaları olarak değerlendirilir. Darüşşifa, Türk ve İslam dünyasında pratiğe ve gözleme dayalı sağlık hizmetleri veren hastaları tedavi eden sağlık ve eğitim kurumlarına verilen isimlerden birisidir. Darüşşifalar Tıp mesleğinin uygulanmasına yönelik özel mimari anlayış içeren yapıları ile de ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Türkler Anadolu’ya yerleşmeleri ile birlikte çeşitli imar faaliyetlerine başlamışlardır. Yapılan bu faaliyetler içerisinde kervansaraylar, medreseler ve camilerle birlikte darüşşifalar da bulunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı darüşşifalarında tıbbi konular araştırmalara ve bilimsel esaslara bağlı kalınarak işleniyor, aynı zamanda tıp medreselerinde cerrah yetiştiriliyordu. Yapılan eğitimler dışında tatbiki uygulamaların da yaptırıldığı bilinmektedir. Darrüşşifalar, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı medreseleri plan şemasına uygun olarak tasarlanmıştır. Genelde derslerin verildiği ana eyvan ve farklı ihtiyaçlar için düzenlenmiş avlu etrafında yer alan odalardan oluşmaktaydı. Türk sanat tarihi içerisinde sıklıkla karşılaştığımız tıp siteleri aynı zamanda günümüz tıp fakültesi mantığı ile örtüşmektedir. Buralarda tedavi edici sağlık hizmetleri sunulmaktaydı. Müzikle tedavi yapılan darüşşifalardan günümüze ulaşan ve önem teşkil edenler bu çalışmada sanat tarihi ve müziğin iyileştirici gücünün yüzyıllar öncesinde Türklerde nasıl kullanıldığını vurgulamak amacıyla ele alınmıştır. Buradan hareketle Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi (1206), Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası (1228), Amasya Darüşşifası (1309), Fatih Darüşşifası (1470) Edirne Sultan II.Bayezid Darüşşifası (1488), Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi (1556) Enderun Hastanesi bu çalışmada müzikle tedavinin yapıldığı kurumlar arasında öne çıkanlar olarak incelenmiştir. Böylece Türk müziği makamları ve hastalıklar arasında kurulan ilişkiler Selçuklu ve Osmanlı Sanatı içinde müzikle tedavinin gerekleri düşünülerek inşa edilen bu yapıların yaşam amaçları ve müziğin iyileştirici gücünün vurgulanması amaçlanmıştır. (....)" (539)

"Türk hastanesinde köklü bir müzik terapisi geleneği
Osmanlı İmparatorluğu'nda müzik terapisi bazı doktorlar tarafından akıl hastalığından muzdarip hastaları tedavi etmek için kullanıldı. Şimdi, 500 yıldan fazla bir süre sonra, Türkiye'nin kuzeybatısındaki Edirne kasabasındaki bir psikiyatri hastanesinde gelenek hâlâ güçlü bir şekilde devam ediyor.. Türkiye'de çalıştığım süre boyunca birçok televizyon programında sunuculuk yaparken tek bir şeyden hoşlanmamaya başladım: Soğuk, gri, sisli hava. Genelde işimize yaramıyor çünkü izleyici güzel, renkli resimler izlemek istiyor, hele ki program bir gezi programı ise. Edirne'ye gitmek bu anlamda riskli bir iş. Özellikle ilkbahar ve sonbahar başlarında Edirne, manzaranın tüm renklerini ve muhteşem genişliğini alıp götüren bir sis örtüsüyle kaplanabilir. Ama aynı zamanda Edirne o hava koşulları nedeniyle daha mistik bir yer oluyor.. (....)" (540)

"Türkiye'nin harmonik şifa evleri
Asude Ucal, Darüşşifaları yeniden ziyaret ediyor.. Darüsiffa 'şifa evi' anlamına gelir (Benek ve diğerleri, 2015). Divriği Ulu Cami ve Darüşşifa, 13. yüzyılda Anadolu Selçukluları zamanında inşa edilen ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde güçlendirilen Darüşşifa'nın ilk ve en güzel örneklerinden biridir (Erdal ve Erbaş, 2013). Hem Osmanlı İmparatorluğu'nun hem de Anadolu Selçuklularının kültürü din üzerine kurulu olduğundan bu kurum camiye bitişik bir Darüşşifa idi. Darüşşifalarda ruh sağlığı sorunları tedavi edildi ve camilerde namaz kılındı. Dönemin binaları ve tedavi yöntemleri, Tanrı'ya bağlılığı göstermek için binaların üzerine oyulmuş motiflerle birlikte pek çok dini unsuru içeriyordu. Her ne kadar bu kurumları ortalama bir binadan farklı kılan çeşitli faktörler olsa da, mimari şüphesiz en değerli olanıydı. Divriği'nin en ilgi çekici bileşenlerinden biri de dantel gibi işlendiği için 'Tekstil Kapısı' olarak da bilinen 'Batı Kapısı'ydı. Sağda ve solda bulunan iki sütunun üzerlerindeki oklara göre döndüğü söyleniyordu (1939 depreminden sonra dönmeyi bıraktılar). Mayıs-Eylül ayları arasında, öğle namazına 45 dakika kala, bu sütunların dönme hareketinin, portalda [resimde, en solda] Kur'an okuyan bir adamın silüetini oluşturduğu bildiriliyor. Bu mimarinin nasıl bu silüeti oluşturduğu henüz tam olarak bilinmemekle birlikte bu sağlık tesisinin Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınmasına yol açmıştır (Benek vd, 2015).. (....)" (541)

"Osmanlı, Neo-Osmanlı ve Hastane Müzik Terapisinde İcat Edilen Gelenek
Özet.. Bu hasta bir masanın üzerinde eterize edilmiyor. Yüksek arkalıklı bir hastane koltuğunda dimdik oturuyor ama üzerinde oksijen maskesi ve elastik hastane şapkası var. Arkasında bir damlalık ve yaşamsal belirtileri gösteren bir dizi ekran duruyor. İstanbul Memorial Hastanesi'nde yakın zamanda kalp-damar ameliyatı geçirdiği için bu hiç de şaşırtıcı değil. Cerrahı Profesör Bingür Sönmez ve anestezi uzmanı Dr. Erol Can tarafından ziyaret ediliyor. Profesör, hastanın nabzını ve tansiyonunu ekranlardan kontrol ettikten sonra 'geleneksel' bir flüt çıkarıyor ve popüler bir Türk ezgisini çalmaya başlıyor. Anestezi uzmanı, Osmanlı döneminden kalma, dev bir bançoyu andıran ama yay ile çalınan büyük bir telli çalgı olan yayla tanburuna katılıyor. The Guardian'da 28 Ağustos 2011'de yayınlanan rapora göre, 'modern tıbba yönelik bu alışılmadık yaklaşım (unusual approach to modern medicine)', 'sonuç üretiyor'. Sönmez ve Can, 'neredeyse 1000 yıllık bir tıbbi tedavi türü olan geleneksel müzik terapisini yeniden canlandırıyorlar'. Tamamlayıcı bir terapi olarak kullanılan eski müzik modları 'önemli psikolojik ve fizyolojik sonuçlar' üretebilir. Bildirildiğine göre kahramanımız Dr Can'dı. Müzik terapisini memleketi Bulgaristan'ın Sofya kentindeki bir hastanede çalışırken keşfetti. 1960'lı yıllarda Türkiye'ye göç ettikten sonra, 'yüzlerce yıl önce geleneksel müzik terapisinde kullanılan, makamın psikolojik ve fizyolojik etkilerinden yararlanılarak', yani klasik Arap ve Türk müziğinde makam olarak kullanılan ney flütünü öğrendi. Güya her durumun farklı bir makamı var. Can'ın açıklaması şu şekilde: Sönmez, bu iddiaları, Yunanistan'dan Hindistan'a kadar eski müzik kültürleri arasında yaygın olan açık ve spesifik, hatta ters sonuçlar verecek şekilde ustalıkla değiştiriyor. Müziğin yalnızca biyotıbbın tamamlayıcısı olabileceğini söylüyor. Kalbi ve kan basıncını düşürebilir ve böylece bazı ilaçların reçete edilmesi ihtiyacını azaltabilir, ancak daha fazlasını yapmaz. (....)" (542)

"Türk doktorlar geleneksel müzik tedavileriyle melodiyi söylüyorlar
Anestezi Uzmanı Dr. Erol Can (solda), yaylı tanbur ve Osmanlı kemanı çalarken, Profesör Bingur Sönmez de flüt tutuyor. İstanbul hastanesindeki doktorlar çeşitli hastalıklar için antik müzik terapisini yeniden canlandırıyorlar.. Damar ameliyatı geçiren Kıbrıslı bir hastanın yatağının yanında duran Dr. Bingür Sönmez, nabzı ve tansiyonu ölçen bir ekrana bakıyor. Daha sonra bir meslektaşım flütünü çıkarıyor ve popüler bir Türk ezgisini çalmaya başlıyor. Eğer bu, modern tıbba alışılmadık bir yaklaşım gibi görünüyorsa, öyledir. Ancak İstanbul'daki son derece modern Memorial Hastanesi'ndeki doktorlara göre bu, sonuç veriyor. Burada Sönmez ve meslektaşı Dr. Erol Can, neredeyse 1000 yıllık bir tıbbi tedavi türü olan geleneksel İslami müzik terapisini yeniden canlandırıyor. Ve eğer tamamlayıcı bir terapi olarak kullanılırsa, eski Arabesk ölçü ve modlarının önemli psikolojik ve fizyolojik sonuçlar üretebileceğine inanıyorlar. Bölümün yoğun bakım ünitesinde baş anestezi uzmanı olan Can, müzik terapiyi memleketi Bulgaristan'daki Sofya hastanesinde çalışırken keşfettiğini söylüyor. "O zamanlar kayıt cihazı ve kulaklık kullanıyordum." 1996 yılında Türkiye'ye göç ettiğinde yavaş yavaş kayıtlı müziği canlı enstrümanlarla değiştirmeye başladı." (....)" (543)

"OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA HASTAYI MÜZİKLE TEDAVİ EDEN BİLGE
Soyut.. Osmanlı'da müzikle tedavi, tıbbi tedavi yöntemlerinin yanı sıra önemli bir tedavi yöntemi olmuştur. Müzik terapisinin kendine has yöntemleri vardır. Geçmişteki gelişmelere paralel olarak müzikle terapide de ilerlemeler kaydedilmiştir.  Osmanlı döneminde hastalıklarda pek çok başarıya imza atan "Gevrezâde Hâfız Hasan Efendi" (1724 1801), pek çok tıp kitabını incelemiş ve kendi tecrübelerini de katarak hastalıkların teşhis ve tedavisine yardımcı olacak önemli yenilikler yapmıştır. 1769'da orduya başhekim olarak atandı. "Gevrezâde Hâfız Hasan Efend", "Emraz ı Ruhaniyeyi Negama ı Musikiye" adlı kitabında çocuğun hastalıklarının ne hale geldiğini şöyle anlatmıştır:

-"Irak modu": Menenjitli çocuğa faydalıdır.
-İsfahan modu: Zeka zihin açıklığı verir ve soğuk algınlığına ve ateşli hastalıklara karşı korur.
-Zirefkend modu: İyi bir kuvvet, felç ve sırt ağrısı hissi verir.
-"Rehavi modu": Tüm baş ağrılarına, burun kanamalarına, ağız döküntülerine, felce ve balgam hastalıklarına iyi gelir.
-Büzürk modu: Beyin, mide ağrısına iyi gelir ve halsizliği giderir.
-Zirgüle modu: Kalp, beyin hastalıklarına, menenjite, mide yanmasına, karaciğer ateşine iyi gelir.
-"Hicaz modu": İdrar yolu hastalıklarına iyi gelir.
-"Buselik makamı": Kalça, baş ağrısı ve göz hastalıklarına iyi gelir.
-Uşşak makamı: Ayak ağrılarına ve uykusuzluğa iyi gelir.
-Hüseyni modu,: Karaciğer kalp hastalıklarına, nöbetlere ve gizli ateşe iyi gelir.
-Iştır Neva Modu: Ozan çağına gelmiş, kalça ağrıları, iyi bir gelir elde etmenin sevincini dile getirdi.

Osmanlı döneminde hastanelerde hastalar müzikle tedavi ediliyordu.
 Rönesans döneminde Osmanlı mimarları tarafından inşa edilen Topkapı Sarayı'nda bulunan Enderun Hastanesi, müzikle çok sabırlı olup şifa veriyordu. Enderun Hastanesi'nde hastaların hastalık gruplarına göre (akıl hastalığı, bulaşıcı hastalık vb.) tedavileri yapılıyordu. 1675 yılında Baron'un bir eserinde Enderun Hastanesi'nde öğrencilerin müzikle tedavi edildiğini anlatmıştır. (...)" (544)

"Ses, Bilim, İslam: İstanbul'da Şifa Olarak Müzik
Bu tez, Osmanlı dönemi müzikal şifa uygulamalarının çağdaş Türk biyomedikal araştırmalarında yeniden canlanışını incelemektedir. Fizyoloji, İslam kozmolojisi ve Galen tıbbıyla aynı anda bağlantılı olan Osmanlı müzik terapisi, makam üzerine kurulu bir uygulamalar ağıdır: Türk sanat müziğinde müzikal doğaçlama/kompozisyonun yapılandırılmasında mikrotonal melodik sistem. Osmanlılar, fizyolojik ve dini şifanın yanı sıra, her biri humoral tıbba göre vücudun biyolojik süreçleriyle olan ilişkisine göre seçilen ayrı makamlarla müzik terapisi uyguluyordu. Günümüzde bilişsel psikologlar, hemşirelik alanında doktora yapanlar ve doktorlar, vücudumuzun müziği nasıl algıladığını ve ona nasıl tepki verdiğini aydınlatmak amacıyla makam ve beden arasındaki ilişkiyi inceliyorlar. Amaçları, Türk sanat müziği ve makam kayıtlarının biyomedikal ortamlarda ölçülebilir fizyolojik etkilerle uygulanabileceğini kanıtlamaktır. Bu araştırmacılarla yapılan röportajlar ve yayınlanmış çalışmalarının yakın analizleri aracılığıyla, muhataplarımın aktardığı Türk sanat müziği, makam ve şifa arasındaki güncel ilişkinin nasıl olduğunu ve bu anlatıların Afrika'daki Osmanlı sömürgeciliği mirası ve köle ticareti içerisinde nasıl konumlandığını soruyorum. ? Bu anlatılar 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesini ve erken dönem Türk entelektüalizmini ve siyasetini nasıl yansıtıyor? Bilişsel psikoloji bize ses, beyin ve sesin vücut üzerindeki etkileri hakkında ne söyleyebilir? Bu tür çalışmalar ses-beden ilişkisine dair bir felsefeyi nasıl hayata geçiriyor? Son olarak, tarihsel çağdaş uygulamalar arasında ne gibi maddi ve fenomenolojik değişimler meydana geliyor ve bunlar bize müziko-tıbbın geleceği hakkında ne söylüyor? (...)" (545)

"Terapi olarak müziğin: Psikiyatrideki rolü
Soyut.. Müziğin mutluluk ve dinginlik getirdiğine inanılır ve şifa, müziğin doğal niteliği olarak kabul edilir. Dinleyiciler olarak hepimizin zaman zaman deneyimlemiş olabileceği, kendine has, duygu yüklü bir karizması var. Müzik tarihin başlangıcından bu yana insanoğlunun yanındaydı ama terapi olarak nerede duruyor? Herhangi bir kanıta dayalı var mı? Bu terapinin nasıl ortaya çıktığı, nasıl geliştiği, eski ve güncel araştırmaların psikiyatrik bozukluklardaki rolü hakkında neler söylediği. Bu derleme, bu soruları araştırmaya çalışıyor ve müziğin kesinlikle sadece eğlenceden daha fazlasını vaat ettiği ve şu ana kadarki kanıtların, müzik terapisinin çeşitli ortamlarda standart tedaviye uygun maliyetli, invaziv olmayan bir yardımcı olarak psikiyatrik bozuklukların tedavisinde faydalı olabileceğini öne sürdüğü sonucuna varıyor ve hasta grupları için bunun tek sayısal tedavi olarak belirlenmesi için hâlâ daha doğrulanmış bilimsel araştırmalara ihtiyaç vardır..  -Giriş.. Harika ve ilahi bir nimet olan müzik, çok eski zamanlardan beri insan zihnini ve ruhunu iyileştirmiştir. En iyi soyut ve ilkel sanat formlarından biri olarak, tüm kültür ve insan ruhuyla iç içe geçmiş ve sarmalanmıştır. Müzik, insan uygarlığının doğuşundan bu yana, ister sevinç, ister umutsuzluk, saldırganlık veya aşk olsun, yaşanan duygu ve hislerin ifade edilmesi için her zaman güzel ve kutsal bir araç olmuştur.  Hint kültüründe müzik Vedalar zamanından bu yana ekümenik olarak mevcuttur ve bu aynı zamanda bir terapi olarak da mevcuttur. İyi bilinen Hint tıp ekolü, yani Ayurveda, vata, pitta ve kapha (sırasıyla rüzgar, safra ve balgam) gibi doşaların müzik terapisi yoluyla modüle edilebildiği doktrinleri ve Hint müzik sistemindeki Ragaların, vücutta uyum ve bunun sonucunda iyileşme sağlamak için belirli çakralar veya enerji merkezleri üzerinde etkili olduğuna inanılıyor. (Gardner-Gordon, 1993, Sundar, 2007). Müzik ve şifa, diğer günlük ritüeller kadar herkes için doğal olan, istenildiği kadar, anlamlı bir şekilde kökleşmiş grup aktiviteleriydi. Çeşitli kültürlerin tarihi kayıtları da bunu tekrarlıyor ve iyileştirme yetenekleri nedeniyle bir tedavi yöntemi olarak kullanıldığına dair çok sayıda açıklama veriyor. (Horden, 2000, Pratt ve Jones, 1988, Wigram ve diğerleri, 2002).

Pek çok batı ülkesinde müzik terapisi, Alzheimer, AIDS, otizm, travma, madde bağımlılığı, öğrenme güçlükleri, kardiyovasküler bozukluklar ve çeşitli psikiyatrik hastalıklar gibi çok çeşitli bozukluklarda terapötik kullanımıyla alternatif tıbbın uzmanlaşmış bir dalı olarak ortaya çıkmıştır. Anksiyete bozukluklarından şizofreniye kadar pek çok hastalıkla ilgili çalışmalar yapılıyor ve sonuçları pek çok çalışma ve araştırma yayınıyla destekleniyor. Ancak müzik terapisi Hindistan'da henüz alternatif tıbbın yerleşik bir dalı olarak tanınmamıştır. Sistematik uygulamaları ve ruh sağlığı alanında bir tedavi yöntemi olarak olası rolü konusunda çok az farkındalık var; bu da bizi bu incelemeyi yapmaya yöneltti. -Bölüm kesitleri.. Tanım.. Müzik terapisi, uygulama bağlamına ve nasıl algılandığına bağlı olarak çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Örneğin “Bir hastalığın veya engelliliğin tedavisi sırasında bireyin fizyolojik, psikolojik ve duygusal bütünleşmesinde müziğin kontrollü kullanımı ve insan üzerindeki etkisi” olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda “belirli müzik türlerinin kullanımı ve davranışta değişiklik yaratma yeteneği ile ilgilenen davranış bilimi” olarak da tanımlanmıştır. -Nasıl iyileşir? Müziğin bir iyileştirme aracı olarak ne kadar etkili olduğunu tanımlamak ve tahmin etmek için çeşitli yaklaşımlar olmuştur. Psikoterapiye benzer sözel bir psikoterapötik süreç gibi olduğu için etkili midir? Yoksa müzik sesinin ürettiği titreşimlerle mi hareket ediyor? Müziğin iyileştirici etkisinin nedenini bulmak için, çeşitli kültürlerin tarihinde açıkça görüldüğü gibi, “harmonik titreşimler sisteminin” (Neo) Platoncu teoriden kaynaklandığı, eski çağlarda bile var olan spekülasyonlar ve hipotezler vardı.  -Psikiyatride terapi olarak müzik.. Duyguları, hisleri ve ruh hallerini modüle etme, ifade etme veya değiştirme arka planı ve terapötik etki potansiyeli ile müziğin doğal olarak psikiyatri alanındaki bu rolünde pek çok etkiye sahip olması beklenmektedir. Müzik terapisinin etkinliği, fiziksel iyileşme, bilişsel gelişim, iletişim becerileri ve sosyal ve duygusal rehabilitasyon alanları da dahil olmak üzere birçok alanda iddia edilmiştir. (Standley ve Prickett, 1994). Steckler (1998) bunun bir şey olduğunu gözlemledi.. -Çözüm.. Şu ana kadar yapılan araştırmalar, müziğin kesinlikle bir eğlence unsuru ya da kültürel bir olgu olmaktan çok daha fazlası olduğu gerçeğini net bir şekilde ortaya koyuyor ve psikiyatrik bozuklukların tedavisinde terapötik bir araç olarak güçlü bir şekilde ortaya koyuyor. Müzik, ölçülmesi zor olan öznel duygusal ve duygu durumu değişimlerinden ölçülebilir çeşitli nörokimyasal, endokrin ve yapısal değişikliklere kadar, zihni ve bedeni çeşitli şekillerde ve çoklu düzeylerde etkiler.. (....)" (546)

"Sağlıkta Müziğin Tarihi
İyileşmede Uyum: Tıpta Müziğin Tedavi Edici Gücüne Yolculuk.. Bireylerin fiziksel, duygusal, bilişsel ve sosyal ihtiyaçlarına yönelik olarak müzik deneyimlerinden yararlanılan terapötik müdahalelerin 18. yüzyıla kadar uzanan zengin bir geçmişi vardır. Bu makale, mesleğin tarihsel gelişimini, mesleğin karşılaştığı zorlukları, ruh sağlığı tesisleri ve okullar gibi çeşitli sağlık hizmetleri ortamlarına yayılmasını, küresel etkisini ve koruyucu tıptaki geleceğe bakış açısını ve diğer disiplinlerle işbirliğini araştırıyor. -Müziğin ve Şifanın Kökenleri.. Müziğin tıp merkezlerine entegrasyonu, modern terapötik müzik kavramının temelini oluşturur. Bu uygulamanın kökeni, şifalı seslerle zihin ve beden arasındaki bağlantının vurgulandığı Antik Yunan'a kadar uzanabilir. Yerli topluluklar ayrıca müziğin tedavi edici faydalarını ve refahı artırma yeteneğini de kabul etti. Aslında müzik terapisine bir tedavi yöntemi olarak bilinen en eski atıf, literatürde 1789 gibi erken bir tarihte ortaya çıkmıştır. 19. yüzyılın başlarında tıbbi tezler ve araştırmacılar müzik müdahalelerini hem çocuklarda hem de yetişkinlerde bir terapi biçimi olarak önerdiler. Bu, bu yöntemlerin uygulanmasını daha da doğruladı. 1914'te bir doktorun raporu, ameliyat sırasında müzik kullanmanın olumlu sonuçlarını gösterdi ve müziğin sağlık hizmetlerine entegre edilmesinin faydalarına dair ek kanıtlar sağladı. Bu nedenle, müzik terapisinin tarihsel önemi ve kültürel entegrasyonu, sanat ve sesin sağlık hizmetlerine entegre edilmesinin her zaman zihinsel sağlık için faydalı olarak görüldüğünü bir kez daha doğrulamaktadır. -Erken Tedavi Uygulamaları.. Ritim ve melodilerin ilk terapötik uygulamalarının kökeni, bunların iyileştirici özelliklere sahip olduğuna inanılan ve çeşitli tıbbi uygulamalara dahil edilen eski uygarlıklara kadar uzanabilir. Bu eski uygulamalar genellikle zihin ve beden arasındaki yerel bağlantıları içeriyordu ve müziğin iyileşme sürecindeki potansiyel faydalarını vurguluyordu.  1800'lerin başlarındaki tıbbi çalışmalar, müziğin tıbbi ortamlarda uygulanması için ampirik bir temel oluşturarak, müziğin terapötik bir müdahale olduğunu öne sürmeye başladı. 1914'e gelindiğinde doktorlar, ameliyat öncesi kaygı düzeylerinin azalması da dahil olmak üzere, müziğe maruz kalan ameliyat hastalarında önemli faydalar olduğunu fark etmişlerdi. Buna ek olarak, İkinci Dünya Savaşı'nın psikolojik etkisi, travmatik deneyimler yaşayan askerler için müzik terapisinin etkinliğini ortaya çıkardı ve müzik terapisinin hem fiziksel hem de zihinsel sağlık tedavileri içindeki yerini daha da sağlamlaştırdı. (....)" (547)

"Müzik Terapisinin Tarihi
Müziğin sağlığı ve davranışları etkileyebilecek iyileştirici bir etkisi olduğu düşüncesi en az Aristoteles ve Platon'un yazıları kadar eskidir ve bazı kültürlerde ondan çok daha öncesine dayanmaktadır. 20. yüzyıl mesleği, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra, hem amatör hem de profesyonel her türden topluluk müzisyeninin, savaşlardan dolayı hem fiziksel hem de duygusal travma geçiren binlerce gazi için çalmak üzere ülke çapındaki Gaziler hastanelerine gitmesiyle resmen başladı. Hastaların müziğe karşı gözle görülür fiziksel ve duygusal tepkileri, doktorların ve hemşirelerin hastanelerden müzisyen tutmasını talep etmelerine yol açtı. Hastane müzisyenlerinin tesise girmeden önce bazı ön eğitimlere ihtiyaçları olduğu çok geçmeden ortaya çıktı ve bu nedenle üniversite müfredatına olan talep arttı. Aşağıda bu büyüleyici mesleğe çok kısa bir tarihsel bakış bulacaksınız. (.....)" (548)

"Müzik Terapisinin Dört Yöntemi Nelerdir?
Müzik Terapisi Size ve Danışanlarınıza (/müşterilerinize -"clients") Fayda Sağlayabilir.. Değerli bir albüm koleksiyonuna sahip olan herkes müziğin iyileştirici güce sahip olduğunu bilir. Ancak müzik terapisi rahatlatıcı bir tekrarın çok ötesine geçiyor. Müzik terapisinin fiziksel ve psikolojik sorunları iyileştirdiği kanıtlanmıştır. Farklı sorunlarla karşılaşan müşterilere göre uyarlanabilecek çeşitli yaratıcı ifadeler sunar. Müzik terapisinin faydaları nelerdir? Her yöntem farklı avantajlar sunarken, hepsi müzik terapisinin genel faydalarını paylaşıyor. Müzik terapisi yöntemlerinin aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli faydaları vardır: "-Duygusal faydalar: Sosyal kaygıyı azaltır, Keder ve diğer travmatik duyguların ifadesi, Dürtüselliği frenler.. ; -Fiziksel faydalar: Kan basıncını düşürür, Kasları rahatlatır, İnce motor becerilerini geliştirir.. ; -Nörolojik faydalar: Uykusuzluk sorunlarına yardımcı olur, Baş ağrılarını azaltır, Travmatik beyin hasarı olan hastalara şifa.."

Danışanlarınız İçin Müzik Terapisinin Dört Yöntemi..
- Kompozisyonsal müzik terapisi.. Nedir: Danışanın bir terapistin yardımıyla müzik bestelediği bir yöntem. Bu besteler hem şarkı sözlerini hem de enstrümanları içerebilir.. Kimin için: Müzik bestelemek yaratıcı olmanın harika bir yoludur. Bu güven artırıcı yöntem, öz saygıyla mücadele eden veya kederi işleyen danışanlar için idealdir.
- Doğaçlama müzik terapisi.. Nedir: Kendiliğinden şarkı yaratma. Müzik terapisti, bestelerinin seslerine ve sözlerine göre danışanının ruh halini yorumlar.. Kimin için: Bu yöntem danışanı seçimler yapmaya zorlar ve özgüven ya da kendini ifade etme konusunda zorluk yaşayan danışan için idealdir. Doğaçlama, travma veya doğrudan konuşmaktan çekindikleri diğer sorunlarla uğraşanlar için tedavi edicidir.
-Alıcı müzik terapisi.. Nedir: Terapist, müşterilerinin tepki vermesi için müzik çalar. Danışan düşüncelerini kelimelerle, kendi besteleriyle veya dansla ifade edebilir.. Kimin için: Müzik dinlemek kaygılı müşterilerin sinirlerini sakinleştirebilir. Bu yöntem aynı zamanda işitme veya hafıza sorunu olan hastalar için de faydalıdır.
-Yeniden yaratıcı müzik terapisi.. 
Nedir: Bu yöntemde danışan, terapistin çaldığı müziği yeniden yaratacaktır. Müşteri şarkı sözlerini söyleyebilir veya enstrümantalleri yeniden yaratabilir.. Kimin için: Bu yöntem motor becerilerin ince ayarını yaparak gelişimsel sorunlarla mücadele eden hastalar için mükemmel hale getirir. Buna demans hastaları ve hareket bozukluğu olan çocuklar da dahildir.

