Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik bir ilaç alırsanız, beyninize (kimyasal) bir mermi almış gibi olursunuz. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep olur. Ve daha fazla iyatrojenik zarar da verir. (Mental illness is a myth. If you take a psychiatric drug, it's like taking (chemical) a bullet to your brain. Psychiatric drugs cause mental illness..) Temsili görseller.. Illustration..(240)
Bismillahirrahmanirrahim.. Doğrusunu (gerçeğini) sadece Yüce Allah'ü Teala Hazretleri bilir, diyelim..
3.BÖLÜM : 'AKIL HASTALIKLARI, BİR EFSANEDİR. PSİKİYATRİK İLAÇLAR, KALICI AKIL HASTALIKLARINA SEBEP OLUYOR.' serisi (3) - ARAŞTIRMALAR 1
Bu seri 5 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz üçüncü bölümde (yani 3.bölümde) bulunuyorsunuz. Bu bölüm, ARAŞTIRMALARIN ilk bölümünden oluşmaktadır. Bu seri, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisinin devamıdır. 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin diğer bölümleri ile ilgili bilgi ve linkleri en aşağıda, 'uyarılar, notlardan' önce okuyabilir ve linklere tıklayarak bu bölümlere gidebilirsiniz. Yada blog ana sayfasından da, sayfayı aşağıya kaydırarak ulaşabilirsiniz. Yada BURADAKİ 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi tanıtım sayfasından da, hem bu seriye hem de 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serisine ait içeriklere ulaşabilirsiniz. 'Akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu, 'Psikiyatrinin neden bir ölüm endüstrisi' olduğunu ve 'Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka UYARILARI da okumayı unutmayınız.. Teşekkürler..
UYARI : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. En aşağıdaki UYARILAR kısmını okuyunuz.. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (akıl hastalığı semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..
Akıl Hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve ölümler de dahil daha fazla iyatrojenik zarar da veriyor. (3)
"Akıl hastalıklarını tedavi etmesi gereken psikiyatrik ilaçlar, gerçek akıl hastalıklarına sebep oluyor; 'var olan semptomları kötüleştiriyor, var olmayan semptomları yaratıyor ve daha fazla kötü yan etkilere de sebep oluyor.'"
***
NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..
ARAŞTIRMALAR 1;
"Akıl Hastalığı Salgını, Psikiyatrik İlaçlardan mı Kaynaklanıyor?
Haberleri okuyup psikotropik ilaçlar için televizyon reklamlarını izlemek, Amerikalıların akıl hastalığı salgınının ortasında olup olmadığını merak etmenize neden oluyorsa, yalnız değilsiniz. New York Times'da yayınlanan bir kitap incelemesinde (a), Yeni İngiltere Tıp Dergisinin (New England Journal of Medicine) eski baş editörü Marcia Angell, Amerikalıların yüzde 46'sının artık bir tür akıl hastalığı teşhisine uyduğunu anlatıyor. "Burada neler oluyor? Akıl hastalığının yaygınlığı gerçekten bu kadar yüksek mi ve hala tırmanıyor mu?" diye soruyor. İncelediği üç kitabın yazarları bazı ilginç ve endişe verici cevaplar verdi.
-Akıl Hastalığı Kimyasal Dengesizliğin Sonucu Değildir.. Çoğunuz muhtemelen depresyonun beyninizdeki serotonin eksikliğinden kaynaklandığını ve antidepresanların bunu düzeltmek için tasarlandığını duymuşsunuzdur. Benzer şekilde, şizofreninin de diğer psikiyatrik ilaçların düşürmeye yardımcı olduğu çok fazla dopamin ile ilişkili olduğu söylenmektedir. Ne yazık ki bu pazarlama hilelerini yutmuş olan herkes için bu aslında bilimsel bir ifade DEĞİLDİR. Bunun yerine, akıl hastalığının "nedenleri" için bu açıklamalar, ilaçların bu etkilere sahip olduğu bulunduktan sonra oluşturulmuştur.
Angell şöyle diyor: “Psikoaktif ilaçların beyindeki nörotransmitter seviyelerini etkilediği, esas olarak omurilik sıvısındaki parçalanma ürünlerinin seviyeleriyle kanıtlandığı zaman, 'akıl hastalığının nedeninin beyindeki bu kimyasalların konsantrasyonunda, uygun ilaçla özel olarak dengelenmiş bir anormallik olduğu' teorisi ortaya çıktı... Bu, mantıkta büyük bir sıçramaydı... Nörotransmitter seviyelerini etkileyen ilaçların, ilk etapta nörotransmitterlerin hastalıkla hiçbir ilgisi olmasa bile semptomları hafifletebilmesi tamamen mümkündü; (ve hatta semptomları tamamen başka bir etki biçimiyle hafifletmiş olmaları bile mümkündü).” Angell'in belirttiği gibi, bu mantığı kullanarak "ateşlerin çok az aspirinden kaynaklandığını iddia edebilirsiniz!" Ne yazık ki, 'akıl hastalığının kimyasal denge sonucu olduğu' fikri, artık geleneksel psikiyatri mesleğinde kökleşmiş popüler bir fikirdir. Sadece akıl hastalığının damgasını ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı zamanda psikiyatristlere reçete defterlerine tam olarak uyan bir çözüm sunar.
"İnsanları gerçekten zihinsel olarak "hasta" yapan psikiyatrik ilaçlar mı? Science Daily'de yayınlanan yeni bir çalışma:
Araştırmacılar, ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, daha sonraki yaşamlarında davranışsal anormalliklere neden olduğunu buldular. (a) Dahası, anormallikler nöronal hücre ölümüne neden olduğu bilinen ilaçlarla sınırlı değildi. "Bu özellikle endişe verici, çünkü bazı ilaçlar daha sonraki yaşamlarında psikiyatrik bozukluklara yatkınlık yaratabilir" diyor baş yazar Patrick Forcelli..
Georgetown Üniversitesi Tıp Merkezi'ndeki araştırmacılar, yaygın olarak reçete edilen ilaçlarla tedavi edilen genç hayvanların 'yetişkinlikte davranışsal anormallikler geliştirdiğini' söylüyor. Test edilen ilaçlar arasında 'epilepsi, ruh hali bozuklukları ve ağrıyı tedavi etmek için kullanılan ilaçlar' yer alıyor. GUMC nörobilimcileri ve diğerleri daha önce 'bu ilaçlar klinik öncesi olgunlaşmamış hayvan modellerine uygulandıktan sonra nöronların öldüğünü' göstermişti. Bu ilaca bağlı hücre ölümünün gerçekleştiği beyin bölgelerinin 'ruh hali, biliş ve hareketin düzenlenmesinde' önemli olduğunu söylüyorlar. Nörobilim Derneği'nin 39. yıllık toplantısında sunulan araştırmada, bilim insanları 'ilaçların, davranışsal işlevi etkileyip etkilemeyeceğini' incelediler. Otizm ve şizofreninin özelliklerini tespit etmek için davranışsal testler kullanan araştırmacılar, 'ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, yaşamın ilerleyen dönemlerinde davranışsal anormalliklere neden olduğunu' buldular. Dahası, anormallikler 'nöronal hücre ölümüne neden olduğu' bilinen ilaçlarla sınırlı değildi. (...) Georgetown Üniversitesi,Tıp Merkezi,Günlük Bilim (Science Daily),25 Ekim 2009.." (2)
"Ruhsal Bozukluklar, Ağrı ve Epilepsi İçin Kullanılan İlaçlar İlerleyen Yaşlarda Psikiyatrik Bozukluklara Neden Olabilir Mi?
Araştırmacılar, yaygın olarak reçete edilen ilaçlarla tedavi edilen genç hayvanların, yetişkinlikte davranışsal anormallikler geliştirdiğini söylüyor. Test edilen ilaçlar arasında epilepsi, ruh hali bozuklukları ve ağrıyı tedavi etmek için kullanılanlar da yer alıyor.. GUMC nörobilimcileri ve diğerleri daha önce bu ilaçlar olgunlaşmamış klinik öncesi hayvan modellerine uygulandıktan sonra, nöronların öldüğünü göstermişlerdi. Bu ilaca bağlı hücre ölümünün gerçekleştiği beyin bölgelerinin ruh hali, biliş ve hareketin düzenlenmesinde önemli olduğunu söylüyorlar. Society for Neuroscience'ın 39. yıllık toplantısında sunulan araştırmada bilim insanları ilaçların davranışsal işlevi etkileyip etkilemediğini incelediler. Otizm ve şizofreni özelliklerini tespit etmek için davranışsal testler kullanan araştırmacılar, ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, yaşamın ilerleyen dönemlerinde davranışsal anormalliklere neden olduğunu buldular. Dahası, anormallikler nöronal hücre ölümüne neden olduğu bilinen ilaçlarla sınırlı değildi..
GUMC'deki Disiplinlerarası Nörobilim Programı'nda lisansüstü öğrencisi olan baş yazar Patrick Forcelli, "Bu özellikle endişe verici çünkü bazı ilaçlar yaşamın ilerleyen dönemlerinde psikiyatrik bozukluklara yatkınlık yaratabilir" diyor." Aynı zamanda, çalışmalarımız 'uzun vadeli davranış bozukluğuna neden olmayan veya çok az neden olan belirli ilaçları' tanımlıyor." Forcelli, ek araştırmaların doktorların, 'bebeklerde ve hamile kadınlarda epilepsi, ruh hali bozuklukları veya ağrıyı' tedavi etmek için ilaçları daha iyi seçmelerine yardımcı olacağını söylüyor.. Çalışma, (a) Ulusal Sağlık Enstitüleri'nden alınan hibeler ve GlaxoSmithKline'dan alınan bir araştırma ödülü ve Epilepsi Vakfı'ndan alınan bir bursla finanse edildi. Yazarlar herhangi bir ilgili finansal çıkar bildirmiyor.. (...)" (3)
"Akıl Hastalığı Değil Psikiyatrik İlaç Salgını
Tıpkı çocuk felci aşısının hastalığın diğer vakalarını neredeyse tamamen ortadan kaldırması gibi, Prozac ve diğer "harika ilaçlar" yirmi yıldan fazla bir süre önce piyasaya çıktığında depresyon ve diğer zihinsel rahatsızlıkların da ortadan kalkacağını düşünürdünüz. Durum böyle değil. Aslında, psikiyatrik ilaç kullanan insanların sayısı fırladı ve astronomik sayılara ulaştı. Bunun ilk nedeni, bu ilaçlar için daha büyük bir tüketici pazarı yaratmak amacıyla "zihinsel hastalık" kavramının önemli ölçüde genişletilmesidir. Eskiden sadece sokakta kendi kendine saçma sapan konuşan adamlar zihinsel olarak hasta kabul edilirdi. Günümüzde normal duygular ve istenmeyen davranışlar, artık zihinsel bozukluklar.. Utangaç? Sınıf sandalyenizde yeterince sessiz oturmuyor musunuz? Sosyal durumlarda kaygılı mısınız? Bunlar, çok eskiden var olmayan, artık zihinsel bozukluklar olarak adlandırılan şeylere sadece birkaç örnek..
"Psikotropik İlaçlar Çoğu Ruhsal Hastalığın Nedenidir.
Öncelikle bazı gerçekler: "Psikotik bir krizden (şizofreni) muzdarip olan çoğu insan, Büyük İlaç Şirketlerinin psikiyatrik ilaçlarının ortaya çıkmasına kadar iyileşmişti. Bipolar bozukluk o kadar nadirdi ki, sadece 5.000-20.000 kişiden 1'i bundan dolayı engelli kalıyordu ve neredeyse hepsi iyileşmişti - ta ki Lityum ilacı ortaya çıkana kadar. Şimdi, 20 ila 50 Amerikalıdan 1'ine teşhis konuyor ve ilaç veriliyor. Artık kalıcı bir rahatsızlık olarak kabul ediliyor.. 2007'de, engelli akıl hastası çocukların sayısı 1990'daki sayının 35 katına çıktı. İnsanlar şizofreni için ilaçlanana kadar, yaşam beklentileri diğer herkesle aynıydı. Şimdi, bu teşhis konulan biri, ömründen 25 yıl kaybedeceğini tahmin edebilir. Bu, bugün ABD'de ortalama 78 yıl yaşaması beklenen bir adamın, antipsikotiklerle tedavi edilmesi durumunda muhtemelen sadece 53 yıla ulaşacağı anlamına geliyor."
Bunlar şaşırtıcı gerçekler, ancak hepsi Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi'nde (Anatomy of an Epidemic) ve ayrıca Dr. Peter Breggin'in birkaç kitabında dikkatlice ve kapsamlı bir şekilde destekleniyor. Bu benim için çok yakın bir konu. Çünkü etkilenen kişi ben değilim, çok sevdiğim biri, 'Büyük İlaç Şirketleri (Big Pharma), psikiyatri ve modern tıp' tarafından yapılanlar, bu konu hakkında yazmayı zorlaştırdı. Ancak, özellikle şimdi çocuklarımıza yapıldığı için, insanların başına gelenlerin anlatılması gerekiyor. Çok fazla sayıda insanın hayatı, bence ancak kötü niyetli olarak adlandırılabilecek tıbbi tedaviler yüzünden tamamen mahvoluyor.
Psikiyatrik İlaçların Gerçeği.. "Psikiyatri, gastroenteroloji ve nöroloji gibi diğer tıp meslekleri gibi 'gerçek bir tıp' olarak kendini göstermeye çalışıyor. Bu hedefe ulaşmak için, ruhsal hastalıkları 'fiziksel olarak tetiklenen ve ilaçla tedavi edilebilir' olarak tanıtma kararı aldılar. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA "American Psychiatric Association"), Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute for Mental Health") ve Ulusal Ruhsal Hastalıklar İttifakı (NAMI "National Alliance for the Mentally Ill"), dünyayı 'yukarının aşağı, siyahın beyaz olduğuna' ikna etmek için Büyük İlaç Şirketleriyle işbirliği yaptı. Hiçbir kanıtları olmamasına rağmen, insanların 'hastalıklı beyinleri' olduğu için 'ruhsal sorunlar' yaşadıklarını iddia ettiler - 'beyinleri bozuktur' - 'kimyasal dengesizliklerden muzdariptirler.' Yıllarca süren araştırmalar, bazıları parlak olsa da, 'ruhsal bozuklukların kökeninde, 'hastalıklı beyinlerin' olduğunu kanıtlamaya' çalıştı. Bunu asla başaramadılar, ancak bu hiçbir fark yaratmadı. Bunun tersini gösteren çalışmalar, 'ruhsal hastalık' teşhisi konan kişilerin beyinlerinde, 'fiziksel veya kimyasal farklılıklar gösterdikleri' izlenimini vermek için çarpıtıldı. Bu tamamen bir yalandı.
İnsanların ilk kez herhangi bir 'ruhsal hastalık' teşhisi konduğunda 'beyinlerinde herhangi bir sorun' olduğuna dair tek bir gerçek kırıntı, tek bir kanıt kırıntısı bile yok. Teşhisin 'depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni veya psikoaktif ilaçlar' reçete etmek için bahane olarak ortaya atılan bir dizi yeni teşhisten herhangi biri olması önemli değil. Ama şimdi, bunda bir gerçek var. Psikiyatrinin gerçek trajedisi ve suçu budur -'günümüzde, insanlar psikoaktif ilaçlar almaya başladıktan sonra, başlangıçtaki yalan, gerçek oluyor. İlaçlar, beyin hasarına neden oluyor ve tüm belirtiler bunun kalıcı olduğunu gösteriyor. Bu beyin hasarı, ilaçların reçete edildiği semptomların aynısına neden olan gerçek beyin bozukluklarına yol açıyor.'
"Psikiyatri, ruhsal hastalıkların büyük çoğunluğuna neden oluyor.." Bu iatrojenik -tıbbi olarak tetiklenen- soykırımın boyutu, Büyük İlaç Şirketleri ve psikiyatri, 'çocukların peşine düşmeye' karar vermeden önce neredeyse akıl almazdı. Şimdi, bunun ne kadar kötü olacağını gerçekten bilmiyoruz. Yetişkin beyinlerine verilen muazzam hasarı düşünürsek, çocukların beyinlerine ne oluyor olmalı? Yaşamları, kalite açısından sanal yıkımlarından sonra ne kadar kısalacak?
Bipolar Bozukluk: Antidepresanlar ve Antipsikotikler.. Bipolar bozukluk, zihinsel hastalığın algılanan doğal seyrindeki değişikliklerin başlıca bir örneğidir. Sadece 50 yıl önce, bipolar bozukluk son derece nadirdi ve '5.000-20.000 kişide yalnızca 1 vaka' görülüyordu. Çoğu hasta -muhtemelen %80 kadarı- yalnızca bir olay yaşadı ve normal hayatlarına geri döndü.
Ancak şimdi, '20-50 kişiden 1'ine' bipolar teşhisi konuyor ve Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi'nde açıkça gösterdiği gibi, bunun tek olası açıklaması 'depresyon ve psikoz için verilen ilaçlardan' kaynaklanması. Bipolar bozukluk için artık verilen prognoz, kalıcı olduğudur. Psikiyatristler genellikle bundan kurtulma umudu sunmuyor! Çocukların artık bu zihinsel ilaç şemasına mahkum edildiğini düşünün. Hayatları ne kadar kısa olacak ve bunu hangi durumda geçirecekler?
Whitaker'a göre, "[bipolar bozukluğu olan çocukların teşhisini] mümkün kılan teşhis çerçevesini sağlayan" Dr. Joseph Biederman gibi kişiler sayesinde, bu sahte teşhis konulan ve ardından hayal edilebilecek en güçlü ve zararlı psikoaktif ilaçlarla -ve daha kötüsü, bunların kokteylleriyle- ilaçlanan çok sayıda çocuğa sahibiz. Bu çocuklar , kaçınılmaz olarak giderek daha da hasta oluyorlar. Sahte bir teşhis yüzünden -bazen iki yaşında bile! - hayatları çalınıyor. Büyük İlaç ve Büyük İlaç şirketlerinin kâr amaçlı fabrikaları için yem olmaktan başka bir şey olmuyorlar.
Elbette, psikiyatrinin bu çocuklara yaptıklarını örtbas etmenin kaypak bir yolu var. Sadece 'tanımladıkları "hastalığın", doğal seyrinin tanımını' değiştiriyorlar. Çoğu insanın 'iyileştiğini' kabul etmek yerine, 'artık iyileşme umudu olmadığını' söylüyorlar. Artık 'yarattıklarını' doğal olarak tanımlıyorlar. Bu gerçek terörizmdir. Modern tıbbi sistem, hizmet etmesi gereken insanların , 'değersiz' olduğuna, amaçlarının doymak bilmez kar üreten bir makineye 'yem olmak' olduğuna karar verdi.
BAZI YORUMLAR;
--------------
"Psikotropik ilaçların neden olduğu beyin hasarı kalıcı olmak zorunda değildir. Psikiyatrik ilaçları bırakan insanlarla 5 yıldan uzun süredir çalışıyorum. İnsanlar iyileştiklerinde iyileşme görüyorlar ve genellikle hayatlarında hiç hissetmedikleri kadar iyi hissediyorlar. Psikiyatrik ilaçlar gerçekten çok yıkıcı olabilir, ancak hasarın kalıcı olduğunu söylemek biraz ileri gitmek olur. Belki bazen öyledir, ancak her zaman böyle değildir. İnsanlar kendilerini ilaçlardan kurtarmak için proaktif sağlıklı seçimler yapabilir ve çok çok iyi sonuçlar alabilirler. Birçok insan, bir kez kurtulduklarında hayatı hiç mümkün olduğunu düşünmedikleri bir netlik ve hayretle deneyimlediklerini fark eder. Bazen bu uzun bir iyileşme döneminden sonra olur, ancak çoğu zaman gelir." -(a)
"Çekilme sırasında daha iyi sonuçlar alabilmek, kalıcı beyin hasarı olmadığı anlamına gelmez. Hasar çok şiddetli hale geldiğinde, tardif diskinezi gibi fiziksel engeller kalıcıdır. Birçok insan bu ilaçları bırakıp iyi sonuçlar alsa da, ilaçlar onları yıpratmış olacaktır. Sonuçta, beyinleri küçültüyorlar! Elbette, ne kadar erken bırakılırsa o kadar iyi." -Anonymous
"haklısın, tardif diskinezi kalıcı hasara bir örnektir... bazı hasarların kalıcı olabileceği doğru, ancak genel olarak çoğu insan kendilerini kurtardıklarında iyileşebilir ve çoğu her zamankinden daha iyi durumdadır. Ben ciddi şekilde engelli ve yıllardır engelli olan biriyim. Bunu hafife almıyorum." (a)
"Üzgünüm ama büyük bir bozukluğun hasarın belirlenmesinin tek yolu olduğu fikri gerçekçi değil. Hafıza kaybı, düşük zeka, odaklanma yeteneği, duygusal durgunluk - bunların hepsi ve daha fazlası bu ilaçlardan kaynaklanıyor. Bu şekilde hasar gören kişiler bunun farkında bile olmayabilir. Gerçek şu ki bu ilaçlar normal beyin fonksiyonlarını bozarak etki ediyor ve bu her durumda geçerli. Kimyayı düzeltmiyorlar, sadece ona zarar veriyorlar. İnsanlar bu ilaçlardan sonra her zamankinden daha iyi değiller. Bu konuda kanıtlar açık. Bu ilaçlar sözde tedavi ettikleri rahatsızlıklara neden oluyor. Bazıları nispeten yara almadan kurtuluyor - ama hafif mi yoksa ağır mı etkileneceklerini kimse bilmiyor. Elbette, kişi ne kadar erken çekilirse (mümkünse), ciddi bir hasar olma olasılığı o kadar düşük ve başarılı olma olasılığı o kadar yüksek olur." -Anonymous
"Evet, ne kadar erken bırakırsa o kadar iyi. Bu da beynine yardımcı olacak şeyleri yapma programına hemen başlaması gerektiği anlamına geliyor. Sadece ilacı bırakmak muhtemelen işe yaramayacaktır, beynine bakmalı ve ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Birine omuz sakatlığını düzeltmek için ameliyat yerine fizik tedavi kullanabileceği söylendiğinde buna bir benzetme yapıyorum. Bu, yalnızca fizik tedaviyi gerçekten uygularlarsa işe yarar, ki bu da çok fazla iştir. Ameliyattan kaçınmak tek başına başarılı olmayacaktır. Benzer şekilde, sadece psikiyatrik ilaçları bırakmak çoğu zaman işe yaramaz çünkü kişinin ilk başta o duruma girmesinin nedeni bir şeye ihtiyaç duymasıdır, biraz iyileşme, biraz stres azaltma, belki yasadışı uyuşturucuların verdiği zarardan biraz iyileşme, sürdürülebilir sağlıklı bir yaşam tarzına geçiş için biraz yaşam tarzı değişikliği, belki de başka şeyler. Kişinin ihtiyacı olan şey bireyseldir. Neyin gerekli olduğunu anlama ve bunu tutarlı bir şekilde yapma gibi büyük iş hemen yapılmalıdır; Sadece ilacı bırakmak yeterli değil." -Anonymous
"Kız kardeşim antipsikotiklerle "daha iyi" görünüyordu, ancak daha sonra bunamaya neden oldular, bu yüzden kendine bakmak için temel şeyleri yapamadı ve sesler yine de geri geldi ve çok egzersiz yapmasına rağmen obez oldu (ilaçtan kaynaklanan) ve 40 yaşında akciğer embolisinden öldü. Öldükten sonra, ilacın Kanada'da anormal pıhtılaşma insidansını büyük ölçüde artırdığı bildirildi. İlacın kısa vadede "yardımcı" olduğunu düşünüyorum, ancak uzun vadede çok yıkıcı. Uzun vadede, ilacı kademeli olarak bıraksaydı çok daha iyi durumda olurdu. Nöroplastisite hakkında bilgi edinin - beyin SON DERECE değişkendir. Egzersiz, dans ve müzik aleti çalma gibi belirli türdeki aktiviteler beyni fiziksel olarak değiştirir. Egzersiz yeni nöronların büyümesine neden olur. Şizofreni stresten kaynaklanır ve stres seviyesini azaltan her şey iyidir. Özellikle kronik (günlük) stres seviyesini azaltmak iyidir, bu da sürekli olarak içinde taşıdığı stres seviyesini azaltmak anlamına gelir. Duygusal rahatlama burada fark yaratır. Aynı şekilde olumlu, şefkatli, devam eden ilişkiler de öyle. Beynini geliştirmek ve stresi azaltmak için her gün bir şeyler yapması gerekiyor. Aldığı ilaç miktarını kademeli olarak azaltabileceği bir noktaya gelebilir. İlaçlar yoksunluk belirtilerine neden olur, bu yüzden çok iyi bakarken ve beyninin olumlu bir yönde değişmesine ve büyümesine yardımcı olacak şeyleri günlük olarak yaparken ilacı çok kademeli olarak azaltması gerekir." -Anonymous
"Psikiyatrik ilaçlar, psikiyatrinin veya ruhsal "sağlık bakımının" tüm biçimleri gibi, insanlara yardım etmekten çok baskıcı bir şekilde kontrol etmekle ilgilidir. Psikiyatrik ilaçlar insanların enerjisini bastırır ve onları kontrol etmeyi kolaylaştırır. Ancak beyin ve vücuda zarar vermenin etkisi, insanların kurumlar ve sistemin diğer baskıcı parçaları tarafından daha kolay kontrol edilmesini de sağlar. Psikiyatri, insanlara yardım etmekten çok, güçlülerin sevmediği insanları kontrol etmek için kullanılır." -Anonymous" (12)
"Dünyayı psikiyatrik ilaçlarla doldurmak, ruhsal bozuklukların yükünü artırabilir
Dünya çapında artan ruhsal bozukluk yükünü azaltmak için, Lancet Küresel Ruh Sağlığı ve Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu, "zihinsel, nörolojik ve madde kullanım bozuklukları için etkili psikotrop ilaçların maliyetini düşürme ve tedarikini iyileştirme" çabasını içermesi gereken küresel olarak psikiyatri hizmetlerini artırma ihtiyacını ilan etti. 'Ruhsal bozuklukların yükünü azaltmak' kesinlikle övgüye değer bir hedef olsa da, 'bu planın uygulanmasının, ruhsal bozuklukların küresel yükünü azaltmaktan ziyade artıracağına' inanıyoruz. Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 1980'de "Tanı ve İstatistik El Kitabı"nın (DSM III) üçüncü baskısını yayınlamasının ardından, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ülkelerde psikiyatri girişiminde dikkate değer bir genişleme oldu.
Psikiyatrik ilaçların kullanımını önemli ölçüde artırmayı içeren bu genişleme, psikiyatri hizmetlerinin planlanan "küresel" genişlemesinin etkisini tahmin etmeye yardımcı olan geçmişten bir ders sunmaktadır. DSM III yayımlandıktan sonra, depresyon ve diğer önemli ruhsal bozuklukların ana modelleri, bunların 'kimyasal dengesizliklerden' kaynaklanan 'beyin hastalıkları' olduğunu ve 'psikiyatrik ilaçların, bu dengesizlikleri düzeltmeye yardımcı' olabileceğini savundu.
Sosyal hayvanlar olarak ilişkilerimiz çok etkilidir, özellikle de bizi 'değersiz, reddedilmiş veya dışlanmış' hissettiriyorsa (genellikle çocuklukta, duygusal olarak 'ihmalkar veya istismarcı ebeveynlerle' yaşadığımız deneyimler nedeniyle). Ve eğer çocukken 'kabul edilmiş ve değerli' hissetmekte zorlanıyorsak, yetişkin olduğumuzda 'kendimize şefkat göstermekte' zorlanacağız. "DEHB" veya "depresyon" için psikiyatrik ilaçlar reçete edilen danışanlardan düzenli olarak duyuyorum ancak bu 'tanı etiketleri veya ilaçların etkileri' hakkında net bir anlayışları yok. Umarım bu bilgi notu 'hastalara, ruh sağlığı klinisyenlerine ve birincil bakım sağlayıcılarına' net, erişilebilir ve kapsamlı bilgiler sağlar. Bahsedilen çalışmalara dipnotlar ekledim. Son sayfadaki kaynak bölümü bu kavramlarla ilgili web sitelerini ve kitapları listeler.
* "Ruhsal bozukluklar" genetik veya kimyasal dengesizliklerden kaynaklanmaz..
- "Ruhsal bozuklukların" beyindeki kimyasal dengesizliklerden veya genetik bozukluklardan kaynaklandığına dair HİÇBİR bilimsel kanıt yoktur. Depresyon düşük serotoninden kaynaklanmaz ve şizofreni de dopamin fazlalığından kaynaklanmaz. Gerçek şu ki "çağdaş nörobilim araştırmaları, 'herhangi bir ruhsal bozuklukta, serotoninerjik lezyonu' doğrulamayı başaramadı ve aslında basit bir nörotransmitter eksikliğinin açıklamasına önemli bir karşı kanıt sağladı."
- Moleküler Psikiyatri (Molecular Psychiatry) dergisinde Temmuz 2022'de yayınlanan bir makale yüzlerce çalışmayı inceledi ve 'depresyon ile serotonin arasında bir bağlantı olduğuna dair bir kanıt olmadığı' sonucuna vardı.
- Ağustos 2022'de Neuron dergisinde, dünyanın en etkili nörobilimcilerinden biri olarak kabul edilen Raymond Dolan, "Psikiyatride Fonksiyon Nörogörüntüleme ve Daha İyi Başarısız Olma Davası (Function Neuroimaging in Psychiatry and the Case for Failing Better)" adlı makalenin ortak yazarlığını yaptı. Son 30 yılda yayınlanan 16.000'den fazla nörogörüntüleme makalesini düşünerek, "Yarım yıllık yoğun nörogörüntüleme araştırmasına rağmen, hala herhangi bir psikiyatrik durum için nörobiyolojik bir açıklamadan yoksunuz." sonucuna vardılar.
- 107.000 çalışmanın meta-analizi, 'herhangi bir ruhsal hastalık için biyolojik bir belirteç bulamadı.'
- Bir nörobilimcinin bu web makalesi, 'depresyonun, genetik ve nörobiyolojik nedenlerini' araştıran bir dizi çalışmayı özetlemiş ve şu sonuca varmıştır: "Bu nedenle, ne nörogörüntüleme ne de genetik ilişkiler, bir bireyin beyninde, 'depresyonla ilişkili bir rahatsızlığı' lokalize etmeye veya bir grup depresif beyni, sağlıklı beyinlerden ayırmaya yaklaşamamıştır."
- Nesnel kanıt eksikliğine rağmen, psikiyatristler ve Büyük İlaç Şirketleri onlarca yıldır "akıl hastası" teşhisi konan kişilerin, "kimyasal dengesizliğe" sahip olduğunu iddia etmektedir. Bilim insanları 1970'lerde bunun doğru olmadığını biliyorlardı, ancak 'psikiyatri bu yanlış anlatıyı tekrarlayarak' halkı aldattı. Birçok ilaç ve ruh sağlığı web sitesi, tamamen yanlış olmasına rağmen, insanların 'kimyasal dengesizliği düzeltmek için ilaca ihtiyaç duyduğuna' değinmeye devam ediyor.
- Önde gelen bir anti-psikiyatri savunucusu olan Phillip Hickey, PhD, buna "Büyük Psikiyatrik Aldatmaca (Great Psychiatric Hoax)" adını veriyor: Çocukluktaki dikkat dağınıklığı da dahil olmak üzere tüm önemli 'düşünme, hissetme ve davranma' sorunlarının 'uzman tıbbi müdahale ve ilaçlar gerektiren hastalıklar' olduğu fikri..Ve bu sapkın düşünce -tüm önemli düşünme, hissetme ve davranma sorunlarının biyolojik hastalıklar olduğu düşüncesi- tüm ilaç-psikiyatri pazarlamasının temel taşıdır: "Ürünlerimize ihtiyacınız var çünkü beyniniz hasta; çocuğunuz ürünlerimize ihtiyaç duyuyor çünkü beyni hasta; yaşlanan ebeveynleriniz ürünlerimize ihtiyaç duyuyor çünkü beyinleri hasta; vb…" Temel kusur -büyük yalan- tüm önemli düşünme, hissetme ve davranma sorunlarının, hastalık olduğudur. Bu, psikiyatrinin temelidir -tıbbi müdahalenin temel gerekçesi. Ve bu bir yalan. Ve telafisi mümkün değil."
- "Ruhsal bozukluklar (Mental disorders)" aslında 'duygusal, davranışsal, karakterolojik, ahlaki ve sosyal/kişilerarası alanlardaki işlev' sorunlarıdır ve çoğunlukla düşük utanç toleransından kaynaklanır.
- Bu makale, depresyonun genetik nedenini bulmaya çalışan araştırmaların tarihini özetlemektedir. "Aile çalışmaları, ikiz çalışmaları, evlat edinme çalışmaları, bağlantı çalışmaları, aday gen çalışmaları ve nadir varyant çalışmalarının, 'bozuk genlerin, majör depresyona' neden olmada rol oynadığına dair bilimsel olarak kabul edilebilir kanıtlar üretmede başarısız olduğu" görülmüştür. Amrikan Psikiyatri Dergisi'nde (American Journal of Psychiatry) 2019 yılında yapılan bir analiz, "Sonuçlar, depresyon adayı genleri hakkındaki erken hipotezlerin yanlış olduğunu ve depresyon adayı gen okuryazarlığında bildirilen çok sayıda ilişkinin muhtemelen yanlış pozitif sonuçlar olduğunu göstermektedir." sonucuna varmıştır.
- Yeni bir araştırma, 'genetik, beyin hacmi ve bağlantısı ve çeşitli beyin kimyasallarının seviyeleri' gibi DEHB (ADHD) için olası tüm biyobelirteç türlerini inceledi. Araştırmacılar, 'DEHB tanısı olan kişileri, olmayanlardan ayırt etmek için kullanılabilecek biyolojik bir fark olmadığını' buldular.
* "Ruhsal bozuklukların" 'duygusal sıkıntıdan' kaynaklandığına dair çok sayıda bilimsel kanıt vardır ve bunlar genellikle şunlardan kaynaklanır:
- kronik gelişimsel veya bağlanma travması (duygusal olarak işlevsiz ebeveynler, kaotik ev hayatı, narsisist ebeveynler veya kardeşler, madde bağımlısı ebeveynler, vb. )
- akut travmalar (cinsel veya fiziksel istismar, suç mağduru, vb. )
- sosyal/kültürel olumsuzluklar (yoksulluk, ırk ayrımcılığı, cinsiyet veya cinsel kimlik ayrımcılığı, göçmen statüsü, evsizlik, yüksek suç oranına sahip mahalleler, çocuk refahı sistemine katılım, vb. ).
- düşük öz değer ve düşük utanç toleransı, bunun sonucunda yüksek suçluluk duygusu (Kendini Suçlama), düşük suçluluk/utanç duygusu (Başkalarını Suçlama) ve Suçlamadan Kaçınma.
- "anomi" veya sosyal yaratıklar olarak hepimizin ihtiyaç duyduğu ortak amaç, aidiyet, değerler ve kültürün kaybı hissi. Aşırı bireyselleşmiş kültürümüz bizi sosyal destekten uzaklaştırıyor, izolasyona ve sıkıntıya yol açıyor, ki bunlar şu anda "depresyon" vb. olarak etiketleniyor.
* Psikiyatrik İlaçlar, Ruh Sağlığını İyileştirmiyor..
- Psikiyatrinin tedavi sonuçları berbat. 2021'de New York Times, psikiyatrinin "kalıcı ruhsal sıkıntıyla yaşayan milyonlarca insanın hayatını iyileştirmek için çok az şey yaptığı" sonucuna vardı. Toplu ruh sağlığımızın neredeyse her ölçüsü -intihar, anksiyete, depresyon, bağımlılıktan ölüm oranları, psikiyatrik reçete kullanımı- hizmetlere erişim büyük ölçüde genişlese bile yanlış yöne gitti."
- Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüleri'nin (NIMH) eski müdürü Thomas Insel, Healing'deki 2022 tarihli bir makalesinde, psikiyatrinin berbat sonuçlar geçmişi hakkında daha önce kabul ettiği şeyi genel kamuoyuna tekrarladı ve şunları kaydetti: "İntihar için risk faktörlerini incelerken, artan tedaviye rağmen ölüm oranı %33 arttı." Ayrıca şunları da belirtti: “2001'den beri, psikiyatrik ilaç reçeteleri iki katından fazla arttı ve altı Amerikalı yetişkinden biri, psikiyatrik ilaç kullanıyor.”
- Antidepresanlar pek işe yaramıyor... bu da 'neden reçete edildiklerini' merak ettiriyor. Rush ve diğerleri (2006), 'depresyon teşhisi konulan hastaların %50'sinden fazlasının birinci basamak antidepresan ilaçtan sonra düzelmediğini ve yaklaşık %30'unun birden fazla tedaviden sonra düzelmeyebileceğini' buldu.
* Reçeteleme ve Reçete Yazanlarla İlgili Sorunlar..
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları (PCPs), hastanın önce psikoterapiyi denemesini sağlamadan, rutin olarak psikiyatrik ilaçlar reçete ederler; bu en az zararlı, en etkili birinci basamak müdahaledir. Çocuklara, ebeveynlik eğitimi veya aile terapisi savunuculuğu yapan birincil bakım sağlayıcıları olmadan ilaç verilir. Sadece duygusal tepkilere ilaç vermek yerine, muhafazakar tepki, beyne zarar veren ilaçları reçete etmeden önce mümkün olan en az invaziv tedaviyi denemek olmaz mıydı?
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları genellikle yalnızca müşterinin bildirdiği "semptomlara" dayanarak, müşterinin yalnızca 10-15 dakikalık sözlü değerlendirmesinden sonra reçete yazarlar. Birçok müşteri internetteki semptom listelerini okur ve tanı ve ilaç reçetesi almak için ne bildirmeleri gerektiğini bilir.
- Çoğu birincil bakım sağlayıcı ve psikiyatrist, reçete yazdıkları hastalarda, ilaçların olumsuz etkilerini görmez. Hasta olumsuz etkiler yaşarsa, ilaçları almayı bırakır ve tekrar reçete ettirmek için geri dönmez. Hastanın "depresyon semptomlarında" azalma olmazsa, onlar da doktora haber vermeden ilaçları almayı bırakabilirler. Bu nedenle doktor, ilaçların zararlı veya yararlı olmadığına dair hiçbir anekdotsal geri bildirim almaz. Öte yandan, sadece ilaçlardan fayda gördüklerini hisseden hastaları görürler, çünkü bu kişiler ilaçları almaya devam eder ve tekrar ilaç almak için geri dönerler. Bu, yerel doktoru plasebo etkisine ve bilimsel çalışmalarda kanıtlanmış zararlı yan etkilere karşı kör eder. Sadece reçete yazmanın olumlu sonuçlarını görürler. Elbette, bu olumlu etki bile daha çok plaseboya yanıt verme ve "depresyon"un ve diğer ruh hallerinin geçici olma doğal eğilimiyle ilgili olabilir.
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları, reçete yazmadan önce hastalarla nadiren bilgilendirilmiş onam alırlar. Henüz bir birincil bakım sağlayıcısı veya psikiyatrist tarafından bir ilacın 'yan etkileri, tedavi süresi ve çekilme planı' hakkında bilgilendirilen bir hastayla konuşmadım. (Aşağıdaki "Bilgilendirilmiş Onam" ve "Doktorunuzla Nasıl Konuşursunuz" bölümlerine bakın. )
- Çok az psikiyatrist veya birincil bakım sağlayıcısı, hastaları ilaçlardan 'nasıl ve ne zaman çekeceklerini' anlar. Genellikle ilaçları çekme planı yapmazlar veya hastaları bu sürecin nasıl işleyeceği ve ortaya çıkabilecek zararlı etkiler konusunda eğitmezler. Hastalar daha sonra ilaçları aniden bırakırlarsa zararlı çekilme etkileri yaşayacaklarını anlamazlar ve bu etkilerin "depresyonumun geri dönmesi" olduğunu varsayabilirler. (Psikiyatrik ilaçlardan nasıl çekileceğinize dair bilgi için bu kaynaklara ve Kaynaklar'ın altına bakın. )
- Çoğu psikiyatrik ilaç, aslında psikiyatristler tarafından reçete edilmez. Mark ve meslektaşları, 'Ağustos 2006'dan Temmuz 2007'ye kadar ABD'deki psikiyatrik ilaç reçetelerinin %59'unun pratisyen hekimler, %19'unun diğer hekimler ve hekim olmayan sağlık çalışanları ve yalnızca %23'ünün psikiyatristler tarafından yazıldığını' buldu.
- İnsanların büyük çoğunluğuna 'herhangi bir psikiyatrik tanı konulmadan' "antidepresanlar" reçete ediliyor. 2011 tarihli bir çalışma, "1996 ile 2007 arasında antidepresan reçete edilen ancak psikiyatrik tanı konulmayan ziyaretlerin oranının %59,5'ten %72,7'ye yükseldiğini" buldu.
- Birden fazla ilaç genellikle çelişkili nedenlerle aynı anda verilir, örneğin gençlere "DEHB" ilaçları ve "antidepresanlar" verilmesi gibi. Uyarıcılar genellikle "anksiyeteyi tedavi etmek" için verilir, bu da anksiyeteyi artırdıkları için tamamen sezgiye aykırıdır.
- Çocuklar ve yetişkinler genellikle intihar tehdidi veya girişiminden sonra hastanede antidepresanlara başlarlar, ancak bu ilaçların işe yarayacaksa herhangi bir etkisi olması 4-6 hafta sürer. Zararlı ilaçları hemen reçete etmek yerine, neden önce psikoterapiyi denemiyorsunuz?
- Bir hastadan, PCP'sinin bana danışmadan kendisine teşhis koyduğunu ve PCP'nin teşhisinin benimkinden tamamen farklı olduğunu sık sık duyuyorum - bu, bakımın zayıf koordinasyonunun ve DSM'nin düşük güvenilirliğinin göstergesi.
- Büyük İlaç Şirketlerinin 'Kongre'deki her üye için' 2 lobicisi var.
* Tanı Etiketleri 'Zararlı, Damgalayıcı, Geçersiz ve Bilimsel Değildir..'
- Mevcut ruh sağlığı tanı sistemi, insan davranışının altında yatan çok basit ve anlaşılır kavramları karmaşıklaştırarak, onlarca yıldır terapötik tedaviyi engellemiş ve zarara yol açmıştır. Halkı ve ruh sağlığı klinisyenlerini yanıltmakta ve kafasını karıştırmaktadır.
- Psikiyatrik tanılar belirsiz ve özneldir.. Majör Depresif Bozukluk ve Bipolar Bozukluk gibi "zihinsel bozuklukları" belirleyen Tanı ve İstatistik El Kitabı'nda (DSM-5) kullanılan tanı kriterleri ve etiketler, bir komitede oylama ile keyfi olarak kararlaştırılır. Bu etiketler araştırmacılar ve klinisyenler için davranışları kategorize etmek için bir kısaltma olarak yararlı olsa da, etiketler bunların 'ayrı, ölçülebilir biyolojik hastalıklar olduğu' yönündeki herhangi bir bilimsel anlayışa dayanmamaktadır. Dr. Hickey, 'DEHB'nin aşırı teşhisi' üzerine yazdığı bir makalede şöyle diyor: "Konuya karşı psikiyatri tarafında olan bizler, yıllardır DSM'de listelenen çeşitli maddelerin, açıklayıcı veya ontolojik bir önemi olmayan belirsiz bir şekilde tanımlanmış sorunların, gevşek koleksiyonlarından başka bir şey olmadığını söylüyoruz."
- DSM-5 komite üyelerinin %68'inin, ilaç şirketleriyle bağlantıları ve akıl hastalığının "tıbbi modeli"nin yanlış paradigmasını sürdürmede çıkarları vardır.
- DSM tanı etiketleri yalnızca 'semptomların bir kontrol listesine' dayanır ve bu 'davranışların nedenlerine' dair hiçbir kanıt sunmaz. DSM tanıları yalnızca açıklamalar ve totolojilerdir, başka bir deyişle nedensellik içermeyen dairesel veya gereksiz bir açıklamadır. Örneğin, bir totoloji (tautology) bir doktorun "Başınızdaki ağrının nedeni baş ağrısıdır." demesine benzer. Gerçek bir tanı şudur: "Başınızdaki ağrının nedeni felçtir." Yani örneğin bir DEHB "tanısı" yalnızca davranışların bir açıklamasıdır: hiperaktivite, dürtüsellik, dikkat dağınıklığı.. Belirlenmiş bir neden yoktur.
- DSM, sıkıntının nedenini anlamak için hiçbir çerçeve sunmaz ve hiçbir müdahale önerisi sunmaz. DSM, değerlendirme, "tanı" vaka formülasyonu ve "tedavi" arasında mantıksal bir bağlantı sunmaz. Bu, bir tıp doktorunun "Diyabetiniz olduğuna inanıyoruz, ancak diyabetin nedenini bilmiyoruz ve diyabet için en iyi tedaviyi bilmiyoruz, ancak işte bazı ilaçlar - ve bu ilaçların nasıl çalıştığını gerçekten bilmiyoruz" demesine benzer.
- Etiketler, danışanları (hastaları) "kalıcı olarak bozuk" olarak damgalayarak 'utanç duygularına' yol açar, bu da danışanları 'tedavi aramaktan uzaklaştırır, duygusal sıkıntıyı artırır ve sonuçları kötüleştirir.'
- Kurumsal psikiyatri, ruhsal hastalığın damgalanmasına karşı çıkarken, aslında "beyin hastalığı" açıklamalarıyla bunu daha da kötüleştirdiler. Psikiyatri Araştırması'nda (Psychiatry Research) yayınlanan 2010 tarihli bir çalışmada, genel halk için 'beyin hastalığının veya ruhsal hastalığın "biyogenetik modelinin" kabul edilmesinin, "ruhsal hastalardan" daha fazla sosyal mesafe isteğiyle ilişkili olduğu' bildirildi. 33 çalışmanın incelenmesi benzer sonuçlara vardı ve "ruhsal hastalık" hakkındaki biyolojik kavramların , 'damgayı azaltmadığını ve aslında damgalayıcı tutumları daha da kötüleştirebileceğini' bildirdi.
- DSM etiketleri, insanlara 'yaşam boyu süren ve tedavi edilemez bir ruhsal bozukluğa' sahip oldukları söylendiği için 'çaresizliği ve kişisel değişim' için hesap verebilirliğin eksikliğini teşvik ediyor.
- DSM, klinisyenlerin danışanları "hasta" ve "düzensiz" olarak görmelerine yol açar ve bu da 'kabul, umut ve empatiyi' ortadan kaldırır. "Gerçekten de biyolojik açıklamaların klinisyenlerin empatisini önemli ölçüde azalttığını görüyoruz. Bu endişe vericidir çünkü klinisyenlerin empatisi, ruh sağlığı sağlayıcıları ve hastalar arasındaki terapötik ittifak için önemlidir ve olumlu klinik sonuçları önemli ölçüde tahmin eder."
- DSM, etkili ve zararsız terapi veya öz yardım yerine etkisiz ve zararlı ilaçları teşvik eder. - DSM, etkisiz tedavi ve anlamsız araştırmalara para harcar.
- DSM, 'çevresel travma, ilişki veya bağlanma travması, ebeveyn istismarı veya ihmali, sağlıksız ilişkiler, sosyal/kültürel etkiler veya olumsuz öz imaj' gibi acının gerçek nedenini tamamen görmezden gelir.
- DSM kriterleri, bir kişinin örneğin bir çocuğun ölümünden sonra iki haftadan uzun süre yas tutması durumunda bunun Majör Depresif Bozukluk olarak teşhis edilebileceğini söylüyor.
- 1.200'den fazla makalesi olan son derece üretken bir araştırmacı ve DSM-II, DSM-IV ve DSM-5'i yazan komitelerin bir üyesi olan Kenneth Kendler, JAMA Psikiyatri'de 'psikiyatrik teşhisler için çok az bilimsel kanıt olduğunu ve DSM teşhislerinin "gerçekliğe uymadığına" ve bunların "yaklaşık olarak doğru" olmasının "mantıksız" olduğuna inandığını' belirten bir makale yazdı. (a)
- DSM, sosyopatik, narsisistik ve toksik olarak etiketlenebilecek kişilerle yaşanan 'duygusal taciz veya zorlayıcı ilişkilerin' etkisini tamamen göz ardı ediyor, ancak bu tür bireyler milyonlarca çocuk ve yetişkin bireylere anlatılamaz psikolojik zararlar veriyor.
- 'Korku, utanç, yalnızlık, kendini eleştirme ve sevgi ve aidiyet' ihtiyacı gibi tipik insan deneyimleri 'zihinsel bozukluklar' olarak etiketleniyor. Utanç, neredeyse tüm duygusal sıkıntıların nedeni olarak kabul edildiği için "ana duygu" olarak adlandırılır, ancak DSM, utancı 'duygusal sıkıntının trans-tanısal bir nedeni' olarak bir kez bile anmaz.
- DSM, değersizlik ve utanç duygularını açıklayan, korkunun nörobiyolojisi ("savaş ya da kaç"), sosyal kabul ve bağlanma için doğal insan özlemi ve travmanın ve sağlıksız ebeveynliğin zararları dahil olmak üzere genel kabul görmüş kavramları göz ardı ediyor.
- Duygusal ve davranışsal sorunları 'travmaya, korkuya, utanca, reddedilme duygularına ve yetersiz ebeveyn bağına' karşı uyarlanabilir ve kendini koruyucu tepkiler olarak yeniden çerçevelemek daha az damgalayıcıdır.
* Psikotropik ilaçlar, genellikle ruh sağlığını ve işleyişi kötüleştirir..
- Psikiyatrik ilaçların aslında büyük kimyasal fabrikalarda üretilen 'sentetik, yapay kimyasal bileşikler' olduğu gerçeğiyle başlayalım. Nörotoksin olabileceklerine inanmak neden zor?
- Robert Whitaker'ın "Bir Salgının Anatomisi" ve "Amerika'da Deli" adlı eserlerinde de belirttiği gibi, 'tüm psikiyatrik ilaç sınıflarının kronik beyin bozukluğuna neden olduğu, sıklıkla iyileşmeyi engellediği, işleyişi bozduğu ve kronik veya kalıcı sakatlığa yol açabileceği' konusunda kesin kanıtlar bulunmaktadır.
- Bu konularla ilgili Whitaker'ın kapsamlı bir blog yazısını okuyun.
- Psikiyatrik ilaçların aslında orijinalinden daha kötü olan, şikayete yol açan ve uzun vadeli sağlığa zarar verebilen ciddi yan etkileri vardır.
- Psikiyatrik ilaçlar “patolojiyi” veya “hastalığı” düzeltmez veya iyileştirmez, çünkü tedavi edilecek bir hastalık yoktur.
- Psikiyatrik ilaçlar aslında nörotransmitter işlevlerinde anormalliklere ve “psikostimülanlar ve antidepresanlar gibi terapötik ilaçlar gibi bağımlılık yapan ilaçların kronik kullanımına adaptasyon olarak ortaya çıkan sinirsel işlevlerde değişikliklere” neden oluyor; bu durum 1996 yılında dönemin Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health") müdürü Stephen Hyman tarafından yazılmış bir makaleye dayanıyor. Psikiyatrik ilaçların aslında nasıl “çalıştığına” dair iyi bir açıklama sağlamıştır: İlaçlar, 'beyin işlevinde anormallikler yaratan etkenler' olarak daha iyi anlaşılmaktadır. (Bu bilgi sayfasının sonuna doğru “Anti-Depresanlar Nasıl Çalışır (How Anti-Depressants Work)” bölümüne bakın. )
- Psikiyatrist Peter Breggin, MD, alanı reform etmek için on yıllardır sürdürdüğü başarılı çabaları nedeniyle “Psikiyatrinin Vicdanı (The Conscience of Psychiatry)” olarak anılmıştır. “Herkesin psikiyatrik ilaçlar hakkında bilmesi gereken en önemli üç şeyi” sıralar:
1- Psikiyatrik ilaçlar nörotoksinlerdir. Beyni zehirler, beyin hücrelerine zarar verir ve ciddi biyokimyasal dengesizliklere ve potansiyel biyolojik kaosa neden olurlar. İlaç şirketleri bunları kan beyin bariyerini aşacak ve belirli nörotransmitter sistemlerini bozacak şekilde tasarladıkları için her psikiyatrik ilaç, güçlü bir nörotoksindir. Sorunlu, acı çeken insanların beyinlerinde, 'biyokimyasal dengesizlik' olmadığı için biyokimyasal dengesizlikleri "düzeltemezler"; ve daha spesifik olarak laboratuvarda beyin işlevini bozmak için tasarlanmışlardır ve düzeltmek için değil. Nörotoksinler olarak ilk dozdan itibaren beyin için kötüdürler. Tedavinin başlarında 'intihar ve şiddet' gibi trajik zararlara neden olabilirler ve daha uzun süre maruz kaldıktan sonra 'beyin hasarına ve ilgisizliğe' neden olma eğilimindedirler.
2- Psikiyatrik ilaçlar beyninize ve zihninize zarar vererek "iş görür" (beyni devre dışı bırakma ilkesi). Herhangi bir beyin hasarı türü gibi, bazı psikiyatrik ilaçlar, 'geçici yükselmelere' neden olabilir; ancak hepsi 'duygusal körelmeye ve kişinin kendisiyle ve başkalarıyla temasını kaybetmesine' neden olur. İnsanların kendi hayatları ve başkalarının hayatları hakkında daha az umursamalarına neden olurlar. Bu etkilere, tüm beyne sızarak, "süper hassas bazal ganglionlar, limbik sistem, temporal lob ve frontal lob" dahil olmak üzere 'genel işlevi azaltarak' neden olurlar.
3- Psikiyatrik ilaçlar zararlı etkilerini sizden gizler, tıpkı alkol, esrar, kokain veya narkotik kullanan çoğu insanın "etki altında" iken 'ne kadar zarar gördüklerini' veya 'başkalarına zarar verdiklerini' en son öğrenen kişiler olması gibi.. Bazı insanlar, uzun vadeli ana etki 'farkındalığın, duyarlılığın veya hissin' azalması olduğunda, bu 'nörotoksinlerin yardımcı olduğunu' iddia eder. Aynısı özellikle psikiyatrik ilaçlar için de geçerlidir, çünkü ilaç şirketleri bunları 'dopamin ve serotonin' gibi 'ana nörotransmitter sistemlerini hedef alacak ve bozacak' şekilde uyarlar. Psikiyatrik ilaç kullanan kişiler genellikle zararı hafife alır ve iyi etkilerini abartırlar. Bu "ilaç büyüleyiciliğidir."
- Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB /ADHD "attention deficit hyperactivity disorder") ilaçlarının, görevle alakasız aktivite (örn. parmak şıklatma, huzursuzluk ve görev dışı davranışlar) ve sınıf içi rahatsızlık gibi temel DEHB semptomlarını azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak, 'ilaçların sınıf performansını iyileştirdiği' gösterilmemiştir ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ilacının uzun süreli kullanımı akademik başarı da dahil olmak üzere birçok alanda daha kötü sonuçlarla ilişkilendirilmiştir. İlaçlar çok çeşitli fiziksel, duygusal ve bilişsel olumsuz etkilere neden olabilir.
- DEHB ilaçlarının beyin üzerindeki uzun vadeli etkileri iyi anlaşılmamış veya iyi incelenmemiştir. Ancak, 2016'da araştırmacılar, bir Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ilacına dört ay maruz kaldıktan sonra çocuklarda uzun süreli ve hatta kalıcı olabilecek beyin değişikliklerine dair kanıtlar olduğunu bildirdiler.
- DEHB ilaçlarının çeşitli olumsuz etkileri, ilaç kullanan bir gencin "bipolar" olma riskini de artırır. Massachusetts Genel Hastanesi'nde yapılan bir çalışmada araştırmacılar, DEHB tanısı konulan ve uyarıcılarla tedavi edilen çocukların %11'inin ilk tanıda mevcut olmayan bipolar semptomlar geliştirdiğini ancak dört yıl içinde bildirmiştir.
- Cincinnati Üniversitesi Tıp Merkezi'ndeki araştırmacılar, merkezlerinde 'mani' nedeniyle hastaneye kaldırılan ergen hastaların üçte ikisinin "duygusal bir bölümün başlangıcından önce" uyarıcı kullandığını belirlemiştir. Uyarıcıların, "aksi takdirde bipolar bozukluk geliştirmeyecek çocuklarda, depresyon ve/veya maniyi hızlandırabileceği" sonucuna varmışlardır.
- Bu web sayfası (b), DEHB ilaçlarının olumsuz etkilerini gösteren çok sayıda çalışmayı ve tedavi kılavuzları hakkında birçok kaynağı listelemektedir.
* Antidepresanların Olumsuz Etkileri..
- "Antidepresanlar" 'cinsel işlev bozukluğu, beyin anormallikleri, intihar, şiddet, ölüm oranı ve hamilelik sırasında riskler' dahil olmak üzere çok sayıda zararlı etkiye sahiptir.
- "Antidepresanlar" az sayıda hastanın şiddet yanlısı olmasına ve hatta genellikle ilaçları sadece birkaç hafta kullandıktan sonra çocuklarını öldürmesine neden olmasıyla iyi bilinir. Bazı seri katillerin 'antidepresan kullandığı' veya 'aniden kullanmayı bıraktığı' bilinmektedir.
- İngiliz Tıp Dergisi'nde (BMJ "British Medical Journal") Aralık 2023'te yayınlanan bir makalede, eleştirel psikiyatri alanında 30'dan fazla önemli isim, Birleşik Krallık hükümetini 'antidepresanların, çoğu hasta için plasebodan daha iyi olmadığına' dair kanıtları kabul etmeye ve ilaç reçetelerini azaltırken 'sosyal ve psikolojik müdahalelerin finansmanını' artırmaya çağırıyor. "Birden fazla meta-analiz, antidepresanların en şiddetli depresyonu olanlar hariç tüm hastalar için plasebodan öte klinik olarak anlamlı bir faydası olmadığını göstermiştir" diye yazıyorlar. İşte Amerika'da Deli'de (Mad in America) antidepresanların zararları üzerine yazılmış bu ve diğer makalelerin özeti.
- "Seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI "selective serotonin reuptake inhibitor") gibi varsayılan özgüllükleri nedeniyle adlandırılan ilaçlar, neden bu kadar çeşitli etkilere neden olsun? Çünkü ilaçlar, serotoninin sinapslara geri alımını engellediğinde, bu sadece bir başlangıçtır.. Ayrıca, 'norepinefrin, dopamin ve histamin' gibi diğer nörotransmitterlerin geri alımını, daha az güçlü olsa da engellerler. SSRI'lar, 'nörotransmitter asetilkolini, M1 reseptöründe' antagonize eder, 'nörotransmitter nitrik oksit sentezini' inhibe eder, 'delta opioid reseptöründe endojen opioidlerin' gücünü artırır ve reseptörü nöromodülatör, beyinden türetilen büyüme faktörü (BDNF "Brain Derived Neurotrophic Factor") için allosterik olarak duyarlı hale getirir. Kısacası, SSRI'lar özgül değildir, bunun yerine 'vücuda ve beyne dağılmış en az sekiz ayrı nörotransmitter/nöromodülatör sistemini' etkiler. Sonuç olarak, ilaçlar 'kan pıhtılaşması, karbonhidrat metabolizması, inflamatuar yanıt, biliş, öğrenme ve hafıza' gibi çeşitli süreçleri bozar.” [25 g, Buradan alıntılanmıştır.]
- İnsan çalışmaları, hamilelik sırasında SSRI kullanımının 'düşük, doğum kusurları, erken doğum, preeklampsi, fetal baş boyutunun azalması, yenidoğan davranış sendromu, nöbetler, yenidoğan EKG değişiklikleri, çocukluk çağı beyin malformasyonları ve DEHB ve otizm' gibi uzun vadeli nörodavranışsal sorunlarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Bilimsel çalışmalara ilişkin birçok bağlantı için bu makaleye bakın..
- Son zamanlarda yapılan birkaç araştırma, 'SSRI antidepresanları kullanan erkeklerin, 'sperm konsantrasyonlarının daha düşük, DNA parçalanmış spermlere ve daha fazla anormal sperme' sahip olacağını göstermiştir.
- Antidepresanlar yetişkinlerde, cinsel fonksiyona zarar vererek 'erektil disfonksiyona, anorgazmiye ve libido azalmasına' neden olur. Bu etkiler antidepresanları bıraktıktan sonra bile devam edebilir ve bazı kişilerde kalıcı olabilir; Avrupa İlaç Ajansı tarafından artık kabul edilmiştir..
- Tek kutuplu (Unipolar) depresyon teşhisi konan hastalarda, antidepresanlarla tedavi, 'bipolar hastalığa dönüşme riskini' üç kattan fazla artırır; öyle ki günümüzde uzun süreli antidepresan kullananların '%20 ila %40'ı bipolar tanı' ile sonuçlanır. Depresif ve Manik-Depresif Derneği üyeleri arasında yapılan bir ankette, 'bipolar tanısı konanların %60'ı, antidepresana maruz kaldıktan sonra "bipolar hale geldiklerini" bildirmiştir.'
- İlaçların etkilerine ilişkin çok az uzun vadeli çalışma yürütülmüştür, bu nedenle ilaçların gelişmekte olan 'bebekler, çocuklar ve ergenler' üzerindeki etkileri büyük ölçüde bilinmemektedir.
- Depresyon hapları ve büyük sakinleştiriciler (antipsikotikler/nöroleptikler) 'antikolinerjik toksidromal zehirlenme' yoluyla "şizofreni"nin pozitif semptomlarından ikisi olan 'psikoz ve halüsinasyonlara' neden olabilir.
- Depresyon hapları akatizi, yani 'içsel huzursuzluğa' neden oldukları için intihar riskini önemli ölçüde artırır. Antidepresanlar gençlerin %11-14'ünde "sinirlilik, ajitasyon, dürtüsellik, duygusal dengesizlik, düşmanlık, huzursuzluk ve saldırganlık"tan oluşan bir aktivasyon sendromuna neden olur. Birçok kişi "çılgına döndüklerini" ve 'hiçbir rahatlama olmadığını' varsayar, bu yüzden 'ölüm' makul görünür.
- 2008'de FDA, intihar düşünceleri ile SSRI'lar arasındaki bağlantı hakkında bir kara kutu uyarısı yayınladı. -Glaxo, Paxil kullanan genç yetişkinlerde 'intihar davranışında, altı kat artış olduğu' konusunda doktorları uyaran bir bildiri yayınladı.
- Depresyon hapları 'duygusal körelmeye' neden olur, böylece insanlar 'kendileri veya başkaları hakkında daha az endişe duyarlar' ve bu da "depresyon" belirtileri olan 'düşük motivasyon, düşük ruh hali ve düşük öz değerle' ilgili sorunların kötüleşmesine yol açar.
- Antidepresanların "beyin gelişimi, fiziksel büyüme ve cinsel işlev ve doğurganlık" üzerindeki etkisine dair uzun vadeli bir çalışma yapılmamıştır. Çoğu ilaç çalışması yalnızca 6-12 hafta sürmektedir.
* Benzodiazepinler, Uyarıcılar ve İlaç Kokteylleri..
- Adderall ve Ritalin, çocuklarda 'büyümeyi ortalama 2 inç azaltıyorsa' beyne ne yaparlar?
- Benzodiazepinler (Xanax, Valium, Klonopin, vb. ) oldukça bağımlılık yapıcıdır ve Avrupa'da tamamen yasaklanmıştır.
- Esasen, iki veya daha fazla ilaç arasındaki etkileşimleri anlamak için psikiyatrik ilaçların "kokteylleri" üzerinde hiçbir çalışma yapılmamıştır. Birden fazla ilaç alırsanız, özünde kobay olarak kullanılıyorsunuz ve etkileri yıllarca bilinmeyecektir.
- Başlıca sakinleştiriciler (benzodiazepinler) ayrıca 'nöroleptik kaynaklı eksiklik sendromu' yoluyla "şizofreni"nin olumsuz semptomlarını yaratabilir.
- 40 araştırma makalesinin incelenmesine göre, benzodiazapinler, "başkalarının 'düşüncelerini, niyetlerini ve davranışlarını' anlama ve bunlara göre hareket etme yeteneğinin altında yatan zihinsel süreçler" olan 'sosyal bilişteki eksikliklerle' bağlantılıdır.
- Martin Harrow ve Thomas Jobe, 1970'lerin sonlarında Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından finanse edilen, antipsikotiklerin ve diğer psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileri hakkında bir çalışma başlattılar. 2007'de, antipsikotik ilaç kullanmayan şizofreni hastalarının 'uzun vadeli iyileşme oranının, ilaç kullananlara göre sekiz kat daha yüksek olduğunu' bildirdiler (%40'a karşı %5). Antipsikotikler, hastaları 'hastalığın doğal seyrinde' olacağından, daha fazla biyolojik olarak psikoza karşı savunmasız hale getiren bir 'dopamin aşırı duyarlılığına' neden olur. Antipsikotikler bu semptomları, uzun vadede kötüleştirebilir ve şizofreni ve diğer psikotik bozuklukların uzun vadeli seyrini kötüleştirebilir.
* Şizofreni İçin Anti-Psikoz İlaçlarının Zararları..
- Dr. Peter Gotzsche'nin bu makalesi, Mad In America'nın web sitesinde yayınlanan ücretsiz e-kitabının bir parçasıdır ve anti-psikoz ilaçlarının sayısız zararını, özellikle 'beyin küçülmesi ve gri maddenin tahribatı, yüksek ölüm oranları, istemsiz hareketler, cinsel işlev bozukluğu, diyabet, metabolik sendrom, erkek meme gelişimi ve daha birçok zararı' listeler.
* Psikiyatrik İlaçlar Etkili Değildir..
- Amerika'da Deli (Mad In America) web sitesinde, SSRI etkinliği üzerine yapılan araştırmanın mükemmel bir özeti bulunmaktadır ve bu özette şu ifade yer almaktadır: “Bilimsel literatür, elli yıllık bir zaman dilimine yayılan bir hikaye anlatır. Antidepresanlar tanıtıldığında, en azından birkaç psikiyatrist 'ilaç tedavisinin, bozukluğun kronikleşmesine neden olduğundan' endişe eder. Sonraki yirmi yıl boyunca, araştırmacılar 'antidepresanlarla tedavi edilen hastaların, eskisinden daha sık nüksettiğini' buldular. 1990'larda ve 2000'lerin başında yapılan çalışmalar, 'depresyondaki hastaların çoğunun kalıcı bir iyileşme sağlamadığını' buldu. İlaçlı depresyonun, antidepresan öncesi döneme göre 'daha kronik bir seyir izlediği' bulundu. 1995'ten bu yana yapılan çok sayıda çalışma, 'antidepresanlarla tedavi edilen hastaların, ilaçsız hastalara göre daha uzun süre semptomatik kalma olasılığının daha yüksek olduğunu' söylüyor. Çalışmalar, 'antidepresanların, depresyon atağı geçiren bir kişinin, bu bozukluk nedeniyle engelli olma riskini artırdığını' bulmuştur. Ülkeden ülkeye antidepresan reçetelerinin artması, ruh hali bozuklukları nedeniyle 'engelliliğin artmasıyla' birlikte görülmüştür.”
- 4.041 "gerçek dünya" ayaktan hastasını kapsayan ve STAR*D çalışması olarak bilinen büyük bir NIMH çalışmasında, antidepresan verilen sadece 108 hasta iyi kaldı ve bir yıllık takip süresince çalışmada %3'lük bir iyi kalma oranı elde edildi.
- Dört tedavi türünü (iki psikoterapi biçimi, bir antidepresan ve plasebo) karşılaştıran 18 aylık bir NIMH çalışmasında, başlangıçta antidepresanla tedavi edilen grup, çalışmanın sonunda en düşük iyi kalma oranına sahipti.
- 2002'de, Connecticut Üniversitesi'ndeki Irving Kirsch ve meslektaşları, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası'nı kullanarak, ilaç onay süreci kapsamında ilaç şirketleri tarafından Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) sunulan tüm antidepresan klinik çalışmalarına erişim sağladı. Yayımlanmış ve yayımlanmamış çalışmalar bir araya getirildiğinde, 'antidepresanların "etkililiğinin" çoğunun, plasebo etkisinden kaynaklandığı; insanların depresyonlarını "daha iyi" hale getirecek bir hap aldıklarına inanmaları sonucu' ortaya çıktı.
- İlaçlı ve plasebo grupları arasındaki semptom azaltma farkının Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği'nde (HAM-D "Hamilton Rating Scale of Depression") iki puandan az olduğunu bildirdiler. İngiltere'deki Ulusal Klinik Mükemmellik Enstitüsü (National Institute of Clinical Excellence), klinik olarak alakalı olması için bu ölçekte en az 3 puanlık bir fark olması gerektiğini belirtti ve Kirsch, 'SSRI'ların yalnızca şiddetli depresyonda olan bir hasta alt grubunda, bu standardı karşıladığını' buldu. Kirsch ve diğerleri, semptom puanlarına dayanarak antidepresanlar için yaklaşık 0,30'luk "etki büyüklükleri" hesapladılar. Bu, 'ilaçla tedavi edilen ve plasebo hastalarının sonuçlarının dağılımında %88'lik bir örtüşme olduğu' anlamına gelir. Dolayısıyla, bu semptom azaltma verilerinden elde edilen risk-fayda denklemi şu şekilde özetlenebilir: 'İlaç tedavisinin olumsuz etkilerine maruz kalmak, daha iyi bir sonuç elde etme şansı olan %12'ye değer mi?' Veya başka bir deyişle: Hastaların %12'si tedaviden fayda görecek, kalan %88'i ise plasebodan başka herhangi bir ek terapötik fayda olmaksızın tedavinin olumsuz etkilerine maruz kalacak. Bunlar, antidepresan ilaç almayı düşünen bir kişinin bilmek isteyebileceği olasılıklardır.
- Plasebo tepkisi antidepresan tepkisinin %82'siydi —Prozac'ın durumunda %89'du. Çalışmalar 'antidepresan ilaçların, etkisiz plaseboya göre klinik olarak anlamlı bir avantaj sağladığını' gösteremedi. Başka bir deyişle, SSRI kullanan her on kişiden yalnızca bir veya iki kişi, ilaçtan gerçekten fayda görüyor— bu gerçek SSRI savunucuları tarafından bile kabul ediliyor. Açık soru şu: İlaçtan hiçbir fayda görmeyen ancak şimdi ilacın yan etkileri açısından risk altında olan sekiz veya dokuz kişi ne olacak?
- Kirsch, 2008'de meta-analizi tekrarladı ve aynı sonuçları buldu. Üç başka çalışma Kirsch'in bulgularını tekrarladı.
* İlaç Reçeteleme ve Tanılamada Artış..
- Temmuz 2007'de yapılan bir hükümet araştırması, 'antidepresanların ABD'de en çok reçete edilen ilaçlar olduğunu' buldu. 2002'den 2008'e kadar hastalar psikotropik ilaçlara 123 milyar dolar harcadı. 2005'te doktorlar, antidepresanlar için 31 milyon reçete yazdı. 2004'te ilaç şirketleri, antidepresanları tanıtmak için 1,5 milyar dolar harcadı.
- Altı Amerikalıdan biri 'psikiyatrik ilaç' kullanıyor ve sekiz Amerikalıdan biri 'antidepresan' kullanıyor.
- Amerika Birleşik Devletleri'nde depresyon tanısı 1991 ile 2000 yılları arasında iki katına çıktı ve bu SSRI ilaçlarının piyasaya sürülmesiyle aynı zamana denk geldi. Bu ilaçlar, 'sorunlu ilişkisel verileri' açıklayarak pazarlanmadı; bunun yerine 'depresyona' neden olan varsayılan 'kimyasal dengesizliği giderdiği' iddiasıyla satıldı.
* Araştırmayla İlgili Sorunlar.. Psikiyatrik ilaçlarla ilgili araştırmalarda yer alan kusurlar ve yolsuzluklar hakkında çok şey yazıldı. Robert Whitaker'ın Amerika'da Deli (Mad in America) web sitesi, 'psikiyatride "Rastgele Kontrollü Denemeler (RCT "Randomized Controlled Trials")" ile ilgili sorunlar' hakkında bu kapsamlı makale de dahil olmak üzere çok sayıda makale sunmaktadır: RCT Saplantımız: Araştırma için "Altın Standart"ın Antidepresanların Değerleri Hakkında Toplumsal Bir Yanılgıya Nasıl Yol Açtığı'dır (Research Has Led to A Societal Delusion About the Merits of Antidepressants). Bir sorun, 'olumsuz çalışmaların' genellikle yayınlanmamasıdır. 2008'de Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) yayınlanan bir çalışma, antidepresan etkinliğiyle ilgili hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış çalışmaları inceledi.
Antidepresan denemelerinin yarısının, 'antidepresanlar için plaseboya kıyasla hiçbir yararlı etki bulmadığını' buldular. Tek sorun: olumsuz çalışmaların neredeyse hiçbiri yayınlanmadı ve yayınlananlar da olumlu görünmek için "çarpıtıldı". MIA'nın makalesinde belirtildiği gibi, 'majör depresyon hapı üzerine yapılan bir araştırmanın, hileli olduğu' ortaya çıktı, ancak ulusal haber medyasında alıntılanmaya devam ediyor.
* ÇÖZÜMLER
- Açık fikirli olun. Okuduğunuz bilgi kaynaklarını veya gerçek olarak benimsediğiniz mitleri sorgulayın. Büyük ilaç şirketleri ve psikiyatristler, 'hayat boyu ilaçlarına ihtiyacınız olduğuna' inanmanızı sağlamak için 'milyarlarca dolarlık bir mali teşvike' sahiptir.
- Reçeteli ilaç kullanmaya başlamadan önce 'psikoterapi ve meditasyon ve kişisel bakım' gibi kişisel gelişim çözümlerini dürüstçe deneyin.
- Duygularınızın geçeceğini ve hiçbir şey yapmadan daha iyi hissedebileceğinizi bilin. NIMH'nin "tedavi edilmemiş depresyon" üzerine yaptığı bir çalışmada, ilaç almayan hastaların %23'ü bir ayda; %67'si altı ayda; ve %85'i bir yıl içinde iyileşti. Araştırmacılar, "Tedavi görmeyen depresif bireylerin %85'i bir yıl içinde kendiliğinden iyileşmesi halinde, herhangi bir müdahalenin bundan daha üstün bir sonuç göstermesi son derece zor olurdu" diye yazdı.
Haberleri okuyup psikotropik ilaçlar için televizyon reklamlarını izlemek, Amerikalıların akıl hastalığı salgınının ortasında olup olmadığını merak etmenize neden oluyorsa, yalnız değilsiniz. New York Times'da yayınlanan bir kitap incelemesinde (a), Yeni İngiltere Tıp Dergisinin (New England Journal of Medicine) eski baş editörü Marcia Angell, Amerikalıların yüzde 46'sının artık bir tür akıl hastalığı teşhisine uyduğunu anlatıyor. "Burada neler oluyor? Akıl hastalığının yaygınlığı gerçekten bu kadar yüksek mi ve hala tırmanıyor mu?" diye soruyor. İncelediği üç kitabın yazarları bazı ilginç ve endişe verici cevaplar verdi.
-Akıl Hastalığı Kimyasal Dengesizliğin Sonucu Değildir.. Çoğunuz muhtemelen depresyonun beyninizdeki serotonin eksikliğinden kaynaklandığını ve antidepresanların bunu düzeltmek için tasarlandığını duymuşsunuzdur. Benzer şekilde, şizofreninin de diğer psikiyatrik ilaçların düşürmeye yardımcı olduğu çok fazla dopamin ile ilişkili olduğu söylenmektedir. Ne yazık ki bu pazarlama hilelerini yutmuş olan herkes için bu aslında bilimsel bir ifade DEĞİLDİR. Bunun yerine, akıl hastalığının "nedenleri" için bu açıklamalar, ilaçların bu etkilere sahip olduğu bulunduktan sonra oluşturulmuştur.
Angell şöyle diyor: “Psikoaktif ilaçların beyindeki nörotransmitter seviyelerini etkilediği, esas olarak omurilik sıvısındaki parçalanma ürünlerinin seviyeleriyle kanıtlandığı zaman, 'akıl hastalığının nedeninin beyindeki bu kimyasalların konsantrasyonunda, uygun ilaçla özel olarak dengelenmiş bir anormallik olduğu' teorisi ortaya çıktı... Bu, mantıkta büyük bir sıçramaydı... Nörotransmitter seviyelerini etkileyen ilaçların, ilk etapta nörotransmitterlerin hastalıkla hiçbir ilgisi olmasa bile semptomları hafifletebilmesi tamamen mümkündü; (ve hatta semptomları tamamen başka bir etki biçimiyle hafifletmiş olmaları bile mümkündü).” Angell'in belirttiği gibi, bu mantığı kullanarak "ateşlerin çok az aspirinden kaynaklandığını iddia edebilirsiniz!" Ne yazık ki, 'akıl hastalığının kimyasal denge sonucu olduğu' fikri, artık geleneksel psikiyatri mesleğinde kökleşmiş popüler bir fikirdir. Sadece akıl hastalığının damgasını ortadan kaldırmakla kalmaz, aynı zamanda psikiyatristlere reçete defterlerine tam olarak uyan bir çözüm sunar.
Sorun şu ki, ilaçlar sadece işe yaramıyor, aynı zamanda 'beyninizin, anormal şekilde çalışmasına' da neden olabiliyor. Yukarıdaki videoda röportajını yaptığım tıp gazetecisi ve Pulitzer Ödülü adayı Robert Whitaker, Angell'in bildirdiği gibi bunu şu şekilde açıklıyor: "Tedavi öncesinde, şizofreni, depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklar teşhisi konan hastalar bilinen herhangi bir "kimyasal dengesizlikten" muzdarip olmazlar. Ancak, bir kişi bir şekilde nöronal yolun olağan mekaniğini alt üst eden (bozan) bir psikiyatrik ilaca başladığında, beyni... anormal şekilde çalışmaya başlar. "
-Psikiyatrik İlaçlar Akıl Hastalığını Daha Kötü Hale Getiriyor mu? Son birkaç on yılda psikiyatrik bozuklukların teşhis ve tedavisi alanında bir şeyler değişti ve bu bir şey akıl hastalığı nedeniyle devlet (Sosyal Güvenlik) engelliliğinde olan kişilerde %600'lük bir artışa yol açtı! Whitaker'a göre, depresyon eskiden tipik olarak kendi kendini sınırlayan bir hastalıktı. Hastaneye yatmayı gerektirecek kadar şiddetli vakalarda bile, insanlar altı veya sekiz ayda iyileşiyordu; kurtuluyorlardı ve genellikle asla nüksetmiyorlardı veya nüksetseler bile yıllar sonra tekrar kendi kendini sınırlayan bir durum oluyordu. Antidepresanlar piyasaya sürüldüğünde, insanların depresyondan daha hızlı kurtulmalarına yardımcı olmaları amaçlanmıştı. Ne yazık ki, şu anda gördüğümüz ve antidepresanlar piyasaya sürüldüğünden beri gördüğümüz şey, hastaların daha hızlı iyileşmesi ancak 'daha fazla nüksetmesi' veya yalnızca 'kısmen iyileşip' asla gerçekten 'çözülmeyen kronik depresyonun, iltihaplı bir durumuna geçiş yapmasıdır.'
-Psikiyatrik İlaçlar Akıl Hastalığını Daha Kötü Hale Getiriyor mu? Son birkaç on yılda psikiyatrik bozuklukların teşhis ve tedavisi alanında bir şeyler değişti ve bu bir şey akıl hastalığı nedeniyle devlet (Sosyal Güvenlik) engelliliğinde olan kişilerde %600'lük bir artışa yol açtı! Whitaker'a göre, depresyon eskiden tipik olarak kendi kendini sınırlayan bir hastalıktı. Hastaneye yatmayı gerektirecek kadar şiddetli vakalarda bile, insanlar altı veya sekiz ayda iyileşiyordu; kurtuluyorlardı ve genellikle asla nüksetmiyorlardı veya nüksetseler bile yıllar sonra tekrar kendi kendini sınırlayan bir durum oluyordu. Antidepresanlar piyasaya sürüldüğünde, insanların depresyondan daha hızlı kurtulmalarına yardımcı olmaları amaçlanmıştı. Ne yazık ki, şu anda gördüğümüz ve antidepresanlar piyasaya sürüldüğünden beri gördüğümüz şey, hastaların daha hızlı iyileşmesi ancak 'daha fazla nüksetmesi' veya yalnızca 'kısmen iyileşip' asla gerçekten 'çözülmeyen kronik depresyonun, iltihaplı bir durumuna geçiş yapmasıdır.'
Uzun vadeli çalışmalar artık majör depresyonu olan kişilerin yalnızca yaklaşık yüzde 15'inin antidepresanla tedavi edildiğini ve uzun süre iyi kaldığını gösteriyor. Geriye kalan yüzde 85'i sürekli nüksetmeler yaşamaya başlıyor ve kronik depresyona
giriyor. Whitaker, "1990'larda, depresyonun uzun vadeli seyrindeki bu
değişim o kadar belirgindi ki sonunda araştırmacılar tarafından ele
alındı" diyor.
"İtalya'dan Giovanni Fava, "Hey, dinleyin, seyir antidepresanlarla değişiyor. Bunu epizodik bir hastalıktan, kronik bir hastalığa dönüştürüyoruz ve bunu gerçekten ele almamız gerekiyor." dedi. Sadece bu değil, depresyon [antidepresan kullanan] insanlara eskisinden daha derin bir şekilde nüfuz ediyor."
Whitaker'ın araştırmasına göre, 'beyni, uzun vadeli depresyona karşı duyarlı hale getirme eğilimi' hem eski trisiklik antidepresanlar hem de yeni SSRI'lar (seçici serotonin geri alım inhibitörleri "selective serotonin reuptake inhibitors") için aynı görünüyor. Harvard Tıp Fakültesi'nden Ross Baldessarini adlı bir başka ünlü psikofarmakolog da 'bu ilaçların, aslında depresojenik "depressogenic" (depresyona neden olan) olup olmadığını' sormaya başladı. Ne yazık ki, kanıtlar bu yönde ve antidepresanlar alındığında uzun vadeli prognoz "prognosis" oldukça kasvetli, çünkü 'bu tür ilaç tedavisinin kronik nüks oranı yüzde 85' gibi çok yüksek bir oranda..
-Psikiyatrik İlaçlar Normal Beyin Fonksiyonunuzda Değişikliklere Neden Olur.. Akıllı reklamların söylediğinin aksine, 'psikotropik ilaçların, düzeltilecek bilinen ölçülebilir biyolojik dengesizlikleri yoktur' - kan şekeri, kolesterol vb. seviyelerini ölçülebilir şekilde değiştirebilen diğer ilaçların aksine..
-"Fiziksel olarak orada olmayan bir şeyi nasıl ilaçlayabilirsiniz?" Cevap, elbette, yapamazsınız — ve 'bunu yapmak tehlikeli bir oyundur.' Psikotropik ilaçlar aslında nörotransmitterlerinize öyle bir şekilde müdahale edebilir ki 'beyninizdeki biyolojik fonksiyonlarınızı normal şekilde sürdürmek için gereken hassas süreçleri bozabilir' ve bu da 'zihinsel hastalığa benzeyebilecek yan etkilere yol açabilir!'
Angell'in bildirdiğine göre, Whitaker şöyle açıklıyor: "Psikoaktif ilaçların, nörotransmitter fonksiyonunu bozduğu iyi bilinmektedir, hatta hastalığın ilk etapta nedeni bu olmasa bile.." Whitaker bir etki zincirini anlatıyor. Örneğin, Celexa gibi bir SSRI antidepresan, 'sinapslardaki serotonin seviyelerini artırdığında, negatif geri bildirim adı verilen bir süreç yoluyla telafi edici değişiklikleri uyarır. Yüksek serotonin seviyelerine yanıt olarak, onu salgılayan nöronlar (presinaptik nöronlar) daha azını salgılar ve postsinaptik nöronlar ona duyarsızlaşır.' Aslında, 'beyin ilacın etkilerini etkisiz hale getirmeye' çalışmaktadır. Aynısı, nörotransmitterleri bloke eden ilaçlar için de geçerlidir, ancak tersi geçerlidir.”
1996 yılında, o zamanlar Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün başkanı olan ve şu anda Harvard Üniversitesi Dekanı olan nörobilimci Steven Hyman, bu olaylar zincirini açıkladığı Başlatma ve Uyum: Psikotropik İlaçları Anlamak İçin Bir Paradigma (Initiation and Adaptation: A Paradigm for Understanding Psychotropic Drugs) adlı makaleyi yayınladı. Dr. Hyman'a göre, 'beyniniz, ilaca karşı bir dizi telafi edici adaptasyon geçirdiğinde, beyniniz "hem niteliksel hem de niceliksel olarak normalden farklı" bir şekilde çalışır.' Angell, bu kısır döngünün nasıl 'daha fazla tanıya, reçeteli ilaç kullanımına ve artan yan etkilere' yol açtığını açıklayarak devam ediyor:
"Psikoaktif ilaçları 'birkaç hafta kullandıktan sonra, beynin telafi edici çabaları başarısız olmaya başlar ve ilaçların etki mekanizmasını yansıtan yan etkiler ortaya çıkar.' Örneğin, SSRI'lar, 'serotonin fazlalığı nedeniyle mani ataklarına' neden olabilir. Antipsikotikler, 'dopaminin tükenmesi nedeniyle (ki bu da Parkinson hastalığında tükenir) Parkinson hastalığına benzeyen yan etkilere' neden olur. Yan etkiler ortaya çıktıkça, genellikle diğer ilaçlarla tedavi edilirler ve birçok hasta, bir dizi tanı için reçete edilen bir psikoaktif ilaç kokteyli ile sonuçlanır. Antidepresanların neden olduğu mani atakları, "bipolar bozukluk" olarak yeni bir tanıya ve Depokote (bir antikonvülsan) gibi bir "ruh hali dengeleyici" ile daha yeni antipsikotik ilaçlardan biriyle tedaviye yol açabilir. Ve benzeri."
-Yan Etkiler Hastaların Antidepresanların "Çalıştığını" Anlamalarını Sağlar.. Her yıl, antidepresanlar için 230 milyon reçete dolduruluyor ve bu da onları Amerika Birleşik Devletleri'nde en çok reçete edilen ilaçlardan biri haline getiriyor. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri'nin (CDC "Disease Control and Prevention") en son istatistiklerine göre, tüm bu 'reçeteli ilaçlar alınmasına rağmen, 20 Amerikalıdan birinden fazlası depresyonda.' İstatistikler 'tek başına antidepresanlarla tedavinin işe yaramadığının güçlü bir göstergesi' olmalı, ancak araştırmalar da bunu doğruluyor. Çalışmalar, 'antidepresan ilaçların şeker haplarından daha etkili olmadığını' doğruladı. Hatta bazı çalışmalar, 'şeker haplarının, antidepresanlardan DAHA İYİ sonuçlar üretebileceğini' buldu! Şahsen, bu şaşırtıcı bulgunun sebebinin, her iki hapın da plasebo etkisiyle çalışması, ancak şeker haplarının çok daha az yan etki üretmesi olduğuna inanıyorum.
"İtalya'dan Giovanni Fava, "Hey, dinleyin, seyir antidepresanlarla değişiyor. Bunu epizodik bir hastalıktan, kronik bir hastalığa dönüştürüyoruz ve bunu gerçekten ele almamız gerekiyor." dedi. Sadece bu değil, depresyon [antidepresan kullanan] insanlara eskisinden daha derin bir şekilde nüfuz ediyor."
Whitaker'ın araştırmasına göre, 'beyni, uzun vadeli depresyona karşı duyarlı hale getirme eğilimi' hem eski trisiklik antidepresanlar hem de yeni SSRI'lar (seçici serotonin geri alım inhibitörleri "selective serotonin reuptake inhibitors") için aynı görünüyor. Harvard Tıp Fakültesi'nden Ross Baldessarini adlı bir başka ünlü psikofarmakolog da 'bu ilaçların, aslında depresojenik "depressogenic" (depresyona neden olan) olup olmadığını' sormaya başladı. Ne yazık ki, kanıtlar bu yönde ve antidepresanlar alındığında uzun vadeli prognoz "prognosis" oldukça kasvetli, çünkü 'bu tür ilaç tedavisinin kronik nüks oranı yüzde 85' gibi çok yüksek bir oranda..
-Psikiyatrik İlaçlar Normal Beyin Fonksiyonunuzda Değişikliklere Neden Olur.. Akıllı reklamların söylediğinin aksine, 'psikotropik ilaçların, düzeltilecek bilinen ölçülebilir biyolojik dengesizlikleri yoktur' - kan şekeri, kolesterol vb. seviyelerini ölçülebilir şekilde değiştirebilen diğer ilaçların aksine..
-"Fiziksel olarak orada olmayan bir şeyi nasıl ilaçlayabilirsiniz?" Cevap, elbette, yapamazsınız — ve 'bunu yapmak tehlikeli bir oyundur.' Psikotropik ilaçlar aslında nörotransmitterlerinize öyle bir şekilde müdahale edebilir ki 'beyninizdeki biyolojik fonksiyonlarınızı normal şekilde sürdürmek için gereken hassas süreçleri bozabilir' ve bu da 'zihinsel hastalığa benzeyebilecek yan etkilere yol açabilir!'
Angell'in bildirdiğine göre, Whitaker şöyle açıklıyor: "Psikoaktif ilaçların, nörotransmitter fonksiyonunu bozduğu iyi bilinmektedir, hatta hastalığın ilk etapta nedeni bu olmasa bile.." Whitaker bir etki zincirini anlatıyor. Örneğin, Celexa gibi bir SSRI antidepresan, 'sinapslardaki serotonin seviyelerini artırdığında, negatif geri bildirim adı verilen bir süreç yoluyla telafi edici değişiklikleri uyarır. Yüksek serotonin seviyelerine yanıt olarak, onu salgılayan nöronlar (presinaptik nöronlar) daha azını salgılar ve postsinaptik nöronlar ona duyarsızlaşır.' Aslında, 'beyin ilacın etkilerini etkisiz hale getirmeye' çalışmaktadır. Aynısı, nörotransmitterleri bloke eden ilaçlar için de geçerlidir, ancak tersi geçerlidir.”
1996 yılında, o zamanlar Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün başkanı olan ve şu anda Harvard Üniversitesi Dekanı olan nörobilimci Steven Hyman, bu olaylar zincirini açıkladığı Başlatma ve Uyum: Psikotropik İlaçları Anlamak İçin Bir Paradigma (Initiation and Adaptation: A Paradigm for Understanding Psychotropic Drugs) adlı makaleyi yayınladı. Dr. Hyman'a göre, 'beyniniz, ilaca karşı bir dizi telafi edici adaptasyon geçirdiğinde, beyniniz "hem niteliksel hem de niceliksel olarak normalden farklı" bir şekilde çalışır.' Angell, bu kısır döngünün nasıl 'daha fazla tanıya, reçeteli ilaç kullanımına ve artan yan etkilere' yol açtığını açıklayarak devam ediyor:
"Psikoaktif ilaçları 'birkaç hafta kullandıktan sonra, beynin telafi edici çabaları başarısız olmaya başlar ve ilaçların etki mekanizmasını yansıtan yan etkiler ortaya çıkar.' Örneğin, SSRI'lar, 'serotonin fazlalığı nedeniyle mani ataklarına' neden olabilir. Antipsikotikler, 'dopaminin tükenmesi nedeniyle (ki bu da Parkinson hastalığında tükenir) Parkinson hastalığına benzeyen yan etkilere' neden olur. Yan etkiler ortaya çıktıkça, genellikle diğer ilaçlarla tedavi edilirler ve birçok hasta, bir dizi tanı için reçete edilen bir psikoaktif ilaç kokteyli ile sonuçlanır. Antidepresanların neden olduğu mani atakları, "bipolar bozukluk" olarak yeni bir tanıya ve Depokote (bir antikonvülsan) gibi bir "ruh hali dengeleyici" ile daha yeni antipsikotik ilaçlardan biriyle tedaviye yol açabilir. Ve benzeri."
-Yan Etkiler Hastaların Antidepresanların "Çalıştığını" Anlamalarını Sağlar.. Her yıl, antidepresanlar için 230 milyon reçete dolduruluyor ve bu da onları Amerika Birleşik Devletleri'nde en çok reçete edilen ilaçlardan biri haline getiriyor. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri'nin (CDC "Disease Control and Prevention") en son istatistiklerine göre, tüm bu 'reçeteli ilaçlar alınmasına rağmen, 20 Amerikalıdan birinden fazlası depresyonda.' İstatistikler 'tek başına antidepresanlarla tedavinin işe yaramadığının güçlü bir göstergesi' olmalı, ancak araştırmalar da bunu doğruluyor. Çalışmalar, 'antidepresan ilaçların şeker haplarından daha etkili olmadığını' doğruladı. Hatta bazı çalışmalar, 'şeker haplarının, antidepresanlardan DAHA İYİ sonuçlar üretebileceğini' buldu! Şahsen, bu şaşırtıcı bulgunun sebebinin, her iki hapın da plasebo etkisiyle çalışması, ancak şeker haplarının çok daha az yan etki üretmesi olduğuna inanıyorum.
Ancak İngiltere'deki Hull Üniversitesi'nde psikolog olan
Irving Kirsch ve meslektaşlarının araştırması başka bir ilginç teori
sunuyor: 'antidepresanların ürettiği yan etkiler, bazen daha iyi çalıştıkları algısının nedenidir.' Kirsch'in İmparatorun Yeni İlaçları: Antidepresan Efsanesinin Çöküşü (The Emperor's New Drugs: Exploding the Antidepressant Myth) adlı kitabında, ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne sunulan plasebo kontrollü klinik denemeleri kullanarak yürüttüğü araştırmayı anlatıyor. 42 denemenin incelenmesi, 'plaseboların, antidepresanlardan yüzde 82 daha etkili olduğunu' ortaya koydu, bu da Hamilton Depresyon Ölçeği'nde (depresyon semptomlarını ölçmek için kullanılır) 1,8 puanlık bir farka karşılık geliyor. Klinik açıdan "önemli" olsa da, bu fark tedavi düzeyinde pek bir şey ifade etmeyecektir. Kirsch ayrıca araştırmada 'yan etki üreten hemen hemen her hapın, depresyonu hafifletmede plasebodan biraz daha etkili olduğunu' buldu. Bunlara 'tiroid hormonları, bitkisel ilaçlar, uyarıcılar, sakinleştiriciler ve diğerleri' dahildir.
Yani, antidepresanlar bu eylemde benzersiz görünmüyordu, çünkü verilen hemen hemen her hap aynı sonuçları üretti. Gerçekten neler oluyordu? Peki, bir çalışmayı çift kör tutmanın amacı, yani ne hastanın ne de araştırmacının aktif bir hap mı yoksa plasebo mu aldığını bilmemesi, önyargıyı önlemektir. Bir kişinin aktif bir ilaç aldığına inanması durumunda, bir fayda "hissetme" olasılığının daha yüksek olduğu iyi bilinmektedir. Kirsch, bir kişi yan etki yaşadığında, bunun ona plasebo yerine aktif bir antidepresan aldığına dair bir ipucu verdiğini ve bunun da ona hafif bir avantaj sağladığını ileri sürdü. Bunu test etmek için Kirsch daha sonra "aktif" bir plasebo içeren denemeleri araştırdı, yani yan etkiye ve düşüklüğe neden olan bir plasebo ve işte antidepresan ile aktif plasebo arasında kesinlikle hiçbir fark bulunamadı.
Angell şunları bildirdi: "Herkesin bir tür veya başka bir yan etkisi vardı ve herkes aynı düzeyde iyileşme bildirdi. Kirsch, antidepresanların klinik deneylerinde bir dizi başka tuhaf bulgu bildirdi; bunlara doz-tepki eğrisinin olmaması da dahildi; yani yüksek dozlar, düşük dozlardan daha iyi çalışmıyordu; bu da gerçekten etkili ilaçlar için son derece olası değildir. Kirsch, "Tüm bunları bir araya getirdiğimizde", ilaçlar ve plasebolar arasındaki nispeten küçük farkın gerçek bir ilaç etkisi olmayabileceği sonucuna varıyor. Bunun yerine, bazı hastaların kör olmaları ve kendilerine ilaç mı yoksa plasebo mu verildiğini fark etmeleri nedeniyle ortaya çıkan gelişmiş bir plasebo etkisi olabilir. Eğer durum buysa, o zaman gerçek bir antidepresan ilaç etkisi yoktur."
-"Kimyasal Dengesizlik (Chemical Imbalance)" Teorisi Hakkındaki Gerçek.. Bir aile hekimi olarak binlerce depresif hastayı tedavi ettim. Depresyon aslında 80'lerin ortalarında ilk uygulamaya başladığımda başlıca endişelerimden biriydi, ancak o zamanlar birincil aracım antidepresanlar kullanmaktı. Binlerce kişiyi bu ilaçlara yönlendirdim ve bu alanda makul düzeyde deneyim kazandım. Neyse ki daha fazla şey öğrendim ve tüm bu ilaçları kullanmayı bırakabildim.
Deneyimim, "kimyasal dengesizliğin yalnızca pahalı ve toksik antidepresanların kullanımını desteklemek için kullanılan büyük bir pazarlama hilesi" olduğuydu.. Çoğunuz muhtemelen depresyonun, bu ilaçların düzeltmek için tasarlandığı "beyninizdeki kimyasal dengesizlikten" kaynaklandığını duymuştur. Daha önce de belirtildiği gibi, bu bilimsel bir ifade değil. Peki nereden çıktı? Düşük serotonin teorisi, 'ilaçların beyinde nasıl etki ettiğini' anladıkları için ortaya çıktı; ilacın bir şeyi nasıl düzeltebileceğini açıklamaya çalışan bir hipotezdi. Ancak, bu hipotez daha fazla araştırmaya dayanmadı. Depresif kişilerin, serotonin seviyelerinin gerçekten düşük olup olmadığını görmek için araştırmalar yapıldı ve 1983'te Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health") şu sonuca vardı: “Depresif hastaların serotoninerjik sisteminde herhangi bir sorun olduğuna dair bir kanıt yok.”
-Serotonin teorisi bilimsel bir ifade değildir. Bu, beceriksizce yapılmış bir teoridir; yanlış olduğu kanıtlanmış bir hipotezdir. 'Bu yanılgının büyümeye devam etmesi milyonlarca insanın sağlığını mahvediyor', çünkü 'serotoninin normal geri alımını engelleyen bir SSRI ilacı alırsanız, ilacın tedavi etmek için tasarlandığı fizyolojik sorunla, yani düşük serotonin seviyeleriyle karşı karşıya kalırsınız.' Bu, ironik bir şekilde, ilk etapta depresyona yol açtığı varsayılan durumdur.
1996'da, o zamanlar NIMH'nin başkanı olan ve şu anda Harvard Üniversitesi Dekanı olan nörobilimci Steven Hyman, bu olaylar zincirini açıkladığı Başlatma ve Uyum: Psikotropik İlaçları Anlamak İçin Bir Paradigma (Initiation and Adaptation: A Paradigm for Understanding Psychotropic Drugs) adlı makaleyi yayınladı.
Dr. Hyman'a göre, 'beyniniz ilaca karşı bir dizi telafi edici adaptasyon geçirdiğinde, beyniniz "hem niteliksel hem de niceliksel olarak normalden farklı" bir şekilde çalışır.' Yani, bu ilaçların normalleştirici ajanlar OLMADIĞINI anlamak önemlidir. Bunlar 'anormalleştirici ajanlardır' ve bunu anladığınızda, bunların nasıl 'manik bir epizodu' tetikleyebileceğini veya örneğin neden 'cinsel işlev bozukluğu veya şiddet ve intiharla' ilişkilendirilebileceğini anlayabilirsiniz.
-Nasıl Bu Kadar Kötü Oldu? 'Her duygu ve psikolojik özellik için bir hapımızın olmasının' nedeni(ni açıklayan bulmacanın bir parçası), 'psikiyatristlerin başlangıçta "gerçek" doktorlar olarak kabul edilmemesidir'; hastalarına yardımcı olmak için pek bir şey "yapamazlardı" ve kesinlikle onları iyileştiremezlerdi. Statülerini yükseltmek için alanı daha bilimsel hale getirmeleri gerektiğini fark ettiler ve 'akla gelebilecek her davranış eğiliminin' tıbbileştirilmesi "medicalizing" ve ilaçlanmasına "drugging" yol açan bu karardı.
Tıp gazetecisi ve Pulitzer Ödülü adayı Robert Whitaker, ilk kitabı Amerika'da Deli'de (Mad in America) 'ciddi ruhsal hastalığı olanların tedavisinin tarihini' açıklıyor. Son kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America), 'psikiyatrinin ilerlemesiyle birlikte ruhsal hastalıkların hızla arttığı' rahatsız edici gerçeğine odaklanıyor. Sorunun bir kısmı, 'tanı kriterlerinin, katlanarak artmasıdır '-örn 'alışveriş alışkanlıklarınızı kontrol etmekte sorun yaşıyorsanız artık "hasta" olarak teşhis edilebilir' ve 'yetişkinlerle sık sık tartışan bir çocuk, 313.81 tanı koduna göre etiketlenebilirsiniz - Karşı Gelme (/Karşıt Olma) Bozukluğu (Oppositional Defiant Disorder)'. Şaşırtıcı sayıda 'normal insan deneyimi' artık "bozukluklar" olarak maskeleniyor ve bunlar için bir ilaç tedavisi mevcut. Bir diğer faktör de 'psikiyatrik ilaçların, daha ciddi ruhsal hastalık biçimleri OLUŞTURMASIDIR...'
-Bilim, Psikiyatrik İlaçların Etkinliği Hakkında Gerçekten Ne Diyor? Öncelikle, araştırma literatürüne bakıldığında, kısa süreli denemeler 'antidepresanların hafif ila orta şiddette depresyon için plaseboya kıyasla klinik olarak anlamlı bir fayda sağlamadığını' göstermektedir. Bildiğiniz gibi, tüm ilaçların fayda-risk oranları vardır, bu nedenle 'bir ilaç, semptomları hafifletmede plasebo kadar etkiliyse, onları birinci savunma hattı olarak kullanmak' gerçekten mantıklı değildir. Ve yine de Amerika'nın dört bir yanındaki doktorlar, onları gerçekten şeker haplarıymış gibi reçete ediyorlar! Ancak daha da kötüleşiyor.
Antidepresanların uzun vadeli etkileri üzerine yapılan araştırmalar, 'hastaların modern antidepresanların ortaya çıkmasından önceki genel norm olduğu gibi artık depresif ataklarından, gerçekten iyileşmediklerini' göstermektedir. 'Depresyon daha hızlı düzeliyor' gibi görünse de hastalar daha sık tekrarlama eğilimindedir ve geçici bir evre olması gereken şeyi giderek 'kronikleşen bir depresyon durumuna' dönüştürürler. Uzun vadeli çalışmalar artık majör depresyonu olan kişilerin yalnızca yaklaşık yüzde 15'inin antidepresanla tedavi edildiğinde remisyona girdiğini ve uzun süre iyi kaldığını gösteriyor. Geriye kalan yüzde 85'i sürekli nüksetmeler yaşamaya başlıyor ve kronik olarak depresyona giriyor.
Whitaker'ın araştırmasına göre, 'beyninizi uzun vadeli depresyona karşı hassaslaştırma eğilimi hem daha eski trisiklik antidepresanlar hem de daha yeni SSRI'lar (seçici serotonin geri alım inhibitörleri)' için aynı görünüyor. Ayrıca, Whitaker'a göre SSRI'ların 'bipolar depresyon geliştirme riskinizi artırdığı' gösterilmiştir. 'Beş yıl boyunca antidepresan kullanan çocukların yüzde 25 ila 50'si bipolar hastalığa dönüşüyor. Yetişkinlerde, uzun vadeli kullanıcıların yaklaşık yüzde 25'i unipolar depresyon tanısından bipolara dönüşüyor.' Bu ciddi bir endişedir çünkü 'bir kez bipolar olarak kategorize edildiğinizde, genellikle antipsikotik bir ilaç da dahil olmak üzere güçlü bir ilaç kokteyli ile tedavi edilirsiniz' ve uzun vadeli bipolar sonuçlar Amerika Birleşik Devletleri'nde kasvetlidir. Başlangıç olarak, bipolar hastaların yalnızca yaklaşık %35'i istihdam edilmektedir, bu nedenle kalıcı sakatlık riski büyüktür. Uzun vadeli kullanımda bulunan bir diğer risk ise bilişsel gerilemedir.
-Depresyon ve Diğer Ruhsal Hastalıklar İçin Gerçekten Ne İşe Yarar? Antidepresanlar ve diğer psikiyatrik ilaçlar işe yaramazsa ve sizi daha kötü hale getirebilirse, seçenekleriniz nelerdir? Depresyon veya başka bir ruhsal rahatsızlıkla karşı karşıyaysanız, dikkate almanız gereken beş önemli strateji vardır. Bu stratejilerin yalnızca olumlu etkileri vardır ve genellikle uygulanması çok ucuzdur.
1) Egzersiz – Depresyonunuz varsa veya zaman zaman kendinizi kötü hissediyorsanız, egzersiz ZORUNLUDUR. Araştırmalar bu alanda ezici bir şekilde olumludur ve çalışmalar fiziksel egzersizin depresyondaki insanlara yardımcı olmak için en azından antidepresanlar kadar iyi olduğunu doğrulamaktadır. Bunu yapmasının temel yollarından biri, beyninizdeki "iyi hissetme" hormonları olan endorfin seviyesini artırmaktır.
2) Stresinizle başa çıkın — Depresyon çok ciddi bir durumdur, ancak bir "hastalık" değildir. Bunun yerine, vücudunuzun ve hayatınızın dengesinin bozulduğunun bir işaretidir. Bunu hatırlamak çok önemlidir, çünkü depresyonu bir "hastalık" olarak görmeye başladığınız anda onu düzeltmek için bir ilaç almanız gerektiğini düşünürsünüz. Aslında, yapmanız gereken tek şey hayatınıza dengeyi geri kazandırmaktır ve bunu yapmanın temel yollarından biri de stresle başa çıkmaktır. Meditasyon veya yoga yardımcı olabilir. Bazen yapmanız gereken tek şey dışarı çıkıp yürüyüş yapmaktır. Ancak buna ek olarak, duygusal stresinizle başa çıkmanıza yardımcı olabilecek arkadaşlarınızdan, ailenizden ve gerekirse profesyonel danışmanlardan oluşan sağlam bir destek sistemi kullanmanızı da öneririm.
3) Sağlıklı beslenin — Göz ardı edilemeyecek bir diğer faktör de beslenmenizdir. Yiyecekler ruh haliniz ve başa çıkma ve mutlu olma yeteneğiniz üzerinde muazzam bir etkiye sahiptir ve beslenme planımda açıklandığı gibi tam gıdalar yemek ruh sağlığınızı en iyi şekilde destekleyecektir. Fruktoz, şeker ve tahıllardan kaçınmak, depresyonla başa çıkmada bir diğer güçlü araç olan insülin ve leptin seviyelerinizi normalleştirmenize yardımcı olacaktır.
4) Esansiyel yağlarla optimum beyin işlevini destekleyin — Ayrıca, kril yağı gibi yüksek kaliteli, hayvansal bazlı bir omega-3 yağıyla beslenmenizi desteklemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Omega-3 yağları, ruh halinizi düzenlemek ve depresyonla savaşmak da dahil olmak üzere optimum beyin işleviniz için gereklidir. Aslında, kanıtlar o kadar ikna edici hale geldi ki, alandaki bazı uzmanlar tüm ruh sağlığı uzmanlarını depresyondan muzdarip hastalarının yeterli miktarda omega-3 yağı almasını sağlamaya teşvik ediyor.
5) Bol güneş ışığı alın – Sağlıklı D vitamini seviyelerine sahip olmak için yeterli güneş ışığına maruz kaldığınızdan emin olmak, depresyonu tedavi etmede veya uzak tutmada da önemli bir faktördür. Önceki bir çalışma, en düşük D vitamini seviyelerine sahip kişilerin, normal seviyelere sahip olanlara göre depresyona girmeye 11 kat daha yatkın olduğunu bulmuştur. D vitamini eksikliği aslında istisnadan çok normdur ve daha önce hem psikiyatrik hem de nörolojik bozukluklarda rol oynamıştır.
Eğer siz veya sevdiğiniz biri ruhsal hastalıkla mücadele ediyorsa, kalbim sizinle. Yukarıda sunulan çözümler genellikle uzun vadede mücadelenizin üstesinden gelmenize yardımcı olacaktır, ancak hiçbir şekilde ruhsal hastalığın karmaşık bulmacasını veya aile birimleri ve bazı durumlarda geniş arkadaş çevreleri üzerindeki aşırı etkisini en aza indirmek için tasarlanmamıştır. Yıllarca derin kronik depresyondan muzdarip olan ve aslında birden fazla intihar girişimine yol açan bana yakın ve değerli iki kişinin mücadelelerine bizzat tanık oldum, bu yüzden yıkıcı etkilerine çok aşinayım. Ruhsal bir hastalığın uygun teşhisine dayanarak reçeteli bir ilaç kullanıyorsanız, daha ciddi hastalıklardan kaçınabilmeniz için olası yan etkilerin neler olduğunun farkında olun. Önemli yaşam tarzı değişiklikleri yaparak en yıkıcı yan etkilerden bazılarını ortadan kaldırabilir ve daha iyi bir sağlık koruyabilirsiniz. Makalenin tamamını buradan (b) okuyun.." (1)
Yani, antidepresanlar bu eylemde benzersiz görünmüyordu, çünkü verilen hemen hemen her hap aynı sonuçları üretti. Gerçekten neler oluyordu? Peki, bir çalışmayı çift kör tutmanın amacı, yani ne hastanın ne de araştırmacının aktif bir hap mı yoksa plasebo mu aldığını bilmemesi, önyargıyı önlemektir. Bir kişinin aktif bir ilaç aldığına inanması durumunda, bir fayda "hissetme" olasılığının daha yüksek olduğu iyi bilinmektedir. Kirsch, bir kişi yan etki yaşadığında, bunun ona plasebo yerine aktif bir antidepresan aldığına dair bir ipucu verdiğini ve bunun da ona hafif bir avantaj sağladığını ileri sürdü. Bunu test etmek için Kirsch daha sonra "aktif" bir plasebo içeren denemeleri araştırdı, yani yan etkiye ve düşüklüğe neden olan bir plasebo ve işte antidepresan ile aktif plasebo arasında kesinlikle hiçbir fark bulunamadı.
Angell şunları bildirdi: "Herkesin bir tür veya başka bir yan etkisi vardı ve herkes aynı düzeyde iyileşme bildirdi. Kirsch, antidepresanların klinik deneylerinde bir dizi başka tuhaf bulgu bildirdi; bunlara doz-tepki eğrisinin olmaması da dahildi; yani yüksek dozlar, düşük dozlardan daha iyi çalışmıyordu; bu da gerçekten etkili ilaçlar için son derece olası değildir. Kirsch, "Tüm bunları bir araya getirdiğimizde", ilaçlar ve plasebolar arasındaki nispeten küçük farkın gerçek bir ilaç etkisi olmayabileceği sonucuna varıyor. Bunun yerine, bazı hastaların kör olmaları ve kendilerine ilaç mı yoksa plasebo mu verildiğini fark etmeleri nedeniyle ortaya çıkan gelişmiş bir plasebo etkisi olabilir. Eğer durum buysa, o zaman gerçek bir antidepresan ilaç etkisi yoktur."
-"Kimyasal Dengesizlik (Chemical Imbalance)" Teorisi Hakkındaki Gerçek.. Bir aile hekimi olarak binlerce depresif hastayı tedavi ettim. Depresyon aslında 80'lerin ortalarında ilk uygulamaya başladığımda başlıca endişelerimden biriydi, ancak o zamanlar birincil aracım antidepresanlar kullanmaktı. Binlerce kişiyi bu ilaçlara yönlendirdim ve bu alanda makul düzeyde deneyim kazandım. Neyse ki daha fazla şey öğrendim ve tüm bu ilaçları kullanmayı bırakabildim.
Deneyimim, "kimyasal dengesizliğin yalnızca pahalı ve toksik antidepresanların kullanımını desteklemek için kullanılan büyük bir pazarlama hilesi" olduğuydu.. Çoğunuz muhtemelen depresyonun, bu ilaçların düzeltmek için tasarlandığı "beyninizdeki kimyasal dengesizlikten" kaynaklandığını duymuştur. Daha önce de belirtildiği gibi, bu bilimsel bir ifade değil. Peki nereden çıktı? Düşük serotonin teorisi, 'ilaçların beyinde nasıl etki ettiğini' anladıkları için ortaya çıktı; ilacın bir şeyi nasıl düzeltebileceğini açıklamaya çalışan bir hipotezdi. Ancak, bu hipotez daha fazla araştırmaya dayanmadı. Depresif kişilerin, serotonin seviyelerinin gerçekten düşük olup olmadığını görmek için araştırmalar yapıldı ve 1983'te Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health") şu sonuca vardı: “Depresif hastaların serotoninerjik sisteminde herhangi bir sorun olduğuna dair bir kanıt yok.”
-Serotonin teorisi bilimsel bir ifade değildir. Bu, beceriksizce yapılmış bir teoridir; yanlış olduğu kanıtlanmış bir hipotezdir. 'Bu yanılgının büyümeye devam etmesi milyonlarca insanın sağlığını mahvediyor', çünkü 'serotoninin normal geri alımını engelleyen bir SSRI ilacı alırsanız, ilacın tedavi etmek için tasarlandığı fizyolojik sorunla, yani düşük serotonin seviyeleriyle karşı karşıya kalırsınız.' Bu, ironik bir şekilde, ilk etapta depresyona yol açtığı varsayılan durumdur.
1996'da, o zamanlar NIMH'nin başkanı olan ve şu anda Harvard Üniversitesi Dekanı olan nörobilimci Steven Hyman, bu olaylar zincirini açıkladığı Başlatma ve Uyum: Psikotropik İlaçları Anlamak İçin Bir Paradigma (Initiation and Adaptation: A Paradigm for Understanding Psychotropic Drugs) adlı makaleyi yayınladı.
Dr. Hyman'a göre, 'beyniniz ilaca karşı bir dizi telafi edici adaptasyon geçirdiğinde, beyniniz "hem niteliksel hem de niceliksel olarak normalden farklı" bir şekilde çalışır.' Yani, bu ilaçların normalleştirici ajanlar OLMADIĞINI anlamak önemlidir. Bunlar 'anormalleştirici ajanlardır' ve bunu anladığınızda, bunların nasıl 'manik bir epizodu' tetikleyebileceğini veya örneğin neden 'cinsel işlev bozukluğu veya şiddet ve intiharla' ilişkilendirilebileceğini anlayabilirsiniz.
-Nasıl Bu Kadar Kötü Oldu? 'Her duygu ve psikolojik özellik için bir hapımızın olmasının' nedeni(ni açıklayan bulmacanın bir parçası), 'psikiyatristlerin başlangıçta "gerçek" doktorlar olarak kabul edilmemesidir'; hastalarına yardımcı olmak için pek bir şey "yapamazlardı" ve kesinlikle onları iyileştiremezlerdi. Statülerini yükseltmek için alanı daha bilimsel hale getirmeleri gerektiğini fark ettiler ve 'akla gelebilecek her davranış eğiliminin' tıbbileştirilmesi "medicalizing" ve ilaçlanmasına "drugging" yol açan bu karardı.
Tıp gazetecisi ve Pulitzer Ödülü adayı Robert Whitaker, ilk kitabı Amerika'da Deli'de (Mad in America) 'ciddi ruhsal hastalığı olanların tedavisinin tarihini' açıklıyor. Son kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America), 'psikiyatrinin ilerlemesiyle birlikte ruhsal hastalıkların hızla arttığı' rahatsız edici gerçeğine odaklanıyor. Sorunun bir kısmı, 'tanı kriterlerinin, katlanarak artmasıdır '-örn 'alışveriş alışkanlıklarınızı kontrol etmekte sorun yaşıyorsanız artık "hasta" olarak teşhis edilebilir' ve 'yetişkinlerle sık sık tartışan bir çocuk, 313.81 tanı koduna göre etiketlenebilirsiniz - Karşı Gelme (/Karşıt Olma) Bozukluğu (Oppositional Defiant Disorder)'. Şaşırtıcı sayıda 'normal insan deneyimi' artık "bozukluklar" olarak maskeleniyor ve bunlar için bir ilaç tedavisi mevcut. Bir diğer faktör de 'psikiyatrik ilaçların, daha ciddi ruhsal hastalık biçimleri OLUŞTURMASIDIR...'
-Bilim, Psikiyatrik İlaçların Etkinliği Hakkında Gerçekten Ne Diyor? Öncelikle, araştırma literatürüne bakıldığında, kısa süreli denemeler 'antidepresanların hafif ila orta şiddette depresyon için plaseboya kıyasla klinik olarak anlamlı bir fayda sağlamadığını' göstermektedir. Bildiğiniz gibi, tüm ilaçların fayda-risk oranları vardır, bu nedenle 'bir ilaç, semptomları hafifletmede plasebo kadar etkiliyse, onları birinci savunma hattı olarak kullanmak' gerçekten mantıklı değildir. Ve yine de Amerika'nın dört bir yanındaki doktorlar, onları gerçekten şeker haplarıymış gibi reçete ediyorlar! Ancak daha da kötüleşiyor.
Antidepresanların uzun vadeli etkileri üzerine yapılan araştırmalar, 'hastaların modern antidepresanların ortaya çıkmasından önceki genel norm olduğu gibi artık depresif ataklarından, gerçekten iyileşmediklerini' göstermektedir. 'Depresyon daha hızlı düzeliyor' gibi görünse de hastalar daha sık tekrarlama eğilimindedir ve geçici bir evre olması gereken şeyi giderek 'kronikleşen bir depresyon durumuna' dönüştürürler. Uzun vadeli çalışmalar artık majör depresyonu olan kişilerin yalnızca yaklaşık yüzde 15'inin antidepresanla tedavi edildiğinde remisyona girdiğini ve uzun süre iyi kaldığını gösteriyor. Geriye kalan yüzde 85'i sürekli nüksetmeler yaşamaya başlıyor ve kronik olarak depresyona giriyor.
Whitaker'ın araştırmasına göre, 'beyninizi uzun vadeli depresyona karşı hassaslaştırma eğilimi hem daha eski trisiklik antidepresanlar hem de daha yeni SSRI'lar (seçici serotonin geri alım inhibitörleri)' için aynı görünüyor. Ayrıca, Whitaker'a göre SSRI'ların 'bipolar depresyon geliştirme riskinizi artırdığı' gösterilmiştir. 'Beş yıl boyunca antidepresan kullanan çocukların yüzde 25 ila 50'si bipolar hastalığa dönüşüyor. Yetişkinlerde, uzun vadeli kullanıcıların yaklaşık yüzde 25'i unipolar depresyon tanısından bipolara dönüşüyor.' Bu ciddi bir endişedir çünkü 'bir kez bipolar olarak kategorize edildiğinizde, genellikle antipsikotik bir ilaç da dahil olmak üzere güçlü bir ilaç kokteyli ile tedavi edilirsiniz' ve uzun vadeli bipolar sonuçlar Amerika Birleşik Devletleri'nde kasvetlidir. Başlangıç olarak, bipolar hastaların yalnızca yaklaşık %35'i istihdam edilmektedir, bu nedenle kalıcı sakatlık riski büyüktür. Uzun vadeli kullanımda bulunan bir diğer risk ise bilişsel gerilemedir.
-Depresyon ve Diğer Ruhsal Hastalıklar İçin Gerçekten Ne İşe Yarar? Antidepresanlar ve diğer psikiyatrik ilaçlar işe yaramazsa ve sizi daha kötü hale getirebilirse, seçenekleriniz nelerdir? Depresyon veya başka bir ruhsal rahatsızlıkla karşı karşıyaysanız, dikkate almanız gereken beş önemli strateji vardır. Bu stratejilerin yalnızca olumlu etkileri vardır ve genellikle uygulanması çok ucuzdur.
1) Egzersiz – Depresyonunuz varsa veya zaman zaman kendinizi kötü hissediyorsanız, egzersiz ZORUNLUDUR. Araştırmalar bu alanda ezici bir şekilde olumludur ve çalışmalar fiziksel egzersizin depresyondaki insanlara yardımcı olmak için en azından antidepresanlar kadar iyi olduğunu doğrulamaktadır. Bunu yapmasının temel yollarından biri, beyninizdeki "iyi hissetme" hormonları olan endorfin seviyesini artırmaktır.
2) Stresinizle başa çıkın — Depresyon çok ciddi bir durumdur, ancak bir "hastalık" değildir. Bunun yerine, vücudunuzun ve hayatınızın dengesinin bozulduğunun bir işaretidir. Bunu hatırlamak çok önemlidir, çünkü depresyonu bir "hastalık" olarak görmeye başladığınız anda onu düzeltmek için bir ilaç almanız gerektiğini düşünürsünüz. Aslında, yapmanız gereken tek şey hayatınıza dengeyi geri kazandırmaktır ve bunu yapmanın temel yollarından biri de stresle başa çıkmaktır. Meditasyon veya yoga yardımcı olabilir. Bazen yapmanız gereken tek şey dışarı çıkıp yürüyüş yapmaktır. Ancak buna ek olarak, duygusal stresinizle başa çıkmanıza yardımcı olabilecek arkadaşlarınızdan, ailenizden ve gerekirse profesyonel danışmanlardan oluşan sağlam bir destek sistemi kullanmanızı da öneririm.
3) Sağlıklı beslenin — Göz ardı edilemeyecek bir diğer faktör de beslenmenizdir. Yiyecekler ruh haliniz ve başa çıkma ve mutlu olma yeteneğiniz üzerinde muazzam bir etkiye sahiptir ve beslenme planımda açıklandığı gibi tam gıdalar yemek ruh sağlığınızı en iyi şekilde destekleyecektir. Fruktoz, şeker ve tahıllardan kaçınmak, depresyonla başa çıkmada bir diğer güçlü araç olan insülin ve leptin seviyelerinizi normalleştirmenize yardımcı olacaktır.
4) Esansiyel yağlarla optimum beyin işlevini destekleyin — Ayrıca, kril yağı gibi yüksek kaliteli, hayvansal bazlı bir omega-3 yağıyla beslenmenizi desteklemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Omega-3 yağları, ruh halinizi düzenlemek ve depresyonla savaşmak da dahil olmak üzere optimum beyin işleviniz için gereklidir. Aslında, kanıtlar o kadar ikna edici hale geldi ki, alandaki bazı uzmanlar tüm ruh sağlığı uzmanlarını depresyondan muzdarip hastalarının yeterli miktarda omega-3 yağı almasını sağlamaya teşvik ediyor.
5) Bol güneş ışığı alın – Sağlıklı D vitamini seviyelerine sahip olmak için yeterli güneş ışığına maruz kaldığınızdan emin olmak, depresyonu tedavi etmede veya uzak tutmada da önemli bir faktördür. Önceki bir çalışma, en düşük D vitamini seviyelerine sahip kişilerin, normal seviyelere sahip olanlara göre depresyona girmeye 11 kat daha yatkın olduğunu bulmuştur. D vitamini eksikliği aslında istisnadan çok normdur ve daha önce hem psikiyatrik hem de nörolojik bozukluklarda rol oynamıştır.
Eğer siz veya sevdiğiniz biri ruhsal hastalıkla mücadele ediyorsa, kalbim sizinle. Yukarıda sunulan çözümler genellikle uzun vadede mücadelenizin üstesinden gelmenize yardımcı olacaktır, ancak hiçbir şekilde ruhsal hastalığın karmaşık bulmacasını veya aile birimleri ve bazı durumlarda geniş arkadaş çevreleri üzerindeki aşırı etkisini en aza indirmek için tasarlanmamıştır. Yıllarca derin kronik depresyondan muzdarip olan ve aslında birden fazla intihar girişimine yol açan bana yakın ve değerli iki kişinin mücadelelerine bizzat tanık oldum, bu yüzden yıkıcı etkilerine çok aşinayım. Ruhsal bir hastalığın uygun teşhisine dayanarak reçeteli bir ilaç kullanıyorsanız, daha ciddi hastalıklardan kaçınabilmeniz için olası yan etkilerin neler olduğunun farkında olun. Önemli yaşam tarzı değişiklikleri yaparak en yıkıcı yan etkilerden bazılarını ortadan kaldırabilir ve daha iyi bir sağlık koruyabilirsiniz. Makalenin tamamını buradan (b) okuyun.." (1)
"İnsanları gerçekten zihinsel olarak "hasta" yapan psikiyatrik ilaçlar mı? Science Daily'de yayınlanan yeni bir çalışma:
Araştırmacılar, ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, daha sonraki yaşamlarında davranışsal anormalliklere neden olduğunu buldular. (a) Dahası, anormallikler nöronal hücre ölümüne neden olduğu bilinen ilaçlarla sınırlı değildi. "Bu özellikle endişe verici, çünkü bazı ilaçlar daha sonraki yaşamlarında psikiyatrik bozukluklara yatkınlık yaratabilir" diyor baş yazar Patrick Forcelli..
Georgetown Üniversitesi Tıp Merkezi'ndeki araştırmacılar, yaygın olarak reçete edilen ilaçlarla tedavi edilen genç hayvanların 'yetişkinlikte davranışsal anormallikler geliştirdiğini' söylüyor. Test edilen ilaçlar arasında 'epilepsi, ruh hali bozuklukları ve ağrıyı tedavi etmek için kullanılan ilaçlar' yer alıyor. GUMC nörobilimcileri ve diğerleri daha önce 'bu ilaçlar klinik öncesi olgunlaşmamış hayvan modellerine uygulandıktan sonra nöronların öldüğünü' göstermişti. Bu ilaca bağlı hücre ölümünün gerçekleştiği beyin bölgelerinin 'ruh hali, biliş ve hareketin düzenlenmesinde' önemli olduğunu söylüyorlar. Nörobilim Derneği'nin 39. yıllık toplantısında sunulan araştırmada, bilim insanları 'ilaçların, davranışsal işlevi etkileyip etkilemeyeceğini' incelediler. Otizm ve şizofreninin özelliklerini tespit etmek için davranışsal testler kullanan araştırmacılar, 'ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, yaşamın ilerleyen dönemlerinde davranışsal anormalliklere neden olduğunu' buldular. Dahası, anormallikler 'nöronal hücre ölümüne neden olduğu' bilinen ilaçlarla sınırlı değildi. (...) Georgetown Üniversitesi,Tıp Merkezi,Günlük Bilim (Science Daily),25 Ekim 2009.." (2)
"Ruhsal Bozukluklar, Ağrı ve Epilepsi İçin Kullanılan İlaçlar İlerleyen Yaşlarda Psikiyatrik Bozukluklara Neden Olabilir Mi?
Araştırmacılar, yaygın olarak reçete edilen ilaçlarla tedavi edilen genç hayvanların, yetişkinlikte davranışsal anormallikler geliştirdiğini söylüyor. Test edilen ilaçlar arasında epilepsi, ruh hali bozuklukları ve ağrıyı tedavi etmek için kullanılanlar da yer alıyor.. GUMC nörobilimcileri ve diğerleri daha önce bu ilaçlar olgunlaşmamış klinik öncesi hayvan modellerine uygulandıktan sonra, nöronların öldüğünü göstermişlerdi. Bu ilaca bağlı hücre ölümünün gerçekleştiği beyin bölgelerinin ruh hali, biliş ve hareketin düzenlenmesinde önemli olduğunu söylüyorlar. Society for Neuroscience'ın 39. yıllık toplantısında sunulan araştırmada bilim insanları ilaçların davranışsal işlevi etkileyip etkilemediğini incelediler. Otizm ve şizofreni özelliklerini tespit etmek için davranışsal testler kullanan araştırmacılar, ilaçların bebek sıçanlara verildiğinde, yaşamın ilerleyen dönemlerinde davranışsal anormalliklere neden olduğunu buldular. Dahası, anormallikler nöronal hücre ölümüne neden olduğu bilinen ilaçlarla sınırlı değildi..
GUMC'deki Disiplinlerarası Nörobilim Programı'nda lisansüstü öğrencisi olan baş yazar Patrick Forcelli, "Bu özellikle endişe verici çünkü bazı ilaçlar yaşamın ilerleyen dönemlerinde psikiyatrik bozukluklara yatkınlık yaratabilir" diyor." Aynı zamanda, çalışmalarımız 'uzun vadeli davranış bozukluğuna neden olmayan veya çok az neden olan belirli ilaçları' tanımlıyor." Forcelli, ek araştırmaların doktorların, 'bebeklerde ve hamile kadınlarda epilepsi, ruh hali bozuklukları veya ağrıyı' tedavi etmek için ilaçları daha iyi seçmelerine yardımcı olacağını söylüyor.. Çalışma, (a) Ulusal Sağlık Enstitüleri'nden alınan hibeler ve GlaxoSmithKline'dan alınan bir araştırma ödülü ve Epilepsi Vakfı'ndan alınan bir bursla finanse edildi. Yazarlar herhangi bir ilgili finansal çıkar bildirmiyor.. (...)" (3)
"Psikiyatrik ilaçlar, beyin fonksiyon bozukluğuna neden olarak "yardımcı" olur
Aşağıdakilerin ortak noktası nedir: antidepresanlar, steroidler, antipsikotikler, opioidler, elektroşok, lobotomiler, lökotomiler, "akıl hastanesindeki" hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma ve şizofreniyi tedavi etmek için sıtmaya neden olma?... Hepsi 'beyin işlevlerini bozar' ve bu, "başarılarının" nedeni olabilir. Şu anda beyin işlevlerini bozan, psikiyatrik ve psikiyatrik olmayan ilaçlar da dahil olmak üzere on sınıf reçeteli ilaç bulunmaktadır. Bir dizi ilaç dışı "tedavi" de aynı şeyi yapar.
Ve bu sadece psikiyatrik ilaçlarla ilgili değil. Kemoterapi alan bazı hastalar "beyin sisi" ve hafıza sorunlarından şikayetçi. Bu konu onlarca yıldır hararetli tartışmalara konu oldu, bazı onkologlar 'bozukluğun, hastanın depresyonundan kaynaklandığını' söylerken, diğerleri 'bozukluğun, kemoterapiden kaynaklandığını' söylüyor. Beyin işlev bozukluğunun birçok başka kaynağı daha var, örneğin genel anesteziklerle yapılan bazı 'büyük ameliyatlar, kirlilik, yutulan metaller, herbisitler' ve tabii ki Alzheimer hastalığı ve diğer ilerleyici beyin hastalıkları gibi hem geri döndürülebilir hem de geri döndürülemez onlarca nörolojik bozukluk. Bu beyin bozukluklarının bazıları geri döndürülebilir, belki de madde azaltıldığında ve kişinin beyni, müdahaleden önceki durumuna geri döndürülebilir..
Öte yandan, yeterince uzun süre devam ederse, bu bozukluklar beyinde kalıcı hasara yol açabilir. Ve psikiyatrik ilaçlar, yaygınlaşmaları ve örneğin depresyon veya şizofreni ile ortaya çıkan bilişsel bozukluğu tedavi etmek için açıkça kullanılabilmeleri göz önüne alındığında, önemli bir faktördür.
40 yıllık kocasının yıllar önce tek gecelik bir ilişki yaşadığını itiraf etmesinden sonra, oldukça sıkıntıya giren mutlu bir evli kadını düşünün.. Bu sıkıntılı olay hakkındaki takıntılı düşüncelerini ve uyanık olduğu tüm saatleri etkileyen çöken ruh halini bir türlü üzerinden atamıyor. Bunu aklından çıkaramıyor, iştahı yok ve uyumakta zorluk çekiyor.
Duygusal sıkıntısı iki hafta veya daha uzun sürerse, doktoru ona psikiyatristlere göre bir "hastalık" olan Majör Depresif Bozukluk (MDD "Major Depressive Disorder") teşhisi koyabilir. Aslında, iki hafta geçmemiş olsa bile, "başka türlü belirtilmemiş" bir depresyon ön tanısı veya teşhisi alabilir. Psikiyatri ve ilaç endüstrisinin kendisine söylediklerini bilen doktoru, muhtemelen hastasına "depresyonundan" nörobiyolojik bir "dengesizliğin" sorumlu olduğuna inanarak bir antidepresan reçete edecektir. Diyelim ki kadın altı hafta sonra doktoruna geri dönüyor ve 'biraz daha iyi hissettiğini' söylüyor. Peki neden daha iyi?
Aşağıdakilerin ortak noktası nedir: antidepresanlar, steroidler, antipsikotikler, opioidler, elektroşok, lobotomiler, lökotomiler, "akıl hastanesindeki" hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma ve şizofreniyi tedavi etmek için sıtmaya neden olma?... Hepsi 'beyin işlevlerini bozar' ve bu, "başarılarının" nedeni olabilir. Şu anda beyin işlevlerini bozan, psikiyatrik ve psikiyatrik olmayan ilaçlar da dahil olmak üzere on sınıf reçeteli ilaç bulunmaktadır. Bir dizi ilaç dışı "tedavi" de aynı şeyi yapar.
Ve bu sadece psikiyatrik ilaçlarla ilgili değil. Kemoterapi alan bazı hastalar "beyin sisi" ve hafıza sorunlarından şikayetçi. Bu konu onlarca yıldır hararetli tartışmalara konu oldu, bazı onkologlar 'bozukluğun, hastanın depresyonundan kaynaklandığını' söylerken, diğerleri 'bozukluğun, kemoterapiden kaynaklandığını' söylüyor. Beyin işlev bozukluğunun birçok başka kaynağı daha var, örneğin genel anesteziklerle yapılan bazı 'büyük ameliyatlar, kirlilik, yutulan metaller, herbisitler' ve tabii ki Alzheimer hastalığı ve diğer ilerleyici beyin hastalıkları gibi hem geri döndürülebilir hem de geri döndürülemez onlarca nörolojik bozukluk. Bu beyin bozukluklarının bazıları geri döndürülebilir, belki de madde azaltıldığında ve kişinin beyni, müdahaleden önceki durumuna geri döndürülebilir..
Öte yandan, yeterince uzun süre devam ederse, bu bozukluklar beyinde kalıcı hasara yol açabilir. Ve psikiyatrik ilaçlar, yaygınlaşmaları ve örneğin depresyon veya şizofreni ile ortaya çıkan bilişsel bozukluğu tedavi etmek için açıkça kullanılabilmeleri göz önüne alındığında, önemli bir faktördür.
40 yıllık kocasının yıllar önce tek gecelik bir ilişki yaşadığını itiraf etmesinden sonra, oldukça sıkıntıya giren mutlu bir evli kadını düşünün.. Bu sıkıntılı olay hakkındaki takıntılı düşüncelerini ve uyanık olduğu tüm saatleri etkileyen çöken ruh halini bir türlü üzerinden atamıyor. Bunu aklından çıkaramıyor, iştahı yok ve uyumakta zorluk çekiyor.
Duygusal sıkıntısı iki hafta veya daha uzun sürerse, doktoru ona psikiyatristlere göre bir "hastalık" olan Majör Depresif Bozukluk (MDD "Major Depressive Disorder") teşhisi koyabilir. Aslında, iki hafta geçmemiş olsa bile, "başka türlü belirtilmemiş" bir depresyon ön tanısı veya teşhisi alabilir. Psikiyatri ve ilaç endüstrisinin kendisine söylediklerini bilen doktoru, muhtemelen hastasına "depresyonundan" nörobiyolojik bir "dengesizliğin" sorumlu olduğuna inanarak bir antidepresan reçete edecektir. Diyelim ki kadın altı hafta sonra doktoruna geri dönüyor ve 'biraz daha iyi hissettiğini' söylüyor. Peki neden daha iyi?
Doktoru 'antidepresanın kimyasal dengesizliğini düzeltmeye başladığını' söylüyor, peki ya kısmi iyileşmesini açıklayacak başka olasılıklar?
Eşiyle yeniden bağlantı kurması, arkadaşlarından veya ailesinden aldığı
sosyal destek veya hatta olanlar hakkında duygularını işlemek için
zaman bulması gibi iyileşme göstermiş olabileceği birçok durumsal neden
var. Ancak belki de antidepresan ilaçların da bir etkisi olmuştur.
Bu ilaçların beyin fonksiyonlarını bozmak da dahil olmak üzere bir dizi olumsuz yan etkisinin olduğunu biliyoruz. Hastamızın beyni, kocasının itirafına yanıt olarak zaten bozulmuştu ve şimdi beyin işlev bozukluğu, antidepresan nedeniyle önemli ölçüde arttı. Beyin işlev bozukluğunun birçok sonucundan biri, kişinin 'dikkatini veya zihinsel odaklanmasını sürdürmede zorluk' çekmesidir. Kadın, beyin bozukluğunun, takıntılı olduğu şeye, kocasının tek gecelik ilişkisine odaklanma yeteneğini bozması nedeniyle biraz daha mı iyi?
Bu ilaçların beyin fonksiyonlarını bozmak da dahil olmak üzere bir dizi olumsuz yan etkisinin olduğunu biliyoruz. Hastamızın beyni, kocasının itirafına yanıt olarak zaten bozulmuştu ve şimdi beyin işlev bozukluğu, antidepresan nedeniyle önemli ölçüde arttı. Beyin işlev bozukluğunun birçok sonucundan biri, kişinin 'dikkatini veya zihinsel odaklanmasını sürdürmede zorluk' çekmesidir. Kadın, beyin bozukluğunun, takıntılı olduğu şeye, kocasının tek gecelik ilişkisine odaklanma yeteneğini bozması nedeniyle biraz daha mı iyi?
Hastaları antidepresanla
önemli ölçüde iyileşmediğinde, doktorlar karışıma bir antipsikotik ilaç
eklerler ("Abilify" reklamlarını hiç gördünüz mü?) Her iki
ilaç da beyin fonksiyonlarını bozar, ancak 'antipsikotikler,
antidepresanlardan daha fazla zihinsel bozulmaya' neden olur. Şimdi,
üzücü haberlerden kaynaklanan beyin bozucu etkilere, antidepresan
ilacından kaynaklanan ek bozucu etkilere ve antipsikotik ilacından
kaynaklanan artan bozucu etkilere sahip bir hastamız var!
Hastamız için antidepresan ve antipsikotik ilaçların yüz yüze karşılaştırılmasını hayal edin. Antipsikotik ilacın (hastanın başa çıkması gereken diğer olumsuz yan etkileri bir kenara bırakırsak) kesinlikle kazanacağından oldukça eminim çünkü beyni, antidepresan ilaçtan önemli ölçüde daha fazla bozuyor. Bu konu hakkında çok az gerçek araştırma olmasına rağmen, bir çalışma antipsikotiğin ilk haftada antidepresandan daha üstün olduğunu gösterdi çünkü katılımcıları daha hızlı etkiledi. Bir antidepresan veya antipsikotik yerine, doktor hastamıza opioid gibi başka bir beyin bozucu ilaç vermiş olsaydı ne olurdu? Bu ilaç hastamızın kendisini rahatsız eden şeye odaklanma yeteneğini bozar mıydı? Oldukça eminim.
10 beyin bozucu ilaç sınıfından, bu ilaçların kaçı 'doğrudan sağlık sorununu' ele alıyor ve kaçı, hastanın bilişsel odağını bozarak hastaya algılanan rahatlama sağlıyor? Dahası, bu beyin bozucu ilaçların bazıları, örneğin opioidler, "iyi hissettiren" ilaçlardır, tıpkı "yılan yağı"ndaki alkol gibi. Şimdi, hastamızın kocasının tek gecelik ilişkisi hakkında ağzını kapalı tuttuğunu ama hastamızın bunun yerine çok şiddetli sırt ağrısı çektiğini hayal edin! Tekrar ediyorum, herhangi bir kaynaktan gelen önemli ağrı, zihinsel bozukluğa neden olur ama bozukluk, kadınımızın rahatsız edici ağrının farkına varmasını engelleyecek kadar şiddetli değildir. Ancak, beyin bozucu ve iyi hissettiren opioidi kullanın ve ağrı azalır. Çoğu zaman bu bile yeterli olmaz ve opioidin dozu artırılmalıdır. Hastamızın hikayesini burada bitireceğim ama devam ederse kesinlikle ciddi bir opioid bağımlılığı ve özellikle doktor opioid dozunu artırıp başka bir iyi hissettiren ilaç eklerse aşırı dozdan ölümle sonuçlanabilir!
Peki ya tarih boyunca kullanılan ve birçoğu hala kullanılan ilaç dışı beyin bozucu tedaviler, örneğin elektroşok tedavisi (EKT /ECT "electroshock therapy"), lobotomi (frontal lobun bazı kısımlarını yok etme), lökotomi (frontal lobun bazı kısımlarını cerrahi olarak çıkarma) ve şizofreniyi "tedavi etmek" için hastaneye kaldırılan hastalara sıtma verilmesi? Hastaneye kaldırılan şizofreni hastalarında, sıtmaya neden olmak; bir hekime Nobel Ödülü kazandırdı, ancak bu sıtma birçok hastanın ölümüne neden oldu..
Ünitede şizofreni teşhisi konmuş ve bir dizi psikiyatrik ilaca "yanıt vermemiş" bir hasta vardı. Ancak bu hasta kanser oldu (kesinlikle beyin bozucu bir teşhis) ve şizofrenisi kalıcı olarak ortadan kalktı! Bu durumda bir hastalık (kanser) başka bir "hastalığı" (şizofreni) iyileştirdi! Ciddi bir zihinsel bozukluğu iyileştirdiği görülen beyni bozan bir "tedavi" örneği daha: 19. yüzyıldan önce, akıl hastanelerinde tedavinin çoğu fiziksel taciz ve düpedüz işkence etrafında dönüyordu - örneğin, hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma. Bu "tedavi" başlangıçta bu tuhaf hastalıkların şeytandan geldiği düşünüldüğü ve tedavinin bu hastalardan şeytanı kovmak olduğu için ortaya çıkmış olabilir. Peki cezanın ve fiziksel tacizin yüzyıllarca sürmesinin nedenini nasıl açıklayabiliriz? Tüm akıl hastanesi personeli sadist miydi? Yoksa işkenceyi açıklamak için sadizmden başka olası açıklamalar var mı? İşkenceden kaynaklanan acı, bireyde ciddi beyin işlev bozukluğuna neden olur ve bu da hastanın odaklanmasını ve sanrılı veya halüsinasyonlu bir durumu sürdürmesini engelleyebilir. Eğer öyleyse, akıl hastanesi personelinin bir kısmı 'fiziksel cezanın, bir iyileştirme eylemi' olduğuna inanmış olabilir, çünkü hastalarından bazıları tacize yanıt olarak 'iyileşmi'ş gibi görünüyor!
Hastamız için antidepresan ve antipsikotik ilaçların yüz yüze karşılaştırılmasını hayal edin. Antipsikotik ilacın (hastanın başa çıkması gereken diğer olumsuz yan etkileri bir kenara bırakırsak) kesinlikle kazanacağından oldukça eminim çünkü beyni, antidepresan ilaçtan önemli ölçüde daha fazla bozuyor. Bu konu hakkında çok az gerçek araştırma olmasına rağmen, bir çalışma antipsikotiğin ilk haftada antidepresandan daha üstün olduğunu gösterdi çünkü katılımcıları daha hızlı etkiledi. Bir antidepresan veya antipsikotik yerine, doktor hastamıza opioid gibi başka bir beyin bozucu ilaç vermiş olsaydı ne olurdu? Bu ilaç hastamızın kendisini rahatsız eden şeye odaklanma yeteneğini bozar mıydı? Oldukça eminim.
10 beyin bozucu ilaç sınıfından, bu ilaçların kaçı 'doğrudan sağlık sorununu' ele alıyor ve kaçı, hastanın bilişsel odağını bozarak hastaya algılanan rahatlama sağlıyor? Dahası, bu beyin bozucu ilaçların bazıları, örneğin opioidler, "iyi hissettiren" ilaçlardır, tıpkı "yılan yağı"ndaki alkol gibi. Şimdi, hastamızın kocasının tek gecelik ilişkisi hakkında ağzını kapalı tuttuğunu ama hastamızın bunun yerine çok şiddetli sırt ağrısı çektiğini hayal edin! Tekrar ediyorum, herhangi bir kaynaktan gelen önemli ağrı, zihinsel bozukluğa neden olur ama bozukluk, kadınımızın rahatsız edici ağrının farkına varmasını engelleyecek kadar şiddetli değildir. Ancak, beyin bozucu ve iyi hissettiren opioidi kullanın ve ağrı azalır. Çoğu zaman bu bile yeterli olmaz ve opioidin dozu artırılmalıdır. Hastamızın hikayesini burada bitireceğim ama devam ederse kesinlikle ciddi bir opioid bağımlılığı ve özellikle doktor opioid dozunu artırıp başka bir iyi hissettiren ilaç eklerse aşırı dozdan ölümle sonuçlanabilir!
Peki ya tarih boyunca kullanılan ve birçoğu hala kullanılan ilaç dışı beyin bozucu tedaviler, örneğin elektroşok tedavisi (EKT /ECT "electroshock therapy"), lobotomi (frontal lobun bazı kısımlarını yok etme), lökotomi (frontal lobun bazı kısımlarını cerrahi olarak çıkarma) ve şizofreniyi "tedavi etmek" için hastaneye kaldırılan hastalara sıtma verilmesi? Hastaneye kaldırılan şizofreni hastalarında, sıtmaya neden olmak; bir hekime Nobel Ödülü kazandırdı, ancak bu sıtma birçok hastanın ölümüne neden oldu..
Ünitede şizofreni teşhisi konmuş ve bir dizi psikiyatrik ilaca "yanıt vermemiş" bir hasta vardı. Ancak bu hasta kanser oldu (kesinlikle beyin bozucu bir teşhis) ve şizofrenisi kalıcı olarak ortadan kalktı! Bu durumda bir hastalık (kanser) başka bir "hastalığı" (şizofreni) iyileştirdi! Ciddi bir zihinsel bozukluğu iyileştirdiği görülen beyni bozan bir "tedavi" örneği daha: 19. yüzyıldan önce, akıl hastanelerinde tedavinin çoğu fiziksel taciz ve düpedüz işkence etrafında dönüyordu - örneğin, hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma. Bu "tedavi" başlangıçta bu tuhaf hastalıkların şeytandan geldiği düşünüldüğü ve tedavinin bu hastalardan şeytanı kovmak olduğu için ortaya çıkmış olabilir. Peki cezanın ve fiziksel tacizin yüzyıllarca sürmesinin nedenini nasıl açıklayabiliriz? Tüm akıl hastanesi personeli sadist miydi? Yoksa işkenceyi açıklamak için sadizmden başka olası açıklamalar var mı? İşkenceden kaynaklanan acı, bireyde ciddi beyin işlev bozukluğuna neden olur ve bu da hastanın odaklanmasını ve sanrılı veya halüsinasyonlu bir durumu sürdürmesini engelleyebilir. Eğer öyleyse, akıl hastanesi personelinin bir kısmı 'fiziksel cezanın, bir iyileştirme eylemi' olduğuna inanmış olabilir, çünkü hastalarından bazıları tacize yanıt olarak 'iyileşmi'ş gibi görünüyor!
Bana
göre modern antipsikotik ilaçlar ve bunların birçok olumsuz yan etkisi,
özellikle sedasyon ve bilişsel bozukluk, psikotik süreci kısa vadede
bozma eğilimindedir. Sonuçta, yataktan çıkmak için çok yorgunsanız,
sanrılar konusunda da çok yorgun olabilirsiniz. Yukarıdakilerin hepsi,
tıbbi bakımın ve geri kalanımızın, bu sağlık sorunları başka türlü
etkili bir şekilde tedavi edilemediği için ilaç ve ilaç dışı kaynaklı
beyin bozukluğuyla yaşamak zorunda olduğu anlamına mı geliyor? Hayır.
Bir kişinin beynine zarar vermeden aynı sonuca ulaşmanın başka yolları
da var. Birincisi, CBT ve kişilerarası terapi (IPT "interpersonal
therapy") gibi psikolojik terapilerin, depresyon da dahil olmak üzere
çoğu psikolojik sorun için ilaçlar kadar (daha fazla olmasa da) etkili
olduğu gösterilmiştir. Ek olarak, birçok hafif depresyon atağı zamanla
kendiliğinden çözülür ve ilaçlarla tedavinin, yardımcı olmaktan çok zarar
vermesi mümkündür. Tıbbi bakımda her zamanki gibi iş yapmaya devam
etmektense, araştırmalara dikkat etmemiz gerekiyor. Birçok alanda tıbbi
bakım, çeşitli sağlık sorunlarına neden olan organik faktörleri tedavi
etmeye çok fazla odaklanmıştır. Birçok sağlık sorunundaki organik
olmayan psikolojik faktörleri de tedavi etmeye başlamanın zamanı geldi!
Bilişsel bozukluk salgınıyla nasıl başa çıkıyoruz? 2013 yılında, ABD nüfusunun %16,7'si en az bir psikiyatrik ilaç kullanıyordu. Bu sayı hala geçerliyse, bu yaklaşık 55 milyon kişinin olası bilişsel etkilere maruz kaldığı anlamına geliyor. İlaç dışı tedaviler ve kemoterapi gibi psikiyatri dışı ilaçlar da hesaba katıldığında, sayı daha da artıyor. Covid-19 salgınının aksine, bilişsel bozukluk (BK /CI "cognitive impairment") salgını, çoğu doktor dahil olmak üzere genel halk ve sağlık sistemi tarafından büyük ölçüde görünmez olmuştur. Genellikle, hastalar olası BK sorunlarından şikayet ettiğinde, bu şikayetlerin nedeni başka bir kaynağa, en sevileni depresyona atfederek açıklanır ve belki de doktor hastanın zihinsel bozukluk şikayetini "tedavi etmek" için bir antidepresan reçete eder! BK tanımlanmadığında veya nedeni yanlış teşhis edildiğinde, tedavi uygunsuz olabilir, hasta için potansiyel olarak zararlı olabilir ve sağlık kaynaklarının israfı olabilir. Örneğin, neden yanlışlıkla "depresyon" olarak tanımlanırsa, "tedavi" yardımcı olmak yerine sorunu daha da kötüleştirebilir.
Bilişsel ve beyinsel bozuklukların çeşitli biçimlerinin, bir numaralı sağlık sorunumuz olduğunu söyleyebiliriz. Diğer birçok sağlık sorununun aksine, bu sorun büyük ölçüde radar altında kalır ve genellikle tedavi edilmez. Tıbbi bakımın odak noktası beyin yaralanmaları, felçler, ilerleyici beyin hastalıkları, nöbet bozuklukları ve diğerleri gibi yapısal beyin hasarlarını teşhis etmeye yöneliktir, ancak yukarıda belirtilen nedenlerden bazılarından ve özellikle psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan geri döndürülebilir beyin bozukluğu vakalarına neredeyse hiç dikkat edilmemiştir. Bu nedenler ABD'de her yıl birkaç yüz bin veya daha fazla kişinin yaşam kalitesini tehlikeye atmaktadır.
Bilişsel bozukluk salgınıyla nasıl başa çıkıyoruz? 2013 yılında, ABD nüfusunun %16,7'si en az bir psikiyatrik ilaç kullanıyordu. Bu sayı hala geçerliyse, bu yaklaşık 55 milyon kişinin olası bilişsel etkilere maruz kaldığı anlamına geliyor. İlaç dışı tedaviler ve kemoterapi gibi psikiyatri dışı ilaçlar da hesaba katıldığında, sayı daha da artıyor. Covid-19 salgınının aksine, bilişsel bozukluk (BK /CI "cognitive impairment") salgını, çoğu doktor dahil olmak üzere genel halk ve sağlık sistemi tarafından büyük ölçüde görünmez olmuştur. Genellikle, hastalar olası BK sorunlarından şikayet ettiğinde, bu şikayetlerin nedeni başka bir kaynağa, en sevileni depresyona atfederek açıklanır ve belki de doktor hastanın zihinsel bozukluk şikayetini "tedavi etmek" için bir antidepresan reçete eder! BK tanımlanmadığında veya nedeni yanlış teşhis edildiğinde, tedavi uygunsuz olabilir, hasta için potansiyel olarak zararlı olabilir ve sağlık kaynaklarının israfı olabilir. Örneğin, neden yanlışlıkla "depresyon" olarak tanımlanırsa, "tedavi" yardımcı olmak yerine sorunu daha da kötüleştirebilir.
Bilişsel ve beyinsel bozuklukların çeşitli biçimlerinin, bir numaralı sağlık sorunumuz olduğunu söyleyebiliriz. Diğer birçok sağlık sorununun aksine, bu sorun büyük ölçüde radar altında kalır ve genellikle tedavi edilmez. Tıbbi bakımın odak noktası beyin yaralanmaları, felçler, ilerleyici beyin hastalıkları, nöbet bozuklukları ve diğerleri gibi yapısal beyin hasarlarını teşhis etmeye yöneliktir, ancak yukarıda belirtilen nedenlerden bazılarından ve özellikle psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan geri döndürülebilir beyin bozukluğu vakalarına neredeyse hiç dikkat edilmemiştir. Bu nedenler ABD'de her yıl birkaç yüz bin veya daha fazla kişinin yaşam kalitesini tehlikeye atmaktadır.
Bu nedenle,
hastanın CI (bilişsel bozukluk) değerlendirmesinin hem psikiyatrik bir ilaca başlamadan önce
hem de başladıktan sonra yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bu, reçete
yazan kişinin hastanın başlangıçtaki, temel bilişsel işlevini görmesini
ve ardından bunu hastanın psikiyatrik ilaçlar reçete edildikten sonraki
beyin işleviyle karşılaştırmasını sağlar. Bu, sağlayıcının CI'nin altta
yatan depresyondan kaynaklandığını iddia etmesini daha da
zorlaştıracaktır, çünkü hastanın sadece depresyonla işleyişine dair bir
kaydı ve hastanın depresyon ve bir ilaçla işleyişine dair başka bir
kaydı olacaktır. Doktor, hastanın bilişsel işleyişinin bir ilaç
reçete edildikten sonra azaldığını tespit ederse, o zaman çekilme
sürecini başlatmak için yeterli kanıta sahip olur. Doktor daha sonra
bilişsel işleyişinin başlangıç seviyesine dönüp dönmediğini belirlemek
için hastayı değerlendirmeye devam etmeli, çekilme semptomlarının daha
fazla CI'ye neden olabileceği olasılığını akılda tutmalıdır. Bu ayrıca
araştırmaya da yardımcı olabilir. Örneğin, ilaç kaynaklı CI'nin geri
döndürülebilir olup olmadığını ve ne kadarının geri döndürülebilir
olduğunu ve eğer geri döndürülebilirse hastaların normal işleyişine
dönmelerinin ne kadar süreceğini belirlemeye yardımcı olabilir. Ayrıca
bazı ilaçların diğerlerinden daha fazla CI'ye neden olup olmadığını
belirlemeye yardımcı olabilir. Bunlar, şimdiye kadar incelenmemiş hayati
araştırma sorularıdır.
Hastanın bilişsel işlevlerini değerlendirmenin bir yolu, benim geliştirdiğim ve test ettiğim Ruthven Bozukluk Değerlendirmesi'dir (RIA "Ruthven Impairment Assessment"). RIA, CI vakalarını tanımlamak için kullanılan kısa, ucuz, bilgisayar üzerinden uygulanan bir performans ölçümüdür. Testin tamamlanması yaklaşık 15 dakika sürer ve kendi kendine uygulanabilir (örneğin, insanların kendi evlerinden alabilmeleri için çevrimiçi bir program aracılığıyla uygulanabilir). Beş görevden oluşur. İlk üçü tepki süresi testleridir (zihinsel işleme hızının bir ölçüsü). Görev 4, ardışık dikkat/hafızayı ölçer. Görev 5, daha karmaşık işlemeyi ölçer ve muhtemelen yapısal veya kalıcı beyin hasarı olan kişilere en duyarlı olanıdır.
Hastanın bilişsel işlevlerini değerlendirmenin bir yolu, benim geliştirdiğim ve test ettiğim Ruthven Bozukluk Değerlendirmesi'dir (RIA "Ruthven Impairment Assessment"). RIA, CI vakalarını tanımlamak için kullanılan kısa, ucuz, bilgisayar üzerinden uygulanan bir performans ölçümüdür. Testin tamamlanması yaklaşık 15 dakika sürer ve kendi kendine uygulanabilir (örneğin, insanların kendi evlerinden alabilmeleri için çevrimiçi bir program aracılığıyla uygulanabilir). Beş görevden oluşur. İlk üçü tepki süresi testleridir (zihinsel işleme hızının bir ölçüsü). Görev 4, ardışık dikkat/hafızayı ölçer. Görev 5, daha karmaşık işlemeyi ölçer ve muhtemelen yapısal veya kalıcı beyin hasarı olan kişilere en duyarlı olanıdır.
Gerçek hayattan bir örnek, RIA'nın faydasını aydınlatmaya
yardımcı olacaktır. RIA'yı hafıza zorluklarından şikayet eden bir
hastaya uyguladık. Genel puanı çoğunlukla normal aralıktaydı, ancak
Görev 4'teki performansı çok düşüktü - hafıza sorunları bildirimiyle
tutarlıydı. Tıbbi geçmişini inceledim ve günde 50 mg antidepresan ilaç
Celexa (sitalopram) kullandığını gördüm. Doktoruna bu ilacı bırakması
için yardım etmesini önerdim. Celexa'yı tamamen bıraktıktan sonra
hastanın hafızası normale döndü. RIA'yı kullanarak yaptığım
araştırmalara ve klinik deneyime dayanarak, RIA profili CI'yi
gösteriyorsa ancak Görev 5 performansı bozulmamış aralıktaysa, beyin
hasarının muhtemelen geri döndürülebilir olduğuna inanıyorum. Görev 5 de
bozulmuşsa, yapısal ve statik veya ilerleyici ve geri döndürülemez
beyin hasarı vakası olabilir. RIA'nın bir tarama değerlendirmesi
olduğunu ve bu nedenle herhangi bir özel tanı için tek kanıt olarak
kullanılmaması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bunun yerine,
performanslarına göre potansiyel CI'si olan kişilerin tanı ve tedavi
için CI bakımı uzmanlarına yönlendirilmesi gerekir. RIA, psikiyatrik
ilaçlar, ilaç dışı tedaviler, ağrı için opioidler, kemoterapi ve
anestezili cerrahi dahil olmak üzere bilişsel işlev üzerinde etkisi
olabilecek herhangi bir müdahaleden önce ve sonra verilmelidir. Genel
olarak, RIA - veya buna benzer diğer önlemler - doktorlara reçete
ettikleri ilaçların bilişsel etkileri hakkında hayati bilgiler
sağlayabilir. Hem yeni bir tedaviden önce hem de sonra verilirse,
doktorlar bunun bilişsel etkilerini gerçekten görebilir ve ilerleyici
beyin hasarını önlemek için hızla müdahale edebilir.
Üniversite psikoloji bölümleri, devlet okullarındaki okul psikoloji bölümleri, hastaneler ve tıp fakülteleriyle bağlantılı nitelikli sağlık araştırmacılarına duyuru: Dr. Ruthven ile iletişime geçerek araştırma amaçlı RIA'yı ve prosedürlerini ücretsiz olarak edinebilirsiniz. (...)"
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Bu makale iyi yazılmış ve hastanın yıllarca antidepresanlar, antipsikotikler, lityum, benzodiazepinler, hatta depakote ve tegretol gibi anti-nöbet ilaçları ve diğerleri gibi reçete edilmesine neden olan bu çılgın bakım ilacı konseptini önleyebilir. Makalede yazar, muhtemelen bir antidepresan reçete edilen ve daha sonra bu işe yaramazsa bir antipsikotik eklenen hayali bir hastayı tartışıyor. Ancak ne yazık ki gerçekte olan şey, psikiyatristin bir veya iki ilaçla başlaması, işe yaramadıklarından şikayet etmesi ve antipsikotikler gibi daha da güçlü ilaçlar eklemesidir. Birçok hasta, yıllarca tüm bu ilaçların belki altı veya daha fazlasını, hatta on iki ve on üçünü kullanıyor. Bu durumda beyin ve vücuda gerçekten ne oluyor? Sadece kısa vadeli etkiler değil, aynı zamanda tüm bu ilaçlar hasta tarafından kullanılmayı bıraktıktan sonra bile uzun vadeli etkiler nelerdir? Benim durumumda, beynim ve vücudum bu rejime isyan etti. Yarı koma halinde bir uyku durumuna geçtim, uyandırılamadım ve geleceğimin "bitkisel" veya sadece biraz daha iyi olacağı, muhtemelen 24 saatlik uzun vadeli bakıma ihtiyaç duyacağım düşünüldü. Ancak, on bir gün sonra, bu tür ek bir bakıma ihtiyaç duymadan hastaneden ayrıldım. Ancak, son ilacı, lityumu bırakmam iki yıl daha sürdü. Bu arada, hiç işe yaramayan birkaç farklı antipsikotik vb. denediler. Ancak, şimdi, muhtemelen bazılarına kıyasla garip bir hayat yaşıyorum. Birçok yiyeceğe, muhtemelen tüm ilaçlara ve kim bilir başka nelere alerjim var. Ve, hala bir "uyku programım" yok ama artık bunun için "kendimi dövmüyorum". Becerilerimde, yeteneklerimde, konsantrasyon yeteneğimde vb. başka değişiklikler var Sanırım bir kitap yazabilirim ama, o zaman "her şeyle nereye" veya sabrım yok. Benim gibi başkalarının da olduğunu biliyorum. Biz bir acil durum uyarı sistemiyiz, ancak bizi dinleyecek birileri var mı? Teşekkür ederim." -rebel, July 25, 2021 (b)
"Psikiyatrik İlaçlar da Beyin İşlev Bozukluğuna Neden Olarak Zarar Veriyor. Her psikiyatrik ilaç değişiminden önce ve sonra bilişsel bozukluğun test edilmesi gerektiğine katılıyorum. Ancak bu, psikiyatristlerimin yaptığı şeyin %100 tersidir. Psikiyatristlerimin reçete yazma alışkanlıklarını ister istemez poli eczanesi daha iyi tanımlar." -Someone Else,July 26, 2021 (c)
"Teşekkürler Les. Öncelikle, işlev bozukluğunun ne olduğunu belirlememiz gerekiyor. Bir doktorun yaptığı ilk şey, kurbanları bir nöroloğa veya psikiyatriste göndermektir. İkisi de sorunu bilmez ve çoğu zaman bir nörolog, müşterilerini bir psikiyatriste yönlendirir. Bilimdeki bilgi eksikliği, psikiyatrinin ve diğer tüm sistemlerin yararlandığı yerdir. Bu bir aldatmaca ve utanç verici. Herhangi bir testte yüksek puan alan, bilişsel yetenek gösteren insanları ne yapacağımı bilmiyorum, ancak aynı insanlar gün boyu sandalyelerde oturup reçeteler ve saçma sapan etiketler yazıyor. Gerçekten, psikiyatristlerin insanlara bakabileceğini gösteren hiçbir değerlendirmemiz yok. Psikiyatri bunu kanıtladı. En güvensiz bebek bakıcılarından biri." -sam plover, July 26, 2021 (d)
"Psikiyatristler zihinsel sağlık koşullarını beyin hastalıkları olarak ele aldıklarında bu, poli eczacılık ve psikiyatrik olmayan hekimlerin ülkedeki en büyük zihinsel sağlık profesyonelleri grubu haline gelmesi için bir reçeteydi, ikincisi staj sırasında psikiyatride 6 haftalık bir rotasyona sahipti. MIA, kısmen psikiyatrik ilaç reçetelemeyle ilgili elde ettiğim verilerle ilgili bir makalemi daha yayınladı (%80'i psikiyatrik olmayan hekimler tarafından); birçok hasta bir, iki ve bazen üç sınıf psikiyatrik ilaç kullanıyordu ve bir hasta beş farklı antidepresan ilaç kullanıyordu. Psikiyatristler hastanın davranışına bakmak yerine (psikiyatristler ve psikologlar bunu 1960'larda yapardı) artık çeşitli nörotransmitterlerle ve bunları manipüle etmekle daha çok ilgileniyor gibi görünüyor. Beni affedin ama Robert Whitaker'ın yıllar önce keşfettiği bu yaklaşımın işe yaradığını düşünmüyorum." -Les Ruthven July 26, 2021 (a)
"AKATEZİ: OTURMA ODASINDAKİ FİL.. İrlanda'da "Normal Nüfus" arasında devam eden bir Cinayet, Aile Katili (ve İntihar) Salgını var - "Yaşam Tarzı Sorunları" için Psikiyatrik ilaçlar alıyorlar. İrlanda'daki herkes durum hakkında aşırı derecede endişeli. Ancak Açık Nedenden HİÇBİR ŞEKİLDE bahsedilmiyor:- A K A T E Z İ." -Fiachra, July 29, 2021 (e)
"Fiachra, bu korkutucu. Bence yapabileceğimiz tek şey — "biz", akatizinin ne olduğunu, neye benzediğini, nasıl hissettirdiğini, neyin sebep olduğunu gerçekten bilen nüfusun küçük bir kesimi — insanları bu konuda eğitmeye devam etmek. Çok sinir bozucu ama başka ne yapabiliriz ki, çünkü kan testlerinde veya MRI'larda ortaya çıkacak bir şey değil. İspatlanması zor, hatta imkansız, bu yüzden psikiyatrinin temelde iyi olduğu ve psikiyatrik ilaçların temelde iyi ve gerekli olduğu fikrine yatırım yapan insanlar... bu insanlar yaşanan şiddet için başka açıklamalara yönelecekler. Elbette, birçok kişi şu açıklamayı seviyor gibi görünüyor: "Kişinin (teşhis edilmemiş) akıl hastalığı vardı. Bu onları şiddet yanlısı yaptı. " Kesinlikle yokuş yukarı bir mücadele. Yakın zamanda en az 20 yıldır bipolar teşhisi olan bir tanıdığımla e-posta yoluyla görüştüm. Ona akatiziden bahsettim ve daha önce hiç duymadığını söyledi. Ona anlattıktan ve bu konuda bilgi içeren birkaç bağlantı gönderdikten sonra, risperdal aldığında bundan muzdarip olduğunu hemen fark etti. Bu çok zeki, iyi eğitimli bir kadın. Sanırım doktorlarına, reçete ettikleri ilaçların riskleri hakkında bilgi vermeleri için güvendi ve bunları kendi başına araştırmadı. Bu, benim de uzun süre yaptığım bir hataydı. MISSD örgütü için mutluyum. Çok bilgilendirici, ancak yürek parçalayıcı videoları var. Keşke ana akım medya bunu ele alsa ama nefesimi tutmayacağım." -KateL, July 30, 2021 (f)
"Yapılacak en iyi şey, bu doktorların bu ilaçları reçete etmeyi bırakmalarıdır. Daha da iyisi, doktor reçete etmeye çalıştığında hastanın bu ilaçlara hayır demesidir. Ancak, bunun çok zor olduğunu biliyorum. Doktorlarımıza ve psikiyatri endüstrisi de dahil olmak üzere tıp alanındaki diğer kişilere çok fazla güç verdik. Sanki onlara "tanrısal" bir güç ve otorite vermişiz gibi ve birçoğu bundan zevk alıyor ve bu güç ve otoriteyi kötüye kullanıyor gibi görünüyor. Bu "saçmalıktan" kurtulmak istiyorsak, hayatlarımızı geri almalı ve kendi otoritemiz olmalıyız. Vücudumuzu ve beynimizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Bizim için neyin en iyi olduğunu onlardan daha iyi biliyoruz. Ve eğer Tanrı'ya inanıyorsanız, "tanrısal" gücü ve otoriteyi başka bir sıradan insana yüklememeniz önemlidir. Bunların hepsi önemlidir. Ve, kolay değil, ancak bir tür olarak hayatta kalmak istiyorsak çok gerekli. Teşekkür ederim." -rebel, July 26, 2021 (g)
""Damgalayıcılarla, yani psikiyatristinizle savaşın!" ne dersiniz?" -Steve McCrea, August 1, 2021 (h)
"Evet, haklısın; ancak bu aldatıcı ikiyüzlülüğe sadece psikiyatristler dahil değil. . Bakalım: Büyük İlaç Şirketleri, Ana Akım Medya, Hükümet ve Hukuk Kaynakları, psikiyatrist küçük yardımcıları, terapistler, bazı alanlarda sağlık reçetecileri, sağlık sigortası, vs. vs. vs. var. Katılan herkesi listelemek için çok büyük bir tişört gerekecek. Dışarıda "damgalama" yapan çok sayıda insan var. Ve "NAMI" ve diğer grupları unuttum. Kötülük, Kötülüktür. İnsanların yerel ruh sağlığı kliniğinde randevu almadan veya bir sonraki hapı almadan önce düşünmelerini sağlayacak iyi bir tişört mesajına açığım. Teşekkür ederim." -rebel, August 1, 2021 (i)
"Katılıyorum. Haber ve eğlence medyası da kimyasal dengesizliklere "herkesin inanmasının" BÜYÜK bir parçasıyken, günümüzde en alaycı psikiyatristler bile bunun bir tür saçmalık olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Mesaj birçok biçimde orada ve bence birçok insan "Gerçek"lerini filmlerden ve TV şovlarından alıyor. Mücadele edilecek çok şey var!" -Steve McCrea, August 1, 2021 (j)
"Psikiyatristler sınırda kişilik bozukluğunu tedavi etmek için hala ruh hali dengeleyiciler, vb. , vb. kullanıyorlar ve 25 veya daha fazla yıllık başarısızlıktan sonra hala güçlü bir şekilde devam ediyor. Sizinki, bugün sağlık hizmetlerinde yaygın olan ve durdurulması gereken etiket dışı reçetelemenin bir örneğidir. FDA tarafından onaylanmış bir ilacın etiket dışı kullanıldığına dair hiçbir kanıt yoktur." -Les Ruthven, August 3, 2021 (k)" (4)
"Psikiyatrik İlaçlar Zihinsel Hastalık Engelliliğine Katkıda Bulunuyor mu?