Bu yöntemleri ve daha fazlasını Drury Üniversitesi Müzik Terapisi lisans programında öğrenin Müzik tutkunuz var mı? Bir müzik terapisti olarak siz ve müşterileriniz sevdiğiniz şeyler üzerinden bağlantı kurabilirsiniz. Müzik terapisi derecesi size müşterilerin ihtiyaç duyduğu psikolojik ve müzikal bilgiyi verir. Müzik terapisi programımız hakkında daha fazla bilgi için Drury Üniversitesi'nin web sitesini ziyaret edin.." (549)

"Irk ve Tıp: Modern Tıp Irkçılıktan Nasıl Beslendi?
Tıbbın, Siyahların gerçek anlamda kullanımını içeren karanlık bir tarafı var.. Bu, sağlık hizmetlerinde ırkçılığa ilişkin rahatsız edici ve bazen yaşamı tehdit eden gerçeği ortaya çıkarmaya adanmış bir dizi olan Irk ve Tıp. Siyahi insanların deneyimlerini öne çıkararak ve sağlık yolculuklarını onurlandırarak tıbbi ırkçılığın geçmişte kaldığı bir geleceğe bakıyoruz.. Tıbbi gelişmeler hayat kurtarıyor ve yaşam kalitesini artırıyor ancak bunların çoğunun maliyeti yüksek. Tıbbi gelişmelerin karanlık bir tarafı var; bu, Siyahların gerçek anlamda kullanımını da içeriyor. Bu karanlık tarih, Siyah insanları test deneklerine indirgedi: insanlıktan yoksun bedenler. Irkçılık yalnızca birçok modern tıbbi ilerlemeyi körüklemekle kalmadı, aynı zamanda Siyah insanların uygun tıbbi yardım aramasını ve almasını engelleyen bir rol oynamaya devam ediyor.

Acı deneyler.. Vajinal spekulumun icadı ve vezikovajinal fistülün onarımı ile tanınan J. Marion Sims, "jinekolojinin babası" olarak anılır. 1845'ten başlayarak Sims, köleleştirilmiş Siyah kadınlar üzerinde anestezi kullanılmadan cerrahi teknikler uygulayan deneyler yaptı. Köleleştiricilerin malı sayılan kadınların rıza göstermesine izin verilmiyordu. Dahası, Siyahların acı hissetmediğine inanılıyordu ve bu efsane, Siyahların uygun tıbbi tedaviye erişimini kısıtlamaya devam ediyor. -Sims'in elinde işkence dolu deneylere katlanan bildiğimiz Siyah kadınların isimleri Lucy, Anarcha ve Betsey'dir. Üretim verimlerini artırmaya odaklanan köleleştiriciler tarafından Sims'e götürüldüler. Buna köleleştirilmiş insanların yeniden üretimi de dahildi. Anarcha 17 yaşındaydı ve 3 günlük zorlu bir doğum ve ölü doğum sürecinden geçmişti. Acısını dindirmek için sadece afyonun kullanıldığı 30 ameliyatın ardından Sims, jinekolojik tekniğini mükemmelleştirdi. Denver şairi Dominique Christina'nın şiir koleksiyonu "Anarcha Konuşuyor: Şiirlerde Bir Tarih", hem Anarcha'nın hem de Sims'in bakış açılarından konuşuyor. Bir etimolog olan Christina, "anarşi"nin kökenini araştırıyordu ve Anarcha'nın yıldız işaretli ismine rastladı. Daha fazla araştırma yaptıktan sonra Christina, Anarcha'nın Sims'in bilimsel keşiflerine yardımcı olmak için korkunç deneylerde kullanıldığını buldu. Heykeller onun mirasını onurlandırırken Anarcha bir dipnottur. -"Sihir Yok, Nasılı Yok (No Magic, No How”).. "tam orada, tam orada, Massa-Doktor baktığında, hemen yanında, nasıl incindim, söylemek, o sert bir zenci kız, güçlü bir yalama alabilir.." - Dominique Christina

Siyah erkekler 'tek kullanımlık' olarak görülüyor.. Genellikle Tuskegee Frengi Çalışması (The Tuskegee Syphilis StudyTrusted Source) olarak anılan Zenci Erkekte Tedavi Edilmemiş Frengiye İlişkin Tuskegee Çalışması (The Tuskegee Study of Untreated Syphilis in the Negro Male), Amerika Birleşik Devletleri Halk Sağlığı Servisi tarafından 1932'den başlayarak 40 yıllık bir süre boyunca yürütülen oldukça iyi bilinen bir deneydir. Alabamalı, 25 ila 60 yaşları arasındaki ve yoksullukla mücadele eden yaklaşık 600 Siyah erkeği içeriyordu. Çalışmaya kontrol grubu olarak tedavi edilmemiş frengi hastası 400 Siyah erkeği ve hastalığı olmayan yaklaşık 200 siyah erkeği dahil edildi. Hepsine 6 ay boyunca “kötü kan” nedeniyle tedavi gördükleri söylendi. Çalışma, röntgen filmlerini, kan testlerini ve ağrılı omurga musluklarını içeriyordu. Katılım azaldığında araştırmacılar, katılımcıların kaynak eksikliğinden yararlanarak ulaşım ve sıcak yemek sağlamaya başladı. -1947 yılında frengi tedavisinde penisilinin etkili olduğu gösterildi ancak araştırmada erkeklere uygulanmadı. Bunun yerine araştırmacılar, frenginin ilerleyişini inceleyerek erkeklerin hastalanıp ölmesine neden oldu. Araştırmacılar, tedavi sağlamamanın yanı sıra, katılımcıların başka taraflarca tedavi edilmemesini sağlamak için de elinden geleni yaptı. Çalışma ancak 1972'de Peter Buxton'un haber verdiği Associated Press'in bu konuda bir haber yapmasıyla sona erdi. Tuskegee çalışmasının trajedisi burada bitmedi. Araştırmaya katılan erkeklerin çoğu frengi ve buna bağlı hastalıklardan öldü. Çalışma, hastalık yayıldıkça kadınları ve çocukları da etkiledi. Mahkeme dışı bir anlaşmayla, araştırmadan sağ kurtulan erkekler ve ölenlerin aileleri 10 milyon dolar aldı. Bu çalışma, Siyahilerin tıbbi bakım arama veya araştırmaya katılma olasılıklarının neden daha az olduğunu gösteren yalnızca bir örnektir. -Kısmen Tuskegee Çalışması nedeniyle, 1974'te Ulusal Araştırma Yasası kabul edildi ve Biyomedikal ve Davranışsal Araştırmalarda İnsan Deneklerin Korunması Ulusal Komisyonu kuruldu. Sağlık, Eğitim ve Refah Bakanlığı tarafından finanse edilen araştırmalara katılanların bilgilendirilmiş onamını gerektiren düzenlemeler de uygulamaya konuldu. Bu, insanların soru sorabilmesi ve katılıp katılmayacağına özgürce karar verebilmesi için prosedürlerin, alternatiflerin, risklerin ve faydaların tam açıklamalarını içerir. Komisyon yıllar süren çalışmaların ardından Belmont Raporu'nu yayınladı. İnsan araştırmalarına rehberlik edecek etik ilkeleri içerir. Bunlar kişilere saygıyı, faydaların en üst düzeye çıkarılmasını, zararın en aza indirilmesini ve eşit muameleyi içerir. Aynı zamanda bilgilendirilmiş onamın üç gerekliliğini de vurgulamaktadır: bilgilendirme, anlama ve gönüllülük.

Hücrelere indirgenmiş bir kadın.. 31 yaşında siyahi bir kadın olan Henrietta Lacks'e 1951'de rahim ağzı kanseri teşhisi konuldu ve tedavisi başarısızlıkla sonuçlandı. Doktorlar, Lacks'in veya ailesinin izni olmadan tümörden alınan doku örneğini korudu. O zamanlar bilgilendirilmiş rıza mevcut değildi. Lacks'ten aldıkları kanser hücreleri, laboratuvarda ve kültürde sonu olmayan ilk büyüyen hücreler oldu. Hızla büyüdüler ve kısa sürede HeLa olarak tanındılar. Bugün Lacks'in ölümünden neredeyse 70 yıl sonra milyonlarca hücresi yaşamaya devam ediyor. Lacks'in 5 küçük çocuğu annesiz ve değerli hücreleri tazminatsız kalırken, Lacks'in farkında olmadan yaptığı katkılardan milyonlarca insan yararlandı. Lacks hücrelerinin kullanıldığını ancak araştırmacıların 1973'te onlardan DNA örnekleri talep etmesiyle öğrendiler. Yoksulluk içinde yaşayan Lack'lerin ailesi, Henrietta'nın hücrelerinin onların bilgisi veya rızası olmadan milyarlarca dolar kazanmak için kullanıldığını öğrenince üzüldü. Anneleri hakkında daha fazla bilgi edinmek istediler ancak soruları yanıtsız kaldı ve yalnızca kendi çalışmalarını ilerletmek isteyen araştırmacılar tarafından reddedildiler. -Ölümsüz olduğu düşünülen hücreler 70.000'den fazla tıbbi çalışmada kullanılmış ve kanser tedavisi, tüp bebek (/suni döllenme süreci -IVF "in vitro fertilization"), çocuk felci ve insan papilloma virüsü (HPV "human papillomavirus") aşıları dahil olmak üzere tıbbi ilerlemelerde önemli bir rol oynamıştır. Dr. Howard Jones ve Dr. Georgeanna Jones, Lacks hücrelerinin gözlemlerinden öğrendiklerini in vitro fertilizasyon uygulamaları için kullandılar. Dr. Jones, ilk başarılı in vitro fertilizasyondan sorumludur. 2013 yılında Lacks'in genomu sıralandı ve kamuoyuna açıklandı. Bu, ailesinin izni olmadan yapıldı ve mahremiyet ihlali teşkil etti. Bilgiler halkın gözünden gizlendi ve Ulusal Sağlık Enstitüleri daha sonra Lacks'in ailesiyle iletişime geçti ve verilerin kontrollü erişimli bir veritabanında bulunacağına karar vererek verilerin kullanımı konusunda bir anlaşmaya vardı.

Orak hücrenin önceliklendirilmesi.. Orak hücre hastalığı ve kistik fibroz birbirine çok benzeyen hastalıklardır. Her ikisi de kalıtsaldır, ağrılıdır ve yaşam süresini kısaltır, ancak kistik fibroz hasta başına daha fazla araştırma fonu alır. Orak hücre hastalığı siyah insanlarda daha sık teşhis edilir ve kistik fibroz beyaz insanlarda daha sık teşhis edilir. Orak hücre hastalığı, kırmızı kan hücrelerinin disk yerine hilal şeklinde olmasına neden olan bir grup kalıtsal kan bozukluğudur. Kistik fibroz, solunum ve sindirim sistemlerine zarar vererek organlarda mukus birikmesine neden olan kalıtsal bir durumdur. Mart 2020'de yapılan bir araştırma, ABD'de orak hücre hastalığı ve kistik fibrozis doğum oranlarının sırasıyla 365 Siyah insanda 1 ve 2. 500 beyaz insanda 1 olduğunu buldu. Orak hastalığı, kistik fibrozdan 3 kat daha yaygın, ancak 2008'den 2018'e kadar benzer miktarda federal fon aldılar.  -Orak hücreli kişiler genellikle ilaç arayışında olarak damgalanırlar çünkü ağrıları için önerilen tedavi bağımlılıkla ilişkilidir. Kistik fibrozis ile ilişkili pulmoner alevlenme veya yara izi, orak hücre hastalığının neden olduğu ağrıdan daha az şüpheli olarak tedavi edilir. Çalışmalar ayrıca orak hücre hastalarının acil servise başvurmak için yüzde 25-50 daha uzun süre beklediklerini ileri sürdü. Siyah ağrısının göz ardı edilmesi yüzyıllar boyunca devam etti ve orak hücre hastalığı olan insanlar, sistemik ırkçılığın bu biçimini düzenli olarak yaşıyorlar. Siyahi hastaların ağrılarının ciddi şekilde yetersiz tedavi edilmesi, yanlış inançlarla bağlantılıdır. 2016 yılında yapılan bir araştırmada, 222 beyaz tıp öğrencisinden oluşan bir örneklemin yarısı, Siyahların beyazlardan daha kalın bir cilde sahip olduğuna inandıklarını söyledi.

Zorunlu sterilizasyon.. Eylül 2020'de bir hemşire, Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza'nın (ICE "Immigration and Customs Enforcement") Georgia'daki bir gözaltı merkezinde kadınlara gereksiz histerektomi emri verdiğini bildirdi. Zorla kısırlaştırma üreme adaletsizliğidir, insan haklarının ihlalidir ve Birleşmiş Milletler tarafından bir tür işkence olarak kabul edilmektedir. Zorla kısırlaştırma bir öjenik uygulamasıdır ve bir kontrol iddiasıdır. 20. yüzyılda 60.000'den fazla kişinin zorla kısırlaştırıldığı tahmin ediliyor. Fannie Lou Hamer, 1961 yılında muhtemelen rahim tümörünün alınması için Mississippi'deki bir hastaneye gittiğinde etkilenen kişilerden biriydi. Cerrah onun bilgisi olmadan rahmini aldı ve Hamer ancak söylenti onun ortakçı olduğu plantasyona yayıldığında öğrendi. Bu tür tıbbi ihlallerin amacı Afro-Amerikan nüfusunu kontrol altına almaktı. Bu o kadar yaygın bir olaydı ki buna "Mississippi apendektomisi" adı verildi. -Tıpta eşitliğe doğru ilerliyoruz.. Deneysel çalışmalardan insanların kendi bedenleri üzerindeki özerkliğini reddetmeye kadar sistemik ırkçılık, başka amaçlara hizmet ederken Siyahları ve diğer beyaz olmayan insanları olumsuz etkiledi. Bireysel beyaz insanlar ve bir bütün olarak beyaz üstünlüğü, Siyahların nesneleştirilmesinden ve aşağılanmasından yararlanmaya devam ediyor ve bu örneklere ve bunların kökenindeki sorunlara dikkat çekmek önemlidir. Bilinçsiz önyargı ve ırkçılığın ele alınması ve güçlü konumdaki kişilerin, insanları ve koşulları kendi ilerlemelerine hizmet edecek şekilde manipüle etmelerini önleyecek sistemlerin uygulamaya konulması gerekiyor.  -Sağlık hizmetlerine ve tıbbi tedaviye eşit erişimin sağlanması için geçmişte yaşanan zulümlerin kabul edilmesi ve mevcut sorunların somut yollarla ele alınması gerekiyor. Buna ağrının azaltılması, çalışmalara katılma fırsatları ve aşılara erişim dahildir. Tıpta eşitlik, Siyahlar, yerli halklar ve farklı etnik kökenden insanlar da dahil olmak üzere dışlanmış gruplara özel dikkat gösterilmesini gerektirir. Bilgilendirilmiş onam gerekliliğine sıkı sıkıya bağlı kalmak, ırkçılığa ve bilinçsiz önyargıya karşı protokolün uygulanması ve yaşamı tehdit eden hastalıklarla ilgili araştırmaların finansmanı için daha uygun standartların geliştirilmesi kritik öneme sahiptir. Herkes ilgiyi hak eder ve bunun için hiç kimse feda edilmemelidir. Tıbbi ilerlemeler sağlayın, ancak zarar vermeyin." (550)

NOT: Aşağıda "alternatif tıp" ile ilgili bir vikipedia yazısı var. Yazıyı okuyunca.. Bu wikipedia sayfasını hazırlayanların alternatif tıbba atfettikleri "sahte bilim, propaganda, sahtekarlık" vs gibi artık akılda ne varsa "bilim dışı" diye tabir ettikleri düşüncelerini okuyunca, aslında söylediklerinin tam tersinin "modern tıp" için geçerli olabileceği (yani modern tıpbın kendi özünü anlattıklarının) kanısına vardım diyebilirim..Aslında bunlar, günümüz "modern tıp"bın nasıl hileli ve katil bir anlayışa sahip olduğunu (ama tabii dolaylı yollardan, "alternatif tıp"ba atfederek) anlatmaya çalışıyorlar ama işte farkında bile değiller.. Tabii dünya genelinde bu gerçeği bilmeyen ne kadar saf insan varsa, sadece onları kandırmak, ellerinden gelen şey sadece bu..

"Alternatif Tıp
Alternatif tıp, biyolojik inandırıcılık, test edilebilirlik, tekrarlanabilirlik veya etkinlik kanıtı olmamasına rağmen ilacın iyileştirici etkilerini elde etmeyi amaçlayan her türlü uygulamadır. Makul tedavileri sorumlu ve etik klinik araştırmalar yoluyla test etmek için bilimsel yöntemi kullanan, etkisinin olup olmadığına dair tekrarlanabilir kanıtlar üreten modern tıbbın aksine, alternatif tedaviler tıp biliminin dışında yer alır ve bilimsel yöntemin kullanılmasından kaynaklanmaz ancak bunun yerine tanıklıklara, anekdotlara, dine, geleneklere, batıl inançlara, doğaüstü "enerjilere" olan inanca, sahte bilime, akıl yürütmedeki hatalara, propagandaya, sahtekarlığa veya diğer bilim dışı kaynaklara güvenin. İlgili uygulamalar için sıklıkla kullanılan terimler Yeni Çağ tıbbı, sahte tıp, alışılmışın dışında tıp, bütünsel tıp, uç tıp ve geleneksel olmayan tıptır; şarlatanlıktan çok az fark vardır. Bazı alternatif uygulamalar, insan vücudunun nasıl çalıştığına ilişkin yerleşik bilimle çelişen teorilere dayanmaktadır; diğerleri etkilerini veya yokluğunu açıklamak için doğaüstü veya batıl inançlara başvuruyorlar. Diğerlerinde, uygulamanın makullüğü vardır ancak olumlu bir risk-fayda sonucu olasılığı yoktur. Alternatif tedavilere yönelik araştırmalar çoğu zaman uygun araştırma protokollerini (plasebo kontrollü araştırmalar, kör deneyler ve ön olasılık hesaplamaları gibi) takip etmekte başarısız oluyor ve geçersiz sonuçlar sağlıyor. Tarih göstermiştir ki, eğer bir yöntemin işe yaradığı kanıtlanırsa, eninde sonunda alternatif olmaktan çıkıp ana akım tıp haline gelecektir. Alternatif bir uygulamanın algılanan etkisinin çoğu, bunun etkili olacağına dair inançtan, plasebo etkisinden veya tedavi edilen durumun kendi kendine düzelmesinden (hastalığın doğal seyri) kaynaklanır. Bu durum, ilacın başarısız olması durumunda alternatif tedavilere yönelme eğilimiyle daha da kötüleşiyor; bu noktada durum en kötü duruma gelecek ve büyük olasılıkla kendiliğinden iyileşecektir. Bu önyargının yokluğunda, özellikle kanser veya HIV enfeksiyonu gibi kendi kendine iyileşmesi beklenmeyen hastalıklarda, çok sayıda çalışma, hastaların alternatif tedavilere yönelmesi halinde sonuçların önemli ölçüde daha kötü olduğunu gösterdi. Bunun nedeni bu hastaların etkili tedaviden kaçınması olabilirken, bazı alternatif tedaviler aktif olarak zararlıdır (örneğin amigdalin kaynaklı siyanür zehirlenmesi veya hidrojen peroksitin kasıtlı olarak yutulması) veya etkili tedavilere aktif olarak müdahale etmektedir.

Alternatif tıp sektörü, güçlü bir lobiye sahip, son derece karlı bir sektördür ve kanıtlanmamış tedavilerin kullanımı ve pazarlanması konusunda çok daha az düzenlemeyle karşı karşıyadır. Tamamlayıcı tıp (CM "Complementary medicine"), tamamlayıcı ve alternatif tıp (CAM "complementary and alternative medicine"), entegre tıp veya bütünleştirici tıp (IM "integrative medicine") ve bütünsel tıp (holistic medicine), alternatif uygulamaları ana akım tıpla birleştirmeye çalışır. Geleneksel tıp uygulamaları, özgün ortamlarının dışında, uygun bilimsel açıklama ve kanıt olmadan kullanıldığında "alternatif" hale gelir. Alternatif yöntemler genellikle tıp biliminin sunduğu yöntemlere göre daha "doğal" veya "bütünsel" olarak pazarlanmaktadır; bu, bazen alternatif tıbbın destekçileri tarafından aşağılayıcı bir şekilde "Büyük İlaç" olarak adlandırılmaktadır. Alternatif tıp çalışmalarına milyarlarca dolar harcandı, çok az olumlu sonuç elde edildi veya hiç olumlu sonuç alınmadı ve birçok yöntem tamamen çürütüldü. -Tanımlar ve terminoloji.. Alternatif tıp, tamamlayıcı tıp, bütünleyici tıp, bütünsel tıp, doğal tıp, alışılmışın dışında tıp, uç tıp, geleneksel olmayan tıp ve yeni çağ tıbbı terimleri aynı anlama gelecek şekilde birbirinin yerine kullanılmaktadır ve çoğu bağlamda neredeyse eşanlamlıdır. Terminoloji zamanla değişti ve uygulayıcıların tercih ettiği markalaşmayı yansıtıyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Sağlık Enstitüleri'nin alternatif tıp çalışmaları yapan bölümü, şu anda Ulusal Tamamlayıcı ve Bütünleyici Sağlık Merkezi (NCCIH "National Center for Complementary and Integrative Health") olarak adlandırılan bu kuruluş, Alternatif Tıp Ofisi (OAM "Office of Alternative Medicine") olarak kurulmuş ve bugünkü adını almadan önce Ulusal Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Merkezi (NCCAM "National Center for Complementary and Alternative Medicine") olarak yeniden adlandırılmıştır. Terapiler genellikle "doğal" veya "bütünsel" olarak çerçevelenir ve üstü kapalı olarak ve kasıtlı olarak geleneksel tıbbın "yapay" ve "kapsamı dar" olduğunu öne sürer. "Alternatif tıp" tabirindeki "alternatif" teriminin anlamı, tıp bilimine etkili bir alternatif olması değil, (bazı alternatif tıp destekçileri etkiliymiş gibi görünmek için gevşek terminolojiyi kullanabilirler). Gevşek bir terminoloji aynı zamanda bir ikiliğin var olmadığı durumlarda var olduğunu ima etmek için de kullanılabilir, (örneğin, "Batı tıbbı" ve "Doğu tıbbı" ifadelerinin, farkın kanıta dayalı tıp ile işe yaramayan tedaviler arasındaki farktan ziyade, Asya'nın doğusu ile Batı Avrupa arasındaki kültürel bir farklılık olduğunu öne sürmek için kullanılması ). (....)" (551) Wikipedia

"Modern Tıbbın Ana Akımından Ayrılıp Kadının Yolunu Takip Etmek: Osmanlı İmparatorluğu'nda Çiçek Aşısı Örneği
Lady Mary Wortley Montagu'nun (1689 – 1762) yazdığı bir mektuba dayanan bu makale, 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda topluluklarını çiçek hastalığına karşı aşılamak için işbirliği yapan bir grup yaşlı kadının hikayesini anlatıyor. Leydi Montagu ve elçi eşi, 1700'lerin başında Osmanlı İmparatorluğu'nu ziyaret etti. Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli şehirlerinden İngiltere'deki arkadaşlarıyla yazıştı. Türk Büyükelçiliği Mektupları olarak bilinen bu mektuplarda kadın kıyafetleri, dini törenler, harem, günlük yaşam ve şehir tasarımları hakkında yazılar yazıyordu. Bu mektuplar şüphesiz Oryantalist edebiyatın külliyatının bir parçası olsa da, aynı zamanda bir kadının kişisel yolculuğunu, özellikle de çiçek hastalığıyla ilgili deneyimlerini ve aşılama konusundaki duygularını örtülü bir şekilde yansıtıyor. Çiçek hastalığına olan ilgisi, Batı tıbbında kayıtlı olana alternatif bir aşılama tarihine ışık tutuyor. Bu anlatımda Osmanlı İmparatorluğu'ndaki kadınların çiçek hastalığı salgınlarının kontrol altına alınmasına nasıl yardımcı olduğunu öğreniyoruz. Çiçek hastalığının siyasi tarihini özetledikten sonra aşının mucidi olarak Edward Jenner'a atfedilen rolü tartışacağım. Daha sonra Lady Montagu'nun mektubuna odaklanarak, Osmanlı coğrafyasını aşıyla tanıştıran kadınların tıbbın açtığı alternatif tarihsel yolu ele alacağım.

Çiçek hastalığı üzerine notlar..
 Tıp tarihinin önemli bir kısmı sıradan insanların salgınlara karşı nasıl mücadele ettiğidir. Ancak ataerkillik, Batı'ya odaklanma, insan merkezcilik ve alt sınıfların dışlanması ana akım tıp tarihindeki kusurlardır. Geçmişte yaşamış ve sistemik eşitsizlikler nedeniyle hikayeleri nadiren anlatılan sıradan insanlar, salgınlara yanıt vermek için çok şey yaptılar. Erkek bilim adamlarının yenilikleri ve kurtarışları sayfaları süslerken tıp tarihinin altın sayfalarında sıradan insanlara çok nadir rastlıyoruz. Hikayeleri önemli olsa da sıradan insanları, özellikle de hastalığa rağmen, genellikle çok az tıbbi destekle veya hiç tıbbi destek almadan, ancak değerli bilgi ve deneyime sahip olan kadınları gölgede bırakıyor. İnsanlar toprağı işlemeye ve onu altüst etmeye başladığından beri birçok salgın hastalık yaşandı. Veba, sıtma, kolera gibi hastalıklar yüzyıllarca sürebilecek salgınlara neden olmuştur. Bu hastalıklardan biri olan çiçek hastalığı, insanlık tarihinde büyük etkiler bırakmıştır. Orthopoxvirus ailesinden çiçek hastalığına neden olan variola virüsü şiddetli, ölümcül ve bulaşıcıdır. Variola virüsü, çiçek hastalığı salgınlarının bir sonucu olarak tarihte diğer mikroorganizmalardan daha fazla insan ölümünden sorumlu olmuştur. Diğer bulaşıcı hastalıklarda olduğu gibi çiçek hastalığının tarihi ve yayılımı sosyo-politiktir. Örneğin bazı çiçek hastalığı salgınları sömürgeciliğin etkili araçları olarak hizmet etti. Amerika ve Avustralya'ya taşınan Avrupalı sömürgeciler, hastalığı halihazırda orada yaşayan insanlara yaydı. Bu temasın sonucunda çiçek hastalığı virüsü biyolojik bir silah haline geldi ve 16. yüzyılın başlarında milyonlarca yerli insanı öldürdü. Yerli nüfusu yok eden bu çiçek hastalığı salgınının geniş kapsamlı sonuçları oldu ve yerli toplulukların yerinden edilmesine ve yeniden yerleştirilmesine yol açtı. İnsanlar ise dünyayı kolonize ettikçe patojen kolonileri haline geldi. 18. yüzyılda çiçek hastalığı yılda ortalama dört yüz bin Avrupalının ölümüne neden oluyordu.

18. Yüzyılın Sonlarında Çiçek Aşısının “İcadı” ve “İnsanın Başarıları”.. Çiçek aşısının geliştirilmesi, bir zamanlar yaygın olan bu hastalığı nadir hale getirdi. Çiçek hastalığı aşısının milyonlarca hayat kurtardığı ve dünya çapındaki vaka sayısını büyük ölçüde azalttığı biliniyor. Aşının keşfi insanlık tarihinde paha biçilemez bir an. Tıp tarihinde yaygın olarak kabul edilen bir anlatıma göre, bir İngiliz olan Edward Jenner (1749-1823), çiçek aşısını 1796 yılında keşfetmiştir. Jenner, Gloucestershire'da dokuz çocuktan biri olarak doğmuştur. Çocukken anne ve babasını kaybetmiş, erkek kardeşinin yanında yerel bir cerrahın yanına çıraklık yapmıştı. Ailesinin maddi durumu nedeniyle üniversiteye gidemedi. Bir yetişkin olarak tıp eğitimini tamamlamak için Londra'ya taşındı. Zamanının önde gelen yenilikçisi ve deneycisi John Hunter onun öğretmeniydi. Hunter'a eşlik ederken, Kaptan Cook'un ilk devrialem gezisinde doğa bilimci olan (ve Kraliyet Cemiyeti'nin gelecekteki başkanı) Joseph Banks ile arkadaş oldu. Bir süre Hunter'la çalıştıktan sonra Jenner, Berkeley'e döndü. Uzun yıllar beldesinin çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan köylülerine hekimlik yaptı. Jenner, istişareleri sırasında inek sağanların çiçek hastalığından ölmediğini fark etti. Mandıralarda çalışan insanların çiçek hastalığının vücutlarına ineklerin memelerinden girmesi nedeniyle bağışıklık kazandıklarını fark etti. Bu bilgiyle donanmış olarak araştırmasına devam etti. Çocuklara çiçek hastalığı virüsünü bulaştırmayı denedi ve sonuçlarını gözlemledi. Bu arada bir sütçü kadın onun hastası olmaya gönüllü oldu. Jenner kadının elinden çiçek hastalığı örneğini alıp analiz etti. Bu inceleme bir dizi spesifik sonuca yol açtı. Bulgularını hasta bir çocuk üzerinde test etti. Bu deneyin sonuçlarına göre çocuğa çiçek aşısını başarıyla uyguladı. Bu sürecin sonunda deneyleri, bulguları ve kanıtları sıralayarak bu keşfini bildirdi. Daha sonra Royal Society'ye bu "icadını" bildirdi ve dönemin en saygın bilim adamları arasında "immünolojinin kurucusu" olarak tanındı.

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Aşı Uzmanı Hanımlar Hakkında 18.Yüzyılın Başlarından Bir Mektup.. Jenner'ın bilimsel buluşunu gerçekleştirmesinden neredeyse bir asır önce, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yaşlı kadınlara çiçek aşısı yapılıyordu. Lady Montagu'nun mektupları bize bu alternatif tarihsel anlatıyı sağlıyor. Mektuplarında Osmanlı'da yaşadığı deneyimleri ve karşılaştığı kültürleri geniş bir şekilde anlattı. 1717 yılında Edirne'den (İstanbul'un batısında Trakya bölgesinde bulunan bir şehir) Londra'ya arkadaşı Leydi Sarah Chiswell'e bir mektup gönderdi. Bu mektupta Lady Montagu kendi sağlığı ve çevresindekilerin sağlığı hakkında yazdı. Vebanın yayıldığından ve ne kadar ölümcül olduğundan bahsetti. Şu andaki tartışmamız açısından en önemlisi, bu mektupta, eğer o dönemde duyulmuş olsaydı Batılı tıp camiasını şok edecek bir buluşu anlatmış olmasıydı: çiçek aşısı hakkında detaylı konuştu. Edirne'de çiçek aşılarının yapıldığını anlattı. Hatta mektubunda küçük oğlunun çiçek hastalığına karşı aşılandığından bile bahsetmişti. Bu önemli tarihi gelişmeye dikkat çekerek aşıyı İngiltere'de tanıtma niyetini açıkladı. Montagu çiçek hastalığından ömür boyu yara aldı. 1713'te erkek kardeşini hastalıktan kaybetti ve 1715'te kendisi de hayatta kaldı. Diğer aileleri de yaşadığı acıdan kurtarmaya kararlıydı ve aşı bilgisini mümkün olduğu kadar yaygınlaştırmak istiyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nda şahit olduğu aşının ücretsiz ve kolektif olması nedeniyle aşının ticarileştirilmesi konusunda da endişeliydi. Mektupta Lady Montagu, aşının nasıl uygulandığına dair ayrıntılı bilgi verdi. Mektuba göre, çocukların aşılanması sorumluluğunu bir grup yaşlı kadın üstlenmişti. Yaz sıcağının geçip havaların soğumaya başladığı eylül ayında tanışmışlardı. Henüz çiçek hastalığı geçirmemiş veya aşı olmamış gençleri veya küçük çocukları aramak için mahalleleri dolaşmışlardı. On dört ya da on beş kişi aşı olmak için toplanırken, yaşlı bir kadın çiçek hastalığı mikroplarıyla dolu bir fındık kabuğuyla gelmişti. Virüs daha önce bir hastadan alınmış ve aşılama için saklanmıştı. Valorizasyon adı verilen teknikle aşı hazırlanmadan önce gül suyunun virüsü canlandırdığı iddia edildi. İnsandan insana bulaşmanın bu yöntemi, Janner'ın hayvandan insana aşısından farklıydı. Montagu'nun bildirdiğine göre yaşlı bir kadın, alıcının kolunda küçük bir yarık açmak için büyük bir iğne kullandı. Mikrop herhangi bir rahatsızlık vermeden kesi içerisine yerleştirildi. Yetişkinler aşı zamanı için eğlence planlarken, çocuklar ve yetişkinler de birlikte eğlendi. Aşı olan çocukların ateşi biraz yükselmeye başladı. Yüzlerinde on ya da onbeş çiçek lekesi belirdi. En fazla üç gün süren ateşten sonra iyileşmişlerdi. Ayrıca yaralar kendiliğinden iyileşmeye başladı ve sonunda insanlar çiçek hastalığı virüsüne karşı bağışıklık geliştirdi.

Kimin tarihi hakkında yazılabilecek kadar önemli görülüyor? Yaşlı kadınlara çiçek aşısı yapılacağını mektupla öğrendiğimiz için artık elimizde farklı coğrafyalardan iki hikaye var. Yaşlı kadınların aşılanması, tarihin sadece birkaç ünlü adamın ya da tek bir yerin hikayesinden ibaret olmadığını gösteriyor. İnsanların ve zaferlerin tarihi, en iyi ihtimalle bir savaş tarihi olacaktır. Tarih boyunca pek çok dönüm noktası yaşanmıştır.  Jenner çiçek aşısını "icat etmeden" önce, bu aşı Afrika ve Hindistan'da zaten uygulanıyordu. Yani dünyanın her yerinde aynı anda yenilikler, teknikler, çözümler veya ilaçlar geliştirilmiş olabilir. Açıkçası, her iki hikaye de çiçek hastalığının tarihten silinmesine katkıda bulunmuştur. Ancak tıp tarihine geçen Jenner'dır. Kimliği, gençlik yılları, akademik geçmişi ve kariyeri biliniyor. Peki Osmanlı İmparatorluğu'nda aşıları uygulayan yaşlı kadınlar kimlerdi? İsimleri neydi? Onlar kaç yaşındaydılar? Onlara aşı yapmayı kim öğretti? Bu bilgilerin hiçbiri bizim tarafımızdan bilinmemektedir. Bugün bunu yalnızca birkaç meraklı entelektüelin yazılarında buluyoruz. “Ana” hikayeye “eklemeler” olarak sunuluyorlar. Ben bu yaşlı kadınların anonim kaldıklarını çünkü belirli bir tarihsel dönüm noktasında, yani tıbbın modern kapitalist çağa geçişinde bulunduklarını ileri sürüyorum. Modern kapitalist tıbbın “iyileşmeyi öğrenme” yolundan “tıp eğitimi” yoluna doğru ilerlemesiyle yaşlı kadınların tarihi yok oldu. Modernitenin nesnellik, kanıtlanabilirlik, rasyonellik ve ilerlemecilik ilkeleri tıbba ataerkil tarzını kazandırdı. Antik çağlardan beri kadınlar tıbbi, botanik ve hemşirelik becerilerini ağızdan ağza ve iş başında öğrenmişlerdir. Bu beceriler, modern sağlık standartlarına uygun görülmediği için yazılı hale getirilmedi. Ama kadınlar yüzyıllardır doktorluk yapıyor. Yıllardır ebelik yapıyorlar. Tıp fakültelerine girmelerine izin verilmedi ve lisanssız doktorluk yaptılar. Evde hasta insanlara ve hayvanlara bakıyorlardı. Bitkiler hakkında bilgi edindiler ve analjezikler, idrar söktürücüler, antiseptikler ve kusturucular ürettiler. Aile tariflerini bir nesilden diğerine aktardılar. Yüzyıllar boyunca görünmez bir bakım biçimi sağladılar. Tüm bu uygulamalar daha şenlikli, kapsayıcı ve ücretsiz tıbbın geliştirilmesine fırsat sağladı. Tıpkı Montagu'nun aşı hikayesinde olduğu gibi kadın şifacılar da ücretsiz sağlık hizmeti sunuyordu. Bir dayanışma biçimi olarak tıbbi bakım sağladılar ve sosyal bağları güçlendirdiler. Aşılama, şifa ve komşuluk el ele gitti. Erdem ve fedakarlık tıbbi bilgiyle ilişkilendirildi. Modern kapitalist tıbbın seyrinde buna yer yoktu. Osmanlı coğrafyasında şifacılık yapan kadınlar, Avrupa'daki kızkardeşleri gibi cadı olarak etiketlenip kazığa bağlanmıyorlardı. Ancak tıbbi bilgi ve tecrübeleri de göz ardı edildi ve yok edildi. Tarih bunları unuttu. Hiç şüphe yok ki modern tıp tarihi, kadınlara belgelenmemiş ve yazılmamış bir geçmiş borçludur!" (552)

"OSMANLI SARAYI'NDAKİ HEKİMLER
GİRİŞ: BİR "Ters Dünya (MONDE RENVERSE)".. Fatih Sultan Mehmed tarafından kuruluşundan (hükümdarlık 1451-81) on dokuzuncu yüzyılın ortasında terk edilmesine kadar, Konstantinopolis'teki Saray, 400 yıldan fazla bir süre sadece Osmanlı padişahlarının ikametgahı değil, aynı zamanda Osmanlı padişahlarının ikametgahı olarak da hizmet verdi. kraliyet ailelerinin yanı sıra imparatorluk yönetiminin de merkezi. Daha da önemlisi Osmanlı toplumunun damgasını da belirledi. Sarayburnu olarak adlandırılan ve etkileyici surlarla çevrili devasa alan, bir dizi avlu içindeki "dış" Birün ve "iç" Enderün bölümünden oluşuyordu. Divan veya Divan Odası'nın da içinde bulunduğu Birün, zorunlu olarak kısmen dışarıya açıktı; İkinci bir duvar hattıyla ayrılan Enderün veya iç saray, padişahın özel dairelerini, İmparatorluk Hanesini, Harem'i ve Kutsal Hırka Köşkü'nün yanı sıra özel Saray Mektebi'ni içeriyordu. "Saadet Kapısı" olarak adlandırılan yerin ötesindeki katı mahremiyet nedeniyle iç saraya erişilemezdi. Belki de bazı tarihçiler tarafından haklı olarak "yasak şehir" olarak anılmıştır. 1822 gibi geç bir tarihte, Konstantinopolis'teki Avusturya Büyükelçiliği Sekreteri ve anıtsal Geschichte des osmanischen Reiches'in yazarı Joseph von Hammer-Purgstall, doktorlar dışında hiçbir Avrupalının oraya girmediğini ve hiç kimsenin burayı tarif etmediğini büyük bir güvenle ilan edebiliyordu.. Her ne kadar von Hammer özellikle Harem'den bahsediyor olsa da iç sarayın tamamı için de söylenebilirdi. Yabancının, önemsiz meseleleri bile tespit etmedeki zorluktan duyduğu hayal kırıklığı, Pietro della Valle'nin 1615'te Konstantinopolis'ten yazdığı şu yorumda yansıtılmaktadır: "Üçüncü kapının ötesinde yaşayanlar, bizzat Büyük Senyor'u gören veya ona hizmet edenler, onun gibi yaşarlar, dış dünyayla her türlü temastan uzaktırlar; ve bu nedenle bu Mahkeme'nin işlerine ilişkin gerçekler hakkında çok az şey öğrenilebiliyor. . . . " Pera'daki evinin penceresinden saraya teleskopla baktığı için idam edilen Venedikli tercüman Sinyor Grellot'nun durumunda olduğu gibi, kraliyet mahremiyetini delmeye yönelik her türlü girişimin pahalıya mal olduğu ortaya çıktı. Gerçek olsun ya da olmasın bu olayın sık sık dile getirilmesi sarayın iç kısmının kapalı bir dünya olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. (.....)" (553)

"Frengi Zamanlarında Aşk: Osmanlı İmparatorluğu'nda Tıp ve Seks, 1860-1922
Soyut. . Bu tez, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde bireysel ve popüler hastalık, cinsellik ve ahlak anlayışlarını şekillendiren geleneksel tıp uygulamalarının yanı sıra modern bilimsel ve tıbbi bilginin Osmanlı hekimleri, bürokratları ve halkları arasındaki dolaşımını incelemektedir.  Frengi Osmanlı toplumunda 16. yüzyıldan beri mevcut olmasına rağmen, yüzyılın ikinci yarısında özellikle Osmanlı kırsalına gidip gelen göçmenler, askerler ve mevsimlik işçiler arasında artan hareketliliğin bir sonucu olarak endişe verici bir tıbbi ve sosyal olgu haline geldi. Osmanlı yetkilileri, tıbbi kampanyalar düzenleyerek ve kadın erkek fark etmeksizin tüm frengi hastaları için sıkı düzenlemeler uygulayarak frenginin yayılmasını engellemeye çalıştı. Frengi, hem cinsiyete hem de başarılı bir tedavinin olmayışına bağlı olan benzersiz bir korku, utanç ve gizlilik kombinasyonunu tetikledi. Bu hastalık, Osmanlı hekimlerinin sosyo-tıbbi reçeteleri formüle etme yollarını şekillendirdi; bu da toplumsal cinsiyet rollerini ve cinsel normları yeniden şekillendirdi ve aşkın, evliliğin ve arzunun tıbbileştirilmesine yol açtı. (...)" (554)

"Kara Ölüm ve Osmanlının Yükselişi
Kara Ölüm haline gelecek salgının ve bunun Doğu'da yol açtığı yıkımın haberi 1347'nin sonlarında Floransa'ya ulaşmaya başladı. Yaklaşan bir felaket karşısında şehir, 1348 yılının Mart ayında ortaya çıkan hastalığın yayılmasını durdurmak için önlemler aldı. Boccaccio'nun açıkladığı gibi: "İnsanın tüm bilgeliği ve yaratıcılığı işe yaramıyordu. Bu amaçla özel olarak görevlendirilen görevliler tarafından büyük miktarlarda çöp şehir dışına çıkarıldı, tüm hastaların girişi yasaklandı ve halkın sağlığının korunmasına yönelik çok sayıda talimat yayınlandı, ancak bunların hepsi işe yaramadı. Dindarların alçakgönüllülükle Tanrı'ya yönelttikleri sayısız dilekçeler de, ister resmi törenlerle, ister başka bir kılıkla, daha az etkili değildi." Şehrin sakinlerini felaketten koruma hamlesi ve ikincisinin aldığı karantina, kaçış veya her ikisini de içeren çeşitli önlemler, Avrupa toplumundaki geçmiş uygulamalardan bir sapmaya işaret ediyordu. Boccaccio'nun vebayla ilgili anlatımında Tanrı'nın ve kilisenin küçük bir rol oynaması şaşırtıcı değil: Bu Rönesans hümanisti, kiliseden çok antik çağlardan ve Roma mirasından ilham almıştı. Yine de onun açıklaması, zamanın değiştiğine dair çok az şüpheye yer bırakıyor. Bu, gelecekteki salgınlara yönelik hazırlıklarda (karantinaların getirilmesi, kamu hijyeniyle ilgili mevzuat) ve hastalıkların patlak vermesine ve doğaüstünün ötesindeki diğer doğal darbelere açıklama arayan entelektüel söylemde görüldü. (....)" (555)

"Osmanlı Sosyoekonomik Hayatında ilac Madde Kaynaklarının Arz Boyutu: Haşhaş ve Kenevir Bitkisi
Haşhaş ve kenevir, tarihsel süreç içerisinde farklı alanlarda talep gören bitkiler olarak dikkati çekmiştir. Bu bitkiler içerisinde haşhaştan elde edilen afyon ile kenevirden elde edilen esrar, farklı alanlara hitap etmiş olsa da bazı alanlarda ortak kullanıma sahiptir. Bunların başında her iki bitkinin de ilac özelliği nedeniyle tıbbî sahada ağrı giderici ve tedavi edici özellikleri yanında, keyif amacıyla kullanılan ve talep gören ürünler olmasıdır. Eski toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da afyon ve esrar bir taraftan sağlık sektörünün vazgeçilmez ürünleri olmuş diğer taraftan da gizli bir şekilde keyif amacıyla kullanılmıştır. Afyon ve esrarın farklı amaçlarla kullanılması ise her bir amaca uygun arz ve talep piyasanın oluşmasını sağlamıştır. Bu süreçte Osmanlı Devleti´nde afyon ve esrar maddelerinin sağlık sektöründe kullanılması amaçlandığı için üretimden başlayarak, pazarlama ve satış süreçlerini de içine alan bir piyasa düzeni oluşturulmaya gayret edilmiştir. Buna karşı keyif amacıyla kullanıma yönelik ise mücadele politikaları benimsenmiştir. Osmanlı ekonomik ve toplumsal hayatında önemli yeri olan haşhaş ve kenevir bitkisini ilac madde arzı boyutuyla ele alan bu çalışma, ilac maddeye kaynaklık eden afyon ve esrarı, Osmanlı sosyoekonomik yapısı çerçevesinde tahlil etmeyi amaçlamaktadır. (....)" (556)

"Akdeniz'in Doğu Bölgesinde Geleneksel Arap Bitkisel Tıp Sanatının Durumu: Bir İnceleme
Soyut.. Tarihsel ve güncel araştırmalar, Akdeniz'in Doğu bölgesinin, başta bitkisel ilaç olmak üzere, zengin tamamlayıcı alternatif tıp (TAT /CAM "complementary alternative medicine") envanteriyle diğer bölgelerden ayrıldığını göstermektedir. Çeşitli anket ve çalışmalardan toplanan veriler, bitki ticaretinin gelişen ve iyi gelişmiş olduğunu göstermektedir. Bu araştırmalar aynı zamanda 200-250 şifalı bitkinin insan hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını ve Akdeniz bölgesinde veya uluslararası pazarlarda satıldığını veya ticaretinin yapıldığını ortaya koyuyor. Ayrıca bu bitkilerin bazıları nadir bulunan ve hatta nesli tükenme tehlikesi altında olan türlerdir. Aktarların teknik bilgi durumuna gelince, ne yazık ki bölgemizde bitkisel ilaçlar çoğunlukla etnofarmakologlar tarafından altta yatan hastalığın tam olarak anlaşılmasından ziyade sadece belirti ve semptomlara dayalı olarak semptomatik olarak reçete edilmektedir.  Bazı durumlarda, bugün kullanılan şifalı bitkiler, eski literatürde orijinal olarak tanımlanan bitkilere bile karşılık gelmeyebilir, çünkü ilki, birkaç yüzyıl boyunca farklı üreme prosedürlerinden geçen bitkilerden yetiştirilmektedir. Bu makale, hem geleneksel Arap bitkisel tıbbının son durumu hem de Arap bitki uzmanlarının teknik bilgi durumu hakkında sistematik bir inceleme sunmaktadır. -Tarihsel arka plan.. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonraki yüzyıllar boyunca Arap dünyası bilimsel ve tıbbi bilginin merkeziydi. Yunanistan ve Roma'dan gelen metinler Arapçaya çevrildi ve İslam alimleri tarafından incelendi. Hipokrat'ın teorilerini geliştirip geliştirdiler ve İslam hekimleri, hastalarının tedavisinde diyetin düzenlenmesini, egzersizi ve şifalı bitkilerin reçetesini kullanmaya başladı. Bağdat bölgesindeki Araplar tarihte tıbbı farmakoloji biliminden ayıran ilk kişilerdi. İki bilimsel disiplinin (tıp ve eczacılık) farklılaşması ve ayrılması sekizinci yüzyılda başladı. İlk profesyonel eczacılık modellerinin Arap nüfusu arasında bulunduğunu belirtmek çok önemlidir. Dünyadaki ilk eczaneler Arap dünyasında kurulmuştur (Bağdat, 754). O dönemde kullanılan formlar halen tedavide kullanılmakta ve ilaçların bazı formülasyonları günümüzde bile farmakopelerde bulunabilmektedir.  Farmasötik bilimlerdeki uzmanlar, ilaçların çıkarılmasını ve hazırlanmasını üstlendi. Hekimler artık yalnızca hastalıkların teşhisi ve verilen tedavilerin takibinden sorumluydu. Bu, farmasötik biliminde bir dönüm noktası oldu ve onun karmaşık bir alan haline gelmesine yardımcı oldu. Farmakologlar ve etnofarmakologlar, çare olarak kullanılabilecek farklı içerik maddeleri ve ekstraktlar aramaya başladılar ve hastalık tedavisinde kullanılan malzemelerin kimyasal özelliklerini incelediler. İlk kez Jaber Bin Hayan gibi kimyagerler, altının çözünmesinde kullanılan alkol, nitrik asit, sülfürik asit ve Royal asit gibi farklı bileşiklerin ekstraksiyonu ve saflaştırılmasına yönelik yöntemleri araştırdılar. Bitki özleri hazırlandı ve ağızdan alındı, dışarıdan uygulandı ve fümigasyon ve buhar soluma yoluyla uygulandı. Mısırlılar ayrıca arpa ve buğdaydan yapılan şarap, hint yağı, esrar, afyon, nane ve biranın erken tıbbi kullanımıyla da tanınırdı. (....)" (557)

"Türk Şifalı Bitkilerinin Çeşitli Hastalıkların Tedavisinde Potansiyel Kullanımı
Soyut.. Şifalı bitkiler, polifenoller, flavonoidler, karotenoidler, A, C, E vitaminleri ve diğer bazı bileşenleri içeren fitokimyasallar ve fitoaleksinler de dahil olmak üzere sağlığı teşvik eden maddelerin kaynaklarıdır. Birçok çalışma, şifalı bitkilerin antimikrobiyal ve antioksidan aktiviteleri nedeniyle binlerce yıldır insan hastalıklarının tedavisinde kullanıldığını göstermiştir. Şifalı bitkiler hücrelerdeki oksidatif stresi azaltarak 'kanseri, kardiyovasküler ve inflamatuar hastalıkları, nörodejeneratif ve sindirim sistemi bozukluklarını' önler. Bu potansiyel faydalı etkiler, reaktif oksijen ve nitrojen türlerini (ROS/RNS "reactive oxygen and nitrogen species") üreten reaksiyonları azaltan, serbest radikal temizleyiciler veya metal şelatörleri gibi davranarak antioksidan özellikler gösteren biyoaktif bileşiklerin varlığına atfedilmiştir. Şifalı bitkilerin sağlık açısından önemi dikkate alınarak, Türkiye'de yetişen tıbbi açıdan önemli bitkilerden bazıları, antioksidan potansiyelleri ve fitokimyasal profilleri açısından bu derlemede ele alınmıştır. 1. Giriş.. Çok sayıda meyve, sebze, aromatik, baharatlı, tıbbi ve diğer bitkiler, serbest radikal temizleme aktivitesi sergileyen biyoaktif bileşikler içerebilir. Birçok şifalı bitki, fenolik bileşikler, nitrojen bileşikleri, vitaminler, terpenoidler ve diğer endojen metabolitler gibi büyük miktarda antioksidan içerir. Nitekim antik çağlardan modern zamanlara kadar bitki bazlı sistemler beslenme, ilaç, tatlandırıcı, içecek, kozmetik vb. pek çok alanda kullanılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, gelişmekte olan ülkelerdeki dünya nüfusunun yaklaşık %80'i, temel sağlık hizmetleri için çoğunlukla bitkilerden elde edilen geleneksel ilaçlara güveniyor.  Epidemiyolojik çalışmalar, şifalı bitkilerden elde edilen fitokimyasalların çoğunun antiinflamatuar, antiaterosklerotik, antitümör, antimutajenik, antikarsinojenik, antibakteriyel veya antiviral aktivitelere sahip olduğunu göstermiştir. Bunlar aynı zamanda kanser, kalp-damar hastalıkları, diyabet risklerinin azalması ve çeşitli insan hastalıklarının ölüm oranlarının azalmasıyla da ilişkilidir. (.....)" (558)

"Osmanlı İmparatorluğu'nda İlaçlar: Haplar ve İksirler
Bu minyatürlerde Osmanlı döneminde şifalı bitkiler, bunların hazırlanışları ve halkın tedavileri anlatılmaktadır.. Atalarımız, bugün palyatif veya barbarca insanlık dışı ve işe yaramaz olduğunu bildiğimiz tedavilere rağmen bir şekilde hayatta kaldılar. Yüzyıllar boyunca, "doktor" geniş bir şifalı bitki veya bilgi koleksiyonuna sahip yaşlı bir kadın veya belki de kabilenin şamanı olabilirdi. Bildiğimiz şekliyle tıbbı dünyaya ve İslam dünyasının doktorlarına yazılarıyla ve nesilden nesile hekim yetiştirerek verenler eski Yunanlardı. Orhan döneminden itibaren padişah ve ailesine bakan hekimler olmasına rağmen ancak II. Bayezid döneminde başhekim atanmıştır. Bunlardan ilkinin İzmitli Mehmed Muhyiddin Efendi (d. 1504-05) olduğu anlaşılmaktadır. Muhyiddin Efendi'nin sorumlu olduğu tıp dalları arasında saraydaki eczaneler ve ilaç üretimi de vardı. (....)" (559)

"Osmanlı Toplumunda Halk Hekimliği Anlamında Tasavvuf
Soyut.. III.Selim döneminde başlatılan köklü reformlara kadar Osmanlı sağlık sistemi, Selçuklu dönemi değer dizisine dayanıyordu. Dârüşşifâ, bimarhâne ve timarhâne adı verilen dönemin sağlık kurumları resmi devlet kurumları değildi. Yine de bürokratların ve halkın bağışlarıyla kuruldular.  Klasik dönemde temelleri atılan 'Hekimbaşılık' müessesesi daha çok saray ve ordunun sağlık hizmetlerinin düzenlenmesine hizmet ediyordu. Devletin Avrupa'da ve Osmanlı Devleti'nde uzun süre halkın sağlık ihtiyacını karşılayamadığı bu dönemde, halkın sağlık ve tedavi ihtiyaçları büyük şehirlerdeki hekimler, cerrahlar ve vakıf hastaneleri aracılığıyla karşılanıyordu.(....)" (560)

"Osmanlı Tıbbı: Şifa ve Tıp Kurumları, 1500-1700
Osmanlı İmparatorluğu'nda ve tarihi Ortadoğu'da tıbbın sosyal tarihi ilk kez İngilizce olarak zengin ayrıntılarla anlatılıyor. Erişilebilir ve ilgi çekici Osmanlı Tıbbı, Osmanlı dünyasındaki hekimlerin çalışmalarına ve gücüne ışık tutuyor. Osmanlı tıbbının kalıcı önemi ve büyüleyici tarihi, tıp etiği, din ile sorunlu ilişkisi, profesyonellik standartları, bürokratikleşme ve sağlık sistemlerinin yönetimi ve devlet kontrolünün boyutu dikkate alındığında ortaya çıkar. Sağlık hizmeti sunucularının, şifacıların ve hastaların ilgisini çeken bu kitap, Batılı olmayan toplumların tıbbi uygulamalarını daha iyi anlamamıza ve takdir etmemize yardımcı oluyor. (....)" (a) -Editoryal İncelemeler.. Gözden geçirmeler..