1955'ten beri ABD'de zihinsel hastalık engellilik oranları altı kat arttı. Aynı zamanda psikiyatrik ilaç kullanımı 1950'lerde ve 1960'larda büyük ölçüde arttı, ardından 1988'den sonra hızla arttı.. Araştırmacı gazeteci Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs, and the Astonishing Rise of Mental Illness in America (Crown Publishers, Nisan 2010)) adlı kitabı, bir nesildir psikiyatrik tedavi üzerine yazılmış en önemli kitaptır. 25 yıldan uzun süredir mesleğimi icra ediyorum ve psikiyatri hakkında yüzlerce kitap okudum ve hiç şüphesiz Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic)'in psikiyatrik tedavi üzerine okuduğum en aydınlatıcı kitap olduğunu söyleyebilirim.
Whitaker, dört kitabın yazarıdır (Akıl hastalarına kötü muameleyi konu alan Amerika'da Deli "Mad in America" dahil) ve Boston Globe muhabiri olarak tıp yazıları dalında George Polk Ödülü, en iyi dergi makalesi dalında Ulusal Bilim Yazarları Derneği (National Association of Science Writers) Ödülü kazanmış ve Pulitzer Ödülü finalisti olmuştur. Michael Pollan, Eric Schlosser ve ciddiye alınan diğer araştırmacı gazetecilerin geleneğinde Whitaker titiz, adil ve karmaşık olguları anlaşılması kolay bir şekilde anlatıyor. Bir Salgının Anatomisi'nin başlangıç noktası şu şekildedir:
1987'de, Prozac'ın piyasaya sürülmesinden ve günümüzde antidepresanların ve diğer psikiyatrik ilaçların yaygın kullanımından önce, ABD'deki ruhsal hastalık sakatlık oranı her 184 Amerikalıda 1'di, ancak 2007'ye gelindiğinde ruhsal hastalık sakatlık oranı her 76 Amerikalıda 1'e çıkarak iki katından fazla artmıştı. Whitaker, ruhsal hastalık sakatlığındaki bu dramatik artışa neyin sebep olduğunu merak ediyordu.
1955'ten beri ABD'de ruhsal hastalık sakatlık oranları altı kat arttı. Aynı zamanda, psikiyatrik ilaç kullanımı 1950'lerde ve 1960'larda büyük ölçüde arttı, ardından Prozac'ın piyasaya sürüldüğü 1988'den sonra fırladı, bu nedenle artık antidepresan ve antipsikotik ilaçlar tek başına ABD'de yıllık 25 milyar dolardan fazla hasılat yapıyor. Ancak Whitaker, "korelasyonun nedensellik olmadığını" ve ruhsal hastalık sakatlığı ile psikiyatrik ilaç kullanımının paralel artışının mutlaka bir şeyi kanıtlamadığını biliyordu. Whitaker, sorunun özüne inmek için iki alana bakması gerektiğini fark etti:
(1) Psikiyatrik ilaçlar, uzun vadede, bir kişinin 'iyi işlev görme' olasılığını mı artırır yoksa bir kişinin 'sakat kalma' olasılığını mı artırır?
(2) Hafif duygusal sorunu olan bir kişinin ilk ilaca kötü tepki vermesi ve bunun kişiyi uzun vadeli zihinsel hastalık sakatlığına yol açabilecek bir yola sokması mümkün müdür? Örneğin, hafif depresyon nöbeti geçiren bir kişiye manik reaksiyona neden olan ve bunun sonucunda bipolar tanı ve kronik sakatlığa yol açan antidepresanlar verilebilir mi?
Whitaker, 50 yılı aşkın süredir devam eden bilimsel literatürün bu sorular hakkında neler söylediğine kapsamlı bir şekilde baktı. Kendisiyle yaptığım bir röportajda, bulgularını özetleyip özetleyemeyeceğini sordum:
"Literatür, anlattığı hikayede dikkat çekici bir şekilde tutarlıdır. Psikiyatrik ilaçlar kısa vadede etkili olsa da, bir kişinin uzun vadede kronik olarak hasta olma olasılığını artırır. Şizofreni, anksiyete, depresyon ve bipolar hastalık için uzun vadeli sonuçlar literatürünü takip ederken bu resmin tekrar tekrar ortaya çıktığını görmek beni şaşırttı. Ek olarak, bilimsel literatür, daha hafif bir sorun için tedavi edilen birçok hastanın, bir ilaca yanıt olarak kötüleşeceğini (örneğin antidepresan aldıktan sonra manik bir epizot geçireceğini) ve bunun bipolar bozukluk gibi yeni ve daha ciddi bir tanıya yol açabileceğini göstermektedir. Bu, engellilik sayılarındaki artışı körüklemeye yardımcı olan iyi belgelenmiş bir iatrojenik [hekim kaynaklı hastalık] yoldur. Şimdi toplumumuzdaki engelli akıl hastası sayısındaki artışa katkıda bulunan çeşitli kültürel faktörler olabilir. Ancak sonuçlar literatürü - ve bu gerçekten trajik bir hikaye - ilaç temelli bakım paradigmamızın birincil neden olduğunu açıkça göstermektedir."
Çocuklarda bipolar bozukluk, eskiden psikiyatristler tarafından nadiren görülürdü, ancak bugün bir milyondan fazla çocuk ve genç, Ritalin veya antidepresan gibi bir uyarıcı ile tedavi edildikten sonra bipolar oldu. Bir Salgının Anatomisi'ni okuyup ilaç endüstrisinin neden olduğu zihinsel ve fiziksel sağlık sorunlarının büyüklüğünü görünce, Rachel Carson'ın Sessiz Bahar'ı ile karşılaştırma yapmaktan kendimi alamadım. Zihinsel sağlık tedavisi alanında her şey kasvetli değil, özellikle de kişi Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkarsa. Whitaker, sohbetimizde kitabındaki birçok örnekten birini verdi: Bir Salgının Anatomisi kitabının çözüm bölümünde, Kuzey Finlandiya'daki doktorların ve psikologların ilk epizod psikotik hastaları tedavi ederken antipsikotikleri seçici ve dikkatli bir şekilde nasıl kullandıklarını ve uzun vadeli sonuçlarının Batı Dünyası'ndaki en iyi sonuçlar olduğunu yazıyorum. Yani kanıta dayalı tıbba inanıyorsanız, o zaman Amerikan psikiyatrisi reform için bir model olarak Finlandiya programına bakmalıdır.
-Klinik psikolog olarak çalışan Bruce E. Levine, toplum, kültür, siyaset ve psikolojinin nasıl kesiştiği hakkında yazıyor ve konuşuyor. Get Up, Stand Up: Uniting Populists, Energizing the Defeated ve Battling the Corporate Elite kitaplarının yazarıdır.
-Bruce E. Levine, klinik psikolog ve "Amerika'nın Depresyon Salgınından Kurtulmak: Çılgına Dönen Bir Dünyada Moral, Enerji ve Topluluk Nasıl Bulunur?" (Chelsea Green Publishing) adlı kitabın yazarıdır." (5)
"Psikiyatristler ve ilaç endüstrisi, günümüzdeki ruhsal bozukluklar 'salgınından' sorumludur
İlaç satıcıları.. Onları genellikle suçluluğun kasvetli yeraltı dünyasıyla ilişkilendiririz. Ancak bazıları, psikiyatri ve ilaç endüstrisi gibi son derece saygın alanlarda çalışan, aynı derecede vicdansız başka bir ilac satıcısı sınıfının daha olduğunu iddia edebilir. Ve onlar da sokak köşesindeki uyuşturucu satıcısına uyguladığımız aynı ahlaki incelemeyi hak ediyorlar..
Tıp mesleği içinde, daha önce tıbbi yardımın yetki alanının dışında olduğu düşünülen günlük durumlara giderek daha fazla etiket yapıştırılıyor. Bu yüzden üzüntü depresyon, utangaçlık sosyal fobi, çocukluk yaramazlığı hiperaktivite veya DEHB olarak yeniden markalanıyor. Ve Büyük İlaç Şirketleri bu 'bozuklukları' tedavi etmek için karlı yeni ilaçlar bulmaktan fazlasıyla mutlular, psikiyatristler ve pratisyen hekimler daha sonra gönüllü olarak reçete ediyorlar ve bunu yaptıkları için ilaç şirketleri tarafından zengin bir şekilde ödüllendiriliyorlar.
Son on yılda İngiltere'de antidepresan kullanımı iki katına çıktı ve 2012'de bunlar için 50 milyon reçete yazıldı. Hiperaktivite için de durum benzer: Ritalin kullanımı 2012'ye kadar 800.000 reçete yazılarak üç katına çıktı. Daha da kötüsü, eleştirmenler, bu ilaçların bazılarının arkasındaki araştırmalardaki bilimsel ve etik kusurların kasıtlı olarak yayınlanmadığını savunuyor.
Bu arada, davranış sorunlarının ve insan sefaletinin gerçek altta yatan nedenleri genellikle tedavi edilmeden bırakılıyor. Bu, zihinsel zorlukları olan insanları tedavi etmek için yaygın olarak 'kimyasal cosh' kullanımına karşı çıkanların görüşü. Ancak birçok psikiyatrist, aşırı reçete yazmanın bir sorun olduğunu kabul ederken, suçun kendilerinde olmadığını savunuyor. Örneğin, ebeveynler ve öğretmenler genellikle bir çocuğun sorunlu davranışına tıbbi bir etiket yapıştırılması için baskıyı artırıyorlar çünkü bu şekilde daha az damgalama oluyor ve hoşgörü sağlanıyor.
Psikiyatristler ve ilaç şirketleri de zihinsel bozukluk için 'kimyasal dengesizlik' teorisinin bir efsane olduğunu savunanlara karşı çıkıyorlar. DEHB'nin 'ilaçların işe yaradığı gerçek bir durum olduğunu' söylüyorlar. Araştırmalar, 'antidepresanların özellikle şiddetli depresyon vakalarında sadece bir plasebodan daha etkili olduğunu' gösteriyor. Bilim insanları şu anda onlarca yıldır tedavi edilemez depresyon ve anksiyeteye katlanan insanlar için tamamen yeni bir tür antidepresan üzerinde çalışıyorlar - şimdiye kadar umut verici sonuçlar elde ettiler. İnsan acısı asla ortadan kalkmayacak ancak kanıtlar, farmasötik ilaçların dünya çapında milyonlarca insanın hayatını iyileştirdiğini gösteriyor." 12 Kasım 2014'te Emmanuel Merkezi'nde filme alındı. (VİDEO)
BAZI YORUMLAR;
---------
"Ben ruh sağlığı sisteminin bir kurtulanıyım. 13 yaşında bir psikiyatri koğuşuna kapatıldım ve son ve nihai terapistim 49 yaşındaydı. Bu terapist aşırı derecede tacizciydi. Şimdi 51 yaşındayım ve hala iyi bir hayat yaşayabilirim ve kararlıyım." -@maggie0285 (a)
"Kaç tane teşhis konduğunu saymayı bıraktım. Psikiyatride durumum için olan her hapı aldım. Aradığım tek şey hayatım için bir anlamdı. Hala tam zamanlı mücadele ediyorum. Umarım bir gün huzuru bulurum. Bu haplar duygularınızı, değerlerinizi, kimliğinizi, hayattaki amacınızı elinizden alır ve sizi psikopat bir kuruma bağımlı bırakır." -@jacklost4676 (b)" (6)
Üniversite psikoloji bölümleri, devlet okullarındaki okul psikoloji bölümleri, hastaneler ve tıp fakülteleriyle bağlantılı nitelikli sağlık araştırmacılarına duyuru: Dr. Ruthven ile iletişime geçerek araştırma amaçlı RIA'yı ve prosedürlerini ücretsiz olarak edinebilirsiniz. (...)"
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Bu makale iyi yazılmış ve hastanın yıllarca antidepresanlar, antipsikotikler, lityum, benzodiazepinler, hatta depakote ve tegretol gibi anti-nöbet ilaçları ve diğerleri gibi reçete edilmesine neden olan bu çılgın bakım ilacı konseptini önleyebilir. Makalede yazar, muhtemelen bir antidepresan reçete edilen ve daha sonra bu işe yaramazsa bir antipsikotik eklenen hayali bir hastayı tartışıyor. Ancak ne yazık ki gerçekte olan şey, psikiyatristin bir veya iki ilaçla başlaması, işe yaramadıklarından şikayet etmesi ve antipsikotikler gibi daha da güçlü ilaçlar eklemesidir. Birçok hasta, yıllarca tüm bu ilaçların belki altı veya daha fazlasını, hatta on iki ve on üçünü kullanıyor. Bu durumda beyin ve vücuda gerçekten ne oluyor? Sadece kısa vadeli etkiler değil, aynı zamanda tüm bu ilaçlar hasta tarafından kullanılmayı bıraktıktan sonra bile uzun vadeli etkiler nelerdir? Benim durumumda, beynim ve vücudum bu rejime isyan etti. Yarı koma halinde bir uyku durumuna geçtim, uyandırılamadım ve geleceğimin "bitkisel" veya sadece biraz daha iyi olacağı, muhtemelen 24 saatlik uzun vadeli bakıma ihtiyaç duyacağım düşünüldü. Ancak, on bir gün sonra, bu tür ek bir bakıma ihtiyaç duymadan hastaneden ayrıldım. Ancak, son ilacı, lityumu bırakmam iki yıl daha sürdü. Bu arada, hiç işe yaramayan birkaç farklı antipsikotik vb. denediler. Ancak, şimdi, muhtemelen bazılarına kıyasla garip bir hayat yaşıyorum. Birçok yiyeceğe, muhtemelen tüm ilaçlara ve kim bilir başka nelere alerjim var. Ve, hala bir "uyku programım" yok ama artık bunun için "kendimi dövmüyorum". Becerilerimde, yeteneklerimde, konsantrasyon yeteneğimde vb. başka değişiklikler var Sanırım bir kitap yazabilirim ama, o zaman "her şeyle nereye" veya sabrım yok. Benim gibi başkalarının da olduğunu biliyorum. Biz bir acil durum uyarı sistemiyiz, ancak bizi dinleyecek birileri var mı? Teşekkür ederim." -rebel, July 25, 2021 (b)
"Psikiyatrik İlaçlar da Beyin İşlev Bozukluğuna Neden Olarak Zarar Veriyor. Her psikiyatrik ilaç değişiminden önce ve sonra bilişsel bozukluğun test edilmesi gerektiğine katılıyorum. Ancak bu, psikiyatristlerimin yaptığı şeyin %100 tersidir. Psikiyatristlerimin reçete yazma alışkanlıklarını ister istemez poli eczanesi daha iyi tanımlar." -Someone Else,July 26, 2021 (c)
"Teşekkürler Les. Öncelikle, işlev bozukluğunun ne olduğunu belirlememiz gerekiyor. Bir doktorun yaptığı ilk şey, kurbanları bir nöroloğa veya psikiyatriste göndermektir. İkisi de sorunu bilmez ve çoğu zaman bir nörolog, müşterilerini bir psikiyatriste yönlendirir. Bilimdeki bilgi eksikliği, psikiyatrinin ve diğer tüm sistemlerin yararlandığı yerdir. Bu bir aldatmaca ve utanç verici. Herhangi bir testte yüksek puan alan, bilişsel yetenek gösteren insanları ne yapacağımı bilmiyorum, ancak aynı insanlar gün boyu sandalyelerde oturup reçeteler ve saçma sapan etiketler yazıyor. Gerçekten, psikiyatristlerin insanlara bakabileceğini gösteren hiçbir değerlendirmemiz yok. Psikiyatri bunu kanıtladı. En güvensiz bebek bakıcılarından biri." -sam plover, July 26, 2021 (d)
"Psikiyatristler zihinsel sağlık koşullarını beyin hastalıkları olarak ele aldıklarında bu, poli eczacılık ve psikiyatrik olmayan hekimlerin ülkedeki en büyük zihinsel sağlık profesyonelleri grubu haline gelmesi için bir reçeteydi, ikincisi staj sırasında psikiyatride 6 haftalık bir rotasyona sahipti. MIA, kısmen psikiyatrik ilaç reçetelemeyle ilgili elde ettiğim verilerle ilgili bir makalemi daha yayınladı (%80'i psikiyatrik olmayan hekimler tarafından); birçok hasta bir, iki ve bazen üç sınıf psikiyatrik ilaç kullanıyordu ve bir hasta beş farklı antidepresan ilaç kullanıyordu. Psikiyatristler hastanın davranışına bakmak yerine (psikiyatristler ve psikologlar bunu 1960'larda yapardı) artık çeşitli nörotransmitterlerle ve bunları manipüle etmekle daha çok ilgileniyor gibi görünüyor. Beni affedin ama Robert Whitaker'ın yıllar önce keşfettiği bu yaklaşımın işe yaradığını düşünmüyorum." -Les Ruthven July 26, 2021 (a)
"AKATEZİ: OTURMA ODASINDAKİ FİL.. İrlanda'da "Normal Nüfus" arasında devam eden bir Cinayet, Aile Katili (ve İntihar) Salgını var - "Yaşam Tarzı Sorunları" için Psikiyatrik ilaçlar alıyorlar. İrlanda'daki herkes durum hakkında aşırı derecede endişeli. Ancak Açık Nedenden HİÇBİR ŞEKİLDE bahsedilmiyor:- A K A T E Z İ." -Fiachra, July 29, 2021 (e)
"Fiachra, bu korkutucu. Bence yapabileceğimiz tek şey — "biz", akatizinin ne olduğunu, neye benzediğini, nasıl hissettirdiğini, neyin sebep olduğunu gerçekten bilen nüfusun küçük bir kesimi — insanları bu konuda eğitmeye devam etmek. Çok sinir bozucu ama başka ne yapabiliriz ki, çünkü kan testlerinde veya MRI'larda ortaya çıkacak bir şey değil. İspatlanması zor, hatta imkansız, bu yüzden psikiyatrinin temelde iyi olduğu ve psikiyatrik ilaçların temelde iyi ve gerekli olduğu fikrine yatırım yapan insanlar... bu insanlar yaşanan şiddet için başka açıklamalara yönelecekler. Elbette, birçok kişi şu açıklamayı seviyor gibi görünüyor: "Kişinin (teşhis edilmemiş) akıl hastalığı vardı. Bu onları şiddet yanlısı yaptı. " Kesinlikle yokuş yukarı bir mücadele. Yakın zamanda en az 20 yıldır bipolar teşhisi olan bir tanıdığımla e-posta yoluyla görüştüm. Ona akatiziden bahsettim ve daha önce hiç duymadığını söyledi. Ona anlattıktan ve bu konuda bilgi içeren birkaç bağlantı gönderdikten sonra, risperdal aldığında bundan muzdarip olduğunu hemen fark etti. Bu çok zeki, iyi eğitimli bir kadın. Sanırım doktorlarına, reçete ettikleri ilaçların riskleri hakkında bilgi vermeleri için güvendi ve bunları kendi başına araştırmadı. Bu, benim de uzun süre yaptığım bir hataydı. MISSD örgütü için mutluyum. Çok bilgilendirici, ancak yürek parçalayıcı videoları var. Keşke ana akım medya bunu ele alsa ama nefesimi tutmayacağım." -KateL, July 30, 2021 (f)
"Yapılacak en iyi şey, bu doktorların bu ilaçları reçete etmeyi bırakmalarıdır. Daha da iyisi, doktor reçete etmeye çalıştığında hastanın bu ilaçlara hayır demesidir. Ancak, bunun çok zor olduğunu biliyorum. Doktorlarımıza ve psikiyatri endüstrisi de dahil olmak üzere tıp alanındaki diğer kişilere çok fazla güç verdik. Sanki onlara "tanrısal" bir güç ve otorite vermişiz gibi ve birçoğu bundan zevk alıyor ve bu güç ve otoriteyi kötüye kullanıyor gibi görünüyor. Bu "saçmalıktan" kurtulmak istiyorsak, hayatlarımızı geri almalı ve kendi otoritemiz olmalıyız. Vücudumuzu ve beynimizi onlardan daha iyi tanıyoruz. Bizim için neyin en iyi olduğunu onlardan daha iyi biliyoruz. Ve eğer Tanrı'ya inanıyorsanız, "tanrısal" gücü ve otoriteyi başka bir sıradan insana yüklememeniz önemlidir. Bunların hepsi önemlidir. Ve, kolay değil, ancak bir tür olarak hayatta kalmak istiyorsak çok gerekli. Teşekkür ederim." -rebel, July 26, 2021 (g)
""Damgalayıcılarla, yani psikiyatristinizle savaşın!" ne dersiniz?" -Steve McCrea, August 1, 2021 (h)
"Evet, haklısın; ancak bu aldatıcı ikiyüzlülüğe sadece psikiyatristler dahil değil. . Bakalım: Büyük İlaç Şirketleri, Ana Akım Medya, Hükümet ve Hukuk Kaynakları, psikiyatrist küçük yardımcıları, terapistler, bazı alanlarda sağlık reçetecileri, sağlık sigortası, vs. vs. vs. var. Katılan herkesi listelemek için çok büyük bir tişört gerekecek. Dışarıda "damgalama" yapan çok sayıda insan var. Ve "NAMI" ve diğer grupları unuttum. Kötülük, Kötülüktür. İnsanların yerel ruh sağlığı kliniğinde randevu almadan veya bir sonraki hapı almadan önce düşünmelerini sağlayacak iyi bir tişört mesajına açığım. Teşekkür ederim." -rebel, August 1, 2021 (i)
"Katılıyorum. Haber ve eğlence medyası da kimyasal dengesizliklere "herkesin inanmasının" BÜYÜK bir parçasıyken, günümüzde en alaycı psikiyatristler bile bunun bir tür saçmalık olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Mesaj birçok biçimde orada ve bence birçok insan "Gerçek"lerini filmlerden ve TV şovlarından alıyor. Mücadele edilecek çok şey var!" -Steve McCrea, August 1, 2021 (j)
"Psikiyatristler sınırda kişilik bozukluğunu tedavi etmek için hala ruh hali dengeleyiciler, vb. , vb. kullanıyorlar ve 25 veya daha fazla yıllık başarısızlıktan sonra hala güçlü bir şekilde devam ediyor. Sizinki, bugün sağlık hizmetlerinde yaygın olan ve durdurulması gereken etiket dışı reçetelemenin bir örneğidir. FDA tarafından onaylanmış bir ilacın etiket dışı kullanıldığına dair hiçbir kanıt yoktur." -Les Ruthven, August 3, 2021 (k)" (4)
"Psikiyatrik İlaçlar Zihinsel Hastalık Engelliliğine Katkıda Bulunuyor mu?
1955'ten beri ABD'de zihinsel hastalık engellilik oranları altı kat arttı. Aynı zamanda psikiyatrik ilaç kullanımı 1950'lerde ve 1960'larda büyük ölçüde arttı, ardından 1988'den sonra hızla arttı.. Araştırmacı gazeteci Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs, and the Astonishing Rise of Mental Illness in America (Crown Publishers, Nisan 2010)) adlı kitabı, bir nesildir psikiyatrik tedavi üzerine yazılmış en önemli kitaptır. 25 yıldan uzun süredir mesleğimi icra ediyorum ve psikiyatri hakkında yüzlerce kitap okudum ve hiç şüphesiz Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic)'in psikiyatrik tedavi üzerine okuduğum en aydınlatıcı kitap olduğunu söyleyebilirim.
Whitaker, dört kitabın yazarıdır (Akıl hastalarına kötü muameleyi konu alan Amerika'da Deli "Mad in America" dahil) ve Boston Globe muhabiri olarak tıp yazıları dalında George Polk Ödülü, en iyi dergi makalesi dalında Ulusal Bilim Yazarları Derneği (National Association of Science Writers) Ödülü kazanmış ve Pulitzer Ödülü finalisti olmuştur. Michael Pollan, Eric Schlosser ve ciddiye alınan diğer araştırmacı gazetecilerin geleneğinde Whitaker titiz, adil ve karmaşık olguları anlaşılması kolay bir şekilde anlatıyor. Bir Salgının Anatomisi'nin başlangıç noktası şu şekildedir:
1987'de, Prozac'ın piyasaya sürülmesinden ve günümüzde antidepresanların ve diğer psikiyatrik ilaçların yaygın kullanımından önce, ABD'deki ruhsal hastalık sakatlık oranı her 184 Amerikalıda 1'di, ancak 2007'ye gelindiğinde ruhsal hastalık sakatlık oranı her 76 Amerikalıda 1'e çıkarak iki katından fazla artmıştı. Whitaker, ruhsal hastalık sakatlığındaki bu dramatik artışa neyin sebep olduğunu merak ediyordu.
1955'ten beri ABD'de ruhsal hastalık sakatlık oranları altı kat arttı. Aynı zamanda, psikiyatrik ilaç kullanımı 1950'lerde ve 1960'larda büyük ölçüde arttı, ardından Prozac'ın piyasaya sürüldüğü 1988'den sonra fırladı, bu nedenle artık antidepresan ve antipsikotik ilaçlar tek başına ABD'de yıllık 25 milyar dolardan fazla hasılat yapıyor. Ancak Whitaker, "korelasyonun nedensellik olmadığını" ve ruhsal hastalık sakatlığı ile psikiyatrik ilaç kullanımının paralel artışının mutlaka bir şeyi kanıtlamadığını biliyordu. Whitaker, sorunun özüne inmek için iki alana bakması gerektiğini fark etti:
(1) Psikiyatrik ilaçlar, uzun vadede, bir kişinin 'iyi işlev görme' olasılığını mı artırır yoksa bir kişinin 'sakat kalma' olasılığını mı artırır?
(2) Hafif duygusal sorunu olan bir kişinin ilk ilaca kötü tepki vermesi ve bunun kişiyi uzun vadeli zihinsel hastalık sakatlığına yol açabilecek bir yola sokması mümkün müdür? Örneğin, hafif depresyon nöbeti geçiren bir kişiye manik reaksiyona neden olan ve bunun sonucunda bipolar tanı ve kronik sakatlığa yol açan antidepresanlar verilebilir mi?
Whitaker, 50 yılı aşkın süredir devam eden bilimsel literatürün bu sorular hakkında neler söylediğine kapsamlı bir şekilde baktı. Kendisiyle yaptığım bir röportajda, bulgularını özetleyip özetleyemeyeceğini sordum:
"Literatür, anlattığı hikayede dikkat çekici bir şekilde tutarlıdır. Psikiyatrik ilaçlar kısa vadede etkili olsa da, bir kişinin uzun vadede kronik olarak hasta olma olasılığını artırır. Şizofreni, anksiyete, depresyon ve bipolar hastalık için uzun vadeli sonuçlar literatürünü takip ederken bu resmin tekrar tekrar ortaya çıktığını görmek beni şaşırttı. Ek olarak, bilimsel literatür, daha hafif bir sorun için tedavi edilen birçok hastanın, bir ilaca yanıt olarak kötüleşeceğini (örneğin antidepresan aldıktan sonra manik bir epizot geçireceğini) ve bunun bipolar bozukluk gibi yeni ve daha ciddi bir tanıya yol açabileceğini göstermektedir. Bu, engellilik sayılarındaki artışı körüklemeye yardımcı olan iyi belgelenmiş bir iatrojenik [hekim kaynaklı hastalık] yoldur. Şimdi toplumumuzdaki engelli akıl hastası sayısındaki artışa katkıda bulunan çeşitli kültürel faktörler olabilir. Ancak sonuçlar literatürü - ve bu gerçekten trajik bir hikaye - ilaç temelli bakım paradigmamızın birincil neden olduğunu açıkça göstermektedir."
Çocuklarda bipolar bozukluk, eskiden psikiyatristler tarafından nadiren görülürdü, ancak bugün bir milyondan fazla çocuk ve genç, Ritalin veya antidepresan gibi bir uyarıcı ile tedavi edildikten sonra bipolar oldu. Bir Salgının Anatomisi'ni okuyup ilaç endüstrisinin neden olduğu zihinsel ve fiziksel sağlık sorunlarının büyüklüğünü görünce, Rachel Carson'ın Sessiz Bahar'ı ile karşılaştırma yapmaktan kendimi alamadım. Zihinsel sağlık tedavisi alanında her şey kasvetli değil, özellikle de kişi Amerika Birleşik Devletleri dışına çıkarsa. Whitaker, sohbetimizde kitabındaki birçok örnekten birini verdi: Bir Salgının Anatomisi kitabının çözüm bölümünde, Kuzey Finlandiya'daki doktorların ve psikologların ilk epizod psikotik hastaları tedavi ederken antipsikotikleri seçici ve dikkatli bir şekilde nasıl kullandıklarını ve uzun vadeli sonuçlarının Batı Dünyası'ndaki en iyi sonuçlar olduğunu yazıyorum. Yani kanıta dayalı tıbba inanıyorsanız, o zaman Amerikan psikiyatrisi reform için bir model olarak Finlandiya programına bakmalıdır.
-Klinik psikolog olarak çalışan Bruce E. Levine, toplum, kültür, siyaset ve psikolojinin nasıl kesiştiği hakkında yazıyor ve konuşuyor. Get Up, Stand Up: Uniting Populists, Energizing the Defeated ve Battling the Corporate Elite kitaplarının yazarıdır.
-Bruce E. Levine, klinik psikolog ve "Amerika'nın Depresyon Salgınından Kurtulmak: Çılgına Dönen Bir Dünyada Moral, Enerji ve Topluluk Nasıl Bulunur?" (Chelsea Green Publishing) adlı kitabın yazarıdır." (5)
"Psikiyatristler ve ilaç endüstrisi, günümüzdeki ruhsal bozukluklar 'salgınından' sorumludur
İlaç satıcıları.. Onları genellikle suçluluğun kasvetli yeraltı dünyasıyla ilişkilendiririz. Ancak bazıları, psikiyatri ve ilaç endüstrisi gibi son derece saygın alanlarda çalışan, aynı derecede vicdansız başka bir ilac satıcısı sınıfının daha olduğunu iddia edebilir. Ve onlar da sokak köşesindeki uyuşturucu satıcısına uyguladığımız aynı ahlaki incelemeyi hak ediyorlar..
Tıp mesleği içinde, daha önce tıbbi yardımın yetki alanının dışında olduğu düşünülen günlük durumlara giderek daha fazla etiket yapıştırılıyor. Bu yüzden üzüntü depresyon, utangaçlık sosyal fobi, çocukluk yaramazlığı hiperaktivite veya DEHB olarak yeniden markalanıyor. Ve Büyük İlaç Şirketleri bu 'bozuklukları' tedavi etmek için karlı yeni ilaçlar bulmaktan fazlasıyla mutlular, psikiyatristler ve pratisyen hekimler daha sonra gönüllü olarak reçete ediyorlar ve bunu yaptıkları için ilaç şirketleri tarafından zengin bir şekilde ödüllendiriliyorlar.
Son on yılda İngiltere'de antidepresan kullanımı iki katına çıktı ve 2012'de bunlar için 50 milyon reçete yazıldı. Hiperaktivite için de durum benzer: Ritalin kullanımı 2012'ye kadar 800.000 reçete yazılarak üç katına çıktı. Daha da kötüsü, eleştirmenler, bu ilaçların bazılarının arkasındaki araştırmalardaki bilimsel ve etik kusurların kasıtlı olarak yayınlanmadığını savunuyor.
Bu arada, davranış sorunlarının ve insan sefaletinin gerçek altta yatan nedenleri genellikle tedavi edilmeden bırakılıyor. Bu, zihinsel zorlukları olan insanları tedavi etmek için yaygın olarak 'kimyasal cosh' kullanımına karşı çıkanların görüşü. Ancak birçok psikiyatrist, aşırı reçete yazmanın bir sorun olduğunu kabul ederken, suçun kendilerinde olmadığını savunuyor. Örneğin, ebeveynler ve öğretmenler genellikle bir çocuğun sorunlu davranışına tıbbi bir etiket yapıştırılması için baskıyı artırıyorlar çünkü bu şekilde daha az damgalama oluyor ve hoşgörü sağlanıyor.
Psikiyatristler ve ilaç şirketleri de zihinsel bozukluk için 'kimyasal dengesizlik' teorisinin bir efsane olduğunu savunanlara karşı çıkıyorlar. DEHB'nin 'ilaçların işe yaradığı gerçek bir durum olduğunu' söylüyorlar. Araştırmalar, 'antidepresanların özellikle şiddetli depresyon vakalarında sadece bir plasebodan daha etkili olduğunu' gösteriyor. Bilim insanları şu anda onlarca yıldır tedavi edilemez depresyon ve anksiyeteye katlanan insanlar için tamamen yeni bir tür antidepresan üzerinde çalışıyorlar - şimdiye kadar umut verici sonuçlar elde ettiler. İnsan acısı asla ortadan kalkmayacak ancak kanıtlar, farmasötik ilaçların dünya çapında milyonlarca insanın hayatını iyileştirdiğini gösteriyor." 12 Kasım 2014'te Emmanuel Merkezi'nde filme alındı. (VİDEO)
BAZI YORUMLAR;
---------
"Ben ruh sağlığı sisteminin bir kurtulanıyım. 13 yaşında bir psikiyatri koğuşuna kapatıldım ve son ve nihai terapistim 49 yaşındaydı. Bu terapist aşırı derecede tacizciydi. Şimdi 51 yaşındayım ve hala iyi bir hayat yaşayabilirim ve kararlıyım." -@maggie0285 (a)
"Kaç tane teşhis konduğunu saymayı bıraktım. Psikiyatride durumum için olan her hapı aldım. Aradığım tek şey hayatım için bir anlamdı. Hala tam zamanlı mücadele ediyorum. Umarım bir gün huzuru bulurum. Bu haplar duygularınızı, değerlerinizi, kimliğinizi, hayattaki amacınızı elinizden alır ve sizi psikopat bir kuruma bağımlı bırakır." -@jacklost4676 (b)" (6)
"Akıl Hastalığı Değil Psikiyatrik İlaç Salgını
Tıpkı çocuk felci aşısının hastalığın diğer vakalarını neredeyse tamamen ortadan kaldırması gibi, Prozac ve diğer "harika ilaçlar" yirmi yıldan fazla bir süre önce piyasaya çıktığında depresyon ve diğer zihinsel rahatsızlıkların da ortadan kalkacağını düşünürdünüz. Durum böyle değil. Aslında, psikiyatrik ilaç kullanan insanların sayısı fırladı ve astronomik sayılara ulaştı. Bunun ilk nedeni, bu ilaçlar için daha büyük bir tüketici pazarı yaratmak amacıyla "zihinsel hastalık" kavramının önemli ölçüde genişletilmesidir. Eskiden sadece sokakta kendi kendine saçma sapan konuşan adamlar zihinsel olarak hasta kabul edilirdi. Günümüzde normal duygular ve istenmeyen davranışlar, artık zihinsel bozukluklar.. Utangaç? Sınıf sandalyenizde yeterince sessiz oturmuyor musunuz? Sosyal durumlarda kaygılı mısınız? Bunlar, çok eskiden var olmayan, artık zihinsel bozukluklar olarak adlandırılan şeylere sadece birkaç örnek..
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve
İstatistiksel El Kitabı (DSM "Diagnostic and Statistical Manual of
Mental Disorders" olarak bilinir), ilk olarak 1952'de yayınlanmış ve
yaklaşık yüz bozukluk listelemiştir. Bu, tanı için kullanılan
psikiyatristlerin kutsal kitabıdır. 1994'te yayınlanan en güncel
versiyon olan DSM-IV, yaklaşık dört yüz bozukluk listelemiştir. DSM-V
birkaç yıl içinde çıkacak ve şüphesiz daha da fazla bozukluğa sahip
olacak. İnsanların giderek daha fazla "zihinsel olarak hasta" olması
değil.
"Akıl sağlığı endüstrisi, bu sözde bozukluklara çözüm olarak, ilaçları yoğun bir şekilde pazarladığından, psikiyatrik ilaçlar için daha büyük bir tüketici pazarı yaratmak amacıyla daha fazla bozukluk uydurulmaktadır."
Psikiyatrik ilaçların kullanımının bu kadar artmasının ikinci nedeni, ilaçların kendilerinin daha fazla ilaç almayı gerektiren olumsuz yan etkilere neden olmasıdır. Psikiyatrik ilaçlar mani, psikoz, konvülsiyonlar, diyabet, metabolik hastalıklar, şiddet, intihar veya hatta erken ölüm gibi olumsuz yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkiler, başka bir ruhsal bozukluğun teşhis edilmesi için daha fazla fırsat sağlar ve bu da başka bir ilacı reçete etmek için başka bir neden oluşturur.
"Akıl sağlığı endüstrisi, bu sözde bozukluklara çözüm olarak, ilaçları yoğun bir şekilde pazarladığından, psikiyatrik ilaçlar için daha büyük bir tüketici pazarı yaratmak amacıyla daha fazla bozukluk uydurulmaktadır."
Psikiyatrik ilaçların kullanımının bu kadar artmasının ikinci nedeni, ilaçların kendilerinin daha fazla ilaç almayı gerektiren olumsuz yan etkilere neden olmasıdır. Psikiyatrik ilaçlar mani, psikoz, konvülsiyonlar, diyabet, metabolik hastalıklar, şiddet, intihar veya hatta erken ölüm gibi olumsuz yan etkilere neden olabilir. Bu yan etkiler, başka bir ruhsal bozukluğun teşhis edilmesi için daha fazla fırsat sağlar ve bu da başka bir ilacı reçete etmek için başka bir neden oluşturur.
Örneğin, kişi depresyon için bir
antidepresan alarak başlayabilir ve bu daha sonra belki bir maniye neden
olabilir, bu yüzden kişiye bipolar teşhisi konur ve ek bir ilaç
verilir. Bu ilaç kaynaklı ruhsal hastalıkla ilgili en endişe verici şey,
bu ilaçların beyin kimyanızı düzeltmesi gerektiğidir. Bu gerçeklerden
uzaktır çünkü aslında tam tersini yaparlar. Beyindeki anormal bir şeyden
kaynaklanan bir ruhsal bozukluk olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur.
Ancak, bu ilaçların normal beyin işlevini bozduğuna ve çarpıttığına ve
geri döndürülemez olabilecek anormal bir durum yarattığına dair kanıtlar
vardır. Akıl sağlığı endüstrisi nakit ineğini bulmuşken, milyonlarca
çocuk ve yetişkin, gerçeği söylemeden tehlikeli zihin değiştirici
psikiyatrik ilaçlar alıyor. Bilgi edinin ve kendiniz görün.
BİR YORUM;
------
"Umarım bu tuhaf, küçük uydurma hastalıklara yakalanan ve bunlardan biraz muzdarip olan insanlar, doktorun akıl hastasına satarak bir dolar kazanmaya çalıştığı tüm ilaçların yan etkilerini tartarlar, bir dolar kazanmak için. Şimdi biraz depresifsin, elli kilo alana kadar bekle, dilin birkaç saniyede bir ağzına girip çıkıyor ve çok şişman ve koordinasyonsuz olduğun için ahşap bir zeminden başka hiçbir yerde yürüyemiyorsun, zihni iyileştirmek için beyni zehirleyen tüm o ilaçlardan dolayı." - mark,December 16, 2011" (7)
BİR YORUM;
------
"Umarım bu tuhaf, küçük uydurma hastalıklara yakalanan ve bunlardan biraz muzdarip olan insanlar, doktorun akıl hastasına satarak bir dolar kazanmaya çalıştığı tüm ilaçların yan etkilerini tartarlar, bir dolar kazanmak için. Şimdi biraz depresifsin, elli kilo alana kadar bekle, dilin birkaç saniyede bir ağzına girip çıkıyor ve çok şişman ve koordinasyonsuz olduğun için ahşap bir zeminden başka hiçbir yerde yürüyemiyorsun, zihni iyileştirmek için beyni zehirleyen tüm o ilaçlardan dolayı." - mark,December 16, 2011" (7)
"Psikiyatri Endüstrisi, Akıl Sağlığı Salgınını NASIL YARATIYOR?
1950'lerde psikiyatrik ilaçların piyasaya sürülmesiyle birlikte akıl hastalığı ve akıl hastalığından kaynaklanan engellilik neden fırladı? İlaçlar, zihinsel zorluklarımızı çözmek için işe yarasaydı, farklı bir model görmez miydik? Şu alıntıları düşünün:
"Pek çok nedenden dolayı şimdi bir psikoloğa gitmek, batı dünyasında yasadışı bir şey yapmaktan daha tehlikeli olabilir." – Dr. Peter Breggin
"İlaçların patolojiyi düzeltmesi yerine, aslında öğrendiğimiz şey nörotransmitter fonksiyonunda anormallikler yaratmalarıydı. Bilimsel olarak anladığınız anda, bu ilaçların uzun vadede işleyişi iyileştirmeyeceğini, aksine işleyişi bozma olasılıklarının daha yüksek olduğunu anlamak oldukça kolay hale geliyor. " – Robert Whitaker
İşte psikiyatri endüstrisinin akıl sağlığı salgını yaratmasının 3 yolu.
1) DSM, Bilimsel Bir Kılavuz Değildir.. DSM, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'dır (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders). Psikiyatrik tanı ve tedaviyi standartlaştırma amacıyla oluşturulmuştur. Sorun, tanıların bilimsel yönteme dayanmamasıdır; bir hipotezle başlayıp bunu bilimsel yöntemle test edersiniz. Bu tanıların arkasında bilimsel bir fikir birliği yoktur. Bu tanılar, bir "görev gücü (task force)" tarafından oluşturulmuştur. Bu psikiyatrist grup, bir odada bir araya gelerek psikiyatrik tanı ve bu tanıları oluşturan semptomların oluşturulması konusunda oylama yaptı. Dr. Paula Caplan bu görev gücü toplantılarından bazılarındaydı ve "psikiyatrik tanılar bilimsel değildir, güvenilir ve geçerli değildir" dedi.
1950'lerde psikiyatrik ilaçların piyasaya sürülmesiyle birlikte akıl hastalığı ve akıl hastalığından kaynaklanan engellilik neden fırladı? İlaçlar, zihinsel zorluklarımızı çözmek için işe yarasaydı, farklı bir model görmez miydik? Şu alıntıları düşünün:
"Pek çok nedenden dolayı şimdi bir psikoloğa gitmek, batı dünyasında yasadışı bir şey yapmaktan daha tehlikeli olabilir." – Dr. Peter Breggin
"İlaçların patolojiyi düzeltmesi yerine, aslında öğrendiğimiz şey nörotransmitter fonksiyonunda anormallikler yaratmalarıydı. Bilimsel olarak anladığınız anda, bu ilaçların uzun vadede işleyişi iyileştirmeyeceğini, aksine işleyişi bozma olasılıklarının daha yüksek olduğunu anlamak oldukça kolay hale geliyor. " – Robert Whitaker
İşte psikiyatri endüstrisinin akıl sağlığı salgını yaratmasının 3 yolu.
1) DSM, Bilimsel Bir Kılavuz Değildir.. DSM, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'dır (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders). Psikiyatrik tanı ve tedaviyi standartlaştırma amacıyla oluşturulmuştur. Sorun, tanıların bilimsel yönteme dayanmamasıdır; bir hipotezle başlayıp bunu bilimsel yöntemle test edersiniz. Bu tanıların arkasında bilimsel bir fikir birliği yoktur. Bu tanılar, bir "görev gücü (task force)" tarafından oluşturulmuştur. Bu psikiyatrist grup, bir odada bir araya gelerek psikiyatrik tanı ve bu tanıları oluşturan semptomların oluşturulması konusunda oylama yaptı. Dr. Paula Caplan bu görev gücü toplantılarından bazılarındaydı ve "psikiyatrik tanılar bilimsel değildir, güvenilir ve geçerli değildir" dedi.
İşte bir örnek. Eşcinsellik,
1970'lerde oylanarak reddedilene kadar DSM tarafından bir zihinsel
bozukluk olarak kabul edildi. Bu bize eşcinselliğin bir zihinsel
bozukluk olarak dahil edilmesinin ve sonra dışlanmasının, o zamanın
değişen kişisel önyargılarını ve kültürel inançlarını yansıttığını
gösteriyor. Bu bir bilim değildi, sadece insanların neye inandığı ve
sonra neye inanmadığıydı.
O halde kendimize şunu sormalıyız: Bu örüntüyü bugün nasıl tekrarlıyoruz? Depresyon, anksiyete, DEHB, biriktirme bozukluğu, tıkınırcasına yeme bozukluğu, karşıt meydan okuma bozukluğu veya mevcut DSM-5'teki diğer "tanıların" %95'i teşhisi aldınız mı? Öncelikle, bu sorunların beyinde kaynaklandığına dair HİÇBİR bilimsel kanıt olmadığını düşünün.
İkinci olarak, bu durumların, zihinsel bozukluklar olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Üçüncüsü, bunların travma, yetiştirilme tarzı, ruhsal olgunluğun eksikliği ve/veya yetersiz beslenme gibi faktörlerden kaynaklanabilecek normal duygusal ifadeler olma olasılığı vardır. Alzheimer gibi DSM'deki bozuklukların yalnızca yaklaşık %5'inin bilinen biyolojik nedenleri vardır. Depresyon, anksiyete ve şizofreni gibi yaygın teşhislere gelince, tanımlanabilir bir biyolojik neden yoktur - bu sorunların beyin sorunları olduğuna dair hiçbir kanıtımız yok!
50'den fazla ruh sağlığı derneği, teşhisi için bilimsel destek eksikliği nedeniyle mevcut DSM'nin bağımsız bir bilimsel incelemesi için dilekçe verdi. Örneğin, kitaba göre, bir uygulayıcı normal kederi "majör depresif bozukluk" veya zayıf odaklanmayı DEHB olarak kategorize ederdi. Şimdi, yırtıcı Büyük İlaç Şirketleri devreye giriyor. DSM'ye yeni teşhisler eklendiğinde, ilaç şirketleri bu sorunlar için yeni ilaçlar yaratmanın veya eski ilaçları yeniden paketlemenin yollarına bakıyor.
İşte bir örnek: DSM-4'te, PMDD "PreMenstrual Dysphoric Disorder" için yeni bir teşhis vardı - adet öncesi disforik bozukluk. Bu kelimenin tam anlamıyla gerçekten kötü bir PMS'ydi. PMS bir beyin sorunu veya zihinsel bir hastalık değil, hormonal bir bozukluktur. Gerçekten kötü PMS, kötü bir hormonal bozukluktur... hormonal düzeyde düzeltirsiniz. Yine de bir fırsat gören Eli Lilly, Serafem adlı bir ilacı pazarlamaya başladı. PMS semptomlarından muzdarip kadınları gösteren bir dizi reklam başlattılar. Reklamlar semptomların PMS değil PMDD olabileceğini öne sürdü ve kadınları doktorlarıyla Serafem hakkında konuşmaya teşvik etti. Peki Serafem neydi? Kelimenin tam anlamıyla Prozac'tı, pembe ve mor bir kapsülde yeniden paketlenmişti.
2) Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal dengesizlikleri çözmek yerine, yaratır.. Depresyon, kimyasal dengesizlik veya serotonin eksikliğinden kaynaklanmaz. Bu "kimyasal dengesizlik teorisi" ilk olarak 1965'te ortaya atıldı ancak o zamandan beri 'iyi ruh hali olan kişilerin, yüksek veya düşük serotonin seviyelerine sahip olabileceğini' ve 'depresif kişilerin, her yerde serotonin seviyelerine sahip olduğunu' gösteren deneyler yapıldı. Benzer şekilde, araştırmalar 'neşeli kişilerde, serotonin seviyelerini düşürdüğünüzde bunun ruh hallerini değiştirmediğini' gösteriyor. Bu, antidepresanların ilaç dışı fonlu çalışmaları düşündüğümüzde plasebodan daha etkili olmadığının gösterilmesinin nedeni olabilir. Diğer araştırmalar, antidepresanların hastanın beklediği kadar işe yaradığını gösteriyor. Aynısı şizofreni için yüksek dopamin teorisi için de geçerli. Şizofreninin kimyasal bir dengesizlik veya beyinde başlayan bir sorun olduğunu gösteren hiçbir araştırma yok. (Atıflar/araştırmalar için aşağıdaki okuma listesine bakın.)
Peki nörotransmitterleri değiştiren ilaçlar, neden bazı insanlar için "işe yarıyor"? Bazı insanlar bu ilaçları alırken yaşadıkları deneyimi neden seviyor? Öncelikle, bu ilaçların "beyninizde, denge yaratmadığını" anlamak önemlidir. Nörotransmitter, dengesizlikleri yaratıyorlar. Bu dengesizlikler, bazı insanlar için yararlı veya tercih edilebilir gelebilir. Uyuşmuş olmak ve acınıza daha az bağlı olmak yararlı gelebilir. Bu şu soruyu gündeme getiriyor: uyuşturulmak ve acınıza daha az bağlı olmak faydalı mı yoksa güçlendirici mi? Ayrıca bu ilaçların, uzun vadede daha kötü ruh sağlığı sonuçlarıyla ilişkili olduğunu ve yaygın yan etkilere (örneğin, azalan cinsel istek, yaratıcı dürtü ve ruhsal dürtü) sahip olduğunu düşünmek de önemlidir.
Psikiyatrik ilaçlar, eğlence amaçlı uyuşturucularla aynı etkiye sahiptir: bazı insanların ilaçsız duygusal durumlarını deneyimlemekten daha tercih edilebilir buldukları değişmiş bir durum yaratırlar. En yaygın ruhsal bozuklukların biyolojik bir nedeni varsa, bu iltihaplanma, yetersiz beslenme ve travma ile bağlantılı gibi görünmektedir ve bunların hepsi beslenme, ruhsal ve yaşam tarzı değişiklikleriyle ele alınmaktadır.
3) Psikiyatrik ilaçlar için bilgilendirilmiş onam neredeyse imkansızdır.. Bilgilendirilmiş onam, tıbbi sağlayıcının hastayı herhangi bir tedavinin riskleri, alternatifleri ve hastanın herhangi bir tedaviyi reddetmesi durumunda ne olacağı konusunda bilgilendirmesi anlamına gelir. Psikiyatri söz konusu olduğunda, Batı tıbbının geri kalanında olduğu gibi, bu basitçe gerçekleşmiyor. Örneğin, hastalar psikiyatrik ilaçlarla ilgili tam bilimsel araştırmayı alamıyorlar çünkü ilaç şirketleri rutin olarak kötü etkiler gösteren hiçbir çalışma yayınlamıyor.
Örneğin, antidepresanlar üzerine yapılan 30'dan fazla çalışma, hiçbir etkinlik veya kötü yan etki göstermedikleri için yayınlanmadı. İlaç şirketleri, ilaç denemeleri yürütürken istatistiklerle yalan söylemek için oldukça ayrıntılı yöntemler kullanır. Buna, ilacı hedef müşteri tabanı olmayan ancak ilaca daha olumlu yanıt verecek bir grup insan üzerinde test etmek dahildir..
Veya, yeni bir ilacı iyi göstermek için yanlış reçete edilen eski bir ilaca karşı yeni bir ilacı test etmek.. Veya ilaç şirketleri anormal verileri çöpe atıyor veya istenen sonuçları elde edene kadar farklı test yöntemleriyle denemeler yürütüyor... ve istenmeyen sonuçları yayınlamıyorlar. Psikiyatrik ilaçlarla ilgili tam bilgilendirilmiş onayın kulağa nasıl gelebileceğine bir bakalım:
"Araştırmalar bu ilacın plasebodan daha etkili olmadığını ve bu ilacın kullanımının uzun vadede daha kötü ruh sağlığı sonuçlarıyla ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu, bu ilaçları kullanan kişilerin, 'tekrarlayan ruh sağlığı sorunları yaşama ve ruh sağlığı sorunları nedeniyle sakat kalma' olasılıklarının daha yüksek olduğu anlamına gelir. Bu ilaçlar, beyninizi uzun vadede etkileyecek nörotransmitter dengesizlikleri yaratarak çalışır. Uzun vadeli kullanımda, bu ilaçlar eroinden daha bağımlılık yapabilir ve insanların hayatlarını kelimenin tam anlamıyla mahvetmiştir. İlaçlar, doktorunuzun diğer ruh sağlığı semptomlarıyla karıştırabileceği bir dizi yan etki yaratabilir ve bu nedenle size daha fazla ilaç reçete edilebilir. Normal insan ağrınız, ruhsal hastalık değildir, ancak bu ilaçları kullanmak ruhsal hastalığa ve hatta ruhsal engelliliğe neden olabilir.
Ek olarak, doktorlar ve psikiyatristler olarak, çoğumuzun dünyanın manevi boyutuna karşı tamamen duyarsız olması nedeniyle, zihinsel zorluklarınızın ele almaya tamamen hazır olmadığımız manevi bir bileşeni de var. Size tam olarak bilgilendirilmiş onay verebilseydim, 'bir kişinin ruh halini değiştirebilecek manevi etkiler' ve 'ilaç endüstrisinin insanlığı, insanlıktan çıkarmak için karanlık bir manevi gündemle olan bağları' hakkında bir tartışmayı da içerirdi. Alternatifiniz, beslenme, inanç değişiklikleri ve manevi uygulamalar kullanarak acınızı ve işlev bozukluğunuzu ele almaktır. Bu yaklaşımı kullanarak, İnsanlar, ister majör depresyon, ister şizofreni veya zayıflatıcı PTSD olsun, teşhisinizden tamamen iyileşmişlerdir. Bu yaklaşımı benimseyen kişiler yalnızca iyileşmekle kalmaz, aynı zamanda daha önce olduğundan daha fazla sevgi, amaç ve manevi bağlantıyla dolu hayatlar yaşamaya devam ederler." Hiç bir doktorun bunu veya buna yakın bir şey söylediğini duydunuz mu? Elbette hayır, çünkü doktorlar basitçe bilgilendirilmiş onam sağlamıyorlar.
Son düşünceler.. Herhangi bir ilaç almak, tacizci partnerine geri dönen, şiddete uğramış bir kadın olmak gibidir. Her bir ilaç şirketinin geçmiş performansına bakarsak, 'patolojik yalancılar' olduklarını görürüz. Cezai para cezaları, ilaçtan kaynaklanan hastane yatışları ve ölüm oranları, gömülü araştırmalar ve özenle seçilmiş çalışmalar bunu gösteriyor. Bu şirketler kurumsal bir biçimde psikopattır. Böyle bir geçmişi olan birine güvenmezsiniz.
O halde kendimize şunu sormalıyız: Bu örüntüyü bugün nasıl tekrarlıyoruz? Depresyon, anksiyete, DEHB, biriktirme bozukluğu, tıkınırcasına yeme bozukluğu, karşıt meydan okuma bozukluğu veya mevcut DSM-5'teki diğer "tanıların" %95'i teşhisi aldınız mı? Öncelikle, bu sorunların beyinde kaynaklandığına dair HİÇBİR bilimsel kanıt olmadığını düşünün.
İkinci olarak, bu durumların, zihinsel bozukluklar olduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Üçüncüsü, bunların travma, yetiştirilme tarzı, ruhsal olgunluğun eksikliği ve/veya yetersiz beslenme gibi faktörlerden kaynaklanabilecek normal duygusal ifadeler olma olasılığı vardır. Alzheimer gibi DSM'deki bozuklukların yalnızca yaklaşık %5'inin bilinen biyolojik nedenleri vardır. Depresyon, anksiyete ve şizofreni gibi yaygın teşhislere gelince, tanımlanabilir bir biyolojik neden yoktur - bu sorunların beyin sorunları olduğuna dair hiçbir kanıtımız yok!
50'den fazla ruh sağlığı derneği, teşhisi için bilimsel destek eksikliği nedeniyle mevcut DSM'nin bağımsız bir bilimsel incelemesi için dilekçe verdi. Örneğin, kitaba göre, bir uygulayıcı normal kederi "majör depresif bozukluk" veya zayıf odaklanmayı DEHB olarak kategorize ederdi. Şimdi, yırtıcı Büyük İlaç Şirketleri devreye giriyor. DSM'ye yeni teşhisler eklendiğinde, ilaç şirketleri bu sorunlar için yeni ilaçlar yaratmanın veya eski ilaçları yeniden paketlemenin yollarına bakıyor.
İşte bir örnek: DSM-4'te, PMDD "PreMenstrual Dysphoric Disorder" için yeni bir teşhis vardı - adet öncesi disforik bozukluk. Bu kelimenin tam anlamıyla gerçekten kötü bir PMS'ydi. PMS bir beyin sorunu veya zihinsel bir hastalık değil, hormonal bir bozukluktur. Gerçekten kötü PMS, kötü bir hormonal bozukluktur... hormonal düzeyde düzeltirsiniz. Yine de bir fırsat gören Eli Lilly, Serafem adlı bir ilacı pazarlamaya başladı. PMS semptomlarından muzdarip kadınları gösteren bir dizi reklam başlattılar. Reklamlar semptomların PMS değil PMDD olabileceğini öne sürdü ve kadınları doktorlarıyla Serafem hakkında konuşmaya teşvik etti. Peki Serafem neydi? Kelimenin tam anlamıyla Prozac'tı, pembe ve mor bir kapsülde yeniden paketlenmişti.
2) Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal dengesizlikleri çözmek yerine, yaratır.. Depresyon, kimyasal dengesizlik veya serotonin eksikliğinden kaynaklanmaz. Bu "kimyasal dengesizlik teorisi" ilk olarak 1965'te ortaya atıldı ancak o zamandan beri 'iyi ruh hali olan kişilerin, yüksek veya düşük serotonin seviyelerine sahip olabileceğini' ve 'depresif kişilerin, her yerde serotonin seviyelerine sahip olduğunu' gösteren deneyler yapıldı. Benzer şekilde, araştırmalar 'neşeli kişilerde, serotonin seviyelerini düşürdüğünüzde bunun ruh hallerini değiştirmediğini' gösteriyor. Bu, antidepresanların ilaç dışı fonlu çalışmaları düşündüğümüzde plasebodan daha etkili olmadığının gösterilmesinin nedeni olabilir. Diğer araştırmalar, antidepresanların hastanın beklediği kadar işe yaradığını gösteriyor. Aynısı şizofreni için yüksek dopamin teorisi için de geçerli. Şizofreninin kimyasal bir dengesizlik veya beyinde başlayan bir sorun olduğunu gösteren hiçbir araştırma yok. (Atıflar/araştırmalar için aşağıdaki okuma listesine bakın.)
Peki nörotransmitterleri değiştiren ilaçlar, neden bazı insanlar için "işe yarıyor"? Bazı insanlar bu ilaçları alırken yaşadıkları deneyimi neden seviyor? Öncelikle, bu ilaçların "beyninizde, denge yaratmadığını" anlamak önemlidir. Nörotransmitter, dengesizlikleri yaratıyorlar. Bu dengesizlikler, bazı insanlar için yararlı veya tercih edilebilir gelebilir. Uyuşmuş olmak ve acınıza daha az bağlı olmak yararlı gelebilir. Bu şu soruyu gündeme getiriyor: uyuşturulmak ve acınıza daha az bağlı olmak faydalı mı yoksa güçlendirici mi? Ayrıca bu ilaçların, uzun vadede daha kötü ruh sağlığı sonuçlarıyla ilişkili olduğunu ve yaygın yan etkilere (örneğin, azalan cinsel istek, yaratıcı dürtü ve ruhsal dürtü) sahip olduğunu düşünmek de önemlidir.
Psikiyatrik ilaçlar, eğlence amaçlı uyuşturucularla aynı etkiye sahiptir: bazı insanların ilaçsız duygusal durumlarını deneyimlemekten daha tercih edilebilir buldukları değişmiş bir durum yaratırlar. En yaygın ruhsal bozuklukların biyolojik bir nedeni varsa, bu iltihaplanma, yetersiz beslenme ve travma ile bağlantılı gibi görünmektedir ve bunların hepsi beslenme, ruhsal ve yaşam tarzı değişiklikleriyle ele alınmaktadır.
3) Psikiyatrik ilaçlar için bilgilendirilmiş onam neredeyse imkansızdır.. Bilgilendirilmiş onam, tıbbi sağlayıcının hastayı herhangi bir tedavinin riskleri, alternatifleri ve hastanın herhangi bir tedaviyi reddetmesi durumunda ne olacağı konusunda bilgilendirmesi anlamına gelir. Psikiyatri söz konusu olduğunda, Batı tıbbının geri kalanında olduğu gibi, bu basitçe gerçekleşmiyor. Örneğin, hastalar psikiyatrik ilaçlarla ilgili tam bilimsel araştırmayı alamıyorlar çünkü ilaç şirketleri rutin olarak kötü etkiler gösteren hiçbir çalışma yayınlamıyor.
Örneğin, antidepresanlar üzerine yapılan 30'dan fazla çalışma, hiçbir etkinlik veya kötü yan etki göstermedikleri için yayınlanmadı. İlaç şirketleri, ilaç denemeleri yürütürken istatistiklerle yalan söylemek için oldukça ayrıntılı yöntemler kullanır. Buna, ilacı hedef müşteri tabanı olmayan ancak ilaca daha olumlu yanıt verecek bir grup insan üzerinde test etmek dahildir..
Veya, yeni bir ilacı iyi göstermek için yanlış reçete edilen eski bir ilaca karşı yeni bir ilacı test etmek.. Veya ilaç şirketleri anormal verileri çöpe atıyor veya istenen sonuçları elde edene kadar farklı test yöntemleriyle denemeler yürütüyor... ve istenmeyen sonuçları yayınlamıyorlar. Psikiyatrik ilaçlarla ilgili tam bilgilendirilmiş onayın kulağa nasıl gelebileceğine bir bakalım:
"Araştırmalar bu ilacın plasebodan daha etkili olmadığını ve bu ilacın kullanımının uzun vadede daha kötü ruh sağlığı sonuçlarıyla ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu, bu ilaçları kullanan kişilerin, 'tekrarlayan ruh sağlığı sorunları yaşama ve ruh sağlığı sorunları nedeniyle sakat kalma' olasılıklarının daha yüksek olduğu anlamına gelir. Bu ilaçlar, beyninizi uzun vadede etkileyecek nörotransmitter dengesizlikleri yaratarak çalışır. Uzun vadeli kullanımda, bu ilaçlar eroinden daha bağımlılık yapabilir ve insanların hayatlarını kelimenin tam anlamıyla mahvetmiştir. İlaçlar, doktorunuzun diğer ruh sağlığı semptomlarıyla karıştırabileceği bir dizi yan etki yaratabilir ve bu nedenle size daha fazla ilaç reçete edilebilir. Normal insan ağrınız, ruhsal hastalık değildir, ancak bu ilaçları kullanmak ruhsal hastalığa ve hatta ruhsal engelliliğe neden olabilir.
Ek olarak, doktorlar ve psikiyatristler olarak, çoğumuzun dünyanın manevi boyutuna karşı tamamen duyarsız olması nedeniyle, zihinsel zorluklarınızın ele almaya tamamen hazır olmadığımız manevi bir bileşeni de var. Size tam olarak bilgilendirilmiş onay verebilseydim, 'bir kişinin ruh halini değiştirebilecek manevi etkiler' ve 'ilaç endüstrisinin insanlığı, insanlıktan çıkarmak için karanlık bir manevi gündemle olan bağları' hakkında bir tartışmayı da içerirdi. Alternatifiniz, beslenme, inanç değişiklikleri ve manevi uygulamalar kullanarak acınızı ve işlev bozukluğunuzu ele almaktır. Bu yaklaşımı kullanarak, İnsanlar, ister majör depresyon, ister şizofreni veya zayıflatıcı PTSD olsun, teşhisinizden tamamen iyileşmişlerdir. Bu yaklaşımı benimseyen kişiler yalnızca iyileşmekle kalmaz, aynı zamanda daha önce olduğundan daha fazla sevgi, amaç ve manevi bağlantıyla dolu hayatlar yaşamaya devam ederler." Hiç bir doktorun bunu veya buna yakın bir şey söylediğini duydunuz mu? Elbette hayır, çünkü doktorlar basitçe bilgilendirilmiş onam sağlamıyorlar.
Son düşünceler.. Herhangi bir ilaç almak, tacizci partnerine geri dönen, şiddete uğramış bir kadın olmak gibidir. Her bir ilaç şirketinin geçmiş performansına bakarsak, 'patolojik yalancılar' olduklarını görürüz. Cezai para cezaları, ilaçtan kaynaklanan hastane yatışları ve ölüm oranları, gömülü araştırmalar ve özenle seçilmiş çalışmalar bunu gösteriyor. Bu şirketler kurumsal bir biçimde psikopattır. Böyle bir geçmişi olan birine güvenmezsiniz.
Peki
insanlar Büyük İlaç Şirketlerinin güvenilir olmadığını biliyorlar,
yine de ilaç almaya neden devam ediyorlar? Bu, şiddete uğramış bir
kadının, tacizci partnerine geri dönmesinin nedeni ile aynıdır... Başka
seçeneği olmadığını düşünür ve çektiği acı onun için normalleşmiştir.
Burada deneyimlerimden bahsediyorum, çünkü eskiden farmasötik ilaçlarının
benim için tek seçenek olduğuna inanıyordum. 18 yaşıma geldiğimde,
otoimmün bir hastalığı tedavi etmek için antidepresanlar, uyku ilaçları,
otoimmün ilaçlar ve hatta kanser karşıtı ilaçlar kullanıyordum. Yine de
"zihinsel teşhisimi" ve "tedavisi olmayan" otoimmün hastalığımı tamamen
iyileştirdim ve on yıldır ilaç kullanmıyorum. Eğer ilaç endüstrisiyle
bağımı koparıp sağlığımı tamamen geri kazanabildiysem... siz de
kazanabilirsiniz!" (8)
VIDEOSU; "Psikiyatri Endüstrisi Ruh Sağlığı Salgınını NASIL OLUŞTURUR?" (9)
VIDEOSU; "Psikiyatri Endüstrisi Ruh Sağlığı Salgınını NASIL OLUŞTURUR?" (9)
"Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, (DEHB) İlaçları, Psikoz ve Mani ile Bağlantılıdır..
Bir analizde, 'yüksek dozda reçeteli amfetamin kullananların psikoz ve mani geliştirme' olasılığı 13 kat daha fazlaydı.. Yeni bir çalışmada araştırmacılar, psikiyatrik nedenlerle hastaneye kaldırılan kişileri karşılaştırdılar. Reçeteli amfetamin (Adderall) kullanan kişilerin, 'psikoz veya mani geliştirme olasılığının iki katından fazla' olduğunu; 'yüksek doz kullananların ise beş katından fazla' olduğunu buldular. Ancak araştırmacılar 'ayakta tedavi gören hastaları' da dahil ettiklerinde (esas olarak daha az şiddetli psikiyatrik sorunları olanları), 'yüksek doz amfetamin kullananların, psikoz/mani geliştirme olasılığının 13 katından fazla' olduğunu buldular.
Araştırmacılar, "Bu çalışmanın sonuçları, reçeteli amfetaminlerin yüksek dozlarının, psikoz veya mani olaylarının artma olasılığıyla ilişkili olduğunu gösteriyor" diye yazıyor. Çalışma, Lauren V. Moran tarafından yönetildi ve kıdemli yazarlar Dost Ongur ve Roy Perlis ile birlikte çalıştı. Amerikan Psikiyatri Tıp Dergisi'nde (The American Journal of Psychiatry) yayınlandı. Moran, ilaç şirketi Sage Therapeutics'in bir çalışanıdır. Brigham and Women’s Hospital'a bağlıdır. Moran ayrıca, Ongur gibi, Belmont, MA'daki McLean Hospital'da psikiyatrist olarak Harvard Tıp Fakültesi'ne bağlıdır. Perlis, Harvard Tıp Fakültesi ve Massachusetts General Hospital'a bağlıdır. (...)" (10)
"Psikiyatrik ilaçlar: İnsanların ruh sağlığının kötüleşmesinde sorunun bir parçası mı?
Çok yakın bir zamanda, CBC tarafından Saskatchewan'da polisin karıştığı bir silahlı saldırıda ölen, akıl sağlığı ve bağımlılık sorunları olan genç bir adamla ilgili bir hikaye yayınlandı. Steven Rigby alkole bağımlıydı ve ayrıca alkol kaynaklı bir depresif bozukluktan muzdaripti. Birden fazla kez intihar girişiminde bulunmuş ve intihar eğilimini sürdürmüştü; bunu aile üyeleri, arkadaşları ve hatta bakımıyla görevli doktorlarla konuşmuştu. Buna rağmen, hastanenin psikiyatri bölümündeki -Irene ve Leslie Dubé Ruh Sağlığı Merkezi- yerini boşaltması istendi ve ardından taburcu edildi. Çok kısa bir süre sonra, polisin karıştığı bir silahlı saldırıda, intihar olup olmadığı belli olmayan bir olayda öldürüldü. Steven Rigby, 'akıl sağlığı sistemi tarafından, başarısızlığa uğratıldı' ve bu yüzden hayatını kaybetti. Ancak, kamuoyunda tartışılanın (yani, psikiyatri tesisinden taburcu edilmesi) dışında, daha birçok konuda başarısızlığa uğramış olması muhtemeldir.
Steven'ın annesi, oğlunun 'reçeteli anksiyete ve depresyon ilaçları kullandığını ve bunun da onun ruh sağlığını kötüleştirdiğini ve "intihar düşüncelerini artırdığını"' belirtti. Ona göre, "İlaçları onu daha da kötüleştirdi; nazik yapısı, ilaçlarından bazılarını aldıktan sonra şiddete başvurdu." Dikkat çekici bir şekilde, bu CBC'nin hikayesinin temel bir bileşeni değil. Ancak, belki de olmalı.
2010 yılında, ‘Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America)’ başlıklı bir kitap yayınlandı. Bu önemli kitap birçok kişiyi şok etti. Ayrıca birçok akıl sağlığı uzmanının çalışmalarına bakış açısını ve çalışmalarını yürütme biçimini değiştirdi. Bilimsel literatürü kapsamlı bir şekilde inceleyen yazar Robert Whitaker, tıpta ve özellikle psikiyatride psikofarmakolojik bir devrime rağmen, 'psikiyatrik ilaç kullanımının, akıl hastalığı teşhisi konan kişiler için uzun vadeli, olumlu sağlık sonuçlarına yol açmadığını' öne süren bol miktarda kanıt sunuyor.
Aslında, 'psikotropik ilaçlar akıl hastalığını tedavi etmek için ne kadar çok kullanılırsa, toplumlarımızda akıl hastalığı ve engellilik yükü o kadar artıyor' gibi görünüyor. Depresyon, anksiyete, şizofreni, bipolar bozukluk vb. gibi hemen hemen tüm akıl hastalıkları için, psikiyatrik ilaç verilen hastaların uzun vadeli sağlık sonuçları son yirmi yılda aslında kötüleşti. Whitaker, hem psikiyatri alanındaki bilimsel kanıtları hem de çocuklarla ve yetişkinlerle yaptığı görüşmelerden alınan tanıklıkları kullanarak, 'psikiyatrik ilaçların, yardım almak yerine onları alan kişilerin, zamanla kronik olarak hasta olma olasılığını artırdığını' açıkça göstermektedir. Whitaker ve onun gibi birçok yazar, psikiyatrik ilaç kullanımına bağlı muazzam sağlık risklerini de özetlemektedir.
Bunlardan bazıları şunlardır: intihar girişimlerinin riskini artırmak ve hatta iki katına çıkarmak; felç riskini yükseltmek; psikoz, karaciğer toksisitesi ve ölüm riskini artırmak; Alzheimer hastalığı teşhisi alma şansını artırmak; rahim içi maruziyetin ardından otizm spektrum bozukluklarına veya dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna katkıda bulunmak; çocuklarda beyin atrofisi; ek ruhsal hastalıklar ve teşhisler olasılığını artırmak ve çok sayıda bırakma sendromu..
Sonuç olarak, giderek artan sayıda hakemli çalışma ve giderek artan sayıda psikiyatrist, doktor ve araştırmacı, psikiyatrik bakıma yönelik standart yaklaşımların, özellikle psikotrop ilaçların kullanımının hem sınırlarını hem de tehlikelerini tartışmaktadır. Etkisizliğine ve bu ilaçlarla ilişkili birçok sağlık riskine rağmen, bu tür ilaçlar genellikle hem genel tıpta hem de psikiyatride birinci basamak tedavi olarak kalmaya devam eder. Yaygın tıbbi uygulama çoğunlukla semptom listelerine ve ardından bir veya birden fazla psikotropik ilacın uygulanmasına dayanan hızlı teşhislere dayanır.
Genellikle bir doktor veya psikiyatrist reçete yazarken "karanlıkta atış (shot-in-the-dark)" adı verilen bir yaklaşım benimser. Özellikle, bir doktor belirli bir teşhis için "önerilen ilaçlar" listesinin en üstünden başlayarak, yardımcı olup olmadıklarını görmek için bu ilaçları birbiri ardına reçete eder, dozajlarla oynar ve ayrıca reçete edilen orijinal ilacın yan etkileri ve ikincil semptomlarıyla başa çıkmak için yeni psikiyatrik ilaçlar ekler.
Özellikle, yaygın psikiyatrik ilaçların yan etkileri - yorgunluk, libido kaybı, bulanık görme, anksiyete, mani ve intihar eğilimleri - bir kişinin zihinsel acısını yoğunlaştırabilir ve bazı hastaların bunları almayı bırakmaya karar vermesinin başlıca nedeni olabilir.
Bir keresinde danışmanlık aldığım bir danışanım, arabası otoyoldan kaydıktan sonra uykusuzluk çektiği için bana gelmişti. Kazada yaralanmamıştı ancak başka bir araba, yüksek hızda aracına çarptığı için neredeyse ölebilirdi. Bana gelmeden önce aile hekimine gitmişti, doktor da hikayesini dinledikten sonra ona bir antidepresan yazmıştı. Bu ilacı aldıktan sonra, daha kaygılı hale geldiğinde, kendisine 'çok bağımlılık yapan, bir kaygı giderici ilaç olan benzodiazepin' verildi. Bir ay sonra kaygısı kötüleşti ve kendisine üçüncü bir ilaç, bir ruh hali dengeleyici reçete edildi. Daha sonra kendisine bir antipsikotik verildi. Danışmanlık yardımı için bana geldiğinde dört farklı psikiyatrik ilaç kullanıyordu, hepsi de sinir sistemini doğal olarak bozan travmatik bir olay yaşadığı içindi, bu da travmaya karşı normal bir tepkidir. Ruh sağlığı kazadan hemen sonra olduğundan çok daha kötüydü ve kendini kapana kısılmış hissediyordu, ilaçlarını almaya devam etmekten (kendini ne kadar kötü hissettiğinden dolayı) korkuyordu ama aynı zamanda onları almayı bırakmaktan da korkuyordu. Daha da önemlisi, bu adamın doktoru, bu ilaçlardan başka hiçbir seçeneği önermiyordu.
Anlaması daha da zor olan, yakın zamanda yayınlanan bir makalede, 31 farklı psikiyatrik ilaç reçete edilen genç bir kadından bahsediliyor. Eğer müvekkilim ve bu kadın, doktorlarına veya psikiyatristlerine görünmeden önce beyin kimyalarıyla ilgili sorunlar yaşamamışlarsa, kesinlikle bir kez gördüklerinde yaşamışlardır. Başka bir sorun da, hastalara psikiyatrik ilaçlar reçete edildikten sonra bunların takibinin yapılmamasıdır. Hastalara ilaçlarından birkaç hafta veya birkaç ay yetecek kadar verilebilir ancak çoğu zaman reçeteyi yazan doktor veya psikiyatrist tarafından yakından takip edilmezler. Bu nedenle, reaksiyonlarını veya yaşayabilecekleri herhangi bir yan etkiyi izlemek için kimse orada bulunmaz veya müsait olmaz. İlaçlarına karşı şiddetli anksiyete, mani veya intihar düşüncesi gibi olumsuz reaksiyonlar göstermeye başlarlarsa, bu tür randevular için uzun bekleme süreleri nedeniyle 'psikiyatristle zamanında bir takip görüşmesi' yapmak çok zor olabilir.
Bir analizde, 'yüksek dozda reçeteli amfetamin kullananların psikoz ve mani geliştirme' olasılığı 13 kat daha fazlaydı.. Yeni bir çalışmada araştırmacılar, psikiyatrik nedenlerle hastaneye kaldırılan kişileri karşılaştırdılar. Reçeteli amfetamin (Adderall) kullanan kişilerin, 'psikoz veya mani geliştirme olasılığının iki katından fazla' olduğunu; 'yüksek doz kullananların ise beş katından fazla' olduğunu buldular. Ancak araştırmacılar 'ayakta tedavi gören hastaları' da dahil ettiklerinde (esas olarak daha az şiddetli psikiyatrik sorunları olanları), 'yüksek doz amfetamin kullananların, psikoz/mani geliştirme olasılığının 13 katından fazla' olduğunu buldular.
Araştırmacılar, "Bu çalışmanın sonuçları, reçeteli amfetaminlerin yüksek dozlarının, psikoz veya mani olaylarının artma olasılığıyla ilişkili olduğunu gösteriyor" diye yazıyor. Çalışma, Lauren V. Moran tarafından yönetildi ve kıdemli yazarlar Dost Ongur ve Roy Perlis ile birlikte çalıştı. Amerikan Psikiyatri Tıp Dergisi'nde (The American Journal of Psychiatry) yayınlandı. Moran, ilaç şirketi Sage Therapeutics'in bir çalışanıdır. Brigham and Women’s Hospital'a bağlıdır. Moran ayrıca, Ongur gibi, Belmont, MA'daki McLean Hospital'da psikiyatrist olarak Harvard Tıp Fakültesi'ne bağlıdır. Perlis, Harvard Tıp Fakültesi ve Massachusetts General Hospital'a bağlıdır. (...)" (10)
"Psikiyatrik ilaçlar: İnsanların ruh sağlığının kötüleşmesinde sorunun bir parçası mı?
Çok yakın bir zamanda, CBC tarafından Saskatchewan'da polisin karıştığı bir silahlı saldırıda ölen, akıl sağlığı ve bağımlılık sorunları olan genç bir adamla ilgili bir hikaye yayınlandı. Steven Rigby alkole bağımlıydı ve ayrıca alkol kaynaklı bir depresif bozukluktan muzdaripti. Birden fazla kez intihar girişiminde bulunmuş ve intihar eğilimini sürdürmüştü; bunu aile üyeleri, arkadaşları ve hatta bakımıyla görevli doktorlarla konuşmuştu. Buna rağmen, hastanenin psikiyatri bölümündeki -Irene ve Leslie Dubé Ruh Sağlığı Merkezi- yerini boşaltması istendi ve ardından taburcu edildi. Çok kısa bir süre sonra, polisin karıştığı bir silahlı saldırıda, intihar olup olmadığı belli olmayan bir olayda öldürüldü. Steven Rigby, 'akıl sağlığı sistemi tarafından, başarısızlığa uğratıldı' ve bu yüzden hayatını kaybetti. Ancak, kamuoyunda tartışılanın (yani, psikiyatri tesisinden taburcu edilmesi) dışında, daha birçok konuda başarısızlığa uğramış olması muhtemeldir.
Steven'ın annesi, oğlunun 'reçeteli anksiyete ve depresyon ilaçları kullandığını ve bunun da onun ruh sağlığını kötüleştirdiğini ve "intihar düşüncelerini artırdığını"' belirtti. Ona göre, "İlaçları onu daha da kötüleştirdi; nazik yapısı, ilaçlarından bazılarını aldıktan sonra şiddete başvurdu." Dikkat çekici bir şekilde, bu CBC'nin hikayesinin temel bir bileşeni değil. Ancak, belki de olmalı.
2010 yılında, ‘Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America)’ başlıklı bir kitap yayınlandı. Bu önemli kitap birçok kişiyi şok etti. Ayrıca birçok akıl sağlığı uzmanının çalışmalarına bakış açısını ve çalışmalarını yürütme biçimini değiştirdi. Bilimsel literatürü kapsamlı bir şekilde inceleyen yazar Robert Whitaker, tıpta ve özellikle psikiyatride psikofarmakolojik bir devrime rağmen, 'psikiyatrik ilaç kullanımının, akıl hastalığı teşhisi konan kişiler için uzun vadeli, olumlu sağlık sonuçlarına yol açmadığını' öne süren bol miktarda kanıt sunuyor.
Aslında, 'psikotropik ilaçlar akıl hastalığını tedavi etmek için ne kadar çok kullanılırsa, toplumlarımızda akıl hastalığı ve engellilik yükü o kadar artıyor' gibi görünüyor. Depresyon, anksiyete, şizofreni, bipolar bozukluk vb. gibi hemen hemen tüm akıl hastalıkları için, psikiyatrik ilaç verilen hastaların uzun vadeli sağlık sonuçları son yirmi yılda aslında kötüleşti. Whitaker, hem psikiyatri alanındaki bilimsel kanıtları hem de çocuklarla ve yetişkinlerle yaptığı görüşmelerden alınan tanıklıkları kullanarak, 'psikiyatrik ilaçların, yardım almak yerine onları alan kişilerin, zamanla kronik olarak hasta olma olasılığını artırdığını' açıkça göstermektedir. Whitaker ve onun gibi birçok yazar, psikiyatrik ilaç kullanımına bağlı muazzam sağlık risklerini de özetlemektedir.
Bunlardan bazıları şunlardır: intihar girişimlerinin riskini artırmak ve hatta iki katına çıkarmak; felç riskini yükseltmek; psikoz, karaciğer toksisitesi ve ölüm riskini artırmak; Alzheimer hastalığı teşhisi alma şansını artırmak; rahim içi maruziyetin ardından otizm spektrum bozukluklarına veya dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna katkıda bulunmak; çocuklarda beyin atrofisi; ek ruhsal hastalıklar ve teşhisler olasılığını artırmak ve çok sayıda bırakma sendromu..
Sonuç olarak, giderek artan sayıda hakemli çalışma ve giderek artan sayıda psikiyatrist, doktor ve araştırmacı, psikiyatrik bakıma yönelik standart yaklaşımların, özellikle psikotrop ilaçların kullanımının hem sınırlarını hem de tehlikelerini tartışmaktadır. Etkisizliğine ve bu ilaçlarla ilişkili birçok sağlık riskine rağmen, bu tür ilaçlar genellikle hem genel tıpta hem de psikiyatride birinci basamak tedavi olarak kalmaya devam eder. Yaygın tıbbi uygulama çoğunlukla semptom listelerine ve ardından bir veya birden fazla psikotropik ilacın uygulanmasına dayanan hızlı teşhislere dayanır.
Genellikle bir doktor veya psikiyatrist reçete yazarken "karanlıkta atış (shot-in-the-dark)" adı verilen bir yaklaşım benimser. Özellikle, bir doktor belirli bir teşhis için "önerilen ilaçlar" listesinin en üstünden başlayarak, yardımcı olup olmadıklarını görmek için bu ilaçları birbiri ardına reçete eder, dozajlarla oynar ve ayrıca reçete edilen orijinal ilacın yan etkileri ve ikincil semptomlarıyla başa çıkmak için yeni psikiyatrik ilaçlar ekler.
Özellikle, yaygın psikiyatrik ilaçların yan etkileri - yorgunluk, libido kaybı, bulanık görme, anksiyete, mani ve intihar eğilimleri - bir kişinin zihinsel acısını yoğunlaştırabilir ve bazı hastaların bunları almayı bırakmaya karar vermesinin başlıca nedeni olabilir.
Bir keresinde danışmanlık aldığım bir danışanım, arabası otoyoldan kaydıktan sonra uykusuzluk çektiği için bana gelmişti. Kazada yaralanmamıştı ancak başka bir araba, yüksek hızda aracına çarptığı için neredeyse ölebilirdi. Bana gelmeden önce aile hekimine gitmişti, doktor da hikayesini dinledikten sonra ona bir antidepresan yazmıştı. Bu ilacı aldıktan sonra, daha kaygılı hale geldiğinde, kendisine 'çok bağımlılık yapan, bir kaygı giderici ilaç olan benzodiazepin' verildi. Bir ay sonra kaygısı kötüleşti ve kendisine üçüncü bir ilaç, bir ruh hali dengeleyici reçete edildi. Daha sonra kendisine bir antipsikotik verildi. Danışmanlık yardımı için bana geldiğinde dört farklı psikiyatrik ilaç kullanıyordu, hepsi de sinir sistemini doğal olarak bozan travmatik bir olay yaşadığı içindi, bu da travmaya karşı normal bir tepkidir. Ruh sağlığı kazadan hemen sonra olduğundan çok daha kötüydü ve kendini kapana kısılmış hissediyordu, ilaçlarını almaya devam etmekten (kendini ne kadar kötü hissettiğinden dolayı) korkuyordu ama aynı zamanda onları almayı bırakmaktan da korkuyordu. Daha da önemlisi, bu adamın doktoru, bu ilaçlardan başka hiçbir seçeneği önermiyordu.
Anlaması daha da zor olan, yakın zamanda yayınlanan bir makalede, 31 farklı psikiyatrik ilaç reçete edilen genç bir kadından bahsediliyor. Eğer müvekkilim ve bu kadın, doktorlarına veya psikiyatristlerine görünmeden önce beyin kimyalarıyla ilgili sorunlar yaşamamışlarsa, kesinlikle bir kez gördüklerinde yaşamışlardır. Başka bir sorun da, hastalara psikiyatrik ilaçlar reçete edildikten sonra bunların takibinin yapılmamasıdır. Hastalara ilaçlarından birkaç hafta veya birkaç ay yetecek kadar verilebilir ancak çoğu zaman reçeteyi yazan doktor veya psikiyatrist tarafından yakından takip edilmezler. Bu nedenle, reaksiyonlarını veya yaşayabilecekleri herhangi bir yan etkiyi izlemek için kimse orada bulunmaz veya müsait olmaz. İlaçlarına karşı şiddetli anksiyete, mani veya intihar düşüncesi gibi olumsuz reaksiyonlar göstermeye başlarlarsa, bu tür randevular için uzun bekleme süreleri nedeniyle 'psikiyatristle zamanında bir takip görüşmesi' yapmak çok zor olabilir.
Steven Rigby'nin durumunda, ilaçları anksiyete ve
intihar düşüncesinde artışa neden olmaya başladığında, bu düşüncelerle
başa çıkmak veya onları uyuşturmak için daha da fazla içti. Steven'ın
annesine göre, reçeteyi yazan doktorlar 'kendisine verilen ilaçlara
verdiği tepkiyi, asla izlemedi.' Mevcut tıbbi modelin bu unsuru oldukça
sorunludur çünkü ruhsal hastalığı olan, çok savunmasız konumdaki kişiler
uygun bakım ve destek almıyorlar. Çok sık zarar görüyorlar. Önemlisi,
Kanadalıların 'güvenli ve uygun tıbbi yardıma ilişkin temel bir insan
hakkı' vardır. Yine de, mevcut sosyal ve tıbbi politikalarımız yukarıda
belirtilen bilimsel kanıtları görmezden gelme eğilimindedir, böylece
savunmasız insanları dışlar, insan onurlarını ihlal eder ve çoğu zaman
onlar için işleri daha da kötüleştirir.
Saskatchewan'daki NDP lideri Ryan Meili, Steven Rigby-Wilcox hikayesine hemen yanıt verdi ve eyalette daha fazla ruh sağlığı yatağına ihtiyacımız olduğunu öne sürdü. Yine de, psikiyatri koğuşlarında ve hastanelerde ruh sağlığı yatakları, giderek daha fazla zararlı psikiyatrik ilacın reçete edilmesi anlamına geliyor. Kriz anında, psikiyatri koğuşunda bir yatağa tek başınıza yatırılmaktan, arkadaşlarınızdan, ailenizden ve tanıdıklarınızdan uzak kalmaktan ve kullanımıyla ilişkili sağlık riskleri olan ve genellikle korkunç yan etkilere yol açabilen büyük miktarda beyin kimyasını değiştiren ilaçlara maruz kalmaktan daha az, iyileştirici birkaç şey düşünebiliyorum.
Araştırmacılardan, ruh sağlığı uzmanlarından ve hatta psikiyatristlerden oluşan gruplar, ruh sağlığına yönelik bu yaklaşıma yanıt olarak yakın zamanda hem Kritik Psikiyatri Ağı'nı hem de Ruh Sağlığı Bakımında Mükemmellik Vakfı'nı (Critical Psychiatry Network and the Foundation for Excellence in Mental Health Care) kurdular. Robert Whitaker gibi bu örgütler, psikiyatrik bilgi ve uygulamanın altında yatan varsayımları sorguluyor.
Ayrıca, akıl sağlığı sorunları ve acil durumu yaşayan ve kendilerini "psikiyatrik sağ kalanlar (psychiatric survivors)" olarak tanımlayan kişiler, 'tedavileriyle ilgili hayal kırıklıklarını' dile getirmek için hak onaylama hareketlerinde bir araya gelmeye başladılar. Bu farklı anlayışları dinlemenin önemli olduğuna inanıyorum. Ayrıca, hem beden hem de zihin ve ikisi arasındaki etkileşim hakkında daha fazla içgörü kazanmak için alçakgönüllülük ve açık fikirlilik uygulamamızın önemli olduğuna inanıyorum. Vermont Üniversitesi'nde Klinik Psikiyatri Doçenti olan Sandra Steingard'a göre, 'mevcut tıbbi bakış açımız, ruhsal acıyı anlamak için tek veya en iyi yol olmayabilir.'
Psikiyatrik ilaçlar, acil durumlarda ve özellikle de apaçık psikoz vakalarında gerekli olabilir, hatta bir nimet olabilir. Bununla birlikte,psikiyatrik ilaçlar, kısa süreli kullanımda etkili olabilirken ve bazı kişiler uzun süreler boyunca bunlardan fayda görebilirken, genellikle büyük ruh sağlığı bozuklukları olan kişilerde uzun vadeli sonuçları kötüleştirirler. Sonuç olarak, zihinsel ve duygusal olarak acı çekenler için mevcut ilaç temelli tedavi paradigmasını ciddi şekilde yeniden düşünmenin ve bakım modellerimize diğer tıbbi sistemlerden farmakolojik olmayan yaklaşımları dahil etmeyi düşünmenin zamanı gelmiş olabilir.
Saskatchewan'daki NDP lideri Ryan Meili, Steven Rigby-Wilcox hikayesine hemen yanıt verdi ve eyalette daha fazla ruh sağlığı yatağına ihtiyacımız olduğunu öne sürdü. Yine de, psikiyatri koğuşlarında ve hastanelerde ruh sağlığı yatakları, giderek daha fazla zararlı psikiyatrik ilacın reçete edilmesi anlamına geliyor. Kriz anında, psikiyatri koğuşunda bir yatağa tek başınıza yatırılmaktan, arkadaşlarınızdan, ailenizden ve tanıdıklarınızdan uzak kalmaktan ve kullanımıyla ilişkili sağlık riskleri olan ve genellikle korkunç yan etkilere yol açabilen büyük miktarda beyin kimyasını değiştiren ilaçlara maruz kalmaktan daha az, iyileştirici birkaç şey düşünebiliyorum.
Araştırmacılardan, ruh sağlığı uzmanlarından ve hatta psikiyatristlerden oluşan gruplar, ruh sağlığına yönelik bu yaklaşıma yanıt olarak yakın zamanda hem Kritik Psikiyatri Ağı'nı hem de Ruh Sağlığı Bakımında Mükemmellik Vakfı'nı (Critical Psychiatry Network and the Foundation for Excellence in Mental Health Care) kurdular. Robert Whitaker gibi bu örgütler, psikiyatrik bilgi ve uygulamanın altında yatan varsayımları sorguluyor.
Ayrıca, akıl sağlığı sorunları ve acil durumu yaşayan ve kendilerini "psikiyatrik sağ kalanlar (psychiatric survivors)" olarak tanımlayan kişiler, 'tedavileriyle ilgili hayal kırıklıklarını' dile getirmek için hak onaylama hareketlerinde bir araya gelmeye başladılar. Bu farklı anlayışları dinlemenin önemli olduğuna inanıyorum. Ayrıca, hem beden hem de zihin ve ikisi arasındaki etkileşim hakkında daha fazla içgörü kazanmak için alçakgönüllülük ve açık fikirlilik uygulamamızın önemli olduğuna inanıyorum. Vermont Üniversitesi'nde Klinik Psikiyatri Doçenti olan Sandra Steingard'a göre, 'mevcut tıbbi bakış açımız, ruhsal acıyı anlamak için tek veya en iyi yol olmayabilir.'
Psikiyatrik ilaçlar, acil durumlarda ve özellikle de apaçık psikoz vakalarında gerekli olabilir, hatta bir nimet olabilir. Bununla birlikte,psikiyatrik ilaçlar, kısa süreli kullanımda etkili olabilirken ve bazı kişiler uzun süreler boyunca bunlardan fayda görebilirken, genellikle büyük ruh sağlığı bozuklukları olan kişilerde uzun vadeli sonuçları kötüleştirirler. Sonuç olarak, zihinsel ve duygusal olarak acı çekenler için mevcut ilaç temelli tedavi paradigmasını ciddi şekilde yeniden düşünmenin ve bakım modellerimize diğer tıbbi sistemlerden farmakolojik olmayan yaklaşımları dahil etmeyi düşünmenin zamanı gelmiş olabilir.
Psikotropik ilaçlar semptomları hafifletmeye yardımcı olmak
için kullanılırken ve dolayısıyla ruhsal hastalıkları iyileştirmezken,
diğer tıbbi sistemler öncelikle düzensiz bedensel deneyimin ve zihinsel
işlev bozukluğunun "kök nedenleri" olarak algılanan şeyleri tedavi
etmekle ilgilenir. Bu yaklaşımlar psikiyatrik ilaçlardan daha güvenli ve
daha etkili olabilir.
Beslenme psikiyatrisi alanından gelen bilimsel kanıtlar da mikronutrient formülasyonlarının depresyon, anksiyete, DEHB (ADHD), PTSD, psikoz ve diğer birçok ruh sağlığı sorununu tedavi etmede etkili olduğunu öne sürüyor. Basitçe söylemek gerekirse, psikiyatrik ilaçlar artık zihinsel ve duygusal olarak acı çeken insanlar için birinci basamak tedavi yöntemimiz olmamalı. Başka, daha güvenli seçenekler de mevcut.. ...Ryan Ward bir aktivist ve psikoloji alanında doktora öğrencisidir. Mevcut araştırması, travma ve iyileşmeye yönelik Doğu ve Yerli kültürel yaklaşımlarına odaklanmaktadır." (11)
Beslenme psikiyatrisi alanından gelen bilimsel kanıtlar da mikronutrient formülasyonlarının depresyon, anksiyete, DEHB (ADHD), PTSD, psikoz ve diğer birçok ruh sağlığı sorununu tedavi etmede etkili olduğunu öne sürüyor. Basitçe söylemek gerekirse, psikiyatrik ilaçlar artık zihinsel ve duygusal olarak acı çeken insanlar için birinci basamak tedavi yöntemimiz olmamalı. Başka, daha güvenli seçenekler de mevcut.. ...Ryan Ward bir aktivist ve psikoloji alanında doktora öğrencisidir. Mevcut araştırması, travma ve iyileşmeye yönelik Doğu ve Yerli kültürel yaklaşımlarına odaklanmaktadır." (11)
"Psikotropik İlaçlar Çoğu Ruhsal Hastalığın Nedenidir.
Öncelikle bazı gerçekler: "Psikotik bir krizden (şizofreni) muzdarip olan çoğu insan, Büyük İlaç Şirketlerinin psikiyatrik ilaçlarının ortaya çıkmasına kadar iyileşmişti. Bipolar bozukluk o kadar nadirdi ki, sadece 5.000-20.000 kişiden 1'i bundan dolayı engelli kalıyordu ve neredeyse hepsi iyileşmişti - ta ki Lityum ilacı ortaya çıkana kadar. Şimdi, 20 ila 50 Amerikalıdan 1'ine teşhis konuyor ve ilaç veriliyor. Artık kalıcı bir rahatsızlık olarak kabul ediliyor.. 2007'de, engelli akıl hastası çocukların sayısı 1990'daki sayının 35 katına çıktı. İnsanlar şizofreni için ilaçlanana kadar, yaşam beklentileri diğer herkesle aynıydı. Şimdi, bu teşhis konulan biri, ömründen 25 yıl kaybedeceğini tahmin edebilir. Bu, bugün ABD'de ortalama 78 yıl yaşaması beklenen bir adamın, antipsikotiklerle tedavi edilmesi durumunda muhtemelen sadece 53 yıla ulaşacağı anlamına geliyor."
Bunlar şaşırtıcı gerçekler, ancak hepsi Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi'nde (Anatomy of an Epidemic) ve ayrıca Dr. Peter Breggin'in birkaç kitabında dikkatlice ve kapsamlı bir şekilde destekleniyor. Bu benim için çok yakın bir konu. Çünkü etkilenen kişi ben değilim, çok sevdiğim biri, 'Büyük İlaç Şirketleri (Big Pharma), psikiyatri ve modern tıp' tarafından yapılanlar, bu konu hakkında yazmayı zorlaştırdı. Ancak, özellikle şimdi çocuklarımıza yapıldığı için, insanların başına gelenlerin anlatılması gerekiyor. Çok fazla sayıda insanın hayatı, bence ancak kötü niyetli olarak adlandırılabilecek tıbbi tedaviler yüzünden tamamen mahvoluyor.
Psikiyatrik İlaçların Gerçeği.. "Psikiyatri, gastroenteroloji ve nöroloji gibi diğer tıp meslekleri gibi 'gerçek bir tıp' olarak kendini göstermeye çalışıyor. Bu hedefe ulaşmak için, ruhsal hastalıkları 'fiziksel olarak tetiklenen ve ilaçla tedavi edilebilir' olarak tanıtma kararı aldılar. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA "American Psychiatric Association"), Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute for Mental Health") ve Ulusal Ruhsal Hastalıklar İttifakı (NAMI "National Alliance for the Mentally Ill"), dünyayı 'yukarının aşağı, siyahın beyaz olduğuna' ikna etmek için Büyük İlaç Şirketleriyle işbirliği yaptı. Hiçbir kanıtları olmamasına rağmen, insanların 'hastalıklı beyinleri' olduğu için 'ruhsal sorunlar' yaşadıklarını iddia ettiler - 'beyinleri bozuktur' - 'kimyasal dengesizliklerden muzdariptirler.' Yıllarca süren araştırmalar, bazıları parlak olsa da, 'ruhsal bozuklukların kökeninde, 'hastalıklı beyinlerin' olduğunu kanıtlamaya' çalıştı. Bunu asla başaramadılar, ancak bu hiçbir fark yaratmadı. Bunun tersini gösteren çalışmalar, 'ruhsal hastalık' teşhisi konan kişilerin beyinlerinde, 'fiziksel veya kimyasal farklılıklar gösterdikleri' izlenimini vermek için çarpıtıldı. Bu tamamen bir yalandı.
İnsanların ilk kez herhangi bir 'ruhsal hastalık' teşhisi konduğunda 'beyinlerinde herhangi bir sorun' olduğuna dair tek bir gerçek kırıntı, tek bir kanıt kırıntısı bile yok. Teşhisin 'depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni veya psikoaktif ilaçlar' reçete etmek için bahane olarak ortaya atılan bir dizi yeni teşhisten herhangi biri olması önemli değil. Ama şimdi, bunda bir gerçek var. Psikiyatrinin gerçek trajedisi ve suçu budur -'günümüzde, insanlar psikoaktif ilaçlar almaya başladıktan sonra, başlangıçtaki yalan, gerçek oluyor. İlaçlar, beyin hasarına neden oluyor ve tüm belirtiler bunun kalıcı olduğunu gösteriyor. Bu beyin hasarı, ilaçların reçete edildiği semptomların aynısına neden olan gerçek beyin bozukluklarına yol açıyor.'
"Psikiyatri, ruhsal hastalıkların büyük çoğunluğuna neden oluyor.." Bu iatrojenik -tıbbi olarak tetiklenen- soykırımın boyutu, Büyük İlaç Şirketleri ve psikiyatri, 'çocukların peşine düşmeye' karar vermeden önce neredeyse akıl almazdı. Şimdi, bunun ne kadar kötü olacağını gerçekten bilmiyoruz. Yetişkin beyinlerine verilen muazzam hasarı düşünürsek, çocukların beyinlerine ne oluyor olmalı? Yaşamları, kalite açısından sanal yıkımlarından sonra ne kadar kısalacak?
Bipolar Bozukluk: Antidepresanlar ve Antipsikotikler.. Bipolar bozukluk, zihinsel hastalığın algılanan doğal seyrindeki değişikliklerin başlıca bir örneğidir. Sadece 50 yıl önce, bipolar bozukluk son derece nadirdi ve '5.000-20.000 kişide yalnızca 1 vaka' görülüyordu. Çoğu hasta -muhtemelen %80 kadarı- yalnızca bir olay yaşadı ve normal hayatlarına geri döndü.
Ancak şimdi, '20-50 kişiden 1'ine' bipolar teşhisi konuyor ve Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi'nde açıkça gösterdiği gibi, bunun tek olası açıklaması 'depresyon ve psikoz için verilen ilaçlardan' kaynaklanması. Bipolar bozukluk için artık verilen prognoz, kalıcı olduğudur. Psikiyatristler genellikle bundan kurtulma umudu sunmuyor! Çocukların artık bu zihinsel ilaç şemasına mahkum edildiğini düşünün. Hayatları ne kadar kısa olacak ve bunu hangi durumda geçirecekler?
Whitaker'a göre, "[bipolar bozukluğu olan çocukların teşhisini] mümkün kılan teşhis çerçevesini sağlayan" Dr. Joseph Biederman gibi kişiler sayesinde, bu sahte teşhis konulan ve ardından hayal edilebilecek en güçlü ve zararlı psikoaktif ilaçlarla -ve daha kötüsü, bunların kokteylleriyle- ilaçlanan çok sayıda çocuğa sahibiz. Bu çocuklar , kaçınılmaz olarak giderek daha da hasta oluyorlar. Sahte bir teşhis yüzünden -bazen iki yaşında bile! - hayatları çalınıyor. Büyük İlaç ve Büyük İlaç şirketlerinin kâr amaçlı fabrikaları için yem olmaktan başka bir şey olmuyorlar.
Elbette, psikiyatrinin bu çocuklara yaptıklarını örtbas etmenin kaypak bir yolu var. Sadece 'tanımladıkları "hastalığın", doğal seyrinin tanımını' değiştiriyorlar. Çoğu insanın 'iyileştiğini' kabul etmek yerine, 'artık iyileşme umudu olmadığını' söylüyorlar. Artık 'yarattıklarını' doğal olarak tanımlıyorlar. Bu gerçek terörizmdir. Modern tıbbi sistem, hizmet etmesi gereken insanların , 'değersiz' olduğuna, amaçlarının doymak bilmez kar üreten bir makineye 'yem olmak' olduğuna karar verdi.
BAZI YORUMLAR;
--------------
"Psikotropik ilaçların neden olduğu beyin hasarı kalıcı olmak zorunda değildir. Psikiyatrik ilaçları bırakan insanlarla 5 yıldan uzun süredir çalışıyorum. İnsanlar iyileştiklerinde iyileşme görüyorlar ve genellikle hayatlarında hiç hissetmedikleri kadar iyi hissediyorlar. Psikiyatrik ilaçlar gerçekten çok yıkıcı olabilir, ancak hasarın kalıcı olduğunu söylemek biraz ileri gitmek olur. Belki bazen öyledir, ancak her zaman böyle değildir. İnsanlar kendilerini ilaçlardan kurtarmak için proaktif sağlıklı seçimler yapabilir ve çok çok iyi sonuçlar alabilirler. Birçok insan, bir kez kurtulduklarında hayatı hiç mümkün olduğunu düşünmedikleri bir netlik ve hayretle deneyimlediklerini fark eder. Bazen bu uzun bir iyileşme döneminden sonra olur, ancak çoğu zaman gelir." -(a)
"Çekilme sırasında daha iyi sonuçlar alabilmek, kalıcı beyin hasarı olmadığı anlamına gelmez. Hasar çok şiddetli hale geldiğinde, tardif diskinezi gibi fiziksel engeller kalıcıdır. Birçok insan bu ilaçları bırakıp iyi sonuçlar alsa da, ilaçlar onları yıpratmış olacaktır. Sonuçta, beyinleri küçültüyorlar! Elbette, ne kadar erken bırakılırsa o kadar iyi." -Anonymous
"haklısın, tardif diskinezi kalıcı hasara bir örnektir... bazı hasarların kalıcı olabileceği doğru, ancak genel olarak çoğu insan kendilerini kurtardıklarında iyileşebilir ve çoğu her zamankinden daha iyi durumdadır. Ben ciddi şekilde engelli ve yıllardır engelli olan biriyim. Bunu hafife almıyorum." (a)
"Üzgünüm ama büyük bir bozukluğun hasarın belirlenmesinin tek yolu olduğu fikri gerçekçi değil. Hafıza kaybı, düşük zeka, odaklanma yeteneği, duygusal durgunluk - bunların hepsi ve daha fazlası bu ilaçlardan kaynaklanıyor. Bu şekilde hasar gören kişiler bunun farkında bile olmayabilir. Gerçek şu ki bu ilaçlar normal beyin fonksiyonlarını bozarak etki ediyor ve bu her durumda geçerli. Kimyayı düzeltmiyorlar, sadece ona zarar veriyorlar. İnsanlar bu ilaçlardan sonra her zamankinden daha iyi değiller. Bu konuda kanıtlar açık. Bu ilaçlar sözde tedavi ettikleri rahatsızlıklara neden oluyor. Bazıları nispeten yara almadan kurtuluyor - ama hafif mi yoksa ağır mı etkileneceklerini kimse bilmiyor. Elbette, kişi ne kadar erken çekilirse (mümkünse), ciddi bir hasar olma olasılığı o kadar düşük ve başarılı olma olasılığı o kadar yüksek olur." -Anonymous
"Evet, ne kadar erken bırakırsa o kadar iyi. Bu da beynine yardımcı olacak şeyleri yapma programına hemen başlaması gerektiği anlamına geliyor. Sadece ilacı bırakmak muhtemelen işe yaramayacaktır, beynine bakmalı ve ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Birine omuz sakatlığını düzeltmek için ameliyat yerine fizik tedavi kullanabileceği söylendiğinde buna bir benzetme yapıyorum. Bu, yalnızca fizik tedaviyi gerçekten uygularlarsa işe yarar, ki bu da çok fazla iştir. Ameliyattan kaçınmak tek başına başarılı olmayacaktır. Benzer şekilde, sadece psikiyatrik ilaçları bırakmak çoğu zaman işe yaramaz çünkü kişinin ilk başta o duruma girmesinin nedeni bir şeye ihtiyaç duymasıdır, biraz iyileşme, biraz stres azaltma, belki yasadışı uyuşturucuların verdiği zarardan biraz iyileşme, sürdürülebilir sağlıklı bir yaşam tarzına geçiş için biraz yaşam tarzı değişikliği, belki de başka şeyler. Kişinin ihtiyacı olan şey bireyseldir. Neyin gerekli olduğunu anlama ve bunu tutarlı bir şekilde yapma gibi büyük iş hemen yapılmalıdır; Sadece ilacı bırakmak yeterli değil." -Anonymous
"Kız kardeşim antipsikotiklerle "daha iyi" görünüyordu, ancak daha sonra bunamaya neden oldular, bu yüzden kendine bakmak için temel şeyleri yapamadı ve sesler yine de geri geldi ve çok egzersiz yapmasına rağmen obez oldu (ilaçtan kaynaklanan) ve 40 yaşında akciğer embolisinden öldü. Öldükten sonra, ilacın Kanada'da anormal pıhtılaşma insidansını büyük ölçüde artırdığı bildirildi. İlacın kısa vadede "yardımcı" olduğunu düşünüyorum, ancak uzun vadede çok yıkıcı. Uzun vadede, ilacı kademeli olarak bıraksaydı çok daha iyi durumda olurdu. Nöroplastisite hakkında bilgi edinin - beyin SON DERECE değişkendir. Egzersiz, dans ve müzik aleti çalma gibi belirli türdeki aktiviteler beyni fiziksel olarak değiştirir. Egzersiz yeni nöronların büyümesine neden olur. Şizofreni stresten kaynaklanır ve stres seviyesini azaltan her şey iyidir. Özellikle kronik (günlük) stres seviyesini azaltmak iyidir, bu da sürekli olarak içinde taşıdığı stres seviyesini azaltmak anlamına gelir. Duygusal rahatlama burada fark yaratır. Aynı şekilde olumlu, şefkatli, devam eden ilişkiler de öyle. Beynini geliştirmek ve stresi azaltmak için her gün bir şeyler yapması gerekiyor. Aldığı ilaç miktarını kademeli olarak azaltabileceği bir noktaya gelebilir. İlaçlar yoksunluk belirtilerine neden olur, bu yüzden çok iyi bakarken ve beyninin olumlu bir yönde değişmesine ve büyümesine yardımcı olacak şeyleri günlük olarak yaparken ilacı çok kademeli olarak azaltması gerekir." -Anonymous
"Psikiyatrik ilaçlar, psikiyatrinin veya ruhsal "sağlık bakımının" tüm biçimleri gibi, insanlara yardım etmekten çok baskıcı bir şekilde kontrol etmekle ilgilidir. Psikiyatrik ilaçlar insanların enerjisini bastırır ve onları kontrol etmeyi kolaylaştırır. Ancak beyin ve vücuda zarar vermenin etkisi, insanların kurumlar ve sistemin diğer baskıcı parçaları tarafından daha kolay kontrol edilmesini de sağlar. Psikiyatri, insanlara yardım etmekten çok, güçlülerin sevmediği insanları kontrol etmek için kullanılır." -Anonymous" (12)
"Dünyayı psikiyatrik ilaçlarla doldurmak, ruhsal bozuklukların yükünü artırabilir
Dünya çapında artan ruhsal bozukluk yükünü azaltmak için, Lancet Küresel Ruh Sağlığı ve Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu, "zihinsel, nörolojik ve madde kullanım bozuklukları için etkili psikotrop ilaçların maliyetini düşürme ve tedarikini iyileştirme" çabasını içermesi gereken küresel olarak psikiyatri hizmetlerini artırma ihtiyacını ilan etti. 'Ruhsal bozuklukların yükünü azaltmak' kesinlikle övgüye değer bir hedef olsa da, 'bu planın uygulanmasının, ruhsal bozuklukların küresel yükünü azaltmaktan ziyade artıracağına' inanıyoruz. Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 1980'de "Tanı ve İstatistik El Kitabı"nın (DSM III) üçüncü baskısını yayınlamasının ardından, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer gelişmiş ülkelerde psikiyatri girişiminde dikkate değer bir genişleme oldu.
Psikiyatrik ilaçların kullanımını önemli ölçüde artırmayı içeren bu genişleme, psikiyatri hizmetlerinin planlanan "küresel" genişlemesinin etkisini tahmin etmeye yardımcı olan geçmişten bir ders sunmaktadır. DSM III yayımlandıktan sonra, depresyon ve diğer önemli ruhsal bozuklukların ana modelleri, bunların 'kimyasal dengesizliklerden' kaynaklanan 'beyin hastalıkları' olduğunu ve 'psikiyatrik ilaçların, bu dengesizlikleri düzeltmeye yardımcı' olabileceğini savundu.
İlk
serotonin-spesifik geri alım inhibitörü (SSRI) olan antidepresan Prozac,
1988'de piyasaya çıktı. 'Harika bir ilaç' olarak lanse edildi ve
toplumumuzun antidepresan ve diğer psikiyatrik ilaçları kullanımı hızla
arttı. Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nde, beş yetişkinden birinden
fazlası ve 20 çocuk ve ergenden birinden fazlası günlük olarak bir
psikiyatrik ilaç kullanıyor.. Ancak giderek daha fazla insan
psikiyatrik bozukluklar için tıbbi tedavi görüyor olsa da, bu
bozukluklar nedeniyle devlet tarafından engellilik yardımı alan
yetişkinlerin sayısı 1987'den bu yana üç katından fazla arttı. Bu
dönemde psikiyatrik bozukluklar nedeniyle engelli olan çocukların sayısı
30 kattan fazla arttı.. Aynı ilişki, 'psikiyatrik ilaçların
yaygın kullanımını ve özellikle antidepresanların düzenli kullanımını'
benimseyen ülkelerde de görülüyor. Bu ülkelerin hepsinde 'ruhsal
bozukluklar nedeniyle, engellilikte keskin artışlar' görüldü.
Engellilikteki bu artış birçok faktöre bağlı olabilirken, antidepresan
kullanımının artmasının buna katkıda bulunabileceği iki yol vardır.. Antidepresanlar
'kısa vadede, plaseboya göre küçük bir fayda sağlasa' da, artık bu
ilaçların bir kişinin 'uzun vadede, kronik olarak depresyona girme riskini
artırdığı' sonucuna varan bir dizi çalışma var. Araştırmacılar bu ilaca
bağlı kötüleşmeye "tardive disfori" adını verdiler, yani SSRI'lar
genellikle 'kalıcı disforiye, derin bir huzursuzluk veya tatminsizlik
durumuna' yol açan biyolojik bir değişikliğe neden oluyor..
Ayrıca, antidepresan almanın risklerinden biri de, 'manik bir reaksiyonu' tetikleyebilmesidir. Bu gerçekleştiğinde, kişiye 'depresyondan daha ciddi bir hastalık olarak görülen bipolar bozukluk' teşhisi konulabilir. Yale araştırmacıları tarafından yapılan geniş kapsamlı bir çalışma, 'bir SSRI antidepresanı almanın, depresif bir kişinin, bipolar bozukluğa dönüşme riskini iki katından fazla artırdığını' buldu.
Lancet raporunun büyük bir kısmı, "tedavi açığı"nın (bir rahatsızlıktan muzdarip olan kişi sayısı ile bu rahatsızlık için tedavi gören kişi sayısı arasındaki fark) gelişmiş ülkelerdekinden daha fazla olduğu daha az gelişmiş ülkelerde, 'psikiyatri hizmetlerinin genişletilmesine' odaklanıyor. Ancak, son 20 yıldır, bu ülkelerde psikiyatrik ilaçların kullanımının artmasına yol açan, 'ruh sağlığı bakımını "küreselleştirme" yönünde' devam eden bir çaba var. Bu genişlemenin etkisini zaten gördük. Lancet raporunun da kabul ettiği gibi, ruhsal hastalık yükü "tüm ülkeler de" artıyor. Kısacası, son 35 yılda küresel olarak 'psikiyatrik hizmetlerde bir genişleme' oldu ve bu da antidepresanların ve diğer psikiyatrik ilaçların kullanımında önemli bir artışa yol açtı. Kamu sağlığı düzeyinde, bu yaklaşım işe yaramadı. Aslında Lancet raporu bu başarısızlığı kabul ediyor.
“1990'dan 2015'e kadar dört yüksek kaynaklı ülkeden (Avustralya, Kanada, İngiltere ve ABD) alınan verilerin, yakın zamandaki bir analizi, özellikle antidepresanlar olmak üzere tedavinin sağlanmasında önemli artışlar ve risk faktörlerinde artış olmamasına rağmen, gözlenen 'ruh hali ve anksiyete bozuklukları ve semptomlarının yaygınlığının azalmadığını' göstermektedir.” Gelişmekte olan ülkelerde şizofreni için değişen sonuçlar, psikiyatrik tanı ve tedaviler hakkındaki batı fikirlerini, 'dünyanın diğer bölgelerine ihraç etmenin tehlikelerine' dair başka bir örnek sunmaktadır. 1990'dan önceki on yıllarda, Dünya Sağlık Örgütü, üç gelişmekte olan ülkedeki (Hindistan, Nijerya ve Kolombiya) 'şizofreni hastalarının sonuçlarını, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer beş gelişmiş ülkedeki sonuçlarla' karşılaştıran iki çalışma yürütmüştür. Her çalışmada, DSÖ 'gelişmekte olan ülkelerdeki sonuçların, daha iyi olduğunu' bulmuştur; öyle ki araştırmacılar, 'gelişmiş bir ülkede yaşamanın, şizofreni teşhisi konmuş bir kişinin, iyi bir sonuca sahip olmayacağının güçlü bir göstergesi olduğu' sonucuna varmışlardır.
Gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler arasındaki büyük farklardan biri, gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların, 'antipsikotik ilaçları yalnızca kısa süreler' için kullanırken, gelişmiş ülkelerdeki hastaların bunları 'uzun vadede' kullanmasıydı. Gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların 'yalnızca %16'sı antipsikotikleri uzun vadede' alıyordu. Ancak yaklaşık 20 yıl önce ilaç şirketleri dünya çapında 'atipik antipsikotikleri' pazarlamaya başladı. Bu çabanın sonuçları artık netleşiyor. Eli Lilly tarafından finanse edilen ve 37 ülkede şizofreni hastalarının 'üç yıl boyunca antipsikotik kullanmaya devam ettiği' yakın tarihli bir çalışmada, gelişmekte olan ülkelerdeki daha iyi sonuçlar ortadan kalktı. Artık gelişmiş ülkelerdeki kadar kötü durumdaydılar..
Küresel ruh sağlığını iyileştirmeye yönelik herhangi bir çağrının iki gerçeği kabul etmesi gerekir: Birincisi, bu girişimde psikiyatrik ilaçlara daha fazla erişim sağlanmasını isteyen ticari güçler var. İkincisi, ruh sağlığının küreselleşmesi son birkaç on yılda ortaya çıktıkça, ruhsal bozuklukların yükü de buna paralel olarak arttı.
Böyle bir kabul olmadan, küresel tedavi açığını kapatma önerileri 'başarısız bir bakım paradigmasını' daha da dışarı atma riski taşıyor. Rapordaki ölümcül kusurlar, Asya, Güney Amerika ve Afrika'dan insanlar da dahil olmak üzere yaşanmış deneyime sahip uluslararası liderleri içeren daha çeşitli bir grup tarafından oluşturulmuş olsaydı önlenebilirdi. Psikiyatrik ilaçların yararları ve uzun vadeli etkileriyle ilgili bilimsel kanıtları eleştirel bir şekilde inceleyen akademisyenler ve araştırmacılar dahil edilmeliydi. Ve Sesleri Duyma Ağı (Hearing Voices Network) gibi uluslararası iyileşme hareketlerinin liderleri de dahil edilmeliydi, böylece en yararlı olan şey hakkındaki düşüncelerini dahil edebilmeliydi.
Lancet raporu, ruhsal sağlık üzerindeki toplumsal ve ekonomik faktörlerin önemini kabul ettiği için takdire şayan olsa da, 'psikiyatrik ilaçların kullanımına' yönelik 'küresel pazar' genişlerken bile ortaya çıkan son 30 yılın kamu sağlığı başarısızlığını araştırmaması, onu potansiyel olarak zararlı bir belge kategorisine sokuyor. Bu, 'dünya çapında ruhsal bozuklukların yükünü azaltacağı' iddiasını ileri sürmeden, küresel ölçekte 'daha fazla psikiyatrik tedaviyi' teşvik ediyor. Aslında, burada hızla yapmaya çalıştığımız gibi, 'tedavi, psikiyatrik ilaçların daha fazla kullanımını' içerdiğinde "tedavi açığını kapatmanın" muhtemelen 'durumu, daha da kötüleştireceği' iddiasını ileri sürmek kolaydır... "Robert Nikkel, Mad in America Continuing Education'ın direktörü ve eski bir eyalet ruh sağlığı komisyoneridir. Robert Whitaker bir gazetecidir, psikiyatrinin tarihi hakkında üç kitabın yazarıdır ve Mad in America web dergisinin yayıncısıdır."" (13)
"Psikiyatrik İlaçlar, Psikiyatrik Semptomlara Neden Olduğunda
Avustralyalı bir psikiyatrist olan Dr. Yolande Lucire, yakın zamanda 'psikiyatrik ilaçların, iatrojenik etkileri' hakkında bir makale yayınladı. İatrojenik etkiler, 'doğrudan tıbbi bakım sağlanmasından kaynaklanan, olumsuz sonuçları' ifade eder. Bu etkilerin, nasıl arttığını ve 'engellilik taleplerinin, sağlık bakım maliyetlerinin ve ölümlerin' artmasına yol açtığını ve bunların 'akıl hastalığı teşhislerindeki artışla nasıl bağlantılı' olduğunu vurguluyor. "Veriler, akıl sağlığı hizmetleriyle ve kaçınılmaz olarak ilaçlarla ilişkili, bir 'psikiyatrik' engellilik, intihar eğilimi ve şiddet salgını' olduğunu kanıtladı." diye yazıyor.
İatrojenik etkiler üzerine yapılan araştırmanın 'hasta güvenliği, gerçek bir bilgilendirilmiş onam sürecinin sağlanması ve hastaların yasal hakları açısından çıkarımları' vardır. Lucire ayrıca, kamu çıkarını korumakla görevli 'psikiyatri ve ilaç endüstrilerinin ve düzenleyici kurumların', Yeni Zelanda ve Avustralya'da 'tehlikeli bir ilaç yanlısı' gündemin dayatılmasına nasıl ortak olduklarını belgelemektedir.
Genç intiharlarının, uyarıcı ilaçların reçete edilmeye başlanmasıyla 1980'lerde Avustralya'da artmaya başladığını ve bu eğilimin, 'önceki nesillerde normal gelişimsel geçişlerden geçtiği tespit edilmiş olabilecek' gençlere antidepresanlar reçete edildikçe devam ettiğini bildirmektedir. Cochrane İşbirliği tarafından yapılan çalışmalara ilişkin bir incelemede de benzer bir sonuç bulunmuştur. Avustralya'daki intihar oranları da 1963'ten 2006'ya kadar genel olarak artmıştır, özellikle erkekler arasında, 'en yüksek intihar riskini' taşıyan antidepresanlar, ardından atipik antipsikotikler olmuştur.
Topladığı bir diğer rahatsız edici istatistik, 1999-2003 yılları arasında Yeni Güney Galler (New South Wales) Ruh Sağlığı kamu sektörüne kabul edilen hastalar tarafından 'tedaviye başladıktan sonraki 28 gün içinde 36 cinayet işlendiğini' gösteriyor, ancak bunlar yalnızca hastanın, 'cinayetten sonraki 28 gün içinde görülmesi' durumunda sayılıyor. Bu sürenin dışında ruh sağlığı bakımı tarafından 'reçete edilen ilaçları kullanırken cinayet işleyen hastalar' sayılmıyor.
"Ruh sağlığı bakımına kabul edilen hemen hemen herkes yeni ilaçlarla 'tedavi edildiğinden veya ediliyor olduğundan', bu ölümlerde rol oynadılar. 2003 ile 2008 yılları arasında, NSW kamu sektöründe 'tedavi gören 43 hasta daha cinayet işledi', ancak cinayet yalnızca 'temastan sonraki yedi gün içinde işlendiyse' sayıldı. Çoğunluğu 'sağlık çalışanları ve aile üyeleri' olmak üzere 79'dan fazla kurban, yılda ortalama sekiz olmak üzere on yıl içinde öldürüldü. Aile içi cinayetler neredeyse her gün basında yer alıyor. Bunlar 'ruhsal hastalığa' atfediliyor, ancak incelemeler 'ruhsal hastalığın ilaç tedavisinden önce, çok nadiren görüldüğünü' gösteriyor."
Ayrıca, antidepresan almanın risklerinden biri de, 'manik bir reaksiyonu' tetikleyebilmesidir. Bu gerçekleştiğinde, kişiye 'depresyondan daha ciddi bir hastalık olarak görülen bipolar bozukluk' teşhisi konulabilir. Yale araştırmacıları tarafından yapılan geniş kapsamlı bir çalışma, 'bir SSRI antidepresanı almanın, depresif bir kişinin, bipolar bozukluğa dönüşme riskini iki katından fazla artırdığını' buldu.
Lancet raporunun büyük bir kısmı, "tedavi açığı"nın (bir rahatsızlıktan muzdarip olan kişi sayısı ile bu rahatsızlık için tedavi gören kişi sayısı arasındaki fark) gelişmiş ülkelerdekinden daha fazla olduğu daha az gelişmiş ülkelerde, 'psikiyatri hizmetlerinin genişletilmesine' odaklanıyor. Ancak, son 20 yıldır, bu ülkelerde psikiyatrik ilaçların kullanımının artmasına yol açan, 'ruh sağlığı bakımını "küreselleştirme" yönünde' devam eden bir çaba var. Bu genişlemenin etkisini zaten gördük. Lancet raporunun da kabul ettiği gibi, ruhsal hastalık yükü "tüm ülkeler de" artıyor. Kısacası, son 35 yılda küresel olarak 'psikiyatrik hizmetlerde bir genişleme' oldu ve bu da antidepresanların ve diğer psikiyatrik ilaçların kullanımında önemli bir artışa yol açtı. Kamu sağlığı düzeyinde, bu yaklaşım işe yaramadı. Aslında Lancet raporu bu başarısızlığı kabul ediyor.
“1990'dan 2015'e kadar dört yüksek kaynaklı ülkeden (Avustralya, Kanada, İngiltere ve ABD) alınan verilerin, yakın zamandaki bir analizi, özellikle antidepresanlar olmak üzere tedavinin sağlanmasında önemli artışlar ve risk faktörlerinde artış olmamasına rağmen, gözlenen 'ruh hali ve anksiyete bozuklukları ve semptomlarının yaygınlığının azalmadığını' göstermektedir.” Gelişmekte olan ülkelerde şizofreni için değişen sonuçlar, psikiyatrik tanı ve tedaviler hakkındaki batı fikirlerini, 'dünyanın diğer bölgelerine ihraç etmenin tehlikelerine' dair başka bir örnek sunmaktadır. 1990'dan önceki on yıllarda, Dünya Sağlık Örgütü, üç gelişmekte olan ülkedeki (Hindistan, Nijerya ve Kolombiya) 'şizofreni hastalarının sonuçlarını, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer beş gelişmiş ülkedeki sonuçlarla' karşılaştıran iki çalışma yürütmüştür. Her çalışmada, DSÖ 'gelişmekte olan ülkelerdeki sonuçların, daha iyi olduğunu' bulmuştur; öyle ki araştırmacılar, 'gelişmiş bir ülkede yaşamanın, şizofreni teşhisi konmuş bir kişinin, iyi bir sonuca sahip olmayacağının güçlü bir göstergesi olduğu' sonucuna varmışlardır.
Gelişmekte olan ve gelişmiş ülkeler arasındaki büyük farklardan biri, gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların, 'antipsikotik ilaçları yalnızca kısa süreler' için kullanırken, gelişmiş ülkelerdeki hastaların bunları 'uzun vadede' kullanmasıydı. Gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların 'yalnızca %16'sı antipsikotikleri uzun vadede' alıyordu. Ancak yaklaşık 20 yıl önce ilaç şirketleri dünya çapında 'atipik antipsikotikleri' pazarlamaya başladı. Bu çabanın sonuçları artık netleşiyor. Eli Lilly tarafından finanse edilen ve 37 ülkede şizofreni hastalarının 'üç yıl boyunca antipsikotik kullanmaya devam ettiği' yakın tarihli bir çalışmada, gelişmekte olan ülkelerdeki daha iyi sonuçlar ortadan kalktı. Artık gelişmiş ülkelerdeki kadar kötü durumdaydılar..
Küresel ruh sağlığını iyileştirmeye yönelik herhangi bir çağrının iki gerçeği kabul etmesi gerekir: Birincisi, bu girişimde psikiyatrik ilaçlara daha fazla erişim sağlanmasını isteyen ticari güçler var. İkincisi, ruh sağlığının küreselleşmesi son birkaç on yılda ortaya çıktıkça, ruhsal bozuklukların yükü de buna paralel olarak arttı.
Böyle bir kabul olmadan, küresel tedavi açığını kapatma önerileri 'başarısız bir bakım paradigmasını' daha da dışarı atma riski taşıyor. Rapordaki ölümcül kusurlar, Asya, Güney Amerika ve Afrika'dan insanlar da dahil olmak üzere yaşanmış deneyime sahip uluslararası liderleri içeren daha çeşitli bir grup tarafından oluşturulmuş olsaydı önlenebilirdi. Psikiyatrik ilaçların yararları ve uzun vadeli etkileriyle ilgili bilimsel kanıtları eleştirel bir şekilde inceleyen akademisyenler ve araştırmacılar dahil edilmeliydi. Ve Sesleri Duyma Ağı (Hearing Voices Network) gibi uluslararası iyileşme hareketlerinin liderleri de dahil edilmeliydi, böylece en yararlı olan şey hakkındaki düşüncelerini dahil edebilmeliydi.
Lancet raporu, ruhsal sağlık üzerindeki toplumsal ve ekonomik faktörlerin önemini kabul ettiği için takdire şayan olsa da, 'psikiyatrik ilaçların kullanımına' yönelik 'küresel pazar' genişlerken bile ortaya çıkan son 30 yılın kamu sağlığı başarısızlığını araştırmaması, onu potansiyel olarak zararlı bir belge kategorisine sokuyor. Bu, 'dünya çapında ruhsal bozuklukların yükünü azaltacağı' iddiasını ileri sürmeden, küresel ölçekte 'daha fazla psikiyatrik tedaviyi' teşvik ediyor. Aslında, burada hızla yapmaya çalıştığımız gibi, 'tedavi, psikiyatrik ilaçların daha fazla kullanımını' içerdiğinde "tedavi açığını kapatmanın" muhtemelen 'durumu, daha da kötüleştireceği' iddiasını ileri sürmek kolaydır... "Robert Nikkel, Mad in America Continuing Education'ın direktörü ve eski bir eyalet ruh sağlığı komisyoneridir. Robert Whitaker bir gazetecidir, psikiyatrinin tarihi hakkında üç kitabın yazarıdır ve Mad in America web dergisinin yayıncısıdır."" (13)
"Psikiyatrik İlaçlar, Psikiyatrik Semptomlara Neden Olduğunda
Avustralyalı bir psikiyatrist olan Dr. Yolande Lucire, yakın zamanda 'psikiyatrik ilaçların, iatrojenik etkileri' hakkında bir makale yayınladı. İatrojenik etkiler, 'doğrudan tıbbi bakım sağlanmasından kaynaklanan, olumsuz sonuçları' ifade eder. Bu etkilerin, nasıl arttığını ve 'engellilik taleplerinin, sağlık bakım maliyetlerinin ve ölümlerin' artmasına yol açtığını ve bunların 'akıl hastalığı teşhislerindeki artışla nasıl bağlantılı' olduğunu vurguluyor. "Veriler, akıl sağlığı hizmetleriyle ve kaçınılmaz olarak ilaçlarla ilişkili, bir 'psikiyatrik' engellilik, intihar eğilimi ve şiddet salgını' olduğunu kanıtladı." diye yazıyor.
İatrojenik etkiler üzerine yapılan araştırmanın 'hasta güvenliği, gerçek bir bilgilendirilmiş onam sürecinin sağlanması ve hastaların yasal hakları açısından çıkarımları' vardır. Lucire ayrıca, kamu çıkarını korumakla görevli 'psikiyatri ve ilaç endüstrilerinin ve düzenleyici kurumların', Yeni Zelanda ve Avustralya'da 'tehlikeli bir ilaç yanlısı' gündemin dayatılmasına nasıl ortak olduklarını belgelemektedir.
Genç intiharlarının, uyarıcı ilaçların reçete edilmeye başlanmasıyla 1980'lerde Avustralya'da artmaya başladığını ve bu eğilimin, 'önceki nesillerde normal gelişimsel geçişlerden geçtiği tespit edilmiş olabilecek' gençlere antidepresanlar reçete edildikçe devam ettiğini bildirmektedir. Cochrane İşbirliği tarafından yapılan çalışmalara ilişkin bir incelemede de benzer bir sonuç bulunmuştur. Avustralya'daki intihar oranları da 1963'ten 2006'ya kadar genel olarak artmıştır, özellikle erkekler arasında, 'en yüksek intihar riskini' taşıyan antidepresanlar, ardından atipik antipsikotikler olmuştur.
Topladığı bir diğer rahatsız edici istatistik, 1999-2003 yılları arasında Yeni Güney Galler (New South Wales) Ruh Sağlığı kamu sektörüne kabul edilen hastalar tarafından 'tedaviye başladıktan sonraki 28 gün içinde 36 cinayet işlendiğini' gösteriyor, ancak bunlar yalnızca hastanın, 'cinayetten sonraki 28 gün içinde görülmesi' durumunda sayılıyor. Bu sürenin dışında ruh sağlığı bakımı tarafından 'reçete edilen ilaçları kullanırken cinayet işleyen hastalar' sayılmıyor.
"Ruh sağlığı bakımına kabul edilen hemen hemen herkes yeni ilaçlarla 'tedavi edildiğinden veya ediliyor olduğundan', bu ölümlerde rol oynadılar. 2003 ile 2008 yılları arasında, NSW kamu sektöründe 'tedavi gören 43 hasta daha cinayet işledi', ancak cinayet yalnızca 'temastan sonraki yedi gün içinde işlendiyse' sayıldı. Çoğunluğu 'sağlık çalışanları ve aile üyeleri' olmak üzere 79'dan fazla kurban, yılda ortalama sekiz olmak üzere on yıl içinde öldürüldü. Aile içi cinayetler neredeyse her gün basında yer alıyor. Bunlar 'ruhsal hastalığa' atfediliyor, ancak incelemeler 'ruhsal hastalığın ilaç tedavisinden önce, çok nadiren görüldüğünü' gösteriyor."
İlaçların
iatrojenik etkilerinin görüldüğü bir diğer alan da, yazarın psikiyatristlerin 'ilaç kaynaklı şiddet ile gerçek psikoz ataklarından
kaynaklanan nispeten nadir şiddet arasındaki farkı' söyleyemediğine
inandığı Avustralya'daki hapishaneler ve hapishane hastaneleridir.
Paradoksal olarak, akıl hastalığı teşhisi konan bir kişi suç işlese ve "Akıl Hastalığı Nedeniyle Suçsuz" (NGRI "Not Guilty by Reason of Mental Illness") kararı alsa bile, "iyileşmek" için 'daha fazla ilaç almaya zorlandığını' - 'ilaçların, şiddet eylemlerinde yer alıp almadığını' belirlemek için bir muayene yapılmadığını belirtiyor.
Yazar, 'antidepresanlar gibi ilaçlarda ölüm ve intihar oranları' artmış olsa da, ciddi depresyonu olan bazı kişilerin, 'dozların vücudun ilacı metabolize etme yeteneğine göre ayarlandığı' ve sürekli izleme yapıldığı 'kişiselleştirilmiş bir tıp yaklaşımı' kapsamında bu ilaçlardan faydalanabileceğini söyleyerek argümanlarını dengeliyor. Bunun yerine, psikiyatristlerin, özellikle çocuklar için tehlikeli olabilen, tartışmalı Texas İlaç Algoritması Projesi (Texas Medication Algorithm Project) tarafından önerilenler gibi 'doz algoritmalarını takip etme eğiliminde' olduklarını belirtiyor. Özetle, "Algoritmalar, ilaç endüstrisi tarafından önerilen, bilgi ve kişiselleştirilmiş tıp çağında uygunsuz olan ortalama dozlardır."
İlginç bir şekilde, DSM'nin ilaçların kısa vadeli iatrojenik etkilerini 'bozukluklar' olarak içerecek şekilde isimlendirmesini nasıl genişlettiğine ve aynı zamanda ilaçlardan kaynaklanan "kronik, yoksunluk, yoksunluk sonrası ve gecikmiş yoksunluk sonrası akatizi ve diğer gecikmiş yoksunluk sonrası" durumlarını içermediğine de dikkat çekiyor, bu da 'yoksunluk semptomlarının ilaçların iatrojenik etkileri yerine zihinsel hastalığın tekrarlaması' gibi görünmesini sağlıyor. Yazar şu soruyu sorarak sonuca varıyor: "Kendi gözlerimizin kanıtı bile olsa, ezici kanıtlar sunulduğunda, bunu yaptığımızın tamamen farkındayken, bir şeyi kasıtlı olarak görmezden gelmemiz nasıl mümkün olabilir? İlaç odaklı 'biyolojik' psikiyatrinin ölümcül doğasının büyüklüğü tahammül edilemeyecek kadar acı verici, ancak sonsuza kadar devam edemez."" (14)
"Efsaneleri ortadan kaldırmak: Akıl sağlığı ve Psikiyatrik ilaçlar hakkında gerçekler
Web sitemde yazdığım gibi, öfkeli bir psikoloğum. Mevcut ruh sağlığı sisteminin insanları "hasta" olarak damgalamasına ve bu durumun da 'normal duygusal tepkiler' hakkında 'umutsuzluğa ve kendini yargılamaya' yol açmasına tanık olmak beni öfkelendiriyor. Kimyasal dengesizliklerin ve genetik koşulların, 'zihinsel hastalıklara neden olduğunu' yanlış bir şekilde iddia ediyor ve ardından birincil çözüm olarak zararlı psikiyatrik ilaçları öne sürüyor. İnsanlar olarak bizim hakkımızdaki temel gerçekleri tamamen göz ardı ediyor -çevremizin ve yaşam deneyimlerimizin duygusal refahımız üzerinde çok etkili olduğu gibi..
Paradoksal olarak, akıl hastalığı teşhisi konan bir kişi suç işlese ve "Akıl Hastalığı Nedeniyle Suçsuz" (NGRI "Not Guilty by Reason of Mental Illness") kararı alsa bile, "iyileşmek" için 'daha fazla ilaç almaya zorlandığını' - 'ilaçların, şiddet eylemlerinde yer alıp almadığını' belirlemek için bir muayene yapılmadığını belirtiyor.
Yazar, 'antidepresanlar gibi ilaçlarda ölüm ve intihar oranları' artmış olsa da, ciddi depresyonu olan bazı kişilerin, 'dozların vücudun ilacı metabolize etme yeteneğine göre ayarlandığı' ve sürekli izleme yapıldığı 'kişiselleştirilmiş bir tıp yaklaşımı' kapsamında bu ilaçlardan faydalanabileceğini söyleyerek argümanlarını dengeliyor. Bunun yerine, psikiyatristlerin, özellikle çocuklar için tehlikeli olabilen, tartışmalı Texas İlaç Algoritması Projesi (Texas Medication Algorithm Project) tarafından önerilenler gibi 'doz algoritmalarını takip etme eğiliminde' olduklarını belirtiyor. Özetle, "Algoritmalar, ilaç endüstrisi tarafından önerilen, bilgi ve kişiselleştirilmiş tıp çağında uygunsuz olan ortalama dozlardır."
İlginç bir şekilde, DSM'nin ilaçların kısa vadeli iatrojenik etkilerini 'bozukluklar' olarak içerecek şekilde isimlendirmesini nasıl genişlettiğine ve aynı zamanda ilaçlardan kaynaklanan "kronik, yoksunluk, yoksunluk sonrası ve gecikmiş yoksunluk sonrası akatizi ve diğer gecikmiş yoksunluk sonrası" durumlarını içermediğine de dikkat çekiyor, bu da 'yoksunluk semptomlarının ilaçların iatrojenik etkileri yerine zihinsel hastalığın tekrarlaması' gibi görünmesini sağlıyor. Yazar şu soruyu sorarak sonuca varıyor: "Kendi gözlerimizin kanıtı bile olsa, ezici kanıtlar sunulduğunda, bunu yaptığımızın tamamen farkındayken, bir şeyi kasıtlı olarak görmezden gelmemiz nasıl mümkün olabilir? İlaç odaklı 'biyolojik' psikiyatrinin ölümcül doğasının büyüklüğü tahammül edilemeyecek kadar acı verici, ancak sonsuza kadar devam edemez."" (14)
"Efsaneleri ortadan kaldırmak: Akıl sağlığı ve Psikiyatrik ilaçlar hakkında gerçekler
Web sitemde yazdığım gibi, öfkeli bir psikoloğum. Mevcut ruh sağlığı sisteminin insanları "hasta" olarak damgalamasına ve bu durumun da 'normal duygusal tepkiler' hakkında 'umutsuzluğa ve kendini yargılamaya' yol açmasına tanık olmak beni öfkelendiriyor. Kimyasal dengesizliklerin ve genetik koşulların, 'zihinsel hastalıklara neden olduğunu' yanlış bir şekilde iddia ediyor ve ardından birincil çözüm olarak zararlı psikiyatrik ilaçları öne sürüyor. İnsanlar olarak bizim hakkımızdaki temel gerçekleri tamamen göz ardı ediyor -çevremizin ve yaşam deneyimlerimizin duygusal refahımız üzerinde çok etkili olduğu gibi..
Sosyal hayvanlar olarak ilişkilerimiz çok etkilidir, özellikle de bizi 'değersiz, reddedilmiş veya dışlanmış' hissettiriyorsa (genellikle çocuklukta, duygusal olarak 'ihmalkar veya istismarcı ebeveynlerle' yaşadığımız deneyimler nedeniyle). Ve eğer çocukken 'kabul edilmiş ve değerli' hissetmekte zorlanıyorsak, yetişkin olduğumuzda 'kendimize şefkat göstermekte' zorlanacağız. "DEHB" veya "depresyon" için psikiyatrik ilaçlar reçete edilen danışanlardan düzenli olarak duyuyorum ancak bu 'tanı etiketleri veya ilaçların etkileri' hakkında net bir anlayışları yok. Umarım bu bilgi notu 'hastalara, ruh sağlığı klinisyenlerine ve birincil bakım sağlayıcılarına' net, erişilebilir ve kapsamlı bilgiler sağlar. Bahsedilen çalışmalara dipnotlar ekledim. Son sayfadaki kaynak bölümü bu kavramlarla ilgili web sitelerini ve kitapları listeler.
* "Ruhsal bozukluklar" genetik veya kimyasal dengesizliklerden kaynaklanmaz..
- "Ruhsal bozuklukların" beyindeki kimyasal dengesizliklerden veya genetik bozukluklardan kaynaklandığına dair HİÇBİR bilimsel kanıt yoktur. Depresyon düşük serotoninden kaynaklanmaz ve şizofreni de dopamin fazlalığından kaynaklanmaz. Gerçek şu ki "çağdaş nörobilim araştırmaları, 'herhangi bir ruhsal bozuklukta, serotoninerjik lezyonu' doğrulamayı başaramadı ve aslında basit bir nörotransmitter eksikliğinin açıklamasına önemli bir karşı kanıt sağladı."
- Moleküler Psikiyatri (Molecular Psychiatry) dergisinde Temmuz 2022'de yayınlanan bir makale yüzlerce çalışmayı inceledi ve 'depresyon ile serotonin arasında bir bağlantı olduğuna dair bir kanıt olmadığı' sonucuna vardı.
- Ağustos 2022'de Neuron dergisinde, dünyanın en etkili nörobilimcilerinden biri olarak kabul edilen Raymond Dolan, "Psikiyatride Fonksiyon Nörogörüntüleme ve Daha İyi Başarısız Olma Davası (Function Neuroimaging in Psychiatry and the Case for Failing Better)" adlı makalenin ortak yazarlığını yaptı. Son 30 yılda yayınlanan 16.000'den fazla nörogörüntüleme makalesini düşünerek, "Yarım yıllık yoğun nörogörüntüleme araştırmasına rağmen, hala herhangi bir psikiyatrik durum için nörobiyolojik bir açıklamadan yoksunuz." sonucuna vardılar.
- 107.000 çalışmanın meta-analizi, 'herhangi bir ruhsal hastalık için biyolojik bir belirteç bulamadı.'
- Bir nörobilimcinin bu web makalesi, 'depresyonun, genetik ve nörobiyolojik nedenlerini' araştıran bir dizi çalışmayı özetlemiş ve şu sonuca varmıştır: "Bu nedenle, ne nörogörüntüleme ne de genetik ilişkiler, bir bireyin beyninde, 'depresyonla ilişkili bir rahatsızlığı' lokalize etmeye veya bir grup depresif beyni, sağlıklı beyinlerden ayırmaya yaklaşamamıştır."
- Nesnel kanıt eksikliğine rağmen, psikiyatristler ve Büyük İlaç Şirketleri onlarca yıldır "akıl hastası" teşhisi konan kişilerin, "kimyasal dengesizliğe" sahip olduğunu iddia etmektedir. Bilim insanları 1970'lerde bunun doğru olmadığını biliyorlardı, ancak 'psikiyatri bu yanlış anlatıyı tekrarlayarak' halkı aldattı. Birçok ilaç ve ruh sağlığı web sitesi, tamamen yanlış olmasına rağmen, insanların 'kimyasal dengesizliği düzeltmek için ilaca ihtiyaç duyduğuna' değinmeye devam ediyor.
- Önde gelen bir anti-psikiyatri savunucusu olan Phillip Hickey, PhD, buna "Büyük Psikiyatrik Aldatmaca (Great Psychiatric Hoax)" adını veriyor: Çocukluktaki dikkat dağınıklığı da dahil olmak üzere tüm önemli 'düşünme, hissetme ve davranma' sorunlarının 'uzman tıbbi müdahale ve ilaçlar gerektiren hastalıklar' olduğu fikri..Ve bu sapkın düşünce -tüm önemli düşünme, hissetme ve davranma sorunlarının biyolojik hastalıklar olduğu düşüncesi- tüm ilaç-psikiyatri pazarlamasının temel taşıdır: "Ürünlerimize ihtiyacınız var çünkü beyniniz hasta; çocuğunuz ürünlerimize ihtiyaç duyuyor çünkü beyni hasta; yaşlanan ebeveynleriniz ürünlerimize ihtiyaç duyuyor çünkü beyinleri hasta; vb…" Temel kusur -büyük yalan- tüm önemli düşünme, hissetme ve davranma sorunlarının, hastalık olduğudur. Bu, psikiyatrinin temelidir -tıbbi müdahalenin temel gerekçesi. Ve bu bir yalan. Ve telafisi mümkün değil."
- "Ruhsal bozukluklar (Mental disorders)" aslında 'duygusal, davranışsal, karakterolojik, ahlaki ve sosyal/kişilerarası alanlardaki işlev' sorunlarıdır ve çoğunlukla düşük utanç toleransından kaynaklanır.
- Bu makale, depresyonun genetik nedenini bulmaya çalışan araştırmaların tarihini özetlemektedir. "Aile çalışmaları, ikiz çalışmaları, evlat edinme çalışmaları, bağlantı çalışmaları, aday gen çalışmaları ve nadir varyant çalışmalarının, 'bozuk genlerin, majör depresyona' neden olmada rol oynadığına dair bilimsel olarak kabul edilebilir kanıtlar üretmede başarısız olduğu" görülmüştür. Amrikan Psikiyatri Dergisi'nde (American Journal of Psychiatry) 2019 yılında yapılan bir analiz, "Sonuçlar, depresyon adayı genleri hakkındaki erken hipotezlerin yanlış olduğunu ve depresyon adayı gen okuryazarlığında bildirilen çok sayıda ilişkinin muhtemelen yanlış pozitif sonuçlar olduğunu göstermektedir." sonucuna varmıştır.
- Yeni bir araştırma, 'genetik, beyin hacmi ve bağlantısı ve çeşitli beyin kimyasallarının seviyeleri' gibi DEHB (ADHD) için olası tüm biyobelirteç türlerini inceledi. Araştırmacılar, 'DEHB tanısı olan kişileri, olmayanlardan ayırt etmek için kullanılabilecek biyolojik bir fark olmadığını' buldular.
* "Ruhsal bozuklukların" 'duygusal sıkıntıdan' kaynaklandığına dair çok sayıda bilimsel kanıt vardır ve bunlar genellikle şunlardan kaynaklanır:
- kronik gelişimsel veya bağlanma travması (duygusal olarak işlevsiz ebeveynler, kaotik ev hayatı, narsisist ebeveynler veya kardeşler, madde bağımlısı ebeveynler, vb. )
- akut travmalar (cinsel veya fiziksel istismar, suç mağduru, vb. )
- sosyal/kültürel olumsuzluklar (yoksulluk, ırk ayrımcılığı, cinsiyet veya cinsel kimlik ayrımcılığı, göçmen statüsü, evsizlik, yüksek suç oranına sahip mahalleler, çocuk refahı sistemine katılım, vb. ).
- düşük öz değer ve düşük utanç toleransı, bunun sonucunda yüksek suçluluk duygusu (Kendini Suçlama), düşük suçluluk/utanç duygusu (Başkalarını Suçlama) ve Suçlamadan Kaçınma.
- "anomi" veya sosyal yaratıklar olarak hepimizin ihtiyaç duyduğu ortak amaç, aidiyet, değerler ve kültürün kaybı hissi. Aşırı bireyselleşmiş kültürümüz bizi sosyal destekten uzaklaştırıyor, izolasyona ve sıkıntıya yol açıyor, ki bunlar şu anda "depresyon" vb. olarak etiketleniyor.
* Psikiyatrik İlaçlar, Ruh Sağlığını İyileştirmiyor..
- Psikiyatrinin tedavi sonuçları berbat. 2021'de New York Times, psikiyatrinin "kalıcı ruhsal sıkıntıyla yaşayan milyonlarca insanın hayatını iyileştirmek için çok az şey yaptığı" sonucuna vardı. Toplu ruh sağlığımızın neredeyse her ölçüsü -intihar, anksiyete, depresyon, bağımlılıktan ölüm oranları, psikiyatrik reçete kullanımı- hizmetlere erişim büyük ölçüde genişlese bile yanlış yöne gitti."
- Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüleri'nin (NIMH) eski müdürü Thomas Insel, Healing'deki 2022 tarihli bir makalesinde, psikiyatrinin berbat sonuçlar geçmişi hakkında daha önce kabul ettiği şeyi genel kamuoyuna tekrarladı ve şunları kaydetti: "İntihar için risk faktörlerini incelerken, artan tedaviye rağmen ölüm oranı %33 arttı." Ayrıca şunları da belirtti: “2001'den beri, psikiyatrik ilaç reçeteleri iki katından fazla arttı ve altı Amerikalı yetişkinden biri, psikiyatrik ilaç kullanıyor.”
- Antidepresanlar pek işe yaramıyor... bu da 'neden reçete edildiklerini' merak ettiriyor. Rush ve diğerleri (2006), 'depresyon teşhisi konulan hastaların %50'sinden fazlasının birinci basamak antidepresan ilaçtan sonra düzelmediğini ve yaklaşık %30'unun birden fazla tedaviden sonra düzelmeyebileceğini' buldu.
* Reçeteleme ve Reçete Yazanlarla İlgili Sorunlar..
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları (PCPs), hastanın önce psikoterapiyi denemesini sağlamadan, rutin olarak psikiyatrik ilaçlar reçete ederler; bu en az zararlı, en etkili birinci basamak müdahaledir. Çocuklara, ebeveynlik eğitimi veya aile terapisi savunuculuğu yapan birincil bakım sağlayıcıları olmadan ilaç verilir. Sadece duygusal tepkilere ilaç vermek yerine, muhafazakar tepki, beyne zarar veren ilaçları reçete etmeden önce mümkün olan en az invaziv tedaviyi denemek olmaz mıydı?
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları genellikle yalnızca müşterinin bildirdiği "semptomlara" dayanarak, müşterinin yalnızca 10-15 dakikalık sözlü değerlendirmesinden sonra reçete yazarlar. Birçok müşteri internetteki semptom listelerini okur ve tanı ve ilaç reçetesi almak için ne bildirmeleri gerektiğini bilir.
- Çoğu birincil bakım sağlayıcı ve psikiyatrist, reçete yazdıkları hastalarda, ilaçların olumsuz etkilerini görmez. Hasta olumsuz etkiler yaşarsa, ilaçları almayı bırakır ve tekrar reçete ettirmek için geri dönmez. Hastanın "depresyon semptomlarında" azalma olmazsa, onlar da doktora haber vermeden ilaçları almayı bırakabilirler. Bu nedenle doktor, ilaçların zararlı veya yararlı olmadığına dair hiçbir anekdotsal geri bildirim almaz. Öte yandan, sadece ilaçlardan fayda gördüklerini hisseden hastaları görürler, çünkü bu kişiler ilaçları almaya devam eder ve tekrar ilaç almak için geri dönerler. Bu, yerel doktoru plasebo etkisine ve bilimsel çalışmalarda kanıtlanmış zararlı yan etkilere karşı kör eder. Sadece reçete yazmanın olumlu sonuçlarını görürler. Elbette, bu olumlu etki bile daha çok plaseboya yanıt verme ve "depresyon"un ve diğer ruh hallerinin geçici olma doğal eğilimiyle ilgili olabilir.
- Psikiyatristler ve birincil bakım sağlayıcıları, reçete yazmadan önce hastalarla nadiren bilgilendirilmiş onam alırlar. Henüz bir birincil bakım sağlayıcısı veya psikiyatrist tarafından bir ilacın 'yan etkileri, tedavi süresi ve çekilme planı' hakkında bilgilendirilen bir hastayla konuşmadım. (Aşağıdaki "Bilgilendirilmiş Onam" ve "Doktorunuzla Nasıl Konuşursunuz" bölümlerine bakın. )
- Çok az psikiyatrist veya birincil bakım sağlayıcısı, hastaları ilaçlardan 'nasıl ve ne zaman çekeceklerini' anlar. Genellikle ilaçları çekme planı yapmazlar veya hastaları bu sürecin nasıl işleyeceği ve ortaya çıkabilecek zararlı etkiler konusunda eğitmezler. Hastalar daha sonra ilaçları aniden bırakırlarsa zararlı çekilme etkileri yaşayacaklarını anlamazlar ve bu etkilerin "depresyonumun geri dönmesi" olduğunu varsayabilirler. (Psikiyatrik ilaçlardan nasıl çekileceğinize dair bilgi için bu kaynaklara ve Kaynaklar'ın altına bakın. )
- Çoğu psikiyatrik ilaç, aslında psikiyatristler tarafından reçete edilmez. Mark ve meslektaşları, 'Ağustos 2006'dan Temmuz 2007'ye kadar ABD'deki psikiyatrik ilaç reçetelerinin %59'unun pratisyen hekimler, %19'unun diğer hekimler ve hekim olmayan sağlık çalışanları ve yalnızca %23'ünün psikiyatristler tarafından yazıldığını' buldu.
- İnsanların büyük çoğunluğuna 'herhangi bir psikiyatrik tanı konulmadan' "antidepresanlar" reçete ediliyor. 2011 tarihli bir çalışma, "1996 ile 2007 arasında antidepresan reçete edilen ancak psikiyatrik tanı konulmayan ziyaretlerin oranının %59,5'ten %72,7'ye yükseldiğini" buldu.
- Birden fazla ilaç genellikle çelişkili nedenlerle aynı anda verilir, örneğin gençlere "DEHB" ilaçları ve "antidepresanlar" verilmesi gibi. Uyarıcılar genellikle "anksiyeteyi tedavi etmek" için verilir, bu da anksiyeteyi artırdıkları için tamamen sezgiye aykırıdır.
- Çocuklar ve yetişkinler genellikle intihar tehdidi veya girişiminden sonra hastanede antidepresanlara başlarlar, ancak bu ilaçların işe yarayacaksa herhangi bir etkisi olması 4-6 hafta sürer. Zararlı ilaçları hemen reçete etmek yerine, neden önce psikoterapiyi denemiyorsunuz?
- Bir hastadan, PCP'sinin bana danışmadan kendisine teşhis koyduğunu ve PCP'nin teşhisinin benimkinden tamamen farklı olduğunu sık sık duyuyorum - bu, bakımın zayıf koordinasyonunun ve DSM'nin düşük güvenilirliğinin göstergesi.
- Büyük İlaç Şirketlerinin 'Kongre'deki her üye için' 2 lobicisi var.
* Tanı Etiketleri 'Zararlı, Damgalayıcı, Geçersiz ve Bilimsel Değildir..'
- Mevcut ruh sağlığı tanı sistemi, insan davranışının altında yatan çok basit ve anlaşılır kavramları karmaşıklaştırarak, onlarca yıldır terapötik tedaviyi engellemiş ve zarara yol açmıştır. Halkı ve ruh sağlığı klinisyenlerini yanıltmakta ve kafasını karıştırmaktadır.
- Psikiyatrik tanılar belirsiz ve özneldir.. Majör Depresif Bozukluk ve Bipolar Bozukluk gibi "zihinsel bozuklukları" belirleyen Tanı ve İstatistik El Kitabı'nda (DSM-5) kullanılan tanı kriterleri ve etiketler, bir komitede oylama ile keyfi olarak kararlaştırılır. Bu etiketler araştırmacılar ve klinisyenler için davranışları kategorize etmek için bir kısaltma olarak yararlı olsa da, etiketler bunların 'ayrı, ölçülebilir biyolojik hastalıklar olduğu' yönündeki herhangi bir bilimsel anlayışa dayanmamaktadır. Dr. Hickey, 'DEHB'nin aşırı teşhisi' üzerine yazdığı bir makalede şöyle diyor: "Konuya karşı psikiyatri tarafında olan bizler, yıllardır DSM'de listelenen çeşitli maddelerin, açıklayıcı veya ontolojik bir önemi olmayan belirsiz bir şekilde tanımlanmış sorunların, gevşek koleksiyonlarından başka bir şey olmadığını söylüyoruz."
- DSM-5 komite üyelerinin %68'inin, ilaç şirketleriyle bağlantıları ve akıl hastalığının "tıbbi modeli"nin yanlış paradigmasını sürdürmede çıkarları vardır.
- DSM tanı etiketleri yalnızca 'semptomların bir kontrol listesine' dayanır ve bu 'davranışların nedenlerine' dair hiçbir kanıt sunmaz. DSM tanıları yalnızca açıklamalar ve totolojilerdir, başka bir deyişle nedensellik içermeyen dairesel veya gereksiz bir açıklamadır. Örneğin, bir totoloji (tautology) bir doktorun "Başınızdaki ağrının nedeni baş ağrısıdır." demesine benzer. Gerçek bir tanı şudur: "Başınızdaki ağrının nedeni felçtir." Yani örneğin bir DEHB "tanısı" yalnızca davranışların bir açıklamasıdır: hiperaktivite, dürtüsellik, dikkat dağınıklığı.. Belirlenmiş bir neden yoktur.
- DSM, sıkıntının nedenini anlamak için hiçbir çerçeve sunmaz ve hiçbir müdahale önerisi sunmaz. DSM, değerlendirme, "tanı" vaka formülasyonu ve "tedavi" arasında mantıksal bir bağlantı sunmaz. Bu, bir tıp doktorunun "Diyabetiniz olduğuna inanıyoruz, ancak diyabetin nedenini bilmiyoruz ve diyabet için en iyi tedaviyi bilmiyoruz, ancak işte bazı ilaçlar - ve bu ilaçların nasıl çalıştığını gerçekten bilmiyoruz" demesine benzer.
- Etiketler, danışanları (hastaları) "kalıcı olarak bozuk" olarak damgalayarak 'utanç duygularına' yol açar, bu da danışanları 'tedavi aramaktan uzaklaştırır, duygusal sıkıntıyı artırır ve sonuçları kötüleştirir.'
- Kurumsal psikiyatri, ruhsal hastalığın damgalanmasına karşı çıkarken, aslında "beyin hastalığı" açıklamalarıyla bunu daha da kötüleştirdiler. Psikiyatri Araştırması'nda (Psychiatry Research) yayınlanan 2010 tarihli bir çalışmada, genel halk için 'beyin hastalığının veya ruhsal hastalığın "biyogenetik modelinin" kabul edilmesinin, "ruhsal hastalardan" daha fazla sosyal mesafe isteğiyle ilişkili olduğu' bildirildi. 33 çalışmanın incelenmesi benzer sonuçlara vardı ve "ruhsal hastalık" hakkındaki biyolojik kavramların , 'damgayı azaltmadığını ve aslında damgalayıcı tutumları daha da kötüleştirebileceğini' bildirdi.
- DSM etiketleri, insanlara 'yaşam boyu süren ve tedavi edilemez bir ruhsal bozukluğa' sahip oldukları söylendiği için 'çaresizliği ve kişisel değişim' için hesap verebilirliğin eksikliğini teşvik ediyor.
- DSM, klinisyenlerin danışanları "hasta" ve "düzensiz" olarak görmelerine yol açar ve bu da 'kabul, umut ve empatiyi' ortadan kaldırır. "Gerçekten de biyolojik açıklamaların klinisyenlerin empatisini önemli ölçüde azalttığını görüyoruz. Bu endişe vericidir çünkü klinisyenlerin empatisi, ruh sağlığı sağlayıcıları ve hastalar arasındaki terapötik ittifak için önemlidir ve olumlu klinik sonuçları önemli ölçüde tahmin eder."
- DSM, etkili ve zararsız terapi veya öz yardım yerine etkisiz ve zararlı ilaçları teşvik eder. - DSM, etkisiz tedavi ve anlamsız araştırmalara para harcar.
- DSM, 'çevresel travma, ilişki veya bağlanma travması, ebeveyn istismarı veya ihmali, sağlıksız ilişkiler, sosyal/kültürel etkiler veya olumsuz öz imaj' gibi acının gerçek nedenini tamamen görmezden gelir.
- DSM kriterleri, bir kişinin örneğin bir çocuğun ölümünden sonra iki haftadan uzun süre yas tutması durumunda bunun Majör Depresif Bozukluk olarak teşhis edilebileceğini söylüyor.
- 1.200'den fazla makalesi olan son derece üretken bir araştırmacı ve DSM-II, DSM-IV ve DSM-5'i yazan komitelerin bir üyesi olan Kenneth Kendler, JAMA Psikiyatri'de 'psikiyatrik teşhisler için çok az bilimsel kanıt olduğunu ve DSM teşhislerinin "gerçekliğe uymadığına" ve bunların "yaklaşık olarak doğru" olmasının "mantıksız" olduğuna inandığını' belirten bir makale yazdı. (a)
- DSM, sosyopatik, narsisistik ve toksik olarak etiketlenebilecek kişilerle yaşanan 'duygusal taciz veya zorlayıcı ilişkilerin' etkisini tamamen göz ardı ediyor, ancak bu tür bireyler milyonlarca çocuk ve yetişkin bireylere anlatılamaz psikolojik zararlar veriyor.
- 'Korku, utanç, yalnızlık, kendini eleştirme ve sevgi ve aidiyet' ihtiyacı gibi tipik insan deneyimleri 'zihinsel bozukluklar' olarak etiketleniyor. Utanç, neredeyse tüm duygusal sıkıntıların nedeni olarak kabul edildiği için "ana duygu" olarak adlandırılır, ancak DSM, utancı 'duygusal sıkıntının trans-tanısal bir nedeni' olarak bir kez bile anmaz.
- DSM, değersizlik ve utanç duygularını açıklayan, korkunun nörobiyolojisi ("savaş ya da kaç"), sosyal kabul ve bağlanma için doğal insan özlemi ve travmanın ve sağlıksız ebeveynliğin zararları dahil olmak üzere genel kabul görmüş kavramları göz ardı ediyor.
- Duygusal ve davranışsal sorunları 'travmaya, korkuya, utanca, reddedilme duygularına ve yetersiz ebeveyn bağına' karşı uyarlanabilir ve kendini koruyucu tepkiler olarak yeniden çerçevelemek daha az damgalayıcıdır.
* Psikotropik ilaçlar, genellikle ruh sağlığını ve işleyişi kötüleştirir..
- Psikiyatrik ilaçların aslında büyük kimyasal fabrikalarda üretilen 'sentetik, yapay kimyasal bileşikler' olduğu gerçeğiyle başlayalım. Nörotoksin olabileceklerine inanmak neden zor?
- Robert Whitaker'ın "Bir Salgının Anatomisi" ve "Amerika'da Deli" adlı eserlerinde de belirttiği gibi, 'tüm psikiyatrik ilaç sınıflarının kronik beyin bozukluğuna neden olduğu, sıklıkla iyileşmeyi engellediği, işleyişi bozduğu ve kronik veya kalıcı sakatlığa yol açabileceği' konusunda kesin kanıtlar bulunmaktadır.
- Bu konularla ilgili Whitaker'ın kapsamlı bir blog yazısını okuyun.
- Psikiyatrik ilaçların aslında orijinalinden daha kötü olan, şikayete yol açan ve uzun vadeli sağlığa zarar verebilen ciddi yan etkileri vardır.
- Psikiyatrik ilaçlar “patolojiyi” veya “hastalığı” düzeltmez veya iyileştirmez, çünkü tedavi edilecek bir hastalık yoktur.