"Osmanlı Tıbbı, Shefer-Mossensohn'un Osmanlı tıbbının yanı sıra tıp teorisi, pratiği ve retorik üzerine gelecekteki araştırmalarını nereye götürebileceği konusunda okuyucularını heyecanlandırıyor. " -- Amerikan Doğu Topluluğu Dergisi (Journal of the American Oriental Society)

"...kitabın temel güçlü yönleri, önemli ve çeşitli kanıtlarda, zengin anekdotlarda ve Hıristiyan Avrupa tıp kurumlarıyla karşılaştırmalarda yatmaktadır. . . Shefer-Mossensohn, Osmanlı tıbbının paradokslarını, çoğulluğunu ve çeşitliliğini ortaya koyuyor. Böylelikle İngilizce konuşan izleyicilere dinamik ve geniş kapsamlı bir tıp dünyasına bir bakış sunuyor. " -- Ortadoğu Çalışmalarının İncelenmesi (Review of Middle East Studies)

"... [Shefer-Mossensohn], Osmanlı İmparatorluğu'nun erken modern dönemindeki insanların varoluşunun geniş bir resmini başarıyla hayata geçirmeyi başarıyor; esas olarak dert, sefalet ve hastalık gibi sağlık sorunları, bunların tedavisi ve ölümüyle ilgileniyor . . . Bu belge, kültürel, sosyal ve politik boyutları bu karmaşık sistemin tutarlı bir resminde bir araya getirerek Osmanlı tıbbını ve sağlık hizmetlerini güzel bir şekilde tasvir ediyor . . . Tarih, sosyal tarih ve tıp tarihi alanında çalışan akademisyenler ve öğrenciler bu kitabı okumaktan büyük fayda sağlayacaklardır. " -- Kraliyet Asya Topluluğu Dergisi (Journal of the Royal Asiatic Society)

"... erken modern Ortadoğu sosyal tarihinin az çalışılmış bir yönüne kapsamlı ve benzersiz bir erişim sağlıyor. Osmanlı dönemini kapsayan çalışmalar, bu devletin erken modern Ortadoğu'daki ilişkilerdeki muazzam önemi ve bu döneme ait toplumsal tarih analizlerinin hem önemli hem de çok ihtiyaç duyulması nedeniyle özel ilgi görmektedir. Shefer-Mossensohn'un kitabı, ilgili kaynaklara etkileyici bir hakimiyet ve keskin analitik anlayışla bu role adım atıyor ve bu çalışmayı erken modern Orta Doğu ve Müslüman dünyasının incelenmesine büyüleyici bir katkı haline getiriyor. " -- Pratik Meseleler (Practical Matters)

Arka Kapaktan.. Osmanlı İmparatorluğu'nda ve tarihi Ortadoğu'da tıbbın sosyal tarihi ilk kez İngilizce olarak zengin ayrıntılarla anlatılıyor. Erişilebilir ve ilgi çekici Osmanlı Tıbbı, Osmanlı dünyasındaki hekimlerin çalışmalarına ve gücüne ışık tutuyor. Osmanlı tıbbının kalıcı önemi ve büyüleyici tarihi, tıp etiği, din ile sorunlu ilişkisi, profesyonellik standartları, bürokratikleşme ve sağlık sistemlerinin yönetimi ve devlet kontrolünün boyutu dikkate alındığında ortaya çıkar. Sağlık hizmeti sağlayıcılarının, şifacıların ve hastaların ilgisini çeken bu kitap, Batılı olmayan toplumların tıbbi uygulamalarını daha iyi anlamamıza ve takdir etmemize yardımcı oluyor. (...)" (b) (561)

"Bir bitki hikayesi: Türkiye’nin bitkisel ilaçları hakkında her şey
Türkiye, çeşitli rahatsızlıklara doğal tedavi olarak düzenli olarak kullanılan şifalı bitki zenginliğine sahiptir. Hepimizin sahip olması gereken bitki ve otlarla ilgili bu Türkçe ipuçlarına göz atın Diyet çaylarından detoks yağlarına kadar Türkiye'de çağlar boyunca kullanılan çok çeşitli bitki bazlı tedaviler vardır. Bu çaylardan ve yağlardan bazılarını Türkiye’nin meşhur çiftçi pazarlarında veya “aktar” denilen baharatçılarda görmüş olabilirsiniz. Aşağıda Türkiye'nin 10 harika doğal ilacının rehberi yer almaktadır: Hayıt tohumu veya hayıt yağı.. İngilizcede monk's pepper ve chasteberry olarak anılan Hayıt, lavantayı andıran çiçekli bir bitkidir ama aslında Akdeniz bölgesine özgü bir Vitex türüdür. (...)" (562)

"Çevrenizde Bulundurmanız Gereken Şifalı Bitkiler
Medipol Üniversitesi Uluslararası Tıp Fakültesi - Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.. Adım Prof. Dr. Ayten Altıntaş. Tıp Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Profesörüyüm. Daha önce Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde 37 yıl Tıp Tarihi dersi verdim. Kırk yılı aşkın süredir Osmanlı Tıbbı ve art arda ilaç olarak kullanılan şifalı bitkiler üzerinde çalışıyorum. Aromatik ve şifalı bitkilerin hayatımda çok önemli bir yeri var.  Osmanlı Tıbbında kullanılan ilaçların büyük çoğunluğu bitkisel olup, bu ilaçların büyük bir kısmı da Anadolu bitkilerinden oluşmaktadır. Bu topraklarda özellikle bu bitkiler bol miktarda bulunur. Osmanlı Tıbbında bitkisel ilaçlar, hekimlerin bu topraklarda bildiği, topladığı ve yetiştirdiği bitkiler olduğundan bu konuda pek çok bilgi sağlayabilirler. İşte benim ‘gül’ yolculuğum da burada başladı. "Çok Kokulu Gül" ile ilgili çalışmalarım, Osmanlı Tıbbında kokulu gülün ilaç olarak kullanıldığını keşfetmemle başladı. (....)" (563)

"Osmanlı İmparatorluğu'nda bilim ve teknoloji
Osmanlı İmparatorluğu 600 yıllık varlığı boyunca bilim ve teknolojide, matematikten astronomiye, tıpa kadar geniş bir yelpazede önemli ilerlemeler kaydetti. Geleneksel olarak İslam'ın Altın Çağı'nın on üçüncü yüzyılda sona erdiğine inanılırdı, ancak batıda Osmanlı İmparatorluğu'nda ve doğuda İran ve Babür Hindistan'ında devam eden bilimsel faaliyetleri de dahil eden bazıları tarafından on beşinci ve on altıncı yüzyıllara kadar uzatıldı. -Eğitim.. Medresenin geliştirilmesi.. İlk olarak Selçuklular döneminde ortaya çıkan medrese eğitim kurumu, Osmanlı döneminde en yüksek noktasına ulaştı. -Osmanlı Kadınlarının Tıpta Eğitimi.. Haremler, padişahın sarayında eşlerinin, kızlarının ve cariyelerinin kalmasının beklendiği yerlerdir. Ancak burada genç kız ve erkek çocuklarına eğitim verildiği kayıtlara geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda kadınların eğitiminin çoğu, kadınlara iyi ev kadını olmayı ve sosyal görgü kurallarını öğretmeye odaklanmıştı. Her ne kadar kadınların örgün eğitimi popüler olmasa da hâlâ kadın doktorlar ve cerrahlar görev alıyordu. Kadın hekimlere örgün eğitim yerine yaygın eğitim verildi. Ancak gerektiği gibi eğitim almış ilk kadın Türk hekim Safiye Ali'dir. Ali, Almanya'da tıp okudu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından 1 yıl önce, 1922 yılında İstanbul'da kendi muayenehanesini açtı. "Teknik.. (...) ; Astronomi.. (...) ; Coğrafya.. (...) ;

Tıp.. Osmanlı İmparatorluğu'nda hekimlik toplumun hemen her yerinde uygulanmaktaydı; doktorlar hastaları evlerde, pazarlarda ve hastanelerde tedavi ediyordu. Bu farklı yerlerdeki muamele genellikle aynıydı, ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun her yerinde farklı tedavi yöntemleri mevcuttu. Farklı metodolojiler arasında humoral ilkeler, tedavi edici tıp, koruyucu hekimlik ve peygamberlik tıbbı yer alıyordu. Osmanlı hastaneleri de bütünsel tedavi yaklaşımının kullanıldığı integralizm anlayışını benimsemişti. Bu yaklaşımın değerlendirmeleri arasında yaşam kalitesi ve hem fiziksel hem de zihinsel sağlığın bakımı ve tedavisi yer alıyordu. Bütünleyici yaklaşım, Osmanlı hastanesinin yapısını şekillendirdi; her sektör ve işçi grubu, hastanın refahının farklı bir yönünü tedavi etmeye adandı. Hepsi hastalara nezaket ve nezaketle davranma konusunda genel fikir birliğini paylaşıyordu, ancak doktorlar fiziksel bedeni tedavi ediyor ve müzisyenler zihni tedavi etmek için müzik terapisini kullanıyordu. Müziğin güçlü bir şifa melodisi olduğu ve farklı seslerin farklı zihinsel sağlık durumları yaratma yeteneği olduğu düşünülüyordu. -Erken dönem Osmanlı tıbbının özgün yapı taşlarından biri humoralizm ve hastalık kavramının vücudun dört sıvısı arasındaki dengesizlikten kaynaklandığı düşüncesiydi. Dört fizyolojik mizahın her biri dört elementten biriyle ilişkilidir: kan ve hava, balgam ve su, kara safra ve toprak, sarı safra ve ateş. Erken Osmanlı tıbbında tıbbi tedaviler genellikle yiyecek ve içeceklerin kullanımını içerir. Hem tıbbi hem de eğlence amaçlı alınan kahve, müshil olarak çalışarak mide sorunlarını ve hazımsızlığı tedavi etmek için kullanılıyordu. Kahvenin uyarıcı özellikleri zamanla tanındı ve kahve, yorgunluk ve bitkinliği azaltmak için kullanıldı. Kahvenin tıbbi anlamda kullanımı pratikte hastane çalışanlarından çok siviller tarafından yapılıyordu. Hastaneler ve ilgili sağlık kurumları çeşitli isimlerle anılırdı: dârüşşifâ, dârüssıhhâ, şifâhâne, bîmaristân, bîmarhâne, timarhâne. Hastaneler hayır kurumlarına adanmış ve her sosyal sınıftan insana bakım sunan vakıf kurumlarıydı. Bahçeler ve mimari de dahil olmak üzere hastanelerin estetik yönlerinin "tasarım yoluyla iyileştirici" olduğu söylendi. -Hastanelerde ayrıca hastaların mizahını tedavi etmek için hamamlar veya hamamlar da vardı. Osmanlı'da kurulan ilk hastane 1470 yılında Külliyesi dârüşşifâ idi; 1824'te kapandı. Hastanenin benzersiz özellikleri, hastaların cinsiyete göre ayrılması ve akıl hastalarının tedavisinde müziğin kullanılmasıydı. Bâyezîd Dârüşşifâ, 1488 yılında kurulmuş olup, daha sonraki Avrupa hastanelerinin mimarisini etkileyen benzersiz mimarisiyle tanınmaktadır. Ayşe Hafsa Sulta tarafından 1522 yılında yaptırılan hastane, Osmanlı İmparatorluğu'nun en saygın hastanelerinden biri olarak kabul ediliyor. Hastane, akıl hastaları için ayrı bir kanat ayırdı, daha sonra tüm tedaviyi yalnızca akıl hastalarına sınırlayana kadar. Bîmârîstân'ın medresesi, tıp öğrencilerine hastane stajları aracılığıyla teorik ve klinik derslerin birleşimini sağlıyordu.

Önemli Osmanlı tıp literatüründe Yahudi doktor Mûsâ b. Diş hekimliği ile ilgili ilk literatürü yazan Hamun'dur. Hamun ayrıca Avrupa'nın tıp bilgisini Osmanlı diyarına aktarmak için İbranice, Arapça, Yunanca ve Avrupa eserlerini bir arada kullanan Risâle fî Tabâyi'l-Edviye ve İsti'mâlihâ'yı da yazdı. Yazar İbn Cânî, Türkiye'de tütün kullanımının yaygınlığını fark ettikten sonra, tütün yaprağının tıbbi tedavide kullanımını konu alan İspanyolca ve Arapça eserleri tercüme etmiştir. Hekim Ömer b. Sinan el-İznikî'nin çalışmaları Kimyasal Tıp akımının temasını takip etmekte ve Kitâb-i Künûz-i Hayâti'l-İnsân ve Kanûn-i Etibbâ-yi Feylosofân adlı iki kitabında ilaçların üretimine ilişkin talimatlar yer almaktadır. Osmanlı tıp eğitimine en önemli katkılardan biri, Hamse-i Şânizâde'nin modern Avrupa anatomisini Osmanlı tıbbına sunduğu Şânizâde Mehmed Atâullah Efendi'dir. 1873 yılında Cemaleddin Efendi ve bir grup Tıp Fakültesi öğrencisi, Türkçe yazılmış ilk modern tıp sözlüğü olan Lügat-i Tıbbiye'yi çıkardı. Şerafeddin Sabuncuoğlu, ilk resimli cerrahi atlası olan Cerrahiyyetu'l-Haniyye ve Mücerrebname'nin (Taharet Üzerine) yazarıdır. Cerrahiyyetü'l-Haniyye (İmparatorluk Cerrahisi), İslam dünyasının ilk cerrahi atlası ve son büyük tıp ansiklopedisiydi. Eserleri büyük ölçüde Ebu'l-Kasım el-Zehravi'nin Tasrif'ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik getirmiştir. Kadın cerrahlar da ilk kez Cerrahiyyetü'l-Haniyye'de resimlendi. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk modern tıp okulu, Ocak 1806'da kurulan Deniz Tıp Okulu veya Tersâne Tıbbiyesi'dir. Okulun eğitimi büyük ölçüde Avrupa merkezliydi; İtalyanca veya Fransızca metinler ve Avrupa'da yayınlanan tıp dergileri kullanılıyordu. Behçet Efendi, 1827'de İstanbul'da Tıbhâne-i Âmire İmparatorluk Tıp Okulu'nu kurdu ve bu okul şu yapısal esaslara dayanıyordu: yalnızca Müslüman öğrencilerin kabul edilmesi ve öğretilerin neredeyse tamamen Fransızca olması. 1839 yılında Tanzimat reformlarından sonra okul gayrimüslimlere de açıldı. Bu noktadan sonra gayrimüslim öğrenciler mezun olan sınıfın çoğunluğu haline geldi ve birçoğu zaten Fransızca konuştuğundan ve okulun daha üst sınıflarına yerleştirildiklerinden Avrupa merkezli eğitime daha iyi uyum sağlayabildiler ve bundan daha iyi yararlanabildiler. Müslüman doktorların sayısını artırmak amacıyla 1866 yılında Sivil Tıp Mektebi (Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye) kuruldu. Okulda eğitim Türkçe yapılıyordu ve öğrencilerin askeri hekimlikten ziyade sivil hekim olarak yetiştirilmesine odaklanıyordu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Osmanlı tıbbı koruyucu hekimlik ve halk sağlığına yönelik kurumlar geliştirdi. Karantina dairesi ve karantina meclisi olan Meclis-i Tahaffuz-i Ulâ kuruldu. Konsey sonunda Avrupa ülkeleri, ABD, İran ve Rusya'nın katılımıyla uluslararası bir organizasyon haline geldi. 1838 yılında kurulan Karantina İdaresi, Osmanlı İmparatorluğu genelinde Batı Akdeniz karantina modelini esas alarak vebaya karşı kalıcı karantinalar kurdu. Osmanlı Devleti aynı zamanda aşı araştırma ve incelemeleri amacıyla örgütlenen birçok kuruma da ev sahipliği yapmıştır. İstanbul'da mikrobiyoloji araştırmaları ve kuduz aşılarının test edilmesi amacıyla 1877 yılında İstanbul Kuduz ve Bakteriyoloji Laboratuvarı kuruldu. Çiçek Hastalığı Aşı Laboratuvarı ve İmparatorluk Aşılama Merkezi de on dokuzuncu yüzyılın sonlarında kuruldu. Osmanlı'nın ilk hastanesi Darüşşifa (kelimenin tam anlamıyla "sağlık evi"), 1399 yılında Osmanlı'nın başkenti Bursa'da inşa edildi. Bu hastane ve sonrasında inşa edilenler, "yaralı haçlıların bile çok bilgili oldukları için Müslüman doktorları tercih ettiği" Selçuklu İmparatorluğu'ndaki hastanelere benzer bir yapıya sahipti. Ancak Osmanlı hastanelerinde akıl hastaları, hastane kompleksinin bir parçası olan ayrı binalarda müzikle tedavi ediliyordu. Farklı akıl hastalıkları, farklı müzik terapisi yöntemleriyle tedavi edildi. Osmanlı Devleti'nde hastaneler öncelikle hastaların tedavisi için kurulmuş ve kullanılmış, daha sonra tıp bilimi öğretimi için de merkezler haline getirilmiştir. "Fizik.. (...) ; Teknoloji.. (...) ; Mekanik.. (...) ; Buhar Gücü.. (...) ; Askeri.." (...)" (564)

"Ortaçağ İslam dünyasında tıp
Tıp tarihinde "İslam tıbbı" "Arap tıbbı" olarak da bilinen, Orta Doğu'da geliştirilen ve genellikle İslam medeniyetinin ortak dili olan Arapça yazılan tıp bilimidir. İslam tıbbı, Hipokrat, Galen ve Dioscorides'in ana gelenekleri de dahil olmak üzere klasik antik çağın tıbbi bilgilerini benimsedi, sistemleştirdi ve geliştirdi. Klasik sonrası dönemde Ortadoğu tıbbı dünyanın en gelişmiş tıbbıydı; Modern Yunan, Roma, Mezopotamya ve Pers tıbbının yanı sıra eski Hint geleneği Ayurveda'nın kavramlarını da entegre ederken, çok sayıda ilerleme ve yenilik de gerçekleştirdi. İslam tıbbı, klasik tıp bilgisiyle birlikte, daha sonra Avrupalı hekimlerin 12. yüzyılın Rönesansı sırasında İslami tıp yazarlarıyla tanışmasının ardından Batı Avrupa'nın ortaçağ tıbbında benimsendi. Ortaçağ İslam hekimleri, ders kitaplarının birçok kişi tarafından açılmasından yaklaşık altı yüz yıl sonra, Aydınlanma Çağı'ndan başlayarak, tıbbın doğa bilimlerinin bir parçası olarak yükselişine kadar otoritelerini büyük ölçüde korudular.  Yazılarının bazı yönleri bugün bile doktorların ilgisini çekmeye devam ediyor. -Genel Bakış.. Tıp, ortaçağ İslam kültürünün merkezi bir parçasıydı. Bu dönem İslam'ın Altın Çağı olarak adlandırıldı ve sekizinci yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar sürdü. Hastanın ekonomik ve sosyal durumu, aranan bakımın türünü büyük ölçüde belirliyordu ve hastaların beklentileri, uygulayıcıların yaklaşımlarına göre farklılık gösteriyordu. Zaman ve mekân/mekan koşullarına yanıt veren İslam hekimleri ve alimleri, tıbbın teorisini ve uygulamasını keşfeden, analiz eden ve sentezleyen geniş ve karmaşık bir tıp literatürüne sahiptir. Muhammed'in zamanında, Unani gibi eski Helenistik tıbbı, Ayurveda gibi eski Hint tıbbı ve Gundişapur Akademisi'nin eski İran Tıbbı biliniyordu. Antik Yunan ve Romalı hekimler Hipokrat Galen ve Dioskorides'in eserlerinin de Orta Doğu tıbbı üzerinde kalıcı bir etkisi oldu. Bu çağda entelektüel susuzluk, açık fikirlilik ve güç tüm zamanların en yüksek seviyesindeydi. İslam'ın Altın Çağı boyunca, klasik bilim, bilim adamları ve alimler tarafından öylesine büyük bir titizlikle araştırıldı, sistemleştirildi ve geliştirildi ki, Arap bilimi, zamanının en gelişmiş bilimi haline geldi. Oftalmoloji, o dönemde araştırılan en başarılı tıp dalı olarak tanımlandı ve İbnü'l-Heysem'in çalışmaları, erken modern zamanlara kadar bu alanda bir otorite olarak kaldı. -Tarih, kökenler ve kaynaklar.. Ṭibb an-Nabawī - Peygamberlik Tıp.. Yeni oluşan İslam toplumu tarafından çevredeki veya yeni fethedilen "kafir" medeniyetlerin tıbbi bilgilerinin benimsenmesinin, İslam inançlarına uygun olduğu gerekçelendirilmeliydi. Başlangıçta tıp eğitimi ve uygulaması, iman (iman) ve tevekkül (güven) esaslarına dayanan bir dindarlık eylemi olarak anlaşılmıştı.

"Peygamberimiz sadece hastalara ilaç kullanma talimatı vermekle kalmamış, bizzat kendisi de bu amaçla uzman hekimleri davet etmiştir." —Es-Suyuti’nin Peygamber İlacı s. 125.. Muhammed'in sağlık sorunları ve sağlıklı bir yaşam sürmeye ilişkin alışkanlıklar hakkındaki görüşleri erken dönemde toplanmış ve Ṭibb an-Nabi ("Peygamberin İlacı") başlığı altında ayrı bir yazı külliyatı olarak düzenlenmiştir. 14. yüzyılda İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde tıp bilimini dinden ayırarak "tıp sanatı ve zanaatı" olarak adlandırdığı konuya kısa bir genel bakış sunar: "Peygamber Efendimiz'in (Allah ondan razı olsun) dediği gibi, tüm hastalıkların kökeninin beslenmeye dayandığını bilmelisiniz! – her ne kadar din alimleri buna karşı çıksa da, tüm hekimler tarafından yaygın olarak bilinen tıp geleneğinin tamamıyla ilgili olarak şunu söylüyor. Bunlar onun sözleri: "Mide, hastalığın evidir ve perhiz en önemli ilaçtır. Her hastalığın nedeni sindirim bozukluğudur."" — İbn Haldun, Mukaddime, V, 18.. Muhammed el-Buhari'nin peygamberlik geleneklerinden veya hadislerinden oluşan bir derleme olan Sahih el-Buhari, genç çağdaşı Anas bin Malik tarafından Muhammed'in tıp hakkındaki görüşlerinin bir koleksiyonuna atıfta bulunur. Enes, kendisini dağlama yoluyla tedavi eden iki hekimden söz ediyor ve peygamberin bu tedaviden kaçınmak istediğini ve alternatif tedaviler istediğini belirtiyor. Daha sonra halife Osman ibn Affān'ın dişlerini altından yapılmış bir tel ile sabitlediğine dair haberler var. Küçük tahta kürdanla diş temizleme alışkanlığının İslam öncesi dönemlere kadar uzandığını belirtiyor. "Peygamberlik tıbbı", İslam tıbbının klasik yazarları tarafından nadiren anılmış, ancak birkaç yüzyıl boyunca materia medica'da varlığını sürdürmüştür. El-Biruni, 10/11. yüzyıla ait Kitāb aṣ-Ṣaydalah (Çare Kitabı) adlı eserinde, eski Arapların materia medica'sını ele alan ve yorumlayan toplu şiirlere ve diğer eserlere atıfta bulunur. En ünlü hekim, peygamberle aynı dönemde yaşayan El-Hariṯ ben-Kalada aṯ-Ṯaqafī idi. Gondishapur Akademisi ile temas halinde olduğu sanılıyor, hatta belki orada eğitim almış bile. Bildirildiğine göre Hüsrev I Anuşirvan ile tıbbi konular hakkında bir kez sohbet etti. (....)" (565)

"Ortaçağ İslam dünyasındaki icatların listesi
Aşağıda ortaçağ İslam dünyasında, özellikle de İslam Altın Çağı'nda ve ayrıca Osmanlı ve Babür imparatorlukları gibi İslam Barut Çağı'nın sonraki devletlerinde yapılan icatların bir listesi bulunmaktadır. İslam'ın Altın Çağı, İslam tarihinde kültürel, ekonomik ve bilimsel bir gelişme dönemiydi ve geleneksel olarak sekizinci yüzyıldan on dördüncü yüzyıla kadar uzanan bir dönemdi ve birçok çağdaş bilim adamı, dönemin sonunu on beşinci veya on altıncı yüzyıla tarihlendiriyordu. Bu dönemin geleneksel olarak Abbasi halifesi Harun el-Raşid (786-809) döneminde, dünyanın çeşitli yerlerinden farklı kültürel geçmişlere sahip bilim adamlarının bir araya toplanmasıyla görevlendirildiği Bağdat'taki Hikmet Evi'nin açılışıyla başladığı anlaşılmaktadır. Dünyadaki tüm klasik bilgileri Arap diline tercüme etmiş ve ardından çeşitli bilim dallarında gelişmeler başlamıştır. İslam dünyasında bilim ve teknoloji, İran, Mısır, Hindistan, Çin ve Greko-Romen antik dönemi de dahil olmak üzere çağdaş ve daha önceki uygarlıklardan gelen bilgi ve teknolojileri benimsemiş ve korumuş, aynı zamanda çok sayıda iyileştirme, yenilik ve buluşa imza atmıştır.

Buluşların listesi.. Erken halifelikler..
7. yüzyıl.. -Gazel: 7. yüzyılın sonlarında Arap Yarımadası'nda ortaya çıkan bir İslami şiir türü.
8. yüzyıl.. -Arabesk: Kendine özgü Arabesk tarzı, 8. veya 9. yüzyılda Mshatta Cephesi gibi eserlerle başlayarak 11. yüzyılda geliştirildi.
-Açısal ölçekli usturlap: İlk olarak MÖ 200 ile 150 yılları arasında icat edilen usturlap, Orta Çağ İslam dünyasında daha da geliştirildi; burada Müslüman gökbilimciler, ufuktaki azimutları gösteren daireler ekleyerek tasarıma açısal ölçekler eklediler.
-Kimyasal maddelerin sınıflandırılması: Cabir ibn Hayyan'a (y. 850-950'de yazılmıştır) ve Muhammed ibn Zakariya el-Razi'ye (c. 865-925) atfedilen eserler, kimyasal maddelerin bilinen en eski sınıflandırmalarını içerir.
-Şam çeliği: Şam bıçakları ilk olarak Yakın Doğu'da Hindistan'dan ithal edilen Wootz çeliği külçelerinden üretildi.
-Dişli değirmen:
 Ortaçağ Yakın Doğu ve Kuzey Afrika'sında, yemek üretmek için tahıl ve diğer tohumları öğütmek için kullanılan dişli değirmenler inşa edildi.
-Modern Ud: İslam'dan önce yaylı çalgılar mevcut olmasına rağmen ud, İslam müziğinde geliştirilmiş ve Avrupa lavtasının atası olmuştur.
-Metallerin kükürt-cıva teorisi: İlk olarak Tyana'nın Sirr al-khalīqa'sındaki sözde Apollonius'ta ("Yaratılışın Sırrı", c. 750-850) ve Cabir ibn Hayyan'a atfedilen eserlerde (yazılı c. 850-950) doğrulanmıştır. Metallerin kükürt-cıva teorisi, on sekizinci yüzyıla kadar tüm metalik bileşim teorilerinin temeli olarak kalacaktı.
- Kalay sırlama: En eski kalay sırlı çömleklerin 8. yüzyılda Abbasi Irak/Mezopotamya'da yapıldığı anlaşılıyor. Bugüne kadar bulunan en eski parçalar Bağdat'ın yaklaşık 80 kilometre (50 mil) kuzeyindeki Samarra sarayından çıkarıldı.
-Panemone yel değirmeni: Bulunan en eski kaydedilen yel değirmeni tasarımı Pers kökenlidir ve 7.-9. yüzyıllarda icat edilmiştir.
9. yüzyıl.. (....)" (566)

"Geleneksel Türk Tıbbında Tıbbi Bitkilerin Antikanser Kullanımları
SOYUT.. Bitkilerin tedavi edici ajan olarak kullanımı eski çağlardan beri bilinmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde geleneksel şifalı bitkiler hastalıkların tedavisinde kritik öneme sahiptir. Bu bitkilerden tedavi amaçlı çeşitli bitkisel ilaçlar elde edilmektedir. Bu bitkisel ilaçlar şeker hastalığından kansere kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Günümüzde kanser insanoğlunun yaşamını tehdit eden en önemli hastalıkların başında gelmektedir.  Kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerden bazıları bitkisel kaynakları içermektedir. Bilim dünyası, geleneksel tedavi yöntemleri arasında kansere karşı kullanılan pek çok bitkisel ilaca kayıtsız kalmıyor.  İlaçların etkinliğinin sınırlı olması nedeniyle, kanser tedavilerinin başarısını artırmak için son on yılda giderek artan sayıda çalışma yapılmaktadır. Ülkemizde son yıllarda tıbbi amaçlı kullanılan bitkisel ilaçlara verilen önem ve bitkilerin tıbbi kullanımları ile ilgili çalışmalar artmıştır. Bu derlemede yöre halkının geleneksel olarak kansere karşı kullandığı bitkisel ilaçlarla ilgili araştırmalar incelenmiştir. Çalışma sonucunda geleneksel Türk tıbbında kanser tedavisine yönelik 160 bitki taksonu ve 17 çoklu bitkisel formül rapor edildi. (....)" (567)

"Osmanlı’da Kullanılan Tıbbi ve Aromatik Bitkiler
Bitkilerin tıbbi amaçlı kullanımı insanlıkla birlikte başlamıştır. Modern tıbbın ortaya çıkmasıyla birlikte gözden düşmüş olsa da aslında çok sık olmasa da pek çok kişi tarafından kullanılmaktadır (Akçakaya,2015). İnsanlık tarihi ortaya çıkmadan önce onlar... (Osmanlı Döneminde Kullanılan Tıbbi ve Aromatik Bitkilerin Günümüzdeki Kullanımı Üzerine Bir Araştırma,Büşra ÇAKIR,Dr.Öğretim Üyesi Esra MANKAN..)  -Özet.. İnsanlığın ilk çağlarından beri tıbbi ve aromatik bitkilerin kullanıldığı bilinmektedir. Farklı amaçlarla kullanılan bu bitkiler aynı zamanda kurutularak, ezilerek ve toz haline getirilerek çeşitli şekillerde de kullanılmaktadır. Mutfak kültürlerinde baharat olarak da bilinen tıbbi ve aromatik bitkiler, Osmanlı döneminden günümüze kadar çok çeşitli alanlarda kullanılmıştır. Bu araştırmada Osmanlı Mutfaklarında sıklıkla kullanılan tıbbi ve aromatik bitkilerin bilinirliği ve kullanım durumunu ölçmek amacıyla tasarlanmıştır. Araştırmanın evrenini hedef grupta yer alan toplam 404 kişi oluşturdu. Katılımcıların %55,7'si tıbbi ve aromatik bitkileri tedavi amaçlı kullanırken, %14,9'u gıda amaçlı tüketmektedir. Araştırmaya katılan bireyler 'eflak tuzu, chuchka biberi, mersin yaprağı ve mor menekşe yaprağı' gibi bitkileri daha önce duymadıklarını belirtti. Osmanlı mutfağında kullanılan birçok tıbbi ve aromatik bitki arasında yer alan 'misk, hindiba, amber, erguvan, ayva çiçeği' gibi tıbbi ve aromatik besinlerin ise sadece duyulduğunu ancak hiç tüketilmediğini ifade etti. Ayrıca anason ve hardalın en sevilmeyen bitkiler arasında yer alması şeflerin ve gastronomi uzmanlarının bu konuda tadım çalışmaları yapmasına ve tarifler geliştirmesine destek oluyor. (....)" (568)

"Bosna Hersek'te Osmanlı Döneminde Arap Eczacılığının Hastalıkların Tedavisine Etkisi
Soyut.. Arap kültürel mirası, biyomedikal bilimler de dahil olmak üzere çok sayıda öğretinin paha biçilmez bir şekilde korunduğu ve geliştirildiği bir dönemdi. Arap tıbbının altın dönemi, Yunan ve Fars kültürlerinden eserlerin Arapçaya hızlı bir şekilde çevrildiği dönem olması nedeniyle tıp ve eczacılık tarihinde özel bir ilgiyi hak etmektedir. Kültürlerini ve bilimlerini çürümeye karşı korumuşlar, sonra da onları benimseyerek bilimlerini kendi temelleri üzerine inşa etmeye devam etmişlerdir. Arap Halifeliği'nin yıkılmasından sonra Arap eczanesi varlığını sürdürdü ve Birinci Dünya Savaşı'ndaki yıkılışına kadar Türk Halifeliği'ne yayıldı. Bu şekilde Arap eczanesi, işgal altındaki Bosna-Hersek bölgesi de dahil olmak üzere bundan yararlanan yeni bölgelere yayılacak. Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş toprakları nedeniyle, bu makalenin odak noktası Osmanlı hükümdarlığı döneminde Bosna-Hersek'te gelişen eczacılığın tanımlanmasıdır. -1. GİRİŞ.. Bilim, bütünüyle, daha önceki sayısız uygarlığın daha önceki başarılarının mümkün kıldığı, bilimsel olguların anlaşılmasında bir sürekliliği temsil eder. İnsanlığın başlangıcından bu yana birçok medeniyet bilginin peşinde koşmuştur. Örneğin Sümer, Mısır ve Babil uygarlıkları Yunan ve Roma uygarlıklarının yolunu açmıştır. Çöküşünden sonra tüm bilimsel başarılar, 8. yüzyılda sadece yazıları tercüme etmekle kalmayan, aynı zamanda bulguları inceleme yoluyla ve kendi bilimsel bulgularıyla zenginleştiren Arap medeniyeti tarafından toplanmış ve korunmuştur. Araplardan bilgi batı ülkelerine aktarıldı. (....)

2. ARAP TIP VE ECZACILIĞININ ALTIN ÇAĞI. . Tıbbın gelişimindeki en önemli dönemlerden biri altın çağdır. Bu dönemde ortaya çıkan eserler sadece Müslüman yazarlardan değil, Arap ülkelerindeki tüm bilim adamlarından da kaynaklanmıştır. Arap tıbbının temeli elbette Yunan'dı, ancak İslam veya Peygamber tıbbı ve daha küçük bir farkla halk hekimliği tarafından geliştirildi. Tıbbın ilerlemesindeki itici faktör, Allah'ın her hastalık için gizli bir tedavi yarattığı inancıyla İslam'dı. Bu Farmakognozinin gelişmesine yol açtı. (....)
2. 1. ÇEVİRİ OKULLARI. . Orta çağ Arap şehirlerinde kurulan tercüme okullarının önceki uygarlıklardan kalma değerli biyomedikal bilimlerin toplanmasında önemli bir rol oynadığı şüphesizdir. Eserleri Farsça, Süryanice, Hint, İbranice ve diğer dillerden Arapçaya çevirecek doktorlar. Bu, Arap biliminin gelişiminin ilk aşamasıydı. Helenistik öğretilere olan ilginin ardındaki itici güçlerden biri de İslam inançlarına mistikliğin yanı sıra rasyonel bir boyut kazandırma ve onu güçlendirme arzusuydu. (....)
2. 2. TIP VE BİYOMEDİKAL BİLİMLERİN ECZACILIK GELİŞİMİNE KATKILARI.. Arap tıbbı eczacılığın gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.  Tedavi arayışındaki doktorların yeni ilaçları keşfedip icat etmeleri mantıklıdır. “El-Mücerrebat” adlı kitapçıklarda ilaç hakkında yazılar yazarlardı. Daha sonra bu kitapçıklardan ilaçlar çıkarıldı. Doktorlar, uygulanan maddenin hastalık üzerindeki kesin etkisini belirlemek için basit ilaçlar kullanmak istediler. (....)
2. 3. BAĞIMSIZ MESLEK OLARAK ECZACILIK VE İLK ECACILIK. . Eczacılığın tarihçesi açısından, hangi dönemde bağımsız meslek haline geldiği çok önemlidir. Eczacılığın köklerini ilk bulduğumuz yer Araplardır. Sürekli tıbbi ve hastane eczacısının bulunduğu ilk hastaneleri kurdular. İkisi arasındaki erken ayrım 7. yüzyıl gibi erken bir tarihte başlar. Ayrılmanın ana nedenlerinden bazıları, artan nüfustan dolayı ilaçlara olan talebin artması, benzersiz entelektüel merak ve farmasötik makalelerin hızlı tercümesiydi. (....)
2. 4. YASA DÜZENLEMESİ. . Eczacılığın erken gelişimi, doktorların ve eczacıların çalışmalarını düzenleyen kanunla düzenlenmemişti. Eczacıların doktor olmadan tıbbi teşhis koymasının, doktorların da ilaç üretip dağıtmasının yasaklanması gerekiyordu. Doktorlar, ilaçlarının gerekli eğitimi almamış şarlatanların eline geçmesinden korkuyorlardı. Yine de daha ünlü ve karmaşık tıp için hastaları eczacılara yönlendiriyorlardı. (....)
2. 5. FARMASÖTİK LİTERATÜRÜNÜN GELİŞİMİ. . Edebiyatın yoğun gelişimi 9. yüzyılda başlar. Eczacılık tarihi ile ilgili eserler yazan bilim insanları, eserleri temel kategorilere ayırmışlardır. Tarihçi Sami K Hamameh de eserleri şu kategorilere ayırdı: Formlar ve özetler, sistematik olarak düzenlenmiş formül ve tariflerden oluşan bir koleksiyon sunuyordu.  9. yüzyılda Sabur b. Sehl Arapça dilindeki ilk formu yapmış ve ona büyük “İlaçlar Kitabı” (“el-Aqrabadhin al-Kabir”) adını vermiş ve tıp ve bunların nasıl hazırlanacağına dair bilgiler içermektedir. Zehirlerin kişisel ve politik silah olarak daha popüler hale gelmesinden sonra toksikoloji kitapları ortaya çıktı. (....)
2. 6. ARAP TIP VE ECZACILIKTA BÜYÜK İSİMLER. . Tüm bu gelişmeler sırasında çok sayıda önemli bilim insanı kilit rol oynadı. Bunların arasında, modern tıbbın araştırma ve geliştirmesinin temeli olduğu kanıtlanan önceki çağların ve medeniyetlerin tüm tıbbi deneyimlerini toplayan çok sayıda doktor, botanikçi, simyacı, filozof ve ansiklopedi uzmanı bulunmaktadır. Burada zamanlarının en önemli bilim adamlarını listeliyoruz. Bu yazarlar ayrıca açıklanacaktır.

Yuhann ibn Masawayh (777-857) (. . . ), Hunayn bin Ishaq (809-873) (. . . ), Sabur bin Sahl (died 869) (. . . ), Ali ibn Sahl at-Taberi (808- 861) (. . . ), Ali ibn ‘Abbas al-Majusi (925-994) (. . . ), Abu-l-Kasim al-Zahrawi (936-1013) (. . . ), Abu ar-Rayhan al-Biruni (975-1048) (. . . ), Ibn Jazlah (died 1100) (. . . ), Ibn at-Tilmidh (1073-1165) (. . . ), Rabi Moses b. Maimon (1135-1024) (. . . ), Ibn al-Baitar (1197-1248) (. . . ), Kohen al-Attar. . (. . . ), Abu Bakr al-Razi (865-925) (. . . ), Abu Ali al Hosain Ibn Abdullah Ibn Hasan Ibn Ali Ibn Sina (980-1037) (. . . ), Alaudin ibn al-Nafis (1210-1288) (. . . )

2. 7. ARAPÇA'NIN AVRUPA TIP VE ECZACILIK ÜZERİNDEKİ ETKİSİ. . Orta çağın başlangıcından önce Avrupa'nın maruz kaldığı, Avrupa'nın eski kütüphanelerinin ve dolayısıyla tıp ve eczacılık alanındaki bilgilerinin yok olmasına yol açan sürekli barbar istilalar nedeniyle Avrupalılar, daha önce toplanmış bilgilerin çoğunu unuttu. Araplar bütün bu bilgileri topladıkları için tıp ve eczacılık konusunda kayıtlı bilgileri ile Avrupalıları aydınlatmışlardır. 17. yüzyıla kadar Batı Avrupa tıbbı Arapça eserlerden tercüme edilmişti. Bu sözde Arapçılık, Salerno'daki okulu yöneten Afrikalı Konstantin ile başladı. (...)
3. ARAP'IN ÇÖKÜŞÜ ve TÜRK SALTANATININ KURULMASI. . Arap Halifeliği'nin yıkılmasından sonra, 13. yüzyılın sonunda yerine Türk İmparatorluğu'nun geçtiği göz önüne alındığında, Arap kültürünü miras almaları mantıklıdır.  Ve bu nedenle, Bosna-Hersek'in her iki kültürün bir karışımını miras alması ve buradaki tıp ve eczacılığın önceki kültürlerden büyük ölçüde etkilenmesi mantıklıdır. İbn Haldun'un bir tezi, bilimin bütünüyle ancak istikrarlı bir zeminde gelişebileceğini belirtiyor. Ve böylece Araplar ekonomiyi, ticareti ve refahı teşvik ettiler. Ancak Arap Hilafetinin yıkılması ve ardından gelen kaosla birlikte bilimin gelişimi durma noktasına geldi. Bölgenin Türk işgalinden sonra bile bilim, altın Arap tıbbı çağındaki gibi gelişmedi. Bunun nedenleri, ele geçirilen toprakların yabancı istilasına karşı savunmasız olmasından, yerli halkın sıklıkla isyan başlatmasına kadar pek çok nedendi. Bunu genellikle kuraklık, kıtlık, salgın hastalıklar ve ticaret ambargoları gibi felaketler izledi. Hal böyle olunca bilimin yaratıcılığını ve canlılığını yitirmesi anlaşılabilir bir durumdur. 16. yüzyıldan sonra Türkler batı fikirlerine daha açık hale geldi ve batılıların Türk İmparatorluğu'na akın etmesiyle birlikte Türklerin nasıl tedavi edeceğini bilmediği hastalıklar ortaya çıktı. Bilinmeyen hastalıkları tedavi etmek için batı tıbbına güvenmek zorunda kaldılar. Bahsedilen zayıflıkların tümü çeşitli reformların yapılmasına yönelik girişimlere yol açmış, ancak reformlar 19. yüzyılın başına kadar ciddi bir şekilde uygulanmamıştır. Sağlık sistemi batıdaki sistemi yansıtacak şekilde yeniden düzenleniyor. Amaç ilacı daha modern ve hassas hale getirmekti. Reformların karşılaştığı dirençlere rağmen Osmanlı yönetimindeki ülkelerde modern tıbbın gelişmesi için sağlam bir zemin oluşturuldu. Aynı şey, tıp ve eczacılık uygulamalarının imparatorluğun daha seçkin ve önde gelen kısımlarını yansıtmaya başladığı Bosna-Hersek'te de yaşandı. Avusturya-Macaristan'ın Bosna Hersek'e gelişi, yeni modern eczanelerin açılmasına, ilk profesyonel sağlık personelinin eğitilmesine ve attarların çalışmalarının kısıtlanmasına yol açan yeni reformları da beraberinde getirdi.

4. BOSNA HERSEK'TE ECZACILIK.. (...), 4.1. TÜRK HÜKÜMETİ DÖNEMİNDE BOSNA HERSEK'TE SOSYAL SİYASİ DURUM.. (...), 4.2. SU KÜLTÜ.. (...), 4.3. BOSNA HERSEK'TE “NAHJETUR-RUTB”.. (...), 4.4. HALK TIP, İLAÇLAR VE BARIŞ İNANÇ.. (...)

4. 5. ATTARLAR. .
 Attarlar, 16. yüzyılda (19-22) Bosna Hersek'te faaliyet gösteren ilaç uzmanlarıydı. Halk tıbbının gelişmesinden sorumlu tutulabilirler. Onların gelişi Sefard Yahudilerinin gelişiyle çakışıyor. Bilgileri Arap tıbbından kaynaklanıyordu. Attarlar çoğunlukla büyük şehirlerde bulunuyordu. Attar uygulamaları kısa sürede yerel Müslümanlar tarafından da benimsenmeye başlandı ve kısa sürede Yahudilerin sayısı azaldı.  Attarik bilgilerini resmi literatürden desteklediler ve Yahudiler bağımsız olarak çalışmaya devam ederken sendikalar kurdular. Mağazalarında bitkilerden yağlara ve iksirlere kadar çeşitli ürünler bulunuyordu. Attarlar o kadar önemliydi ki, çalışmaları yasaklansa bile o dönemde kurulan resmi eczaneden daha fazla kâr elde ediyorlardı.

4.6. TIP VE ECZACILIKTA İLK EĞİTİMLİ SAĞLIK UZMANLARI.. (...), 4.7. GELECEK ARAŞTIRMALARI VE KAYNAKÇA.. (...)

5. ÇÖZÜM. . Arap medeniyeti bilimsel ilerlemenin sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. İnsanlık için kritik anlarda, dünya kültürünün yok edildiği anlarda onu korumayı başardılar. Araplar, başka kültürlerden gelse bile bilimin değerine saygı duymuşlar ve onu yok etmek yerine benimsemişlerdir. Arabistan'ın yıkılmasından sonra Türkler Arap topraklarını ele geçirdiler ve her ne kadar bilimsel ilerlemenin arkasında aynı itici güç olan İslam'ı paylaşsalar da, İmparatorluğun katlandığı tüm zorluklar nedeniyle Türk hükümdarlığı döneminde ilerleme yavaştı. Ancak Arap kültürü, bilim dünyası üzerinde silinmez bir etki bırakarak onu kurtardı ve onu bir zamanlar olduğu uysal karanlıktan uzaklaştırarak Altın Çağ'a taşıdı... (...)" (569)

"GELENEKSELLİKTEN MODERNİZME: OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA RUH SAĞLIĞI
Bu tez, modernleşmeye özel olarak odaklanarak Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ruh sağlığı tarihine bir bakış açısı sunmayı amaçlamaktadır. Foucaultcu teorik çerçeveye dayanarak tıbbın sosyal tarihini araştırmaya yönelik mütevazı bir katkı olarak tasarlanmıştır.  Öncelikle Osmanlı tıp tarihi yazımındaki değişiklikleri ve Osmanlı sosyal tıp tarihinin kökenlerini tasvir etmek için bir literatür taraması sunulmaktadır. Başlangıçta tamamen kurumsal bir tarih olan Osmanlı tıp tarihçiliği, 1970'lerin sonlarında tıbbın toplumsal etkilerinin tartışılmaya başlanmasıyla dönüşüme uğradı.(....)" (570)

"Cambridge'deki Taylor-Schechter Genizah koleksiyonunda bulunan materia medica listelerine göre Orta Çağ (11-14. Yüzyıllar) Kahire'deki Yahudi cemaatinin eczacıları tarafından tutulan ve satılan ilaçlar
Soyut. . Yaşamın hemen hemen her alanına ilişkin bilgi sağlayan Genizah'ın Orta Çağ Akdeniz topluluklarının araştırılmasındaki önemi tarihçiler arasında iyi bilinmektedir. Daha az bilineni ise, Genizah el yazmalarına göre, Kahire'deki ortaçağ Yahudi cemaatinde şifa sanatının tüm dalları arasında eczacılığın en popüler olduğudur. Ortaçağ'da pratik ilaçlarla ilgili çalışma kaynakları son derece nadirdir, çünkü kayıtların çoğu yıllar içinde doğal olarak ortadan kaybolmuştur ve yalnızca teorik farmakolojiyi içeren bazı tıp kitapları günümüze kadar kalmıştır. İlaç listeleri ortaçağ pratik eczacılığını anlamamızı ve envanterlerini yeniden yapılandırmamızı sağlar. Bu çalışma Genizah'ta bulunan 71 orijinal ilaç listesini rapor etmektedir; ilac ticaretiyle ilgili tüccar mektuplarından farklıdırlar ve genellikle reçetelerde bulunan formüllerin kullanımına veya hazırlanmasına ilişkin talimatlar vermezler. Listelerin 26'sı Yahudi-Arapça, 45'i ise Arapça yazılmış olup listelerin hiçbiri İbranice yazılmamıştır. En uzun liste tanımlanmış 63 maddeyi içermektedir. Görünüşe göre bu listeler eczacılar tarafından profesyonel ve ticari amaçlarla ilaç, kayıt, sipariş ve hatta makbuz envanteri olarak kullanılıyordu. İlaç listelerinde 167'si bitkisel, 16'sı hayvansal, 23'ü ise inorganik olmak üzere 206 farklı ilaç yer alıyor. Listeler doğrudan Kahire'nin Yahudi mahallesinin ara sokaklarında ve sokaklarında bulunabilen eczanelerin raflarında işgal ettikleri yeri işaret ediyor. En sık bahsedilen maddeler myrobalan, biber ve safran, mercimek, badem, fesleğen, gül, biberiye, sığır ürünleri, kafur ve Hint sümbülü oldu. (...)" (571)

"Osmanlı İmparatorluğu'nda Veba, Karantinalar ve Jeopolitik
Kara Ölüm'den 1923'e kadar Osmanlı veba risalesi yazarlarının kapsamlı bir incelemesi.. 15. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar en büyük ve en renkli Osmanlı devlet adamlarının ve edebiyatçılarının çoğunun vebayı imparatorlukları için büyük bir tehdit olarak gördüğünü biliyor muydunuz? Pek çok Osmanlı'nın 1838'de hastalığa karşı karantina uygulamasını İngiliz ve Fransızların siyasi ve ticari nüfuzuna karşı koymanın bir aracı olarak alkışladığını biliyor muydunuz? Veya Osmanlı'nın şehirlerdeki salgınları önlemeye yönelik daha sonraki temizlik çabaları, 1916'da imparatorluğa karşı Arap isyanının ortaya çıkmasına yardımcı olacak mıydı? (....)" (572)

"18. Yüzyılın İlk Yarısında Osmanlı Devletinin Doğu Sınırındaki Kalelere Gönderdiği Doğal ve Kimyasal İlaçlar
Osmanlı Devleti İslam, Bizans ve Selçuklu medeniyetlerinden etkilenerek siyasi, idari, sosyal, ekonomik, eğitim ve sağlık alanlarında birçok kurum oluşturmuştur.  Daha önce kurulan kurumların üzerine zamanla birçok yenilik katarak çağının en önemli kurumlarını oluşturmuştur. Osmanlı Devleti de kurulduğu bölgenin tıp alanında sunduğu avantajların farkına vardı. Anadolu Beylikleri ve Bizanslıların tıp alanındaki bilgi birikimini miras olarak almış ve farklı İslam coğrafyası ve Orta Asya'dan gelen hekimler sayesinde tıp alanında büyük ilerlemeler kaydetmiştir.  İmparatorluğun belli başlı merkezlerinde kurduğu hastaneler ve iyi eğitimli hekimler aracılığıyla dönemin önemli hastalıklarıyla mücadele etti. Tıp alanında önemli eserler yaratılmış ve bu eserler ilgili dönemlerde sade, kapsamlı, sade bir Türkçe ile yazılmıştır. (...)" (573)

"Dioscorides'in De Materia Medica'sının Arapça Çevirisinin Dağınık El Yazmasından "Baldan İlaç Hazırlamak"
Müslümanlara aktarılan en etkili tıbbi eserlerden biri, M. Ö. 1. yüzyılda Kilikya'da (Güney Anadolu) bir Yunan hekim tarafından yazılan De Materia Medica idi. Sol sayfa, halsizlik ve iştah kaybını tedavi etmek için reçete edilen bal ve sudan ilaç yapımıyla ilgilidir.  Bir doktor, oturan hasta için onu almaya hazırlanırken, bir kazanda kaynayan bal ve suyu karıştırırken elinde altın bir fincan tutuyor. Mimari ortam, ilaçların Selçuklu topraklarındaki hastanelere bağlı eczanelerde üretildiğini gösteriyor. Sağdaki resimde, bir eleğin her iki yanında duran bir doktor ve asistanı ya da hastası görülüyor; bu eleğin içinden üzümler presleniyor ve ardından salamura ve soğan benzeri bir bitkiyle birleştirilerek sindirim bozukluklarını iyileştirecek bir ilaç üretiliyor. (....)" (574)

"De materia medica
....'Tıbbi Malzeme Üzerine' anlamına gelir), şifalı bitkilerin ve onlardan elde edilebilecek ilaçların bir farmakopesidir . Beş ciltlik eser MS 50-70 yılları arasında Roma ordusunda görevli Yunan bir hekim olan Pedanios Dioskurides tarafından yazılmıştır. Rönesans'ta gözden geçirilmiş şifalı bitkiler tarafından desteklenene kadar 1.500 yıldan fazla bir süre boyunca yaygın olarak okunmuş ve tüm doğa tarihi ve farmakoloji kitapları arasında en uzun ömürlü olanlardan biri haline gelmiştir. Çalışmada, aralarında aconitum, aloes, colocynth, colchicum, banotu, afyon ve adaçayının da bulunduğu, etkili olduğu bilinen birçok ilaçtan bahsedilmektedir. Toplamda, bazı hayvanlar ve mineral maddelerle birlikte yaklaşık 600 bitki ve bunlardan yapılan yaklaşık 1000 ilaç ele alınmaktadır. (....)" (575)

"Pazar, Tıp ve İmparatorluk: Savaş Arası Yıllarda Hoshi İlaçları
Bu tez, küresel kapitalizm, modern tıp ve imparatorluk arasındaki bağlantıları, iki savaş arası yıllardaki Hoshi Pharmaceuticals'ı yakından inceleyerek incelemektedir. O zamanlar Doğu Asya'nın önde gelen ilaç şirketlerinden biri olan Hoshi, Japonya'nın emperyalist arzularını, hızlı endüstriyel gelişimini ve gelişen tüketim kültürünü temsil ediyordu. Şirket, tedarik ve dağıtım zincirinin her parçasını kontrol etmeye çalıştı: koka ve kınakına (kinin hammaddesi) yetiştirmek için Tayvan ve Peru dağlarındaki tarlaları yönetti ve Tayvan'daki devlete ait rafinerilere ham afyon tedarik etmek için Türk haşhaş çiftçileriyle sözleşme yaptı. Hoshi ayrıca Japonya'da ve kolonilerinde modern tüketim kültürünün şekillenmesine de yardımcı oldu ve aslında bunun bir simgesi haline geldi. 1920'lerin başında zirveye ulaşan Hoshi'nin Asya genelinde Hoshi markalı patentli ilaçları, hijyen ürünlerini ve ev eşyalarını satan bir mağaza zincirleri ağı vardı. Ancak 1925 yılında, bir afyon ticareti ihlali Hoshi'nin Mançurya ve Çin üzerinden uyuşturucu kaçakçılığı için bir paravan olduğuna dair şüpheleri artırınca şirketin kaderi daha da kötüye gitti. Şirket, İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya ordusunun önemli bir ilaç tedarikçisi olmasına rağmen, afyon skandalının etkilerini mali açıdan toparlayamadı. 1952 yılında sanayici Ōtani Yonetarō şirketin kontrolünü Hoshi ailesinden ele geçirdi. (....)" (576)

"İlaçları Karıştırma -Küresel İlaç Ticareti ve Erken Modern Rusya
Sarhoşluk Veren Tarihler.. İster sokakta, ister rafta, ister eczane tezgahında olsun, ilaç ve alkolle olan etkileşimler bağımlılık, şifa, zevk ve ahlaksızlık ve bunların sosyal boyutları hakkındaki tartışmalı fikirler tarafından şekillendirilir. Bu serideki kitaplar, dünyanın her yerindeki insanların tarih boyunca psikoaktif maddeleri nasıl tükettiğini, yarattığını, ticaretini yaptığını ve düzenlediğini araştırıyor. Dizi, yasal ve yasa dışı ilaç ve alkole ilişkin araştırmaları tıp, eczacılık, tüketim, ticaret, hukuk, sosyal politika ve popüler kültür tarihleri de dahil olmak üzere çeşitli tarihsel araştırma alanlarıyla birleştiriyor. Erişimi küreseldir ve her dönemdeki bursları içerir. Sarhoş Tarihler, hem bu farklı geçmişleri birbirine bağlamayı hem de güncel tartışmalar ve politika meseleleri hakkında daha sağlam bir kavrayış sağlayarak bugünü bilgilendirmeyi amaçlıyor. Belirli bir olguya veya maddeye odaklanan, bilginin durumunu değiştiren, geniş bir okuyucu kitlesine yönelik bilimsel monografiler veya daha kısa metinler olsun, kitapları memnuniyetle karşılıyoruz. (...) -Giriş.. 1664 yılında İngiliz doktor Samuel Collins, Rus ustaları için Latince bir rapor yazmak üzere Moskova'ya oturdu. Muskovit sarayının tıp departmanı olan Eczacılar Kançılaryası için hayati önem taşıyan Batı Avrupalı tıp pratisyenlerinden biri olan Rus yöneticilerin emriyle bu tür metinler yazmak Collins'in işinin önemli bir parçasıydı; kendisi ya da doktor arkadaşlarından biri metni Latince yazdıktan sonra, metin Chancery Rusçasına çevrildi; böylece Rus seçkinleri tarafından daha iyi tüketildi. Bu seferki anlatı, erken modern dünyadaki halkların basmakalıp yargıları aracılığıyla anlatılan, küresel materia medica'dan biriydi. (...)" (577)

"Bitkisel ilaç mı, sihirli iksir mi?
"Bitkisel ilaç nedir?" Dünya nüfusunun yüzde 80'i birinci basamak sağlık hizmetleri için geleneksel bitkisel ilaçlara güveniyor. Bitkisel ilaç nedir? Geleneksel tıbbın bir bileşenidir ancak ikisi aynı değildir. Modern veya geleneksel tıp aynı zamanda bitkisel ilaçları da içerir. 2017 ortalarında DSÖ, geleneksel ve tamamlayıcı tıbbı politikalar, bilgi ve uygulamalar açısından geleneksel tıpla bütünleştirmek için "Bütünleştirici tıp (Integrative medicine)" terimini kullanmaya karar verdi. Ginseng, zencefil, zerdeçal, papatya ve daha birçok bitkisel ürünün kullanımında artış yaşanıyor. Aslında bu sektörün yılda yaklaşık 60 milyar dolar hasılat elde ettiği tahmin ediliyor. Bu nedenle bitkisel ilaçların güvenliği ve etkinliği bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. -Tarih.. Binlerce yıldır ve dünyanın her yerinde insanlar hastalıkları ve yaralanmaları iyileştirmek için bitkileri kullandılar. İncir eski Mısır'da kabızlığı tedavi etmek için kullanılıyordu. Avrupa'da ortaçağ döneminde adaçayı "vücudu zehir ve zararlılardan temizleyen taze ve yeşil" olarak tanımlanıyordu. Ayrıca dişleri beyazlatmak için de çiğneniyordu. Şu anda satışta olan tıbbi malzemelerin yaklaşık yarısı bitkisel ilaçlar veya doğal ürünlerden elde edilen tek elementli maddelerden oluşan ekstraktlardır. 18. yüzyılda Batı geleneksel tıbbının ortaya çıkmasından önce bitkisel ilaçların kullanımı sıradan bir uygulamaydı. -Doğal eczane.. Otlar tedavi edici maddeler olarak kullanılır veya koruyucu bir etki için diyet tamamlayıcıları olarak eklenir. Papatya dünyadaki en popüler bitkisel ilaçlardan biridir. Çayda, tıbbi ekstraktlarda veya cilt ürünlerinde kullanılabilir. Çok sayıda bilimsel çalışma, bitkinin antiinflamatuar, antimikrobiyal ve antioksidan aktiviteye sahip 100'den fazla aktif bileşiğe sahip olduğunu doğruladı. Amazon ormanına "en büyük doğal eczane (the biggest natural pharmacy)" deniyor. Dünya çapındaki bilim adamlarının imrendiği, Uña de Gato (kedi pençesi -"uncaria tomentosa") gibi anti-inflamatuarlardanAchiote'nin güneş kremi veya böcek kovucu olarak kullanılan dikenli, parlak kırmızı meyvesine veya antiseptik etkisiyle bilinen Sanipanga'ya kadar farklı iyileştirici etkilere sahip bitkilerle henüz keşfedilmemiş ilaçlar ve kimyasallarla doludur. FAO (Gıda ve Tarım Örgütü "Food and Agriculture Organization"), 2002 yılında dünya çapında 50.000'den fazla şifalı bitkinin kullanıldığını tahmin ediyor, listelemediğimiz değerli özelliklere sahip daha fazla bitki var.