- Psikiyatrik ilaçlar aslında nörotransmitter işlevlerinde anormalliklere ve “psikostimülanlar ve antidepresanlar gibi terapötik ilaçlar gibi bağımlılık yapan ilaçların kronik kullanımına adaptasyon olarak ortaya çıkan sinirsel işlevlerde değişikliklere” neden oluyor; bu durum 1996 yılında dönemin Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health") müdürü Stephen Hyman tarafından yazılmış bir makaleye dayanıyor. Psikiyatrik ilaçların aslında nasıl “çalıştığına” dair iyi bir açıklama sağlamıştır: İlaçlar, 'beyin işlevinde anormallikler yaratan etkenler' olarak daha iyi anlaşılmaktadır. (Bu bilgi sayfasının sonuna doğru “Anti-Depresanlar Nasıl Çalışır (How Anti-Depressants Work)” bölümüne bakın. )
- Psikiyatrist Peter Breggin, MD, alanı reform etmek için on yıllardır sürdürdüğü başarılı çabaları nedeniyle “Psikiyatrinin Vicdanı (The Conscience of Psychiatry)” olarak anılmıştır. “Herkesin psikiyatrik ilaçlar hakkında bilmesi gereken en önemli üç şeyi” sıralar:
1- Psikiyatrik ilaçlar nörotoksinlerdir. Beyni zehirler, beyin hücrelerine zarar verir ve ciddi biyokimyasal dengesizliklere ve potansiyel biyolojik kaosa neden olurlar. İlaç şirketleri bunları kan beyin bariyerini aşacak ve belirli nörotransmitter sistemlerini bozacak şekilde tasarladıkları için her psikiyatrik ilaç, güçlü bir nörotoksindir. Sorunlu, acı çeken insanların beyinlerinde, 'biyokimyasal dengesizlik' olmadığı için biyokimyasal dengesizlikleri "düzeltemezler"; ve daha spesifik olarak laboratuvarda beyin işlevini bozmak için tasarlanmışlardır ve düzeltmek için değil. Nörotoksinler olarak ilk dozdan itibaren beyin için kötüdürler. Tedavinin başlarında 'intihar ve şiddet' gibi trajik zararlara neden olabilirler ve daha uzun süre maruz kaldıktan sonra 'beyin hasarına ve ilgisizliğe' neden olma eğilimindedirler.
2- Psikiyatrik ilaçlar beyninize ve zihninize zarar vererek "iş görür" (beyni devre dışı bırakma ilkesi). Herhangi bir beyin hasarı türü gibi, bazı psikiyatrik ilaçlar, 'geçici yükselmelere' neden olabilir; ancak hepsi 'duygusal körelmeye ve kişinin kendisiyle ve başkalarıyla temasını kaybetmesine' neden olur. İnsanların kendi hayatları ve başkalarının hayatları hakkında daha az umursamalarına neden olurlar. Bu etkilere, tüm beyne sızarak, "süper hassas bazal ganglionlar, limbik sistem, temporal lob ve frontal lob" dahil olmak üzere 'genel işlevi azaltarak' neden olurlar.
3- Psikiyatrik ilaçlar zararlı etkilerini sizden gizler, tıpkı alkol, esrar, kokain veya narkotik kullanan çoğu insanın "etki altında" iken 'ne kadar zarar gördüklerini' veya 'başkalarına zarar verdiklerini' en son öğrenen kişiler olması gibi.. Bazı insanlar, uzun vadeli ana etki 'farkındalığın, duyarlılığın veya hissin' azalması olduğunda, bu 'nörotoksinlerin yardımcı olduğunu' iddia eder. Aynısı özellikle psikiyatrik ilaçlar için de geçerlidir, çünkü ilaç şirketleri bunları 'dopamin ve serotonin' gibi 'ana nörotransmitter sistemlerini hedef alacak ve bozacak' şekilde uyarlar. Psikiyatrik ilaç kullanan kişiler genellikle zararı hafife alır ve iyi etkilerini abartırlar. Bu "ilaç büyüleyiciliğidir."
- Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB /ADHD "attention deficit hyperactivity disorder") ilaçlarının, görevle alakasız aktivite (örn. parmak şıklatma, huzursuzluk ve görev dışı davranışlar) ve sınıf içi rahatsızlık gibi temel DEHB semptomlarını azaltmada etkili olduğu gösterilmiştir. Ancak, 'ilaçların sınıf performansını iyileştirdiği' gösterilmemiştir ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ilacının uzun süreli kullanımı akademik başarı da dahil olmak üzere birçok alanda daha kötü sonuçlarla ilişkilendirilmiştir. İlaçlar çok çeşitli fiziksel, duygusal ve bilişsel olumsuz etkilere neden olabilir.
- DEHB ilaçlarının beyin üzerindeki uzun vadeli etkileri iyi anlaşılmamış veya iyi incelenmemiştir. Ancak, 2016'da araştırmacılar, bir Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu ilacına dört ay maruz kaldıktan sonra çocuklarda uzun süreli ve hatta kalıcı olabilecek beyin değişikliklerine dair kanıtlar olduğunu bildirdiler.
- DEHB ilaçlarının çeşitli olumsuz etkileri, ilaç kullanan bir gencin "bipolar" olma riskini de artırır. Massachusetts Genel Hastanesi'nde yapılan bir çalışmada araştırmacılar, DEHB tanısı konulan ve uyarıcılarla tedavi edilen çocukların %11'inin ilk tanıda mevcut olmayan bipolar semptomlar geliştirdiğini ancak dört yıl içinde bildirmiştir.
- Cincinnati Üniversitesi Tıp Merkezi'ndeki araştırmacılar, merkezlerinde 'mani' nedeniyle hastaneye kaldırılan ergen hastaların üçte ikisinin "duygusal bir bölümün başlangıcından önce" uyarıcı kullandığını belirlemiştir. Uyarıcıların, "aksi takdirde bipolar bozukluk geliştirmeyecek çocuklarda, depresyon ve/veya maniyi hızlandırabileceği" sonucuna varmışlardır.
- Bu web sayfası (b), DEHB ilaçlarının olumsuz etkilerini gösteren çok sayıda çalışmayı ve tedavi kılavuzları hakkında birçok kaynağı listelemektedir.
* Antidepresanların Olumsuz Etkileri..
- "Antidepresanlar" 'cinsel işlev bozukluğu, beyin anormallikleri, intihar, şiddet, ölüm oranı ve hamilelik sırasında riskler' dahil olmak üzere çok sayıda zararlı etkiye sahiptir.
- "Antidepresanlar" az sayıda hastanın şiddet yanlısı olmasına ve hatta genellikle ilaçları sadece birkaç hafta kullandıktan sonra çocuklarını öldürmesine neden olmasıyla iyi bilinir. Bazı seri katillerin 'antidepresan kullandığı' veya 'aniden kullanmayı bıraktığı' bilinmektedir.
- İngiliz Tıp Dergisi'nde (BMJ "British Medical Journal") Aralık 2023'te yayınlanan bir makalede, eleştirel psikiyatri alanında 30'dan fazla önemli isim, Birleşik Krallık hükümetini 'antidepresanların, çoğu hasta için plasebodan daha iyi olmadığına' dair kanıtları kabul etmeye ve ilaç reçetelerini azaltırken 'sosyal ve psikolojik müdahalelerin finansmanını' artırmaya çağırıyor. "Birden fazla meta-analiz, antidepresanların en şiddetli depresyonu olanlar hariç tüm hastalar için plasebodan öte klinik olarak anlamlı bir faydası olmadığını göstermiştir" diye yazıyorlar. İşte Amerika'da Deli'de (Mad in America) antidepresanların zararları üzerine yazılmış bu ve diğer makalelerin özeti.
- "Seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI "selective serotonin reuptake inhibitor") gibi varsayılan özgüllükleri nedeniyle adlandırılan ilaçlar, neden bu kadar çeşitli etkilere neden olsun? Çünkü ilaçlar, serotoninin sinapslara geri alımını engellediğinde, bu sadece bir başlangıçtır.. Ayrıca, 'norepinefrin, dopamin ve histamin' gibi diğer nörotransmitterlerin geri alımını, daha az güçlü olsa da engellerler. SSRI'lar, 'nörotransmitter asetilkolini, M1 reseptöründe' antagonize eder, 'nörotransmitter nitrik oksit sentezini' inhibe eder, 'delta opioid reseptöründe endojen opioidlerin' gücünü artırır ve reseptörü nöromodülatör, beyinden türetilen büyüme faktörü (BDNF "Brain Derived Neurotrophic Factor") için allosterik olarak duyarlı hale getirir. Kısacası, SSRI'lar özgül değildir, bunun yerine 'vücuda ve beyne dağılmış en az sekiz ayrı nörotransmitter/nöromodülatör sistemini' etkiler. Sonuç olarak, ilaçlar 'kan pıhtılaşması, karbonhidrat metabolizması, inflamatuar yanıt, biliş, öğrenme ve hafıza' gibi çeşitli süreçleri bozar.” [25 g, Buradan alıntılanmıştır.]
- İnsan çalışmaları, hamilelik sırasında SSRI kullanımının 'düşük, doğum kusurları, erken doğum, preeklampsi, fetal baş boyutunun azalması, yenidoğan davranış sendromu, nöbetler, yenidoğan EKG değişiklikleri, çocukluk çağı beyin malformasyonları ve DEHB ve otizm' gibi uzun vadeli nörodavranışsal sorunlarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Bilimsel çalışmalara ilişkin birçok bağlantı için bu makaleye bakın..
- Son zamanlarda yapılan birkaç araştırma, 'SSRI antidepresanları kullanan erkeklerin, 'sperm konsantrasyonlarının daha düşük, DNA parçalanmış spermlere ve daha fazla anormal sperme' sahip olacağını göstermiştir.
- Antidepresanlar yetişkinlerde, cinsel fonksiyona zarar vererek 'erektil disfonksiyona, anorgazmiye ve libido azalmasına' neden olur. Bu etkiler antidepresanları bıraktıktan sonra bile devam edebilir ve bazı kişilerde kalıcı olabilir; Avrupa İlaç Ajansı tarafından artık kabul edilmiştir..
- Tek kutuplu (Unipolar) depresyon teşhisi konan hastalarda, antidepresanlarla tedavi, 'bipolar hastalığa dönüşme riskini' üç kattan fazla artırır; öyle ki günümüzde uzun süreli antidepresan kullananların '%20 ila %40'ı bipolar tanı' ile sonuçlanır. Depresif ve Manik-Depresif Derneği üyeleri arasında yapılan bir ankette, 'bipolar tanısı konanların %60'ı, antidepresana maruz kaldıktan sonra "bipolar hale geldiklerini" bildirmiştir.'
- İlaçların etkilerine ilişkin çok az uzun vadeli çalışma yürütülmüştür, bu nedenle ilaçların gelişmekte olan 'bebekler, çocuklar ve ergenler' üzerindeki etkileri büyük ölçüde bilinmemektedir.
- Depresyon hapları ve büyük sakinleştiriciler (antipsikotikler/nöroleptikler) 'antikolinerjik toksidromal zehirlenme' yoluyla "şizofreni"nin pozitif semptomlarından ikisi olan 'psikoz ve halüsinasyonlara' neden olabilir.
- Depresyon hapları akatizi, yani 'içsel huzursuzluğa' neden oldukları için intihar riskini önemli ölçüde artırır. Antidepresanlar gençlerin %11-14'ünde "sinirlilik, ajitasyon, dürtüsellik, duygusal dengesizlik, düşmanlık, huzursuzluk ve saldırganlık"tan oluşan bir aktivasyon sendromuna neden olur. Birçok kişi "çılgına döndüklerini" ve 'hiçbir rahatlama olmadığını' varsayar, bu yüzden 'ölüm' makul görünür.
- 2008'de FDA, intihar düşünceleri ile SSRI'lar arasındaki bağlantı hakkında bir kara kutu uyarısı yayınladı. -Glaxo, Paxil kullanan genç yetişkinlerde 'intihar davranışında, altı kat artış olduğu' konusunda doktorları uyaran bir bildiri yayınladı.
- Depresyon hapları 'duygusal körelmeye' neden olur, böylece insanlar 'kendileri veya başkaları hakkında daha az endişe duyarlar' ve bu da "depresyon" belirtileri olan 'düşük motivasyon, düşük ruh hali ve düşük öz değerle' ilgili sorunların kötüleşmesine yol açar.
- Antidepresanların "beyin gelişimi, fiziksel büyüme ve cinsel işlev ve doğurganlık" üzerindeki etkisine dair uzun vadeli bir çalışma yapılmamıştır. Çoğu ilaç çalışması yalnızca 6-12 hafta sürmektedir.
* Benzodiazepinler, Uyarıcılar ve İlaç Kokteylleri..
- Adderall ve Ritalin, çocuklarda 'büyümeyi ortalama 2 inç azaltıyorsa' beyne ne yaparlar?
- Benzodiazepinler (Xanax, Valium, Klonopin, vb. ) oldukça bağımlılık yapıcıdır ve Avrupa'da tamamen yasaklanmıştır.
- Esasen, iki veya daha fazla ilaç arasındaki etkileşimleri anlamak için psikiyatrik ilaçların "kokteylleri" üzerinde hiçbir çalışma yapılmamıştır. Birden fazla ilaç alırsanız, özünde kobay olarak kullanılıyorsunuz ve etkileri yıllarca bilinmeyecektir.
- Başlıca sakinleştiriciler (benzodiazepinler) ayrıca 'nöroleptik kaynaklı eksiklik sendromu' yoluyla "şizofreni"nin olumsuz semptomlarını yaratabilir.
- 40 araştırma makalesinin incelenmesine göre, benzodiazapinler, "başkalarının 'düşüncelerini, niyetlerini ve davranışlarını' anlama ve bunlara göre hareket etme yeteneğinin altında yatan zihinsel süreçler" olan 'sosyal bilişteki eksikliklerle' bağlantılıdır.
- Martin Harrow ve Thomas Jobe, 1970'lerin sonlarında Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından finanse edilen, antipsikotiklerin ve diğer psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileri hakkında bir çalışma başlattılar. 2007'de, antipsikotik ilaç kullanmayan şizofreni hastalarının 'uzun vadeli iyileşme oranının, ilaç kullananlara göre sekiz kat daha yüksek olduğunu' bildirdiler (%40'a karşı %5). Antipsikotikler, hastaları 'hastalığın doğal seyrinde' olacağından, daha fazla biyolojik olarak psikoza karşı savunmasız hale getiren bir 'dopamin aşırı duyarlılığına' neden olur. Antipsikotikler bu semptomları, uzun vadede kötüleştirebilir ve şizofreni ve diğer psikotik bozuklukların uzun vadeli seyrini kötüleştirebilir.
* Şizofreni İçin Anti-Psikoz İlaçlarının Zararları..
- Dr. Peter Gotzsche'nin bu makalesi, Mad In America'nın web sitesinde yayınlanan ücretsiz e-kitabının bir parçasıdır ve anti-psikoz ilaçlarının sayısız zararını, özellikle 'beyin küçülmesi ve gri maddenin tahribatı, yüksek ölüm oranları, istemsiz hareketler, cinsel işlev bozukluğu, diyabet, metabolik sendrom, erkek meme gelişimi ve daha birçok zararı' listeler.
* Psikiyatrik İlaçlar Etkili Değildir..
- Amerika'da Deli (Mad In America) web sitesinde, SSRI etkinliği üzerine yapılan araştırmanın mükemmel bir özeti bulunmaktadır ve bu özette şu ifade yer almaktadır: “Bilimsel literatür, elli yıllık bir zaman dilimine yayılan bir hikaye anlatır. Antidepresanlar tanıtıldığında, en azından birkaç psikiyatrist 'ilaç tedavisinin, bozukluğun kronikleşmesine neden olduğundan' endişe eder. Sonraki yirmi yıl boyunca, araştırmacılar 'antidepresanlarla tedavi edilen hastaların, eskisinden daha sık nüksettiğini' buldular. 1990'larda ve 2000'lerin başında yapılan çalışmalar, 'depresyondaki hastaların çoğunun kalıcı bir iyileşme sağlamadığını' buldu. İlaçlı depresyonun, antidepresan öncesi döneme göre 'daha kronik bir seyir izlediği' bulundu. 1995'ten bu yana yapılan çok sayıda çalışma, 'antidepresanlarla tedavi edilen hastaların, ilaçsız hastalara göre daha uzun süre semptomatik kalma olasılığının daha yüksek olduğunu' söylüyor. Çalışmalar, 'antidepresanların, depresyon atağı geçiren bir kişinin, bu bozukluk nedeniyle engelli olma riskini artırdığını' bulmuştur. Ülkeden ülkeye antidepresan reçetelerinin artması, ruh hali bozuklukları nedeniyle 'engelliliğin artmasıyla' birlikte görülmüştür.”
- 4.041 "gerçek dünya" ayaktan hastasını kapsayan ve STAR*D çalışması olarak bilinen büyük bir NIMH çalışmasında, antidepresan verilen sadece 108 hasta iyi kaldı ve bir yıllık takip süresince çalışmada %3'lük bir iyi kalma oranı elde edildi.
- Dört tedavi türünü (iki psikoterapi biçimi, bir antidepresan ve plasebo) karşılaştıran 18 aylık bir NIMH çalışmasında, başlangıçta antidepresanla tedavi edilen grup, çalışmanın sonunda en düşük iyi kalma oranına sahipti.
- 2002'de, Connecticut Üniversitesi'ndeki Irving Kirsch ve meslektaşları, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası'nı kullanarak, ilaç onay süreci kapsamında ilaç şirketleri tarafından Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) sunulan tüm antidepresan klinik çalışmalarına erişim sağladı. Yayımlanmış ve yayımlanmamış çalışmalar bir araya getirildiğinde, 'antidepresanların "etkililiğinin" çoğunun, plasebo etkisinden kaynaklandığı; insanların depresyonlarını "daha iyi" hale getirecek bir hap aldıklarına inanmaları sonucu' ortaya çıktı.
- İlaçlı ve plasebo grupları arasındaki semptom azaltma farkının Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği'nde (HAM-D "Hamilton Rating Scale of Depression") iki puandan az olduğunu bildirdiler. İngiltere'deki Ulusal Klinik Mükemmellik Enstitüsü (National Institute of Clinical Excellence), klinik olarak alakalı olması için bu ölçekte en az 3 puanlık bir fark olması gerektiğini belirtti ve Kirsch, 'SSRI'ların yalnızca şiddetli depresyonda olan bir hasta alt grubunda, bu standardı karşıladığını' buldu. Kirsch ve diğerleri, semptom puanlarına dayanarak antidepresanlar için yaklaşık 0,30'luk "etki büyüklükleri" hesapladılar. Bu, 'ilaçla tedavi edilen ve plasebo hastalarının sonuçlarının dağılımında %88'lik bir örtüşme olduğu' anlamına gelir. Dolayısıyla, bu semptom azaltma verilerinden elde edilen risk-fayda denklemi şu şekilde özetlenebilir: 'İlaç tedavisinin olumsuz etkilerine maruz kalmak, daha iyi bir sonuç elde etme şansı olan %12'ye değer mi?' Veya başka bir deyişle: Hastaların %12'si tedaviden fayda görecek, kalan %88'i ise plasebodan başka herhangi bir ek terapötik fayda olmaksızın tedavinin olumsuz etkilerine maruz kalacak. Bunlar, antidepresan ilaç almayı düşünen bir kişinin bilmek isteyebileceği olasılıklardır.
- Plasebo tepkisi antidepresan tepkisinin %82'siydi —Prozac'ın durumunda %89'du. Çalışmalar 'antidepresan ilaçların, etkisiz plaseboya göre klinik olarak anlamlı bir avantaj sağladığını' gösteremedi. Başka bir deyişle, SSRI kullanan her on kişiden yalnızca bir veya iki kişi, ilaçtan gerçekten fayda görüyor— bu gerçek SSRI savunucuları tarafından bile kabul ediliyor. Açık soru şu: İlaçtan hiçbir fayda görmeyen ancak şimdi ilacın yan etkileri açısından risk altında olan sekiz veya dokuz kişi ne olacak?
- Kirsch, 2008'de meta-analizi tekrarladı ve aynı sonuçları buldu. Üç başka çalışma Kirsch'in bulgularını tekrarladı.
* İlaç Reçeteleme ve Tanılamada Artış..
- Temmuz 2007'de yapılan bir hükümet araştırması, 'antidepresanların ABD'de en çok reçete edilen ilaçlar olduğunu' buldu. 2002'den 2008'e kadar hastalar psikotropik ilaçlara 123 milyar dolar harcadı. 2005'te doktorlar, antidepresanlar için 31 milyon reçete yazdı. 2004'te ilaç şirketleri, antidepresanları tanıtmak için 1,5 milyar dolar harcadı.
- Altı Amerikalıdan biri 'psikiyatrik ilaç' kullanıyor ve sekiz Amerikalıdan biri 'antidepresan' kullanıyor.
- Amerika Birleşik Devletleri'nde depresyon tanısı 1991 ile 2000 yılları arasında iki katına çıktı ve bu SSRI ilaçlarının piyasaya sürülmesiyle aynı zamana denk geldi. Bu ilaçlar, 'sorunlu ilişkisel verileri' açıklayarak pazarlanmadı; bunun yerine 'depresyona' neden olan varsayılan 'kimyasal dengesizliği giderdiği' iddiasıyla satıldı.
* Araştırmayla İlgili Sorunlar.. Psikiyatrik ilaçlarla ilgili araştırmalarda yer alan kusurlar ve yolsuzluklar hakkında çok şey yazıldı. Robert Whitaker'ın Amerika'da Deli (Mad in America) web sitesi, 'psikiyatride "Rastgele Kontrollü Denemeler (RCT "Randomized Controlled Trials")" ile ilgili sorunlar' hakkında bu kapsamlı makale de dahil olmak üzere çok sayıda makale sunmaktadır: RCT Saplantımız: Araştırma için "Altın Standart"ın Antidepresanların Değerleri Hakkında Toplumsal Bir Yanılgıya Nasıl Yol Açtığı'dır (Research Has Led to A Societal Delusion About the Merits of Antidepressants). Bir sorun, 'olumsuz çalışmaların' genellikle yayınlanmamasıdır. 2008'de Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) yayınlanan bir çalışma, antidepresan etkinliğiyle ilgili hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış çalışmaları inceledi.
Antidepresan denemelerinin yarısının, 'antidepresanlar için plaseboya kıyasla hiçbir yararlı etki bulmadığını' buldular. Tek sorun: olumsuz çalışmaların neredeyse hiçbiri yayınlanmadı ve yayınlananlar da olumlu görünmek için "çarpıtıldı". MIA'nın makalesinde belirtildiği gibi, 'majör depresyon hapı üzerine yapılan bir araştırmanın, hileli olduğu' ortaya çıktı, ancak ulusal haber medyasında alıntılanmaya devam ediyor.
* ÇÖZÜMLER
- Açık fikirli olun. Okuduğunuz bilgi kaynaklarını veya gerçek olarak benimsediğiniz mitleri sorgulayın. Büyük ilaç şirketleri ve psikiyatristler, 'hayat boyu ilaçlarına ihtiyacınız olduğuna' inanmanızı sağlamak için 'milyarlarca dolarlık bir mali teşvike' sahiptir.
- Reçeteli ilaç kullanmaya başlamadan önce 'psikoterapi ve meditasyon ve kişisel bakım' gibi kişisel gelişim çözümlerini dürüstçe deneyin.
- Duygularınızın geçeceğini ve hiçbir şey yapmadan daha iyi hissedebileceğinizi bilin. NIMH'nin "tedavi edilmemiş depresyon" üzerine yaptığı bir çalışmada, ilaç almayan hastaların %23'ü bir ayda; %67'si altı ayda; ve %85'i bir yıl içinde iyileşti. Araştırmacılar, "Tedavi görmeyen depresif bireylerin %85'i bir yıl içinde kendiliğinden iyileşmesi halinde, herhangi bir müdahalenin bundan daha üstün bir sonuç göstermesi son derece zor olurdu" diye yazdı.
- Duygusal mücadeleleriniz için danıştığınız
kişinin 'uzmanlığının, eğitiminin ve önyargılarının' farkında olun.
Psikiyatristler, SADECE duygusal sorunlara çözüm olarak hap reçete etmek
üzere eğitilmiş tıp doktorlarıdır (M.D). Psikoterapi sağlama konusunda
EĞİTİMLİ DEĞİLLERDİR ve çok azı bu hizmeti sunar. Birincil bakım
doktorunuz (PCP "primary care physician") veya lisanslı profesyonel
hemşire (LPN "licensed professional nurse") tarafından da size hap
reçete edilebilir. Psikoterapi konusunda eğitimleri yoktur ve 'travma,
bağlanma kalıpları veya duygusal sorunların' diğer nedenlerini anlama
konusunda eğitimleri olmayabilir.
- Diğer ruh sağlığı profesyonelleri genellikle duygusal mücadelelerle başa çıkmanın hap dışı yolları konusunda eğitim almışlardır. Birçok unvanları vardır: 'Psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, danışmanlar ve evlilik ve aile terapistleri..'
- Bu vaka çalışmasında örneklendiği gibi, Öz Kabul Psikolojisi'ndeki kavramlar gibi ruh sağlığının 'alternatif vaka formülasyonlarını' düşünün. Bu psikiyatristin anlattığı gibi, sıkıntının "biyolojik olmayan" nedenlerini düşünün.
- Şefkat Odaklı Terapi ve Farkındalıklı Öz Şefkat (Compassion-Focused Therapy and Mindful Self-Compassion), haftalar veya aylar içinde psikolojik sıkıntıdan zararlı yan etkiler olmadan, uzun süreli iyileşme sağlayan kanıta dayalı müdahalelerdir. Araştırma başlıklarının listesi için: (c) Öz şefkat kavramları hakkında bilgi için bu blogu okuyun.
- Çevresel açıklamalar —başınıza gelen bir şey yüzünden sıkıntılı hissediyorsunuz— ve sıkıntıyı doğal bir tepki olarak normalleştirmek daha az damgalanmaya ve ayrımcılığa yol açar.
- İlaç almadan önce doktorunuza sorular sorduğunuzdan emin olun. (Aşağıdaki “Bilgilendirilmiş Onay” ve “Doktorunuzla Nasıl Konuşursunuz (How to Talk to Your Doctor)” bölümlerine bakın.) (....)" (15)
- Diğer ruh sağlığı profesyonelleri genellikle duygusal mücadelelerle başa çıkmanın hap dışı yolları konusunda eğitim almışlardır. Birçok unvanları vardır: 'Psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, danışmanlar ve evlilik ve aile terapistleri..'
- Bu vaka çalışmasında örneklendiği gibi, Öz Kabul Psikolojisi'ndeki kavramlar gibi ruh sağlığının 'alternatif vaka formülasyonlarını' düşünün. Bu psikiyatristin anlattığı gibi, sıkıntının "biyolojik olmayan" nedenlerini düşünün.
- Şefkat Odaklı Terapi ve Farkındalıklı Öz Şefkat (Compassion-Focused Therapy and Mindful Self-Compassion), haftalar veya aylar içinde psikolojik sıkıntıdan zararlı yan etkiler olmadan, uzun süreli iyileşme sağlayan kanıta dayalı müdahalelerdir. Araştırma başlıklarının listesi için: (c) Öz şefkat kavramları hakkında bilgi için bu blogu okuyun.
- Çevresel açıklamalar —başınıza gelen bir şey yüzünden sıkıntılı hissediyorsunuz— ve sıkıntıyı doğal bir tepki olarak normalleştirmek daha az damgalanmaya ve ayrımcılığa yol açar.
- İlaç almadan önce doktorunuza sorular sorduğunuzdan emin olun. (Aşağıdaki “Bilgilendirilmiş Onay” ve “Doktorunuzla Nasıl Konuşursunuz (How to Talk to Your Doctor)” bölümlerine bakın.) (....)" (15)
"Demans Salgınının Arkasında İlaçlar mı Var?
Milyonlarca Amerikalı, 'depresyon veya sadece kaygı' ile karşı karşıya kaldıklarında, reklamlarında riskleri, 'hızlı konuşan küçük puntolarla' geçiştiren ilaç devleri tarafından pazarlanan 'güçlü psikiyatrik ilaçlara' yöneliyor. Gary G. Kohls'un tanımladığı gibi,' aşırı reçeteli bir toplumun tehlikelerine karşı uyarıda bulunan, bir karşı hareket ortaya çıkıyor.'
Thorazine ve Haldol gibi büyük sakinleştiricilerin, Miltown, Librium ve Valium gibi "küçük" sakinleştiricilerin ve Prozac, Zoloft ve Paxil gibi düzinelerce sözde "antidepresanın" piyasaya sürülmesinden bu yana, o şüphesiz on milyonlarca Amerikalı, 'kalıcı sakatlık' noktasına kadar, Amerikan ruh "sağlığı" sisteminde derin bir batağa saplandı. Bu masumların çoğu aslında "çılgınca" hale getirildi ve genellikle onlarca yıldır şeker gibi pervasızca dağıtılan, 'beyni değiştiren' ve birçokları için 'beyne zarar veren' bu psikiyatrik ilaçların kullanımı veya kesilmesiyle sakat bırakıldılar - genellikle test edilmemiş ve bu nedenle onaylanmamış iki veya daha fazla kombinasyon halinde..
Güvenen ve farkında olmayan hastalar, aynı şekilde farkında olmayan ancak iyi niyetli doktorlar tarafından potansiyel olarak tehlikeli ilaçlarla tedavi edildi. Bu doktorlar, BigPharma olarak da bilinen kaypak ve müstehcen derecede karlı psikofarmasötik ilaç şirketlerine ve ayrıca ilaç endüstrisiyle çok sık işbirliği yapan ve bunları izlemeleri ve düzenlemeleri gereken Gıda ve İlaç Dairesi'ne güveniyor. BigPharma'nın tilkilerinin kümes içinde yakın bir müttefiki var.
Bu, Robert Whitaker adlı cesur bir araştırmacı gazeteci ve sağlık bilimi yazarının iki kitabının sonucudur. Amerika'da Deli: Kötü Bilim, Kötü Tıp ve Akıl Hastalarına Karşı Süregelen Kötü Muamele (Mad in America: Bad Science, Bad Medicine and the Enduring Mistreatment of the Mentally Ill) adlı ilk kitabında, 'milyonlarca psikiyatrik ilaç kullanıcısının toplam ve kalıcı sakatlıklarında (1950'lerin ortalarında ABD'de Thorazine piyasaya sürüldüğünden beri), %600'lük bir artış olduğunu' belirtmiştir. Bu benzersiz Birinci Dünya ruh sağlığı salgını, artık toplumun 'mutlu, üretken, vergi ödeyen üyeleri' olamayan çok sayıda psikiyatrik hastanın vergi mükellefleri tarafından desteklenen, 'yaşam boyu süren sakatlıklarına' yol açmıştır.
Whitaker, çeşitli sağlık hizmetleri sektörleri için istenmeyen bir durum olsa da, bilimsel literatürden daha önce gizli kalmış ancak çok ikna edici kanıtları sunarak insanlığa güçlü bir hizmette bulunmuştur: 'Akıl hastalığı' sakatlığının salgınına neden olan şeyin "ilaçlar" olduğu ve sözde “ruhsal hastalıklar” olmadığı yönünde..
Birçok açık fikirli doktor ve birçok bilinçli psikiyatri hastası, artık 'kan/beyin bariyerini geçebilen tüm sentetik kimyasallara' karşı dikkatli olmaya motive oluyor çünkü bunların hepsi 'beyni, özellikle uzun süreli ilaç kullanımında, tıp biliminin tamamen bilmediği şekillerde değiştirme yeteneğine' sahip..
Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi.. Whitaker'ın ikinci kitabı olan Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi'nde (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) yazar bu ayıklatıcı iddia hakkında ezici kanıtlar sunuyor. Psikofarmakolojinin nispeten yeni alanının arkasındaki güçlü güçlerin ve onun başlıca 'şekillendiricilerinin, destekçilerinin ve yararlanıcılarının', yani BigPharma'nın ve psikiyatrik ilaçların 'yaygın ve artan kullanımından finansal olarak faydalanan grupların ve bireylerin' tarihini belgeliyor. Artık FDA'nın 18 yaş altı yaş grubuna pazarlama için onayı olmamasına rağmen, bu ilaçlar artık 'yürümeye başlayan çocuklara, çocuklara ve ergenlere' bile ulaşıyor..
Psikiyatrik ilaçlar, özellikle 'gelişmekte olan beyin' için, ilaç ve psikiyatri endüstrilerinin kabul etmeye istekli olduğundan çok daha tehlikelidir. Bu ilaçların, ortaya çıktığı üzere, ''bedenleri, beyinleri ve ruhları' tamamen -genellikle kalıcı olarak- etkisiz hale getirme yeteneğine sahip olduğu' ortaya çıktı. Whitaker, akıl sağlığı uygulayıcılarına ve bu tür sentetik ilaçların tüketicilerine nadiren sunulan kanıtlar sunuyor.
Whitaker’ın iyi belgelenmiş iddialarını destekleyecek daha fazla kanıt, pratisyen psikiyatrist ve akademisyen Grace E Jackson, MD tarafından yazılan iki önemli yeni kitapta ortaya konmuştur. Jackson, 'hacimli temel nörobilim literatüründen (ki bu literatür genellikle ruh sağlığı klinisyenleri tarafından göz ardı edilir) 'herhangi bir ana psikiyatrik ilaç sınıfının, kronik alımının beklenmeyen ve çoğu zaman feci sonuçlarını' araştırmak ve belgelemek konusunda büyük bir çalışma yapmıştır.'
Jackson'ın en güçlü kitabı, bence, ikinci kitabı olan İlaç Kaynaklı Demans: Kusursuz Bir Suç'tur (Drug-Induced Dementia: A Perfect Crime). Bu kitap, "psikiyatri hastalarının beyinlerini değiştirmek için yaygın olarak kullanılan beş psikotrop ilaç sınıfından herhangi birinin (antidepresanlar, antipsikotikler, psikostimülanlar, sakinleştiriciler ve anti-nöbet/"ruh hali dengeleyici" ilaçlar) beyin küçülmesi ve özellikle uzun süreli kullanıldığında beyin hasarının diğer belirtilerinin 'mikroskobik, makroskobik, radyolojik, biyokimyasal, immünolojik ve klinik kanıtlarını' gösterdiğini kanıtlamaktadır."
Uzun süreli kullanım, klinik olarak teşhis edilebilir, muhtemelen geri döndürülemez 'demans, erken ölüm ve "bilinmeyen nedenli" zihinsel hastalıkları' taklit edebilen çeşitli diğer ilgili 'beyin bozukluklarına' yol açabilir.
Dr. Jackson'ın ilk kitabı, Psikiyatrik İlaçları Yeniden Düşünmek: Bilgilendirilmiş Onay İçin Bir Kılavuz (Rethinking Psychiatric Drugs: A Guide for Informed Consent), 'psikiyatrik ilaçların birçok gizli tehlikesi hakkında aynı derecede ayıklatıcı bir uyarıydı; hastalara ilk reçetelerini aldıklarında genellikle bahsedilmeyen tehlikeler..'
Üzücü gerçek şu ki, güçlü ve sıklıkla bağımlılık yaratan (bağımlılık yaratan "dependency-inducing") psikiyatrik ilaçların reçetelenmesi, 1950'lerin ortalarında sözde şizofreni karşıtı "mucize (miracle)" ilaç Thorazine'in piyasaya sürülmesinden bu yana, Amerikan tıbbında bakım standardı haline geldi. (Torazin, Jack Nicholson'ın canlandırdığı Randall McMurphy karakteri ve diğer hastalarının, Akademi Ödüllü "Guguk Kuşu (One Flew Over the Cuckoo’s Nest)" filminde "ilaç zamanı (medication time)" isyan etmelerini önlemek için almaya zorlandıkları rahatsız edici ilaçtı.)
Torazin ve diğer tüm "ben de" erken "antipsikotik" ilaçların, başlangıçta şüphelenilmeyen, uzun vadeli ciddi beyin hasarı etkileri nedeniyle iatrojenik (doktor veya diğer tedavi kaynaklı) bir felaket olduğu artık evrensel olarak biliniyor ve bu da 'tardif diskinezi, tardif bunama, parkinson hastalığı' vb. gibi bir dizi kalıcı ve tedavi edilemez nörolojik bozukluğa yol açtı.
Thorazine ve diğer tüm taklit ilaçlar (Prolixin, Mellaril, Navane, vb. gibi), 'moleküler yapı olarak imipramin gibi trisiklik "antidepresanlar" ve benzer şekilde toksik, obeziteye neden olan, diyabet oluşturan, "atipik (atypical)" anti-şizofrenik ilaçlar olan Clozaril, Zyprexa ve Seroquel gibi ilaçlara benzeyen' sentetik "trisiklik (tricyclic)" kimyasal bileşiklerdir. Bu arada, Thorazine başlangıçta Avrupa'da endüstriyel bir boya olarak geliştirildi. Bu kulağa pek hoş gelmiyor, ancak psikofarmakoloji ve kimya endüstrisi gibi yakından ilişkili alanlarda çok da alışılmadık olmayabilir.
Örneğin, başlangıçta sadece anti-epilepsi ilacı olarak onaylanan popüler bir ilaç olan Depakote artık sözde bir "ruh hali dengeleyici (mood stabilizer)" olarak yoğun bir şekilde tanıtılıyor. Hepatotoksin ve böbrek toksini (karaciğer ve böbrek için potansiyel olarak zehirli) olarak bilinen Depakote, başlangıçta 'yağları eritebilen endüstriyel bir çözücü' olarak geliştirildi - muhtemelen 'insan karaciğerleri ve beyinlerindeki yağ dokusu' dahil.. Literatürde, 'hayatlarında hiç nöbet geçirmemiş ancak başka nedenlerle Depakote reçete edilmiş ve ilacı bıraktıklarında yoksunluk nöbetleri geçiren hastalara' dair raporlar var!
BigPharma'nın pazar payını ve "hissedar değerini" (hisse fiyatı, temettüler ve bir sonraki çeyreğin mali raporu) gerekli her türlü yolla genişletme yönündeki amansız çabasının çeşitli kurbanları için biraz sempati ve anlayış yaratılmalıdır. Hem reçete yazanlar hem de BigPharma'nın ilaçlarını tüketenler, kurnazca pazarlama kampanyalarından etkilenmiştir. Reçete yazanlar, çekici karşı cinsten ilaç şirketi temsilcileri ve ofisteki "kalemler, pizzalar ve not kağıtları" hediyeleri tarafından baştan çıkarılmıştır..
Hastalar, televizyondaki anlamsız ve inanılmaz (eğer kişinin eleştirel düşünme becerisi sağlamsa) reklamlarla beyinleri yıkanıyor. Bu reklamlar, son çıkan, karşılanamayan en son çıkan gişe rekorları kıran ilacın reçetesini almak için "doktorunuza sorun (ask your doctor)" uyarısında bulunurken, küçük puntolarla yazılmış ölümcül yan etkileri hemen geçiştiriyor.
Akıl Hastalığı Engelliliği.. Bu konulara dair hızlı bir genel bakış için, herkesin Whitaker tarafından yazılmış ve Amerika'daki 'akıl hastalığı engelliliği' salgınının kaynağını ikna edici bir şekilde tanımlayan uzun bir makale okumasını tavsiye ediyorum (Üçüncü Dünya ülkelerinde pahalı psikiyatrik ilaçların, gelişmiş Birinci Dünya ülkelerindeki kadar pervasızca reçete edilmediği bir olgu).
Whitaker ve Jackson (ana akım medya ve hatta ana akım tıp dergileri tarafından kara listeye alınmış bir dizi cesur, çığır açıcı ve ihbarcı yazar arasında) eleştirel düşünen bilim insanlarının, alternatif uygulayıcıların ve çeşitli "psikiyatrik sağ kalanların (psychiatric survivors)" çoğuna, ülkemizin 'akıl hastalığı engelliliği salgınına neden olanın aslında ilaçlar olduğunu' -ve sözde "bozukluklar" olmadığını- kanıtladılar. (Whitaker'ın makalesi ve kitapları hakkında diğer alakalı bilgiler için buraya tıklayın. Dr. Joseph Mercola ile yapılan mükemmel uzun bir röportajı buraya (a) tıklayarak dinleyebilirsiniz. )
Tüm bu rahatsız edici gerçekleri okuyup inceledikten sonra, ruh sağlığı uygulayıcıları, özellikle de eski inanç sistemlerine meydan okuyan veya onları çürüten yeni, klinik açıdan önemli bilgileri hemen reddetme eğiliminde olan uygulayıcılar tarafından bilgi göz ardı edilirse, kendileri için tıbbi-yasal çıkarımları göz önünde bulundurmalıdır. Yeni verileri ilk kez duyanların, özellikle sağlık uygulayıcıları olmak üzere, bu bilgiyi başkalarına iletmeleri gerekir. Bu önemlidir çünkü son derece etkili psikiyatri ve tıp endüstrilerindeki kanaat önderleri, bir gün 'kötü uygulama suçundan suçlu olduklarını' ortaya çıkarabilecek tüm gerçekleri dikkate almadan, genellikle 'rüşvetle veya pazarlanarak' itaate zorlanmıştır.
Etik uygulayıcıların reçeteli ilaçların potansiyel olumsuzluklarını tam olarak incelemeleri ve ardından hastalarına açıklamaları gerektiğinin vurgulanmasına gerek yoktur. Ne yazık ki, tıp kliniklerindeki aşırı çalışan, çifte randevulu bakıcıların çoğunun (ve ben de bir zamanlar onlardan biriydim, bu yüzden neden bahsettiğimi biliyorum) henüz şu ayıklatıcı haberi duymadığı kabul edilmelidir: psikotropik ilaçlar olarak bilinen beyni değiştiren sentetik kimyasalların çoğu, hatta hepsi (yutulabilir veya enjekte edilebilir formlarda paketlenene kadar tehlikeli maddeler olarak kabul edilirler!) aceleyle "güvenli ve etkili" olarak pazarlanmıştır - ancak çok kısa süreli kullanımda marjinal olarak etkili veya güvenli oldukları 'kanıtlanmamıştır.'
İlaç endüstrisinin kaptanları, FDA onayı için sundukları 'psikotropik ilaçların çoğunun sadece günler veya haftalar boyunca hayvan deneylerinde test edildiğini ve gerçek insanlarla sadece dört ila sekiz hafta boyunca klinik deneylerde test edildiğini' biliyorlar. Bu endüstri liderleri ayrıca, ilacın FDA tarafından pazarlanması için onay almadan önce 'güvenliğini ve etkinliğini kanıtlayan uzun vadeli denemeler olmamasına' rağmen, hastaların 'yüksek kar marjlı ilaçlarını yıllarca kullanacaklarını' biliyorlar ve hararetle umuyorlar. Bu şirket başkanları (genellikle %1'lik kesimde yer alırlar) neredeyse herkesi "zihinsel hastalık" tedavisinin daha güvenli, genellikle iyileştirici, ilaç dışı alternatifler yerine ilaçlar anlamına geldiğine ikna etmeyi başardılar. Ayrıca, 'beyin değiştiren ilaçlarının, bağımlılık yaratabileceğini (yani bağımlılık yapıcı, bırakıldığında yoksunluk semptomlarına neden olabilir), nörotoksik olabileceğini ve zaman geçtikçe giderek daha etkisiz hale gelebileceğini (örneğin "Prozac Poop-out")' biliyorlar.
Gerçek şu ki, "ömür boyu akıl hastası (mentally ill for life)" olarak teşhis edilen (ve bu nedenle hayatlarının geri kalanında ilaç tüketmeleri gerektiği söylenen) çoğu insan, kendi hataları olmaksızın, kendilerini geçici veya uzun vadeli kriz durumlarında veya "bunalmış" halde bulacak kadar talihsiz olan kişilerdir..
Bu tür krizler, önlenebilir ve yakın zamanda tedavi edilebilir (yani danışmanlık, iyi beslenme ancak uzun vadeli ilaç kullanımına gerek duyulmayan bir tedavi) birçok kötü şans durumundan kaynaklanabilir. Bu durumlar 'cinsel, fiziksel, psikolojik veya ruhsal tacizden' kaynaklanabilir. Ya da 'iş kaybı, ev kaybı, ilişki kaybı, yoksulluk, şiddet, işkence, evsizlik, ırk ayrımcılığı, işsizlik/az istihdam, beyin yetersiz beslenmesi, ilaç bağımlılığı ve/veya yoksunluk, travmatik beyin hasarından kaynaklanan beyin hasarı (elektroşok "terapisi" dahil)'.. Ya da yiyeceklerinde, havada, suda veya reçeteli ilaç şişelerinde nörotoksik kimyasallara maruz kalmaları. Yukarıdakilerin hiçbiri, belirtilmesi gerekir ki, "etiyolojisi bilinmeyen ruhsal hastalıklar (mental illnesses of unknown etiology)" değildir. Bunlar ruhsal hastalıklar bile değildir..
'İlaçlara Hayır Deyin'.. "Akıl hastası (mentally ill)" olarak etiketlenenler genellikle 'henüz gerçekleşmemiş, kriz yaratan, bunaltıcı' (ancak geçici) bir yaşam durumu nedeniyle henüz telafi edilememiş sözde "normal" kişiler gibidir. Ve bu nedenle, bir şekilde henüz faturalandırılabilir bir kod numarası (görünüşte zorunlu - ve genellikle karşılanamayan - bir veya iki ilaç reçetesiyle birlikte) verilmedi; bu da artık "kronik akıl hastası (chronically mentally ill)" nüfusunun hızla arttığı anlamına geliyor. Eğer DSM etiketimiz yoksa, büyük ihtimalle reçeteli ilaçlardan uzak kalacak kadar şanslıyızdır; ancak, bir etiketle ve artık "sistem" içinde "ilaçlara hayır demek (just say no to drugs)" çok zordur.
Umutsuzluk yaratan, 'şanssızlık, kötü koşullar, kötü arkadaşlık, kötü seçimler, kötü hükümet' gibi rastgele durumların kurbanları ve rekabetçi toplumun yüzde 99'luk alt kesimdeki "kaybedenler" pahasına, zirveye çıkan "kazananları" haksız yere ödüllendirdiği acımasız bir servet sömüren kapitalist ekonomik sistemde yaşamak.. Amerika, birçok yönden 20. yüzyıl Avrupa totalitarizmlerinin kötü şöhretli polis devleti gerçekliklerine benzeyen, farklı veya muhalif olan insanların anormal olduğu düşünülen cezalandırıcı ve dolayısıyla korku uyandıran sosyal sistemleri hoş görüyor, hatta kutluyor.
Bu tür anormal olanlar genellikle yönetici seçkinler için o kadar tahammül edilemezdi ki, haklı bir sebep veya yeterli yasal savunma olmaksızın akıl hastanelerine, hapishanelere veya toplama kamplarına "kayboldular". Ve birçoğu (ve hala öyle) iradeleri dışında sakatlayıcı psikoaktif kimyasallarla uyuşturuldular, sefil, uyuşmuş hayatlarını kurumların arka koğuşlarında yaşadılar.
"Gerçek şu ki, BigPharma'nın psikotropik ilaçlarının çoğu, hatta hepsi, belirli bir dozaj seviyesinde öldürücüdür (LD50, laboratuvar hayvanlarının %50'sini öldüren öldürücü doz, insanlarda test yapılmadan önce hesaplanır) ve bu nedenle ilaçların, 'tehlikeli' olarak kabul edilmesi gerekir."
Bu ilaçların kronik kullanımı, 'sadece sakatlık ve bunamanın değil, 'bilişsel bozukluklar, beyin atrofisi, yaratıcılık kaybı, maneviyat kaybı, empati kaybı, enerji kaybı, güç kaybı, hafıza kaybı, zeka kaybı, yorgunluk ve bitkinlik, saldırganlık, kişilik bozuklukları ve uykusuzluk, uyuşukluk, mani, panik bozuklukları, kötüleşen depresyon, artan anksiyete, sanrılar, psikozlar, paranoya' vb. gibi daha az iyi tanımlanmış ve sıklıkla örtüşen çeşitli bozuklukların başlıca nedenleri' arasında kabul edilmelidir.
Bu nedenle reçeteyi doldurmadan önce, 'UYARILAR, ÖNLEMLER, YAN ETKİLER, KONTRENDİKASYONLAR, TOKSİKOLOJİ, DOZ AŞIMI ve İNTİHARLA İLGİLİ KARA KUTU UYARILARI' başlığı altındaki ürün ekini okumanız önerilir.
Uzun süreli, yüksek doz veya kombinasyon psikotropik ilaç kullanımı, 'kimyasal travmatik beyin hasarı (cTBI "chemically traumatic brain injury")' veya 1950'lerde ve 1960'larda "antipsikotik" ilaçların bilindiği gibi 'kimyasal lobotomi (chemical lobotomy)' olarak kabul edilebilir. TBI veya kimyasal lobotomi, bu ciddi 'ilaç kaynaklı toksisite sorununu, kavramsallaştırmanın yararlı bir yolu' olabilir, çünkü bu tür 'nörolojik olarak beyin değişikliğine' uğramış hastalar, 1950'lerde psikiyatrik ilaçlar piyasaya sürülmeden ve Amerika'nın yaşadığı 'büyük akıl hastalığı' salgınından önce popüler olan 'fiziksel travmatik beyin hasarı' geçirmiş veya 'buz kıracağı lobotomilerine' maruz kalmış hastalardan ayırt edilemez olabilir.
"Amerika'nın 'ruhsal hastalıklardaki sağlık salgını' büyük ölçüde yanlış anlaşılıyor. Ve salgın, 'sözde bir hastalık ilerlemesi' nedeniyle değil, Amerika'da hatalı bir şekilde birinci basamak "terapi" olarak kabul edilen 'nörotoksik, tedavi edici olmayan ilaçların kronik kullanımı' nedeniyle kötüleşiyor."
(Daha fazla bilgi için şuraya bakabilirsiniz: (b) ve bağlantıları takip edin.) Dr. Gary G. Kohls, MindFreedom International ve International Center for the Study of Psychiatry and Psychology üyesidir.. Ara sıra yayınlanan Preventive Psychiatry E-Bülteni'nin editörüdür. Dr. Kohls, yasadışı veya yasal olsun, herhangi bir bağımlılık yaratan psikoaktif ilacın kronik kullanımıyla ortaya çıkabilen yaygın, genellikle ciddi yoksunluk semptomları nedeniyle herhangi bir psikiyatrik ilacın aniden kesilmesine karşı uyarıyor. Hastalar doktorlarına danışmalıdır. (Bu makale daha önce şu adreste (c) yayınlanmıştır: )" (16)
"Antidepresan Çekilmesi Genellikle 'Akıl Hastalığı' Olarak Yanlış Tanı Konmaktadır
Yeni bir çalışma, 'antidepresan çekilmesi (bırakılması) yaşayan hastaların üçte ikisinden fazlasına, psikiyatrik bozukluklar olarak yanlış tanı konduğunu' ortaya koymaktadır.. Yeni bir çalışmada (a), 'antidepresan yoksunluğu yaşayanların üçte ikisinden fazlasında, psikiyatrik tanının yanlış olduğu' bulundu. Yoksunluk belirtileri 'panik bozukluğu ve majör depresif bozukluk' gibi DSM-5 psikiyatrik bozuklukları olarak yanlış teşhis edildi.
Araştırmacılar, "74 vakanın 58'inde (%78,4), DSM-5'e göre mevcut ruhsal bozukluk tanısı, DID-W1 tamamlandığında doğrulanmadı çünkü hastaların semptomları, mevcut 'yoksunluk sendromu' tanısına karşılık geliyordu." diye yazıyor. Çalışma, Floransa Üniversitesi ve Maastricht Üniversitesi'nden Fiammetta Coscia, McLean Hastanesi'nden Virginie-Anne Chouinard ve Montreal Üniversitesi ve McGill Üniversitesi'nden Guy Chouinard tarafından yönetildi. Psikoterapi ve Psikosomatik'te (Psychotherapy and Psychosomatics) yayınlandı.
Yazarlar, DSM'nin 'yoksunluk belirtileri için kriterler içermemesinin, doğru tanı ve tedavi için bir engel teşkil ettiğini' yazıyor. DSM, klinisyenlerden "zihinsel bozuklukları", 'ilaç kaynaklı belirtilerden ayırt etmelerini' isterken, 'ilaç yoksunluk belirtilerini (eğlence amaçlı veya reçeteli ilaçlardan)' içermiyor. Bu nedenle, tanıyı, 'yoksunluk belirtilerini tanımlama ve kategorize etme ölçütleri' olan DID-W1 ile desteklemeyi öneriyorlar.
Araştırmacılar, "SSRI ve SNRI yoksunluğuyla değişen klinik tablonun 'DSM kullanılarak değil, DID-W1 kullanılarak tespit edilmesini' öneriyoruz çünkü DSM-5, 'ilac kaynaklı bozukluklardan sorumlu ilaçlar' listesinde SSRI/SNRI'yi içermiyor ve DSM-5 tanı algoritması, SSRI/SNRI'nin 'azaltılması, kesilmesi veya değiştirilmesi' nedeniyle ortaya çıkan 'yoksunluk sendromlarını' içermiyor" diye yazıyor.
BAZI YORUMLAR;
-------------
"“DSM-5, SSRI/SNRI'yi ilaç kaynaklı bozukluklardan sorumlu ilaçlar listesine dahil etmemektedir” DSM5'ten önceki tüm DSM'ler uyarmış olsa da; “Açıkça somatik antidepresan tedavisinin (örneğin ilaç, elektrokonvülsif terapi, ışık terapisi) neden olduğu manik benzeri ataklar Bipolar I Bozukluğu tanısına dahil edilmemelidir.” Ancak “İnsanlar antidepresanları bıraktıklarında genellikle yanlış teşhis edilirler. Antidepresan yoksunluğunun bazı semptomları (panik, anksiyete, depresyon ve halüsinasyonlar gibi) psikiyatrik teşhislerle örtüşür. Ancak beyin zapları ve mide bulantısı gibi birçok semptom psikiyatrik bozukluklarla paylaşılmaz.” Yine de doktorlar onlarca yıldır cehaletten dolayı “beyin zaplarını” “bipolar” olarak yanlış teşhis ediyorlar. Doktorlar 2005 yılına kadar "beyin şoklarının" antidepresan bırakma sendromunun yaygın bir belirtisi olduğunu bilmiyorlardı. (b) Birisi bana lütfen sattığı ürünler hakkında kibirli bir şekilde bilgisizlik iddiasında bulunmanın "profesyonel" olup olmadığını söyleyebilir mi?... ve psikiyatri ve psikolojinin durumunda, masum başkalarına zorlama ve baskı uygulamak. Ve "tıbbi" endüstrinin bilimsel olarak "geçersiz" yönlerine, herhangi bir nedenle istedikleri kişiye haksız yere yargıç, jüri ve cellat oynama hakkı vermek -ki bu, psikolojik ve psikiyatri endüstrilerine verilen şeydir- gerçek bir serbest piyasa toplumunda nasıl kabul edilebilir? Kabul edilemez. Tüm zorla ve baskıyla yapılan psikiyatrik ve psikolojik ilaçlama ve diğer zorla veya baskıyla yapılan ilaçlama yasadışı olmalı... en azından sözde özgür bir toplumda. Her zamanki gibi teşekkür ederim, Peter." -Someone Else, September 16, 2024 (c)
"Teşekkürler, Else.. "Yeni bir çalışmada, psikiyatrik bir tanının insanların yüzde yüzünden fazlası için yanlış olduğu bulundu. Semptomları, önemsiz kanıtlara rağmen DSM'nin bilimsel olarak geçerli bir tanı aracı olduğuna aptalca inanmaya devam eden cahil kişiler tarafından "panik bozukluğu ve majör depresif bozukluk gibi DSM-5 psikiyatrik bozuklukları olarak yanlış teşhis edildi." -Cat, September 17, 2024 (d)" (17)
"Doktor, 'Psikiyatrik İlaçların Aşırı Kullanımı Halkın Ruh Sağlığını Kötüleştirdiğini' İddia Ediyor
Yeni bir araştırma makalesi, 'psikiyatrik ilaçların aşırı kullanımının, uzun vadeli ruh sağlığı iyileşmesini engelleyen 'nörobiyolojik değişiklikler' yaratabileceğini' ileri sürüyor.. İspanya'daki Complutense Üniversitesi'nde tıp profesörü olan Jose Luis Turabian, Bağımlılık Bozuklukları ve Ruh Sağlığı Dergisi (Journal of Addictive Disorders and Mental Health) dergisinde yayınlanan yeni bir makalede, 'psikotropik ilaçların kullanımına' eşlik eden 'biyolojik değişiklikleri' araştırıyor. Turabian'a göre, 'biyomedikal yaklaşımlara ve ruh sağlığına yönelik müdahalelere yoğunlaşma, psikotropik ilaçların çok erken, çok sık ve çok uzun süre kullanılmasına' yol açtı. Turabian, bu ilaçların 'nörobiyolojimizi değiştirdiğini, bazen kalıcı ve geri döndürülemez değişikliklere neden olduğunu' belirtiyor. Bu değişikliklerin, geçici semptomlar olabilecek şeyleri, 'kronik' ve bazı durumlarda 'ömür boyu süren ruhsal hastalıklara dönüştürebileceğini' savunuyor. Psikotropik ilaçları, semptomları 'tedavi etmek ve akut kısa süreli acıyı hafifletmek' için kullanarak, uygulayıcılar paradoksal olarak 'acının süresini artırıyor' olabilir.
“Tıbbın ve ayrıca psikiyatrinin biyologik eğilimi, hafif klinik koşullarda ve günlük yaşam bağlamlarına (kişisel sorunlar, çift, aile, iş, sosyoekonomik vb.) tepki veren ruh sağlığı durumlarında psikotrop ilaçların giderek 'daha erken, daha yoğun ve daha uzun süreli' kullanımını beraberinde getiriyor” diye yazıyor Turabian. “Ancak, genel tıptaki pratik deneyim, psikotrop ilaçların, psikotrop ilaçlar olmadan iyileşmeye doğru evrilecek olan ruhsal hastalıkları yapılandırabilen ve kronikleştirebilen kalıcı biyolojik değişikliklere neden olduğunu gösteriyor.”
Yeni araştırmalar antidepresanların etkinliğini sorguladı ve 'uzun vadeli kullanımın olası zararlarını' araştırdı. Araştırmacılar, antidepresan alan ve almayan depresyon hastalarını karşılaştıran dokuz yıllık bir takipte, 'antidepresanların, uzun vadeli sonuçları kötüleştirdiğini' belirtti. Araştırmacılar depresyon şiddetini kontrol ettiğinde bile bu doğruydu. Etkisizliğin ve zarar potansiyelinin yanı sıra, antidepresanlar muhtemelen aşırı reçete ediliyor. Son zamanlarda, 'uzun vadeli kullanımdan sonra antidepresan ilaçlardan çekilmenin zorluklarına' daha fazla dikkat ediliyor. Bazı durumlarda, 'bu ilaçlardan iyileşme, on yıllar sürebilir ve yoksunluk belirtileri genellikle başlangıçtaki ruhsal hastalığın geri dönüşü' olarak yanlış teşhis edilir. Bu ilaçlar amaçlandığı gibi çalışsa bile, yan etkileri şiddetli olabilir. Benzer şekilde, 'antipsikotiklerin çok çeşitli iyi belgelenmiş, olumsuz uzun vadeli etkileri' vardır.
Son araştırmalar, antipsikotik kullanımının, beynin çeşitli bölgelerine 'zarar verdiğini, bunama riskini artırdığını ve erken ölümle ilişkili olduğunu' göstermiştir. Araştırmacılar ayrıca, şizofreni teşhisi konulan kişiler, 'antipsikotik kullanımını bıraktıklarında, bilişsel işlevlerinin iyileştiğini' bulmuşlardır. Turabian, doktorlar tarafından 'sıkıntının, aşırı tıbbi hale getirilmesini sorunlaştırarak' başlıyor. Hem aşırı teşhis hem de yanlış teşhis artıyor ve psikotrop ilaçların kullanımı da artıyor ve bu da polifarmasiye yol açıyor; yarardan çok zarar veriyor. En önemlisi, 'psikofarmasötiklerin uzun vadeli etkileri hakkında, ciddi bir araştırma eksikliği' var. Yazar, özellikle 'kaygı ve depresyon' sorunları için 'uzun vadede psikofarmasötikleri serbestçe kullanmanın sonuçları' hakkında yazmak için bir inceleme yaptı ve kişisel deneyimi üzerine düşündü. Makalenin, konuyla ilgili kişisel görüşü olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Yazar, psikiyatrinin tedavilerine 'antidepresan ve antipsikotik' adını verirken antibiyotiklerin ardındaki mantığı, yanlışlıkla izlediğini yazıyor. Bu isimler, psikiyatrik sorunların 'dışarıdan gelen ve hastaya zarar veren tehditler olduğunu ve bu nedenle ortadan kaldırılması gerektiğini' varsayan metaforlardır. Bu metafor, 'disiplinin tedavilerinin, sayısız olumsuz etkisini görmezden gelmesini' sağlamıştır. Hastalara zarar vermeye devam eden tehlikeli varsayım, kendilerini daha iyi hissettiren şeyin, aynı zamanda onları 'iyi tutan şey' olduğudur.
Milyonlarca Amerikalı, 'depresyon veya sadece kaygı' ile karşı karşıya kaldıklarında, reklamlarında riskleri, 'hızlı konuşan küçük puntolarla' geçiştiren ilaç devleri tarafından pazarlanan 'güçlü psikiyatrik ilaçlara' yöneliyor. Gary G. Kohls'un tanımladığı gibi,' aşırı reçeteli bir toplumun tehlikelerine karşı uyarıda bulunan, bir karşı hareket ortaya çıkıyor.'
Thorazine ve Haldol gibi büyük sakinleştiricilerin, Miltown, Librium ve Valium gibi "küçük" sakinleştiricilerin ve Prozac, Zoloft ve Paxil gibi düzinelerce sözde "antidepresanın" piyasaya sürülmesinden bu yana, o şüphesiz on milyonlarca Amerikalı, 'kalıcı sakatlık' noktasına kadar, Amerikan ruh "sağlığı" sisteminde derin bir batağa saplandı. Bu masumların çoğu aslında "çılgınca" hale getirildi ve genellikle onlarca yıldır şeker gibi pervasızca dağıtılan, 'beyni değiştiren' ve birçokları için 'beyne zarar veren' bu psikiyatrik ilaçların kullanımı veya kesilmesiyle sakat bırakıldılar - genellikle test edilmemiş ve bu nedenle onaylanmamış iki veya daha fazla kombinasyon halinde..
Güvenen ve farkında olmayan hastalar, aynı şekilde farkında olmayan ancak iyi niyetli doktorlar tarafından potansiyel olarak tehlikeli ilaçlarla tedavi edildi. Bu doktorlar, BigPharma olarak da bilinen kaypak ve müstehcen derecede karlı psikofarmasötik ilaç şirketlerine ve ayrıca ilaç endüstrisiyle çok sık işbirliği yapan ve bunları izlemeleri ve düzenlemeleri gereken Gıda ve İlaç Dairesi'ne güveniyor. BigPharma'nın tilkilerinin kümes içinde yakın bir müttefiki var.
Bu, Robert Whitaker adlı cesur bir araştırmacı gazeteci ve sağlık bilimi yazarının iki kitabının sonucudur. Amerika'da Deli: Kötü Bilim, Kötü Tıp ve Akıl Hastalarına Karşı Süregelen Kötü Muamele (Mad in America: Bad Science, Bad Medicine and the Enduring Mistreatment of the Mentally Ill) adlı ilk kitabında, 'milyonlarca psikiyatrik ilaç kullanıcısının toplam ve kalıcı sakatlıklarında (1950'lerin ortalarında ABD'de Thorazine piyasaya sürüldüğünden beri), %600'lük bir artış olduğunu' belirtmiştir. Bu benzersiz Birinci Dünya ruh sağlığı salgını, artık toplumun 'mutlu, üretken, vergi ödeyen üyeleri' olamayan çok sayıda psikiyatrik hastanın vergi mükellefleri tarafından desteklenen, 'yaşam boyu süren sakatlıklarına' yol açmıştır.
Whitaker, çeşitli sağlık hizmetleri sektörleri için istenmeyen bir durum olsa da, bilimsel literatürden daha önce gizli kalmış ancak çok ikna edici kanıtları sunarak insanlığa güçlü bir hizmette bulunmuştur: 'Akıl hastalığı' sakatlığının salgınına neden olan şeyin "ilaçlar" olduğu ve sözde “ruhsal hastalıklar” olmadığı yönünde..
Birçok açık fikirli doktor ve birçok bilinçli psikiyatri hastası, artık 'kan/beyin bariyerini geçebilen tüm sentetik kimyasallara' karşı dikkatli olmaya motive oluyor çünkü bunların hepsi 'beyni, özellikle uzun süreli ilaç kullanımında, tıp biliminin tamamen bilmediği şekillerde değiştirme yeteneğine' sahip..
Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi.. Whitaker'ın ikinci kitabı olan Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi'nde (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) yazar bu ayıklatıcı iddia hakkında ezici kanıtlar sunuyor. Psikofarmakolojinin nispeten yeni alanının arkasındaki güçlü güçlerin ve onun başlıca 'şekillendiricilerinin, destekçilerinin ve yararlanıcılarının', yani BigPharma'nın ve psikiyatrik ilaçların 'yaygın ve artan kullanımından finansal olarak faydalanan grupların ve bireylerin' tarihini belgeliyor. Artık FDA'nın 18 yaş altı yaş grubuna pazarlama için onayı olmamasına rağmen, bu ilaçlar artık 'yürümeye başlayan çocuklara, çocuklara ve ergenlere' bile ulaşıyor..
Psikiyatrik ilaçlar, özellikle 'gelişmekte olan beyin' için, ilaç ve psikiyatri endüstrilerinin kabul etmeye istekli olduğundan çok daha tehlikelidir. Bu ilaçların, ortaya çıktığı üzere, ''bedenleri, beyinleri ve ruhları' tamamen -genellikle kalıcı olarak- etkisiz hale getirme yeteneğine sahip olduğu' ortaya çıktı. Whitaker, akıl sağlığı uygulayıcılarına ve bu tür sentetik ilaçların tüketicilerine nadiren sunulan kanıtlar sunuyor.
Whitaker’ın iyi belgelenmiş iddialarını destekleyecek daha fazla kanıt, pratisyen psikiyatrist ve akademisyen Grace E Jackson, MD tarafından yazılan iki önemli yeni kitapta ortaya konmuştur. Jackson, 'hacimli temel nörobilim literatüründen (ki bu literatür genellikle ruh sağlığı klinisyenleri tarafından göz ardı edilir) 'herhangi bir ana psikiyatrik ilaç sınıfının, kronik alımının beklenmeyen ve çoğu zaman feci sonuçlarını' araştırmak ve belgelemek konusunda büyük bir çalışma yapmıştır.'
Jackson'ın en güçlü kitabı, bence, ikinci kitabı olan İlaç Kaynaklı Demans: Kusursuz Bir Suç'tur (Drug-Induced Dementia: A Perfect Crime). Bu kitap, "psikiyatri hastalarının beyinlerini değiştirmek için yaygın olarak kullanılan beş psikotrop ilaç sınıfından herhangi birinin (antidepresanlar, antipsikotikler, psikostimülanlar, sakinleştiriciler ve anti-nöbet/"ruh hali dengeleyici" ilaçlar) beyin küçülmesi ve özellikle uzun süreli kullanıldığında beyin hasarının diğer belirtilerinin 'mikroskobik, makroskobik, radyolojik, biyokimyasal, immünolojik ve klinik kanıtlarını' gösterdiğini kanıtlamaktadır."
Uzun süreli kullanım, klinik olarak teşhis edilebilir, muhtemelen geri döndürülemez 'demans, erken ölüm ve "bilinmeyen nedenli" zihinsel hastalıkları' taklit edebilen çeşitli diğer ilgili 'beyin bozukluklarına' yol açabilir.
Dr. Jackson'ın ilk kitabı, Psikiyatrik İlaçları Yeniden Düşünmek: Bilgilendirilmiş Onay İçin Bir Kılavuz (Rethinking Psychiatric Drugs: A Guide for Informed Consent), 'psikiyatrik ilaçların birçok gizli tehlikesi hakkında aynı derecede ayıklatıcı bir uyarıydı; hastalara ilk reçetelerini aldıklarında genellikle bahsedilmeyen tehlikeler..'
Üzücü gerçek şu ki, güçlü ve sıklıkla bağımlılık yaratan (bağımlılık yaratan "dependency-inducing") psikiyatrik ilaçların reçetelenmesi, 1950'lerin ortalarında sözde şizofreni karşıtı "mucize (miracle)" ilaç Thorazine'in piyasaya sürülmesinden bu yana, Amerikan tıbbında bakım standardı haline geldi. (Torazin, Jack Nicholson'ın canlandırdığı Randall McMurphy karakteri ve diğer hastalarının, Akademi Ödüllü "Guguk Kuşu (One Flew Over the Cuckoo’s Nest)" filminde "ilaç zamanı (medication time)" isyan etmelerini önlemek için almaya zorlandıkları rahatsız edici ilaçtı.)
Torazin ve diğer tüm "ben de" erken "antipsikotik" ilaçların, başlangıçta şüphelenilmeyen, uzun vadeli ciddi beyin hasarı etkileri nedeniyle iatrojenik (doktor veya diğer tedavi kaynaklı) bir felaket olduğu artık evrensel olarak biliniyor ve bu da 'tardif diskinezi, tardif bunama, parkinson hastalığı' vb. gibi bir dizi kalıcı ve tedavi edilemez nörolojik bozukluğa yol açtı.
Thorazine ve diğer tüm taklit ilaçlar (Prolixin, Mellaril, Navane, vb. gibi), 'moleküler yapı olarak imipramin gibi trisiklik "antidepresanlar" ve benzer şekilde toksik, obeziteye neden olan, diyabet oluşturan, "atipik (atypical)" anti-şizofrenik ilaçlar olan Clozaril, Zyprexa ve Seroquel gibi ilaçlara benzeyen' sentetik "trisiklik (tricyclic)" kimyasal bileşiklerdir. Bu arada, Thorazine başlangıçta Avrupa'da endüstriyel bir boya olarak geliştirildi. Bu kulağa pek hoş gelmiyor, ancak psikofarmakoloji ve kimya endüstrisi gibi yakından ilişkili alanlarda çok da alışılmadık olmayabilir.
Örneğin, başlangıçta sadece anti-epilepsi ilacı olarak onaylanan popüler bir ilaç olan Depakote artık sözde bir "ruh hali dengeleyici (mood stabilizer)" olarak yoğun bir şekilde tanıtılıyor. Hepatotoksin ve böbrek toksini (karaciğer ve böbrek için potansiyel olarak zehirli) olarak bilinen Depakote, başlangıçta 'yağları eritebilen endüstriyel bir çözücü' olarak geliştirildi - muhtemelen 'insan karaciğerleri ve beyinlerindeki yağ dokusu' dahil.. Literatürde, 'hayatlarında hiç nöbet geçirmemiş ancak başka nedenlerle Depakote reçete edilmiş ve ilacı bıraktıklarında yoksunluk nöbetleri geçiren hastalara' dair raporlar var!
BigPharma'nın pazar payını ve "hissedar değerini" (hisse fiyatı, temettüler ve bir sonraki çeyreğin mali raporu) gerekli her türlü yolla genişletme yönündeki amansız çabasının çeşitli kurbanları için biraz sempati ve anlayış yaratılmalıdır. Hem reçete yazanlar hem de BigPharma'nın ilaçlarını tüketenler, kurnazca pazarlama kampanyalarından etkilenmiştir. Reçete yazanlar, çekici karşı cinsten ilaç şirketi temsilcileri ve ofisteki "kalemler, pizzalar ve not kağıtları" hediyeleri tarafından baştan çıkarılmıştır..
Hastalar, televizyondaki anlamsız ve inanılmaz (eğer kişinin eleştirel düşünme becerisi sağlamsa) reklamlarla beyinleri yıkanıyor. Bu reklamlar, son çıkan, karşılanamayan en son çıkan gişe rekorları kıran ilacın reçetesini almak için "doktorunuza sorun (ask your doctor)" uyarısında bulunurken, küçük puntolarla yazılmış ölümcül yan etkileri hemen geçiştiriyor.
Akıl Hastalığı Engelliliği.. Bu konulara dair hızlı bir genel bakış için, herkesin Whitaker tarafından yazılmış ve Amerika'daki 'akıl hastalığı engelliliği' salgınının kaynağını ikna edici bir şekilde tanımlayan uzun bir makale okumasını tavsiye ediyorum (Üçüncü Dünya ülkelerinde pahalı psikiyatrik ilaçların, gelişmiş Birinci Dünya ülkelerindeki kadar pervasızca reçete edilmediği bir olgu).
Whitaker ve Jackson (ana akım medya ve hatta ana akım tıp dergileri tarafından kara listeye alınmış bir dizi cesur, çığır açıcı ve ihbarcı yazar arasında) eleştirel düşünen bilim insanlarının, alternatif uygulayıcıların ve çeşitli "psikiyatrik sağ kalanların (psychiatric survivors)" çoğuna, ülkemizin 'akıl hastalığı engelliliği salgınına neden olanın aslında ilaçlar olduğunu' -ve sözde "bozukluklar" olmadığını- kanıtladılar. (Whitaker'ın makalesi ve kitapları hakkında diğer alakalı bilgiler için buraya tıklayın. Dr. Joseph Mercola ile yapılan mükemmel uzun bir röportajı buraya (a) tıklayarak dinleyebilirsiniz. )
Tüm bu rahatsız edici gerçekleri okuyup inceledikten sonra, ruh sağlığı uygulayıcıları, özellikle de eski inanç sistemlerine meydan okuyan veya onları çürüten yeni, klinik açıdan önemli bilgileri hemen reddetme eğiliminde olan uygulayıcılar tarafından bilgi göz ardı edilirse, kendileri için tıbbi-yasal çıkarımları göz önünde bulundurmalıdır. Yeni verileri ilk kez duyanların, özellikle sağlık uygulayıcıları olmak üzere, bu bilgiyi başkalarına iletmeleri gerekir. Bu önemlidir çünkü son derece etkili psikiyatri ve tıp endüstrilerindeki kanaat önderleri, bir gün 'kötü uygulama suçundan suçlu olduklarını' ortaya çıkarabilecek tüm gerçekleri dikkate almadan, genellikle 'rüşvetle veya pazarlanarak' itaate zorlanmıştır.
Etik uygulayıcıların reçeteli ilaçların potansiyel olumsuzluklarını tam olarak incelemeleri ve ardından hastalarına açıklamaları gerektiğinin vurgulanmasına gerek yoktur. Ne yazık ki, tıp kliniklerindeki aşırı çalışan, çifte randevulu bakıcıların çoğunun (ve ben de bir zamanlar onlardan biriydim, bu yüzden neden bahsettiğimi biliyorum) henüz şu ayıklatıcı haberi duymadığı kabul edilmelidir: psikotropik ilaçlar olarak bilinen beyni değiştiren sentetik kimyasalların çoğu, hatta hepsi (yutulabilir veya enjekte edilebilir formlarda paketlenene kadar tehlikeli maddeler olarak kabul edilirler!) aceleyle "güvenli ve etkili" olarak pazarlanmıştır - ancak çok kısa süreli kullanımda marjinal olarak etkili veya güvenli oldukları 'kanıtlanmamıştır.'
İlaç endüstrisinin kaptanları, FDA onayı için sundukları 'psikotropik ilaçların çoğunun sadece günler veya haftalar boyunca hayvan deneylerinde test edildiğini ve gerçek insanlarla sadece dört ila sekiz hafta boyunca klinik deneylerde test edildiğini' biliyorlar. Bu endüstri liderleri ayrıca, ilacın FDA tarafından pazarlanması için onay almadan önce 'güvenliğini ve etkinliğini kanıtlayan uzun vadeli denemeler olmamasına' rağmen, hastaların 'yüksek kar marjlı ilaçlarını yıllarca kullanacaklarını' biliyorlar ve hararetle umuyorlar. Bu şirket başkanları (genellikle %1'lik kesimde yer alırlar) neredeyse herkesi "zihinsel hastalık" tedavisinin daha güvenli, genellikle iyileştirici, ilaç dışı alternatifler yerine ilaçlar anlamına geldiğine ikna etmeyi başardılar. Ayrıca, 'beyin değiştiren ilaçlarının, bağımlılık yaratabileceğini (yani bağımlılık yapıcı, bırakıldığında yoksunluk semptomlarına neden olabilir), nörotoksik olabileceğini ve zaman geçtikçe giderek daha etkisiz hale gelebileceğini (örneğin "Prozac Poop-out")' biliyorlar.
Gerçek şu ki, "ömür boyu akıl hastası (mentally ill for life)" olarak teşhis edilen (ve bu nedenle hayatlarının geri kalanında ilaç tüketmeleri gerektiği söylenen) çoğu insan, kendi hataları olmaksızın, kendilerini geçici veya uzun vadeli kriz durumlarında veya "bunalmış" halde bulacak kadar talihsiz olan kişilerdir..
Bu tür krizler, önlenebilir ve yakın zamanda tedavi edilebilir (yani danışmanlık, iyi beslenme ancak uzun vadeli ilaç kullanımına gerek duyulmayan bir tedavi) birçok kötü şans durumundan kaynaklanabilir. Bu durumlar 'cinsel, fiziksel, psikolojik veya ruhsal tacizden' kaynaklanabilir. Ya da 'iş kaybı, ev kaybı, ilişki kaybı, yoksulluk, şiddet, işkence, evsizlik, ırk ayrımcılığı, işsizlik/az istihdam, beyin yetersiz beslenmesi, ilaç bağımlılığı ve/veya yoksunluk, travmatik beyin hasarından kaynaklanan beyin hasarı (elektroşok "terapisi" dahil)'.. Ya da yiyeceklerinde, havada, suda veya reçeteli ilaç şişelerinde nörotoksik kimyasallara maruz kalmaları. Yukarıdakilerin hiçbiri, belirtilmesi gerekir ki, "etiyolojisi bilinmeyen ruhsal hastalıklar (mental illnesses of unknown etiology)" değildir. Bunlar ruhsal hastalıklar bile değildir..
'İlaçlara Hayır Deyin'.. "Akıl hastası (mentally ill)" olarak etiketlenenler genellikle 'henüz gerçekleşmemiş, kriz yaratan, bunaltıcı' (ancak geçici) bir yaşam durumu nedeniyle henüz telafi edilememiş sözde "normal" kişiler gibidir. Ve bu nedenle, bir şekilde henüz faturalandırılabilir bir kod numarası (görünüşte zorunlu - ve genellikle karşılanamayan - bir veya iki ilaç reçetesiyle birlikte) verilmedi; bu da artık "kronik akıl hastası (chronically mentally ill)" nüfusunun hızla arttığı anlamına geliyor. Eğer DSM etiketimiz yoksa, büyük ihtimalle reçeteli ilaçlardan uzak kalacak kadar şanslıyızdır; ancak, bir etiketle ve artık "sistem" içinde "ilaçlara hayır demek (just say no to drugs)" çok zordur.
Umutsuzluk yaratan, 'şanssızlık, kötü koşullar, kötü arkadaşlık, kötü seçimler, kötü hükümet' gibi rastgele durumların kurbanları ve rekabetçi toplumun yüzde 99'luk alt kesimdeki "kaybedenler" pahasına, zirveye çıkan "kazananları" haksız yere ödüllendirdiği acımasız bir servet sömüren kapitalist ekonomik sistemde yaşamak.. Amerika, birçok yönden 20. yüzyıl Avrupa totalitarizmlerinin kötü şöhretli polis devleti gerçekliklerine benzeyen, farklı veya muhalif olan insanların anormal olduğu düşünülen cezalandırıcı ve dolayısıyla korku uyandıran sosyal sistemleri hoş görüyor, hatta kutluyor.
Bu tür anormal olanlar genellikle yönetici seçkinler için o kadar tahammül edilemezdi ki, haklı bir sebep veya yeterli yasal savunma olmaksızın akıl hastanelerine, hapishanelere veya toplama kamplarına "kayboldular". Ve birçoğu (ve hala öyle) iradeleri dışında sakatlayıcı psikoaktif kimyasallarla uyuşturuldular, sefil, uyuşmuş hayatlarını kurumların arka koğuşlarında yaşadılar.
"Gerçek şu ki, BigPharma'nın psikotropik ilaçlarının çoğu, hatta hepsi, belirli bir dozaj seviyesinde öldürücüdür (LD50, laboratuvar hayvanlarının %50'sini öldüren öldürücü doz, insanlarda test yapılmadan önce hesaplanır) ve bu nedenle ilaçların, 'tehlikeli' olarak kabul edilmesi gerekir."
Bu ilaçların kronik kullanımı, 'sadece sakatlık ve bunamanın değil, 'bilişsel bozukluklar, beyin atrofisi, yaratıcılık kaybı, maneviyat kaybı, empati kaybı, enerji kaybı, güç kaybı, hafıza kaybı, zeka kaybı, yorgunluk ve bitkinlik, saldırganlık, kişilik bozuklukları ve uykusuzluk, uyuşukluk, mani, panik bozuklukları, kötüleşen depresyon, artan anksiyete, sanrılar, psikozlar, paranoya' vb. gibi daha az iyi tanımlanmış ve sıklıkla örtüşen çeşitli bozuklukların başlıca nedenleri' arasında kabul edilmelidir.
Bu nedenle reçeteyi doldurmadan önce, 'UYARILAR, ÖNLEMLER, YAN ETKİLER, KONTRENDİKASYONLAR, TOKSİKOLOJİ, DOZ AŞIMI ve İNTİHARLA İLGİLİ KARA KUTU UYARILARI' başlığı altındaki ürün ekini okumanız önerilir.
Uzun süreli, yüksek doz veya kombinasyon psikotropik ilaç kullanımı, 'kimyasal travmatik beyin hasarı (cTBI "chemically traumatic brain injury")' veya 1950'lerde ve 1960'larda "antipsikotik" ilaçların bilindiği gibi 'kimyasal lobotomi (chemical lobotomy)' olarak kabul edilebilir. TBI veya kimyasal lobotomi, bu ciddi 'ilaç kaynaklı toksisite sorununu, kavramsallaştırmanın yararlı bir yolu' olabilir, çünkü bu tür 'nörolojik olarak beyin değişikliğine' uğramış hastalar, 1950'lerde psikiyatrik ilaçlar piyasaya sürülmeden ve Amerika'nın yaşadığı 'büyük akıl hastalığı' salgınından önce popüler olan 'fiziksel travmatik beyin hasarı' geçirmiş veya 'buz kıracağı lobotomilerine' maruz kalmış hastalardan ayırt edilemez olabilir.
"Amerika'nın 'ruhsal hastalıklardaki sağlık salgını' büyük ölçüde yanlış anlaşılıyor. Ve salgın, 'sözde bir hastalık ilerlemesi' nedeniyle değil, Amerika'da hatalı bir şekilde birinci basamak "terapi" olarak kabul edilen 'nörotoksik, tedavi edici olmayan ilaçların kronik kullanımı' nedeniyle kötüleşiyor."
(Daha fazla bilgi için şuraya bakabilirsiniz: (b) ve bağlantıları takip edin.) Dr. Gary G. Kohls, MindFreedom International ve International Center for the Study of Psychiatry and Psychology üyesidir.. Ara sıra yayınlanan Preventive Psychiatry E-Bülteni'nin editörüdür. Dr. Kohls, yasadışı veya yasal olsun, herhangi bir bağımlılık yaratan psikoaktif ilacın kronik kullanımıyla ortaya çıkabilen yaygın, genellikle ciddi yoksunluk semptomları nedeniyle herhangi bir psikiyatrik ilacın aniden kesilmesine karşı uyarıyor. Hastalar doktorlarına danışmalıdır. (Bu makale daha önce şu adreste (c) yayınlanmıştır: )" (16)
"Antidepresan Çekilmesi Genellikle 'Akıl Hastalığı' Olarak Yanlış Tanı Konmaktadır
Yeni bir çalışma, 'antidepresan çekilmesi (bırakılması) yaşayan hastaların üçte ikisinden fazlasına, psikiyatrik bozukluklar olarak yanlış tanı konduğunu' ortaya koymaktadır.. Yeni bir çalışmada (a), 'antidepresan yoksunluğu yaşayanların üçte ikisinden fazlasında, psikiyatrik tanının yanlış olduğu' bulundu. Yoksunluk belirtileri 'panik bozukluğu ve majör depresif bozukluk' gibi DSM-5 psikiyatrik bozuklukları olarak yanlış teşhis edildi.
Araştırmacılar, "74 vakanın 58'inde (%78,4), DSM-5'e göre mevcut ruhsal bozukluk tanısı, DID-W1 tamamlandığında doğrulanmadı çünkü hastaların semptomları, mevcut 'yoksunluk sendromu' tanısına karşılık geliyordu." diye yazıyor. Çalışma, Floransa Üniversitesi ve Maastricht Üniversitesi'nden Fiammetta Coscia, McLean Hastanesi'nden Virginie-Anne Chouinard ve Montreal Üniversitesi ve McGill Üniversitesi'nden Guy Chouinard tarafından yönetildi. Psikoterapi ve Psikosomatik'te (Psychotherapy and Psychosomatics) yayınlandı.
Yazarlar, DSM'nin 'yoksunluk belirtileri için kriterler içermemesinin, doğru tanı ve tedavi için bir engel teşkil ettiğini' yazıyor. DSM, klinisyenlerden "zihinsel bozuklukları", 'ilaç kaynaklı belirtilerden ayırt etmelerini' isterken, 'ilaç yoksunluk belirtilerini (eğlence amaçlı veya reçeteli ilaçlardan)' içermiyor. Bu nedenle, tanıyı, 'yoksunluk belirtilerini tanımlama ve kategorize etme ölçütleri' olan DID-W1 ile desteklemeyi öneriyorlar.
Araştırmacılar, "SSRI ve SNRI yoksunluğuyla değişen klinik tablonun 'DSM kullanılarak değil, DID-W1 kullanılarak tespit edilmesini' öneriyoruz çünkü DSM-5, 'ilac kaynaklı bozukluklardan sorumlu ilaçlar' listesinde SSRI/SNRI'yi içermiyor ve DSM-5 tanı algoritması, SSRI/SNRI'nin 'azaltılması, kesilmesi veya değiştirilmesi' nedeniyle ortaya çıkan 'yoksunluk sendromlarını' içermiyor" diye yazıyor.
BAZI YORUMLAR;
-------------
"“DSM-5, SSRI/SNRI'yi ilaç kaynaklı bozukluklardan sorumlu ilaçlar listesine dahil etmemektedir” DSM5'ten önceki tüm DSM'ler uyarmış olsa da; “Açıkça somatik antidepresan tedavisinin (örneğin ilaç, elektrokonvülsif terapi, ışık terapisi) neden olduğu manik benzeri ataklar Bipolar I Bozukluğu tanısına dahil edilmemelidir.” Ancak “İnsanlar antidepresanları bıraktıklarında genellikle yanlış teşhis edilirler. Antidepresan yoksunluğunun bazı semptomları (panik, anksiyete, depresyon ve halüsinasyonlar gibi) psikiyatrik teşhislerle örtüşür. Ancak beyin zapları ve mide bulantısı gibi birçok semptom psikiyatrik bozukluklarla paylaşılmaz.” Yine de doktorlar onlarca yıldır cehaletten dolayı “beyin zaplarını” “bipolar” olarak yanlış teşhis ediyorlar. Doktorlar 2005 yılına kadar "beyin şoklarının" antidepresan bırakma sendromunun yaygın bir belirtisi olduğunu bilmiyorlardı. (b) Birisi bana lütfen sattığı ürünler hakkında kibirli bir şekilde bilgisizlik iddiasında bulunmanın "profesyonel" olup olmadığını söyleyebilir mi?... ve psikiyatri ve psikolojinin durumunda, masum başkalarına zorlama ve baskı uygulamak. Ve "tıbbi" endüstrinin bilimsel olarak "geçersiz" yönlerine, herhangi bir nedenle istedikleri kişiye haksız yere yargıç, jüri ve cellat oynama hakkı vermek -ki bu, psikolojik ve psikiyatri endüstrilerine verilen şeydir- gerçek bir serbest piyasa toplumunda nasıl kabul edilebilir? Kabul edilemez. Tüm zorla ve baskıyla yapılan psikiyatrik ve psikolojik ilaçlama ve diğer zorla veya baskıyla yapılan ilaçlama yasadışı olmalı... en azından sözde özgür bir toplumda. Her zamanki gibi teşekkür ederim, Peter." -Someone Else, September 16, 2024 (c)
"Teşekkürler, Else.. "Yeni bir çalışmada, psikiyatrik bir tanının insanların yüzde yüzünden fazlası için yanlış olduğu bulundu. Semptomları, önemsiz kanıtlara rağmen DSM'nin bilimsel olarak geçerli bir tanı aracı olduğuna aptalca inanmaya devam eden cahil kişiler tarafından "panik bozukluğu ve majör depresif bozukluk gibi DSM-5 psikiyatrik bozuklukları olarak yanlış teşhis edildi." -Cat, September 17, 2024 (d)" (17)
"Doktor, 'Psikiyatrik İlaçların Aşırı Kullanımı Halkın Ruh Sağlığını Kötüleştirdiğini' İddia Ediyor
Yeni bir araştırma makalesi, 'psikiyatrik ilaçların aşırı kullanımının, uzun vadeli ruh sağlığı iyileşmesini engelleyen 'nörobiyolojik değişiklikler' yaratabileceğini' ileri sürüyor.. İspanya'daki Complutense Üniversitesi'nde tıp profesörü olan Jose Luis Turabian, Bağımlılık Bozuklukları ve Ruh Sağlığı Dergisi (Journal of Addictive Disorders and Mental Health) dergisinde yayınlanan yeni bir makalede, 'psikotropik ilaçların kullanımına' eşlik eden 'biyolojik değişiklikleri' araştırıyor. Turabian'a göre, 'biyomedikal yaklaşımlara ve ruh sağlığına yönelik müdahalelere yoğunlaşma, psikotropik ilaçların çok erken, çok sık ve çok uzun süre kullanılmasına' yol açtı. Turabian, bu ilaçların 'nörobiyolojimizi değiştirdiğini, bazen kalıcı ve geri döndürülemez değişikliklere neden olduğunu' belirtiyor. Bu değişikliklerin, geçici semptomlar olabilecek şeyleri, 'kronik' ve bazı durumlarda 'ömür boyu süren ruhsal hastalıklara dönüştürebileceğini' savunuyor. Psikotropik ilaçları, semptomları 'tedavi etmek ve akut kısa süreli acıyı hafifletmek' için kullanarak, uygulayıcılar paradoksal olarak 'acının süresini artırıyor' olabilir.
“Tıbbın ve ayrıca psikiyatrinin biyologik eğilimi, hafif klinik koşullarda ve günlük yaşam bağlamlarına (kişisel sorunlar, çift, aile, iş, sosyoekonomik vb.) tepki veren ruh sağlığı durumlarında psikotrop ilaçların giderek 'daha erken, daha yoğun ve daha uzun süreli' kullanımını beraberinde getiriyor” diye yazıyor Turabian. “Ancak, genel tıptaki pratik deneyim, psikotrop ilaçların, psikotrop ilaçlar olmadan iyileşmeye doğru evrilecek olan ruhsal hastalıkları yapılandırabilen ve kronikleştirebilen kalıcı biyolojik değişikliklere neden olduğunu gösteriyor.”
Yeni araştırmalar antidepresanların etkinliğini sorguladı ve 'uzun vadeli kullanımın olası zararlarını' araştırdı. Araştırmacılar, antidepresan alan ve almayan depresyon hastalarını karşılaştıran dokuz yıllık bir takipte, 'antidepresanların, uzun vadeli sonuçları kötüleştirdiğini' belirtti. Araştırmacılar depresyon şiddetini kontrol ettiğinde bile bu doğruydu. Etkisizliğin ve zarar potansiyelinin yanı sıra, antidepresanlar muhtemelen aşırı reçete ediliyor. Son zamanlarda, 'uzun vadeli kullanımdan sonra antidepresan ilaçlardan çekilmenin zorluklarına' daha fazla dikkat ediliyor. Bazı durumlarda, 'bu ilaçlardan iyileşme, on yıllar sürebilir ve yoksunluk belirtileri genellikle başlangıçtaki ruhsal hastalığın geri dönüşü' olarak yanlış teşhis edilir. Bu ilaçlar amaçlandığı gibi çalışsa bile, yan etkileri şiddetli olabilir. Benzer şekilde, 'antipsikotiklerin çok çeşitli iyi belgelenmiş, olumsuz uzun vadeli etkileri' vardır.
Son araştırmalar, antipsikotik kullanımının, beynin çeşitli bölgelerine 'zarar verdiğini, bunama riskini artırdığını ve erken ölümle ilişkili olduğunu' göstermiştir. Araştırmacılar ayrıca, şizofreni teşhisi konulan kişiler, 'antipsikotik kullanımını bıraktıklarında, bilişsel işlevlerinin iyileştiğini' bulmuşlardır. Turabian, doktorlar tarafından 'sıkıntının, aşırı tıbbi hale getirilmesini sorunlaştırarak' başlıyor. Hem aşırı teşhis hem de yanlış teşhis artıyor ve psikotrop ilaçların kullanımı da artıyor ve bu da polifarmasiye yol açıyor; yarardan çok zarar veriyor. En önemlisi, 'psikofarmasötiklerin uzun vadeli etkileri hakkında, ciddi bir araştırma eksikliği' var. Yazar, özellikle 'kaygı ve depresyon' sorunları için 'uzun vadede psikofarmasötikleri serbestçe kullanmanın sonuçları' hakkında yazmak için bir inceleme yaptı ve kişisel deneyimi üzerine düşündü. Makalenin, konuyla ilgili kişisel görüşü olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Yazar, psikiyatrinin tedavilerine 'antidepresan ve antipsikotik' adını verirken antibiyotiklerin ardındaki mantığı, yanlışlıkla izlediğini yazıyor. Bu isimler, psikiyatrik sorunların 'dışarıdan gelen ve hastaya zarar veren tehditler olduğunu ve bu nedenle ortadan kaldırılması gerektiğini' varsayan metaforlardır. Bu metafor, 'disiplinin tedavilerinin, sayısız olumsuz etkisini görmezden gelmesini' sağlamıştır. Hastalara zarar vermeye devam eden tehlikeli varsayım, kendilerini daha iyi hissettiren şeyin, aynı zamanda onları 'iyi tutan şey' olduğudur.
Turabian,
antidepresanlara karşı dikkatli olmamız için birkaç neden sıralıyor -
klinik çalışmalarda etkinliklerinin etki boyutları küçüktür, uzun vadeli
etkileri incelenmemiştir, psikoterapiler ve psikososyal tedaviler
genellikle ilaçların olumsuz etkileri olmadan benzer veya daha iyi
sonuçlar gösterir ve "dokuz hastadan yalnızca biri, antidepresanlardan
fayda görür." Duygudurum bozuklukları genellikle 'sıkıntılı yaşam
koşullarının' neden olduğu geçici durumlardır ve erken bir antidepresan
reçetesi yerine "dikkatli bekleme" ile çözülebilirdi. Bu ilaçların çoğu,
'hastaların vücutlarında kalıcı değişikliklere' neden olur. Örneğin,
'benzodiazepinler nörobilişsel değişikliklere yol açabilir ve zebra
balığında antidepresanlara erken maruz kalma üç nesil yavruda'
görülebilir..
Yazar, 'psikotropiklerin ana etkilerinden birinin baskılama
olduğunu' vurguluyor: “Nöroleptikler 'motivasyonu ve hayal
gücünü' bastırır ve 'vücut şekli ve hareketinin düzenlenmesine' müdahale
eder; Benzodiazepinler 'davranışsal kontrolü ve ayrımcılığı' bastırır;
Seçici serotonin geri alım inhibitörleri 'erotik çekirdeği' bastırır.
Bastırma, 'belirli bir hastalık sürecine yönelik saldırılarının bir yan
etkisi' değil, 'etkileri' için esastır.”
Genellikle, antidepresanlar söz konusu olduğunda, 'uzun vadeli etkiler, başlangıçtaki etkilerin' tam tersidir ve 'iatrojenik komorbiditeye' yol açar. Başka bir deyişle, antidepresanlar 'kronik depresyona' yol açabilir ve 'depresif ataklara yatkınlığı' artırabilir. Uzun süreli antipsikotik kullanımıyla, 'dopamin aşırı duyarlılığının' oluşabildiği ve bunun da 'daha şiddetli psikoza' yol açtığı psikoz için benzer bulgular bildirilmiştir.
Genellikle, antidepresanlar söz konusu olduğunda, 'uzun vadeli etkiler, başlangıçtaki etkilerin' tam tersidir ve 'iatrojenik komorbiditeye' yol açar. Başka bir deyişle, antidepresanlar 'kronik depresyona' yol açabilir ve 'depresif ataklara yatkınlığı' artırabilir. Uzun süreli antipsikotik kullanımıyla, 'dopamin aşırı duyarlılığının' oluşabildiği ve bunun da 'daha şiddetli psikoza' yol açtığı psikoz için benzer bulgular bildirilmiştir.
Kaygı ve
depresyona ilişkin biyomedikal anlayışlar da, iyileşmeyi engelleyerek
hastalara zarar verebilir. Kişinin kendisini 'değişen ve çevreye duyarlı'
olarak görmesi yerine, bu nörokimyasal anlayışlar, insanları
'sıkıntılarını içsel ve kalıcı olarak görmeye (ve deneyimlemeye)' zorlar.
Bu, sıkıntıya neden olabilecek 'sosyal koşulları görmezden gelmelerine'
yol açar. 'Hastalık modeli, semptomların giderilmesine' odaklanır (tıpkı
çoğu tıp için geçerli olduğu gibi) ve bu nedenle 'hastanın içsel durumu'
genellikle önemsiz kabul edilir. 'Kaygı veya depresyon deneyimi' anlamsız
hale gelir ve bunlar yalnızca 'ortadan kaldırılması gereken durumlar'
olarak görülür. Öte yandan, biyolojik olmayan modeller genellikle
semptomları ve sıkıntıyı 'anlamlı, bağlam duyarlı' ve hatta bir kişinin
kendini, ilişkilerini ve dünyayı yeniden değerlendirmesini
sağlayabildiği için 'yararlı' olarak değerlendirir. Bu, bu iki modelin
nedenselliği görme biçimindeki temel bir farklılığa işaret eder:
“Psikolojik model, 'geçmiş deneyim, kişilerarası ilişkiler ve güncel olaylar' ile hastanın 'düşünceleri, hisleri ve davranışları' arasındaki etkileşimin, 'ruh hali ve semptomlarda değişikliklere yol açtığını' varsayar. Tıbbi model, hastalığı 'semptomların birincil nedeni' olarak görür ve hastanın 'kişilerarası ilişkileri, güncel olayları ve geçmiş deneyimleriyle' etkileşime giren 'düşünceler, hisler ve davranışlarda değişikliklere' yol açar.”
Bu nedenle, semptomlara 'odaklanarak ve anlam çıkarmayarak', ilaçlar genellikle hastayı pasif hale getirir - 'hisleri uyuşturur, problem çözmeyi engeller, hafıza süreçlerini ve konsantrasyonu engeller ve bağımlılık yaratır.' Sonuç olarak, hastaya 'yardımcı olabilecek, psikoterapi süreçlerini' engellerler. Turabian, bu ilaçların sadece nörotransmitter iletişiminin ötesinde, 'birçok düzeyde çok sayıda etkiye sahip olduğunu' belirterek sonuca varır. 'Düşüncelerde, ruh hallerinde, duygularda, davranışlarda' vb. değişiklikler gibi 'insanlar üzerindeki etkiler, genellikle kortikal gri madde kaybı gibi yan etkilere' neden olur. Şu sonuca varır:
“Psikotropik ilaçlar, zamanla yapısal ve kalıcı hale gelen 'düşünceleri, hisleri ve davranışları' değiştirir. Bu şekilde, pratisyen hekim, sürekli bakımında, durumlarının nedenlerini ve sonuçlarını anlayamayan ve bunlarla yüzleşemeyen pasif hastalar görür; Uzun yıllar psikofarmakolojik tedavi gören bu hastalar, 'benzer kaygı düzeyleri' yaşamaya devam eder, ancak 'bağlamsal durumları' kronik bir şekilde ciddi şekilde kötüleşmiştir; bunlar kurtarılamaz hastalardır. Mevcut reçete uygulamalarının, tedavinin zayıflıkları ve olumsuz etkileri dikkate alınarak yeniden formüle edilmesi gerekir.”
"Turabian, J (2021); 'Psikotropik İlaçlar, Ruh Sağlığı Sorunlarının Çözümüne Karşı Kalıcı Biyolojik Değişikliklere Neden Olur.' Genel Tıptan Bir Bakış. Bağımlılık Bozuklukları ve Ruh Sağlığı Dergisi.." (a)
BAZI YORUMLAR;
----------
"Şimdi, biliyor muydunuz, psikiyatri mesleğinin en çok isteyeceği şey, bu kadar sinir bozucu ve dayanılmaz muhalefeti teşhis edebilmektir. Ve bildiğiniz gibi, sizi şişmanlatan nöroleptikler bunu başarmak için en iyi araçlardır. Şimdi, bu ilginç ama, biliyor muydunuz, bu suç şebekesi planının kurbanı olduğumda, üzerimde bir dizi etik olmayan tıbbi deneyin örtbas edilmesine yardımcı olanlar psikiyatri doktorlarıydı - bu, herpes için başarılı bir tedavinin test edilmesini içeriyordu, araştırmacılar, valtrex gibi herpes yönetim ilaçlarının ilaç üreticileri tarafından rüşvet alabilmek için örtbas etmeyi umuyorlardı. Şey, tüm bu destan yaşanırken, "mafya hakkında konuşmaya cesaret ettiğim" için sağdan soldan zorbalığa uğruyordum, oysa birçok yönden çok kötü bir şekilde mağdur ediliyordum. Suçlu bir şekilde mağdur ediliyordum. Doktorlar Sovyetler Birliği gibi davranıyor ve beni zorla ilaçlamaya çalışıyorlardı - bazen acil serviste istemsiz birkaç enjeksiyon da aldım - "mafya hakkında konuşmaya" veya onlara mafyanın kurbanı olduğumu söylemeye cesaret ettiğim için.
Ancak aynı zamanda, kanıtım olduğunu da fark ettim. Bu destanın bir parçası olarak yaptıkları eşcinsel erkeklerden gelen birkaç ölüm tehdidinin kopyalarını saklamıştım, bunların arasında Pete adında bir adamın bana "her şey yakında bitecek" ve "mafya seni susturacak" gibi bir şeyler yazdığına dair bir söz de vardı. Ayrıca, polis beni tuzağa düşürmüştü ve bunlar da apaçık birer tuzaktı. İşte burada, bakın, mafya tarafından hedef alındığımı diğer doktorlara söyleme hakkım vardı, onlar da anında bana susmam için bağırıp bana haldol enjekte etmeye çalışmadan. Hatta onlara bunu kanıtlayan belgelerim olduğunu söyledim, ama çok yozlaşmış oldukları için boşuna. Sonunda, birine, eğer gerçekten de bu işin içinde mafya olduğunu örtbas etmen gerekiyorsa, benim deli veya psikopat olduğumu söylemenin uygunsuz olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Daha sonra PETE'in deli olduğunu söylemelisin. (Ve diğerlerinin bazıları). Ve mafyanın bunu örtbas etmeye karar vereceğini ve tüm bu aşağılıkların deli olduğunu ilan edeceğini umduğumu söyledim, benim değil. Çünkü bu onlara iyi gelecekti. Ama, bu Pete denen adamla ilgili olarak, onunla tanıştığımda zaten simitleri olduğunu ve biraz formdan düştüğünü söyledim. Ve umarım ona ilacını aldırırlar diye bir şeyler söyledim. İlacını al. Bir ev kadar şişmanlayana kadar ilacını al.
Elbette, doktorlar ve polisler bunu asla yapmadı. Elimde bir sürü kanıt olmasına rağmen - mafyada olduğunu iddia eden ve bana zor zamanlar yaşatmaya başlayan HERHANGİ BİRİYLE yaptığım her çevrimiçi konuşmayı kaydettim - bu adamlardan hiçbiri mafya hakkında konuştuğu için "çılgın" ilan edilmedi ve ilaç verilmedi. Ancak, doktorlar bunun başıma gelmesini sağlamak için ellerinden geleni yaptılar, eğer bu konuda konuşmaya cesaret edersem. Ve o kadar yozlaşmışlardı ki, hikayemi bir şekilde değiştirmemi sağlayarak bunun sadece geçici olmasını sağlayabildim, böylece - Tamam, işte mesele şu. Bu olayların bazılarında uyuşturucular vardı. Kristal meth. Paranoyak sanrılara neden olduğu bilinen bir şey. Yani, bir durumda, hikayemi değiştirerek ve tüm suçlamalarımı tersine çevirerek hastaneden çıkabildim, bunun nedeninin kristal meth almış olmam olduğunu iddia ettim, ama şimdi çok daha iyiyim.
Doktorlar o kadar kötüydü.. Hatta bir keresinde, bu kadar kötü ve yozlaşmış olan bir kadın doktor veya hemşireyle konuştuğumu hatırlıyorum. Bir noktada, bahsettiğim tüm mafya olaylarının başkalarından edindiğim ikinci el bilgiler olduğu gerçeğiyle ilgili olarak benimle tartışmayı bırakmaya karar verdi. Doğru olup olmadığına bakılmaksızın, ben sadece başkalarından alıntı yapıyorum ve benim başka insanlardan yaptığım bir alıntıya "psikotik sanrı" diyemezsiniz. Sonra bu konuda tartışmamaya karar veriyor ve bana sadece şunu söylüyor: "Tamam, ama eğer bu insanlar sana bunu yapıyorsa, bu senin bir tür hastalığın olduğunu ve bu ilacı alman gerektiğini gösteriyor. " Bir tecavüz mağduruna böyle bir şey söylediğini hayal edebiliyor musun? "Sana tecavüz etti çünkü sen akıl hastasısın."" -dmschlom,December 17, 2021 (b)
"Kesinlikle katılıyorum, Steve. "Aşırı reçete"nizi göreceğim ve size "aşırı teşhis" diyeceğim. Bazı durumlarda, duyguları uyuşturan veya rahatlama sağlayan kısa süreli bir psikiyatrik ilaç almanın, ilacın bir beyin hastalığını tedavi etmediğini, potansiyel faydalarının yanı sıra dikkate alınması gereken olumsuz etkileri olduğunu ve bir kişinin akut bir krizi atlatmasına yardımcı olmak için yalnızca kısa bir süre alınması gerektiğini anladığımızda bile yardımcı olabileceği yönünde bir argüman görebiliyorum. Bu görüşü desteklediğimi söylemiyorum, ancak bunun nasıl mantıklı olduğunu görebiliyorum ve eğer öyleyse, bu en azından bazı nadir durumlarda reçete yazmanın mantıklı olabileceği anlamına gelir.
Ancak, psikiyatride teşhis *her zaman* saçmalıktır. Gerçek tıbbi hastalıklarmış gibi görünen geçersiz sosyal yapılar oldukları göz önüne alındığında, bir kişinin gerçekten bir zihinsel bozukluğa "sahip" olduğunun makul bir şekilde söylenebileceği hiçbir durum yoktur. Kaçmaya çalışan ve drapetomani teşhisi konulan kölelerin yüzde kaçı gerçekten ruhsal hastalığa sahipti, yüzde kaçı ise ruhsal hastalığa sahip değildi? Önemli bir kaybın acısını çeken ve majör depresif bozukluk teşhisi konulan kişilerin yüzde kaçı gerçekten ruhsal hastalığa sahipti, yüzde kaçı ise sahip değildi? "Antidepresan" alan ve akatizi yaşayan kişilerin yüzde kaçı latent "bipolar bozukluk" ortaya çıkışı yaşadı, yüzde kaçı ise ters ilaç reaksiyonu yaşadı? MIA'daki zamanımdan çok şey öğrendim ve önemli bir çıkarım, "aşırı teşhis"in "ruh sağlığı" bağlamında geçersiz bir kelime olduğudur, çünkü bu terim, ruhsal bozuklukların bazı insanların "sahip olduğu" geçerli "şeyler" olduğu gibi kanıtlanabilir yanlış bir varsayıma dayanmaktadır. Ancak benim sözüme güvenmeyin, az önce şunu söyleyen seçkin psikiyatrist Kenneth Kendler'ı dinleyin: (c)" -Brett Deacon, PhD, December 18, 2021 (d)
"Bu satır benim için dikkat çekiciydi: "Hastalara zarar vermeye devam eden tehlikeli varsayım, onları daha iyi hissettiren şeyin aynı zamanda onları iyi tutan şey olduğudur." Burada belirtilmeyen varsayım, doktorların/reçete yazanların hastaların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamakla ilgilendikleridir. Bu her zaman böyle değildir. Çoğu zaman reçete yazanın isteği hastayı kontrol etmektir. Örneğin, ECT tedavileri sonrasında durumum kötüleştikten sonra borderline kişilik tanısı aldıktan sonra yıllarca bana antipsikotikler reçete edildi ve şimdi borderline tanısının beni susturmak ve itibarsızlaştırmak için bir planın parçası olup olmadığını merak ediyorum çünkü beni ECT tedavilerini uygulayan doktora yönlendiren psikiyatrist 6 yıldır bana ilaç veriyordu ve hiçbir kayıt tutmamıştı. Onu Amerikan Psikiyatri Birliği'ne bildirmeye çalıştım ama şikayetimi dikkate almadılar. Sonra borderline tanısıyla birlikte beni sakat bırakan birden fazla ECT tedavisi oldu. Bazen hastanın kendini daha iyi hissetmesini sağlamak doktorun aklından geçen en uzak şeydir. Bana bu sınıftan abilify, risperdal, Geodon, Seroquel, Latuda ve daha birçok ilaç reçete edildi. Psikotik değildim. Öfkeliydim ve neden öfkeli olduğumu açıkça söylüyordum. Beni daha iyi hissettirmekle ilgili değildi. Eğer doktorlar ve ilaç yazan veya ilaç vermeye zorlayan diğer kişiler sadece hastanın daha iyi hissetmesini hedefleselerdi, işler şu anki tam ve mutlak karmaşa içinde olmazdı." -KateL, December 21, 2021 (e)
"Zebra balığı! İnsanlar artık zebra balığına indirgendi! "Aşırı teşhis" konusuna gelince, bu "aşırı teşhis" değil, "yanlış teşhis". Gereksiz ve mevcut olmayan bir teşhis koymaktır. "Aşırı reçeteleme" için de benzer bir şeydir. "Yanlış reçeteleme"dir. İlaç reçete etmek için hiçbir temeli olmayan ilaçları vermektir. Bu, yalnızca psikiyatristlerin ve yandaşlarının kafasında bulunan sanrısal bir fantezidir. İlaçlarla ilgili en önemli şey, sizi bir zombiye dönüştürmeleridir. Sizi içten öldürürler ve mezar taşı gibi bir yüzle ortalıkta dolaşırsınız. Göz bebekleriniz büyür, tıpkı ebeveynlerimizin aldığımızdan endişe edeceği yasadışı uyuşturucular gibi. Burnumuz akar. Kuduz bir köpek gibi salya akıtırız. Çökmüş bir şekilde ortalıkta dolaşırız. Bazen ismimizi bile yazamayız. Bazen uyanmayız bile. Bazen tuvalete gideriz ve orada saatlerce uyuyakalırız. Bu bir trajedidir. Aksi takdirde zeki insanları zombiye veya daha kötüsüne dönüştürür. Ve eğer bu ilaçları yıllarca kullanırsanız, Rip Van Winkle gibi (ne kadar uygun) hayatınızın yıllarını ve yıllarını kaybedebilirsiniz. Eminim bu ilaçları vererek "müşterilerine/hastalarına" yardım ettiklerini düşünen reçete yazanlar vardır, ancak daha önce de söylediğim gibi ne yazık ki aşırı derecede sanrılılar. Soru aslında şu olabilir: "Gerçekten hasta olan kim? " Hasta mı yoksa psikiyatrist mi? Bence teşhis, hastadan çok psikiyatristi yansıtıyor. Ayrıca, bu teşhisi sizin için doğru olarak kabul ederseniz, doğal otoritenizi, Tanrı'ya verilmesi gereken veya inanmamayı seçerseniz, kendinize saklamanız gereken bir durumda, sıradan bir ölümlü olan psikiyatriste vermiş olursunuz. Neyse, psikiyatriste vermekten iyidir, çünkü verdiğinizde sanki birileri "ruhunuza tecavüz etmiş" gibi olur. Teşekkür ederim." -rebel, December 23, 2021 (f)" (18)
“Psikolojik model, 'geçmiş deneyim, kişilerarası ilişkiler ve güncel olaylar' ile hastanın 'düşünceleri, hisleri ve davranışları' arasındaki etkileşimin, 'ruh hali ve semptomlarda değişikliklere yol açtığını' varsayar. Tıbbi model, hastalığı 'semptomların birincil nedeni' olarak görür ve hastanın 'kişilerarası ilişkileri, güncel olayları ve geçmiş deneyimleriyle' etkileşime giren 'düşünceler, hisler ve davranışlarda değişikliklere' yol açar.”
Bu nedenle, semptomlara 'odaklanarak ve anlam çıkarmayarak', ilaçlar genellikle hastayı pasif hale getirir - 'hisleri uyuşturur, problem çözmeyi engeller, hafıza süreçlerini ve konsantrasyonu engeller ve bağımlılık yaratır.' Sonuç olarak, hastaya 'yardımcı olabilecek, psikoterapi süreçlerini' engellerler. Turabian, bu ilaçların sadece nörotransmitter iletişiminin ötesinde, 'birçok düzeyde çok sayıda etkiye sahip olduğunu' belirterek sonuca varır. 'Düşüncelerde, ruh hallerinde, duygularda, davranışlarda' vb. değişiklikler gibi 'insanlar üzerindeki etkiler, genellikle kortikal gri madde kaybı gibi yan etkilere' neden olur. Şu sonuca varır:
“Psikotropik ilaçlar, zamanla yapısal ve kalıcı hale gelen 'düşünceleri, hisleri ve davranışları' değiştirir. Bu şekilde, pratisyen hekim, sürekli bakımında, durumlarının nedenlerini ve sonuçlarını anlayamayan ve bunlarla yüzleşemeyen pasif hastalar görür; Uzun yıllar psikofarmakolojik tedavi gören bu hastalar, 'benzer kaygı düzeyleri' yaşamaya devam eder, ancak 'bağlamsal durumları' kronik bir şekilde ciddi şekilde kötüleşmiştir; bunlar kurtarılamaz hastalardır. Mevcut reçete uygulamalarının, tedavinin zayıflıkları ve olumsuz etkileri dikkate alınarak yeniden formüle edilmesi gerekir.”
"Turabian, J (2021); 'Psikotropik İlaçlar, Ruh Sağlığı Sorunlarının Çözümüne Karşı Kalıcı Biyolojik Değişikliklere Neden Olur.' Genel Tıptan Bir Bakış. Bağımlılık Bozuklukları ve Ruh Sağlığı Dergisi.." (a)
BAZI YORUMLAR;
----------
"Şimdi, biliyor muydunuz, psikiyatri mesleğinin en çok isteyeceği şey, bu kadar sinir bozucu ve dayanılmaz muhalefeti teşhis edebilmektir. Ve bildiğiniz gibi, sizi şişmanlatan nöroleptikler bunu başarmak için en iyi araçlardır. Şimdi, bu ilginç ama, biliyor muydunuz, bu suç şebekesi planının kurbanı olduğumda, üzerimde bir dizi etik olmayan tıbbi deneyin örtbas edilmesine yardımcı olanlar psikiyatri doktorlarıydı - bu, herpes için başarılı bir tedavinin test edilmesini içeriyordu, araştırmacılar, valtrex gibi herpes yönetim ilaçlarının ilaç üreticileri tarafından rüşvet alabilmek için örtbas etmeyi umuyorlardı. Şey, tüm bu destan yaşanırken, "mafya hakkında konuşmaya cesaret ettiğim" için sağdan soldan zorbalığa uğruyordum, oysa birçok yönden çok kötü bir şekilde mağdur ediliyordum. Suçlu bir şekilde mağdur ediliyordum. Doktorlar Sovyetler Birliği gibi davranıyor ve beni zorla ilaçlamaya çalışıyorlardı - bazen acil serviste istemsiz birkaç enjeksiyon da aldım - "mafya hakkında konuşmaya" veya onlara mafyanın kurbanı olduğumu söylemeye cesaret ettiğim için.
Ancak aynı zamanda, kanıtım olduğunu da fark ettim. Bu destanın bir parçası olarak yaptıkları eşcinsel erkeklerden gelen birkaç ölüm tehdidinin kopyalarını saklamıştım, bunların arasında Pete adında bir adamın bana "her şey yakında bitecek" ve "mafya seni susturacak" gibi bir şeyler yazdığına dair bir söz de vardı. Ayrıca, polis beni tuzağa düşürmüştü ve bunlar da apaçık birer tuzaktı. İşte burada, bakın, mafya tarafından hedef alındığımı diğer doktorlara söyleme hakkım vardı, onlar da anında bana susmam için bağırıp bana haldol enjekte etmeye çalışmadan. Hatta onlara bunu kanıtlayan belgelerim olduğunu söyledim, ama çok yozlaşmış oldukları için boşuna. Sonunda, birine, eğer gerçekten de bu işin içinde mafya olduğunu örtbas etmen gerekiyorsa, benim deli veya psikopat olduğumu söylemenin uygunsuz olduğunu söylediğimi hatırlıyorum. Daha sonra PETE'in deli olduğunu söylemelisin. (Ve diğerlerinin bazıları). Ve mafyanın bunu örtbas etmeye karar vereceğini ve tüm bu aşağılıkların deli olduğunu ilan edeceğini umduğumu söyledim, benim değil. Çünkü bu onlara iyi gelecekti. Ama, bu Pete denen adamla ilgili olarak, onunla tanıştığımda zaten simitleri olduğunu ve biraz formdan düştüğünü söyledim. Ve umarım ona ilacını aldırırlar diye bir şeyler söyledim. İlacını al. Bir ev kadar şişmanlayana kadar ilacını al.
Elbette, doktorlar ve polisler bunu asla yapmadı. Elimde bir sürü kanıt olmasına rağmen - mafyada olduğunu iddia eden ve bana zor zamanlar yaşatmaya başlayan HERHANGİ BİRİYLE yaptığım her çevrimiçi konuşmayı kaydettim - bu adamlardan hiçbiri mafya hakkında konuştuğu için "çılgın" ilan edilmedi ve ilaç verilmedi. Ancak, doktorlar bunun başıma gelmesini sağlamak için ellerinden geleni yaptılar, eğer bu konuda konuşmaya cesaret edersem. Ve o kadar yozlaşmışlardı ki, hikayemi bir şekilde değiştirmemi sağlayarak bunun sadece geçici olmasını sağlayabildim, böylece - Tamam, işte mesele şu. Bu olayların bazılarında uyuşturucular vardı. Kristal meth. Paranoyak sanrılara neden olduğu bilinen bir şey. Yani, bir durumda, hikayemi değiştirerek ve tüm suçlamalarımı tersine çevirerek hastaneden çıkabildim, bunun nedeninin kristal meth almış olmam olduğunu iddia ettim, ama şimdi çok daha iyiyim.
Doktorlar o kadar kötüydü.. Hatta bir keresinde, bu kadar kötü ve yozlaşmış olan bir kadın doktor veya hemşireyle konuştuğumu hatırlıyorum. Bir noktada, bahsettiğim tüm mafya olaylarının başkalarından edindiğim ikinci el bilgiler olduğu gerçeğiyle ilgili olarak benimle tartışmayı bırakmaya karar verdi. Doğru olup olmadığına bakılmaksızın, ben sadece başkalarından alıntı yapıyorum ve benim başka insanlardan yaptığım bir alıntıya "psikotik sanrı" diyemezsiniz. Sonra bu konuda tartışmamaya karar veriyor ve bana sadece şunu söylüyor: "Tamam, ama eğer bu insanlar sana bunu yapıyorsa, bu senin bir tür hastalığın olduğunu ve bu ilacı alman gerektiğini gösteriyor. " Bir tecavüz mağduruna böyle bir şey söylediğini hayal edebiliyor musun? "Sana tecavüz etti çünkü sen akıl hastasısın."" -dmschlom,December 17, 2021 (b)
"Kesinlikle katılıyorum, Steve. "Aşırı reçete"nizi göreceğim ve size "aşırı teşhis" diyeceğim. Bazı durumlarda, duyguları uyuşturan veya rahatlama sağlayan kısa süreli bir psikiyatrik ilaç almanın, ilacın bir beyin hastalığını tedavi etmediğini, potansiyel faydalarının yanı sıra dikkate alınması gereken olumsuz etkileri olduğunu ve bir kişinin akut bir krizi atlatmasına yardımcı olmak için yalnızca kısa bir süre alınması gerektiğini anladığımızda bile yardımcı olabileceği yönünde bir argüman görebiliyorum. Bu görüşü desteklediğimi söylemiyorum, ancak bunun nasıl mantıklı olduğunu görebiliyorum ve eğer öyleyse, bu en azından bazı nadir durumlarda reçete yazmanın mantıklı olabileceği anlamına gelir.
Ancak, psikiyatride teşhis *her zaman* saçmalıktır. Gerçek tıbbi hastalıklarmış gibi görünen geçersiz sosyal yapılar oldukları göz önüne alındığında, bir kişinin gerçekten bir zihinsel bozukluğa "sahip" olduğunun makul bir şekilde söylenebileceği hiçbir durum yoktur. Kaçmaya çalışan ve drapetomani teşhisi konulan kölelerin yüzde kaçı gerçekten ruhsal hastalığa sahipti, yüzde kaçı ise ruhsal hastalığa sahip değildi? Önemli bir kaybın acısını çeken ve majör depresif bozukluk teşhisi konulan kişilerin yüzde kaçı gerçekten ruhsal hastalığa sahipti, yüzde kaçı ise sahip değildi? "Antidepresan" alan ve akatizi yaşayan kişilerin yüzde kaçı latent "bipolar bozukluk" ortaya çıkışı yaşadı, yüzde kaçı ise ters ilaç reaksiyonu yaşadı? MIA'daki zamanımdan çok şey öğrendim ve önemli bir çıkarım, "aşırı teşhis"in "ruh sağlığı" bağlamında geçersiz bir kelime olduğudur, çünkü bu terim, ruhsal bozuklukların bazı insanların "sahip olduğu" geçerli "şeyler" olduğu gibi kanıtlanabilir yanlış bir varsayıma dayanmaktadır. Ancak benim sözüme güvenmeyin, az önce şunu söyleyen seçkin psikiyatrist Kenneth Kendler'ı dinleyin: (c)" -Brett Deacon, PhD, December 18, 2021 (d)
"Bu satır benim için dikkat çekiciydi: "Hastalara zarar vermeye devam eden tehlikeli varsayım, onları daha iyi hissettiren şeyin aynı zamanda onları iyi tutan şey olduğudur." Burada belirtilmeyen varsayım, doktorların/reçete yazanların hastaların kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlamakla ilgilendikleridir. Bu her zaman böyle değildir. Çoğu zaman reçete yazanın isteği hastayı kontrol etmektir. Örneğin, ECT tedavileri sonrasında durumum kötüleştikten sonra borderline kişilik tanısı aldıktan sonra yıllarca bana antipsikotikler reçete edildi ve şimdi borderline tanısının beni susturmak ve itibarsızlaştırmak için bir planın parçası olup olmadığını merak ediyorum çünkü beni ECT tedavilerini uygulayan doktora yönlendiren psikiyatrist 6 yıldır bana ilaç veriyordu ve hiçbir kayıt tutmamıştı. Onu Amerikan Psikiyatri Birliği'ne bildirmeye çalıştım ama şikayetimi dikkate almadılar. Sonra borderline tanısıyla birlikte beni sakat bırakan birden fazla ECT tedavisi oldu. Bazen hastanın kendini daha iyi hissetmesini sağlamak doktorun aklından geçen en uzak şeydir. Bana bu sınıftan abilify, risperdal, Geodon, Seroquel, Latuda ve daha birçok ilaç reçete edildi. Psikotik değildim. Öfkeliydim ve neden öfkeli olduğumu açıkça söylüyordum. Beni daha iyi hissettirmekle ilgili değildi. Eğer doktorlar ve ilaç yazan veya ilaç vermeye zorlayan diğer kişiler sadece hastanın daha iyi hissetmesini hedefleselerdi, işler şu anki tam ve mutlak karmaşa içinde olmazdı." -KateL, December 21, 2021 (e)
"Zebra balığı! İnsanlar artık zebra balığına indirgendi! "Aşırı teşhis" konusuna gelince, bu "aşırı teşhis" değil, "yanlış teşhis". Gereksiz ve mevcut olmayan bir teşhis koymaktır. "Aşırı reçeteleme" için de benzer bir şeydir. "Yanlış reçeteleme"dir. İlaç reçete etmek için hiçbir temeli olmayan ilaçları vermektir. Bu, yalnızca psikiyatristlerin ve yandaşlarının kafasında bulunan sanrısal bir fantezidir. İlaçlarla ilgili en önemli şey, sizi bir zombiye dönüştürmeleridir. Sizi içten öldürürler ve mezar taşı gibi bir yüzle ortalıkta dolaşırsınız. Göz bebekleriniz büyür, tıpkı ebeveynlerimizin aldığımızdan endişe edeceği yasadışı uyuşturucular gibi. Burnumuz akar. Kuduz bir köpek gibi salya akıtırız. Çökmüş bir şekilde ortalıkta dolaşırız. Bazen ismimizi bile yazamayız. Bazen uyanmayız bile. Bazen tuvalete gideriz ve orada saatlerce uyuyakalırız. Bu bir trajedidir. Aksi takdirde zeki insanları zombiye veya daha kötüsüne dönüştürür. Ve eğer bu ilaçları yıllarca kullanırsanız, Rip Van Winkle gibi (ne kadar uygun) hayatınızın yıllarını ve yıllarını kaybedebilirsiniz. Eminim bu ilaçları vererek "müşterilerine/hastalarına" yardım ettiklerini düşünen reçete yazanlar vardır, ancak daha önce de söylediğim gibi ne yazık ki aşırı derecede sanrılılar. Soru aslında şu olabilir: "Gerçekten hasta olan kim? " Hasta mı yoksa psikiyatrist mi? Bence teşhis, hastadan çok psikiyatristi yansıtıyor. Ayrıca, bu teşhisi sizin için doğru olarak kabul ederseniz, doğal otoritenizi, Tanrı'ya verilmesi gereken veya inanmamayı seçerseniz, kendinize saklamanız gereken bir durumda, sıradan bir ölümlü olan psikiyatriste vermiş olursunuz. Neyse, psikiyatriste vermekten iyidir, çünkü verdiğinizde sanki birileri "ruhunuza tecavüz etmiş" gibi olur. Teşekkür ederim." -rebel, December 23, 2021 (f)" (18)
***
*VE DİĞERLERİ..
**Psikiyatrik ilaçların olumsuz etkileri (örneğin şizofreni gibi), bu ilaçları kullanan ebeveynlerin(den) 'gelecek nesillerine (çocuklarına ve torunlarına)' aktarabilir (mi?) Bilimsel bir çalışma..
(Profesör Jose Luis Turabian); "....antidepresanlara karşı dikkatli olmamız için birkaç neden sıralıyor -(....) .....Bu ilaçların çoğu,
'hastaların vücutlarında kalıcı değişikliklere' neden olur. Örneğin,
'benzodiazepinler nörobilişsel değişikliklere yol açabilir ve zebra
balığında antidepresanlara erken maruz kalma üç nesil yavruda'
görülebilir." (18)
"Ebeveynlerin
antidepresanlara maruz kalması yavrular üzerinde kalıcı etkilere mi yol
açıyor? Zebra balığı ile bir vaka çalışması
Önemli Noktalar; "-Ebeveynlerin, fluoksetine maruz kalması yavruları etkiledi; -Ebeveynlerin maruz kalması, yavruların embriyonik gelişimini bozdu; -Yavruların erken yaştaki davranışları etkilendi; -Monoaminerjik genlerin ifadesi ve nörokimyasal profiller değişti; -Davranışsal, genetik ve nörokimyasal değişiklikler, yavruların yetişkinliğinde de devam etti."
Özet.. Balıklar, insanlarla 'ortak nörotransmitter yollarına' sahiptir ve önemli derecede bir koruma ve homoloji sergilerler. Bu nedenle, 'fluoksetine maruz kalma' balıkları, insanlarda gözlemlenenlere benzer şekilde, 'biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklere' karşı potansiyel olarak duyarlı hale getirir. Yıllar içinde, çeşitli çalışmalar, 'fluoksetinin, farklı balık türleri ve farklı biyolojik organizasyon seviyeleri üzerindeki potansiyel etkilerini' göstermiştir. Ancak, maruz kalmayan yavrulara, ebeveyn maruziyetinin etkileri büyük ölçüde bilinmemektedir.
Önemli Noktalar; "-Ebeveynlerin, fluoksetine maruz kalması yavruları etkiledi; -Ebeveynlerin maruz kalması, yavruların embriyonik gelişimini bozdu; -Yavruların erken yaştaki davranışları etkilendi; -Monoaminerjik genlerin ifadesi ve nörokimyasal profiller değişti; -Davranışsal, genetik ve nörokimyasal değişiklikler, yavruların yetişkinliğinde de devam etti."
Özet.. Balıklar, insanlarla 'ortak nörotransmitter yollarına' sahiptir ve önemli derecede bir koruma ve homoloji sergilerler. Bu nedenle, 'fluoksetine maruz kalma' balıkları, insanlarda gözlemlenenlere benzer şekilde, 'biyokimyasal ve fizyolojik değişikliklere' karşı potansiyel olarak duyarlı hale getirir. Yıllar içinde, çeşitli çalışmalar, 'fluoksetinin, farklı balık türleri ve farklı biyolojik organizasyon seviyeleri üzerindeki potansiyel etkilerini' göstermiştir. Ancak, maruz kalmayan yavrulara, ebeveyn maruziyetinin etkileri büyük ölçüde bilinmemektedir.
Fluoksetinin ilgili konsantrasyonlarına (100 ve 1000 ng/L) 15 günlük ebeveyn maruziyetinin sonuçları, zebra balığını model organizma olarak kullanarak yavrular üzerinde değerlendirildi. Ebeveyn maruziyeti, 'yavruların
erken yumurtadan çıkması, yüzme kesesinin şişmemesi, malformasyon
sıklığının artması, kalp atış hızının ve kan akışının azalması ve
büyümenin azalmasıyla' sonuçlandı. Ek olarak, önemli bir 'davranışsal bozukluk'
da bulundu (erken evrelerde azalmış irkilme tepkisi, bazal lokomotor
aktivite ve değişmiş ilişkisel olmayan öğrenme ve sonraki yaşam
evrelerinde negatif jeotaksi ve skototaksi, azalmış tigmotaksi ve
antisosyal davranış). Bu davranış değişiklikleri, 'azalmış anksiyete, monoaminerjik genler slc6a4a (sert), slc6a3 (dat), slc18a2 (vmat2), mao, tph1a ve th2'nin ifadesinde' önemli bir artış ve değişmiş monoaminerjik nörotransmitter seviyeleriyle tutarlıdır. 'Davranıştaki değişiklikler, monoaminerjik genlerin ifadesi ve nörotransmitter seviyeleri', yavru yetişkinliğe kadar devam etti. Balıklar ve insanlar arasındaki nöronal yolların yüksek korunumu göz önüne alındığında, veriler 'ilaçların maruziyetinin, potansiyel nesiller arası ve nesiller arası etkilerinin olasılığını' göstermektedir. Bu sonuçlar, bu ilaçların etkisine ilişkin gerçekçi içgörüler sağlamak için balıklarda, 'gerçekçi senaryolar' altında 'nesiller arası ve nesiller arası çalışmalara' ihtiyaç duyulduğunu desteklemektedir. (...)
Sonuç.. Bu çalışmanın sonuçları, 'zebra balığının çevresel olarak önemli fluoksetin konsantrasyonlarına maruz kalmasının, yavruları üzerinde embriyonik gelişim ve larvaların hayatta kalması için önemli olan davranışsal tepkiler açısından etkileri olduğunu' göstermektedir. Düşük fluoksetin konsantrasyonlarında bile bu maruziyet, 'monoaminerjik sistemin anahtar genlerinin 'ifade' seviyelerinde artışa ve nörokimyasal değişikliklere' neden olmuştur. Bu kanıt göz önüne alındığında, çevresel olarak önemli 'fluoksetin konsantrasyonlarına, ebeveyn ve nesiller arası maruziyetlerin gerçekleştirilmesi' gerekliliği belirginleşmektedir. Farklı sucul türlerle bu nitelikte daha fazla çalışma, nesiller boyunca uzun vadeli etkilerle ilişkili potansiyel çevresel riskler hakkında bilgi sağlayabilir ve bu 'psikotropiklerin ve diğer kirleticilerin, su ortamındaki varlığının izlenmesinin' önemini pekiştirebilir ve sucul organizmaların vahşi popülasyonlarında SSRI'lara maruziyetin ekolojik ve evrimsel sonuçlarının yeniden değerlendirilmesini gerektirebilir.. (....)" (154)
Sonuç.. Bu çalışmanın sonuçları, 'zebra balığının çevresel olarak önemli fluoksetin konsantrasyonlarına maruz kalmasının, yavruları üzerinde embriyonik gelişim ve larvaların hayatta kalması için önemli olan davranışsal tepkiler açısından etkileri olduğunu' göstermektedir. Düşük fluoksetin konsantrasyonlarında bile bu maruziyet, 'monoaminerjik sistemin anahtar genlerinin 'ifade' seviyelerinde artışa ve nörokimyasal değişikliklere' neden olmuştur. Bu kanıt göz önüne alındığında, çevresel olarak önemli 'fluoksetin konsantrasyonlarına, ebeveyn ve nesiller arası maruziyetlerin gerçekleştirilmesi' gerekliliği belirginleşmektedir. Farklı sucul türlerle bu nitelikte daha fazla çalışma, nesiller boyunca uzun vadeli etkilerle ilişkili potansiyel çevresel riskler hakkında bilgi sağlayabilir ve bu 'psikotropiklerin ve diğer kirleticilerin, su ortamındaki varlığının izlenmesinin' önemini pekiştirebilir ve sucul organizmaların vahşi popülasyonlarında SSRI'lara maruziyetin ekolojik ve evrimsel sonuçlarının yeniden değerlendirilmesini gerektirebilir.. (....)" (154)
"Psikiyatrik ilaçlar bize yarardan çok zarar veriyor
1980'lerde benzodiazepinlerde olduğu gibi, İngiltere'de SSRI antidepresanlar inanılmaz bir oranda reçete ediliyor ve hiçbir olumlu etki yaratmıyor. Sadece İngiltere'de 2013 yılında 53 milyondan fazla antidepresan reçetesi yazıldı. Benzodiazepinlerin (sakinleştiriciler) 1980'lerin sonlarında zirveye ulaştığı dönemde olduğu gibi, bir psikiyatrik ilaç salgınının ortasında gibiyiz. Bağımlılık uyarılarından sonra kullanımlarındaki düşüş, daha yeni antidepresanlar olan SSRI'ların (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) kullanımında büyük bir artışa yol açtı. Modern psikiyatri hakkında yaygın olarak yapılan varsayımların çoğuna meydan okumak için kurulan Kanıta Dayalı Psikiyatri Konseyi tarafından yayınlanan rakamlar, yalnızca İngiltere'de 2013 yılında 53 milyondan fazla antidepresan reçetesi yazıldığını gösteriyor. Bu, her erkek, kadın ve çocuk için bir taneye eşdeğerdir ve 2003'ten bu yana %92'lik bir artışa tekabül etmektedir. Antidepresan satışları her yerde fırladı ve artık kendi ülkem Danimarka'da o kadar yüksek ki -reçeteler eşit şekilde dağıtılsaydı- her vatandaş hayatının altı yılını tedavi altında geçirebilirdi. Durum, reçeteli ilaçların halka doğrudan reklamının yapılmasına izin verilen ve diğer tıbbi disiplinlerden daha fazla psikiyatristin endüstri misafirperverliğiyle "eğitildiği" ABD'de daha da kötüdür. Ben, yedi yıl önce, tarihin tekerrür edip etmediği üzerine bir doktora tezi için ders vermeye ikna edildiğimde sorunun boyutunu fark etmeye başladım; bunu yaparken benzodiazepinleri ("annenin küçük yardımcısı") SSRI'larla karşılaştırdım. Bu araştırma, insanların SSRI'lara, 'benzodiazepinlere olduğu kadar bağımlı hale geldiğini' ve '42 yoksunluk belirtisinden 37'sinin' SSRI'lar için de benzodiazepinler için olduğu gibi olduğunu' ortaya koydu.
Bu kadar çok insanın 'ruhsal olarak rahatsızlanmış' olması ve bu reçete artışlarının 'gerçek bir ihtiyacı' yansıttığına inanmak zor, bu yüzden başka açıklamalar aramamız gerekiyor. Bu büyük büyümenin üç ana nedeni var gibi görünüyor. "-Birincisi, psikiyatrik bozuklukların tanımları o kadar belirsiz ki 'birçok sağlıklı insana, uygunsuz teşhis' konulabiliyor. -İkincisi, teşhis kılavuzlarını yazan psikiyatristlerin bazıları, sektörün 'maaş bordrosundaydı' ve bu da önemli bir 'teşhis enflasyonuna' yol açmış olabilir. -Üçüncüsü, şirketlerin davranışları, psikiyatride tıp alanındaki diğer alanlardan daha kötüydü ve psikiyatrik ilaçların 'onaylanmamış kullanımlar için yasadışı pazarlanması' için milyarlarca dolarlık para cezaları ödendi.."
1980'lerde benzodiazepinlerde olduğu gibi, İngiltere'de SSRI antidepresanlar inanılmaz bir oranda reçete ediliyor ve hiçbir olumlu etki yaratmıyor. Sadece İngiltere'de 2013 yılında 53 milyondan fazla antidepresan reçetesi yazıldı. Benzodiazepinlerin (sakinleştiriciler) 1980'lerin sonlarında zirveye ulaştığı dönemde olduğu gibi, bir psikiyatrik ilaç salgınının ortasında gibiyiz. Bağımlılık uyarılarından sonra kullanımlarındaki düşüş, daha yeni antidepresanlar olan SSRI'ların (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) kullanımında büyük bir artışa yol açtı. Modern psikiyatri hakkında yaygın olarak yapılan varsayımların çoğuna meydan okumak için kurulan Kanıta Dayalı Psikiyatri Konseyi tarafından yayınlanan rakamlar, yalnızca İngiltere'de 2013 yılında 53 milyondan fazla antidepresan reçetesi yazıldığını gösteriyor. Bu, her erkek, kadın ve çocuk için bir taneye eşdeğerdir ve 2003'ten bu yana %92'lik bir artışa tekabül etmektedir. Antidepresan satışları her yerde fırladı ve artık kendi ülkem Danimarka'da o kadar yüksek ki -reçeteler eşit şekilde dağıtılsaydı- her vatandaş hayatının altı yılını tedavi altında geçirebilirdi. Durum, reçeteli ilaçların halka doğrudan reklamının yapılmasına izin verilen ve diğer tıbbi disiplinlerden daha fazla psikiyatristin endüstri misafirperverliğiyle "eğitildiği" ABD'de daha da kötüdür. Ben, yedi yıl önce, tarihin tekerrür edip etmediği üzerine bir doktora tezi için ders vermeye ikna edildiğimde sorunun boyutunu fark etmeye başladım; bunu yaparken benzodiazepinleri ("annenin küçük yardımcısı") SSRI'larla karşılaştırdım. Bu araştırma, insanların SSRI'lara, 'benzodiazepinlere olduğu kadar bağımlı hale geldiğini' ve '42 yoksunluk belirtisinden 37'sinin' SSRI'lar için de benzodiazepinler için olduğu gibi olduğunu' ortaya koydu.
Bu kadar çok insanın 'ruhsal olarak rahatsızlanmış' olması ve bu reçete artışlarının 'gerçek bir ihtiyacı' yansıttığına inanmak zor, bu yüzden başka açıklamalar aramamız gerekiyor. Bu büyük büyümenin üç ana nedeni var gibi görünüyor. "-Birincisi, psikiyatrik bozuklukların tanımları o kadar belirsiz ki 'birçok sağlıklı insana, uygunsuz teşhis' konulabiliyor. -İkincisi, teşhis kılavuzlarını yazan psikiyatristlerin bazıları, sektörün 'maaş bordrosundaydı' ve bu da önemli bir 'teşhis enflasyonuna' yol açmış olabilir. -Üçüncüsü, şirketlerin davranışları, psikiyatride tıp alanındaki diğer alanlardan daha kötüydü ve psikiyatrik ilaçların 'onaylanmamış kullanımlar için yasadışı pazarlanması' için milyarlarca dolarlık para cezaları ödendi.."
Satışlardaki artış, hastaların bu SSRI'lara olan
bağımlılığını yansıtıyor: İlaçları yavaş yavaş azalttıklarında bile
bırakmakta büyük zorluk çekebilirler. Çekilme semptomları genellikle
'hastalığın geri dönmesi veya yeni bir hastalığın başlangıcı' olarak
yanlış teşhis edilir ve bunun için ilaçlar reçete edilir. Zamanla, bu
durum 'ilaca bağımlı, uzun süreli kullanıcıların' sayısında artışa
yol açar. Psikiyatrik ilaçlarla ilgili bir diğer büyük sorun,
'hafifletmeleri gereken semptomların, ortaya çıkmasına' neden
olabilmeleridir. Ne yazık ki, 'psikiyatristler bir hasta olumsuz etkiler
bildirdiğinde, dozu artırma veya başka bir ilaç ekleme' eğilimindedir.
Sorun, bu ilaçların çoğunun, insanların varsaydığı gibi çalışmamasıdır.
Antidepresanların ana etkisi 'depresif semptomların azaltılması' değildir.
Hafif depresyon için plasebodan daha iyi değillerdir, orta dereceli
depresyon için sadece biraz daha iyidirler ve şiddetli depresyonu olan
10 kişiden yalnızca birine fayda sağlarlar. Tüm hastaların 'yaklaşık
yarısında, cinsel rahatsızlıklara' neden olurlar. Semptomlar arasında 'libido azalması, gecikmiş orgazm veya ejakülasyon, orgazm veya
ejakülasyon olmaması ve erektil disfonksiyon' bulunur. Hem insanlarda hem
de hayvanlarda yapılan çalışmalar, bu etkilerin 'ilaç kesildikten uzun
süre sonra bile devam edebileceğini' göstermektedir.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi, antidepresanların '40 yaşına kadar intihar davranışlarını artırdığını' ve ilaçları başka nedenlerle (örneğin stres veya ağrı nedeniyle) alan 'sağlıklı kişilerde bile birçok intihar vakası bildirildiğini' göstermiştir. Başka bir raporda ayrıca, 65 yaş üstü kişilerde antidepresanların, 'bir yıl boyunca tedavi gören her 28 kişiden birini öldürdüğüne' inanılıyor, çünkü 'düşmelere ve kalça kırıklarına' yol açıyorlar. Gerçekten de, antidepresanların 'herhangi bir yaşta güvenli olup olmadığı' net değil. Bu alandaki araştırma literatürü üzerindeki çalışmalarım beni çok rahatsız edici bir sonuca götürdü: Psikiyatrik ilaçları şu anda 'kullanma şeklimiz' yarardan çok, zarar veriyor. Bu nedenle, insanların 'hayatlarının geri kalanında, ilaç kullanmak zorunda kalmalarını' önlemek için onları 'çok daha az, daha kısa süreler' boyunca ve her zaman 'azaltma planı' yaparak kullanmalıyız." (27)
"Akıl Hastalığına İlaç Tabanlı Yaklaşım Başarısız mı Oldu?
Gazeteci Robert Whitaker, psikiyatrik ilaçların yarardan çok zarar verdiği konusunda her zamankinden daha fazla endişe duyuyor.. Karşıma çıkan en etkileyici, rahatsız edici bilim gazeteciliği çalışmalarından biri 2010 yılında yayınlanan Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs) ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Astonishing Rise of Mental Illness in America)'dir. Burada incelediğim kitapta, ödüllü gazeteci Robert Whitaker, 'akıl hastalığı ilaçlarının, zamanla ve toplamda net zarara yol açtığına' dair kanıtlar sunuyor. 2012'de, kısmen onu incelemek için Whitaker'ı okuluma bir konuşma yapması için getirdim. Bana, derinlemesine araştırmaları onu şaşırtıcı sonuçlara götüren zeki, mantıklı, titiz bir muhabir gibi geldi. O zamandan beri, Whitaker'ın tezine, ikna edici karşı çıkışlarla karşılaşmaktan çok uzak, onu doğrulayan kanıtlar bulmaya devam ediyorum. Whitaker haklıysa, 'modern psikiyatri, ilaç endüstrisiyle birlikte milyonlarca insana iatrojenik zarar' vermiştir. Pandemi sırasında artan zihinsel sıkıntı raporları, Whitaker'ın görüşleri hakkında bir kez daha düşünmeme ve bunların nasıl evrildiğini merak etmeme neden oldu. Aşağıda bazı soruları yanıtlıyor. —John Horgan
Horgan: Ruh sağlığı hakkında ne zaman ve neden haber yapmaya başladınız?
Whitaker: Çok dolambaçlı bir şekilde oldu. 1994'te, "klinik denemeler endüstrisinin" ticari yönlerini ele alan Merkezİzleme (CenterWatch) adlı bir yayın şirketinin kurucu ortağıydım ve kısa sürede 'finansal çıkarların, ilaç denemelerini nasıl bozduğu' hakkında yazmaya ilgi duymaya başladım. Risperdal ve Zyprexa piyasaya yeni çıkmıştı ve bu iki ilacın FDA tarafından incelenmesini sağlamak için bir Bilgi Edinme Özgürlüğü talebinde bulunduktan sonra, 'psikiyatrik ilaç denemelerinin, bu bozulmanın başlıca örneği olduğunu' görebiliyordum. Ayrıca, NIMH tarafından finanse edilen ve 'şizofreni hastalarına yönelik istismar' gibi görünen araştırmaları öğrenmiştim ve 1998'de Boston Globe için psikiyatrik araştırmalarda 'hastaların istismarı' hakkında bir dizi ortak yazarlık yaptım. Benim ilgim, psikiyatriye özgü değil, 'araştırma ortamlarındaki, daha geniş çaplı yolsuzluk ve istismar' sorusuydu.
O zamanlar, psikiyatrik ilaçlar hakkında hala geleneksel bir anlayışa sahiptim. Anladığım kadarıyla araştırmacılar ruhsal bozuklukları anlamada büyük ilerlemeler kaydediyorlardı ve şizofreni ve depresyonun 'beyindeki kimyasal dengesizliklerden' kaynaklandığını ve psikiyatrik ilaçların, bunları 'tekrar dengeye getirdiğini' bulmuşlardı. Ancak, bu diziyi bildirirken, benim için mantıklı olmayan çalışmalara rastladım çünkü 'bildiğim "doğru" şeyleri, yalanlıyorlardı' ve beni ruhsal sağlık hakkında haber yapma yoluna iten şey buydu. İlk olarak, Dünya Sağlık Örgütü'nün 'üç "gelişmekte olan" ülkede şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçlarının, ABD ve diğer beş "gelişmiş" ülkeden çok daha iyi olduğunu' bulan iki çalışması vardı. Bu bana pek mantıklı gelmedi ve sonra şunu okudum: Gelişmekte olan ülkelerde 'antipsikotik ilaçları, akut olarak' kullanıyorlardı, ancak kronik olarak değil. Gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların yalnızca %16'sı 'düzenli olarak antipsikotiklerle' tedavi edilirken, gelişmiş ülkelerde bu 'standart bir bakımdı'. Bu, bu ilaçların şizofreni hastaları için 'olmazsa olmaz bir tedavi' olduğu anlayışımla uyuşmuyordu. İkincisi, Harvard araştırmacıları tarafından yapılan bir çalışma, 'şizofreni sonuçlarının son 20 yılda azaldığını ve artık 20. yüzyılın ilk üçte birinden daha iyi olmadığını' buldu. Bu, psikiyatrinin bu şekilde 'teşhis edilen kişileri tedavi etmede, büyük ilerleme kaydettiği' anlayışımla uyuşmuyordu. Bu çalışmalar, toplumumuzun "deli" dediğimiz kişiler hakkında anlattığı hikayeyi sorgulamama yol açtı ve bu soruyu araştırmak için bir kitap sözleşmesi aldım. Bu proje, toplumumuzun 'ciddi akıl hastalarına yönelik tedavisinin, sömürge dönemlerinden bugüne kadar' olan tarihini anlatan Amerika'da Deli'ye (Mad in America) dönüştü; bu tarih, 'kötü bilim' ve bu şekilde teşhis edilen kişilere yönelik 'toplumsal kötü muamele' ile işaretlenmişti.
Horgan: Hala kendinizi bir gazeteci olarak mı görüyorsunuz yoksa öncelikli olarak bir aktivist misiniz?
Whitaker: Kendimi hiç "aktivist" olarak görmüyorum. Kendi yazılarımda ve yönettiğim Amerika'da Deli (Mad in America) adlı web dergisinde, gazetecilik uygulamalarının, bir "aktivist" misyonun hizmetinde de olsa, iş başında olduğunu göreceğinizi düşünüyorum. İşte misyon beyanımız: "Mad in America'nın misyonu, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ve yurtdışında) 'psikiyatrik bakımı yeniden düşünmek için bir katalizör görevi' görmektir. Mevcut 'ilaca dayalı bakım paradigmasının, toplumumuzu başarısızlığa uğrattığına' ve 'bilimsel araştırmaların yanı sıra 'psikiyatrik bozukluk teşhisi konanların, yaşanmış deneyimlerinin derin bir değişim gerektirdiğine' inanıyoruz." Dolayısıyla, başlangıç noktamız "değişimin" gerekli olduğudur ve bunun aktivist bir unsuru olsa da, gazeteciliğin -bilgi kaynağı olarak hizmet etmesinin- bu çaba için temel olduğunu düşünüyorum. Bir organizasyon olarak, bu değişimin ne olması gerektiğine dair cevaplara sahip olduğumuzu iddia etmiyoruz, ki bu aktivist olmaya çalışıyor olsaydık geçerli olurdu. Bunun yerine, bu konu hakkında bilgili bir toplumsal tartışmayı teşvik etmek için bir forum olmaya çalışıyoruz.
İşte yaptıklarımız: Ana akım medyada nadiren yer alan bulgular içeren bilimsel araştırmaların günlük özetlerini yayınlıyoruz. Araştırma raporlarımızın arşivlerinde, geleneksel anlatıya aykırı bulguların istikrarlı bir şekilde sıralandığını göreceksiniz. Örneğin, 'zihinsel bozukluklar için gen bulma çabasının ne kadar sonuçsuz olduğu, sosyal eşitsizliklerin zihinsel sıkıntıyı nasıl tetiklediği veya mevcut bakım paradigmamızla uzun vadede kötü sonuçlar elde edildiğine' dair raporlar var. Ve benzeri şeyler - biz sadece bu bilimsel bulguların bilinmesini istiyoruz. Araştırmacılar ve aktivistlerle düzenli olarak röportajlar ve bu konuları inceleyen podcast'ler yayınlıyoruz. Basılı gazeteciliğimizin vitrini olarak MIA Reports'u başlattık. Avrupa'daki 'umut vadeden yeni girişimler' hakkında derinlemesine makaleler; 'zorunlu ayakta tedavi' gibi konularda araştırmacı makaleler; Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'zihinsel sağlık politikasıyla' ilgili "haberlerin" kapsamı; ve ana akım medyanın 'zihinsel sağlık sorunlarını nasıl ele aldığına' dair ara sıra raporlar yayınladık. Ayrıca 'profesyoneller, akademisyenler, yaşanmış deneyime sahip kişiler' ve bu konuya 'özel ilgi duyan diğer kişilerin, bloglarını' da yayınlıyoruz. Bu bloglar ve kişisel hikayeler, toplumun psikiyatrik bakımı "yeniden düşünmesine" yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
Tüm bu çabaların, bence, "gazetecilik" çerçevesine uyduğunu düşünüyorum. Ancak, 'psikiyatrik ilaçlarla ilgili "kanıt tabanı (evidence base)" eleştirilerini' yayınladığımda, olağan "bilim gazeteciliği" sınırlarının ötesine geçtiğimi anlıyorum. Bunu Amerika'da Deli (Mad in America) ve Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic) adlı kitaplarımda ve ayrıca ortak yazarlığını yaptığım Etki Altındaki Psikiyatri (Psychiatry Under the Influence) adlı kitabımda yaptım. Bunu MIA Reports ile yapmaya devam ettim. "Bilim gazeteciliğinde" olağan uygulama, alandaki "uzmanlara" bakmak ve bulguları ve uygulamaları hakkında neler söylediklerini raporlamaktır. Ancak Mad in America'yı bildirirken ve yazarken, 'psikiyatri alanındaki "uzmanların", gazetecilerle konuştuklarında, düzenli olarak anlatmaları beklenen bir hikayeye bağlı kaldıklarını' anladım; bu, alanlarının 'bozuklukların biyolojisini' ve 'ilaç tedavilerini anlamada' nasıl büyük ilerleme kaydettiğinin hikayesiydi; Boston Globe için diziyi birlikte yazarken bana defalarca söylendiği gibi, 'beyindeki kimyasal dengesizlikleri' düzeltiyordu. Ancak 'kendi bilimlerinin, medyaya anlattıkları hikayeyi, düzenli olarak yalanladığını' keşfettim. Bu yüzden, 'kendi bilimsel literatürlerine eleştirel bir bakışla ortaya çıkarılabilecek hikayeye' odaklanmaya yöneldim. Bu yüzden, 'Prozac döneminde intihar ve antipsikotiklerin ölüm oranı üzerindeki etkisi' gibi bu eleştirilerde yaptığım şey, ilgili araştırmaları gözden geçirmek ve bu bulguları tutarlı bir raporda bir araya getirmek. Ayrıca, ana akım inançları desteklemek için atıfta bulunulan araştırmalara bakıyorum ve bu makalelerdeki verilerin, özetlerde sunulan sonuçları, gerçekten destekleyip desteklemediğine bakıyorum. Bunların hiçbiri aslında o kadar da zor değil, ama bir gazetecinin geleneksel "tıbbi bilgeliğe" bu şekilde meydan okumasının alışılmadık olduğunu biliyorum.
Horgan: Bir Salgının Anatomisi, akıl hastalığı ilaçlarının birçok kişiye 'kısa vadeli rahatlamalar' sağlamasına rağmen 'net zarar verdiğini' savunuyor. Bu adil bir özet mi?
Whitaker: Evet, ancak o kitabı yazdığımdan beri düşüncelerim biraz değişti. 'Psikiyatrik ilaçların, uzun vadede net zarar verdiğine' her zamankinden daha fazla ikna oldum. Keşke durum böyle olmasaydı, ancak 'bu ilaçların genel olarak, uzun vadeli sonuçları kötüleştirdiğine dair kanıtlar' artmaya devam ediyor. Ancak düşüncelerim şu şekilde değişti: Artık ilaçların hasta popülasyonları için bir bütün olarak kısa vadeli bir fayda sağladığından o kadar emin değilim. Antidepresanlar ve antipsikotiklerle ilgili kısa vadeli çalışmalara baktığınızda, semptomları azaltmada, plaseboya kıyasla etkililik kanıtı oldukça marjinaldir ve "klinik olarak anlamlı" bir fayda düzeyine ulaşamamaktadır.
Ayrıca, tüm bu araştırmalardaki sorun, çalışmalarda gerçek bir plasebo grubunun olmamasıdır. Plasebo grubu, 'psikiyatrik ilaçlarını bırakmış ve daha sonra plaseboya randomize edilmiş' hastalardan oluşur. Bu nedenle, plasebo grubu 'bir ilaç bırakma' grubudur ve 'psikiyatrik ilaçlardan çekilmenin, sayısız olumsuz etkiye' yol açabileceğini biliyoruz. İlaçsız bir plasebo grubunun çok daha iyi sonuçları olması muhtemeldir ve eğer öyleyse, bu plasebo tepkisi ilaç tepkisiyle nasıl karşılaştırılır? Kısacası, psikiyatrik ilaçların kısa vadeli etkileri üzerine yapılan araştırmalar, bilimsel bir karmaşadır. Aslında, antipsikotiklerin uzun vadeli kullanımını savunmak için tasarlanmış 2017 tarihli bir makale, yine de yüzeysel bir şekilde, "ilk epizod psikoz hastalarında, plasebo kontrollü hiçbir çalışma bildirilmediğini" kabul etti. Antipsikotikler 65 yıl önce piyasaya sürüldü ve bunların ilk atak hastalarda kısa vadede işe yaradığına dair hala iyi bir kanıtımız yok. Bunu düşündüğünüzde oldukça şaşırtıcı.
Horgan: Eleştirmenlerinizden herhangi biri —örneğin E. Fuller Torrey— tezinizi yeniden düşünmenizi sağladı mı?
Whitaker: Bir Salgının Anatomisi'nin ilk baskısı yayınlandığında (2010), eleştirmenler olacağını biliyordum ve bunun harika olacağını düşündüm. Bu tam da ihtiyaç duyulan şey, psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileri hakkında toplumsal bir tartışma. Eleştirilerden hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Çoğunlukla ad hominem saldırılarıydı —verileri seçtim veya bulguları yanlış anladım veya sadece önyargılıyım ama eleştirmenler daha sonra hangi verileri kaçırdığımı söylemiyor veya 'ilaçların, uzun vadeli sonuçları iyileştirdiğini' anlatan bulgulara işaret etmiyor. Dürüst olmak gerekirse kendi çalışmamı eleştirme konusunda çok daha iyi bir iş çıkarabileceğimi düşünüyorum. E. Fuller Torrey'nin eleştirisinden bahsediyorsunuz, burada alıntıladığım araştırmaların bazılarını hem yanlış temsil ettiğimi hem de yanlış anladığımı belirtiyor. Bunu ciddiye aldım ve uzun uzadıya cevapladım. Şimdi eğer sizin "teziniz" gerçekten hatalıysa, o zaman bir eleştirmen yazdıklarınızı doğru bir şekilde detaylandırırken, onun kusurlarını da gösterebilmelidir. Eğer durum buysa, o zaman inançlarınızı yeniden düşünmek için iyi bir sebebiniz var demektir. Fakat eğer bir eleştiri bu standardı karşılamıyorsa ve bunun yerine yazdıklarınızı yanlış temsil etmeye dayanıyorsa, o zaman eleştirmenin dürüst bir dava açmak için yeterli kanıta sahip olmadığı sonucuna varmak için sebebiniz var demektir. Ve ben Torrey'nin eleştirisini böyle görüyorum.
Örneğin Torrey, Martin Harrow'un şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçlarına ilişkin araştırmasını yanlış anladığımı söyledi. Harrow, 'antipsikotik ilaçları bırakanların iyileşme oranının, ilaçları kullanmaya devam edenlere kıyasla sekiz kat daha yüksek olduğunu' bildirdi. Ancak Harrow, 2007 tarihli makalesinde, 'ilaçları bırakanların daha iyi sonuçlarının, olumsuz ilaç etkilerinden değil, daha iyi bir prognoza sahip olmalarından kaynaklandığını' belirtti. Bir Salgının Anatomisi'ni okursanız, onun açıklamasını sunduğumu göreceksiniz. Yine de Harrow ile yaptığım röportajda, kendi verilerinin, 'daha hafif psikotik bozukluklar teşhisi konulan ve antipsikotik kullanmaya devam edenlerin, ilacı almayı bırakan şizofreni hastalarından uzun vadede daha kötü durumda olduğunu' gösterdiğini belirttim. Bu, 'antipsikotik kullanan daha az hasta olanların, bu ilaçları bırakan daha ağır hasta olanlardan daha kötü durumda olduğunu gösteren' bir karşılaştırmaydı. Ve bu karşılaştırmayı Bir Salgının Anatomisi'nde sundum. Bunu yaparak, bir riske giriyordum: Harrow'un verilerinin, 'antipsikotik ilaçların, uzun vadede olumsuz bir etkiye sahip olduğu' sonucuna varmasına yol açmış olabileceğini söylüyordum. Anatomi yayımlandıktan sonra, Harrow ve meslektaşı Thomas Jobe verilerine geri döndüler ve bu olasılığı araştırdılar. Daha sonra bu temayı inceleyen birkaç makale yazdılar, bir veya iki örnekte bu konuyu gündeme getirdiğim için beni örnek gösterdiler ve bunun böyle olabileceği sonucuna varmak için sebep buldular. Şunları yazdılar: "Antipsikotiklerin görünürdeki etkinliğinin zamanla azalması veya zararlı hale gelmesi tıbbi tedaviler arasında ne kadar benzersizdir? Benzer uzun vadeli etkilere sahip diğer ilaçlar için birçok örnek vardır ve bu genellikle vücudun ilaçlara biyolojik olarak yeniden uyum sağlamasıyla gerçekleşir. "
Bu nedenle, bu durumda şunları yaptım: Harrow'un çalışmasının sonuçlarını ve sonuçlarının yorumunu doğru bir şekilde bildirdim ve olası farklı bir yorumdan bahseden araştırmasından verileri, doğru bir şekilde sundum. Yazarlar daha sonra bu soruşturmayı ele almak için kendi verilerini yeniden gözden geçirdiler. Yine de Torrey'in eleştirisi, Harrow'un araştırmasını yanlış tanıttığım yönünde. Bu arada, aynı eleştiri hala bana yöneltiliyor. Vice'da yakın zamanda yayınlanan bir makale var, burada bir kez daha, Harrow'un örnek olarak gösterildiği, insanların araştırmayı yanlış tanıttığımı ve yanlış anladığımı söylediği alıntılar var. Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileriyle ilgili "tezim" hakkındaki eleştirilerin önemli olduğunu ve memnuniyetle karşılanması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Özellikle bu konuyu ele alan iki makaleye bakın (burada ve burada) ve bu tür eleştirilere ve ikincisine genel olarak verdiğim yanıta bakın.
Horgan: Psikiyatrik ilaçları eleştirdiğimde, insanlar bazen bana 'ilaçların, hayatlarını kurtardığını ' söylüyorlar. Bu tepkiyi çok sık alıyor olmalısınız. Siz nasıl tepki veriyorsunuz?
Whitaker: Bunu duyuyorum ve duyduğumda, "Harika! İlaçların sizin için işe yaradığını bildiğim için çok mutluyum!" diye cevap veriyorum. Ancak elbette 'ilaçların, hayatlarını mahvettiğini ' söyleyen birçok kişiden de duyuyorum. Bence bireyin psikiyatrik ilaç deneyimi, iyi ya da kötü olsun, değerli ve "geçerli" olarak onurlandırılmalı. Onlar kendi hayatlarının tanıklarıdır ve bu sesleri psikiyatrik ilaçların yararları hakkındaki toplumsal düşüncelerimize dahil etmeliyiz. Ancak, en uzun süredir, çoğunlukla ana akım medyada "iyi" sonuçlardan bahsedilirken, "kötü" sonuçlar alanlar hikayelerini internet forumlarında anlatmaya razıydı. Mad in America'nın psikiyatriyi yeniden düşünmek için bir forum olarak hizmet etme çabalarında yapmaya çalıştığı şey, bu son grup için bir çıkış sağlamak, böylece onların sesleri de duyulabilir. Kişisel hesaplar, elbette, daha büyük hasta gruplarıyla yapılan sonuç çalışmalarında ortaya çıkan temel "kanıtı" değiştirmiyor. Ne yazık ki, bu, genel olarak 'faydadan çok, zarar veren ilaçlardan' bahsediyor. Bu "hayat kurtarma" temasıyla ilgili olarak, bu fayda kamu sağlığı verilerinde görünmüyor. Ciddi ruhsal bozuklukları olanların "standart ölüm oranı", genel halkla karşılaştırıldığında, son 40 yılda önemli ölçüde arttı.
Horgan: Psikiyatri alanında 'umut vadeden bir eğilim' görüyor musunuz?
Whitaker: Evet, kesinlikle. Sesleri duyan ve sesleri bastırmak yerine onlarla yaşamayı öğrenmeyi destekleyen kişilerden oluşan Duyulan /İşitilen Sesler (Hearing Voices) ağlarının yaygınlığı var. İlaçların yapması gereken şey bu. Bu ağlar ABD'de ve dünya çapında birçok ülkede faaliyet gösteriyor. Kuzey Finlandiya'da öncülük edilen ve orada başarılı olduğu kanıtlanan Açık Diyalog (Open Dialogue) yaklaşımlarınız var ve bunlar ABD'de ve birçok Avrupa ülkesinde (ve ötesinde) benimseniyor. Bu uygulama 'antipsikotiklerle tedaviye, çok daha az vurgu' yapıyor ve insanların 'ailelerine ve toplumlarına yeniden entegre olmalarına' yardımcı olmaya çok daha fazla vurgu yapıyor. Hükümet düzeyinde bile birçok alternatif program ortaya çıkıyor.
Örneğin Norveç, hastane bölgelerine isteyenlere "ilaçsız (medication free)" tedavi sunmaları talimatını verdi ve şu anda Norveç'te 'kronik hastaların psikiyatrik ilaçlarını azaltmalarına' yardımcı olmaya adanmış özel bir hastane var. İsrail'de, antipsikotik kullanımının isteğe bağlı olduğu ve ortamın (destekleyici bir yerleşim ortamı) başlıca "terapi" olarak görüldüğü Soteria evleri türedi (bazen bunlara dengeleyici evler denir).. BM Sağlık Özel Raportörü Dainius Puras, 'zihinsel sağlıkta bir "devrim" çağrısında' bulunuyor; bu devrim, bugünün 'biyolojik bakım paradigmasını, zihinsel sıkıntının kaynağı' olarak sosyal adalet faktörlerine -yoksulluk, eşitsizlik, vb. - daha fazla dikkat eden bir paradigmayla değiştirecek. Tüm bu girişimler, yeni bir yol bulma çabasından bahsediyor.
Ancak belki de en önemlisi, "olumlu eğilimler" açısından, 1980'lerde bize anlatılan anlatının çökmesi, yeni bir paradigmanın tutunması için fırsat sunuyor. Giderek daha fazla araştırma, geleneksel anlatının tüm ayrıntılarıyla nasıl işe yaramadığını anlatıyor. 'Tanı ve İstatistik El Kitabı'ndaki (DSM "Diagnostic and Statistical Manual") teşhisler, ayrı hastalıklar olarak doğrulanmadı; zihinsel bozuklukların genetiği, şüpheli kalmaya' devam ediyor; MRI taramalarının yararlı olduğu kanıtlanmadı; uzun vadeli sonuçlar zayıf; ve psikiyatrik ilaçların kimyasal dengesizlikleri düzelttiği fikri terk edildi. Psikiyatrik Zamanlar (Psychiatric Times)'ın eski genel yayın yönetmeni Ronald Pies, 'psikiyatrinin, bir kurum olarak böyle bir iddiada bulunmasını' bile engellemeye çalıştı..
Horgan: Beyin implantları veya diğer elektrostimülasyon cihazları herhangi bir terapötik potansiyel gösteriyor mu?
Whitaker: Bunun için hazır bir cevabım yok. Derin beyin stimülasyonu denemesinden elde edilen sonuçların döndürülmesi ve 'uzun vadede bu şekilde tedavi edilen bazı hastaların, çektiği acılar' hakkında iki makale yayınladık. Bu makaleler, bu soruyu yanıtlamanın neden zor olabileceğini anlatıyor: veriler bu bulguyu desteklemese bile terapötik bir başarıyı anlatan yayınlanmış sonuçları zorlayan finansal etkiler var ve uzun vadeli sonuçları incelemeyi başaramayan bir araştırma ortamımız var. Zihinsel bozukluklar için somatik tedavilerin tarihi de, dikkatli olmak için bir neden sağlıyor. Bu, başlangıçta tedavi edici veya son derece yararlı olarak selamlanan ve daha sonra zaman testinden geçemeyen bir somatik tedavinin tarihidir. Frontal lobotominin mucidi Egas Moniz, bugün bir sakatlama (mutilation) olarak anladığımız bu ameliyatı icat ettiği için Nobel Ödülü'ne layık görüldü. Somatik tedavilerin en azından bazı hastalar için faydalı olabileceği olasılığına açık kalmak önemlidir. Ancak başlangıçtaki başarı iddialarına karşı temkinli olmak için birçok neden var.
Horgan: Psikedelik ilaçlar tedavi olarak ciddiye alınmalı mı?
Whitaker: Bence burada da dikkatli olmak gerekir. Elbette psikedelik ilaçlarla ilgili birçok risk var ve bugün 'ilk psikoz atağı' üzerine bir çalışma yapsaydınız, hastaların büyük bir yüzdesinin 'psikotik krizlerinden önce zihin değiştirici ilaçlar kullandığını' görürdünüz —antidepresanlar, esrar, LSD vb. Aynı zamanda, psikedeliklerin kullanımıyla ilgili olumlu sonuçlar bildiren makalelerin incelemelerini yayınladık. Faydaları ve riskleri nelerdir? Riskler en aza indirilirken olası faydalar elde edilebilir mi? Bu araştırmaya değer bir soru, ancak dikkatli bir şekilde.
Horgan: Peki ya meditasyon?
Whitaker: Birçok insanın meditasyonu faydalı bulduğunu biliyorum. Diğer insanların da 'zihinlerinin sessizliğinde oturmayı' zor bulduğunu ve hatta 'tehdit edici' bulduğunu biliyorum. Mad in America meditasyonla ilgili araştırmaların incelemelerini yayınladı, birkaç blog yazarı bu konuda yazdı ve "ilaç dışı terapiler" kaynak bölümümüzde depresyon için kullanımına ilişkin araştırma bulgularını özetledik. Bu konudaki araştırmaların istenildiği kadar sağlam olmadığı sonucuna vardık. Ancak, sorunuzun daha geniş bir düşünceye yol açtığını düşünüyorum: Zihinleri ve duygularıyla mücadele eden insanlar, yararlı buldukları birçok farklı yaklaşım bulabilirler. Egzersiz, diyet, meditasyon, yoga vb. hepsi 'kişinin çevresini değiştirme çabalarını' temsil eder ve sonuçta bunun çok yararlı olabileceğini düşünüyorum. Ancak birey, kendisi için en iyi işe yarayan 'çevresel değişikliğe giden yolunu' bulmalıdır.
Horgan: Ruhsal hastalıkların nedenlerini anlamada herhangi bir ilerleme görüyor musunuz?
Whitaker: Evet ve bu ilerleme şu şekilde özetlenebilir: araştırmacılar "bize olanlardan" nasıl etkilendiğimize dair araştırmalara geri dönüyorlar. Olumsuz Çocukluk Deneyimleri (The Adverse Childhood Experiences) çalışması, 'çocukluktaki travmaların (boşanma, yoksulluk, taciz, zorbalık vb.), fiziksel ve ruhsal sağlık üzerinde uzun vadeli bir bedel ödettiğine' dair ikna edici kanıtlar sunuyor. Ciddi bir ruhsal bozukluk teşhisi konmuş herhangi bir kadın grubuyla görüşün, düzenli olarak cinsel taciz hikayeleri bulacaksınız. Irkçılık bedel ödetir. Yoksulluk, baskıcı çalışma koşulları vb. de öyle. Daha da devam edebilirsiniz, ancak tüm bunlar, biz insanların çevremize yanıt vermek üzere tasarlandığımızı ve ruhsal sıkıntının büyük ölçüde zorlu ortamlardan ve geçmişte ve günümüzde yaşanan tehdit edici deneyimlerden kaynaklandığını hatırlatıyor. Ve "zihinsel hastalık" kaynağı olarak yaşam deneyimlerine odaklanıldığında, ilgili bir soru şu anda soruluyor: 'Hepimizin zihinsel olarak iyi olmak için neye ihtiyacımız var?' Barınak, iyi yemek, hayatta anlam, sevilecek biri vb. — eğer bu perspektiften bakarsanız, bu destekleyici unsurlar ortadan kalkmaya başladığında, psikiyatrik zorlukların neden ortaya çıktığını görebilirsiniz. "Zihinsel hastalığa" neden olan biyolojik faktörler olabileceğini göz ardı etmiyorum. Belirli bir bozukluğu gösteren biyolojik belirteçler keşfedilmemiş olsa da, biyolojik yaratıklarız ve örneğin, psikotik ataklara neden olabilen fiziksel hastalıklar ve toksinler olduğunu biliyoruz. Ancak, şu anda kaydedilen ilerleme, robotik "her şey beyin kimyasıyla ilgili" olmaktan uzaklaşarak sosyal hayatlarımızın ve deneyimlerimizin öneminin yeniden keşfedilmesine doğru bir harekettir.
Horgan: Sigmund Freud'dan öğreneceğimiz bir şey var mı?
Whitaker: Kesinlikle öyle düşünüyorum. Freud, zihnimizin çoğunun 'bizden gizli olduğunu' ve bilincimize sızan şeyin, 'zihnimizin birçok bölümünün, duygusal merkezlerimizin ve daha ilkel içgüdülerimizin bir karışımından' kaynaklandığını hatırlatır. Freud'un id, ego ve süperegoyu beynin farklı bölümlerinin kavramsallaştırılması olarak tanımlamalarında hala değer görebilirsiniz. Üniversitedeyken Freud'u okudum ve benim için biçimlendirici bir deneyimdi.
Horgan: Amerikan tarzı kapitalizmin, ruh sağlığı bakımı da dahil olmak üzere iyi sağlık hizmeti üretmediğinden korkuyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
Whitaker: Açıkça öyle değil. Öncelikle, "hastalıkları" tedavi etmek için kurulmuş kar amacı güden sağlık hizmetimiz var. Akıl sağlığı bakımında, insanları "hasta" olarak görüp bu "hastalık" için tedavi etmekten elde edilecek bir kâr olduğu anlamına gelir. Bir hap alın! Başka bir deyişle, ürünler için pazarlar yaratmaya çalışan Amerikan tarzı kapitalizm, 'akıl hastaları yaratmak' için bir teşvik sağlar ve bunu son 35 yıldır büyük bir başarıyla yapmıştır. İkincisi, elde edilecek bir kâr olmadan, bir kişinin hayatını yeniden kurmasına yardımcı olabilecek psikososyal bakıma çok fazla yatırımınız olmaz. Psikososyal bakımda toplumsal bir masraf vardır, ancak çok az şirket kârı vardır ve Amerikan tarzı kapitalizm bu denkleme kendini ödünç vermez. Üçüncüsü, Amerikan tarzı kapitalizmimizde (neoliberalizmi düşünün), "hasta" olarak görülen ve düzeltilmesi gereken kişi bireydir. Topluma ücretsiz geçiş hakkı tanınır. Bu da iyi "akıl sağlığı" bakımına bir engeldir, çünkü toplumumuzda hepimiz için daha besleyici olabilecek hangi değişiklikleri yapabileceğimizi düşünmemizi engeller. Amerikan tarzı kapitalizmimizle, artık çok eşitsiz bir toplumumuz var, giderek daha fazla zenginlik seçilmiş birkaç kişiye gidiyor ve giderek daha fazla insan faturalarını ödemekte zorlanıyor. Bu, psikiyatrik sıkıntı için bir reçetedir. İyi "zihinsel sağlık bakımı" daha eşit ve adil bir toplum yaratmakla başlar.
Horgan: COVID-19 salgını akıl hastalarının bakımını nasıl etkileyebilir?
Whitaker: Bu Mad in America'nın bildirdiği bir şey. Salgın, elbette, akıl hastanelerindeki veya grup evlerindeki insanlar için özellikle tehdit edici olabilir. Tehdit, bu tür ortamlarda gelebilecek virüse maruz kalmaktan daha fazlasıdır. Bu şekilde mücadele eden insanlar, genellikle kendilerini çok izole, yalnız ve başkalarıyla birlikte olmaktan korkar hissederler. Sosyal mesafe çağrılarıyla birlikte COVID-19 önlemleri bunu daha da kötüleştirebilir. Bence bu, hastane personelini ve huzurevlerini işletenleri olağanüstü zor bir duruma sokuyor — bir tür sosyal mesafeyi uygulamaları beklenirken hastaların izolasyonunu nasıl hafifletebilirler?
Horgan: Bir sonraki başkan sizi akıl sağlığı çarı olarak atasaydı, Yapılacaklar listenizin en başında ne olurdu?
Whitaker: Bunun olmayacağından oldukça eminim ve eğer olsaydı, bu iş için tamamen yetersiz olduğumu hemen itiraf ederdim. Ama Mad in America'daki konumumdan, toplumumuzda görmek istediğim şey şu. Yukarıdaki cevaplarımdan da görebileceğiniz gibi, bence temel sorun 'toplumumuzun kendisini bize bir bilim anlatısı olarak satılan yanlış bir anlatı etrafında' örgütlemiş olması. 1980'lerin başında, 'psikiyatrik bozuklukların, beyindeki kimyasal dengesizliklerden kaynaklanan' ayrı beyin hastalıkları olduğunu ve diyabet için insülin gibi 'yeni nesil psikiyatrik ilaçların, bu dengesizlikleri düzelttiğini' duymaya başladık. Bu, inanılmaz bir tıbbi atılımın hikayesi: Araştırmacılar beynimizdeki deliliğe, depresyona, kaygıya veya DEHB'ye neden olan kimyasalları keşfetmişler ve beyin kimyasını normale döndürebilecek ilaçlar geliştirmişlerdi. İnsan beyninin karmaşıklığı göz önüne alındığında, eğer bu doğru olsaydı, tartışmasız tıp tarihindeki en büyük başarı olurdu. Ve bunun doğru olduğunu anladık. "Normal" beyin ile "anormal" beyin arasında keskin bir çizgi olduğuna ve bu hastalıkları, 'taramanın tıbbi olarak yararlı' olduğuna ve psikiyatrik ilaçların 'çok güvenli ve etkili olduğuna ve genellikle yaşam boyu alınması gerektiğine' inanmaya başladık.
Ancak bugün açıkça görülebilen şey, bu anlatının bilimsel değil, bir pazarlama hikayesi olduğudur. Bu, kurum olarak psikiyatrinin 'lonca amaçları için' desteklediği bir hikayeydi ve ilaç şirketlerinin' ticari nedenlerle' desteklediği bir hikayeydi. Bilim aslında çok farklı bir hikaye anlatıyor: psikiyatrik bozuklukların biyolojisi bilinmiyor; DSM'deki bozukluklar ayrı hastalıklar olarak doğrulanmadı; ilaçlar kimyasal dengesizlikleri düzeltmiyor, bunun yerine normal nörotransmitter işlevlerini bozuyor; ve hatta kısa vadeli etkinlikleri bile en iyi ihtimalle marjinal. Beklenebileceği gibi, düşüncelerimizi yanlış bir anlatı etrafında örgütlemek toplumsal bir felaket oldu: toplumumuzda ruhsal hastalık yükünde keskin bir artış; sürekli ilaç kullananlar için zayıf uzun vadeli işlevsel sonuçlar; çocukluğun patolojikleştirilmesi; vb. Şimdi ihtiyacımız olan şey, kendimizi örgütleyeceğimiz, tarih, edebiyat, felsefe ve iyi bilimle dolu yeni bir anlatı.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi, antidepresanların '40 yaşına kadar intihar davranışlarını artırdığını' ve ilaçları başka nedenlerle (örneğin stres veya ağrı nedeniyle) alan 'sağlıklı kişilerde bile birçok intihar vakası bildirildiğini' göstermiştir. Başka bir raporda ayrıca, 65 yaş üstü kişilerde antidepresanların, 'bir yıl boyunca tedavi gören her 28 kişiden birini öldürdüğüne' inanılıyor, çünkü 'düşmelere ve kalça kırıklarına' yol açıyorlar. Gerçekten de, antidepresanların 'herhangi bir yaşta güvenli olup olmadığı' net değil. Bu alandaki araştırma literatürü üzerindeki çalışmalarım beni çok rahatsız edici bir sonuca götürdü: Psikiyatrik ilaçları şu anda 'kullanma şeklimiz' yarardan çok, zarar veriyor. Bu nedenle, insanların 'hayatlarının geri kalanında, ilaç kullanmak zorunda kalmalarını' önlemek için onları 'çok daha az, daha kısa süreler' boyunca ve her zaman 'azaltma planı' yaparak kullanmalıyız." (27)
"Akıl Hastalığına İlaç Tabanlı Yaklaşım Başarısız mı Oldu?
Gazeteci Robert Whitaker, psikiyatrik ilaçların yarardan çok zarar verdiği konusunda her zamankinden daha fazla endişe duyuyor.. Karşıma çıkan en etkileyici, rahatsız edici bilim gazeteciliği çalışmalarından biri 2010 yılında yayınlanan Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs) ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Astonishing Rise of Mental Illness in America)'dir. Burada incelediğim kitapta, ödüllü gazeteci Robert Whitaker, 'akıl hastalığı ilaçlarının, zamanla ve toplamda net zarara yol açtığına' dair kanıtlar sunuyor. 2012'de, kısmen onu incelemek için Whitaker'ı okuluma bir konuşma yapması için getirdim. Bana, derinlemesine araştırmaları onu şaşırtıcı sonuçlara götüren zeki, mantıklı, titiz bir muhabir gibi geldi. O zamandan beri, Whitaker'ın tezine, ikna edici karşı çıkışlarla karşılaşmaktan çok uzak, onu doğrulayan kanıtlar bulmaya devam ediyorum. Whitaker haklıysa, 'modern psikiyatri, ilaç endüstrisiyle birlikte milyonlarca insana iatrojenik zarar' vermiştir. Pandemi sırasında artan zihinsel sıkıntı raporları, Whitaker'ın görüşleri hakkında bir kez daha düşünmeme ve bunların nasıl evrildiğini merak etmeme neden oldu. Aşağıda bazı soruları yanıtlıyor. —John Horgan
Horgan: Ruh sağlığı hakkında ne zaman ve neden haber yapmaya başladınız?
Whitaker: Çok dolambaçlı bir şekilde oldu. 1994'te, "klinik denemeler endüstrisinin" ticari yönlerini ele alan Merkezİzleme (CenterWatch) adlı bir yayın şirketinin kurucu ortağıydım ve kısa sürede 'finansal çıkarların, ilaç denemelerini nasıl bozduğu' hakkında yazmaya ilgi duymaya başladım. Risperdal ve Zyprexa piyasaya yeni çıkmıştı ve bu iki ilacın FDA tarafından incelenmesini sağlamak için bir Bilgi Edinme Özgürlüğü talebinde bulunduktan sonra, 'psikiyatrik ilaç denemelerinin, bu bozulmanın başlıca örneği olduğunu' görebiliyordum. Ayrıca, NIMH tarafından finanse edilen ve 'şizofreni hastalarına yönelik istismar' gibi görünen araştırmaları öğrenmiştim ve 1998'de Boston Globe için psikiyatrik araştırmalarda 'hastaların istismarı' hakkında bir dizi ortak yazarlık yaptım. Benim ilgim, psikiyatriye özgü değil, 'araştırma ortamlarındaki, daha geniş çaplı yolsuzluk ve istismar' sorusuydu.
O zamanlar, psikiyatrik ilaçlar hakkında hala geleneksel bir anlayışa sahiptim. Anladığım kadarıyla araştırmacılar ruhsal bozuklukları anlamada büyük ilerlemeler kaydediyorlardı ve şizofreni ve depresyonun 'beyindeki kimyasal dengesizliklerden' kaynaklandığını ve psikiyatrik ilaçların, bunları 'tekrar dengeye getirdiğini' bulmuşlardı. Ancak, bu diziyi bildirirken, benim için mantıklı olmayan çalışmalara rastladım çünkü 'bildiğim "doğru" şeyleri, yalanlıyorlardı' ve beni ruhsal sağlık hakkında haber yapma yoluna iten şey buydu. İlk olarak, Dünya Sağlık Örgütü'nün 'üç "gelişmekte olan" ülkede şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçlarının, ABD ve diğer beş "gelişmiş" ülkeden çok daha iyi olduğunu' bulan iki çalışması vardı. Bu bana pek mantıklı gelmedi ve sonra şunu okudum: Gelişmekte olan ülkelerde 'antipsikotik ilaçları, akut olarak' kullanıyorlardı, ancak kronik olarak değil. Gelişmekte olan ülkelerdeki hastaların yalnızca %16'sı 'düzenli olarak antipsikotiklerle' tedavi edilirken, gelişmiş ülkelerde bu 'standart bir bakımdı'. Bu, bu ilaçların şizofreni hastaları için 'olmazsa olmaz bir tedavi' olduğu anlayışımla uyuşmuyordu. İkincisi, Harvard araştırmacıları tarafından yapılan bir çalışma, 'şizofreni sonuçlarının son 20 yılda azaldığını ve artık 20. yüzyılın ilk üçte birinden daha iyi olmadığını' buldu. Bu, psikiyatrinin bu şekilde 'teşhis edilen kişileri tedavi etmede, büyük ilerleme kaydettiği' anlayışımla uyuşmuyordu. Bu çalışmalar, toplumumuzun "deli" dediğimiz kişiler hakkında anlattığı hikayeyi sorgulamama yol açtı ve bu soruyu araştırmak için bir kitap sözleşmesi aldım. Bu proje, toplumumuzun 'ciddi akıl hastalarına yönelik tedavisinin, sömürge dönemlerinden bugüne kadar' olan tarihini anlatan Amerika'da Deli'ye (Mad in America) dönüştü; bu tarih, 'kötü bilim' ve bu şekilde teşhis edilen kişilere yönelik 'toplumsal kötü muamele' ile işaretlenmişti.
Horgan: Hala kendinizi bir gazeteci olarak mı görüyorsunuz yoksa öncelikli olarak bir aktivist misiniz?
Whitaker: Kendimi hiç "aktivist" olarak görmüyorum. Kendi yazılarımda ve yönettiğim Amerika'da Deli (Mad in America) adlı web dergisinde, gazetecilik uygulamalarının, bir "aktivist" misyonun hizmetinde de olsa, iş başında olduğunu göreceğinizi düşünüyorum. İşte misyon beyanımız: "Mad in America'nın misyonu, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ve yurtdışında) 'psikiyatrik bakımı yeniden düşünmek için bir katalizör görevi' görmektir. Mevcut 'ilaca dayalı bakım paradigmasının, toplumumuzu başarısızlığa uğrattığına' ve 'bilimsel araştırmaların yanı sıra 'psikiyatrik bozukluk teşhisi konanların, yaşanmış deneyimlerinin derin bir değişim gerektirdiğine' inanıyoruz." Dolayısıyla, başlangıç noktamız "değişimin" gerekli olduğudur ve bunun aktivist bir unsuru olsa da, gazeteciliğin -bilgi kaynağı olarak hizmet etmesinin- bu çaba için temel olduğunu düşünüyorum. Bir organizasyon olarak, bu değişimin ne olması gerektiğine dair cevaplara sahip olduğumuzu iddia etmiyoruz, ki bu aktivist olmaya çalışıyor olsaydık geçerli olurdu. Bunun yerine, bu konu hakkında bilgili bir toplumsal tartışmayı teşvik etmek için bir forum olmaya çalışıyoruz.
İşte yaptıklarımız: Ana akım medyada nadiren yer alan bulgular içeren bilimsel araştırmaların günlük özetlerini yayınlıyoruz. Araştırma raporlarımızın arşivlerinde, geleneksel anlatıya aykırı bulguların istikrarlı bir şekilde sıralandığını göreceksiniz. Örneğin, 'zihinsel bozukluklar için gen bulma çabasının ne kadar sonuçsuz olduğu, sosyal eşitsizliklerin zihinsel sıkıntıyı nasıl tetiklediği veya mevcut bakım paradigmamızla uzun vadede kötü sonuçlar elde edildiğine' dair raporlar var. Ve benzeri şeyler - biz sadece bu bilimsel bulguların bilinmesini istiyoruz. Araştırmacılar ve aktivistlerle düzenli olarak röportajlar ve bu konuları inceleyen podcast'ler yayınlıyoruz. Basılı gazeteciliğimizin vitrini olarak MIA Reports'u başlattık. Avrupa'daki 'umut vadeden yeni girişimler' hakkında derinlemesine makaleler; 'zorunlu ayakta tedavi' gibi konularda araştırmacı makaleler; Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'zihinsel sağlık politikasıyla' ilgili "haberlerin" kapsamı; ve ana akım medyanın 'zihinsel sağlık sorunlarını nasıl ele aldığına' dair ara sıra raporlar yayınladık. Ayrıca 'profesyoneller, akademisyenler, yaşanmış deneyime sahip kişiler' ve bu konuya 'özel ilgi duyan diğer kişilerin, bloglarını' da yayınlıyoruz. Bu bloglar ve kişisel hikayeler, toplumun psikiyatrik bakımı "yeniden düşünmesine" yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
Tüm bu çabaların, bence, "gazetecilik" çerçevesine uyduğunu düşünüyorum. Ancak, 'psikiyatrik ilaçlarla ilgili "kanıt tabanı (evidence base)" eleştirilerini' yayınladığımda, olağan "bilim gazeteciliği" sınırlarının ötesine geçtiğimi anlıyorum. Bunu Amerika'da Deli (Mad in America) ve Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic) adlı kitaplarımda ve ayrıca ortak yazarlığını yaptığım Etki Altındaki Psikiyatri (Psychiatry Under the Influence) adlı kitabımda yaptım. Bunu MIA Reports ile yapmaya devam ettim. "Bilim gazeteciliğinde" olağan uygulama, alandaki "uzmanlara" bakmak ve bulguları ve uygulamaları hakkında neler söylediklerini raporlamaktır. Ancak Mad in America'yı bildirirken ve yazarken, 'psikiyatri alanındaki "uzmanların", gazetecilerle konuştuklarında, düzenli olarak anlatmaları beklenen bir hikayeye bağlı kaldıklarını' anladım; bu, alanlarının 'bozuklukların biyolojisini' ve 'ilaç tedavilerini anlamada' nasıl büyük ilerleme kaydettiğinin hikayesiydi; Boston Globe için diziyi birlikte yazarken bana defalarca söylendiği gibi, 'beyindeki kimyasal dengesizlikleri' düzeltiyordu. Ancak 'kendi bilimlerinin, medyaya anlattıkları hikayeyi, düzenli olarak yalanladığını' keşfettim. Bu yüzden, 'kendi bilimsel literatürlerine eleştirel bir bakışla ortaya çıkarılabilecek hikayeye' odaklanmaya yöneldim. Bu yüzden, 'Prozac döneminde intihar ve antipsikotiklerin ölüm oranı üzerindeki etkisi' gibi bu eleştirilerde yaptığım şey, ilgili araştırmaları gözden geçirmek ve bu bulguları tutarlı bir raporda bir araya getirmek. Ayrıca, ana akım inançları desteklemek için atıfta bulunulan araştırmalara bakıyorum ve bu makalelerdeki verilerin, özetlerde sunulan sonuçları, gerçekten destekleyip desteklemediğine bakıyorum. Bunların hiçbiri aslında o kadar da zor değil, ama bir gazetecinin geleneksel "tıbbi bilgeliğe" bu şekilde meydan okumasının alışılmadık olduğunu biliyorum.
Horgan: Bir Salgının Anatomisi, akıl hastalığı ilaçlarının birçok kişiye 'kısa vadeli rahatlamalar' sağlamasına rağmen 'net zarar verdiğini' savunuyor. Bu adil bir özet mi?
Whitaker: Evet, ancak o kitabı yazdığımdan beri düşüncelerim biraz değişti. 'Psikiyatrik ilaçların, uzun vadede net zarar verdiğine' her zamankinden daha fazla ikna oldum. Keşke durum böyle olmasaydı, ancak 'bu ilaçların genel olarak, uzun vadeli sonuçları kötüleştirdiğine dair kanıtlar' artmaya devam ediyor. Ancak düşüncelerim şu şekilde değişti: Artık ilaçların hasta popülasyonları için bir bütün olarak kısa vadeli bir fayda sağladığından o kadar emin değilim. Antidepresanlar ve antipsikotiklerle ilgili kısa vadeli çalışmalara baktığınızda, semptomları azaltmada, plaseboya kıyasla etkililik kanıtı oldukça marjinaldir ve "klinik olarak anlamlı" bir fayda düzeyine ulaşamamaktadır.
Ayrıca, tüm bu araştırmalardaki sorun, çalışmalarda gerçek bir plasebo grubunun olmamasıdır. Plasebo grubu, 'psikiyatrik ilaçlarını bırakmış ve daha sonra plaseboya randomize edilmiş' hastalardan oluşur. Bu nedenle, plasebo grubu 'bir ilaç bırakma' grubudur ve 'psikiyatrik ilaçlardan çekilmenin, sayısız olumsuz etkiye' yol açabileceğini biliyoruz. İlaçsız bir plasebo grubunun çok daha iyi sonuçları olması muhtemeldir ve eğer öyleyse, bu plasebo tepkisi ilaç tepkisiyle nasıl karşılaştırılır? Kısacası, psikiyatrik ilaçların kısa vadeli etkileri üzerine yapılan araştırmalar, bilimsel bir karmaşadır. Aslında, antipsikotiklerin uzun vadeli kullanımını savunmak için tasarlanmış 2017 tarihli bir makale, yine de yüzeysel bir şekilde, "ilk epizod psikoz hastalarında, plasebo kontrollü hiçbir çalışma bildirilmediğini" kabul etti. Antipsikotikler 65 yıl önce piyasaya sürüldü ve bunların ilk atak hastalarda kısa vadede işe yaradığına dair hala iyi bir kanıtımız yok. Bunu düşündüğünüzde oldukça şaşırtıcı.
Horgan: Eleştirmenlerinizden herhangi biri —örneğin E. Fuller Torrey— tezinizi yeniden düşünmenizi sağladı mı?
Whitaker: Bir Salgının Anatomisi'nin ilk baskısı yayınlandığında (2010), eleştirmenler olacağını biliyordum ve bunun harika olacağını düşündüm. Bu tam da ihtiyaç duyulan şey, psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileri hakkında toplumsal bir tartışma. Eleştirilerden hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Çoğunlukla ad hominem saldırılarıydı —verileri seçtim veya bulguları yanlış anladım veya sadece önyargılıyım ama eleştirmenler daha sonra hangi verileri kaçırdığımı söylemiyor veya 'ilaçların, uzun vadeli sonuçları iyileştirdiğini' anlatan bulgulara işaret etmiyor. Dürüst olmak gerekirse kendi çalışmamı eleştirme konusunda çok daha iyi bir iş çıkarabileceğimi düşünüyorum. E. Fuller Torrey'nin eleştirisinden bahsediyorsunuz, burada alıntıladığım araştırmaların bazılarını hem yanlış temsil ettiğimi hem de yanlış anladığımı belirtiyor. Bunu ciddiye aldım ve uzun uzadıya cevapladım. Şimdi eğer sizin "teziniz" gerçekten hatalıysa, o zaman bir eleştirmen yazdıklarınızı doğru bir şekilde detaylandırırken, onun kusurlarını da gösterebilmelidir. Eğer durum buysa, o zaman inançlarınızı yeniden düşünmek için iyi bir sebebiniz var demektir. Fakat eğer bir eleştiri bu standardı karşılamıyorsa ve bunun yerine yazdıklarınızı yanlış temsil etmeye dayanıyorsa, o zaman eleştirmenin dürüst bir dava açmak için yeterli kanıta sahip olmadığı sonucuna varmak için sebebiniz var demektir. Ve ben Torrey'nin eleştirisini böyle görüyorum.
Örneğin Torrey, Martin Harrow'un şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçlarına ilişkin araştırmasını yanlış anladığımı söyledi. Harrow, 'antipsikotik ilaçları bırakanların iyileşme oranının, ilaçları kullanmaya devam edenlere kıyasla sekiz kat daha yüksek olduğunu' bildirdi. Ancak Harrow, 2007 tarihli makalesinde, 'ilaçları bırakanların daha iyi sonuçlarının, olumsuz ilaç etkilerinden değil, daha iyi bir prognoza sahip olmalarından kaynaklandığını' belirtti. Bir Salgının Anatomisi'ni okursanız, onun açıklamasını sunduğumu göreceksiniz. Yine de Harrow ile yaptığım röportajda, kendi verilerinin, 'daha hafif psikotik bozukluklar teşhisi konulan ve antipsikotik kullanmaya devam edenlerin, ilacı almayı bırakan şizofreni hastalarından uzun vadede daha kötü durumda olduğunu' gösterdiğini belirttim. Bu, 'antipsikotik kullanan daha az hasta olanların, bu ilaçları bırakan daha ağır hasta olanlardan daha kötü durumda olduğunu gösteren' bir karşılaştırmaydı. Ve bu karşılaştırmayı Bir Salgının Anatomisi'nde sundum. Bunu yaparak, bir riske giriyordum: Harrow'un verilerinin, 'antipsikotik ilaçların, uzun vadede olumsuz bir etkiye sahip olduğu' sonucuna varmasına yol açmış olabileceğini söylüyordum. Anatomi yayımlandıktan sonra, Harrow ve meslektaşı Thomas Jobe verilerine geri döndüler ve bu olasılığı araştırdılar. Daha sonra bu temayı inceleyen birkaç makale yazdılar, bir veya iki örnekte bu konuyu gündeme getirdiğim için beni örnek gösterdiler ve bunun böyle olabileceği sonucuna varmak için sebep buldular. Şunları yazdılar: "Antipsikotiklerin görünürdeki etkinliğinin zamanla azalması veya zararlı hale gelmesi tıbbi tedaviler arasında ne kadar benzersizdir? Benzer uzun vadeli etkilere sahip diğer ilaçlar için birçok örnek vardır ve bu genellikle vücudun ilaçlara biyolojik olarak yeniden uyum sağlamasıyla gerçekleşir. "
Bu nedenle, bu durumda şunları yaptım: Harrow'un çalışmasının sonuçlarını ve sonuçlarının yorumunu doğru bir şekilde bildirdim ve olası farklı bir yorumdan bahseden araştırmasından verileri, doğru bir şekilde sundum. Yazarlar daha sonra bu soruşturmayı ele almak için kendi verilerini yeniden gözden geçirdiler. Yine de Torrey'in eleştirisi, Harrow'un araştırmasını yanlış tanıttığım yönünde. Bu arada, aynı eleştiri hala bana yöneltiliyor. Vice'da yakın zamanda yayınlanan bir makale var, burada bir kez daha, Harrow'un örnek olarak gösterildiği, insanların araştırmayı yanlış tanıttığımı ve yanlış anladığımı söylediği alıntılar var. Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli etkileriyle ilgili "tezim" hakkındaki eleştirilerin önemli olduğunu ve memnuniyetle karşılanması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Özellikle bu konuyu ele alan iki makaleye bakın (burada ve burada) ve bu tür eleştirilere ve ikincisine genel olarak verdiğim yanıta bakın.
Horgan: Psikiyatrik ilaçları eleştirdiğimde, insanlar bazen bana 'ilaçların, hayatlarını kurtardığını ' söylüyorlar. Bu tepkiyi çok sık alıyor olmalısınız. Siz nasıl tepki veriyorsunuz?
Whitaker: Bunu duyuyorum ve duyduğumda, "Harika! İlaçların sizin için işe yaradığını bildiğim için çok mutluyum!" diye cevap veriyorum. Ancak elbette 'ilaçların, hayatlarını mahvettiğini ' söyleyen birçok kişiden de duyuyorum. Bence bireyin psikiyatrik ilaç deneyimi, iyi ya da kötü olsun, değerli ve "geçerli" olarak onurlandırılmalı. Onlar kendi hayatlarının tanıklarıdır ve bu sesleri psikiyatrik ilaçların yararları hakkındaki toplumsal düşüncelerimize dahil etmeliyiz. Ancak, en uzun süredir, çoğunlukla ana akım medyada "iyi" sonuçlardan bahsedilirken, "kötü" sonuçlar alanlar hikayelerini internet forumlarında anlatmaya razıydı. Mad in America'nın psikiyatriyi yeniden düşünmek için bir forum olarak hizmet etme çabalarında yapmaya çalıştığı şey, bu son grup için bir çıkış sağlamak, böylece onların sesleri de duyulabilir. Kişisel hesaplar, elbette, daha büyük hasta gruplarıyla yapılan sonuç çalışmalarında ortaya çıkan temel "kanıtı" değiştirmiyor. Ne yazık ki, bu, genel olarak 'faydadan çok, zarar veren ilaçlardan' bahsediyor. Bu "hayat kurtarma" temasıyla ilgili olarak, bu fayda kamu sağlığı verilerinde görünmüyor. Ciddi ruhsal bozuklukları olanların "standart ölüm oranı", genel halkla karşılaştırıldığında, son 40 yılda önemli ölçüde arttı.
Horgan: Psikiyatri alanında 'umut vadeden bir eğilim' görüyor musunuz?
Whitaker: Evet, kesinlikle. Sesleri duyan ve sesleri bastırmak yerine onlarla yaşamayı öğrenmeyi destekleyen kişilerden oluşan Duyulan /İşitilen Sesler (Hearing Voices) ağlarının yaygınlığı var. İlaçların yapması gereken şey bu. Bu ağlar ABD'de ve dünya çapında birçok ülkede faaliyet gösteriyor. Kuzey Finlandiya'da öncülük edilen ve orada başarılı olduğu kanıtlanan Açık Diyalog (Open Dialogue) yaklaşımlarınız var ve bunlar ABD'de ve birçok Avrupa ülkesinde (ve ötesinde) benimseniyor. Bu uygulama 'antipsikotiklerle tedaviye, çok daha az vurgu' yapıyor ve insanların 'ailelerine ve toplumlarına yeniden entegre olmalarına' yardımcı olmaya çok daha fazla vurgu yapıyor. Hükümet düzeyinde bile birçok alternatif program ortaya çıkıyor.
Örneğin Norveç, hastane bölgelerine isteyenlere "ilaçsız (medication free)" tedavi sunmaları talimatını verdi ve şu anda Norveç'te 'kronik hastaların psikiyatrik ilaçlarını azaltmalarına' yardımcı olmaya adanmış özel bir hastane var. İsrail'de, antipsikotik kullanımının isteğe bağlı olduğu ve ortamın (destekleyici bir yerleşim ortamı) başlıca "terapi" olarak görüldüğü Soteria evleri türedi (bazen bunlara dengeleyici evler denir).. BM Sağlık Özel Raportörü Dainius Puras, 'zihinsel sağlıkta bir "devrim" çağrısında' bulunuyor; bu devrim, bugünün 'biyolojik bakım paradigmasını, zihinsel sıkıntının kaynağı' olarak sosyal adalet faktörlerine -yoksulluk, eşitsizlik, vb. - daha fazla dikkat eden bir paradigmayla değiştirecek. Tüm bu girişimler, yeni bir yol bulma çabasından bahsediyor.
Ancak belki de en önemlisi, "olumlu eğilimler" açısından, 1980'lerde bize anlatılan anlatının çökmesi, yeni bir paradigmanın tutunması için fırsat sunuyor. Giderek daha fazla araştırma, geleneksel anlatının tüm ayrıntılarıyla nasıl işe yaramadığını anlatıyor. 'Tanı ve İstatistik El Kitabı'ndaki (DSM "Diagnostic and Statistical Manual") teşhisler, ayrı hastalıklar olarak doğrulanmadı; zihinsel bozuklukların genetiği, şüpheli kalmaya' devam ediyor; MRI taramalarının yararlı olduğu kanıtlanmadı; uzun vadeli sonuçlar zayıf; ve psikiyatrik ilaçların kimyasal dengesizlikleri düzelttiği fikri terk edildi. Psikiyatrik Zamanlar (Psychiatric Times)'ın eski genel yayın yönetmeni Ronald Pies, 'psikiyatrinin, bir kurum olarak böyle bir iddiada bulunmasını' bile engellemeye çalıştı..
Horgan: Beyin implantları veya diğer elektrostimülasyon cihazları herhangi bir terapötik potansiyel gösteriyor mu?
Whitaker: Bunun için hazır bir cevabım yok. Derin beyin stimülasyonu denemesinden elde edilen sonuçların döndürülmesi ve 'uzun vadede bu şekilde tedavi edilen bazı hastaların, çektiği acılar' hakkında iki makale yayınladık. Bu makaleler, bu soruyu yanıtlamanın neden zor olabileceğini anlatıyor: veriler bu bulguyu desteklemese bile terapötik bir başarıyı anlatan yayınlanmış sonuçları zorlayan finansal etkiler var ve uzun vadeli sonuçları incelemeyi başaramayan bir araştırma ortamımız var. Zihinsel bozukluklar için somatik tedavilerin tarihi de, dikkatli olmak için bir neden sağlıyor. Bu, başlangıçta tedavi edici veya son derece yararlı olarak selamlanan ve daha sonra zaman testinden geçemeyen bir somatik tedavinin tarihidir. Frontal lobotominin mucidi Egas Moniz, bugün bir sakatlama (mutilation) olarak anladığımız bu ameliyatı icat ettiği için Nobel Ödülü'ne layık görüldü. Somatik tedavilerin en azından bazı hastalar için faydalı olabileceği olasılığına açık kalmak önemlidir. Ancak başlangıçtaki başarı iddialarına karşı temkinli olmak için birçok neden var.
Horgan: Psikedelik ilaçlar tedavi olarak ciddiye alınmalı mı?
Whitaker: Bence burada da dikkatli olmak gerekir. Elbette psikedelik ilaçlarla ilgili birçok risk var ve bugün 'ilk psikoz atağı' üzerine bir çalışma yapsaydınız, hastaların büyük bir yüzdesinin 'psikotik krizlerinden önce zihin değiştirici ilaçlar kullandığını' görürdünüz —antidepresanlar, esrar, LSD vb. Aynı zamanda, psikedeliklerin kullanımıyla ilgili olumlu sonuçlar bildiren makalelerin incelemelerini yayınladık. Faydaları ve riskleri nelerdir? Riskler en aza indirilirken olası faydalar elde edilebilir mi? Bu araştırmaya değer bir soru, ancak dikkatli bir şekilde.
Horgan: Peki ya meditasyon?
Whitaker: Birçok insanın meditasyonu faydalı bulduğunu biliyorum. Diğer insanların da 'zihinlerinin sessizliğinde oturmayı' zor bulduğunu ve hatta 'tehdit edici' bulduğunu biliyorum. Mad in America meditasyonla ilgili araştırmaların incelemelerini yayınladı, birkaç blog yazarı bu konuda yazdı ve "ilaç dışı terapiler" kaynak bölümümüzde depresyon için kullanımına ilişkin araştırma bulgularını özetledik. Bu konudaki araştırmaların istenildiği kadar sağlam olmadığı sonucuna vardık. Ancak, sorunuzun daha geniş bir düşünceye yol açtığını düşünüyorum: Zihinleri ve duygularıyla mücadele eden insanlar, yararlı buldukları birçok farklı yaklaşım bulabilirler. Egzersiz, diyet, meditasyon, yoga vb. hepsi 'kişinin çevresini değiştirme çabalarını' temsil eder ve sonuçta bunun çok yararlı olabileceğini düşünüyorum. Ancak birey, kendisi için en iyi işe yarayan 'çevresel değişikliğe giden yolunu' bulmalıdır.
Horgan: Ruhsal hastalıkların nedenlerini anlamada herhangi bir ilerleme görüyor musunuz?
Whitaker: Evet ve bu ilerleme şu şekilde özetlenebilir: araştırmacılar "bize olanlardan" nasıl etkilendiğimize dair araştırmalara geri dönüyorlar. Olumsuz Çocukluk Deneyimleri (The Adverse Childhood Experiences) çalışması, 'çocukluktaki travmaların (boşanma, yoksulluk, taciz, zorbalık vb.), fiziksel ve ruhsal sağlık üzerinde uzun vadeli bir bedel ödettiğine' dair ikna edici kanıtlar sunuyor. Ciddi bir ruhsal bozukluk teşhisi konmuş herhangi bir kadın grubuyla görüşün, düzenli olarak cinsel taciz hikayeleri bulacaksınız. Irkçılık bedel ödetir. Yoksulluk, baskıcı çalışma koşulları vb. de öyle. Daha da devam edebilirsiniz, ancak tüm bunlar, biz insanların çevremize yanıt vermek üzere tasarlandığımızı ve ruhsal sıkıntının büyük ölçüde zorlu ortamlardan ve geçmişte ve günümüzde yaşanan tehdit edici deneyimlerden kaynaklandığını hatırlatıyor. Ve "zihinsel hastalık" kaynağı olarak yaşam deneyimlerine odaklanıldığında, ilgili bir soru şu anda soruluyor: 'Hepimizin zihinsel olarak iyi olmak için neye ihtiyacımız var?' Barınak, iyi yemek, hayatta anlam, sevilecek biri vb. — eğer bu perspektiften bakarsanız, bu destekleyici unsurlar ortadan kalkmaya başladığında, psikiyatrik zorlukların neden ortaya çıktığını görebilirsiniz. "Zihinsel hastalığa" neden olan biyolojik faktörler olabileceğini göz ardı etmiyorum. Belirli bir bozukluğu gösteren biyolojik belirteçler keşfedilmemiş olsa da, biyolojik yaratıklarız ve örneğin, psikotik ataklara neden olabilen fiziksel hastalıklar ve toksinler olduğunu biliyoruz. Ancak, şu anda kaydedilen ilerleme, robotik "her şey beyin kimyasıyla ilgili" olmaktan uzaklaşarak sosyal hayatlarımızın ve deneyimlerimizin öneminin yeniden keşfedilmesine doğru bir harekettir.
Horgan: Sigmund Freud'dan öğreneceğimiz bir şey var mı?
Whitaker: Kesinlikle öyle düşünüyorum. Freud, zihnimizin çoğunun 'bizden gizli olduğunu' ve bilincimize sızan şeyin, 'zihnimizin birçok bölümünün, duygusal merkezlerimizin ve daha ilkel içgüdülerimizin bir karışımından' kaynaklandığını hatırlatır. Freud'un id, ego ve süperegoyu beynin farklı bölümlerinin kavramsallaştırılması olarak tanımlamalarında hala değer görebilirsiniz. Üniversitedeyken Freud'u okudum ve benim için biçimlendirici bir deneyimdi.
Horgan: Amerikan tarzı kapitalizmin, ruh sağlığı bakımı da dahil olmak üzere iyi sağlık hizmeti üretmediğinden korkuyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
Whitaker: Açıkça öyle değil. Öncelikle, "hastalıkları" tedavi etmek için kurulmuş kar amacı güden sağlık hizmetimiz var. Akıl sağlığı bakımında, insanları "hasta" olarak görüp bu "hastalık" için tedavi etmekten elde edilecek bir kâr olduğu anlamına gelir. Bir hap alın! Başka bir deyişle, ürünler için pazarlar yaratmaya çalışan Amerikan tarzı kapitalizm, 'akıl hastaları yaratmak' için bir teşvik sağlar ve bunu son 35 yıldır büyük bir başarıyla yapmıştır. İkincisi, elde edilecek bir kâr olmadan, bir kişinin hayatını yeniden kurmasına yardımcı olabilecek psikososyal bakıma çok fazla yatırımınız olmaz. Psikososyal bakımda toplumsal bir masraf vardır, ancak çok az şirket kârı vardır ve Amerikan tarzı kapitalizm bu denkleme kendini ödünç vermez. Üçüncüsü, Amerikan tarzı kapitalizmimizde (neoliberalizmi düşünün), "hasta" olarak görülen ve düzeltilmesi gereken kişi bireydir. Topluma ücretsiz geçiş hakkı tanınır. Bu da iyi "akıl sağlığı" bakımına bir engeldir, çünkü toplumumuzda hepimiz için daha besleyici olabilecek hangi değişiklikleri yapabileceğimizi düşünmemizi engeller. Amerikan tarzı kapitalizmimizle, artık çok eşitsiz bir toplumumuz var, giderek daha fazla zenginlik seçilmiş birkaç kişiye gidiyor ve giderek daha fazla insan faturalarını ödemekte zorlanıyor. Bu, psikiyatrik sıkıntı için bir reçetedir. İyi "zihinsel sağlık bakımı" daha eşit ve adil bir toplum yaratmakla başlar.
Horgan: COVID-19 salgını akıl hastalarının bakımını nasıl etkileyebilir?
Whitaker: Bu Mad in America'nın bildirdiği bir şey. Salgın, elbette, akıl hastanelerindeki veya grup evlerindeki insanlar için özellikle tehdit edici olabilir. Tehdit, bu tür ortamlarda gelebilecek virüse maruz kalmaktan daha fazlasıdır. Bu şekilde mücadele eden insanlar, genellikle kendilerini çok izole, yalnız ve başkalarıyla birlikte olmaktan korkar hissederler. Sosyal mesafe çağrılarıyla birlikte COVID-19 önlemleri bunu daha da kötüleştirebilir. Bence bu, hastane personelini ve huzurevlerini işletenleri olağanüstü zor bir duruma sokuyor — bir tür sosyal mesafeyi uygulamaları beklenirken hastaların izolasyonunu nasıl hafifletebilirler?
Horgan: Bir sonraki başkan sizi akıl sağlığı çarı olarak atasaydı, Yapılacaklar listenizin en başında ne olurdu?
Whitaker: Bunun olmayacağından oldukça eminim ve eğer olsaydı, bu iş için tamamen yetersiz olduğumu hemen itiraf ederdim. Ama Mad in America'daki konumumdan, toplumumuzda görmek istediğim şey şu. Yukarıdaki cevaplarımdan da görebileceğiniz gibi, bence temel sorun 'toplumumuzun kendisini bize bir bilim anlatısı olarak satılan yanlış bir anlatı etrafında' örgütlemiş olması. 1980'lerin başında, 'psikiyatrik bozuklukların, beyindeki kimyasal dengesizliklerden kaynaklanan' ayrı beyin hastalıkları olduğunu ve diyabet için insülin gibi 'yeni nesil psikiyatrik ilaçların, bu dengesizlikleri düzelttiğini' duymaya başladık. Bu, inanılmaz bir tıbbi atılımın hikayesi: Araştırmacılar beynimizdeki deliliğe, depresyona, kaygıya veya DEHB'ye neden olan kimyasalları keşfetmişler ve beyin kimyasını normale döndürebilecek ilaçlar geliştirmişlerdi. İnsan beyninin karmaşıklığı göz önüne alındığında, eğer bu doğru olsaydı, tartışmasız tıp tarihindeki en büyük başarı olurdu. Ve bunun doğru olduğunu anladık. "Normal" beyin ile "anormal" beyin arasında keskin bir çizgi olduğuna ve bu hastalıkları, 'taramanın tıbbi olarak yararlı' olduğuna ve psikiyatrik ilaçların 'çok güvenli ve etkili olduğuna ve genellikle yaşam boyu alınması gerektiğine' inanmaya başladık.
Ancak bugün açıkça görülebilen şey, bu anlatının bilimsel değil, bir pazarlama hikayesi olduğudur. Bu, kurum olarak psikiyatrinin 'lonca amaçları için' desteklediği bir hikayeydi ve ilaç şirketlerinin' ticari nedenlerle' desteklediği bir hikayeydi. Bilim aslında çok farklı bir hikaye anlatıyor: psikiyatrik bozuklukların biyolojisi bilinmiyor; DSM'deki bozukluklar ayrı hastalıklar olarak doğrulanmadı; ilaçlar kimyasal dengesizlikleri düzeltmiyor, bunun yerine normal nörotransmitter işlevlerini bozuyor; ve hatta kısa vadeli etkinlikleri bile en iyi ihtimalle marjinal. Beklenebileceği gibi, düşüncelerimizi yanlış bir anlatı etrafında örgütlemek toplumsal bir felaket oldu: toplumumuzda ruhsal hastalık yükünde keskin bir artış; sürekli ilaç kullananlar için zayıf uzun vadeli işlevsel sonuçlar; çocukluğun patolojikleştirilmesi; vb. Şimdi ihtiyacımız olan şey, kendimizi örgütleyeceğimiz, tarih, edebiyat, felsefe ve iyi bilimle dolu yeni bir anlatı.
Bence ilk adım DSM'yi terk etmek. Bu kitap, hayal
edilebilecek en yoksul "varoluş felsefesini" sunuyor. 'Çok duygusal olan,
zihniyle mücadele eden veya sadece sıkıcı bir ortamda bulunmaktan
hoşlanmayan (DEHB'yi düşünün)', herkes tanı için adaydır. Eğer doğruyu
söylemek gerekirse, edebiyatta bulunabilecek bir anlatıya ihtiyacımız
var. Romanlar, Shakespeare, İncil - hepsi biz insanların 'zihinlerimizle,
duygularımızla ve davranışlarımızla, nasıl mücadele ettiğimizi' anlatır.
Bu normdur; insan durumudur. Ve yine de edebiyatta gördüğümüz
karakterler, DSM merceğinden bakılsalardı, düzenli olarak tanı için
uygun olurdu. Aynı zamanda edebiyat, insanların 'nasıl bu kadar dirençli
olabileceğini ve yaşlandıkça ve farklı ortamlarda hareket ettikçe nasıl
değiştiğimizi' anlatır. Bunun da yeni bir anlatının parçası olması
gerekir; mevcut hastalık modeli anlatımız, insanların muhtemelen kronik
olarak hasta olacağını anlatır. Beyinleri kusurludur ve bu nedenle
terapötik hedef "hastalığın" semptomlarını yönetmektir. Bu karamsarlığın
yerine, umudu koyan bir anlatıya ihtiyacımız var.
İnsan olmanın ne olduğuna dair bu edebi anlayışı benimsersek, o zaman şu soruyla başlayacak bir "zihinsel sağlık" politikası oluşturulabilir: Hepimiz için daha besleyici ortamlar nasıl yaratırız? Bir çocuğun merakını geliştiren okullar nasıl yaratırız? Doğayı hayatımıza nasıl geri getiririz? İnsanlara anlam, topluluk duygusu ve yurttaşlık görevi duygusu sağlamaya yardımcı olan bir toplum nasıl yaratırız? İyi fiziksel sağlığı teşvik eden ve barınak ve tıbbi bakıma erişim sağlayan bir toplum nasıl yaratırız? Dahası, bu anlayışı akılda tutarak, bireysel terapi insanların ortamlarını değiştirmelerine yardımcı olur. Doğada yürüyüşleri teşvik edebilir; gönüllü çalışma önerebilir; insanların gidip iyileşebilecekleri ortamlar sağlayabilirsiniz vb. En önemlisi, "hastalık temelli" bir bakım paradigmasının aksine, "sağlık temelli" bir paradigma insanların umutlu hissetmelerine ve kendileri için farklı bir gelecek yaratmanın bir yolunu bulmalarına yardımcı olur. Bu arada, psikotik bir bölüm geçirmiş kişilere yardımcı olabilecek bir yaklaşımdır. Soteria evleri ve Açık Diyalog, psikotik hastalara bu şekilde yardımcı olmayı amaçlayan "terapilerdir". Bu "sağlıklı yaşam" bakım paradigması içinde, insanların en azından bir süreliğine farklı hissetmelerine yardımcı olan ilaçların kullanımı için hala bir yer olacaktır: sakinleştiriciler, yatıştırıcılar vb. Ve yine de, zayıflatıcı ruh hali durumlarına ve "psikoza" giden birçok yolu daha iyi anlamaya çalışan bilimi finanse etmek isteyeceksiniz - travma, zayıf fiziksel sağlık, fiziksel hastalık, uyku eksikliği, yaşamdaki aksilikler, izolasyon, yalnızlık ve evet, mevcut olabilecek herhangi bir biyolojik zaaf. Aynı zamanda, "sağlıklı yaşamın" temellerini daha iyi anlamaya çalışan bilimi finanse etmek isteyeceksiniz.
Horgan: Ütopyanız nedir?
Whitaker: Benim "ütopyam", az önce anlattığım gibi, zihinsel hastalıklar hakkında yeni bir anlatıya dayanan, insanların ne kadar duygusal olduğu, zihinlerimizle nasıl mücadele ettiğimiz ve çevremize nasıl tepki verecek şekilde inşa edildiğimiz anlayışına dayanan bir dünya olurdu. Ve bu gerçekten Mad in America'nın misyonudur. "Ruh sağlığı" için yeni bir toplumsal anlatı yaratmak için bir forum olmasını istiyoruz." (28)
"Bir salgının anatomisi: Sihirli mermiler, psikiyatrik ilaçlar ve Amerika'da akıl hastalığının şaşırtıcı yükselişi.
Özet.. Yazar bu kitapta tıbbi bir gizemi araştırıyor: Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'engelli akıl hastalarının sayısı, son yirmi yılda neden üç katına' çıktı? Her gün, 1.100 yetişkin ve çocuk, 'akıl hastalığı nedeniyle, yeni engelli hale geldikleri' için hükümetin 'engellilik kayıtlarına' ekleniyor ve bu salgın ülkemizin çocukları arasında en hızlı şekilde yayılıyor. Neler oluyor? Bir Salgının Anatomisi, okuyucuları bu soruyu kendi başlarına düşünmeye davet ediyor. İlk olarak, yazar bugün 'akıl hastalıklarının biyolojik nedenleri' hakkında bilinenleri araştırıyor. Psikiyatrik ilaçlar beyindeki "kimyasal dengesizlikleri" düzeltiyor mu yoksa aslında onları yaratıyor mu? Araştırmacılar bu soruyu incelemek için onlarca yıl harcadılar ve 1980'lerin sonlarına doğru cevaplarını buldular. Okurlar, bilimsel dergilerde bildirilenleri keşfettiklerinde şaşıracak ve dehşete düşecekler. Ardından bu kitabın merkezindeki bilimsel soru geliyor: Son elli yılda, araştırmacılar 'psikiyatrik ilaçların, uzun vadeli sonuçları nasıl etkilediğine' baktıklarında ne buldular? İlaçların, insanların sağlıklı kalmasına yardımcı olduğunu mu keşfettiler? Daha iyi işlev görmelerini mi? İyi bir fiziksel sağlığa sahip olmalarını mı? Yoksa bu ilaçların, paradoksal bir nedenden ötürü, insanların 'kronik olarak hasta olma, daha az işlev görme ve fiziksel hastalığa daha yatkın olma' olasılığını artırdığını mı buldular?
İnsan olmanın ne olduğuna dair bu edebi anlayışı benimsersek, o zaman şu soruyla başlayacak bir "zihinsel sağlık" politikası oluşturulabilir: Hepimiz için daha besleyici ortamlar nasıl yaratırız? Bir çocuğun merakını geliştiren okullar nasıl yaratırız? Doğayı hayatımıza nasıl geri getiririz? İnsanlara anlam, topluluk duygusu ve yurttaşlık görevi duygusu sağlamaya yardımcı olan bir toplum nasıl yaratırız? İyi fiziksel sağlığı teşvik eden ve barınak ve tıbbi bakıma erişim sağlayan bir toplum nasıl yaratırız? Dahası, bu anlayışı akılda tutarak, bireysel terapi insanların ortamlarını değiştirmelerine yardımcı olur. Doğada yürüyüşleri teşvik edebilir; gönüllü çalışma önerebilir; insanların gidip iyileşebilecekleri ortamlar sağlayabilirsiniz vb. En önemlisi, "hastalık temelli" bir bakım paradigmasının aksine, "sağlık temelli" bir paradigma insanların umutlu hissetmelerine ve kendileri için farklı bir gelecek yaratmanın bir yolunu bulmalarına yardımcı olur. Bu arada, psikotik bir bölüm geçirmiş kişilere yardımcı olabilecek bir yaklaşımdır. Soteria evleri ve Açık Diyalog, psikotik hastalara bu şekilde yardımcı olmayı amaçlayan "terapilerdir". Bu "sağlıklı yaşam" bakım paradigması içinde, insanların en azından bir süreliğine farklı hissetmelerine yardımcı olan ilaçların kullanımı için hala bir yer olacaktır: sakinleştiriciler, yatıştırıcılar vb. Ve yine de, zayıflatıcı ruh hali durumlarına ve "psikoza" giden birçok yolu daha iyi anlamaya çalışan bilimi finanse etmek isteyeceksiniz - travma, zayıf fiziksel sağlık, fiziksel hastalık, uyku eksikliği, yaşamdaki aksilikler, izolasyon, yalnızlık ve evet, mevcut olabilecek herhangi bir biyolojik zaaf. Aynı zamanda, "sağlıklı yaşamın" temellerini daha iyi anlamaya çalışan bilimi finanse etmek isteyeceksiniz.
Horgan: Ütopyanız nedir?
Whitaker: Benim "ütopyam", az önce anlattığım gibi, zihinsel hastalıklar hakkında yeni bir anlatıya dayanan, insanların ne kadar duygusal olduğu, zihinlerimizle nasıl mücadele ettiğimiz ve çevremize nasıl tepki verecek şekilde inşa edildiğimiz anlayışına dayanan bir dünya olurdu. Ve bu gerçekten Mad in America'nın misyonudur. "Ruh sağlığı" için yeni bir toplumsal anlatı yaratmak için bir forum olmasını istiyoruz." (28)
"Bir salgının anatomisi: Sihirli mermiler, psikiyatrik ilaçlar ve Amerika'da akıl hastalığının şaşırtıcı yükselişi.
Özet.. Yazar bu kitapta tıbbi bir gizemi araştırıyor: Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'engelli akıl hastalarının sayısı, son yirmi yılda neden üç katına' çıktı? Her gün, 1.100 yetişkin ve çocuk, 'akıl hastalığı nedeniyle, yeni engelli hale geldikleri' için hükümetin 'engellilik kayıtlarına' ekleniyor ve bu salgın ülkemizin çocukları arasında en hızlı şekilde yayılıyor. Neler oluyor? Bir Salgının Anatomisi, okuyucuları bu soruyu kendi başlarına düşünmeye davet ediyor. İlk olarak, yazar bugün 'akıl hastalıklarının biyolojik nedenleri' hakkında bilinenleri araştırıyor. Psikiyatrik ilaçlar beyindeki "kimyasal dengesizlikleri" düzeltiyor mu yoksa aslında onları yaratıyor mu? Araştırmacılar bu soruyu incelemek için onlarca yıl harcadılar ve 1980'lerin sonlarına doğru cevaplarını buldular. Okurlar, bilimsel dergilerde bildirilenleri keşfettiklerinde şaşıracak ve dehşete düşecekler. Ardından bu kitabın merkezindeki bilimsel soru geliyor: Son elli yılda, araştırmacılar 'psikiyatrik ilaçların, uzun vadeli sonuçları nasıl etkilediğine' baktıklarında ne buldular? İlaçların, insanların sağlıklı kalmasına yardımcı olduğunu mu keşfettiler? Daha iyi işlev görmelerini mi? İyi bir fiziksel sağlığa sahip olmalarını mı? Yoksa bu ilaçların, paradoksal bir nedenden ötürü, insanların 'kronik olarak hasta olma, daha az işlev görme ve fiziksel hastalığa daha yatkın olma' olasılığını artırdığını mı buldular?
Bu, psikiyatrik ilaçların uzun vadeli sonuçlar prizmasından
faydalarına bakan ilk kitaptır. Uzun vadeli iyileşme oranları ilaç
kullanan veya kullanmayan şizofreni hastalarında daha mı yüksektir?
Antidepresan almak, depresif bir kişinin bozukluk nedeniyle sakat kalma
riskini azaltır mı yoksa artırır mı? Bipolar hastalar bugün kırk yıl
öncesine göre daha mı iyi durumda, yoksa çok daha mı kötü? Ulusal Ruh
Sağlığı Enstitüsü (NIMH) DEHB'li çocukların uzun vadeli sonuçlarını
incelediğinde, uyarıcıların herhangi bir fayda sağladığını tespit
ettiler mi? Sonuçlar literatürünün bu incelemesinin sonunda,
okuyucuların kendilerine ait rahatsız edici bir soru soracakları
kesindir: Bu uzun vadeli çalışmalardan elde edilen sonuçlar (hepsi aynı
çarpıcı sonuca işaret ediyor) neden kamuoyundan saklandı? Whitaker, bu
ilgi çekici tarihte ayrıca bu salgına kapılan çocukların ve
yetişkinlerin kişisel hikayelerini anlatıyor. Son olarak, Avrupa ve
Amerika Birleşik Devletleri'nde iyi uzun vadeli sonuçlar üreten
yenilikçi psikiyatrik bakım programları hakkında rapor veriyor. Ülkemiz
sakatlayıcı bir ruhsal hastalık salgınıyla karşı karşıya kaldı ve yine
de Bir Salgının Anatomisi'nin (Anatomy of an Epidemic) ortaya koyduğu gibi, bu salgının
önlenmesine yönelik tıbbi planlar çoktan çizildi. (PsycINFO Veritabanı
Kaydı (c) 2016 APA, tüm hakları saklıdır)" (29)
"Çalışma, Depresyonun Beyindeki Kimyasal Dengesizlikten Kaynaklandığı Teorisini Çürütüyor – Amerika'nın Sorunu, Suçlu İlaç Satıcılarıyla
Amerika'da, ilaç satıcılarının kelimenin tam anlamıyla ülkeyi mahvettiği büyük bir 'ilaç bağımlılığı' sorunu var. Hayır, 'fentanil, met, crack, eroin' veya başka herhangi bir "yasadışı sokak uyuşturucularından" ve bunları satan insanlardan bahsetmiyorum. Çok daha büyük bir 'ilaç satıcısı ağı tarafından dağıtılan ilaçlarla' ilgili çok daha büyük 'ilaç bağımlılığı' sorunundan bahsediyorum: 'FDA onaylı ve yetkili reçeteli ilaçlar.' Bu, açık ara dünyanın en büyük suç örgütüdür. Amerika'daki her şehir ve kasabanın köşesinde bulunan eczanelerden satın alınan ve tıp doktorları tarafından dağıtılan farmasötik ilaçlar, bu ülkeyi mahveden şeydir. Bu ilaçlar Amerika Birleşik Devletleri'nde önde gelen ölüm nedenidir ve ilaç satıcıları dünyadaki en büyük suç örgütü sınıfıdır.
Bkz: "İlaç Endüstrisi, ABD'de Önde Gelen Ölüm Nedeni ve Dünyanın En Büyük Suç Örgütüdür" (a)
Bu ilaç satıcıları arasında en kötü suçlular, "psikiyatrist" adı verilen sahte doktorlardır; bu "doktorların" beşte biri cezai suçlamalarla tutuklanmakta, psikiyatri koğuşlarındaki kadınların %40'ı tecavüze uğramakta ve bir çocuğun, bir psikiyatrist tarafından cinsel tacize uğrama olasılığı, bir yabancı veya kayıtlı bir cinsel suçlu tarafından tacize uğrama olasılığından 3 kat daha fazladır..
-Bkz: "Psikiyatristler, ABD'de En Çok Suç İşleyenler" -VİDEO (b)
"Çalışma, Depresyonun Beyindeki Kimyasal Dengesizlikten Kaynaklandığı Teorisini Çürütüyor – Amerika'nın Sorunu, Suçlu İlaç Satıcılarıyla
Amerika'da, ilaç satıcılarının kelimenin tam anlamıyla ülkeyi mahvettiği büyük bir 'ilaç bağımlılığı' sorunu var. Hayır, 'fentanil, met, crack, eroin' veya başka herhangi bir "yasadışı sokak uyuşturucularından" ve bunları satan insanlardan bahsetmiyorum. Çok daha büyük bir 'ilaç satıcısı ağı tarafından dağıtılan ilaçlarla' ilgili çok daha büyük 'ilaç bağımlılığı' sorunundan bahsediyorum: 'FDA onaylı ve yetkili reçeteli ilaçlar.' Bu, açık ara dünyanın en büyük suç örgütüdür. Amerika'daki her şehir ve kasabanın köşesinde bulunan eczanelerden satın alınan ve tıp doktorları tarafından dağıtılan farmasötik ilaçlar, bu ülkeyi mahveden şeydir. Bu ilaçlar Amerika Birleşik Devletleri'nde önde gelen ölüm nedenidir ve ilaç satıcıları dünyadaki en büyük suç örgütü sınıfıdır.
Bkz: "İlaç Endüstrisi, ABD'de Önde Gelen Ölüm Nedeni ve Dünyanın En Büyük Suç Örgütüdür" (a)
Bu ilaç satıcıları arasında en kötü suçlular, "psikiyatrist" adı verilen sahte doktorlardır; bu "doktorların" beşte biri cezai suçlamalarla tutuklanmakta, psikiyatri koğuşlarındaki kadınların %40'ı tecavüze uğramakta ve bir çocuğun, bir psikiyatrist tarafından cinsel tacize uğrama olasılığı, bir yabancı veya kayıtlı bir cinsel suçlu tarafından tacize uğrama olasılığından 3 kat daha fazladır..
-Bkz: "Psikiyatristler, ABD'de En Çok Suç İşleyenler" -VİDEO (b)
Bu istatistikleri destekleyen kaynaklara referanslar için lütfen şuraya bakın:
Bkz: "Ruh Sağlığında 'Cinsel İstismar' Salgını: Psikiyatristler, Kadınlara Tecavüz Ediyor ve Çocukları Taciz Ediyor" (c)
Psikiyatrinin, 2-3 yaşlarındaki küçük çocuklar da dahil olmak üzere "zihinsel hastalık" teşhisi konmuş kişilere psikiyatrik ilaçları zorla kabul ettirmek için kullandığı kutsal kasesi olan "beyin dengesizliği (brain imbalance)" teorisi, geçen yıl Moleküler Psikiyatri (Molecular Psychiatry) dergisinde yayınlanan bir çalışmayla tamamen çürütüldü:
Bkz: "Depresyonda serotonin teorisi: kanıtların sistematik bir şemsiye incelemesi" (d)
Bu çalışma psikiyatri alanında çok fazla öfkeye neden oldu, bu anlaşılabilir bir durum çünkü çoğu psikiyatrik ilacı işe yaramaz ve tehlikeli olarak gösterdi ve çalışma psikiyatri alanının tamamını bir sahtekarlık olarak itibarsızlaştırdı. Yazarlar tüm eleştirilerin kendilerine gönderilmesi için neredeyse bir yıl beklediler ve şimdi yanıtlarını yayınladılar:
Bkz: "Depresyonun serotonin hipotezi: hem uzun süredir reddedildi hem de hala destekleniyor mu?" (e)
Bu çalışma, psikiyatrinin ardındaki iddia edilen "bilimi" tamamen çürüten ilk çalışma değildi. Harvard Tıp Fakültesi'ndeki Plasebo Çalışmaları Programı'nın yardımcı direktörü olan Dr. Irving Kirsch, 2011'de İmparatorun Yeni İlaçları – Antidepresan Efsanesini Patlatıyor (The Emperor's New Drugs – Exploding the Antidepressant Myth) adlı bir kitap yayınladı.
Şöyle yazdı: (f) "Çoğu insan gibi ben de 'antidepresanların işe yaradığını' düşünürdüm. Klinik psikolog olarak, depresyondaki psikoterapi danışanlarımı, ilaç reçeteleri için psikiyatrist meslektaşlarıma yönlendirdim ve bunun yardımcı olabileceğine inanıyordum. Bazen antidepresan işe yarıyor gibi görünüyordu; bazen de yaramıyordu. İşe yaradığında, danışanlarımın 'psikolojik durumlarıyla başa çıkmalarına' yardımcı olan şeyin, 'antidepresandaki aktif madde' olduğunu varsaydım. İlaç şirketlerine göre, 'depresyondaki hastaların yüzde 80'inden fazlası, antidepresanlarla başarılı bir şekilde' tedavi edilebiliyor. Bu tür iddialar, bu ilaçları dünyadaki en yaygın reçeteli ilaç sınıflarından biri haline getirdi ve küresel satışları yılda 19 milyar dolarlık bir sektör haline geldi. Gazete ve dergi makaleleri, 'antidepresanları, milyonlarca insanın hayatını değiştiren mucize ilaçlar' olarak duyurdu. Depresyonun bir hastalık olduğu söylendi - ilaçla tedavi edilebilen bir beyin hastalığı.. Depresyonun gerçekten bir hastalık olduğundan emin değildim, ancak ilaçların işe yaradığına ve çok şiddetli depresyondaki danışanlar için psikoterapiye yardımcı olabileceğine inanıyordum. Bu nedenle bu danışanları, danışanların psikoterapiye devam ederken alabilecekleri ve onları depresyona sokan psikolojik sorunlar üzerinde çalışabilecekleri antidepresanlar yazabilecek psikiyatristlere yönlendirdim. Ancak danışanlarımın kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayan gerçekten aldıkları ilaç mıydı? Belki de bildirdikleri iyileşmenin bir ilaç etkisi olmayabileceği konusunda şüphelenmeliydim. İnsanlar birçok ilaçtan önemli faydalar elde ederler, ancak sadece tedavi gördüklerini bilerek semptomlarında iyileşme de yaşayabilirler.
Buna plasebo etkisi denir.. Connecticut Üniversitesi'nde bir araştırmacı olarak, uzun yıllardır plasebo etkilerini inceliyordum. Depresyonu hafifletmek için inancın gücünün farkındaydım ve bunun psikolojik veya farmakolojik olsun herhangi bir tedavinin önemli bir parçası olduğunu anlamıştım. Ancak antidepresan ilaçların plasebo etkisinin ötesinde önemli bir şey kattığına da inanıyordum. İlk kitabımda yazdığım gibi, 'antidepresif ilaçların plasebo haplarıyla karşılaştırılması, ilkinin daha büyük bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor... Mevcut veriler, imipraminin, depresyon üzerinde farmakolojik olarak spesifik bir etkisi olduğunu gösteriyor.' Bir araştırmacı olarak, yayınlanmış literatürde sunulduğu şekliyle verilere güvendim. İmipramin gibi antidepresanların oldukça etkili ilaçlar olduğuna inanıyordum ve buna 'imipraminin plasebo tedavisine göre kanıtlanmış üstünlüğü' olarak atıfta bulundum. İlaç şirketleri, antidepresanların etkinliğinin, ilaçların plasebolardan (hiçbir aktif madde içermeyen sahte haplar) önemli ölçüde daha iyi olduğunu gösteren yayınlanmış klinik deneylerde kanıtlandığını iddia ettiler ve hala iddia ediyorlar. Ancak Sapirstein ve benim incelediğimiz veriler çok farklı bir hikaye anlatıyordu.
Birçok depresif hasta ilaç verildiğinde iyileşse de, plasebo verilen birçok hasta da iyileşir ve' ilaç tepkisi ile plasebo tepkisi arasındaki fark' o kadar da büyük değildir. Yayımlanan çalışmalar aslında 'depresyondaki kişilerin antidepresan aldıklarında gösterdikleri iyileşmenin çoğunun, plasebo etkisinden kaynaklandığını' gösteriyor. 'Antidepresanların etkilerinin çoğunun plasebo etkisi' olarak açıklanabileceği bulgumuz, antidepresanlar hakkındaki görüşlerimi değiştiren bir dizi sürprizden yalnızca ilkiydi. Bu araştırmayı takip ederek, analiz ettiğimiz yayımlanmış klinik deneylerin antidepresanların etkinliğini değerlendiren tek çalışmalar olmadığını öğrendim. Yürütülen klinik deneylerin yaklaşık %40'ının, 'kendilerine sponsor olan ilaç şirketleri tarafından, yayımlanmaktan alıkonulduğunu' keşfettim. Bunlar genel olarak, gerçek ilacı almanın önemli bir faydasını gösteremeyen çalışmalardı. Tüm verileri analiz ettiğimizde – yayınlanmış olanlar ve bastırılmış olanlar – meslektaşlarım ve ben kaçınılmaz bir sonuca vardık: antidepresanlar, 'çok az spesifik terapötik faydası olan ancak ciddi yan etkileri olan aktif plasebolardan' biraz daha fazlasıdır. Bu analizleri ve bunlara verilen tepkileri 3. ve 4. Bölümlerde anlatıyorum. Antidepresan ilaçların 'etkili tedaviler olmadığına' ve 'depresyonun, beyindeki kimyasal dengesizlik olduğu fikrinin bir efsane olduğuna' ikna olmaya devam ediyorum.
Bu kitabı yazmaya başladığımda iddiam daha mütevazıydı. Antidepresanların klinik etkinliğinin, 'reçete edildikleri milyonlarca hastanın çoğunda kanıtlanmadığına' inanıyordum, ancak aynı zamanda bunların en azından depresyon hastalarının bir alt kümesi için yararlı olabileceğini de kabul ediyordum. Yıllar içinde analiz ettiğim ve yakın zamanda gün yüzüne çıkan daha yeni verileri bir araya getirme sürecinde, durumun 'düşündüğümden daha da kötü olduğunu' fark ettim. Antidepresanların, depresyonu kimyasal olarak iyileştirebileceği inancı tamamen yanlıştır."
60 dakika, Dr. Irving Kirsch ile araştırması hakkında röportaj yaptı.14 dakikadan kısa. Bu, Bitchute kanalımızda..(g) Bu konuyu on yıldan fazla bir süredir ele alma deneyimimden biliyorum ki, bunu okuyanlarınızın çoğu yorum yapmaya veya bana e-posta göndererek şöyle bir şey söylemeye meyilli olacak: Ama Brian, depresyon ve akıl hastalığıyla yaşamanın nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir fikrin yok ve bu ilaçlar kelimenin tam anlamıyla hayatımı kurtardı. Yanlış. Hayatım boyunca depresyonla mücadele ettim ve intihar eden bir kurtulanım. Şu anda 60'lı yaşlarımdayım ve tek bir antidepresan ilaç almadım. Hayatım, "akıl hastalığı" teşhisi konmuş olsa bile, "hastalığımı" "tedavi etmek" için tek bir ilaç almadan hayatın ne kadar iyi olabileceğinin bir kanıtıdır." (30)
"Psikiyatristler, ABD'de En Çok Suç İşleyenler "VIDEO" (31)
Bkz: "Ruh Sağlığında 'Cinsel İstismar' Salgını: Psikiyatristler, Kadınlara Tecavüz Ediyor ve Çocukları Taciz Ediyor" (c)
Psikiyatrinin, 2-3 yaşlarındaki küçük çocuklar da dahil olmak üzere "zihinsel hastalık" teşhisi konmuş kişilere psikiyatrik ilaçları zorla kabul ettirmek için kullandığı kutsal kasesi olan "beyin dengesizliği (brain imbalance)" teorisi, geçen yıl Moleküler Psikiyatri (Molecular Psychiatry) dergisinde yayınlanan bir çalışmayla tamamen çürütüldü:
Bkz: "Depresyonda serotonin teorisi: kanıtların sistematik bir şemsiye incelemesi" (d)
Bu çalışma psikiyatri alanında çok fazla öfkeye neden oldu, bu anlaşılabilir bir durum çünkü çoğu psikiyatrik ilacı işe yaramaz ve tehlikeli olarak gösterdi ve çalışma psikiyatri alanının tamamını bir sahtekarlık olarak itibarsızlaştırdı. Yazarlar tüm eleştirilerin kendilerine gönderilmesi için neredeyse bir yıl beklediler ve şimdi yanıtlarını yayınladılar:
Bkz: "Depresyonun serotonin hipotezi: hem uzun süredir reddedildi hem de hala destekleniyor mu?" (e)
Bu çalışma, psikiyatrinin ardındaki iddia edilen "bilimi" tamamen çürüten ilk çalışma değildi. Harvard Tıp Fakültesi'ndeki Plasebo Çalışmaları Programı'nın yardımcı direktörü olan Dr. Irving Kirsch, 2011'de İmparatorun Yeni İlaçları – Antidepresan Efsanesini Patlatıyor (The Emperor's New Drugs – Exploding the Antidepressant Myth) adlı bir kitap yayınladı.
Şöyle yazdı: (f) "Çoğu insan gibi ben de 'antidepresanların işe yaradığını' düşünürdüm. Klinik psikolog olarak, depresyondaki psikoterapi danışanlarımı, ilaç reçeteleri için psikiyatrist meslektaşlarıma yönlendirdim ve bunun yardımcı olabileceğine inanıyordum. Bazen antidepresan işe yarıyor gibi görünüyordu; bazen de yaramıyordu. İşe yaradığında, danışanlarımın 'psikolojik durumlarıyla başa çıkmalarına' yardımcı olan şeyin, 'antidepresandaki aktif madde' olduğunu varsaydım. İlaç şirketlerine göre, 'depresyondaki hastaların yüzde 80'inden fazlası, antidepresanlarla başarılı bir şekilde' tedavi edilebiliyor. Bu tür iddialar, bu ilaçları dünyadaki en yaygın reçeteli ilaç sınıflarından biri haline getirdi ve küresel satışları yılda 19 milyar dolarlık bir sektör haline geldi. Gazete ve dergi makaleleri, 'antidepresanları, milyonlarca insanın hayatını değiştiren mucize ilaçlar' olarak duyurdu. Depresyonun bir hastalık olduğu söylendi - ilaçla tedavi edilebilen bir beyin hastalığı.. Depresyonun gerçekten bir hastalık olduğundan emin değildim, ancak ilaçların işe yaradığına ve çok şiddetli depresyondaki danışanlar için psikoterapiye yardımcı olabileceğine inanıyordum. Bu nedenle bu danışanları, danışanların psikoterapiye devam ederken alabilecekleri ve onları depresyona sokan psikolojik sorunlar üzerinde çalışabilecekleri antidepresanlar yazabilecek psikiyatristlere yönlendirdim. Ancak danışanlarımın kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayan gerçekten aldıkları ilaç mıydı? Belki de bildirdikleri iyileşmenin bir ilaç etkisi olmayabileceği konusunda şüphelenmeliydim. İnsanlar birçok ilaçtan önemli faydalar elde ederler, ancak sadece tedavi gördüklerini bilerek semptomlarında iyileşme de yaşayabilirler.
Buna plasebo etkisi denir.. Connecticut Üniversitesi'nde bir araştırmacı olarak, uzun yıllardır plasebo etkilerini inceliyordum. Depresyonu hafifletmek için inancın gücünün farkındaydım ve bunun psikolojik veya farmakolojik olsun herhangi bir tedavinin önemli bir parçası olduğunu anlamıştım. Ancak antidepresan ilaçların plasebo etkisinin ötesinde önemli bir şey kattığına da inanıyordum. İlk kitabımda yazdığım gibi, 'antidepresif ilaçların plasebo haplarıyla karşılaştırılması, ilkinin daha büyük bir etkiye sahip olduğunu gösteriyor... Mevcut veriler, imipraminin, depresyon üzerinde farmakolojik olarak spesifik bir etkisi olduğunu gösteriyor.' Bir araştırmacı olarak, yayınlanmış literatürde sunulduğu şekliyle verilere güvendim. İmipramin gibi antidepresanların oldukça etkili ilaçlar olduğuna inanıyordum ve buna 'imipraminin plasebo tedavisine göre kanıtlanmış üstünlüğü' olarak atıfta bulundum. İlaç şirketleri, antidepresanların etkinliğinin, ilaçların plasebolardan (hiçbir aktif madde içermeyen sahte haplar) önemli ölçüde daha iyi olduğunu gösteren yayınlanmış klinik deneylerde kanıtlandığını iddia ettiler ve hala iddia ediyorlar. Ancak Sapirstein ve benim incelediğimiz veriler çok farklı bir hikaye anlatıyordu.
Birçok depresif hasta ilaç verildiğinde iyileşse de, plasebo verilen birçok hasta da iyileşir ve' ilaç tepkisi ile plasebo tepkisi arasındaki fark' o kadar da büyük değildir. Yayımlanan çalışmalar aslında 'depresyondaki kişilerin antidepresan aldıklarında gösterdikleri iyileşmenin çoğunun, plasebo etkisinden kaynaklandığını' gösteriyor. 'Antidepresanların etkilerinin çoğunun plasebo etkisi' olarak açıklanabileceği bulgumuz, antidepresanlar hakkındaki görüşlerimi değiştiren bir dizi sürprizden yalnızca ilkiydi. Bu araştırmayı takip ederek, analiz ettiğimiz yayımlanmış klinik deneylerin antidepresanların etkinliğini değerlendiren tek çalışmalar olmadığını öğrendim. Yürütülen klinik deneylerin yaklaşık %40'ının, 'kendilerine sponsor olan ilaç şirketleri tarafından, yayımlanmaktan alıkonulduğunu' keşfettim. Bunlar genel olarak, gerçek ilacı almanın önemli bir faydasını gösteremeyen çalışmalardı. Tüm verileri analiz ettiğimizde – yayınlanmış olanlar ve bastırılmış olanlar – meslektaşlarım ve ben kaçınılmaz bir sonuca vardık: antidepresanlar, 'çok az spesifik terapötik faydası olan ancak ciddi yan etkileri olan aktif plasebolardan' biraz daha fazlasıdır. Bu analizleri ve bunlara verilen tepkileri 3. ve 4. Bölümlerde anlatıyorum. Antidepresan ilaçların 'etkili tedaviler olmadığına' ve 'depresyonun, beyindeki kimyasal dengesizlik olduğu fikrinin bir efsane olduğuna' ikna olmaya devam ediyorum.
Bu kitabı yazmaya başladığımda iddiam daha mütevazıydı. Antidepresanların klinik etkinliğinin, 'reçete edildikleri milyonlarca hastanın çoğunda kanıtlanmadığına' inanıyordum, ancak aynı zamanda bunların en azından depresyon hastalarının bir alt kümesi için yararlı olabileceğini de kabul ediyordum. Yıllar içinde analiz ettiğim ve yakın zamanda gün yüzüne çıkan daha yeni verileri bir araya getirme sürecinde, durumun 'düşündüğümden daha da kötü olduğunu' fark ettim. Antidepresanların, depresyonu kimyasal olarak iyileştirebileceği inancı tamamen yanlıştır."
60 dakika, Dr. Irving Kirsch ile araştırması hakkında röportaj yaptı.14 dakikadan kısa. Bu, Bitchute kanalımızda..(g) Bu konuyu on yıldan fazla bir süredir ele alma deneyimimden biliyorum ki, bunu okuyanlarınızın çoğu yorum yapmaya veya bana e-posta göndererek şöyle bir şey söylemeye meyilli olacak: Ama Brian, depresyon ve akıl hastalığıyla yaşamanın nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir fikrin yok ve bu ilaçlar kelimenin tam anlamıyla hayatımı kurtardı. Yanlış. Hayatım boyunca depresyonla mücadele ettim ve intihar eden bir kurtulanım. Şu anda 60'lı yaşlarımdayım ve tek bir antidepresan ilaç almadım. Hayatım, "akıl hastalığı" teşhisi konmuş olsa bile, "hastalığımı" "tedavi etmek" için tek bir ilaç almadan hayatın ne kadar iyi olabileceğinin bir kanıtıdır." (30)
"Psikiyatristler, ABD'de En Çok Suç İşleyenler "VIDEO" (31)
"Psikiyatri Yoldan Çıktı
Editör notu: Geçtiğimiz haftaki Guilty yazısının ardından Peter Gøtzsche'nin Danimarka'da büyük bir karışıklığa yol açan ve eleştirdiği bazı Danimarkalı profesörlerin tepki göstermesine neden olan bir yazısıyla devam ediyoruz..
Nordic Cochrane Merkezi'nde, antidepresanlar üzerine birkaç yıldır araştırma yapıyoruz ve uzun zamandır önde gelen psikiyatri profesörlerinin uygulamalarını neden bir dizi hatalı mite dayandırdıklarını merak ediyorum. Bu mitler hastalara zararlıdır. Birçok psikiyatrist bu mitlerin geçerli olmadığının farkındadır ve bana bunu söylediler, ancak kariyer kaygıları nedeniyle resmi pozisyonlarından sapmaya cesaret edemiyorlar. Dahiliye uzmanı olarak, profesörlerin gazabına uğrayarak kariyerimi mahvetme riskine girmiyorum ve burada en kötü mitleri listeleyerek ve neden zararlı olduklarını açıklayarak birçok vicdanlı ama ezilen psikiyatrist ve hastayı kurtarmaya çalışacağım.
Efsane 1: Hastalığınız beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanır.. Çoğu hastaya bu söylenir ancak bu tamamen yanlıştır. Psikososyal koşullar, biyokimyasal süreçler, reseptörler ve nöral yolların zihinsel bozukluklara yol açan etkileşimi hakkında hiçbir fikrimiz yok ve depresyon hastalarında serotonin eksikliği ve şizofreni hastalarında çok fazla dopamin olduğu teorileri uzun zamandır çürütüldü. Gerçek tam tersidir. Başlangıçta kimyasal bir dengesizlik yoktur ancak zihinsel hastalıkları ilaçlarla tedavi ettiğimizde kimyasal bir dengesizlik, beynin etkisiz hale getirmeye çalıştığı yapay bir durum yaratırız. Bu, ilacı bırakmaya çalıştığınızda daha da kötüleştiğiniz anlamına gelir. Alkolik biri de alkol kalmadığında daha da kötüleşir ancak bu, içmeye başladığında beyninde alkol olmadığı anlamına gelmez. Doktorların büyük çoğunluğu, yoksunluk belirtilerinin hala hasta oldukları ve hala ilaca ihtiyaç duydukları anlamına geldiğini söyleyerek hastalarına daha fazla zarar verir. Bu şekilde doktorlar, hiç tedavi görmeseler bile iyi olacak olanlar da dahil olmak üzere, insanları kronik hastalara dönüştürüyorlar. Bu, ruhsal bozukluğu olan hastaların sayısının artmasının ve işgücü piyasasına asla geri dönmeyen hastaların sayısının da artmasının başlıca nedenlerinden biridir. Bu büyük ölçüde ilaçlardan kaynaklanıyor, hastalıktan değil.
Efsane 2: Antidepresan tedavisini bırakmak sorun değil (...)
Efsane 3: Ruhsal hastalıklar için kullanılan psikotrop ilaçlar, diyabet için kullanılan insülin gibidir (...)
Efsane 4: Psikotropik ilaçlar kronik hasta sayısını azaltır (...)
Efsane 5: Mutluluk hapları çocuklarda ve ergenlerde intiharlara neden olmaz (...)
Efsane 6: Mutluluk haplarının hiçbir yan etkisi yoktur (...)
Efsane 7: Mutluluk hapları bağımlılık yapmaz (...)
Efsane 8: Depresyonun yaygınlığı çok arttı (...)
Efsane 9: Asıl sorun aşırı tedavi değil, yetersiz tedavidir (...)
Efsane 10: Antipsikotikler beyin hasarını önler.. Bazı profesörler şizofreninin beyin hasarına neden olduğunu ve bu nedenle antipsikotik kullanmanın önemli olduğunu söylüyor. Ancak antipsikotikler beynin küçülmesine yol açar ve bu etki doğrudan tedavi dozu ve süresiyle ilgilidir. Antipsikotiklerin mümkün olduğunca az kullanılması gerektiğini ve böylece hastaların uzun vadede daha iyi durumda olduğunu gösteren başka iyi kanıtlar da vardır. Gerçekten de, şizofreni hastalarının çoğunda antipsikotik kullanımından tamamen kaçınılabilir ve bu, sağlıklı olma şanslarını önemli ölçüde artırabilir ve ayrıca antipsikotikler birçok hastayı öldürdüğü için yaşam beklentilerini de artırabilir.
Psikotrop ilaçları nasıl kullanmalıyız?.. İlaç kullanımına karşı değilim, yeter ki ne yaptığımızı bilelim ve bunları yalnızca zarardan çok fayda sağladığı durumlarda kullanalım. Psikiyatrik ilaçlar bazen bazı hastalar için yararlı olabilir, özellikle kısa süreli tedavide, akut durumlarda. Ancak bu alandaki çalışmalarım beni çok rahatsız edici bir sonuca götürdü: "Doktorlar bunları kullanamadığı için, tüm psikotrop ilaçları piyasadan kaldırırsak vatandaşlarımız çok daha iyi durumda olur. Bunların bulunabilirliğinin faydadan çok zarar yaratması kaçınılmazdır. Bu nedenle psikiyatristler psikotrop ilaçlarla mümkün olduğunca az, mümkün olduğunca kısa sürede veya hiç tedavi etmemek için ellerinden geleni yapmalıdır." (293)
Editör notu: Geçtiğimiz haftaki Guilty yazısının ardından Peter Gøtzsche'nin Danimarka'da büyük bir karışıklığa yol açan ve eleştirdiği bazı Danimarkalı profesörlerin tepki göstermesine neden olan bir yazısıyla devam ediyoruz..
Nordic Cochrane Merkezi'nde, antidepresanlar üzerine birkaç yıldır araştırma yapıyoruz ve uzun zamandır önde gelen psikiyatri profesörlerinin uygulamalarını neden bir dizi hatalı mite dayandırdıklarını merak ediyorum. Bu mitler hastalara zararlıdır. Birçok psikiyatrist bu mitlerin geçerli olmadığının farkındadır ve bana bunu söylediler, ancak kariyer kaygıları nedeniyle resmi pozisyonlarından sapmaya cesaret edemiyorlar. Dahiliye uzmanı olarak, profesörlerin gazabına uğrayarak kariyerimi mahvetme riskine girmiyorum ve burada en kötü mitleri listeleyerek ve neden zararlı olduklarını açıklayarak birçok vicdanlı ama ezilen psikiyatrist ve hastayı kurtarmaya çalışacağım.
Efsane 1: Hastalığınız beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanır.. Çoğu hastaya bu söylenir ancak bu tamamen yanlıştır. Psikososyal koşullar, biyokimyasal süreçler, reseptörler ve nöral yolların zihinsel bozukluklara yol açan etkileşimi hakkında hiçbir fikrimiz yok ve depresyon hastalarında serotonin eksikliği ve şizofreni hastalarında çok fazla dopamin olduğu teorileri uzun zamandır çürütüldü. Gerçek tam tersidir. Başlangıçta kimyasal bir dengesizlik yoktur ancak zihinsel hastalıkları ilaçlarla tedavi ettiğimizde kimyasal bir dengesizlik, beynin etkisiz hale getirmeye çalıştığı yapay bir durum yaratırız. Bu, ilacı bırakmaya çalıştığınızda daha da kötüleştiğiniz anlamına gelir. Alkolik biri de alkol kalmadığında daha da kötüleşir ancak bu, içmeye başladığında beyninde alkol olmadığı anlamına gelmez. Doktorların büyük çoğunluğu, yoksunluk belirtilerinin hala hasta oldukları ve hala ilaca ihtiyaç duydukları anlamına geldiğini söyleyerek hastalarına daha fazla zarar verir. Bu şekilde doktorlar, hiç tedavi görmeseler bile iyi olacak olanlar da dahil olmak üzere, insanları kronik hastalara dönüştürüyorlar. Bu, ruhsal bozukluğu olan hastaların sayısının artmasının ve işgücü piyasasına asla geri dönmeyen hastaların sayısının da artmasının başlıca nedenlerinden biridir. Bu büyük ölçüde ilaçlardan kaynaklanıyor, hastalıktan değil.
Efsane 2: Antidepresan tedavisini bırakmak sorun değil (...)
Efsane 3: Ruhsal hastalıklar için kullanılan psikotrop ilaçlar, diyabet için kullanılan insülin gibidir (...)
Efsane 4: Psikotropik ilaçlar kronik hasta sayısını azaltır (...)
Efsane 5: Mutluluk hapları çocuklarda ve ergenlerde intiharlara neden olmaz (...)
Efsane 6: Mutluluk haplarının hiçbir yan etkisi yoktur (...)
Efsane 7: Mutluluk hapları bağımlılık yapmaz (...)
Efsane 8: Depresyonun yaygınlığı çok arttı (...)
Efsane 9: Asıl sorun aşırı tedavi değil, yetersiz tedavidir (...)
Efsane 10: Antipsikotikler beyin hasarını önler.. Bazı profesörler şizofreninin beyin hasarına neden olduğunu ve bu nedenle antipsikotik kullanmanın önemli olduğunu söylüyor. Ancak antipsikotikler beynin küçülmesine yol açar ve bu etki doğrudan tedavi dozu ve süresiyle ilgilidir. Antipsikotiklerin mümkün olduğunca az kullanılması gerektiğini ve böylece hastaların uzun vadede daha iyi durumda olduğunu gösteren başka iyi kanıtlar da vardır. Gerçekten de, şizofreni hastalarının çoğunda antipsikotik kullanımından tamamen kaçınılabilir ve bu, sağlıklı olma şanslarını önemli ölçüde artırabilir ve ayrıca antipsikotikler birçok hastayı öldürdüğü için yaşam beklentilerini de artırabilir.
Psikotrop ilaçları nasıl kullanmalıyız?.. İlaç kullanımına karşı değilim, yeter ki ne yaptığımızı bilelim ve bunları yalnızca zarardan çok fayda sağladığı durumlarda kullanalım. Psikiyatrik ilaçlar bazen bazı hastalar için yararlı olabilir, özellikle kısa süreli tedavide, akut durumlarda. Ancak bu alandaki çalışmalarım beni çok rahatsız edici bir sonuca götürdü: "Doktorlar bunları kullanamadığı için, tüm psikotrop ilaçları piyasadan kaldırırsak vatandaşlarımız çok daha iyi durumda olur. Bunların bulunabilirliğinin faydadan çok zarar yaratması kaçınılmazdır. Bu nedenle psikiyatristler psikotrop ilaçlarla mümkün olduğunca az, mümkün olduğunca kısa sürede veya hiç tedavi etmemek için ellerinden geleni yapmalıdır." (293)
* Psikiyatrik olmayan ilaçların, akıl hastalığına neden olması ile ilgili bazı bilgiler....
"Dahiliyede reçete edilen ilaçların psikiyatrik yan etkileri
Özet.. Dahiliyede kullanılan 'çeşitli farmakolojik tedaviler, psikiyatride görülen tanıları taklit eden psikiyatrik yan etkilere (PSE "psychiatric side effects")' neden olabilir. PSE'ler 'yoksunluk veya zehirlenme' sırasında ve ayrıca 'normal terapötik dozlarda' ortaya çıkabilir. 'Depresif, endişeli veya psikotik' sendromlara yol açabilen ilaçlar arasında 'kortikosteroidler, izotretinoin, levo-dopar meflokin, interferon-a ve anabolik steroidler' ile bazı reçetesiz satılan ilaçlar bulunur. PSE'lerin teşhisi genellikle zordur ve hastalar için çok zararlı olabilir. Bu incelemede PSE'ler ve bunların tanımlanmasını kolaylaştırmak için teşhis ipuçları tartışılmaktadır.
Psikiyatrik yan etkiler (PSE'ler), 'fiziksel hastalıkların farmakolojik tedavisiyle ' tetiklenebilir. PSE'lerin klinik sunumu genellikle kendiliğinden oluşan psikiyatrik sendromlara (yani, iatrojenik olmayan, doğal olarak oluşan hastalıklara) benzer. PSE'ler, 'olağan dozlarda, zehirlenme durumlarında veya belirli bir tedavinin kesilmesinden sonraki günlerde' ortaya çıkabilir. PSE'ler, 'kısa süreli kaygıdan şiddetli kafa karışıklığına' kadar değişir ve iddia edilen intihar vakaları bile bildirilmiştir. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (The Diagnostic and Statistic Manual of Mental Disorders), Dördüncü Baskı (DSM-IV), bozukluğa ve suçlanan maddeye göre düzinelerce PSE kategorisi tanımlar, örneğin, "sakinleştiriciler, hipnotikler veya anksiyolitikler tarafından tetiklenen kalıcı bunama". DSM-IV kategorileri, 'terapötik amaçlı ilaçları, kötüye kullanılan ilaçları ve diğer maddeleri' içerir. Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması, kategori kodları açısından küçük farklılıklar dışında, kategorizasyon açısından DSM-W'ye oldukça benzemektedir. (....)
Çözüm.. Bu inceleme, ilaç kaynaklı PSE'lerin 'dahiliyede reçete edilen çeşitli ilaçlarla ortaya çıkabileceğini' ve bu yan etkilerin gözden kaçabileceğini göstermektedir. Bir PSE, hastalar ve aileleri için 'stresli ve travmatik bir yaşam' olayı olabilir. Örneğin, bilinen 'psikiyatrik geçmişi olmayan' ve 'ilaç kaynaklı psikoz' geliştiren bir kişi, 'aklını kaybetme korkusundan' veya psikiyatri koğuşunda 'hastaneye yatırılmanın sonuçlarından' muzdarip olabilir. Bazı durumlarda, bir PSE, PSE'nin 'kendisinin ciddiyeti' veya hastaya 'yan etkinin' yetersiz bir şekilde açıklanması nedeniyle 'travma sonrası stres bozukluğuna' bile yol açabilir. Bir diğer konu da bir PSE'nin doğru teşhisinin konulmasının önemidir. Bu, birkaç nedenden dolayı önemlidir. Muhtemelen en önemlisi, hastaların psikolojik değişimleriyle ilgili yeterli atıflarda bulunmalarına ve sonuçlar çıkarmalarına yardımcı olmaktır. Gerçekten de, bir PSE yaşayan biri için, bunun bir yan etki olduğunu bilmek, kişinin 'zihinsel olarak deli olup olmadığını' merak etmesinden farklı bir anlama sahiptir. Bir PSE'nin saptanması, bunun bir psikiyatrik hastalık belirtisiyle karıştırılmasını önler; kendiliğinden oluşan psikiyatrik hastalıklar sıklıkla uzun vadeli tedavi gerektirdiğinden, bir PSE'nin doğru tanısı, hastayı haksız yere uzun vadeli bir psikiyatrik tedavinin damgalanmasından, sıkıntıdan ve diğer maliyetlerinden kurtarabilir. Son olarak, bir PSE'nin doğru tanısı, reçete yazan kişinin şüpheli yan etkileri farmakovijilans sorumlusu kuruluşa iletmesini de sağlar." (22)
"Akıl Hastalıklarına Neden Olabilecek İlaçlar
İlaç kullanımı ve ruh sağlığı sorunları karmaşık ve çeşitli bir bağlantıya sahiptir. İnsanlar genellikle ilaçları psikolojik sıkıntı için bir başa çıkma mekanizması veya kendi kendine ilaçlama olarak kullanırlar. Ancak çeşitli maddelerin yaygın tüketimi ruhsal hastalıkları daha da kötüleştirebilir veya hatta neden olabilir. Sorumlu seçimleri teşvik etmek ve olası riskleri azaltmak için ilaçların ruh sağlığını nasıl etkilediğini bilmek gerekir. Bazı ilaçlar başlangıçta anında rahatlama sağlayabilir, ancak bu uzun sürmez. Bağımlılık hızla gelişebilir ve genellikle bazı ilaçların tüketimi ruhsal hastalıklara neden olabilir. Bu ayrıntılı kılavuzda ruhsal hastalıklara neden olabilecek çeşitli ilaçları, olası yan etkileri ve önleyici ve tedavi seçeneklerini ele alacağız. Bu zorlukların üstesinden kendi başınıza mı geliyorsunuz yoksa sevdiğiniz biri için mi yardım arıyorsunuz, sizi Batı Virginia'daki rehabilitasyon merkezlerimize yönlendirerek bir çözüm sunmaya çalışacağız.
İlaç Kullanımının Ruh Sağlığı Üzerindeki Sonuçları.. Madde kötüye kullanımı yeni ruh sağlığı bozukluklarının büyümesine katkıda bulunabilir veya halihazırda var olan bozuklukları kötüleştirebilir. Alkol ve benzodiazepinler gibi depresanlar depresyona ve bilişsel bozukluğa neden olabilirken, kokain ve amfetaminler gibi uyarıcılar anksiyete, paranoya ve psikoza neden olabilir. Öte yandan, LSD gibi halüsinojenler ciddi psikotik atakları tetikleyebilir ve opioidler düşünceleri uyuşturabilir ve ruh sağlığı sorunlarını kötüleştirebilir. Esrar tüketimi, özellikle halihazırda savunmasız olan kişilerde psikoz olasılığının artmasıyla ilişkilendirilmiştir. Ek riskler arasında, davranış ve ruh hali üzerindeki öngörülemeyen etkileri nedeniyle sentetik ilaçlar da bulunur. Uygunsuz şekilde alındığında, reçeteli ilaçlar ruh sağlığı üzerinde olumsuz bir etkiye de neden olabilir. Etkili erken teşhis, müdahale ve tedavi çabaları, ilaçlar ve ruh sağlığı arasındaki karmaşık bağlantıların anlaşılmasına dayanır. Tüm bu ilaçlar sık ??tüketilirse ruhsal hastalıklara neden olabilir. (...)" (23)
"İlaçların psikiyatrik yan etkileri: son gelişmeler
Özet.. İlaçlar sıklıkla nöropsikiyatrik yan etkilere neden olur. Bu makale iyi bilinen psikiyatrik yan etkileri gözden geçirir ve yakın zamanda geliştirilen ilaçlar tarafından oluşturulanları açıklar. Terapötik yenilikler HIV enfeksiyonu, Parkinson hastalığı ve epilepsinin tedavisinde önemli olmuştur ve bu nedenle bu ajanların neden olduğu psikiyatrik yan etkiler daha ayrıntılı olarak açıklanmaktadır..
İlaçlar ve bitkisel ilaçlar sıklıkla nöropsikiyatrik semptomların gelişiminde rol oynar. Yerleşik ilaçların yan etkileri iyi bilinse de, son on yılda çok sayıda yeni ajan formülerlere dahil edildi. Bu ilaçların bazılarında nörotransmitter sistemlerini değiştirerek etki ettikleri için nöropsikiyatrik yan etkiler bekleniyordu, ancak diğerlerinde yan etkiler beklenmiyordu ve hala sadece kısmen anlaşıldı. Toksisite, eş zamanlı olarak uygulanan ilaçların sinerjik etkisiyle artabilir. Bu nedenle, nöropsikiyatrik sendromlara neden olduğu düşünülen ilaçların listesi giderek artmaktadır. Bir ilaç ile belirli bir yan etki arasında ilişki kurmak için belirli kriterlerin karşılanması gerekir.(a) İlaç kaynaklı bir yan etkinin tanısının çeşitli güven dereceleriyle yapılabileceği açık olsa da, nihayetinde bu klinik bir yargı meselesi olmaya devam etmektedir.(b) (...)" (24)
"İlaç Kaynaklı Psikiyatrik Bozuklukların Yönetimi
GİRİŞ.. Konsültasyon-bağlantı psikiyatrisi, tanımı gereği, psikiyatri ile diğer tıbbi uzmanlıklar arasındaki arayüzdür ve genel hastane ortamlarında hastaların tıbbi tedavisinin kolaylaştırılması anlamına gelir. Fiziksel rahatsızlıklar için ilaç kullanan hastaların psikiyatrik semptomlar göstermesi nadir değildir. Ancak, ortaya çıkan psikiyatrik belirtilerin altta yatan hastalıktan mı yoksa öncelikle fiziksel hastalık için verilen ilacın yan etkilerinden mi kaynaklandığını bulmak çok zordur. Bu nedenle, bir psikiyatrist ve bir hekim çeşitli psikotropik ve psikotropik olmayan ilaçların psikiyatrik yan etkileri (PSE "psychiatric side effects") hakkında yeterli bilgiye sahip olmalıdır. Tedavi amaçlı kullanılan ilaçların istem dışı PSE'leri, ilaç uyumunu etkileme, hasta-hekim ilişkisini etkileme ve hasta ve bakıcıları için zararlı olabilecek çeşitli psikiyatrik sorunlara yol açma gibi çeşitli şekillerde hasta bakımında sorunlara neden olabilir.(...)" (25)
"Psikotropik Olmayan İlaçların Neden Olduğu Psikoz
ÖZET: Psikiyatrik olmayan birçok ilaç, anksiyeteden psikoza kadar uzanan nöropsikiyatrik etkilere neden olabilir. İlaç kaynaklı psikoz ilk olarak 19. yüzyılda teşhis edildi. O zamandan beri, birçok ilaç bu fenomenle ilişkilendirildi. En sık suçlanan psikiyatrik olmayan ilaçlar arasında antiparkinson ilaçları, kardiyak ilaçlar ve kortikosteroidler yer alır. Eczacılar, hastaları ve bakıcıları bu olası olumsuz etki hakkında eğitebilmek ve riski en aza indirmek için stratejiler geliştirebilmek için birçok yaygın reçeteli ve reçetesiz ilacın nöropsikiyatrik olumsuz etkilerine aşina olmalıdır. Olumsuz ilaç olayları (ADE "Adverse drug events") her yıl milyonlarca insanı etkiler. ADE'ler, taburcu olduktan sonraki komplikasyonların en yaygın nedeni olarak tanımlanmıştır ve her yıl 3,5 milyondan fazla doktor muayenehanesi ziyaretine, yaklaşık 1 milyon acil servis ziyaretine ve yaklaşık 125.000 hastane yatışına neden olmaktadır. Nöropsikiyatrik etkiler ADE'lerin %30'una kadarını oluşturur ve önemli morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Psikolojik olmayan birçok ilaç, anksiyeteden psikoza kadar değişen nöropsikiyatrik olaylara neden olma potansiyeline sahiptir (TABLO 1). Bu makale, ilaç kaynaklı psikozla ilişkili yaygın psikiyatrik olmayan ajanlardan bazılarını inceleyecek ve bir hastanın riskini en aza indirme stratejilerini tartışacaktır. (...)" (26)
"Kimyasal Dengesizlik Efsanesi Ortaya Çıktı, Psikiyatrinin Yanlış Yaptığı Tek Şey Bu Değil
"Beyin kimyasal dengesizliği , 'ruhsal bozukluklara' neden olur (brain chemical imbalance causes mental disorders)" aldatmacasının artık ortaya çıkmasıyla birlikte CCHR, psikiyatri-ilaç endüstrisinin diğer yanıltıcı iddialarını da inceledi: 30 yıldır 'antidepresan kaynaklı şiddet ve intihar davranışlarını' reddeden şirketler varken, ilaç düzenleme kurumları bu riskler konusunda giderek daha fazla uyarıda bulunuyor.
"Psikiyatristlerin, 'beynin kimyasal dengesizliği' hakkındaki bu genel ifadeyi, bu 'psikiyatrik ilaçları, reçete etmenin bir yolu' ve 'psikiyatrik döner kapıyı, başlatmanın bir yolu' olarak 'kötüye kullandıklarını' gördüm, sadece 'girip çıkın, girip çıkın' ve bazen sorun şu ki 'asla çıkamıyorsunuz.'" – Mike Donnelly, 1991 FDA Prozac komitesi önünde ifade verirken..
CCHR bugün, küresel ilaç düzenleme ajansının, 'psikotropik ilaç riskleri' hakkındaki uyarılarının son rakamlarını yayınladı ve Haziran 2017'den bu yana 'şiddetle' ilgili yan etkiler konusunda uyarılarda %34'lük ve 'kendine zarar verme ve intihar' etkilerinde %27'lik bir artış olduğunu bildirdi. Bu rakamlar, psikiyatri-ilaç endüstrisinin, son 30 yıldır, hastaların 'beyindeki kimyasal dengesizliğin, zihinsel bozukluklara yol açtığına' ve 'bunu düzeltmek için ilaçlara ihtiyaç duyulduğuna' inandırılması ile birlikte, 'psikotrop ilaçların, potansiyel şiddet ve intiharı teşvik edici etkileri' konusunda tüketicileri yanıltıp yanıltmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
Londra Üniversitesi Koleji (UCL "University College London") araştırmacıları yakın zamanda 'beyin tabanlı bir kimyasal anormalliğin, depresyona neden olduğu' yönündeki onlarca yıllık teoriyi çürüttüler. Endüstri, 1990'ların başından bu yana bu uydurma teoriyi yayarken, aynı zamanda onu "tedavi etmek (treat)" için 'kullanılan ilaçların, şiddet ve intihar davranışlarını teşvik edebileceğini' de reddediyor. Resmi uyarılar, Avustralya, Kanada, Danimarka, İrlanda, Avrupa Birliği, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık'ı içeren ülkelerdeki Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve muadilleri gibi kurumlar tarafından yayınlandı. Haziran 2017'den bu yana, 'bağımlılık veya yoksunlukla' bağlantılı 'psikotropik ilaçlarla ilgili uyarılarda %112, duygusal sorun uyarılarında %32,5 ve ölüm veya ölüm riskinin artmasında %19' artış oldu.
Örtbas Etmenin Kronolojisi ve Bunu Açığa Çıkarmak İçin Alınan Eylemler.. CCHR, bu 'güncellenmiş ilaç rakamlarının' yayınlanmasıyla aynı zamana denk gelecek şekilde, 1989'dan beri hastaların ve ailelerinin 'kimyasal dengesizlik şarlatanlığı' ve bundan kaynaklanan 'antidepresan etkinliği' hakkındaki 'yanlış bilgilendirme' hakkında bilgilendirilmesini sağlamak için aldığı eylemlerin bir kronolojisini de web sitesinde yayınladı. İlk 'SSRI antidepresanı' olan fluoksetin (Prozac), piyasaya sürüldüğünden ve 'daha az yan etkiye sahip eski antidepresanlardan daha etkili' olarak pazarlandığından beri, onlarca yıldır gerçekler, şok edici bir şekilde yanlış sunuldu. Pazarlama o kadar ikna ediciydi ki Newsweek 1990'da "o kadar iyi bir basına sahipti ki" "sağlıklı insanlar bile" bunu "istiyordu" diye bildirdi. Yine de, daha sonra yapılan çalışmalarda bildirildiği gibi, 'SSRI'lar, dört sağlıklı gönüllüden birinin ajite olmasına ve bazı durumlarda intihara meyilli olmasına' neden olabilir.
CCHR, 30 yılı aşkın süredir bunun gerçeğini ortaya çıkarmak için mücadele ediyor. İlk eylemlerinden biri, 20 Eylül 1991'de FDA Psikofarmakolojik İlaçlar Danışma Komitesi'nin (PDAC "Psychopharmacological Drugs Advisory Committee") o zamanlar yeni piyasaya sürülen Prozac'ın 'intihar bağlantısıyla' ilgili duruşmasını başlatmaya ve katılmaya yardımcı olmaktı. Komite üyeleri -psikotropik ilaç üreticileriyle finansal çıkarları olmayan- bu fikri reddettiler. Duruşma sırasında, ilaç şirketlerinin finanse ettiği ön grup olan Ulusal Depresif ve Manik-Depresif Derneği'nin (NDMDA "National Depressive and Manic-Depressive Associatio") İcra Direktörü, daha sonra Depresyon ve Bipolar Destek İttifakı (DBSA "Depression and Bipolar Support Alliance") oldu - yakın zamanda 'depresyon ve manik-depresyonun (şimdi "bipolar" bozukluk olarak bilinir), "beyindeki kimyasal dengesizliğin (chemical imbalance in the brain)" sonucu olduğunu' öğrendiğini söyledi. Yönetici, CCHR'nin bu konuda itiraz etmesini eleştirdi ve grubun ve psikiyatristlerin aslında bilim tarafından desteklenmeyen tamamen uydurma bir kavramı benimsedikleri halde, "insanları, bu hastalıkların kimyasal doğası hakkında yanılttığını" iddia etti.
Antidepresan- Şiddetli Tepki.. CCHR'nin haklı çıkması 14 yıl sürdü, 2005 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA "American Psychiatric Association") başkanı Steven Sharfstein, 'beyindeki kimyasal dengesizliği bulmak veya doğrulamak için, bir laboratuvar testi olmadığını' kabul etti. Bilim insanlarının teoriyi çürüttüğü Moleküler Psikiyatri'de (Molecular Psychiatry) yayınlanan çığır açıcı UCL çalışmasıyla daha da haklı çıkması 17 yıl daha sürdü: "Bu inancın bilimsel temele dayanmadığını, kamuoyuna duyurmanın zamanı geldi." FDA PDAC duruşması 1991'de yapıldığında bunu yapmanın zaten "zamanı gelmişti" ve bunu yapmış olsaydı, bu efsanenin ruh sağlığı tüketicilerine daha fazla işlenmesini önleyebilirdi. CCHR, duruşmada 'düzinelerce antidepresan mağduruyla' birlikte FDA'ya kanıt sundu.
Güney Florida'dan başarılı bir iş adamı ve aile babası olan Mike Donnelly, iki yıl önce rehabilitasyon gerektiren 'büyük bir kafa travması' geçirdiğini ve çalışamadığını ifade etti. Bu konuda endişeli hisseden Donnelly, "hiçbir bilimsel test olmaksızın, kafa travması nedeniyle 'beynimde, kimyasal bir dengesizlik olduğunu' ve bunun Amerika'nın 'yeni mucize ilacı Prozac'ı alarak düzeltilebileceğini' beyan eden ve bana bu ifadeyi kapakta ilan eden Newsweek dergisini gösteren" bir psikiyatriste yönlendirildi. Ayrıca ifade verdi: "Psikiyatristlerin, beynin kimyasal dengesizliği hakkındaki bu genel ifadeyi, bu psikiyatrik ilaçları reçete etmenin ve psikiyatrik döner kapıyı başlatmanın bir yolu olarak kötüye kullandıklarını gördüm, sadece girip çıkın, girip çıkın ve bazen sorun şu ki asla çıkamıyorsunuz." Donnelly, 'ilacın yıkıcı uyuşturma etkilerini' deneyimledi ve psikiyatristlerden oluşan panele, "Sanki ruhumu kaybetmişim gibi hissettim, hiçbir duyguya sahip olamıyordum" dedi ve 'yoğun bir şekilde intihara meyilli' oldu; özellikle de 'daha önce, herhangi bir ruh sağlığı geçmişi' olmadığı halde..
Newsweek'in birinci sayfa haberi ikna ediciydi: "Prozac: Depresyon İçin Çığır Açan Bir İlaç (Prozac: A Breakthrough Drug for Depression)", "hastaları ve doktorları mutlu ediyor." Üretici kesinlikle mutluydu. Prozac satışları 1988'de 125 milyon dolara ulaştı ve 1989'da 350 milyon dolara fırladı. (sadece iki yıl önce tüm antidepresanlara harcanandan daha fazla).
FDA, minimal yan etkileri olan bir 'mucize hap' olmaktan ziyade, 1990'ların ortalarına kadar Prozac'tan '14.000'den fazla olumsuz olay' kaydetmişti. FDA'ya yalnızca %1 ila %10 oranında olumsuz etki bildirildiğini gösteren çalışma bulgularını hesaba katarsak, durum o kadar hayati tehlike arz ediyordu ki CCHR 'antidepresanın piyasadan çekilmesi' için dilekçe verdi. FDA bunu reddetti; bu karar APA ve bir diğer ilaç şirketi tarafından finanse edilen ön grup olan Ulusal Ruh Sağlığı Derneği (National Mental Health Association) tarafından alkışlandı. Newsweek, parlak kapak hikayesinden bir yıl sonra, pozisyonunu yeniden gözden geçirmiş gibi görünüyordu. Mart 1991 tarihli "Prozac Tepkisi (Prozac Backlash)" başlıklı bir hikayede, 'Prozac tüketicilerinin korkunç hikayelerini' ortaya koydu ve "Çok sayıda mutsuz müşteri, Prozac'a yükledikleri talihsizlikler için büyük ödüller talep ederek [üretici Eli] Lilly'ye dava açıyor." dedi. Ve 28 Ocak 2010'da, "Antidepresanlar Neden Plasebodan Daha İyi Değildir (Why Antidepressants Are No Better Than Placebos)" başlıklı bir rapor daha yayınladı.
Bugün Psikoloji (Psychology Today), bir diğer SSRI antidepresanı olan Zoloft'un üreticisi olan Pfizer'ın, 'beyindeki kimyasal dengesizliğin, depresyona neden olduğu' reklamına öncülük ettiğini ele aldı. Bugün Psikoloji'ın bildirdiğine göre, doğru olmasa da, "Yine de, ABD'de doğrudan tüketiciye yönelik reklamlarla dolup taşan genel halk, depresyon ve diğer ruhsal hastalıkların, oldukça basit bir şekilde, beyindeki belirli kimyasalların dengesizliğini yansıttığına inanmaya başladı." Zoloft, sefil bir şekilde depresif yumurta biçimli bir karakterin başrol oynadığı reklamlarda yaygın olarak dağıtıldı. Pfizer'ın televizyon reklamları daha sonra 'depresyonun, kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanabileceğini' ve "Zoloft'un bu dengesizliği düzeltmek için çalıştığını" belirtti. FDA, şiddet ve intihar bağlantılarının ciddiyetini ihmal ettiği gibi, bu tür yanlış iddiaların yapılmasını da engellemedi. 1989'da CCHR, Louisville, Kentucky'deki Standard Gravure matbaasında 'sekiz kişiyi öldürüp 12 kişiyi yaralayan bir cinayet çılgınlığına' giriştiğinde Prozac alan Joseph Wesbecker'ın ölümüyle ilgili bir adli tabibin soruşturmasında tanıklık etmişti. CCHR gibi, Wesbecker'a Prozac reçete eden psikiyatrist de 'ilacın öldürme kararını etkilemedeki potansiyel rolünü' sorguladı.
CCHR, Wesbecker'ın kurbanlarının aileleriyle iletişime geçti ve bunlardan 10'u Prozac'ın 'Kongre tarafından soruşturulması' için bir mektuba imzalarını ekledi. Bu, 1991 PDAC duruşmasına yol açtı. Donnelly'nin duruşma öncesi tanıklığı , —diğer birçok tanıkla birlikte— ürperticiydi.
Antidepresan alırken, "İşe gitmek için yola çıkan büyük şirket damperli kamyonlarımızın altına kendimi atmak istedim. Öldürücü ot içmeyi, [kendimi] yüksek gerilim hatlarına atmayı", tam ateş altında bir polis tatbikat poligonunda koşmayı, kalabalık bir mağazadayken bir polisin kemerinden bir silahı çekmeyi hayal ettim..." Ayrıca Prozac'ın korkunç yoksunluk etkilerini de anlattı —psikiyatrik ilaç endüstrisinin o dönemde ortadan kaldırdığı bir diğer olumsuz etki..
Uzman tanıklığı, Harvard Tıp Fakültesi'ne bağlı Belmont, Mass.'deki McLean Hastanesi'nde araştırmacı olan Martin Teicher'in tanıklığı gibi şiddet riskleriyle hemfikirdi. Kendisi ve diğer iki kişinin, altı hastanın Prozac aldıktan sonra 'yoğun, takıntılı intihar düşünceleri geliştirdiğini' bildirdiği Şubat 1990 tarihli makalesine atıfta bulundu. İki hasta 'ilk kez, silah satın almayı düşündüklerini' söyledi; bir diğeri 'gaz patlaması veya araba kazasında kendini öldürmeyi' hayal etti.. Teicher, çalışmanın bulgularının alakalı olduğunu çünkü hastalarında gözlemlediği takıntılı intihar davranışının "daha önce veya sonra deneyimledikleri hiçbir şeye benzemediğini" söyledi. Gerçekten beklenen kalıbın dışında bir şey gibi görünüyordu.
Çıkar Çatışmaları, Tüketicilerin Gerçeği Öğrenmesini Engelliyor.. Ancak psikiyatristler, PDAC'yi 'Prozac etiketlemesindeki herhangi bir değişikliğin, halkın psikiyatrik ilaçlara olan güvenini zedeleyeceği' konusunda uyardı. Komite, 'antidepresanların, intihar ve şiddet içeren davranışlara neden olmadığına' oy birliğiyle karar verdi. PDAC üyelerinden biri, en az bir düzine 'psikiyatrik ilaç üreticisiyle mali bağları' olan Dr. Jeffrey Lieberman'dı. APA'nın başkanı oldu (2013-2014) ve 2022'de New York City'deki Columbia Üniversitesi Fizik ve Cerrahlar Koleji'nde psikiyatri kürsüsü başkanlığından, Afrikalı Amerikalı bir model olan Bayan Nyakim Gatwech'in ten rengi hakkında yaptığı ırkçı açıklamalar nedeniyle görevden alındı. Öjeni ile dolu görünen bir sosyal medya gönderisinde, renginin "doğanın bir hilkat garibesi" olup olmadığını sorguladı ve bir kınama fırtınası başlattı.
FDA duruşması sırasında, "genel olarak antidepresan ilaç kullanımında ve özellikle fluoksetinle bağlantılı olarak intihar eğilimini artıran güvenilir bir kanıt bulunmadığını" belirterek, piyasadaki diğer antidepresanları ve bu ilaçları kullananların en azından küçük bir yüzdesini potansiyel olarak 'öldürmeye teşvik edecek' şekilde bıraktı. 2012'nin sonlarına kadar Lieberman, 'zihinsel bozuklukların kimyasal teorisini' savunuyordu ve şöyle diyordu: "Dolayısıyla, bipolar bozuklukta görülen depresyon veya mani gibi bir durumda, beynin 'duyguyu düzenleyen kısmındaki' nörokimyada bir bozukluk vardır."
Amerikan psikiyatrisinin seçkinlerinden biri olarak kabul edilen Lieberman, 'genlerin, zihinsel bozuklukların ana nedeni' olduğu ve en kınanacak yalanlardan biri olan (hiçbir bilimsel kanıt veya test etme imkânı olmadan) beynin "insan ruhunu barındırdığı" gibi diğer kanıtlanmamış teorileri de destekledi. PDAC duruşmasının ardından, CCHR ve diğerlerinin FDA'yı intihar konusunda bir kara kutu uyarısı yayınlamaya zorlaması için 13 yıl boyunca titiz bir çalışma yapmaları gerekti. FDA o dönem sadece 18 yaşından küçükleri uyarmıştı ancak daha sonra 24 yaşına kadar olanları da kapsayacak şekilde genişletmişti.
CCHR Psikiyatrik İlaçların Yan Etkileri Veritabanı Oluşturuyor.. CCHR, halka daha iyi bilgi sağlamak için daha da ileri giderek, tüm olumsuz olayların FDA'nın ilaç olumsuz olay bildirim veritabanı olan Medwatch'tan kodlandığı, çevrimiçi olarak aranabilir bir psikiyatrik ilaç yan etkileri veritabanı geliştirdi. CCHR ayrıca ilaç düzenleyici kurum uyarılarını belgeledi ve hepsini web sitesinde yayınladı. Ve 2017'de, Psikiyatrik İlaçların Şiddet ve İntiharı Nasıl Yarattığına dair çalışmalar ve uyarılar içeren bir kaynak yayınladı.
CCHR, Haziran 2017'ye kadar 1989'a kadar uzanan 409 kurum uyarısını bir araya getirmişti. Bugün güncellendiğinde, 630 uyarı belgelendi. Buna, daha önce erişilebilir olmayan Haziran 2017'den önce bulunan 31 ek uyarı ve o zamandan beri 190 uyarı daha dahildir; %43'lük bir artış. Buna, SSRI'ların orijinal pazarlamasını çürüten başka bir yanıltıcı iddiayı ekleyin: eski antidepresanlardan daha etkili oldukları iddiası: Prozac'ın üreticisi, 'antidepresanın, "majör depresif bozukluk"tan muzdarip hastaların %70 ila %80'inde etkili olduğunu' iddia etti. Kimyasal dengesizlik teorisi gibi, bu da yanıltıcıydı. On yıllar sonra, çalışmalar ilaçları alan hastaların '%46'sının onları etkisiz bulduğunu' gösterdiğinde bu etkinlik çürütüldü..
Ağustos 2022'de, İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal), 'antidepresan kullanan kişilerin %85'inin plasebo hapıyla aynı etkiyi yaşadığını' bulan yayınlanmış bir çalışmada bunu destekledi. Çalışma, 1979 ile 2016 yılları arasında ilaç geliştiricileri tarafından FDA'ya sunulan 'majör depresif bozukluk için ilaç monoterapisinin 232 randomize, çift kör, plasebo kontrollü denemesini' inceledi ve 73.388 yetişkin ve çocuk katılımcıyı içeriyordu. Bütçesinin %45'ini ilaç ve tıbbi cihaz şirketlerinin 'bir cihaz veya ilacın onayı ' için başvuruda bulunduklarında ödedikleri kullanıcı ücretlerinden alan FDA'nın elden geçirilmesi gerekiyor.
Tüketicileri 'kimyasal dengesizlik efsanesi' konusunda yanıltmada psikiyatri, ilaç endüstrisi kadar suç ortağıdır. Tehlikeli antidepresanları onayladı ve bunları piyasada tuttu, ancak bunların yalnızca 'etkisiz olmakla kalmayıp' aynı zamanda 'şiddet ve intihar davranışlarına da, yol açabileceğini' biliyordu. Bu, ruh sağlığı tüketicilerinin bilgilendirilmiş onam hakkını reddediyor ve onları invaziv olmayan ve zararsız alternatif tıbbi veya diğer yardım yollarına başvurmaktan alıkoyabilir.
Reddetme Hakkı.. Ciddi yoksunluk etkileri riski nedeniyle, hiç kimse aniden ilaç almayı bırakmamalıdır. Yoksunluk yalnızca tıbbi gözetim altında yapılmalıdır. Haziran 2021'de Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan "Toplum Ruh Sağlığı Hizmetlerine İlişkin Rehber: Kişi Merkezli ve Hak Temelli Yaklaşımları Teşvik Etmek (Guidance on Community Mental Health Services: Promoting Person-Centered and Rights-Based Approaches)", ülkelerin "bilgilendirilmiş onayın (informed consent)" yerinde olduğundan ve "kabul ve tedaviyi reddetme hakkının da saygı gördüğünden" emin olmaları gerektiğini söyledi. Dahası, "Psikotropik ilaçları bırakmak isteyen kişiler de bunu yapmaları için aktif olarak desteklenmelidir ve bunu başarmaları için insanları desteklemek üzere son zamanlarda birkaç kaynak geliştirilmiştir." CCHR, bu hakların küresel olarak uygulanmasını talep ediyor ve 'psikiyatrinin yanlış yapması nedeniyle, hastaların 'zarar gördüğü' durumlarda 'tüketici dolandırıcılığı ve kişisel yaralanma' eylemi yapılmasını' talep ediyor." -Jan Eastgate, Uluslararası CCHR Başkanı.." (32)
** Organize edilmiş psikiyatrik dolandırıcılığından bir tanesi daha; STAR*D çalışması..
SÖZLÜK; "STAR*D (Sequenced Treatment Alternatives to Relieve Depression - 'Depresyonu Rahatlatmak için Sıralı Tedavi Alternatifleri'), Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından finanse edilen, depresyon tedavisine yönelik ortak bir çalışmaydı. Ana odak noktası, 'ilk reçete edilen antidepresanın yetersiz kaldığı hastalardaki depresyonun tedavisiydi.' (...)" (33)
"STAR*D: Orkestralanmış Psikiyatrik Dolandırıcılığın Zararları
Depresyon en sık görülen psikiyatrik tanıdır. Birkaç yıl önce, beş ABD yetişkininden biri, depresyon tanısı aldığını bildirmiştir. 35 milyon dolarlık bir maliyetle, 2006'da yayınlanan NIMH'nin STAR*D çalışması, depresyon için 'ilaç tedavisinin etkinliğini' belirlemek için şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve pahalı çalışmadır. Çalışma iyi tasarlanmıştı ve özellikle 'gerçek dünyadaki hastalarla' ilgili olduğu, 'dikkatlice seçilmiş katılımcılarla' ilgili olmadığı ve 'uzun vadeli ve kısa vadeli ilaç etkinliğinin' bir değerlendirmesini içerdiği için değerliydi. Bu çığır açan araştırmanın sonuçları, yazarları ve psikiyatri liderleri tarafından sahtekarlıkla bildirilmiştir. Çalışmanın 'ilaçların, depresyon için etkili tedaviler olduğunu' ve 'hastaların %67'sinde remisyona yol açtığını' bulduğunu iddia ediyorlar, ancak bu yanlıştır; bu bulgu, çalışmadan ayrılan kişilerin 'hayali remisyon oranları' da dahil olmak üzere çeşitli 'araştırma suistimalleri' tarafından şişirilmiştir. Ayrıca STAR*D'nin yayımlanmasından bu yana 'bu ilaçların reçete edilmesi, depresyonu hafifletmekten çok, depresyonu üretiyor ve şiddetlendiriyor..' 2010 yılında, STAR*D çalışmasının bildirilen bulgularının yayınlanmış bir eleştirisinin yazarlarından biriydim. STAR*D yazarlarının, 'verileri, nasıl manipüle ederek, sahte sonuçlar ürettiklerini' gösterdik. STAR*D çalışmasının yayınlanmış üç eleştirisi, bulguların bu 'kötü niyetli raporlamasını' belgeliyor; hepsi de 'psikiyatrinin, anlatıyı tamamen kontrol etmesi' nedeniyle işe yaramıyor. Aşağıda, bu tanınmayan rezaleti kamuoyuna ve doktorlara ifşa etmek ve rekoru düzeltmek için başka bir çaba yer alıyor.
BAZI YORUMLAR;
---------------
"Vay canına – ne kadar da çok, çok ilginç ve çok, çok rahatsız edici. Depresyonumla başa çıkmak için Psikoterapi yolunu seçtiğim için fazlasıyla memnunum, "Beynimde kimyasal bir dengesizlik var" lafını "satın almak" ve böylece bunu ilaçlarla "maskelemeyi" seçmek yerine." -lifelong,March 20, 2011 (a)
"Bir klinisyen ve reçete yazan kişi olarak buna kesinlikle katılıyorum. Tıptaki çoğu konuda olduğu gibi siyah beyaz bir senaryo yoktur. DEHB ilaçları aşırı reçete ediliyor. Anti-psikotik ilaçların açıkça bir yeri ve etkinliği var. Kötü şöhretli SSRI'lara çok fazla güveniyoruz. Bir bütün olarak, hemen ve çok az çabayla çareyi arayan tembel bir ulus haline geldik. Medya ve/veya akranları tarafından o SSRI'yı denememesi için ikna edilen bir hastayı gerçek dünyada ikna etmek çok zorlaşıyor. Çalışmanızı ve bu konuyu daha ön plana çıkarma çabanızı takdir ediyorum. Saygılarımla, Dr. Dan Peace and Healing.." -Dan Williams,March 20, 2011 (b)
"Kitabı okumadan yorum yapmaktan çekiniyorum ama hayatımın çoğunu şiddetli depresyon ve intihar eğilimleriyle geçirmiş biri olarak antidepresanlarla ilgili biraz deneyimim var. Eski tip antidepresanları denedim ve işe yaramadıklarını gördüm. Dinleri, yogayı, akupunkturu, felsefeleri, hipnozu, diyet değişikliklerini, çeşitli psikoterapi yöntemlerini denedim. Aslında psikoterapiye on binlerce dolar ve yıllar harcadım. Terapinin aydınlatıcı olduğunu ve birkaç terapistin gerçekten destekleyici olduğunu düşünsem de, bir dereceye kadar her zaman depresyondaydım. Çaresizdim. Aile doktorum bana prozac yazdığında, kelimenin tam anlamıyla hayat kurtarıcı olduğu ortaya çıktı. Ancak o antidepresanı kullanmaya başladıktan sonra depresyonda olmamanın nasıl bir şey olduğunu gerçekten anladım. Beyin kimyasında dengesizlik diye bir şey yoksa, o zaman sorun yok. Ama bildiğim tek şey bugün hayatta olduğum ve nispeten mutlu olduğum. Bir parantez açmak gerekirse, depresyonumun bir şekilde seks hormonlarıyla ilgili olabileceğinden şüphelenmeye başladım - ergenlikte oldukça ani bir şekilde başladığı, adet döngülerimle bir şekilde bağlantılı olduğu ve şimdi menopozda olduğum için - bundan "büyüdüğüm" anlaşılıyor. Bu faktörle ilgili herhangi bir çalışma bilmiyorum - ve eğer öyleyse, bu yön muhtemelen erkekler için yararlı değildir." -Kathleen Miller,March 22, 2011 (c)
"Büyük İlaç Firmaları yalan söylerken ve test sonuçlarını ve araştırmaları manipüle ederken suçüstü yakalandığında ne kadar çok insanın şaşırdığına sürekli olarak şaşırıyorum. Daha fazla insan, Büyük İlaç Firmaları bizi bağımlı hale getirmek için yeni bir ilacı tanıtmak için izin istediğinde, kendi FDA'mızın kesinlikle hiçbir test ve araştırma yapmadığını anlamalı. Tüm testler ilaç şirketi tarafından yapılır, testleri ve araştırmaları yapan tüm doktorlar Büyük İlaç Firmaları tarafından satın alınır ve ödenir. Her zaman böyle olmuştur. Ayrıca FDA ile Büyük İlaç Firmaları arasındaki döner kapı politikasıyla, hedeflerinin bir dirençle karşılaşmamasını sağlamak için her zaman FDA'nın başında kendi adamları olur. Büyük İlaç Firmaları FDA'ya, AMA'ya ve dünyadaki diğer tüm tıbbi düzenleyici kuruluşlara sahiptir. Neden olmasın? Her altı saatte 8.000.000,00 dolar kazanan bir işiniz olsaydı, onu korumak için gereken her şeyi yapmaz mıydınız? Ve daha da kötüsü, adıma tıklayın ve "Babil'in İçindeki Fahişe (The Whore Within Babylon)"yi okuyun." -Lynne Gordon,April 5, 2011 (d)
"İlginç ve rahatsız edici gerçekten. Yine de bu tür ilaçlar alındıktan sonra davranışlarında neden bir değişiklik olduğunu merak ediyorum. Kardeşime orta ila şiddetli DEHB teşhisi kondu ve ilacını almayı unuttuğunda hiperaktif, dalgın ve gerçekten sinir bozucu oluyor (başkalarını dinlemediği anlamında). İlaçlarını aldığında, tüm bu "belirtiler" ortadan kalkıyor ve okulda daha iyi konsantre olabiliyor. Ne oluyor? Bu ilaçlar gerçekten plasebo mu ve hepsi onun zihninde mi, yoksa işe yarıyorlar mı?" -Anon,April 7, 2011 (e)
"Bunu çözmek zor ve bunun tamamen plasebo etkisi olduğuna inanmıyorum. İnsanların ilaçlarını almayı unuttuklarında gördüklerinin çoğu, orijinal semptomların geri dönmesinden ziyade, ilacın bırakılmasının belirtileridir. Kardeşiniz, daha iyi konsantre olabilmenin ötesinde, ilaç kullanma deneyimi hakkında ne diyor? Bazı insanlar yan etkileri orijinal semptomlar kadar kötü buluyor. Beni en çok endişelendiren iki konu var: (1) ilacın kullanımı insanların diğer başa çıkma becerilerini geliştirmesini engelliyor gibi görünüyor, bu yüzden hayatları boyunca ilacı kullanmak zorunda kalıyorlar; ve (2) uzun vadeli yan etkiler ancak şimdi anlaşılmaya başlıyor ve nörolojik hasar, bilişsel bozukluk ve kişinin ömrünün kısalması gibi ciddi yan etkiler. DEHB ile başa çıkmayı öğrenmenin bu ciddi dezavantajları olmayan başka yolları olduğuna inanıyorum." -Joseph Burgo, Ph.D.,April 7, 2011 (e1)
"Kitabı okumadım ama temelde aynı şeyi söyleyen makaleler okudum. Beni endişelendiren bir şey, Prozac veya diğer SSRI'ları vermiş olmam, bunların psikotik bir atağı tetiklemesi ve bunun da doktorların bipolar tanısı belirlemesine ve antidepresanların yanlış ilaç olduğuna karar vermesine yol açması; bir tür arka kapı teşhis yöntemi. Yeni bir SSRI olmayan ilaçla (Lamictil) depresyon ve anksiyete, motivasyon eksikliği ve çok fazla düşünme hala mevcut olmasına rağmen azaldı. Yani neler olup bittiğini anlamıyorum. Aslında, LSD birinin psikotik bir atak geçirmesine, hızlı düşüncelere vb. neden olabilir. SSRI'ların yanlış verilmesinin tehlikeli bir etkiye sahip olabileceği beni endişelendiriyor. Temel olarak, bunların kesilmesi ve bol uykuyla sakinleştirilmesi psikotik atağı durdurdu. Ayrıca insanlara aşırı SSRI reçete edildiğini düşünüyorum; birinin ailede bir ölümden sonra çok depresif yas sürecinde nasıl verildiğini okudum. Ölüm, hayatımızın sürekli deneyimleyeceğimiz normal bir parçasıdır, bu yüzden sizin dediğiniz gibi başa çıkma yollarını öğrenmek yerine bu geçici "mutluluk hapı" bir koltuk değneği haline gelir. Ayrıca, Prozac'ın o kadar düşük dozlarda verildiğini gördüm ki, daha çok plasebo gibi görünürdü. Bugünkü yeni bir makale, en çok hangi ilaçlara para harcandığını gösteren bir PDF eki içeriyor, bunlardan biri de Seroquel: (f1) İlaç şirketleri iyi geçiniyor ama bu sıkıntılı. Yıllardır depresyonda olan insanları anlayabiliyorum, çoğu zaman saatlerce kanepede kıvrılıp kalacak kadar bitkin düşmüşler ama tabiri caizse duygusal korkaklardan oluşan bir millete dönüşüyor olabiliriz. Ama Lamictil işe yaradı ve danışmanlık benim için hiç işe yaramadı, pahalı olması ve sigortamın yeterli olmaması bir yana. Endişeliyim ama ilacın öz saygı, motivasyon, 'kimse beni gerçekten umursamıyor veya tanımıyor' gibi düşünceler gibi altta yatan sorunlara yardımcı olmadığını biliyorum. Kafa karıştırıcı ve insanlar kontrol edemedikleri bir kimyasal dengesizlik hastalığına sahip olduklarına inanmak istiyorlar ve sonra zihinsel sorunlarla ilişkilendirilen damgalanma yardımcı olmuyor." -Karen,April 20, 2011 (f)" (20)
Bazı kişilerin 'SSRI'lardan fayda gördüğü' göz önüne alındığında, 'serotoninin, depresyonda belirtilmemiş bir rol oynaması' muhtemel görünüyor; ancak, serotoninin 'yeniden emilimini önleyerek, SSRI'lar vücuttaki, onu mesaj göndermek için kullanan her nöronu etkiler ve dolayısıyla tüm sinir sistemini değiştirir — dolayısıyla tüm o kötü yan etkiler.. APA ve ilaç endüstrisi, büyük bilimsel ilerlemeler kaydettiğimize ve artık belirli zihinsel bozukluklar için belirli kimyasal dengesizlikleri düzelten ilaçlar üretebileceğimize ve böylece bir "tedavi" sağlayabileceğimize inanmak istese de, bu kesinlikle doğru değil..
"İlaç Endüstrisi ABD'de Önde Gelen Ölüm Nedeni ve Dünyanın En Büyük Suç Grubudur
Son on yıldır tıp sektörünün 'karanlık tarafını' ele alan bizler, tıp sisteminin 'kendi verilerini' kullanarak, ABD'de 'herhangi bir hastalıktan daha fazla insanı öldürdüğünün' tamamen farkındayız. Bu, günümüzde büyük ölçüde 'ilaç sektörü tarafından finanse edilen kurumsal medyada' nadiren yayınlanır. Alternatif medyadaki çoğumuzun iyi bildiği bir diğer gerçek ise, 'ilaç sektörünün, ABD'de suç dolandırıcılığında' lider olmasıdır. Adalet Bakanlığı (DOJ "Department of Justice") web sitesine göre, ilaç sektörü, 'Sahte İddialar Yasası için yapılan anlaşmalara ve verilen kararlara göre', suç dolandırıcılığının en büyük suçlusudur. 2009'dan 2016'ya kadar 'Sağlık Hizmeti Dolandırıcılığı', dolandırıcılık için 19,3 milyar dolara, "aynı dönemde 'eyalet Medicaid programları ve cezai para cezaları ve müsadereler' için milyarlarca dolara" yol açtı.
'Konut ve Finansal Dolandırıcılık' aynı zaman diliminde 7 milyar dolarla ikinci sıradaydı.. 2017'de, DOJ'ye göre: "3,7 milyar dolarlık uzlaşma ve kararların 2,4 milyar doları 'ilaç şirketleri, hastaneler, eczaneler, laboratuvarlar ve doktorlar' dahil olmak üzere 'sağlık sektörüyle' ilgiliydi. Bu, bakanlığın 'sivil sağlık hizmeti dolandırıcılığı' uzlaşmalarının ve kararlarının 2 milyar doları aştığı üst üste sekizinci yıl."
Adalet Bakanlığı'na göre 2018 yılında sağlık sektörüne karşı dolandırıcılık nedeniyle yapılan anlaşmalar ve verilen kararlar yine 2 milyar doları aştı: "Adalet Bakanlığı'nın geçen mali yılda tahsil ettiği 2,8 milyar dolarlık uzlaşma ve kararların 2,5 milyar doları 'ilaç ve tıbbi cihaz üreticileri, yönetilen bakım sağlayıcıları, hastaneler, eczaneler, hospice organizasyonları, laboratuvarlar ve doktorlar' dahil olmak üzere sağlık sektörüyle ilgiliydi. Bu, Bakanlığın sivil sağlık hizmeti dolandırıcılığı uzlaşmalarının ve kararlarının 2 milyar doları aştığı üst üste dokuzuncu yıl. 2,5 milyar dolara dahil edilen 'kurtarmalar' yalnızca federal kayıpları yansıtıyor ancak bu vakaların çoğunda Bakanlık, 'eyalet Medicaid programları' için ek milyonlarca doların kurtarılmasında etkili oldu."
2004 yılına kadar İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) dergisinin editörlüğünü yapan Richard Smith, 2013 yılında İskandinav (Nordic) Cochrane Merkezi başkanı Peter Gøtzsche'nin yayınladığı "Ölümcül İlaçlar ve Örgütlü Suç: Büyük İlaç Şirketleri Sağlık Hizmetlerini Nasıl Bozdu? (Deadly Medicines and Organised Crime: How Big Pharma Has Corrupted Healthcare)" başlıklı kitap hakkında bir görüş yazısı yazdı; "Organize suçun özellikleri olan haraççılık, 'ABD yasalarında 'gasp, dolandırıcılık, federal uyuşturucu suçları, rüşvet, zimmete para geçirme, adaletin engellenmesi, kolluk kuvvetlerinin engellenmesi, tanıkların ikna edilmesi ve siyasi yolsuzluk' gibi belirli suç türlerine tekrar tekrar girme eylemi' olarak tanımlanmaktadır. Peter, ilaç şirketlerinin bu suçların çoğundan, 'suçlu olduğu' iddiasını desteklemek için çoğu ayrıntılı olan kanıtlar sunar."
"ABD tarihinin en büyük dolandırıcılık anlaşması" bir ilaç şirketine karşıydı: "2 Temmuz 2012'de İngiliz ilaç üreticisi GlaxoSmithKline, reçeteli ilaçlar 'Paxil, Wellbutrin ve Avandia ile ilgili üç adet suç ve diğer hukuki sorumluluk suçlamasını' ve toplamda '3 milyar dolar para cezası ödemeyi' kabul etti; 1 milyar doları 'cezai suçlamaları çözmek' için, 2 milyar doları da 'hukuki sorumlulukları karşılamak' için.. Ödeme, ABD tarihindeki en büyük dolandırıcılık anlaşması ve bir ilaç şirketinin ödediği en büyük para cezası.."
Ve bunlar, bu "yeni" koronavirüsü tespit edebilecek doğru bir testimiz olduğuna dair ikna edici bir kanıt olmadığında, yeni bir aşıyla COVID-19 tedavisi sağlamaları için güvenmemiz istenen insanlardır. Araştırmacı gazeteci Jon Rappoport, bize 'tıbbın' aslında, 'ne kadar ölümcül olduğunu' hatırlatıyor. "Bir salgın fikrini, kimler ileri sürüyor; suçları neler?"
“Yayınlanan klinik araştırmaların çoğuna inanmak veya güvenilir doktorların veya yetkili tıbbi yönergelerin yargılarına güvenmek artık mümkün değildir. Yeni İngiltere Tıpbının Dergisi'nin (The New England Journal of Medicine) editörü olarak geçirdiğim yirmi yıl boyunca, yavaş yavaş ve isteksizce ulaştığım bu sonuçtan hiç hoşlanmıyorum. ” –Marcia Angell, MD (“İlaç Şirketleri ve Doktorlar: Bir Yolsuzluk Hikayesi (Drug Companies and Doctors: A story of Corruption).” NY Review of Books, 15 Ocak 2009.) Sözde pandemi hakkındaki haberlerimle birlikte, birçok yeni okuyucunun gelip dikkat ettiğini görüyoruz. Bu yüzden modern tıp sistemi hakkında birkaç gerçeği ifşa etmek istiyorum; son 10 yılda birçok kez sunduğum gerçekler.. Bunu, İTİBAR adı verilen küçük bir şey yüzünden yapıyorum. Önemli tıp yetkililerinin geçmiş performansları gerçekten anlaşılsaydı, insanlar şu anki açıklamalarını bir bakışta görmezden gelirlerdi. Şu tür açıklamalar: 'VİRÜS YAYILIYOR; BU BÜYÜK BİR SALGIN; YENİ BİR KORUYUCU AŞI DENİYORUZ VE HERKES BUNU ALMALI.'
Ayrıca gerçekleri ifşa ediyorum çünkü 'TIPSAL NEDENLİ ÖLÜM' ana akım basın tarafından rutin olarak halı altına süpürülüyor. Aslında, medya sessizliğinin bir sonucu olarak, 'tıbbi zarar' konusu 19. ve 20. yüzyılın başlarında aşırı derecede 'zehirli gıda' konusunun olduğu yerdeydi. O zamanlar, dev gıda işleyicileri ürünlerin içine gizlenmiş 'ölümcül zehir (ye, düş ve öl)' satabilecekleri kendi Vahşi Batı'larını yaratmışlardı. Basın, bu suçları ifşa etmeye ve halkı büyülemeye yardımcı oldu, bu da kısmi reformlara yol açtı. Şimdi, tıp alanında, basın 'sermaye suçlarının' ortağı. Önemli tıbbi görevliler bir zaman bombasının üzerinde oturuyorlar. 'Tıbbi sakatlama ve öldürme' yelpazesi şaşırtıcı. Dünyanın dört bir yanındaki muhabirlerin, 'önde gelen ölüm' nedenlerinden biriyle ilgili şok edici gerçeklerle hazır olduğu, medya kameraları önünde düzenlenen bir Kongre duruşmasını hayal edin..
SENATÖR: Efendim, önümde ana akım tıbbi ölüm rakamları var. Bunu halktan, nasıl gizli tutabilirsiniz?
FDA KOMİSYONERİ: Bu bir sır değil efendim. Birçok uzman, bunu biliyor.
SENATÖR: Trilyon dolarlık federal bütçeye bakıyorum. Bu korkunç durumu düzeltmek için ayrılan parayı arıyorum. O fonlar nerede?
FDA KOMİSYONERİ: Hiçbir yerde. Bizi suçlamayın.
SENATÖR: Neden olmasın?
FDA KOMİSERİ: Çünkü asla parçalanamayız. Biz ebediyiz. Tanrı FDA'yı yarattı. Tanrı CDC'yi yarattı.
Büyük medya kuruluşlarının, 'tıbbi nedenli ölüm sayılarını' araştırmayacağını biliyorum çünkü yıllardır raporlar yayınlıyorum ve habercilerle gerçekleri paylaştım; ve hiçbir şey olmadı. Bu yüzden birkaç alıntıyla başlayalım. 26 Temmuz 2000, Amerikan Tabipler Birliği Dergisi; yazar, Dr. Barbara Starfield, Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu'nda saygı duyulan halk sağlığı uzmanı; "ABD'nin sağlığı gerçekten dünyanın en iyisi mi?"
Starfield, 'ABD tıbbi sisteminin, yılda 225.000 Amerikalıyı öldürdüğünü' bildirdi. 106.000'i FDA onaylı 'tıbbi ilaçlar' ve 119.000'i hastanelerdeki 'kötü muamele ve hatalar' sonucu. Sayıları on yıla genişletin: bu '2,25 milyon ölüm' demektir.
Son sayıyı tekrar okumak isteyebilirsiniz. Starfield ile 2009'da röportaj yaptım. Kendisine, ABD hükümetinin 'bu soykırımı ortadan kaldırmak için genel bir çabası' olup olmadığını ve böyle bir çaba için 'kendisine danışmak üzere herhangi bir hükümet kurumu tarafından aranıp aranmadığını' sordum. Her iki soruya da gür bir HAYIR cevabı verdi. Ayrıca Amerika'daki 'tıbbi nedenli ölümlere' ilişkin tahmininin muhafazakar tarafta olduğunu söyledi. İşte bir alıntı daha: BMJ 7 Haziran 2012 (BMJ 2012:344:e3989). Yazar, Jeanne Lenzer. Lenzer, Güvenli İlaç Uygulamaları Enstitüsü'nün bir raporuna atıfta bulunuyor: "Enstitü, 2011'de reçeteli ilaçların, 'ABD'de iki ila dört milyon kişinin 'ciddi, sakatlayıcı veya ölümcül yaralanmalar, 128.000 ölüm' yaşamasıyla ilişkili olduğunu' hesapladı."
Raporda buna "insan faaliyetlerinden kaynaklanan insanlar için en önemli tehlikelerden biri" denildi. Rapor, FDA'nın "ciddi olumsuz [tıbbi ilaç] olayları" veritabanına giren dış araştırmacılar tarafından derlendi. Bu nedenle, FDA'nın 'bu bulgudan haberdar olmadığını' söylemek saçma olur. FDA biliyor. FDA biliyor ve bu konuda hiçbir şey söylemiyor çünkü FDA, Amerikalıları 'rutin olarak sakat bırakan ve öldüren tüm tıbbi ilaçları, güvenli ve etkili' olarak onaylıyor. Her kamu sağlığı kurumu gerçeği biliyor. İşte bir alıntı daha: Makale, "Reçeteli İlaçlardan Kaynaklanan Hastalık ve Ölüm Salgını". Yazar, Rowan Üniversitesi'nde ders veren ve 2013 yılında ASA'nın [Amerikan Sosyoloji Derneği] Sosyoloji Uygulaması için Seçkin Kariyer Ödülü'nü alan Donald Light'tır. Light, Pennsylvania Üniversitesi Biyoetik Merkezi'nin kurucu üyesidir. 2013 yılında Harvard'daki Edmond J. Safra Etik Merkezi'nde üyeydi. Stanford Üniversitesi'nde Lokey Ziyaretçi Profesörüdür.
Donald Light: “Epidemiyolojik olarak, uygun şekilde reçete edilen reçeteli ilaçlar, 'her hafta Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 2.460 ölüm ve felçle beraber', dördüncü önde gelen ölüm nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da her yıl yaklaşık 330.000 hasta reçeteli ilaçlardan ölüyor. [İlaçlar] yaklaşık 20 kat daha fazla 'hastaneye yatışa' [yılda 6,6 milyon] ve ayrıca 'düşmelere, trafik kazalarına' ve [yılda] yaklaşık 80 milyon 'ağrı, rahatsızlık' ve başkalarına bakma yeteneğini engelleyen 'işlev bozuklukları' gibi tıbbi olarak önemsiz sorunlara neden oluyor. 'Aşırı ilaç kullanımı, hatalar ve kendi kendine ilaç kullanımından' kaynaklanan 'ölümler ve olumsuz etkiler' bu rakamları artıracaktır.” (ASA yayını, “Dipnotlar”, Kasım 2014)
"Antidepresanların Güvenliğine İlişkin Bilgiler Saklandı
Raporlar, 'antidepresanların güvenliğiyle ilgili hayati bilgilerin, ilaç şirketleri tarafından gizlendiğini' gösteriyor.. Florida'daki Vatandaşlar İnsan Hakları Komisyonu (CCHR "Citizens Commission on Human Rights") bölümü, 'klinik çalışmalarla ilaç bağlarını' ortaya koyan raporlara dayanarak, 'antidepresanların etkileri ve potansiyel riskleri konusunda tıbbi topluluktan ve halktan, 'hayati bilgilerin' saklanmasından' endişe duyuyor. Bu ilaç sınıfı, 12 yaş üstü Amerikalıların onda birinden fazlasının, yani 'nüfusun %11'inin, antidepresan kullandığı, en sık reçete edilen ilaçlardan biri ve aynı zamanda en karlı olanlardan' biri. Müttefik Pazar Araştırması'na göre (Allied Market Research), 'küresel antidepresan ilaç pazarı, 2017'de 14,11 milyar dolardı ve 2023'e kadar 15,98 milyar dolara' ulaşması bekleniyor.
Diane Stein CCHR Florida, "İlaç şirketi çalışanları tarafından yazılan çalışmalarda, ilaçlar hakkında 'olumsuz ifadeler' içerme olasılığının, diğer çalışmalara göre '22 kat daha az olduğu' gerçeğini destekleyen kanıtlar var." dedi. Antidepresanların 'olası yan etkileri ve istenmeyen reaksiyonları', uzun bir listeye sahiptir ve raporlar, özellikle çocukları ve ergenleri ilgilendiren 'bu güvenlik sorunlarına ilişkin önemli bilgilerin, ilgili ilaç şirketleri tarafından gizlendiğini' göstermektedir.
Bilimsel Amerika'nın (Scientific America) ele aldığı gibi, bu durum ergenler ve çocuklar söz konusu olduğunda acı verici bir şekilde doğruydu: "İlaç şirketleri, yeni bir ilacın onayı için başvururken ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA "Food and Drug Administration") ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA "European Medicines Agency") gibi düzenleyici otoritelere gönderilen ayrıntılı belgeler olan klinik çalışma raporlarında, 'ciddi zararın' tam kapsamını sunmuyordu.
Araştırmacılar, iki yaygın antidepresan türü olan seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI "selective serotonin reuptake inhibitors") ve serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI "serotonin and norepinephrine reuptake inhibitors") ile ilgili 70 çift kör, plasebo kontrollü denemeden alınan belgeleri incelediler ve 'bu ilaçları kullanan çocuk ve ergenlerde, 'intihar düşüncelerinin ve saldırgan davranışların' iki katına çıktığını' buldular."
Depresyona Saldırı.. Antidepresanların 'beyin kimyasallarını değiştirerek, depresyonu hafifletmesi' gerekiyor. Sorun şu ki 'depresyon, kimyasalları değiştirerek basitçe dengelenebilen' bir kimyasal formül değil. Aslında, 'ruhsal hastalığın, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı' fikri bir efsanedir. Aksine, depresyon, 'yaşam tarzı, ilişkiler' ve ilaçların çözemediği 'başa çıkma becerileri' gibi 'biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerden' kaynaklanır. "Bazı kişilerde antidepresan tedavisinin 'depresyonda azalma yerine, artışa neden olma' tehlikesi vardır. Aslında, FDA ABD'deki tüm depresyon ilaçlarının, çocuklarda ve genç yetişkinlerde 'artan intihar riski' hakkında bir uyarı etiketi içermesini şart koşmaktadır. İntihar riski özellikle tedavinin ilk bir veya iki ayında yüksektir."
Kronik Depresyon.. Durumu daha da kötüleştiren şey, 'antidepresan ilaçların yan etkisi olan tardif disfori (TDP "tardive dysphoria")' olarak keşfedilmesidir. Bu, "devam eden, kalıcı antidepresan tedavisi ortamında başlayan kronik, sıklıkla tedaviye dirençli, depresif durum" olarak tanımlanır ve 'antidepresan tedavisinin kendisinin, 'kronik depresif sendroma' katkıda bulunabileceğine' inanmak için nedenler vardır. Örneğin, çok sayıda gence, 'antidepresan' reçete ediliyor ve alıyor. Bunları alan gençlerin sayısı yaklaşık yüzde dokuzdur. Beyinlerinin, 'bu ilaçlara karşı "karşıt tolerans" yaratacağı' belirlenmiştir. "Bu gençlerin yüzde kaçı, ilaç kaynaklı 'tardif disforiye' yakalanacak ve böylece ömür boyu 'kronik depresyon' yaşayacak?"
Kötüleşme Potansiyeli.. Psikoterapi ve Psikosomatik'in editörü olan İtalyan psikiyatrist Giovanni Fava bu alanda öncü olmuştur ve şöyle demiştir: “AD'nin (antidepresan ilaçlar) iatrojenik etkileriyle ilgili büyük ölçüde spekülatif bir hipotezin, formüle edilmesinden 26 yıl sonra, incelediğim kanıtlar, bu ilaçların kullanımının, bireysel vakalarda 'ruh hali ve anksiyete bozukluklarının', uzun vadeli sonuçlarını 'kötüleştirme potansiyeline' sahip olabileceğini göstermektedir.”
İlaç Şirketleri Tarafından Lekelenen Çalışmalar.. Bu bilginin hem tıp uzmanları hem de halk tarafından bilinmemesi ve anlaşılmamasının nedeni, ilaçların kendisi kadar tartışmalıdır. 'Antidepresanlar, depresyona neden olur' ve bunun halk arasında bilinmemesinin tek nedeni, 'ilaç şirketlerinin, bu verileri gizli tutmasıdır.' Birçok 'antidepresan çalışmasının', ilaç şirketlerinin etkisiyle 'lekelendiği' bulunmuştur. "Klinik antidepresanları değerlendiren çalışmalara ilişkin bir inceleme, 'gizli çıkar çatışmaları ve kurumsal ilaç üreticileriyle finansal bağlar' olduğunu göstermektedir."
CCHR, ilaç üreticilerinden şeffaflık talep ediyor ve bu ilaçları reçete eden psikiyatristlerin halka 'gerçek, açık ve bilgilendirilmiş onay' vermesini istiyor. 'Psikiyatrik ilaç yan etkileri' hakkında daha fazla bilgi edinmek veya 'psikiyatrik kötüye kullanımı' bildirmek için lütfen cchrflorida. org adresini ziyaret edin veya 1-800-782-2878 numaralı telefonu arayın." (69)
"Antidepresanların Gizli Zararları
Klinik deneylerin derinlemesine analizi, 'intihar girişimleri ve agresif davranışlar' da dahil olmak üzere 'olumsuz yan etkilerin, yaygın olarak eksik bildirildiğini' ortaya koymaktadır.. Antidepresanlar piyasadaki en yaygın reçeteli ilaçlardan bazılarıdır. Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi'nin 2011 tarihli raporuna göre, 12 yaş üstü 10 Amerikalıdan birinden fazlası (yaklaşık %11'i) bu ilaçları kullanıyor. Yine de, son raporlar 'bu ilaçların güvenliğiyle ilgili önemli verilerin (özellikle çocuklar ve ergenler için riskleri), tıp camiasından ve halktan saklandığını' ortaya koydu.
Geçtiğimiz hafta BMJ'de (British Medical Journal "İngiliz Tıp Dergisi") yayınlanan en son ve en kapsamlı analizde, Kopenhag'daki Nordic Cochrane Merkezi'ndeki bir grup araştırmacı, ilaç şirketlerinin, yeni bir ilacın onayı için başvururken ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi düzenleyici otoritelere gönderilen ayrıntılı belgeler olan 'klinik çalışma raporlarında, ciddi zararın tam kapsamını sunmadıklarını' gösterdi. Araştırmacılar, iki yaygın antidepresan türü olan seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) ile ilgili 70 çift kör, plasebo kontrollü denemeden alınan belgeleri incelediler ve 'bu ilaçları kullanan çocuk ve ergenlerde, 'intihar düşünceleri ve agresif davranış' sıklığının iki katına çıktığını' buldular.
Çatışmalarla dolu.. Bu makale, antidepresan denemeleriyle ilgili raporlardaki 'çıkar çatışmalarıyla' ilgili rahatsız edici suçlamaların hemen ardından geldi. Geçtiğimiz Eylül ayında Klinik Epidemiyoloji Dergisi'nde (Journal of Clinical Epidemiology) yayınlanan bir çalışma, 'antidepresan çalışmalarının, meta analizlerinin üçte birinin, ilaç çalışanları tarafından yazıldığını ve bunların ilaç hakkında 'olumsuz ifadeler' içerme olasılığının diğer meta çalışmalara göre 22 kat daha az olduğunu' ortaya koydu. Aynı ay başka bir araştırma grubu, GlaxoSmithKline tarafından finanse edilen 2001 tarihli Paxil klinik çalışması olan Çalışma 329'dan alınan verileri yeniden analiz ettikten sonra, 'ergenlere yönelik 'abartılı etkinlik ve açıklanmayan zararlar' ortaya çıkardıklarını' bildirdi.
Dergi makalelerinde olumsuz sonuçların 'seçici bir şekilde raporlanması' nedeniyle, en son BMJ çalışmasındaki araştırmacılar, denemeler hakkında daha ayrıntılı bilgiler içeren klinik çalışma raporlarına yöneldi. 'En yararlı bilgilerin bir kısmının, eklerde gömülü bireysel hasta listelerinde olduğunu' keşfettiler. Örneğin, raporda “duygusal sorumluluk” veya “kötüleşen depresyon” olarak sunulan 'intihar girişimlerini' ortaya çıkardılar. Ancak bu bilgi, 70 denemeden yalnızca 32'si için mevcuttu. “Eklerin çoğunun genellikle yalnızca yetkililere talep üzerine sunulduğunu ve yetkililerin bunları hiçbir zaman talep etmediğini bulduk” diyor Cochrane'de doktora öğrencisi ve çalışmanın baş yazarı Tarang Sharma. “Aslında, tam verilere sahip olsaydık gerçek durumun ne kadar kötü olacağı konusunda biraz korkuyorum.”
“[Bu çalışma] antidepresanların tam zarar derecesinin bildirilmediğini doğruluyor” diyor çalışmaya dahil olmayan University College London'da psikiyatrist ve araştırmacı olan Joanna Moncrieff. “Yayınlanmış literatürde bildirilmiyorlar, bunu biliyoruz ve düzenleyicilere giden ve lisanslama kararlarının temelini oluşturan klinik çalışma raporlarında düzgün bir şekilde bildirilmiyorlar.”
Kara kutuyu açmak.. Klinik araştırma raporlarına erişim sağlamak kolay bir iş değil. Cochrane'de klinisyen araştırmacı ve yakın tarihli çalışmanın ortak yazarlarından biri olan Peter Gøtzsche, 2007'de EMA'dan antiobezite hapları için bu dosyaları almaya yönelik ilk girişimi yaptı. Gøtzsche, “EMA bu raporları bize açıkça reddetti.” diyor. “Bu raporlarda ticari olarak gizli hiçbir şey olmamasına rağmen 'ticari gizlilikten' bahsettiler. Tüm bu gizliliğin aslında 'insan hayatına mal olduğunu' açıkladık, ancak onlar bununla hiç ilgilenmediler.”
Araştırma ekibi ancak üç yıl sonra, Avrupa Parlamentosu tarafından Avrupa Birliği kurumlarına karşı iddiaları araştırmak üzere seçilen bir kişi olan Avrupa Ombudsmanına yapılan çok sayıda talep ve şikayetten sonra nihayet belgeleri aldı. Bu davanın ardından EMA, klinik denemeyle ilgili belgelere kamu erişimini genişleteceğini duyurdu. Gøtzsche'ye göre, 2010 yılında Avrupa'da bu atılımı elde etmeyi başarmış olsalar da, bu henüz ABD'de gerçekleşmedi. "Amerika'nın gerçekten ihtiyacı olan şey bir ombudsman" diyor.
Araştırmacıların, endüstri etkisinden etkilenmeden değerlendirmeler yapmak için 'klinik deneylerden gelen verilere' daha iyi erişime ihtiyaçları olduğunu söylüyor Gøtzsche. "Hastalar, 'bilime fayda sağlamak' için gönüllü olduklarında ve daha sonra ilaç şirketlerinin 'ham verilere erişemeyeceğimize karar vermelerine' izin verdiğimizde, bu son derece etik dışıdır. İlaçların test edilmesi kamusal bir girişim olmalıdır."
Yeniden değerlendirme zamanı mı? Birçok önceki çalışma, 'antidepresan kullanımıyla artan intihar düşüncelerini' bulduğundan, 2004 yılında FDA bu ilaçlara bir kara kutu uyarısı verdi -en ciddi tehlikeler için ayrılmış bir etiket- ve EMA da benzer uyarılar yayınladı. Ancak 'saldırganlık riskleri' hakkında hiçbir etiket yok. Yayınlanmış vaka çalışmaları da dahil olmak üzere geçmişte 'düşmanca davranışla' ilgili ipuçları bulunmuş olsa da, geçen haftaki BMJ çalışması, 'çocuklarda ve ergenlerde saldırgan davranışta artışı' belgeleyen ilk büyük ölçekli çalışmaydı.
Moncrieff, "Bu, Amerika'daki ve faillerin 'sıklıkla antidepresan kullandığı diğer yerlerdeki okul saldırıları' hakkındaki tartışmada açıkça önemlidir" diyor. Bu ilaç sınıfının artıları ve eksileri hakkında sorular ortaya çıkaran diğer araştırmalarla birlikte ele alındığında - 'antidepresanların, plasebodan yalnızca biraz daha iyi olduğunu' öne süren çalışmalar dahil - bazı uzmanlar yeniden değerlendirmenin zamanının geldiğini söylüyor.
Moncrieff, "Benim görüşüme göre antidepresanların etkili olduğuna dair gerçekten yeterince iyi kanıtımız yok ve zararlı olabileceklerine dair artan kanıtlar var." diyor. "Bu yüzden tersine dönmemiz ve [bunları] reçete etme eğilimini durdurmamız gerekiyor."" (70)
"Tam bir ilaç şarlatanlığı: Antidepresanlar neredeyse her şey için reçete ediliyor... hatta işe yaramadıkları durumlar için bile
İsimleri tek amaçlarının 'depresyon tedavisi' olduğunu ima etse de, 'doktorların, çeşitli diğer tıbbi sorunlar için de antidepresanlar reçete ettiği' ortaya çıktı. Aslında, yakın zamanda yapılan bir Kanada araştırması, Quebec doktorları tarafından son on yılda yazılan 'antidepresan reçetelerinin yarısından biraz fazlasının depresyon için olduğunu' buldu. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Antidepresan reçetelerinin yaklaşık %50'si ne içindi? Antidepresanlar ayrıca 'uykusuzluk, fibromiyalji, obsesif-kompulsif bozukluklar, kronik ağrı, migren ve panik bozuklukları' için rutin olarak verilir. Ancak doktorlar, bunları tedavi etmeleri 'onaylanmamış bir dizi "etiket dışı" durum için' de reçete ederler. Araştırmacılar, depresyon dışındaki sorunlar için yazılan 'antidepresan reçetelerinin üçte ikisinin, etiket dışı - ve dolayısıyla onaylanmamış - amaçlar için yazıldığını' keşfettiler. Bu, 'ABD'de antidepresan kullanımının, 1988-1994 ve 2005-2008 yılları arasında neden %400 oranında arttığını' açıklamaya yardımcı olabilir. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri, 'yetişkinlerin ve gençlerin %11'inin, artık antidepresan kullandığını' bildiriyor, bu nedenle bu küçük bir sorun olmaktan çok uzak.
Uzmanlar arasında endişeye yol açan etiket dışı reçeteler.. Daha da kötüsü, doktorlar bu reçeteleri körü körüne yazıyor ve bunların 'etiket dışı rahatsızlıklara yardımcı olabileceğine' dair hiçbir kanıt yok. Doktorların, insanlara 'işe yaradığı kanıtlanmamış ilaç' reçete etmesi fikri gerçekten de yutulması zor bir hap. McGill Üniversitesi epidemiyoloji ve biyoistatistik profesörü Robyn Tamblyn şunları söyledi: "Burada endişe verici olan şey, 'depresyon dışındaki rahatsızlıklar' için reçete yazarken, bunların genellikle 'fibromiyalji ve migren' gibi 'ilacın etkili olup olmayacağının bilinmediği endikasyonlar' için olmasıdır, çünkü hiç çalışılmamıştır."