"Kafayı bulma /Yükselme (Get High)".. Bilimsel toplulukta bitkisel tıbbın öneminin anlaşılması genellikle karmaşıktır çünkü bazı uygulamalar "pragmatik" bilimin kapsamı dışında kalan maneviyatla ilişkilidir. Örnek olarak Çin bitkisel formülü, modern tıp ilaçlarından farklı prensiplerle çalışır. Kavramlar, görünmez madde 'Qi'nin varlığı ve insan bedeninin (ruhsal ve fiziksel "spiritual and physical") doğa ve evrenle birlik olmasıdır. Bu nedenle tedavide farklı unsurların ötesine geçen patolojiler düzeltilmeye çalışılır. Peru'da Şamanlar (rahipler "priests"), bireysel ruhu açmak ve dünya'daki "kaderlerini (destiny)" bulmalarına yardımcı olmak için Psychotria Viridis çalısının yapraklarından yapılan halüsinojen bir karışım olan Ayahuasca'yı kullanırlar. İlacın aynı zamanda kaygı, depresyon ve travma sonrası bozuklukları da tedavi ettiği söyleniyor, ancak kullanıcıların ölümü de dahil olmak üzere ciddi sonuçlar doğuran birçok olay rapor ediliyor. Bu iki örnek, bitkisel ilaç ile maneviyat arasında var olan bulanık çizgiyi ortaya koyuyor ve sağlık uzmanlarının titiz bilimsel çalışmalara yatırım yapmamasının nedenlerinden birini açıklıyor. Sahra Altı'ndaki bitkisel ilaçlar, ulusal güvenlik ve standart kurumlarının kontrolünden kaçan sahte olanları da içeren uzun ilaç listesinin bir parçasıdır, dolayısıyla "şarlatanların" sattığı ürünler tehlikeli olabilir çünkü "şişenin" içindekiler etikette yazanlardan farklı olabilir. -"Süper gıdalar ve Sürdürülebilirlik".. Kamerun'da yapılan bir araştırmada, protein açısından zengin bir alg olan Spiruline'in AIDS hastalarının bağışıklığını güçlendirdiği ortaya çıktı. Alglerin toplanması aynı zamanda yerel topluluklar için ekonomik fırsatları da artırıyor, yetersiz beslenmeyle mücadeleye yardımcı oluyor ve biyolojik çeşitliliği koruyor. Ruandalı çiftçiler, tam bir protein olan, vücut tarafından üretilemeyen dokuz temel amino asidin tamamını içeren ve omega-3 yağ asitleri açısından zengin olan "süper gıda" Chia tohumlarının yetiştirilmesine giderek daha fazla yatırım yapıyor. Bitkiler çok fazla ilgi gerektirmez ve yatırımın geri dönüşü diğer mahsullerle karşılaştırıldığında çok büyüktür. Bu yeni tarım, gelişmekte olan ülkeler için bir şanstır ancak monokültürün biyolojik çeşitliliğin kaybı veya toprağın bozulması gibi riskleri de dikkate alınmalıdır. -"20 YIL".. Uygun dozajın sağlanmasıpotansiyel yan etkilerin veya karşı endikasyonların ve diğer ilaçlarla reaksiyonların anlaşılması için sağlık uzmanlarının tavsiyeleri çok önemlidir. Şifalı bitkiler nüfusun sağlığı açısından olağanüstü bir fırsattır; gelişmekte olan bazı bölgelerde kolayca bulunabilmekte ve uygun maliyetli olabilmektedir. Bazı doğal ilaçlar, geleneksel ilaçlara göre daha uygun fiyatlı ve erişilebilir olabilir ve birçok kişi, kişisel sağlık ideolojileriyle uyumlu oldukları için bunları kullanmayı tercih eder. Uzun bir kültürün ve mirasın parçalarıdırlar ve topluluklar tarafından kolayca kabul edilirler. Bu alternatif tedavinin kullanımı, karar vericiler tarafından uygun şekilde düzenlenir, izlenir ve teşvik edilirse sürdürülebilirdir. Çin atasözünün dediği gibi: “Bir ağaç dikmek için en iyi zaman 20 yıl öncesidir; ikinci en iyi zaman şimdidir.” (578)

"Brezilyalı kaşifler hayatları ve yağmur ormanlarını kurtarmak için 'ilaç fabrikası' arıyor
Kanser tedavisi arayışı, bir zamanlar yağmur ormanlarını yok ederek para kazananlara alternatif sunarak yağmur ormanlarını da koruyabilir.. Tekne bu geniş, pas rengi nehir boyunca kuzeye doğru ilerliyor. Önümüzde sağanak yağmurdan oluşan beyaz bir sis ve Amazon yağmur ormanlarının kendisi kadar muazzam bir görev var: Dünyanın en büyük tropik yağmur ormanlarının derinliklerinde bir yerde kansere karşı yeni bir tedavi keşfetmek. Gemideki üç adam ormandaki görevlerine hazırlanıyor: 65 yaşındaki ince yapılı onkolog, yayıncı ve çok satan yazar, aynı zamanda Brezilya'nın en ünlü doktoru Drauzio Varella; São Paulo'lu taze yüzlü bir botanikçi olan 33 yaşındaki Mateus Paciencia; ve eski bir motorlu testere operatörü olan mateiro veya orman rehberine dönüşen, bir pala ve yağmur ormanları hakkında ömür boyu bilgi sahibi olan 45 yaşındaki Osmar Ferreira Barbosa. Tekne, Cuieiras nehrinin kıyısındaki küçük ahşap kulübeye, grubunun bilimsel üssüne daha da yaklaşırken Paciencia, "Bir amipten file kadar... her canlı bir madde fabrikasıdır ve bitkiler de farklı değildir" diye coşkuyla dile geldi, Brezilya'nın Amazonas eyaletinin başkenti Manaus'tan dört saatlik tekne yolculuğu.. "Bir bitki veya ağaç küçük bir ilaç fabrikasıdır. Yapmamız gereken tek şey bu maddelerin uygulama alanlarını bulmaya çalışmaktır."  -Tekne, São Paulo'daki Paulista Üniversitesi'ne (Unip) ait yüzen bir laboratuvar ve geleceğin ilaçları arayışının ön saflarında yer alıyor ve bir zamanlar ormanı yok edenlere ekonomik alternatifler sunarak Brezilya yağmur ormanlarını kurtarmaya yönelik yenilikçi bir çabanın parçasıdır. Proje, kariyerinin büyük bir kısmını kanser hastalarına adayan São Paulo doğumlu onkolog Drauzio Varella'nın buluşu. Bunların arasında 1991 yılında 45 yaşında akciğer kanserinden ölen sigara içen küçük kardeşi Fernando da var. Bugün, Amazon'a olan tutkunun ve yaklaşık 40 yıllık bir onkolog olarak çalışmanın teşvik ettiği bir dönemde, Varella, mesleğinin geleceğini değiştirebileceğine ve sonunda dünya çapındaki kanser kurbanlarına yeni umutlar getirebileceğine inandığı doğal ilaçları bulmak için Cuieiras nehrinde aylık keşif gezileri düzenliyor. Varella, grubun Cuieiras nehrindeki üssüne yaptığı son görev sırasında Observer'a "[Çocukken] Amazon'un varlığından bile haberim yoktu" dedi. "Çocukların saçlarında iki tüylü Kızılderililer hakkındaki hikayelerini duymuştum. Ama o zamanlar Amazon'dan bahsetmezdiniz bile. Bu çok uzak bir şeydi." -Bu durum, Ekim 1992'de, HIV virüsünü keşfetmesiyle tanınan ABD'li biyomedikal araştırmacı Robert Gallo ile birlikte Amazon'a yaptıkları bir gezi sırasında değişti. Bir öğleden sonra Manaus çevresindeki nehirleri ziyaret ederken Gallo, Amazon'daki bitki ve ağaçlarda yeni ilaçlar arayan birinin olup olmadığını sordu. Varella, "Burada biyolojik çeşitliliği görebilirsiniz" diye hatırladı. "Ve Gallo bana şöyle dedi: 'Bunu kim inceliyor? [Kim] bu türlerde aktivite arıyor?' Ve ona ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Bu fikir aklımda kaldı." 1995 yılında ilk geziyle bu fikir gerçeğe dönüştü. O zamandan beri Varella'nın ekibi yağmur ormanlarındaki bitki ve ağaçlardan 2.000'den fazla öz topladı. Bu yıl, Brezilya'nın önde gelen araştırma enstitülerinden biri olan São Paulo'nun Sírio-Libanês Hastanesi ile yapılan ortaklığın ardından faaliyette bir adım değişiklik yaşandı. Ekip, Rio Negro'nun daha yukarılarında, Kolombiya sınırına doğru yeni bir bölgeyi keşfedecek ve iki yıl içinde üçüncü bir üs kurmayı hedefliyor. Yağmur ormanlarından toplandıktan sonra numuneler Manaus'a götürülüyor, burada kurutuluyor ve toz haline dönüştürülüyor, ardından test için São Paulo'ya gönderiliyor. 70'in üzerinde ekstrakt, tümör hücreleri üzerinde bir miktar etki gösterirken, 50'den fazlası bakteriyel enfeksiyonlara karşı sonuçlar göstermiştir.

Varella, "Bu doğal ürünlerin avantajı öngörülemez olmalarıdır" dedi. Kuzey Amerika porsuk ağacının kabuğundan elde edilen ve şu anda yumurtalık ve meme kanserini tedavi etmek için yaygın olarak kullanılan bir ilaç olan Taxol'den bahsediyor, Laboratuvarlar tarafından kullanılan moleküler tasarım teknikleri hayati öneme sahip olmaya devam ederken, doğal ürünler "var olduğunu hayal bile etmediğimiz" yollar önerebilir, "Bilinmeyenin kapısını açıyorsun." Paciencia, tıbbi araştırmaların aynı zamanda yağmur ormanlarının yok edilmesini yavaşlatmanın da anahtarı olabileceğine inanıyor. Çevreciler, çoğunlukla 1960'lardan bu yana Brezilya Amazonlarının neredeyse %20'sinin ortadan kaybolduğunu iddia ediyor. Keçi sakalı ve pazısında Bob Marley dövmesi bulunan botanikçi, "Ormanı sığırlarla değiştirmek yerine kansere ve bulaşıcı hastalıklara çare bulmaya çalışıyoruz" dedi. "Bu kaynakları elde etmek için tek bir ağacı bile kesmenize gerek yok. Bitkinin küçük bir parçasını kesersiniz... [ve] gelecek yıl yeniden büyümüş olur. Bunun gibi bir projeden daha çevreci bir şey göremiyorum." Grubun rehberi buna bir örnektir. Yasadışı ormansızlaştırma konusunda kötü şöhrete sahip uzak bir Amazon kasabası olan Canutama'da doğan Barbosa, ağaç kesiciler için motorlu testere operatörü olarak çalışıyordu. Üç çocuk babası artık Varella'nın ekibine labirent gibi ormanda rehberlik etmekle görevlendiriliyor. Şu anda proje iki tür orman ortamına odaklanıyor: batık ormanlar veya "igapós" ve "terrafirte" veya kuru arazi. Her ziyaret sırasında ekip, grubun São Paulo laboratuvarında olumlu sonuçlar veren bitki ailelerinin yanı sıra yeni türlerden örnekler topluyor. "Bugün toplayacağımız bitkilerin bu niteliklere sahip olup olmadığını henüz bilmiyoruz. Ancak bu bitki grubu oldukça olumlu sonuçlar verdi" diye açıklayan Paciencia, ekibinin belirli ağaçların ve bitkilerin izlendiği üç farklı sektörü sınırladığı kalın yağmur ormanlarından oluşan bir alana doğru ilerledi. Daha ileride grubun rehberi Barbosa yüksek bir ağaca tırmandı ve yarım düzine dalı kesti. Dallar yağmur ormanının gölgesine çarptıktan sonra nemli toprağa kondu ve özel olarak işaretlenmiş çuvallara ayrıldı. Amazon yağmur ormanlarının çok sayıda tıbbi sır sakladığından çok az şüphe var. Ancak Varella'ya göre hükümet bürokrasisi ormanın kendisi kadar yoğun ve derin bir biyo-korsanlık korkusundan kaynaklanıyor. Bu, yabancı bilim adamlarının veya ilaç şirketlerinin Brezilya Amazonlarındaki doğal ilaç avına katılmanın zor olduğu anlamına geliyor. Projesi Brezilya çevre kurumu Ibama'dan resmi izin alan az sayıdaki projeden biri olan Varella, "Bizim için zorsa, denizaşırı ülkelerden gelen insanlar için hayal edin" diyor. "Hiç şansları yok." "Bitkiyi bulmak, [kesin kullanımını belirlemek] ve bir ilaca patentini vermek arasında geçen ortalama süre on ila on beş yıl; yani bu uzun vadeli bir yatırım. Ticari açıdan çok ilgi çekici değil ve iş için siyasi sorunlar yaratacak, öyleyse neden bunu yapsın ki?" Bir çift tukan keşif gezisine bakarken, parlak sarı gagaları yeşil bir yaprak ağından dışarı çıkarken Pacienca şöyle düşünüyor: "Amazon dünyadaki biyolojik çeşitliliğin yaklaşık %20'sine sahip. Sadece çiçekli bitkiler açısından bakıldığında 22-23 bin civarında var." "Hiçbirinin bazı hastalıklara karşı aktif maddeye sahip olmayacağını hayal etmek imkansız." Yağmur ormanlarının "sonsuz bir olasılıklar denizi" olduğunu söylüyor." (579)

"Bitkisel İlaç: Biyomoleküler ve Klinik Yönler. 2. Baskı.
Bölüm 1 Bitkisel Tıp.. Tarihçesine, Kullanımına, Düzenlemelerine, Güncel Eğilimlerine ve Araştırma İhtiyaçlarına Giriş.. 1.1. BİTKİSEL TIP: UZUN BİR GELENEĞİYLE BÜYÜYEN BİR ALAN.. Geleneksel tıp, “Sağlığın sürdürülmesinde, bedensel ve ruhsal hastalıkların önlenmesinde, teşhisinde, iyileştirilmesinde veya tedavisinde kullanılan, farklı kültürlere özgü teori, inanç ve deneyimlere dayanan bilgi, beceri ve uygulamalardır” DSÖ (a). Geleneksel tıbbın pek çok farklı sistemi vardır ve her birinin felsefesi ve uygulamaları, ilk geliştiği mevcut koşullar, çevre ve coğrafi alandan etkilenir (WHO 2005), ancak ortak felsefe hayata bütünsel bir yaklaşım, zihin, beden ve çevrenin dengelenmesi ve hastalıktan ziyade sağlığa önem verilmesidir. Genel olarak odak noktası, hastanın muzdarip olduğu belirli rahatsızlık veya hastalıktan ziyade bireyin genel durumudur ve şifalı otların kullanımı tüm geleneksel tıp sistemlerinin temel bir parçasıdır. (Engebretson 2002; Conboy ve diğerleri 2007; Rishton 2008; Schmidt ve diğerleri 2008). (....) -Bireyin neden kullandığına bakılmaksızın, geleneksel tıp, insanların alopatik tıbba fiziksel veya finansal erişimi olsun, önemli bir sağlık hizmeti sunmaktadır ve gelişen bir küresel ticari girişimdir. (Engebretson 2002; Conboy ve diğerleri 2007; Evans ve diğerleri 2007).  1990 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde "alternatif" terapiyle ilgili harcamaların 13,7 milyar ABD doları olduğu tahmin ediliyordu. Bitkisel ilaçların diğer alternatif tedavilerden daha hızlı büyümesiyle bu rakam 1997 yılına gelindiğinde iki katına çıktı (Eisenberg ve diğerleri 1998). Avustralya, Kanada ve Birleşik Krallık'ta geleneksel tıp için yıllık harcamanın sırasıyla 80 milyon ABD Doları, 1 milyar ABD Doları ve 2,3 milyar ABD Doları olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamlar, bitkisel ve diğer geleneksel tıp biçimlerinin birçok sağlık bakım sistemine dahil edilmesini ve gelişmiş dünyanın birçok yerinde doktorların tıp eğitimine dahil edilmesini yansıtmaktadır. Etnobotanik pazarının toplam ticari değeri göz ardı edilemez. Örneğin; 1995 yılında eczanelerdeki reçetesiz bitkisel ilaçların toplam cirosu, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki reçetesiz ilaçların toplam cirosunun neredeyse %30'una eşitti; bitkisel ürünlerin yıllık perakende satışlarının 5,1 milyar ABD doları olduğu tahmin ediliyordu. . Hindistan'da bitkisel ilaç yaygın bir uygulamadır ve Hindistan bitkisel endüstrisi tarafından yaklaşık 960 bitki türü kullanılmaktadır; bunların 178'i yüksek hacimlidir ve yılda 100 metrik tonu aşmaktadır (Sahoo 2010). Çin'de 1995 yılında üretilen bitkisel ilaçların toplam değeri 17,6 milyar Çin yuanına ulaştı. (yaklaşık 2,5 milyar ABD Doları; Eisenberg ve diğerleri 1998; WHO 2001). Bu eğilim devam etti ve Batı Avrupa'daki yıllık gelirler 2003-2004'te 5 milyar ABD dolarına ulaştı (De Smet 2005). Çin'de bitkisel ürün satışlarının toplamı 2005'te 14 milyar ABD dolarına ulaşırken, Brezilya'da bitkisel ilaçlardan elde edilen gelir 2007'de 160 milyon ABD dolarıydı. (DSÖ (a). Bu ürünlerin dünya çapındaki yıllık pazarının 60 milyar ABD dolarına yaklaştığı tahmin edilmektedir (Tilburt ve Kaptchuk 2008). (....)"  (580)

"Karanlık Çağlarda sağlık ve şifalı bitkiler
Stephen Mortlock geçmişe göz atıyor ve Roma imparatorluğunun çöküşünü takip eden tarımsal, kabilesel varoluşu belgeliyor.. Barbar kabilelerin sürekli saldırısı altında olan Romalılar, Roma'yı savunmak için ordularını Batı Avrupa'dan geri çağırmak zorunda kalmışlardı. Romalılar ayrılırken uygulamalarının çoğu kullanılmaz hale geldi; Roma İmparatorluğu sona ermişti. Avrupa'daki insanlar daha kabilesel, tarımsal bir varoluşa geri döndüler ve Romalıların halk sağlığı konusundaki bilgileri azaldı. Avrupa “Karanlık Çağlara veya Erken Ortaçağa” giriyordu. Batı'da bir Roma imparatorunun bulunmadığı MS 400-1000 yılları arasındaki bu dönem, Batı Avrupa'da sık sık savaşların yaşandığı ve kentsel yaşamın fiilen ortadan kaybolduğu ekonomik ve bilimsel bir bozulma ile işaretlendi. İngiltere kendi kendini yöneten yedi krallığa bölündü: Kent, Sussex, Wessex, Essex, East Anglia, West Anglia (veya Mercia) ve Northumbria. 5. yüzyılın sonuna gelindiğinde Londra büyük ölçüde ıssız bir harabeye dönmüştü. Ve MS 871'e kadar Büyük Alfred, tüm İngiltere'yi yöneten ilk kral oldu ve burayı bir kez daha yaşanabilir hale getirmek için Londra'ya (yaklaşık 886) döndü.  Her ne kadar bu dönemde ilerleme bir ölçüde durmuş olsa da, hâlâ evreni araştıran ve yanıtlar bulmaya çalışan bazı büyük beyinler vardı. Avrupa'da pek çok kitap yok edilmiş ya da ülkenin dört bir yanına dağılmış olmasına rağmen, İrlandalı rahipler güzel, canlı ışıklı el yazmaları üretiyorlardı. İngiltere'de Muhterem Bede (MS 672-735), şiddetli Kuzeylilerin baskınları sırasında Sakson Çağı'nı titizlikle kaydediyor ve ejderha tekneleriyle terör getiriyordu.. (....)" (581)

"Papatya (Matricaria Papatyası): Genel bir bakış
Soyut. . Papatya (Matricaria papatyası "Matricaria chamomilla L."), genellikle "tıbbi türler arasında yıldız" olarak anılan Asteraceae familyasından iyi bilinen bir tıbbi bitki türüdür. Günümüzde halk ve geleneksel tıpta oldukça tercih edilen ve çok kullanılan şifalı bir bitkidir. Çoklu tedavi edici, kozmetik ve besinsel değerleri yıllar süren geleneksel ve bilimsel kullanım ve araştırmalarla belirlenmiştir. Papatya, her geçen gün artan yerleşik bir yerel (Hindistan) ve uluslararası pazara sahiptir. Piyasada bulunan bitkiye birçok kez tağşiş yapılıyor ve yerine papatyanın yakın akrabaları kullanılıyor. Bu makale, botanik ve yetiştirme teknikleriyle birlikte tıbbi kullanımları kısaca gözden geçirmektedir.  Papatya doğal ürünler açısından zengin bir kaynak olduğundan, uçucu yağın kimyasal bileşenleri ve bitki kısımlarının yanı sıra farmakolojik özelliklerine de yer verilmiştir. Ayrıca bitkinin biyokimyası, biyoteknolojisi, pazar talebi ve ticaretine özel önem verilmektedir. Bu, papatyanın farklı yönlerine ilişkin bilgileri derlemek ve belgelemek ve araştırma ve geliştirme ihtiyacını vurgulamak için yapılan bir girişimdir. -GİRİŞ.. Papatya (Matricaria chamomilla L. ), güney ve doğu Avrupa'ya özgü önemli şifalı bitkilerden biridir.  Almanya, Macaristan, Fransa, Rusya, Yugoslavya ve Brezilya'da da yetiştirilmektedir. Babür döneminde Hindistan'a tanıtıldı, şimdi Pencap, Uttar Pradesh, Maharashtra, Jammu ve Keşmir'de yetiştiriliyor. Bitkiler Kuzey Afrika, Asya, Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya ve Yeni Zelanda'da bulunabilir. Macaristan bitki biyokütlesinin ana üreticisidir. Macaristan'da da fakir topraklarda bol miktarda yetişiyor ve bu bölgelerin fakir sakinlerine gelir kaynağı oluyor. Çiçekler, yağın damıtılması için toplu olarak Almanya'ya ihraç ediliyor. Hindistan'da, bitki Lucknow'da yaklaşık 200 yıldır yetiştiriliyordu ve bitki yaklaşık 300 yıl önce Babür döneminde Pencap'ta tanıtıldı. 1957'de Jammu'da Handa ve arkadaşları tarafından tanıtıldı. Bitki ilk kez 1964-1965'te Chandra ve arkadaşları tarafından Lucknow'un alkali topraklarında tanıtıldı. Hindistan'da şu anda mavi petrole talep yok. Ancak papatya çiçekleri büyük talep görüyor. Şu anda, M/s Ranbaxy Labs Limited, New Delhi ve M/s German Remedies olmak üzere 2 firma, çiçekleri için ana papatya yetiştiricileridir. -Papatyanın binlerce yıldır bitkisel ilaçlarda kullanıldığı eski Mısır, Yunanistan ve Roma'da bilinmektedir. Anglo-Saksonlar bu bitkinin, tanrı tarafından insanlara verilen 9 kutsal bitkiden biri olduğuna inanmaktadır. Papatya ilacı 26 ülkenin farmakopesinde yer almaktadır. Çeşitli geleneksel, unani ve homeopati tıbbi preparatlarının bir bileşenidir. Bir ilaç olarak şişkinlik, kolik, histeri ve aralıklı ateşte kullanım alanı bulur. M. chamomilla'nın çiçekleri %0,2 ila %1,9 oranında mavi esansiyel yağ içerir ve bu da çeşitli kullanım alanları bulur.

Papatya esas olarak antiinflamatuar ve antiseptik olarak kullanılır, aynı zamanda antispazmodik ve hafif derecede terleticidir. Dahili olarak esas olarak tisan olarak kullanılır (1 litre soğuk suya 1 yemek kaşığı ilaç demlenir ve ısıtılmaz), ağrı ile ilişkili mide rahatsızlıklarında, sindirim yavaşlığında, ishal ve mide bulantısında; idrar yollarının iltihaplanması ve ağrılı adet kanaması için daha nadiren ve çok etkili bir şekilde kullanılır. Dışarıdan, toz formundaki ilaç, yavaş iyileşen yaralara, deri döküntülerine ve zona ve çıban gibi enfeksiyonlara, ayrıca hemoroitlere ve ağız, boğaz ve göz iltihabına uygulanabilir. Papatya çiçeği özlerinden elde edilen tablolu ürünler Avrupa'da pazarlanmakta ve çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Papatya çayı ile göz yıkamak alerjik konjonktiviti tetikleyebilir. Bu infüzyonların içerdiği M. chamomilla poleni bu reaksiyonlardan sorumlu alerjenlerdir. Antonelli, 16. ve 17. yüzyılda yaşamış birçok antik doktorun yazılarından, o dönemde papatyanın aralıklı ateşlerde kullanıldığını aktarmıştı. Gould ve arkadaşları, kalp hastalığı olan hastalarda papatya çayının hemodinamik etkilerini değerlendirmişlerdir. Genel olarak hastaların içeceği aldıktan sonra derin uykuya daldıkları tespit edildi. Pasechnik, M. chamomilla'dan hazırlanan infüzyonun'karaciğerin sekreter işlevi üzerinde belirgin bir uyarıcı etki yaptığını' bildirdi. Gayar ve arkadaşları, M. chamomilla'nın aseton ekstraktının Gulex pipens L. larvalarına karşı toksisitesini bildirmiştir. Diğer farmakolojik özellikleri arasında antiinflamatuar, antiseptik, gaz giderici, iyileştirici, sedatif ve spazmolitik aktivite bulunur. Ancak M. chamomilla, Mycobacterium tuberculosis, Salmonella typhimurium ve Staphylococcus aureus'a karşı hem pozitif hem de negatif bakterisidal aktivite sergilemiştir. Papatya yağına yönelik uluslararası talep giderek artıyor.  -Sonuç olarak, bitki Avrupa'da yaygın olarak yetiştirilmekte ve bazı Asya ülkelerinde esansiyel yağının üretimi için tanıtılmaktadır. Asteraceae familyasına ait M. chamomilla L, Anthemis nobilis L ve Ormenis multicaulis Braun Blanquet ve Maire, “mavi yağ” ve flavonoidlerin doğal ve önemli bir kaynağıdır. Yağantibakteriyel ve mantar öldürücü etkisinin yanı sıra hafif bir sakinleştirici ve sindirim için de kullanılır. Farmasötik kullanımlarının yanı sıra, yağ parfümeride, kozmetikte, aromaterapide ve gıda endüstrisinde de yaygın olarak kullanılmaktadır. Gowda ve arkadaşları, çiçek başlarında bulunan uçucu yağın azulen içerdiğini ve parfümeride, kozmetik kremlerde, saç preparatlarında, cilt losyonlarında, diş macunlarında ve ayrıca kaliteli likörlerde kullanıldığını araştırdı. Papatyanın kuru çiçekleri aynı zamanda bitkisel çaylarda, bebek masaj yağında, mide salgısının akışını teşvik etmede, öksürük ve soğuk algınlığı tedavisinde kullanım için de büyük talep görmektedir. Bitkisel çay preparatlarının kullanımı bebeklerin %57'sinde koliği ortadan kaldırdı. Kapsamlı farmakolojik ve farmasötik özellikleri nedeniyle bitki büyük bir ekonomik değere sahiptir ve Avrupa ülkelerinde büyük talep görmektedir. (....)