Tamblyn ve bir grup meslektaşı, çalışmalarında 2006 ile 2015 yılları arasında Quebec'te 'birincil bakım doktorlarının, elektronik tıbbi kayıtlarını' inceledi. Bu süre zarfında, reçete edilen 'antidepresanların, yalnızca %55'i depresyon' içindi. İncelenen 100.000'den fazla antidepresan reçetesi arasında, '%18,5'i anksiyete bozuklukları, %10'u uykusuzluk, %6'sı kronik ağrı ve %4'ü panik bozuklukları' içindi. 'Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, menopoz, migren ve sindirim sorunları' gibi belirtilen durumların birçoğu 'onaylanmamış kullanımları' temsil ediyordu. Hatta bazı doktorlar bunları 'PMS, cinsel işlev bozukluğu, bulimia ve idrar sorunları' için bile reçete etti.
Antidepresanların aşırı reçetelenmesi, olası sonuçları göz önüne alındığında tamamen sorumsuzca.. İnsanlara "mutluluk hapları" vermenin 'hiçbir zararı olmayacağına' inanmak cazip gelebilirken, gerçeklerden bu kadar uzak bir şey olamaz - gerekli olsunlar ya da olmasınlar. Antidepresanların oldukça korkutucu yan etkileri vardır ve 'kalp hastalığı, meme kanseri ve tip 2 diyabet' riskini artırırlar. Olabilecek en kötü şey nedir? 'Baş ağrısı ve hazımsızlık' gibi yan etkiler her şeyden daha fazla can sıkıcı olsa da, 'bu ilaçlar, intiharla da ilişkilendirilmiştir' ve 'birden fazla toplu katliamcı, antidepresan' kullanmıştır. İşte tam da bu yüzden antidepresan kullanımı, 'en uç depresyon vakalarında ve yalnızca doğal tedavi yöntemleri başarısız olduğunda' kullanılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü yakın zamanda Avrupa Nöropsikofarmakoloji Dergisi'nde yayınlanan ve 2005 ile 2012 yılları arasında birçok ülkede 'gençler arasında antidepresan kullanımının önemli ölçüde arttığını' gösteren araştırmaya yanıt verdi.
DSÖ Ruh Sağlığı Direktörü Dr. Shekhar Saxena, 'etiket dışı kullanımın özellikle endişe verici olduğunu' söyledi: "Bunlar gençler arasında 'denenmemiş, yaygın olarak kullanılması için hiçbir gerekçesi olmayan' ilaçlardır. Yasal düzenlemeler ve mesleki yönergeler vardır ve ilaçların 'etiket dışı kullanımı' çoğu zaman ikisini de aşar. Bu, Dünya Sağlık Örgütü'nün çok endişe duyduğu bir şeydir." Elbette, 'ilaç şirketleri, baskılarını esasen kontrolsüz bir şekilde' uygulamaya devam ettiği sürece, doktorlar tarafından yazılan 'antidepresan reçetelerinin sayısının, azalmaktan ziyade artma olasılığı' yüksektir. Belki de bu salgının en endişe verici yönü, birçok sorunun 'düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme, meditasyon ve doğayla daha fazla zaman geçirme' gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle hafifletilebilmesi yerine, doktorların bu hapları dağıtmasıdır.." (78)
"TIME Dergisi Çocuklara ve Yaşlılara Psikiyatrik İlaç Verilmesini Eleştiriyor(Savunmasızları
İlaçlamak: Çocuklarda ve Yaşlılarda Atipik Antipsikotikler..) İlaç
şirketleri yakın zamanda ABD tarihindeki en büyük yasal anlaşmaları
ödediler - şirketlere uygulanan en büyük cezalar da dahil - 'antipsikotik
ilaçları, yasadışı olarak pazarladıkları' için. Ödemeler toplamda 5
milyar doları aştı. "Ancak ilaçların en kötü maliyetleri
en savunmasız hastalar tarafından karşılanıyor: psikiyatri
hastanelerinde, koruyucu bakım evlerinde ve çocuk hapishanelerinde
çocuklar ve gençler ve ayrıca huzurevlerindeki yaşlılar."
İlaçların güvenli veya etkili olduğu 'kanıtlanmamış rahatsızlıklar' için ilaçlanıyorlar - bazı durumlarda, bilinen olası bir sonuç olarak ölüm var. İlaç şirketleri için fayda soğuk kâr. Antipsikotikler yılda yaklaşık 14 milyar dolar getiriyor. 'Geodon, Zyprexa, Seroquel, Abilify ve Risperdal' gibi sözde "atipik" veya "ikinci nesil" antipsikotikler piyasadaki diğer tüm ilaç sınıflarından daha fazla para kazanıyor ve dolar bazında Amerika'da en çok satan ilaçlar. Bu ilaçlar öncelikle nüfusun %3'ünü etkileyen 'şizofreni ve bipolar bozukluğu' tedavi etmek için onaylanmış olsa da, 2010 yılında atipik antipsikotikler için 56 milyon reçete yazılmıştır. Bu hafta Amerikan Psikiyatri Birliği toplantısında yaptığı bir sunumda, Connecticut'taki Burlingame Psikiyatri Araştırma Merkezi müdürü Dr. John Goethe, 'son 10 yılda psikiyatri hastanelerinde yatan 5 ila 12 yaş arasındaki tüm çocukların yarısından fazlasına antipsikotik reçete edildiğini ve bu reçetelerin %95'inin, ikinci nesil antipsikotikler için olduğunu' bildirdi. Bu çocukların çoğu, ilaçların faydalı olduğu gösterilen bir rahatsızlığa sahip değildi: Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB /PTSD "post-traumatic stress disorder") olan gençlerin %44'ü ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB /ADHD "attention deficit hyperactivity disorder") olan çocukların %45'i bu ilaçlarla tedavi edildi.. Daha fazlası (a)" (53) (....)
**Psikiyatrik ilaçların neden olduğu bazı tıbbi yaralanmalar ve ölümler..
"Hamilelikte antidepresan kullanımı bebeklerin beyin kimyasını olumsuz etkiliyor, araştırma bulguları
Artık antidepresan kullanımının etkileri konusunda endişelenmek için bir neden daha var, özellikle hamileyseniz. Helsinki Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nden yeni bir çalışma, 'hamile kadınların, antidepresan kullanımı ile 'yenidoğanlarında, beyin anormallikleri' arasında bir bağlantı olduğunu' ortaya çıkardı. Ne yazık ki, hamile kadınların yüzde 15'inin 'depresyon veya anksiyeteden' muzdarip olduğuna ve ABD'de 'her yıl doğan bebeklerin yaklaşık yüzde 5'inin, rahimde antidepresanlara maruz kaldığına' inanılıyor. Araştırmacı Sampsa Vanhatalo şunları söyledi: "SRI'ye maruz kalan yenidoğanların 'beyin aktivitelerinde, birçok değişiklik' bulduk. Değişiklikler annenin psikiyatrik semptomlarıyla ilişkili olmadığından, bunların 'maternal ilaç tedavisinin bir yan etkisi' olarak ortaya çıktığını varsaydık." (....)" (86)
"SSRI'lar hastaların sevgi duygularını kaybetmelerine neden oluyor
Yeni bir çalışmanın sonuçlarına göre, düzenli olarak serotonin geri alım inhibitörleri veya SSRI'lar alan hastalar, 'sevgi ve bağlanma duygularını' kaybedebilirler. Araştırmacılar, özellikle 'erkeklerin SSRI'ları aldıklarında, esas olarak 'serotonin sistemi' aracılığıyla çalışan ilaçlar olan 'aşk duygularının, kadınlardan daha fazla etkilenme eğiliminde' olduğunu buldular. Buna karşılık, serotonin sistemi üzerinde daha az etkisi olan 'trisiklik antidepresanlar' adı verilen ilaçlar, 'kadınların, aşk ve bağlanma duygularını, erkeklerden daha fazla etkiliyor' gibi görünüyor, bilim insanları buldu. (....)" (87)
"Çalışma, antidepresanların nadir görülen felç riskini artırdığını gösteriyor
Depresyon semptomlarını tedavi etmek için seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) alıyorsanız, nadir görülen 'bir felç türü geçirme riskinizi', önemli ölçüde artırabilirsiniz. Bunlar, yakın zamanda Nöroloji (Neurology) dergisinde yayınlanan ve 'Zoloft (sertralin), Paxil (paroksetin), Prozac (fluoksetin) ve Lexapro (esitalopram)' gibi antidepresan ilaçlar alan kişilerin, ilaçları almayan kişilere kıyasla, 'intrakraniyal kanama geliştirme' riskinin yaklaşık yüzde 50 daha yüksek olduğunu' bulan yeni bir çalışmanın bulgularıdır. Çalışmaları için, Ontario, Londra'daki Western Üniversitesi'nden araştırmacılar, toplamda 500.000'den fazla katılımcıyı içeren ilaçlarla ilgili 16 farklı çalışmanın bir derlemesini incelediler. Yapılan incelemede, SSRI'ların alınmasının, 'kafa içi kanama' riskini yüzde 50'den fazla, kafa içi kanamanın bir alt türü olan 'beyin içi kanama' riskini ise yaklaşık 'yüzde 40 oranında' artırdığı' tespit edildi. (....)" (88)
"ÇALIŞMA: Xanax, Valium, Klonopin ve diğer psikoaktiflerin uzun süreli kullanımı kansere yol açabilir
Benzodiazepinler (BZD'ler), 'sakinlik, uyku ve uyuşukluk' hissi yarattığı bilinen merkezi sinir sistemi depresanları grubu, 'kansere yol açabileceğini' öne süren bulgular nedeniyle eleştiriliyor. Bu, 'Valium, Xanax, Klonopin ve diğer birçok psikoaktifin, insanların sağlığını aşındırmada' rol oynadığı ve onları etraftaki 'en yaşamı tehdit eden hastalıklardan birine, yakalanma riskine soktuğu' anlamına geliyor. Bulgular, Tayvan Ulusal Sağlık Sigortası veritabanından bilgi değerlendirilen uzunlamasına bir nüfusa dayalı vaka kontrol çalışmasına katılan uzmanlardan geliyor. Amaç, 20 yaş ve üzeri kişilerde 'BZD kullanımı ile kanser riski' arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını belirlemekti. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ancak yine de çok üzücü bir şekilde, cevabın çok büyük olasılıkla "evet" olduğunu buldular.. (....)" (89)
"Araştırmaya göre psikiyatrik ilaçların kansere neden olduğu gösterildi
Son on yılda '5 milyondan fazla insanı öldürmesinin' yanı sıra, FDA onaylı psikiyatrik ilaçlar, muhtemelen doktorunuzdan duymayacağınız başka bir kötü yan etkiye neden oluyor: kullanıcıların 'kanser geliştirme' riskini önemli ölçüde artırıyorlar. Uluslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip yakın zamanda ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne her türlü psikiyatrik ilacın lisanslanması için sunulan 'klinik öncesi denemelerin sistematik bir incelemesini' gerçekleştirdi ve yaygın olarak reçete edilen bu ilaçlar hakkında keşfettikleri şey ortalama bir insan için şok edici olabilir. Genel olarak, her büyük ilaç sınıfından 'psikiyatrik ilaçların son derece kanserojen olduğu' bulundu ve en tehlikeli olanlar arasında 'antikonvülzanlar ve antipsikotikler' yer aldı. Ve kansere neden olmakla suçlananların hemen arkasında 'benzodiazepinler ve antidepresanlar' vardı.. (....)" (90)
"Tıbbi kuruluşlar, sadece doğum tarihleri nedeniyle bir milyon çocuğa psikolojik ilaç vermeyi zorluyor
Küçük bir çocuğunuz varsa, daha iyi dikkat edin: Sadece yaşından dolayı 'dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB)' teşhisi konabilir. Doğru, kızınız veya oğlunuz, 'belirli bir yılda doğmuş olmaları' ve 'kıkırdamaya' ve çocukların sıklıkla yaptığı gibi 'davranmaya' meyilli olmaları dışında hiçbir sebep olmaksızın 'bir davranışsal rahatsızlıkla' ilişkilendirilebilir. Başka bir deyişle, anaokulu sınıfında 'en küçük ve en olgunlaşmamış' olarak kabul edilirlerse, 'DEHB'li olarak etiketlenme' olasılıkları daha yüksektir. Buna karşılık, onlara Ritalin gibi ilaçlar reçete edilir. Şaşırtıcı bir şekilde, bu tür zararlı psikiyatrik ilaçlar, genellikle bir çocuğa bu tür ilaçların 'reçete edilip edilmemesi gerektiğine' karar vermede genellikle 'görüşleri ağır basan, öğretmenlerin yorumlarından' kaynaklanan bir nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nde 1 milyon çocuğa dağıtılıyor. Evet, bugünlerde, 'bir çocuğun, çocuk olması' görünüşe göre Ritalin'e layık bir bahane.. (...)" (95)
"Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) Dolandırıcılığı ve Okul Çocuklarına Toplu İlaç Verilmesi (Transkript)
Bugün size DEHB dünyasından haberler getiriyorum çünkü bilim insanları, 'DEHB'li çocukların beyinlerinde, "normal" çocuklarla karşılaştırıldığında bir fark bulduklarını' iddia ediyorlar. DEHB teşhisi konulan bu çocukların beyinleri, bir MRI makinesiyle tarandı. Beyinlerindeki 40.000 farklı noktayı karşılaştırarak, 'beyin dokusunda kalınlık belirtileri' aradılar. DEHB teşhisi konulan çocukların 'beyinlerinin, büyümede biraz geride kaldığını' keşfettiler. Evet, doğru duydunuz. Diğer çocukların beyinlerinden, yaklaşık 'üç yıl geride olduklarını' söylediler. Diğer her şey normaldi. Üç yıl beklerlerse bu çocukların, 'yetişeceğini ve gayet iyi olacaklarını' söylediler. Peki "onlar" kim? Muhtemelen Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü olan Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden Dr. Phillip Shaw -- bu araştırmayı yapanlar onlar ve bu araştırma ana akım medyada dolaşıyor. Bununla ilgili hikayeleri, her yerde duyarsınız. Bugün ulusal kamu radyosunda bir hikaye duydum. Aklımı başımdan aldı. Nedenini birazdan anlatacağım. Ülke çapındaki gazete ve dergi manşetleri, televizyon haberleri, kablolu haber ağları -- şu anda orada 'DEHB'nin, fiziksel bir hastalık olduğunu' iddia eden uzmanlar var. Bu çocukların, 'beyinlerinde bir sorun' var. Görünüşe göre sadece 'iki gün önce çıkan araştırmaya' bakmayı unutmuşlar. Bu araştırmanın ne gösterdiğini biliyor musunuz? (...)
DEHB İlaçları, Çocuklarda 'Beyin Büyümesini' Engelliyor.. Bu çalışmanın sonuçlarında söylemedikleri şey, 'aynı ilaçların, çocukların beyinlerinin büyümesini' de engellediğidir. Şimdi bu, bu konuyu birkaç yıldır incelemiş ve 'bu ilacın, çocukların gelişimini engellediğini' bilerek, durum hakkındaki değerlendirmemdir. Ayrıca 'beyinlerinin büyümesini de engellediği' sonucuna varmak çok mantıklı ve tahmin edin ne oldu? Aslında bu yeni çalışma bunu kanıtlıyor, çünkü 'çocuk beyinlerinin MRI taramaları, bu beyinlerin gelişimde üç yıl geride olduğunu' buldu. MRI taramaları yapılan çocukların '%80'i DEHB ilaçları' kullanıyordu. Doğru. Bu çalışmanın yaptığı tek şey, 'ilaçların, çocukların beyinlerinin büyümesini engellediğini' kanıtlamaktı. Şaşırtıcı değil mi? (....)" (96)
Özet.. Tıbbın çoğu alanının aksine, yeni ve geliştirilmiş psikiyatrik ilaçları keşfetme ve geliştirme yolundaki ilerleme yavaş ve hayal kırıklığı yaratmıştır. Şizofreni, ruh hali ve anksiyete bozukluklarını tedavi etmek için şu anda reçete edilen ilaçların büyük çoğunluğunun, 50 yıldan uzun bir süre önce tanıtılan birinci nesil psikiyatrik ilaçlardan daha etkili olmadığı iddia edilebilir. Sadece birkaç istisna dışında, mevcut psikiyatrik ilaçlar, birinci nesil ajanlarla aynı temel etki mekanizmalarıyla çalışır. Burada, bu yavaş ilerlemenin nedenlerini açıklıyoruz ve hastalık biyolojisini daha iyi anlamak için nörobilimdeki son gelişmeleri kullanan deneysel tedavilere daha fazla güvenilmesini içeren bir dizi araştırma alanını özetliyoruz. Bu araştırma odak alanlarının potansiyel etkisini, ortaya çıkan ve daha yeni, daha etkili ve daha iyi tolere edilen ajanların ufukta olduğuna dair iyimserliğimizi destekleyen birkaç yeni ajan örneğiyle örneklendiriyoruz. Mevcut ilaçlarla birlikte, bu yeni ajanlar ve yeni mekanizmalar, psikiyatrik bozukluklar nedeniyle hala engelli olan milyonlarca insan için belirgin şekilde iyileştirilmiş işlevsel sonuçlar sunabilir. (....)
Özet.. Gerçekten yeni (yeni ve geliştirilmiş) psikiyatrik ilaçların keşfi ve başarılı bir şekilde geliştirilmesindeki ilerleme yavaş ve hayal kırıklığı yaratmış olsa da, büyük ölçüde majör psikiyatrik sendromların etiyolojisi ve patofizyolojisi hakkındaki oldukça sınırlı anlayışımız nedeniyle, iyimser kalıyoruz ve artık "tünelde ışık" olduğuna inanıyoruz. Depresyon ve şizofreni için birkaç yeni, mekanik olarak konuşursak, ilaç ufukta ve hem büyük hem de küçük biyofarmasötik şirketlerin gerekli kaynakları, entelektüel ve finansal olarak yatırmaya olan ilgisi yenilendi. Psikiyatri alanı majör psikiyatrik bozuklukların etiyolojisi ve patofizyolojisini daha iyi tanımlamak için çalışırken, bu tür bilgilerin yokluğunda hala yapılacak çok şey var ve bu incelemede verimli bir şekilde takip edilebilecek birkaç alanı vurguladık. Bu beyin bozukluklarının karmaşıklığı göz önüne alındığında, yalnızca temel semptomları azaltmada değil, aynı zamanda mevcut tedavilerle hala engelli olan ve özellikle de maalesef başka türlü hastalıklarına yenik düşecek olan birçok kişi için işlevsel sonuçları iyileştirmede daha etkili olacak hassas ilaçları keşfetmek için, tartışılmaz heterojenliklerini azaltmalıyız." (74)
"Psikedelik (psychedelic) ilaçlar, zihinsel bozukluğu olmayan kişiler için faydalı mıdır?
Halüsinojenik maddeler, çok ümit verici bilimsel araştırma sonuçlarından sonra bir rönesans yaşıyor.. Ayahuasca, Amazon bölgesinin yerli halkları tarafından yüzyıllardır ruhsal bir ilaç olarak kullanılan psikoaktif bir içecektir. Güney Bolivya'da yapılan bir arkeolojik keşif, 1.000 yıllık bir mezara gömülmüş kaplarda ayahuascanın iki ana bileşenini tanımladı: Banesteriopsis caapi asmasında bulunan bir alkaloid olan harmin ve psychotria viridis çalısından çıkarılan bir halüsinojen olan DMT. Koka kalıntısının da bulunduğu bu arkeolojik alanlar, antik halkların ilkelliği hakkındaki çağdaş varsayımlara meydan okuyan bir bilgi birikiminin kanıtıdır. Bu Güney Amerika yerli halkları, çevrelerindeki on binlerce bitki arasında psikoaktif etkileri olan maddeleri tespit edebildiler ve bunları toplamak için uzun mesafeler kat ettiler. Ayrıca, bunları ritüellerde birleştirerek ilahi güçlerle ilişki kurmayı, doğal dünyayla bağlantı kurmayı ve yaratılıştaki kendi yerlerini anlamayı öğrendiler. Ve dünya çapında psikedelik maddelerin kullanımına dair çok daha eski kanıtlar var.
Batı'nın bu görmeyi sağlayan ilaçlara olan güvensizliği köklüdür. Antonio Escohotado'nun 1983 tarihli kapsamlı İlaçların Genel Tarihi (General History of Drugs) kitabında alıntılanan İspanyol Kutsal Ofisi'nin 1638 tarihli bir direktifi, Amerika'daki İspanyol tebaasının peyote kullanmasını yasaklıyor ve bunu "Katolik inancının saflığına ve bütünlüğüne karşı bir batıl inanç" kaynağı olarak adlandırıyor. 20. yüzyılda Batılı bilim insanları LSD gibi yeni halüsinojenler sentezlediler ve belirli mantarlarda bulunan MDMA ve psilosibinin kontrollü kullanımının terapötik potansiyelini fark ettiler. Ancak daha sonra, ABD Başkanı Richard Nixon'ın uyuşturucuya karşı savaşı, halüsinojenlerin kullanımını yasaklayarak bunlar üzerinde bilimsel araştırma yapmayı neredeyse imkansız hale getirdi.. (....)" (46)
"Yan Etkiler filmi şimdi sinemalarda
Hollywood, şu anda ülke çapında sinemalarda gösterimde olan yeni psikolojik "gerilim-neo-noir" filmi Yan Etkiler (/Acı Reçete -"Side Effects")'te antidepresan ilaçlar konusuna beklenmedik ama açıkça yerinde bir ilgi gösterdi. Adından da anlaşılacağı gibi Side Effects, antidepresanların gerçek hayattaki yan etkilerine, gerilim, gizem ve entrikayla dolu hızlı tempolu ve oldukça eğlenceli bir dramada yer vererek dikkat çekiyor. Kocasının içeriden bilgi ticareti nedeniyle kısa bir hapis cezasından serbest bırakılmasının ardından, Rooney Mara'nın canlandırdığı Emily Taylor, zihinsel olarak dağılmaya başlar. Kaygı, depresyon ve uykusuzluk çeken Emily, Jude Law'ın canlandırdığı Jonathan Banks adlı bir psikiyatristi ziyaret eder ve doktor ona Zoloft, Prozac, Wellbutrin ve Effexor gibi filmde isimleri geçen çeşitli popüler antidepresan ilaçlar reçete eder.. (....)" (92)
"Antidepresanları Bırakmak Neden Bu Kadar Zor?
David Healy, 'uzun süreli SSRI kullanımının, duyusal sinir sistemine' zarar verdiği "İlaç Düzensizliği Sendromu"nu ele alıyor. Cumartesi, 7 Eylül.. Amerika'da Deli (Mad in America) Özel Bir Panel Tartışması Sunuyor: "Antidepresanları Durdurmak Neden Bu Kadar Zor? İlaç Düzensizliği Sendromu ve Nasıl Yönetileceğine Dair Yeni Bir Anlayış.." (7 Eylül 2024 Cumartesi günü saat 10:00 PDT, 13:00 EDT, 18:00 BST, 19:00 CEST'te bize katılın)
SSRI antidepresanlarını bırakan birçok kişi, genellikle "uzun süreli yoksunluk sendromu" olarak tanımlanan bir durum yaşar. Bu web seminerinde, David Healy bu yaralanmanın biyolojisine dair farklı bir anlayış sunuyor: SSRI'lardan çekilen kişiler, duyusal sinir sistemlerinde bir "düzensizlik" yaşıyor. İlaç şirketlerinin SSRI'ları geliştirdiklerinde, 'bu tehlikeyi nasıl bildiklerini ve bunu halktan nasıl gizlemeye çalıştıklarını' anlatacak. Serotoninin çoğu, 'beynimizin dışında' bulunduğundan, SSRI'lar öncelikle "vücutlarımızı", özellikle de 'duyularımızı' etkiler. SSRI'ların hedef etkisi 'duyusal' bir susturmadır, ancak aynı zamanda 'duyusal bir tahrişe neden olarak akatiziye' yol açabilirler. Hem susturma hem de tahriş, özellikle bırakıldığında, sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, ilaçlar, özellikle 'uzun süreli maruziyetten sonra, farklı sistemleri etkileyen bir "İlaç Düzensizliği Sendromu"na' yol açar. Bu sendromlar, 'psikolojik veya fizyolojik ilaç bağımlılığının belirtileri' değildir. Serotonin geri alım bölgelerinde bağlanma ile bağlantılı değillerdir ve azaltma hızından kaynaklanmazlar. Bu sendromları yönetme konusunda bildiklerimiz, bu sorunlarla ilgili 'yaşanmış deneyime sahip kişilerden' gelmektedir. Bu web semineri, bu "sendromu" yönetmek için ileriye dönük bir yol taslağı çizecektir.. (....)
Konuk Konuşmacı Hakkında.. David Healy, 40 yıldır laboratuvarda, ilaç şirketlerine danışman olarak, SSRI'ları kullanan ve bunların 'neden olduğu sorunları' tanıyan bir klinisyen olarak ve on yıldan fazla süredir 'tedavi kaynaklı yan etkilerle' ilgili raporlar toplayan RxISK.org ekibinin bir üyesi olarak serotonin geri alım sistemleri üzerinde çalıştı. Sunucu Hakkında.. Robert Whitaker dört kitabın yazarı ve beşincisinin ortak yazarıdır; bunlardan üçü psikiyatrinin tarihini anlatır. 2010 yılında, Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness) adlı kitabıyla en iyi araştırmacı gazetecilik dalında ABD Araştırmacı Gazeteciler ve Editörler kitap ödülünü kazandı. Kendisi, "psikiyatriyi yeniden düşünmek" isteyen uluslararası bir yazar grubunun araştırma haberlerini ve bloglarını yayınlayan bir web sitesi olan madinamerica. com'un kurucusudur." (67)
"Robert Whitaker, Okuyucuların İlaç Pazarlaması ve Psikiyatrik İlaçlar Hakkındaki Sorularını Yanıtlıyor
"Psikiyatri eleştirmenlerinin suçlandığını duyduğunuzda, bu sadece haberciyi öldürmeye çalıştıkları anlamına gelir. Eğer 'sonuçların iyileştiğine ve insanların ilaçlarla çok daha fazla geliştiğine' dair kanıtları olsaydı, buna işaret ederlerdi, ancak bunu yapamazlar." Bu haftaki Mad in America podcast'inde, Mad in America kurucusu Robert Whitaker ile okuyucu soru-cevap etkinliğimize devam ediyoruz.. 1. Bölümde Mad in America, biyopsikososyal model ve psikiyatrinin tarihini ele aldık.. 2. Bölümde, 'psikiyatri ilaçları ve elektrokonvülsif terapi' de dahil olmak üzere 'ilaç pazarlaması ve psikiyatrik tedavilerle' ilgili sorunlar hakkında okuyucu sorularını ele alacağız. Sorularınızı göndermek için zaman ve zahmet ayıran hepinize teşekkür ederiz. Aşağıdaki metin uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir. Röportajın sesini buradan dinleyebilirsiniz." (68)
"Beyin kimyasal dengesizliği , 'ruhsal bozukluklara' neden olur (brain chemical imbalance causes mental disorders)" aldatmacasının artık ortaya çıkmasıyla birlikte CCHR, psikiyatri-ilaç endüstrisinin diğer yanıltıcı iddialarını da inceledi: 30 yıldır 'antidepresan kaynaklı şiddet ve intihar davranışlarını' reddeden şirketler varken, ilaç düzenleme kurumları bu riskler konusunda giderek daha fazla uyarıda bulunuyor.
"Psikiyatristlerin, 'beynin kimyasal dengesizliği' hakkındaki bu genel ifadeyi, bu 'psikiyatrik ilaçları, reçete etmenin bir yolu' ve 'psikiyatrik döner kapıyı, başlatmanın bir yolu' olarak 'kötüye kullandıklarını' gördüm, sadece 'girip çıkın, girip çıkın' ve bazen sorun şu ki 'asla çıkamıyorsunuz.'" – Mike Donnelly, 1991 FDA Prozac komitesi önünde ifade verirken..
CCHR bugün, küresel ilaç düzenleme ajansının, 'psikotropik ilaç riskleri' hakkındaki uyarılarının son rakamlarını yayınladı ve Haziran 2017'den bu yana 'şiddetle' ilgili yan etkiler konusunda uyarılarda %34'lük ve 'kendine zarar verme ve intihar' etkilerinde %27'lik bir artış olduğunu bildirdi. Bu rakamlar, psikiyatri-ilaç endüstrisinin, son 30 yıldır, hastaların 'beyindeki kimyasal dengesizliğin, zihinsel bozukluklara yol açtığına' ve 'bunu düzeltmek için ilaçlara ihtiyaç duyulduğuna' inandırılması ile birlikte, 'psikotrop ilaçların, potansiyel şiddet ve intiharı teşvik edici etkileri' konusunda tüketicileri yanıltıp yanıltmadığı sorusunu gündeme getiriyor.
Londra Üniversitesi Koleji (UCL "University College London") araştırmacıları yakın zamanda 'beyin tabanlı bir kimyasal anormalliğin, depresyona neden olduğu' yönündeki onlarca yıllık teoriyi çürüttüler. Endüstri, 1990'ların başından bu yana bu uydurma teoriyi yayarken, aynı zamanda onu "tedavi etmek (treat)" için 'kullanılan ilaçların, şiddet ve intihar davranışlarını teşvik edebileceğini' de reddediyor. Resmi uyarılar, Avustralya, Kanada, Danimarka, İrlanda, Avrupa Birliği, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık'ı içeren ülkelerdeki Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve muadilleri gibi kurumlar tarafından yayınlandı. Haziran 2017'den bu yana, 'bağımlılık veya yoksunlukla' bağlantılı 'psikotropik ilaçlarla ilgili uyarılarda %112, duygusal sorun uyarılarında %32,5 ve ölüm veya ölüm riskinin artmasında %19' artış oldu.
Örtbas Etmenin Kronolojisi ve Bunu Açığa Çıkarmak İçin Alınan Eylemler.. CCHR, bu 'güncellenmiş ilaç rakamlarının' yayınlanmasıyla aynı zamana denk gelecek şekilde, 1989'dan beri hastaların ve ailelerinin 'kimyasal dengesizlik şarlatanlığı' ve bundan kaynaklanan 'antidepresan etkinliği' hakkındaki 'yanlış bilgilendirme' hakkında bilgilendirilmesini sağlamak için aldığı eylemlerin bir kronolojisini de web sitesinde yayınladı. İlk 'SSRI antidepresanı' olan fluoksetin (Prozac), piyasaya sürüldüğünden ve 'daha az yan etkiye sahip eski antidepresanlardan daha etkili' olarak pazarlandığından beri, onlarca yıldır gerçekler, şok edici bir şekilde yanlış sunuldu. Pazarlama o kadar ikna ediciydi ki Newsweek 1990'da "o kadar iyi bir basına sahipti ki" "sağlıklı insanlar bile" bunu "istiyordu" diye bildirdi. Yine de, daha sonra yapılan çalışmalarda bildirildiği gibi, 'SSRI'lar, dört sağlıklı gönüllüden birinin ajite olmasına ve bazı durumlarda intihara meyilli olmasına' neden olabilir.
CCHR, 30 yılı aşkın süredir bunun gerçeğini ortaya çıkarmak için mücadele ediyor. İlk eylemlerinden biri, 20 Eylül 1991'de FDA Psikofarmakolojik İlaçlar Danışma Komitesi'nin (PDAC "Psychopharmacological Drugs Advisory Committee") o zamanlar yeni piyasaya sürülen Prozac'ın 'intihar bağlantısıyla' ilgili duruşmasını başlatmaya ve katılmaya yardımcı olmaktı. Komite üyeleri -psikotropik ilaç üreticileriyle finansal çıkarları olmayan- bu fikri reddettiler. Duruşma sırasında, ilaç şirketlerinin finanse ettiği ön grup olan Ulusal Depresif ve Manik-Depresif Derneği'nin (NDMDA "National Depressive and Manic-Depressive Associatio") İcra Direktörü, daha sonra Depresyon ve Bipolar Destek İttifakı (DBSA "Depression and Bipolar Support Alliance") oldu - yakın zamanda 'depresyon ve manik-depresyonun (şimdi "bipolar" bozukluk olarak bilinir), "beyindeki kimyasal dengesizliğin (chemical imbalance in the brain)" sonucu olduğunu' öğrendiğini söyledi. Yönetici, CCHR'nin bu konuda itiraz etmesini eleştirdi ve grubun ve psikiyatristlerin aslında bilim tarafından desteklenmeyen tamamen uydurma bir kavramı benimsedikleri halde, "insanları, bu hastalıkların kimyasal doğası hakkında yanılttığını" iddia etti.
Antidepresan- Şiddetli Tepki.. CCHR'nin haklı çıkması 14 yıl sürdü, 2005 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA "American Psychiatric Association") başkanı Steven Sharfstein, 'beyindeki kimyasal dengesizliği bulmak veya doğrulamak için, bir laboratuvar testi olmadığını' kabul etti. Bilim insanlarının teoriyi çürüttüğü Moleküler Psikiyatri'de (Molecular Psychiatry) yayınlanan çığır açıcı UCL çalışmasıyla daha da haklı çıkması 17 yıl daha sürdü: "Bu inancın bilimsel temele dayanmadığını, kamuoyuna duyurmanın zamanı geldi." FDA PDAC duruşması 1991'de yapıldığında bunu yapmanın zaten "zamanı gelmişti" ve bunu yapmış olsaydı, bu efsanenin ruh sağlığı tüketicilerine daha fazla işlenmesini önleyebilirdi. CCHR, duruşmada 'düzinelerce antidepresan mağduruyla' birlikte FDA'ya kanıt sundu.
Güney Florida'dan başarılı bir iş adamı ve aile babası olan Mike Donnelly, iki yıl önce rehabilitasyon gerektiren 'büyük bir kafa travması' geçirdiğini ve çalışamadığını ifade etti. Bu konuda endişeli hisseden Donnelly, "hiçbir bilimsel test olmaksızın, kafa travması nedeniyle 'beynimde, kimyasal bir dengesizlik olduğunu' ve bunun Amerika'nın 'yeni mucize ilacı Prozac'ı alarak düzeltilebileceğini' beyan eden ve bana bu ifadeyi kapakta ilan eden Newsweek dergisini gösteren" bir psikiyatriste yönlendirildi. Ayrıca ifade verdi: "Psikiyatristlerin, beynin kimyasal dengesizliği hakkındaki bu genel ifadeyi, bu psikiyatrik ilaçları reçete etmenin ve psikiyatrik döner kapıyı başlatmanın bir yolu olarak kötüye kullandıklarını gördüm, sadece girip çıkın, girip çıkın ve bazen sorun şu ki asla çıkamıyorsunuz." Donnelly, 'ilacın yıkıcı uyuşturma etkilerini' deneyimledi ve psikiyatristlerden oluşan panele, "Sanki ruhumu kaybetmişim gibi hissettim, hiçbir duyguya sahip olamıyordum" dedi ve 'yoğun bir şekilde intihara meyilli' oldu; özellikle de 'daha önce, herhangi bir ruh sağlığı geçmişi' olmadığı halde..
Newsweek'in birinci sayfa haberi ikna ediciydi: "Prozac: Depresyon İçin Çığır Açan Bir İlaç (Prozac: A Breakthrough Drug for Depression)", "hastaları ve doktorları mutlu ediyor." Üretici kesinlikle mutluydu. Prozac satışları 1988'de 125 milyon dolara ulaştı ve 1989'da 350 milyon dolara fırladı. (sadece iki yıl önce tüm antidepresanlara harcanandan daha fazla).
FDA, minimal yan etkileri olan bir 'mucize hap' olmaktan ziyade, 1990'ların ortalarına kadar Prozac'tan '14.000'den fazla olumsuz olay' kaydetmişti. FDA'ya yalnızca %1 ila %10 oranında olumsuz etki bildirildiğini gösteren çalışma bulgularını hesaba katarsak, durum o kadar hayati tehlike arz ediyordu ki CCHR 'antidepresanın piyasadan çekilmesi' için dilekçe verdi. FDA bunu reddetti; bu karar APA ve bir diğer ilaç şirketi tarafından finanse edilen ön grup olan Ulusal Ruh Sağlığı Derneği (National Mental Health Association) tarafından alkışlandı. Newsweek, parlak kapak hikayesinden bir yıl sonra, pozisyonunu yeniden gözden geçirmiş gibi görünüyordu. Mart 1991 tarihli "Prozac Tepkisi (Prozac Backlash)" başlıklı bir hikayede, 'Prozac tüketicilerinin korkunç hikayelerini' ortaya koydu ve "Çok sayıda mutsuz müşteri, Prozac'a yükledikleri talihsizlikler için büyük ödüller talep ederek [üretici Eli] Lilly'ye dava açıyor." dedi. Ve 28 Ocak 2010'da, "Antidepresanlar Neden Plasebodan Daha İyi Değildir (Why Antidepressants Are No Better Than Placebos)" başlıklı bir rapor daha yayınladı.
Bugün Psikoloji (Psychology Today), bir diğer SSRI antidepresanı olan Zoloft'un üreticisi olan Pfizer'ın, 'beyindeki kimyasal dengesizliğin, depresyona neden olduğu' reklamına öncülük ettiğini ele aldı. Bugün Psikoloji'ın bildirdiğine göre, doğru olmasa da, "Yine de, ABD'de doğrudan tüketiciye yönelik reklamlarla dolup taşan genel halk, depresyon ve diğer ruhsal hastalıkların, oldukça basit bir şekilde, beyindeki belirli kimyasalların dengesizliğini yansıttığına inanmaya başladı." Zoloft, sefil bir şekilde depresif yumurta biçimli bir karakterin başrol oynadığı reklamlarda yaygın olarak dağıtıldı. Pfizer'ın televizyon reklamları daha sonra 'depresyonun, kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanabileceğini' ve "Zoloft'un bu dengesizliği düzeltmek için çalıştığını" belirtti. FDA, şiddet ve intihar bağlantılarının ciddiyetini ihmal ettiği gibi, bu tür yanlış iddiaların yapılmasını da engellemedi. 1989'da CCHR, Louisville, Kentucky'deki Standard Gravure matbaasında 'sekiz kişiyi öldürüp 12 kişiyi yaralayan bir cinayet çılgınlığına' giriştiğinde Prozac alan Joseph Wesbecker'ın ölümüyle ilgili bir adli tabibin soruşturmasında tanıklık etmişti. CCHR gibi, Wesbecker'a Prozac reçete eden psikiyatrist de 'ilacın öldürme kararını etkilemedeki potansiyel rolünü' sorguladı.
CCHR, Wesbecker'ın kurbanlarının aileleriyle iletişime geçti ve bunlardan 10'u Prozac'ın 'Kongre tarafından soruşturulması' için bir mektuba imzalarını ekledi. Bu, 1991 PDAC duruşmasına yol açtı. Donnelly'nin duruşma öncesi tanıklığı , —diğer birçok tanıkla birlikte— ürperticiydi.
Antidepresan alırken, "İşe gitmek için yola çıkan büyük şirket damperli kamyonlarımızın altına kendimi atmak istedim. Öldürücü ot içmeyi, [kendimi] yüksek gerilim hatlarına atmayı", tam ateş altında bir polis tatbikat poligonunda koşmayı, kalabalık bir mağazadayken bir polisin kemerinden bir silahı çekmeyi hayal ettim..." Ayrıca Prozac'ın korkunç yoksunluk etkilerini de anlattı —psikiyatrik ilaç endüstrisinin o dönemde ortadan kaldırdığı bir diğer olumsuz etki..
Uzman tanıklığı, Harvard Tıp Fakültesi'ne bağlı Belmont, Mass.'deki McLean Hastanesi'nde araştırmacı olan Martin Teicher'in tanıklığı gibi şiddet riskleriyle hemfikirdi. Kendisi ve diğer iki kişinin, altı hastanın Prozac aldıktan sonra 'yoğun, takıntılı intihar düşünceleri geliştirdiğini' bildirdiği Şubat 1990 tarihli makalesine atıfta bulundu. İki hasta 'ilk kez, silah satın almayı düşündüklerini' söyledi; bir diğeri 'gaz patlaması veya araba kazasında kendini öldürmeyi' hayal etti.. Teicher, çalışmanın bulgularının alakalı olduğunu çünkü hastalarında gözlemlediği takıntılı intihar davranışının "daha önce veya sonra deneyimledikleri hiçbir şeye benzemediğini" söyledi. Gerçekten beklenen kalıbın dışında bir şey gibi görünüyordu.
Çıkar Çatışmaları, Tüketicilerin Gerçeği Öğrenmesini Engelliyor.. Ancak psikiyatristler, PDAC'yi 'Prozac etiketlemesindeki herhangi bir değişikliğin, halkın psikiyatrik ilaçlara olan güvenini zedeleyeceği' konusunda uyardı. Komite, 'antidepresanların, intihar ve şiddet içeren davranışlara neden olmadığına' oy birliğiyle karar verdi. PDAC üyelerinden biri, en az bir düzine 'psikiyatrik ilaç üreticisiyle mali bağları' olan Dr. Jeffrey Lieberman'dı. APA'nın başkanı oldu (2013-2014) ve 2022'de New York City'deki Columbia Üniversitesi Fizik ve Cerrahlar Koleji'nde psikiyatri kürsüsü başkanlığından, Afrikalı Amerikalı bir model olan Bayan Nyakim Gatwech'in ten rengi hakkında yaptığı ırkçı açıklamalar nedeniyle görevden alındı. Öjeni ile dolu görünen bir sosyal medya gönderisinde, renginin "doğanın bir hilkat garibesi" olup olmadığını sorguladı ve bir kınama fırtınası başlattı.
FDA duruşması sırasında, "genel olarak antidepresan ilaç kullanımında ve özellikle fluoksetinle bağlantılı olarak intihar eğilimini artıran güvenilir bir kanıt bulunmadığını" belirterek, piyasadaki diğer antidepresanları ve bu ilaçları kullananların en azından küçük bir yüzdesini potansiyel olarak 'öldürmeye teşvik edecek' şekilde bıraktı. 2012'nin sonlarına kadar Lieberman, 'zihinsel bozuklukların kimyasal teorisini' savunuyordu ve şöyle diyordu: "Dolayısıyla, bipolar bozuklukta görülen depresyon veya mani gibi bir durumda, beynin 'duyguyu düzenleyen kısmındaki' nörokimyada bir bozukluk vardır."
Amerikan psikiyatrisinin seçkinlerinden biri olarak kabul edilen Lieberman, 'genlerin, zihinsel bozuklukların ana nedeni' olduğu ve en kınanacak yalanlardan biri olan (hiçbir bilimsel kanıt veya test etme imkânı olmadan) beynin "insan ruhunu barındırdığı" gibi diğer kanıtlanmamış teorileri de destekledi. PDAC duruşmasının ardından, CCHR ve diğerlerinin FDA'yı intihar konusunda bir kara kutu uyarısı yayınlamaya zorlaması için 13 yıl boyunca titiz bir çalışma yapmaları gerekti. FDA o dönem sadece 18 yaşından küçükleri uyarmıştı ancak daha sonra 24 yaşına kadar olanları da kapsayacak şekilde genişletmişti.
CCHR Psikiyatrik İlaçların Yan Etkileri Veritabanı Oluşturuyor.. CCHR, halka daha iyi bilgi sağlamak için daha da ileri giderek, tüm olumsuz olayların FDA'nın ilaç olumsuz olay bildirim veritabanı olan Medwatch'tan kodlandığı, çevrimiçi olarak aranabilir bir psikiyatrik ilaç yan etkileri veritabanı geliştirdi. CCHR ayrıca ilaç düzenleyici kurum uyarılarını belgeledi ve hepsini web sitesinde yayınladı. Ve 2017'de, Psikiyatrik İlaçların Şiddet ve İntiharı Nasıl Yarattığına dair çalışmalar ve uyarılar içeren bir kaynak yayınladı.
CCHR, Haziran 2017'ye kadar 1989'a kadar uzanan 409 kurum uyarısını bir araya getirmişti. Bugün güncellendiğinde, 630 uyarı belgelendi. Buna, daha önce erişilebilir olmayan Haziran 2017'den önce bulunan 31 ek uyarı ve o zamandan beri 190 uyarı daha dahildir; %43'lük bir artış. Buna, SSRI'ların orijinal pazarlamasını çürüten başka bir yanıltıcı iddiayı ekleyin: eski antidepresanlardan daha etkili oldukları iddiası: Prozac'ın üreticisi, 'antidepresanın, "majör depresif bozukluk"tan muzdarip hastaların %70 ila %80'inde etkili olduğunu' iddia etti. Kimyasal dengesizlik teorisi gibi, bu da yanıltıcıydı. On yıllar sonra, çalışmalar ilaçları alan hastaların '%46'sının onları etkisiz bulduğunu' gösterdiğinde bu etkinlik çürütüldü..
Ağustos 2022'de, İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal), 'antidepresan kullanan kişilerin %85'inin plasebo hapıyla aynı etkiyi yaşadığını' bulan yayınlanmış bir çalışmada bunu destekledi. Çalışma, 1979 ile 2016 yılları arasında ilaç geliştiricileri tarafından FDA'ya sunulan 'majör depresif bozukluk için ilaç monoterapisinin 232 randomize, çift kör, plasebo kontrollü denemesini' inceledi ve 73.388 yetişkin ve çocuk katılımcıyı içeriyordu. Bütçesinin %45'ini ilaç ve tıbbi cihaz şirketlerinin 'bir cihaz veya ilacın onayı ' için başvuruda bulunduklarında ödedikleri kullanıcı ücretlerinden alan FDA'nın elden geçirilmesi gerekiyor.
Tüketicileri 'kimyasal dengesizlik efsanesi' konusunda yanıltmada psikiyatri, ilaç endüstrisi kadar suç ortağıdır. Tehlikeli antidepresanları onayladı ve bunları piyasada tuttu, ancak bunların yalnızca 'etkisiz olmakla kalmayıp' aynı zamanda 'şiddet ve intihar davranışlarına da, yol açabileceğini' biliyordu. Bu, ruh sağlığı tüketicilerinin bilgilendirilmiş onam hakkını reddediyor ve onları invaziv olmayan ve zararsız alternatif tıbbi veya diğer yardım yollarına başvurmaktan alıkoyabilir.
Reddetme Hakkı.. Ciddi yoksunluk etkileri riski nedeniyle, hiç kimse aniden ilaç almayı bırakmamalıdır. Yoksunluk yalnızca tıbbi gözetim altında yapılmalıdır. Haziran 2021'de Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan "Toplum Ruh Sağlığı Hizmetlerine İlişkin Rehber: Kişi Merkezli ve Hak Temelli Yaklaşımları Teşvik Etmek (Guidance on Community Mental Health Services: Promoting Person-Centered and Rights-Based Approaches)", ülkelerin "bilgilendirilmiş onayın (informed consent)" yerinde olduğundan ve "kabul ve tedaviyi reddetme hakkının da saygı gördüğünden" emin olmaları gerektiğini söyledi. Dahası, "Psikotropik ilaçları bırakmak isteyen kişiler de bunu yapmaları için aktif olarak desteklenmelidir ve bunu başarmaları için insanları desteklemek üzere son zamanlarda birkaç kaynak geliştirilmiştir." CCHR, bu hakların küresel olarak uygulanmasını talep ediyor ve 'psikiyatrinin yanlış yapması nedeniyle, hastaların 'zarar gördüğü' durumlarda 'tüketici dolandırıcılığı ve kişisel yaralanma' eylemi yapılmasını' talep ediyor." -Jan Eastgate, Uluslararası CCHR Başkanı.." (32)
** Organize edilmiş psikiyatrik dolandırıcılığından bir tanesi daha; STAR*D çalışması..
SÖZLÜK; "STAR*D (Sequenced Treatment Alternatives to Relieve Depression - 'Depresyonu Rahatlatmak için Sıralı Tedavi Alternatifleri'), Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü tarafından finanse edilen, depresyon tedavisine yönelik ortak bir çalışmaydı. Ana odak noktası, 'ilk reçete edilen antidepresanın yetersiz kaldığı hastalardaki depresyonun tedavisiydi.' (...)" (33)
"STAR*D: Orkestralanmış Psikiyatrik Dolandırıcılığın Zararları
Depresyon en sık görülen psikiyatrik tanıdır. Birkaç yıl önce, beş ABD yetişkininden biri, depresyon tanısı aldığını bildirmiştir. 35 milyon dolarlık bir maliyetle, 2006'da yayınlanan NIMH'nin STAR*D çalışması, depresyon için 'ilaç tedavisinin etkinliğini' belirlemek için şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve pahalı çalışmadır. Çalışma iyi tasarlanmıştı ve özellikle 'gerçek dünyadaki hastalarla' ilgili olduğu, 'dikkatlice seçilmiş katılımcılarla' ilgili olmadığı ve 'uzun vadeli ve kısa vadeli ilaç etkinliğinin' bir değerlendirmesini içerdiği için değerliydi. Bu çığır açan araştırmanın sonuçları, yazarları ve psikiyatri liderleri tarafından sahtekarlıkla bildirilmiştir. Çalışmanın 'ilaçların, depresyon için etkili tedaviler olduğunu' ve 'hastaların %67'sinde remisyona yol açtığını' bulduğunu iddia ediyorlar, ancak bu yanlıştır; bu bulgu, çalışmadan ayrılan kişilerin 'hayali remisyon oranları' da dahil olmak üzere çeşitli 'araştırma suistimalleri' tarafından şişirilmiştir. Ayrıca STAR*D'nin yayımlanmasından bu yana 'bu ilaçların reçete edilmesi, depresyonu hafifletmekten çok, depresyonu üretiyor ve şiddetlendiriyor..' 2010 yılında, STAR*D çalışmasının bildirilen bulgularının yayınlanmış bir eleştirisinin yazarlarından biriydim. STAR*D yazarlarının, 'verileri, nasıl manipüle ederek, sahte sonuçlar ürettiklerini' gösterdik. STAR*D çalışmasının yayınlanmış üç eleştirisi, bulguların bu 'kötü niyetli raporlamasını' belgeliyor; hepsi de 'psikiyatrinin, anlatıyı tamamen kontrol etmesi' nedeniyle işe yaramıyor. Aşağıda, bu tanınmayan rezaleti kamuoyuna ve doktorlara ifşa etmek ve rekoru düzeltmek için başka bir çaba yer alıyor.
STAR*D çalışması, depresyonun ilaç tedavisinin
etkinliğini belirlemek için Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH)
tarafından yürütülen üç büyük çalışmanın üçüncüsüydü. 1989'da yayınlanan
ilk NIMH tedavi sonucu çalışması, üç aylık tedaviden sonra, ölçümler
yapıldığında 'ilaç tedavisinin (imipramin) plasebodan daha etkili
olmadığını' buldu. 1992'de yayınlanan ikinci NIMH depresyon tedavi
çalışması, 'ilaçla tedavi edilen bu hastaların, uzun vadeli sonuçlarını'
rapor etti. 18 aylık ilaç tedavisinden sonra, bu hastalar plasebo ile
tedavi edilen hastalarla karşılaştırıldığında, ilaçla tedavi edilen
hastalarda 'daha yüksek nüks oranları, semptomsuz geçen hafta sayısı ve
tedavi arayanların' yüzdesi daha yüksekti. Bu nedenle, ölçülen 'uzun
vadeli -ilaç etkinliğinin' daha anlamlı ölçüsü- şeker haplarıyla tedavi
edilen hastalar, 'antidepresan ilaçlar reçete edilen hastalardan' daha iyi
durumdaydı.
STAR*D çalışması, ilaç tedavisinin (SSRI'lar) 'kısa ve uzun vadeli etkinliği' hakkında veri sağlar. Doğru şekilde analiz edildiğinde, sonuçları NIMH'nin önceki bulgularını tekrarlar. STAR*D çalışması bir plasebo kontrol grubu içermese de, kısa vadede ölçüldüğünde (üç aylık tedaviden sonra), ilaç tedavisinin sonuçları, 'plasebo kontrol grubu içeren diğer depresyon sonuç çalışmalarında', plasebo için bulunan sonuçlarla aynıdır (%30-35 remisyon oranları). Ayrıca, uzun vadede ölçüldüğünde, SSRI'ların sonuçları NIMH tarafından bulunan önceki olumsuz sonuçları tekrarlar. 12 aylık tedaviden sonra), ilaçla tedavi edilen hastalar, plasebo verilenlerden daha kötü durumdadır (%7 remisyon). Dahası, İngiltere Ulusal Sağlık ve Bakım Mükemmelliği Enstitüsü'nün (National Institute for Health and Care Excellence) depresyon kılavuzundaki tüm kanıtların kapsamlı bir incelemesi, 'antidepresan ilaçların, kısa vadede plasebodan daha yararlı olmadığını ve uzun vadede plasebodan çok daha kötü olduğunu' buldu. Bu çalışmalar, depresyonun ilaç tedavisinin etkinliğini değerlendirmek için şimdiye kadar yapılmış en önemli sonuç çalışmalarıdır. Tekrarlamak gerekirse, hepsi kısa vadede ölçüldüğünde, 'antidepresanların, çok mütevazı bir faydası olduğunu, yalnızca plasebo kadar etkili olduğunu' buldu. Ayrıca, '12 ila 18 aylık sürekli ilaç tedavisinden sonra faydanın azaldığını ve plasebodan çok daha kötü hale geldiğini' buldular. Bu nedenle, 'antidepresan ilaçlarıni kısa vadeli ve uzun vadeli sonuçları, reçete edilmeleri için bir onay değildir..'
Depresyon için 'psikolojik tedavinin etkililiğinin' ölçümlerinin sonuçlarına ilişkin olarak, yukarıda alıntılanan NIMH çalışmalarının ilki de 'davranış terapisinin, depresyon tedavisi olarak, plasebodan daha iyi olmadığını' buldu. Ancak o zamandan beri, çok sayıda çalışma, 'davranış terapisinin, depresyon için etkili bir tedavi olduğunu, plaseboyu önemli ölçüde aştığını' buldu. Başlıca bir örnek olarak, McPherson ve Hengartner'ın 20 yıl sonra yayınlanan incelemesinde 'depresyonun psikolojik tedavisinin, plasebodan önemli ölçüde daha etkili olduğu' bildirildi. McPherson ve Hengartner ayrıca depresyon için 'psikolojik tedavinin etkililiğinin zamanla arttığını, zamanla sonuçları, plasebodan çok daha kötü olan antidepresan ilaçların aksine' buldu..
Belirttiğim gibi, STAR*D'nin araştırmacıları bu bulguları sonuçları olarak bildirmediler ve 'ilaç tedavisinin, hastaların yaklaşık %70'inde etkili olduğunu' yanlış bir şekilde iddia ettiler. İstatistiksel analizlerinin kötüye kullanımı, bilimsel dergilerde dört yayında belgelenmiş olmasına rağmen, gerçek, 'STAR*D'nin sonuçlarının aldatıcı raporlamasını benimseyen psikiyatri liderleri ve akademik psikiyatristler tarafından bastırılmıştır.' 18 yıldır, akademik psikiyatri, psikiyatri asistanlarına 'STAR*D'nin yanlışlarını' öğretiyor. Aynı yanlışlar, daha önce akredite olmuş psikiyatristlere 'sürekli eğitim programlarında' öğretiliyor. Sonuç olarak, 'psikiyatristler, rutin olarak hastalarına antidepresan ilaçlar ' reçete ediyor. Ancak en büyük reçete yazanlar, yanlış bildirilen sonuçlara göre hareket eden birincil bakım doktorlarıdır. STAR*D'nin kurgusal olarak bildirilen başarı oranı, 'antidepresan ilaçların, depresyon için tercih edilen tedavi' olarak kabul edilmesine yol açmış ve psikiyatristleri ve diğer doktorları, yalnızca 'kısa vadeli bir plasebo etkisi gösteren ve plasebodan çok daha kötü sonuçlarla' ilişkili olan 'pahalı ilaçları, reçete etmeye' ikna etmiştir.
STAR*D çalışması, ilaç tedavisinin (SSRI'lar) 'kısa ve uzun vadeli etkinliği' hakkında veri sağlar. Doğru şekilde analiz edildiğinde, sonuçları NIMH'nin önceki bulgularını tekrarlar. STAR*D çalışması bir plasebo kontrol grubu içermese de, kısa vadede ölçüldüğünde (üç aylık tedaviden sonra), ilaç tedavisinin sonuçları, 'plasebo kontrol grubu içeren diğer depresyon sonuç çalışmalarında', plasebo için bulunan sonuçlarla aynıdır (%30-35 remisyon oranları). Ayrıca, uzun vadede ölçüldüğünde, SSRI'ların sonuçları NIMH tarafından bulunan önceki olumsuz sonuçları tekrarlar. 12 aylık tedaviden sonra), ilaçla tedavi edilen hastalar, plasebo verilenlerden daha kötü durumdadır (%7 remisyon). Dahası, İngiltere Ulusal Sağlık ve Bakım Mükemmelliği Enstitüsü'nün (National Institute for Health and Care Excellence) depresyon kılavuzundaki tüm kanıtların kapsamlı bir incelemesi, 'antidepresan ilaçların, kısa vadede plasebodan daha yararlı olmadığını ve uzun vadede plasebodan çok daha kötü olduğunu' buldu. Bu çalışmalar, depresyonun ilaç tedavisinin etkinliğini değerlendirmek için şimdiye kadar yapılmış en önemli sonuç çalışmalarıdır. Tekrarlamak gerekirse, hepsi kısa vadede ölçüldüğünde, 'antidepresanların, çok mütevazı bir faydası olduğunu, yalnızca plasebo kadar etkili olduğunu' buldu. Ayrıca, '12 ila 18 aylık sürekli ilaç tedavisinden sonra faydanın azaldığını ve plasebodan çok daha kötü hale geldiğini' buldular. Bu nedenle, 'antidepresan ilaçlarıni kısa vadeli ve uzun vadeli sonuçları, reçete edilmeleri için bir onay değildir..'
Depresyon için 'psikolojik tedavinin etkililiğinin' ölçümlerinin sonuçlarına ilişkin olarak, yukarıda alıntılanan NIMH çalışmalarının ilki de 'davranış terapisinin, depresyon tedavisi olarak, plasebodan daha iyi olmadığını' buldu. Ancak o zamandan beri, çok sayıda çalışma, 'davranış terapisinin, depresyon için etkili bir tedavi olduğunu, plaseboyu önemli ölçüde aştığını' buldu. Başlıca bir örnek olarak, McPherson ve Hengartner'ın 20 yıl sonra yayınlanan incelemesinde 'depresyonun psikolojik tedavisinin, plasebodan önemli ölçüde daha etkili olduğu' bildirildi. McPherson ve Hengartner ayrıca depresyon için 'psikolojik tedavinin etkililiğinin zamanla arttığını, zamanla sonuçları, plasebodan çok daha kötü olan antidepresan ilaçların aksine' buldu..
Belirttiğim gibi, STAR*D'nin araştırmacıları bu bulguları sonuçları olarak bildirmediler ve 'ilaç tedavisinin, hastaların yaklaşık %70'inde etkili olduğunu' yanlış bir şekilde iddia ettiler. İstatistiksel analizlerinin kötüye kullanımı, bilimsel dergilerde dört yayında belgelenmiş olmasına rağmen, gerçek, 'STAR*D'nin sonuçlarının aldatıcı raporlamasını benimseyen psikiyatri liderleri ve akademik psikiyatristler tarafından bastırılmıştır.' 18 yıldır, akademik psikiyatri, psikiyatri asistanlarına 'STAR*D'nin yanlışlarını' öğretiyor. Aynı yanlışlar, daha önce akredite olmuş psikiyatristlere 'sürekli eğitim programlarında' öğretiliyor. Sonuç olarak, 'psikiyatristler, rutin olarak hastalarına antidepresan ilaçlar ' reçete ediyor. Ancak en büyük reçete yazanlar, yanlış bildirilen sonuçlara göre hareket eden birincil bakım doktorlarıdır. STAR*D'nin kurgusal olarak bildirilen başarı oranı, 'antidepresan ilaçların, depresyon için tercih edilen tedavi' olarak kabul edilmesine yol açmış ve psikiyatristleri ve diğer doktorları, yalnızca 'kısa vadeli bir plasebo etkisi gösteren ve plasebodan çok daha kötü sonuçlarla' ilişkili olan 'pahalı ilaçları, reçete etmeye' ikna etmiştir.
Harvard Tıp Fakültesi'nden
Irving Kirsch, tıp biliminin en önde gelen plasebo araştırmacısıdır.
Plasebo etkisi, doktorumuza olan inancımıza dayanır. Tıbbi ve psikolojik
tedavilerin etkinliğine katkıda bulunan iyi bilinen bir psikolojik
faktördür. Araştırması, hastaların (ve doktorların) 'antidepresan
ilaçlara olan inancının, anekdotsal temeline ilişkin anlayışımızı
genişletiyor.
Kirsch, FDA'nın antidepresan ilaçları onaylamasına yol açan 'klinik denemeler' de dahil olmak üzere 'yayınlanmış ilaç/depresyon sonuç' çalışmalarından verileri aldı ve bu çalışmalardaki 'ilaç ve plasebo etkilerinin' boyutlarını ölçtü. Bu hesaplamalar, 'depresyon tedavisinde, antidepresan ilaçlara verilen yanıtın, ne kadarının ilaç etkisi, ne kadarının plasebo etkisi olduğunu' belirlemesini sağladı. Antidepresan ilaçlara verilen yanıtın, 'bir ilaç etkisi değil, bir plasebo etkisi olduğunu' buldu; bu plasebo etkisi aynı zamanda hastanın 'ilaçların yan etkilerini yorumlamasına' göre belirlenir.
SSRI'ların yan etkileri kişiden kişiye değişir ancak 'titreme, uykusuzluk, bulanık görme, baş ağrısı, mide bulantısı, eklem ve kas ağrısı, kilo alımı ve cinsel işlev bozukluğunu' içerir. Antidepresanların 'aktif plasebo' gibi işlev gördüğünü keşfetti; plasebo etkisi, antidepresanların birçok yan etkisi tarafından artırıldı. Kirsch'in bulduğu şaşırtıcı etki, 'yan etkileri tespit eden hastaların, ilacı kullanan hastalarla aynı kişiler' olmasıydı. Bulguları şöyle özetledi: "Yan etkiler ve iyileşme arasındaki ilişki o kadar güçlü ki neredeyse mükemmel." Başka bir deyişle, ilaçlardaki kimyasallara atfedilen olumlu etki, 'yardımcı bir kimyasal tedavinin' sonucu değil, hastaların 'ilacın yan etkilerini yaşadıkları' için 'yardımcı bir ilaç aldıklarına inanmalarına' atfedilebilir. Kirsch'in bulguları bir uyarıya işaret ediyor. Antidepresan ilaçların, 'depresyon tedavisinde etkisiz olduğu' bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda olumsuz etkileri olan güçlü ilaçlardır.
Antidepresanların diğer zararlı etkilerinden bazıları 'intihar ve cinayet dürtülerine, depresyona, anksiyeteye, maniye, parkinsonizme, yaşlanmayla birlikte artan denge sorunlarına ve serotonin sendromuna' neden olmasıdır. İlaçlar ayrıca 'depresyonun, tekrarlama olasılığının artmasına ve depresyondan asla kurtulamamaya' yol açar.
Veriler, bilim insanları ve doktorların anekdotsal görüşleri değil, sağlık biliminde hüküm sürmelidir. Ancak STAR*D araştırmacıları tarafından işlenen suistimalin, psikiyatristler tarafından yönetilen NIMH'nin niyetlerini temsil ettiği açık olmalıdır. STAR*D çalışması, doğrudan STAR*D çalışmasının tasarımına ve finansmanına yol açan, 'depresyonun antidepresan ilaç tedavisini' araştıran yedi yıllık bir NIMH sözleşmesinin doruk noktasıydı; STAR*D'nin yazarlarından üçü NIMH'nin personeliydi, ikisi şube şefiydi; ve çalışmanın istatistikçisi de bunlardan biriydi. NIMH'nin psikiyatrik parmak izleri, STAR*D verilerinin manipülasyonunda her yerdedir.
Basın bu hikayeyi, 'doğru bir şekilde yayınlamakla' ilgilenmiyor, STAR*D'nin 'kötü niyetli haberciliğini' tekrarlamakla yetiniyor ve bu nedenle 'psikiyatrinin kurgusal anlatısına olan inancın yaygınlaştırılmasında' büyük rol oynuyor ve istemeden de olsa verilen zarara katkıda bulunuyor. Bu ülkenin en önde gelen gazetesi olan ve araştırmacı haberciliğiyle bilinen New York Times, açıklanamayan bir şekilde 'psikiyatrik kelime salatasının, bilimi alt etmesine' izin veriyor ve 'STAR*D'nin sahte sonuçlarını' pasif bir şekilde kabul ediyor ve yayıyor. Anekdot, bilimden daha çok tercih ediliyor. Kısa süre önce Times'ın STAR*D'nin kötü niyetli haberciliğini bildirmedeki başarısızlığı hakkında Times'ın ruh sağlığı muhabiri Ellen Barry ile görüştüm; bana bu konu hakkında yazmayı planlamadığını söyledi.
Bilim gazetecisi Robert Whitaker da Times ile benzer bir çaba gösterdi. O da reddedildi. New York Times, zihinsel sağlık ile fiziksel sağlık arasındaki 'hatalı araştırma analizlerini' bildirirken çifte standart benimsedi. Dana Farber'daki 'kanser araştırmalarının, yanlış bildirildiğini' öğrendikten birkaç gün sonra, bu haber Times'ın birinci sayfasındaydı. Pigott'un, bu haberden birkaç ay önce yayınlanan, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (Freedom of Information Act) aracılığıyla elde edilen verileri içeren 2023 tarihli İngiliz Tıp Dergisi'ndeki (British Medical Journal) yayını, STAR*D'nin açıkça 'hatalı veri analizlerini' belgeliyor. Bu 'sahte sonuçlar' on milyonlarca insan için önemli olduğundan ifşaatlar da aynı derecede önemlidir, ancak STAR*D haberi Times tarafından birkaç kez dikkatlerine sunulmasına rağmen ele alınmamıştır. Bu çifte standardı Ellen Barry'ye de ilettim ve hiçbir yanıt alamadım.
Mart 2024'te Psikiyatrik Zamanlar (Psychiatric Times), 'STAR*D'nin uydurma raporlamasını' kabul etti ve bunu yapan 'ilk psikiyatri yayını' oldu. Dahası, editör STAR*D'nin 'gerçek sonuçlarının, onlarca yıllık psikiyatri uygulamasını baltaladığını' belirterek bu bulguların önemini vurguladı. Bununla birlikte, bu çok önemli kabulün ardından 'psikiyatrik bir takip' yapılmadı. Bunun yerine, bu yılın Nisan ayında, halkı depresyon için 'mevcut tedavi seçenekleri' hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan bir Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH "National Institutes of Health") basın bülteni yayınlandı.
"Araştırma Önemlidir: Depresyonu Tedavi Etmek (Research Matters: Treating Depression)" başlıklı bülten, 'tedavilerin sahte raporlamasını' ikiye katlıyor. 'Bilişsel davranış terapisi' etkili olarak tanımlanıyor, ancak yalnızca hafif depresyon için - gerçekten yardıma ihtiyacınız varsa, ilaç tedavisini seçmeniz önerilir. Yani, NIH, 'antidepresan ilaçların değerini haksız yere öven', NIMH'ye katıldı ve terapinin değerine 'haksız sınırlamalar' ekleyerek sahtekarlığı daha da kötüleştirdi. NIH, NIMH ile birlikte, bilimin bize söylediği şeylerin 'yanlış bir değerlendirmesini ' yayarak, depresyon tedavisinde 'terapinin, ilaçlara kıyasla değeri konusunda halkı bilgilendirmede' başarısız oluyor.
NIH makalesi ayrıca STAR*D'nin ilaçlarla ilgili yanlışlarından birini daha tekrarlıyor. STAR*D çalışmasının amaçlarından biri, psikiyatrinin bilimsel olarak desteklenmeyen, 'depresyonun, biyolojik heterojenlik teorisinin' değerini göstermekti; buna göre farklı depresyon formları vardır ve hastalar, kendi depresyon türlerine uygun doğru ilacı bularak, "hastaları en uygun tedavileriyle eşleştirerek" başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler. STAR*D'nin çalışmanın sonuçlarının, bunu doğruladığı yönündeki yanlış iddiasını tekrarlıyor.
Ancak veriler, 'hangi ilacın reçete edildiğinin, önemli olmadığını' gösteriyor; 'her ilaç, diğer her ilaçla aynı sınırlı etkiyi' üretti. Başarısız hastaları 'farklı biyokimyasal etkilere sahip ilaçlarla tedavi etmenin, sonucu iyileştirdiği' teorisini destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
NIH, ECT'nin depresyon için 'tıbbi bir tedavi' olarak değerini övmeye devam ediyor. Bu iddia da bilimsel olarak desteksiz olmakla kalmıyor, aynı zamanda son derece yanıltıcı ve topluma bir kötülük. ECT'nin bilimsel temeline ilişkin yakın zamanda yapılan ayrıntılı bir inceleme, çok farklı bir sonuca varıyor ve şunları belirtiyor: ECT'nin son sonuç çalışması neredeyse 40 yıl önce yapıldı; o zamanlar yayınlanan ECT sonuç çalışmaları o kadar kalitesiz ki 'ECT'nin, depresyon için etkili bir tedavi olduğunu' iddia etmek için hiçbir temel sağlamıyor; ancak bu çalışmalar ECT'nin 'kalıcı hafıza kaybına (beyin hasarı) ve hatta küçük bir ölüm riskine neden olma riskinin yüksek olduğunu' ortaya koyuyor; değerlendiriciler, tatmin edici sonuç çalışmaları değerli ve güvenli olduğunu gösterene kadar 'ECT'nin, derhal askıya alınmasını' talep ediyor.
ECT ile ilgili endişeler, antidepresan ilaçlar için de geçerlidir. Depresyonun artık tamamen itibarsızlaşmış 'serotonin kimyasal dengesizliği' teorisi, 1980'de psikiyatrinin 'tıbbi hale getirilmesinin' temeliydi ve ilaç reçetelerinin 'ruhsal bozukluklar için tercih edilen tedavi' olarak yerleşmesine yol açtı. NIMH ve NICE tarafından bulunan ilaç tedavisi için 'uzun vadeli olumsuz sonuçlar, antidepresan ilaç reçeteleri için iatrojenik bir sonuç' olduğunu gösteriyor. Kanıtlar, 'antidepresan ilaç reçetelerinin, ruhsal bozukluğu hafifletmekten çok, onu yarattığı ve kötüleştirdiği' sonucuyla tutarlıdır.
Bu endişeler , emsalsiz değildir. Çok uzun zaman önce değil, benim yaşadığım dönemde, psikiyatri, 'öjeni ve lobotomiyi' savunarak büyük zararlar verdi ve bunun için bir psikiyatrist, 'Nobel ödülüne' layık görüldü. En önemli soru, psikiyatri liderleri NIMH ve NIH'nin neden bu 'korkunç yanlış iddialarda' bulunduğudur. Cevap, başka hiçbir şeyleri olmadığıdır. NIMH, 'depresyon ve diğer ruhsal bozukluklar' için 'fizyolojik bir temel' oluşturmaya çalışarak onlarca yıl boyunca onlarca milyar dolar araştırma harcadı, ancak eli boş döndü.
Psikiyatri, yüz yıllık araştırmadan sonra, 'depresyon, anksiyete bozuklukları ve DSM'nin teşhislerinin büyük çoğunluğu' için 'tıbbi/biyolojik bir temele' dair ampirik kanıt bulmayı başaramadı. Yani, STAR*D'nin gerçek sonuçları, psikiyatri liderlerinin yutması için çok acı bir hap ve onlar görevi kötüye kullanmayı seçtiler, 'haydut bir tıbbi uzmanlık alanı' haline geldiler. Bilimsel kanıtlar, 'fiziksel ve psikolojik alanlarımız sürekli olarak birbirleriyle etkileşim halinde olsa da, fiziksel hastalığın açıklamasının temelde fizyolojik, ve ruhsal bozukluğun açıklamasının ise psikolojik olduğu' sonucuna işaret ediyor. Bu nedenle psikiyatrinin çabaları, fiziksel hastalıklar için 'doğrulanmış fizyolojik açıklamalar ve tıbbi tedavilerle' paralellik gösteren, ruhsal bozukluklar için 'fizyolojik açıklamaları ve tıbbi tedavileri doğrulamakta' başarısız oldu..
STAR*D'nin sonuçları, ruhsal bozukluklar için 'yanlış açıklayıcı paradigmayı' takip ettiğimizi gösteren bir dizi çalışmayla uyumludur. Sayısız fiziksel hastalık için 'tıbbi/biyolojik bir temele' dair kanıtların katlanarak arttığı, 'işe yarayan tıbbi tedavilere' rehberlik eden bu yüzyıl, aynı zamanda 'depresyon, fobiler, sosyal kaygı, OCD ve PTSD' için 'sosyal/psikolojik bir açıklamaya ve iyi doğrulanmış psikolojik tedavilere' işaret eden bol miktarda kanıt üretti. Çok az istisna dışında, 'zihinsel bozukluklar, beynimizin öğrenme ve biliş' için sahip olduğu büyük yetenekle açıklanır; bu yetenek yalnızca 'işlevsel davranışların' edinilmesini değil aynı zamanda 'davranış psikologlarının, zihinsel bozukluklar' için sahip olduğumuz en etkili tedaviler olan tedavileri geliştirmelerini sağlayan işlevsiz davranış araştırmalarının kurulmasını da açıklar. Anormal davranışlar da dahil olmak üzere 'davranışlarımız, çevremiz ve eylemlerimizin sonuçları' tarafından şekillendirilir.
Beyin teorilerinin testlerinin başarısız sonuçlarının aksine, çok sayıda araştırma zihinsel bozukluk için 'psikolojik neden ve sonuç' açıklamalarını doğrulamıştır. Tutumluluk, nedenselliğin bilimsel açıklaması için zamanla test edilmiş bir kuraldır. Zihinsel bozukluk için psikolojik paradigma, yaygın olarak görülen 'zihinsel bozukluklarda, beynin normal ve anormal davranışları' açıklayan davranışsal ilkelere göre normal davrandığını varsayar. Bu, verilerle uyuşan daha basit bir açıklamadır, ancak psikiyatristler, 'zihinsel bozukluk için psikolojik açıklamalara' kesinlikle karşıdır. Psikolojik tedaviler işe yarar çünkü insanlara sorun çözmek için ihtiyaç duydukları araçları sağlarlar. İlaç tedavisi, pasifliği (bir ilacın işe yaramasını beklemek) teşvik ederken, davranış terapisinin amacı hastayı 'sorun çözme davranışlarına' dahil etmektir. Bu davranışlar, terapi bittikten sonra hastanın repertuarının bir parçasıdır ve olumlu sonucu sürdürür ve geliştirir. Davranışsal araştırma, Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler'in zihinsel bozukluk konusunda 'tıbbi/biyolojik bir paradigmadan, sosyal/psikolojik bir paradigmaya' doğru bir 'paradigma değişimi' çağrısında bulunmasına yol açan büyük bir araştırma bulguları grubuna önemli bir katkıda bulunmaktadır. Bu rezalet, sona erdirilmelidir. NIMH değerli araştırma dolarlarını bir hayal peşinde harcamak yerine, bu fonları, 'zihinsel bozukluktaki psikolojik faktörleri' incelemeye, 'davranışsal tedavilerin ve diğer sosyal/psikolojik çözümlerin' verimliliğini ve etkinliğini artırmaya ve 'geçerliliği kanıtlanmış davranışa dayalı bir DSM'yi' takip etmeye yatırmalıdır."
Allan M. Leventhal, PhD, "Depresyon Dolandırıcılığı: Psikiyatrinin Tıbbi Bilim Olarak Başarısızlığı (Grifting Depression: Psychiatry's Failure as a Medical Science)" adlı kitabın yazarıdır. Amerikan Üniversitesi'nde fahri profesör, klinik psikoloji diplomatı, Walter Reed Ordu Tıp Merkezi'nde fahri danışmandır ve 'psikoterapideki hastalar için, ayrıcalıklı iletişim yasasının' geçirilmesindeki liderliği nedeniyle Maryland Psikoloji Derneği'nden olağanüstü katkı ödülü almıştır.
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Psikoterapi araştırmalarının birçok eleştirmeni var ve bunların çoğu psikiyatrinin varlığını göstermeyi başaramadığı yapılara dayanıyor. İşte William M. Epstein'ın Psikoterapinin İllüzyonu (The Illusion of Psychotherapy), Amerika'da Din Olarak Psikoterapi: Medeni İlahi (Psychotherapy as Religion: The Civil Divine in America) ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Psikoterapi ve Sosyal Klinik (Psychotherapy and the Social Clinic in the United States) kitaplarından yaptığı eleştirilerden bazı yararlı özetler.
1. Bilimsel Temel Eksikliği.. Epstein, psikoterapinin sağlam bir bilimsel temele sahip olmadığını savunuyor. Alanı, titiz, deneysel araştırmalardan ziyade anekdotsal kanıtlara ve öznel deneyimlere dayandığı için eleştiriyor. Psikoterapistlerin yaptığı iddiaların çoğunun bilimsel olarak doğrulanamayacağını ve psikoterapiyi meşru bir bilimsel disiplin olmaktan çok bir sahte bilim haline getirdiğini iddia ediyor.
2. Etkisizlik.. Epstein, çalışmasında psikoterapinin etkinliğini sorguluyor. Etkinliğini destekleyen kanıtların zayıf olduğunu ve algılanan faydaların çoğunlukla plasebo etkisinden, iyileşmenin doğal seyrinden veya terapötik sürecin kendisiyle ilgisi olmayan diğer spesifik olmayan faktörlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir.
3. Bir Din Biçimi Olarak Psikoterapi.. Epstein, psikoterapiyi, terapistlerin rahip gibi davrandığı, gerçek, kanıta dayalı çözümler yerine ahlaki ve duygusal rehberlik sunduğu laik bir din biçimine benzetiyor. Psikoterapinin, dini uygulamalara benzer şekilde, ancak somut, ölçülebilir faydalar sağlamadan, anlam ve konfor için kültürel bir ihtiyacı karşıladığını öne sürüyor.
4. Ticarileştirme ve Profesyonelleştirme.. Psikoterapinin ticarileştirilmesini ve profesyonelleştirilmesini eleştiriyor ve bunun insanlara gerçekten yardım etmekten çok, kazançlı bir endüstriyi sürdürmekle ilgili hale geldiğini savunuyor. Özellikle, alanın normal insan deneyimlerini tıbbileştirerek etkisini nasıl genişlettiğini, günlük mücadeleleri profesyonel müdahale gerektiren ruh sağlığı sorunlarına nasıl dönüştürdüğünü eleştiriyor.
5. Sosyal Politika Üzerindeki Etki.. Epstein, psikoterapinin sosyal politika üzerindeki etkisinden endişe duyuyor. Bunun, yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal adaletsizlik gibi yapısal sorunları ele almaktan dikkati ve kaynakları uzaklaştırdığını ve bunun yerine bireysel psikolojik sorunlara odaklandığını savunuyor. Bu değişimin, daha geniş toplumsal sorunları ele almak yerine, bireyleri içinde bulundukları koşullardan sorumlu tutan neoliberal bir gündemi güçlendirdiğine inanıyor.
6. Etik Endişeler.. Terapist-danışan ilişkisindeki güç dinamikleri hakkında etik endişeler dile getiriyor. Epstein, terapistlerin danışanları üzerinde, genellikle yeterli hesap verebilirlik veya şeffaflık olmadan kullandıkları otoriteyi eleştiriyor. Özellikle terapötik müdahalelerin etkinliğine dair sağlam kanıtların olmamasıyla birleştiğinde, bu dinamiğin etik etkilerini sorguluyor.
1. Tartışmalı Etkinlik..
- Etkinliğe Dair Zayıf Kanıt: Epstein, psikoterapinin etkinliğini destekleyen kanıtların zayıf ve tutarsız olduğunu savunuyor. Psikoterapinin faydalarını gösterdiğini iddia eden birçok çalışmanın metodolojik olarak hatalı olduğunu, genellikle küçük örneklem büyüklüklerine, önyargılı raporlamaya ve öznel iyileştirme ölçümlerine dayandığını ileri sürüyor. Epstein'a göre, araştırmaların çoğu nedensellik kuramamaktadır, yani psikoterapinin danışanlarda gözlemlenen herhangi bir iyileşmeden sorumlu olduğunu kesin olarak kanıtlayamaz.
- Plasebo ve Spesifik Olmayan Etkiler: Danışanlar tarafından psikoterapinin bildirilen herhangi bir faydasının genellikle plasebo etkilerine, terapötik ilişkiye (genellikle "terapötik ittifak" olarak adlandırılır) veya terapide kullanılan spesifik tekniklere veya müdahalelere değil, zamanın geçmesi gibi diğer spesifik olmayan faktörlere atfedilebileceğini öne sürüyor. Epstein, bu faktörlerin resmi terapinin yokluğunda bile benzer faydalar sağlayacağını ve böylece psikoterapinin gerekliliğini sorguladığını savunuyor.
- Ortalamaya Gerileme: Epstein ayrıca, insanların terapiden sonra kendilerini daha iyi hissetmelerinin nedenini açıklamak için istatistiksel olarak "ortalamaya gerileme" kavramına işaret ediyor. Birçok danışan akut sıkıntı dönemlerinde terapi aradığından, aldıkları terapiden bağımsız olarak semptomları zamanla doğal olarak azalabilir. Bu doğal iyileşme genellikle terapinin etkisiyle karıştırılır ve bu da etkinliğinin abartılmasına yol açar.
2. Psikoterapinin Zararları..
- Normal Yaşamın Patolojikleştirilmesi: Epstein, psikoterapinin normal insan deneyimlerini patolojikleştirerek zarar verebileceğini savunur. Günlük zorlukları ve duygusal tepkileri zihinsel bozuklukların belirtileri olarak etiketleyerek, psikoterapi bireyleri kendilerini hasta veya eksik görmeye teşvik edebilir, bu da gereksiz tedaviye ve ruh sağlığı uzmanlarına bağımlılık hissine yol açabilir.
- Yanlış Kontrol Duygusu: Psikoterapinin, bireylerin terapi yoluyla zihinsel sağlıkları üzerinde kontrol uygulayabilecekleri fikrini teşvik etme biçimini eleştirir. Epstein, bu inancın zararlı olabileceğini, çünkü yoksulluk, ayrımcılık ve toplumsal eşitsizlik gibi dışsal, yapısal faktörlerin zihinsel refah üzerindeki önemli etkisini görmezden geldiğini veya küçümsediğini savunur. Sonuç olarak, bireyler mücadeleleri için kendilerini sorumlu hissedebilir veya suçlayabilir, bu da terapi istenen sonuçlara yol açmazsa yetersizlik veya başarısızlık duygularının artmasına yol açabilir.
- Sosyal Uyumu Güçlendirme: Epstein, psikoterapinin danışanları, bu normlara meydan okumak veya sıkıntılarına katkıda bulunabilecek altta yatan sosyal koşulları ele almak yerine, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını toplumsal normlara uyacak şekilde ayarlamaya teşvik ederek sosyal uyumu güçlendirebileceğini ileri sürmektedir. Bu, özellikle baskı, dışlanma veya diğer sosyal adaletsizlikler sonucu sıkıntı yaşayan bireyler için zararlı olabilir.
- Terapiye Bağımlılık: Epstein'ın tanımladığı bir diğer zarar da danışanların terapiye bağımlı hale gelme potansiyelidir. Psikoterapinin terapiste bağımlılığı teşvik edebileceğini ve danışanın terapinin devam eden desteği olmadan hayatın zorluklarıyla başa çıkamayacağını hissettiği bir dinamik yaratabileceğini savunmaktadır. Bu bağımlılık, bireyin özerkliğini ve öz yeterliliğini zayıflatabilir ve potansiyel olarak uzun vadede ruh sağlığı hizmetlerine bağımlılığa yol açabilir.
- Hesap Verebilirliğin Eksikliği: Epstein ayrıca psikoterapi mesleğindeki hesap verebilirliğin eksikliğini de eleştiriyor. Terapinin sonuçlarının nesnel olarak ölçülmesinin zor olması nedeniyle terapistlerin etkisiz veya zararlı uygulamalardan nadiren sorumlu tutulduğunu savunuyor. Terapinin öznel doğasıyla birleşen bu denetim eksikliği, danışanların başvuru hakkı olmadan zarar gördüğü durumlara yol açabilir.
3. Daha Geniş Sosyal ve Etik Kaygılar..
- Yapısal Sorunlardan Uzaklaşma: Epstein, bireysel psikoterapiye odaklanmanın, zihinsel sıkıntıya katkıda bulunan daha geniş sosyal ve yapısal sorunları ele almaktan uzaklaştırdığını savunuyor. Psikolojik sorunları terapi yoluyla çözülmesi gereken bireysel sorunlar olarak çerçevelendirerek, toplum yoksulluk, eşitsizlik ve ayrımcılık gibi zihinsel sağlığın sosyal belirleyicilerini ele almak için sistemik değişime olan ihtiyacı ihmal edebilir.
- Statükonun Güçlendirilmesi: Ayrıca, psikoterapinin danışanları mevcut sosyal koşullara meydan okumak veya onları değiştirmek yerine uyum sağlamaya teşvik ederek genellikle statükoyu güçlendirdiğini iddia ediyor. Bu, terapinin anlamlı değişimi teşvik etmekten çok toplumsal düzeni korumak için bir araç haline gelmesiyle toplumsal eşitsizlikleri ve adaletsizliği sürdürebilir.
William M. Epstein ayrıca, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabını'da (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) eleştiriyor ve bunun açık nedenleri var.
1. Normal Davranışın Tıbbileştirilmesi.. Epstein, DSM'nin normal insan davranışının tıbbileştirilmesine katkıda bulunduğunu savunur. Epstein, kılavuzun günlük deneyimlerin ve duyguların geniş bir yelpazesini patolojik hale getirdiğine ve bunları tedavi gerektiren zihinsel bozukluklara dönüştürdüğüne inanır. Epstein, bunun psikiyatri ve psikoterapinin kapsamını genişletmenin ve sıradan yaşam zorluklarını tıbbi sorunlara dönüştürmenin bir yolu olduğunu ileri sürer.
2. Bilimsel Geçerliliğin Eksikliği.. Epstein, psikoterapiye yönelik eleştirisine benzer şekilde, DSM'nin bilimsel geçerliliğini sorgular. Epstein, DSM'de listelenen bozuklukların çoğunun nesnel, bilimsel kriterlere değil, ruh sağlığı uzmanlarından oluşan komiteler tarafından yapılan öznel yargılara dayandığını savunur. Bu kategorilerin net, ampirik tanımlardan yoksun olduğunu ve genellikle bilimsel kanıtlardan ziyade kültürel, sosyal veya ekonomik faktörlere dayanarak oluşturulduğunu veya değiştirildiğini öne sürer.
3. İlaç Endüstrisinin Etkisi.. Epstein, DSM'yi ilaç endüstrisinden etkilendiği için eleştiriyor. Teşhis kategorilerinin genişlemesinin, psikotropik ilaçlar için pazarı artırarak ilaç şirketlerinin çıkarlarına hizmet ettiğini savunuyor. Bu ilişkinin, DSM'nin bütünlüğünü baltaladığını ve tıbbi müdahale gerektirmeyen durumları tedavi etmek için ilaç kullanımını teşvik etmedeki rolü hakkında etik endişeler yarattığını öne sürüyor.
4. Neoliberal Bir Gündemin Güçlendirilmesi.. DSM'nin toplumsal sorunları bireyselleştirerek neoliberal bir gündemi güçlendirdiğine inanıyor. DSM, kaygı, depresyon ve stres gibi sorunları kişisel ruh sağlığı bozuklukları olarak çerçeveleyerek, odak noktasını yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal adaletsizlik gibi yapısal faktörlerden uzaklaştırıyor. Epstein, bu yaklaşımın toplumu bu sorunlarla ilgili sorumluluktan kurtardığını ve sorunlarını terapi veya ilaç yoluyla yönetme yükünü bireylere yüklediğini savunuyor.
5. Keyfilik ve Aşırı Teşhis.. Epstein ayrıca DSM'yi zihinsel bozuklukları tanımlama ve kategorize etmedeki keyfiliği nedeniyle eleştiriyor. Farklı teşhisler arasındaki sınırların genellikle belirsiz olduğunu ve DSM'ye dahil etme kriterlerinin her zaman tutarlı olmadığını veya sağlam kanıtlara dayanmadığını belirtiyor. Bunun, daha fazla insanın ruhsal bozukluklarla etiketlenmesi ve gereksiz tedaviye tabi tutulmasıyla aşırı tanıya ve zarar potansiyeline yol açtığını savunuyor.
6. Etik ve Sosyal Sonuçlar.. Son olarak, Epstein DSM'nin yaygın kullanımının etik ve sosyal sonuçları konusunda endişeli. El kitabının etkisinin psikiyatrinin ötesine, DSM teşhislerinin bireylerin haklarını, sorumluluklarını ve sosyal statülerini etkileyebileceği daha geniş sosyal ve yasal bağlamlara uzandığını savunuyor. Bilimsel ve ahlaki temellerinin, kendi görüşüne göre, derinden kusurlu olduğu bir belgeye güvenmenin etik olup olmadığını sorguluyor." -Topher, September 18, 2024 (a)
"Yorumunuz tüm psikoterapinin yanlış varsayımlarını ve şüpheli iddialarını tamamen yerle bir ediyor. Dr. Leventhal, artık çürütülmüş olan "zihinsel hastalık"ın varsayılan nedeni olarak kimyasal dengesizlik hipotezini savunan dürüst olmayan ve beceriksiz tedarikçilerin şüpheli davranışlarını, hatta düpedüz dolandırıcılıklarını haklı olarak kınarken, yine de çeşitli duygusal sıkıntı durumlarını etiketlemek için yanıltıcı, uygunsuz tıbbi terimler (örneğin "bozukluklar", "anormal" veya "işlevsiz" davranışlar) kullanmaya devam ediyor; ben de bunları, kendi adıma, yürek parçalayıcı yaşam deneyimlerine karşı normal ve anlaşılabilir bir tepki olarak görüyorum. Damgalayıcı dilin bu şekilde kötüye kullanılması, "yaşam sorunları" (Thomas Szasz'ın yerinde tanımı) olan kişilerin bir şekilde kusurlu oldukları ve örneğin bir CBT uzmanının bilge rehberliğine ihtiyaç duydukları yönündeki hatalı algıya katkıda bulunur (MIA web sitesinde yakın zamanda yayınlanan bir makalede psikodinamik terapinin yeni, daha etkili bir yöntem haline geldiği iddia edilmiş olsa da) onları tekrar bütünleştirmek için. Bu küçümseyici tutum, sıklıkla danışanlar ve terapistler arasındaki ilişkide zararlı bir güç dengesizliğine yol açar ve terapistlere yalnızca kendi sonsuz bencil gerekçelerinde var olan üstün bir içgörü, beceri ve otorite düzeyi bahşeder." -joel stern, September 19, 2024 (b)
"‘Psikoterapi kanıtlanabilir şekilde yardımcıdır, ezici bir şekilde kanıtlanmıştır’ Gerçekten mi? Tembel alakasız karakter suikastı yerine, neden Epstein’ın eleştirisini eleştirmiyorsunuz. ? Ya da dünyaca ünlü bilim insanları ve araştırmacılar tarafından yazılmış bu son makaleyi deneyin, eleştirinin içeriğinin görülüp anlaşılması oldukça açık olduğunda bunun bir önemi olmamalı. (c) Özetten: 'Özetle, anahtar zihinsel bozukluklar üzerine birden fazla meta-analizde son kanıtların sistematik bir şekilde yeniden değerlendirilmesi, hem psikoterapiler hem de farmakoterapiler için plasebo veya TAU'ya kıyasla sınırlı ek kazanımın genel bir resmini sağladı. Yanıt oranları ?%50 ve çoğu SMD 0,30-0,40'ı aşmadığında bir tavana ulaşılmış gibi görünüyor. Bu nedenle, yarım yüzyıldan fazla araştırma, binlerce RCT ve milyonlarca yatırılmış fondan sonra, zihinsel bozukluklarla ilişkili "trilyon dolarlık beyin göçü" 2 şu anda mevcut tedavilerle yeterince ele alınmamıştır. Bu, şüphesiz bazı hastaların mevcut tedavilerden faydalandığı için nihilist veya küçümseyici bir sonuç olarak görülmemelidir. Ancak, durumla gerçekçi bir şekilde yüzleşmek, iyileştirme için bir ön koşuldur. Her şeyin yolunda olduğunu iddia etmek alanı ileriye taşımayacak 156, uyum sağlamak ve daha benzer bulgular üretmek de 157. Daha fazla ilerleme sağlamak için araştırmada bir paradigma değişimine ihtiyaç duyuluyor gibi görünüyor’ Peki bu yararlı unsurlar ne olacak? plasebo? - bunu İngiliz Psikoloji Derneği'nin eski seçilmiş başkanından deneyin. (d)" -Topher, September 20, 2024 (e)
"Szasz ve Epstein'a ve dolaylı olarak akıl sağlığı endüstrisinin benzer eleştirmenlerine karşı yaptığınız çılgınca dağınık ad hominem tiradınızın, derhal güçlü bir şekilde çürütülmesi gereken bir dizi önemli noktayı gündeme getirdiğini belirtmekte fayda var.
1. Szasz'ın birçok kitabını ve makalesini okudum ve ölümünden önce hazırladığı videoların çoğunu dinledim. Hiçbirinde "aşırı faşist" eğilimlerin izine rastlamadım ve bu şaşırtıcı olmamalı, çünkü kendisi İkinci Dünya Savaşı'ndan önce ailesiyle birlikte Avrupa'dan kaçmak zorunda kalan bir Macar Yahudisiydi. Her türlü otoriterliği ve zorlamayı, özellikle psikiyatrik bağlamda, nefret eder ve kınardı. Aksini kanıtlayabilirseniz, lütfen ilgili kaynağı tam olarak belirtin.
2. Wiliam Epstein'ı "hiçbir kayda değer veya entelektüel titizliği olmayan orta düzey bir sosyal çalışma profesörü" olarak küçümsemeniz, onun argümanlarından tek birini bile çürütemeyen ucuz, yersiz bir hakaretten başka bir şey değildir. Onların entelektüel boşluğunu kendi bağımsız, bilim temelli karşı argümanlarınızla gösterebilir misiniz? Ve Epstein'ın yayınladığı varsayılan "sömürgeci çocuk kaçırıcıları" grubu hakkında gerçekten meraklıyım; bu kötü niyetli suç örgütünün kimliğini ve onunla bağlantısını ifşa edebilir misiniz? Hepsi, tarikatlarına üyeliklerini artırmak için çaresiz çocukları kaçıran scientologistler olabilir mi? Meraklı zihinler bilmek istiyor….
3. Yine en ufak bir doğrulama olmaksızın, psikoterapinin "kanıtlanabilir şekilde yardımcı, ezici bir şekilde kanıtlanmış" olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu açıklama, yalnızca MIA web sitesine katkıda bulunanların damgalanmış, aşağılanmış ve gazlanmış, hatta fiziksel tacize uğramış veya kalıcı olarak zarar görmüş sayısız hesabını göz ardı etmekle kalmıyor, aynı zamanda psikiyatri ve ilgili alanlarının son yüzyıldaki dolandırıcılık ve yetersizliğinin iyi belgelenmiş geçmişini de göz ardı ediyor. Sizi, diğerlerinin yanı sıra, Jeffrey Masson'ın Alman psikiyatristlerinin Nazi T-4 programı ve Holokost ile suç ortaklığına ilişkin çalışmasına ve APA'nın 1940'lara kadar sterilizasyon ve diğer öjeni önlemlerini onaylamasına yönlendiriyorum. Son olarak, duygusal sıkıntı içindeki arkadaşlarını eklemek isteyenler için empati, aktif dinleme, sıcaklık, merak ve yargısız, nesnel danışmanlık konusunda bir tür özel "eğitim" gerektiğine dair şüpheli iddianıza gelince, klinisyenler, LSW'ler, nörolinguistik programcılar, psikanalistler ve diğer uygulayıcıların (büyük bir yüzdesi hizmetleri için tazminat almak amacıyla sahte DSM teşhisleri kullanıyor) aslında tüm bu mükemmel niteliklere benzersiz bir şekilde sahip olduğuna ikna olmadım; bunların akademik dersler veya diğer resmi eğitimler yoluyla osmoz yoluyla edinilebileceğinden ciddi şekilde şüphe ediyorum. Tam tersine, kibir, dogmatizm ve kendini beğenmişliğin bu alanın çok daha karakteristik olduğunu düşünüyorum." -joel stern, September 20, 2024 (f)" (34)
Kirsch, FDA'nın antidepresan ilaçları onaylamasına yol açan 'klinik denemeler' de dahil olmak üzere 'yayınlanmış ilaç/depresyon sonuç' çalışmalarından verileri aldı ve bu çalışmalardaki 'ilaç ve plasebo etkilerinin' boyutlarını ölçtü. Bu hesaplamalar, 'depresyon tedavisinde, antidepresan ilaçlara verilen yanıtın, ne kadarının ilaç etkisi, ne kadarının plasebo etkisi olduğunu' belirlemesini sağladı. Antidepresan ilaçlara verilen yanıtın, 'bir ilaç etkisi değil, bir plasebo etkisi olduğunu' buldu; bu plasebo etkisi aynı zamanda hastanın 'ilaçların yan etkilerini yorumlamasına' göre belirlenir.
SSRI'ların yan etkileri kişiden kişiye değişir ancak 'titreme, uykusuzluk, bulanık görme, baş ağrısı, mide bulantısı, eklem ve kas ağrısı, kilo alımı ve cinsel işlev bozukluğunu' içerir. Antidepresanların 'aktif plasebo' gibi işlev gördüğünü keşfetti; plasebo etkisi, antidepresanların birçok yan etkisi tarafından artırıldı. Kirsch'in bulduğu şaşırtıcı etki, 'yan etkileri tespit eden hastaların, ilacı kullanan hastalarla aynı kişiler' olmasıydı. Bulguları şöyle özetledi: "Yan etkiler ve iyileşme arasındaki ilişki o kadar güçlü ki neredeyse mükemmel." Başka bir deyişle, ilaçlardaki kimyasallara atfedilen olumlu etki, 'yardımcı bir kimyasal tedavinin' sonucu değil, hastaların 'ilacın yan etkilerini yaşadıkları' için 'yardımcı bir ilaç aldıklarına inanmalarına' atfedilebilir. Kirsch'in bulguları bir uyarıya işaret ediyor. Antidepresan ilaçların, 'depresyon tedavisinde etkisiz olduğu' bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda olumsuz etkileri olan güçlü ilaçlardır.
Antidepresanların diğer zararlı etkilerinden bazıları 'intihar ve cinayet dürtülerine, depresyona, anksiyeteye, maniye, parkinsonizme, yaşlanmayla birlikte artan denge sorunlarına ve serotonin sendromuna' neden olmasıdır. İlaçlar ayrıca 'depresyonun, tekrarlama olasılığının artmasına ve depresyondan asla kurtulamamaya' yol açar.
Veriler, bilim insanları ve doktorların anekdotsal görüşleri değil, sağlık biliminde hüküm sürmelidir. Ancak STAR*D araştırmacıları tarafından işlenen suistimalin, psikiyatristler tarafından yönetilen NIMH'nin niyetlerini temsil ettiği açık olmalıdır. STAR*D çalışması, doğrudan STAR*D çalışmasının tasarımına ve finansmanına yol açan, 'depresyonun antidepresan ilaç tedavisini' araştıran yedi yıllık bir NIMH sözleşmesinin doruk noktasıydı; STAR*D'nin yazarlarından üçü NIMH'nin personeliydi, ikisi şube şefiydi; ve çalışmanın istatistikçisi de bunlardan biriydi. NIMH'nin psikiyatrik parmak izleri, STAR*D verilerinin manipülasyonunda her yerdedir.
Basın bu hikayeyi, 'doğru bir şekilde yayınlamakla' ilgilenmiyor, STAR*D'nin 'kötü niyetli haberciliğini' tekrarlamakla yetiniyor ve bu nedenle 'psikiyatrinin kurgusal anlatısına olan inancın yaygınlaştırılmasında' büyük rol oynuyor ve istemeden de olsa verilen zarara katkıda bulunuyor. Bu ülkenin en önde gelen gazetesi olan ve araştırmacı haberciliğiyle bilinen New York Times, açıklanamayan bir şekilde 'psikiyatrik kelime salatasının, bilimi alt etmesine' izin veriyor ve 'STAR*D'nin sahte sonuçlarını' pasif bir şekilde kabul ediyor ve yayıyor. Anekdot, bilimden daha çok tercih ediliyor. Kısa süre önce Times'ın STAR*D'nin kötü niyetli haberciliğini bildirmedeki başarısızlığı hakkında Times'ın ruh sağlığı muhabiri Ellen Barry ile görüştüm; bana bu konu hakkında yazmayı planlamadığını söyledi.
Bilim gazetecisi Robert Whitaker da Times ile benzer bir çaba gösterdi. O da reddedildi. New York Times, zihinsel sağlık ile fiziksel sağlık arasındaki 'hatalı araştırma analizlerini' bildirirken çifte standart benimsedi. Dana Farber'daki 'kanser araştırmalarının, yanlış bildirildiğini' öğrendikten birkaç gün sonra, bu haber Times'ın birinci sayfasındaydı. Pigott'un, bu haberden birkaç ay önce yayınlanan, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (Freedom of Information Act) aracılığıyla elde edilen verileri içeren 2023 tarihli İngiliz Tıp Dergisi'ndeki (British Medical Journal) yayını, STAR*D'nin açıkça 'hatalı veri analizlerini' belgeliyor. Bu 'sahte sonuçlar' on milyonlarca insan için önemli olduğundan ifşaatlar da aynı derecede önemlidir, ancak STAR*D haberi Times tarafından birkaç kez dikkatlerine sunulmasına rağmen ele alınmamıştır. Bu çifte standardı Ellen Barry'ye de ilettim ve hiçbir yanıt alamadım.
Mart 2024'te Psikiyatrik Zamanlar (Psychiatric Times), 'STAR*D'nin uydurma raporlamasını' kabul etti ve bunu yapan 'ilk psikiyatri yayını' oldu. Dahası, editör STAR*D'nin 'gerçek sonuçlarının, onlarca yıllık psikiyatri uygulamasını baltaladığını' belirterek bu bulguların önemini vurguladı. Bununla birlikte, bu çok önemli kabulün ardından 'psikiyatrik bir takip' yapılmadı. Bunun yerine, bu yılın Nisan ayında, halkı depresyon için 'mevcut tedavi seçenekleri' hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan bir Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH "National Institutes of Health") basın bülteni yayınlandı.
"Araştırma Önemlidir: Depresyonu Tedavi Etmek (Research Matters: Treating Depression)" başlıklı bülten, 'tedavilerin sahte raporlamasını' ikiye katlıyor. 'Bilişsel davranış terapisi' etkili olarak tanımlanıyor, ancak yalnızca hafif depresyon için - gerçekten yardıma ihtiyacınız varsa, ilaç tedavisini seçmeniz önerilir. Yani, NIH, 'antidepresan ilaçların değerini haksız yere öven', NIMH'ye katıldı ve terapinin değerine 'haksız sınırlamalar' ekleyerek sahtekarlığı daha da kötüleştirdi. NIH, NIMH ile birlikte, bilimin bize söylediği şeylerin 'yanlış bir değerlendirmesini ' yayarak, depresyon tedavisinde 'terapinin, ilaçlara kıyasla değeri konusunda halkı bilgilendirmede' başarısız oluyor.
NIH makalesi ayrıca STAR*D'nin ilaçlarla ilgili yanlışlarından birini daha tekrarlıyor. STAR*D çalışmasının amaçlarından biri, psikiyatrinin bilimsel olarak desteklenmeyen, 'depresyonun, biyolojik heterojenlik teorisinin' değerini göstermekti; buna göre farklı depresyon formları vardır ve hastalar, kendi depresyon türlerine uygun doğru ilacı bularak, "hastaları en uygun tedavileriyle eşleştirerek" başarılı bir şekilde tedavi edilebilirler. STAR*D'nin çalışmanın sonuçlarının, bunu doğruladığı yönündeki yanlış iddiasını tekrarlıyor.
Ancak veriler, 'hangi ilacın reçete edildiğinin, önemli olmadığını' gösteriyor; 'her ilaç, diğer her ilaçla aynı sınırlı etkiyi' üretti. Başarısız hastaları 'farklı biyokimyasal etkilere sahip ilaçlarla tedavi etmenin, sonucu iyileştirdiği' teorisini destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
NIH, ECT'nin depresyon için 'tıbbi bir tedavi' olarak değerini övmeye devam ediyor. Bu iddia da bilimsel olarak desteksiz olmakla kalmıyor, aynı zamanda son derece yanıltıcı ve topluma bir kötülük. ECT'nin bilimsel temeline ilişkin yakın zamanda yapılan ayrıntılı bir inceleme, çok farklı bir sonuca varıyor ve şunları belirtiyor: ECT'nin son sonuç çalışması neredeyse 40 yıl önce yapıldı; o zamanlar yayınlanan ECT sonuç çalışmaları o kadar kalitesiz ki 'ECT'nin, depresyon için etkili bir tedavi olduğunu' iddia etmek için hiçbir temel sağlamıyor; ancak bu çalışmalar ECT'nin 'kalıcı hafıza kaybına (beyin hasarı) ve hatta küçük bir ölüm riskine neden olma riskinin yüksek olduğunu' ortaya koyuyor; değerlendiriciler, tatmin edici sonuç çalışmaları değerli ve güvenli olduğunu gösterene kadar 'ECT'nin, derhal askıya alınmasını' talep ediyor.
ECT ile ilgili endişeler, antidepresan ilaçlar için de geçerlidir. Depresyonun artık tamamen itibarsızlaşmış 'serotonin kimyasal dengesizliği' teorisi, 1980'de psikiyatrinin 'tıbbi hale getirilmesinin' temeliydi ve ilaç reçetelerinin 'ruhsal bozukluklar için tercih edilen tedavi' olarak yerleşmesine yol açtı. NIMH ve NICE tarafından bulunan ilaç tedavisi için 'uzun vadeli olumsuz sonuçlar, antidepresan ilaç reçeteleri için iatrojenik bir sonuç' olduğunu gösteriyor. Kanıtlar, 'antidepresan ilaç reçetelerinin, ruhsal bozukluğu hafifletmekten çok, onu yarattığı ve kötüleştirdiği' sonucuyla tutarlıdır.
Bu endişeler , emsalsiz değildir. Çok uzun zaman önce değil, benim yaşadığım dönemde, psikiyatri, 'öjeni ve lobotomiyi' savunarak büyük zararlar verdi ve bunun için bir psikiyatrist, 'Nobel ödülüne' layık görüldü. En önemli soru, psikiyatri liderleri NIMH ve NIH'nin neden bu 'korkunç yanlış iddialarda' bulunduğudur. Cevap, başka hiçbir şeyleri olmadığıdır. NIMH, 'depresyon ve diğer ruhsal bozukluklar' için 'fizyolojik bir temel' oluşturmaya çalışarak onlarca yıl boyunca onlarca milyar dolar araştırma harcadı, ancak eli boş döndü.
Psikiyatri, yüz yıllık araştırmadan sonra, 'depresyon, anksiyete bozuklukları ve DSM'nin teşhislerinin büyük çoğunluğu' için 'tıbbi/biyolojik bir temele' dair ampirik kanıt bulmayı başaramadı. Yani, STAR*D'nin gerçek sonuçları, psikiyatri liderlerinin yutması için çok acı bir hap ve onlar görevi kötüye kullanmayı seçtiler, 'haydut bir tıbbi uzmanlık alanı' haline geldiler. Bilimsel kanıtlar, 'fiziksel ve psikolojik alanlarımız sürekli olarak birbirleriyle etkileşim halinde olsa da, fiziksel hastalığın açıklamasının temelde fizyolojik, ve ruhsal bozukluğun açıklamasının ise psikolojik olduğu' sonucuna işaret ediyor. Bu nedenle psikiyatrinin çabaları, fiziksel hastalıklar için 'doğrulanmış fizyolojik açıklamalar ve tıbbi tedavilerle' paralellik gösteren, ruhsal bozukluklar için 'fizyolojik açıklamaları ve tıbbi tedavileri doğrulamakta' başarısız oldu..
STAR*D'nin sonuçları, ruhsal bozukluklar için 'yanlış açıklayıcı paradigmayı' takip ettiğimizi gösteren bir dizi çalışmayla uyumludur. Sayısız fiziksel hastalık için 'tıbbi/biyolojik bir temele' dair kanıtların katlanarak arttığı, 'işe yarayan tıbbi tedavilere' rehberlik eden bu yüzyıl, aynı zamanda 'depresyon, fobiler, sosyal kaygı, OCD ve PTSD' için 'sosyal/psikolojik bir açıklamaya ve iyi doğrulanmış psikolojik tedavilere' işaret eden bol miktarda kanıt üretti. Çok az istisna dışında, 'zihinsel bozukluklar, beynimizin öğrenme ve biliş' için sahip olduğu büyük yetenekle açıklanır; bu yetenek yalnızca 'işlevsel davranışların' edinilmesini değil aynı zamanda 'davranış psikologlarının, zihinsel bozukluklar' için sahip olduğumuz en etkili tedaviler olan tedavileri geliştirmelerini sağlayan işlevsiz davranış araştırmalarının kurulmasını da açıklar. Anormal davranışlar da dahil olmak üzere 'davranışlarımız, çevremiz ve eylemlerimizin sonuçları' tarafından şekillendirilir.
Beyin teorilerinin testlerinin başarısız sonuçlarının aksine, çok sayıda araştırma zihinsel bozukluk için 'psikolojik neden ve sonuç' açıklamalarını doğrulamıştır. Tutumluluk, nedenselliğin bilimsel açıklaması için zamanla test edilmiş bir kuraldır. Zihinsel bozukluk için psikolojik paradigma, yaygın olarak görülen 'zihinsel bozukluklarda, beynin normal ve anormal davranışları' açıklayan davranışsal ilkelere göre normal davrandığını varsayar. Bu, verilerle uyuşan daha basit bir açıklamadır, ancak psikiyatristler, 'zihinsel bozukluk için psikolojik açıklamalara' kesinlikle karşıdır. Psikolojik tedaviler işe yarar çünkü insanlara sorun çözmek için ihtiyaç duydukları araçları sağlarlar. İlaç tedavisi, pasifliği (bir ilacın işe yaramasını beklemek) teşvik ederken, davranış terapisinin amacı hastayı 'sorun çözme davranışlarına' dahil etmektir. Bu davranışlar, terapi bittikten sonra hastanın repertuarının bir parçasıdır ve olumlu sonucu sürdürür ve geliştirir. Davranışsal araştırma, Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler'in zihinsel bozukluk konusunda 'tıbbi/biyolojik bir paradigmadan, sosyal/psikolojik bir paradigmaya' doğru bir 'paradigma değişimi' çağrısında bulunmasına yol açan büyük bir araştırma bulguları grubuna önemli bir katkıda bulunmaktadır. Bu rezalet, sona erdirilmelidir. NIMH değerli araştırma dolarlarını bir hayal peşinde harcamak yerine, bu fonları, 'zihinsel bozukluktaki psikolojik faktörleri' incelemeye, 'davranışsal tedavilerin ve diğer sosyal/psikolojik çözümlerin' verimliliğini ve etkinliğini artırmaya ve 'geçerliliği kanıtlanmış davranışa dayalı bir DSM'yi' takip etmeye yatırmalıdır."
Allan M. Leventhal, PhD, "Depresyon Dolandırıcılığı: Psikiyatrinin Tıbbi Bilim Olarak Başarısızlığı (Grifting Depression: Psychiatry's Failure as a Medical Science)" adlı kitabın yazarıdır. Amerikan Üniversitesi'nde fahri profesör, klinik psikoloji diplomatı, Walter Reed Ordu Tıp Merkezi'nde fahri danışmandır ve 'psikoterapideki hastalar için, ayrıcalıklı iletişim yasasının' geçirilmesindeki liderliği nedeniyle Maryland Psikoloji Derneği'nden olağanüstü katkı ödülü almıştır.
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Psikoterapi araştırmalarının birçok eleştirmeni var ve bunların çoğu psikiyatrinin varlığını göstermeyi başaramadığı yapılara dayanıyor. İşte William M. Epstein'ın Psikoterapinin İllüzyonu (The Illusion of Psychotherapy), Amerika'da Din Olarak Psikoterapi: Medeni İlahi (Psychotherapy as Religion: The Civil Divine in America) ve Amerika Birleşik Devletleri'nde Psikoterapi ve Sosyal Klinik (Psychotherapy and the Social Clinic in the United States) kitaplarından yaptığı eleştirilerden bazı yararlı özetler.
1. Bilimsel Temel Eksikliği.. Epstein, psikoterapinin sağlam bir bilimsel temele sahip olmadığını savunuyor. Alanı, titiz, deneysel araştırmalardan ziyade anekdotsal kanıtlara ve öznel deneyimlere dayandığı için eleştiriyor. Psikoterapistlerin yaptığı iddiaların çoğunun bilimsel olarak doğrulanamayacağını ve psikoterapiyi meşru bir bilimsel disiplin olmaktan çok bir sahte bilim haline getirdiğini iddia ediyor.
2. Etkisizlik.. Epstein, çalışmasında psikoterapinin etkinliğini sorguluyor. Etkinliğini destekleyen kanıtların zayıf olduğunu ve algılanan faydaların çoğunlukla plasebo etkisinden, iyileşmenin doğal seyrinden veya terapötik sürecin kendisiyle ilgisi olmayan diğer spesifik olmayan faktörlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir.
3. Bir Din Biçimi Olarak Psikoterapi.. Epstein, psikoterapiyi, terapistlerin rahip gibi davrandığı, gerçek, kanıta dayalı çözümler yerine ahlaki ve duygusal rehberlik sunduğu laik bir din biçimine benzetiyor. Psikoterapinin, dini uygulamalara benzer şekilde, ancak somut, ölçülebilir faydalar sağlamadan, anlam ve konfor için kültürel bir ihtiyacı karşıladığını öne sürüyor.
4. Ticarileştirme ve Profesyonelleştirme.. Psikoterapinin ticarileştirilmesini ve profesyonelleştirilmesini eleştiriyor ve bunun insanlara gerçekten yardım etmekten çok, kazançlı bir endüstriyi sürdürmekle ilgili hale geldiğini savunuyor. Özellikle, alanın normal insan deneyimlerini tıbbileştirerek etkisini nasıl genişlettiğini, günlük mücadeleleri profesyonel müdahale gerektiren ruh sağlığı sorunlarına nasıl dönüştürdüğünü eleştiriyor.
5. Sosyal Politika Üzerindeki Etki.. Epstein, psikoterapinin sosyal politika üzerindeki etkisinden endişe duyuyor. Bunun, yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal adaletsizlik gibi yapısal sorunları ele almaktan dikkati ve kaynakları uzaklaştırdığını ve bunun yerine bireysel psikolojik sorunlara odaklandığını savunuyor. Bu değişimin, daha geniş toplumsal sorunları ele almak yerine, bireyleri içinde bulundukları koşullardan sorumlu tutan neoliberal bir gündemi güçlendirdiğine inanıyor.
6. Etik Endişeler.. Terapist-danışan ilişkisindeki güç dinamikleri hakkında etik endişeler dile getiriyor. Epstein, terapistlerin danışanları üzerinde, genellikle yeterli hesap verebilirlik veya şeffaflık olmadan kullandıkları otoriteyi eleştiriyor. Özellikle terapötik müdahalelerin etkinliğine dair sağlam kanıtların olmamasıyla birleştiğinde, bu dinamiğin etik etkilerini sorguluyor.
1. Tartışmalı Etkinlik..
- Etkinliğe Dair Zayıf Kanıt: Epstein, psikoterapinin etkinliğini destekleyen kanıtların zayıf ve tutarsız olduğunu savunuyor. Psikoterapinin faydalarını gösterdiğini iddia eden birçok çalışmanın metodolojik olarak hatalı olduğunu, genellikle küçük örneklem büyüklüklerine, önyargılı raporlamaya ve öznel iyileştirme ölçümlerine dayandığını ileri sürüyor. Epstein'a göre, araştırmaların çoğu nedensellik kuramamaktadır, yani psikoterapinin danışanlarda gözlemlenen herhangi bir iyileşmeden sorumlu olduğunu kesin olarak kanıtlayamaz.
- Plasebo ve Spesifik Olmayan Etkiler: Danışanlar tarafından psikoterapinin bildirilen herhangi bir faydasının genellikle plasebo etkilerine, terapötik ilişkiye (genellikle "terapötik ittifak" olarak adlandırılır) veya terapide kullanılan spesifik tekniklere veya müdahalelere değil, zamanın geçmesi gibi diğer spesifik olmayan faktörlere atfedilebileceğini öne sürüyor. Epstein, bu faktörlerin resmi terapinin yokluğunda bile benzer faydalar sağlayacağını ve böylece psikoterapinin gerekliliğini sorguladığını savunuyor.
- Ortalamaya Gerileme: Epstein ayrıca, insanların terapiden sonra kendilerini daha iyi hissetmelerinin nedenini açıklamak için istatistiksel olarak "ortalamaya gerileme" kavramına işaret ediyor. Birçok danışan akut sıkıntı dönemlerinde terapi aradığından, aldıkları terapiden bağımsız olarak semptomları zamanla doğal olarak azalabilir. Bu doğal iyileşme genellikle terapinin etkisiyle karıştırılır ve bu da etkinliğinin abartılmasına yol açar.
2. Psikoterapinin Zararları..
- Normal Yaşamın Patolojikleştirilmesi: Epstein, psikoterapinin normal insan deneyimlerini patolojikleştirerek zarar verebileceğini savunur. Günlük zorlukları ve duygusal tepkileri zihinsel bozuklukların belirtileri olarak etiketleyerek, psikoterapi bireyleri kendilerini hasta veya eksik görmeye teşvik edebilir, bu da gereksiz tedaviye ve ruh sağlığı uzmanlarına bağımlılık hissine yol açabilir.
- Yanlış Kontrol Duygusu: Psikoterapinin, bireylerin terapi yoluyla zihinsel sağlıkları üzerinde kontrol uygulayabilecekleri fikrini teşvik etme biçimini eleştirir. Epstein, bu inancın zararlı olabileceğini, çünkü yoksulluk, ayrımcılık ve toplumsal eşitsizlik gibi dışsal, yapısal faktörlerin zihinsel refah üzerindeki önemli etkisini görmezden geldiğini veya küçümsediğini savunur. Sonuç olarak, bireyler mücadeleleri için kendilerini sorumlu hissedebilir veya suçlayabilir, bu da terapi istenen sonuçlara yol açmazsa yetersizlik veya başarısızlık duygularının artmasına yol açabilir.
- Sosyal Uyumu Güçlendirme: Epstein, psikoterapinin danışanları, bu normlara meydan okumak veya sıkıntılarına katkıda bulunabilecek altta yatan sosyal koşulları ele almak yerine, düşüncelerini, duygularını ve davranışlarını toplumsal normlara uyacak şekilde ayarlamaya teşvik ederek sosyal uyumu güçlendirebileceğini ileri sürmektedir. Bu, özellikle baskı, dışlanma veya diğer sosyal adaletsizlikler sonucu sıkıntı yaşayan bireyler için zararlı olabilir.
- Terapiye Bağımlılık: Epstein'ın tanımladığı bir diğer zarar da danışanların terapiye bağımlı hale gelme potansiyelidir. Psikoterapinin terapiste bağımlılığı teşvik edebileceğini ve danışanın terapinin devam eden desteği olmadan hayatın zorluklarıyla başa çıkamayacağını hissettiği bir dinamik yaratabileceğini savunmaktadır. Bu bağımlılık, bireyin özerkliğini ve öz yeterliliğini zayıflatabilir ve potansiyel olarak uzun vadede ruh sağlığı hizmetlerine bağımlılığa yol açabilir.
- Hesap Verebilirliğin Eksikliği: Epstein ayrıca psikoterapi mesleğindeki hesap verebilirliğin eksikliğini de eleştiriyor. Terapinin sonuçlarının nesnel olarak ölçülmesinin zor olması nedeniyle terapistlerin etkisiz veya zararlı uygulamalardan nadiren sorumlu tutulduğunu savunuyor. Terapinin öznel doğasıyla birleşen bu denetim eksikliği, danışanların başvuru hakkı olmadan zarar gördüğü durumlara yol açabilir.
3. Daha Geniş Sosyal ve Etik Kaygılar..
- Yapısal Sorunlardan Uzaklaşma: Epstein, bireysel psikoterapiye odaklanmanın, zihinsel sıkıntıya katkıda bulunan daha geniş sosyal ve yapısal sorunları ele almaktan uzaklaştırdığını savunuyor. Psikolojik sorunları terapi yoluyla çözülmesi gereken bireysel sorunlar olarak çerçevelendirerek, toplum yoksulluk, eşitsizlik ve ayrımcılık gibi zihinsel sağlığın sosyal belirleyicilerini ele almak için sistemik değişime olan ihtiyacı ihmal edebilir.
- Statükonun Güçlendirilmesi: Ayrıca, psikoterapinin danışanları mevcut sosyal koşullara meydan okumak veya onları değiştirmek yerine uyum sağlamaya teşvik ederek genellikle statükoyu güçlendirdiğini iddia ediyor. Bu, terapinin anlamlı değişimi teşvik etmekten çok toplumsal düzeni korumak için bir araç haline gelmesiyle toplumsal eşitsizlikleri ve adaletsizliği sürdürebilir.
William M. Epstein ayrıca, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabını'da (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) eleştiriyor ve bunun açık nedenleri var.
1. Normal Davranışın Tıbbileştirilmesi.. Epstein, DSM'nin normal insan davranışının tıbbileştirilmesine katkıda bulunduğunu savunur. Epstein, kılavuzun günlük deneyimlerin ve duyguların geniş bir yelpazesini patolojik hale getirdiğine ve bunları tedavi gerektiren zihinsel bozukluklara dönüştürdüğüne inanır. Epstein, bunun psikiyatri ve psikoterapinin kapsamını genişletmenin ve sıradan yaşam zorluklarını tıbbi sorunlara dönüştürmenin bir yolu olduğunu ileri sürer.
2. Bilimsel Geçerliliğin Eksikliği.. Epstein, psikoterapiye yönelik eleştirisine benzer şekilde, DSM'nin bilimsel geçerliliğini sorgular. Epstein, DSM'de listelenen bozuklukların çoğunun nesnel, bilimsel kriterlere değil, ruh sağlığı uzmanlarından oluşan komiteler tarafından yapılan öznel yargılara dayandığını savunur. Bu kategorilerin net, ampirik tanımlardan yoksun olduğunu ve genellikle bilimsel kanıtlardan ziyade kültürel, sosyal veya ekonomik faktörlere dayanarak oluşturulduğunu veya değiştirildiğini öne sürer.
3. İlaç Endüstrisinin Etkisi.. Epstein, DSM'yi ilaç endüstrisinden etkilendiği için eleştiriyor. Teşhis kategorilerinin genişlemesinin, psikotropik ilaçlar için pazarı artırarak ilaç şirketlerinin çıkarlarına hizmet ettiğini savunuyor. Bu ilişkinin, DSM'nin bütünlüğünü baltaladığını ve tıbbi müdahale gerektirmeyen durumları tedavi etmek için ilaç kullanımını teşvik etmedeki rolü hakkında etik endişeler yarattığını öne sürüyor.
4. Neoliberal Bir Gündemin Güçlendirilmesi.. DSM'nin toplumsal sorunları bireyselleştirerek neoliberal bir gündemi güçlendirdiğine inanıyor. DSM, kaygı, depresyon ve stres gibi sorunları kişisel ruh sağlığı bozuklukları olarak çerçeveleyerek, odak noktasını yoksulluk, eşitsizlik ve toplumsal adaletsizlik gibi yapısal faktörlerden uzaklaştırıyor. Epstein, bu yaklaşımın toplumu bu sorunlarla ilgili sorumluluktan kurtardığını ve sorunlarını terapi veya ilaç yoluyla yönetme yükünü bireylere yüklediğini savunuyor.
5. Keyfilik ve Aşırı Teşhis.. Epstein ayrıca DSM'yi zihinsel bozuklukları tanımlama ve kategorize etmedeki keyfiliği nedeniyle eleştiriyor. Farklı teşhisler arasındaki sınırların genellikle belirsiz olduğunu ve DSM'ye dahil etme kriterlerinin her zaman tutarlı olmadığını veya sağlam kanıtlara dayanmadığını belirtiyor. Bunun, daha fazla insanın ruhsal bozukluklarla etiketlenmesi ve gereksiz tedaviye tabi tutulmasıyla aşırı tanıya ve zarar potansiyeline yol açtığını savunuyor.
6. Etik ve Sosyal Sonuçlar.. Son olarak, Epstein DSM'nin yaygın kullanımının etik ve sosyal sonuçları konusunda endişeli. El kitabının etkisinin psikiyatrinin ötesine, DSM teşhislerinin bireylerin haklarını, sorumluluklarını ve sosyal statülerini etkileyebileceği daha geniş sosyal ve yasal bağlamlara uzandığını savunuyor. Bilimsel ve ahlaki temellerinin, kendi görüşüne göre, derinden kusurlu olduğu bir belgeye güvenmenin etik olup olmadığını sorguluyor." -Topher, September 18, 2024 (a)
"Yorumunuz tüm psikoterapinin yanlış varsayımlarını ve şüpheli iddialarını tamamen yerle bir ediyor. Dr. Leventhal, artık çürütülmüş olan "zihinsel hastalık"ın varsayılan nedeni olarak kimyasal dengesizlik hipotezini savunan dürüst olmayan ve beceriksiz tedarikçilerin şüpheli davranışlarını, hatta düpedüz dolandırıcılıklarını haklı olarak kınarken, yine de çeşitli duygusal sıkıntı durumlarını etiketlemek için yanıltıcı, uygunsuz tıbbi terimler (örneğin "bozukluklar", "anormal" veya "işlevsiz" davranışlar) kullanmaya devam ediyor; ben de bunları, kendi adıma, yürek parçalayıcı yaşam deneyimlerine karşı normal ve anlaşılabilir bir tepki olarak görüyorum. Damgalayıcı dilin bu şekilde kötüye kullanılması, "yaşam sorunları" (Thomas Szasz'ın yerinde tanımı) olan kişilerin bir şekilde kusurlu oldukları ve örneğin bir CBT uzmanının bilge rehberliğine ihtiyaç duydukları yönündeki hatalı algıya katkıda bulunur (MIA web sitesinde yakın zamanda yayınlanan bir makalede psikodinamik terapinin yeni, daha etkili bir yöntem haline geldiği iddia edilmiş olsa da) onları tekrar bütünleştirmek için. Bu küçümseyici tutum, sıklıkla danışanlar ve terapistler arasındaki ilişkide zararlı bir güç dengesizliğine yol açar ve terapistlere yalnızca kendi sonsuz bencil gerekçelerinde var olan üstün bir içgörü, beceri ve otorite düzeyi bahşeder." -joel stern, September 19, 2024 (b)
"‘Psikoterapi kanıtlanabilir şekilde yardımcıdır, ezici bir şekilde kanıtlanmıştır’ Gerçekten mi? Tembel alakasız karakter suikastı yerine, neden Epstein’ın eleştirisini eleştirmiyorsunuz. ? Ya da dünyaca ünlü bilim insanları ve araştırmacılar tarafından yazılmış bu son makaleyi deneyin, eleştirinin içeriğinin görülüp anlaşılması oldukça açık olduğunda bunun bir önemi olmamalı. (c) Özetten: 'Özetle, anahtar zihinsel bozukluklar üzerine birden fazla meta-analizde son kanıtların sistematik bir şekilde yeniden değerlendirilmesi, hem psikoterapiler hem de farmakoterapiler için plasebo veya TAU'ya kıyasla sınırlı ek kazanımın genel bir resmini sağladı. Yanıt oranları ?%50 ve çoğu SMD 0,30-0,40'ı aşmadığında bir tavana ulaşılmış gibi görünüyor. Bu nedenle, yarım yüzyıldan fazla araştırma, binlerce RCT ve milyonlarca yatırılmış fondan sonra, zihinsel bozukluklarla ilişkili "trilyon dolarlık beyin göçü" 2 şu anda mevcut tedavilerle yeterince ele alınmamıştır. Bu, şüphesiz bazı hastaların mevcut tedavilerden faydalandığı için nihilist veya küçümseyici bir sonuç olarak görülmemelidir. Ancak, durumla gerçekçi bir şekilde yüzleşmek, iyileştirme için bir ön koşuldur. Her şeyin yolunda olduğunu iddia etmek alanı ileriye taşımayacak 156, uyum sağlamak ve daha benzer bulgular üretmek de 157. Daha fazla ilerleme sağlamak için araştırmada bir paradigma değişimine ihtiyaç duyuluyor gibi görünüyor’ Peki bu yararlı unsurlar ne olacak? plasebo? - bunu İngiliz Psikoloji Derneği'nin eski seçilmiş başkanından deneyin. (d)" -Topher, September 20, 2024 (e)
"Szasz ve Epstein'a ve dolaylı olarak akıl sağlığı endüstrisinin benzer eleştirmenlerine karşı yaptığınız çılgınca dağınık ad hominem tiradınızın, derhal güçlü bir şekilde çürütülmesi gereken bir dizi önemli noktayı gündeme getirdiğini belirtmekte fayda var.
1. Szasz'ın birçok kitabını ve makalesini okudum ve ölümünden önce hazırladığı videoların çoğunu dinledim. Hiçbirinde "aşırı faşist" eğilimlerin izine rastlamadım ve bu şaşırtıcı olmamalı, çünkü kendisi İkinci Dünya Savaşı'ndan önce ailesiyle birlikte Avrupa'dan kaçmak zorunda kalan bir Macar Yahudisiydi. Her türlü otoriterliği ve zorlamayı, özellikle psikiyatrik bağlamda, nefret eder ve kınardı. Aksini kanıtlayabilirseniz, lütfen ilgili kaynağı tam olarak belirtin.
2. Wiliam Epstein'ı "hiçbir kayda değer veya entelektüel titizliği olmayan orta düzey bir sosyal çalışma profesörü" olarak küçümsemeniz, onun argümanlarından tek birini bile çürütemeyen ucuz, yersiz bir hakaretten başka bir şey değildir. Onların entelektüel boşluğunu kendi bağımsız, bilim temelli karşı argümanlarınızla gösterebilir misiniz? Ve Epstein'ın yayınladığı varsayılan "sömürgeci çocuk kaçırıcıları" grubu hakkında gerçekten meraklıyım; bu kötü niyetli suç örgütünün kimliğini ve onunla bağlantısını ifşa edebilir misiniz? Hepsi, tarikatlarına üyeliklerini artırmak için çaresiz çocukları kaçıran scientologistler olabilir mi? Meraklı zihinler bilmek istiyor….
3. Yine en ufak bir doğrulama olmaksızın, psikoterapinin "kanıtlanabilir şekilde yardımcı, ezici bir şekilde kanıtlanmış" olduğunu iddia ediyorsunuz. Bu açıklama, yalnızca MIA web sitesine katkıda bulunanların damgalanmış, aşağılanmış ve gazlanmış, hatta fiziksel tacize uğramış veya kalıcı olarak zarar görmüş sayısız hesabını göz ardı etmekle kalmıyor, aynı zamanda psikiyatri ve ilgili alanlarının son yüzyıldaki dolandırıcılık ve yetersizliğinin iyi belgelenmiş geçmişini de göz ardı ediyor. Sizi, diğerlerinin yanı sıra, Jeffrey Masson'ın Alman psikiyatristlerinin Nazi T-4 programı ve Holokost ile suç ortaklığına ilişkin çalışmasına ve APA'nın 1940'lara kadar sterilizasyon ve diğer öjeni önlemlerini onaylamasına yönlendiriyorum. Son olarak, duygusal sıkıntı içindeki arkadaşlarını eklemek isteyenler için empati, aktif dinleme, sıcaklık, merak ve yargısız, nesnel danışmanlık konusunda bir tür özel "eğitim" gerektiğine dair şüpheli iddianıza gelince, klinisyenler, LSW'ler, nörolinguistik programcılar, psikanalistler ve diğer uygulayıcıların (büyük bir yüzdesi hizmetleri için tazminat almak amacıyla sahte DSM teşhisleri kullanıyor) aslında tüm bu mükemmel niteliklere benzersiz bir şekilde sahip olduğuna ikna olmadım; bunların akademik dersler veya diğer resmi eğitimler yoluyla osmoz yoluyla edinilebileceğinden ciddi şekilde şüphe ediyorum. Tam tersine, kibir, dogmatizm ve kendini beğenmişliğin bu alanın çok daha karakteristik olduğunu düşünüyorum." -joel stern, September 20, 2024 (f)" (34)
"Psikofarmasötik Endüstrisinin Yükselişi 1987-2010
Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) basit bir soru soruyor. 'Psikiyatrik ilaç tedavileri bu kadar etkiliyse, son 25 yılda zihinsel hastalık nedeniyle engelli olan kişilerin sayısı neden üç katından fazla arttı?' Çoğu doktor ve araştırmacı bu soruyu, 'sayıların sadece 'daha fazla kişiye zihinsel hastalık teşhisi koymamız' nedeniyle arttığını' belirterek yanıtladı. Robert, verilerinin bu şekilde klişe bir şekilde reddedilmesine yanıt olarak, 'bilinen psikiyatrik tedavilerin etkinliği' hakkında daha fazla araştırma yapmaya başladı. Ve sonra, 'son elli yıldır tedavi etkinliği' üzerine psikiyatrik bilimsel literatürü incelerken 'daha da karanlık bir sorunun' ortaya çıkmaya başladığını gördü.
-Psikiyatrik ilaçların aslında insanları, 'çok daha kötü hale getirmesi' mümkün mü?
Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) basit bir soru soruyor. 'Psikiyatrik ilaç tedavileri bu kadar etkiliyse, son 25 yılda zihinsel hastalık nedeniyle engelli olan kişilerin sayısı neden üç katından fazla arttı?' Çoğu doktor ve araştırmacı bu soruyu, 'sayıların sadece 'daha fazla kişiye zihinsel hastalık teşhisi koymamız' nedeniyle arttığını' belirterek yanıtladı. Robert, verilerinin bu şekilde klişe bir şekilde reddedilmesine yanıt olarak, 'bilinen psikiyatrik tedavilerin etkinliği' hakkında daha fazla araştırma yapmaya başladı. Ve sonra, 'son elli yıldır tedavi etkinliği' üzerine psikiyatrik bilimsel literatürü incelerken 'daha da karanlık bir sorunun' ortaya çıkmaya başladığını gördü.
-Psikiyatrik ilaçların aslında insanları, 'çok daha kötü hale getirmesi' mümkün mü?
-Acaba sunulan ilaçlar "bozuk beyinleri onarmak" bir yana, iddia
ettikleri hastalıkları, 'daha da kötüleştiriyor' ve hatta 'neden oluyor'
olabilir mi?
1987, psikofarmakolojinin yeni döneminin sıfır noktası olarak düşünülebilir. Prozac yeni tanıtılmıştı ve psikiyatri mesleğine ve genel halka yeni, daha güvenli bir antidepresan olarak yaygın bir şekilde reklamı yapılıyordu. Birçok kişi, 'serotoninin kimyasal dengesizliğinin, depresyonlarına neden olabileceğinin' farkına vardı ve ilaçlar için yalvardı. Newsweek'in dikkat çeken bir makalesinde, 'bir kadın, nükleer savaş durumunda ilk elini atacağı şeyin bu olacağını' belirtti. Genç bir psikiyatri asistanı olarak, 'psikiyatrik hastalıkların tedavisinde devrim yaratıldığına ve hepimizin 'şiddetli depresyon, anksiyete ve maninin' artık insan hayatlarını sakatlamadığı ve mahvetmediği bir dünyayı dört gözle bekleyebileceğimize' gururla inanıyordum. YANLIŞ!! İlaç endüstrisinin, 'psikiyatrik hastalıklardan, inanılmaz bir şekilde kâr elde etmesine' rağmen, 'depresyon ve anksiyetenin bu ülkede hala yaygın olduğu' birçok kişi için açık olmalı. Psikiyatrik ilaçlar, 'olması gerektiği gibi ve ilaç şirketleri ile psikiyatri endüstrisinin bize söylediği gibi çalışıyorsa, neden hala bu kadar çok insan' ciddi şekilde depresif ve kaygılı? Psikofarmakolojik "devrimin" başlangıcında, 'tüm hastalıkları, "dengesiz beyin kimyasına (imbalanced brain chemistry)" bağlamak' popüler hale geldiğinde, işe dönebilen bipolar hastaların yüzdesi yüzde 85'ti. Şimdi yüzde otuzdan az..
Elbette SSRI'ların (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) tanıtımı, ilaç endüstrisinin karlılığını kökten değiştirdi. 1987'de psikiyatrik ilaçlara yaklaşık yarım milyar dolar harcandı, 2010'da bu rakam 40 milyara yaklaştı!!! Yani zihinsel engelli olarak teşhis edilen yetişkinlerin sayısı üç katına çıktıysa bunun nedeni ilaca maruz kalmamaları değil..
Aslında çocuklarda engellilik rakamları çok daha korkutucu. 1987'de 20.000'den az ciddi zihinsel engelli çocuk vardı, şimdi neredeyse 600.000. Bu 30 katlık bir artış. Bunun bir kısmı 'otizm' teşhisinden kaynaklanıyor, daha fazlası ise son 10 yılda 40 kat artan çocuklarda 'bipolar bozukluk' teşhisinden kaynaklanıyor! En korkutucu olanı, son on yılda üç katına çıkarak 65.000'i aşan altı yaş altı SSI alan çocuk sayısıdır. ALTI YAŞ ALTINDA!!! Bu nasıl olabilir ki.
Psikiyatristler, yirmi yıl önce bu ağır engelli çocukların durumundan habersiz miydi? Deneyimlerime dayanarak bunun doğru olmadığını garanti edebilirim. Aksine, ilaç şirketlerinin, 'küçük çocuklarda, çok karlı bir pazar' daha keşfettikleri ve özellikle 'atipik antipsikotikler' olmak üzere ilaçlarını, yeni teşhis edilen 'pediatrik bipolar bozukluğu' olan çocuklara 'zorla satmaya çalıştıkları' anlaşılıyor.
Ancak önde gelen psikiyatristlerimiz bize, 'bu ilaçların, güvenli olduğunu ve bu güvenliği onaylamak için ilaç şirketleri tarafından bolca para aldıklarını' söylüyor. Ajite ve psikotik yetişkinleri yatıştırmak için kullanılan büyük bir sakinleştiricinin, beş yaşındaki bir çocuğun beyni üzerindeki 'uzun vadeli etkisini' nasıl tahmin edebilir? Bu çalışmalar yapılmadı.
Yazar, bu ayıklatıcı istatistiklerden sonra psikiyatrik ilaçlarla ilgili uzun vadeli sonuçlar hakkında şu soruları yanıtlamaya devam ediyor;
1987, psikofarmakolojinin yeni döneminin sıfır noktası olarak düşünülebilir. Prozac yeni tanıtılmıştı ve psikiyatri mesleğine ve genel halka yeni, daha güvenli bir antidepresan olarak yaygın bir şekilde reklamı yapılıyordu. Birçok kişi, 'serotoninin kimyasal dengesizliğinin, depresyonlarına neden olabileceğinin' farkına vardı ve ilaçlar için yalvardı. Newsweek'in dikkat çeken bir makalesinde, 'bir kadın, nükleer savaş durumunda ilk elini atacağı şeyin bu olacağını' belirtti. Genç bir psikiyatri asistanı olarak, 'psikiyatrik hastalıkların tedavisinde devrim yaratıldığına ve hepimizin 'şiddetli depresyon, anksiyete ve maninin' artık insan hayatlarını sakatlamadığı ve mahvetmediği bir dünyayı dört gözle bekleyebileceğimize' gururla inanıyordum. YANLIŞ!! İlaç endüstrisinin, 'psikiyatrik hastalıklardan, inanılmaz bir şekilde kâr elde etmesine' rağmen, 'depresyon ve anksiyetenin bu ülkede hala yaygın olduğu' birçok kişi için açık olmalı. Psikiyatrik ilaçlar, 'olması gerektiği gibi ve ilaç şirketleri ile psikiyatri endüstrisinin bize söylediği gibi çalışıyorsa, neden hala bu kadar çok insan' ciddi şekilde depresif ve kaygılı? Psikofarmakolojik "devrimin" başlangıcında, 'tüm hastalıkları, "dengesiz beyin kimyasına (imbalanced brain chemistry)" bağlamak' popüler hale geldiğinde, işe dönebilen bipolar hastaların yüzdesi yüzde 85'ti. Şimdi yüzde otuzdan az..
Elbette SSRI'ların (seçici serotonin geri alım inhibitörleri) tanıtımı, ilaç endüstrisinin karlılığını kökten değiştirdi. 1987'de psikiyatrik ilaçlara yaklaşık yarım milyar dolar harcandı, 2010'da bu rakam 40 milyara yaklaştı!!! Yani zihinsel engelli olarak teşhis edilen yetişkinlerin sayısı üç katına çıktıysa bunun nedeni ilaca maruz kalmamaları değil..
Aslında çocuklarda engellilik rakamları çok daha korkutucu. 1987'de 20.000'den az ciddi zihinsel engelli çocuk vardı, şimdi neredeyse 600.000. Bu 30 katlık bir artış. Bunun bir kısmı 'otizm' teşhisinden kaynaklanıyor, daha fazlası ise son 10 yılda 40 kat artan çocuklarda 'bipolar bozukluk' teşhisinden kaynaklanıyor! En korkutucu olanı, son on yılda üç katına çıkarak 65.000'i aşan altı yaş altı SSI alan çocuk sayısıdır. ALTI YAŞ ALTINDA!!! Bu nasıl olabilir ki.
Psikiyatristler, yirmi yıl önce bu ağır engelli çocukların durumundan habersiz miydi? Deneyimlerime dayanarak bunun doğru olmadığını garanti edebilirim. Aksine, ilaç şirketlerinin, 'küçük çocuklarda, çok karlı bir pazar' daha keşfettikleri ve özellikle 'atipik antipsikotikler' olmak üzere ilaçlarını, yeni teşhis edilen 'pediatrik bipolar bozukluğu' olan çocuklara 'zorla satmaya çalıştıkları' anlaşılıyor.
Ancak önde gelen psikiyatristlerimiz bize, 'bu ilaçların, güvenli olduğunu ve bu güvenliği onaylamak için ilaç şirketleri tarafından bolca para aldıklarını' söylüyor. Ajite ve psikotik yetişkinleri yatıştırmak için kullanılan büyük bir sakinleştiricinin, beş yaşındaki bir çocuğun beyni üzerindeki 'uzun vadeli etkisini' nasıl tahmin edebilir? Bu çalışmalar yapılmadı.
Yazar, bu ayıklatıcı istatistiklerden sonra psikiyatrik ilaçlarla ilgili uzun vadeli sonuçlar hakkında şu soruları yanıtlamaya devam ediyor;
-Antidepresan kullanımı, 'engelli olma
olasılığınızı' artırıyor mu? -Bipolar hastalar, 40 yıl öncesine göre daha
mı iyi durumda?
-Ulusal Sağlık Enstitüsü, DEHB için tedavi edilen
çocukların, 'uzun vadeli sonuçlarını incelediğinde, uyarıcıların herhangi
bir fayda sağladığını' buldular mı?
-Ve en şaşırtıcı olanı, psikiyatrik
hastaların her zaman ilaçlarla daha iyi durumda olduğu şeklindeki mevcut
tıbbi düşünceye kapılmış olan herkese, düşünülemez bir soru soruyor -
'şizofreni hastalarının iyileşme oranları, ilaçla mı yoksa ilaçsız mı' daha
iyi?
Ayrıca Robert Whitaker, 'depresyon ve bipolar bozukluk' teşhisi konmuş ve tedavi görmüş ve birçok farklı psikiyatrik ilaçla tedavi görmüş birçok kişinin hikayelerini anlatıyor. Aslında, bilimsel kanıtları incelediği kitabın bazı bölümleri biraz ağır görünse de, kişisel olarak görüştüğü birçok psikiyatri hastasının hikayelerini iç içe geçirerek bunu fazlasıyla telafi ediyor.
En sevdiğim, şizofreni teşhisi konulan Kate adında genç bir kadının hikayesiydi. Yıllarca ilaç kullanması onu kısmen engelli bırakmış, 'çalışamaz veya ilişki yaşayamaz' hale getirmişti. 10 yıl sonra ilaçlarını azaltmaya başladı ve şimdi evli ve tam zamanlı bir işte çalışıyor. Bir nüksetme yaşamadı. Antipsikotik ilaç kullandığı sürenin, psikiyatrik ilaçlar tarafından 'tamamen uyuşturulduğunu' hissettiği duygularla nasıl başa çıkacağına dair 'beceriler öğrenmesini engellediğini' düşünüyor. Şimdi kendisi hakkında şunu söylüyor: 'Tamamen farklı bir insanım.' Bu hikaye, kitabın benim için en ilginç bölümlerinden birine götürüyor. Görünüşe göre 'şizofrenseniz' ve Hindistan veya Nijerya'da yaşıyorsanız, herkesin ilaç kullandığı ABD'de yaşıyorsanız olduğundan 'çok daha iyi bir sonuç alma' şansınız var.
Gerçek şaşırtıcı görünüyor ve Dünya Sağlık Örgütü çalışmayı tekrarladı, ancak aynı şeyi buldu; 'ilaçların, kıt olduğu ancak hastaların, toplum tarafından bakıldığı' gelişmemiş bir ülkede yaşamak, şizofreni için çok daha iyi bir prognoz sağlıyor.
Ancak Whitaker, yetmişlerin sonlarında ABD'de yapılan ve benzer sonuçlar gösteren birkaç çalışmadan da alıntı yapıyor, 'ilaç almayan ve ilk şizofreni atağı geçiren genç yetişkinlerin, sonraki nüksetme açısından önemli ölçüde daha iyi sonuçlar gösterdiğini' söylüyor. Kitabın ilerleyen kısımlarında, ilaçların nadiren reçete edildiği 'deneysel bir klinikte, şizofreninin mevcut tedavisini' ayrıntılı olarak anlatıyor. Bulgular yine benzerdir; oradaki hastaların, 'rutin olarak ilaç kullanan diğer Fin şizofreni hastalarına kıyasla', çok daha iyi uzun vadeli sonuçları vardır.
Genç bir doktor olarak biraz saf olduğumu kabul ediyorum. 80'lerde bile APA kongrelerinde "ilaçların, beyin öldürücü ve zihni uyuşturan etkilerine (brain killing and mind numbing effects of drugs)" karşı gösteri yapan insanlar her zaman vardı. Ben de birçok meslektaşım gibi onları öfkeli eski hastalar veya Scientologistler olarak görmezden geliyordum..
İlaç şirketlerinin, 'psikiyatri profesörlerine araştırmalarını yapmaları için para ödemesinin', büyük bir sorun olmadığını düşünüyordum. YİNE YANLIŞ! Salgının Anatomisi'nin (Anatomy of Epidemic) son bölümleri, 'ilaç şirketlerinin ve bazı psikiyatristlerin, psikiyatrinin 'biyolojik psikofarmakoloji' olarak yeniden icat edilmesinden elde ettikleri muazzam karları' hesaplıyor. DSM 2'den DSM 4'e Tanı ve İstatistik El Kitabı'nın (Diagnostic and Statistical Manual) büyümesinin, giderek daha fazla Amerikalıya 'farmakolojik tedavi gerektiren bir psikiyatrik hastalığı olduğu teşhisinin konulmasına' nasıl yol açtığını ayrıntılı olarak anlatıyor ve bunun, 'ilaç şirketlerinin ürünlerine "pazar oluşturmak (building the market)" için gerekli bir hazırlık olduğunu' öne sürüyor.
Şimdi çoğu bilim insanı, 'psikiyatriyi nihayet gerçek bir bilim haline getirme tutkularının, aslında ilaç şirketlerinin kârlarını önemli ölçüde artırmalarına' yardımcı olmak için 'bir oyun olduğu' önerisine kesinlikle sinirlenirdi. Yine de, artık 'her sekiz Amerikalıdan birinin psikotropik ilaç' kullandığı, 'psikiyatrik hastalık tanımlarının genişlemesinin aşırı karlı' olduğu konusunda şüphe yok.
İlaç şirketlerinin psikotropik ilaç satışları 1987'de yaklaşık yarım milyar dolardan 2008'de 40 milyar doların üzerine çıktı. Bir zamanlar en ağır hastalara ayrılmış olan ' atipik antipsikotikler, artık ilaç şirketleri için en büyük gelir üreticisi' haline geldi ve psikiyatri mesleklerinin bunları 'iki yaşındaki çocuklara bile reçete etme isteği' de buna yardımcı oldu.
Çocuklarda antipsikotik kullanımına öncülük ederek 'pediatrik bipolar hastalığı ' popülerleştiren psikiyatrist Dr. Biederman, 2000'den 2007'ye kadar kişisel olarak 1,6 milyon dolar aldı ve ayrıca Mass Gen hastanesinde pediatrik patoloji bölümü için 2 milyon dolar daha sağladı. İlaç şirketleri tarafından belirlenmiş bir KOL'dur, yani bir Anahtar Görüş/Kanaat Lideridir. (KOL "key opinion leader") Bu, yazdıklarının ve söylediklerinin genellikle diğer psikiyatristler tarafından takip edildiği anlamına gelir. Yakın zamanda yapılan bir ifadede Harvard Tıp Fakültesi'ndeki rütbesi soruldu. Tam profesör olduğunu söyledi. Avukata bunun üstünde ne var diye sordu. 'TANRI', diye yanıtladı Dr. Biederman. Gerçekten de bu bir KOL'a layık bir yanıt.
Bu, sisteme öfkelenen hoşnutsuz bir hastanın kitabı değil. Nüfusun en az dörtte birinin hayatını etkileyen milyarlarca dolarlık bir endüstrinin dikkatlice araştırılmış ve belgelenmiş ifşasıdır. Ayrıca ilgi çekici bir okuma ve bu hastalıklardan muzdarip insanların hayatlarının doğru bir tasviridir. Psikiyatrik hizmetleri kullanmış veya bir aile üyesinin kullandığını veya 'psikiyatrik ilaç aldığını' gören herkese tavsiye ederim. Robert Whitaker'ın diğer çalışmaları için buraya bakın (a). Mary Beth Ackerley MD, Harvard ve Johns Hopkins'te eğitim almış, kurul onaylı bir psikiyatristtir. Şu anda holistik psikiyatri uygulamaktadır." (35)
Ayrıca Robert Whitaker, 'depresyon ve bipolar bozukluk' teşhisi konmuş ve tedavi görmüş ve birçok farklı psikiyatrik ilaçla tedavi görmüş birçok kişinin hikayelerini anlatıyor. Aslında, bilimsel kanıtları incelediği kitabın bazı bölümleri biraz ağır görünse de, kişisel olarak görüştüğü birçok psikiyatri hastasının hikayelerini iç içe geçirerek bunu fazlasıyla telafi ediyor.
En sevdiğim, şizofreni teşhisi konulan Kate adında genç bir kadının hikayesiydi. Yıllarca ilaç kullanması onu kısmen engelli bırakmış, 'çalışamaz veya ilişki yaşayamaz' hale getirmişti. 10 yıl sonra ilaçlarını azaltmaya başladı ve şimdi evli ve tam zamanlı bir işte çalışıyor. Bir nüksetme yaşamadı. Antipsikotik ilaç kullandığı sürenin, psikiyatrik ilaçlar tarafından 'tamamen uyuşturulduğunu' hissettiği duygularla nasıl başa çıkacağına dair 'beceriler öğrenmesini engellediğini' düşünüyor. Şimdi kendisi hakkında şunu söylüyor: 'Tamamen farklı bir insanım.' Bu hikaye, kitabın benim için en ilginç bölümlerinden birine götürüyor. Görünüşe göre 'şizofrenseniz' ve Hindistan veya Nijerya'da yaşıyorsanız, herkesin ilaç kullandığı ABD'de yaşıyorsanız olduğundan 'çok daha iyi bir sonuç alma' şansınız var.
Gerçek şaşırtıcı görünüyor ve Dünya Sağlık Örgütü çalışmayı tekrarladı, ancak aynı şeyi buldu; 'ilaçların, kıt olduğu ancak hastaların, toplum tarafından bakıldığı' gelişmemiş bir ülkede yaşamak, şizofreni için çok daha iyi bir prognoz sağlıyor.
Ancak Whitaker, yetmişlerin sonlarında ABD'de yapılan ve benzer sonuçlar gösteren birkaç çalışmadan da alıntı yapıyor, 'ilaç almayan ve ilk şizofreni atağı geçiren genç yetişkinlerin, sonraki nüksetme açısından önemli ölçüde daha iyi sonuçlar gösterdiğini' söylüyor. Kitabın ilerleyen kısımlarında, ilaçların nadiren reçete edildiği 'deneysel bir klinikte, şizofreninin mevcut tedavisini' ayrıntılı olarak anlatıyor. Bulgular yine benzerdir; oradaki hastaların, 'rutin olarak ilaç kullanan diğer Fin şizofreni hastalarına kıyasla', çok daha iyi uzun vadeli sonuçları vardır.
Genç bir doktor olarak biraz saf olduğumu kabul ediyorum. 80'lerde bile APA kongrelerinde "ilaçların, beyin öldürücü ve zihni uyuşturan etkilerine (brain killing and mind numbing effects of drugs)" karşı gösteri yapan insanlar her zaman vardı. Ben de birçok meslektaşım gibi onları öfkeli eski hastalar veya Scientologistler olarak görmezden geliyordum..
İlaç şirketlerinin, 'psikiyatri profesörlerine araştırmalarını yapmaları için para ödemesinin', büyük bir sorun olmadığını düşünüyordum. YİNE YANLIŞ! Salgının Anatomisi'nin (Anatomy of Epidemic) son bölümleri, 'ilaç şirketlerinin ve bazı psikiyatristlerin, psikiyatrinin 'biyolojik psikofarmakoloji' olarak yeniden icat edilmesinden elde ettikleri muazzam karları' hesaplıyor. DSM 2'den DSM 4'e Tanı ve İstatistik El Kitabı'nın (Diagnostic and Statistical Manual) büyümesinin, giderek daha fazla Amerikalıya 'farmakolojik tedavi gerektiren bir psikiyatrik hastalığı olduğu teşhisinin konulmasına' nasıl yol açtığını ayrıntılı olarak anlatıyor ve bunun, 'ilaç şirketlerinin ürünlerine "pazar oluşturmak (building the market)" için gerekli bir hazırlık olduğunu' öne sürüyor.
Şimdi çoğu bilim insanı, 'psikiyatriyi nihayet gerçek bir bilim haline getirme tutkularının, aslında ilaç şirketlerinin kârlarını önemli ölçüde artırmalarına' yardımcı olmak için 'bir oyun olduğu' önerisine kesinlikle sinirlenirdi. Yine de, artık 'her sekiz Amerikalıdan birinin psikotropik ilaç' kullandığı, 'psikiyatrik hastalık tanımlarının genişlemesinin aşırı karlı' olduğu konusunda şüphe yok.
İlaç şirketlerinin psikotropik ilaç satışları 1987'de yaklaşık yarım milyar dolardan 2008'de 40 milyar doların üzerine çıktı. Bir zamanlar en ağır hastalara ayrılmış olan ' atipik antipsikotikler, artık ilaç şirketleri için en büyük gelir üreticisi' haline geldi ve psikiyatri mesleklerinin bunları 'iki yaşındaki çocuklara bile reçete etme isteği' de buna yardımcı oldu.
Çocuklarda antipsikotik kullanımına öncülük ederek 'pediatrik bipolar hastalığı ' popülerleştiren psikiyatrist Dr. Biederman, 2000'den 2007'ye kadar kişisel olarak 1,6 milyon dolar aldı ve ayrıca Mass Gen hastanesinde pediatrik patoloji bölümü için 2 milyon dolar daha sağladı. İlaç şirketleri tarafından belirlenmiş bir KOL'dur, yani bir Anahtar Görüş/Kanaat Lideridir. (KOL "key opinion leader") Bu, yazdıklarının ve söylediklerinin genellikle diğer psikiyatristler tarafından takip edildiği anlamına gelir. Yakın zamanda yapılan bir ifadede Harvard Tıp Fakültesi'ndeki rütbesi soruldu. Tam profesör olduğunu söyledi. Avukata bunun üstünde ne var diye sordu. 'TANRI', diye yanıtladı Dr. Biederman. Gerçekten de bu bir KOL'a layık bir yanıt.
Bu, sisteme öfkelenen hoşnutsuz bir hastanın kitabı değil. Nüfusun en az dörtte birinin hayatını etkileyen milyarlarca dolarlık bir endüstrinin dikkatlice araştırılmış ve belgelenmiş ifşasıdır. Ayrıca ilgi çekici bir okuma ve bu hastalıklardan muzdarip insanların hayatlarının doğru bir tasviridir. Psikiyatrik hizmetleri kullanmış veya bir aile üyesinin kullandığını veya 'psikiyatrik ilaç aldığını' gören herkese tavsiye ederim. Robert Whitaker'ın diğer çalışmaları için buraya bakın (a). Mary Beth Ackerley MD, Harvard ve Johns Hopkins'te eğitim almış, kurul onaylı bir psikiyatristtir. Şu anda holistik psikiyatri uygulamaktadır." (35)
"Antidepresanlar Depresyon Tedavisinde Neden İşe Yaramıyor
İşte son zamanlardaki üzücü tıbbi haberler: 'Antidepresanlar işe yaramıyor.' Ancak ilaç endüstrisi ve FDA, bunların 'işe yaradığına' inanmamızı sağlayarak bizi kasıtlı olarak kandırdı.. Bir hekim olarak bu beni korkutuyor.
Depresyon, birincil bakım tıbbında görülen en yaygın sorunlardan biri ve yakında bu ülkedeki ikinci önde gelen engellilik nedeni olacak. Bahsettiğim çalışma Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (The New England Journal of Medicine) yayınlandı. İlaç şirketlerinin, 'antidepresanlar üzerine 'seçici çalışmalar yayınladığını' buldu. Fayda gösteren neredeyse tüm çalışmaları yayınladılar -- ancak bu ilaçların etkisiz olduğunu gösteren çalışmaların neredeyse hiçbiri.. Bu, 'antidepresanlara ilişkin görüşümüzü çarpıtıyor ve işe yaradıklarını düşünmemize' yol açıyor. Ve bu, kolesterol düşürücü ilaçlardan sonra artık satılan 'ikinci önde gelen ilaç sınıfı' olan 'psikiyatrik ilaçların kullanımındaki' muazzam büyümeyi körükledi. Sorun, kulağa geldiğinden bile daha kötü, çünkü pozitif çalışmalar ilk etapta fayda göstermedi. Örneğin, 'plasebo (şeker hapı) alan kişilerin yüzde 40'ı iyileşirken, gerçek ilacı alan kişilerin yüzde 60'ının yalnızca semptomlarında iyileşme' oldu. Başka bir açıdan bakıldığında, 'insanların yüzde 80'i sadece plasebo ile iyileşiyor.'
Bu, bizi büyük bir sorunla baş başa bırakıyor -- milyonlarca depresif insan ve çoğu geleneksel uygulayıcı tarafından etkili bir tedavi sunulmuyor. Ancak, mevcut tedaviler var. Fonksiyonel tıp, depresyonu ve diğer psikolojik sorunları tedavi etmek için benzersiz ve etkili bir yol sunar. Bugün, depresyonunuzla ilaç kullanmadan başa çıkmak için atabileceğiniz yedi adımı inceleyeceğim. Ancak buna geçmeden önce, depresyona daha yakından bakalım.
Bir İsimde Ne Var? "Depresyon", çoğu zaman depresif bir ruh hali içinde olan, 'çoğu aktiviteye ilgi veya zevkini kaybetmiş, yorgun, uyuyamayan, sekse ilgisi olmayan, umutsuz ve çaresiz hisseden, net düşünemeyen veya karar veremeyen' insanlara verdiğimiz bir etikettir. Ancak bu etiket bize bu semptomların nedeni hakkında HİÇBİR ŞEY anlatmaz. Aslında, depresyonun düzinelerce nedeni vardır -- her biri, farklı bir tedavi yaklaşımı gerektirir. Depresyon tek bir kalıba uymaz, ancak çok yaygındır. Kadınların yaşamları boyunca 'ciddi majör depresyon' geliştirme riski %10 ila %25, erkeklerin ise %5 ila %12'dir. Her on Amerikalıdan biri antidepresan kullanıyor. Federal hükümetin bir raporuna göre, bu ilaçların kullanımı son on yılda üç katına çıktı. 2006 yılında antidepresanlara yapılan harcama %130 arttı. Ancak antidepresanların popüler olması, 'bunların yararlı olduğu' anlamına gelmez. Ne yazık ki, Yeni İngiltere Tıp Dergisi'ndeki (The New England Journal of Medicine) bu rapordan da gördüğümüz gibi, 'işe yaramıyorlar ve önemli yan etkileri' var.
Antidepresan kullanan hastaların çoğu ya yanıt vermiyor ya da sadece kısmi yanıt alıyor. Aslında, başarı 'depresif semptomların yarısında sadece yüzde 50'lik bir iyileşme' olarak kabul ediliyor. Ve bu asgari sonuç, antidepresan kullanan hastaların yarısından azında elde ediliyor. Bu oldukça iç karartıcı bir kayıt. Antidepresan kullanan kişilerin yüzde 86'sının 'cinsel işlev bozukluğu, yorgunluk, uykusuzluk, zihinsel yetenek kaybı, mide bulantısı ve kilo alımı' gibi bir veya daha fazla yan etkiye sahip olması durumu daha da kötüleştiriyor. Antidepresan deneyen kişilerin yarısının, dört ay sonra bırakmasına şaşmamak gerek. Şimdi sizinle doktorların ve hastaların "antidepresan aldatmacası" tarafından neden aldatıldıklarından bahsetmek istiyorum. İnandırılmaya çalışılanın aksine, depresyon, Prozac eksikliğinden kaynaklanmıyor!
Antidepresan Aldatmacasıyla Nasıl Aldatıldık.. İlaç şirketleri çalışmalarının tüm sonuçlarını, yayınlamak zorunda değiller. Sadece 'istediklerini yayınlıyorlar.' Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (The New England Journal of Medicine) bulgularını bildiren araştırmacı ekibi, 'hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış antidepresanlar üzerine yapılmış tüm çalışmalara' eleştirel bir bakış attı. Ciddi bir pislik ortaya çıkardılar... Yayınlanmamış çalışmaları bulmak kolay değildi.
Araştırmacılar FDA veri tabanlarını aramak, araştırmacıları aramak ve Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında gizli verileri avlamak zorunda kaldılar. Buldukları şey şaşırtıcıydı. 12 ilacı ve 12.000'den fazla kişiyi içeren 74 çalışmaya baktıktan sonra, 'olumlu sonuç veren 38 denemeden 37'sinin yayınlandığını, 36 olumsuz çalışmadan ise yalnızca 14'ünün yayınlandığını' keşfettiler. Olumsuz sonuçlar gösterenler, araştırmacıların ifadesiyle, "olumlu bir sonuç ileten bir şekilde yayınlanmıştı." Bu, ilaçların işe yaramadığı halde 'işe yaradığını ima etmek' için 'sonuçların çarpıtıldığı' anlamına geliyor. Bu sadece 'antidepresanlarla' ilgili bir sorun değil. 'Bilimsel araştırmalarla' ilgili bir sorun. Bazı ilaç şirketleri, 'bilim insanlarına, ilaçlarıyla ilgili olumsuz sonuçları yayınlamamaları' için para ödüyor veya onları tehdit ediyor. "Kanıta dayalı" tıp için çok şey var!
Yakın zamanda 'ilaç şirketleri için araştırma tasarlayan' bir şirketi yöneten üvey amcamla akşam yemeği yedim. Çalışmayı tasarlıyor, saygın bir kurumdan araştırmacıyı işe alıyor, çalışmayı yönetiyor, çalışmayı yazıyor ve bilim insanı inceledikten sonra sadece adını imzalıyor. Çoğu zaman, elimizde 'sadece ilaç şirketlerinin 'sahip olmamızı istediği' kanıtlar' oluyor. Hem doktorlar hem de hastalar, milyonlarca insanı 'aynı sağlık sorunlarıyla' ama daha az parayla baş başa bırakırken, ilaç şirketlerinin cebine milyarlarca dolar koymaya kandırılıyor.
Bilimsel güven kırıldı. Ne yapabiliriz? Maalesef kolay bir cevap yok. Ancak Ultra Sağlıklı Yaşam (UltraWellness) yaklaşımımın dayandığı fonksiyonel tıbbın araştırmayı anlamak için daha akıllı bir yol sağladığını düşünüyorum. İlaçları, 'semptomları bastırmak' için kullanmak yerine, Fonksiyonel Tıp 'depresyon' da dahil olmak üzere 'sorunların gerçek nedenlerini' bulmamıza yardımcı olur. Bunu yıllar içinde, tedavi ettiğim hastaların çoğunda görüyorum. Bizi hasta eden şeyler aynı zamanda bizi şişmanlattığı gibi, bizi hasta eden şeyler aynı zamanda bizi depresyona da sokar. Hastalığın nedenlerini düzeltin -- ve depresyon kendi kendine hallolur..
Uygulamamdan birkaç vakayı ele alalım... 23 yaşında bir kadın hayatının çoğunu kaygılı ve depresif bir şekilde geçirmiş ve çocukluğunu ve ergenliğini çeşitli antidepresan kokteylleriyle geçirmiş. Sonuç olarak, kendisini depresif yapan gıda alerjilerinden muzdaripmiş. Gıda alerjileri 'iltihaplanmaya' neden olur ve çalışmalar artık 'depresif insanların beyinlerinde, iltihaplanma olduğunu' gösteriyor. Aslında araştırmacılar, 'depresyon tedavisinde Enbrel gibi otoimmün hastalıklarda kullanılan güçlü anti-inflamatuar ilaçları' inceliyorlar. IgG'sini veya gecikmiş gıda alerjilerini ortadan kaldırdıktan sonra depresyonu geçti, ilaçlarını bıraktı ve yan etki olarak 30 kilo verdi!
İşte bir hikaye daha... 37 yaşında bir yönetici kadın, 'tedaviye dirençli depresyon (yani ilaçlar işe yaramıyordu), yorgunluk ve 40 kilo kilo alımıyla' on yıldan fazla mücadele etti. Çok yüksek cıva seviyeleri olduğunu bulduk. Cıvayı vücudundan atmak onu 'mutlu, zayıf ve enerjik' bıraktı. Veya yıllarca antidepresan ve psikiyatrik ilaç kokteyli kullanmış ancak yine de her gün rahatlamadan karanlık bir bulutun altında yaşayan, 'şiddetli yaşam boyu depresyon' geçiren 49 yaşındaki adamı düşünün. B12, B6 ve folat vitaminlerinde 'ciddi eksiklikler' olduğunu gördük. Kendisine bu 'temel beyin besinlerini' geri verdikten sonra beni arayıp teşekkür etti. Geçtiğimiz yıl, mutlu hissettiğini ve depresyondan uzak kaldığını hatırladığı ilk yıldı. Bunlar depresyona neden olabilecek düzinelerce şeyden sadece birkaçı.
Depresyonun kökleri, UltraWelless'in 7 anahtarında ve vücudun arızalanmasına neden olan 7 temel dengesizlikte bulunur. Antidepresan almak, yaklaşan ruh sağlığı salgınımıza cevap değildir. Gerçek tedavi, tüm sağlık ve hastalıkların kökeninde bulunan 'vücudunuzdaki temel sistemleri yeniden dengelemekte' yatmaktadır. Depresyonunuzu bugün tedavi etmeye başlamak için yapabileceğiniz birkaç şey şunlardır.
İlaçsız Depresyonu Tedavi Etmek İçin 7 Adım;
1. Yaygın gıda alerjenlerinden kurtulan anti-inflamatuar bir eliminasyon diyeti deneyin. Yukarıda belirttiğim gibi, gıda alerjileri ve bunun sonucunda oluşan inflamasyon depresyon ve diğer ruh hali bozukluklarıyla ilişkilendirilmiştir.
2. Hipotiroidizm olup olmadığını kontrol edin. Bu tanınmayan salgın, depresyonun önde gelen nedenlerinden biridir. Depresyondaysanız kapsamlı bir tiroid muayenesi yaptırdığınızdan emin olun.
3. D vitamini alın. Bu temel vitaminin eksikliği depresyona yol açabilir. Günde en az 2.000 ila 5.000 IU D3 vitamini takviyesi alın.
4. Omega-3 yağları alın. Beyniniz bu yağdan oluşur ve eksikliği bir dizi soruna yol açabilir. Günde 1.000 ila 2.000 mg saflaştırılmış balık yağı takviyesi alın.
5. Yeterli miktarda B12 (günde 1.000 mikrogram veya mcg), B6 (25 mg) ve folik asit (800 mcg) alın. Bu vitaminler, depresyonda bir faktör olabilen homosisteinin metabolize edilmesi için kritik öneme sahiptir.
6. Cıva için kontrol yaptırın. Ağır metal toksisitesi depresyon ve diğer ruh hali ve nörolojik sorunlarla ilişkilendirilmiştir.
7. Haftada beş kez 30 dakika boyunca yoğun egzersiz yapın. Bu, beyninizdeki doğal bir antidepresan olan BDNF seviyelerini artırır. Depresyonun üstesinden gelmek, yaşam boyu canlı bir sağlığa doğru önemli bir adımdır. Bunlar, depresyonu tedavi etmek için yapabileceğiniz en kolay ve en etkili şeylerden sadece birkaçıdır. Ancak UltraWellness'ın 7 Anahtarı üzerinde çalışarak ele alabileceğiniz daha da fazlası var. Şimdi sizden haber almak istiyorum. . . Depresyon teşhisi mi aldınız? Antidepresanlar sizin için nasıl işe yaradı? Burada belirtilen yaklaşımlardan herhangi birini denemeyi planlıyor musunuz? Lütfen aşağıya yorum bırakarak düşüncelerinizi bana bildirin. Sağlıklı olmanız dileğiyle, Mark Hyman, M. D." (36)
İşte son zamanlardaki üzücü tıbbi haberler: 'Antidepresanlar işe yaramıyor.' Ancak ilaç endüstrisi ve FDA, bunların 'işe yaradığına' inanmamızı sağlayarak bizi kasıtlı olarak kandırdı.. Bir hekim olarak bu beni korkutuyor.
Depresyon, birincil bakım tıbbında görülen en yaygın sorunlardan biri ve yakında bu ülkedeki ikinci önde gelen engellilik nedeni olacak. Bahsettiğim çalışma Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (The New England Journal of Medicine) yayınlandı. İlaç şirketlerinin, 'antidepresanlar üzerine 'seçici çalışmalar yayınladığını' buldu. Fayda gösteren neredeyse tüm çalışmaları yayınladılar -- ancak bu ilaçların etkisiz olduğunu gösteren çalışmaların neredeyse hiçbiri.. Bu, 'antidepresanlara ilişkin görüşümüzü çarpıtıyor ve işe yaradıklarını düşünmemize' yol açıyor. Ve bu, kolesterol düşürücü ilaçlardan sonra artık satılan 'ikinci önde gelen ilaç sınıfı' olan 'psikiyatrik ilaçların kullanımındaki' muazzam büyümeyi körükledi. Sorun, kulağa geldiğinden bile daha kötü, çünkü pozitif çalışmalar ilk etapta fayda göstermedi. Örneğin, 'plasebo (şeker hapı) alan kişilerin yüzde 40'ı iyileşirken, gerçek ilacı alan kişilerin yüzde 60'ının yalnızca semptomlarında iyileşme' oldu. Başka bir açıdan bakıldığında, 'insanların yüzde 80'i sadece plasebo ile iyileşiyor.'
Bu, bizi büyük bir sorunla baş başa bırakıyor -- milyonlarca depresif insan ve çoğu geleneksel uygulayıcı tarafından etkili bir tedavi sunulmuyor. Ancak, mevcut tedaviler var. Fonksiyonel tıp, depresyonu ve diğer psikolojik sorunları tedavi etmek için benzersiz ve etkili bir yol sunar. Bugün, depresyonunuzla ilaç kullanmadan başa çıkmak için atabileceğiniz yedi adımı inceleyeceğim. Ancak buna geçmeden önce, depresyona daha yakından bakalım.
Bir İsimde Ne Var? "Depresyon", çoğu zaman depresif bir ruh hali içinde olan, 'çoğu aktiviteye ilgi veya zevkini kaybetmiş, yorgun, uyuyamayan, sekse ilgisi olmayan, umutsuz ve çaresiz hisseden, net düşünemeyen veya karar veremeyen' insanlara verdiğimiz bir etikettir. Ancak bu etiket bize bu semptomların nedeni hakkında HİÇBİR ŞEY anlatmaz. Aslında, depresyonun düzinelerce nedeni vardır -- her biri, farklı bir tedavi yaklaşımı gerektirir. Depresyon tek bir kalıba uymaz, ancak çok yaygındır. Kadınların yaşamları boyunca 'ciddi majör depresyon' geliştirme riski %10 ila %25, erkeklerin ise %5 ila %12'dir. Her on Amerikalıdan biri antidepresan kullanıyor. Federal hükümetin bir raporuna göre, bu ilaçların kullanımı son on yılda üç katına çıktı. 2006 yılında antidepresanlara yapılan harcama %130 arttı. Ancak antidepresanların popüler olması, 'bunların yararlı olduğu' anlamına gelmez. Ne yazık ki, Yeni İngiltere Tıp Dergisi'ndeki (The New England Journal of Medicine) bu rapordan da gördüğümüz gibi, 'işe yaramıyorlar ve önemli yan etkileri' var.
Antidepresan kullanan hastaların çoğu ya yanıt vermiyor ya da sadece kısmi yanıt alıyor. Aslında, başarı 'depresif semptomların yarısında sadece yüzde 50'lik bir iyileşme' olarak kabul ediliyor. Ve bu asgari sonuç, antidepresan kullanan hastaların yarısından azında elde ediliyor. Bu oldukça iç karartıcı bir kayıt. Antidepresan kullanan kişilerin yüzde 86'sının 'cinsel işlev bozukluğu, yorgunluk, uykusuzluk, zihinsel yetenek kaybı, mide bulantısı ve kilo alımı' gibi bir veya daha fazla yan etkiye sahip olması durumu daha da kötüleştiriyor. Antidepresan deneyen kişilerin yarısının, dört ay sonra bırakmasına şaşmamak gerek. Şimdi sizinle doktorların ve hastaların "antidepresan aldatmacası" tarafından neden aldatıldıklarından bahsetmek istiyorum. İnandırılmaya çalışılanın aksine, depresyon, Prozac eksikliğinden kaynaklanmıyor!
Antidepresan Aldatmacasıyla Nasıl Aldatıldık.. İlaç şirketleri çalışmalarının tüm sonuçlarını, yayınlamak zorunda değiller. Sadece 'istediklerini yayınlıyorlar.' Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (The New England Journal of Medicine) bulgularını bildiren araştırmacı ekibi, 'hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış antidepresanlar üzerine yapılmış tüm çalışmalara' eleştirel bir bakış attı. Ciddi bir pislik ortaya çıkardılar... Yayınlanmamış çalışmaları bulmak kolay değildi.
Araştırmacılar FDA veri tabanlarını aramak, araştırmacıları aramak ve Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası kapsamında gizli verileri avlamak zorunda kaldılar. Buldukları şey şaşırtıcıydı. 12 ilacı ve 12.000'den fazla kişiyi içeren 74 çalışmaya baktıktan sonra, 'olumlu sonuç veren 38 denemeden 37'sinin yayınlandığını, 36 olumsuz çalışmadan ise yalnızca 14'ünün yayınlandığını' keşfettiler. Olumsuz sonuçlar gösterenler, araştırmacıların ifadesiyle, "olumlu bir sonuç ileten bir şekilde yayınlanmıştı." Bu, ilaçların işe yaramadığı halde 'işe yaradığını ima etmek' için 'sonuçların çarpıtıldığı' anlamına geliyor. Bu sadece 'antidepresanlarla' ilgili bir sorun değil. 'Bilimsel araştırmalarla' ilgili bir sorun. Bazı ilaç şirketleri, 'bilim insanlarına, ilaçlarıyla ilgili olumsuz sonuçları yayınlamamaları' için para ödüyor veya onları tehdit ediyor. "Kanıta dayalı" tıp için çok şey var!
Yakın zamanda 'ilaç şirketleri için araştırma tasarlayan' bir şirketi yöneten üvey amcamla akşam yemeği yedim. Çalışmayı tasarlıyor, saygın bir kurumdan araştırmacıyı işe alıyor, çalışmayı yönetiyor, çalışmayı yazıyor ve bilim insanı inceledikten sonra sadece adını imzalıyor. Çoğu zaman, elimizde 'sadece ilaç şirketlerinin 'sahip olmamızı istediği' kanıtlar' oluyor. Hem doktorlar hem de hastalar, milyonlarca insanı 'aynı sağlık sorunlarıyla' ama daha az parayla baş başa bırakırken, ilaç şirketlerinin cebine milyarlarca dolar koymaya kandırılıyor.
Bilimsel güven kırıldı. Ne yapabiliriz? Maalesef kolay bir cevap yok. Ancak Ultra Sağlıklı Yaşam (UltraWellness) yaklaşımımın dayandığı fonksiyonel tıbbın araştırmayı anlamak için daha akıllı bir yol sağladığını düşünüyorum. İlaçları, 'semptomları bastırmak' için kullanmak yerine, Fonksiyonel Tıp 'depresyon' da dahil olmak üzere 'sorunların gerçek nedenlerini' bulmamıza yardımcı olur. Bunu yıllar içinde, tedavi ettiğim hastaların çoğunda görüyorum. Bizi hasta eden şeyler aynı zamanda bizi şişmanlattığı gibi, bizi hasta eden şeyler aynı zamanda bizi depresyona da sokar. Hastalığın nedenlerini düzeltin -- ve depresyon kendi kendine hallolur..
Uygulamamdan birkaç vakayı ele alalım... 23 yaşında bir kadın hayatının çoğunu kaygılı ve depresif bir şekilde geçirmiş ve çocukluğunu ve ergenliğini çeşitli antidepresan kokteylleriyle geçirmiş. Sonuç olarak, kendisini depresif yapan gıda alerjilerinden muzdaripmiş. Gıda alerjileri 'iltihaplanmaya' neden olur ve çalışmalar artık 'depresif insanların beyinlerinde, iltihaplanma olduğunu' gösteriyor. Aslında araştırmacılar, 'depresyon tedavisinde Enbrel gibi otoimmün hastalıklarda kullanılan güçlü anti-inflamatuar ilaçları' inceliyorlar. IgG'sini veya gecikmiş gıda alerjilerini ortadan kaldırdıktan sonra depresyonu geçti, ilaçlarını bıraktı ve yan etki olarak 30 kilo verdi!
İşte bir hikaye daha... 37 yaşında bir yönetici kadın, 'tedaviye dirençli depresyon (yani ilaçlar işe yaramıyordu), yorgunluk ve 40 kilo kilo alımıyla' on yıldan fazla mücadele etti. Çok yüksek cıva seviyeleri olduğunu bulduk. Cıvayı vücudundan atmak onu 'mutlu, zayıf ve enerjik' bıraktı. Veya yıllarca antidepresan ve psikiyatrik ilaç kokteyli kullanmış ancak yine de her gün rahatlamadan karanlık bir bulutun altında yaşayan, 'şiddetli yaşam boyu depresyon' geçiren 49 yaşındaki adamı düşünün. B12, B6 ve folat vitaminlerinde 'ciddi eksiklikler' olduğunu gördük. Kendisine bu 'temel beyin besinlerini' geri verdikten sonra beni arayıp teşekkür etti. Geçtiğimiz yıl, mutlu hissettiğini ve depresyondan uzak kaldığını hatırladığı ilk yıldı. Bunlar depresyona neden olabilecek düzinelerce şeyden sadece birkaçı.
Depresyonun kökleri, UltraWelless'in 7 anahtarında ve vücudun arızalanmasına neden olan 7 temel dengesizlikte bulunur. Antidepresan almak, yaklaşan ruh sağlığı salgınımıza cevap değildir. Gerçek tedavi, tüm sağlık ve hastalıkların kökeninde bulunan 'vücudunuzdaki temel sistemleri yeniden dengelemekte' yatmaktadır. Depresyonunuzu bugün tedavi etmeye başlamak için yapabileceğiniz birkaç şey şunlardır.
İlaçsız Depresyonu Tedavi Etmek İçin 7 Adım;
1. Yaygın gıda alerjenlerinden kurtulan anti-inflamatuar bir eliminasyon diyeti deneyin. Yukarıda belirttiğim gibi, gıda alerjileri ve bunun sonucunda oluşan inflamasyon depresyon ve diğer ruh hali bozukluklarıyla ilişkilendirilmiştir.
2. Hipotiroidizm olup olmadığını kontrol edin. Bu tanınmayan salgın, depresyonun önde gelen nedenlerinden biridir. Depresyondaysanız kapsamlı bir tiroid muayenesi yaptırdığınızdan emin olun.
3. D vitamini alın. Bu temel vitaminin eksikliği depresyona yol açabilir. Günde en az 2.000 ila 5.000 IU D3 vitamini takviyesi alın.
4. Omega-3 yağları alın. Beyniniz bu yağdan oluşur ve eksikliği bir dizi soruna yol açabilir. Günde 1.000 ila 2.000 mg saflaştırılmış balık yağı takviyesi alın.
5. Yeterli miktarda B12 (günde 1.000 mikrogram veya mcg), B6 (25 mg) ve folik asit (800 mcg) alın. Bu vitaminler, depresyonda bir faktör olabilen homosisteinin metabolize edilmesi için kritik öneme sahiptir.
6. Cıva için kontrol yaptırın. Ağır metal toksisitesi depresyon ve diğer ruh hali ve nörolojik sorunlarla ilişkilendirilmiştir.
7. Haftada beş kez 30 dakika boyunca yoğun egzersiz yapın. Bu, beyninizdeki doğal bir antidepresan olan BDNF seviyelerini artırır. Depresyonun üstesinden gelmek, yaşam boyu canlı bir sağlığa doğru önemli bir adımdır. Bunlar, depresyonu tedavi etmek için yapabileceğiniz en kolay ve en etkili şeylerden sadece birkaçıdır. Ancak UltraWellness'ın 7 Anahtarı üzerinde çalışarak ele alabileceğiniz daha da fazlası var. Şimdi sizden haber almak istiyorum. . . Depresyon teşhisi mi aldınız? Antidepresanlar sizin için nasıl işe yaradı? Burada belirtilen yaklaşımlardan herhangi birini denemeyi planlıyor musunuz? Lütfen aşağıya yorum bırakarak düşüncelerinizi bana bildirin. Sağlıklı olmanız dileğiyle, Mark Hyman, M. D." (36)
"“Beyninizde Kimyasal Bir Dengesizlik Var” (Büyük Yalan No. 1)
Meslektaşım Jeff Kaye PhD, psikiyatrik ilaçların etkilerine ilişkin bilimsel kanıtlara dair bir fikir edinmek için Robert Whitaker'ın Bir Salgının Oluşumu "The Making of an Epidemic" (yukarıda resmedilmiştir) kitabını okumamı önerdi. Kitabın tamamını bir günde okudum ve yıllardır okuduğum en önemli eser olduğunu düşünüyorum. Bu ve sonraki iki yazı Whitaker'ın en önemli bulgularını özetleyecek ancak bu ilaçlar ve bunların gerçekte ne işe yaradıkları konusunda ilgileniyorsanız veya endişeleniyorsanız bu kitabı okumanızı öneririm. Kitabın bazı bölümleri nörolojik süreçleri ele alsa ve argümanlarını destekleyen oldukça fazla istatistiksel veri olsa da, materyali anlamak için psikolog veya doktor olmanıza gerek yok. Benim için deneyim, iyi yazılmış bir hukuk gerilim romanı okumak gibiydi: Sürükleyici buldum. Bir klinisyen olarak, Prozac ve diğer sözde "anti-depresanlar" ile ilişkilendirilen etkililik iddialarından her zaman şüphe duydum, bunları başka bir yerde tartıştığım gibi, Büyük İlaç Şirketleri için kar sağlayan propaganda olarak gördüm. Tam gerçek çok daha rahatsız edici..
Meslektaşım Jeff Kaye PhD, psikiyatrik ilaçların etkilerine ilişkin bilimsel kanıtlara dair bir fikir edinmek için Robert Whitaker'ın Bir Salgının Oluşumu "The Making of an Epidemic" (yukarıda resmedilmiştir) kitabını okumamı önerdi. Kitabın tamamını bir günde okudum ve yıllardır okuduğum en önemli eser olduğunu düşünüyorum. Bu ve sonraki iki yazı Whitaker'ın en önemli bulgularını özetleyecek ancak bu ilaçlar ve bunların gerçekte ne işe yaradıkları konusunda ilgileniyorsanız veya endişeleniyorsanız bu kitabı okumanızı öneririm. Kitabın bazı bölümleri nörolojik süreçleri ele alsa ve argümanlarını destekleyen oldukça fazla istatistiksel veri olsa da, materyali anlamak için psikolog veya doktor olmanıza gerek yok. Benim için deneyim, iyi yazılmış bir hukuk gerilim romanı okumak gibiydi: Sürükleyici buldum. Bir klinisyen olarak, Prozac ve diğer sözde "anti-depresanlar" ile ilişkilendirilen etkililik iddialarından her zaman şüphe duydum, bunları başka bir yerde tartıştığım gibi, Büyük İlaç Şirketleri için kar sağlayan propaganda olarak gördüm. Tam gerçek çok daha rahatsız edici..
Whitaker bir gazete muhabiri olarak başladı, ardından 'yeni ilaçlar için klinik testlerin ticari yönleri' hakkında haber yapan kendi yayın şirketini kurdu; okuyucuları 'ilaç şirketlerinde, tıp fakültelerinde ve özel tıbbi muayenehanelerde' çalışıyordu, bu yüzden konu alanına bir baltayla gelmedi. Anatomy için araştırmasına, 'yoksul ülkelerdeki şizofreni hastalarının, sadece yüzde 16'sına düzenli olarak antipsikotik ilaç verildiğinde, bu tür ilaçları alan gelişmiş ülkelerdeki hastalardan çok daha iyi uzun vadeli sonuçlara
sahip olduğunu' keşfettiğinde başladı. Bu bulmacayı anlamak için yola
çıktı, bir haçlı seferi başlatmak için değil. Kitabını yazmadan önce,
"psikiyatri araştırmacılarının 'ruhsal hastalıkların biyolojik nedenlerini' keşfettiğine ve bu bilginin 'beyin kimyasını 'dengelemeye' yardımcı olan yeni nesil psikiyatrik ilaçların geliştirilmesine' yol açtığına inanıyordu." Birçoğunuz aynı şeye inanıyor olabilirsiniz - şaşırtıcı değil, çünkü bu bize tıp mesleği tarafından verilen ve medyada düzenli olarak tekrarlanan bir hikaye..
Whitaker, titiz bir araştırmanın ardından, 'Akıl hastalığının (zihinsel hastalığın), beyin kimyasındaki dengesizliğin' bir sonucu olduğu teorisini destekleyen 'hiçbir bilimsel kanıt olmadığını' buldu. Tekrar edeyim: 'Akıl hastalığının, 'beyin kimyasındaki dengesizliğin' bir sonucu olduğu teorisini destekleyen hiçbir bilimsel kanıt yoktur.' Örnek olarak, 'depresyonun, nöral sinapslardaki düşük serotonin seviyelerinden kaynaklandığı' en iyi bilinen teoriyi ele alalım. Bir ilaç sınıfı olan "seçici serotonin geri alım inhibitörleri" (SSRI'ler), 'serotoninin, bu sinapslardan uzaklaştırılmasını engeller ve böylece (teoride) normal serotonin seviyelerini' geri kazandırır. Yani, bu teori doğruysa, 'depresif kişilerin beyin omurilik sıvısında, normalin altında 5-HIAA seviyeleri (serotonin 5-HIAA'ya metabolize edilir)' olmalıdır.
Whitaker, titiz bir araştırmanın ardından, 'Akıl hastalığının (zihinsel hastalığın), beyin kimyasındaki dengesizliğin' bir sonucu olduğu teorisini destekleyen 'hiçbir bilimsel kanıt olmadığını' buldu. Tekrar edeyim: 'Akıl hastalığının, 'beyin kimyasındaki dengesizliğin' bir sonucu olduğu teorisini destekleyen hiçbir bilimsel kanıt yoktur.' Örnek olarak, 'depresyonun, nöral sinapslardaki düşük serotonin seviyelerinden kaynaklandığı' en iyi bilinen teoriyi ele alalım. Bir ilaç sınıfı olan "seçici serotonin geri alım inhibitörleri" (SSRI'ler), 'serotoninin, bu sinapslardan uzaklaştırılmasını engeller ve böylece (teoride) normal serotonin seviyelerini' geri kazandırır. Yani, bu teori doğruysa, 'depresif kişilerin beyin omurilik sıvısında, normalin altında 5-HIAA seviyeleri (serotonin 5-HIAA'ya metabolize edilir)' olmalıdır.
Çalışma üstüne çalışma, depresif ve depresif olmayan hastaların 5-HIAA
seviyelerinde önemli bir fark bulamadı. '5-HIAA seviyeleri ile depresif
semptomların şiddeti' arasında hiçbir korelasyon bulunamamıştır. Whitaker
bu özel noktada kapsamlı ve yıkıcıdır, 'serotonin seviyeleri ile
depresif semptomlar arasında çok küçük bir bağlantı olduğunu' iddia eden
çok az sayıdaki çalışmada, 'hatalı araştırma tasarımlarını ve
istatistiksel analizleri' ortaya koymaktadır. Dahası, 'beyin omurilik
sıvısındaki 5-HIAA seviyeleri ile antidepresanlara verilen yanıt
derecesi' arasında hiçbir korelasyon bulunamamıştır. Yaygın olarak kabul
gören bu teorinin kesinlikle hiçbir gerçek temeli yoktur:
“Kariyerimin ilk birkaç yılını 'beyin serotonin metabolizması' üzerinde tam zamanlı araştırmalar yaparak geçirdim, ancak depresyon dahil olmak üzere herhangi bir 'psikiyatrik bozukluğun, beyin serotonin eksikliğinden' kaynaklandığına dair ikna edici bir kanıt görmedim.” demişti Stanford psikiyatristi David Burns 2003 yılında. Birçok başka kişi de aynı noktaya değindi. Dallas'taki Southwest Tıp Merkezi'nde psikiyatri doçenti olan Colin Ross, 1995 tarihli Biyolojik Psikiyatride Sahte Bilim (Pseudoscience in Biological Psyciatry) adlı kitabında, “Klinik depresyonun, herhangi bir 'biyolojik eksiklik' durumundan kaynaklandığına dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.” diye yazmıştır.
“Kariyerimin ilk birkaç yılını 'beyin serotonin metabolizması' üzerinde tam zamanlı araştırmalar yaparak geçirdim, ancak depresyon dahil olmak üzere herhangi bir 'psikiyatrik bozukluğun, beyin serotonin eksikliğinden' kaynaklandığına dair ikna edici bir kanıt görmedim.” demişti Stanford psikiyatristi David Burns 2003 yılında. Birçok başka kişi de aynı noktaya değindi. Dallas'taki Southwest Tıp Merkezi'nde psikiyatri doçenti olan Colin Ross, 1995 tarihli Biyolojik Psikiyatride Sahte Bilim (Pseudoscience in Biological Psyciatry) adlı kitabında, “Klinik depresyonun, herhangi bir 'biyolojik eksiklik' durumundan kaynaklandığına dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.” diye yazmıştır.
İnsan beyninde 100 milyar nöron vardır. Tipik bir beyin
nöronu, geniş bir dendrit ağından girdi alır; bir ila on bin arasında
sinaptik bağlantısı vardır, bu da 'yetişkin beyninin, bir bütün olarak
yaklaşık 150 trilyon sinapsa sahip olduğu' anlamına gelir. Birçok
nörotransmitterden birinin 'düşük seviyelerinin', depresyon gibi karmaşık
bir 'zihinsel durumdan sorumlu olma olasılığı' size ne kadar olası
görünüyor?
Beyin kimyasında hiçbir zaman kimyasal düzensizlik olmadığını ve SSRI'ların ve diğer psikiyatrik ilaçların hiçbir etkisi olmadığını SÖYLEMİYORUM. Whitaker'ın kapsamlı araştırmasının sonuçlarını ve çürütülemez sonucunu sizinle paylaşıyorum: Zihinsel hastalığın, 'beyindeki kimyasalların dengesizliğinden' kaynaklandığı teorisinin bilimsel gerçeklere HİÇBİR dayanağı yoktur. Ve yine de, bu gerçeğe rağmen, bu bağlantıyı çürüten ve SSRI'ların değerini tartışan tüm kanıtlara rağmen, 'depresyonun düşük serotonin teorisi' yaşamaya devam ediyor. Bir sonraki yazıda, bunun nasıl ve neden mümkün olduğunu tartışacağım.
Beyin kimyasında hiçbir zaman kimyasal düzensizlik olmadığını ve SSRI'ların ve diğer psikiyatrik ilaçların hiçbir etkisi olmadığını SÖYLEMİYORUM. Whitaker'ın kapsamlı araştırmasının sonuçlarını ve çürütülemez sonucunu sizinle paylaşıyorum: Zihinsel hastalığın, 'beyindeki kimyasalların dengesizliğinden' kaynaklandığı teorisinin bilimsel gerçeklere HİÇBİR dayanağı yoktur. Ve yine de, bu gerçeğe rağmen, bu bağlantıyı çürüten ve SSRI'ların değerini tartışan tüm kanıtlara rağmen, 'depresyonun düşük serotonin teorisi' yaşamaya devam ediyor. Bir sonraki yazıda, bunun nasıl ve neden mümkün olduğunu tartışacağım.
Kendi
Yolunuzu Bulmak: Bu kitabı satın alın. Yukarıdaki bağlantıya
tıklarsanız, sizi Amazon'a yönlendirdiğim için aslında bir şeyler
kazanacağım ancak başka bir yerde daha ucuza bulabilirseniz, oradan
satın alın. Bu gönderiler benim birkaç dolar kazanmamla ilgili değil;
APA ve Büyük İlaç Şirketleri tarafından bize yapılan büyük bir
dolandırıcılık hakkında sizi bilgilendirmekle ilgili."
---------------
"Vay canına – ne kadar da çok, çok ilginç ve çok, çok rahatsız edici. Depresyonumla başa çıkmak için Psikoterapi yolunu seçtiğim için fazlasıyla memnunum, "Beynimde kimyasal bir dengesizlik var" lafını "satın almak" ve böylece bunu ilaçlarla "maskelemeyi" seçmek yerine." -lifelong,March 20, 2011 (a)
"Bir klinisyen ve reçete yazan kişi olarak buna kesinlikle katılıyorum. Tıptaki çoğu konuda olduğu gibi siyah beyaz bir senaryo yoktur. DEHB ilaçları aşırı reçete ediliyor. Anti-psikotik ilaçların açıkça bir yeri ve etkinliği var. Kötü şöhretli SSRI'lara çok fazla güveniyoruz. Bir bütün olarak, hemen ve çok az çabayla çareyi arayan tembel bir ulus haline geldik. Medya ve/veya akranları tarafından o SSRI'yı denememesi için ikna edilen bir hastayı gerçek dünyada ikna etmek çok zorlaşıyor. Çalışmanızı ve bu konuyu daha ön plana çıkarma çabanızı takdir ediyorum. Saygılarımla, Dr. Dan Peace and Healing.." -Dan Williams,March 20, 2011 (b)
"Kitabı okumadan yorum yapmaktan çekiniyorum ama hayatımın çoğunu şiddetli depresyon ve intihar eğilimleriyle geçirmiş biri olarak antidepresanlarla ilgili biraz deneyimim var. Eski tip antidepresanları denedim ve işe yaramadıklarını gördüm. Dinleri, yogayı, akupunkturu, felsefeleri, hipnozu, diyet değişikliklerini, çeşitli psikoterapi yöntemlerini denedim. Aslında psikoterapiye on binlerce dolar ve yıllar harcadım. Terapinin aydınlatıcı olduğunu ve birkaç terapistin gerçekten destekleyici olduğunu düşünsem de, bir dereceye kadar her zaman depresyondaydım. Çaresizdim. Aile doktorum bana prozac yazdığında, kelimenin tam anlamıyla hayat kurtarıcı olduğu ortaya çıktı. Ancak o antidepresanı kullanmaya başladıktan sonra depresyonda olmamanın nasıl bir şey olduğunu gerçekten anladım. Beyin kimyasında dengesizlik diye bir şey yoksa, o zaman sorun yok. Ama bildiğim tek şey bugün hayatta olduğum ve nispeten mutlu olduğum. Bir parantez açmak gerekirse, depresyonumun bir şekilde seks hormonlarıyla ilgili olabileceğinden şüphelenmeye başladım - ergenlikte oldukça ani bir şekilde başladığı, adet döngülerimle bir şekilde bağlantılı olduğu ve şimdi menopozda olduğum için - bundan "büyüdüğüm" anlaşılıyor. Bu faktörle ilgili herhangi bir çalışma bilmiyorum - ve eğer öyleyse, bu yön muhtemelen erkekler için yararlı değildir." -Kathleen Miller,March 22, 2011 (c)
"Büyük İlaç Firmaları yalan söylerken ve test sonuçlarını ve araştırmaları manipüle ederken suçüstü yakalandığında ne kadar çok insanın şaşırdığına sürekli olarak şaşırıyorum. Daha fazla insan, Büyük İlaç Firmaları bizi bağımlı hale getirmek için yeni bir ilacı tanıtmak için izin istediğinde, kendi FDA'mızın kesinlikle hiçbir test ve araştırma yapmadığını anlamalı. Tüm testler ilaç şirketi tarafından yapılır, testleri ve araştırmaları yapan tüm doktorlar Büyük İlaç Firmaları tarafından satın alınır ve ödenir. Her zaman böyle olmuştur. Ayrıca FDA ile Büyük İlaç Firmaları arasındaki döner kapı politikasıyla, hedeflerinin bir dirençle karşılaşmamasını sağlamak için her zaman FDA'nın başında kendi adamları olur. Büyük İlaç Firmaları FDA'ya, AMA'ya ve dünyadaki diğer tüm tıbbi düzenleyici kuruluşlara sahiptir. Neden olmasın? Her altı saatte 8.000.000,00 dolar kazanan bir işiniz olsaydı, onu korumak için gereken her şeyi yapmaz mıydınız? Ve daha da kötüsü, adıma tıklayın ve "Babil'in İçindeki Fahişe (The Whore Within Babylon)"yi okuyun." -Lynne Gordon,April 5, 2011 (d)
"İlginç ve rahatsız edici gerçekten. Yine de bu tür ilaçlar alındıktan sonra davranışlarında neden bir değişiklik olduğunu merak ediyorum. Kardeşime orta ila şiddetli DEHB teşhisi kondu ve ilacını almayı unuttuğunda hiperaktif, dalgın ve gerçekten sinir bozucu oluyor (başkalarını dinlemediği anlamında). İlaçlarını aldığında, tüm bu "belirtiler" ortadan kalkıyor ve okulda daha iyi konsantre olabiliyor. Ne oluyor? Bu ilaçlar gerçekten plasebo mu ve hepsi onun zihninde mi, yoksa işe yarıyorlar mı?" -Anon,April 7, 2011 (e)
"Bunu çözmek zor ve bunun tamamen plasebo etkisi olduğuna inanmıyorum. İnsanların ilaçlarını almayı unuttuklarında gördüklerinin çoğu, orijinal semptomların geri dönmesinden ziyade, ilacın bırakılmasının belirtileridir. Kardeşiniz, daha iyi konsantre olabilmenin ötesinde, ilaç kullanma deneyimi hakkında ne diyor? Bazı insanlar yan etkileri orijinal semptomlar kadar kötü buluyor. Beni en çok endişelendiren iki konu var: (1) ilacın kullanımı insanların diğer başa çıkma becerilerini geliştirmesini engelliyor gibi görünüyor, bu yüzden hayatları boyunca ilacı kullanmak zorunda kalıyorlar; ve (2) uzun vadeli yan etkiler ancak şimdi anlaşılmaya başlıyor ve nörolojik hasar, bilişsel bozukluk ve kişinin ömrünün kısalması gibi ciddi yan etkiler. DEHB ile başa çıkmayı öğrenmenin bu ciddi dezavantajları olmayan başka yolları olduğuna inanıyorum." -Joseph Burgo, Ph.D.,April 7, 2011 (e1)
"Kitabı okumadım ama temelde aynı şeyi söyleyen makaleler okudum. Beni endişelendiren bir şey, Prozac veya diğer SSRI'ları vermiş olmam, bunların psikotik bir atağı tetiklemesi ve bunun da doktorların bipolar tanısı belirlemesine ve antidepresanların yanlış ilaç olduğuna karar vermesine yol açması; bir tür arka kapı teşhis yöntemi. Yeni bir SSRI olmayan ilaçla (Lamictil) depresyon ve anksiyete, motivasyon eksikliği ve çok fazla düşünme hala mevcut olmasına rağmen azaldı. Yani neler olup bittiğini anlamıyorum. Aslında, LSD birinin psikotik bir atak geçirmesine, hızlı düşüncelere vb. neden olabilir. SSRI'ların yanlış verilmesinin tehlikeli bir etkiye sahip olabileceği beni endişelendiriyor. Temel olarak, bunların kesilmesi ve bol uykuyla sakinleştirilmesi psikotik atağı durdurdu. Ayrıca insanlara aşırı SSRI reçete edildiğini düşünüyorum; birinin ailede bir ölümden sonra çok depresif yas sürecinde nasıl verildiğini okudum. Ölüm, hayatımızın sürekli deneyimleyeceğimiz normal bir parçasıdır, bu yüzden sizin dediğiniz gibi başa çıkma yollarını öğrenmek yerine bu geçici "mutluluk hapı" bir koltuk değneği haline gelir. Ayrıca, Prozac'ın o kadar düşük dozlarda verildiğini gördüm ki, daha çok plasebo gibi görünürdü. Bugünkü yeni bir makale, en çok hangi ilaçlara para harcandığını gösteren bir PDF eki içeriyor, bunlardan biri de Seroquel: (f1) İlaç şirketleri iyi geçiniyor ama bu sıkıntılı. Yıllardır depresyonda olan insanları anlayabiliyorum, çoğu zaman saatlerce kanepede kıvrılıp kalacak kadar bitkin düşmüşler ama tabiri caizse duygusal korkaklardan oluşan bir millete dönüşüyor olabiliriz. Ama Lamictil işe yaradı ve danışmanlık benim için hiç işe yaramadı, pahalı olması ve sigortamın yeterli olmaması bir yana. Endişeliyim ama ilacın öz saygı, motivasyon, 'kimse beni gerçekten umursamıyor veya tanımıyor' gibi düşünceler gibi altta yatan sorunlara yardımcı olmadığını biliyorum. Kafa karıştırıcı ve insanlar kontrol edemedikleri bir kimyasal dengesizlik hastalığına sahip olduklarına inanmak istiyorlar ve sonra zihinsel sorunlarla ilişkilendirilen damgalanma yardımcı olmuyor." -Karen,April 20, 2011 (f)" (20)
"“Psikiyatrik İlaçlar Ruh Sağlığı Sonuçlarında Dramatik İyileşmelere Yol Açtı” (Büyük Yalan No. 2)
Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic) adlı son yazımda yer alan tartışmama devam ederken, şizofreni tedavisinde anti-psikotik ilaç kullanımına ilişkin bir çalışmanın sonuçlarıyla başlıyorum; bu, Whitaker tarafından tartışılan ve çok benzer sonuçlar bildiren birçok çalışmadan biri. Bu çalışma Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH " National Institute of Mental Health") tarafından finanse edilmiş ve NIMH'nin Maryland, Bethesda'daki klinik araştırma tesisinde yürütülmüştür.
Whitaker'a göre: "İlaçsız tedavi görenler, ilaçla tedavi gören hastalardan daha erken taburcu edildi ve ilaçsız grubun sadece %35'i taburcu olduktan sonraki bir yıl içinde, ilaçlı grubun %45'ine kıyasla tekrar hastalandı. İlaçsız hastalar ayrıca 'depresyon, körelmiş duygular ve gecikmiş hareketlerden' daha az muzdaripti."
Araştırmacılar, 'uzun vadede ilaçlı hastaların "sonraki yaşam stresleriyle başa çıkma konusunda daha az yetenekli" olduğunu' bildirdi. Çalışma üstüne çalışma, antipsikotiklerin kısa vadede 'gerçekçi olmayan düşünmeyi, kaygıyı, şüpheciliği ve işitsel halüsinasyonları' azalttığını ancak uzun vadede ilaç kullanmaya devam edenleri, ilaç almayan hastalara veya plasebo verilen hastalara göre 'nüksetmeye ve tekrar hastaneye yatırılmaya çok daha yatkın hale getirdiğini' gösteriyor.
"İlaçla taburcu edilen şizofreni hastaları, hastane personeli tarafından 'döner kapı sendromu' olarak adlandırılan 'psikiyatri acil servislerine' o kadar çok geri dönüyorlardı ki. Hastalar ilaçlarını, güvenilir bir şekilde aldıklarında bile nüksetme yaygındı ve araştırmacılar 'ilaç verildiğinde nüksetmenin, ilaç verilmediği zamana göre daha şiddetli olduğunu' gözlemlediler."
Başka bir deyişle, 'hiç ilaç almayan şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları, antipsikotik ilaçlarla tedavi edilenlere göre' çok daha iyiydi. Bu, hem (1) 'antipsikotiklerin kullanılmaya başlanmasından önce ve sonraki şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları' arasındaki tarihsel karşılaştırmayla hem de (2) gelişmiş ülkelerde 'antipsikotiklerle tedavi edilen şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları ile antipsikotikler kullanılmadan tedavi edilen yoksul ülkelerdeki şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları' arasındaki karşılaştırmayla örtüşmektedir (çok daha iyi). Çalışma üstüne çalışma bunu doğrulamaktadır.
Kısa vadeli kullanımda, psikotik bozukluklar için psikiyatrik ilaçlar hastaları 'stabilize etmede ve semptomlarının şiddetini azaltmada' değerlidir, ancak uzun vadeli kullanım bu kişileri nüksetmeye daha yatkın hale getirir ve "birçok taburcu edilen hastanın sosyal bağımlılığını uzatabilir."
Ve işte zor kısım: Hastalar ilaçlarından çekilirlerse, kötü sonuçlar alırlar, sonra bu ilaçlara geri döndüklerinde daha iyi sonuçlar alırlar. Bu nedenle, ilaçların "işe yaradığının" kanıtı gibi görünmektedir; ancak bunlar yalnızca ilk etapta hastayı 'bu ilaçlara yerleştirerek yaratılan bir sorunu iyileştirme anlamında' mı "işe yarıyor"?
Çalışma üstüne çalışma, 'hiçbir ilaç verilmeyen hastalar en iyi sonuçları' alıyor. Whitaker, benzer sonuçlarla benzodiazepinler için 'benzer bir sonuç analizi' yapmaya devam ediyor: Bu ilaçlara hiç maruz kalmayan hastalar en iyisini yapıyor. Ancak, bugün depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan ilaç sınıfı olan Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri (SSRI "Selective Serotonin Reuptake Inhibitors") hakkındaki tartışması en rahatsız edici bulduğum şeydi. 1990'ların sonu-2000'lerin başında yapılan çalışma üstüne çalışma, 'SSRI'lerin depresyon tedavisinde, plasebodan daha etkili olmadığını' gösterdi. Muhtemelen bu çalışmaları Newsweek'ten veya ana akım medyadan duymuşsunuzdur. Hikayenin sadece yarısını anlatıyorlar.
Whitaker, antipsikotiklerin ve benzodiazepinlerin etkilerine ilişkin analizinde yaptığı gibi, (1) antidepresan (daha önceki trisiklikler dahil) verilen hastalar için sonuçlar ile (2) hiç ilaç almayanlar için sonuçlar arasındaki karşılaştırmalara yöneliyor. Tartıştığı üç (birçok) çalışmanın sonuçları şunlardır.
Hollanda'da yapılan bir çalışmada, 'antidepresanla tedavi edilmeyenlerin %76'sı iyileşmiş ve asla nüksetmemiştir; bu sınıftaki bir ilacı reçete edilenlerin ise %50'si iyileşmiştir.' İngiltere'deki büyük bir şehir merkezindeki tesiste 1997'de yapılan bir çalışmada, bilim insanları 'hiç ilaç almamış depresif hastaların %95'inin semptomlarının, altı aylık bir süre içinde %62 oranında azaldığını, antidepresanla tedavi edilenlerin ise semptomlarında yalnızca %33 oranında azalma olduğunu' bildirmiştir.
Calgary Üniversitesi'nde bir araştırmacı, Kanada sağlık veritabanına erişti ve 9.508 depresif hasta için beş yıllık sonuçları analiz etti. 'Antidepresan kullananların yılda ortalama 19 hafta depresyonda kaldığını, ilaç kullanmayan hastalarda ise bu sürenin sadece 11 hafta olduğunu' buldu.
Her çalışma aynı bulguyu bildiriyor: 'antidepresanlara maruz kalmak, uzun vadede daha kötü bir prognoza' yol açıyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan uluslararası bir çalışma, "depresyonda olduğu tespit edilen 740 kişiden... psikotropik ilaçlara maruz kalmayan 484'ünün... en iyi sonuçları aldığını" buldu. Bir yılın sonunda çok daha iyi bir 'genel sağlık' yaşadılar, depresif semptomları çok daha hafifti ve daha düşük bir yüzdesi hala 'akıl hastası' olarak değerlendirildi. 'Devam eden depresyondan' en çok muzdarip olan grup, antidepresanla tedavi edilen hastalardı."
Sonuç kaçınılmazdır: 'SSRI'ların kısa vadeli bir faydası olsa bile (tartışmalı), sürekli kullanımı sizi daha kötü hale getirir. Daha önce ilaç almış hastaların, bunu anlaması zordur. Bir sonraki yazımda tartışacağım gibi, 'antidepresanlara maruz kalmak sinir sinapslarınızı değiştirir' ve daha önce olmayan bir dengesizlik yaratır; ilacı bırakan hasta çok daha kötü görünüyor, sonra ilaca veya aynı sınıftaki başka bir ilaca geri döndüğünde "iyileşiyor." İlaç, 'işe yarıyormuş gibi görünebilir', ancak aslında sadece 'ilacın, kendisinin yarattığı bir bozukluğu' tedavi ediyor.
1987'de Prozac'ın piyasaya sürülmesinden bu yana, bu ülkede 'sakatlayıcı ruhsal hastalık' oranları fırladı. Aslında, inanmaya yönlendirildiğimizin aksine, şu anda salgın boyutlarında bir 'ruhsal sağlık krizi' yaşıyoruz. "Bugün, majör depresif bozukluk, Amerika Birleşik Devletleri'nde on beş ila kırk dört yaş arasındaki insanlar için önde gelen sakatlık nedenidir. … Yaklaşık dokuz milyon yetişkin artık, bir dereceye kadar bu rahatsızlıktan dolayı engelli.”
Whitaker, 'bu salgına yol açanın, antidepresanların uzun süreli kullanımı' olduğuna inanıyor; ben verileri ve argümanını tamamen ikna edici buluyorum. İşleri daha da kötüleştiren şey, yan etkileri. SSRI'ların uzun süreli kullanımı “cinsel işlev bozukluğuna, REM uykusunun baskılanmasına, kas tiklerine, yorgunluğa, duygusal körelmeye ve ilgisizliğe… [ve] hafıza bozukluğu, problem çözme zorlukları, yaratıcılık kaybı ve öğrenme eksiklikleriyle” ilişkilidir. Bilişsel işlevlerdeki bu bozukluklar, 'oldukça yaygındır ve depresyona bağlı engelliliğin artmasına' katkıda bulunan bir faktördür.
Kendi Yolunuzu Bulmak: Bu kitabı okuyor musunuz? Whitaker'ın sunduğu istatistiksel analiz ve çalışmaların büyük çoğunluğu hakkında size bir fikir vermek için elimden geleni yapıyorum, ancak kitap elbette çok daha güçlü ve ikna edici olacak. Joe, internetteki önde gelen ruh sağlığı kaynaklarından biri olan AfterPsychotherapy. com'un yazarı ve sahibidir..
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Bu kitabı henüz okumadım (bu arada işaretlediğin için teşekkürler), ancak uzun zamandır klinik olarak depresif hastalar için 3 tedavi planını takip eden ve sonuçları karşılaştıran İngiltere araştırmalarıyla ilgileniyorum. Hastalar 3 gruba ayrıldı, psikotropik ilaç, plasebo ve orta düzeyde egzersiz. Sürekli egzersiz en hızlı iyileşmeyi gösteriyor ve çok daha iyi nüksetme istatistiklerine sahip. Yine de İngiltere'de ilaç ücretsizdir (NHS) ve spor salonlarına, yüzme havuzlarına vb. erişim için ödeme yapılması gerekir. Ayrıca, hastaları ilk etapta bu değerli "terapiye" erişmeye motive etmek için hiçbir destek sağlanmıyor. Ne yazık ki bu mitleri sürdürmekte çıkarı olanların sadece ilaç şirketleri olduğunu düşünmüyorum, ayrıca çoğumuzun hala "her derde deva hap"ı tercih ettiğine inanıyorum. . . sorumluluk alıp mücadele etmekten, terapiye girme cesaretini bulmaktan veya bir egzersiz rejimine (veya tercihen her ikisine! ) enerji bulmaktan çok daha kolay bir hap almak. . . hızlı bir çözüm özlemi insan durumunun bir parçasıdır... terapötik çevrelerde bile Kısa Odaklı terapilerin popülaritesindeki artış bu eğilimi destekliyor. Tüm bunları bir araya getirdiğimde, araştırmaların gösterdiğine rağmen Batı tedavi planlamasında pek bir şey değişmeyecek korkusundayım." -Liz Sparkes,March 23, 2011 (a)
"Liz, tamamen katılıyorum. Kolay çıkış yolları aramak insani bir durum gibi görünüyor ve bir hap almak (fantezide) kişisel sorumluluk almaktan çok daha kolay. Bunu ifade etmenin zorluğu, insanların bunu sert bir yargı olarak duyması. Onlara kolay bir cevaba özlem duyduklarını fark etmeleri için yardımcı olmak, onları utandırmadan zordur." -Joseph Burgo, Ph.D.,March 23, 2011 (b)" (19)
Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of an Epidemic) adlı son yazımda yer alan tartışmama devam ederken, şizofreni tedavisinde anti-psikotik ilaç kullanımına ilişkin bir çalışmanın sonuçlarıyla başlıyorum; bu, Whitaker tarafından tartışılan ve çok benzer sonuçlar bildiren birçok çalışmadan biri. Bu çalışma Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH " National Institute of Mental Health") tarafından finanse edilmiş ve NIMH'nin Maryland, Bethesda'daki klinik araştırma tesisinde yürütülmüştür.
Whitaker'a göre: "İlaçsız tedavi görenler, ilaçla tedavi gören hastalardan daha erken taburcu edildi ve ilaçsız grubun sadece %35'i taburcu olduktan sonraki bir yıl içinde, ilaçlı grubun %45'ine kıyasla tekrar hastalandı. İlaçsız hastalar ayrıca 'depresyon, körelmiş duygular ve gecikmiş hareketlerden' daha az muzdaripti."
Araştırmacılar, 'uzun vadede ilaçlı hastaların "sonraki yaşam stresleriyle başa çıkma konusunda daha az yetenekli" olduğunu' bildirdi. Çalışma üstüne çalışma, antipsikotiklerin kısa vadede 'gerçekçi olmayan düşünmeyi, kaygıyı, şüpheciliği ve işitsel halüsinasyonları' azalttığını ancak uzun vadede ilaç kullanmaya devam edenleri, ilaç almayan hastalara veya plasebo verilen hastalara göre 'nüksetmeye ve tekrar hastaneye yatırılmaya çok daha yatkın hale getirdiğini' gösteriyor.
"İlaçla taburcu edilen şizofreni hastaları, hastane personeli tarafından 'döner kapı sendromu' olarak adlandırılan 'psikiyatri acil servislerine' o kadar çok geri dönüyorlardı ki. Hastalar ilaçlarını, güvenilir bir şekilde aldıklarında bile nüksetme yaygındı ve araştırmacılar 'ilaç verildiğinde nüksetmenin, ilaç verilmediği zamana göre daha şiddetli olduğunu' gözlemlediler."
Başka bir deyişle, 'hiç ilaç almayan şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları, antipsikotik ilaçlarla tedavi edilenlere göre' çok daha iyiydi. Bu, hem (1) 'antipsikotiklerin kullanılmaya başlanmasından önce ve sonraki şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları' arasındaki tarihsel karşılaştırmayla hem de (2) gelişmiş ülkelerde 'antipsikotiklerle tedavi edilen şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları ile antipsikotikler kullanılmadan tedavi edilen yoksul ülkelerdeki şizofreni hastalarının uzun vadeli sonuçları' arasındaki karşılaştırmayla örtüşmektedir (çok daha iyi). Çalışma üstüne çalışma bunu doğrulamaktadır.
Kısa vadeli kullanımda, psikotik bozukluklar için psikiyatrik ilaçlar hastaları 'stabilize etmede ve semptomlarının şiddetini azaltmada' değerlidir, ancak uzun vadeli kullanım bu kişileri nüksetmeye daha yatkın hale getirir ve "birçok taburcu edilen hastanın sosyal bağımlılığını uzatabilir."
Ve işte zor kısım: Hastalar ilaçlarından çekilirlerse, kötü sonuçlar alırlar, sonra bu ilaçlara geri döndüklerinde daha iyi sonuçlar alırlar. Bu nedenle, ilaçların "işe yaradığının" kanıtı gibi görünmektedir; ancak bunlar yalnızca ilk etapta hastayı 'bu ilaçlara yerleştirerek yaratılan bir sorunu iyileştirme anlamında' mı "işe yarıyor"?
Çalışma üstüne çalışma, 'hiçbir ilaç verilmeyen hastalar en iyi sonuçları' alıyor. Whitaker, benzer sonuçlarla benzodiazepinler için 'benzer bir sonuç analizi' yapmaya devam ediyor: Bu ilaçlara hiç maruz kalmayan hastalar en iyisini yapıyor. Ancak, bugün depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan ilaç sınıfı olan Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri (SSRI "Selective Serotonin Reuptake Inhibitors") hakkındaki tartışması en rahatsız edici bulduğum şeydi. 1990'ların sonu-2000'lerin başında yapılan çalışma üstüne çalışma, 'SSRI'lerin depresyon tedavisinde, plasebodan daha etkili olmadığını' gösterdi. Muhtemelen bu çalışmaları Newsweek'ten veya ana akım medyadan duymuşsunuzdur. Hikayenin sadece yarısını anlatıyorlar.
Whitaker, antipsikotiklerin ve benzodiazepinlerin etkilerine ilişkin analizinde yaptığı gibi, (1) antidepresan (daha önceki trisiklikler dahil) verilen hastalar için sonuçlar ile (2) hiç ilaç almayanlar için sonuçlar arasındaki karşılaştırmalara yöneliyor. Tartıştığı üç (birçok) çalışmanın sonuçları şunlardır.
Hollanda'da yapılan bir çalışmada, 'antidepresanla tedavi edilmeyenlerin %76'sı iyileşmiş ve asla nüksetmemiştir; bu sınıftaki bir ilacı reçete edilenlerin ise %50'si iyileşmiştir.' İngiltere'deki büyük bir şehir merkezindeki tesiste 1997'de yapılan bir çalışmada, bilim insanları 'hiç ilaç almamış depresif hastaların %95'inin semptomlarının, altı aylık bir süre içinde %62 oranında azaldığını, antidepresanla tedavi edilenlerin ise semptomlarında yalnızca %33 oranında azalma olduğunu' bildirmiştir.
Calgary Üniversitesi'nde bir araştırmacı, Kanada sağlık veritabanına erişti ve 9.508 depresif hasta için beş yıllık sonuçları analiz etti. 'Antidepresan kullananların yılda ortalama 19 hafta depresyonda kaldığını, ilaç kullanmayan hastalarda ise bu sürenin sadece 11 hafta olduğunu' buldu.
Her çalışma aynı bulguyu bildiriyor: 'antidepresanlara maruz kalmak, uzun vadede daha kötü bir prognoza' yol açıyor. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan uluslararası bir çalışma, "depresyonda olduğu tespit edilen 740 kişiden... psikotropik ilaçlara maruz kalmayan 484'ünün... en iyi sonuçları aldığını" buldu. Bir yılın sonunda çok daha iyi bir 'genel sağlık' yaşadılar, depresif semptomları çok daha hafifti ve daha düşük bir yüzdesi hala 'akıl hastası' olarak değerlendirildi. 'Devam eden depresyondan' en çok muzdarip olan grup, antidepresanla tedavi edilen hastalardı."
Sonuç kaçınılmazdır: 'SSRI'ların kısa vadeli bir faydası olsa bile (tartışmalı), sürekli kullanımı sizi daha kötü hale getirir. Daha önce ilaç almış hastaların, bunu anlaması zordur. Bir sonraki yazımda tartışacağım gibi, 'antidepresanlara maruz kalmak sinir sinapslarınızı değiştirir' ve daha önce olmayan bir dengesizlik yaratır; ilacı bırakan hasta çok daha kötü görünüyor, sonra ilaca veya aynı sınıftaki başka bir ilaca geri döndüğünde "iyileşiyor." İlaç, 'işe yarıyormuş gibi görünebilir', ancak aslında sadece 'ilacın, kendisinin yarattığı bir bozukluğu' tedavi ediyor.
1987'de Prozac'ın piyasaya sürülmesinden bu yana, bu ülkede 'sakatlayıcı ruhsal hastalık' oranları fırladı. Aslında, inanmaya yönlendirildiğimizin aksine, şu anda salgın boyutlarında bir 'ruhsal sağlık krizi' yaşıyoruz. "Bugün, majör depresif bozukluk, Amerika Birleşik Devletleri'nde on beş ila kırk dört yaş arasındaki insanlar için önde gelen sakatlık nedenidir. … Yaklaşık dokuz milyon yetişkin artık, bir dereceye kadar bu rahatsızlıktan dolayı engelli.”
Whitaker, 'bu salgına yol açanın, antidepresanların uzun süreli kullanımı' olduğuna inanıyor; ben verileri ve argümanını tamamen ikna edici buluyorum. İşleri daha da kötüleştiren şey, yan etkileri. SSRI'ların uzun süreli kullanımı “cinsel işlev bozukluğuna, REM uykusunun baskılanmasına, kas tiklerine, yorgunluğa, duygusal körelmeye ve ilgisizliğe… [ve] hafıza bozukluğu, problem çözme zorlukları, yaratıcılık kaybı ve öğrenme eksiklikleriyle” ilişkilidir. Bilişsel işlevlerdeki bu bozukluklar, 'oldukça yaygındır ve depresyona bağlı engelliliğin artmasına' katkıda bulunan bir faktördür.
Kendi Yolunuzu Bulmak: Bu kitabı okuyor musunuz? Whitaker'ın sunduğu istatistiksel analiz ve çalışmaların büyük çoğunluğu hakkında size bir fikir vermek için elimden geleni yapıyorum, ancak kitap elbette çok daha güçlü ve ikna edici olacak. Joe, internetteki önde gelen ruh sağlığı kaynaklarından biri olan AfterPsychotherapy. com'un yazarı ve sahibidir..
BAZI YORUMLAR;
-------------
"Bu kitabı henüz okumadım (bu arada işaretlediğin için teşekkürler), ancak uzun zamandır klinik olarak depresif hastalar için 3 tedavi planını takip eden ve sonuçları karşılaştıran İngiltere araştırmalarıyla ilgileniyorum. Hastalar 3 gruba ayrıldı, psikotropik ilaç, plasebo ve orta düzeyde egzersiz. Sürekli egzersiz en hızlı iyileşmeyi gösteriyor ve çok daha iyi nüksetme istatistiklerine sahip. Yine de İngiltere'de ilaç ücretsizdir (NHS) ve spor salonlarına, yüzme havuzlarına vb. erişim için ödeme yapılması gerekir. Ayrıca, hastaları ilk etapta bu değerli "terapiye" erişmeye motive etmek için hiçbir destek sağlanmıyor. Ne yazık ki bu mitleri sürdürmekte çıkarı olanların sadece ilaç şirketleri olduğunu düşünmüyorum, ayrıca çoğumuzun hala "her derde deva hap"ı tercih ettiğine inanıyorum. . . sorumluluk alıp mücadele etmekten, terapiye girme cesaretini bulmaktan veya bir egzersiz rejimine (veya tercihen her ikisine! ) enerji bulmaktan çok daha kolay bir hap almak. . . hızlı bir çözüm özlemi insan durumunun bir parçasıdır... terapötik çevrelerde bile Kısa Odaklı terapilerin popülaritesindeki artış bu eğilimi destekliyor. Tüm bunları bir araya getirdiğimde, araştırmaların gösterdiğine rağmen Batı tedavi planlamasında pek bir şey değişmeyecek korkusundayım." -Liz Sparkes,March 23, 2011 (a)
"Liz, tamamen katılıyorum. Kolay çıkış yolları aramak insani bir durum gibi görünüyor ve bir hap almak (fantezide) kişisel sorumluluk almaktan çok daha kolay. Bunu ifade etmenin zorluğu, insanların bunu sert bir yargı olarak duyması. Onlara kolay bir cevaba özlem duyduklarını fark etmeleri için yardımcı olmak, onları utandırmadan zordur." -Joseph Burgo, Ph.D.,March 23, 2011 (b)" (19)
"“Psikiyatrik İlaçlar Diyabet İçin İnsülin Gibidir” (Büyük Yalan #3)
Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi adlı eserini ele aldığım birinci bölümde, zihinsel hastalığın beyin kimyasındaki dengesizlikten kaynaklandığı teorisinin bilimsel bir temeli olmadığını öğrendik; İkinci bölümde, çoğunlukla, hiç psikiyatrik ilaç verilmeyen hastaların, bu tür ilaçlara erken dönemde maruz kalanlardan çok daha iyi sonuçlar aldığını gösterdi. Bu üçüncü ve son bölümde, bu ilaçların beyin kimyanıza gerçekte ne yaptığını ve uzun vadede neden daha kötü bir prognoza yol açtığını tartışacağım..
Robert Whitaker'ın Bir Salgının Anatomisi adlı eserini ele aldığım birinci bölümde, zihinsel hastalığın beyin kimyasındaki dengesizlikten kaynaklandığı teorisinin bilimsel bir temeli olmadığını öğrendik; İkinci bölümde, çoğunlukla, hiç psikiyatrik ilaç verilmeyen hastaların, bu tür ilaçlara erken dönemde maruz kalanlardan çok daha iyi sonuçlar aldığını gösterdi. Bu üçüncü ve son bölümde, bu ilaçların beyin kimyanıza gerçekte ne yaptığını ve uzun vadede neden daha kötü bir prognoza yol açtığını tartışacağım..
Bu
süreçleri anlamak için biraz temel nörolojiye ihtiyacımız var. Bunu
basit tutmaya çalışacağım. Muhtemelen bildiğiniz gibi 'beyin, milyarlarca
nörondan' oluşur; bu 'nöronların her biri, diğer birçok nörona' bağlıdır.
Mesajlar 'nöronlar boyunca, beyne ve beyinden, sinir sinapsı veya
sinaptik yarık adı verilen küçük bir boşluktan geçerek, bir nöronun
diğerine' hareket eder. Bir nöron, sinapsa 'nörotransmitter' adı verilen
bir 'kimyasal haberci' salgılar; molekül daha sonra 'bu küçük boşluktan
geçerek, diğer taraftaki bir sonraki nörona' bağlanır ve böylece mesajını
iletir. Mesaj daha sonra 'bir sonraki sinapsa kadar, bu ikinci nöron
boyunca' devam eder ve bu böyle devam eder. İşte tipik bir 'sinir
sinapsının diyagramı'; etiketlerin çoğunu görmezden gelebilirsiniz: Böylece
mesaj, 'sarı nöron boyunca' ilerler ve nörotransmitterleri, 'sinaptik yarığa'
bırakır. Diğer tarafta, yeşil nöronun 'nörotransmitterin bağlandığı
reseptörleri' (kırmızı ovaller) vardır ve böylece 'yeşil nöron boyunca, bir
sonraki sinapsa giden bir mesaj' gönderilir ve bu böyle devam eder.
Mesaj gönderildikten sonra, nörotransmitter 'reseptörden sinapsa' geri
salınır ve burada iki şeyden biri gerçekleşir: ya başka 'bir kimyasal
madde, bir enzim', nörotransmitter üzerinde çalışmaya başlar ve onu çözer
ya da (sarı) nöron, daha sonra kullanmak üzere onu yeniden emer..
Dopamin
ve serotonin, 'akıl hastalığında' rol oynayan iki nörotransmitterdir;
dopamin 'şizofrenide', serotonin ise 'depresyonda' rol oynar. Depresyonun
düşük serotonin teorisi (Birinci Bölümde tartıştığım gibi, bilimsel
gerçeklere dayanmayan), 'depresyonun, beyindeki düşük serotonin
seviyelerinden kaynaklandığını' savunur - yani, bu 'serotonin
moleküllerinin, sinaptik aralıktan mesajı iletecek kadar az' olması..
Teorik olarak, 'iletilen serotonin mesajlarının yetersiz miktarda olması ',
sizi depresyona sokar. Ya serotonin miktarını artırarak ya da daha düşük
seviyeleri daha etkili hale getirerek, kimyasal dengesizliği teorik
olarak düzelteceğiz ve depresyonunuzu hafifleteceğiz..
"Seçici
serotonin geri alım inhibitörleri" (SSRI'ler) olarak bilinen ilaçlar
(Prozac, Zoloft, Paxil, vb. 'nin üyesi olduğu) bu dengesizliği, 'bu
yöntemlerden ikincisi ile düzelttiği' için satılmıştır. İlk (sarı)
nöronun serotonini, 'yeniden emmesini önleyerek' ve bunun yerine sinaps
içinde bırakarak, bu nörotransmitter 'kimyasal bir haberci olarak hareket
etmeye' devam edebilir ve postsinaptik (yeşil) nöronla tekrar tekrar
kenetlenebilir. Yani teoride, "normal" miktarda serotonin molekülünün
yalnızca bir kez etki edip, sonra yeniden emilmesi yerine, 'her biri
birden fazla iletişim kuran normalden daha düşük miktarda serotonin
molekülüne' sahip olursunuz. Beynin, diyelim ki, '100 serotonin mesajı'
gönderilmesi gerekiyorsa, her biri 'bir mesaj ileten, 100 serotonin
molekülünüz' veya 'mesajı iki kez ileten, 50 serotonin molekülünüz' olması arasında teorik olarak bir fark yoktur. Umarım mantıklı gelmiştir.
SSRI'ların tam olarak bunu yaptığına dair bol miktarda bilimsel kanıt var, bunlar 'serotoninin, pre-sinaptik (sarı) nöron tarafından yeniden emilimini engelleyerek, nörotransmitterin mesajını tekrar tekrar iletmesine' izin veriyor. SSRI alan kişilerin yaklaşık üçte biri için bu, 'serotonin seviyelerinin düşmediğini' bilmemize rağmen 'depresif semptomlarda, geçici bir iyileşmeye' yol açıyor (ve bu iyileşme, 'plasebo verilen kişilerden' daha iyi değil). Aksine, ilacın piyasaya sürülmesinden önce 'serotonin seviyeleri' normaldi, bu nedenle bir SSRI'ın, sinaps içindeki 'serotonin seviyelerini, normalin üzerine çıkarma etkisi' vardır. Vücut artık ihtiyaç duyduğundan fazla 'serotonin' olduğuna inandığı için, çok fazlasına ihtiyaç duymadığı için 'post-sinaptik (yeşil) nöron üzerindeki bu bağlantı noktalarından (reseptörler) bazılarını devre dışı' bırakır ve böylece 'aldığı serotonin mesajlarının sayısını' azaltır. Başka bir deyişle, 'çok fazla serotonin, kimyasal mesajı almak için daha az reseptöre' yol açar. Yani SSRI'lar, daha önce var olmayan bir 'kimyasal dengesizliğe' yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda 'vücudun bu 'dengesizliği' gidermek için kendini değiştirmesine' neden oluyor..
Daha sonra ilacı, sistemden çıkarırsanız ne olur? Yeniden emilim seviyeleri, normale döndüğünde, sinaps içindeki 'serotonin seviyeleri' önemli ölçüde düşer, ancak mesajları almak için 'daha az reseptörünüz' olur. Birçok kişinin tanıklık edeceği gibi, bu 'psikolojik bir felaket' olabilir ve vücut artık bu 'yeni doğal olmayan kimyasal "dengeyi" yeniden kurmak için bu ilaçlara ihtiyaç' duyar. Paradoksal olarak, bu birçok doktoru ve hastayı ilaçların "işe yaradığına" ikna etti: Sonuçta, 'ilaçlar olmadan, çok daha kötü' durumdaysanız, bu onların faydalı bir etkiye sahip olduğu anlamına gelmez mi? Çok daha rahatsız edici cevap hayır, 'ilaçlar, beyninizin kimyasını değiştirmiştir', böylece onlar olmadan 'yoksunluk belirtileri' yaşarsınız. Sanki ilaç endüstrisi, Amerikan Psikiyatri Birliği ile işbirliği yaparak devasa bir yeni 'ilaç bağımlısı grubu' yaratmış gibi..
Beynin yapay olarak ortaya çıkan kimyasal dengesizliğe uyum sağlama şekli diğer ilaç sınıfları için de aynıdır: 'antipsikotikler, benzodiazepinler', DEHB tedavisinde kullanılan 'uyarıcılar', vb. Bu, bu 'mucizevi ilaçları almanın, beyninizin kimyasındaki dengeyi yeniden sağladığını (tıpkı insülinin diyabetteki kimyasal açığı kapatması gibi)' tekrar tekrar duymamıza rağmen, 'akıl sağlığı sonuçlarının kötüleşmesini ve akıl hastalığına bağlı sakatlığın hızla artmasını' açıklamaya yardımcı olur. Whitaker, 'psikotrop ilaçların, akıl hastalığının tedavisinde yeri olmadığını' iddia etmiyor; bu ilaçların, 'psikotik hastaları, stabilize etmek' ve diğer bozukluklar için 'kısa süreli kullanımda yararlı olabileceğine' inanıyor. Ancak bu ilaçların 'uzun süreli kullanım' için yaygın olarak reçete edilmesi, milyonlarca kişi ve ülkemizin tamamı için tam bir felaket oldu..
SSRI'ların tam olarak bunu yaptığına dair bol miktarda bilimsel kanıt var, bunlar 'serotoninin, pre-sinaptik (sarı) nöron tarafından yeniden emilimini engelleyerek, nörotransmitterin mesajını tekrar tekrar iletmesine' izin veriyor. SSRI alan kişilerin yaklaşık üçte biri için bu, 'serotonin seviyelerinin düşmediğini' bilmemize rağmen 'depresif semptomlarda, geçici bir iyileşmeye' yol açıyor (ve bu iyileşme, 'plasebo verilen kişilerden' daha iyi değil). Aksine, ilacın piyasaya sürülmesinden önce 'serotonin seviyeleri' normaldi, bu nedenle bir SSRI'ın, sinaps içindeki 'serotonin seviyelerini, normalin üzerine çıkarma etkisi' vardır. Vücut artık ihtiyaç duyduğundan fazla 'serotonin' olduğuna inandığı için, çok fazlasına ihtiyaç duymadığı için 'post-sinaptik (yeşil) nöron üzerindeki bu bağlantı noktalarından (reseptörler) bazılarını devre dışı' bırakır ve böylece 'aldığı serotonin mesajlarının sayısını' azaltır. Başka bir deyişle, 'çok fazla serotonin, kimyasal mesajı almak için daha az reseptöre' yol açar. Yani SSRI'lar, daha önce var olmayan bir 'kimyasal dengesizliğe' yol açmakla kalmıyor, aynı zamanda 'vücudun bu 'dengesizliği' gidermek için kendini değiştirmesine' neden oluyor..
Daha sonra ilacı, sistemden çıkarırsanız ne olur? Yeniden emilim seviyeleri, normale döndüğünde, sinaps içindeki 'serotonin seviyeleri' önemli ölçüde düşer, ancak mesajları almak için 'daha az reseptörünüz' olur. Birçok kişinin tanıklık edeceği gibi, bu 'psikolojik bir felaket' olabilir ve vücut artık bu 'yeni doğal olmayan kimyasal "dengeyi" yeniden kurmak için bu ilaçlara ihtiyaç' duyar. Paradoksal olarak, bu birçok doktoru ve hastayı ilaçların "işe yaradığına" ikna etti: Sonuçta, 'ilaçlar olmadan, çok daha kötü' durumdaysanız, bu onların faydalı bir etkiye sahip olduğu anlamına gelmez mi? Çok daha rahatsız edici cevap hayır, 'ilaçlar, beyninizin kimyasını değiştirmiştir', böylece onlar olmadan 'yoksunluk belirtileri' yaşarsınız. Sanki ilaç endüstrisi, Amerikan Psikiyatri Birliği ile işbirliği yaparak devasa bir yeni 'ilaç bağımlısı grubu' yaratmış gibi..
Beynin yapay olarak ortaya çıkan kimyasal dengesizliğe uyum sağlama şekli diğer ilaç sınıfları için de aynıdır: 'antipsikotikler, benzodiazepinler', DEHB tedavisinde kullanılan 'uyarıcılar', vb. Bu, bu 'mucizevi ilaçları almanın, beyninizin kimyasındaki dengeyi yeniden sağladığını (tıpkı insülinin diyabetteki kimyasal açığı kapatması gibi)' tekrar tekrar duymamıza rağmen, 'akıl sağlığı sonuçlarının kötüleşmesini ve akıl hastalığına bağlı sakatlığın hızla artmasını' açıklamaya yardımcı olur. Whitaker, 'psikotrop ilaçların, akıl hastalığının tedavisinde yeri olmadığını' iddia etmiyor; bu ilaçların, 'psikotik hastaları, stabilize etmek' ve diğer bozukluklar için 'kısa süreli kullanımda yararlı olabileceğine' inanıyor. Ancak bu ilaçların 'uzun süreli kullanım' için yaygın olarak reçete edilmesi, milyonlarca kişi ve ülkemizin tamamı için tam bir felaket oldu..
Bazı kişilerin 'SSRI'lardan fayda gördüğü' göz önüne alındığında, 'serotoninin, depresyonda belirtilmemiş bir rol oynaması' muhtemel görünüyor; ancak, serotoninin 'yeniden emilimini önleyerek, SSRI'lar vücuttaki, onu mesaj göndermek için kullanan her nöronu etkiler ve dolayısıyla tüm sinir sistemini değiştirir — dolayısıyla tüm o kötü yan etkiler.. APA ve ilaç endüstrisi, büyük bilimsel ilerlemeler kaydettiğimize ve artık belirli zihinsel bozukluklar için belirli kimyasal dengesizlikleri düzelten ilaçlar üretebileceğimize ve böylece bir "tedavi" sağlayabileceğimize inanmak istese de, bu kesinlikle doğru değil..
Kendi Yolunuzu Bulmak: The Anatomy
of an Epidemic'te benim adaletli bir şekilde anlatabileceğimden çok
daha fazla materyal var. Lütfen Whitaker'ın kitabını okuyun. Benim
gibiyseniz, deneyim unutulmaz olacaktır."
BAZI YORUMLAR;
-----------
"Vay canına, bu korkutucu. Ve, bu ilaçların insanlar üzerindeki uzun vadeli etkilerini görmemizin belki de 20 yıl daha süreceğini düşünüyorum. Yakın ailemden 8 kişiden 5'inin bu ilaçları kullandığını kabul ettiğimde 'titriyorum' - dedikleri gibi, 'mutluluk' ilaçları. İlk başta onları 'depresyona' sokan şeyle yüzleşemedikleri için üzgünüm. Ama, içinde yaşadığımız dünya bu - acıyı maskelemek, giderek daha fazla 'şey' satın almak ve çılgınca meşgul olmak - hepsi gerçeklikten kaçınmanın yolları." -lifelong,March 26, 2011 (a)
"Bu blog ne kadar rahatsız edici olsa da söylediklerinizi okumaktan keyif aldım. Kitabı yeni sipariş ettim. Önemli bir bilgi olduğunu düşünüyorum ve paylaştığınız için mutluyum. Bu ilaçlar için en büyük ilgi çekici şey, başlangıçta biraz rahatlama sağlamaları ve sonra insanların bir tipten diğerine "SSRI dansı" yaparak ömür boyu kullanmaya devam etmeleridir. İnsanları ilaç tedavisi için doktorlara yönlendirmekten her zaman çekindim. Hızlı sonuçlar isteyen bir toplumda yaşıyoruz ve ilaçlar bazılarına bunu sağlıyor. Terapi zaman alır ve insanlar sonuçları o kadar çabuk göremeyebilir. Tekrar ediyorum, bu önemli konu hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Renee Segal." -Renee Segal,March 26, 2011 (b) " (21)
BAZI YORUMLAR;
-----------
"Vay canına, bu korkutucu. Ve, bu ilaçların insanlar üzerindeki uzun vadeli etkilerini görmemizin belki de 20 yıl daha süreceğini düşünüyorum. Yakın ailemden 8 kişiden 5'inin bu ilaçları kullandığını kabul ettiğimde 'titriyorum' - dedikleri gibi, 'mutluluk' ilaçları. İlk başta onları 'depresyona' sokan şeyle yüzleşemedikleri için üzgünüm. Ama, içinde yaşadığımız dünya bu - acıyı maskelemek, giderek daha fazla 'şey' satın almak ve çılgınca meşgul olmak - hepsi gerçeklikten kaçınmanın yolları." -lifelong,March 26, 2011 (a)
"Bu blog ne kadar rahatsız edici olsa da söylediklerinizi okumaktan keyif aldım. Kitabı yeni sipariş ettim. Önemli bir bilgi olduğunu düşünüyorum ve paylaştığınız için mutluyum. Bu ilaçlar için en büyük ilgi çekici şey, başlangıçta biraz rahatlama sağlamaları ve sonra insanların bir tipten diğerine "SSRI dansı" yaparak ömür boyu kullanmaya devam etmeleridir. İnsanları ilaç tedavisi için doktorlara yönlendirmekten her zaman çekindim. Hızlı sonuçlar isteyen bir toplumda yaşıyoruz ve ilaçlar bazılarına bunu sağlıyor. Terapi zaman alır ve insanlar sonuçları o kadar çabuk göremeyebilir. Tekrar ediyorum, bu önemli konu hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaştığınız için teşekkürler. Renee Segal." -Renee Segal,March 26, 2011 (b) " (21)
***
"Psikotropik İlaçların 12 Tehlikesi (Önemlidirler)
İsimleri bilinmese bile -psikotropik, psikiyatrik veya psikoaktif ilaçlar veya psikofarmasötikler- içerdikleri birçok ilaç sınıfı yaygın olarak bilinmektedir: "antidepresanlar, anksiyete önleyici ilaçlar, DEHB ilaçları, antipsikotikler, ruh hali dengeleyiciler, panik önleyici ilaçlar, obsesif önleyici ilaçlar, hipnotikler (sakinleştiriciler).."
Aslında, 2013 yılında 'altı Amerikalı yetişkinden biri, psikiyatrik ilaç kullandığını' bildirdi. Ve ABD nüfusunun yüzde 13'ü antidepresan kullanırken, 50 ila 64 yaş arasındaki kadınların, neredeyse dörtte biri antidepresan kullanıyor. Bunlar endişe verici istatistikler, özellikle de psikotropik ilaçların göz ardı edilen birçok tehlikesi olduğu için. Ve bu zihin ve davranış değiştirici ilaçların faydalarının, risklerinden daha ağır basıp basmadığı sorusu sorulmalı. Daha da ileri gitmek gerekirse, bu ilaçların 'geliştirilmesi ve test edilmesi' söz konusu olduğunda ilaç endüstrisinin muhtemelen etik olmayan 'mali temellerini' ve tabii ki bunları 'reçete eden klinisyenleri' sorguluyorum.
Psikotropik/Psikoaktif İlaçların 12 Tehlikesi
1. Yan Etkiler ve Çekilme Belirtileri.. Çoğu insan 'psikotropik ilaçların, potansiyel ciddi yan etkilerle' dolu bir listeye sahip olduğunun farkındadır. Ancak, klinisyenler bile risklerin buna değip değmediğini merak etmeye başlıyor. Örneğin, Danimarka'daki Kopenhag Deneme Birimi, 'depresyon ve ilgili yan etkileri' için SSRI'ları inceledi ve şu sonuca vardı: "SSRI'ların depresif semptomlar üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkileri olabilir, ancak tüm denemeler, 'yüksek önyargı riski' altındaydı ve klinik önemi şüpheli görünüyor. SSRI'lar hem ciddi hem de ciddi olmayan yan etki riskini önemli ölçüde artırır. Potansiyel küçük faydalı etkiler, zararlı etkiler tarafından ağır basıyor gibi görünüyor."
Aynı sorunları karşılaştıran, o dönemde en popüler altı antidepresan için FDA'ya sunulan çalışmaların 2002 tarihli bir incelemesi, 'yan etki riskleri ile yardımcı etkiler arasındaki ilişkiyle' ilgiliydi, çünkü bu çalışmalar karşılaştırıldığında 'ilaç tepkisinin yaklaşık %80'i, plasebo kontrol gruplarında ' tekrarlanıyordu. "İlaç ve plasebo etkileri katkısal ise, antidepresanların farmakolojik etkileri klinik olarak ihmal edilebilir düzeydedir. Katkısal değillerse, antidepresanların değerlendirilmesi için alternatif deneysel tasarımlara ihtiyaç vardır" ifadelerini kullandılar. "Tipik" yan etkilerin çoğu mutlaka doktor bakımı gerektirmez, ancak yaşam kalitesini büyük ölçüde etkileyebilir. İyi belgelenmiş bir yan etki, bazı kişilerde herhangi bir psikoaktif ilaç sınıfının kullanımı sırasında ortaya çıkan kilo alımıdır. Sadece bir antidepresan sınıfı olan SSRI'lar, 'daha önce sadece şizofreni gibi hastalıklar için antipsikotik ilaç kullanan kişilerde görüldüğü ' düşünülen 'kas ve hareket bozuklukları olan ekstrapiramidal yan etkilerle' ilişkilendirilmiştir. Aşağıda, reçeteli psikotropik ilaç sınıflarının bilinen yan etkilerini listeledim. Bunların hepsi her kategorideki her belirli ilaç sınıfına uygulanmayabilir ancak birçoğu örtüşmektedir.
Antidepresanların yan etkileri şunlardır: "Mide bulantısı, Kusma, Kilo alımı, İshal, Cinsel işlev bozukluğu (ED veya orgazma ulaşamama) Uyku hali, Ağız kuruluğu, Bulanık görme, Gastrointestinal sorunlar, Kabızlık, Döküntü, Uygunsuz antidiüretik hormon sendromu (SIADH "Syndrome of inappropriate antidiuretic hormone") Hiponatremi (tehlikeli derecede düşük sodyum seviyeleri), Galaktore ve hiperprolaktinemi (emzirmeyle ilgili sorunlar), Uzun kanama süresi ve anormal kanama, Bruksizm (anormal diş gıcırdatma veya sıkma), Saç dökülmesi, Baş dönmesi, İntihar düşünceleri ve/veya girişimleri, Yeni veya kötüleşen depresyon veya anksiyete, Huzursuzluk/huzursuzluk, Panik ataklar, Uykusuzluk, Saldırganlık, İnhibisyon kaybı (dürtü kontrolü), Mani, Akatazi, Diskinezi, Tardif diskinezi, Parkinsonizm.."
Kaygı giderici ilaçların yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Mide bulantısı, Bulanık görme, Baş ağrısı, Kafa karışıklığı, Yorgunluk, Kabuslar, Dengesizlik, Koordinasyon sorunları, Düşünme veya hatırlama zorluğu, Artan tükürük, Kas veya eklem ağrısı, Sık idrara çıkma, Bulanık görme, Cinsel istek veya yetenekte değişiklikler, Yorgunluk, Soğuk eller, Baş dönmesi veya sersemlik, Halsizlik.."
Uyarıcıların yan etkileri şunlardır: "Uykuya dalmada veya uykuda kalmada zorluk, İştahsızlık, Mide ağrısı, Baş ağrısı, Kalp sorunları veya kalp kusurları olan hastalarda ani ölüm, Yetişkinlerde felç ve kalp krizi, Artan kan basıncı ve kalp hızı, Yeni veya daha kötü davranış ve düşünce sorunları, Yeni veya daha kötü bipolar hastalık, Yeni veya daha kötü agresif davranış veya düşmanlık.. Çocuklarda ve ergenlerde yeni psikotik semptomlar (sesler duyma, doğru olmayan, şüpheli şeylere inanma gibi) veya yeni manik semptomlar.. Parmakların veya ayak parmaklarının uyuşuk, soğuk, ağrılı hissedebileceği ve/veya soluktan maviye, kırmızıya renk değiştirebileceği Raynaud fenomeni de dahil olmak üzere periferik vaskülopati.. Motor tikler veya sözel tikler (ani, tekrarlayan hareketler veya sesler) "Düz" görünme veya duygusuz görünme gibi kişilik değişiklikleri.."
Antipsikotiklerin yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Huzursuzluk, Kilo alımı (bazı atipik antipsikotik ilaçlarda risk daha yüksektir), Ağız kuruluğu, Kabızlık, Mide bulantısı, Kusma, Bulanık görme, Düşük tansiyon, Tikler ve titremeler gibi kontrol edilemeyen hareketler (tipik antipsikotik ilaçlarda risk daha yüksektir), Nöbetler, Enfeksiyonlarla savaşan beyaz kan hücrelerinin sayısının düşük olması, Katılık, Kalıcı kas spazmları, Titreme, Huzursuzluk, Geç diskinezi, Akatizi, Parkinsonizm.."
Ruh hali dengeleyicilerinin (mood stabilizers) yan etkileri şunlardır: "Kaşıntı, döküntü, Aşırı susama, Sık idrara çıkma, Ellerde titreme, Mide bulantısı ve kusma, Geveleyerek konuşma, Hızlı, yavaş, düzensiz veya çarpan kalp atışı, Bayılmalar, Görmede değişiklikler, Nöbetler, Halüsinasyonlar (var olmayan şeyleri görme veya sesler duyma), Koordinasyon kaybı, Gözler, yüz, dudaklar, dil, boğaz, eller, ayaklar, ayak bilekleri veya alt bacaklarda şişme.."
Antikonvülzanların (ruh hali dengeleyicileri olarak kullanılır) yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Baş ağrısı, İshal, Kabızlık, İştahta değişiklikler, Kilo değişiklikleri, Sırt ağrısı, Huzursuzluk, Ruh hali değişimleri, Anormal düşünme, Vücudun bir bölümünün kontrol edilemeyen titremesi, Koordinasyon kaybı, Gözlerin kontrol edilemeyen hareketleri, Bulanık veya çift görme, Kulaklarda çınlama, Saç dökülmesi.. Karaciğer veya pankreasta hasara neden olur, bu nedenle ilacı kullanan kişiler düzenli olarak doktorlarına görünmelidir.. Ergenlik çağındaki kızlarda polikistik over sendromuna (doğurganlığı etkileyebilen ve adet döngüsünü düzensiz hale getirebilen bir hastalık) yol açabilecek testosteron seviyelerini artırabilir.."
Bu ilaçlardan birini kullanan 'herkesin, yan etki yaşamayacağını' belirtmek önemlidir. Ancak, görebileceğiniz gibi, bunlar alınacak aşırı risklerdir, özellikle de bu ilaçların en azından bazılarının 'etkisinin %90'ının, plasebo (veya diğer tedavi) ile kopyalanabileceği' düşünüldüğünde..
2. Artan İntihar Riski.. SSRI'ların ortaya çıkmasından sonraki birkaç yıl boyunca, bu ilaçların sahibi olan ilaç şirketleri, bu ilaçlarla bağlantılı intihar raporlarının 'yanlış olduğunu ve yalnızca bu kişilerin ilacı kullanmaya başlamadan önce depresyonda olmaları ve depresyonun, 'kendi hayatlarına son vermelerine' yol açtığı gerçeğine bağlandığını' iddia ettiler. Son olarak, GlaxoSmithKline'ın Mayıs 2006'da yayınladığı "Sayın Sağlık Profesyoneli" mektubunda, bir SSRI olan paroksetinin, özellikle gençlerde 'intihar riskini potansiyel olarak kötüleştirebileceği' kabul edildi. Bu mektup, SSRI'larda artan intihar riskiyle ilgili birçok 'dava, duruşma ve mücadeleden' sonra geldi. Ne yazık ki, kanıtlar en azından 'bazı ilaç üreticilerinin 1980'ler kadar erken bir tarihte, bu risklerin farkında olduğunu' gösteriyor. Fluoksetin markalarının üreticisi olan Eli Lilly'nin, ilacın, bazı hastalarda 'hem intihar düşüncelerine hem de şiddet içeren davranışlara' neden olma eğilimine ilişkin belgeleri "kaybettiği" bulundu. Bu belgeler, üreticinin, 'şiddete başvurmadan kısa bir süre önce, ilacı almaya başlayan bir işyeri katili olan' Joseph Wesbecker hakkında danışıldığı ilgili bir davada saklandı.
Harvard Psikiyatri Bölümü'nde 1990 yılında yapılan bir çalışmada, 'fluoksetin reçetesi almaya başladıktan sonra, intihar düşünceleri geliştiren altı hasta' takip edildi; bu hastaların hiçbiri, 'ilaca başlamadan önce, bu fenomeni' yaşamamıştı. 1991 yılında Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) depresyon için yakın zamanda' fluoksetin reçete edilen iki kadında, intihar davranışının gelişimini' anlatan bir rapor yayınlandı; bu hastalarda 'intihar düşünceleri, ilaç kesildikten kısa bir süre sonra', sona erdi. Aynı yıl, 10-17 yaş arasındaki altı ergen hasta, OKB için 'fluoksetin rejimine başladıktan sonra, intihar düşünceleri' geliştirdi. Hastalardan dördü, 'ilaç almadan önce, bu düşüncelere sahip olduklarını' bildirdi.
2000 yılında Birincil Bakım Psikiyatrisi'nde (Primary Care Psychiatry) yayınlanan bir çalışmada, sertralin (bir SSRI) ile reboksetin (bir SNRI) karşılaştırılan bir deneyde sadece '20 çalışma katılımcısından, ikisinin intihar ettiği' şaşırtıcı bir şekilde fark edildi. İntiharların, her iki hastada da 'akatizi (hareket bozukluğu) ve disinhibisyon' görülmeye başladıktan kısa bir süre sonra gerçekleştiğini belirttiler.
CNN, 2005 yılında 'fluoksetin ile intihar arasındaki bağlantıyı' bildiren ilk büyük haber ağı oldu ve "Prozac Belgeleri"ni yayınladı. Bu, FDA'nın 2004 yılında tüm antidepresan reçetelerine eklenmesi gereken bir "kara kutu uyarısı" yayınlamasından kısa bir süre sonraydı ve bu ilaçların '18 yaşın altındaki hastalarda, intihar riskini artırabileceğini' belirtti. Kara kutu uyarıları, FDA'nın ilaç etiketlerinde zorunlu tuttuğu en güçlü uyarı türüdür. Daha fazla araştırma yayınlandıkça, FDA bu kez 2007'de uyarıyı değiştirerek 24 yaşına kadar olan hastalar için aynı uyarıyı yansıttı.
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health", ABD Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı'nın bir parçası) bu konuyu web sitesinde ele alıyor ve SSRI'lar üzerine yapılan bir FDA incelemesini ele alıyor. Bu incelemede 'çocukların ve ergenlerin, plasebo kullanan hastalara göre intihar girişiminde bulunma olasılıklarının, yaklaşık iki kat daha fazla olduğu' belirtiliyor. NIMH ayrıca bu ilaçları kullanan tüm hastaların, 'intihar düşüncelerini, derhal doktorlarına bildirmelerini' öneriyor. Başka bir çalışmada, bu özel denemedeki çocukların 'antidepresan kullanırken, antidepresan kullanmayanlara göre intihar girişiminde bulunma olasılıklarının yalnızca 1,5 kat daha fazla olduğu' bildirilirken, 'antidepresan kullananların, intihar girişiminde bulunma olasılıklarının 15 kat daha fazla olduğu' gözlemlendi.
Ancak risk altında olan sadece çocuklar değil. Antidepresanlar ve intihar düşünceleri üzerine yapılan iki önemli analiz, 'yetişkinlerin de, artmış risk altında olduğunu' buldukları için bu kara kutu uyarılarının tüm hastalara genişletilmesini önerdi; tıpkı çocuklar ve ergenler gibi belki de risk, iki katına çıktı..
Raporlardan biri, incelenen denemelerin, 'akıl hastalığı öyküsü olmayan sağlıklı yetişkinlerin, ilaçları bırakırken ve düşünce sırasında intihar ve şiddet düşünceleri geliştirdiğini' bile belirtti! Bazı kanıtlar, antidepresanlar veya diğer psikotropik ilaçlar için 'yeni bir reçeteye başladıktan sonraki dört hafta boyunca, riskin en yüksek olduğu' yönündedir; bu, Gaziler İşleri Bakanlığı'na göre, psikoaktif ilaçlarla tedavi gören gaziler için ezici bir şekilde 'en sık intihar zamanı ile ilişkili' bir zaman dilimidir. 2008'de FDA, antikonvülzanlar (epilepsi ve bazen anksiyeteyi tedavi etmek için kullanılır) hakkında hastalarda 'intihar düşünceleri riskini muhtemelen artırdığını' bildiren bir uyarı yayınladı.
Sakinleştirici ve hipnotik kimyasalların (anksiyete giderici ilaçlar, alkol ve diğer depresif maddeler dahil) ve bunların 'intihar riskiyle bağlantısının' incelenmesi, 'bu maddelerin, anksiyetesi olan deneklerde intihar riskini kesin olarak artırdığını' söyleyemeseler de, hastaların belki de yüzde beşinde 'depresif semptomlara ve inhibisyon bozukluğuna' neden olduğu sonucuna varmıştır. Bu semptomlardan ikincisi, psikoaktif ilaçlar kullanan hastalarda 'intihar düşüncesinin olası bir öncüsü' olarak yukarıda belirtilenlerden biridir. Şizofreniyi tedavi etmek için kullanılanlar gibi antipsikotik ilaçlar, 'plasebodan daha fazla intihar riskini artırmıyor' gibi görünmektedir.
3.Kalp Sorunları.. Kalp rahatsızlığının belirtileri, 'tüm antidepresan sınıfları ve bazı antipsikotik ilaçlar' dahil olmak üzere birçok psikotropik ilacın yaygın yan etkileridir. SSRI'lar, bu tür ilaçlar arasında kalp sorunları için en az riski taşıyor gibi görünse de bazen 'kalp işlev bozukluğuyla' ilişkilendirilir. Psikotropik ilaçlar alan kişilerde ani kardiyak ölüm (SCD "sudden cardiac death") için üç risk faktörü, fizyolojik faktörler (örneğin, çok aktif bir kişinin düşük kalp hızı), fizyopatolojik (karaciğer yetmezliği veya hipotiroidizm gibi eş zamanlı semptomlar) ve 'ilaçların, diğer ilaçlarla etkileşime girdiği' durumlarda "terapötik" olarak tanımlanabilir. Bu ilaçları alan kalp hastalığı teşhisi konan hastalarda ani kardiyak ölüm riski önemli ölçüde yüksektir.
4.Gebelik ve Doğum Komplikasyonları.. PLoS One'da 2012 yılında yapılan bir incelemede, özellikle 'erken gebelikte, psikotropik ilaçlar reçete edildiğinde, kadınların gebelik ve doğum komplikasyonları' yaşama olasılığının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Listelenen komplikasyonlar arasında "düşük, perinatal ölüm (ölü doğum ve doğumdan sonraki ilk 7 gün içinde ölüm) ve gebeliği sonlandırma" olasılığının daha yüksek olması yer almaktadır. Bipolar bozukluğu (manik depresyon), şizofreni ve diğer tüm psikotik bozuklukları olan kadınlar, durumlarının doğası gereği hariç tutulmuş ve yalnızca depresyon ve anksiyete tedavisi gören hastalar bırakılmıştır. Antidepresanlar, gebelik üzerindeki etkileri nedeniyle gözlemlenen psikoaktif ilaçların önemli bir sınıfıdır. SSRI'lar (daha yeni antidepresanlar), trisiklik antidepresanlara (TCA's "tricyclic antidepressants") göre 'daha az gebelik ve doğum riski' ile ilişkilendirilirken, birden fazla kaynak, antidepresan kullanan kadınlarda, hiç maruz kalmamış olanlara kıyasla 'daha sık "büyük malformasyonlar" meydana geldiğini' bildirmektedir. Düşük oranı, maruz kalmayan annelerde yüzde 7,8 iken, maruz kalan annelerde yüzde 14,8'e yakın bir oranda iki katına çıkıyor.
2010 yılında, 14.821 kadın ve toplam 15.017 bebek dahil olmak üzere İsveç Doğum Kaydı'nın kapsamlı bir incelemesi, antidepresan tedavisi ile şunlar arasında bir ilişki buldu: "Daha yüksek oranda indüklenmiş ve sezaryen doğum, Artmış erken doğum oranı, önceden var olan diyabet, kronik hipertansiyon, bebeklerde konjenital kalp defektleri, hipospadias, Daha yüksek konjenital malformasyon oranı (sadece TCA'larda)"
Araştırmacılar şu sonuca vardı: "Gebelikte ve yenidoğanlarında, antidepresan kullanan kadınlarda 'patoloji' arttı. Bunun ne kadarının 'ilaç kullanımından veya altta yatan patolojiden' kaynaklandığı net değil. TCA kullanımının, diğer antidepresanlara göre 'daha yüksek risk' taşıdığı bulundu ve 'paroksetinin, belirli bir teratojenik özellik ile ilişkili olduğu' görülüyor [fetal gelişimde sorunlara neden olabilen bir ajan]."
Bunun bir nedeni, en azından SSRI'lar açısından, ilaçların embriyonik ve fetal gelişimde SERT (Serotonin transporter) işlevini etkileme şeklidir. Serotonin taşıyıcısı olan SERT, 'duygusal rahatsızlık modellerinin' önemli bir parçasıdır. Hayvan araştırma modelleri, 'doğmamış bir çocuğun SERT'inin rahimdeyken, SSRI'lar tarafından bozulmasının, ilaçların neden olabileceği 'epigenetik değişimler' nedeniyle çocuğun, yetişkin yaşamında 'psikiyatrik sorunlara' katkıda bulunabileceğini' öne sürmektedir. 2005 yılında, paroksetinin ana markası, 'doğum kusurları' konusunda uyarı içeren bir FDA uyarısını ambalaj üzerinde listelemek zorundaydı.
Bebekler, SSRI'lardan başka şekillerde de etkilenebilir. Örneğin, yenidoğanların 'rahimde, SSRI'lara maruz kaldıktan sonra, doğumdan 48 saat sonra yoksunluk belirtileri yaşayabileceği' belgelenmiştir. Kanada Sağlık Bakanlığı (bir hükümet kuruluşu), 2006 yılında 'hamile anneler tarafından alınan SSRI'ların, yenidoğanlarda 'ciddi bir akciğer rahatsızlığının' gelişmesiyle bağlantılı olduğu' konusunda tüketicilere bir uyarı yayınladı. Gebeliğin son dönemlerinde SSRI'lara maruz kalan bebekler, 'anneden çocuğa normal dolaşım geçişinin doğru şekilde gerçekleşmemesi ve aşırı düşük kan oksijen seviyelerine' neden olması durumunda ortaya çıkan yenidoğanın 'kalıcı pulmoner hipertansiyonu (PPNH "persistent pulmonary hypertension of the newborn")' açısından da artan bir risk altındadır.
Psikotrop ilaçların diğer tehlikeleri de 'gebelik ve doğumla' ilgili sorunlarla bağlantılıdır, ancak araştırmalarda sular bazen bulanıklaşır çünkü 'bipolar bozukluk ve şizofreni' gibi bazı ciddi psikiyatrik durumlar, 'hem ilaç kullanılmadığında hem de potansiyel olarak ilaçla kötüleştiğinde', bu komplikasyonların riskleriyle ilişkilidir.
Ruh hali dengeleyicilerle ilgili olarak, Yeni Zelanda Psikiyatri Dergisi'nde (New Zealand Journal of Psychiatry) yayınlanan 2010 tarihli bir çalışma incelemesi, gebelikte en sık kullanılan dört ruh hali dengeleyiciden herhangi birine maruz kalmanın, 'daha yüksek doğum kusuru oranları ve diğer gebelik/yenidoğan sorunlarıyla' ilişkili olduğunu bulmuştur. Valproik asit gibi belirli bir ilacın, bu çocuklarda ortalamanın altında 'gelişimsel sonuçlarla' ilişkili olabileceğini öne süren sınırlı kanıt vardı. Emzirme döneminde, başta lityum olmak üzere ruh hali dengeleyicilerin kullanımı tehlikeli olabilir; çünkü 'ilacın, bebeğe geçmesi lityum zehirlenmesine' yol açabilir.
SSRI'lara ve benzodiazepinlere maruz kalan bebeklerin, doğumdan sonra 'ilaç yoksunluğu semptomlarıyla' karakterize edilen bir tür 'neonatal yoksunluk sendromu (NAS "neonatal abstinence syndrome")' yaşama olasılıkları yaklaşık üç kat daha fazla gibi görünüyor. Sonuçlar paroksetin ve klonazepam birlikte reçete edildiğinde en kötüydü. NAS ayrıca 'yasadışı psikoaktif ilaçlara bağımlı annelerden doğan bebeklerde' de sıklıkla görülür. Antipsikotiklere gelince, araştırma biraz belirsizdir.
151 doğumun incelendiği 2005 tarihli bir çalışma, atipik (2. nesil) antipsikotik kullanan kadınlar ile ilaç kullanmayan annelerden oluşan bir kontrol grubu arasında doğum kusurlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulamadı, ancak ilaçlar 'düşük doğum ağırlıklarıyla' ilişkili gibi görünüyordu. Bununla birlikte, 2008'de tamamlanan 570 doğum için bir gözlemsel çalışma, 'tüm antipsikotik ilaçların, majör malformasyon riskinin daha yüksek olmasıyla' ilişkili olduğunu ve hiçbir spesifik ilacın daha fazla veya daha az olası olmadığını buldu. Yazarlar ayrıca bu ilaçların, hamile annenin 'gebelik diyabeti' geliştirme riskini neredeyse iki katına çıkardığını ve 'sezaryenle doğum yapma' riskinin yüzde 40 arttığını belirttiler.
Yine 2008'de yayınlanan bir inceleme, doğum ve gebelik komplikasyonları riskinin arttığını doğruladı. Yazar, 'atipik antipsikotiklerin, gebelik diyabeti riskinin daha yüksek olduğunu' buldu ve yukarıdaki 2005 çalışmasına karşı çıkarak, ' bu 2. nesil antipsikotiklere maruz kalan bebeklerde, normalden daha yüksek doğum ağırlıkları olduğunu' belirtti.
Çoğu insan yasadışı psikotropik ilaçların bebekler üzerindeki etkisinin farkında olsa da, rahimde 'tütün, kokain, esrar ve diğer birçok yasadışı psikotropik ilaca' maruz kalmanın, çocukların ileriki yaşamlarında gelişimsel sorunlarla' bağlantılı olduğu söylenmelidir, ancak 'erken merkezi sinir sistemi semptomlarının' çoğu yaşamın ilk yılında azalır...
5. Şiddet İçeren Davranış.. Kasım 2002'de FOXNews muhabiri Douglas Kennedy, 'antidepresanlar ve DEHB ilaçları ile şiddet içeren davranış arasındaki bağlantı' hakkında üç bölümlük bir dizi yayınladı. Sonraki on beş yıl boyunca, kamuoyuna gençlerin, 'şiddet içeren eylemlerde bulunduğu, çoğunlukla okul saldırıları gerçekleştirdiği' birçok hikayeyi anlattı. Daha sonra Kongre, bu iddiaları ve birçok araştırma kuruluşunu araştırmaya başladı. Sonuçların çoğu şaşırtıcıydı.
- DEHB için reçete edilen bir uyarıcı olan atomoksetin üzerine yapılan bir çalışmada çocuk ve ergen deneklerin %33'ü "aşırı sinirlilik, saldırganlık, mani veya hipomani" sergiledi.
- Avrupa İlaç Ajansı 2005 yılında antidepresan kullanan çocuklarda ve ergenlerde, 'intiharla ilişkili davranış ve saldırganlık/düşmanlığın, plasebo kullananlara göre daha yaygın olduğunu' belirten bir basın bülteni yayınladı.
- İlaç şirketleri ile psikiyatri alanı arasındaki kabul edilemez işbirliği konusunda açık sözlü bir psikiyatrist olan Dr. David Healy, mahkemede bilirkişi olarak çağrıldığı 'birkaç şiddet vakasını ve Joseph Wesbecker davası' gibi diğerlerini inceledi. Kategorik olarak şöyle diyor: "Hem klinik deney hem de farmakovijilans verileri, 'bu ilaçlar ile şiddet içeren davranışlar arasında olası bağlantılar olduğunu' gösteriyor... Burada bildirilen 'antidepresan tedavisinin, saldırganlık ve şiddetle ilişkisi', daha fazla klinik deney ve epidemiyolojik veri gerektiriyor."
- Antidepresanlar üzerine yayımlanmış 130 çalışmanın incelendiği bir çalışmada, psikolojik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı yetişkinlerde, 'SSRI'ları kullanırken ve/veya bırakırken, hem intihar davranışı hem de şiddete başvurma' riskinin iki kat arttığı bulundu. Bu arada, sınırlı kanıtlar potansiyel olarak zıt bir sonuca işaret ediyor. Özellikle İsveç, serbest bırakılan mahkumların psikotropik ilaç kullanırken şiddet içeren tekrar suç işleme oranının daha düşük olduğunu buldu.
6. Kötüleşen Akıl Hastalığı.. Evet, doğru okudunuz. Psikotrop ilaçların aslında 'ruhsal hastalık teşhislerinin artmasına ve durumu kötüleştirmesine' katkıda bulunması mümkündür. Robert Whitaker, bunun nasıl olabileceğini Bir Salgının Anatomisi: Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalıklarının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) adlı makalesinde açıklıyor. Bu çalışmanın temel varsayımlarından biri, çürütülmüş "kimyasal dengesizlik (chemical imbalance)" teorisinin, 'var olmayan bir sorunu düzeltmeye çalışan ve böylece beyin kimyasını değiştiren ve çeşitli akıl hastalıklarının semptomlarını kötüleştiren ilaçların geliştirilmesine' yol açmış olmasıdır. Whitaker, ünlü Harvard beyin araştırma bilimcisi Steven Hyman, MD tarafından verilen açıklamayı, 'antidepresanların, kaygı giderici ilaçların ve antipsikotiklerin, aslında ilk başta bozulmamış olan nörotransmitter işlevini bozduğunu' açıklayarak özetliyor. İnsan beyni bu değişikliklere uyum sağladığında, beyin hücrelerinin 'birbirlerine sinyal gönderme biçimini ve genlerin ifade edilme biçimini' değiştirir. Bir kişinin beyni, "normal durumdan hem niteliksel hem de niceliksel olarak farklı" bir şekilde çalışmaya başlar. Kısacası, psikiyatrik ilaçlar "bir patolojiye [vurgular eklendi] neden olur."
Nöroleptiklerin (antipsikotikler), SSRI'ların ve benzodiazepinlerin geliştirilmesi boyunca, bu ilaçların aslında 'sadece kısa vadede etkili olabileceği, ancak zamanla sorunları daha da kötüleştirebileceği' ihtimalini işaret eden çeşitli çalışmalar yürütüldü ve gözlemler yapıldı. Whitaker, sonucunu göstermek için antipsikotik aldıktan sonra plasebo alan karşılaştırmalı deneklere göre çok daha kötü sonuçlar alan birçok ilaç çalışması denek örneği kullanır. Psikoaktif ilaçların aşırı reçetelenmesinin bir diğer eleştirmeni de bilimsel bir dergi olan Psikoterapi ve Psikosomatik'in (Psychotherapy and Psychosomatics) baş editörü Giovanni Fava'dır. Fava, antidepresanların uzun vadeli kullanımıyla ilgili endişesini ilk olarak 1994'te dile getirerek, bunların "depresyona karşı biyokimyasal duyarlılığı artırabileceğini ve uzun vadeli sonuçlarını ve semptomatik ifadesini kötüleştirebileceğini" iddia etti. 2011 yılında mevcut bilimi tekrar gözden geçirerek 'antidepresanların, zamanla depresyonu nasıl kötüleştirebileceğine' dair birkaç önemli keşfi detaylandırdı, bunlar arasında şunlar yer alır:
- Antidepresanlar, altı ay sonra artık hastaları, plaseboya kıyasla depresyon semptomlarından koruyamaz.
- Hastalar bir antidepresandan diğerine geçirildiğinde, hastaların 'remisyonda kalma' olasılığı düşüktür, 'yeni ilacı tolere etme' olasılıkları düşüktür ve 'nüksetme' olasılıkları çok yüksektir.
- Antidepresanlar, bipolar bozukluğa yol açan 'manik semptomların' gelişimiyle ilişkilidir.
1975'te yayınlanan bir inceleme, 'uzun süredir akıl hastalığı olan ve akıl hastanelerine ve toplum temelli akıl sağlığı merkezlerine yatırılan hastalarla' ilgili iki ayrı beş yıllık takip çalışmasının sonuçlarına baktı. İlk çalışma hiçbir psikotropik ilaç kullanımını içermezken, ikinci çalışma tedavinin temel ilkesi olarak ilaç tedavisini içeriyordu. Buldukları karşısında biraz şaşıran yazar şunları söyledi: "Karşılaştırmanın beklenmedik bulgularından biri, bu ilaçların vazgeçilmez olmayabileceği; aslında taburcu edilen bazı hastaların sosyal bağımlılığını uzatabileceği önerisidir."
Whitaker'ın "kimyasal dengesizlik (chemical imbalance)" mitinin, bu 'zihinsel hastalığın kötüleşmesini sürdürdüğü' teorisi, iki çalışmada hastalara 'depresyonlarının, basit bir kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını' söylemenin, 'açıklama yapılmaması veya "biyopsikososyal model" anlamına gelen biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin tümünün depresyona, karmaşık ve genellikle tanımlanamayan şekillerde katkıda bulunduğu' şu anda kabul görmüş teoriyi etkilemesini incelemiştir.
Her iki çalışmada da kimyasal dengesizlik açıklamasının, 'depresif hastaların sıklıkla durumları için hissettikleri suçluluk duygusunu iyileştirmediği, ancak hastanın psikoterapi yoluyla sorunlarını düzeltmek için çalışma algısını kötüleştirdiği ve bunun etkisiz olacağına inandıkları' bulunmuştur. Bu hastalar, ezici bir çoğunlukla 'terapi' yerine, 'ilaç' talep etmiş ve uzun vadeli prognozlarının, 'açıklama yapılmayan veya biyopsikososyal model verilenlerden' daha kötü olmasını beklemişlerdir.
7. Araba Kazaları.. Kulağa tuhaf gelebilir, ancak antidepresanlar, benzodiazepinler ve Z ilaçları (uykusuzluk tedavisinde kullanılan benzodiazepin agonistleri) kullanan kişilerin, çok sayıda çalışmaya göre 'motorlu taşıt kazası geçirme' olasılığı çok daha yüksektir. Bu sonuçlar özellikle 65 yaş üstü kişiler için geçerlidir ve bu ilaçların daha yüksek dozlarında durum daha da kötüleşir.
8. Zayıf Bağışıklık Fonksiyonu.. MDMA (ecstasy) ve kokain almanın yanı sıra 'Antidepresanların, bağışıklık sisteminizi değiştirmesi ve baskılaması' mümkündür. 2003 yılında yapılan bir deneyde fluoksetin ve benzerleri en olası suçlulardan bazıları olarak adlandırılmıştır. Bunun nedeni 'antidepresanların, serotonin ve nörotransmitterleri etkileme şekli' olabilir. Bir antidepresan kullandığınızda 'serotonin, sinir bağlantılarında' daha uzun süre kalır. Bu, bağışıklığı etkileyen 'hücre sinyallemesine' müdahale eder ve enfeksiyonla savaşan 'T hücrelerinin büyümesini' engeller.
9. İlaç Kötüye Kullanımı ve Bağımlılığı.. Bazı kişilerde 'yasal psikotropik ilaçlar, daha yüksek oranda yasadışı uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığı' ile ilişkilendirilir. Örneğin, 2000 yılında Avustralya'da yapılan bir araştırma, TCA'lar (TCA -"trisiklik antidepresan"), 'eroin kullanıcılarına reçete edildiğinde, daha fazla kullanıcının aşırı doz aldığını' buldu. Çalışmanın yazarları ayrıca, IV (damar içi) uyuşturucu kullanıcılarının çoğunun, çalışma sırasında 'reçeteli antidepresanlar da aldığını' belirtti.
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'ne (National Institute of Mental Health) göre "kaygı önleyici" ilaçlar, 'alışkanlık' oluşturur ve bağımlılıktan kaçınmak için yalnızca 'kısa süreler' alınmalıdır. Birçok kişi ayrıca eğlence amaçlı "faydaları" için yasadışı olarak reçeteli ilaçlar kullanır ve dağıtır. Örneğin, metilfenidat genellikle 'narkolepsi' için reçete edilen bir uyarıcıdır. Bu ilaç, genellikle kötüye kullanılır çünkü çekildiğinde, kokain benzeri etkiler yaratır. Ayrıca, yüksek stresli iş veya okul ortamlarında çalışan kişilerin, yoğun programlara ayak uydurmak için reçete edilmese bile, 'amfetamin ve popüler bir DEHB uyarıcısı olan dekstroamfetamin aldığını' duymak da yaygındır. Ve ecstasy, kokain veya metamfetamin gibi sert yasadışı uyuşturucuların kullanımının son derece yıkıcı bağımlılık ve kötüye kullanımla ilişkili olduğunu söylemeye bile gerek yok..
10. Cinsel İşlev Bozukluğu.. Birçok psikotropik ilacın yan etkisi olarak adlandırılan 'iktidarsızlık' gibi cinsel işlev bozuklukları, özellikle antidepresanlar söz konusu olduğunda, daha önce düşünülenden daha yaygın olabilir. Bir çalışma, katılımcıların %59'unun çalışma süresi boyunca bir tür cinsel işlev bozukluğu bildirdiğini buldu. 2009'da yayınlanan bir meta-analiz, mevcut iyi tasarlanmış çalışmalara dayanarak, 'antidepresan kullanan kişilerin, %25,8 ila %80,3'ünün cinsel işlev bozukluğu yaşayabileceğini' keşfetti.
11. Meme Kanseri Riskinin Artması.. Çelişkili raporlar, 'antidepresanların uzun süre kullanılmasının, meme kanseri geliştirme' riskinin artmasıyla ilişkili olabileceğini öne sürüyor. 2000 yılında yapılan bir çalışmada, TCA'lar ve belirli bir SSRI olan paroksetin kullanan kişilerin 'ilacı, iki yıldan uzun süre kullandıklarında, meme kanseri riskinin arttığı' iddia edildi. 2003 yılında yapılan bir incelemede, 'antidepresanların bir bütün olarak meme kanseri riskine katkıda bulunduğuna' dair yeterli kanıt bulunmadığı, ancak 'uzun süreli SSRI kullanımının, daha fazla vakaya yol açabileceği' belirtildi. Daha sonra, 2005 yılında yayınlanan bir inceleme bunu çürüttü ve sonuçlarının SSRI'lar alındığında meme kanseri riskinde, istatistiksel olarak anlamlı bir fark görmediklerini söyledi.
12. Diyabet.. On yıldan uzun bir süredir, şizofreni ve ilgili psikozlar gibi ciddi ruhsal hastalıkları tedavi etmek için kullanılan 'psikoaktif ilaçların, diyabetle bağlantılı olabileceğinden' şüphelenilmektedir. Araştırmacılar 2008'de mevcut verileri incelediler ve 'ciddi ruhsal hastalık ile diyabet gelişimi' arasında bir korelasyon olmadığını, ancak kullanılan ilaç tedavisi arasında potansiyel olarak önemli bir bağlantı olduğunu buldular. En az bir çalışma, 'antipsikotik olanzapini, doğrudan diyabet semptomlarının daha sık görülmesiyle' ilişkilendirmiştir.
Rebekah Edwards, Nashville, TN'de yaşayan bir yazar ve editördür. Trevecca Nazarene Üniversitesi'nden psikoloji alanında lisans derecesiyle mezun olduktan sonra, kapsamlı araştırmalar yoluyla yaygın sağlık konularının ardındaki karmaşıklıkları çözmeye karşı bir sevgi geliştirdi. Ayrıca düzenleyici uyumluluk yönergelerini uygulamaktan ve okuyucular için eğitimi mümkün olduğunca erişilebilir ve tarafsız hale getirmenin yollarını belirlemekten hoşlanıyor." (54)
İsimleri bilinmese bile -psikotropik, psikiyatrik veya psikoaktif ilaçlar veya psikofarmasötikler- içerdikleri birçok ilaç sınıfı yaygın olarak bilinmektedir: "antidepresanlar, anksiyete önleyici ilaçlar, DEHB ilaçları, antipsikotikler, ruh hali dengeleyiciler, panik önleyici ilaçlar, obsesif önleyici ilaçlar, hipnotikler (sakinleştiriciler).."
Aslında, 2013 yılında 'altı Amerikalı yetişkinden biri, psikiyatrik ilaç kullandığını' bildirdi. Ve ABD nüfusunun yüzde 13'ü antidepresan kullanırken, 50 ila 64 yaş arasındaki kadınların, neredeyse dörtte biri antidepresan kullanıyor. Bunlar endişe verici istatistikler, özellikle de psikotropik ilaçların göz ardı edilen birçok tehlikesi olduğu için. Ve bu zihin ve davranış değiştirici ilaçların faydalarının, risklerinden daha ağır basıp basmadığı sorusu sorulmalı. Daha da ileri gitmek gerekirse, bu ilaçların 'geliştirilmesi ve test edilmesi' söz konusu olduğunda ilaç endüstrisinin muhtemelen etik olmayan 'mali temellerini' ve tabii ki bunları 'reçete eden klinisyenleri' sorguluyorum.
Psikotropik/Psikoaktif İlaçların 12 Tehlikesi
1. Yan Etkiler ve Çekilme Belirtileri.. Çoğu insan 'psikotropik ilaçların, potansiyel ciddi yan etkilerle' dolu bir listeye sahip olduğunun farkındadır. Ancak, klinisyenler bile risklerin buna değip değmediğini merak etmeye başlıyor. Örneğin, Danimarka'daki Kopenhag Deneme Birimi, 'depresyon ve ilgili yan etkileri' için SSRI'ları inceledi ve şu sonuca vardı: "SSRI'ların depresif semptomlar üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkileri olabilir, ancak tüm denemeler, 'yüksek önyargı riski' altındaydı ve klinik önemi şüpheli görünüyor. SSRI'lar hem ciddi hem de ciddi olmayan yan etki riskini önemli ölçüde artırır. Potansiyel küçük faydalı etkiler, zararlı etkiler tarafından ağır basıyor gibi görünüyor."
Aynı sorunları karşılaştıran, o dönemde en popüler altı antidepresan için FDA'ya sunulan çalışmaların 2002 tarihli bir incelemesi, 'yan etki riskleri ile yardımcı etkiler arasındaki ilişkiyle' ilgiliydi, çünkü bu çalışmalar karşılaştırıldığında 'ilaç tepkisinin yaklaşık %80'i, plasebo kontrol gruplarında ' tekrarlanıyordu. "İlaç ve plasebo etkileri katkısal ise, antidepresanların farmakolojik etkileri klinik olarak ihmal edilebilir düzeydedir. Katkısal değillerse, antidepresanların değerlendirilmesi için alternatif deneysel tasarımlara ihtiyaç vardır" ifadelerini kullandılar. "Tipik" yan etkilerin çoğu mutlaka doktor bakımı gerektirmez, ancak yaşam kalitesini büyük ölçüde etkileyebilir. İyi belgelenmiş bir yan etki, bazı kişilerde herhangi bir psikoaktif ilaç sınıfının kullanımı sırasında ortaya çıkan kilo alımıdır. Sadece bir antidepresan sınıfı olan SSRI'lar, 'daha önce sadece şizofreni gibi hastalıklar için antipsikotik ilaç kullanan kişilerde görüldüğü ' düşünülen 'kas ve hareket bozuklukları olan ekstrapiramidal yan etkilerle' ilişkilendirilmiştir. Aşağıda, reçeteli psikotropik ilaç sınıflarının bilinen yan etkilerini listeledim. Bunların hepsi her kategorideki her belirli ilaç sınıfına uygulanmayabilir ancak birçoğu örtüşmektedir.
Antidepresanların yan etkileri şunlardır: "Mide bulantısı, Kusma, Kilo alımı, İshal, Cinsel işlev bozukluğu (ED veya orgazma ulaşamama) Uyku hali, Ağız kuruluğu, Bulanık görme, Gastrointestinal sorunlar, Kabızlık, Döküntü, Uygunsuz antidiüretik hormon sendromu (SIADH "Syndrome of inappropriate antidiuretic hormone") Hiponatremi (tehlikeli derecede düşük sodyum seviyeleri), Galaktore ve hiperprolaktinemi (emzirmeyle ilgili sorunlar), Uzun kanama süresi ve anormal kanama, Bruksizm (anormal diş gıcırdatma veya sıkma), Saç dökülmesi, Baş dönmesi, İntihar düşünceleri ve/veya girişimleri, Yeni veya kötüleşen depresyon veya anksiyete, Huzursuzluk/huzursuzluk, Panik ataklar, Uykusuzluk, Saldırganlık, İnhibisyon kaybı (dürtü kontrolü), Mani, Akatazi, Diskinezi, Tardif diskinezi, Parkinsonizm.."
Kaygı giderici ilaçların yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Mide bulantısı, Bulanık görme, Baş ağrısı, Kafa karışıklığı, Yorgunluk, Kabuslar, Dengesizlik, Koordinasyon sorunları, Düşünme veya hatırlama zorluğu, Artan tükürük, Kas veya eklem ağrısı, Sık idrara çıkma, Bulanık görme, Cinsel istek veya yetenekte değişiklikler, Yorgunluk, Soğuk eller, Baş dönmesi veya sersemlik, Halsizlik.."
Uyarıcıların yan etkileri şunlardır: "Uykuya dalmada veya uykuda kalmada zorluk, İştahsızlık, Mide ağrısı, Baş ağrısı, Kalp sorunları veya kalp kusurları olan hastalarda ani ölüm, Yetişkinlerde felç ve kalp krizi, Artan kan basıncı ve kalp hızı, Yeni veya daha kötü davranış ve düşünce sorunları, Yeni veya daha kötü bipolar hastalık, Yeni veya daha kötü agresif davranış veya düşmanlık.. Çocuklarda ve ergenlerde yeni psikotik semptomlar (sesler duyma, doğru olmayan, şüpheli şeylere inanma gibi) veya yeni manik semptomlar.. Parmakların veya ayak parmaklarının uyuşuk, soğuk, ağrılı hissedebileceği ve/veya soluktan maviye, kırmızıya renk değiştirebileceği Raynaud fenomeni de dahil olmak üzere periferik vaskülopati.. Motor tikler veya sözel tikler (ani, tekrarlayan hareketler veya sesler) "Düz" görünme veya duygusuz görünme gibi kişilik değişiklikleri.."
Antipsikotiklerin yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Huzursuzluk, Kilo alımı (bazı atipik antipsikotik ilaçlarda risk daha yüksektir), Ağız kuruluğu, Kabızlık, Mide bulantısı, Kusma, Bulanık görme, Düşük tansiyon, Tikler ve titremeler gibi kontrol edilemeyen hareketler (tipik antipsikotik ilaçlarda risk daha yüksektir), Nöbetler, Enfeksiyonlarla savaşan beyaz kan hücrelerinin sayısının düşük olması, Katılık, Kalıcı kas spazmları, Titreme, Huzursuzluk, Geç diskinezi, Akatizi, Parkinsonizm.."
Ruh hali dengeleyicilerinin (mood stabilizers) yan etkileri şunlardır: "Kaşıntı, döküntü, Aşırı susama, Sık idrara çıkma, Ellerde titreme, Mide bulantısı ve kusma, Geveleyerek konuşma, Hızlı, yavaş, düzensiz veya çarpan kalp atışı, Bayılmalar, Görmede değişiklikler, Nöbetler, Halüsinasyonlar (var olmayan şeyleri görme veya sesler duyma), Koordinasyon kaybı, Gözler, yüz, dudaklar, dil, boğaz, eller, ayaklar, ayak bilekleri veya alt bacaklarda şişme.."
Antikonvülzanların (ruh hali dengeleyicileri olarak kullanılır) yan etkileri şunlardır: "Uyuşukluk, Baş dönmesi, Baş ağrısı, İshal, Kabızlık, İştahta değişiklikler, Kilo değişiklikleri, Sırt ağrısı, Huzursuzluk, Ruh hali değişimleri, Anormal düşünme, Vücudun bir bölümünün kontrol edilemeyen titremesi, Koordinasyon kaybı, Gözlerin kontrol edilemeyen hareketleri, Bulanık veya çift görme, Kulaklarda çınlama, Saç dökülmesi.. Karaciğer veya pankreasta hasara neden olur, bu nedenle ilacı kullanan kişiler düzenli olarak doktorlarına görünmelidir.. Ergenlik çağındaki kızlarda polikistik over sendromuna (doğurganlığı etkileyebilen ve adet döngüsünü düzensiz hale getirebilen bir hastalık) yol açabilecek testosteron seviyelerini artırabilir.."
Bu ilaçlardan birini kullanan 'herkesin, yan etki yaşamayacağını' belirtmek önemlidir. Ancak, görebileceğiniz gibi, bunlar alınacak aşırı risklerdir, özellikle de bu ilaçların en azından bazılarının 'etkisinin %90'ının, plasebo (veya diğer tedavi) ile kopyalanabileceği' düşünüldüğünde..
2. Artan İntihar Riski.. SSRI'ların ortaya çıkmasından sonraki birkaç yıl boyunca, bu ilaçların sahibi olan ilaç şirketleri, bu ilaçlarla bağlantılı intihar raporlarının 'yanlış olduğunu ve yalnızca bu kişilerin ilacı kullanmaya başlamadan önce depresyonda olmaları ve depresyonun, 'kendi hayatlarına son vermelerine' yol açtığı gerçeğine bağlandığını' iddia ettiler. Son olarak, GlaxoSmithKline'ın Mayıs 2006'da yayınladığı "Sayın Sağlık Profesyoneli" mektubunda, bir SSRI olan paroksetinin, özellikle gençlerde 'intihar riskini potansiyel olarak kötüleştirebileceği' kabul edildi. Bu mektup, SSRI'larda artan intihar riskiyle ilgili birçok 'dava, duruşma ve mücadeleden' sonra geldi. Ne yazık ki, kanıtlar en azından 'bazı ilaç üreticilerinin 1980'ler kadar erken bir tarihte, bu risklerin farkında olduğunu' gösteriyor. Fluoksetin markalarının üreticisi olan Eli Lilly'nin, ilacın, bazı hastalarda 'hem intihar düşüncelerine hem de şiddet içeren davranışlara' neden olma eğilimine ilişkin belgeleri "kaybettiği" bulundu. Bu belgeler, üreticinin, 'şiddete başvurmadan kısa bir süre önce, ilacı almaya başlayan bir işyeri katili olan' Joseph Wesbecker hakkında danışıldığı ilgili bir davada saklandı.
Harvard Psikiyatri Bölümü'nde 1990 yılında yapılan bir çalışmada, 'fluoksetin reçetesi almaya başladıktan sonra, intihar düşünceleri geliştiren altı hasta' takip edildi; bu hastaların hiçbiri, 'ilaca başlamadan önce, bu fenomeni' yaşamamıştı. 1991 yılında Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) depresyon için yakın zamanda' fluoksetin reçete edilen iki kadında, intihar davranışının gelişimini' anlatan bir rapor yayınlandı; bu hastalarda 'intihar düşünceleri, ilaç kesildikten kısa bir süre sonra', sona erdi. Aynı yıl, 10-17 yaş arasındaki altı ergen hasta, OKB için 'fluoksetin rejimine başladıktan sonra, intihar düşünceleri' geliştirdi. Hastalardan dördü, 'ilaç almadan önce, bu düşüncelere sahip olduklarını' bildirdi.
2000 yılında Birincil Bakım Psikiyatrisi'nde (Primary Care Psychiatry) yayınlanan bir çalışmada, sertralin (bir SSRI) ile reboksetin (bir SNRI) karşılaştırılan bir deneyde sadece '20 çalışma katılımcısından, ikisinin intihar ettiği' şaşırtıcı bir şekilde fark edildi. İntiharların, her iki hastada da 'akatizi (hareket bozukluğu) ve disinhibisyon' görülmeye başladıktan kısa bir süre sonra gerçekleştiğini belirttiler.
CNN, 2005 yılında 'fluoksetin ile intihar arasındaki bağlantıyı' bildiren ilk büyük haber ağı oldu ve "Prozac Belgeleri"ni yayınladı. Bu, FDA'nın 2004 yılında tüm antidepresan reçetelerine eklenmesi gereken bir "kara kutu uyarısı" yayınlamasından kısa bir süre sonraydı ve bu ilaçların '18 yaşın altındaki hastalarda, intihar riskini artırabileceğini' belirtti. Kara kutu uyarıları, FDA'nın ilaç etiketlerinde zorunlu tuttuğu en güçlü uyarı türüdür. Daha fazla araştırma yayınlandıkça, FDA bu kez 2007'de uyarıyı değiştirerek 24 yaşına kadar olan hastalar için aynı uyarıyı yansıttı.
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health", ABD Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı'nın bir parçası) bu konuyu web sitesinde ele alıyor ve SSRI'lar üzerine yapılan bir FDA incelemesini ele alıyor. Bu incelemede 'çocukların ve ergenlerin, plasebo kullanan hastalara göre intihar girişiminde bulunma olasılıklarının, yaklaşık iki kat daha fazla olduğu' belirtiliyor. NIMH ayrıca bu ilaçları kullanan tüm hastaların, 'intihar düşüncelerini, derhal doktorlarına bildirmelerini' öneriyor. Başka bir çalışmada, bu özel denemedeki çocukların 'antidepresan kullanırken, antidepresan kullanmayanlara göre intihar girişiminde bulunma olasılıklarının yalnızca 1,5 kat daha fazla olduğu' bildirilirken, 'antidepresan kullananların, intihar girişiminde bulunma olasılıklarının 15 kat daha fazla olduğu' gözlemlendi.
Ancak risk altında olan sadece çocuklar değil. Antidepresanlar ve intihar düşünceleri üzerine yapılan iki önemli analiz, 'yetişkinlerin de, artmış risk altında olduğunu' buldukları için bu kara kutu uyarılarının tüm hastalara genişletilmesini önerdi; tıpkı çocuklar ve ergenler gibi belki de risk, iki katına çıktı..
Raporlardan biri, incelenen denemelerin, 'akıl hastalığı öyküsü olmayan sağlıklı yetişkinlerin, ilaçları bırakırken ve düşünce sırasında intihar ve şiddet düşünceleri geliştirdiğini' bile belirtti! Bazı kanıtlar, antidepresanlar veya diğer psikotropik ilaçlar için 'yeni bir reçeteye başladıktan sonraki dört hafta boyunca, riskin en yüksek olduğu' yönündedir; bu, Gaziler İşleri Bakanlığı'na göre, psikoaktif ilaçlarla tedavi gören gaziler için ezici bir şekilde 'en sık intihar zamanı ile ilişkili' bir zaman dilimidir. 2008'de FDA, antikonvülzanlar (epilepsi ve bazen anksiyeteyi tedavi etmek için kullanılır) hakkında hastalarda 'intihar düşünceleri riskini muhtemelen artırdığını' bildiren bir uyarı yayınladı.
Sakinleştirici ve hipnotik kimyasalların (anksiyete giderici ilaçlar, alkol ve diğer depresif maddeler dahil) ve bunların 'intihar riskiyle bağlantısının' incelenmesi, 'bu maddelerin, anksiyetesi olan deneklerde intihar riskini kesin olarak artırdığını' söyleyemeseler de, hastaların belki de yüzde beşinde 'depresif semptomlara ve inhibisyon bozukluğuna' neden olduğu sonucuna varmıştır. Bu semptomlardan ikincisi, psikoaktif ilaçlar kullanan hastalarda 'intihar düşüncesinin olası bir öncüsü' olarak yukarıda belirtilenlerden biridir. Şizofreniyi tedavi etmek için kullanılanlar gibi antipsikotik ilaçlar, 'plasebodan daha fazla intihar riskini artırmıyor' gibi görünmektedir.
3.Kalp Sorunları.. Kalp rahatsızlığının belirtileri, 'tüm antidepresan sınıfları ve bazı antipsikotik ilaçlar' dahil olmak üzere birçok psikotropik ilacın yaygın yan etkileridir. SSRI'lar, bu tür ilaçlar arasında kalp sorunları için en az riski taşıyor gibi görünse de bazen 'kalp işlev bozukluğuyla' ilişkilendirilir. Psikotropik ilaçlar alan kişilerde ani kardiyak ölüm (SCD "sudden cardiac death") için üç risk faktörü, fizyolojik faktörler (örneğin, çok aktif bir kişinin düşük kalp hızı), fizyopatolojik (karaciğer yetmezliği veya hipotiroidizm gibi eş zamanlı semptomlar) ve 'ilaçların, diğer ilaçlarla etkileşime girdiği' durumlarda "terapötik" olarak tanımlanabilir. Bu ilaçları alan kalp hastalığı teşhisi konan hastalarda ani kardiyak ölüm riski önemli ölçüde yüksektir.
4.Gebelik ve Doğum Komplikasyonları.. PLoS One'da 2012 yılında yapılan bir incelemede, özellikle 'erken gebelikte, psikotropik ilaçlar reçete edildiğinde, kadınların gebelik ve doğum komplikasyonları' yaşama olasılığının daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Listelenen komplikasyonlar arasında "düşük, perinatal ölüm (ölü doğum ve doğumdan sonraki ilk 7 gün içinde ölüm) ve gebeliği sonlandırma" olasılığının daha yüksek olması yer almaktadır. Bipolar bozukluğu (manik depresyon), şizofreni ve diğer tüm psikotik bozuklukları olan kadınlar, durumlarının doğası gereği hariç tutulmuş ve yalnızca depresyon ve anksiyete tedavisi gören hastalar bırakılmıştır. Antidepresanlar, gebelik üzerindeki etkileri nedeniyle gözlemlenen psikoaktif ilaçların önemli bir sınıfıdır. SSRI'lar (daha yeni antidepresanlar), trisiklik antidepresanlara (TCA's "tricyclic antidepressants") göre 'daha az gebelik ve doğum riski' ile ilişkilendirilirken, birden fazla kaynak, antidepresan kullanan kadınlarda, hiç maruz kalmamış olanlara kıyasla 'daha sık "büyük malformasyonlar" meydana geldiğini' bildirmektedir. Düşük oranı, maruz kalmayan annelerde yüzde 7,8 iken, maruz kalan annelerde yüzde 14,8'e yakın bir oranda iki katına çıkıyor.
2010 yılında, 14.821 kadın ve toplam 15.017 bebek dahil olmak üzere İsveç Doğum Kaydı'nın kapsamlı bir incelemesi, antidepresan tedavisi ile şunlar arasında bir ilişki buldu: "Daha yüksek oranda indüklenmiş ve sezaryen doğum, Artmış erken doğum oranı, önceden var olan diyabet, kronik hipertansiyon, bebeklerde konjenital kalp defektleri, hipospadias, Daha yüksek konjenital malformasyon oranı (sadece TCA'larda)"
Araştırmacılar şu sonuca vardı: "Gebelikte ve yenidoğanlarında, antidepresan kullanan kadınlarda 'patoloji' arttı. Bunun ne kadarının 'ilaç kullanımından veya altta yatan patolojiden' kaynaklandığı net değil. TCA kullanımının, diğer antidepresanlara göre 'daha yüksek risk' taşıdığı bulundu ve 'paroksetinin, belirli bir teratojenik özellik ile ilişkili olduğu' görülüyor [fetal gelişimde sorunlara neden olabilen bir ajan]."
Bunun bir nedeni, en azından SSRI'lar açısından, ilaçların embriyonik ve fetal gelişimde SERT (Serotonin transporter) işlevini etkileme şeklidir. Serotonin taşıyıcısı olan SERT, 'duygusal rahatsızlık modellerinin' önemli bir parçasıdır. Hayvan araştırma modelleri, 'doğmamış bir çocuğun SERT'inin rahimdeyken, SSRI'lar tarafından bozulmasının, ilaçların neden olabileceği 'epigenetik değişimler' nedeniyle çocuğun, yetişkin yaşamında 'psikiyatrik sorunlara' katkıda bulunabileceğini' öne sürmektedir. 2005 yılında, paroksetinin ana markası, 'doğum kusurları' konusunda uyarı içeren bir FDA uyarısını ambalaj üzerinde listelemek zorundaydı.
Bebekler, SSRI'lardan başka şekillerde de etkilenebilir. Örneğin, yenidoğanların 'rahimde, SSRI'lara maruz kaldıktan sonra, doğumdan 48 saat sonra yoksunluk belirtileri yaşayabileceği' belgelenmiştir. Kanada Sağlık Bakanlığı (bir hükümet kuruluşu), 2006 yılında 'hamile anneler tarafından alınan SSRI'ların, yenidoğanlarda 'ciddi bir akciğer rahatsızlığının' gelişmesiyle bağlantılı olduğu' konusunda tüketicilere bir uyarı yayınladı. Gebeliğin son dönemlerinde SSRI'lara maruz kalan bebekler, 'anneden çocuğa normal dolaşım geçişinin doğru şekilde gerçekleşmemesi ve aşırı düşük kan oksijen seviyelerine' neden olması durumunda ortaya çıkan yenidoğanın 'kalıcı pulmoner hipertansiyonu (PPNH "persistent pulmonary hypertension of the newborn")' açısından da artan bir risk altındadır.
Psikotrop ilaçların diğer tehlikeleri de 'gebelik ve doğumla' ilgili sorunlarla bağlantılıdır, ancak araştırmalarda sular bazen bulanıklaşır çünkü 'bipolar bozukluk ve şizofreni' gibi bazı ciddi psikiyatrik durumlar, 'hem ilaç kullanılmadığında hem de potansiyel olarak ilaçla kötüleştiğinde', bu komplikasyonların riskleriyle ilişkilidir.
Ruh hali dengeleyicilerle ilgili olarak, Yeni Zelanda Psikiyatri Dergisi'nde (New Zealand Journal of Psychiatry) yayınlanan 2010 tarihli bir çalışma incelemesi, gebelikte en sık kullanılan dört ruh hali dengeleyiciden herhangi birine maruz kalmanın, 'daha yüksek doğum kusuru oranları ve diğer gebelik/yenidoğan sorunlarıyla' ilişkili olduğunu bulmuştur. Valproik asit gibi belirli bir ilacın, bu çocuklarda ortalamanın altında 'gelişimsel sonuçlarla' ilişkili olabileceğini öne süren sınırlı kanıt vardı. Emzirme döneminde, başta lityum olmak üzere ruh hali dengeleyicilerin kullanımı tehlikeli olabilir; çünkü 'ilacın, bebeğe geçmesi lityum zehirlenmesine' yol açabilir.
SSRI'lara ve benzodiazepinlere maruz kalan bebeklerin, doğumdan sonra 'ilaç yoksunluğu semptomlarıyla' karakterize edilen bir tür 'neonatal yoksunluk sendromu (NAS "neonatal abstinence syndrome")' yaşama olasılıkları yaklaşık üç kat daha fazla gibi görünüyor. Sonuçlar paroksetin ve klonazepam birlikte reçete edildiğinde en kötüydü. NAS ayrıca 'yasadışı psikoaktif ilaçlara bağımlı annelerden doğan bebeklerde' de sıklıkla görülür. Antipsikotiklere gelince, araştırma biraz belirsizdir.
151 doğumun incelendiği 2005 tarihli bir çalışma, atipik (2. nesil) antipsikotik kullanan kadınlar ile ilaç kullanmayan annelerden oluşan bir kontrol grubu arasında doğum kusurlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulamadı, ancak ilaçlar 'düşük doğum ağırlıklarıyla' ilişkili gibi görünüyordu. Bununla birlikte, 2008'de tamamlanan 570 doğum için bir gözlemsel çalışma, 'tüm antipsikotik ilaçların, majör malformasyon riskinin daha yüksek olmasıyla' ilişkili olduğunu ve hiçbir spesifik ilacın daha fazla veya daha az olası olmadığını buldu. Yazarlar ayrıca bu ilaçların, hamile annenin 'gebelik diyabeti' geliştirme riskini neredeyse iki katına çıkardığını ve 'sezaryenle doğum yapma' riskinin yüzde 40 arttığını belirttiler.
Yine 2008'de yayınlanan bir inceleme, doğum ve gebelik komplikasyonları riskinin arttığını doğruladı. Yazar, 'atipik antipsikotiklerin, gebelik diyabeti riskinin daha yüksek olduğunu' buldu ve yukarıdaki 2005 çalışmasına karşı çıkarak, ' bu 2. nesil antipsikotiklere maruz kalan bebeklerde, normalden daha yüksek doğum ağırlıkları olduğunu' belirtti.
Çoğu insan yasadışı psikotropik ilaçların bebekler üzerindeki etkisinin farkında olsa da, rahimde 'tütün, kokain, esrar ve diğer birçok yasadışı psikotropik ilaca' maruz kalmanın, çocukların ileriki yaşamlarında gelişimsel sorunlarla' bağlantılı olduğu söylenmelidir, ancak 'erken merkezi sinir sistemi semptomlarının' çoğu yaşamın ilk yılında azalır...
5. Şiddet İçeren Davranış.. Kasım 2002'de FOXNews muhabiri Douglas Kennedy, 'antidepresanlar ve DEHB ilaçları ile şiddet içeren davranış arasındaki bağlantı' hakkında üç bölümlük bir dizi yayınladı. Sonraki on beş yıl boyunca, kamuoyuna gençlerin, 'şiddet içeren eylemlerde bulunduğu, çoğunlukla okul saldırıları gerçekleştirdiği' birçok hikayeyi anlattı. Daha sonra Kongre, bu iddiaları ve birçok araştırma kuruluşunu araştırmaya başladı. Sonuçların çoğu şaşırtıcıydı.
- DEHB için reçete edilen bir uyarıcı olan atomoksetin üzerine yapılan bir çalışmada çocuk ve ergen deneklerin %33'ü "aşırı sinirlilik, saldırganlık, mani veya hipomani" sergiledi.
- Avrupa İlaç Ajansı 2005 yılında antidepresan kullanan çocuklarda ve ergenlerde, 'intiharla ilişkili davranış ve saldırganlık/düşmanlığın, plasebo kullananlara göre daha yaygın olduğunu' belirten bir basın bülteni yayınladı.
- İlaç şirketleri ile psikiyatri alanı arasındaki kabul edilemez işbirliği konusunda açık sözlü bir psikiyatrist olan Dr. David Healy, mahkemede bilirkişi olarak çağrıldığı 'birkaç şiddet vakasını ve Joseph Wesbecker davası' gibi diğerlerini inceledi. Kategorik olarak şöyle diyor: "Hem klinik deney hem de farmakovijilans verileri, 'bu ilaçlar ile şiddet içeren davranışlar arasında olası bağlantılar olduğunu' gösteriyor... Burada bildirilen 'antidepresan tedavisinin, saldırganlık ve şiddetle ilişkisi', daha fazla klinik deney ve epidemiyolojik veri gerektiriyor."
- Antidepresanlar üzerine yayımlanmış 130 çalışmanın incelendiği bir çalışmada, psikolojik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı yetişkinlerde, 'SSRI'ları kullanırken ve/veya bırakırken, hem intihar davranışı hem de şiddete başvurma' riskinin iki kat arttığı bulundu. Bu arada, sınırlı kanıtlar potansiyel olarak zıt bir sonuca işaret ediyor. Özellikle İsveç, serbest bırakılan mahkumların psikotropik ilaç kullanırken şiddet içeren tekrar suç işleme oranının daha düşük olduğunu buldu.
6. Kötüleşen Akıl Hastalığı.. Evet, doğru okudunuz. Psikotrop ilaçların aslında 'ruhsal hastalık teşhislerinin artmasına ve durumu kötüleştirmesine' katkıda bulunması mümkündür. Robert Whitaker, bunun nasıl olabileceğini Bir Salgının Anatomisi: Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalıklarının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness in America) adlı makalesinde açıklıyor. Bu çalışmanın temel varsayımlarından biri, çürütülmüş "kimyasal dengesizlik (chemical imbalance)" teorisinin, 'var olmayan bir sorunu düzeltmeye çalışan ve böylece beyin kimyasını değiştiren ve çeşitli akıl hastalıklarının semptomlarını kötüleştiren ilaçların geliştirilmesine' yol açmış olmasıdır. Whitaker, ünlü Harvard beyin araştırma bilimcisi Steven Hyman, MD tarafından verilen açıklamayı, 'antidepresanların, kaygı giderici ilaçların ve antipsikotiklerin, aslında ilk başta bozulmamış olan nörotransmitter işlevini bozduğunu' açıklayarak özetliyor. İnsan beyni bu değişikliklere uyum sağladığında, beyin hücrelerinin 'birbirlerine sinyal gönderme biçimini ve genlerin ifade edilme biçimini' değiştirir. Bir kişinin beyni, "normal durumdan hem niteliksel hem de niceliksel olarak farklı" bir şekilde çalışmaya başlar. Kısacası, psikiyatrik ilaçlar "bir patolojiye [vurgular eklendi] neden olur."
Nöroleptiklerin (antipsikotikler), SSRI'ların ve benzodiazepinlerin geliştirilmesi boyunca, bu ilaçların aslında 'sadece kısa vadede etkili olabileceği, ancak zamanla sorunları daha da kötüleştirebileceği' ihtimalini işaret eden çeşitli çalışmalar yürütüldü ve gözlemler yapıldı. Whitaker, sonucunu göstermek için antipsikotik aldıktan sonra plasebo alan karşılaştırmalı deneklere göre çok daha kötü sonuçlar alan birçok ilaç çalışması denek örneği kullanır. Psikoaktif ilaçların aşırı reçetelenmesinin bir diğer eleştirmeni de bilimsel bir dergi olan Psikoterapi ve Psikosomatik'in (Psychotherapy and Psychosomatics) baş editörü Giovanni Fava'dır. Fava, antidepresanların uzun vadeli kullanımıyla ilgili endişesini ilk olarak 1994'te dile getirerek, bunların "depresyona karşı biyokimyasal duyarlılığı artırabileceğini ve uzun vadeli sonuçlarını ve semptomatik ifadesini kötüleştirebileceğini" iddia etti. 2011 yılında mevcut bilimi tekrar gözden geçirerek 'antidepresanların, zamanla depresyonu nasıl kötüleştirebileceğine' dair birkaç önemli keşfi detaylandırdı, bunlar arasında şunlar yer alır:
- Antidepresanlar, altı ay sonra artık hastaları, plaseboya kıyasla depresyon semptomlarından koruyamaz.
- Hastalar bir antidepresandan diğerine geçirildiğinde, hastaların 'remisyonda kalma' olasılığı düşüktür, 'yeni ilacı tolere etme' olasılıkları düşüktür ve 'nüksetme' olasılıkları çok yüksektir.
- Antidepresanlar, bipolar bozukluğa yol açan 'manik semptomların' gelişimiyle ilişkilidir.
1975'te yayınlanan bir inceleme, 'uzun süredir akıl hastalığı olan ve akıl hastanelerine ve toplum temelli akıl sağlığı merkezlerine yatırılan hastalarla' ilgili iki ayrı beş yıllık takip çalışmasının sonuçlarına baktı. İlk çalışma hiçbir psikotropik ilaç kullanımını içermezken, ikinci çalışma tedavinin temel ilkesi olarak ilaç tedavisini içeriyordu. Buldukları karşısında biraz şaşıran yazar şunları söyledi: "Karşılaştırmanın beklenmedik bulgularından biri, bu ilaçların vazgeçilmez olmayabileceği; aslında taburcu edilen bazı hastaların sosyal bağımlılığını uzatabileceği önerisidir."
Whitaker'ın "kimyasal dengesizlik (chemical imbalance)" mitinin, bu 'zihinsel hastalığın kötüleşmesini sürdürdüğü' teorisi, iki çalışmada hastalara 'depresyonlarının, basit bir kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını' söylemenin, 'açıklama yapılmaması veya "biyopsikososyal model" anlamına gelen biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerin tümünün depresyona, karmaşık ve genellikle tanımlanamayan şekillerde katkıda bulunduğu' şu anda kabul görmüş teoriyi etkilemesini incelemiştir.
Her iki çalışmada da kimyasal dengesizlik açıklamasının, 'depresif hastaların sıklıkla durumları için hissettikleri suçluluk duygusunu iyileştirmediği, ancak hastanın psikoterapi yoluyla sorunlarını düzeltmek için çalışma algısını kötüleştirdiği ve bunun etkisiz olacağına inandıkları' bulunmuştur. Bu hastalar, ezici bir çoğunlukla 'terapi' yerine, 'ilaç' talep etmiş ve uzun vadeli prognozlarının, 'açıklama yapılmayan veya biyopsikososyal model verilenlerden' daha kötü olmasını beklemişlerdir.
7. Araba Kazaları.. Kulağa tuhaf gelebilir, ancak antidepresanlar, benzodiazepinler ve Z ilaçları (uykusuzluk tedavisinde kullanılan benzodiazepin agonistleri) kullanan kişilerin, çok sayıda çalışmaya göre 'motorlu taşıt kazası geçirme' olasılığı çok daha yüksektir. Bu sonuçlar özellikle 65 yaş üstü kişiler için geçerlidir ve bu ilaçların daha yüksek dozlarında durum daha da kötüleşir.
8. Zayıf Bağışıklık Fonksiyonu.. MDMA (ecstasy) ve kokain almanın yanı sıra 'Antidepresanların, bağışıklık sisteminizi değiştirmesi ve baskılaması' mümkündür. 2003 yılında yapılan bir deneyde fluoksetin ve benzerleri en olası suçlulardan bazıları olarak adlandırılmıştır. Bunun nedeni 'antidepresanların, serotonin ve nörotransmitterleri etkileme şekli' olabilir. Bir antidepresan kullandığınızda 'serotonin, sinir bağlantılarında' daha uzun süre kalır. Bu, bağışıklığı etkileyen 'hücre sinyallemesine' müdahale eder ve enfeksiyonla savaşan 'T hücrelerinin büyümesini' engeller.
9. İlaç Kötüye Kullanımı ve Bağımlılığı.. Bazı kişilerde 'yasal psikotropik ilaçlar, daha yüksek oranda yasadışı uyuşturucu kullanımı ve bağımlılığı' ile ilişkilendirilir. Örneğin, 2000 yılında Avustralya'da yapılan bir araştırma, TCA'lar (TCA -"trisiklik antidepresan"), 'eroin kullanıcılarına reçete edildiğinde, daha fazla kullanıcının aşırı doz aldığını' buldu. Çalışmanın yazarları ayrıca, IV (damar içi) uyuşturucu kullanıcılarının çoğunun, çalışma sırasında 'reçeteli antidepresanlar da aldığını' belirtti.
Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'ne (National Institute of Mental Health) göre "kaygı önleyici" ilaçlar, 'alışkanlık' oluşturur ve bağımlılıktan kaçınmak için yalnızca 'kısa süreler' alınmalıdır. Birçok kişi ayrıca eğlence amaçlı "faydaları" için yasadışı olarak reçeteli ilaçlar kullanır ve dağıtır. Örneğin, metilfenidat genellikle 'narkolepsi' için reçete edilen bir uyarıcıdır. Bu ilaç, genellikle kötüye kullanılır çünkü çekildiğinde, kokain benzeri etkiler yaratır. Ayrıca, yüksek stresli iş veya okul ortamlarında çalışan kişilerin, yoğun programlara ayak uydurmak için reçete edilmese bile, 'amfetamin ve popüler bir DEHB uyarıcısı olan dekstroamfetamin aldığını' duymak da yaygındır. Ve ecstasy, kokain veya metamfetamin gibi sert yasadışı uyuşturucuların kullanımının son derece yıkıcı bağımlılık ve kötüye kullanımla ilişkili olduğunu söylemeye bile gerek yok..
10. Cinsel İşlev Bozukluğu.. Birçok psikotropik ilacın yan etkisi olarak adlandırılan 'iktidarsızlık' gibi cinsel işlev bozuklukları, özellikle antidepresanlar söz konusu olduğunda, daha önce düşünülenden daha yaygın olabilir. Bir çalışma, katılımcıların %59'unun çalışma süresi boyunca bir tür cinsel işlev bozukluğu bildirdiğini buldu. 2009'da yayınlanan bir meta-analiz, mevcut iyi tasarlanmış çalışmalara dayanarak, 'antidepresan kullanan kişilerin, %25,8 ila %80,3'ünün cinsel işlev bozukluğu yaşayabileceğini' keşfetti.
11. Meme Kanseri Riskinin Artması.. Çelişkili raporlar, 'antidepresanların uzun süre kullanılmasının, meme kanseri geliştirme' riskinin artmasıyla ilişkili olabileceğini öne sürüyor. 2000 yılında yapılan bir çalışmada, TCA'lar ve belirli bir SSRI olan paroksetin kullanan kişilerin 'ilacı, iki yıldan uzun süre kullandıklarında, meme kanseri riskinin arttığı' iddia edildi. 2003 yılında yapılan bir incelemede, 'antidepresanların bir bütün olarak meme kanseri riskine katkıda bulunduğuna' dair yeterli kanıt bulunmadığı, ancak 'uzun süreli SSRI kullanımının, daha fazla vakaya yol açabileceği' belirtildi. Daha sonra, 2005 yılında yayınlanan bir inceleme bunu çürüttü ve sonuçlarının SSRI'lar alındığında meme kanseri riskinde, istatistiksel olarak anlamlı bir fark görmediklerini söyledi.
12. Diyabet.. On yıldan uzun bir süredir, şizofreni ve ilgili psikozlar gibi ciddi ruhsal hastalıkları tedavi etmek için kullanılan 'psikoaktif ilaçların, diyabetle bağlantılı olabileceğinden' şüphelenilmektedir. Araştırmacılar 2008'de mevcut verileri incelediler ve 'ciddi ruhsal hastalık ile diyabet gelişimi' arasında bir korelasyon olmadığını, ancak kullanılan ilaç tedavisi arasında potansiyel olarak önemli bir bağlantı olduğunu buldular. En az bir çalışma, 'antipsikotik olanzapini, doğrudan diyabet semptomlarının daha sık görülmesiyle' ilişkilendirmiştir.
Rebekah Edwards, Nashville, TN'de yaşayan bir yazar ve editördür. Trevecca Nazarene Üniversitesi'nden psikoloji alanında lisans derecesiyle mezun olduktan sonra, kapsamlı araştırmalar yoluyla yaygın sağlık konularının ardındaki karmaşıklıkları çözmeye karşı bir sevgi geliştirdi. Ayrıca düzenleyici uyumluluk yönergelerini uygulamaktan ve okuyucular için eğitimi mümkün olduğunca erişilebilir ve tarafsız hale getirmenin yollarını belirlemekten hoşlanıyor." (54)
"Psikotropik İlaçlar Güvenli mi? Tıp Fakültesindeki Psikiyatri Profesörlerimizin Bize Öğrettiği On Dört Yalan
-Efsane # 1: "FDA (ABD Gıda ve İlaç Dairesi) tüm yeni psikiyatrik ilaçları test eder.." ; Yanlış. Aslında FDA yalnızca çok uluslu kâr odaklı ilaç şirketleri tarafından 'tasarlanan, yönetilen, gizlice gerçekleştirilen ve ödenen' çalışmaları inceler. Çalışmalar sıklıkla ilaç şirketleri tarafından, şirket işverenleri için 'olumlu sonuçlar bulmayı amaçlayan, iyi ücretli araştırma şirketleri' tarafından yaptırılır. Bu tür araştırma politikalarının neredeyse 'hileli sonuçları, garantilediği' şaşırtıcı değildir.
- Efsane # 2: “FDA onayı, psikotropik bir ilacın uzun vadede "etkili" olduğu anlamına gelir..” ; Yanlış. Aslında, FDA onayı, psikiyatrik ilaçların güvenli olduğu anlamına bile gelmez – kısa vadeli veya uzun vadeli! FDA onayının, 'bir psikiyatrik ilacın, etkili olduğu anlamına geldiği' fikri de yanlıştır, çünkü bu tür ilaçların çoğu, pazarlamadan önce, birkaç aydan uzun süre test edilmez (ve çoğu psikiyatrik hasta, ilaçlarını yıllarca kullanır).
İlaç endüstrisi, mali veya mesleki çıkar çatışmaları olan birçok psikiyatrik “araştırmacıya” ödeme yapar – çoğu zaman akademik psikiyatristler (uyumlu, kronik, zaten ilac kullanan hastalara kolay erişime sahip) – hatta bazıları, psikiyatrik ilaçları onay sürecinden “hızlandırmaya” çalışan FDA danışma komitelerinde bile yer alır. FDA, her yeni ilaç başvurusu için, 'kısa vadeli etkililiği' gösterdiğini iddia eden yalnızca 1 veya 2 “en iyi” çalışmayı (birçok çalışma arasından) alır. Olumsuz çalışmalar rafa kaldırılır ve FDA'ya açıklanmaz. SSRI ilaçları durumunda, hayvan laboratuvar çalışmaları genellikle sadece saatler, günler veya haftalar sürmüştür ve insan klinik çalışmaları ortalama olarak sadece 4-6 hafta sürmüştür, uzun vadeli etkinlik veya güvenlik hakkında geçerli sonuçlar çıkarmak için çok kısadır! Bu nedenle FDA, reçete yazan hekimler ve hasta-mağdurlar, sessizce ülkeyi etkileyen 'SSRI ilaç kaynaklı olumsuz reaksiyonların salgınına' "şaşırmamalıydı".. Gerçekten de, birçok SSRI denemesi, bu ilaçların plasebodan zar zor daha etkili olduğunu (istatistiksel olarak anlamlı olsa da!) ve karşılanamayacak ekonomik maliyetlere ve bazıları 'yaşamı tehdit eden ve beyin hasarına neden olabileceği' bilinen ciddi sağlık risklerine sahip olduğunu göstermiştir.
- Efsane #3: “FDA onayı, psikotropik bir ilacın uzun vadede "güvenli" olduğu anlamına gelir..” Yanlış. Aslında, SSRI'lar ve “antipsikotik” ilaçlar, FDA tarafından pazarlama onayı verilmeden önce genellikle sadece birkaç ay boyunca insan deneylerinde test edilir. Ve ilaç şirketlerinin sadece 1 veya 2 çalışma bildirmeleri gerekir (aynı ilaç üzerinde yapılan diğer birçok çalışma olumsuz, hatta felaket sonuçlar gösterse bile). İlaç şirketleri, ilaçlarıyla ilişkili 'kara kutu ve küçük puntolu uyarıların hem tüketiciler hem de reçete yazanlar tarafından görmezden gelinmesini' açıkça tercih eder. Reklamlardaki yazıların ne kadar küçük olduğuna dikkat etmek yeterlidir.
Hızlı tempolu, alışveriş yapıp düşene kadar devam eden tüketici toplumumuzda, aşırı meşgul reçete yazan doktorlar ve doktor asistanları olarak, "bağımlılık, mani, psikoz, intihar eğilimi, kötüleşen depresyon, kötüleşen anksiyete, uykusuzluk, akatizi, beyin hasarı, bunama, cinayet, şiddet" vb. gibi çok sayıda tehlikeli, potansiyel olarak ölümcül olumsuz psikiyatrik ilaç etkisinin, hiçbir zaman tam olarak farkında olmadık. Ama FDA veya Büyük İlaç Şirketleri'nin geçmişte verdikleri zarar için, özür dilediğini en son ne zaman duydunuz? Ve suçlu milyarlarca dolarlık ilaç şirketlerinin CEO'larına önemli cezalar (tokatlama ve "para üstü" milyonlarca dolarlık para cezaları dışında) veya hapis cezası verildiği en son ne zaman oldu?
Efsane #4: "Ruhsal 'hastalıklar (illnesses)' 'beyin kimyası dengesizlikleri (brain chemistry imbalances)'nden kaynaklanır.." Yanlış. Gerçekte, 'beyin kimyasal/nörotransmitter dengesizliklerinin' varlığı, hiçbir zaman kanıtlanmamıştır (psikolojik ilaçların neden olduğu nörotransmitter tükenmeleri vakaları hariç) iyi finanse edilen ilaç şirketlerinde çalışan nörobilimciler tarafından 'laboratuvar hayvanı veya otopsi edilmiş insan beyinleri ve beyin dilimleri' üzerinde yapılan yoğun incelemelere rağmen..
İnsan beyninde 100'den fazla bilinen 'nörotransmitter sistemi' olduğunu bilerek, teorik bir kimyasal "dengesizlik" önermek gülünçtür ve bilime aykırıdır. Sadece bu değil, '100 potansiyel sistemden, herhangi ikisi arasında bir dengesizlik' varsa (kanıtlanması imkansız), bir avuçtan fazlasında, 'hiç test edilmemiş bir ilacın, bunu yeniden dengelemesi' asla beklenemez!
Bu kadar basite indirgenmiş teoriler, 'saf halk ve saf psikiyatri endüstrisi' üzerinde Büyük İlaç Şirketleri tarafından dayatıldı çünkü 'gereksiz ürünlerini' halka satmak isteyen şirketler, 'hastaları ve reçete yazan uygulayıcıları, yeterli testlerden geçmemiş sentetik, beyin değiştiren ilaçları' neden almaları veya reçete etmeleri gerektiğine ikna etmek için 20 saniyelik kısa propagandaya başvurmak zorunda olduklarını biliyorlar.
Efsane #5: "Antidepresan ilaçlar, diyabet hastalarında insülin gibi çalışır.." Yanlış. Tehlikeli ve bağımlılık yapan sentetik ilaçların kullanımına ilişkin bu gülünç derecede basit ve çok bilim karşıtı açıklama açıkça saçmadır ve buna inanan doktorlar ve hastalar, buna kandıkları için kendilerinden utanmalıdırlar. İnsülin eksikliği diye bir şey vardır (ancak yalnızca tip 1 diyabette) ancak Prozac eksikliği diye bir şey yoktur. SSRI'lar (sözde Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri "called Selective Serotonin Reuptake Inhibitors" - bu ilaçlar SEÇİCİ OLMADIĞI için kasıtlı bir yanlış tanıtım!) toplam beyin serotoninini yükseltmez.
Aksine, SSRI'lar aslında serotonini, uzun vadede tüketirken, sadece sinaps düzeyinde serotonin salınımını "artırır" ve aynı zamanda serotoninin 'depolanmasını, yeniden kullanılmasını ve geri dönüştürülmesini' engeller ("serotonin geri alım inhibisyonu (serotonin reuptake inhibition)" işleviyle). Parantez içinde, yukarıdaki insülin/diyabet karşılaştırmasının çarpıtılmış "mantıksızlığı (illogic)", önemli doğal nörotransmitter serotoninin öncü molekülü olan amino asit beyin besin maddesi triptofan durumunda meşru bir şekilde yapılabilir. Eğer bir serotonin eksikliği veya "dengesizliği" kanıtlanabilirse, tek mantıklı tedavi yaklaşımı, beyne, 'serotonini uzun vadede tüketen, beyni değiştiren sentetik bir kimyasal' vermek yerine, diyete 'serotonin öncüsü triptofan takviyesi' yapmak olurdu!
Efsane #6: “SSRI ‘kesilme sendromları (discontinuation syndromes)’, ‘çekilme sendromlarından (withdrawal syndromes)’ farklıdır..” Yanlış. SSRI “antidepresan” ilaçları gerçekten de bağımlılık yapıcıdır /bağımlılık yapar ve bu ilaçlar kesildiğinde veya azaltıldığında, ortaya çıkan nörolojik ve psikolojik semptomlar, yaygın olarak iddia edildiği gibi, önceki bir “zihinsel bozukluğa” “tekrarlamalar” değildir; ancak aslında orijinal tanıyı tetikleyenlerden farklı olan yeni ilaç çekilme semptomlarıdır. “Kesilme (/azaltma) sendromu (discontinuation syndromes)” terimi, psikofarmasötik endüstrisi üyeleri tarafından gizlice, doktorları, 'bu ilaçların bağımlılık yapmadığını' düşünmeye kandırmak için tasarlanmış kurnazca bir komplonun parçasıdır. Aldatmaca, çoğu psikiyatrik ilacın, 'bağımlılık yapıcı olduğu ve bu nedenle kesildiklerinde, “kesilme/çekilme semptomlarına” neden olma olasılığının yüksek olduğu kanıtlanmış gerçeğinden dikkati dağıtmak için' utanmadan teşvik edilmiştir. İlaç endüstrisi, çoğu insanın, 'ilacın dozu azaltıldığında ağrılı, hatta ölümcül yoksunluk belirtilerine neden olma olasılığı bulunan bağımlılık yaratan ilaçları, yutmak istemediğini' biliyor.'
Efsane #7: “Ritalin çocuklar (veya yetişkinler) için güvenlidir..” Yanlış. Gerçekte, metilfenidat (Ritalin, Concerta, Daytrana, Metadate ve Methylin; diğer adıyla “çocuk kokaini”), bir 'dopamin geri alım inhibitörü' ilacıdır ve dopamin, sinapsları üzerinde 'tıpkı kokain gibi çalışır, ancak oral yoldan alınan metilfenidat, beyne, burundan çekilen veya içilen kokainden' daha yavaş ulaşır. Bu nedenle oral form, kokainden daha az orgazmik “yükseklik”e sahiptir. Kokain bağımlıları, nispeten saf toz formunda alabiliyorlarsa aslında Ritalin'i tercih ederler. Burundan çekildiğinde, sentetik Ritalin (doğal olarak oluşan ve bu nedenle metabolik olarak daha kolay parçalanan kokainin aksine) aynı etki başlangıcına sahiptir, ancak tahmin edilebileceği gibi daha uzun süreli bir “yükseklik”e sahiptir ve bu nedenle bağımlı bireyler arasında tercih edilir. Ritalin ve kokainin moleküler yapıları, yan yana incelendiğinde dikkat çekici derecede 'benzer olan halka şeklindeki yan zincirlere sahip, amfetamin baz yapılarına' sahiptir. Beyindeki (ve kalp, kan damarları, akciğerler ve bağırsaklardaki) dopamin sinaptik organellerinin, 'iki ilaç arasındaki herhangi bir farkı algılaması' olası değildir.
Efsane # 8: "Psikoaktif ilaçlar, insanlar için tamamen güvenlidir.." Yanlış. Yukarıdaki Efsane # 3'e bakın. Aslında 'beş psikotropik ilaç sınıfının hepsinin, uzun süreli kullanımda nörotoksik olduğu' bulunmuştur (yani, her beyin hücresi ve sinirindeki hayati enerji üreten mitokondrinin 'fizyolojisini, kimyasını, anatomisini ve yaşayabilirliğini' yok ettiği veya başka şekilde değiştirdiği bilinmektedir). Bu nedenle, hepsi uzun süreli kullanıldığında, 'bunamaya' katkıda bulunabilir. Kan-beyin bariyerini geçerek beyne ulaşabilen herhangi bir sentetik kimyasal, beyni, değiştirebilir ve etkisiz hale getirebilir. Sentetik kimyasal ilaçlar, 'beyin işlev bozukluğunu iyileştirme, yetersiz beslenmeyi tedavi etme veya beyin hasarını tersine çevirme' yeteneğine sahip DEĞİLDİR. Psikiyatrik ilaçlar, herhangi bir şeyi tedavi etmekten ziyade, "zihinsel hastalıkları" taklit eden anormal 'duygusal, nörolojik veya yetersiz beslenme' süreçleri azalmadan devam ederken yalnızca semptomları maskeleyebilir.
Efsane # 9: “Ruhsal ‘hastalıkların’ bilinen bir nedeni yoktur..” Yanlış. Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association) tarafından yayınlanan Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM "Diagnostic and Statistical Manual"), psikiyatristler için aşağılayıcı bir şekilde "psikiyatrik İncil ve fatura kitabı (psychiatric bible and billing book)" olarak adlandırılır. İsmine rağmen, aslında 'içinde hiçbir istatistik yoktur ve DSM-IV'teki 374 psikiyatrik tanıdan (şu anda 5. baskısı var) yalnızca ikisi bilinen temel nedenleri vurguluyor' gibi görünüyor. Bu iki tanı, 'Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu'dur (Posttraumatic Stress Disorder and Acute Stress Disorder)'. DSM-V, 'birkaç normal insan duygusunu ve davranışını', gülünç bir şekilde patolojikleştiren başka bir kitap olarak şiddetle kınanmıştır.
Bağımsız bütünsel ruh sağlığı bakımı uygulayıcısı (independent holistic mental health care practitioner) olarak on yıllık çalışmamda, "bilinmeyen kökenli akıl hastalığı (mental illness of unknown origin)"nın şaşırtıcı sayıda yanlış tanısına yol açan 'işaretleri, semptomları ve davranışları' kolayca açıklayan birçok temel nedeni ve katkıda bulunan faktörü neredeyse her zaman tespit edebildim.
Hastalarımın çoğu, "aceleyle teşhis konulmuş, ilaçlanmış, zorbalığa uğramış, aşağılanmış, yetersiz beslenmiş, hapse atılmış, elektroşoklanmıştı (genellikle kendi istekleri dışında ve/veya tam olarak bilgilendirilmiş onayları olmadan)." Hastalarım 'sıklıkla işsiz kalmış veya hatta kalıcı olarak sakat kalmışlardı' - hepsi de 'başlangıçta geçici, potansiyel olarak geri döndürülebilir' ve bu nedenle 'duygusal stres faktörlerinin' tanınmamış olması nedeniyle..