ÇÖZÜMLER.. Kapsamlı tıbbi değerleri ve kusursuz farmakolojik özellikleri nedeniyle dünya pazarında papatyaya büyük bir talep var. Ayrıca birçok bitkisel ilacın yan etkisi olmaması, elde edilmesinin kolay olması, sağlıklı kabul edilmesi ve gelir getirmesi nedeniyle sentetik kimyasallar yerine doğal maddelerin kullanımında da artış olmuştur. Papatya bitkisi çeşitliliğinin, doğal popülasyonların kontrolsüz bir şekilde toplanması ve kent merkezlerinin genişlemesi nedeniyle tehdit altında olduğu köklü bir gerçektir. Bu nedenle, hedef biyoaktif bileşenlerin daha iyi kalite kontrolü için papatya yetiştirilmesi tavsiye edilir. Bu yaklaşım aynı zamanda tek tip bitki materyalinin önceden belirlenmiş aralıklarla gerekli miktarlarda üretilmesine de olanak tanır. Farklı fitocoğrafik bölgelerde yetişen farklı papatya kemotiplerinin taranmasına güçlü bir ihtiyaç duyulmaktadır. Benzer şekilde, morfolojik, biyokimyasal ve genetik düzeydeki biyoçeşitlilik çalışmaları, araştırma topluluğunun mevcut papatya genindeki değişkenliğin boyutunu fark etmesini sağlayacak ve dolayısıyla bitkinin korunmasına yardımcı olacaktır. Ancak papatyanın farklı yönlerini keşfetmeye yönelik hala geniş bir kapsam bulunmaktadır. Hindistan'da, ticari tıbbi ve endüstriyel bir ürün olarak papatya yetiştiriciliği için iyi bir potansiyelin olduğu görülmektedir. Papatyanın uluslararası piyasa fiyatının yüksek olması nedeniyle, bu değerli mahsulün, esas olarak Hindistan'dan papatya yağı ihracatına yönelik ticari bir ürün olarak tanıtılması gerekmektedir. (...)" (582)

"Spirulina Platensis'in günlük takviyesinin Kamerun'daki saf HIV-1 hastalarının bağışıklık sistemi üzerindeki etkisi: 12 aylık tek kör, randomize, çok merkezli bir çalışma.
Soyut.. Arka plan.. İnsan İmmün Yetmezlik Virüsü (HIV) enfeksiyonlarında mikro besin eksiklikleri erken dönemde ortaya çıkar ve beslenme durumu üzerinde ters etkiler yaratır. Spirulina Platensis gibi proteinler ve mikrobesinler açısından zengin doğal bir nutrasötik içeren diyet takviyesi, bağışıklık yanıtında sıklıkla bildirilen iyileşme ile HIV hastalığının ilerlemesini geciktirmede etkili ve etkili olabilir. -Yöntemler.. 12 ay boyunca HIV-1 ARV kullanmamış 320 katılımcı üzerinde yürütülen prospektif tek kör, randomize, çok merkezli bir çalışma. Katılımcılar ya S Platensis takviyesi ve standart bakım ya da standart bakım ve S Platenis içermeyen yerel dengeli beslenme aldılar. Seçilen hematolojik ve biyokimyasal hücrelerin yanı sıra CD4 sayımı hücreleri, viral yük kopyaları üç ayrı zamanda değerlendirildi. -Sonuçlar.. Çalışmaya katılan ART deneyimi olmayan 169 katılımcı arasında çoğunlukla kadınlar temsil edildi (%67,1). Splatensis takviyesi alan hastaların CD4 sayım hücrelerinde anlamlı artış (596,32–614,92 hücre sayısı) ve viral yük seviyelerinde anlamlı azalma (74,7×103–30,87×103 kopya/mL) 6 aylık tedaviden sonra bulundu.. Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında 12 ay sonra açlık kan şekeri konsantrasyonu düşerken aynı grupta hemoglobin düzeyi de anlamlı derecede yüksekti. -Çözüm.. Diyete S. platensis'in makul dengeli bir diyetle günlük olarak eklenmesi, 6 ay sonra CD4 hücrelerini önemli ölçüde artırdı ve viral yükü azalttı. S. platensis'in bağışıklık sistemi üzerindeki etkisinde rol oynayan mekanizmaları araştırmak için HIV ile enfekte geniş bir spesifik grup insan üzerinde daha ileri çalışmalar yapılması önerilmektedir.

Giriş..
 Sahra Altı Afrika'da karşılaşılan çeşitli Halk Sağlığı sorunlarından biri HIV/AIDS'tir.  Kamerun'da nüfusun yaklaşık %4,3'ü enfektedir ve bu yaygınlık özellikle kadınlar ve 15 ila 49 yaş arası bireyler arasında daha yüksektir. Genel olarak Afrika'da ve özel olarak Kamerun'da HIV/AIDS salgını, gıda güvenliği ve beslenme açısından yeni bir kırılganlık biçimi yarattı. Yoksulluk ve gıda güvensizliği beslenme alışkanlıklarını etkiliyor ve makro ve mikro besinler açısından zengin bir beslenmeye erişimi azaltarak başta HIV hastalarında sağlık sorunlarına yol açıyor. (...) -Çözüm.. Bu klinik çalışma, altı aylık S. platensis takviyesinin ve HIV ile enfekte, ART kullanmamış hastaların hastalığın erken evrelerindeki altı aylık takibinin, HIV hastalığının ilerlemesine kadar geçen süreyi önemli ölçüde geciktirdiğini ve fırsatçı hastalıkları azalttığını gösterdi. Beslenme danışmanlığıyla birlikte günlük S. platensis tüketiminin, viral yükün önemli ölçüde azalması ve CD4 hücre sayısının artmasıyla güçlü bir şekilde ilişkili olduğu bulundu, ancak S. platensis'in bu yararlı etkileri tetikleyebildiği mekanizma tam olarak anlaşılmamıştır. Bu mekanizmanın aydınlatılması için HIV naif hastalar üzerinde başka çalışmaların yapılması gerekmektedir. (...)" (583)

"Geleneksel Çin tıbbının yeni keşfi ve anlayışı
Soyut.. Kökenini doğu felsefesi ve kültüründen alan Geleneksel Çin Tıbbı (GÇT /TCM "Traditional Chinese Medicine"), meditasyon, deneyim birikimi ve eski teori ve yöntemlerin tam olarak anlaşılması ile bir dizi özel araştırma ve deney yoluyla gelişmektedir. Bununla birlikte, Geleneksel Batı Tıbbı (CWM "Conventional Western Medicine") ile karşılaştırıldığında, GÇT teorisi karmaşıktır ve Batılılar tarafından kolaylıkla kabul edilmemektedir. Modern bilimsel teknikleri ve teorileri kullanarak geleneksel Çin tıbbını keşfetmek önemlidir. Sınır ötesi deneyimini ve güncel bilimsel bilgisini kullanan Dr. Qian Xuesen, bazı temel ilkeleri TCM'nin kapsamlı anlayışıyla birleştirmeye ve zor ama önemli kavram ve ilkeleri açıklığa kavuşturmaya çalışıyor. Bazı örnekler görünmez maddenin varlığıdır; 'Qi' ve 'Qi monizm'; insanın 'tüm iradesini' temsil eden Kalp; yaşamın temel koşulu olarak işlev gören su ortamı; insan bedeninin doğa ve evrenle bir bütün olması; ruh ve fiziksel bedenin her zaman beş iç organla, özellikle de Kalple birleşmiş ve bağlantılı olduğu düşünülür; ve CWM ilaçlarından farklı prensiplerle çalışan Çin bitkisel formülü. Bu çalışmalar, GÇT'nin özünü anlamak, GÇT teorilerinin bilimsel gelişmelerdeki en son başarılar aracılığıyla modernizasyonunun teşvik edilmesi, GÇT özelliklerine sahip gelecekteki ilaçlara yön verilmesi, Çin ve Batı ilaçlarının birleştirilmesi ve parlak bir yaklaşımdan yararlanılması açısından önemlidir. insanlığın sağlığı için gelecek.. (....)" (584)

"Tıbbi Bitkilerin Yetiştirilmesi ve Toplanmasının Biyoçeşitlilik Üzerindeki Etkisi: Küresel Eğilimler ve Sorunlar
(...) 2. Başlangıç için bazı rakamlar.. 2.1. Dünya çapında kaç tane MAP kullanılıyor? Belirli bir kültürde tıbbi amaçlarla kullanılan bitki türlerinin sayısı yalnızca tahmin edilebilir. DSÖ'nün 1970'lerin sonlarında yaptığı bir listede 21.000 tıbbi tür listelenmiştir (Penso 1980). Bununla birlikte, yalnızca Çin'de 26. 092 yerli türün 4. 941'i geleneksel Çin tıbbında ilaç olarak kullanılmaktadır (Duke ve Ayensu 1985), bu oran yüzde 18. 9 gibi şaşırtıcı bir orandır. Bu oran diğer iyi bilinen tıbbi floralar için hesaplanıp küresel toplam 422.000 çiçekli bitki türüne uygulanırsa (Bramwell 2002; Govaert 2001), tıbbi amaçla kullanılan bitki türlerinin sayısının 50.000'den fazla olduğu tahmin edilebilir (Tablo 1). Ancak bazı bitki familyalarının diğerlerine göre daha yüksek oranda şifalı bitki içerdiğini biliyoruz. İyi örnekler Apocynaceae, Araliaceae, Apiaceae, Asclepiadaceae, Canellaceae, Guttiferae ve Menispermaceae'dir. Ayrıca bu aileler dünya genelinde eşit dağılım göstermemektedir. Sonuç olarak, bazı floralarda diğerlerine göre daha yüksek oranda şifalı bitki bulunmasının yanı sıra bazı bitki familyalarında diğerlerine göre daha yüksek oranda tehdit altındaki türler bulunmaktadır (Ek 1'deki Tablo 9). (....)" (585)

"Tıbbi Bitkilerin Yetiştirilmesi ve Toplanmasının Biyoçeşitlilik Üzerindeki Etkisi: Küresel Eğilimler ve Sorunlar
1. Giriş. . İnsanlar çok eski zamanlardan beri ihtiyaçları için bitki ve hayvan kaynaklarını toplamışlardır. Örnekler arasında yenilebilir kabuklu yemişler, mantarlar, meyveler, şifalı bitkiler, baharatlar, sakızlar, av hayvanları, yem, barınak ve konut yapımında kullanılan lifler, giyim veya mutfak eşyaları ve tıbbi, kozmetik veya kültürel kullanıma yönelik bitki veya hayvan ürünleri yer alır. Bugün bile çoğu gelişmekte olan ülkelerdeki yüz milyonlarca insan, geçim ihtiyaçlarının ve gelirlerinin önemli bir kısmını toplanan bitki ve hayvan ürünlerinden elde etmektedir (Iqbal 1993; Walter 2001). Kültürel ve ekonomik nedenlerden dolayı gelişmiş ülkelerde mantar (kuzugöbeği, matsutake, yer mantarı), şifalı bitkiler (ginseng, karayılan otu, altın mühür) gibi değeri yüksek ürünlerin toplanması da devam etmektedir. (Jones ve diğerleri 2002) (....) -2. Başlangıç için bazı rakamlar.. 2.1. Dünya çapında kaç tane MAP kullanılıyor?.. Belirli bir kültürde tıbbi amaçlarla kullanılan bitki türlerinin sayısı yalnızca tahmin edilebilir. DSÖ'nün 1970'lerin sonlarında yaptığı bir listede 21.000 tıbbi tür listelenmiştir (Penso 1980). Bununla birlikte, yalnızca Çin'de 26.092 yerli türün 4. 941'i geleneksel Çin tıbbında ilaç olarak kullanılmaktadır (Duke ve Ayensu 1985), bu oran yüzde 18. 9 gibi şaşırtıcı bir orandır. Bu oran diğer iyi bilinen tıbbi floralar için hesaplanıp küresel toplam 422.000 çiçekli bitki türüne uygulanırsa (Bramwell 2002; Govaert 2001), Tıbbi amaçlarla kullanılan bitki türlerinin sayısının 50.000'den fazla olduğu tahmin edilebilir. (....)" (586)

"Şifalı bitkilerin korunması ve sürdürülebilir kullanımı: sorunlar, ilerleme ve beklentiler
Soyut.. Tıbbi bitkiler dünya çapında değerli bitkisel ürün kaynaklarıdır ve büyük bir hızla yok olmaktadırlar. Bu makale, şifalı bitkilerin korunması ve sürdürülebilir kullanımına yönelik güvenilir bir referans sağlamak amacıyla tıbbi bitki kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımına ilişkin strateji ve metodolojilere ilişkin küresel eğilimleri, gelişmeleri ve beklentileri gözden geçirmektedir. Tıbbi bitki kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı için hem koruma stratejilerinin (örn. in situ ve ex situ koruma ve yetiştirme uygulamaları) hem de kaynak yönetiminin (örn. iyi tarım uygulamaları ve sürdürülebilir kullanım çözümleri) yeterince dikkate alınması gerektiğini vurguladık. Tıbbi bitkilerin verimini artırmak ve gücünü değiştirmek için biyoteknik yaklaşımların (örn. doku kültürü, mikro çoğaltma, sentetik tohum teknolojisi ve moleküler belirteç bazlı yaklaşımlar) uygulanmasını öneriyoruz. -Arka plan.. Şifalı bitkiler küresel çapta değerli yeni ilaç kaynaklarıdır. Avrupa'da kullanılan 1.300'den fazla şifalı bitki bulunmaktadır ve bunların %90'ı yabani kaynaklardan toplanmaktadır; Amerika Birleşik Devletleri'nde 'en çok satılan 150 reçeteli ilacın yaklaşık 118'i doğal kaynaklara' dayanmaktadır. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerdeki insanların %80'e yakını temel sağlık hizmetleri için tamamen bitkisel ilaçlara bağımlıdır ve gelişmiş ülkelerde reçeteli ilaçların %25'ten fazlası yabani bitki türlerinden elde edilmektedir. Bitkisel ilaçlara, doğal sağlık ürünlerine ve tıbbi bitkilerin sekonder metabolitlerine olan talebin artmasıyla birlikte tıbbi bitkilerin kullanımı dünya çapında hızla artmaktadır. (...) -Dünya çapında kullanılan şifalı bitkilerin çeşitliliği.. Bitki türlerinin onda birinden fazlası ilaç ve sağlık ürünlerinde kullanılıyor ve 50.000'den fazla tür kullanılıyor. Ancak şifalı bitkilerin dağılımı dünya genelinde aynı değildir. Örneğin Çin ve Hindistan, sırasıyla 11.146 ve 7.500 türle en fazla şifalı bitki kullanılan ülkelerdir; bunları Kolombiya, Güney Afrika, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer 16 ülke, şifalı bitki yüzdeleri Malezya'da %7 ile %44 arasında değişmektedir. Hindistan'daki toplam bitki türü sayısına karşı % (Şekil 2). Bazı bitki aileleri yalnızca daha fazla sayıda tıbbi bitkiye sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda diğerlerine göre daha yüksek oranda tehdit altındaki türlere de sahip. Genetik erozyona ve kaynak tahribatına maruz kalan şifalı bitkilerin yalnızca bir kısmı tehdit altında olarak listelenmiştir. (...)" (587)

"Türk halk hekimliğinde obeziteye karşı kullanılan bitkiler: Bir inceleme
Soyut.. Etnofarmakolojik alaka.. Obezite, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de giderek artan halk sağlığı sorunlarından biri olup, hemen her yaştan insanı tehdit etmektedir. Türkiye, etnomedikal alanda geniş bir deneyime sahip olması ve Avrupa ile Orta Doğu'nun en zengin florasına (%34 endemik) sahip olması nedeniyle bu konuda büyük bir araştırma potansiyeline sahiptir. Yüzyıllardır obeziteyi tedavi etmek ve önlemek için kullandıkları şifalı bitkiler, bu sorunun üstesinden gelmek için yararlı seçenekler sunabilir. -Çalışmanın amacı.. Bu araştırma, Türkiye halkının birkaç yüzyıldır obezite tedavisinde kullandığı bitki taksonlarının herhangi bir yan etki ve komplikasyon olmaksızın envanterinin ortaya çıkarılması ve literatürdeki deneysel çalışmalarla karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. -Malzemeler ve yöntemler.. Yukarıdaki konuya ilişkin araştırma, Web of Science, ScienceDirect, Scopus, ProQuest, Medline, Cochrane Library, EBSCO, HighWire Press, PubMed ve Google Scholar gibi elektronik veri tabanları kullanılarak iki aşamada gerçekleştirildi. Her iki sonuç da bölgesel karşılaştırmalı analizin yanı sıra ayrı tablolarda da gösterildi.

Sonuçlar.. 
Türkiye'nin yedi bölgesinde yapılan seçilmiş 74 araştırmada 45 familyaya ait 117 bitkisel takson tespit edildi. Ancak bunların sadece 49'unun (%41,9) dünya çapında anti-obezite aktivitesi üzerine yapılan in vitro ve in vivo araştırmalara konu olduğu belirlendi. Tanımlanan 66 aktif madde arasında en yaygın aktif maddeler olarak kuersetin (%9,1), gallik asit (%6,1) ve ferulik asit ve epigallokateşin galat (%4,5) kaydedildi. Prunus avium (%32,4) ve Rosmarinus officinalis (%25,7) Türkiye'de en yaygın kullanılan bitkiler olarak belirlendi. Ayrıca Portulaca oleracea ve Brassica oleracea literatürde en çok araştırılan taksonlar olarak ortaya çıkmıştır. -Çözüm.. Bu, Türkiye'de bitkilerle obezite tedavisine ilişkin ülke çapında yapılan ilk etnomedikal incelemedir. Literatürde son yıllarda yapılan deneysel obezite karşıtı araştırmaların sonuçları değerlendirildiğinde kırk dokuz bitkinin doğrulandığı belirlendi. Bu durum, bu bitkilerin farmakolojik kaynak olma potansiyelinin yüksek olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca henüz araştırılmayan 68 (%41,9) taksonun ulusal ve uluslararası farmakolojik araştırmacılara yeni doğal ilaç arayışları açısından ümit verici bir kaynak olması muhtemeldir. (....)" (588)

"Türk halk hekimliğinde kullanılan potansiyel grip önleyici etkili bitkiler: Bir inceleme
Soyut.. Etnofarmakolojik alaka.. Yüzyılımızda sıklıkla karşılaştığımız SARS, kuş gribi, domuz gribi gibi salgınlar nedeniyle bugün, hızlı, yan etkisi olmayan çözümlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Engin etnomedikal deneyime sahip olması ve Avrupa'nın en zengin bitki örtüsüne (%34 endemik) sahip olması ve Ortadoğu, Türkiye'nin bu konuyla ilgili araştırma potansiyeli yüksektir. Bölge halkının yüzyıllardır gribin önlenmesi ve tedavisinde kullandığı bitkiler, bu sorunla mücadelede etkili alternatifler sunabiliyor. Bu kapsamda Türkiye'nin yedi bölgesinde yapılan seçilmiş 81 çalışma içerisinde 45 familyaya ait 224 bitkisel takson tespit edilmiştir. Ancak bunların sadece 35'inin (%15,6) dünya çapında anti-influenza aktivitesine yönelik yapılan in vitro ve in vivo araştırmalara konu olduğu belirlendi. Bu bağlamda etkinliği defalarca kanıtlanmış olan kuersetin ve klorojenik asitin, tespit edilen diğer 56 aktif madde arasında en yaygın (%7,1) aktif madde olduğu kayıtlara geçti. -Çalışmanın amacı.. Bu çalışma, Türk halk hekimliğinde yüzyıllardır grip tedavisinde kullanılan bitki türlerinin envanterini ortaya çıkarmak ve insanlığın muzdarip olduğu COVİD 19 gibi grip ya da grip benzeri salgın hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek yöntemleri ve bunları literatürdeki deneysel çalışmalarla karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır. -Malzemeler ve yöntemler.. Yukarıdaki konuyla ilgili inceleme Web of Science, Scopus, ScienceDirect, ProQuest, Medline, Cochrane Library, EBSCO, HighWire Press, PubMed ve Google Scholar gibi elektronik veri tabanları kullanılarak iki aşamada gerçekleştirildi. Her iki taramanın sonuçları, bölgesel karşılaştırmalı analizleriyle birlikte ayrı tablolarda sunulmaktadır.

Sonuçlar.. Taksonlara ilişkin elde edilen veriler, anti-influenza etki mekanizmasını ve etken maddeleri içeren bir tablo halinde sunulmaktadır. Rosa canina (%58,7) ve Mentha x piperita (%22,2) Türkiye'de en yaygın kullanılan bitkiler olarak belirlendi. Ayrıca Sambucus nigra (%11,6), Olea europaea (%9,3), Eucalyptus spp. , Melissa officinalis ve Origanum vulgare (%7,0) en çok araştırılan taksonlar olarak ortaya çıkmıştır. -Çözüm.. Bu, Türkiye'de bitkilerle grip tedavisine ilişkin ülke çapında yapılan ilk etnomedikal tarama çalışmasıdır. Son deneysel anti-influenza araştırmalarında 39 bitki doğrulandı ve bu, bu bitkilerin zengin bir farmakolojik kaynak olduğunu güçlü bir şekilde gösteriyor. Ayrıca 189 (%84,4) taksonun henüz araştırılmamış tespitleri ile hem ulusal hem de uluslararası farmakolojik araştırmacılar için yeni doğal ilaç arayışları açısından vazgeçilmez bir kaynak oluşturmaktadır. Sıtmaya karşı ilaç üretiminin ve bunların COVİD-19'a karşı başarılı şekilde kullanımının başladığı göz önüne alındığında, bu korelasyon aslında olumlu ve dikkat çekici bir veriydi. Çünkü aralarında Centaurea drabifolia subsp. 'nin de bulunduğu 15 bitki bulunuyor. Hem grip hem de sıtma tedavisinde kullanıldığı tespit edilen Phlocosa (endemik bir takson). (.....)" (589)

***

*Allah Dostlarından biri olan İbrahim bin Havvas Hazretlerinden konuyla ilgili güzel bir hikaye..

"Akıl hastalıklarının İLAÇSIZ Tedavi, Bakım Ve Rehabilitesinde çok güzel bir örnek.. (İbrahim bin Havvas Hazretlerinden)

Şimdi size bir İbrahim bin Havvas Hazretleri ile ilgili bir filmden bahsedicem. Bunun sadece konumuzla ilgili kısımlarını transkripledim ve yazıya döktüm. Diğer konuları ise pas geçtim. Özellikle de Rum imparatorun kızı prenses karia (ismini filmden pek anlayamadım) ile ilgili olanı.. Çünkü bu çok farklı bir konu içeriyor, bizim ele aldığımız konu ise farklı.. Okumanızı tavsiye ederim. Çünkü, burada İbrahim bin Havvas Hazretleri, özellikle de akıl hastalıklarının "ilaçsız" tedavisinde bize ne yapılması gerektiğine dair çok güzel ipuçları ve örnekler veriyor.

Bir de, bu filmdeki bazı "Bizans dönemi sahnelerin, günümüz psikiyatri tedavisi" ile aynı benzerliklere sahip olduğunun da farkına varmış oldum, diyebilirim.. Şöyle ki..

İbrahim bin Havvas Hazretlerinin bulunduğu dönemde, yani Bizans döneminde, özellikle de akıl (ruhsal) hastalıkların tedavisinde rol oynayan ve bir nevi "doktor" pozisyonunda olan Kilise Rahip /Papazlarının, aslında bulunduğu konum itibari ile şimdiki "günümüz psikiyatristlerinden" hiçbir farkı olmadığını fark ettim..

Yani, akıl hastalıklarına uygulamış oldukları tedavi yöntemlerine bakınca.. Bu kilise rahip/ papazları, akıl (ruhsal) hastalıklarını, bir takım kilise ayinleri ile düzeltmeye çalıştıklarını görüyoruz. Ancak bunlarda başarılı olamadıkların da, son çare olarak, akıl hastalarını "ateşe atıp, yakarak" öldürüyorlardı. Ve bunu da, "onun ruhunun bu şekilde temizlediklerine" bağlıyorlardı..

Burada kilise papazlarının, "birer psikiyatrist" olarak görülmesinin nedeni de, psikiyatrik ilaçların, mevcut olan akıl hastalıklarını hiçbir şekilde iyileştirmediği aksine daha beter hale getirebildiği içindir.. Bizans döneminde gerçekleştirilen akıl hastalıklarını "tedavi etme yöntemlerini", günümüzdeki "tedavi etme yöntemleri" ile karşılaştırırsak, karşımıza şu benzerlikler çıkıyor;

*Bizans döneminde ve Günümüzde.. Akıl hastalıklarının tedavisinde kullanılan yöntemler arasındaki 3 büyük benzerlik;

1) Akıl hastalıklarının tedavi edildiği yerler..
BİZANS DÖNEMİ ; Kiliseler ve Zindanlar
GÜNÜMÜZDE       ; Psikiyatri servisleri /birimleri ve Akıl hastaneleri (ve diğer psikiyatrik ve rehabilitasyon birimleri)

2) Akıl hastalıklarını tedavi eden yetkili resmi kişiler..
BİZANS DÖNEMİ ; Rahipler ve Papazlar
GÜNÜMÜZDE       ; Psikiyatristler

3) Akıl hastalıklarında kullanılan işe yaramayan ve son derece tehlikeli ve ölümcül olan tedavi yöntemleri..
BİZANS DÖNEMİ ; Kilise ayinleri ve ateş ile yakma
GÜNÜMÜZDE       ; Psikiyatrik ilaçlar ve Elektroşok (ECT) gibi psikiyatrik tedavi ve uygulamalar

Yani özellikle de Bizans döneminde "akıl hastalarının yakılmasını" (sanki günümüzde daha iyisi yapılıyormuşcasına) hep eleştirip-duruyoruz ya, aslında günümüzdeki psikiyatrik tedaviler, Bizans döneminden hiçbir farkı yok hatta gerçeğini söylemek gerekirse, günümüz psikiyatrik tedavileri Bizans döneminden bile daha beter ve daha tehlikeli.. Tehlikeli olmasının nedeni de, psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere , elektroşok gibi psikiyatrik yan tedavi uygulamalarından "yaralanan ve ölen" hastaların akıbetlerinin tam olarak bilinmemesindendir. Çünkü tam anlamıyla (bu yaralanma ve ölmelerin "ilaçlar ve elektroşok" gibi tedavi uygulamalarından kaynaklı olduğuna dair "hasta ve ölüm raporlarına") kayıt edilmiyorlar. Kayıt edilmedikleri gibi, bu raporlara yanıltıcı bir şekilde başka başka sebepler işleniyor. Asıl gerçekler ise göz ardı ediliyor.. Üstelik bir de, tüm bunların YASAL olarak gerçekleştirildiğini, yani yasalar ve kanunların da onların tarafında olduğunu düşündüğünüzde, vahim sonuçların (yaralanma ve ölümlerin) aslında çok daha fazla olabileceğinin de farkına varabiliyorsunuz bir şekilde..

Şimdiye kadar hiç duydunuz mu, psikiyatrik ilaçlardan ve elektroşok (ECT)'den ölenlerin ve yaralananların olduğunu? Özellikle de 3.dünya ülkelerinde bunları duymanız neredeyse imkansızdır. Ama hiç değilse ABD ve bazı AB ülkeleri gibi gelişmiş olan ülkelerde az da olsa, psikiyatrik ilaçlardan ve elektroşok gibi diğer psikiyatrik tedavi uygulamalardan çeşitli şekillerde zarar gören (yaralanan ve ölen) çok sayıda insanın kayıt altına alındığını biliyoruz.  Ortaya çıkan veriler, bize bunu gösteriyor.. İşte bu gibi nedenlerden dolayı, günümüz psikiyatrik ilaçlı tedavilerinin, Bizans dönemindeki "akıl hastalarının yakılmasından" hiçbir farkı olmadığını hatta daha da beter ve daha da tehlikeli tedaviler olabildiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz..

*(Bu konuyla ilgili (psikiyatrik ilaçlar, elektroşok gibi psikiyatrik tedavi ve uygulamalardan zarar gören "yaralanan ve ölen" insanlarla ilgili) bilgileri öğrenmek istiyorsanız, "Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir" sersinin bölümlerini BURADAN okumanızı tavsiye ederim..) 

*Akıl hastalıklarının İLAÇSIZ Tedavi, Bakım Ve Rehabilitesinde çok güzel bir örnek..
(İbrahim bin Havvas Hazretlerinden)

Filmden çıkardığımız sonuç.. İbrahim bin Havvas Hazretlerinin, akıl hastalıklarının ilaçsız tedavi, bakım ve rehabilitesinde kullandığı yöntemler kısaca şöyle özetlenebilir;

1-İlahi bir güç, niyet etmek (pozitif bir yaklaşım -Tedaviyi veren kişi/kişiler açısından)
2-İlgi, alaka, sevgi, şefkat vb.. (pozitif bir yaklaşımın genel versiyonu)
3-Bir işle meşgul olmak (Rehabilite çalışmaları)
4-Temizlik (Olmazsa olmazlardan)

1) İlahi bir güce sahip olmak ve niyet etmek..
Buna "pozitif bir yaklaşım gücü" de denebilir. Şöyle ki.. İbrahim bin Havvas Hazretlerievliya mertebesinde "Allah Dostlarından" biridir..  Allah dostları (her ne kadar onlar, tevazu gösterip kendilerini öyle görseler de) öyle sıradan insanlar değildirler. Çünkü, Allah'a olan inançları, sevgileri, ibadetleri vs vs davranışları, normal sıradan insanların davranışlarından çok farklı oldukları için, Allah dostları, Allah-ü Teala katında çok değerli yerlere sahiptirler.. Bu nedenle onların "nazar etmelerinin etkisi" daha kuvvetlidir.. Allah dostlarının, bir kişiye bakışı, ona "nazar etmesi" demektir. Allah dostları, bir kişiye bakış sergilerseona nazar etmiş olur.  Mesela, eğer bir hastaya bir bakış sergilerse, ona nazar eder ve onu Allah-ü Teala'nın izniyle İYİLEŞTİRİR.  Filmde İbrahim bin Havvas Hazretlerinin, deli olarak görülen hastaya, bir bakış sergilemesi ve ona dokunması (sırtını sıvazlaması)hastanın sakinleşmesine vesile olmuştur..