İlaçlara bağımlılık nedeniyle, hastalarımın çoğu 'yüksek kaliteli, ilaç temelli olmayan, potansiyel olarak tedavi edilebilir psikoterapi uygulayan şefkatli uygulayıcılara' yönlendirilmedikleri için tedavi edilemez hale gelmişti. Hastamın anlaşılabilir duygusal sıkıntısının temel nedenleri genellikle birden fazlaydı, ancak bazen 'tecavüz, şiddetli saldırı veya orduda psikolojik travma' gibi tek bir travma, aksi takdirde normal şekilde gelişen bir bireyin telafi edememesine neden oluyordu..
Ancak hastalarımın büyük çoğunluğu, kolayca tanımlanabilen "kronik cinsel, fiziksel, psikolojik, duygusal ve/veya ruhsal travmaları temel nedenler olarak deneyimlemişti - sıklıkla umutsuzluk, uyku yoksunluğu, ciddi duygusal veya fiziksel ihmal ve beyin besin eksiklikleri" de eşlik ediyordu. Bu kritik derecede önemli bilgiyi elde edebilmemin tek yolu, hastanın 'tüm geçmişinin' kapsamlı, şefkatli (ve ne yazık ki zaman alıcı) bir şekilde araştırılmasıydı; bu araştırma, 'doğum öncesi, anne, bebek ve çocukluk döneminde, toksinlere maruz kalma (aşılar dahil) ile başlayıp hayati önem taşıyan ergenlik tıbbi geçmişine (hastanın beyninin hızla geliştiği tüm dönemlere) kadar' devam ediyordu.
Klinik deneyimim bana, hastayla, yeterince kaliteli zaman geçirilirse ve kök nedenleri bulmak için yeterince sıkı çalışma yapılırsa, 'hastanın içinde bulunduğu durumun genellikle açıklığa kavuşturulabileceğini ve geçmişteki hatalı etiketlerin ("bilinmeyen kökenli ruhsal hastalıklar (mental illnesses of unknown origin)") ortadan kaldırılabileceğini' kanıtladı. Bu tür çabalar, o zamana kadar önceki terapistler tarafından 'suçlu, utanmış veya umutsuz' hissettirilen hastalarım için genellikle son derece terapötikti.
Deneyimime göre, çoğu ruhsal sağlık bozukluğu sendromu, 'travmatik, korkutucu, işkence edici, ihmal edici ve ruhu yok eden yaşam deneyimleriyle bağlantılı geçici olarak bunaltıcı kriz durumları' nedeniyle tanımlanabilir, ancak 'ciddi duygusal dengesizliği' temsil ediyordu.
Uygulamam çoğunlukla, kendi başlarına bırakamadıkları bir veya daha fazla 'beyin değiştirici, bağımlılık yapan' reçeteli ilacı, aylarca veya yıllarca yuttukları için 'hasta olduklarını' kesin olarak bilen hastalardan oluşuyordu. Birçoğunun, şefkatli psikopedagojik psikoterapiye, uygun beyin beslenmesine ve 'yoksunluk, ebeveyn ihmali/istismarı, yoksulluk ve diğer yıkıcı psikososyal durumlarla' başa çıkma konusunda yardıma erişimleri ve bunları karşılayabilmeleri durumunda, 'hayatlarının erken dönemlerinde, iyileşebileceklerini' keşfettim.
Hastalarımın birçoğunun, psikiyatrik ilaç rejimlerinin, 'izolasyonun, yalnızlığın, cezalandırıcı hapishanelerin, hücre hapsinin, ayrımcılığın, yetersiz beslenmenin ve/veya elektroşokun' sakatlayıcı etkileri olmasaydı, yıllar önce iyileşebileceği gerçeğini ayıklatıcı bir şekilde fark ettim. Hastalarımın çoğuna erken dönemde verilen 'nörotoksik ve beyni sakat bırakan ilaçlar, aşılar ve frankenfoodlar' onları kronikleşme ve sakatlık yoluna sokmuştu.
Efsane # 10: "Psikotropik ilaçların, engelli ve işsiz Amerikan psikiyatri hastalarındaki büyük artışla hiçbir ilgisi yoktur.." Yanlış. Yukarıdaki Efsane # 2 ve # 3'e bakın. Aslında son çalışmalar, "akıl hastalarında (mentally ill)" kalıcı sakatlığın başlıca nedeninin, 'uzun süreli, yüksek dozda ve/veya birden fazla nörotoksik psikiyatrik ilacın kullanımı' olduğunu göstermiştir - yukarıda belirtildiği gibi, bunların herhangi bir kombinasyonu hayvan laboratuvarlarında bile güvenlik açısından yeterli şekilde test edilmemiştir..
Yaygın olarak reçete edilen birçok ilaç, özellikle 'Thorazine, Haldol, Prolixin, Clozapine, Abilify, Clozapine, Fanapt, Geodon, Invega, Risperdal, Saphris, Seroquel ve Zyprexa' gibi 'antipsikotikler (diğer adıyla "majör sakinleştiriciler (major tranquilizers)"), uzun vadede beyin hasarına yol açma' kapasitesine sahiptir. Bunların hepsi, antipsikotik ilaçla tedavi edilen, sözde şizofrenlerin MRI taramalarında sıklıkla görülen 'beyin küçülmesine' neden olabilir - genellikle şizofreninin beynin küçülmesine neden olan anatomik bir beyin bozukluğu olduğunun "kanıtı" olarak gösterilir! (Bu arada, antipsikotik ilaçlar kullanan hastaların -herhangi bir nedenle- daha önce hiç böyle semptomlar yaşamamış olsalar bile 'yoksunluk halüsinasyonları ve akut psikotik semptomlar' yaşadıkları bilinmektedir.) Elbette, benzodiazepinler (Valium, Ativan, Klonopin, Librium, Tranxene, Xanax) gibi 'son derece bağımlılık yapan "küçük" sakinleştiriciler, aynı yoksunluk sendromlarına' neden olabilir.
Hepsi tehlikelidir ve yoksunlukları çok zordur (yoksunluk, tedavisi zor 'rebound uykusuzluğa, panik ataklara ve ciddi şekilde artan anksiyeteye' neden olur) ve uzun süreli kullanıldıklarında hepsi 'hafıza kaybına/demansa, IQ puanlarının kaybına ve Alzheimer hastalığı (etiyolojisi bilinmeyen)' olarak yanlış teşhis edilme olasılığının yüksek olmasına neden olabilir.
Efsane # 11: "Sözde bipolar bozukluk (So-called bipolar disorder), SSRI'lar gibi uyarıcı antidepresanlar alan hastalarda gizemli bir şekilde 'ortaya çıkabilir'.." Yanlış. Gerçekte, 'mani, ajitasyon ve saldırganlık' gibi çılgına çeviren davranışlar genellikle SSRI'lardan kaynaklanır. Bu liste, akatizi adı verilen, şiddetli, bazen intiharı tetikleyen bir 'iç huzursuzluk sendromunu' içerir - tıpkı 'tüm vücutta ve beyinde huzursuz bacak sendromu' olması gibi. Akatizi bir zamanlar yalnızca 'antipsikotik ilaçların, uzun vadeli bir yan etkisi' olarak ortaya çıktığı düşünülüyordu (Efsane # 10'a bakın). Bu yüzden birçok psikiyatrist için (Prozac 1987'de piyasaya sürüldükten sonra), 'SSRI'ların da bu ölümcül soruna neden olabileceğini' kabul etmek bir şoktu. Uzun zamandır 'SSRI'ların, "anti-depresan" ilaçlar yerine "ajitasyon tetikleyen (agitation-inducing)" ilaçlar olarak adlandırılması gerektiği' konusunda bir fikrim vardı. Vurgulanması gereken önemli nokta, SSRI'ların neden olduğu 'psikoz, mani, ajitasyon, saldırganlık ve akatizinin', bipolar bozukluk ve şizofreni olmadığıdır!
Efsane # 12: "Antidepresan ilaçlar, intiharları önleyebilir.." Yanlış. Aslında, 'intihar eğiliminin tedavisi' için FDA tarafından 'onaylanmış bir psikiyatrik ilaç' yoktur çünkü bu ilaçlar, özellikle de sözde antidepresanlar, aslında 'intihar düşüncesi, intihar girişimleri ve tamamlanmış intiharların' sıklığını ARTTIRIR. İlaç şirketleri, çeşitli psikiyatrik ilaçların intiharı önlemedeki etkinliğini kanıtlamak için milyarlarca dolar harcadılar. En yozlaşmış ilaç şirketi denemeleri bile başarısız oldu! Gerçekten de keşfedilen şey, sözde tüm "antidepresanların" aslında 'intihar eğiliminin sıklığını' artırdığıdır.
FDA, tüm SSRI pazarlama materyallerinde, 'ilaç kaynaklı intihar eğilimi' hakkında 'kara kutu uyarı etiketleri' zorunlu kılmıştır ancak bu, ancak 'bu tür gerçekleri söylemenin, karlarına zarar vereceğinden' korkan suçlu ilaçların, 'ilaç üreticileri ve pazarlamacılarının şiddetli muhalefetinin' üstesinden gelindikten sonra başarılmıştır (zarar vermemiştir). Elbette intihar eğilimini önleyebilen ve önleyen şey ilaçlar değil, 'aile, inanç toplulukları ve arkadaşların' yanı sıra 'psikologlar, danışmanlar, sosyal hizmet görevlileri, akrabalar (özellikle bilge büyükanneler! )' ve tabii ki 'ilaç reçete edenlerin sınırlı katılımı' gibi 'ilgili, şefkatli ve kapsamlı bakım veren ekiplerinin' müdahaleleridir.
Efsane # 13: "Amerika'daki okul katilleri ve diğer toplu katiller, psikiyatrik ilaçlar alması gereken 'tedavi edilmemiş' şizofreniklerdir.." Yanlış. Gerçekte, kötü şöhretli cinayetçi - ve genellikle intiharcı - 'okul katillerinin %90'ı veya daha fazlası, zaten psikiyatristlerin (veya diğer psikiyatrik ilaç reçete edenlerin)' "bakımı" altındaydı ve bu nedenle genellikle 'bir veya daha fazla psikiyatrik ilaç' alıyorlardı (veya bırakıyorlardı). SSRI'lar (Prozac gibi) ve psikostimülanlardır (Ritalin gibi) en yaygın ilaç sınıflarıydı. Antipsikotikler çok sakinleştiricidir, ancak 'antipsikotikleri bırakan öfkeli bir genç, ölümcül silahlara erişim sağlanırsa, kolayca bir okul katili' olabilir. Bkz.(a). İlac geçmişi bilinmeyen 'okul tetikçilerinin, %10'unun tıbbi dosyaları genellikle yetkililer tarafından' mühürlenmiştir - muhtemelen 'ilaç şirketleri ve/veya ilaçları tedarik eden sağlık profesyonelleri gibi yetkilileri, sorumluluk veya utanç yaşamaktan' korumak için.. Güçlü ilaç endüstrisi ve psikiyatri lobisi, 'onların hizmetçisi olmaktan kâr eden medyanın gönüllü yardımıyla', bize zombi gibi görünen tetikçilerin fotoğraflarını tekrar tekrar gösteriyor. İzleyici kitlesini, 'bu ergen, beyaz erkek okul tetikçilerinin, 'çılgına çeviren, beyni değiştiren' ilacların etkisi altında veya 'yoksunluk çekiyor' olmaktan ziyade', akıl hastası oldukları fikrine ikna etmeyi başardılar.
Amerika'daki toplu silahlı saldırıların yarısından, "tedavi edilmemiş şizofrenlerin" sorumlu olduğu' yönündeki yakın tarihli 60 Dakika program bölümündeki iddiaların aksine, bölümde adı geçen dört kişi aslında neredeyse kesin olarak, 'katliamlardan önce psikiyatristler tarafından, psikotrop ilaçlarla tedavi ediliyordu' ve 'açıkça suçlara ortak veya tanık' olarak, yetkililer tarafından, 'kamuoyunun teşhis ve/veya sorgulamasından' korunuyorlardı. Bu gizlilik nedeniyle, kamuoyu tam olarak, 'hangi çılgınlık yaratan, cinayete yol açan psikotropik ilaçların söz konusu olabileceği' konusunda karanlıkta bırakılıyor. İlaçların 'adları ve bunları güvenli ilaçlar olarak yanlış pazarlayan çokuluslu şirketler' de incelemeden aktif olarak korunuyor ve böylece gelecekte ilaçla ilgili, 'silahlı saldırıların veya intiharların önlenmesi şansı' boşa harcanıyor. Amerika'nın yönetici elitlerinin bu tür kararları, kamu sağlığı politikasını en kötü haliyle temsil ediyor ve geçmiş ve gelecekteki silahlı saldırı kurbanlarına ve sevdiklerine bir kötülük..Yukarıda bahsi geçen 60 Dakika bölümünde vurgulanan en kötü şöhretli dört toplu katliamcı arasında 'Virginia Tech katliamcısı, Tucson katliamcısı, Aurora katliamcısı ve Sandy Hook katliamcısı' yer alıyor. Bu katliamcının çılgın bakışlı ("uyuşturulmuş (drugged-up)") fotoğrafları dramatik "zombi bakışı (zombie-look)" etkisi için dikkatlice seçilmiş; böylece çoğu korkmuş, paranoyak Amerikalı, bunu yapanın 'psikoaktif, beyin değiştirici, delirtici ilaçların' kurbanı olmaktan ziyade 'deli bir "şizofreni" olduğuna' ikna olmuş durumda.
"Parantez içinde, 'birçok medya kuruluşunun, ilaç ve tıbbi endüstrilerden yüklü miktarda kar elde ettiğini' belirtmek gerekir. Bu nedenle bu medya kuruluşlarının, 'ilaçların adlarını, ilaç şirketlerinin adlarını, reçete yazan doktorların adlarını ve gerçekten adil ve demokratik bir dünyada suçlarla ilişkilendirilebilecek klinik ve hastanelerin adlarını' korumak için bir teşvikleri var."
Elbette metamfetamin sarhoşu bir kişi, birini vurursa, sarhoş edici ilacı tedarik eden kişi, daha sonra 'şiddet suçu ' işleyen birine, içki tedarik eden barmenin sorumlu tutulacağı gibi, 'suçun, suç ortağı' olarak kabul edilir. 'Güçlü, saygın ve oldukça karlı şirketler' söz konusu olduğunda, açıkça bir çifte standart vardır. 1966'da Teksas Üniversitesi kulesine ateş açan saldırganla başlayıp (geçici olarak) Sandy Hook'ta duran çok sayıda Amerikan okul saldırganının kapsamlı bir incelemesi, bunların büyük çoğunluğunun (hepsi değilse bile) iyi niyetli ama çok meşgul 'psikiyatristler, aile hekimleri veya yardımcı hekimler' tarafından kendilerine reçete edilen 'beyin değiştirici, büyüleyici, dürtü yok edici, "umursamaz (don’t give a damn)" ilaçları' aldığını ortaya koyuyor. Bu kişiler, eşit derecede şüphesiz hastalarının maruz kaldığı 'cinayet ve intihar risklerinden' habersiz veya yanlış bilgilendirilmişlerdi (ve bu nedenle hastayı ve/veya hastanın sevdiklerini potansiyel olarak vahim sonuçlar konusunda uyarmamışlardı). Kitlesel katliam yapanlara veya daha sonra ilacın etkisi altındayken intihar eden hastalara reçete yazan uygulayıcıların çoğu, büyük ihtimalle (ve haklı olarak) toplu cinayete veya intihara ortak olma suçlamasına karşı, bu umursamazca reçete edilen ' psikiyatrik ilaçların tehlikeleri' konusunda 'bilgisiz olduklarını', çünkü bu ilaçların 'zararsız doğasına, onları inandıran kurnaz ilaç şirketleri tarafından kandırıldıklarını' söyleyerek kendilerini savunacaktır.
Efsane # 14: “Hastanız sesler duyuyorsa bu onun şizofren olduğu anlamına gelir..” Yanlış. İşitsel halüsinasyonların, 'normal insanların %10'una kadarında, görüldüğü' bilinmektedir; ve 'normal insanların %75'ine kadarı, orada olmayan birinin adını seslendiğini' deneyimlemiştir.(b) Gece rüyaları, kabuslar ve geri dönüşler muhtemelen gündüz 'görsel, işitsel ve koku halüsinasyonlarına' benzer kökenlere sahiptir, ancak psikiyatristler bile, 'bunların zihinsel hastalıkları, temsil ettiğini' düşünmezler..
Gerçekten de halüsinasyonlar, özellikle psikiyatrik ilaçlar olmak üzere birçok ilacın 'potansiyel yan etkisi veya yoksunluk belirtisi' olarak ilaç literatüründe listelenmiştir. Bu sendromlara, 'madde kaynaklı psikotik bozukluklar (substance-induced psychotic disorders)' denir ve tanım gereği ne zihinsel hastalıklar ne de şizofrenidir. Aksine, madde kaynaklı veya yoksunluk kaynaklı psikotik bozukluklar geçicidir ve doğrudan yetersiz beslenmenin veya 'alkol, ilaçlar, halüsinojenik ilaçlar ve diğer toksinler' gibi 'beyni değiştiren ilaçların, sarhoş edici etkilerinden' kaynaklanır.
Halüsinasyonlar ve sanrılar dahil psikotik semptomlar, "alkol, esrar, halüsinojenler, sakinleştiriciler, hipnotikler ve anksiyolitikler, inhalanlar, opioidler, PCP ve amfetamin" benzeri ilaçların çoğu (Phen-Fen, [fenfluramin] gibi), kokain, metamfetamin, Ecstasy ve SSRI'lar gibi ajitasyona neden olan, psiko-uyarıcı ilaçlar) gibi maddelerden kaynaklanabilir. Psikotik semptomlar ayrıca "uyku yoksunluğu, duyusal yoksunluk ve alkol, sakinleştiriciler, hipnotikler, anksiyolitikler ve özellikle birçok dopamin baskılayıcı, bağımlılık yaratan, sakinleştirici ve zombileştirici anti-psikotik ilaç" gibi belirli ilaçların çekilmesinden de kaynaklanabilir.
Halüsinasyon ve sanrılara neden olabilecek diğer ilaçlara örnek olarak 'anestezikler, analjezikler, antikolinerjik ajanlar, antikonvülzanlar, antihistaminikler, antihipertansif ve kardiyovasküler ilaçlar, bazı antimikrobiyal ilaçlar, anti-parkinson ilaçları, bazı kemoterapi ajanları, kortikosteroidler, bazı gastrointestinal ilaçlar, kas gevşeticiler, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar ve Antabuse' verilebilir.
Yukarıda ortaya çıkan çok ayıklatıcı bilgiler, düşünen herhangi bir kişiyi, hastayı, düşünce liderini veya politikacıyı şu soruyu sormaya sevk etmelidir: "Son yarım yüzyıllık psikiyatrik ilaç propagandasında, aksi takdirde normal veya potansiyel olarak tedavi edilebilir kaç kişi, aslında akıl hastası olarak yanlış etiketlendi (ve sonra yanlış tedavi edildi) ve terapötik maceraların karmaşık yoluna gönderildi - unutulmaya doğru gidiyor?"
Ruh sağlığı bakım uygulamalarımda, birçoğu yeni "ayın hastalıkları"ndan biri olan ve televizyonda yoğun bir şekilde pazarlanan yeni bir psikiyatrik "ayın ilacı" olan, 'kafa karıştırıcı ve çelişkili ruhsal hastalık etiketleri' verilen yüzlerce hastayı, kişisel olarak tedavi ettim. Hastalarımın çoğu, öngörülemeyen ilaç-ilaç etkileşimlerinin (çok sık ilaç-ilaç-ilaç-ilaç etkileşimleri) kurbanıydı veya yanlışlıkla yeni bir ruhsal hastalık olarak teşhis edilen psikiyatrik ilaçlara karşı olumsuz reaksiyonlar gösteriyordu. 1200 hasta deneyimimi (ülkenin küçük ve izole bir bölümünde) Amerika'da kesinlikle neler olup bittiğine uyarlamak aklımı karıştırıyor. Tam burnumuzun dibinde, 'ilaçlar olmasa iyileşebilecek, milyonlarca acı çeken kurbanı etkileyen büyük bir salgın' yaşanıyor. Bu bilgi üzerine harekete geçme zamanı çoktan geldi.
İlk olarak Ocak 2016'da global cResearch tarafından yayınlandı.. Dr. Kohls, bütünsel (ilaçsız) ruh sağlığı bakımı uygulayan emekli bir aile hekimidir. Hastaları, bağımlı oldukları ve kendilerini hasta ve güçsüz bıraktığını bildikleri 'psikotropik ilaçları bırakmak' için yardım istemek üzere kendisine gelirlerdi. Psikoeğitimsel psikoterapi, beyin besin terapisi ve kademeli, yakından izlenen bir ilaç bırakma programına dayanan kapsamlı ve dolayısıyla zaman alıcı bir program kullanarak hastalarının önemli bir kısmının ilaçlarını bırakmalarına veya azaltmalarına yardımcı olmada başarılı oldu. Dr. Kohls, yasadışı veya yasal olsun, herhangi bir psikoaktif ilacı kullanan hastalarda ortaya çıkabilen yaygın, genellikle ciddi yoksunluk semptomları nedeniyle herhangi bir psikiyatrik ilacın aniden kesilmesine karşı uyarıyor. İlaç yoksunluk sendromlarını tedavi etme konusunda bilgili, bilinçli ve bilgili bir doktorla yakın istişare önemlidir. Dr. Kohls, MindFreedom International, Uluslararası Psikiyatri ve Psikoloji Çalışmaları Merkezi ve Uluslararası Travma Stres Çalışmaları Derneği'nin eski bir üyesidir. Geçmişte bazı eski hastalarına ve kendisine alternatif, ilaçsız, ruhsal hastalıklara yaklaşımlara ilgi duyduklarını ifade eden diğerlerine e-postayla gönderilen Önleyici Psikiyatri E-Bülteni'nin ara sıra editörüdür." (55)
-Efsane # 1: "FDA (ABD Gıda ve İlaç Dairesi) tüm yeni psikiyatrik ilaçları test eder.." ; Yanlış. Aslında FDA yalnızca çok uluslu kâr odaklı ilaç şirketleri tarafından 'tasarlanan, yönetilen, gizlice gerçekleştirilen ve ödenen' çalışmaları inceler. Çalışmalar sıklıkla ilaç şirketleri tarafından, şirket işverenleri için 'olumlu sonuçlar bulmayı amaçlayan, iyi ücretli araştırma şirketleri' tarafından yaptırılır. Bu tür araştırma politikalarının neredeyse 'hileli sonuçları, garantilediği' şaşırtıcı değildir.
- Efsane # 2: “FDA onayı, psikotropik bir ilacın uzun vadede "etkili" olduğu anlamına gelir..” ; Yanlış. Aslında, FDA onayı, psikiyatrik ilaçların güvenli olduğu anlamına bile gelmez – kısa vadeli veya uzun vadeli! FDA onayının, 'bir psikiyatrik ilacın, etkili olduğu anlamına geldiği' fikri de yanlıştır, çünkü bu tür ilaçların çoğu, pazarlamadan önce, birkaç aydan uzun süre test edilmez (ve çoğu psikiyatrik hasta, ilaçlarını yıllarca kullanır).
İlaç endüstrisi, mali veya mesleki çıkar çatışmaları olan birçok psikiyatrik “araştırmacıya” ödeme yapar – çoğu zaman akademik psikiyatristler (uyumlu, kronik, zaten ilac kullanan hastalara kolay erişime sahip) – hatta bazıları, psikiyatrik ilaçları onay sürecinden “hızlandırmaya” çalışan FDA danışma komitelerinde bile yer alır. FDA, her yeni ilaç başvurusu için, 'kısa vadeli etkililiği' gösterdiğini iddia eden yalnızca 1 veya 2 “en iyi” çalışmayı (birçok çalışma arasından) alır. Olumsuz çalışmalar rafa kaldırılır ve FDA'ya açıklanmaz. SSRI ilaçları durumunda, hayvan laboratuvar çalışmaları genellikle sadece saatler, günler veya haftalar sürmüştür ve insan klinik çalışmaları ortalama olarak sadece 4-6 hafta sürmüştür, uzun vadeli etkinlik veya güvenlik hakkında geçerli sonuçlar çıkarmak için çok kısadır! Bu nedenle FDA, reçete yazan hekimler ve hasta-mağdurlar, sessizce ülkeyi etkileyen 'SSRI ilaç kaynaklı olumsuz reaksiyonların salgınına' "şaşırmamalıydı".. Gerçekten de, birçok SSRI denemesi, bu ilaçların plasebodan zar zor daha etkili olduğunu (istatistiksel olarak anlamlı olsa da!) ve karşılanamayacak ekonomik maliyetlere ve bazıları 'yaşamı tehdit eden ve beyin hasarına neden olabileceği' bilinen ciddi sağlık risklerine sahip olduğunu göstermiştir.
- Efsane #3: “FDA onayı, psikotropik bir ilacın uzun vadede "güvenli" olduğu anlamına gelir..” Yanlış. Aslında, SSRI'lar ve “antipsikotik” ilaçlar, FDA tarafından pazarlama onayı verilmeden önce genellikle sadece birkaç ay boyunca insan deneylerinde test edilir. Ve ilaç şirketlerinin sadece 1 veya 2 çalışma bildirmeleri gerekir (aynı ilaç üzerinde yapılan diğer birçok çalışma olumsuz, hatta felaket sonuçlar gösterse bile). İlaç şirketleri, ilaçlarıyla ilişkili 'kara kutu ve küçük puntolu uyarıların hem tüketiciler hem de reçete yazanlar tarafından görmezden gelinmesini' açıkça tercih eder. Reklamlardaki yazıların ne kadar küçük olduğuna dikkat etmek yeterlidir.
Hızlı tempolu, alışveriş yapıp düşene kadar devam eden tüketici toplumumuzda, aşırı meşgul reçete yazan doktorlar ve doktor asistanları olarak, "bağımlılık, mani, psikoz, intihar eğilimi, kötüleşen depresyon, kötüleşen anksiyete, uykusuzluk, akatizi, beyin hasarı, bunama, cinayet, şiddet" vb. gibi çok sayıda tehlikeli, potansiyel olarak ölümcül olumsuz psikiyatrik ilaç etkisinin, hiçbir zaman tam olarak farkında olmadık. Ama FDA veya Büyük İlaç Şirketleri'nin geçmişte verdikleri zarar için, özür dilediğini en son ne zaman duydunuz? Ve suçlu milyarlarca dolarlık ilaç şirketlerinin CEO'larına önemli cezalar (tokatlama ve "para üstü" milyonlarca dolarlık para cezaları dışında) veya hapis cezası verildiği en son ne zaman oldu?
Efsane #4: "Ruhsal 'hastalıklar (illnesses)' 'beyin kimyası dengesizlikleri (brain chemistry imbalances)'nden kaynaklanır.." Yanlış. Gerçekte, 'beyin kimyasal/nörotransmitter dengesizliklerinin' varlığı, hiçbir zaman kanıtlanmamıştır (psikolojik ilaçların neden olduğu nörotransmitter tükenmeleri vakaları hariç) iyi finanse edilen ilaç şirketlerinde çalışan nörobilimciler tarafından 'laboratuvar hayvanı veya otopsi edilmiş insan beyinleri ve beyin dilimleri' üzerinde yapılan yoğun incelemelere rağmen..
İnsan beyninde 100'den fazla bilinen 'nörotransmitter sistemi' olduğunu bilerek, teorik bir kimyasal "dengesizlik" önermek gülünçtür ve bilime aykırıdır. Sadece bu değil, '100 potansiyel sistemden, herhangi ikisi arasında bir dengesizlik' varsa (kanıtlanması imkansız), bir avuçtan fazlasında, 'hiç test edilmemiş bir ilacın, bunu yeniden dengelemesi' asla beklenemez!
Bu kadar basite indirgenmiş teoriler, 'saf halk ve saf psikiyatri endüstrisi' üzerinde Büyük İlaç Şirketleri tarafından dayatıldı çünkü 'gereksiz ürünlerini' halka satmak isteyen şirketler, 'hastaları ve reçete yazan uygulayıcıları, yeterli testlerden geçmemiş sentetik, beyin değiştiren ilaçları' neden almaları veya reçete etmeleri gerektiğine ikna etmek için 20 saniyelik kısa propagandaya başvurmak zorunda olduklarını biliyorlar.
Efsane #5: "Antidepresan ilaçlar, diyabet hastalarında insülin gibi çalışır.." Yanlış. Tehlikeli ve bağımlılık yapan sentetik ilaçların kullanımına ilişkin bu gülünç derecede basit ve çok bilim karşıtı açıklama açıkça saçmadır ve buna inanan doktorlar ve hastalar, buna kandıkları için kendilerinden utanmalıdırlar. İnsülin eksikliği diye bir şey vardır (ancak yalnızca tip 1 diyabette) ancak Prozac eksikliği diye bir şey yoktur. SSRI'lar (sözde Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri "called Selective Serotonin Reuptake Inhibitors" - bu ilaçlar SEÇİCİ OLMADIĞI için kasıtlı bir yanlış tanıtım!) toplam beyin serotoninini yükseltmez.
Aksine, SSRI'lar aslında serotonini, uzun vadede tüketirken, sadece sinaps düzeyinde serotonin salınımını "artırır" ve aynı zamanda serotoninin 'depolanmasını, yeniden kullanılmasını ve geri dönüştürülmesini' engeller ("serotonin geri alım inhibisyonu (serotonin reuptake inhibition)" işleviyle). Parantez içinde, yukarıdaki insülin/diyabet karşılaştırmasının çarpıtılmış "mantıksızlığı (illogic)", önemli doğal nörotransmitter serotoninin öncü molekülü olan amino asit beyin besin maddesi triptofan durumunda meşru bir şekilde yapılabilir. Eğer bir serotonin eksikliği veya "dengesizliği" kanıtlanabilirse, tek mantıklı tedavi yaklaşımı, beyne, 'serotonini uzun vadede tüketen, beyni değiştiren sentetik bir kimyasal' vermek yerine, diyete 'serotonin öncüsü triptofan takviyesi' yapmak olurdu!
Efsane #6: “SSRI ‘kesilme sendromları (discontinuation syndromes)’, ‘çekilme sendromlarından (withdrawal syndromes)’ farklıdır..” Yanlış. SSRI “antidepresan” ilaçları gerçekten de bağımlılık yapıcıdır /bağımlılık yapar ve bu ilaçlar kesildiğinde veya azaltıldığında, ortaya çıkan nörolojik ve psikolojik semptomlar, yaygın olarak iddia edildiği gibi, önceki bir “zihinsel bozukluğa” “tekrarlamalar” değildir; ancak aslında orijinal tanıyı tetikleyenlerden farklı olan yeni ilaç çekilme semptomlarıdır. “Kesilme (/azaltma) sendromu (discontinuation syndromes)” terimi, psikofarmasötik endüstrisi üyeleri tarafından gizlice, doktorları, 'bu ilaçların bağımlılık yapmadığını' düşünmeye kandırmak için tasarlanmış kurnazca bir komplonun parçasıdır. Aldatmaca, çoğu psikiyatrik ilacın, 'bağımlılık yapıcı olduğu ve bu nedenle kesildiklerinde, “kesilme/çekilme semptomlarına” neden olma olasılığının yüksek olduğu kanıtlanmış gerçeğinden dikkati dağıtmak için' utanmadan teşvik edilmiştir. İlaç endüstrisi, çoğu insanın, 'ilacın dozu azaltıldığında ağrılı, hatta ölümcül yoksunluk belirtilerine neden olma olasılığı bulunan bağımlılık yaratan ilaçları, yutmak istemediğini' biliyor.'
Efsane #7: “Ritalin çocuklar (veya yetişkinler) için güvenlidir..” Yanlış. Gerçekte, metilfenidat (Ritalin, Concerta, Daytrana, Metadate ve Methylin; diğer adıyla “çocuk kokaini”), bir 'dopamin geri alım inhibitörü' ilacıdır ve dopamin, sinapsları üzerinde 'tıpkı kokain gibi çalışır, ancak oral yoldan alınan metilfenidat, beyne, burundan çekilen veya içilen kokainden' daha yavaş ulaşır. Bu nedenle oral form, kokainden daha az orgazmik “yükseklik”e sahiptir. Kokain bağımlıları, nispeten saf toz formunda alabiliyorlarsa aslında Ritalin'i tercih ederler. Burundan çekildiğinde, sentetik Ritalin (doğal olarak oluşan ve bu nedenle metabolik olarak daha kolay parçalanan kokainin aksine) aynı etki başlangıcına sahiptir, ancak tahmin edilebileceği gibi daha uzun süreli bir “yükseklik”e sahiptir ve bu nedenle bağımlı bireyler arasında tercih edilir. Ritalin ve kokainin moleküler yapıları, yan yana incelendiğinde dikkat çekici derecede 'benzer olan halka şeklindeki yan zincirlere sahip, amfetamin baz yapılarına' sahiptir. Beyindeki (ve kalp, kan damarları, akciğerler ve bağırsaklardaki) dopamin sinaptik organellerinin, 'iki ilaç arasındaki herhangi bir farkı algılaması' olası değildir.
Efsane # 8: "Psikoaktif ilaçlar, insanlar için tamamen güvenlidir.." Yanlış. Yukarıdaki Efsane # 3'e bakın. Aslında 'beş psikotropik ilaç sınıfının hepsinin, uzun süreli kullanımda nörotoksik olduğu' bulunmuştur (yani, her beyin hücresi ve sinirindeki hayati enerji üreten mitokondrinin 'fizyolojisini, kimyasını, anatomisini ve yaşayabilirliğini' yok ettiği veya başka şekilde değiştirdiği bilinmektedir). Bu nedenle, hepsi uzun süreli kullanıldığında, 'bunamaya' katkıda bulunabilir. Kan-beyin bariyerini geçerek beyne ulaşabilen herhangi bir sentetik kimyasal, beyni, değiştirebilir ve etkisiz hale getirebilir. Sentetik kimyasal ilaçlar, 'beyin işlev bozukluğunu iyileştirme, yetersiz beslenmeyi tedavi etme veya beyin hasarını tersine çevirme' yeteneğine sahip DEĞİLDİR. Psikiyatrik ilaçlar, herhangi bir şeyi tedavi etmekten ziyade, "zihinsel hastalıkları" taklit eden anormal 'duygusal, nörolojik veya yetersiz beslenme' süreçleri azalmadan devam ederken yalnızca semptomları maskeleyebilir.
Efsane # 9: “Ruhsal ‘hastalıkların’ bilinen bir nedeni yoktur..” Yanlış. Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association) tarafından yayınlanan Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM "Diagnostic and Statistical Manual"), psikiyatristler için aşağılayıcı bir şekilde "psikiyatrik İncil ve fatura kitabı (psychiatric bible and billing book)" olarak adlandırılır. İsmine rağmen, aslında 'içinde hiçbir istatistik yoktur ve DSM-IV'teki 374 psikiyatrik tanıdan (şu anda 5. baskısı var) yalnızca ikisi bilinen temel nedenleri vurguluyor' gibi görünüyor. Bu iki tanı, 'Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu'dur (Posttraumatic Stress Disorder and Acute Stress Disorder)'. DSM-V, 'birkaç normal insan duygusunu ve davranışını', gülünç bir şekilde patolojikleştiren başka bir kitap olarak şiddetle kınanmıştır.
Bağımsız bütünsel ruh sağlığı bakımı uygulayıcısı (independent holistic mental health care practitioner) olarak on yıllık çalışmamda, "bilinmeyen kökenli akıl hastalığı (mental illness of unknown origin)"nın şaşırtıcı sayıda yanlış tanısına yol açan 'işaretleri, semptomları ve davranışları' kolayca açıklayan birçok temel nedeni ve katkıda bulunan faktörü neredeyse her zaman tespit edebildim.
Hastalarımın çoğu, "aceleyle teşhis konulmuş, ilaçlanmış, zorbalığa uğramış, aşağılanmış, yetersiz beslenmiş, hapse atılmış, elektroşoklanmıştı (genellikle kendi istekleri dışında ve/veya tam olarak bilgilendirilmiş onayları olmadan)." Hastalarım 'sıklıkla işsiz kalmış veya hatta kalıcı olarak sakat kalmışlardı' - hepsi de 'başlangıçta geçici, potansiyel olarak geri döndürülebilir' ve bu nedenle 'duygusal stres faktörlerinin' tanınmamış olması nedeniyle..
İlaçlara bağımlılık nedeniyle, hastalarımın çoğu 'yüksek kaliteli, ilaç temelli olmayan, potansiyel olarak tedavi edilebilir psikoterapi uygulayan şefkatli uygulayıcılara' yönlendirilmedikleri için tedavi edilemez hale gelmişti. Hastamın anlaşılabilir duygusal sıkıntısının temel nedenleri genellikle birden fazlaydı, ancak bazen 'tecavüz, şiddetli saldırı veya orduda psikolojik travma' gibi tek bir travma, aksi takdirde normal şekilde gelişen bir bireyin telafi edememesine neden oluyordu..
Ancak hastalarımın büyük çoğunluğu, kolayca tanımlanabilen "kronik cinsel, fiziksel, psikolojik, duygusal ve/veya ruhsal travmaları temel nedenler olarak deneyimlemişti - sıklıkla umutsuzluk, uyku yoksunluğu, ciddi duygusal veya fiziksel ihmal ve beyin besin eksiklikleri" de eşlik ediyordu. Bu kritik derecede önemli bilgiyi elde edebilmemin tek yolu, hastanın 'tüm geçmişinin' kapsamlı, şefkatli (ve ne yazık ki zaman alıcı) bir şekilde araştırılmasıydı; bu araştırma, 'doğum öncesi, anne, bebek ve çocukluk döneminde, toksinlere maruz kalma (aşılar dahil) ile başlayıp hayati önem taşıyan ergenlik tıbbi geçmişine (hastanın beyninin hızla geliştiği tüm dönemlere) kadar' devam ediyordu.
Klinik deneyimim bana, hastayla, yeterince kaliteli zaman geçirilirse ve kök nedenleri bulmak için yeterince sıkı çalışma yapılırsa, 'hastanın içinde bulunduğu durumun genellikle açıklığa kavuşturulabileceğini ve geçmişteki hatalı etiketlerin ("bilinmeyen kökenli ruhsal hastalıklar (mental illnesses of unknown origin)") ortadan kaldırılabileceğini' kanıtladı. Bu tür çabalar, o zamana kadar önceki terapistler tarafından 'suçlu, utanmış veya umutsuz' hissettirilen hastalarım için genellikle son derece terapötikti.
Deneyimime göre, çoğu ruhsal sağlık bozukluğu sendromu, 'travmatik, korkutucu, işkence edici, ihmal edici ve ruhu yok eden yaşam deneyimleriyle bağlantılı geçici olarak bunaltıcı kriz durumları' nedeniyle tanımlanabilir, ancak 'ciddi duygusal dengesizliği' temsil ediyordu.
Uygulamam çoğunlukla, kendi başlarına bırakamadıkları bir veya daha fazla 'beyin değiştirici, bağımlılık yapan' reçeteli ilacı, aylarca veya yıllarca yuttukları için 'hasta olduklarını' kesin olarak bilen hastalardan oluşuyordu. Birçoğunun, şefkatli psikopedagojik psikoterapiye, uygun beyin beslenmesine ve 'yoksunluk, ebeveyn ihmali/istismarı, yoksulluk ve diğer yıkıcı psikososyal durumlarla' başa çıkma konusunda yardıma erişimleri ve bunları karşılayabilmeleri durumunda, 'hayatlarının erken dönemlerinde, iyileşebileceklerini' keşfettim.
Hastalarımın birçoğunun, psikiyatrik ilaç rejimlerinin, 'izolasyonun, yalnızlığın, cezalandırıcı hapishanelerin, hücre hapsinin, ayrımcılığın, yetersiz beslenmenin ve/veya elektroşokun' sakatlayıcı etkileri olmasaydı, yıllar önce iyileşebileceği gerçeğini ayıklatıcı bir şekilde fark ettim. Hastalarımın çoğuna erken dönemde verilen 'nörotoksik ve beyni sakat bırakan ilaçlar, aşılar ve frankenfoodlar' onları kronikleşme ve sakatlık yoluna sokmuştu.
Efsane # 10: "Psikotropik ilaçların, engelli ve işsiz Amerikan psikiyatri hastalarındaki büyük artışla hiçbir ilgisi yoktur.." Yanlış. Yukarıdaki Efsane # 2 ve # 3'e bakın. Aslında son çalışmalar, "akıl hastalarında (mentally ill)" kalıcı sakatlığın başlıca nedeninin, 'uzun süreli, yüksek dozda ve/veya birden fazla nörotoksik psikiyatrik ilacın kullanımı' olduğunu göstermiştir - yukarıda belirtildiği gibi, bunların herhangi bir kombinasyonu hayvan laboratuvarlarında bile güvenlik açısından yeterli şekilde test edilmemiştir..
Yaygın olarak reçete edilen birçok ilaç, özellikle 'Thorazine, Haldol, Prolixin, Clozapine, Abilify, Clozapine, Fanapt, Geodon, Invega, Risperdal, Saphris, Seroquel ve Zyprexa' gibi 'antipsikotikler (diğer adıyla "majör sakinleştiriciler (major tranquilizers)"), uzun vadede beyin hasarına yol açma' kapasitesine sahiptir. Bunların hepsi, antipsikotik ilaçla tedavi edilen, sözde şizofrenlerin MRI taramalarında sıklıkla görülen 'beyin küçülmesine' neden olabilir - genellikle şizofreninin beynin küçülmesine neden olan anatomik bir beyin bozukluğu olduğunun "kanıtı" olarak gösterilir! (Bu arada, antipsikotik ilaçlar kullanan hastaların -herhangi bir nedenle- daha önce hiç böyle semptomlar yaşamamış olsalar bile 'yoksunluk halüsinasyonları ve akut psikotik semptomlar' yaşadıkları bilinmektedir.) Elbette, benzodiazepinler (Valium, Ativan, Klonopin, Librium, Tranxene, Xanax) gibi 'son derece bağımlılık yapan "küçük" sakinleştiriciler, aynı yoksunluk sendromlarına' neden olabilir.
Hepsi tehlikelidir ve yoksunlukları çok zordur (yoksunluk, tedavisi zor 'rebound uykusuzluğa, panik ataklara ve ciddi şekilde artan anksiyeteye' neden olur) ve uzun süreli kullanıldıklarında hepsi 'hafıza kaybına/demansa, IQ puanlarının kaybına ve Alzheimer hastalığı (etiyolojisi bilinmeyen)' olarak yanlış teşhis edilme olasılığının yüksek olmasına neden olabilir.
Efsane # 11: "Sözde bipolar bozukluk (So-called bipolar disorder), SSRI'lar gibi uyarıcı antidepresanlar alan hastalarda gizemli bir şekilde 'ortaya çıkabilir'.." Yanlış. Gerçekte, 'mani, ajitasyon ve saldırganlık' gibi çılgına çeviren davranışlar genellikle SSRI'lardan kaynaklanır. Bu liste, akatizi adı verilen, şiddetli, bazen intiharı tetikleyen bir 'iç huzursuzluk sendromunu' içerir - tıpkı 'tüm vücutta ve beyinde huzursuz bacak sendromu' olması gibi. Akatizi bir zamanlar yalnızca 'antipsikotik ilaçların, uzun vadeli bir yan etkisi' olarak ortaya çıktığı düşünülüyordu (Efsane # 10'a bakın). Bu yüzden birçok psikiyatrist için (Prozac 1987'de piyasaya sürüldükten sonra), 'SSRI'ların da bu ölümcül soruna neden olabileceğini' kabul etmek bir şoktu. Uzun zamandır 'SSRI'ların, "anti-depresan" ilaçlar yerine "ajitasyon tetikleyen (agitation-inducing)" ilaçlar olarak adlandırılması gerektiği' konusunda bir fikrim vardı. Vurgulanması gereken önemli nokta, SSRI'ların neden olduğu 'psikoz, mani, ajitasyon, saldırganlık ve akatizinin', bipolar bozukluk ve şizofreni olmadığıdır!
Efsane # 12: "Antidepresan ilaçlar, intiharları önleyebilir.." Yanlış. Aslında, 'intihar eğiliminin tedavisi' için FDA tarafından 'onaylanmış bir psikiyatrik ilaç' yoktur çünkü bu ilaçlar, özellikle de sözde antidepresanlar, aslında 'intihar düşüncesi, intihar girişimleri ve tamamlanmış intiharların' sıklığını ARTTIRIR. İlaç şirketleri, çeşitli psikiyatrik ilaçların intiharı önlemedeki etkinliğini kanıtlamak için milyarlarca dolar harcadılar. En yozlaşmış ilaç şirketi denemeleri bile başarısız oldu! Gerçekten de keşfedilen şey, sözde tüm "antidepresanların" aslında 'intihar eğiliminin sıklığını' artırdığıdır.
FDA, tüm SSRI pazarlama materyallerinde, 'ilaç kaynaklı intihar eğilimi' hakkında 'kara kutu uyarı etiketleri' zorunlu kılmıştır ancak bu, ancak 'bu tür gerçekleri söylemenin, karlarına zarar vereceğinden' korkan suçlu ilaçların, 'ilaç üreticileri ve pazarlamacılarının şiddetli muhalefetinin' üstesinden gelindikten sonra başarılmıştır (zarar vermemiştir). Elbette intihar eğilimini önleyebilen ve önleyen şey ilaçlar değil, 'aile, inanç toplulukları ve arkadaşların' yanı sıra 'psikologlar, danışmanlar, sosyal hizmet görevlileri, akrabalar (özellikle bilge büyükanneler! )' ve tabii ki 'ilaç reçete edenlerin sınırlı katılımı' gibi 'ilgili, şefkatli ve kapsamlı bakım veren ekiplerinin' müdahaleleridir.
Efsane # 13: "Amerika'daki okul katilleri ve diğer toplu katiller, psikiyatrik ilaçlar alması gereken 'tedavi edilmemiş' şizofreniklerdir.." Yanlış. Gerçekte, kötü şöhretli cinayetçi - ve genellikle intiharcı - 'okul katillerinin %90'ı veya daha fazlası, zaten psikiyatristlerin (veya diğer psikiyatrik ilaç reçete edenlerin)' "bakımı" altındaydı ve bu nedenle genellikle 'bir veya daha fazla psikiyatrik ilaç' alıyorlardı (veya bırakıyorlardı). SSRI'lar (Prozac gibi) ve psikostimülanlardır (Ritalin gibi) en yaygın ilaç sınıflarıydı. Antipsikotikler çok sakinleştiricidir, ancak 'antipsikotikleri bırakan öfkeli bir genç, ölümcül silahlara erişim sağlanırsa, kolayca bir okul katili' olabilir. Bkz.(a). İlac geçmişi bilinmeyen 'okul tetikçilerinin, %10'unun tıbbi dosyaları genellikle yetkililer tarafından' mühürlenmiştir - muhtemelen 'ilaç şirketleri ve/veya ilaçları tedarik eden sağlık profesyonelleri gibi yetkilileri, sorumluluk veya utanç yaşamaktan' korumak için.. Güçlü ilaç endüstrisi ve psikiyatri lobisi, 'onların hizmetçisi olmaktan kâr eden medyanın gönüllü yardımıyla', bize zombi gibi görünen tetikçilerin fotoğraflarını tekrar tekrar gösteriyor. İzleyici kitlesini, 'bu ergen, beyaz erkek okul tetikçilerinin, 'çılgına çeviren, beyni değiştiren' ilacların etkisi altında veya 'yoksunluk çekiyor' olmaktan ziyade', akıl hastası oldukları fikrine ikna etmeyi başardılar.
Amerika'daki toplu silahlı saldırıların yarısından, "tedavi edilmemiş şizofrenlerin" sorumlu olduğu' yönündeki yakın tarihli 60 Dakika program bölümündeki iddiaların aksine, bölümde adı geçen dört kişi aslında neredeyse kesin olarak, 'katliamlardan önce psikiyatristler tarafından, psikotrop ilaçlarla tedavi ediliyordu' ve 'açıkça suçlara ortak veya tanık' olarak, yetkililer tarafından, 'kamuoyunun teşhis ve/veya sorgulamasından' korunuyorlardı. Bu gizlilik nedeniyle, kamuoyu tam olarak, 'hangi çılgınlık yaratan, cinayete yol açan psikotropik ilaçların söz konusu olabileceği' konusunda karanlıkta bırakılıyor. İlaçların 'adları ve bunları güvenli ilaçlar olarak yanlış pazarlayan çokuluslu şirketler' de incelemeden aktif olarak korunuyor ve böylece gelecekte ilaçla ilgili, 'silahlı saldırıların veya intiharların önlenmesi şansı' boşa harcanıyor. Amerika'nın yönetici elitlerinin bu tür kararları, kamu sağlığı politikasını en kötü haliyle temsil ediyor ve geçmiş ve gelecekteki silahlı saldırı kurbanlarına ve sevdiklerine bir kötülük..Yukarıda bahsi geçen 60 Dakika bölümünde vurgulanan en kötü şöhretli dört toplu katliamcı arasında 'Virginia Tech katliamcısı, Tucson katliamcısı, Aurora katliamcısı ve Sandy Hook katliamcısı' yer alıyor. Bu katliamcının çılgın bakışlı ("uyuşturulmuş (drugged-up)") fotoğrafları dramatik "zombi bakışı (zombie-look)" etkisi için dikkatlice seçilmiş; böylece çoğu korkmuş, paranoyak Amerikalı, bunu yapanın 'psikoaktif, beyin değiştirici, delirtici ilaçların' kurbanı olmaktan ziyade 'deli bir "şizofreni" olduğuna' ikna olmuş durumda.
"Parantez içinde, 'birçok medya kuruluşunun, ilaç ve tıbbi endüstrilerden yüklü miktarda kar elde ettiğini' belirtmek gerekir. Bu nedenle bu medya kuruluşlarının, 'ilaçların adlarını, ilaç şirketlerinin adlarını, reçete yazan doktorların adlarını ve gerçekten adil ve demokratik bir dünyada suçlarla ilişkilendirilebilecek klinik ve hastanelerin adlarını' korumak için bir teşvikleri var."
Elbette metamfetamin sarhoşu bir kişi, birini vurursa, sarhoş edici ilacı tedarik eden kişi, daha sonra 'şiddet suçu ' işleyen birine, içki tedarik eden barmenin sorumlu tutulacağı gibi, 'suçun, suç ortağı' olarak kabul edilir. 'Güçlü, saygın ve oldukça karlı şirketler' söz konusu olduğunda, açıkça bir çifte standart vardır. 1966'da Teksas Üniversitesi kulesine ateş açan saldırganla başlayıp (geçici olarak) Sandy Hook'ta duran çok sayıda Amerikan okul saldırganının kapsamlı bir incelemesi, bunların büyük çoğunluğunun (hepsi değilse bile) iyi niyetli ama çok meşgul 'psikiyatristler, aile hekimleri veya yardımcı hekimler' tarafından kendilerine reçete edilen 'beyin değiştirici, büyüleyici, dürtü yok edici, "umursamaz (don’t give a damn)" ilaçları' aldığını ortaya koyuyor. Bu kişiler, eşit derecede şüphesiz hastalarının maruz kaldığı 'cinayet ve intihar risklerinden' habersiz veya yanlış bilgilendirilmişlerdi (ve bu nedenle hastayı ve/veya hastanın sevdiklerini potansiyel olarak vahim sonuçlar konusunda uyarmamışlardı). Kitlesel katliam yapanlara veya daha sonra ilacın etkisi altındayken intihar eden hastalara reçete yazan uygulayıcıların çoğu, büyük ihtimalle (ve haklı olarak) toplu cinayete veya intihara ortak olma suçlamasına karşı, bu umursamazca reçete edilen ' psikiyatrik ilaçların tehlikeleri' konusunda 'bilgisiz olduklarını', çünkü bu ilaçların 'zararsız doğasına, onları inandıran kurnaz ilaç şirketleri tarafından kandırıldıklarını' söyleyerek kendilerini savunacaktır.
Efsane # 14: “Hastanız sesler duyuyorsa bu onun şizofren olduğu anlamına gelir..” Yanlış. İşitsel halüsinasyonların, 'normal insanların %10'una kadarında, görüldüğü' bilinmektedir; ve 'normal insanların %75'ine kadarı, orada olmayan birinin adını seslendiğini' deneyimlemiştir.(b) Gece rüyaları, kabuslar ve geri dönüşler muhtemelen gündüz 'görsel, işitsel ve koku halüsinasyonlarına' benzer kökenlere sahiptir, ancak psikiyatristler bile, 'bunların zihinsel hastalıkları, temsil ettiğini' düşünmezler..
Gerçekten de halüsinasyonlar, özellikle psikiyatrik ilaçlar olmak üzere birçok ilacın 'potansiyel yan etkisi veya yoksunluk belirtisi' olarak ilaç literatüründe listelenmiştir. Bu sendromlara, 'madde kaynaklı psikotik bozukluklar (substance-induced psychotic disorders)' denir ve tanım gereği ne zihinsel hastalıklar ne de şizofrenidir. Aksine, madde kaynaklı veya yoksunluk kaynaklı psikotik bozukluklar geçicidir ve doğrudan yetersiz beslenmenin veya 'alkol, ilaçlar, halüsinojenik ilaçlar ve diğer toksinler' gibi 'beyni değiştiren ilaçların, sarhoş edici etkilerinden' kaynaklanır.
Halüsinasyonlar ve sanrılar dahil psikotik semptomlar, "alkol, esrar, halüsinojenler, sakinleştiriciler, hipnotikler ve anksiyolitikler, inhalanlar, opioidler, PCP ve amfetamin" benzeri ilaçların çoğu (Phen-Fen, [fenfluramin] gibi), kokain, metamfetamin, Ecstasy ve SSRI'lar gibi ajitasyona neden olan, psiko-uyarıcı ilaçlar) gibi maddelerden kaynaklanabilir. Psikotik semptomlar ayrıca "uyku yoksunluğu, duyusal yoksunluk ve alkol, sakinleştiriciler, hipnotikler, anksiyolitikler ve özellikle birçok dopamin baskılayıcı, bağımlılık yaratan, sakinleştirici ve zombileştirici anti-psikotik ilaç" gibi belirli ilaçların çekilmesinden de kaynaklanabilir.
Halüsinasyon ve sanrılara neden olabilecek diğer ilaçlara örnek olarak 'anestezikler, analjezikler, antikolinerjik ajanlar, antikonvülzanlar, antihistaminikler, antihipertansif ve kardiyovasküler ilaçlar, bazı antimikrobiyal ilaçlar, anti-parkinson ilaçları, bazı kemoterapi ajanları, kortikosteroidler, bazı gastrointestinal ilaçlar, kas gevşeticiler, steroid olmayan anti-inflamatuar ilaçlar ve Antabuse' verilebilir.
Yukarıda ortaya çıkan çok ayıklatıcı bilgiler, düşünen herhangi bir kişiyi, hastayı, düşünce liderini veya politikacıyı şu soruyu sormaya sevk etmelidir: "Son yarım yüzyıllık psikiyatrik ilaç propagandasında, aksi takdirde normal veya potansiyel olarak tedavi edilebilir kaç kişi, aslında akıl hastası olarak yanlış etiketlendi (ve sonra yanlış tedavi edildi) ve terapötik maceraların karmaşık yoluna gönderildi - unutulmaya doğru gidiyor?"
Ruh sağlığı bakım uygulamalarımda, birçoğu yeni "ayın hastalıkları"ndan biri olan ve televizyonda yoğun bir şekilde pazarlanan yeni bir psikiyatrik "ayın ilacı" olan, 'kafa karıştırıcı ve çelişkili ruhsal hastalık etiketleri' verilen yüzlerce hastayı, kişisel olarak tedavi ettim. Hastalarımın çoğu, öngörülemeyen ilaç-ilaç etkileşimlerinin (çok sık ilaç-ilaç-ilaç-ilaç etkileşimleri) kurbanıydı veya yanlışlıkla yeni bir ruhsal hastalık olarak teşhis edilen psikiyatrik ilaçlara karşı olumsuz reaksiyonlar gösteriyordu. 1200 hasta deneyimimi (ülkenin küçük ve izole bir bölümünde) Amerika'da kesinlikle neler olup bittiğine uyarlamak aklımı karıştırıyor. Tam burnumuzun dibinde, 'ilaçlar olmasa iyileşebilecek, milyonlarca acı çeken kurbanı etkileyen büyük bir salgın' yaşanıyor. Bu bilgi üzerine harekete geçme zamanı çoktan geldi.
İlk olarak Ocak 2016'da global cResearch tarafından yayınlandı.. Dr. Kohls, bütünsel (ilaçsız) ruh sağlığı bakımı uygulayan emekli bir aile hekimidir. Hastaları, bağımlı oldukları ve kendilerini hasta ve güçsüz bıraktığını bildikleri 'psikotropik ilaçları bırakmak' için yardım istemek üzere kendisine gelirlerdi. Psikoeğitimsel psikoterapi, beyin besin terapisi ve kademeli, yakından izlenen bir ilaç bırakma programına dayanan kapsamlı ve dolayısıyla zaman alıcı bir program kullanarak hastalarının önemli bir kısmının ilaçlarını bırakmalarına veya azaltmalarına yardımcı olmada başarılı oldu. Dr. Kohls, yasadışı veya yasal olsun, herhangi bir psikoaktif ilacı kullanan hastalarda ortaya çıkabilen yaygın, genellikle ciddi yoksunluk semptomları nedeniyle herhangi bir psikiyatrik ilacın aniden kesilmesine karşı uyarıyor. İlaç yoksunluk sendromlarını tedavi etme konusunda bilgili, bilinçli ve bilgili bir doktorla yakın istişare önemlidir. Dr. Kohls, MindFreedom International, Uluslararası Psikiyatri ve Psikoloji Çalışmaları Merkezi ve Uluslararası Travma Stres Çalışmaları Derneği'nin eski bir üyesidir. Geçmişte bazı eski hastalarına ve kendisine alternatif, ilaçsız, ruhsal hastalıklara yaklaşımlara ilgi duyduklarını ifade eden diğerlerine e-postayla gönderilen Önleyici Psikiyatri E-Bülteni'nin ara sıra editörüdür." (55)
"İlaç Endüstrisi ABD'de Önde Gelen Ölüm Nedeni ve Dünyanın En Büyük Suç Grubudur
Son on yıldır tıp sektörünün 'karanlık tarafını' ele alan bizler, tıp sisteminin 'kendi verilerini' kullanarak, ABD'de 'herhangi bir hastalıktan daha fazla insanı öldürdüğünün' tamamen farkındayız. Bu, günümüzde büyük ölçüde 'ilaç sektörü tarafından finanse edilen kurumsal medyada' nadiren yayınlanır. Alternatif medyadaki çoğumuzun iyi bildiği bir diğer gerçek ise, 'ilaç sektörünün, ABD'de suç dolandırıcılığında' lider olmasıdır. Adalet Bakanlığı (DOJ "Department of Justice") web sitesine göre, ilaç sektörü, 'Sahte İddialar Yasası için yapılan anlaşmalara ve verilen kararlara göre', suç dolandırıcılığının en büyük suçlusudur. 2009'dan 2016'ya kadar 'Sağlık Hizmeti Dolandırıcılığı', dolandırıcılık için 19,3 milyar dolara, "aynı dönemde 'eyalet Medicaid programları ve cezai para cezaları ve müsadereler' için milyarlarca dolara" yol açtı.
'Konut ve Finansal Dolandırıcılık' aynı zaman diliminde 7 milyar dolarla ikinci sıradaydı.. 2017'de, DOJ'ye göre: "3,7 milyar dolarlık uzlaşma ve kararların 2,4 milyar doları 'ilaç şirketleri, hastaneler, eczaneler, laboratuvarlar ve doktorlar' dahil olmak üzere 'sağlık sektörüyle' ilgiliydi. Bu, bakanlığın 'sivil sağlık hizmeti dolandırıcılığı' uzlaşmalarının ve kararlarının 2 milyar doları aştığı üst üste sekizinci yıl."
Adalet Bakanlığı'na göre 2018 yılında sağlık sektörüne karşı dolandırıcılık nedeniyle yapılan anlaşmalar ve verilen kararlar yine 2 milyar doları aştı: "Adalet Bakanlığı'nın geçen mali yılda tahsil ettiği 2,8 milyar dolarlık uzlaşma ve kararların 2,5 milyar doları 'ilaç ve tıbbi cihaz üreticileri, yönetilen bakım sağlayıcıları, hastaneler, eczaneler, hospice organizasyonları, laboratuvarlar ve doktorlar' dahil olmak üzere sağlık sektörüyle ilgiliydi. Bu, Bakanlığın sivil sağlık hizmeti dolandırıcılığı uzlaşmalarının ve kararlarının 2 milyar doları aştığı üst üste dokuzuncu yıl. 2,5 milyar dolara dahil edilen 'kurtarmalar' yalnızca federal kayıpları yansıtıyor ancak bu vakaların çoğunda Bakanlık, 'eyalet Medicaid programları' için ek milyonlarca doların kurtarılmasında etkili oldu."
2004 yılına kadar İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) dergisinin editörlüğünü yapan Richard Smith, 2013 yılında İskandinav (Nordic) Cochrane Merkezi başkanı Peter Gøtzsche'nin yayınladığı "Ölümcül İlaçlar ve Örgütlü Suç: Büyük İlaç Şirketleri Sağlık Hizmetlerini Nasıl Bozdu? (Deadly Medicines and Organised Crime: How Big Pharma Has Corrupted Healthcare)" başlıklı kitap hakkında bir görüş yazısı yazdı; "Organize suçun özellikleri olan haraççılık, 'ABD yasalarında 'gasp, dolandırıcılık, federal uyuşturucu suçları, rüşvet, zimmete para geçirme, adaletin engellenmesi, kolluk kuvvetlerinin engellenmesi, tanıkların ikna edilmesi ve siyasi yolsuzluk' gibi belirli suç türlerine tekrar tekrar girme eylemi' olarak tanımlanmaktadır. Peter, ilaç şirketlerinin bu suçların çoğundan, 'suçlu olduğu' iddiasını desteklemek için çoğu ayrıntılı olan kanıtlar sunar."
"ABD tarihinin en büyük dolandırıcılık anlaşması" bir ilaç şirketine karşıydı: "2 Temmuz 2012'de İngiliz ilaç üreticisi GlaxoSmithKline, reçeteli ilaçlar 'Paxil, Wellbutrin ve Avandia ile ilgili üç adet suç ve diğer hukuki sorumluluk suçlamasını' ve toplamda '3 milyar dolar para cezası ödemeyi' kabul etti; 1 milyar doları 'cezai suçlamaları çözmek' için, 2 milyar doları da 'hukuki sorumlulukları karşılamak' için.. Ödeme, ABD tarihindeki en büyük dolandırıcılık anlaşması ve bir ilaç şirketinin ödediği en büyük para cezası.."
Ve bunlar, bu "yeni" koronavirüsü tespit edebilecek doğru bir testimiz olduğuna dair ikna edici bir kanıt olmadığında, yeni bir aşıyla COVID-19 tedavisi sağlamaları için güvenmemiz istenen insanlardır. Araştırmacı gazeteci Jon Rappoport, bize 'tıbbın' aslında, 'ne kadar ölümcül olduğunu' hatırlatıyor. "Bir salgın fikrini, kimler ileri sürüyor; suçları neler?"
“Yayınlanan klinik araştırmaların çoğuna inanmak veya güvenilir doktorların veya yetkili tıbbi yönergelerin yargılarına güvenmek artık mümkün değildir. Yeni İngiltere Tıpbının Dergisi'nin (The New England Journal of Medicine) editörü olarak geçirdiğim yirmi yıl boyunca, yavaş yavaş ve isteksizce ulaştığım bu sonuçtan hiç hoşlanmıyorum. ” –Marcia Angell, MD (“İlaç Şirketleri ve Doktorlar: Bir Yolsuzluk Hikayesi (Drug Companies and Doctors: A story of Corruption).” NY Review of Books, 15 Ocak 2009.) Sözde pandemi hakkındaki haberlerimle birlikte, birçok yeni okuyucunun gelip dikkat ettiğini görüyoruz. Bu yüzden modern tıp sistemi hakkında birkaç gerçeği ifşa etmek istiyorum; son 10 yılda birçok kez sunduğum gerçekler.. Bunu, İTİBAR adı verilen küçük bir şey yüzünden yapıyorum. Önemli tıp yetkililerinin geçmiş performansları gerçekten anlaşılsaydı, insanlar şu anki açıklamalarını bir bakışta görmezden gelirlerdi. Şu tür açıklamalar: 'VİRÜS YAYILIYOR; BU BÜYÜK BİR SALGIN; YENİ BİR KORUYUCU AŞI DENİYORUZ VE HERKES BUNU ALMALI.'
Ayrıca gerçekleri ifşa ediyorum çünkü 'TIPSAL NEDENLİ ÖLÜM' ana akım basın tarafından rutin olarak halı altına süpürülüyor. Aslında, medya sessizliğinin bir sonucu olarak, 'tıbbi zarar' konusu 19. ve 20. yüzyılın başlarında aşırı derecede 'zehirli gıda' konusunun olduğu yerdeydi. O zamanlar, dev gıda işleyicileri ürünlerin içine gizlenmiş 'ölümcül zehir (ye, düş ve öl)' satabilecekleri kendi Vahşi Batı'larını yaratmışlardı. Basın, bu suçları ifşa etmeye ve halkı büyülemeye yardımcı oldu, bu da kısmi reformlara yol açtı. Şimdi, tıp alanında, basın 'sermaye suçlarının' ortağı. Önemli tıbbi görevliler bir zaman bombasının üzerinde oturuyorlar. 'Tıbbi sakatlama ve öldürme' yelpazesi şaşırtıcı. Dünyanın dört bir yanındaki muhabirlerin, 'önde gelen ölüm' nedenlerinden biriyle ilgili şok edici gerçeklerle hazır olduğu, medya kameraları önünde düzenlenen bir Kongre duruşmasını hayal edin..
SENATÖR: Efendim, önümde ana akım tıbbi ölüm rakamları var. Bunu halktan, nasıl gizli tutabilirsiniz?
FDA KOMİSYONERİ: Bu bir sır değil efendim. Birçok uzman, bunu biliyor.
SENATÖR: Trilyon dolarlık federal bütçeye bakıyorum. Bu korkunç durumu düzeltmek için ayrılan parayı arıyorum. O fonlar nerede?
FDA KOMİSYONERİ: Hiçbir yerde. Bizi suçlamayın.
SENATÖR: Neden olmasın?
FDA KOMİSERİ: Çünkü asla parçalanamayız. Biz ebediyiz. Tanrı FDA'yı yarattı. Tanrı CDC'yi yarattı.
Büyük medya kuruluşlarının, 'tıbbi nedenli ölüm sayılarını' araştırmayacağını biliyorum çünkü yıllardır raporlar yayınlıyorum ve habercilerle gerçekleri paylaştım; ve hiçbir şey olmadı. Bu yüzden birkaç alıntıyla başlayalım. 26 Temmuz 2000, Amerikan Tabipler Birliği Dergisi; yazar, Dr. Barbara Starfield, Johns Hopkins Halk Sağlığı Okulu'nda saygı duyulan halk sağlığı uzmanı; "ABD'nin sağlığı gerçekten dünyanın en iyisi mi?"
Starfield, 'ABD tıbbi sisteminin, yılda 225.000 Amerikalıyı öldürdüğünü' bildirdi. 106.000'i FDA onaylı 'tıbbi ilaçlar' ve 119.000'i hastanelerdeki 'kötü muamele ve hatalar' sonucu. Sayıları on yıla genişletin: bu '2,25 milyon ölüm' demektir.
Son sayıyı tekrar okumak isteyebilirsiniz. Starfield ile 2009'da röportaj yaptım. Kendisine, ABD hükümetinin 'bu soykırımı ortadan kaldırmak için genel bir çabası' olup olmadığını ve böyle bir çaba için 'kendisine danışmak üzere herhangi bir hükümet kurumu tarafından aranıp aranmadığını' sordum. Her iki soruya da gür bir HAYIR cevabı verdi. Ayrıca Amerika'daki 'tıbbi nedenli ölümlere' ilişkin tahmininin muhafazakar tarafta olduğunu söyledi. İşte bir alıntı daha: BMJ 7 Haziran 2012 (BMJ 2012:344:e3989). Yazar, Jeanne Lenzer. Lenzer, Güvenli İlaç Uygulamaları Enstitüsü'nün bir raporuna atıfta bulunuyor: "Enstitü, 2011'de reçeteli ilaçların, 'ABD'de iki ila dört milyon kişinin 'ciddi, sakatlayıcı veya ölümcül yaralanmalar, 128.000 ölüm' yaşamasıyla ilişkili olduğunu' hesapladı."
Raporda buna "insan faaliyetlerinden kaynaklanan insanlar için en önemli tehlikelerden biri" denildi. Rapor, FDA'nın "ciddi olumsuz [tıbbi ilaç] olayları" veritabanına giren dış araştırmacılar tarafından derlendi. Bu nedenle, FDA'nın 'bu bulgudan haberdar olmadığını' söylemek saçma olur. FDA biliyor. FDA biliyor ve bu konuda hiçbir şey söylemiyor çünkü FDA, Amerikalıları 'rutin olarak sakat bırakan ve öldüren tüm tıbbi ilaçları, güvenli ve etkili' olarak onaylıyor. Her kamu sağlığı kurumu gerçeği biliyor. İşte bir alıntı daha: Makale, "Reçeteli İlaçlardan Kaynaklanan Hastalık ve Ölüm Salgını". Yazar, Rowan Üniversitesi'nde ders veren ve 2013 yılında ASA'nın [Amerikan Sosyoloji Derneği] Sosyoloji Uygulaması için Seçkin Kariyer Ödülü'nü alan Donald Light'tır. Light, Pennsylvania Üniversitesi Biyoetik Merkezi'nin kurucu üyesidir. 2013 yılında Harvard'daki Edmond J. Safra Etik Merkezi'nde üyeydi. Stanford Üniversitesi'nde Lokey Ziyaretçi Profesörüdür.
Donald Light: “Epidemiyolojik olarak, uygun şekilde reçete edilen reçeteli ilaçlar, 'her hafta Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 2.460 ölüm ve felçle beraber', dördüncü önde gelen ölüm nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da her yıl yaklaşık 330.000 hasta reçeteli ilaçlardan ölüyor. [İlaçlar] yaklaşık 20 kat daha fazla 'hastaneye yatışa' [yılda 6,6 milyon] ve ayrıca 'düşmelere, trafik kazalarına' ve [yılda] yaklaşık 80 milyon 'ağrı, rahatsızlık' ve başkalarına bakma yeteneğini engelleyen 'işlev bozuklukları' gibi tıbbi olarak önemsiz sorunlara neden oluyor. 'Aşırı ilaç kullanımı, hatalar ve kendi kendine ilaç kullanımından' kaynaklanan 'ölümler ve olumsuz etkiler' bu rakamları artıracaktır.” (ASA yayını, “Dipnotlar”, Kasım 2014)
15 Nisan 1998'de Amerikan Tabipler
Birliği Dergisi'nde yayınlanan bir başka çalışma: “Hastaneye Yatırılan
Hastalarda Olumsuz İlaç Reaksiyonlarının Görülme Sıklığı.” Bu da akıl
almaz. Jason Lazarou liderliğindeki yazarlar, 'hastanelerdeki hastalarla'
ilgili 39 önceki çalışmayı ele aldı. Hastanelerde 'ilaç alan' veya
doktorların kendilerine verdiği ilaçlardan 'muzdarip oldukları' için
hastaneye yatırılan bu hastalar şu kaderi yaşadı:
'ABD'de her yıl
76.000 ila 137.000 arasında hastaneye yatırılan hasta, 'ilaçların
doğrudan bir sonucu' olarak ölüyor. Bunun ötesinde, her yıl 2,2 milyon
hastaneye yatırılan hasta, ilaçlara karşı 'ciddi olumsuz reaksiyonlar'
yaşıyor.'
Yazarlar şunları yazıyor: “…İlaç hatalarını hariç tutan
ADR'ler [Olumsuz İlaç Reaksiyonları] üzerine yaptığımız çalışmanın
farklı bir amacı vardı: İlaçlar, 'düzgün bir şekilde reçete edilip
uygulandığında' bile çok sayıda ADR olduğunu göstermek.” Yani bu
çalışmanın 'doktor hataları, hemşire hataları' veya ilaçların, 'yanlış bir
şekilde birleştirilmesiyle' hiçbir ilgisi yok. Ve sadece hastanelere
yatırılan ve ölen insanları sayıyor. 'İlaç kullanan ve hastanelere
yatırılmadan ilaç yüzünden ölen' tüm insanları saymaya bile başlamıyor.
(Not: Bu makalede alıntıladığım çalışmaların ve incelemelerin hiçbiri
'aşıların yol açtığı, hasar ve ölümü' içermiyor.)
Atıfta bulunduğum istatistikler, tüm Amerika ve Avrupa'yı kasıp kavuran bir tsunami seviyesinde bir insan sorununu ortaya koyuyor. Büyük medya kuruluşları 'neden bu gerçekleri bildirmiyor' ve bunların önemini vurgulamıyor? Açık sebep: büyük harcamalar yapan ilaç reklamcıları bunları sıcak patates gibi bırakacak. Ama başka sebepler de var. Halkı, 'ilaçların ve aşıların, son derece güvenli olduğuna' ikna etmek için medya trenine atlayan 'her tıp bürokratı, tıp yandaşı veya tıp uzmanı', yukarıda anlattığım zaman ayarlı bombanın üzerinde oturuyor.
Bu bomba, yaygın olarak tanınsaydı, bu 'profesyonel uzmanlara kim inanmaya' devam ederdi? Söyledikleri hiçbir şeyi, kim kabul ederdi? Güvenilirliklerini nasıl sürdürebilirlerdi? "Temsil ettiğim sistem, 'her on yılda 2,25 milyon insanı öldürüyor ve 20 ila 40 milyon daha fazla insanı sakat bırakıyor', ancak size 'bu aşının hiçbir sorun yaratmadığını' temin etmek istiyorum. İnanılmaz derecede güvenli."
Tıbbi kartelin Gerçek Bakanlığı (ana medya) aracılığıyla yayınlanan her bir açıklama, herhangi bir konu hakkında, inanmayan kulaklara çarpar ve yalnızca genel öfkeyi artırırdı. Ana akım 'muhabirler, editörler ve yayıncılar', gerçeği söylemenin, 'toplumun temel bir kurumunu zayıflatacağının' gayet farkındadır. Medya, topluma ve yapılarına 'güvenilirlik' kazandırmak için vardır. Bu yüzden onlara "küçük" yerine "büyük" denir. Şiddetli yağmurlar yağdığında, medya, 'örgütlü toplumun başının üzerinde tutmak ' için bir şemsiye ile oradadır. Sağanak yağmurun ortasında uzaklaşmak, statükoyu korumasız bırakırdı. "Tacı Savunmak" bunu ifade etmenin başka bir yoludur. Kral, hatalar yapabilir, iğrenç suçlar işleyebilir, ancak o Kraldır ve bu nedenle konumu, güvenli kalmalıdır. Genç gazeteciler bu noktayı çabuk öğrenirler. Eğer hevesleriyle eşiği aşarlarsa ve merkezi bir 'miti, masalı, efsaneyi' ifşa etmeye çalışırlarsa, yerlerine geri konurlar. Mesajı özümserler. Gazeteciliğin sınırları vardır. Bazı gerçekler, sessiz gerçeklerdir. Yıllar boyunca, karartmalara sıkı sıkıya bağımlı olan muhabirlerle konuştum. Herhangi bir bağımlı gibi, davranışlarını mantıklı hale getirmek için bir bahane ordusuna sahipler.
Tıp uzmanları daha da beter. İdealizm iddialarının sınırı yoktur ve yalnızca kurşun geçirmez bilgiye dair aptalca iddialarıyla eşleşir. Kaplamayı soyduğunuzda, onlar kolaylaştırıcılar, çıkarcı kişiler, suç ortaklarıdır. Kralın, koruyucular çemberinin yüksek fikirli, sosyal olarak konumlanmış, kart taşıyan bir üyesinden daha iyi bir şey yoktur. Küstahlık devasadır. Çünkü saklanan şey çok patlayıcıdır. Tacın görevi, tebaasının güvende ve korunaklı hissetmesini ve hatta sevilmesini sağlamaktır. Basının içinde ve çevresinde bu kadar büyük bir 'eğitimli yardımcı ordusuna' ihtiyaç duymasına şaşmamalı. Onlara sahip. Ancak tekelleri kırılıyor. Yeni bir gerçeklik patlaması seviyesindeyiz. Buna bağımsız medya deniyor. Yani... salgınlar konusunda, 'kamu sağlığı yetkilileri ve onların hükümet destekçileri ve itaatkar basın ve doktorlar' bize 'yeni bir virüsün dünyayı kasıp kavurduğunu, bir aşının, bunu durduracağını ve o aşıyı yaptırmamız gerektiğini' söylediğinde... neden birileri, onların sözlerine uyup kabul etsin?
Profesyonel yalancılar, profesyonel suçlular 'bilim saçmalıyormuş' gibi davranabilirler, ancak aslında sadece 'halkın cehaletine' güveniyorlar. ABD'nin 'aşıların, ciddi yan etkilerini bildirme sisteminin bozuk olduğunu' bilmek ilginizi çekebilir. Güvenilir sayılar yok. Özel Ulusal Aşı Bilgi Merkezi'nden Barbara Loe Fisher makul bir tahminde bulundu:
"Ancak her yıl kaç çocuk, [olumsuz] aşı reaksiyonu geçiriyor? Aşılamadan sonra kalıcı olarak sakat kalanlar gerçekten 110.000'de bir mi yoksa bir milyonda bir mi? Eski FDA Komiseri David Kessler, 1993'te 'doktorların yüzde 1'inden azının, reçeteli ilaç kullanımından sonra olumsuz olaylar bildirdiğini' gözlemledi." [Bkz. DA Kessler, 'MEDWatch'ın Tanıtımı,' JAMA, 2 Haziran 1993: 2765-2768]"
"Doktorların belki de yüzde 5 veya 10'undan azının aşılamadan sonra 'hastaneye yatış, yaralanma, ölüm veya diğer ciddi sağlık sorunları' bildirdiği tahmin ediliyor. 1986 Aşı Yaralanması Yasası, 'bildirimde bulunmamak' için 'yasal bir yaptırım' içermiyordu; doktorlar bildirimde bulunmayı reddedebilir ve hiçbir sonuçla karşılaşmazlar."
"Yine de, her yıl Aşı Olumsuz Olay Bildirim Sistemi'ne [VAERS] yaklaşık 12.000 bildirim yapılıyor; Hem ebeveynler hem de doktorlar bu raporları hazırlayabilir. [Bkz. RT Chen, B. Hibbs, ‘Aşı güvenliği,’ Pediatri Yıllıkları (Pediatric Annals), Temmuz 1998: 445-458]” “Ancak eğer bu sayı, gerçekte meydana gelenin sadece %10'unu temsil ediyorsa, o zaman gerçek sayı 120.000 aşı yan etkisi [yılda] olabilir. Eğer doktorlar, aşı reaksiyonlarını Dr. Kessler'in söylediği kadar seyrek olarak rapor ediyorlarsa ve 12.000 sayısı gerçek toplamın sadece %1'iyse, o zaman gerçek sayı yılda 1,2 milyon aşı yan etkisi olabilir.”
Nüfusun tıbbi bilgisizliği -'halk sağlığı uzmanları ve ilaç devleri' bundan besleniyor. Bu, onların 'her gün, toplu katliamdan kurtulmalarına' olanak sağlıyor.. 'Cinayetin' çok güçlü bir kelime olduğunu düşünenler için şunu söyleyerek bitireceğim: basit — insanları trajik ve şaşırtıcı bir oranda öldüren ve sakatlayan bir meslekte çalışıyorsanız ve bunu 'biliyor ve hiçbir şey yapmıyorsanız', suçlusunuz. Nokta. Hiçbir kaçamak cevap veya bahane gerçeği değiştiremez. BUNLAR, bir pandemi hakkındaki 'hikayelerine inanmanızı' söyleyen insanlar. BUNLAR, köyü kurtarmak için 'köyün havaya uçurulması' gerektiğini iddia eden insanlar." Jon Rappoport tarafından..
Jon Rappoport, Üç patlayıcı koleksiyonun yazarı olan MATRIX ORTAYA ÇIKTI, MATRIX'TEN ÇIKIŞ ve MATRIX DIŞINDAKİ GÜÇ'ün (THE MATRIX REVEALED, EXIT FROM THE MATRIX ve POWER OUTSIDE THE MATRIX) yazarı Jon, Kaliforniya'nın 29. Bölgesi'nde ABD Kongre koltuğu için adaydı. Kişisel yaratıcı gücün genişletilmesi amacıyla özel müşteriler için danışmanlık hizmeti veriyor. Pulitzer Ödülü'ne aday gösterilen Jon, 30 yıldır araştırmacı gazeteci olarak çalışıyor ve CBS Healthwatch, LA Weekly, Spin Magazine, Stern ve ABD ile Avrupa'daki diğer gazete ve dergiler için siyaset, tıp ve sağlık konularında makaleler yazıyor. Jon, dünya çapındaki izleyicilere küresel siyaset, sağlık, mantık ve yaratıcı güç hakkında dersler ve seminerler verdi. Ücretsiz NoMoreFakeNews e-postalarına buradan veya ücretsiz OutsideTheRealityMachine e-postalarına buradan kaydolabilirsiniz." (56)
"CCHR, DSM Katılımcıları ile İlaç Sektörü Arasındaki Finansal Bağları Açığa Çıkaran Çalışmayı Alkışlıyor
CCHR, 'psikiyatri-ilaç endüstrisi arasındaki çatışmalı ittifakın, psikiyatrinin Tanı ve İstatistik El Kitabı'nda (DSM "Diagnostic and Statistical Manual") yaygın' olduğunu, 'bağışçılara 14,2 milyon dolarlık ödeme yapıldığını tespit eden' yeni bir çalışmada doğrulandığını söylüyor.. "İlaç şirketlerinden en fazla ücret alan DSM panel üyeleri, ilaç müdahalelerinin genellikle standart tedavi olduğu teşhis alanlarında çalışanlar oldu..." – Lisa Cosgrove ve diğerleri, İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal)
Son zamanlarda İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin (APA "American Psychiatric Association") Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders)'nın (DSM-5-TR) son baskısına katkıda bulunan doktorların yarısından fazlasının, 'ilaç-sağlık endüstrisiyle çıkar çatışması yaşadığını ve toplamda 14,2 milyon dolar aldığını' ortaya koydu. Genellikle psikiyatrinin "Faturalandırma İncili (billing bible)" olarak anılan DSM, yalnızca ruh sağlığı tedavisinde 'geri ödeme almak' için bir araç olarak hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda 'yeni psikiyatrik ilaçların onaylanmasında' merkezi bir rol oynuyor ve 'klinik ilaç denemeleri' için kullanılıyor. Ruh sağlığı endüstrisinde bir gözlemci olan Uluslararası İnsan Hakları Vatandaş Komisyonu (CCHR -"Citizens Commission on Human Rights International"), 'ilaç şirketleri ile ruh sağlığı uygulayıcıları arasındaki mali bağların kamuya açıklanması' için yirmi yıldan fazla süredir kampanya yürütüyor. Grup, 'çıkar çatışmalarının klinik sonuçları, önyargıyla etkileme potansiyeline sahip olduğunu' vurguluyor.
Bu son çalışmadaki araştırmacılar arasında, DSM-IV ve DSM-5 için çıkar çatışmalarını ortaya koyan önceki çalışmaları yürütmüş olan Massachusetts-Boston Üniversitesi Danışmanlık ve Okul Psikolojisi Bölümü (Department of Counseling and School Psychology)'nden profesör Lisa Cosgrove yer alıyor. Mevcut çalışma, 2022'de yayınlanan en son revizyon olan DSM-5-TR'yi ele alıyor. Sektör desteğine sahip panel üyelerinin yüzdesi DSM-5-TR ve DSM-5 arasında benzerdi. Çalışma, DSM-5-TR'nin panel veya görev gücü katılımcıları olarak görev yapan 168 kişiyi belirledi; bunlardan 92'si ABD'de bulunuyordu ve Açık Ödemeler Programı'ndaki 'çıkarlarının açıklanmasına' tabiydi. Bu 92 kişiden 55'i (%60) Açık Ödemeler'de kaydedilen 'sektörden ödemeler' aldı.
Açık Ödemeler (Open Payments), 'ilaç ve cihaz şirketlerinin, bireysel hekimlere ve kurumlara verdiği paraları' tanımlayan, ABD Sağlık Sigortası (Medicare) ve Sağlık Yardımı (Medicaid) Hizmetleri Merkezleri'nin (CMS "Centers for Medicare & Medicaid Services") halka açık bir veritabanıdır. 2013'ten beri, Hekim Ödemeleri Gün Işığı (Physician Payments Sunshine) Yasası uyarınca, tüm ABD 'ilaç ve cihaz üreticilerinin, bu ödemeleri ifşa etmesi' gerekiyor. Bu tür bir şeffaflık, diğer ülkelerde mevcut değil veya kolayca erişilebilir değil. Bu nedenle, araştırmacıların belirttiği gibi, çalışmada yalnızca ABD dışındaki doktorlara yapılan ödemeleri içermeyen Açık Ödemeler tarafından sağlanan bilgiler kullanıldı.
Atıfta bulunduğum istatistikler, tüm Amerika ve Avrupa'yı kasıp kavuran bir tsunami seviyesinde bir insan sorununu ortaya koyuyor. Büyük medya kuruluşları 'neden bu gerçekleri bildirmiyor' ve bunların önemini vurgulamıyor? Açık sebep: büyük harcamalar yapan ilaç reklamcıları bunları sıcak patates gibi bırakacak. Ama başka sebepler de var. Halkı, 'ilaçların ve aşıların, son derece güvenli olduğuna' ikna etmek için medya trenine atlayan 'her tıp bürokratı, tıp yandaşı veya tıp uzmanı', yukarıda anlattığım zaman ayarlı bombanın üzerinde oturuyor.
Bu bomba, yaygın olarak tanınsaydı, bu 'profesyonel uzmanlara kim inanmaya' devam ederdi? Söyledikleri hiçbir şeyi, kim kabul ederdi? Güvenilirliklerini nasıl sürdürebilirlerdi? "Temsil ettiğim sistem, 'her on yılda 2,25 milyon insanı öldürüyor ve 20 ila 40 milyon daha fazla insanı sakat bırakıyor', ancak size 'bu aşının hiçbir sorun yaratmadığını' temin etmek istiyorum. İnanılmaz derecede güvenli."
Tıbbi kartelin Gerçek Bakanlığı (ana medya) aracılığıyla yayınlanan her bir açıklama, herhangi bir konu hakkında, inanmayan kulaklara çarpar ve yalnızca genel öfkeyi artırırdı. Ana akım 'muhabirler, editörler ve yayıncılar', gerçeği söylemenin, 'toplumun temel bir kurumunu zayıflatacağının' gayet farkındadır. Medya, topluma ve yapılarına 'güvenilirlik' kazandırmak için vardır. Bu yüzden onlara "küçük" yerine "büyük" denir. Şiddetli yağmurlar yağdığında, medya, 'örgütlü toplumun başının üzerinde tutmak ' için bir şemsiye ile oradadır. Sağanak yağmurun ortasında uzaklaşmak, statükoyu korumasız bırakırdı. "Tacı Savunmak" bunu ifade etmenin başka bir yoludur. Kral, hatalar yapabilir, iğrenç suçlar işleyebilir, ancak o Kraldır ve bu nedenle konumu, güvenli kalmalıdır. Genç gazeteciler bu noktayı çabuk öğrenirler. Eğer hevesleriyle eşiği aşarlarsa ve merkezi bir 'miti, masalı, efsaneyi' ifşa etmeye çalışırlarsa, yerlerine geri konurlar. Mesajı özümserler. Gazeteciliğin sınırları vardır. Bazı gerçekler, sessiz gerçeklerdir. Yıllar boyunca, karartmalara sıkı sıkıya bağımlı olan muhabirlerle konuştum. Herhangi bir bağımlı gibi, davranışlarını mantıklı hale getirmek için bir bahane ordusuna sahipler.
Tıp uzmanları daha da beter. İdealizm iddialarının sınırı yoktur ve yalnızca kurşun geçirmez bilgiye dair aptalca iddialarıyla eşleşir. Kaplamayı soyduğunuzda, onlar kolaylaştırıcılar, çıkarcı kişiler, suç ortaklarıdır. Kralın, koruyucular çemberinin yüksek fikirli, sosyal olarak konumlanmış, kart taşıyan bir üyesinden daha iyi bir şey yoktur. Küstahlık devasadır. Çünkü saklanan şey çok patlayıcıdır. Tacın görevi, tebaasının güvende ve korunaklı hissetmesini ve hatta sevilmesini sağlamaktır. Basının içinde ve çevresinde bu kadar büyük bir 'eğitimli yardımcı ordusuna' ihtiyaç duymasına şaşmamalı. Onlara sahip. Ancak tekelleri kırılıyor. Yeni bir gerçeklik patlaması seviyesindeyiz. Buna bağımsız medya deniyor. Yani... salgınlar konusunda, 'kamu sağlığı yetkilileri ve onların hükümet destekçileri ve itaatkar basın ve doktorlar' bize 'yeni bir virüsün dünyayı kasıp kavurduğunu, bir aşının, bunu durduracağını ve o aşıyı yaptırmamız gerektiğini' söylediğinde... neden birileri, onların sözlerine uyup kabul etsin?
Profesyonel yalancılar, profesyonel suçlular 'bilim saçmalıyormuş' gibi davranabilirler, ancak aslında sadece 'halkın cehaletine' güveniyorlar. ABD'nin 'aşıların, ciddi yan etkilerini bildirme sisteminin bozuk olduğunu' bilmek ilginizi çekebilir. Güvenilir sayılar yok. Özel Ulusal Aşı Bilgi Merkezi'nden Barbara Loe Fisher makul bir tahminde bulundu:
"Ancak her yıl kaç çocuk, [olumsuz] aşı reaksiyonu geçiriyor? Aşılamadan sonra kalıcı olarak sakat kalanlar gerçekten 110.000'de bir mi yoksa bir milyonda bir mi? Eski FDA Komiseri David Kessler, 1993'te 'doktorların yüzde 1'inden azının, reçeteli ilaç kullanımından sonra olumsuz olaylar bildirdiğini' gözlemledi." [Bkz. DA Kessler, 'MEDWatch'ın Tanıtımı,' JAMA, 2 Haziran 1993: 2765-2768]"
"Doktorların belki de yüzde 5 veya 10'undan azının aşılamadan sonra 'hastaneye yatış, yaralanma, ölüm veya diğer ciddi sağlık sorunları' bildirdiği tahmin ediliyor. 1986 Aşı Yaralanması Yasası, 'bildirimde bulunmamak' için 'yasal bir yaptırım' içermiyordu; doktorlar bildirimde bulunmayı reddedebilir ve hiçbir sonuçla karşılaşmazlar."
"Yine de, her yıl Aşı Olumsuz Olay Bildirim Sistemi'ne [VAERS] yaklaşık 12.000 bildirim yapılıyor; Hem ebeveynler hem de doktorlar bu raporları hazırlayabilir. [Bkz. RT Chen, B. Hibbs, ‘Aşı güvenliği,’ Pediatri Yıllıkları (Pediatric Annals), Temmuz 1998: 445-458]” “Ancak eğer bu sayı, gerçekte meydana gelenin sadece %10'unu temsil ediyorsa, o zaman gerçek sayı 120.000 aşı yan etkisi [yılda] olabilir. Eğer doktorlar, aşı reaksiyonlarını Dr. Kessler'in söylediği kadar seyrek olarak rapor ediyorlarsa ve 12.000 sayısı gerçek toplamın sadece %1'iyse, o zaman gerçek sayı yılda 1,2 milyon aşı yan etkisi olabilir.”
Nüfusun tıbbi bilgisizliği -'halk sağlığı uzmanları ve ilaç devleri' bundan besleniyor. Bu, onların 'her gün, toplu katliamdan kurtulmalarına' olanak sağlıyor.. 'Cinayetin' çok güçlü bir kelime olduğunu düşünenler için şunu söyleyerek bitireceğim: basit — insanları trajik ve şaşırtıcı bir oranda öldüren ve sakatlayan bir meslekte çalışıyorsanız ve bunu 'biliyor ve hiçbir şey yapmıyorsanız', suçlusunuz. Nokta. Hiçbir kaçamak cevap veya bahane gerçeği değiştiremez. BUNLAR, bir pandemi hakkındaki 'hikayelerine inanmanızı' söyleyen insanlar. BUNLAR, köyü kurtarmak için 'köyün havaya uçurulması' gerektiğini iddia eden insanlar." Jon Rappoport tarafından..
Jon Rappoport, Üç patlayıcı koleksiyonun yazarı olan MATRIX ORTAYA ÇIKTI, MATRIX'TEN ÇIKIŞ ve MATRIX DIŞINDAKİ GÜÇ'ün (THE MATRIX REVEALED, EXIT FROM THE MATRIX ve POWER OUTSIDE THE MATRIX) yazarı Jon, Kaliforniya'nın 29. Bölgesi'nde ABD Kongre koltuğu için adaydı. Kişisel yaratıcı gücün genişletilmesi amacıyla özel müşteriler için danışmanlık hizmeti veriyor. Pulitzer Ödülü'ne aday gösterilen Jon, 30 yıldır araştırmacı gazeteci olarak çalışıyor ve CBS Healthwatch, LA Weekly, Spin Magazine, Stern ve ABD ile Avrupa'daki diğer gazete ve dergiler için siyaset, tıp ve sağlık konularında makaleler yazıyor. Jon, dünya çapındaki izleyicilere küresel siyaset, sağlık, mantık ve yaratıcı güç hakkında dersler ve seminerler verdi. Ücretsiz NoMoreFakeNews e-postalarına buradan veya ücretsiz OutsideTheRealityMachine e-postalarına buradan kaydolabilirsiniz." (56)
"CCHR, DSM Katılımcıları ile İlaç Sektörü Arasındaki Finansal Bağları Açığa Çıkaran Çalışmayı Alkışlıyor
CCHR, 'psikiyatri-ilaç endüstrisi arasındaki çatışmalı ittifakın, psikiyatrinin Tanı ve İstatistik El Kitabı'nda (DSM "Diagnostic and Statistical Manual") yaygın' olduğunu, 'bağışçılara 14,2 milyon dolarlık ödeme yapıldığını tespit eden' yeni bir çalışmada doğrulandığını söylüyor.. "İlaç şirketlerinden en fazla ücret alan DSM panel üyeleri, ilaç müdahalelerinin genellikle standart tedavi olduğu teşhis alanlarında çalışanlar oldu..." – Lisa Cosgrove ve diğerleri, İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal)
Son zamanlarda İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) tarafından yapılan bir araştırma, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin (APA "American Psychiatric Association") Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders)'nın (DSM-5-TR) son baskısına katkıda bulunan doktorların yarısından fazlasının, 'ilaç-sağlık endüstrisiyle çıkar çatışması yaşadığını ve toplamda 14,2 milyon dolar aldığını' ortaya koydu. Genellikle psikiyatrinin "Faturalandırma İncili (billing bible)" olarak anılan DSM, yalnızca ruh sağlığı tedavisinde 'geri ödeme almak' için bir araç olarak hizmet etmekle kalmıyor, aynı zamanda 'yeni psikiyatrik ilaçların onaylanmasında' merkezi bir rol oynuyor ve 'klinik ilaç denemeleri' için kullanılıyor. Ruh sağlığı endüstrisinde bir gözlemci olan Uluslararası İnsan Hakları Vatandaş Komisyonu (CCHR -"Citizens Commission on Human Rights International"), 'ilaç şirketleri ile ruh sağlığı uygulayıcıları arasındaki mali bağların kamuya açıklanması' için yirmi yıldan fazla süredir kampanya yürütüyor. Grup, 'çıkar çatışmalarının klinik sonuçları, önyargıyla etkileme potansiyeline sahip olduğunu' vurguluyor.
Bu son çalışmadaki araştırmacılar arasında, DSM-IV ve DSM-5 için çıkar çatışmalarını ortaya koyan önceki çalışmaları yürütmüş olan Massachusetts-Boston Üniversitesi Danışmanlık ve Okul Psikolojisi Bölümü (Department of Counseling and School Psychology)'nden profesör Lisa Cosgrove yer alıyor. Mevcut çalışma, 2022'de yayınlanan en son revizyon olan DSM-5-TR'yi ele alıyor. Sektör desteğine sahip panel üyelerinin yüzdesi DSM-5-TR ve DSM-5 arasında benzerdi. Çalışma, DSM-5-TR'nin panel veya görev gücü katılımcıları olarak görev yapan 168 kişiyi belirledi; bunlardan 92'si ABD'de bulunuyordu ve Açık Ödemeler Programı'ndaki 'çıkarlarının açıklanmasına' tabiydi. Bu 92 kişiden 55'i (%60) Açık Ödemeler'de kaydedilen 'sektörden ödemeler' aldı.
Açık Ödemeler (Open Payments), 'ilaç ve cihaz şirketlerinin, bireysel hekimlere ve kurumlara verdiği paraları' tanımlayan, ABD Sağlık Sigortası (Medicare) ve Sağlık Yardımı (Medicaid) Hizmetleri Merkezleri'nin (CMS "Centers for Medicare & Medicaid Services") halka açık bir veritabanıdır. 2013'ten beri, Hekim Ödemeleri Gün Işığı (Physician Payments Sunshine) Yasası uyarınca, tüm ABD 'ilaç ve cihaz üreticilerinin, bu ödemeleri ifşa etmesi' gerekiyor. Bu tür bir şeffaflık, diğer ülkelerde mevcut değil veya kolayca erişilebilir değil. Bu nedenle, araştırmacıların belirttiği gibi, çalışmada yalnızca ABD dışındaki doktorlara yapılan ödemeleri içermeyen Açık Ödemeler tarafından sağlanan bilgiler kullanıldı.
Bu, hesaba katılmayan önemli sayıda 'uzman' anlamına
geliyor. APA'ya göre, DSM-5-TR'deki katılımcıların yaklaşık
%21'i uluslararası uzmanlar, %60'ı psikiyatristler, %25'i psikologlar ve
%15'i diğer sağlık profesyonelleriydi; buna kıyasla DSM-5'teki
uluslararası uzmanlar yaklaşık %30, psikiyatristler %64, psikologlar %30
ve diğer sağlık profesyonelleri %6 idi.. Önceki çalışmalarla
uyumlu olarak, "ilaç şirketlerinden en fazla ücret alan DSM panel
üyeleri, ilaç müdahalelerinin genellikle standart tedavi olduğu teşhis
alanlarında çalışanlardı..." Araştırmacılar, 'on dokuz panel üyesinin
(34.6, aralarında toplam 1.833.960 $ fonla), büyük ölçüde "devam eden
eğitim programı dışındaki bir mekanda 'öğretim görevlisi' veya 'konuşmacı'
olarak hizmet etmek" için ödeme aldığını' tespit etti. Ödemenin en büyük
oranı araştırma ödemeleriydi, ancak araştırma fonu açıklaması APA'nın
DSM-5'inden çıkarılmıştı. Çalışma grubu veya görev gücü katılımcılarının
' finansal ücret aldığı, ilk 10 DSM bozukluğu' şunlardır:
-İlaç kaynaklı hareket bozuklukları: 8.443.468 $
-Uyku-uyanıklık bozuklukları: 1.892.430 $
-Bozucu, dürtüsel ve davranış bozuklukları: 1.059.910 $
-Obsesif Kompulsif Bozukluk: 973.851 $
-Depresif bozukluklar: 875.373 $
-Nörobilişsel Bozukluklar: 872.277 $
-Şizofreni Spektrumu: 429.791 $
-Bipolar bozukluklar: 311.751 $
-Eliminasyon Bozuklukları: 143.770 $
-Kişilik Bozuklukları: 139.661 $
'İlaç kaynaklı hareket bozukluğu' paneli katılımcılarına verilen miktar, özellikle şok edicidir çünkü bozuklukların çoğu psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanmaktadır. Psikiyatrik ilaçlara bağlı "beyin hasarı" DSM'de özel bir bölüme sahiptir.
Örneğin, 'Nöroleptik kaynaklı Parkinsonizm, Nöroleptik Malign Sendrom (NMS), İlaç Kaynaklı Akut Distoni, İlaç Kaynaklı Akut Akatizi (huzursuzluk ve hareketsiz duramama) ve Tardif Diskinezi (TD, "geç" anlamına gelen tardive ve "kasların anormal hareketi" anlamına gelen diskinezi kelimelerinden türemiştir)' bunlardan birkaçıdır. 'Nöroleptik malign sendrom' ilk olarak 1956'da bildirilmiştir. 1994'te DSM-IV'te bir 'ruhsal bozukluk' olarak listelenmiştir.
Hastalar, neden olan bir ilaca 'maruz kaldıktan sonra saatler veya günler içinde' NMS geliştirebilir, çoğu 2 hafta içinde ve neredeyse hepsi 30 gün içinde semptomlar gösterir. Nöroleptikler, 'dudaklar, dil, çene, parmaklar, ayak parmakları ve vücudun diğer kısımlarının istemsiz hareketinde görülen Tardif Diskinezi'ye' neden olur.
CCHR buna "kazançlı döner kapı (lucrative revolving door)" etkisi diyor: 'antipsikotikler reçete edilir, 'şekil bozucu' bir duruma neden olur, bu da 'başka bir zihinsel bozukluk' olarak teşhis edilir ve bunun için daha fazla yan etkiye sahip ikinci veya üçüncü bir ilaç' reçete edilir..
Tardif Diskinezinin (Tardive Dyskinesia) "nörolojik bozukluk (neurological disorder)" olarak 'yeniden adlandırılması ve DSM'ye eklenmesi', yanıltıcı bir şekilde 'bunun, 'ilaç kaynaklı hasardan' ziyade 'tıbbi bir hastalık' gibi görünmesini' sağlıyor. Onaylanmış bir Tardif Diskinezi tedavi ilacının yaygın yan etkileri şunlardır: 'denge, koordinasyon veya yürümede sorun, salya akması, düzensiz kalp atışı ve huzursuzluk, hareketsiz oturamama, hareket etmeye devam etme ihtiyacı ve parmakların veya ellerin titremesi ve sallanması' - ikincisi antipsikotiklerin neden olduğu benzer semptomlardır: akatizi..
IQ Via Hasta Takip veritabanına (IQVia Patient Tracking database) göre 2020'de 11,1 milyondan fazla Amerikalı 'antipsikotik' kullanıyordu. Bu, potansiyel olarak '2,23 ila 5,57 milyon kişinin, 'ilaç kaynaklı hareket bozuklukları' nedeniyle kalıcı olarak hasar görmesi' anlamına geliyor.
DSM-5- TR 'ilaç kaynaklı hareket bozuklukları' Çalışma Grubu'nun üyeleri arasında 12 psikiyatrist listelenmiştir. Bu grubun başkanlığını eski APA başkanı Dr. Alan Schatzberg yapmaktadır. Psikiyatrist, 'ilaç endüstrisiyle olan 'açıklanmayan çıkar çatışmaları' nedeniyle 2008 yılında federal Senato soruşturmasına' tabi tutulmuştur. Bu dönemde 'ilaç şirketleriyle, hisse senedi sahipliği' de dahil olmak üzere 15 bağlantısı olmuştur. Senato, 'ilaç şirketlerinden kazandığı para' ile Stanford Üniversitesi'ne bildirdiği para arasında "tutarlılık eksikliği" bulmuştur. Stanford Üniversitesi'nde halen Psikiyatri ve Davranış Bilimi Bölümü'nde çalışmaktadır. Ortak kurucusu olduğu 'Korsept Terapileri (Corcept Therapeutics) adlı şirkette, 6 milyon dolarlık hissesi' vardı. Açık Ödemeler (Open Payments), 2019 ile 2022 yılları arasında 'endüstri ödemelerinden, yaklaşık 104.000 dolar aldığını' bildirmiştir.
2022 tarihli bir açıklama, 'ilaç şirketleri, Janssen ve Merck ile olan mali bağlarını' listeliyor. Bu nedenle Schatzberg, 'ilaç kaynaklı hareket bozukluklarına' neden olabilen ilaçlar üreten şirketlerden faydalanıyor. Merck, antipsikotik Saphris'i üretiyor. Janssen, her ikisi de 'hareket bozukluklarına' neden olabilen antipsikotikler risperidon "risperidone" ve Invega'yı ve ayrıca antidepresan "Spravato'yu (esketamin "esketamine" veya ketamin "ketamine" bileşiği) üretiyor.
Esketamin burun spreyi, uzun süreli uyuşukluğa, bilinç kaybına ve zihinsel değişikliklere (örneğin, kimlik, yer ve zaman konusunda kafa karışıklığı, gerçek dışılık hissi, benlikten veya bedenden kopma hissi) ' neden olabilir; bazı kişilerde 'ajite, sinirlilik veya diğer anormal davranışlar sergilemeye' neden olabilir; 'intihar düşünceleri ve eğilimleri ve benliğin veya çevrenin sürekli hareket halinde olduğu hissine' neden olabilir. Buna Schatzberg'in psilocybin (sihirli mantar "magic mushrooms") psikedelik (psychedelic) ilaç araştırmaları yürüten COMPASS şirketiyle olan finansal ilişkisini de ekleyin. Psikedelikler başka bir DSM bozukluğuna neden olabilir: 'Halüsinojen-Sürekli Algı Bozukluğu (Hallucinogen-persisting Perception Disorder)'.
'Finansman yolları' araştırmacılardan eleştiri aldı:
- "Konuşmacı bürosunda olmak veya önemli bir kanaat önderi olmak, temel kanaat önderinin rolü esasen bir pazarlama rolü olduğu için yaygın olarak büyük bir mali çıkar çatışması olarak kabul edilir; verilen konuşmalar genellikle endüstri tarafından desteklenen eğitim etkinliklerinde sunulur."
- "Dahası, önemli kanaat önderleri yalnızca prestijli üniversitelerle bağlantılı oldukları için değil, aynı zamanda endüstrinin onlara geniş kapsamlı ve etkili platformlar ve konuşma etkinlikleri sağladığı için de etkilidir."
- "'Rastgele klinik deneyler, meta-analizler ve klinik teşhis ve uygulama kılavuzları' dahil olmak üzere tıbbi literatür üzerindeki mali çıkar çatışmalarının etkisi yirmi yıldan uzun süredir iyi belgelenmiştir." Örneğin, "antidepresanların meta analizlerinde değerlendirilen ilacın üreticisinin çalışanı olan bir yazarın yer aldığı yakın zamanda bildirildiğine göre, meta analizin 'diğer meta analizlere kıyasla ilaç hakkında olumsuz ifadeler içerme olasılığı 22 kat daha düşük'. Benzer şekilde, SmithKline Beecham'ın Çalışma 329'unun yeniden analizini yapan araştırmacılara tam yayınlanmamış veri setine erişim sağlandığında -paroksetinin [antidepresan] ergenlerde güvenli ve etkili olduğu sonucuna varan etkili bir çalışma- paroksetin için 'yayınlanmış literatürde bildirilmeyen bir zarar artışı' buldular."
DSM, 'bilimsel geçerliliğinin olmaması' nedeniyle uzun zamandır eleştiriliyor. Görev gücü üyeleri, kılavuza 'bir akıl hastalığı' eklemek için kelimenin tam anlamıyla oy kullanıyor. Hatalar, tıbbi hastalıkların olduğu gibi "keşfedilmez". DSM bozukluğunu doğrulamak için 'fiziksel testler veya kan testleri' yoktur. Oylama sonucunda varlığa getirildikten sonra, 'her bir bozukluk için, bir psikiyatrik ilaç' reçete edilebilir.
Minnesota Üniversitesi'nde biyoetikçi olan Carl Elliott'un dediği gibi: "İlaç satmanın yolu, psikiyatrik hastalık satmaktır."
Ödüllü bir gazeteci ve eski Kongre personeli olan Kelly Patricia O'Meara, "İlaç şirketleri, DSM şapkasından bir akıl hastalığı çıkarır ve onu tedavi etmek için halihazırda var olan bir ilacı kullanmak üzere FDA onayı alır. Tanınmış psikiyatristler, bozukluğu 'toplumsal bir sorun' olarak kamuoyuna duyurmak için görevlendirilir... İşte! Doğrulanmış psikiyatrik hastalık ve sihirli hap."
Bugün, yaklaşık 77 milyon Amerikalı artık psikiyatrik ilaç kullanıyor. Çalışmada da belirtildiği gibi, APA, 'DSM toplantılarının tutanaklarını' kamuoyuna açıklamıyor ve önerilen değişikliklerin 'açıklayıcı özetlerini' ve değişikliklerin 'dahil edilmesi veya hariç tutulmasının' nedenlerini sunmuyor. Tüketiciler ve aileleri, CCHR International'ın web sitesindeki Ruhsal Bozukluklar: Pazarlama Kampanyasının Arkasındaki Gerçekler (Mental Disorders: The Facts Behind The Marketing Campaign) (a) başlıklı bölüme giriş yapmalı ve konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için 'psikiyatrik ilaçların yan etkileri veritabanına' erişmelidir." (57)
-İlaç kaynaklı hareket bozuklukları: 8.443.468 $
-Uyku-uyanıklık bozuklukları: 1.892.430 $
-Bozucu, dürtüsel ve davranış bozuklukları: 1.059.910 $
-Obsesif Kompulsif Bozukluk: 973.851 $
-Depresif bozukluklar: 875.373 $
-Nörobilişsel Bozukluklar: 872.277 $
-Şizofreni Spektrumu: 429.791 $
-Bipolar bozukluklar: 311.751 $
-Eliminasyon Bozuklukları: 143.770 $
-Kişilik Bozuklukları: 139.661 $
'İlaç kaynaklı hareket bozukluğu' paneli katılımcılarına verilen miktar, özellikle şok edicidir çünkü bozuklukların çoğu psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanmaktadır. Psikiyatrik ilaçlara bağlı "beyin hasarı" DSM'de özel bir bölüme sahiptir.
Örneğin, 'Nöroleptik kaynaklı Parkinsonizm, Nöroleptik Malign Sendrom (NMS), İlaç Kaynaklı Akut Distoni, İlaç Kaynaklı Akut Akatizi (huzursuzluk ve hareketsiz duramama) ve Tardif Diskinezi (TD, "geç" anlamına gelen tardive ve "kasların anormal hareketi" anlamına gelen diskinezi kelimelerinden türemiştir)' bunlardan birkaçıdır. 'Nöroleptik malign sendrom' ilk olarak 1956'da bildirilmiştir. 1994'te DSM-IV'te bir 'ruhsal bozukluk' olarak listelenmiştir.
Hastalar, neden olan bir ilaca 'maruz kaldıktan sonra saatler veya günler içinde' NMS geliştirebilir, çoğu 2 hafta içinde ve neredeyse hepsi 30 gün içinde semptomlar gösterir. Nöroleptikler, 'dudaklar, dil, çene, parmaklar, ayak parmakları ve vücudun diğer kısımlarının istemsiz hareketinde görülen Tardif Diskinezi'ye' neden olur.
CCHR buna "kazançlı döner kapı (lucrative revolving door)" etkisi diyor: 'antipsikotikler reçete edilir, 'şekil bozucu' bir duruma neden olur, bu da 'başka bir zihinsel bozukluk' olarak teşhis edilir ve bunun için daha fazla yan etkiye sahip ikinci veya üçüncü bir ilaç' reçete edilir..
Tardif Diskinezinin (Tardive Dyskinesia) "nörolojik bozukluk (neurological disorder)" olarak 'yeniden adlandırılması ve DSM'ye eklenmesi', yanıltıcı bir şekilde 'bunun, 'ilaç kaynaklı hasardan' ziyade 'tıbbi bir hastalık' gibi görünmesini' sağlıyor. Onaylanmış bir Tardif Diskinezi tedavi ilacının yaygın yan etkileri şunlardır: 'denge, koordinasyon veya yürümede sorun, salya akması, düzensiz kalp atışı ve huzursuzluk, hareketsiz oturamama, hareket etmeye devam etme ihtiyacı ve parmakların veya ellerin titremesi ve sallanması' - ikincisi antipsikotiklerin neden olduğu benzer semptomlardır: akatizi..
IQ Via Hasta Takip veritabanına (IQVia Patient Tracking database) göre 2020'de 11,1 milyondan fazla Amerikalı 'antipsikotik' kullanıyordu. Bu, potansiyel olarak '2,23 ila 5,57 milyon kişinin, 'ilaç kaynaklı hareket bozuklukları' nedeniyle kalıcı olarak hasar görmesi' anlamına geliyor.
DSM-5- TR 'ilaç kaynaklı hareket bozuklukları' Çalışma Grubu'nun üyeleri arasında 12 psikiyatrist listelenmiştir. Bu grubun başkanlığını eski APA başkanı Dr. Alan Schatzberg yapmaktadır. Psikiyatrist, 'ilaç endüstrisiyle olan 'açıklanmayan çıkar çatışmaları' nedeniyle 2008 yılında federal Senato soruşturmasına' tabi tutulmuştur. Bu dönemde 'ilaç şirketleriyle, hisse senedi sahipliği' de dahil olmak üzere 15 bağlantısı olmuştur. Senato, 'ilaç şirketlerinden kazandığı para' ile Stanford Üniversitesi'ne bildirdiği para arasında "tutarlılık eksikliği" bulmuştur. Stanford Üniversitesi'nde halen Psikiyatri ve Davranış Bilimi Bölümü'nde çalışmaktadır. Ortak kurucusu olduğu 'Korsept Terapileri (Corcept Therapeutics) adlı şirkette, 6 milyon dolarlık hissesi' vardı. Açık Ödemeler (Open Payments), 2019 ile 2022 yılları arasında 'endüstri ödemelerinden, yaklaşık 104.000 dolar aldığını' bildirmiştir.
2022 tarihli bir açıklama, 'ilaç şirketleri, Janssen ve Merck ile olan mali bağlarını' listeliyor. Bu nedenle Schatzberg, 'ilaç kaynaklı hareket bozukluklarına' neden olabilen ilaçlar üreten şirketlerden faydalanıyor. Merck, antipsikotik Saphris'i üretiyor. Janssen, her ikisi de 'hareket bozukluklarına' neden olabilen antipsikotikler risperidon "risperidone" ve Invega'yı ve ayrıca antidepresan "Spravato'yu (esketamin "esketamine" veya ketamin "ketamine" bileşiği) üretiyor.
Esketamin burun spreyi, uzun süreli uyuşukluğa, bilinç kaybına ve zihinsel değişikliklere (örneğin, kimlik, yer ve zaman konusunda kafa karışıklığı, gerçek dışılık hissi, benlikten veya bedenden kopma hissi) ' neden olabilir; bazı kişilerde 'ajite, sinirlilik veya diğer anormal davranışlar sergilemeye' neden olabilir; 'intihar düşünceleri ve eğilimleri ve benliğin veya çevrenin sürekli hareket halinde olduğu hissine' neden olabilir. Buna Schatzberg'in psilocybin (sihirli mantar "magic mushrooms") psikedelik (psychedelic) ilaç araştırmaları yürüten COMPASS şirketiyle olan finansal ilişkisini de ekleyin. Psikedelikler başka bir DSM bozukluğuna neden olabilir: 'Halüsinojen-Sürekli Algı Bozukluğu (Hallucinogen-persisting Perception Disorder)'.
'Finansman yolları' araştırmacılardan eleştiri aldı:
- "Konuşmacı bürosunda olmak veya önemli bir kanaat önderi olmak, temel kanaat önderinin rolü esasen bir pazarlama rolü olduğu için yaygın olarak büyük bir mali çıkar çatışması olarak kabul edilir; verilen konuşmalar genellikle endüstri tarafından desteklenen eğitim etkinliklerinde sunulur."
- "Dahası, önemli kanaat önderleri yalnızca prestijli üniversitelerle bağlantılı oldukları için değil, aynı zamanda endüstrinin onlara geniş kapsamlı ve etkili platformlar ve konuşma etkinlikleri sağladığı için de etkilidir."
- "'Rastgele klinik deneyler, meta-analizler ve klinik teşhis ve uygulama kılavuzları' dahil olmak üzere tıbbi literatür üzerindeki mali çıkar çatışmalarının etkisi yirmi yıldan uzun süredir iyi belgelenmiştir." Örneğin, "antidepresanların meta analizlerinde değerlendirilen ilacın üreticisinin çalışanı olan bir yazarın yer aldığı yakın zamanda bildirildiğine göre, meta analizin 'diğer meta analizlere kıyasla ilaç hakkında olumsuz ifadeler içerme olasılığı 22 kat daha düşük'. Benzer şekilde, SmithKline Beecham'ın Çalışma 329'unun yeniden analizini yapan araştırmacılara tam yayınlanmamış veri setine erişim sağlandığında -paroksetinin [antidepresan] ergenlerde güvenli ve etkili olduğu sonucuna varan etkili bir çalışma- paroksetin için 'yayınlanmış literatürde bildirilmeyen bir zarar artışı' buldular."
DSM, 'bilimsel geçerliliğinin olmaması' nedeniyle uzun zamandır eleştiriliyor. Görev gücü üyeleri, kılavuza 'bir akıl hastalığı' eklemek için kelimenin tam anlamıyla oy kullanıyor. Hatalar, tıbbi hastalıkların olduğu gibi "keşfedilmez". DSM bozukluğunu doğrulamak için 'fiziksel testler veya kan testleri' yoktur. Oylama sonucunda varlığa getirildikten sonra, 'her bir bozukluk için, bir psikiyatrik ilaç' reçete edilebilir.
Minnesota Üniversitesi'nde biyoetikçi olan Carl Elliott'un dediği gibi: "İlaç satmanın yolu, psikiyatrik hastalık satmaktır."
Ödüllü bir gazeteci ve eski Kongre personeli olan Kelly Patricia O'Meara, "İlaç şirketleri, DSM şapkasından bir akıl hastalığı çıkarır ve onu tedavi etmek için halihazırda var olan bir ilacı kullanmak üzere FDA onayı alır. Tanınmış psikiyatristler, bozukluğu 'toplumsal bir sorun' olarak kamuoyuna duyurmak için görevlendirilir... İşte! Doğrulanmış psikiyatrik hastalık ve sihirli hap."
Bugün, yaklaşık 77 milyon Amerikalı artık psikiyatrik ilaç kullanıyor. Çalışmada da belirtildiği gibi, APA, 'DSM toplantılarının tutanaklarını' kamuoyuna açıklamıyor ve önerilen değişikliklerin 'açıklayıcı özetlerini' ve değişikliklerin 'dahil edilmesi veya hariç tutulmasının' nedenlerini sunmuyor. Tüketiciler ve aileleri, CCHR International'ın web sitesindeki Ruhsal Bozukluklar: Pazarlama Kampanyasının Arkasındaki Gerçekler (Mental Disorders: The Facts Behind The Marketing Campaign) (a) başlıklı bölüme giriş yapmalı ve konu hakkında daha fazla bilgi edinmek için 'psikiyatrik ilaçların yan etkileri veritabanına' erişmelidir." (57)
***
"Psikiyatrinin Gerçek Sorunları
Bir psikoterapist, psikiyatrinin tüm ruhsal hastalıkları tanımlayan "İncil"i olan DSM'nin 'bilimsel olmadığını, ahlaksız politika ve bürokrasinin bir ürünü olduğunu' ileri sürüyor.. Amerikan Psikiyatri Birliği, 22 Mayıs'ta beşinci Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olan DSM-5'i yayınlayacak. 'Psikiyatrik tanıları ve bunları karşılamak için gereken kriterleri' sınıflandırıyor. Kitabın en büyük eleştirmenlerinden biri olan Gary Greenberg, 'bu bozuklukların gerçek olmadığını, uydurulduğunu' iddia ediyor.
Depresyon Üretimi: Modern Bir Hastalığın Gizli Tarihi (Manufacturing Depression: The Secret History of a Modern Disease) kitabının yazarı ve The New Yorker, Mother Jones, The New York Times ve diğer yayınlara katkıda bulunan Greenberg, pratik yapan bir psikoterapisttir. Keder Kitabı: DSM-5'in Yapılışı ve Psikiyatrinin Çöküşü (The Book of Woe: The Making of the DSM-5 and the Unmaking of Psychiatry), yeni el kitabının yaratılmasının ardındaki işletmeyi ifşa ediyor.
-1952'de yayınlanan 'ilk DSM'nin nasıl tasarlandığını' anlatabilir misiniz? Sebeplerden biri 'insanları saymaktı.' İlk teşhis koleksiyonlarına "tanı ve istatistik kılavuzu" değil, "istatistik kılavuzu" deniyordu. Ayrıca dar görüşlü nedenler de vardı. Tıbbın geri kalanı, 19. yüzyılın sonlarında, 20. yüzyılın başlarında, 'hastalıkları teşhis etmek' için nedenlerini 'biyokimyada' aramaya yöneldikçe, herhangi bir tıbbi uzmanlık alanının otorite iddiası, 'acıyı, teşhis etme yeteneğine' dayanıyordu. "Tamam, boğaz ağrınız ve ateşiniz boğaz enfeksiyonudur." demek için..
Ancak psikiyatri bunu yapamadı ve 'itibarsızlaşma tehlikesiyle' karşı karşıyaydı. 1886 gibi erken bir tarihte, önde gelen psikiyatristler 'geride kalacaklarından veya tıp aleminden silineceklerinden' endişe ediyorlardı. Tamamen açık olmayan sebeplerden dolayı, hükümet, 'kaç tane akıl hastası olduğunu' onlara söylemesi için Amerikan Mediko-Psikoloji Derneği'ne (daha sonra Amerikan Psikiyatri Derneği (American Medico-Psychological Association) veya APA "American Psychiatric Association") başvurdu. APA bunu 'güvenilirliğini kanıtlamak' için bir fırsat olarak kullandı.
- DSM, "tüm zihinsel acılara dair yetkili tıbbi rehber" olarak görülmek üzere nasıl evrimleşti? Psikiyatrinin güvenilirliği, 'nozolojisine' bağlıdır. Zamanla gelişen şey, 'teşhis sayısı ve daha da önemlisi, teşhis kategorilerinin oluşturulduğu' yöntemdir..
- Siz pratisyen bir psikoterapistsiniz. "Akıl hastalığı (mental illness)"nı tanımlayabilir misiniz? Hayır. Kimse tanımlayamaz. "Bu bir kısır döngüdür; intihar eden herkesin 'depresyonda' olduğunu; dolu bir silahla okula gidip insanlara ateş eden herkesin 'akıl hastası' olduğunu düşünmek gerekir."
-DSM "bozuklukları" listeler. Bozukluklar, hastalıklardan veya rahatsızlıklardan nasıl farklıdır? Hastalık (disease) ile bozukluk (disorder) arasındaki fark, psikiyatrinin, kendilerine sunulan 'sorundan kaçınma' çabasıdır. Hastalık, 'biyokimyasal bir patolojinin' neden olduğu bir tür acıdır. Keşfedilebilen ve sihirli mermilerle hedef alınabilen bir şey. Ancak birçok durumda acımız, bu şekilde teşhis edilemez.
Psikiyatri, 1970'lerde "zihinsel hastalık nedir?" ve "hangi ruhsal hastalıklar vardır?" gibi sorular yüzünden krizdeydi. Yaptıkları ilk şeylerden biri, 'hiçbir ruhsal hastalığın, bu hastalık tanımına uymadığı' sorununu çözmeye çalışmaktı.
Henüz 'patojenin' ne olduğunu, 'hastalık sürecinin' nelerden oluştuğunu ve 'nasıl tedavi edileceğini' belirlememişlerdi. Bu yüzden "bozukluk" adlı bir kategori yarattılar. Bu bir retorik araç. "Bir tür hastalık gibi" diyor ama buna 'hastalık' demiyor çünkü diğer tüm doktorlar "kan testin nerede?" diye bağırıp onların boğazına yapışıyor.
'Genetiği veya herhangi bir moleküler biyolojiyi', DSM kategorilerine bağlayan 'mantıklı bir bulgu' olmamasının nedeni sadece araçlarımızın ilkel olması değil, aynı zamanda DSM kategorilerinin, gerçek olmamasıdır. Bu, 'Rusya'da yolunuzu bulmak için ay haritasını kullanmaya' benzer.
-Peki bu terimlerin - bozukluk (disorder), hastalık (disease), rahatsızlık (illness) - aynı kavram için farklı isimler olduğunu söyler misiniz? Ben söylerdim. Psikiyatristler söylemezdi. Psikiyatristler bazen bunu söylerdi ama bazen söylemezdi. 'Tıp alanına ait olduklarını' iddia ettiklerinde bunu söylerlerdi. Ama onlara baskı yapıp bu bozuklukların, 'kanser ve diyabetle aynı şekilde var olup olmadığını' sorarsanız, 'hayır' derlerdi. Bu, 'herhangi bir zihinsel acıya, biyolojik bir karşılık gelmediği' anlamına gelmez -- elbette vardır. Ama 'zatürreyi, akciğer kanserinden' ayırmak için ihtiyaç duyduğumuz 'özgüllük ve hassasiyet', böyle bir ayrım bile, mevcut değildir.
-Depresyon gibi hastalıkların bilimsel doğası hakkında en yaygın yanlış anlamalar nelerdir? Size garanti ederim ki, konuşmamız sırasında bir doktor hastaya "Kimyasal bir dengesizliğiniz var -- bu yüzden depresyondasınız. Prozac alın." diyor. Herhangi bir şey bilen her doktor, 'depresyona neden olan bir biyokimyasal dengesizlik olmadığını' bilmesine ve çoğu doktor 'depresyon tanısının, size zaten bildiğiniz şeylerden başka bir şey söylemediğini' anlamasına rağmen, bu onları bunu söylemekten alıkoymuyor.
-Beyin üzerine yapılan araştırmalar henüz emekleme aşamasında. Sizce beyin hakkında belirli psikiyatrik tanıların doğrudan biyolojik bir nedeni olduğunu kanıtlayacak kadar bilgi sahibi olabilecek miyiz? Ne zaman olursa olsun, 'beyin ve zihinsel acı hakkında öğrendiğimiz her şeyin, DSM kategorilerine hiç yansımayacağına' bahse girmeye hazırım. Belirli bir zihinsel acının, tüm yapısını açıklayabildiğimizi varsayalım. "İşte Majör Depresif Bozukluk ve işte beyinde nasıl göründüğü" diyemeyecek. Herhangi bir başarı varsa, bu zihinsel bozuklukların arazisinin tamamen yeniden haritalanmasını gerektirecektir. Ve psikiyatri büyük ihtimalle 'çok küçük bulguları alıp, onları olmadıkları bir şeye' dönüştürebilir. Ancak en dürüst sonuç, eski günlere geri dönüp sadece 'semptomlara bakmak' olacaktır. Korku veya kaygı veya bu tür şeylerin devrelerini açıklamakta iyi olabilirler.
- Hayatımızda normal olarak gerçekleşen bir rahatsızlık ile sıkıntı arasındaki fark nedir? Bu ayrımı bir klinisyen yapar, ister aile hekimi, ister psikiyatrist veya başka biri olsun. Ancak hiç kimse bu belirlemeyi tam olarak nasıl yapacağını bilmiyor. Belirlenmiş eşikler yok. Bunun nasıl işleyeceğini hayal edebilseniz bile, 'kişinin işlevselliğinin ne ölçüde bozulduğuna' dair öznel bir analiz olması gerekir. Bunu nasıl ölçeceksiniz? Doktorların "klinik önemi" ölçmesi gerekiyor. Bu ne? Birçok insan için 'birinin ofisine gelmesi' klinik öneme sahiptir. Bunun yanlış olduğunu söylemeyeceğim, ancak bilimsel değil. Ve bir çıkar çatışması var -- klinik önemi belirlemezsem, para almıyorum..
-Bu kategorileri çok ciddiye almanın sorunlarından birinin, 'belirli davranışların ardındaki ahlaki yönü ortadan kaldırması' olduğunu söylüyorsunuz. "Eşcinsellik bir referandumla DSM'den silindi. Doğrudan bir oylama: evet veya hayır.." Bu, "kötü" olduğunu düşündüğümüz şeyi, akıl hastalığı olarak düşündüğümüz şeye bağlamanın, 'karakteristik' bir yoludur. İçgüdüsel tepkimiz her zaman "bu gerçekten hastaydı. Boston'daki adamlar -- onlar gerçekten hastaydı." Ama bunu nasıl biliyoruz? Önceden 'iğrenç bir şey yapan herkesin, hasta olduğuna' karar vermediğiniz sürece.. Bu toplum "kötü" terimini, kullanmaktan çok çekiniyor. Ama ben kesinlikle 'kötülük' diye bir şeyin olduğuna inanıyorum. Bu dairesel bir düşünce -- intihar eden herkesin 'depresif' olduğunu düşünmek; dolu bir silahla okula gidip insanları vuran herkesin 'akıl hastalığı' olması gerektiğini düşünmek.. Bunda belli bir tür rahatlık var ama buna dair hiçbir belirti yok, özellikle de 'akıl hastalığının ne olduğunu bilmediğimiz' için..
- Teşhisler, insanları nasıl etkiler? Gözden kaçan yollardan biri, teşhislerin, 'insanların hayatlarını, daha iyiye doğru' değiştirebilmesidir. Asperger Sendromu muhtemelen bu açıdan şimdiye kadar ki en başarılı psikiyatrik bozukluktur. Bir topluluk yarattı. Birincil semptomu izolasyon olan 'insanlara ait olma' yolu verdi ve teşhis konulanlara kaynaklar sağladı. Kötü etkileri de olabilir. Depresyon teşhisi, insanlara 'var olmadığını bildiğimiz bir hastalığa' sahip olma etrafında oluşan bir kimlik verir ve 'bunun kaynakları, ihtiyaç duyulabilecek yerlerden nasıl saptırabileceğini' gösterir. İnsanlar 'eğitim ücreti, sağlık hizmeti ve emeklilik konusunda endişelenmeselerdi, depresyonun, ne kadar az olacağını' hayal edin. Bunların hepsi Prozac tarafından sağlanmayan şeylerdir.
-Bir popülasyona aşırı teşhis koymanın tehlikeleri nelerdir? Yanlış pozitifler yanlış negatiflerden daha mı kötüdür? Yanlış pozitiflerin, 'teşhis konduğu için teşhis konulan ve bir doktor muayenehanesine gelen kişilerin', çok daha büyük bir sorun olduğuna inanıyorum. İnsanların 'kimliklerini değiştiren, yan etkileri ve uzun vadeli etkileri bilinmeyen ve ana etkileri yeterince anlaşılmayan' ilaçların kullanımını teşvik ediyor.
-1850'de doktor Samuel Cartwright, kölelerin kaçmasına neden olan bir hastalık olan "drapetomania"yı icat etti. Sosyal ve tarihsel bağlam, akıl hastalığına ilişkin anlayışımızı nasıl etkiliyor? Cartwright, New Orleans'lı bir köle sahibi doktoruydu; "Afrika ırkları" olarak adlandırdığı ırkların, 'aşağılık' olduğuna inanıyordu. Köleliğin kaldırılmasının, 'siyahi ve beyaz insanların özünde eşit olduğu gibi yanlış bir düşünceye dayandığına' inanıyordu. Bir siyah insandaki 'özgürlük arzusunun, patolojik olduğunu' düşünüyordu çünkü 'siyahi insanlar, köle olarak doğmuştu.' Özgürlüğe 'özlem duymak', doğalarına 'ihanet etmek', bir hastalıktı. Kölelikten kaçma dürtüsü olan "drapetomania"yı icat etti. Kölelere 'korkunç bir zulüm yapılmadığını' varsayarsak, onlar "hasta (sick)"ydı. Birkaç tanı kriteri buldu ve meslektaşlarına sundu.
-Yani "hastalık" olarak kabul edilen şey hakkındaki düşüncemizi düzelttik. Modern bir eşdeğeri var mı? Eşcinsellik en belirgin örnektir. 1973'e kadar bir hastalık olarak listelenmişti. "Drapetomania"da 'neyin yanlış olduğunu' görmek çok kolaydır, ancak 'eşcinselliğin, bir hastalık olup olmadığını' söylemenin içerdiği denge eylemini görmek daha kolaydır -- toplumda 'bir şeylerin nasıl değişmesi' gerektiği. Eşcinselliği bir hastalık olarak adlandıran insanlar ille de bağnaz ya da homofobik değildi -- sadece 'kendi cinsiyetinden insanları sevmek isteyen insanları' anlamaya çalışıyorlardı. Hastalık, şefkati de içeren farklılığı anlamanın bir yoludur. Değişmesi gereken şey, 'aynı cinsiyetten sevginin, kabul edilebilir' olduğu fikridir. Bu fikir, bir kez ortaya çıktığında, eşcinselliği bir hastalık olarak adlandırmak mantıklı değildir.
- DSM-5'in oluşturulmasında kimler yer aldı? DSM'nin sahibi Amerikan Psikiyatri Birliği'dir. (American Psychiatric Association) Onlar sadece bundan sorumlu değiller: 'ona sahipler, onu satıyorlar ve lisansını alıyorlar.' DSM, bir grup komite tarafından yaratılır. Bürokratik bir süreçtir. Bilimsel bulgular yerine, DSM 'hangi zihinsel bozuklukların' var olduğunu ve bunları 'nasıl tanıyabileceğinizi' belirlemek için 'uzman fikir birliğini' kullanır. Bozukluklar, 'bir yasanın, tüzük kitabının bir parçası haline geldiği şekilde' kitaba girer. İnsanlar bunu önerir, tartışır ve oy verir. Eşcinsellik, bir referandumla DSM'den silindi. Doğrudan oylama: evet veya hayır. Her zaman bu kadar açık değildir ve oylar, kamuya açık değildir. DSM-5 durumunda, komite üyelerinin bunun hakkında konuşmaları yasaktı, bu yüzden 'müzakerelerin ne olduğunu' asla bilemeyeceğiz. Hepsi gizlilik anlaşmaları imzaladı.
"Sadece beceriksiz bir öğrenci için özel hizmetler talep edemezsiniz. Otizmli bir öğrenci için özel hizmetler almalısınız."
-Yeni DSM'de yapılan önemli değişiklikler nelerdir ve hastaları nasıl etkileyecek? Asperger Sendromu ortadan kalktığında çok fazla soruna yol açacak. 'Yas' dışlaması ortadan kalktığında biraz sorun yaratabilir. APA'nın 'neden başının derde gireceğine' dair iyi bir örnek. Çok gereksiz, çok aptalcaydı. 'Birinin karısı, öldükten iki hafta sonra, o kişinin "depresyonda" mı yoksa sadece "yas tutuyor" mu olduğunu bildikleri gibi saçma bir açıklama yaptılar.' Hadi canım! Bu adamlar kim?
-APA, yayımlanmadan önce DSM-5'in bir dizi taslağını yayınladı. Neden? Kamuoyundan girdi istediler, bu da büyük bir itibar. Ancak bununla 'ne yaptıklarını' asla söylemediler. "Bu kadar yanıt aldık" dediler ancak 'yanıtların ne olduğunu' söylemediler. Süreci nasıl etkiledilerse, nasıl etkilediler. Taslaklarla ilgili diğer sorun ise onları 'silmiş' olmaları. Bu şeylerin nasıl geliştiğinin geçmişini, APA'nın telif hakkını açıkça ihlal eden web sitesinin kopyalarını yapmadığınız sürece, izlemek zor olacaktır. Ayrıca, insanların 'taslak kriterlerini', herhangi bir 'akademik makalede kullanmasını' engellemeye çalıştılar -- benzeri görülmemiş bir hareket. Kriterleri kullanmak isteyen herkesin, 'akademik yayın için izinlerini araması ve alması gerektiğini' talep ettiler. Bunu daha önce hiç kimse yapmadı. Taslak kriterlerle yürütülen birkaç yüksek profilli, utanç verici çalışma vardı ve bu gerçekleştiğinde, APA taslak kriterler üzerinde telif hakkı iddia etti.
-APA, DSM-5'i "yaşayan bir belge" olarak görüyor. Sizce bununla ne demek istiyorlar? Eğer derinlemesine incelerseniz, 'gerçek bir sorun olduğunu' fark edeceğiniz 'retorik süslemelerden' biri. Anayasa ile tıbbi teşhis kitabı arasında fark vardır. "Canlı belge (living document)" ile neyi kastettikleri tam olarak açık değil ancak kanıtlar geldikçe, güncelleme yapmak istedikleri anlaşılıyor. Bu kötü bir fikir değil -- her beş, on veya on beş yılda bir teşhis kılavuzunun bu 'devasa, pahalı, utanç verici' revizyonlarından birini yapmak istemiyorlar, 'ilerledikçe, güncelleme yapmak' istiyorlar. Ancak bu arada, 'insanlara teşhis konuyor, ilaçlar geliştiriliyor ve reçete ediliyor, araştırmalar yapılıyor' ve zaman geçtikçe 'işlerin, ne ölçüde revize edileceğini' kimse bilmiyor. APA 'her zaman akış halinde' olduğunu söylemeye çalışıyor. Ancak durum buysa, neden ona bu kadar güç verelim?
-Bunun hakkında konuşabilir misin? DSM'nin gücü nedir? FDA'dan bir gösterge almak için, 'bir ilaç şirketinin ilacını, bir DSM bozukluğuna bağlaması' gerekir. Sadece 'kaygı' için bir ilaç geliştiremezsiniz. Yaygın Kaygı Bozukluğu veya Majör Depresif Bozukluk (Generalized Anxiety Disorder or Major Depressive Disorder) için bir ilaç geliştirmeniz gerekir. Sadece beceriksiz bir öğrenci için özel hizmetler talep edemezsiniz. Otizmli bir öğrenci için özel hizmetler almalısınız. Mahkemede, ruhsal hastalıklar DSM'den gelir. Terapinizin, sigorta tarafından ödenmesini istiyorsanız, size 'bir ruhsal hastalık teşhisi' konmuş olması gerekir. Sağlık sistemiyle gelecekte kuracağınız her türlü temas, 'dosyanızda, bir ruhsal hastalık olması' gerçeğinden etkilenecektir. Buna canlı bir belge derseniz, Asperger teşhisi konan tüm insanlara bu belge atıldığında ne olur? Kaos olur mu? Belki.
- Al Frances, DSM-IV için görev gücüne başkanlık etti ve DSM-5'in en büyük eleştirmenlerinden biri oldu. Siz onun argümanları hakkında ne düşünüyorsunuz? DSM'nin 'gerçek hastalıkları kapsamadığı, bir dizi yapı olduğu' konusunda hemfikiriz. Bunun ne anlama geldiği konusunda anlaşamıyoruz. Bunun 'psikiyatrinin genel girişimi ve ruhsal hastalıklarımızı teşhis ve tedavi etme yetkisi' açısından önemli olmadığına inanıyor. Bunun 'psikiyatrinin temelinde, bir kusur oluşturduğuna' inanıyorum. Gerçek hastalıkları yoksa, gerçek tıbba ait değillerdir. Al'in saldırısı abartılı. Bence o, 'tüm DSM girişiminin incelenmesini, gerçekten engellemeye çalışıyor.' Bu yüzden 'bebeği, banyo suyuyla birlikte atmamanız' konusunda bu kadar kararlı -- DSM-IV'ün tüm kusurlarına rağmen hala değerli olduğuna inanıyor. Katılmıyorum.
- Frances ayrıca eleştirilerinizin, 'psikiyatri karşıtı' olmasından endişe ediyor. Psikiyatrinin evrensel paranoyası, onlarla 'aynı fikirde olmayan herkesin, patolojik' olduğudur. Bir psikiyatristle, teşhis almadan aynı fikirde olamazsınız. Psikiyatri hakkında on yıldır eleştirel yazıyorum ve her zaman bununla karşılaştım. Psikiyatri, savunmacı bir meslektir. Korunacak çok şeyleri vardır ve zayıflıklarını bilirler. Eleştiriyi, onların bakış açısından mümkün olan en güçlü şekilde püskürtmek için, eleştirmeni teşhis edersiniz.
-Psikiyatri ve psikoloji arasındaki kesişimden bahsedebilir misiniz? DSM her iki alanla nasıl ilişkilidir? Psikiyatri, DSM'den sorumludur. Psikologlar ve diğer ruh sağlığı profesyonelleri DSM'yi kullanır. Ancak 'psikiyatristlerin, gücü ve parası' vardır. Genel olarak ruh sağlığı mesleklerini, kendi muayenehanem de dahil olmak üzere eleştiriyorum. Ancak APA bu işi, kendilerine mal etti. Bunu kıskançlıkla koruyorlar, acımasız taktiklerle koruyorlar ve evet, bu şey için orantısız miktarda ısı alıyorlar, ancak bu onların bebeği. Bu anlaşmadan yüz milyonlarca dolar kazanıyorlar.
-APA güvenilirliğini kaybedecek mi? Elbette kaybedecek. DSM-5 22 Mayıs'ta çıkacak ve insanlar ona 'balıkları fıçıdan vurmak' gibi laf sokacaklar. Yine de bu kitabı yazmaya ikna edilmem gerekti. "İnternet Kullanım Bozukluğu"nu akıl hastalığı olarak adlandırmanın 'doğru olduğunu ciddi ciddi düşünen bir kuruluşu' eleştirmek ne kadar zor olabilir? Üst üste atış yapacaklar. Ve tepkileri etkisiz ve zayıf olacak. Dalga geçecekler, "yaşayan belge" hakkında konuşacaklar ve saçmalıklarını ortaya dökecekler.
-Bir çözüm var mı? Çözüm, bu şeyi onlardan almak. Bu teşhisler APA'ya ait. İzin istemedim çünkü umursamıyorum -- beni dava etsinler. Ama eğer biri bu kitaba teşhis kriterleri koymak istiyorsa, APA'ya ödeme yapmak zorunda. Bu saçmalık. Bir de buna 'belgenin anlamsızlığı ve revizyonun yapıldığı beceriksizliği' eklerseniz, o lanet şeyi onlardan alın.. (Bu röportaj uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir. Yazar Hakkında.. Hope Reese, Louisville, Kentucky'de yaşayan bir yazar ve editördür. The Boston Globe, The Chicago Tribune ve Vox için yazmaktadır. Web sitesi hopereese. com'dur. (...)" (76)
"Duygusal Adaletsizlik: Psikiyatri, Duyguları Nasıl Patolojik Hale Getiriyor ve Marjinalleştiriyor
Psikiyatrinin 'normatif olmayan duyguları' bozukluk olarak etiketleme eğilimi 'duygusal adaletsizliğe' katkıda bulunuyor, duygusal öz-anlayışı çarpıtıyor ve eşitsizliği derinleştiriyor.. Modern psikiyatriye yönelik artan bir eleştiri, biyomedikal modelinin duygusal deneyimleri (özellikle toplumsal normların dışında kalanları), 'karmaşık sosyal ve çevresel faktörlere' verilen tepkiler yerine, 'tedavi edilmesi gereken içsel işlev bozuklukları' olarak çerçevelemesine odaklanıyor. McGill Üniversitesi'nden Zoey Lavallee ve Anne-Marie Gagné-Julien, Synthese'de yayınlanan yeni bir makalede, bu yaklaşımın "duygusal adaletsizlik" dedikleri şeyi sürdürdüğünü ve akıl hastası olarak etiketlenen bireyleri 'dışlayan bir tür sağduyuyu' teşvik ettiğini ve nihayetinde 'kendi duygularımızı anlama şeklimizi' çarpıttığını savunuyor.
"Bu makale, literatürde hala çok az çalışılmış olan psikiyatrizasyonun önemli bir tezahürünü ele alıyor; yani 'duygusal hayatlarımızın psikiyatrizasyonu..' Yani, psikiyatrik kavramsallaştırmaların, 'kendi ve başkalarının duygularını yorumlama biçimlerimiz' üzerindeki artan etkisi, özellikle de bu duygular 'aşırı, sıkıntı verici, alışılmadık' veya başka bir şekilde 'normal' olarak kabul edilenden, radikal bir şekilde saptığında..." diye yazıyor Lavallee ve Gagné-Julien.
"Bu makalede, 'normdan sapan duyguları patolojikleştiren, biyomedikal kavramsal çerçevelerin' aslında bir 'adaletsizlik kaynağı' olabileceğini savunacağız ve özellikle bu 'adaletsizlik biçiminin, psikopatolojik hale getirilmiş kişiler' tarafından nasıl karşılandığına dikkat çekiyoruz; yani, psikiyatrik tedavi veya teşhis almış olsun veya olmasın, tıp uzmanları veya başkaları tarafından 'akıl hastası' olarak algılanan herkes.."
Biyomedikal modelin 'normatif olmayan duygusal deneyimleri' nasıl patolojikleştirdiğini inceleyerek Lavallee ve Gagné-Julien, psikiyatrinin geçerli duygusal tepkileri 'susturma ve itibarsızlaştırma, sistemik baskıyı güçlendirme' yollarına ışık tutuyor. Analizleri, toplumsal ve yapısal faktörleri ihmal ederken, duyguları, 'psikiyatrik semptomlar' olarak çarpıtan bir süreç olan 'duygu patolojileştirmenin' zararlarını vurguluyor. Bu kritik soruşturma, psikiyatrinin 'duygusal öz-anlayışı' şekillendirmedeki rolünün, acilen yeniden değerlendirilmesini talep ediyor ve akademisyenleri ve uygulayıcıları 'adaletsizliği sürdüren dar çerçeveleri' ortadan kaldırmaya çağırıyor. Lavallee ve Gagné-Julien şunları ekliyor: “Psikiyatrizasyonun etkileri altında, duygu patolojileştirme süreçleri ve uygulamalarının, psikopatolojik hale getirilmiş kişilere, adaletsiz dezavantajlar yaratan ve 'kendi duygusal yaşamlarını' anlamalarına yönelik 'daha güçlendirici yollara erişimi' engelleyen, yoksullaştırılmış bir yorumlayıcı kaynak seti kullanarak, 'kendi normdan sapan duygularını' anlamaları yönünde etki ederek zarar verdiğini savunuyoruz.”" (58)
"Kenneth Kendler: Psikiyatrik Tanıların “Yaklaşık Olarak Doğru” Olması Bile “İnanılmaz”
Ünlü psikiyatrist Kenneth Kendler, JAMA Psikiyatri'de psikiyatrik teşhislerin "değişime tabi olan çalışma hipotezleri" olduğunu yazıyor.. Üst düzey tıp dergisi JAMA Psychiatry'de yayınlanan yeni bir makalede, önde gelen araştırmacı Kenneth Kendler, mevcut psikiyatrik teşhislerimizin sadece "değişime tabi, çalışma hipotezleri" olduğunu yazıyor. Kendler'e göre, 'herhangi bir psikiyatrik teorinin "en azından yaklaşık olarak doğru" bir şeyi tanımladığı fikri' "mantıksız"dır.
"DSM kategorilerimizin 'gerçekliğe, doğru bir şekilde karşılık geldiğini' iddia etmek, ele alınan teoriler arasında, en azından yaklaşık olarak doğru olanın bulunmasını ve doğru olanın seçilmesini gerektirir. Bu mantıksız." diye yazıyor Kendler. "Bilimsel yapımızın gençliği ve bozukluklarımızın karmaşıklığı göz önüne alındığında, şu anda bunların 'etiyolojisine' dair kesin teorilere sahip olmamız çok olası değil." Kısacası, Kendler 'psikiyatrik teşhisler için 'çok az bilimsel kanıt olduğunu' ve DSM teşhislerinin “gerçekliğe uymadığına” ve bunların “yaklaşık olarak doğru olmasının” “mantıksız” olduğuna inandığını' yazıyor.
Kendler, psikiyatri alanında en çok atıf alan araştırmacılardan biridir ve 'şizofreninin genetiği' üzerine yaptığı çalışmalarla ünlüdür. Şunları yazıyor: "Yıllarca süren araştırmalara rağmen, temel özellikleri tanımlamak için kullanabileceğimiz önemli ruh sağlığı bozukluklarının 'patofizyolojilerini' açıklayamıyor veya doğrudan gözlemleyemiyoruz." Kendler, bu argümanı, 'kendisinin "araçsalcı" konum olarak adlandırdığı' şeyi desteklemek için kullanıyor; bu teşhisler 'hiçbir bilimsel ölçütü karşılamasa ve aslında anlamlı bir anlamda "doğru" olma olasılıkları düşük olsa' da, yine de 'sağlam bir tıbbi bilimdir' çünkü kendisi "büyük ruh hastalığının bir bütün olarak gerçekliğine" inanmaktadır. Kendler'in bu noktayı ilk kez dile getirmesi değil; 2016'da Dünya Psikiyatri'de (World Psychiatry) yayınlanan bir makalede şunları yazmıştır: "Rahatsızlıklarımızın dünyadaki açık varlıklara karşılık geldiği için doğru olduğunu düşünmek yerine, rahatsızlıkların, dünya hakkında bildiğimiz diğer şeylere daha iyi uyduğu zaman daha doğru hale geldiği bir tutarlılık doğruluğu teorisini düşünmeliyiz."
Yine de, Kendler'in 2016 tarihli makalesine göre, "Genel olarak pragmatik olmalıyız ancak ilişkili zorluklara rağmen psikiyatrik hastalığın gerçekliğine ilişkin temel bir bağlılığı gözden kaçırmamalıyız." Mevcut ruh sağlığı anlayışımız bilimsel değildir, kanıtlarla desteklenmez ve nesnel veya "gerçek" hiçbir şeyi yansıtmaz. Ve yine de, "biz" "psikiyatrik hastalığın gerçekliğine" bağlı kalmalıyız. Mevcut makalede, Kendler bu noktayı vurgulamaya devam ediyor: 'Psikiyatrik teşhisler, var olduğunu varsaydığımız yapılardır' : "Şizofreni veya alkol kullanım bozukluğu gibi yapıların 'var olduğunu varsayıyoruz' ancak yalnızca bu bozukluklardan kaynaklandığını varsaydığımız 'belirtileri, semptomları ve hastalık seyrini' gözlemleyebiliriz."
Ve DSM teşhislerinin, herhangi bir nesnel gerçekliği temsil etmediğini: "DSM kararları, altta yatan gerçekliklerin gözlemleri değil, 'doğrulayıcıların toplu kanıtları' tarafından yönlendirilir." Psikiyatri tarihinin, o zamanlar nesnel kabul edilen, ancak değişen kültürel tutumlarımız nedeniyle kaldırılan teşhislerle dolu olduğunu ekliyor. Örneğin, 'monomani, mastürbasyon deliliği ve histeriyi' sıralıyor. Ancak, daha tartışmalı drapetomani (en azından 1914'e kadar tıbbi metinlerde) ve eşcinselliğe (1973'e kadar bir DSM bozukluğu olarak listelenmiştir) atıfta bulunmuyor. Son olarak, Kendler "mevcut nozolojik çabalarımıza yönelik, en büyük eleştirilerden birinin, betimleyiciden 'etiyolojik temelli teşhislere' geçişte kaydedilen sınırlı ilerleme" olduğunu belirtiyor.
Yani, DSM'deki teşhisler belirli davranışları "hastalık" olarak tanımlasa da, "bozuklukların" varsayılan biyolojik kökenine (etiyolojisine) dair hala bir kanıt yok. Kendler, tıp bilimindeki birkaç başka 'varsayılan hastalığın' da 'bu soruna sahip olduğunu' savunuyor —obezite ve fibromiyalji gibi— ve bu nedenle DSM'deki kategorilerin hala yararlı olduğunu söylüyor. Ve herhangi bir psikiyatrik bozukluk için 'genetik bir köken' bulunamamış olmasının, 'kökenlerin, çok karmaşık olmasından' kaynaklandığını açıklıyor —bulunacak 'genetik bir bozukluk' olmamasından değil. Sonunda, yeni 'istatistiksel yöntemler ve genetik çalışmaların' sonunda bazı "gerçek" ruhsal bozukluklar bulabileceğini öne sürüyor. Ancak, "Bu ilerlemelerin, tanı sistemimizin deneysel yeterliliğini iyileştirmede ne kadar önemli olacağı henüz belirlenecek." diye yazıyor.. ("Kendler, K. S. (2021). Çağdaş bilim felsefesinden DSM için potansiyel dersler. JAMA Psychiatry. 8 Aralık 2021'de çevrimiçi olarak yayınlandı. doi:10.1001/jamapsychiatry.2021.3559")" (59)
"İki Kimyasal Dengesizlik Efsanesini Tekrar Çürütüyoruz
"Biraz öğrenmek tehlikeli bir şeydir." - Alexander Pope1.. Yalnızca kalbine bir kazık çakarak öldürülebilen efsanevi Kont Drakula gibi, bazı mitler neredeyse ölümsüz görünüyor. 8 yıldan uzun süredir, sözde "kimyasal dengesizlik teorisi (“chemical imbalance theory)" ile ilgili iki mitin kalbine bir kazık çakmaya çalıştım - ancak New Yorker'daki son bir makalenin bana gösterdiği gibi, yalnızca sınırlı bir başarı elde ettim.. Ve evet, çürütülmesi gereken iki efsane var.
Birincisi, 'zihinsel hastalıkların (psikiyatrik bozukluklar), genel olarak beyindeki "kimyasal bir dengesizlikten" kaynaklandığını' savunur - sözde "kimyasal dengesizlik teorisi". İkinci efsane, 'bir meslek olarak "Psikiyatri"nin ilk efsaneyi onayladığını, sayısız, şüphesiz hastaya 'bilerek ve isteyerek' yalan söylediğini' savunur. Hangi 'anti-psikiyatri grubunu, blog yazarını veya web sitesini' araştırdığınıza bağlı olarak, ikinci efsaneye dair bir dizi sonuç bulacaksınız; örneğin, "Psikiyatristler, hastalara ilaç vermeyi haklı çıkarmak için yalan söyledi" veya "Psikiyatristler, Büyük İlaç Şirketleri tarafından yozlaştırıldı ve kimyasal dengesizlik teorisini destekleyerek çok para kazandı". Bu iddiaların çürütülmesi neredeyse her zaman "Psikiyatri, lonca çıkarlarını savunuyor" şeklinde reddedilir (sanki anti-psikiyatri düşmanlığının tedarikçilerinin, çıkarcı bir amacı yokmuş gibi).
İronik olarak, anti-psikiyatri grupları 'akıl hastalığının, kimyasal dengesizlik teorisine' karşı küçümsemelerini dile getirmekte oldukça haklılar, ancak genellikle verdikleri nedenlerden dolayı değil. (Kimyasal dengesizlik teorisini çürütmenin, biyolojik faktörlerin 'majör depresyon, bipolar bozukluk ve şizofreni' dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere 'ciddi akıl hastalıklarında önemli bir rol oynadığını reddetmek olmadığını' hemen eklemek istiyorum). Gerçek şu ki, 'akıl hastalığının bilimsel temellere dayanan, kimyasal dengesizlik teorisi' asla olamazdı, çünkü gerçek bir teori, 'iyi desteklenmiş, birbirine bağlı hipotezlerden oluşan bütünleşik bir ağ' gerektirir. Ve evet, teori ile hipotez arasındaki sıklıkla göz ardı edilen ayrım çok önemlidir. Bu, antipsikiyatri blog yazarlarının, 'kimyasal dengesizlik teorisine' ilişkin iddialarının neden neredeyse 'her zaman çöküp yandığını' anlamanın anahtarıdır.
Hiç var olmamış teori.. Bilimsel olarak konuşursak, akıl hastalığının tam teşekküllü, 'küresel bir kimyasal dengesizlik teorisini destekleyebilecek doğrulanmış hipotezler ağı' hiç olmadı. Dahası -ve burada Efsane 2'ye geri dönüyoruz- psikiyatri, 'bir meslek ve tıbbi uzmanlık alanı' olarak, 'mesleki örgütleri, hakemli yayınları, standart ders kitapları veya resmi açıklamaları' tarafından yargılandığında, böylesine sahte bir "teoriyi" asla desteklemedi. Dahası, meslektaşım George Dawson'ın da iddia ettiği gibi, yaklaşan 'tek tip bir "Psikiyatri" kavramının' tamamı yüzünden saçmadır.
Elbette: 1980'lerde ve 1990'larda birçok psikiyatristin desteklediği şey, esas olarak 'nörotransmitterler norepinefrin ve serotonine' odaklanarak, 'ruh hali bozukluklarının biyojenik amin (veya katekolamin) hipotezinin' bir versiyonuydu. (Şizofreni geleneksel olarak artık modası geçmiş olan "dopamin hipotezi" ile açıklanıyordu. ) Ve gerçekte, serotoninin önemi, önemli ölçüde abartılmıştı -Roger S. McIntyre, MD'nin şakayla "Psikiyatrinin Lise Aşkı" dediği şey yüzünden.
Dahası, SSRI'lara hak etmedikleri 'etkili antidepresanlar' olarak bir rock yıldızı statüsü verildi. Genel halkı yanıltma açısından en rahatsız edici olanı, ilaç şirketlerinin doğrudan tüketiciye yönelik reklamlarında "kimyasal dengesizlik" söylemini, yoğun bir şekilde teşvik etmesiydi. Mesleğimiz tarafından, yalnızca kimyasal dengesizliklere dayalı, genel olarak 'zihinsel hastalığın, nedensel veya etiyolojik bir teorisini' teşvik etmek için bilinçli bir girişimde bulunulmadı. Biyolojik amin hipotezinin yaratıcıları olan psikiyatristler Joseph J. Schildkraut ve Seymour S. Kety de 1960'larda böyle bir görüşü teşvik etmedi. Nitekim Dr. Schildkraut 1965 yılında şöyle demişti: "Farmakolojik çalışmalardan patofizyolojiye doğru, kesin bir ekstrapolasyon açıkça yapılamaz. Katekolamin hipotezi ile ilgili klinik çalışmalar sınırlıdır ve bulgular kesin değildir. Bu nedenle, şu anda mevcut veriler temelinde katekolamin hipotezini kesin olarak doğrulamak veya reddetmek mümkün değildir." (....)
Çözüm.. 1980'lerde, 1990'larda ve sonrasında, 'ilaç şirketleri, ruh hali bozukluklarının kimyasal dengesizlik (chemical imbalance) teorisine' benzeyen bir şeyi doğrudan tüketicilere yoğun bir şekilde tanıttılar - veya en azından 'antidepresanların nasıl çalıştığını' açıklamak için "kimyasal dengesizlik" mecazını kullandılar. Son yıllarda, psikolog Dr. John Grohol'un da belirttiği gibi, bazı profesyonel olmayan web siteleri "kimyasal dengesizlik" mecazını destekleyen 'yanıltıcı grafikler' sağladı. "Asla Olmayan Teori (Theory That Never Was)"nin bu kadar çok kişinin, zihninde yer etmesi şaşırtıcı değil.
Bazı önemli psikiyatristler, antidepresanlar hakkındaki 'kamusal yorumlarında ve muhtemelen klinik uygulamalarında', "kimyasal dengesizlik" terimini kullanmış olsalar da, Amerikan psikiyatrisinde, 'akıl hastalığının kimyasal dengesizlik teorisini' desteklemek için hiçbir zaman birleşik, koordineli bir çaba olmamıştır. Ruhsal bozukluklar için 'orijinal katekolamin hipotezi', 1960'larda yaratıcıları tarafından 'dikkatlice nitelendirilmiş' ve en azından 2003'ten beri ve muhtemelen çok daha önce ABD psikiyatristleri tarafından önemli ölçüde 'hatalı ve yetersiz olarak' kabul edilmiştir. Hipotez o zamandan beri, 'majör ruh hali bozukluklarındaki, daha karmaşık biyolojik mekanizmaları yansıtacak' şekilde değiştirilmiş ve düzeltilmiştir. Bu bozukluklar, 30 yılı aşkın süredir akademik psikiyatrinin dayanağı olan bir 'biyo-psiko-sosyokültürel model' kullanılarak en iyi şekilde anlaşılabilir. Alzheimer hastalığı da dahil olmak üzere, diğer birçok 'nöropsikiyatrik hastalıkta' olduğu gibi, 'majör ruh hali bozukluklarının kesin nedenleri' hala bilinmemektedir. Neredeyse kesinlikle, hastalığın 'tanı kriterlerine ve alt tipine (aneminin alt tiplerine benzer)' bağlı olarak çok sayıda 'nedensel süreç' söz konusudur. Neyse ki, 'ruh hali bozuklukları' için etkili 'farmakolojik ve psikososyal tedavilerimiz' var. Sahte kimyasal dengesizlik teorisi ve bunun psikiyatri mesleğine yanlış atfedilmesine gelince, kazığı, onun yanlış kalbine çakmanın zamanı geldi. Hastalarımıza 'bütünsel, kapsamlı psikiyatrik bakıma' daha fazla erişim sağlamaya odaklanmalıyız. Teşekkür - Bu makalenin erken taslağına yorum yaptığı için Dr. George Dawson'a teşekkürlerimi sunarım.."" (71)
"Deli insan (Mad human) hastalığı ve SSRI'lar - kamuoyuna söylemedikleri ama çok endişe verici olan şey nedir
Basitçe söylemek gerekirse, seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler), 'beynin, kimyasındaki 'sinapsları' bloke ederek, kişinin duygularını düzenlemeye ve kontrol etmeye' çalışır, ancak modern bilim insanları hala 'beynin, normal işlevlerini, ilaçlarla dengeleyebileceklerine' inanacak kadar kibirlidir. Doktorlar ve hastaları, 'kimyasallarla, tehlikeli bir duygusal Rus ruleti' oyununa giriyorlar ve bu sadece başlangıç.. Geleneksel yiyeceklerin çoğu artık 'yabancı patojenler ve bakteriler' de dahil olmak üzere 'haşere öldürücü ve yabani ot öldürücü bileşenler' içerecek şekilde genetiğiyle oynanıyor. Bu, 'merkezi sinir sistemini, kanı ve beyni kirleterek, kafa karışıklığına, hafıza kaybına ve duygusal bozukluğa' yol açıyor.
Aşılar artık 'insan albümini ve genetiğiyle oynanmış virüsler' içeriyor. Bu toksinler, sistemi 'tepki vermeye' zorladıktan sonra 'cıva ve alüminyumla' birlikte 'kalbe ve beyne' taşınır. Tüm bunları SSRI'lerle karıştırın ve ne elde edersiniz? (Aşılar dahil) TÜM bu toksinleri tüketen bir insanın tepkisi, 'cinayet ve intihar düşünceleriyle' karıştırılmış, uydurulmuş 'bir şiddet sahte gerçekliği ' tarafından yönlendirilen bir deliliktir. Genç yetişkin erkekler buna karşı en savunmasız olanlardır, bunu son on yıldaki 'tüm toplu silahlı saldırılardan' da anlayabiliriz. Birçok Amerikalı da 'deli insan hastalığından' mı muzdarip? İnsanları 'sağlık ve duygusal' uçurumlardan aşağı sürükleyen 'kimyasalların ve insan albüminin "ölümcül" kombinasyonu' nedir?
'Çamaşır suyu, amonyak, böcek ilacı, böcek ilacı, florür, ilaçlar ve glüteni' günlük olarak tüketmek.. Kanser, röntgende veya tümör olarak görünmeden çok önce vücudunuzu, 'kontrolsüz bir şekilde çoğalan ve organlarınız ve boşaltım sisteminiz gibi çalışma sistemlerinizi boğmaya başlayan', mutasyona uğramış hücrelerle' enfekte eder. İnsanlar bilmiyor ama vücutları, 'yapay tatlandırıcılar gibi "Truva atları" halinde vücuda giren' milyonlarca bozucu hücrenin saldırısı altında. Patojenler ve kanserojenler hasarlarını, kronik hasarlarını, 'bağışıklığınızı ve enerjinizi bozarak' veriyor ve 'kanser hücreleri' tükettiğiniz şekeri ele geçiriyor. Bu, kanserin nihai yakıtı -- şeker. (a)
Şekerin üstüne, insan ırkı her yıl milyonlarca kilo 'ağartılmış gıda' tüketiyor -- 'beyaz un, beyaz makarna, beyaz ekmek' ve evet, 'musluk suyu (klor/florür/ağartıcı)'. İnsanlar 'geleneksel tavuk, balık ve sığır eti' tüketerek 'amonyak ve arsenik' döküyorlar. İnsanlar artık GDO'lar ve Biyoteknoloji Tarım Endüstrisi "Biotech Agriculture Industry" (Tarım-Endüstriyel Kompleks "Agricultural -Industrial Complex") sayesinde, 'tohumlarda ve bitkilerde gizlenen pestisitleri', mideye indiriyorlar. Sonra, Amerika'daki çoğu insan 'ağrıları, sızıları, rahatsızlıkları' ve "hastalık" dedikleri şey için doktorlara yöneliyor.
Doktor 'iltihabı, acıyı, artriti, baş ağrılarını ve hatta depresyonu' azaltmak için bir 'kimyasal reçete' karalıyor. Sizi zombi gibi hissettirecek 'lityum', kanınızı inceltecek 'aspirin ve fare zehiri' var. Karaciğerinizi mahvedecek 'öksürük şurubu' ve çocuklar için kimyasal gıda boyası içeren aspartam yüklü, 'ateş düşürücü sıvılar' var. Sonra herkes için 'pizzada, sandviçlerde ve çoğu ekmekte' bulunan 'glüten' var, vücudunuzda günlerce, haftalarca, bazen sonsuza dek çürüyen 'pestisitlerle' dolu. Şimdi ne olacak? Kanseri yemeyin. Bu "şimdi ne olacak". Onu 'yemeyin, içmeyin, cildinize sürmeyin' ve kesinlikle asla 'enjekte etmeyin'. (b)
İnek ve tavuk yiyen inekler ve tavuklar.. Deli insan hastalığı, temelde 'yamyamlık' olan 'deli dana hastalığı veya deli tavuk hastalığından ' kaynaklanabilir. CAFO'lardaki (sınırlı hayvan besleme operasyonları) hayvanların 'organik canlılar' olarak gerçek bir yaşamları yoktur ve yem alanlarını işleten şirketler tarafından, kendilerine verilen şeyleri yerler. Öğütülmüş hayvanlar, 'GM mısır unu, GM soya unu ve GM yonca' ile karıştırıldığında, 'herbisit zehiri ve patojenlerle' doludur. Bir düşünün. Kanserojenlerle dolu hayvanlar da 'kansere' yakalanıyor, bu yüzden insanlar onları yediğinde, kanser yiyorlar.