Tabii bu nazar etme durumu OLUMSUZ yönde de olabilir. Eğer bir kişi Allah dostlarını üzücü bir eylem yaptıysa ve Allah dostları da, buna üzüldü ise.. Ki bu da aslında bir "nazar etmeye" girebiliyor ve Allah'û Teala, Allah dostlarını üzen kimseleri, büyük ihtimalle nazar etmenin durumuna göre ya cezalandırabilir /cezalandırmaz. Allah dostları sadece bakışları ile değil, üzüntüleri ve hatta sevinçleri ve gülümsemeleri ile de nazar edebilir. Bu nazar etmeler de "ÖDÜL VE CEZA" eylemleri ise, Allah'a kalmış bir şeydir..  Allah dostları hiç bir şekilde insanlara "kötü" yönlerde nazar etmezler, çünkü ederlerse, o insanların başlarına neler gelebileceğini çok iyi bilirler. Hz.Allah, Allah dostlarını her zaman korur ve onlara yardım eder. Hakiki Allah dostlarının nazar etmesinin kabul olması da, hemen hemen bu nedenledir diyebiliriz. 

Allah dostlarının bir bakış sergilemesi (nazar etmesi) olayını, günümüz de, "pozitif bir yaklaşım" olarak da görebiliriz. Filmde dikkat ettiğimiz şey, özellikle de ruhsal hastalara verilen şifa yöntemlerinin ilk başlangıcıburadan başlıyor gibi görülüyor. Hastalara şifa verilecekse, şifa verecek olan kişilerin (doktor ve hemşireler başta olmak üzere, tüm personelin), ilk olarak hastalara karşı bunların "iyileşebilecekleri, şifa bulabilecekleri" yönlerde bir inanca sahip olması ve "pozitif bir yaklaşım" sergilemeleri gerekiyor. 

Ve niyet etmek.. Niyet etmek de önemli.. Her hasta için, onun iyileşmesi için niyet etmesi, dua etmesi yerinde olur.. Niyetsiz tedavi, sonuç getirmeyebilir.. Tabii tüm bunlar ne kadar başarılı olur, bilinmez ama aslında yapılmamasında da hiçbir sakınca yok.Allah adamlarının yerlerini alamasalar da, yine de onların yolundan, izinden gitmek, belki de, akıl hastalarının iyileşmelerine de çok büyük vesile dahi olabilir..

(Tabii yukarıda tüm bu saydıklarımızı ilmihal kitaplarından, tefsir kitaplarından vs daha iyi öğrenebiliriz.. Bizim ki sadece birer tahmin..)

2) İlgi, alaka, sevgi, şefkat vb..
Aslına bakarsanız, bu "pozitif bir yaklaşım" ile hemen hemen aynıdır. İlahi bir güce (nazar etmeye) sahip olmanın normal doğal versiyonu gibi birşey de diyebiliriz.. O nedenle yukarıdaki 1.şıkkı yapmak o kadar kolay olmasa da, 2.şıktaki yöntemleri uygulayarak, hastaların "şifa bulmaları"na katkıda bulunabilinir..

3) Bir işle meşgul olmak 
Rehabilitasyon yöntemleri.. Burada "bir işle meşgul olmak, hastaların düşüncelerinin başka yönlere kaymasını engeller" anlayışı hakim olduğunu görebiliyoruz. Bu yöntemi, psikiyatri servisleri de resim, sergi, tiyatro vb gibi "rehabilitasyon yöntemleri" ile gerçekleştiriyorlar ancak bunda o kadar başarılı olduklarını söylemek oldukça zordur. Bunun nedeni de, bir yandan zehirli psikiyatrik ilaçlar veriliyor, öte yandan da rehabilite çalışmaları yapılıyor. Psikiyatrik ilaçlar, hastaların rehabilite çalışmalarına katkı sağlayan bir şey değil gibi gözüküyor. Tabii rehabilite çalışmalarında başarı sağlayıp-işe girenler, evlenenler vb gibi olanların olduğunu duymuştum bir ara (tabii bu ne kadar doğru bilemiyorum).. Ancak diyelim ki, bunlar doğru.. Artık iyileştilerse, niye ilaç kullanmaya devam ediyorlar? Ölene kadar ilaç kullanmaya devam mı edecekler? Psikiyatrik ilaçlar iyileştiriyorsarehabiliteye ne gerek var? Vs vs.. Bir de..

Bu kişilerin "akıbetlerinin ne olduğu, sürekli olarak psikiyatrik ilaçları kullanıp-kullanmadıkları, ilaçlardan zarar görüp-görmedikleri, öldüler ise neden öldükleri, hastalıklara yakalandılarsa neden yakalandıkları" gibi sorular hep havada asılı kalan sorular olmuştur, diyebiliriz.. "Bunları gerçek anlamda ortaya çıkartabilecek bir babayiğit var mı?" Özellikle de psikiyatrik ilaçlardan dolayı zarar gören (yaralanan ve ölen) hastalar olabileceğini düşündüğünüzde..  Tahminimize göre büyük ilaç firmaları ve psikiyatri, hiçbir zaman (işte bu gibi nedenlerden dolayı) bu gibi soruların cevaplarının "gerçek doğruluğunun" ortaya çıkmasını asla istemeyecektir gibi görülüyor. Zaten istese de, kim bunları adam gibi araştırıp-ortaya çıkartacak ki? Psikiyatrinin kendisi mi? Güldürmeyin adamı! Kediyi ciğer emanet etmek gibi birşey olur bu.. Diğer sağlık birimleri mi? Onların da ne halt oldukları belli değil mi? Sağlığın geneli kokuşmuş ise, buralardan hay'ır beklemek, "öküzün trene bakması" gibi boş boş beklemeye benzer.. Herneyse..

Dolayısıyla.. İbrahim bin Havvas Hazretleri zamanında (yani Bizans'ın hüküm sürdüğü İslam döneminde) büyük ihtimalle akıl hastalıklarının tedavisinde "ilaç" olarak sadece, 4 yöntemin kullanıldığını söyleyebiliriz. 

4) Temizlik
Müslümanlar günde beş vakit abdest alarak (el, yüz ve ayak temizliği yaparak), sadece ibadetlerini yerine getirmiyorlar, sağlıklarını da bu şekilde korumuş da olabiliyorlar.. Akıl hastalıklarına "yakalanmama da" veya yakalanmışlar ise de "şifa bulmada" en etkili yöntemlerinden biri bu temizliktirAkıl hastalıklarıruhani hastalıklardır. Ruhani oldukları için de, hiçbir ilaç (hele de yapay kimyasal içerikli psikiyatrik ilaçlar), bu ruhani hastalıklara hiçbir fayda vermez, aksine durumlarını daha da kötü hale getirebilir.. Bu nedenle "psikiyatrik ilaçlar kullanıldığı sürece, temizlik hiçbir işe yaramayacaktır.."

"Temizlik", özellikle de akıl hastalıklarının şifasında eğer "ilaçsız tedavi yöntemleri" kullanılırsa, büyük başarı sağlanabilir, diye tahminde bulunabiliriz.. Ancak tabii temizlik tek başına yeterli değildir. Yukarıdaki ilk 3 yöntem de buna eşlik etmelidir, diye düşünüyoruz..

Şimdi de, filmden aldığımız alıntılara bakalım..

*Akıl hastalıklarının İlaçsız Tedavi, Bakım Ve Rehabilitesinde çok güzel bir örnek..
İbrahim bin Havvas Hazretlerinden bir hikaye..
---------------------------------------
İbrahim-i Havvas hz. (İH) ; Benden başka kimse yok mu handa?
Hancı ; Han dolu ama herkes Karyer'in zindanlarına gitti.
(İH) ; Hayrola?
Hancı ; Bir deliyi yakacaklar. Herkes seyre gitti.
(İH) ; Yakacaklar mı? Niçin?
Hancı ; Deli dedik ya? Ruhunu, kalbini şeytanlar, cinler doldurmuş. Bedenini yakıp, kötü ruhları kovacaklar.
(İH) ; Diri diri mi yakacaklar?
Hancı ; Bilmez misin?

--Bu arada, rahipler "deli" olarak gördükleri Andrea'nın yakılmasına ve bu nedenle kilisenin kanunlarına karşı çıkan abisi Apostos'u bağlayarak Karyer'in zindanına getirirler..

Apostos ; Hayır, hayır, bırakın! Nolur rahip efendi..Bırakın..
Rahip : Götürün..
Apostos ; Bırakın, bırakın, yapmayın, 
Gardiyan ; Bağlayın..
Apostos ; Yapmayın, nolur, bırakın, bırakın beni, bırakın, hayır

Rahip ; Sakkin ol Apostos, kardeşin Andrea'nın yakılması lazım
Apostos ; Hayır, hayır, hayııır! bir insan, bir insan diri diri yakılır mı?

Rahip : Kardeşinin içine cinler girmiş, ne yaptığını, ne söylediğini bilmiyor. Ruhunun temizlenmesi için yakılması lazım!

Apostos ; Hayır, hayır, hayııır! Çözün beni, bırakın.. Onu dünyanın öbür ucuna götürüp, tedavi ettiririm, nolur..
Gardiyan ; Odun yığını hazır, deliyi getirelim mi?
Rahip : Evet, ... diğere zincirle bağlayın!
Apostos ; Hayır, hayır, hayııır! Bırakın onu, kardeşimi yakmayın, nolur merhamet edin, yakmayın, yakmayın, nolur, yakmayın, merhamet edin, nolur yakmayın, hayır kardeşimi yakmayın, nolur merhamet edin, yakmayın.

Rahip : Kilisenin emirlerine karşı geliyorsun Apostos..
Apostos ; Hayır, nolur müsade edin, onu, onu başka tabiplere de göstereyim. Yalvarırım yakmayın kardeşimi, nolur, yakmayın kardeşimi

Rahip : Kardeşini iyileştirmeye çalışıyoruz. O kadar uğraştım olmadı. Söyle bana uğraşmadım mı? Uğraşmadım mı? Sen de göreceksin? Biraz sonra ateşler için de yanarken, ruhu azaptan kurtulacak. Ben kendisini takdis edicem, üzerine kutsal su serpicem, hiçbir acı çekmicek, inan buna inan, inaaan!

--Apostos'un hasta kardeşi Andrea, kendi halinde kahkahakar atıp-duruken, zincire bağlanmış şekilde getirilir, bir ağaca zincirlenir.. Bu sırada da İbrahim-i Havvas hazretleri (İH) çıkagelir..

(İH) ; Durun.. Söndürün şu ateşi..
Rahip : Sen kimsin? Ne arıyorsun burda? Ne karışıyorsun?

(İH) ; İnsanın diri diri yakılması asla caiz değildir. Sen ruhtan ne anlarsın ki, onu kurtarmaya teşebbüs ediyorsun? Acı duymazmış! Cesaretin varsa sok parmağını ateşe, hadi sok!

Rahip : Kim bu adam? Ne zaman geldi?
Rahiple olan kişi ; Hiç bilmiyorum efendim?
Rahip : Sen kimsin yabancı? Burda ne işin var? Niye bize karışıyorsun?

(İH) ; Eğer mevzubahis olan bir insanın hayatıysa, herkesin söz hakkı olur, rahip efendi..
Rahip : Onun ruhunu kurtarmak benim vazifem.
(İH) ; Bilmediğin işlere karışma rahip efendi.
Rahip : Sen ne hakla böyle konuşuyorsun?

--İbrahim-i Havvas hazretleri, kendi halinde kahkahalar atan Andrea'nın yanına gelir ve rahibe şöyle der;

(İH) ; Bırakın onu. Ben tedavi ederim.
Rahip : Yapamazsınız, onu kutsal suyla yıkadık hiç fayda etmedi. Kilisenin kanunlarını benden iyi mi bileceksin?
(İH) ; Bırakın o deliyi bana..
Apostos ; Yalvarırım rahip efendi, ona müsade edin, belki onu tedavi edebilir.

--İbrahim-i Havvas hazretleri, kendi halinde kahkahalar atan Andrea'ya ilk tedaviyi zindandayken hemen gerçekleştirir. Önce Andrea'ya şunu söyler;

(İH) ; Evladım, geçmiş olsun.

Apostos ; Yalvarırım rahip efendi, müsade edin, belki bu yabancı onu...
Rahip : Apostos'un bağlarını çözün..

--İbrahim-i Havvas hazretleri, sonra Andrea'ya bir bakışla nazar eder ve onun başını sıvazlarSıvazladığında ise, Andrea'nın kahkahaları birden kesilir ve sakinleşir. Ve Andrea'ya şöyle der;

(İH) ; Demek hastalandın. Adın ne senin? Söylesene, adın ne senin?

--Zincirlerinden kurtulan Apostos, kardeşi ile İbrahim-i Havvas hazretlerinin yanına gelir ve;

Apostos ; Andrea. Kardeşimin adı Andrea.

--İbrahim-i Havvas hazretlerinin  nazar etmesi ile başını sıvazlamasıyla sakinleşen Andrea, İbrahim-i Havvas hazretlerine sarılmaya başlar. İbrahim-i Havvas hazretleri de onun başını yeniden sıvazlar. Ve Rahip de olanları şaşkınla izler.

(İH) ; Rahip efendi, köyde şöyle sakin bir yer yok mu?
Rahip : Size kilise de bir yer ayırtırım.
Apostos ; Hayır, evime gidelim yabancı.
(İH) ; İyi olur, siz bilirsiniz.
Apostos ; Buyrun..

-----

--İbrahim-i Havvas hazretleri, akıl hastalığının tedavisinde en önemli kısımlarından biri olan "bir işle meşgul olma (yani rehabilite)" eylemini, Andrea'ya kendi mesleği olan hurma yaprağından /ağaç dallarından zenbil örmeyi de öğreterek (yani onu bir işle meşgul olmasını sağlayarak) başlar.. Tabii bu tedavinin 2.önemli kısmı idi.. Diğerlerini ise filmin devamından öğrenelim..

Apostos ; Kardeşim Andrea çok değişti. Tamamı ile iyileşir mi dersiniz?
(İH) ; Allah'tan ümit kesilmez. Biz elimizden geleni yapıyoruz.
Apostos ; Eğer iyileşmezse, köylüler onu yakmak için tekrar teşebbüse geçecekler. Andrea'nin içindeki cinlerin geceleri ev ev, köy köy dolaştığına inanıyorlar
(İH) ; Allah, Allah! Daha neler işiticez? Korkma, ölümden başka herşeyin devası vardır.

Apostos ; Siz Bizans'a gidiyordunuz, değil mi?
(İH) ; Evet, İnşAllah!
Apostos ; Bundan 7-8 gün evvel köye çingeneler geldiler. Ordan geliyorlarmış, çok tuhaf şeyler söylediler..
(İH) ; Ne gibi?
Apostos ; İmparator'un kızı prenses tanastaia (/anastasia) birden aniden aklını oynatmış. Hekimler bir türlü tedavi edemiyorlarmış.
Apostos ; Bizans 4 günlük mesafede. Eğer isterseniz size rehberlik edebilirim.
(İH) ; Memnun olurum. Hele kardeşim tam şifa bulsun da..

-----

Rahip : Yabancı adam 1 haftadır ne yapıyor?
Hancı ; Apostos'un evinde rahip efendi.
Rahip : Biliyorum ama ne yapmış? Andrea'yı iyileştirebilmiş mi?
Hancı ; Andrea'nın bu Muhammedinin yanında kuzu gibiymiş. Bu delilikten hiçbir iz kalmadı diyorlar. Köylüler Bağdatlı'nın Andrea'yı iyi edeceğine inandılar. Kilisenin ve ayatriada manastırının bütün alimeleri ve rahiplerinin başaramadığı bir işi, bir müslümanın...
Rahip : Allah kahretsin, yoksa sen de mi o inançtasın?
Hancı ; Ben kilisemizin aciz bir kölesiyim rahip efendi..
Rahip : Yarın erkenden Apostos'un evine gidicem.

-----

Rahip : Demek iyileşti.
Apostos ; Evet, rahip efendi.
Rahip : İnanmam! Nedir o Bağdatlı'nın adı?
Apostos ; İbrahim
Rahip : Tabip mi?
Apostos ; Bilmiyorum ama kardeşimi iyileştirdiüi muhakkak..

--Bu arada Apostos'un kardeşi Andrea, İbrahim-i Havvas hazretleri ile çıkagelir.. Apostos, kardeşini görünce "kardeşim" der ve ona sarılır. Andrea, rahip'in yanına gelir.

Rahip : Geçmiş olsun.
Andrea ; Kendimi çok iyi hissediyorum. 

--Andrea, İbrahim-i Havvas hazretlerine dönerek, "Sayeniz de?" diyerek eline sarılır.

(İH) ; Estağfurullah!
Apostos ; İyileşti, sayenizde iyileşti.
(İH) ; Cenab'ı Hakk'ın gayreti ile..

(İH) ; Temizliğe çok dikkat etmek lazım.
Rahip : İbrahim efendi, Andrea hakikaten iyileşti mi?
(İH) ; Hakikaten iyileştin mi delikanlı? Bak inanmakta zorluk çekenler var..
Andrea ; Çok iyiyim efendim. Hem sağlığıma kavuştum hem de hayatım kurtuldu. Bugüne kadar kendimi bu kadar iyi hissetmemiştim.

Apostos ; Efendim, lütfen bu elbiseyi kabul edin, bakın hiç giyilmemiş, nolur kabul edin.
(İH) ; .... Teşekkür ederim.
Apostos ; Kabul etmiyor musunuz?
(İH) ; Kibarlığınız için çok teşekkür ederim. Ama benim yerine başka birine hediye etseniz daha iyi olur. Mesela, rahip efendiye..
Apostos ; Siz bilirsiniz efendim.

-----

(İH) ; Yolcu yolunda gerek Apostos. Yarın sabah erkenden yola çıkıcam.
Apostos ; Keşke biraz daha kalsaydınız.
(İH) ; İşim çok.
Apostos ; Andrea sıhhatına kavuştuğuna göre, sizinle gelebilir miyim?
(İH) ; Hay, hay! İnşallah yarın sabah beraber yola çıkıcaz.

Apostos ; Afedersiniz çok merak ediyorum. Acaba kardeşimi nasıl iyileştirdiniz?

(İH) ; Şu bilip zenbili görüyor musun? İşte onu senin kardeşin ördü.
Apostos ; Anlamadım.
(İH) ; Hastayı meşgul ederek tedavi ettim.
Apostos ; Anladım efendim.
(İH) ; Yine söylüyorum. Hastalığa yakalanmamak için temizliğe dikkat edeceksiniz. Müslümanlar niye az hasta oluyor?
Apostos ; Temiz oldukları için mi?
(İH) ; Biz günde beş kere abdest alırız. Her tarafımızı temiz tutarız. (...)" (1217)

SOURCES CONTENTS (Kaynaklar & İçindekiler)

***

*'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisi diğer bölümler..

**NE YAPIYORUZ? ANA KONUMUZ NE?

-İLAÇSIZ TEDAVİ VE BAKIM YÖNTEMLERİNE NEDEN ACİLEN GEÇMELİYİZ?
-TIP sektörünü bize hiç böyle anlatmamışlardı. Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü..

-"İlaçsız Tedavi ve Bakım Yöntemlerine Neden Acilen Geçmeliyiz? ve Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü" ile ilgili çok sayıda detayları öğrenebilmek için aşağıdaki (DİĞER BÖLÜMLER) altındaki diğer sayfalarda bulunan bölümler ve konulara gidip-okuyabilirsiniz.. Ne demek istediğimizi daha iyi anlayabilmek ve bilgi sahibi olabilmek için, bu bölümlerdeki konuları da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz..(Bu bölümler, bu sayfada değil başka sayfalardadır. Bu sayfadaki konuyu bitirdikten sonra en sondaki BÖLÜM'lere tıklayıp-konulara gidebilirsiniz..)

   "PSİKİYATRİ'YE NEDEN BİR 'ÖLÜM ENDÜSTRİSİ' DİYORLAR? A'DAN Z'YE PSİKİYATRİ HAKKINDA BİZLERE ANLATILMAYAN GİZLİ GERÇEKLER NE?"

"PSİKİYATRİNİN SİZİNLE BİR İLGİSİ OLMADIĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUNUZ? TEKRAR DÜŞÜNÜN.." (1021)

"Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür." (1162)

NOT: Yukarıdaki alıntıları hafife almayın. Dünyada yürüyen her sağlıklı insanınyüzlerce (hatta belki de binlerce /on/yüz binlerce olabilen) hayali (sahte) psikiyatrik hastalıktan muaf olmadığını biliyor musunuz? Kendinizi bir anda "akıl hastası" olarak bulabilir (fişlenerek etiketlenebilir), "hem de bazen polis zoruyla, mahkeme kararı ile" bir/birden fazla psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalabilir ve hatta bir akıl hastanesine dahi yatırılabilirsiniz. Akıl hastası değilsiniz ama ilaç kullanarak bir "akıl hastası" haline dönüştürülebilirsiniz.. Bilerek/bilmeden yada zorla.. Nasıl mı? Daha fazla bilgi için daha detaylı olan diğer sayfalardaki bölümlerin içeriklerini de okumanızda fayda vardır..

NOT : Psikiyatrinin bir ölüm endüstrisi olup-olmadığını, psikiyatrik teşhislerin hayali (sahte) olup-olmadığını vb gibi "psikiyatri" hakkında yazılıp-çizilen hemen her türlü bilgi ve belgelerle birlikte, belgeselleri de uluslararası insan hakları komisyonu olan CCHR verilerini 5.bölümde okuyabilirsiniz.. Ve aklınıza hayalinize gelmeyen Psikiyatri hakkında sizlere anlatılmayanları hem bu bölüm de hem de diğer sayfa bölümlerinde de okuyabilirsiniz.. Psikiyatri hakkında yazılıp-çizilenler, ortaya çıkarılan olumsuz veriler ışığında,  bazı öneri, çözüm, tahmin, olasılık ve şüphelerden vb oluşan fikir ve düşüncelerimizi de, tüm bölümlere ait "kısa kısa alıntılar"dan sonra 7.bölümde okuyabilirsiniz..  Eğer tüm bölümleri okumaya fırsatınız yoksa, bu bölümdeki "kısa kısa alıntıları" okuyarak da belki bir fikir edinebilirsiniz..

NOT: Psikiyatriden /psikiyatristlerden, çeşitli türlerdeki "psikiyatrik istismarlar"dan bir/birden fazlasına maruz kaldıysanız, faydalı siteler (6.) bölümünde "CCHR -İnsan hakları komisyonu"nun sayfasına giderek, "psikiyatrik tanı bildirim istismar form" başvurusu yapabilirsiniz.. Yanlış/yanıltıcı bilgi vermemek adına, başvuru yapmadan önce CCHR'nin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve Form başvurusunun nasıl yapılması gerektiğini öğrenmenizde fayda vardır. Ve CCHR ve form başvurusu için daha fazla geniş bilgi için faydalı Siteler kısmına bakınız.. Ve yönergedeki linke tıklayarak, form başvurusu yapmadan önce bilgi sahibi olabilirsiniz..  İngilizce bilmiyorsanız ve/veya bu konuda yeterince deneyimli değilseniz, kendinize bu konuda deneyim sahibi olabilecek birini örneğin İngilizcesi olan ve başvuru şartlarını iyice öğrenebilen yakınlarınızdan birinden yardım alabilirsiniz.. Veya konu hakkında uzman olan birisinden yardım alabilirsiniz, örneğin varsa eğer avukatınızdan.. Kolay gelsin..

DİĞER BÖLÜMLER;
1.BÖLÜMŞok Gerçekler.. Akıl hastanelerinde savunmasız hastalara tecavüzler, cinsel istismarlar (saldırılar) ve çeşitli şekillerdeki şiddet, istismar ve ölümler.. 
2.BÖLÜMİlaçsız Bakım, Tedavi ve Rehabilitasyon Yöntemleri.. (Kimyasal içerikli ilaçların yerine ilaçsız alternatif tedavi yöntemleri ve çözümler vs vs..) (ŞİMDİ BURADASINIZ)
3.BÖLÜMPsikiyatri olan ve olmayan reçeteli ilaçların olası zararları, etkileri vs vs.. (Sağlıklı olan ve olmayan insanlar, (doğru /yanlış /gereksiz olan) bir/birden fazla PS ilacı alırsa ne olur? vs vs..)
4.BÖLÜMBilimsel Tıp Dergileri, İlaç Firmaları ve Doktorlar arasındaki Kirli (Mali) İlişkiler ve Olumsuz Etkileri (Bilimsel Tıp Dergilerinin, Doktorların, İlaç Firmalarının Kendi Aralarındaki Bağlantılar, Mali İlişkiler (Kazançlar) ve Çeşitli Türlerdeki Sahtekarlıklar... İlaçların Zararları, Sahte Hastalıklar ve Tedaviler Üretme vs vs.. )
5.BÖLÜMPsikiyatri bir Ölüm Endüstrisi.. (Psikiyatri'ye neden bir ölüm endüstrisi diyorlar? Psikiyatri hakkında bize anlatılmayanlar ne? Sahte Hastalıklar ve Tedaviler Üretme vs vs..)
6.BÖLÜMBazı Tartışmalar, Faydalı Siteler ve Kitaplar (Psikiyatri ve İlaçları vb Hakkında)
7.BÖLÜM; Bazı Kısa Alıntılar ve Fikir ve düşünceler (bazı öneriler, çözümler, tahminler, olasılıklar, şüpheler vs vs)..
8.BÖLÜM; İçindekiler, Sözlük, Kaynaklar

NOT : Bu araştırmaların (çalışmanın) tamamı yaklaşık 1,5 - 2 sene falan sürdü.. Tüm araştırmaların "İçerikleri ve Kaynakları", 8.BÖLÜMDE'dir.. 1190'den fazla kaynaktan derlenerek hazırlanan çalışmalarımızdan, umarım çok faydasını görürsünüz.. 

UYARILAR, NOTLAR;

UYARI : En yukarıda belirttiğimiz gibi, bu blogdaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. Mutlaka doktorunuza danışınız. Zaten bölümlerde de "ilaçların birdenbire bırakılması"diye birşey yoktur. İlaçların birdenbire bırakılması hastalarda tehlikeli olabilecek çeşitli yoksunluk belirtilerine sebep olabilir. Bu belirtiler hastalara (ve çevresindekilere) zarar verici olabilir. Hayati tehlikelerle karşı karşıya kalınabilir. O yüzden, ilaç bırakma girişimi daima doktor gözetiminde birlikte gerçekleştirilmelidir..Kendi başınıza bu işi yapmamalısınız..Kendinize ve/veya başkalarına faydadan çok zarar verebilirsiniz.. Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊

UYARI: Bu sitede bulunan hastalıklar ve tedavilerle ilgili her türlü bilgi yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve asla doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık profesyonellerinin vereceği tavsiyelerin yerine geçmemelidir. Tıbbi durumunuzla ilgili sorularınız için daima doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık uzmanının tavsiyesine başvurun. Ayrıca kendi başınıza bitkisel ilaçlar /tedaviler hazırlayıp-kullanmayınız. Bu işi, işin uzmanları olan uzaman fitoterapistler ile birlikte yapınız.. Fitoterapi (bitkilerle tedavi) anlamına gelir, fitoterapist ise, bu işin eğitimini görmüş fitoterapi hekimleridir.. Fitoterapistler, sizin vücudunuz, bünyeniz, hastalığınız vb gibi kriterleri değerlendirdikten sonra, size uygun bitkisel tedavi seçeneklerini sunacaktır..

UYARI :  Yukarıda bölümlere kadar olan içeriklerin sadece fikir ve düşüncelerden ibaret olan sadece bilgi vermek amaçlı bilgiler, düşünceler olduğunu ve bölümlerde geçen haber, makale, araştırma vb gibi içeriklerin de doğruluğu /yanlışlığı ile ilgili fikrimizin olmadığını ve sadece bilgi vermek amaçlı olduğunu unutmayın. . Bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz. Daha geniş bilgi ve genel uyarılar için BURADAKİ bilgileri okuyunuz.. Teşekkürler..😊

NOT : Maalesef Google Çeviride İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimler" ile ilgili çevirilerde çok büyük yanlışlıklar ve eksiklikler var.  Google Çevirilerin İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimlerin" çevirilerinde çok büyük yanlışlıklar ve eksikliklerin olduğunu görüyoruz.  Çeviriler düzeltilmeye çalışılmasına rağmen yine de İngilizce'de farklı anlamları olan kelimelerin çoğu çevirilerinde yine alakası olmayan farklı anlamlarda da kullanılmış olunabilir. Daha fazla bilgi için SÖZLÜK kısmına bakınız ve çevirilerin gerçeğini öğrenmek isteniliyorsa, yazıların kaynağına gidilebilir, oradan gerçeği öğrenilebilir..

✔Researchs and Reviews Author by Ertuğrul Yıldırım 🙂💓

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..