Peki bu insanlar 'depresyon, kaygı ve kafa karışıklığıyla' nasıl mücadele ediyor? Bu insanlar 'stresle' nasıl başa çıkıyor? 'Kaygı, depresyon, kafa karışıklığı ve intihar düşünceleri' gibi yan etkileri olan SSRI'lar veren doktorlar tarafından ilaçlanıyorlar. Neden? Pozitiflik için 'zihinsel kanalları bozuldu ve zehirlendi' ve şimdi hepsi Batı Tıbbı tarafından "tıkanacak".. SSRI'lar birçok trajedinin suçlusudur. Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz? İlk önce yapmanız gerekenler: Geleneksel yiyecekler yemeyin! 'Taze, yerel ve organik' satın alın. 'Besinlerin, enzimlerin, vitaminlerin, minerallerin, süper gıdaların' vb. değerini anlayan bir naturopatik hekime gidin. Halk, 'GDO'lu yiyeceklerin, GDO'lu ilaçların ve GDO'lu aşıların ve grip aşılarının' gerçek tehlikeleri hakkında BİLGİLENDİRİLMEZ. Halk, reçeteli ilaçları tam olarak 'allopatik doktorları' tarafından, kendilerine söylendiği şekilde kullanan kişilerden kaynaklanan her yıl meydana gelen 'ölüm' sayısı hakkında BİLGİLENDİRİLMEZ." (79)
"Akıl Özgürlüğü Kalkan Programı: İnsanları Psikiyatrik Hapis ve Zorla Tedaviden Kurtarmak İçin Çalışıyor
"'Ne istediğimizin önemli olmadığı, bedenlerimiz hakkında bir başkasının seçim yapabileceği ve bu seçimle, hayatımızın geri kalanında yaşamak zorunda kalacağımız' söylendiğinde, yanımızda birinin olması için bir Akıl Özgürlüğü Kalkanı'na (MindFreedom Shield) ihtiyacımız var." —Sarah Price Hancock
David Russell'ın başlangıçta 31 Temmuz'da yapılması planlanan en son 'sanal sivil taahhüt inceleme' duruşması, sonunda 19 Ağustos'ta gerçekleşmeden önce yaz boyunca iki kez ertelenmişti. Duruşma başladığında, Zoom bekleme odasındaki katılımcılara 'sanal duruşma salonuna' giriş izni verildi. Bölge Mahkemesi Yargıcı Carmaine Sturino, sol üst köşeden başkanlık etti ve Russell'ın mahkeme tarafından atanan temsilcisi, sağ üst köşede göründü. Russell, taahhüt edildiği tesisten Zoom'a giriş yapmış, ikinci sıradaki dikdörtgen bir yeri işgal ediyordu ve bu durumdaki herhangi birinden beklenebileceği kadar gergin görünüyordu. Bu duruşma sırasında, Minnesota'lı 44 yaşındaki programcı, Rochester'daki Mayo Kliniği'nde '14 kez istemsiz elektrokonvülsif terapiye (ECT "electroconvulsive therapy")' tabi tutulmuştu ve 15. kez planlanmıştı. 19 Haziran'daki prosedürlerden birinin ardından potansiyel olarak 'ölümcül bir kan pıhtısı' geçirmesine rağmen, ECT, tüm yaz boyunca devam etti.
Russell'ın destekçileri, kendilerini "David'in Dostları" olarak yeniden adlandırarak bir dizi Zoom dikdörtgenini işgal ettiler. Uluslararası Akıl Özgürlüğü'nün (MFI "MindFreedom International") Kalkan (Shield) programındaydılar ve kendilerini "rızaları olmadan 'psikiyatrik müdahaleye maruz kalan bireylerin haklarını savunmak' için kamu kampanyaları düzenlediğimiz, gönüllü odaklı karşılıklı yardım ağı" olarak tanımlıyorlardı.
Mahkeme izleme hareketi ceza hukuku sisteminin, adaletsiz işleyişine ışık tuttuğu gibi, Shield aktivistleri de Russell'ınki gibi sanal duruşmalara 'sivil taahhüt sisteminin adaletsizliklerine' tanıklık etmek için katılıyor. Russell, son yirmi yıldır MFI'a Shield için ulaşan yüzlerce kişiden biri. Gönüllüler hakkında "Onlar iyi insanlar ve umursuyorlar" dedi. "Sivil veya hükümet olsun, 'ruh sağlığı sisteminin yeterli gerçek denetiminin olmadığını' düşünüyorum ve bu çok zarar veriyor." En son sıkıntıları 2022'de, ceza sisteminden medeni sisteme aktarılıp ayakta tedavi temelinde, 'nöroleptik ilaçlar alması' emredildiğinde başladı; mahkeme, 'olumsuz etkileri' nedeniyle bunu yapmayı reddettiğini belirtiyor. Daha sonra ilçe, onu Mayo Clinic'te tutmak için dilekçe verdi ve oradaki bir doktor, onu 'nöroleptiklerle zorla tedavi etme hakkı' için Jarvis dilekçesi olarak bilinen bir dilekçe verdi. Aynı yıl, Minnesota Temyiz Mahkemesi, eyaletin onu "kendisi için önemli bir tehlike" oluşturduğu gerekçesiyle medeni olarak hapsetme hakkını onayladı.
Russell, Ağustos ayındaki duruşmasında hazırladığı bir açıklamada, "Yardıma ihtiyacım olduğu veya akıl sağlığı sorunlarım olduğu konusunda hiçbir zaman aynı fikirde olmadım" dedi. "Bana dayatılan 'travmatik ve taciz edici sistem ve zararlı tedavilerle' aynı fikirde olmadım." Amerika'da Deli'ye (Mad in America), programı, 'yıllar önce ilgili konuları araştırırken çevrimiçi olarak keşfettiğini' söyledi. Geçtiğimiz yıl Güney Minnesota Katolik Yardım Kuruluşları tarafından denetlenen bir 'vasi-koruyuculuğa' zorlandığında ve ardından ilkbaharda 'zorunlu ECT tehdidiyle' karşı karşıya kaldığında, sert bir eylemde bulunması ve Kalkanını etkinleştirmesi gerektiğini hissetti. "Kaybedecek hiçbir şeyim yok çünkü hiçbir şey hakkında kesinlikle söz hakkım yok" dedi.
Kalkan Nasıl İşliyor? MFI'ı kuruluşundan 2013'e kadar yöneten David Oaks, Amerika'da Deli'ye (Mad in America), MFI yönetim kurulu üyesi Krista Erikson ile birlikte, yaklaşık 20 yıl önce, Uluslararası Af Örgütünün (Amnesty International) seçilmiş yetkilileri 'insan hakları ihlallerini durdurmak' için müdahale etmeye zorlayan kampanyalarından ilham alarak Kalkan programını başlattığını söyledi. "Düşüncemiz, mümkünse önceden kayıt yaptırmaktı, böylece gerçek bir tehdit ortaya çıkarsa Kalkanı hızla harekete geçirebiliriz" diye hatırlıyor Oaks. Programın karşılıklı yardım yaklaşımının merkezinde, kayıtlı kişilerin 'psikiyatrik zorbalığa' maruz kalabilecek diğerlerini destekleme sözü yer alıyor. Programın ayrıca, bölgelerinde ve eyaletlerinde 'sivil taahhüt emirlerinin' erişiminden kaçanlara 'güvenli limanlar' sağlamaya 'istekli bireylerden oluşan bir ağ' oluşturmaya çalıştığını söyledi. Böyle bir ağı sürdürmenin, devam eden lojistiği zorlu olsa da, 2006'da böyle başarılı bir çaba The Wall Street Journal'da belgelendi.
Bir Kalkan talebi geldiğinde, genellikle bir MFI gönüllüsü talep eden kişiyle mevcut koşulları hakkında bir görüşme yapar. Bazı durumlarda, kişi Kalkan etkinleştirilmeden önce serbest bırakılır. Birisi şu anda 'bir tesiste tutukluysa veya medeni taahhütle karşı karşıyaysa, gönüllü misilleme olasılığını veya durumunun kötüleşmesini' tartışacaktır. Oaks, "Birkaç kez, insanların 'misilleme' veya sahip oldukları birkaç hizmeti 'kaybetme' endişesi nedeniyle bir kampanya talep etmemeye karar verdiğini gördüm" dedi. Russell, "Hala misilleme konusunda endişeliyim" dedi. "Ancak en iyisini ummaya çalışacağım ve daha fazla ilgiyle daha fazla insanın, 'Hey, bu doğru değil. İnsanları, o kişiye istediğini yapmasını söyleyebilecek bir koruyucu-koruyucuyla birlikte kilitlemek pek insani değil'" diyeceğini umuyorum.
Bir diğer önemli husus gizliliktir. Shield'ın tasarımı, 'bağlı eylem uyarılarının e-posta listesindeki binlerce kişiye gönderilmesi ve ayrıca programın SSS (FAQ)'sine göre web sitesinde yayınlanması' göz önüne alındığında, doğası gereği herkese açıktır. Shield programı tarihsel olarak fonlanmamış ve büyük ölçüde küçük bir gönüllü grubu tarafından yürütülmektedir, bu nedenle yanıt verme kapasitesi ebedi bir zorluk olmuştur. Bu kısıtlamalar göz önüne alındığında, 'bir feragatname, bir Kalkan' talep eden herkese, garanti edilmediğini ve aynı şekilde başlatılan 'herhangi bir kampanyanın ölçeğinin organizatörlerin takdirine bağlı olduğunu' belirtir. Oaks, programın son yıllarda 30-50 Kalkan'ı etkinleştirdiğini ve sadece geçen yıl 10 kampanya başlattığını tahmin ediyor. Bu kampanyaların hedefleri, çeşitlilik gösteriyordu, ancak genellikle 'doktorların, zorunlu psikiyatrik müdahaleleri zorlamasıyla' başlıyor ve yönetimdeki üst düzeylere geçiyordu. Zyprexa Belgeleri kitabının yazarı, Psikiyatrik Haklar Hukuk Projesi'ni yöneten ve Kalkan koordinatörü olarak gönüllü çalışan avukat Jim Gottstein, Amerika'da Deli'ye (Mad in America) istemsiz tedaviyi sistem için "en az dirençli yol" olarak gördüğünü söyledi. "Çoğu zaman tüm bu kederi çekmek onlar için buna değmez ve bırakırlar. Shield'ın temel fikri budur: buna değmez hale getirmek.."
Russell'ın durumunda olduğu gibi, kampanyalar, ayrıca 'koruyucu-muhafızların kendilerini ve kuruluşlarını, ayrıca yerel ve eyalet düzeyindeki yasa koyucuları' hedef aldı. Oaks, Kalkan'ın geçmişteki ve günümüzdeki zaferlerini hatırlayarak, "Genellikle, birey bir miktar halk gücüne sahip olduğunda, muhalefetin oldukça hızlı bir şekilde teslim olduğu zamanlar olur" dedi. Temmuz ayında, Marcela Musgrove adına bir Kalkan kurulduktan saatler sonra Güney Carolina'daki 'istemsiz psikiyatrik gözaltından' serbest bırakıldı. MFI'nin web sitesine göre, Musgrove programın sonuca katkıda bulunduğuna inanıyor. Ve Mayıs ayında, Kalkan gönüllüleri, William Mahler'in Massachusetts'teki 'psikiyatrik gözaltından serbest bırakılmasında' kısmi bir rol üstlendiklerini iddia ettiler. Mahler, uyarı sayfasının yorumlar bölümünde, Zoom duruşmasına "William Mahler'i Serbest Bırakın" profil fotoğraflarıyla gelenleri öven coşkulu bir yanıt yayınladı. Destekçiler "yargıcı etkilemeye yardımcı oldu" diye yazdı. Russell'ın durumunda, sistem geri adım attı. 21 Haziran'da Gottstein ve MFI, Mayo Clinic'in avukatlarından birinin verdiği bir durdurma ve vazgeçme mektubuyla tokatlandı. Kalkan uyarısı, istemeden Russell'ın 'istem dışı ECT emirlerinin arkasındaki iki doktorun kişisel cep telefonu numaralarını' da içeriyordu. Avukat, "Gönderiniz sonucunda, gece yarısı gelenler de dahil olmak üzere, birden fazla taciz edici çağrı aldılar" diye yazdı. (....)
"Onlar Hakkında Unutmayacağız".. Gönüllülere ve fonlara sonsuz ihtiyaç duyan Kalkan programı, tıbbi-hukuk sisteminin Goliath'ına karşı bir Davut'tur ve kazandıkları ve kaybettikleri zaman, mümkün olduğunda insanları desteklemeye çalışır. Barnes, "İnsanların umursamayacağına güveniyorlar" dedi. Russell'ın davasında bugüne kadar çok az somut etki görülmesine rağmen şunları kaydetti: "Akıl Özgürlüğü (MindFreedom), orada sayıca olduğumuzu gösterebildi. David Russell'ın unutulmasına izin vermeyeceğiz. Bu, Kalkan'nın (Shield) önemli bir parçasıdır; insanlara onları unutmayacağımızı hatırlatmak." Russell, 19 Ağustos'taki inceleme duruşmasına verdiği tepkiyi Amerika'da Deli (Mad in America) ile e-posta yoluyla paylaştı: "Daha da kötüleşmediği için minnettarım, ancak içinde bulunduğum durumu bilmek beni umutsuzluğa sürüklüyor. Avukat, 'vasi/koruyucu ve ECT'nin bana verdiği zarar' hakkındaki tanıklığıma rağmen, şikayette bulunma yeteneğim tamamen göz ardı edildi ve reddedildi. Başından beri bunun böyle olacağını biliyordum."
Geleceği konusunda "korkudan deliye dönmüş" durumda ve hayatının "kontrolüne yeniden kavuşmak" ve "sürekli olarak aşırı yüksek dozda antipsikotik ilaç tehdidi altında" olmamak istiyor. "Gerçekten de en fazla bunu umut edebilirim" diye yazdı. Russell ayrıca kendi davasının ve buna benzer diğer davaların "sistemi daha iyi hale getirmeye yardımcı olabileceğini" ummaya devam ediyor. Bazen "birinin ruh sağlığı nedenleriyle yardıma ihtiyacı olduğunu" inkar etmiyor ve "Ben sadece bunun yapılış şekline katılmıyorum. Daha çok 'kapıyı kilitleyip, anahtarı atmak' gibi bir şey gibi görünüyor." diyor. Sağlayıcılar ve mahkemeler en son tıbbi ve yasal rehberliğe uyana kadar Price Hancock, "Ne istediğimizin önemli olmadığı, başka birinin 'hayatımızın geri kalanında yaşamak zorunda kalacağımız bedenlerimiz hakkında' bir seçim yapabileceği söylendiğinde, yanımızda birilerinin olması için Akıl özgürlüğü Kalkanı'na (MindFreedom Shield) ihtiyacımız var." dedi.
"Bireyin bedeninde, ömrünün geri kalanını yaşamak zorunda olan doktor veya hakim değil, hastadır." Yazar Leah Harris, The Huffington Post, Rooted in Rights, Disability Visibility Project, Mad in America, Milwaukee Journal-Sentinel ve Philadelphia Inquirer'da imzası bulunan bir yazar ve eğitimcidir.." (72)
"Psikiyatrik ilaçların hepsi alınamayacak kadar güvensiz midir?
'Psikiyatrik ilaçlar, hayal ettiğinizden daha tehlikelidir.' Eğer henüz size reçete edilmediyse, şanslı azınlıktan birisiniz. Siz veya sevdiğiniz biri psikiyatrik ilaç kullanıyorsa, umut var; ancak 'tehlikeleri ve riski, nasıl en aza indireceğinizi' anlamanız gerekir. Aşağıdaki genel bakış, çoğu 'haftalar içinde gelişmeye başlasa' da, 'uzun vadeli psikiyatrik ilaç tehlikelerine' odaklanmaktadır. Bunlar, yakın zamanda yayınladığım Psikiyatrik İlaç Çekilmesi (Psychiatric Drug Withdrawal) adlı kitabımda ve İkinci Baskı Psikiyatride Beyin Engelli Tedavileri (Brain-Disabling Treatments in Psychiatry) adlı tıbbi metnimde bilimsel olarak belgelenmiştir.
-Daha yeni veya atipik antipsikotik ilaçlar: 'Risperdal, Invega, Zyprexa, Abilify, Geodon, Seroquel, Latuda, Fanapt ve Saphris..'. Hem eski hem de yeni antipsikotik ilaçlar, birçok 'insan beyin taraması çalışmasında ve hayvan otopsisi çalışmasında', beynin küçülmesine (atrofi) neden olur. Özellikle daha yeni atipikler, 'yüksek kan şekeri, diyabet, yüksek kolesterol, obezite ve hipertansiyon' gibi iyi belgelenmiş bir metabolik sendroma neden olur. Ayrıca 'tehlikeli kalp aritmileri ve açıklanamayan ani ölüme' neden olurlar ve 'uzun ömürlülüğü' önemli ölçüde azaltırlar. Ayrıca, 'beyin hasarı ve biyokimyasal' bozulmalardan kaynaklanan büyük ölçüde 'kalıcı ve bazen sakatlayıcı ve ağrılı bir hareket bozukluğu olan tardif diskinezi' de dahil olmak üzere, Thorazine ve Haldol gibi eski ilaçların tüm sorunlarına neden olurlar.
Özellikle Risperdal, ancak diğerleri de 'genç erkek ve kızlarda, potansiyel olarak kalıcı meme büyümesine' neden olur. Antipsikotik ilaçların, zararlı uzun vadeli etkilerinin genel riski, bu incelemenin kapasitesini aşmaktadır. Antipsikotik ilaçların bırakılması, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde ezici 'duygusal ve nörolojik acıya ve psikoza' neden olabilir ve bazen 'tamamen bırakmayı' çok zor veya imkansız hale getirir. Muazzam risklerine rağmen, daha yeni antipsikotik ilaçlar artık çocuklarda 'anksiyete ve depresyondan, uykusuzluğa ve davranış sorunlarına' kadar her şeyi tedavi etmek için sıklıkla etiket dışı kullanılmaktadır. İki eski antipsikotik ilaç, Reglan ve Compazine, 'gastrointestinal sorunlar' için kullanılır ve küçük veya kısa süreli dozajlara rağmen, 'tardif diskinezi' dahil olmak üzere sorunlara neden olabilirler.
-Uyku ilacı kisvesi altında antipsikotik ilaçlar: 'Seroquel, Abilify, Zyprexa ve diğerleri...' Günümüzde birçok hastaya aslında 'çok tehlikeli antipsikotik ilaçlar aldıkları' söylenmeden, 'uykusuzluk ilaçları' veriliyor. Bu herhangi bir antipsikotikte olabilir ancak en sık 'Seroquel, Abilify ve Zyprexa' ile gerçekleşir. Hasta farkında olmadan 'antipsikotik ilaçların tüm tehlikelerine' maruz kalır.
-Antidepresan ve bipolar ilaçlar gibi görünen antipsikotik ilaçlar: 'Seroquel, Abilify, Zyprexa ve diğerleri...' FDA, 'antidepresanlarla birlikte depresyon tedavisinde, bazı antipsikotik ilaçları' takviye olarak onayladı. Sonuç olarak, hastalara genellikle "antidepresan" aldıkları yönünde yanlış bilgi verilirken, aslında 'daha yeni antipsikotik ilaçlardan' birini alıyorlar ve bu ilaçların potansiyel olarak feci yan etkileri var. Hastalar, antipsikotik bir ilaç olmasına rağmen '"bipolar" bir ilaç aldıkları' söylenerek benzer şekilde yanlış yönlendiriliyorlar.
-Antidepresanlar: 'Prozac, Paxil, Zoloft, Celexa, Lexapro ve Viibyrd' gibi SSRI'lar ve ayrıca 'Effexor, Pristiq, Wellbutrin, Cymbalta ve Vivalan...' SSRI'lar, muhtemelen en kapsamlı şekilde incelenmiş antidepresanlardır, ancak aşağıdaki gözlemler çoğu veya tüm antidepresanlar için geçerlidir. Bu ilaçlar, 'uzun vadeli ilgisizliğe ve yaşam kalitesinin kaybına' neden olur. SSRI'lar üzerine yapılan birçok çalışma, 'insanlarda beyin hücresi ölümüyle birlikte küçülme (atrofi) ve hayvan ve laboratuvar çalışmalarında, yeni anormal beyin hücrelerinin büyümesi gibi ciddi beyin anormallikleri' göstermektedir. Sıklıkla bir 'ilgisizlik sendromuna' neden olurlar -- hayatın birçok veya tüm yönlerine karşı genel bir 'motivasyon veya ilgi kaybı'. SSRI'lar sıklıkla 'geri döndürülemez işlev bozukluğuna ve cinselliğe, ilişkiye ve aşka karşı ilgi kaybına' neden olur. Tüm antidepresanlardan çekilme, 'depresyondan maniye ve intihardan şiddete' kadar çok çeşitli sıkıntı verici ve tehlikeli 'duygusal tepkilere' neden olabilir. Antidepresanlardan çekildikten sonra, bireyler genellikle kalıcı ve sıkıntı verici 'zihinsel ve nörolojik bozukluklar' yaşarlar. Bazı insanlar, 'antidepresan yoksunluğunu' o kadar sıkıntı verici bulurlar ki, ilaçları tamamen bırakamazlar.
-Benzodiazepin (benzos) kaygı giderici ilaçlar ve uyku yardımcıları: 'Xanax, Klonopin, Ativan, Valium, Librium, Tranxene ve Serax; Dalmane, Doral, Halcion, ProSom ve Restoril' uyku yardımcıları olarak kullanılır.. Benzolar, 'hafızayı ve diğer zihinsel kapasiteleri' bozar. İnsan çalışmaları, 'uzun süreli maruziyetten sonra sıklıkla atrofiye ve bunamaya' yol açtığını göstermektedir. Bu ilaçlara maruz kalan kişiler, yoksunluktan sonra 'hafıza ve bilişsel işlev bozukluğu, duygusal dengesizlik, kaygı, uykusuzluk ve kas ve nörolojik rahatsızlıklar' dahil olmak üzere birden fazla kalıcı sorun yaşarlar. Çoğunlukla ciddi şekilde kötüleşen 'kaygı ve uykusuzluk' nedeniyle, çoğu kişi 'bunları almayı bırakamaz ve kalıcı olarak bağımlı' hale gelir. Bu, sıklıkla yalnızca altı haftalık maruziyetten sonra gerçekleşir. Herhangi bir benzo uyku yardımcısı olarak reçete edilebilir, ancak 'Dalmane, Doral, Halcion, ProSom ve Restoril' bu amaçla pazarlanmaktadır.
-Benzo olmayan uyku yardımcıları: 'Ambien, Intermezzo, Lunesta ve Sonata..' Bu ilaçlar, 'hafıza ve diğer zihinsel sorunlar, bağımlılık ve ağrılı yoksunluk' gibi benzolara benzer sorunlara yol açar. Tehlikeli 'uyurgezerlik' de dahil olmak üzere birçok 'anormal zihinsel duruma ve davranışa' neden olabilirler. 'Beyin küçülmesi ve bunama' ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır, ancak benzolara benzerlikleri göz önüne alındığında bunlar olası sonuçlardır. Son çalışmalar, bu ilaçların, uyku için aralıklı kullanılsalar bile 'ölüm oranını' artırdığını ve 'yaşam yıllarını' aldığını göstermektedir.
- Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) için uyarıcılar: 'Adderall, Dexedrine ve Vyvanse amfetaminlerdir ve Ritalin, Focalin ve Concerta metilfenidattır...' Bu ilaçların hepsi çocuklar ve yetişkinler için benzer, hatta 'aynı uzun vadeli tehlikeler' oluşturur. İnsanlarda, birçok beyin taraması çalışması bunların, 'beyin dokusunda küçülmeye (atrofi)' neden olduğunu göstermektedir. Hayvan çalışmaları, 'beyinde devam eden biyokimyasal değişiklikler' göstermektedir. Bu ilaçlar, 'doğrudan bağımlılığa' yol açabilir veya daha sonraki yetişkinlikte, 'kokain ve diğer uyarıcıları kötüye kullanma riskini' artırabilir. 'Büyüme hormonu döngülerini' bozar ve çocuklarda 'kalıcı boy kaybına' neden olabilir. Son çalışmalar, bu ilaçları kullanan çocukların genellikle yaşam boyu 'birden fazla psikiyatrik ilaç kullanıcısı' haline geldiğini ve bunun sonucunda 'yaşam süresinin kısaldığını, psikiyatrik hastanede yatışın, cezai hapis cezasının, ilaç bağımlılığının ve intiharın arttığını ve yaşam kalitesinde genel bir düşüş olduğunu' doğrulamaktadır. Uyarıcılardan çekilme, 'kötüleşen davranış, depresyon ve intiharla' birlikte "çökmeye" neden olabilir. Strattera, DEHB'yi tedavi etmek için kullanılan daha yeni bir ilaçtır. Diğer uyarıcıların aksine, bağımlılık yapan bir amfetamin değildir, ancak o da 'tehlikeli derecede aşırı uyarıcı' olabilir. Strattera, uzun vadeli riskleri açısından, antidepresanlara daha çok benzer.
-Duygudurum dengeleyiciler: 'Lityum, Lamictal, Equetro ve Depakote...' Lityum en eski ve dolayısıyla en kapsamlı şekilde incelenendir. 'Depresyon ve nörolojik fonksiyon ve yaşam kalitesinde genel bir düşüş' de dahil olmak üzere 'kalıcı hafıza ve zihinsel işlev bozukluğuna' neden olur. "Geri döndürülemez lityum kaynaklı nörotoksisite sendromu" veya SILENT adı verilen feci bir yan ilaç etkisi olan demansla birlikte 'ciddi nörolojik bozulmaya' neden olabilir. Uzun süreli lityum maruziyeti ayrıca ciddi 'cilt rahatsızlıklarına, böbrek yetmezliğine ve hipotiroidizme' neden olur. Lityumdan çekilme, manik benzeri 'ataklara ve psikoza' neden olabilir. Depakote'un 'beyinde, anormal hücre büyümesine' neden olabileceğine dair kanıtlar vardır. Lamictal, cilt ve diğer organları ilgilendiren 'yaşamı tehdit eden hastalıklar' dahil olmak üzere birçok tehlikeye sahiptir. Equetro 'yaşamı tehdit eden cilt rahatsızlıklarına' neden olur ve 'enfeksiyonlardan ölüm riskiyle beyaz hücre üretimini' baskılar. Depakote, Lamictal ve Equetro'nun bırakılması 'nöbetlere ve duygusal sıkıntıya' neden olabilir.
Trajik gerçeği özetleyelim.. Çocukları ve yetişkinleri aylarca ve yıllarca 'herhangi bir psikiyatrik ilaca maruz bırakmanın muazzam trajedisiyle' yüzleşmenin zamanı geldi. Yeni videom bu riskleri tanıtıyor ve vurguluyor ve Psikiyatrik İlaç Çekilmesi adlı kitabım bunları ayrıntılı olarak açıklıyor ve bilimsel araştırmalarla belgeliyor. Tüm psikiyatrik ilaç sınıfları, 'aylarca veya yıllarca kullanıldığında, beyin hasarına ve kalıcı zihinsel işlev bozukluğuna' neden olabilir. Her sınıftaki birkaç bireysel ilaç için araştırma verileri eksik olsa da, aksi kanıtlanana kadar, 'beyin hasarı ve kalıcı zihinsel işlev bozukluğu' risklerinin, her bir psikiyatrik ilaç için geçerli olduğunu varsaymak ihtiyatlı ve en güvenli yoldur. Dahası, tüm psikiyatrik ilaç sınıfları, 'ciddi ve tehlikeli yoksunluk reaksiyonlarına' neden olur ve yine 'herhangi bir psikiyatrik ilacın, yoksunluk sorunlarına' neden olabileceğini varsaymak ihtiyatlı ve en güvenli yoldur.
Yaygın yanlış bilgi.. Psikiyatrik ilaçları bırakmada zorluk, 'yanlış bilgilendirilmiş' veya vicdansız sağlık uzmanlarının hastalara 'ilaçlarını hayatlarının geri kalanında almaları gerektiğini' söylemelerine yol açabilir, oysa gerçekte 'dikkatli bir şekilde, azaltmaları ve bırakmaları' gerekir. Psikiyatrik İlaç Bırakma'da (Psychiatric Drug Withdrawal) açıklandığı gibi, hastane dışında 'azaltma' genellikle 'terapi ve duygusal destek ve arkadaşlar' veya 'aile tarafından izleme' dahil olmak üzere 'psikolojik ve sosyal yardım' gerektirir. Bu arada, herhangi bir psikiyatrik ilacın, 'uzun vadede yararlı olduğuna' dair önemli veya ikna edici bir kanıt yoktur. Aylarca veya yıllarca psikiyatrik ilaç tedavisinin bilimsel temeli yoktur. Bu nedenle, risk-fayda oranı, riske karşı muazzam derecede dengesizdir.
Bilimsel temelli sonuçlar.. Mümkün olduğunca, psikiyatrik ilaçlar, dikkatli klinik gözetim ve Psikiyatrik İlaç Çekilmesi'nde açıklandığı gibi 'bir destek ağı' ile 'yatılı veya ayakta tedavi gören' bir hasta olarak azaltılmalı ve kesilmelidir. Sadece 'psikiyatrik ilaç almanın tehlikeli olmadığını', aynı zamanda 'onları bırakmanın da, tehlikeli olabileceğini' unutmayın. En güvenli çözüm, psikiyatrik ilaçlara başlamaktan kaçınmaktır! 'Duygusal acı ve bozulmaya' yönelik 'psikolojik, sosyal ve eğitimsel yaklaşımlara' geri dönme zamanı geldi.
Psikiyatrist Peter R. Breggin'in bilimsel ve eğitimsel çalışmaları, 'psikiyatrik ilaçlar ve elektrokonvülsif terapiye' yönelik modern eleştirilerin temelini oluşturmuştur. 'Daha şefkatli, empatik ve etkili terapilerin' teşvik edilmesinde öncülük etmektedir. En yeni kitabı 'Suçluluk, Utanç ve Kaygı: Olumsuz Duyguları Anlamak ve Üstesinden Gelmek'tir (Guilt, Shame and Anxiety: Understanding and Overcoming Negative Emotions). Web sitesi Breggin. com'dur. Yazar hakkında: Peter R. Breggin, MD, New York, Ithaca'da özel muayenehanede çalışan bir psikiyatristtir. Dr. Breggin, 'çağdaş psikiyatrinin teşhislere ve ilaçlara olan güvenini' eleştiriyor ve 'empatik terapötik ilişkileri' teşvik ediyor. Kendisine "Psikiyatrinin Vicdanı (Conscience of Psychiatry)" deniyor. Web sitesine (Breggin. com) adresinden ulaşabilirsiniz." (75)
Bir psikoterapist, psikiyatrinin tüm ruhsal hastalıkları tanımlayan "İncil"i olan DSM'nin 'bilimsel olmadığını, ahlaksız politika ve bürokrasinin bir ürünü olduğunu' ileri sürüyor.. Amerikan Psikiyatri Birliği, 22 Mayıs'ta beşinci Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olan DSM-5'i yayınlayacak. 'Psikiyatrik tanıları ve bunları karşılamak için gereken kriterleri' sınıflandırıyor. Kitabın en büyük eleştirmenlerinden biri olan Gary Greenberg, 'bu bozuklukların gerçek olmadığını, uydurulduğunu' iddia ediyor.
Depresyon Üretimi: Modern Bir Hastalığın Gizli Tarihi (Manufacturing Depression: The Secret History of a Modern Disease) kitabının yazarı ve The New Yorker, Mother Jones, The New York Times ve diğer yayınlara katkıda bulunan Greenberg, pratik yapan bir psikoterapisttir. Keder Kitabı: DSM-5'in Yapılışı ve Psikiyatrinin Çöküşü (The Book of Woe: The Making of the DSM-5 and the Unmaking of Psychiatry), yeni el kitabının yaratılmasının ardındaki işletmeyi ifşa ediyor.
-1952'de yayınlanan 'ilk DSM'nin nasıl tasarlandığını' anlatabilir misiniz? Sebeplerden biri 'insanları saymaktı.' İlk teşhis koleksiyonlarına "tanı ve istatistik kılavuzu" değil, "istatistik kılavuzu" deniyordu. Ayrıca dar görüşlü nedenler de vardı. Tıbbın geri kalanı, 19. yüzyılın sonlarında, 20. yüzyılın başlarında, 'hastalıkları teşhis etmek' için nedenlerini 'biyokimyada' aramaya yöneldikçe, herhangi bir tıbbi uzmanlık alanının otorite iddiası, 'acıyı, teşhis etme yeteneğine' dayanıyordu. "Tamam, boğaz ağrınız ve ateşiniz boğaz enfeksiyonudur." demek için..
Ancak psikiyatri bunu yapamadı ve 'itibarsızlaşma tehlikesiyle' karşı karşıyaydı. 1886 gibi erken bir tarihte, önde gelen psikiyatristler 'geride kalacaklarından veya tıp aleminden silineceklerinden' endişe ediyorlardı. Tamamen açık olmayan sebeplerden dolayı, hükümet, 'kaç tane akıl hastası olduğunu' onlara söylemesi için Amerikan Mediko-Psikoloji Derneği'ne (daha sonra Amerikan Psikiyatri Derneği (American Medico-Psychological Association) veya APA "American Psychiatric Association") başvurdu. APA bunu 'güvenilirliğini kanıtlamak' için bir fırsat olarak kullandı.
- DSM, "tüm zihinsel acılara dair yetkili tıbbi rehber" olarak görülmek üzere nasıl evrimleşti? Psikiyatrinin güvenilirliği, 'nozolojisine' bağlıdır. Zamanla gelişen şey, 'teşhis sayısı ve daha da önemlisi, teşhis kategorilerinin oluşturulduğu' yöntemdir..
- Siz pratisyen bir psikoterapistsiniz. "Akıl hastalığı (mental illness)"nı tanımlayabilir misiniz? Hayır. Kimse tanımlayamaz. "Bu bir kısır döngüdür; intihar eden herkesin 'depresyonda' olduğunu; dolu bir silahla okula gidip insanlara ateş eden herkesin 'akıl hastası' olduğunu düşünmek gerekir."
-DSM "bozuklukları" listeler. Bozukluklar, hastalıklardan veya rahatsızlıklardan nasıl farklıdır? Hastalık (disease) ile bozukluk (disorder) arasındaki fark, psikiyatrinin, kendilerine sunulan 'sorundan kaçınma' çabasıdır. Hastalık, 'biyokimyasal bir patolojinin' neden olduğu bir tür acıdır. Keşfedilebilen ve sihirli mermilerle hedef alınabilen bir şey. Ancak birçok durumda acımız, bu şekilde teşhis edilemez.
Psikiyatri, 1970'lerde "zihinsel hastalık nedir?" ve "hangi ruhsal hastalıklar vardır?" gibi sorular yüzünden krizdeydi. Yaptıkları ilk şeylerden biri, 'hiçbir ruhsal hastalığın, bu hastalık tanımına uymadığı' sorununu çözmeye çalışmaktı.
Henüz 'patojenin' ne olduğunu, 'hastalık sürecinin' nelerden oluştuğunu ve 'nasıl tedavi edileceğini' belirlememişlerdi. Bu yüzden "bozukluk" adlı bir kategori yarattılar. Bu bir retorik araç. "Bir tür hastalık gibi" diyor ama buna 'hastalık' demiyor çünkü diğer tüm doktorlar "kan testin nerede?" diye bağırıp onların boğazına yapışıyor.
'Genetiği veya herhangi bir moleküler biyolojiyi', DSM kategorilerine bağlayan 'mantıklı bir bulgu' olmamasının nedeni sadece araçlarımızın ilkel olması değil, aynı zamanda DSM kategorilerinin, gerçek olmamasıdır. Bu, 'Rusya'da yolunuzu bulmak için ay haritasını kullanmaya' benzer.
-Peki bu terimlerin - bozukluk (disorder), hastalık (disease), rahatsızlık (illness) - aynı kavram için farklı isimler olduğunu söyler misiniz? Ben söylerdim. Psikiyatristler söylemezdi. Psikiyatristler bazen bunu söylerdi ama bazen söylemezdi. 'Tıp alanına ait olduklarını' iddia ettiklerinde bunu söylerlerdi. Ama onlara baskı yapıp bu bozuklukların, 'kanser ve diyabetle aynı şekilde var olup olmadığını' sorarsanız, 'hayır' derlerdi. Bu, 'herhangi bir zihinsel acıya, biyolojik bir karşılık gelmediği' anlamına gelmez -- elbette vardır. Ama 'zatürreyi, akciğer kanserinden' ayırmak için ihtiyaç duyduğumuz 'özgüllük ve hassasiyet', böyle bir ayrım bile, mevcut değildir.
-Depresyon gibi hastalıkların bilimsel doğası hakkında en yaygın yanlış anlamalar nelerdir? Size garanti ederim ki, konuşmamız sırasında bir doktor hastaya "Kimyasal bir dengesizliğiniz var -- bu yüzden depresyondasınız. Prozac alın." diyor. Herhangi bir şey bilen her doktor, 'depresyona neden olan bir biyokimyasal dengesizlik olmadığını' bilmesine ve çoğu doktor 'depresyon tanısının, size zaten bildiğiniz şeylerden başka bir şey söylemediğini' anlamasına rağmen, bu onları bunu söylemekten alıkoymuyor.
-Beyin üzerine yapılan araştırmalar henüz emekleme aşamasında. Sizce beyin hakkında belirli psikiyatrik tanıların doğrudan biyolojik bir nedeni olduğunu kanıtlayacak kadar bilgi sahibi olabilecek miyiz? Ne zaman olursa olsun, 'beyin ve zihinsel acı hakkında öğrendiğimiz her şeyin, DSM kategorilerine hiç yansımayacağına' bahse girmeye hazırım. Belirli bir zihinsel acının, tüm yapısını açıklayabildiğimizi varsayalım. "İşte Majör Depresif Bozukluk ve işte beyinde nasıl göründüğü" diyemeyecek. Herhangi bir başarı varsa, bu zihinsel bozuklukların arazisinin tamamen yeniden haritalanmasını gerektirecektir. Ve psikiyatri büyük ihtimalle 'çok küçük bulguları alıp, onları olmadıkları bir şeye' dönüştürebilir. Ancak en dürüst sonuç, eski günlere geri dönüp sadece 'semptomlara bakmak' olacaktır. Korku veya kaygı veya bu tür şeylerin devrelerini açıklamakta iyi olabilirler.
- Hayatımızda normal olarak gerçekleşen bir rahatsızlık ile sıkıntı arasındaki fark nedir? Bu ayrımı bir klinisyen yapar, ister aile hekimi, ister psikiyatrist veya başka biri olsun. Ancak hiç kimse bu belirlemeyi tam olarak nasıl yapacağını bilmiyor. Belirlenmiş eşikler yok. Bunun nasıl işleyeceğini hayal edebilseniz bile, 'kişinin işlevselliğinin ne ölçüde bozulduğuna' dair öznel bir analiz olması gerekir. Bunu nasıl ölçeceksiniz? Doktorların "klinik önemi" ölçmesi gerekiyor. Bu ne? Birçok insan için 'birinin ofisine gelmesi' klinik öneme sahiptir. Bunun yanlış olduğunu söylemeyeceğim, ancak bilimsel değil. Ve bir çıkar çatışması var -- klinik önemi belirlemezsem, para almıyorum..
-Bu kategorileri çok ciddiye almanın sorunlarından birinin, 'belirli davranışların ardındaki ahlaki yönü ortadan kaldırması' olduğunu söylüyorsunuz. "Eşcinsellik bir referandumla DSM'den silindi. Doğrudan bir oylama: evet veya hayır.." Bu, "kötü" olduğunu düşündüğümüz şeyi, akıl hastalığı olarak düşündüğümüz şeye bağlamanın, 'karakteristik' bir yoludur. İçgüdüsel tepkimiz her zaman "bu gerçekten hastaydı. Boston'daki adamlar -- onlar gerçekten hastaydı." Ama bunu nasıl biliyoruz? Önceden 'iğrenç bir şey yapan herkesin, hasta olduğuna' karar vermediğiniz sürece.. Bu toplum "kötü" terimini, kullanmaktan çok çekiniyor. Ama ben kesinlikle 'kötülük' diye bir şeyin olduğuna inanıyorum. Bu dairesel bir düşünce -- intihar eden herkesin 'depresif' olduğunu düşünmek; dolu bir silahla okula gidip insanları vuran herkesin 'akıl hastalığı' olması gerektiğini düşünmek.. Bunda belli bir tür rahatlık var ama buna dair hiçbir belirti yok, özellikle de 'akıl hastalığının ne olduğunu bilmediğimiz' için..
- Teşhisler, insanları nasıl etkiler? Gözden kaçan yollardan biri, teşhislerin, 'insanların hayatlarını, daha iyiye doğru' değiştirebilmesidir. Asperger Sendromu muhtemelen bu açıdan şimdiye kadar ki en başarılı psikiyatrik bozukluktur. Bir topluluk yarattı. Birincil semptomu izolasyon olan 'insanlara ait olma' yolu verdi ve teşhis konulanlara kaynaklar sağladı. Kötü etkileri de olabilir. Depresyon teşhisi, insanlara 'var olmadığını bildiğimiz bir hastalığa' sahip olma etrafında oluşan bir kimlik verir ve 'bunun kaynakları, ihtiyaç duyulabilecek yerlerden nasıl saptırabileceğini' gösterir. İnsanlar 'eğitim ücreti, sağlık hizmeti ve emeklilik konusunda endişelenmeselerdi, depresyonun, ne kadar az olacağını' hayal edin. Bunların hepsi Prozac tarafından sağlanmayan şeylerdir.
-Bir popülasyona aşırı teşhis koymanın tehlikeleri nelerdir? Yanlış pozitifler yanlış negatiflerden daha mı kötüdür? Yanlış pozitiflerin, 'teşhis konduğu için teşhis konulan ve bir doktor muayenehanesine gelen kişilerin', çok daha büyük bir sorun olduğuna inanıyorum. İnsanların 'kimliklerini değiştiren, yan etkileri ve uzun vadeli etkileri bilinmeyen ve ana etkileri yeterince anlaşılmayan' ilaçların kullanımını teşvik ediyor.
-1850'de doktor Samuel Cartwright, kölelerin kaçmasına neden olan bir hastalık olan "drapetomania"yı icat etti. Sosyal ve tarihsel bağlam, akıl hastalığına ilişkin anlayışımızı nasıl etkiliyor? Cartwright, New Orleans'lı bir köle sahibi doktoruydu; "Afrika ırkları" olarak adlandırdığı ırkların, 'aşağılık' olduğuna inanıyordu. Köleliğin kaldırılmasının, 'siyahi ve beyaz insanların özünde eşit olduğu gibi yanlış bir düşünceye dayandığına' inanıyordu. Bir siyah insandaki 'özgürlük arzusunun, patolojik olduğunu' düşünüyordu çünkü 'siyahi insanlar, köle olarak doğmuştu.' Özgürlüğe 'özlem duymak', doğalarına 'ihanet etmek', bir hastalıktı. Kölelikten kaçma dürtüsü olan "drapetomania"yı icat etti. Kölelere 'korkunç bir zulüm yapılmadığını' varsayarsak, onlar "hasta (sick)"ydı. Birkaç tanı kriteri buldu ve meslektaşlarına sundu.
-Yani "hastalık" olarak kabul edilen şey hakkındaki düşüncemizi düzelttik. Modern bir eşdeğeri var mı? Eşcinsellik en belirgin örnektir. 1973'e kadar bir hastalık olarak listelenmişti. "Drapetomania"da 'neyin yanlış olduğunu' görmek çok kolaydır, ancak 'eşcinselliğin, bir hastalık olup olmadığını' söylemenin içerdiği denge eylemini görmek daha kolaydır -- toplumda 'bir şeylerin nasıl değişmesi' gerektiği. Eşcinselliği bir hastalık olarak adlandıran insanlar ille de bağnaz ya da homofobik değildi -- sadece 'kendi cinsiyetinden insanları sevmek isteyen insanları' anlamaya çalışıyorlardı. Hastalık, şefkati de içeren farklılığı anlamanın bir yoludur. Değişmesi gereken şey, 'aynı cinsiyetten sevginin, kabul edilebilir' olduğu fikridir. Bu fikir, bir kez ortaya çıktığında, eşcinselliği bir hastalık olarak adlandırmak mantıklı değildir.
- DSM-5'in oluşturulmasında kimler yer aldı? DSM'nin sahibi Amerikan Psikiyatri Birliği'dir. (American Psychiatric Association) Onlar sadece bundan sorumlu değiller: 'ona sahipler, onu satıyorlar ve lisansını alıyorlar.' DSM, bir grup komite tarafından yaratılır. Bürokratik bir süreçtir. Bilimsel bulgular yerine, DSM 'hangi zihinsel bozuklukların' var olduğunu ve bunları 'nasıl tanıyabileceğinizi' belirlemek için 'uzman fikir birliğini' kullanır. Bozukluklar, 'bir yasanın, tüzük kitabının bir parçası haline geldiği şekilde' kitaba girer. İnsanlar bunu önerir, tartışır ve oy verir. Eşcinsellik, bir referandumla DSM'den silindi. Doğrudan oylama: evet veya hayır. Her zaman bu kadar açık değildir ve oylar, kamuya açık değildir. DSM-5 durumunda, komite üyelerinin bunun hakkında konuşmaları yasaktı, bu yüzden 'müzakerelerin ne olduğunu' asla bilemeyeceğiz. Hepsi gizlilik anlaşmaları imzaladı.
"Sadece beceriksiz bir öğrenci için özel hizmetler talep edemezsiniz. Otizmli bir öğrenci için özel hizmetler almalısınız."
-Yeni DSM'de yapılan önemli değişiklikler nelerdir ve hastaları nasıl etkileyecek? Asperger Sendromu ortadan kalktığında çok fazla soruna yol açacak. 'Yas' dışlaması ortadan kalktığında biraz sorun yaratabilir. APA'nın 'neden başının derde gireceğine' dair iyi bir örnek. Çok gereksiz, çok aptalcaydı. 'Birinin karısı, öldükten iki hafta sonra, o kişinin "depresyonda" mı yoksa sadece "yas tutuyor" mu olduğunu bildikleri gibi saçma bir açıklama yaptılar.' Hadi canım! Bu adamlar kim?
-APA, yayımlanmadan önce DSM-5'in bir dizi taslağını yayınladı. Neden? Kamuoyundan girdi istediler, bu da büyük bir itibar. Ancak bununla 'ne yaptıklarını' asla söylemediler. "Bu kadar yanıt aldık" dediler ancak 'yanıtların ne olduğunu' söylemediler. Süreci nasıl etkiledilerse, nasıl etkilediler. Taslaklarla ilgili diğer sorun ise onları 'silmiş' olmaları. Bu şeylerin nasıl geliştiğinin geçmişini, APA'nın telif hakkını açıkça ihlal eden web sitesinin kopyalarını yapmadığınız sürece, izlemek zor olacaktır. Ayrıca, insanların 'taslak kriterlerini', herhangi bir 'akademik makalede kullanmasını' engellemeye çalıştılar -- benzeri görülmemiş bir hareket. Kriterleri kullanmak isteyen herkesin, 'akademik yayın için izinlerini araması ve alması gerektiğini' talep ettiler. Bunu daha önce hiç kimse yapmadı. Taslak kriterlerle yürütülen birkaç yüksek profilli, utanç verici çalışma vardı ve bu gerçekleştiğinde, APA taslak kriterler üzerinde telif hakkı iddia etti.
-APA, DSM-5'i "yaşayan bir belge" olarak görüyor. Sizce bununla ne demek istiyorlar? Eğer derinlemesine incelerseniz, 'gerçek bir sorun olduğunu' fark edeceğiniz 'retorik süslemelerden' biri. Anayasa ile tıbbi teşhis kitabı arasında fark vardır. "Canlı belge (living document)" ile neyi kastettikleri tam olarak açık değil ancak kanıtlar geldikçe, güncelleme yapmak istedikleri anlaşılıyor. Bu kötü bir fikir değil -- her beş, on veya on beş yılda bir teşhis kılavuzunun bu 'devasa, pahalı, utanç verici' revizyonlarından birini yapmak istemiyorlar, 'ilerledikçe, güncelleme yapmak' istiyorlar. Ancak bu arada, 'insanlara teşhis konuyor, ilaçlar geliştiriliyor ve reçete ediliyor, araştırmalar yapılıyor' ve zaman geçtikçe 'işlerin, ne ölçüde revize edileceğini' kimse bilmiyor. APA 'her zaman akış halinde' olduğunu söylemeye çalışıyor. Ancak durum buysa, neden ona bu kadar güç verelim?
-Bunun hakkında konuşabilir misin? DSM'nin gücü nedir? FDA'dan bir gösterge almak için, 'bir ilaç şirketinin ilacını, bir DSM bozukluğuna bağlaması' gerekir. Sadece 'kaygı' için bir ilaç geliştiremezsiniz. Yaygın Kaygı Bozukluğu veya Majör Depresif Bozukluk (Generalized Anxiety Disorder or Major Depressive Disorder) için bir ilaç geliştirmeniz gerekir. Sadece beceriksiz bir öğrenci için özel hizmetler talep edemezsiniz. Otizmli bir öğrenci için özel hizmetler almalısınız. Mahkemede, ruhsal hastalıklar DSM'den gelir. Terapinizin, sigorta tarafından ödenmesini istiyorsanız, size 'bir ruhsal hastalık teşhisi' konmuş olması gerekir. Sağlık sistemiyle gelecekte kuracağınız her türlü temas, 'dosyanızda, bir ruhsal hastalık olması' gerçeğinden etkilenecektir. Buna canlı bir belge derseniz, Asperger teşhisi konan tüm insanlara bu belge atıldığında ne olur? Kaos olur mu? Belki.
- Al Frances, DSM-IV için görev gücüne başkanlık etti ve DSM-5'in en büyük eleştirmenlerinden biri oldu. Siz onun argümanları hakkında ne düşünüyorsunuz? DSM'nin 'gerçek hastalıkları kapsamadığı, bir dizi yapı olduğu' konusunda hemfikiriz. Bunun ne anlama geldiği konusunda anlaşamıyoruz. Bunun 'psikiyatrinin genel girişimi ve ruhsal hastalıklarımızı teşhis ve tedavi etme yetkisi' açısından önemli olmadığına inanıyor. Bunun 'psikiyatrinin temelinde, bir kusur oluşturduğuna' inanıyorum. Gerçek hastalıkları yoksa, gerçek tıbba ait değillerdir. Al'in saldırısı abartılı. Bence o, 'tüm DSM girişiminin incelenmesini, gerçekten engellemeye çalışıyor.' Bu yüzden 'bebeği, banyo suyuyla birlikte atmamanız' konusunda bu kadar kararlı -- DSM-IV'ün tüm kusurlarına rağmen hala değerli olduğuna inanıyor. Katılmıyorum.
- Frances ayrıca eleştirilerinizin, 'psikiyatri karşıtı' olmasından endişe ediyor. Psikiyatrinin evrensel paranoyası, onlarla 'aynı fikirde olmayan herkesin, patolojik' olduğudur. Bir psikiyatristle, teşhis almadan aynı fikirde olamazsınız. Psikiyatri hakkında on yıldır eleştirel yazıyorum ve her zaman bununla karşılaştım. Psikiyatri, savunmacı bir meslektir. Korunacak çok şeyleri vardır ve zayıflıklarını bilirler. Eleştiriyi, onların bakış açısından mümkün olan en güçlü şekilde püskürtmek için, eleştirmeni teşhis edersiniz.
-Psikiyatri ve psikoloji arasındaki kesişimden bahsedebilir misiniz? DSM her iki alanla nasıl ilişkilidir? Psikiyatri, DSM'den sorumludur. Psikologlar ve diğer ruh sağlığı profesyonelleri DSM'yi kullanır. Ancak 'psikiyatristlerin, gücü ve parası' vardır. Genel olarak ruh sağlığı mesleklerini, kendi muayenehanem de dahil olmak üzere eleştiriyorum. Ancak APA bu işi, kendilerine mal etti. Bunu kıskançlıkla koruyorlar, acımasız taktiklerle koruyorlar ve evet, bu şey için orantısız miktarda ısı alıyorlar, ancak bu onların bebeği. Bu anlaşmadan yüz milyonlarca dolar kazanıyorlar.
-APA güvenilirliğini kaybedecek mi? Elbette kaybedecek. DSM-5 22 Mayıs'ta çıkacak ve insanlar ona 'balıkları fıçıdan vurmak' gibi laf sokacaklar. Yine de bu kitabı yazmaya ikna edilmem gerekti. "İnternet Kullanım Bozukluğu"nu akıl hastalığı olarak adlandırmanın 'doğru olduğunu ciddi ciddi düşünen bir kuruluşu' eleştirmek ne kadar zor olabilir? Üst üste atış yapacaklar. Ve tepkileri etkisiz ve zayıf olacak. Dalga geçecekler, "yaşayan belge" hakkında konuşacaklar ve saçmalıklarını ortaya dökecekler.
-Bir çözüm var mı? Çözüm, bu şeyi onlardan almak. Bu teşhisler APA'ya ait. İzin istemedim çünkü umursamıyorum -- beni dava etsinler. Ama eğer biri bu kitaba teşhis kriterleri koymak istiyorsa, APA'ya ödeme yapmak zorunda. Bu saçmalık. Bir de buna 'belgenin anlamsızlığı ve revizyonun yapıldığı beceriksizliği' eklerseniz, o lanet şeyi onlardan alın.. (Bu röportaj uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir. Yazar Hakkında.. Hope Reese, Louisville, Kentucky'de yaşayan bir yazar ve editördür. The Boston Globe, The Chicago Tribune ve Vox için yazmaktadır. Web sitesi hopereese. com'dur. (...)" (76)
"Duygusal Adaletsizlik: Psikiyatri, Duyguları Nasıl Patolojik Hale Getiriyor ve Marjinalleştiriyor
Psikiyatrinin 'normatif olmayan duyguları' bozukluk olarak etiketleme eğilimi 'duygusal adaletsizliğe' katkıda bulunuyor, duygusal öz-anlayışı çarpıtıyor ve eşitsizliği derinleştiriyor.. Modern psikiyatriye yönelik artan bir eleştiri, biyomedikal modelinin duygusal deneyimleri (özellikle toplumsal normların dışında kalanları), 'karmaşık sosyal ve çevresel faktörlere' verilen tepkiler yerine, 'tedavi edilmesi gereken içsel işlev bozuklukları' olarak çerçevelemesine odaklanıyor. McGill Üniversitesi'nden Zoey Lavallee ve Anne-Marie Gagné-Julien, Synthese'de yayınlanan yeni bir makalede, bu yaklaşımın "duygusal adaletsizlik" dedikleri şeyi sürdürdüğünü ve akıl hastası olarak etiketlenen bireyleri 'dışlayan bir tür sağduyuyu' teşvik ettiğini ve nihayetinde 'kendi duygularımızı anlama şeklimizi' çarpıttığını savunuyor.
"Bu makale, literatürde hala çok az çalışılmış olan psikiyatrizasyonun önemli bir tezahürünü ele alıyor; yani 'duygusal hayatlarımızın psikiyatrizasyonu..' Yani, psikiyatrik kavramsallaştırmaların, 'kendi ve başkalarının duygularını yorumlama biçimlerimiz' üzerindeki artan etkisi, özellikle de bu duygular 'aşırı, sıkıntı verici, alışılmadık' veya başka bir şekilde 'normal' olarak kabul edilenden, radikal bir şekilde saptığında..." diye yazıyor Lavallee ve Gagné-Julien.
"Bu makalede, 'normdan sapan duyguları patolojikleştiren, biyomedikal kavramsal çerçevelerin' aslında bir 'adaletsizlik kaynağı' olabileceğini savunacağız ve özellikle bu 'adaletsizlik biçiminin, psikopatolojik hale getirilmiş kişiler' tarafından nasıl karşılandığına dikkat çekiyoruz; yani, psikiyatrik tedavi veya teşhis almış olsun veya olmasın, tıp uzmanları veya başkaları tarafından 'akıl hastası' olarak algılanan herkes.."
Biyomedikal modelin 'normatif olmayan duygusal deneyimleri' nasıl patolojikleştirdiğini inceleyerek Lavallee ve Gagné-Julien, psikiyatrinin geçerli duygusal tepkileri 'susturma ve itibarsızlaştırma, sistemik baskıyı güçlendirme' yollarına ışık tutuyor. Analizleri, toplumsal ve yapısal faktörleri ihmal ederken, duyguları, 'psikiyatrik semptomlar' olarak çarpıtan bir süreç olan 'duygu patolojileştirmenin' zararlarını vurguluyor. Bu kritik soruşturma, psikiyatrinin 'duygusal öz-anlayışı' şekillendirmedeki rolünün, acilen yeniden değerlendirilmesini talep ediyor ve akademisyenleri ve uygulayıcıları 'adaletsizliği sürdüren dar çerçeveleri' ortadan kaldırmaya çağırıyor. Lavallee ve Gagné-Julien şunları ekliyor: “Psikiyatrizasyonun etkileri altında, duygu patolojileştirme süreçleri ve uygulamalarının, psikopatolojik hale getirilmiş kişilere, adaletsiz dezavantajlar yaratan ve 'kendi duygusal yaşamlarını' anlamalarına yönelik 'daha güçlendirici yollara erişimi' engelleyen, yoksullaştırılmış bir yorumlayıcı kaynak seti kullanarak, 'kendi normdan sapan duygularını' anlamaları yönünde etki ederek zarar verdiğini savunuyoruz.”" (58)
"Kenneth Kendler: Psikiyatrik Tanıların “Yaklaşık Olarak Doğru” Olması Bile “İnanılmaz”
Ünlü psikiyatrist Kenneth Kendler, JAMA Psikiyatri'de psikiyatrik teşhislerin "değişime tabi olan çalışma hipotezleri" olduğunu yazıyor.. Üst düzey tıp dergisi JAMA Psychiatry'de yayınlanan yeni bir makalede, önde gelen araştırmacı Kenneth Kendler, mevcut psikiyatrik teşhislerimizin sadece "değişime tabi, çalışma hipotezleri" olduğunu yazıyor. Kendler'e göre, 'herhangi bir psikiyatrik teorinin "en azından yaklaşık olarak doğru" bir şeyi tanımladığı fikri' "mantıksız"dır.
"DSM kategorilerimizin 'gerçekliğe, doğru bir şekilde karşılık geldiğini' iddia etmek, ele alınan teoriler arasında, en azından yaklaşık olarak doğru olanın bulunmasını ve doğru olanın seçilmesini gerektirir. Bu mantıksız." diye yazıyor Kendler. "Bilimsel yapımızın gençliği ve bozukluklarımızın karmaşıklığı göz önüne alındığında, şu anda bunların 'etiyolojisine' dair kesin teorilere sahip olmamız çok olası değil." Kısacası, Kendler 'psikiyatrik teşhisler için 'çok az bilimsel kanıt olduğunu' ve DSM teşhislerinin “gerçekliğe uymadığına” ve bunların “yaklaşık olarak doğru olmasının” “mantıksız” olduğuna inandığını' yazıyor.
Kendler, psikiyatri alanında en çok atıf alan araştırmacılardan biridir ve 'şizofreninin genetiği' üzerine yaptığı çalışmalarla ünlüdür. Şunları yazıyor: "Yıllarca süren araştırmalara rağmen, temel özellikleri tanımlamak için kullanabileceğimiz önemli ruh sağlığı bozukluklarının 'patofizyolojilerini' açıklayamıyor veya doğrudan gözlemleyemiyoruz." Kendler, bu argümanı, 'kendisinin "araçsalcı" konum olarak adlandırdığı' şeyi desteklemek için kullanıyor; bu teşhisler 'hiçbir bilimsel ölçütü karşılamasa ve aslında anlamlı bir anlamda "doğru" olma olasılıkları düşük olsa' da, yine de 'sağlam bir tıbbi bilimdir' çünkü kendisi "büyük ruh hastalığının bir bütün olarak gerçekliğine" inanmaktadır. Kendler'in bu noktayı ilk kez dile getirmesi değil; 2016'da Dünya Psikiyatri'de (World Psychiatry) yayınlanan bir makalede şunları yazmıştır: "Rahatsızlıklarımızın dünyadaki açık varlıklara karşılık geldiği için doğru olduğunu düşünmek yerine, rahatsızlıkların, dünya hakkında bildiğimiz diğer şeylere daha iyi uyduğu zaman daha doğru hale geldiği bir tutarlılık doğruluğu teorisini düşünmeliyiz."
Yine de, Kendler'in 2016 tarihli makalesine göre, "Genel olarak pragmatik olmalıyız ancak ilişkili zorluklara rağmen psikiyatrik hastalığın gerçekliğine ilişkin temel bir bağlılığı gözden kaçırmamalıyız." Mevcut ruh sağlığı anlayışımız bilimsel değildir, kanıtlarla desteklenmez ve nesnel veya "gerçek" hiçbir şeyi yansıtmaz. Ve yine de, "biz" "psikiyatrik hastalığın gerçekliğine" bağlı kalmalıyız. Mevcut makalede, Kendler bu noktayı vurgulamaya devam ediyor: 'Psikiyatrik teşhisler, var olduğunu varsaydığımız yapılardır' : "Şizofreni veya alkol kullanım bozukluğu gibi yapıların 'var olduğunu varsayıyoruz' ancak yalnızca bu bozukluklardan kaynaklandığını varsaydığımız 'belirtileri, semptomları ve hastalık seyrini' gözlemleyebiliriz."
Ve DSM teşhislerinin, herhangi bir nesnel gerçekliği temsil etmediğini: "DSM kararları, altta yatan gerçekliklerin gözlemleri değil, 'doğrulayıcıların toplu kanıtları' tarafından yönlendirilir." Psikiyatri tarihinin, o zamanlar nesnel kabul edilen, ancak değişen kültürel tutumlarımız nedeniyle kaldırılan teşhislerle dolu olduğunu ekliyor. Örneğin, 'monomani, mastürbasyon deliliği ve histeriyi' sıralıyor. Ancak, daha tartışmalı drapetomani (en azından 1914'e kadar tıbbi metinlerde) ve eşcinselliğe (1973'e kadar bir DSM bozukluğu olarak listelenmiştir) atıfta bulunmuyor. Son olarak, Kendler "mevcut nozolojik çabalarımıza yönelik, en büyük eleştirilerden birinin, betimleyiciden 'etiyolojik temelli teşhislere' geçişte kaydedilen sınırlı ilerleme" olduğunu belirtiyor.
Yani, DSM'deki teşhisler belirli davranışları "hastalık" olarak tanımlasa da, "bozuklukların" varsayılan biyolojik kökenine (etiyolojisine) dair hala bir kanıt yok. Kendler, tıp bilimindeki birkaç başka 'varsayılan hastalığın' da 'bu soruna sahip olduğunu' savunuyor —obezite ve fibromiyalji gibi— ve bu nedenle DSM'deki kategorilerin hala yararlı olduğunu söylüyor. Ve herhangi bir psikiyatrik bozukluk için 'genetik bir köken' bulunamamış olmasının, 'kökenlerin, çok karmaşık olmasından' kaynaklandığını açıklıyor —bulunacak 'genetik bir bozukluk' olmamasından değil. Sonunda, yeni 'istatistiksel yöntemler ve genetik çalışmaların' sonunda bazı "gerçek" ruhsal bozukluklar bulabileceğini öne sürüyor. Ancak, "Bu ilerlemelerin, tanı sistemimizin deneysel yeterliliğini iyileştirmede ne kadar önemli olacağı henüz belirlenecek." diye yazıyor.. ("Kendler, K. S. (2021). Çağdaş bilim felsefesinden DSM için potansiyel dersler. JAMA Psychiatry. 8 Aralık 2021'de çevrimiçi olarak yayınlandı. doi:10.1001/jamapsychiatry.2021.3559")" (59)
"Psikiyatrist, SSRI ilaçlarının uydurulmuş tıbbi mitlere dayandığını söylüyor
Seçici serotonin geri alım inhibitörlerini veya SSRI'ları 'beyindeki serotonin seviyelerini' artırmak ve depresyon hastalarının 'zihinsel "dengeye" ulaşmalarına' yardımcı olmak için etkili bir çare olarak 'destekleyen bilim' tamamen yoktur, saygın İngiliz Tıp Dergisi (BMJ "British Medical Journal") yayınlanan yeni bir hakemli başyazıda önde gelen bir psikiyatrist uyarıyor. İngiltere'deki Kuzey Galler merkezli Ysbyty Gwynedd Hastanesi'ndeki Hergest psikiyatri ünitesinin başkanı Profesör David Healy, 'SSRI'ların ve bunların nasıl çalıştığına' dair tüm varsayımın "bir mite" dayandığını' söylüyor. Healy, bazı kullanıcılarda 'hem intihar hem de cinayet eğilimlerini kışkırttığıyla' ilişkilendirilen ilaçların, 'beyindeki hiçbir şeyi, dengelediğinin bilimsel olarak gösterilmediği' konusunda uyarıyor.
SSRI'ların, 'serotonin seviyelerini artırmaya ve beyindeki kimyasal dengesizlikleri düzeltmeye' yardımcı olduğu yönündeki yaygın yanlış anlamanın laboratuvar testlerinden ziyade 'kurnazca pazarlamadan' kaynaklandığını söylüyor. Dahası, birçok hastanın 'bu tehlikeli ilaçları kullanmaya devam etmesinin tek nedeni, bunların işe yarayacağına dair yanlış umutlardır' ki bu da hiçbir zaman kanıtlanmamıştır.
"Doktorlar için hastalarla iletişim kurmak için kolay bir kısayol sağladı." diyor Healy, SSRI'ların, depresyon hastalarının 'beyinlerindeki kimyasal dengesizlikleri, bir şekilde normalleştirdiği' miti hakkında, aslında 'bunu yaptıkları hiç kanıtlanmamış' olmasına rağmen.."Hastalar için, bir anormalliği düzeltme fikri, özellikle sıkıntının 'bir zayıflık olmadığı' çekici bir biçimde paketlendiğinde, bazılarının 'sakinleştirici' alma konusunda sahip olabileceği endişeleri aşması beklenen ahlaki bir güce sahiptir."
Tanımı gereği, SSRI'lar kanıtlanmamış şarlatan ilaçlardır.. Sakinleştiriciler, elbette, SSRI'ların farmasötik öncülleridir. 1980'lerde güvenlikleri ve etkinlikleriyle ilgili endişeler ortaya çıktığında kullanımdan kaldırıldılar. Yerlerine daha güvenli ve daha etkili olduklarına inanılan SSRI'lar konuldu. SSRI'ların, 'tam olarak nasıl çalıştığını' kimse bilmiyor ve herhangi bir etkinliği ' kanıtlayan güvenilir bilimsel kanıt' tamamen eksik.
Özünde, SSRI'lar tanımı gereği 'yüksek kârlı şarlatan ilaçlardan' başka bir şey değildir ve hatta 'binlerce ciddi yaralanma ve/veya ölüm vakasıyla' kanıtlandığı gibi 'ölümcül, yüksek kârlı şarlatan ilaçlar' olarak bile düşünülebilirler. "Beynin, ortaya çıkan bilimleri, herhangi bir miktarda nörogabble'ı kullanmak için muazzam bir kapsam sunuyor" diye azarlıyor Healy, SSRI'ların geleneksel olarak kabul görmüş "ilaç" haline gelmesinin yolunu açan 'çöp bilim' hakkında. "Kullandığımız dili anlamamız gerekiyor. O zamana kadar hoşça kalın ve tüm serotonin için teşekkürler."
SSRI yanlısı kuklalar (/sahtekarlar "shills"), kanıt olmadan bile 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığını' iddia ederken bilim terk edildi.. Şaşırtıcı bir şekilde, eğer SSRI'lar 'diyet takviyeleri' olsaydı, psikiyatri endüstrisi tarafından savunmak için kullanılan 'aynı argümanlar, saf söylenti' olarak tartışmalardan dışlanırdı. Healy'nin makalesinin yayınlanmasının ardından 'SSRI'ların kullanımını savunmaya çalışan' danışman psikiyatrist ve ruh hali bozuklukları uzmanı Dr. Paul Keedwell'in şu ifadesi bu noktayı mükemmel bir şekilde örneklendirdi: "Klinik dünyasında, SSRI'lar majör depresyonu olan bireylerin tedavisinde tartışmasız bir şekilde etkilidir." Kraliyet Psikiyatristler Koleji (Royal College of Psychiatrists) başkanı Profesör Sir Simon Wessely adlı bir diğer SSRI yanlısı kukla, iki sentini sunarak şöyle dedi: "Antidepresanların, psikolojik tedavilerle birlikte depresyonda yardımcı olduğu kanıtlanmıştır. Bunu nasıl yaptıkları kanıtlanmamıştır."
SSRI'ları savunan bu iki ifade, tartışmanın konusu 'cevizlerin, kardiyovasküler sağlığın destekleyicisi veya esrarın, kanser tedavisi' olması durumunda asla geçerli olmazdı. "Çünkü bilim!" tugayı, "korelasyonun nedenselliğe eşit olmadığı" ve "etkinliği kanıtlayan çift kör, plasebo kontrollü çalışmalar nerede?" gibi sürekli havlayan tazı köpeklerini hemen serbest bırakırdı. Bir şekilde, bazı psikiyatristlerin 'hastalarında iyileşmeler gördükleri için SSRI'ların işe yaradığı' iddialarıyla destekleyici dolaylı kanıtlar sunmak sorun değil. Ancak, aynı kanıtlar 'doğal tedavileri desteklemek' için sunulduğunda, 'tüm bahisler iptal edilir ve tedavi hemen şarlatanlık' olarak adlandırılır. Tahmin edin ne oldu, şüpheciler? Her ikisini birden yapamazsınız." (77)
Seçici serotonin geri alım inhibitörlerini veya SSRI'ları 'beyindeki serotonin seviyelerini' artırmak ve depresyon hastalarının 'zihinsel "dengeye" ulaşmalarına' yardımcı olmak için etkili bir çare olarak 'destekleyen bilim' tamamen yoktur, saygın İngiliz Tıp Dergisi (BMJ "British Medical Journal") yayınlanan yeni bir hakemli başyazıda önde gelen bir psikiyatrist uyarıyor. İngiltere'deki Kuzey Galler merkezli Ysbyty Gwynedd Hastanesi'ndeki Hergest psikiyatri ünitesinin başkanı Profesör David Healy, 'SSRI'ların ve bunların nasıl çalıştığına' dair tüm varsayımın "bir mite" dayandığını' söylüyor. Healy, bazı kullanıcılarda 'hem intihar hem de cinayet eğilimlerini kışkırttığıyla' ilişkilendirilen ilaçların, 'beyindeki hiçbir şeyi, dengelediğinin bilimsel olarak gösterilmediği' konusunda uyarıyor.
SSRI'ların, 'serotonin seviyelerini artırmaya ve beyindeki kimyasal dengesizlikleri düzeltmeye' yardımcı olduğu yönündeki yaygın yanlış anlamanın laboratuvar testlerinden ziyade 'kurnazca pazarlamadan' kaynaklandığını söylüyor. Dahası, birçok hastanın 'bu tehlikeli ilaçları kullanmaya devam etmesinin tek nedeni, bunların işe yarayacağına dair yanlış umutlardır' ki bu da hiçbir zaman kanıtlanmamıştır.
"Doktorlar için hastalarla iletişim kurmak için kolay bir kısayol sağladı." diyor Healy, SSRI'ların, depresyon hastalarının 'beyinlerindeki kimyasal dengesizlikleri, bir şekilde normalleştirdiği' miti hakkında, aslında 'bunu yaptıkları hiç kanıtlanmamış' olmasına rağmen.."Hastalar için, bir anormalliği düzeltme fikri, özellikle sıkıntının 'bir zayıflık olmadığı' çekici bir biçimde paketlendiğinde, bazılarının 'sakinleştirici' alma konusunda sahip olabileceği endişeleri aşması beklenen ahlaki bir güce sahiptir."
Tanımı gereği, SSRI'lar kanıtlanmamış şarlatan ilaçlardır.. Sakinleştiriciler, elbette, SSRI'ların farmasötik öncülleridir. 1980'lerde güvenlikleri ve etkinlikleriyle ilgili endişeler ortaya çıktığında kullanımdan kaldırıldılar. Yerlerine daha güvenli ve daha etkili olduklarına inanılan SSRI'lar konuldu. SSRI'ların, 'tam olarak nasıl çalıştığını' kimse bilmiyor ve herhangi bir etkinliği ' kanıtlayan güvenilir bilimsel kanıt' tamamen eksik.
Özünde, SSRI'lar tanımı gereği 'yüksek kârlı şarlatan ilaçlardan' başka bir şey değildir ve hatta 'binlerce ciddi yaralanma ve/veya ölüm vakasıyla' kanıtlandığı gibi 'ölümcül, yüksek kârlı şarlatan ilaçlar' olarak bile düşünülebilirler. "Beynin, ortaya çıkan bilimleri, herhangi bir miktarda nörogabble'ı kullanmak için muazzam bir kapsam sunuyor" diye azarlıyor Healy, SSRI'ların geleneksel olarak kabul görmüş "ilaç" haline gelmesinin yolunu açan 'çöp bilim' hakkında. "Kullandığımız dili anlamamız gerekiyor. O zamana kadar hoşça kalın ve tüm serotonin için teşekkürler."
SSRI yanlısı kuklalar (/sahtekarlar "shills"), kanıt olmadan bile 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığını' iddia ederken bilim terk edildi.. Şaşırtıcı bir şekilde, eğer SSRI'lar 'diyet takviyeleri' olsaydı, psikiyatri endüstrisi tarafından savunmak için kullanılan 'aynı argümanlar, saf söylenti' olarak tartışmalardan dışlanırdı. Healy'nin makalesinin yayınlanmasının ardından 'SSRI'ların kullanımını savunmaya çalışan' danışman psikiyatrist ve ruh hali bozuklukları uzmanı Dr. Paul Keedwell'in şu ifadesi bu noktayı mükemmel bir şekilde örneklendirdi: "Klinik dünyasında, SSRI'lar majör depresyonu olan bireylerin tedavisinde tartışmasız bir şekilde etkilidir." Kraliyet Psikiyatristler Koleji (Royal College of Psychiatrists) başkanı Profesör Sir Simon Wessely adlı bir diğer SSRI yanlısı kukla, iki sentini sunarak şöyle dedi: "Antidepresanların, psikolojik tedavilerle birlikte depresyonda yardımcı olduğu kanıtlanmıştır. Bunu nasıl yaptıkları kanıtlanmamıştır."
SSRI'ları savunan bu iki ifade, tartışmanın konusu 'cevizlerin, kardiyovasküler sağlığın destekleyicisi veya esrarın, kanser tedavisi' olması durumunda asla geçerli olmazdı. "Çünkü bilim!" tugayı, "korelasyonun nedenselliğe eşit olmadığı" ve "etkinliği kanıtlayan çift kör, plasebo kontrollü çalışmalar nerede?" gibi sürekli havlayan tazı köpeklerini hemen serbest bırakırdı. Bir şekilde, bazı psikiyatristlerin 'hastalarında iyileşmeler gördükleri için SSRI'ların işe yaradığı' iddialarıyla destekleyici dolaylı kanıtlar sunmak sorun değil. Ancak, aynı kanıtlar 'doğal tedavileri desteklemek' için sunulduğunda, 'tüm bahisler iptal edilir ve tedavi hemen şarlatanlık' olarak adlandırılır. Tahmin edin ne oldu, şüpheciler? Her ikisini birden yapamazsınız." (77)
"İki Kimyasal Dengesizlik Efsanesini Tekrar Çürütüyoruz
"Biraz öğrenmek tehlikeli bir şeydir." - Alexander Pope1.. Yalnızca kalbine bir kazık çakarak öldürülebilen efsanevi Kont Drakula gibi, bazı mitler neredeyse ölümsüz görünüyor. 8 yıldan uzun süredir, sözde "kimyasal dengesizlik teorisi (“chemical imbalance theory)" ile ilgili iki mitin kalbine bir kazık çakmaya çalıştım - ancak New Yorker'daki son bir makalenin bana gösterdiği gibi, yalnızca sınırlı bir başarı elde ettim.. Ve evet, çürütülmesi gereken iki efsane var.
Birincisi, 'zihinsel hastalıkların (psikiyatrik bozukluklar), genel olarak beyindeki "kimyasal bir dengesizlikten" kaynaklandığını' savunur - sözde "kimyasal dengesizlik teorisi". İkinci efsane, 'bir meslek olarak "Psikiyatri"nin ilk efsaneyi onayladığını, sayısız, şüphesiz hastaya 'bilerek ve isteyerek' yalan söylediğini' savunur. Hangi 'anti-psikiyatri grubunu, blog yazarını veya web sitesini' araştırdığınıza bağlı olarak, ikinci efsaneye dair bir dizi sonuç bulacaksınız; örneğin, "Psikiyatristler, hastalara ilaç vermeyi haklı çıkarmak için yalan söyledi" veya "Psikiyatristler, Büyük İlaç Şirketleri tarafından yozlaştırıldı ve kimyasal dengesizlik teorisini destekleyerek çok para kazandı". Bu iddiaların çürütülmesi neredeyse her zaman "Psikiyatri, lonca çıkarlarını savunuyor" şeklinde reddedilir (sanki anti-psikiyatri düşmanlığının tedarikçilerinin, çıkarcı bir amacı yokmuş gibi).
İronik olarak, anti-psikiyatri grupları 'akıl hastalığının, kimyasal dengesizlik teorisine' karşı küçümsemelerini dile getirmekte oldukça haklılar, ancak genellikle verdikleri nedenlerden dolayı değil. (Kimyasal dengesizlik teorisini çürütmenin, biyolojik faktörlerin 'majör depresyon, bipolar bozukluk ve şizofreni' dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere 'ciddi akıl hastalıklarında önemli bir rol oynadığını reddetmek olmadığını' hemen eklemek istiyorum). Gerçek şu ki, 'akıl hastalığının bilimsel temellere dayanan, kimyasal dengesizlik teorisi' asla olamazdı, çünkü gerçek bir teori, 'iyi desteklenmiş, birbirine bağlı hipotezlerden oluşan bütünleşik bir ağ' gerektirir. Ve evet, teori ile hipotez arasındaki sıklıkla göz ardı edilen ayrım çok önemlidir. Bu, antipsikiyatri blog yazarlarının, 'kimyasal dengesizlik teorisine' ilişkin iddialarının neden neredeyse 'her zaman çöküp yandığını' anlamanın anahtarıdır.
Hiç var olmamış teori.. Bilimsel olarak konuşursak, akıl hastalığının tam teşekküllü, 'küresel bir kimyasal dengesizlik teorisini destekleyebilecek doğrulanmış hipotezler ağı' hiç olmadı. Dahası -ve burada Efsane 2'ye geri dönüyoruz- psikiyatri, 'bir meslek ve tıbbi uzmanlık alanı' olarak, 'mesleki örgütleri, hakemli yayınları, standart ders kitapları veya resmi açıklamaları' tarafından yargılandığında, böylesine sahte bir "teoriyi" asla desteklemedi. Dahası, meslektaşım George Dawson'ın da iddia ettiği gibi, yaklaşan 'tek tip bir "Psikiyatri" kavramının' tamamı yüzünden saçmadır.
Elbette: 1980'lerde ve 1990'larda birçok psikiyatristin desteklediği şey, esas olarak 'nörotransmitterler norepinefrin ve serotonine' odaklanarak, 'ruh hali bozukluklarının biyojenik amin (veya katekolamin) hipotezinin' bir versiyonuydu. (Şizofreni geleneksel olarak artık modası geçmiş olan "dopamin hipotezi" ile açıklanıyordu. ) Ve gerçekte, serotoninin önemi, önemli ölçüde abartılmıştı -Roger S. McIntyre, MD'nin şakayla "Psikiyatrinin Lise Aşkı" dediği şey yüzünden.
Dahası, SSRI'lara hak etmedikleri 'etkili antidepresanlar' olarak bir rock yıldızı statüsü verildi. Genel halkı yanıltma açısından en rahatsız edici olanı, ilaç şirketlerinin doğrudan tüketiciye yönelik reklamlarında "kimyasal dengesizlik" söylemini, yoğun bir şekilde teşvik etmesiydi. Mesleğimiz tarafından, yalnızca kimyasal dengesizliklere dayalı, genel olarak 'zihinsel hastalığın, nedensel veya etiyolojik bir teorisini' teşvik etmek için bilinçli bir girişimde bulunulmadı. Biyolojik amin hipotezinin yaratıcıları olan psikiyatristler Joseph J. Schildkraut ve Seymour S. Kety de 1960'larda böyle bir görüşü teşvik etmedi. Nitekim Dr. Schildkraut 1965 yılında şöyle demişti: "Farmakolojik çalışmalardan patofizyolojiye doğru, kesin bir ekstrapolasyon açıkça yapılamaz. Katekolamin hipotezi ile ilgili klinik çalışmalar sınırlıdır ve bulgular kesin değildir. Bu nedenle, şu anda mevcut veriler temelinde katekolamin hipotezini kesin olarak doğrulamak veya reddetmek mümkün değildir." (....)
Çözüm.. 1980'lerde, 1990'larda ve sonrasında, 'ilaç şirketleri, ruh hali bozukluklarının kimyasal dengesizlik (chemical imbalance) teorisine' benzeyen bir şeyi doğrudan tüketicilere yoğun bir şekilde tanıttılar - veya en azından 'antidepresanların nasıl çalıştığını' açıklamak için "kimyasal dengesizlik" mecazını kullandılar. Son yıllarda, psikolog Dr. John Grohol'un da belirttiği gibi, bazı profesyonel olmayan web siteleri "kimyasal dengesizlik" mecazını destekleyen 'yanıltıcı grafikler' sağladı. "Asla Olmayan Teori (Theory That Never Was)"nin bu kadar çok kişinin, zihninde yer etmesi şaşırtıcı değil.
Bazı önemli psikiyatristler, antidepresanlar hakkındaki 'kamusal yorumlarında ve muhtemelen klinik uygulamalarında', "kimyasal dengesizlik" terimini kullanmış olsalar da, Amerikan psikiyatrisinde, 'akıl hastalığının kimyasal dengesizlik teorisini' desteklemek için hiçbir zaman birleşik, koordineli bir çaba olmamıştır. Ruhsal bozukluklar için 'orijinal katekolamin hipotezi', 1960'larda yaratıcıları tarafından 'dikkatlice nitelendirilmiş' ve en azından 2003'ten beri ve muhtemelen çok daha önce ABD psikiyatristleri tarafından önemli ölçüde 'hatalı ve yetersiz olarak' kabul edilmiştir. Hipotez o zamandan beri, 'majör ruh hali bozukluklarındaki, daha karmaşık biyolojik mekanizmaları yansıtacak' şekilde değiştirilmiş ve düzeltilmiştir. Bu bozukluklar, 30 yılı aşkın süredir akademik psikiyatrinin dayanağı olan bir 'biyo-psiko-sosyokültürel model' kullanılarak en iyi şekilde anlaşılabilir. Alzheimer hastalığı da dahil olmak üzere, diğer birçok 'nöropsikiyatrik hastalıkta' olduğu gibi, 'majör ruh hali bozukluklarının kesin nedenleri' hala bilinmemektedir. Neredeyse kesinlikle, hastalığın 'tanı kriterlerine ve alt tipine (aneminin alt tiplerine benzer)' bağlı olarak çok sayıda 'nedensel süreç' söz konusudur. Neyse ki, 'ruh hali bozuklukları' için etkili 'farmakolojik ve psikososyal tedavilerimiz' var. Sahte kimyasal dengesizlik teorisi ve bunun psikiyatri mesleğine yanlış atfedilmesine gelince, kazığı, onun yanlış kalbine çakmanın zamanı geldi. Hastalarımıza 'bütünsel, kapsamlı psikiyatrik bakıma' daha fazla erişim sağlamaya odaklanmalıyız. Teşekkür - Bu makalenin erken taslağına yorum yaptığı için Dr. George Dawson'a teşekkürlerimi sunarım.."" (71)
"Deli insan (Mad human) hastalığı ve SSRI'lar - kamuoyuna söylemedikleri ama çok endişe verici olan şey nedir
Basitçe söylemek gerekirse, seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler), 'beynin, kimyasındaki 'sinapsları' bloke ederek, kişinin duygularını düzenlemeye ve kontrol etmeye' çalışır, ancak modern bilim insanları hala 'beynin, normal işlevlerini, ilaçlarla dengeleyebileceklerine' inanacak kadar kibirlidir. Doktorlar ve hastaları, 'kimyasallarla, tehlikeli bir duygusal Rus ruleti' oyununa giriyorlar ve bu sadece başlangıç.. Geleneksel yiyeceklerin çoğu artık 'yabancı patojenler ve bakteriler' de dahil olmak üzere 'haşere öldürücü ve yabani ot öldürücü bileşenler' içerecek şekilde genetiğiyle oynanıyor. Bu, 'merkezi sinir sistemini, kanı ve beyni kirleterek, kafa karışıklığına, hafıza kaybına ve duygusal bozukluğa' yol açıyor.
Aşılar artık 'insan albümini ve genetiğiyle oynanmış virüsler' içeriyor. Bu toksinler, sistemi 'tepki vermeye' zorladıktan sonra 'cıva ve alüminyumla' birlikte 'kalbe ve beyne' taşınır. Tüm bunları SSRI'lerle karıştırın ve ne elde edersiniz? (Aşılar dahil) TÜM bu toksinleri tüketen bir insanın tepkisi, 'cinayet ve intihar düşünceleriyle' karıştırılmış, uydurulmuş 'bir şiddet sahte gerçekliği ' tarafından yönlendirilen bir deliliktir. Genç yetişkin erkekler buna karşı en savunmasız olanlardır, bunu son on yıldaki 'tüm toplu silahlı saldırılardan' da anlayabiliriz. Birçok Amerikalı da 'deli insan hastalığından' mı muzdarip? İnsanları 'sağlık ve duygusal' uçurumlardan aşağı sürükleyen 'kimyasalların ve insan albüminin "ölümcül" kombinasyonu' nedir?
'Çamaşır suyu, amonyak, böcek ilacı, böcek ilacı, florür, ilaçlar ve glüteni' günlük olarak tüketmek.. Kanser, röntgende veya tümör olarak görünmeden çok önce vücudunuzu, 'kontrolsüz bir şekilde çoğalan ve organlarınız ve boşaltım sisteminiz gibi çalışma sistemlerinizi boğmaya başlayan', mutasyona uğramış hücrelerle' enfekte eder. İnsanlar bilmiyor ama vücutları, 'yapay tatlandırıcılar gibi "Truva atları" halinde vücuda giren' milyonlarca bozucu hücrenin saldırısı altında. Patojenler ve kanserojenler hasarlarını, kronik hasarlarını, 'bağışıklığınızı ve enerjinizi bozarak' veriyor ve 'kanser hücreleri' tükettiğiniz şekeri ele geçiriyor. Bu, kanserin nihai yakıtı -- şeker. (a)
Şekerin üstüne, insan ırkı her yıl milyonlarca kilo 'ağartılmış gıda' tüketiyor -- 'beyaz un, beyaz makarna, beyaz ekmek' ve evet, 'musluk suyu (klor/florür/ağartıcı)'. İnsanlar 'geleneksel tavuk, balık ve sığır eti' tüketerek 'amonyak ve arsenik' döküyorlar. İnsanlar artık GDO'lar ve Biyoteknoloji Tarım Endüstrisi "Biotech Agriculture Industry" (Tarım-Endüstriyel Kompleks "Agricultural -Industrial Complex") sayesinde, 'tohumlarda ve bitkilerde gizlenen pestisitleri', mideye indiriyorlar. Sonra, Amerika'daki çoğu insan 'ağrıları, sızıları, rahatsızlıkları' ve "hastalık" dedikleri şey için doktorlara yöneliyor.
Doktor 'iltihabı, acıyı, artriti, baş ağrılarını ve hatta depresyonu' azaltmak için bir 'kimyasal reçete' karalıyor. Sizi zombi gibi hissettirecek 'lityum', kanınızı inceltecek 'aspirin ve fare zehiri' var. Karaciğerinizi mahvedecek 'öksürük şurubu' ve çocuklar için kimyasal gıda boyası içeren aspartam yüklü, 'ateş düşürücü sıvılar' var. Sonra herkes için 'pizzada, sandviçlerde ve çoğu ekmekte' bulunan 'glüten' var, vücudunuzda günlerce, haftalarca, bazen sonsuza dek çürüyen 'pestisitlerle' dolu. Şimdi ne olacak? Kanseri yemeyin. Bu "şimdi ne olacak". Onu 'yemeyin, içmeyin, cildinize sürmeyin' ve kesinlikle asla 'enjekte etmeyin'. (b)
İnek ve tavuk yiyen inekler ve tavuklar.. Deli insan hastalığı, temelde 'yamyamlık' olan 'deli dana hastalığı veya deli tavuk hastalığından ' kaynaklanabilir. CAFO'lardaki (sınırlı hayvan besleme operasyonları) hayvanların 'organik canlılar' olarak gerçek bir yaşamları yoktur ve yem alanlarını işleten şirketler tarafından, kendilerine verilen şeyleri yerler. Öğütülmüş hayvanlar, 'GM mısır unu, GM soya unu ve GM yonca' ile karıştırıldığında, 'herbisit zehiri ve patojenlerle' doludur. Bir düşünün. Kanserojenlerle dolu hayvanlar da 'kansere' yakalanıyor, bu yüzden insanlar onları yediğinde, kanser yiyorlar.
Peki bu insanlar 'depresyon, kaygı ve kafa karışıklığıyla' nasıl mücadele ediyor? Bu insanlar 'stresle' nasıl başa çıkıyor? 'Kaygı, depresyon, kafa karışıklığı ve intihar düşünceleri' gibi yan etkileri olan SSRI'lar veren doktorlar tarafından ilaçlanıyorlar. Neden? Pozitiflik için 'zihinsel kanalları bozuldu ve zehirlendi' ve şimdi hepsi Batı Tıbbı tarafından "tıkanacak".. SSRI'lar birçok trajedinin suçlusudur. Bunu değiştirmek için ne yapabiliriz? İlk önce yapmanız gerekenler: Geleneksel yiyecekler yemeyin! 'Taze, yerel ve organik' satın alın. 'Besinlerin, enzimlerin, vitaminlerin, minerallerin, süper gıdaların' vb. değerini anlayan bir naturopatik hekime gidin. Halk, 'GDO'lu yiyeceklerin, GDO'lu ilaçların ve GDO'lu aşıların ve grip aşılarının' gerçek tehlikeleri hakkında BİLGİLENDİRİLMEZ. Halk, reçeteli ilaçları tam olarak 'allopatik doktorları' tarafından, kendilerine söylendiği şekilde kullanan kişilerden kaynaklanan her yıl meydana gelen 'ölüm' sayısı hakkında BİLGİLENDİRİLMEZ." (79)
"Akıl Özgürlüğü Kalkan Programı: İnsanları Psikiyatrik Hapis ve Zorla Tedaviden Kurtarmak İçin Çalışıyor
"'Ne istediğimizin önemli olmadığı, bedenlerimiz hakkında bir başkasının seçim yapabileceği ve bu seçimle, hayatımızın geri kalanında yaşamak zorunda kalacağımız' söylendiğinde, yanımızda birinin olması için bir Akıl Özgürlüğü Kalkanı'na (MindFreedom Shield) ihtiyacımız var." —Sarah Price Hancock
David Russell'ın başlangıçta 31 Temmuz'da yapılması planlanan en son 'sanal sivil taahhüt inceleme' duruşması, sonunda 19 Ağustos'ta gerçekleşmeden önce yaz boyunca iki kez ertelenmişti. Duruşma başladığında, Zoom bekleme odasındaki katılımcılara 'sanal duruşma salonuna' giriş izni verildi. Bölge Mahkemesi Yargıcı Carmaine Sturino, sol üst köşeden başkanlık etti ve Russell'ın mahkeme tarafından atanan temsilcisi, sağ üst köşede göründü. Russell, taahhüt edildiği tesisten Zoom'a giriş yapmış, ikinci sıradaki dikdörtgen bir yeri işgal ediyordu ve bu durumdaki herhangi birinden beklenebileceği kadar gergin görünüyordu. Bu duruşma sırasında, Minnesota'lı 44 yaşındaki programcı, Rochester'daki Mayo Kliniği'nde '14 kez istemsiz elektrokonvülsif terapiye (ECT "electroconvulsive therapy")' tabi tutulmuştu ve 15. kez planlanmıştı. 19 Haziran'daki prosedürlerden birinin ardından potansiyel olarak 'ölümcül bir kan pıhtısı' geçirmesine rağmen, ECT, tüm yaz boyunca devam etti.
Russell'ın destekçileri, kendilerini "David'in Dostları" olarak yeniden adlandırarak bir dizi Zoom dikdörtgenini işgal ettiler. Uluslararası Akıl Özgürlüğü'nün (MFI "MindFreedom International") Kalkan (Shield) programındaydılar ve kendilerini "rızaları olmadan 'psikiyatrik müdahaleye maruz kalan bireylerin haklarını savunmak' için kamu kampanyaları düzenlediğimiz, gönüllü odaklı karşılıklı yardım ağı" olarak tanımlıyorlardı.
Mahkeme izleme hareketi ceza hukuku sisteminin, adaletsiz işleyişine ışık tuttuğu gibi, Shield aktivistleri de Russell'ınki gibi sanal duruşmalara 'sivil taahhüt sisteminin adaletsizliklerine' tanıklık etmek için katılıyor. Russell, son yirmi yıldır MFI'a Shield için ulaşan yüzlerce kişiden biri. Gönüllüler hakkında "Onlar iyi insanlar ve umursuyorlar" dedi. "Sivil veya hükümet olsun, 'ruh sağlığı sisteminin yeterli gerçek denetiminin olmadığını' düşünüyorum ve bu çok zarar veriyor." En son sıkıntıları 2022'de, ceza sisteminden medeni sisteme aktarılıp ayakta tedavi temelinde, 'nöroleptik ilaçlar alması' emredildiğinde başladı; mahkeme, 'olumsuz etkileri' nedeniyle bunu yapmayı reddettiğini belirtiyor. Daha sonra ilçe, onu Mayo Clinic'te tutmak için dilekçe verdi ve oradaki bir doktor, onu 'nöroleptiklerle zorla tedavi etme hakkı' için Jarvis dilekçesi olarak bilinen bir dilekçe verdi. Aynı yıl, Minnesota Temyiz Mahkemesi, eyaletin onu "kendisi için önemli bir tehlike" oluşturduğu gerekçesiyle medeni olarak hapsetme hakkını onayladı.
Russell, Ağustos ayındaki duruşmasında hazırladığı bir açıklamada, "Yardıma ihtiyacım olduğu veya akıl sağlığı sorunlarım olduğu konusunda hiçbir zaman aynı fikirde olmadım" dedi. "Bana dayatılan 'travmatik ve taciz edici sistem ve zararlı tedavilerle' aynı fikirde olmadım." Amerika'da Deli'ye (Mad in America), programı, 'yıllar önce ilgili konuları araştırırken çevrimiçi olarak keşfettiğini' söyledi. Geçtiğimiz yıl Güney Minnesota Katolik Yardım Kuruluşları tarafından denetlenen bir 'vasi-koruyuculuğa' zorlandığında ve ardından ilkbaharda 'zorunlu ECT tehdidiyle' karşı karşıya kaldığında, sert bir eylemde bulunması ve Kalkanını etkinleştirmesi gerektiğini hissetti. "Kaybedecek hiçbir şeyim yok çünkü hiçbir şey hakkında kesinlikle söz hakkım yok" dedi.
Kalkan Nasıl İşliyor? MFI'ı kuruluşundan 2013'e kadar yöneten David Oaks, Amerika'da Deli'ye (Mad in America), MFI yönetim kurulu üyesi Krista Erikson ile birlikte, yaklaşık 20 yıl önce, Uluslararası Af Örgütünün (Amnesty International) seçilmiş yetkilileri 'insan hakları ihlallerini durdurmak' için müdahale etmeye zorlayan kampanyalarından ilham alarak Kalkan programını başlattığını söyledi. "Düşüncemiz, mümkünse önceden kayıt yaptırmaktı, böylece gerçek bir tehdit ortaya çıkarsa Kalkanı hızla harekete geçirebiliriz" diye hatırlıyor Oaks. Programın karşılıklı yardım yaklaşımının merkezinde, kayıtlı kişilerin 'psikiyatrik zorbalığa' maruz kalabilecek diğerlerini destekleme sözü yer alıyor. Programın ayrıca, bölgelerinde ve eyaletlerinde 'sivil taahhüt emirlerinin' erişiminden kaçanlara 'güvenli limanlar' sağlamaya 'istekli bireylerden oluşan bir ağ' oluşturmaya çalıştığını söyledi. Böyle bir ağı sürdürmenin, devam eden lojistiği zorlu olsa da, 2006'da böyle başarılı bir çaba The Wall Street Journal'da belgelendi.
Bir Kalkan talebi geldiğinde, genellikle bir MFI gönüllüsü talep eden kişiyle mevcut koşulları hakkında bir görüşme yapar. Bazı durumlarda, kişi Kalkan etkinleştirilmeden önce serbest bırakılır. Birisi şu anda 'bir tesiste tutukluysa veya medeni taahhütle karşı karşıyaysa, gönüllü misilleme olasılığını veya durumunun kötüleşmesini' tartışacaktır. Oaks, "Birkaç kez, insanların 'misilleme' veya sahip oldukları birkaç hizmeti 'kaybetme' endişesi nedeniyle bir kampanya talep etmemeye karar verdiğini gördüm" dedi. Russell, "Hala misilleme konusunda endişeliyim" dedi. "Ancak en iyisini ummaya çalışacağım ve daha fazla ilgiyle daha fazla insanın, 'Hey, bu doğru değil. İnsanları, o kişiye istediğini yapmasını söyleyebilecek bir koruyucu-koruyucuyla birlikte kilitlemek pek insani değil'" diyeceğini umuyorum.
Bir diğer önemli husus gizliliktir. Shield'ın tasarımı, 'bağlı eylem uyarılarının e-posta listesindeki binlerce kişiye gönderilmesi ve ayrıca programın SSS (FAQ)'sine göre web sitesinde yayınlanması' göz önüne alındığında, doğası gereği herkese açıktır. Shield programı tarihsel olarak fonlanmamış ve büyük ölçüde küçük bir gönüllü grubu tarafından yürütülmektedir, bu nedenle yanıt verme kapasitesi ebedi bir zorluk olmuştur. Bu kısıtlamalar göz önüne alındığında, 'bir feragatname, bir Kalkan' talep eden herkese, garanti edilmediğini ve aynı şekilde başlatılan 'herhangi bir kampanyanın ölçeğinin organizatörlerin takdirine bağlı olduğunu' belirtir. Oaks, programın son yıllarda 30-50 Kalkan'ı etkinleştirdiğini ve sadece geçen yıl 10 kampanya başlattığını tahmin ediyor. Bu kampanyaların hedefleri, çeşitlilik gösteriyordu, ancak genellikle 'doktorların, zorunlu psikiyatrik müdahaleleri zorlamasıyla' başlıyor ve yönetimdeki üst düzeylere geçiyordu. Zyprexa Belgeleri kitabının yazarı, Psikiyatrik Haklar Hukuk Projesi'ni yöneten ve Kalkan koordinatörü olarak gönüllü çalışan avukat Jim Gottstein, Amerika'da Deli'ye (Mad in America) istemsiz tedaviyi sistem için "en az dirençli yol" olarak gördüğünü söyledi. "Çoğu zaman tüm bu kederi çekmek onlar için buna değmez ve bırakırlar. Shield'ın temel fikri budur: buna değmez hale getirmek.."
Russell'ın durumunda olduğu gibi, kampanyalar, ayrıca 'koruyucu-muhafızların kendilerini ve kuruluşlarını, ayrıca yerel ve eyalet düzeyindeki yasa koyucuları' hedef aldı. Oaks, Kalkan'ın geçmişteki ve günümüzdeki zaferlerini hatırlayarak, "Genellikle, birey bir miktar halk gücüne sahip olduğunda, muhalefetin oldukça hızlı bir şekilde teslim olduğu zamanlar olur" dedi. Temmuz ayında, Marcela Musgrove adına bir Kalkan kurulduktan saatler sonra Güney Carolina'daki 'istemsiz psikiyatrik gözaltından' serbest bırakıldı. MFI'nin web sitesine göre, Musgrove programın sonuca katkıda bulunduğuna inanıyor. Ve Mayıs ayında, Kalkan gönüllüleri, William Mahler'in Massachusetts'teki 'psikiyatrik gözaltından serbest bırakılmasında' kısmi bir rol üstlendiklerini iddia ettiler. Mahler, uyarı sayfasının yorumlar bölümünde, Zoom duruşmasına "William Mahler'i Serbest Bırakın" profil fotoğraflarıyla gelenleri öven coşkulu bir yanıt yayınladı. Destekçiler "yargıcı etkilemeye yardımcı oldu" diye yazdı. Russell'ın durumunda, sistem geri adım attı. 21 Haziran'da Gottstein ve MFI, Mayo Clinic'in avukatlarından birinin verdiği bir durdurma ve vazgeçme mektubuyla tokatlandı. Kalkan uyarısı, istemeden Russell'ın 'istem dışı ECT emirlerinin arkasındaki iki doktorun kişisel cep telefonu numaralarını' da içeriyordu. Avukat, "Gönderiniz sonucunda, gece yarısı gelenler de dahil olmak üzere, birden fazla taciz edici çağrı aldılar" diye yazdı. (....)
"Onlar Hakkında Unutmayacağız".. Gönüllülere ve fonlara sonsuz ihtiyaç duyan Kalkan programı, tıbbi-hukuk sisteminin Goliath'ına karşı bir Davut'tur ve kazandıkları ve kaybettikleri zaman, mümkün olduğunda insanları desteklemeye çalışır. Barnes, "İnsanların umursamayacağına güveniyorlar" dedi. Russell'ın davasında bugüne kadar çok az somut etki görülmesine rağmen şunları kaydetti: "Akıl Özgürlüğü (MindFreedom), orada sayıca olduğumuzu gösterebildi. David Russell'ın unutulmasına izin vermeyeceğiz. Bu, Kalkan'nın (Shield) önemli bir parçasıdır; insanlara onları unutmayacağımızı hatırlatmak." Russell, 19 Ağustos'taki inceleme duruşmasına verdiği tepkiyi Amerika'da Deli (Mad in America) ile e-posta yoluyla paylaştı: "Daha da kötüleşmediği için minnettarım, ancak içinde bulunduğum durumu bilmek beni umutsuzluğa sürüklüyor. Avukat, 'vasi/koruyucu ve ECT'nin bana verdiği zarar' hakkındaki tanıklığıma rağmen, şikayette bulunma yeteneğim tamamen göz ardı edildi ve reddedildi. Başından beri bunun böyle olacağını biliyordum."
Geleceği konusunda "korkudan deliye dönmüş" durumda ve hayatının "kontrolüne yeniden kavuşmak" ve "sürekli olarak aşırı yüksek dozda antipsikotik ilaç tehdidi altında" olmamak istiyor. "Gerçekten de en fazla bunu umut edebilirim" diye yazdı. Russell ayrıca kendi davasının ve buna benzer diğer davaların "sistemi daha iyi hale getirmeye yardımcı olabileceğini" ummaya devam ediyor. Bazen "birinin ruh sağlığı nedenleriyle yardıma ihtiyacı olduğunu" inkar etmiyor ve "Ben sadece bunun yapılış şekline katılmıyorum. Daha çok 'kapıyı kilitleyip, anahtarı atmak' gibi bir şey gibi görünüyor." diyor. Sağlayıcılar ve mahkemeler en son tıbbi ve yasal rehberliğe uyana kadar Price Hancock, "Ne istediğimizin önemli olmadığı, başka birinin 'hayatımızın geri kalanında yaşamak zorunda kalacağımız bedenlerimiz hakkında' bir seçim yapabileceği söylendiğinde, yanımızda birilerinin olması için Akıl özgürlüğü Kalkanı'na (MindFreedom Shield) ihtiyacımız var." dedi.
"Bireyin bedeninde, ömrünün geri kalanını yaşamak zorunda olan doktor veya hakim değil, hastadır." Yazar Leah Harris, The Huffington Post, Rooted in Rights, Disability Visibility Project, Mad in America, Milwaukee Journal-Sentinel ve Philadelphia Inquirer'da imzası bulunan bir yazar ve eğitimcidir.." (72)
'Psikiyatrik ilaçlar, hayal ettiğinizden daha tehlikelidir.' Eğer henüz size reçete edilmediyse, şanslı azınlıktan birisiniz. Siz veya sevdiğiniz biri psikiyatrik ilaç kullanıyorsa, umut var; ancak 'tehlikeleri ve riski, nasıl en aza indireceğinizi' anlamanız gerekir. Aşağıdaki genel bakış, çoğu 'haftalar içinde gelişmeye başlasa' da, 'uzun vadeli psikiyatrik ilaç tehlikelerine' odaklanmaktadır. Bunlar, yakın zamanda yayınladığım Psikiyatrik İlaç Çekilmesi (Psychiatric Drug Withdrawal) adlı kitabımda ve İkinci Baskı Psikiyatride Beyin Engelli Tedavileri (Brain-Disabling Treatments in Psychiatry) adlı tıbbi metnimde bilimsel olarak belgelenmiştir.
-Daha yeni veya atipik antipsikotik ilaçlar: 'Risperdal, Invega, Zyprexa, Abilify, Geodon, Seroquel, Latuda, Fanapt ve Saphris..'. Hem eski hem de yeni antipsikotik ilaçlar, birçok 'insan beyin taraması çalışmasında ve hayvan otopsisi çalışmasında', beynin küçülmesine (atrofi) neden olur. Özellikle daha yeni atipikler, 'yüksek kan şekeri, diyabet, yüksek kolesterol, obezite ve hipertansiyon' gibi iyi belgelenmiş bir metabolik sendroma neden olur. Ayrıca 'tehlikeli kalp aritmileri ve açıklanamayan ani ölüme' neden olurlar ve 'uzun ömürlülüğü' önemli ölçüde azaltırlar. Ayrıca, 'beyin hasarı ve biyokimyasal' bozulmalardan kaynaklanan büyük ölçüde 'kalıcı ve bazen sakatlayıcı ve ağrılı bir hareket bozukluğu olan tardif diskinezi' de dahil olmak üzere, Thorazine ve Haldol gibi eski ilaçların tüm sorunlarına neden olurlar.
Özellikle Risperdal, ancak diğerleri de 'genç erkek ve kızlarda, potansiyel olarak kalıcı meme büyümesine' neden olur. Antipsikotik ilaçların, zararlı uzun vadeli etkilerinin genel riski, bu incelemenin kapasitesini aşmaktadır. Antipsikotik ilaçların bırakılması, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde ezici 'duygusal ve nörolojik acıya ve psikoza' neden olabilir ve bazen 'tamamen bırakmayı' çok zor veya imkansız hale getirir. Muazzam risklerine rağmen, daha yeni antipsikotik ilaçlar artık çocuklarda 'anksiyete ve depresyondan, uykusuzluğa ve davranış sorunlarına' kadar her şeyi tedavi etmek için sıklıkla etiket dışı kullanılmaktadır. İki eski antipsikotik ilaç, Reglan ve Compazine, 'gastrointestinal sorunlar' için kullanılır ve küçük veya kısa süreli dozajlara rağmen, 'tardif diskinezi' dahil olmak üzere sorunlara neden olabilirler.
-Uyku ilacı kisvesi altında antipsikotik ilaçlar: 'Seroquel, Abilify, Zyprexa ve diğerleri...' Günümüzde birçok hastaya aslında 'çok tehlikeli antipsikotik ilaçlar aldıkları' söylenmeden, 'uykusuzluk ilaçları' veriliyor. Bu herhangi bir antipsikotikte olabilir ancak en sık 'Seroquel, Abilify ve Zyprexa' ile gerçekleşir. Hasta farkında olmadan 'antipsikotik ilaçların tüm tehlikelerine' maruz kalır.
-Antidepresan ve bipolar ilaçlar gibi görünen antipsikotik ilaçlar: 'Seroquel, Abilify, Zyprexa ve diğerleri...' FDA, 'antidepresanlarla birlikte depresyon tedavisinde, bazı antipsikotik ilaçları' takviye olarak onayladı. Sonuç olarak, hastalara genellikle "antidepresan" aldıkları yönünde yanlış bilgi verilirken, aslında 'daha yeni antipsikotik ilaçlardan' birini alıyorlar ve bu ilaçların potansiyel olarak feci yan etkileri var. Hastalar, antipsikotik bir ilaç olmasına rağmen '"bipolar" bir ilaç aldıkları' söylenerek benzer şekilde yanlış yönlendiriliyorlar.
-Antidepresanlar: 'Prozac, Paxil, Zoloft, Celexa, Lexapro ve Viibyrd' gibi SSRI'lar ve ayrıca 'Effexor, Pristiq, Wellbutrin, Cymbalta ve Vivalan...' SSRI'lar, muhtemelen en kapsamlı şekilde incelenmiş antidepresanlardır, ancak aşağıdaki gözlemler çoğu veya tüm antidepresanlar için geçerlidir. Bu ilaçlar, 'uzun vadeli ilgisizliğe ve yaşam kalitesinin kaybına' neden olur. SSRI'lar üzerine yapılan birçok çalışma, 'insanlarda beyin hücresi ölümüyle birlikte küçülme (atrofi) ve hayvan ve laboratuvar çalışmalarında, yeni anormal beyin hücrelerinin büyümesi gibi ciddi beyin anormallikleri' göstermektedir. Sıklıkla bir 'ilgisizlik sendromuna' neden olurlar -- hayatın birçok veya tüm yönlerine karşı genel bir 'motivasyon veya ilgi kaybı'. SSRI'lar sıklıkla 'geri döndürülemez işlev bozukluğuna ve cinselliğe, ilişkiye ve aşka karşı ilgi kaybına' neden olur. Tüm antidepresanlardan çekilme, 'depresyondan maniye ve intihardan şiddete' kadar çok çeşitli sıkıntı verici ve tehlikeli 'duygusal tepkilere' neden olabilir. Antidepresanlardan çekildikten sonra, bireyler genellikle kalıcı ve sıkıntı verici 'zihinsel ve nörolojik bozukluklar' yaşarlar. Bazı insanlar, 'antidepresan yoksunluğunu' o kadar sıkıntı verici bulurlar ki, ilaçları tamamen bırakamazlar.
-Benzodiazepin (benzos) kaygı giderici ilaçlar ve uyku yardımcıları: 'Xanax, Klonopin, Ativan, Valium, Librium, Tranxene ve Serax; Dalmane, Doral, Halcion, ProSom ve Restoril' uyku yardımcıları olarak kullanılır.. Benzolar, 'hafızayı ve diğer zihinsel kapasiteleri' bozar. İnsan çalışmaları, 'uzun süreli maruziyetten sonra sıklıkla atrofiye ve bunamaya' yol açtığını göstermektedir. Bu ilaçlara maruz kalan kişiler, yoksunluktan sonra 'hafıza ve bilişsel işlev bozukluğu, duygusal dengesizlik, kaygı, uykusuzluk ve kas ve nörolojik rahatsızlıklar' dahil olmak üzere birden fazla kalıcı sorun yaşarlar. Çoğunlukla ciddi şekilde kötüleşen 'kaygı ve uykusuzluk' nedeniyle, çoğu kişi 'bunları almayı bırakamaz ve kalıcı olarak bağımlı' hale gelir. Bu, sıklıkla yalnızca altı haftalık maruziyetten sonra gerçekleşir. Herhangi bir benzo uyku yardımcısı olarak reçete edilebilir, ancak 'Dalmane, Doral, Halcion, ProSom ve Restoril' bu amaçla pazarlanmaktadır.
-Benzo olmayan uyku yardımcıları: 'Ambien, Intermezzo, Lunesta ve Sonata..' Bu ilaçlar, 'hafıza ve diğer zihinsel sorunlar, bağımlılık ve ağrılı yoksunluk' gibi benzolara benzer sorunlara yol açar. Tehlikeli 'uyurgezerlik' de dahil olmak üzere birçok 'anormal zihinsel duruma ve davranışa' neden olabilirler. 'Beyin küçülmesi ve bunama' ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır, ancak benzolara benzerlikleri göz önüne alındığında bunlar olası sonuçlardır. Son çalışmalar, bu ilaçların, uyku için aralıklı kullanılsalar bile 'ölüm oranını' artırdığını ve 'yaşam yıllarını' aldığını göstermektedir.
- Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) için uyarıcılar: 'Adderall, Dexedrine ve Vyvanse amfetaminlerdir ve Ritalin, Focalin ve Concerta metilfenidattır...' Bu ilaçların hepsi çocuklar ve yetişkinler için benzer, hatta 'aynı uzun vadeli tehlikeler' oluşturur. İnsanlarda, birçok beyin taraması çalışması bunların, 'beyin dokusunda küçülmeye (atrofi)' neden olduğunu göstermektedir. Hayvan çalışmaları, 'beyinde devam eden biyokimyasal değişiklikler' göstermektedir. Bu ilaçlar, 'doğrudan bağımlılığa' yol açabilir veya daha sonraki yetişkinlikte, 'kokain ve diğer uyarıcıları kötüye kullanma riskini' artırabilir. 'Büyüme hormonu döngülerini' bozar ve çocuklarda 'kalıcı boy kaybına' neden olabilir. Son çalışmalar, bu ilaçları kullanan çocukların genellikle yaşam boyu 'birden fazla psikiyatrik ilaç kullanıcısı' haline geldiğini ve bunun sonucunda 'yaşam süresinin kısaldığını, psikiyatrik hastanede yatışın, cezai hapis cezasının, ilaç bağımlılığının ve intiharın arttığını ve yaşam kalitesinde genel bir düşüş olduğunu' doğrulamaktadır. Uyarıcılardan çekilme, 'kötüleşen davranış, depresyon ve intiharla' birlikte "çökmeye" neden olabilir. Strattera, DEHB'yi tedavi etmek için kullanılan daha yeni bir ilaçtır. Diğer uyarıcıların aksine, bağımlılık yapan bir amfetamin değildir, ancak o da 'tehlikeli derecede aşırı uyarıcı' olabilir. Strattera, uzun vadeli riskleri açısından, antidepresanlara daha çok benzer.
-Duygudurum dengeleyiciler: 'Lityum, Lamictal, Equetro ve Depakote...' Lityum en eski ve dolayısıyla en kapsamlı şekilde incelenendir. 'Depresyon ve nörolojik fonksiyon ve yaşam kalitesinde genel bir düşüş' de dahil olmak üzere 'kalıcı hafıza ve zihinsel işlev bozukluğuna' neden olur. "Geri döndürülemez lityum kaynaklı nörotoksisite sendromu" veya SILENT adı verilen feci bir yan ilaç etkisi olan demansla birlikte 'ciddi nörolojik bozulmaya' neden olabilir. Uzun süreli lityum maruziyeti ayrıca ciddi 'cilt rahatsızlıklarına, böbrek yetmezliğine ve hipotiroidizme' neden olur. Lityumdan çekilme, manik benzeri 'ataklara ve psikoza' neden olabilir. Depakote'un 'beyinde, anormal hücre büyümesine' neden olabileceğine dair kanıtlar vardır. Lamictal, cilt ve diğer organları ilgilendiren 'yaşamı tehdit eden hastalıklar' dahil olmak üzere birçok tehlikeye sahiptir. Equetro 'yaşamı tehdit eden cilt rahatsızlıklarına' neden olur ve 'enfeksiyonlardan ölüm riskiyle beyaz hücre üretimini' baskılar. Depakote, Lamictal ve Equetro'nun bırakılması 'nöbetlere ve duygusal sıkıntıya' neden olabilir.
Trajik gerçeği özetleyelim.. Çocukları ve yetişkinleri aylarca ve yıllarca 'herhangi bir psikiyatrik ilaca maruz bırakmanın muazzam trajedisiyle' yüzleşmenin zamanı geldi. Yeni videom bu riskleri tanıtıyor ve vurguluyor ve Psikiyatrik İlaç Çekilmesi adlı kitabım bunları ayrıntılı olarak açıklıyor ve bilimsel araştırmalarla belgeliyor. Tüm psikiyatrik ilaç sınıfları, 'aylarca veya yıllarca kullanıldığında, beyin hasarına ve kalıcı zihinsel işlev bozukluğuna' neden olabilir. Her sınıftaki birkaç bireysel ilaç için araştırma verileri eksik olsa da, aksi kanıtlanana kadar, 'beyin hasarı ve kalıcı zihinsel işlev bozukluğu' risklerinin, her bir psikiyatrik ilaç için geçerli olduğunu varsaymak ihtiyatlı ve en güvenli yoldur. Dahası, tüm psikiyatrik ilaç sınıfları, 'ciddi ve tehlikeli yoksunluk reaksiyonlarına' neden olur ve yine 'herhangi bir psikiyatrik ilacın, yoksunluk sorunlarına' neden olabileceğini varsaymak ihtiyatlı ve en güvenli yoldur.
Yaygın yanlış bilgi.. Psikiyatrik ilaçları bırakmada zorluk, 'yanlış bilgilendirilmiş' veya vicdansız sağlık uzmanlarının hastalara 'ilaçlarını hayatlarının geri kalanında almaları gerektiğini' söylemelerine yol açabilir, oysa gerçekte 'dikkatli bir şekilde, azaltmaları ve bırakmaları' gerekir. Psikiyatrik İlaç Bırakma'da (Psychiatric Drug Withdrawal) açıklandığı gibi, hastane dışında 'azaltma' genellikle 'terapi ve duygusal destek ve arkadaşlar' veya 'aile tarafından izleme' dahil olmak üzere 'psikolojik ve sosyal yardım' gerektirir. Bu arada, herhangi bir psikiyatrik ilacın, 'uzun vadede yararlı olduğuna' dair önemli veya ikna edici bir kanıt yoktur. Aylarca veya yıllarca psikiyatrik ilaç tedavisinin bilimsel temeli yoktur. Bu nedenle, risk-fayda oranı, riske karşı muazzam derecede dengesizdir.
Bilimsel temelli sonuçlar.. Mümkün olduğunca, psikiyatrik ilaçlar, dikkatli klinik gözetim ve Psikiyatrik İlaç Çekilmesi'nde açıklandığı gibi 'bir destek ağı' ile 'yatılı veya ayakta tedavi gören' bir hasta olarak azaltılmalı ve kesilmelidir. Sadece 'psikiyatrik ilaç almanın tehlikeli olmadığını', aynı zamanda 'onları bırakmanın da, tehlikeli olabileceğini' unutmayın. En güvenli çözüm, psikiyatrik ilaçlara başlamaktan kaçınmaktır! 'Duygusal acı ve bozulmaya' yönelik 'psikolojik, sosyal ve eğitimsel yaklaşımlara' geri dönme zamanı geldi.
Psikiyatrist Peter R. Breggin'in bilimsel ve eğitimsel çalışmaları, 'psikiyatrik ilaçlar ve elektrokonvülsif terapiye' yönelik modern eleştirilerin temelini oluşturmuştur. 'Daha şefkatli, empatik ve etkili terapilerin' teşvik edilmesinde öncülük etmektedir. En yeni kitabı 'Suçluluk, Utanç ve Kaygı: Olumsuz Duyguları Anlamak ve Üstesinden Gelmek'tir (Guilt, Shame and Anxiety: Understanding and Overcoming Negative Emotions). Web sitesi Breggin. com'dur. Yazar hakkında: Peter R. Breggin, MD, New York, Ithaca'da özel muayenehanede çalışan bir psikiyatristtir. Dr. Breggin, 'çağdaş psikiyatrinin teşhislere ve ilaçlara olan güvenini' eleştiriyor ve 'empatik terapötik ilişkileri' teşvik ediyor. Kendisine "Psikiyatrinin Vicdanı (Conscience of Psychiatry)" deniyor. Web sitesine (Breggin. com) adresinden ulaşabilirsiniz." (75)
***
**İlaç firmalarının, psikiyatristlere taktıkları ad: "İLAÇ FAHİŞELERİ"
"Antidepresan İlaç Dolandırıcılığı Ortaya Çıktı
Antidepresan ilaçlar bir aldatmaca mı? Gwen Olsen, Big Pharma'nın eski temsilcisidir. Yeni kitabı Bir RX İlaç Satıcısının İtirafları'nda (Confessions of an RX Drug Pusher), 'ilaç endüstrisinin ilaç tanıtımının ardındaki gerçeği' ortaya koyuyor. Washington Times'daki bu röportajda Bayan Olsen,"...Doktorların geçerli endişelerine karşı koymak için 'yanlış bilgilendirmeyi ve dezenformasyon yapmayı' öğreniyordum. 'Bu ilaç o hasta için kötü' veya 'Bu ilacın o ilaçla etkileşimine dikkat edin' demek için eğitilmedim. Olumsuz olarak algılanan her türlü bilgi, her zaman şekerle kaplanıyordu." diyor.
Peki ya psikiyatristler? Hiç önerilen ilaçları sorguladılar mı? Bayan Olsen, "Gerçekten dürüst olmamı mı istiyorsunuz? İlaç endüstrisi, psikiyatri mesleğiyle o kadar çok dalga geçiyor ki bu hiç komik değil. Aslında psikiyatristlerden 'ilaç fahişeleri' olarak bahsediyorlar. Onlara bu adı takmalarının sebebi, 'hiçbir şirkete veya ürüne sadakatleri olmaması', o sırada 'kendilerine kim ödeme yapıyorsa, ona sadakat göstermeleridir.'"
"Antipsikotik ilaçları satmak için aldığım ilk eğitimde, çoğu psikiyatristin 'neden bu kadar berbat olduklarını' anlamak için psikiyatri alanına girdiğini söylediler. Kesinlikle çok tuhaf kuşlar vardı! Yani evet, 'çok yüksek bir saygı' görmüyorlardı. Meslektaşlarım ve ben, onlara sanki 'alt sınıf' yarı-doktorlarmış gibi tepeden bakıyorduk. Çünkü bilimsel olarak 'hiçbir şey yapmadıklarını' biliyorduk, hepsi 'öznel teşhis' niteliğindeydi ve 'semptomların, üçüncü tarafça gözlemlenmesine' bağlıydı."
"Bu yüzden onlara ilaç satmak kolaydı. Çoğu psikiyatrist, o kadar ego odaklı ki, 'uygun satış konuşması' yapıldığında kelimenin tam anlamıyla her şeyi tavsiye ederlerdi!" Gwen Olsen, bu videoda, 'antipsikotik ilaç tedavisinin, antidepresan ilaç dolandırıcılığının korkunç trajedisine, trajik bir inandırıcılık' kazandırmasının ardından 'sevgili yeğeninin intiharının trajedisinin hikayesini' anlatıyor. Bayan Olsen açıklıyor;
"Yeğenime verdiğim bir sözdü - onun anısının lekelenmesine izin vermeyeceğim. İnsanlara ona 'gerçekte ne olduğunu' anlatacağım ve 'zihinsel veya genetik olarak engelli bir kişi' olarak hatırlanmayacağı. Bunun olmasına izin vermeyeceğim. Dışarıda [benzer bir durumda] binlerce ve binlerce insanın olduğunu ve 'bir sese ihtiyaç duyduklarını' fark ettim."
Bayan Olsen'ın ebeveynlere mesajı şudur: "İnsanların sözlerine göre hareket etmeyi bırakın - çocuklarınıza ilaç verme konusunda 'kendi özeninizi ve araştırmanızı' yapmaya başlayın. Unutmayın ki 'bir çocuğu büyütmek için bir köy yetmez, onu korumak için de bir köy gerekir.' Hepimiz üzerimize düşeni yapmalıyız!" Bayan Olsen, otoriter bir konumdan, 'antidepresan ilaçların gerçekten bir aldatmaca olduğunu' cesurca göstermiştir. Aslında, bunlar Büyük İlaç Şirketleri için para kazanmaktan başka bir şey değildir." (52)
"Antidepresan İlaç Dolandırıcılığı Ortaya Çıktı
Antidepresan ilaçlar bir aldatmaca mı? Gwen Olsen, Big Pharma'nın eski temsilcisidir. Yeni kitabı Bir RX İlaç Satıcısının İtirafları'nda (Confessions of an RX Drug Pusher), 'ilaç endüstrisinin ilaç tanıtımının ardındaki gerçeği' ortaya koyuyor. Washington Times'daki bu röportajda Bayan Olsen,"...Doktorların geçerli endişelerine karşı koymak için 'yanlış bilgilendirmeyi ve dezenformasyon yapmayı' öğreniyordum. 'Bu ilaç o hasta için kötü' veya 'Bu ilacın o ilaçla etkileşimine dikkat edin' demek için eğitilmedim. Olumsuz olarak algılanan her türlü bilgi, her zaman şekerle kaplanıyordu." diyor.
Peki ya psikiyatristler? Hiç önerilen ilaçları sorguladılar mı? Bayan Olsen, "Gerçekten dürüst olmamı mı istiyorsunuz? İlaç endüstrisi, psikiyatri mesleğiyle o kadar çok dalga geçiyor ki bu hiç komik değil. Aslında psikiyatristlerden 'ilaç fahişeleri' olarak bahsediyorlar. Onlara bu adı takmalarının sebebi, 'hiçbir şirkete veya ürüne sadakatleri olmaması', o sırada 'kendilerine kim ödeme yapıyorsa, ona sadakat göstermeleridir.'"
"Antipsikotik ilaçları satmak için aldığım ilk eğitimde, çoğu psikiyatristin 'neden bu kadar berbat olduklarını' anlamak için psikiyatri alanına girdiğini söylediler. Kesinlikle çok tuhaf kuşlar vardı! Yani evet, 'çok yüksek bir saygı' görmüyorlardı. Meslektaşlarım ve ben, onlara sanki 'alt sınıf' yarı-doktorlarmış gibi tepeden bakıyorduk. Çünkü bilimsel olarak 'hiçbir şey yapmadıklarını' biliyorduk, hepsi 'öznel teşhis' niteliğindeydi ve 'semptomların, üçüncü tarafça gözlemlenmesine' bağlıydı."
"Bu yüzden onlara ilaç satmak kolaydı. Çoğu psikiyatrist, o kadar ego odaklı ki, 'uygun satış konuşması' yapıldığında kelimenin tam anlamıyla her şeyi tavsiye ederlerdi!" Gwen Olsen, bu videoda, 'antipsikotik ilaç tedavisinin, antidepresan ilaç dolandırıcılığının korkunç trajedisine, trajik bir inandırıcılık' kazandırmasının ardından 'sevgili yeğeninin intiharının trajedisinin hikayesini' anlatıyor. Bayan Olsen açıklıyor;
"Yeğenime verdiğim bir sözdü - onun anısının lekelenmesine izin vermeyeceğim. İnsanlara ona 'gerçekte ne olduğunu' anlatacağım ve 'zihinsel veya genetik olarak engelli bir kişi' olarak hatırlanmayacağı. Bunun olmasına izin vermeyeceğim. Dışarıda [benzer bir durumda] binlerce ve binlerce insanın olduğunu ve 'bir sese ihtiyaç duyduklarını' fark ettim."
Bayan Olsen'ın ebeveynlere mesajı şudur: "İnsanların sözlerine göre hareket etmeyi bırakın - çocuklarınıza ilaç verme konusunda 'kendi özeninizi ve araştırmanızı' yapmaya başlayın. Unutmayın ki 'bir çocuğu büyütmek için bir köy yetmez, onu korumak için de bir köy gerekir.' Hepimiz üzerimize düşeni yapmalıyız!" Bayan Olsen, otoriter bir konumdan, 'antidepresan ilaçların gerçekten bir aldatmaca olduğunu' cesurca göstermiştir. Aslında, bunlar Büyük İlaç Şirketleri için para kazanmaktan başka bir şey değildir." (52)
"Antidepresanların Güvenliğine İlişkin Bilgiler Saklandı
Raporlar, 'antidepresanların güvenliğiyle ilgili hayati bilgilerin, ilaç şirketleri tarafından gizlendiğini' gösteriyor.. Florida'daki Vatandaşlar İnsan Hakları Komisyonu (CCHR "Citizens Commission on Human Rights") bölümü, 'klinik çalışmalarla ilaç bağlarını' ortaya koyan raporlara dayanarak, 'antidepresanların etkileri ve potansiyel riskleri konusunda tıbbi topluluktan ve halktan, 'hayati bilgilerin' saklanmasından' endişe duyuyor. Bu ilaç sınıfı, 12 yaş üstü Amerikalıların onda birinden fazlasının, yani 'nüfusun %11'inin, antidepresan kullandığı, en sık reçete edilen ilaçlardan biri ve aynı zamanda en karlı olanlardan' biri. Müttefik Pazar Araştırması'na göre (Allied Market Research), 'küresel antidepresan ilaç pazarı, 2017'de 14,11 milyar dolardı ve 2023'e kadar 15,98 milyar dolara' ulaşması bekleniyor.
Diane Stein CCHR Florida, "İlaç şirketi çalışanları tarafından yazılan çalışmalarda, ilaçlar hakkında 'olumsuz ifadeler' içerme olasılığının, diğer çalışmalara göre '22 kat daha az olduğu' gerçeğini destekleyen kanıtlar var." dedi. Antidepresanların 'olası yan etkileri ve istenmeyen reaksiyonları', uzun bir listeye sahiptir ve raporlar, özellikle çocukları ve ergenleri ilgilendiren 'bu güvenlik sorunlarına ilişkin önemli bilgilerin, ilgili ilaç şirketleri tarafından gizlendiğini' göstermektedir.
Bilimsel Amerika'nın (Scientific America) ele aldığı gibi, bu durum ergenler ve çocuklar söz konusu olduğunda acı verici bir şekilde doğruydu: "İlaç şirketleri, yeni bir ilacın onayı için başvururken ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA "Food and Drug Administration") ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA "European Medicines Agency") gibi düzenleyici otoritelere gönderilen ayrıntılı belgeler olan klinik çalışma raporlarında, 'ciddi zararın' tam kapsamını sunmuyordu.
Araştırmacılar, iki yaygın antidepresan türü olan seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI "selective serotonin reuptake inhibitors") ve serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI "serotonin and norepinephrine reuptake inhibitors") ile ilgili 70 çift kör, plasebo kontrollü denemeden alınan belgeleri incelediler ve 'bu ilaçları kullanan çocuk ve ergenlerde, 'intihar düşüncelerinin ve saldırgan davranışların' iki katına çıktığını' buldular."
Depresyona Saldırı.. Antidepresanların 'beyin kimyasallarını değiştirerek, depresyonu hafifletmesi' gerekiyor. Sorun şu ki 'depresyon, kimyasalları değiştirerek basitçe dengelenebilen' bir kimyasal formül değil. Aslında, 'ruhsal hastalığın, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı' fikri bir efsanedir. Aksine, depresyon, 'yaşam tarzı, ilişkiler' ve ilaçların çözemediği 'başa çıkma becerileri' gibi 'biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörlerden' kaynaklanır. "Bazı kişilerde antidepresan tedavisinin 'depresyonda azalma yerine, artışa neden olma' tehlikesi vardır. Aslında, FDA ABD'deki tüm depresyon ilaçlarının, çocuklarda ve genç yetişkinlerde 'artan intihar riski' hakkında bir uyarı etiketi içermesini şart koşmaktadır. İntihar riski özellikle tedavinin ilk bir veya iki ayında yüksektir."
Kronik Depresyon.. Durumu daha da kötüleştiren şey, 'antidepresan ilaçların yan etkisi olan tardif disfori (TDP "tardive dysphoria")' olarak keşfedilmesidir. Bu, "devam eden, kalıcı antidepresan tedavisi ortamında başlayan kronik, sıklıkla tedaviye dirençli, depresif durum" olarak tanımlanır ve 'antidepresan tedavisinin kendisinin, 'kronik depresif sendroma' katkıda bulunabileceğine' inanmak için nedenler vardır. Örneğin, çok sayıda gence, 'antidepresan' reçete ediliyor ve alıyor. Bunları alan gençlerin sayısı yaklaşık yüzde dokuzdur. Beyinlerinin, 'bu ilaçlara karşı "karşıt tolerans" yaratacağı' belirlenmiştir. "Bu gençlerin yüzde kaçı, ilaç kaynaklı 'tardif disforiye' yakalanacak ve böylece ömür boyu 'kronik depresyon' yaşayacak?"
Kötüleşme Potansiyeli.. Psikoterapi ve Psikosomatik'in editörü olan İtalyan psikiyatrist Giovanni Fava bu alanda öncü olmuştur ve şöyle demiştir: “AD'nin (antidepresan ilaçlar) iatrojenik etkileriyle ilgili büyük ölçüde spekülatif bir hipotezin, formüle edilmesinden 26 yıl sonra, incelediğim kanıtlar, bu ilaçların kullanımının, bireysel vakalarda 'ruh hali ve anksiyete bozukluklarının', uzun vadeli sonuçlarını 'kötüleştirme potansiyeline' sahip olabileceğini göstermektedir.”
İlaç Şirketleri Tarafından Lekelenen Çalışmalar.. Bu bilginin hem tıp uzmanları hem de halk tarafından bilinmemesi ve anlaşılmamasının nedeni, ilaçların kendisi kadar tartışmalıdır. 'Antidepresanlar, depresyona neden olur' ve bunun halk arasında bilinmemesinin tek nedeni, 'ilaç şirketlerinin, bu verileri gizli tutmasıdır.' Birçok 'antidepresan çalışmasının', ilaç şirketlerinin etkisiyle 'lekelendiği' bulunmuştur. "Klinik antidepresanları değerlendiren çalışmalara ilişkin bir inceleme, 'gizli çıkar çatışmaları ve kurumsal ilaç üreticileriyle finansal bağlar' olduğunu göstermektedir."
CCHR, ilaç üreticilerinden şeffaflık talep ediyor ve bu ilaçları reçete eden psikiyatristlerin halka 'gerçek, açık ve bilgilendirilmiş onay' vermesini istiyor. 'Psikiyatrik ilaç yan etkileri' hakkında daha fazla bilgi edinmek veya 'psikiyatrik kötüye kullanımı' bildirmek için lütfen cchrflorida. org adresini ziyaret edin veya 1-800-782-2878 numaralı telefonu arayın." (69)
"Antidepresanların Gizli Zararları
Klinik deneylerin derinlemesine analizi, 'intihar girişimleri ve agresif davranışlar' da dahil olmak üzere 'olumsuz yan etkilerin, yaygın olarak eksik bildirildiğini' ortaya koymaktadır.. Antidepresanlar piyasadaki en yaygın reçeteli ilaçlardan bazılarıdır. Ulusal Sağlık İstatistikleri Merkezi'nin 2011 tarihli raporuna göre, 12 yaş üstü 10 Amerikalıdan birinden fazlası (yaklaşık %11'i) bu ilaçları kullanıyor. Yine de, son raporlar 'bu ilaçların güvenliğiyle ilgili önemli verilerin (özellikle çocuklar ve ergenler için riskleri), tıp camiasından ve halktan saklandığını' ortaya koydu.
Geçtiğimiz hafta BMJ'de (British Medical Journal "İngiliz Tıp Dergisi") yayınlanan en son ve en kapsamlı analizde, Kopenhag'daki Nordic Cochrane Merkezi'ndeki bir grup araştırmacı, ilaç şirketlerinin, yeni bir ilacın onayı için başvururken ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve Avrupa İlaç Ajansı (EMA) gibi düzenleyici otoritelere gönderilen ayrıntılı belgeler olan 'klinik çalışma raporlarında, ciddi zararın tam kapsamını sunmadıklarını' gösterdi. Araştırmacılar, iki yaygın antidepresan türü olan seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI) ve serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI) ile ilgili 70 çift kör, plasebo kontrollü denemeden alınan belgeleri incelediler ve 'bu ilaçları kullanan çocuk ve ergenlerde, 'intihar düşünceleri ve agresif davranış' sıklığının iki katına çıktığını' buldular.
Çatışmalarla dolu.. Bu makale, antidepresan denemeleriyle ilgili raporlardaki 'çıkar çatışmalarıyla' ilgili rahatsız edici suçlamaların hemen ardından geldi. Geçtiğimiz Eylül ayında Klinik Epidemiyoloji Dergisi'nde (Journal of Clinical Epidemiology) yayınlanan bir çalışma, 'antidepresan çalışmalarının, meta analizlerinin üçte birinin, ilaç çalışanları tarafından yazıldığını ve bunların ilaç hakkında 'olumsuz ifadeler' içerme olasılığının diğer meta çalışmalara göre 22 kat daha az olduğunu' ortaya koydu. Aynı ay başka bir araştırma grubu, GlaxoSmithKline tarafından finanse edilen 2001 tarihli Paxil klinik çalışması olan Çalışma 329'dan alınan verileri yeniden analiz ettikten sonra, 'ergenlere yönelik 'abartılı etkinlik ve açıklanmayan zararlar' ortaya çıkardıklarını' bildirdi.
Dergi makalelerinde olumsuz sonuçların 'seçici bir şekilde raporlanması' nedeniyle, en son BMJ çalışmasındaki araştırmacılar, denemeler hakkında daha ayrıntılı bilgiler içeren klinik çalışma raporlarına yöneldi. 'En yararlı bilgilerin bir kısmının, eklerde gömülü bireysel hasta listelerinde olduğunu' keşfettiler. Örneğin, raporda “duygusal sorumluluk” veya “kötüleşen depresyon” olarak sunulan 'intihar girişimlerini' ortaya çıkardılar. Ancak bu bilgi, 70 denemeden yalnızca 32'si için mevcuttu. “Eklerin çoğunun genellikle yalnızca yetkililere talep üzerine sunulduğunu ve yetkililerin bunları hiçbir zaman talep etmediğini bulduk” diyor Cochrane'de doktora öğrencisi ve çalışmanın baş yazarı Tarang Sharma. “Aslında, tam verilere sahip olsaydık gerçek durumun ne kadar kötü olacağı konusunda biraz korkuyorum.”
“[Bu çalışma] antidepresanların tam zarar derecesinin bildirilmediğini doğruluyor” diyor çalışmaya dahil olmayan University College London'da psikiyatrist ve araştırmacı olan Joanna Moncrieff. “Yayınlanmış literatürde bildirilmiyorlar, bunu biliyoruz ve düzenleyicilere giden ve lisanslama kararlarının temelini oluşturan klinik çalışma raporlarında düzgün bir şekilde bildirilmiyorlar.”
Kara kutuyu açmak.. Klinik araştırma raporlarına erişim sağlamak kolay bir iş değil. Cochrane'de klinisyen araştırmacı ve yakın tarihli çalışmanın ortak yazarlarından biri olan Peter Gøtzsche, 2007'de EMA'dan antiobezite hapları için bu dosyaları almaya yönelik ilk girişimi yaptı. Gøtzsche, “EMA bu raporları bize açıkça reddetti.” diyor. “Bu raporlarda ticari olarak gizli hiçbir şey olmamasına rağmen 'ticari gizlilikten' bahsettiler. Tüm bu gizliliğin aslında 'insan hayatına mal olduğunu' açıkladık, ancak onlar bununla hiç ilgilenmediler.”
Araştırma ekibi ancak üç yıl sonra, Avrupa Parlamentosu tarafından Avrupa Birliği kurumlarına karşı iddiaları araştırmak üzere seçilen bir kişi olan Avrupa Ombudsmanına yapılan çok sayıda talep ve şikayetten sonra nihayet belgeleri aldı. Bu davanın ardından EMA, klinik denemeyle ilgili belgelere kamu erişimini genişleteceğini duyurdu. Gøtzsche'ye göre, 2010 yılında Avrupa'da bu atılımı elde etmeyi başarmış olsalar da, bu henüz ABD'de gerçekleşmedi. "Amerika'nın gerçekten ihtiyacı olan şey bir ombudsman" diyor.
Araştırmacıların, endüstri etkisinden etkilenmeden değerlendirmeler yapmak için 'klinik deneylerden gelen verilere' daha iyi erişime ihtiyaçları olduğunu söylüyor Gøtzsche. "Hastalar, 'bilime fayda sağlamak' için gönüllü olduklarında ve daha sonra ilaç şirketlerinin 'ham verilere erişemeyeceğimize karar vermelerine' izin verdiğimizde, bu son derece etik dışıdır. İlaçların test edilmesi kamusal bir girişim olmalıdır."
Yeniden değerlendirme zamanı mı? Birçok önceki çalışma, 'antidepresan kullanımıyla artan intihar düşüncelerini' bulduğundan, 2004 yılında FDA bu ilaçlara bir kara kutu uyarısı verdi -en ciddi tehlikeler için ayrılmış bir etiket- ve EMA da benzer uyarılar yayınladı. Ancak 'saldırganlık riskleri' hakkında hiçbir etiket yok. Yayınlanmış vaka çalışmaları da dahil olmak üzere geçmişte 'düşmanca davranışla' ilgili ipuçları bulunmuş olsa da, geçen haftaki BMJ çalışması, 'çocuklarda ve ergenlerde saldırgan davranışta artışı' belgeleyen ilk büyük ölçekli çalışmaydı.
Moncrieff, "Bu, Amerika'daki ve faillerin 'sıklıkla antidepresan kullandığı diğer yerlerdeki okul saldırıları' hakkındaki tartışmada açıkça önemlidir" diyor. Bu ilaç sınıfının artıları ve eksileri hakkında sorular ortaya çıkaran diğer araştırmalarla birlikte ele alındığında - 'antidepresanların, plasebodan yalnızca biraz daha iyi olduğunu' öne süren çalışmalar dahil - bazı uzmanlar yeniden değerlendirmenin zamanının geldiğini söylüyor.
Moncrieff, "Benim görüşüme göre antidepresanların etkili olduğuna dair gerçekten yeterince iyi kanıtımız yok ve zararlı olabileceklerine dair artan kanıtlar var." diyor. "Bu yüzden tersine dönmemiz ve [bunları] reçete etme eğilimini durdurmamız gerekiyor."" (70)
"Tam bir ilaç şarlatanlığı: Antidepresanlar neredeyse her şey için reçete ediliyor... hatta işe yaramadıkları durumlar için bile
İsimleri tek amaçlarının 'depresyon tedavisi' olduğunu ima etse de, 'doktorların, çeşitli diğer tıbbi sorunlar için de antidepresanlar reçete ettiği' ortaya çıktı. Aslında, yakın zamanda yapılan bir Kanada araştırması, Quebec doktorları tarafından son on yılda yazılan 'antidepresan reçetelerinin yarısından biraz fazlasının depresyon için olduğunu' buldu. Bu da şu soruyu akla getiriyor: Antidepresan reçetelerinin yaklaşık %50'si ne içindi? Antidepresanlar ayrıca 'uykusuzluk, fibromiyalji, obsesif-kompulsif bozukluklar, kronik ağrı, migren ve panik bozuklukları' için rutin olarak verilir. Ancak doktorlar, bunları tedavi etmeleri 'onaylanmamış bir dizi "etiket dışı" durum için' de reçete ederler. Araştırmacılar, depresyon dışındaki sorunlar için yazılan 'antidepresan reçetelerinin üçte ikisinin, etiket dışı - ve dolayısıyla onaylanmamış - amaçlar için yazıldığını' keşfettiler. Bu, 'ABD'de antidepresan kullanımının, 1988-1994 ve 2005-2008 yılları arasında neden %400 oranında arttığını' açıklamaya yardımcı olabilir. Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri, 'yetişkinlerin ve gençlerin %11'inin, artık antidepresan kullandığını' bildiriyor, bu nedenle bu küçük bir sorun olmaktan çok uzak.
Uzmanlar arasında endişeye yol açan etiket dışı reçeteler.. Daha da kötüsü, doktorlar bu reçeteleri körü körüne yazıyor ve bunların 'etiket dışı rahatsızlıklara yardımcı olabileceğine' dair hiçbir kanıt yok. Doktorların, insanlara 'işe yaradığı kanıtlanmamış ilaç' reçete etmesi fikri gerçekten de yutulması zor bir hap. McGill Üniversitesi epidemiyoloji ve biyoistatistik profesörü Robyn Tamblyn şunları söyledi: "Burada endişe verici olan şey, 'depresyon dışındaki rahatsızlıklar' için reçete yazarken, bunların genellikle 'fibromiyalji ve migren' gibi 'ilacın etkili olup olmayacağının bilinmediği endikasyonlar' için olmasıdır, çünkü hiç çalışılmamıştır."
Tamblyn ve bir grup meslektaşı, çalışmalarında 2006 ile 2015 yılları arasında Quebec'te 'birincil bakım doktorlarının, elektronik tıbbi kayıtlarını' inceledi. Bu süre zarfında, reçete edilen 'antidepresanların, yalnızca %55'i depresyon' içindi. İncelenen 100.000'den fazla antidepresan reçetesi arasında, '%18,5'i anksiyete bozuklukları, %10'u uykusuzluk, %6'sı kronik ağrı ve %4'ü panik bozuklukları' içindi. 'Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, menopoz, migren ve sindirim sorunları' gibi belirtilen durumların birçoğu 'onaylanmamış kullanımları' temsil ediyordu. Hatta bazı doktorlar bunları 'PMS, cinsel işlev bozukluğu, bulimia ve idrar sorunları' için bile reçete etti.
Antidepresanların aşırı reçetelenmesi, olası sonuçları göz önüne alındığında tamamen sorumsuzca.. İnsanlara "mutluluk hapları" vermenin 'hiçbir zararı olmayacağına' inanmak cazip gelebilirken, gerçeklerden bu kadar uzak bir şey olamaz - gerekli olsunlar ya da olmasınlar. Antidepresanların oldukça korkutucu yan etkileri vardır ve 'kalp hastalığı, meme kanseri ve tip 2 diyabet' riskini artırırlar. Olabilecek en kötü şey nedir? 'Baş ağrısı ve hazımsızlık' gibi yan etkiler her şeyden daha fazla can sıkıcı olsa da, 'bu ilaçlar, intiharla da ilişkilendirilmiştir' ve 'birden fazla toplu katliamcı, antidepresan' kullanmıştır. İşte tam da bu yüzden antidepresan kullanımı, 'en uç depresyon vakalarında ve yalnızca doğal tedavi yöntemleri başarısız olduğunda' kullanılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü yakın zamanda Avrupa Nöropsikofarmakoloji Dergisi'nde yayınlanan ve 2005 ile 2012 yılları arasında birçok ülkede 'gençler arasında antidepresan kullanımının önemli ölçüde arttığını' gösteren araştırmaya yanıt verdi.
DSÖ Ruh Sağlığı Direktörü Dr. Shekhar Saxena, 'etiket dışı kullanımın özellikle endişe verici olduğunu' söyledi: "Bunlar gençler arasında 'denenmemiş, yaygın olarak kullanılması için hiçbir gerekçesi olmayan' ilaçlardır. Yasal düzenlemeler ve mesleki yönergeler vardır ve ilaçların 'etiket dışı kullanımı' çoğu zaman ikisini de aşar. Bu, Dünya Sağlık Örgütü'nün çok endişe duyduğu bir şeydir." Elbette, 'ilaç şirketleri, baskılarını esasen kontrolsüz bir şekilde' uygulamaya devam ettiği sürece, doktorlar tarafından yazılan 'antidepresan reçetelerinin sayısının, azalmaktan ziyade artma olasılığı' yüksektir. Belki de bu salgının en endişe verici yönü, birçok sorunun 'düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme, meditasyon ve doğayla daha fazla zaman geçirme' gibi yaşam tarzı değişiklikleriyle hafifletilebilmesi yerine, doktorların bu hapları dağıtmasıdır.." (78)
İlaçların güvenli veya etkili olduğu 'kanıtlanmamış rahatsızlıklar' için ilaçlanıyorlar - bazı durumlarda, bilinen olası bir sonuç olarak ölüm var. İlaç şirketleri için fayda soğuk kâr. Antipsikotikler yılda yaklaşık 14 milyar dolar getiriyor. 'Geodon, Zyprexa, Seroquel, Abilify ve Risperdal' gibi sözde "atipik" veya "ikinci nesil" antipsikotikler piyasadaki diğer tüm ilaç sınıflarından daha fazla para kazanıyor ve dolar bazında Amerika'da en çok satan ilaçlar. Bu ilaçlar öncelikle nüfusun %3'ünü etkileyen 'şizofreni ve bipolar bozukluğu' tedavi etmek için onaylanmış olsa da, 2010 yılında atipik antipsikotikler için 56 milyon reçete yazılmıştır. Bu hafta Amerikan Psikiyatri Birliği toplantısında yaptığı bir sunumda, Connecticut'taki Burlingame Psikiyatri Araştırma Merkezi müdürü Dr. John Goethe, 'son 10 yılda psikiyatri hastanelerinde yatan 5 ila 12 yaş arasındaki tüm çocukların yarısından fazlasına antipsikotik reçete edildiğini ve bu reçetelerin %95'inin, ikinci nesil antipsikotikler için olduğunu' bildirdi. Bu çocukların çoğu, ilaçların faydalı olduğu gösterilen bir rahatsızlığa sahip değildi: Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB /PTSD "post-traumatic stress disorder") olan gençlerin %44'ü ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB /ADHD "attention deficit hyperactivity disorder") olan çocukların %45'i bu ilaçlarla tedavi edildi.. Daha fazlası (a)" (53) (....)
(Savunmasızları Uyuşturmak: Çocuklarda ve Yaşlılarda Atipik Antipsikotikler..) "(....) Farmakolojik olarak, DEHB (ADHD) reçeteleri hiçbir anlam ifade etmiyor: FDA tarafından onaylanan ilaçlar, 'nörotransmitter dopamin seviyelerini' yükseltirken, antipsikotikler 'tam tersini yaparak' onları düşürüyor.' Goethe ayrıca, 'çocukların ve gençlerin, antipsikotik ilaç reçeteleri içeren ofis ziyaretlerinin sayısının, 1993'ten 2002'ye %600 arttığını' gösteren başka bir çalışmaya da dikkat çekti. Houston'daki Çocuk Travması (ChildTrauma) Akademisi'nde kıdemli üye olan Dr. Bruce Perry, "Bu verilerde bariz ikinci nesil önyargısı çok belirgin, aynı şekilde PTSD ve DEHB gibi güvenli veya etkili tedaviler olduğuna dair 'kontrollü bir kanıt bulunmayan endikasyonlar' için antipsikotiklerin irrasyonel kullanımı da öyle" diyor. Durum, devlet tarafından işletilen gençlik tutukevlerinde de benzerdir. Geçtiğimiz hafta sonu Palm Beach Post'un yaptığı bir ifşa, antipsikotiklerin, Florida Çocuk Adaleti Dairesi (DJJ "Department of Juvenile Justice") tarafından 'satın alınan en önemli ilaçlar' arasında olduğunu ve çocuklarda çoğunlukla 'hükümet tarafından onaylanmayan nedenlerle kullanıldığını' ortaya koydu — örneğin uykusuzluk veya kaygı. Post şunları bildirdi: "Örneğin, 2007'de DJJ, ibuprofen'den iki kat daha fazla Seroquel satın aldı. Genel olarak, 24 ayda, departman devlet tarafından işletilen hapishanelerde ve çocuk evlerinde kullanılmak üzere 326.081 tablet Seroquel, Abilify, Risperdal ve diğer antipsikotik ilaç satın aldı. Bu, günde 2.300'den fazla erkek ve kız çocuğunun tutulamadığı hapishanelerdeki ve programlardaki çocuklara, iki yıl boyunca, haftada yedi gün, günde 446 hap dağıtmak için yeterlidir."
Post'un bildirdiğine göre, devlet tarafından hapsedilmiş çocukları değerlendirmek üzere işe alınan psikiyatristler arasında, 'yaklaşık üçte biri, ilaç şirketlerinden para aldı.' Bu 17 psikiyatrist antipsikotik reçetelerinin %54'ünü yazdı; bu tür ödemeleri almayan 35 doktor geri kalanını yazdı. Başka bir deyişle, hepsi 'ilaç şirketleri tarafından ödenen doktorların' üçte biri, eyaletin kilit altındaki gençleri için 'tüm antipsikotik reçetelerinin yarısından fazlasını' yazdı. Evlat edinilmiş çocuklara ilişkin istatistikler de aynı derecede endişe vericidir. Evlat edinilmiş gençlerin, Medicaid'deki benzer düşük gelirli gençlere göre 'ilaç alma olasılığı, üç kat daha fazla' olmakla kalmıyor, aynı zamanda yarısından fazlası antipsikotiklerle tedavi ediliyor. Bu çocukların hepsinin veya çoğunun, hükümet tarafından antipsikotiklerin tedavi için 'onaylandığı bir rahatsızlığı olması' olası değildir. Antipsikotik ilaçların 'gereksiz yere kullanılmasıyla' ilgili sorunlardan biri de ciddi, bazen 'geri döndürülemez hasara' yol açabilmeleridir. Atipik antipsikotikler 'kilo alımıyla' ilişkilidir ve kullanıcıların 'Tip 2 diyabet' riskini iki katına çıkarabilir. Son araştırmalar ayrıca bunların 'beyni küçültebileceğini' ve bebeklik dönemi dışında beynin, 'herhangi bir zamandan daha fazla büyüdüğü ergenlik yıllarında, beyin gelişimini nasıl etkilediklerine' dair çok az veri olduğunu ileri sürüyor. Gerçekten de gençler, ilaçların en kötü yan etkilerine (ölüm olasılığı hariç) diğer gruplardan daha savunmasızdır.
Perry, "Çocuklarda ve ergenlerde antipsikotik ilaç kullanımının çoğunluğu, etkililik ve güvenlik konusunda güvenilir kanıtların bulunduğu birkaç yaş grubu veya durumla sınırlı değildir" diyor. "Mantıksız reçete yazanların kötü alışkanlıklarını değiştirmelerini beklemek için hiçbir neden yok." Pek çok uzmanın, doktorların antipsikotikleri "sorumlu ve dikkatli bir şekilde" reçete etmeye başlamaları durumunda -yani, etkililik verilerinin 'eksikliğini ve zarar kanıtlarını' göz önünde bulundurarak- 'çocuklarda reçete oranının %90 düşeceğini' savunacağını ekliyor. Bu arada, yaşam süresinin diğer ucunda reçete yazmak da kontrolden çıktı. Hükümet araştırmasına göre, huzurevlerinde yaşayanların '%14'üne, en az bir ikinci nesil antipsikotik reçetesi' verildi. Bu reçetelerin tam %88'i, bu ilaçların 'bu hastalarda, ölüm riskini iki katına çıkarabileceği' gerçeğine rağmen (bu konuda ilaç üzerinde kara kutu uyarısı var), 'demans hastalarına' veriliyor. Araştırma, asla yazılmaması gereken antipsikotik reçeteleri doldurmak için, '116 milyon dolarlık Medicare dolarının harcandığını' tahmin ediyor.
Post'un bildirdiğine göre, devlet tarafından hapsedilmiş çocukları değerlendirmek üzere işe alınan psikiyatristler arasında, 'yaklaşık üçte biri, ilaç şirketlerinden para aldı.' Bu 17 psikiyatrist antipsikotik reçetelerinin %54'ünü yazdı; bu tür ödemeleri almayan 35 doktor geri kalanını yazdı. Başka bir deyişle, hepsi 'ilaç şirketleri tarafından ödenen doktorların' üçte biri, eyaletin kilit altındaki gençleri için 'tüm antipsikotik reçetelerinin yarısından fazlasını' yazdı. Evlat edinilmiş çocuklara ilişkin istatistikler de aynı derecede endişe vericidir. Evlat edinilmiş gençlerin, Medicaid'deki benzer düşük gelirli gençlere göre 'ilaç alma olasılığı, üç kat daha fazla' olmakla kalmıyor, aynı zamanda yarısından fazlası antipsikotiklerle tedavi ediliyor. Bu çocukların hepsinin veya çoğunun, hükümet tarafından antipsikotiklerin tedavi için 'onaylandığı bir rahatsızlığı olması' olası değildir. Antipsikotik ilaçların 'gereksiz yere kullanılmasıyla' ilgili sorunlardan biri de ciddi, bazen 'geri döndürülemez hasara' yol açabilmeleridir. Atipik antipsikotikler 'kilo alımıyla' ilişkilidir ve kullanıcıların 'Tip 2 diyabet' riskini iki katına çıkarabilir. Son araştırmalar ayrıca bunların 'beyni küçültebileceğini' ve bebeklik dönemi dışında beynin, 'herhangi bir zamandan daha fazla büyüdüğü ergenlik yıllarında, beyin gelişimini nasıl etkilediklerine' dair çok az veri olduğunu ileri sürüyor. Gerçekten de gençler, ilaçların en kötü yan etkilerine (ölüm olasılığı hariç) diğer gruplardan daha savunmasızdır.
Perry, "Çocuklarda ve ergenlerde antipsikotik ilaç kullanımının çoğunluğu, etkililik ve güvenlik konusunda güvenilir kanıtların bulunduğu birkaç yaş grubu veya durumla sınırlı değildir" diyor. "Mantıksız reçete yazanların kötü alışkanlıklarını değiştirmelerini beklemek için hiçbir neden yok." Pek çok uzmanın, doktorların antipsikotikleri "sorumlu ve dikkatli bir şekilde" reçete etmeye başlamaları durumunda -yani, etkililik verilerinin 'eksikliğini ve zarar kanıtlarını' göz önünde bulundurarak- 'çocuklarda reçete oranının %90 düşeceğini' savunacağını ekliyor. Bu arada, yaşam süresinin diğer ucunda reçete yazmak da kontrolden çıktı. Hükümet araştırmasına göre, huzurevlerinde yaşayanların '%14'üne, en az bir ikinci nesil antipsikotik reçetesi' verildi. Bu reçetelerin tam %88'i, bu ilaçların 'bu hastalarda, ölüm riskini iki katına çıkarabileceği' gerçeğine rağmen (bu konuda ilaç üzerinde kara kutu uyarısı var), 'demans hastalarına' veriliyor. Araştırma, asla yazılmaması gereken antipsikotik reçeteleri doldurmak için, '116 milyon dolarlık Medicare dolarının harcandığını' tahmin ediyor.
Peki bu ilaçlar neden bu kadar yaygın olarak reçete ediliyor? Agresif ilaç şirketi pazarlaması hikayenin sadece bir kısmı. Kurumsal ortamlarda aşırı kullanılmalarının temel nedeni, 'sakinleştirici olmaları ve hastaların yönetimini kolaylaştırmalarıdır.' İkincisi, diğer sakinleştirici ilaçların aksine, kötüye kullanımla ilişkilendirilmezler (belki bazı bağımlılar arasında hayranları olan Seroquel hariç). Aslında, çoğu insan antipsikotik almaya direnir, bu yüzden aşırı ilaç kullanımı, insanların 'kilitlendiği ve uyumun zorlanabildiği' ortamlarda çok daha yaygındır. İlaçların, bağımlılıkla ilişkilendirilmemesi, 'ilaç şirketlerinin bu kadar 'yanıltıcı pazarlama' ve bunun sonucunda ortaya çıkan 'aşırı reçeteleme' ile sıyrılabilmesinin' bir diğer büyük nedenidir. Kontrollü maddeler olan benzodiazepinler (Valium veya Xanax) gibi 'geleneksel sakinleştiricilerin' aksine, çok az kişi 'antipsikotikleri, kötüye kullanmaktan' hoşlanır. 'Kilo alma, zevksizlik, hareket bozuklukları ve düşük enerji ve motivasyon' gibi yan etkileriyle, eğlence amaçlı bir pazar pek yoktur.
Sonuç olarak, çocuklarda ve yaşlılarda, 'davranış kontrolü ve uykuyu' teşvik etme gibi onaylanmamış kullanımlar için, 'hükümet denetimi' veya "aşırı reçeteleme" nedeniyle 'kovuşturma korkusu' olmadan reçete edilebilirler. Başka bir deyişle, 'bağımlılık, temelde ölümden (veya Tip 2 diyabet veya zevk alamama gibi herhangi bir sonuçtan) daha kötü bir yan etki' olarak görülmektedir. En savunmasız 'gençlerin ve yaşlıların, genellikle kendileri için savunuculuk yapamaması', sorunu halı altına süpürmeyi kolaylaştırmıştır. Neyse ki, bu iç karartıcı tabloda en azından bir parlak nokta var. Risperdal'ın ana patenti 2007'de sona erdi ve Zyprexa ve Seroquel'in patentleri bu yıl sona eriyor. Geodon'un patenti gelecek yıl sona ererken, Abilify'ın patenti 2015'te sona eriyor. Çoğu ilacın patenti sona erdiğinde, ilaç şirketlerinin 'pazarlama baskısı ve karları' azalacak ve belki de çocukları ve yaşlıları uygunsuz ilaçlardan daha güvende tutacak." (157)
"Çocukluk Çağı Bipolar Bozukluğu Neden Salgın Hale Geldi?
Küçük bir çocuğun, 'davranış sorunları', basit bir öfke nöbetinin ötesine geçtiğinde, ebeveynler bunları 'nasıl tedavi edecekleri' konusunda kasvetli seçimlerle karşı karşıya kalırlar. Psikiyatrik mi yoksa psikolojik yardım mı almalılar? Çocuğa 'ilaç mı' verilmeli yoksa 'başka bir davranış tedavisi' mi uygulanmalı? 'Bipolar bozukluk' gibi bir 'psikiyatrik hastalıkla' mı etiketlenmeli? Slate bu hafta bu soruya ilgi çekici bir şekilde baktı ve bu, konuyla ilgili önceki birçok makalenin aksine, tedavi arayan ebeveynleri, 'çocuklarındaki bireysellik belirtilerini, ilaçla yok etmek isteyen moda teşhislerinin saf kurbanları' olarak indirgemiyor.
Yazar Darshak Sanghavi, 'pediatrik bipolar bozukluk' tanısının yaklaşık on yıl önce ortaya çıktığını ve o zamandan beri 'ana akım tıp kuruluşları' tarafından kabul gördüğünü belirtiyor. Sanghavi şöyle yazıyor: "Tüm bunlar daha fazla tanıya, ülkedeki çocuklarda bipolar bozukluğun sözde salgınına ve antipsikotiklerin, ruh hali dengeleyicilerin ve bipolar yetişkinleri tedavi etmek için sıklıkla kullanılan diğer ilaçların, çocuklarda kullanımında buna bağlı bir artışa yol açtı. Massachusetts'te 8.000'den fazla çocuğa örneğin Zyprexa gibi antipsikotik ilaçlar reçete ediliyor... Bu endişe verici çünkü İngiliz hükümetinin bir incelemesine göre, çocuklarda bu durum için ilaç tedavisinin arkasındaki kanıtlar "son derece sınırlı" ve bazı ilaçlar 'büyük kilo alımına (ortalama iki ayda yaklaşık 20 pound), hormon sorunlarına ve diğer yan etkilere' neden oluyor. Ancak 'pediatrik bipolar bozukluğun' yaygın yayılmasını ve ilaç tedavisini eleştirmek, 'altta yatan önemli sorunu' gözden kaçırıyor. Normal aileler 'damgalayıcı etiketler' aramaz ve çocuklarına sırf eğlence olsun diye 'korkutucu ilaçlar' vermezler. Bunları, 'akıllarının sonuna geldikleri' için yaparlar."
Ne yazık ki, satışlarını artırmaya çalışan ilaç şirketleri, 'ebeveynlerin çaresizliğini, kendi avantajlarına' kullandılar ve stratejileri, özellikle de çocuk psikiyatristlerinin, kronik olarak yetersiz olduğu 'psikolojik veya davranışsal terapiler' için sigorta kapsamının, ilaçlar kadar risk taşımadığı parçalanmış bir sağlık sisteminin zemininde oldukça başarılı oldu.
Biyoetikçi Carl Elliott da yakın zamanda bana, 'bipolar teşhislerindeki artışın, antipsikotik ilaç satışlarında büyük bir artışa katkıda bulunduğunu' söyledi. "Bipolar burada en büyük sorun" dedi. "Şimdi herkeste var. Eskiden nadirdi ama artışı grafikleyebilirsiniz ve 'atipik' antipsikotiklerin piyasaya sürülmesiyle birlikte artış gösteriyor." Şimdi 500.000'den fazla çocuk, antipsikotik ilaç kullanıyor. Ve ABD tarihindeki en büyük cezalar -birkaç milyar dolar tutarında- son birkaç yıldır FDA onayı olmadan bu ilaçları, 'çocukları ve yaşlıları tedavi etmek' için pazarlayan ilaç şirketleri tarafından ödendi. Uzun vadeli 'etkililikleri veya güvenlikleri' hakkında hala kesin bir veri yok. Çocuklarımız daha iyisini hak ediyor!" (159)
Küçük bir çocuğun, 'davranış sorunları', basit bir öfke nöbetinin ötesine geçtiğinde, ebeveynler bunları 'nasıl tedavi edecekleri' konusunda kasvetli seçimlerle karşı karşıya kalırlar. Psikiyatrik mi yoksa psikolojik yardım mı almalılar? Çocuğa 'ilaç mı' verilmeli yoksa 'başka bir davranış tedavisi' mi uygulanmalı? 'Bipolar bozukluk' gibi bir 'psikiyatrik hastalıkla' mı etiketlenmeli? Slate bu hafta bu soruya ilgi çekici bir şekilde baktı ve bu, konuyla ilgili önceki birçok makalenin aksine, tedavi arayan ebeveynleri, 'çocuklarındaki bireysellik belirtilerini, ilaçla yok etmek isteyen moda teşhislerinin saf kurbanları' olarak indirgemiyor.
Yazar Darshak Sanghavi, 'pediatrik bipolar bozukluk' tanısının yaklaşık on yıl önce ortaya çıktığını ve o zamandan beri 'ana akım tıp kuruluşları' tarafından kabul gördüğünü belirtiyor. Sanghavi şöyle yazıyor: "Tüm bunlar daha fazla tanıya, ülkedeki çocuklarda bipolar bozukluğun sözde salgınına ve antipsikotiklerin, ruh hali dengeleyicilerin ve bipolar yetişkinleri tedavi etmek için sıklıkla kullanılan diğer ilaçların, çocuklarda kullanımında buna bağlı bir artışa yol açtı. Massachusetts'te 8.000'den fazla çocuğa örneğin Zyprexa gibi antipsikotik ilaçlar reçete ediliyor... Bu endişe verici çünkü İngiliz hükümetinin bir incelemesine göre, çocuklarda bu durum için ilaç tedavisinin arkasındaki kanıtlar "son derece sınırlı" ve bazı ilaçlar 'büyük kilo alımına (ortalama iki ayda yaklaşık 20 pound), hormon sorunlarına ve diğer yan etkilere' neden oluyor. Ancak 'pediatrik bipolar bozukluğun' yaygın yayılmasını ve ilaç tedavisini eleştirmek, 'altta yatan önemli sorunu' gözden kaçırıyor. Normal aileler 'damgalayıcı etiketler' aramaz ve çocuklarına sırf eğlence olsun diye 'korkutucu ilaçlar' vermezler. Bunları, 'akıllarının sonuna geldikleri' için yaparlar."
Ne yazık ki, satışlarını artırmaya çalışan ilaç şirketleri, 'ebeveynlerin çaresizliğini, kendi avantajlarına' kullandılar ve stratejileri, özellikle de çocuk psikiyatristlerinin, kronik olarak yetersiz olduğu 'psikolojik veya davranışsal terapiler' için sigorta kapsamının, ilaçlar kadar risk taşımadığı parçalanmış bir sağlık sisteminin zemininde oldukça başarılı oldu.
Biyoetikçi Carl Elliott da yakın zamanda bana, 'bipolar teşhislerindeki artışın, antipsikotik ilaç satışlarında büyük bir artışa katkıda bulunduğunu' söyledi. "Bipolar burada en büyük sorun" dedi. "Şimdi herkeste var. Eskiden nadirdi ama artışı grafikleyebilirsiniz ve 'atipik' antipsikotiklerin piyasaya sürülmesiyle birlikte artış gösteriyor." Şimdi 500.000'den fazla çocuk, antipsikotik ilaç kullanıyor. Ve ABD tarihindeki en büyük cezalar -birkaç milyar dolar tutarında- son birkaç yıldır FDA onayı olmadan bu ilaçları, 'çocukları ve yaşlıları tedavi etmek' için pazarlayan ilaç şirketleri tarafından ödendi. Uzun vadeli 'etkililikleri veya güvenlikleri' hakkında hala kesin bir veri yok. Çocuklarımız daha iyisini hak ediyor!" (159)
"Çocuk Suçluluğu ve Antipsikotik İlaçlama
Çocuk suçluluğu ("Juvenile delinquency" - Juvenile; 'reşit yaşta olmayan çocuk/genç'), 'risk altındaki çocukları, tehlikeli antipsikotik ilaçlarla' tedavi etme eğiliminin giderek artmasıyla daha da zorlaşan, endişe verici bir olgudur. John Kelly'nin Youth Today (Bugün Genç) için yazdığı bir makalede, bu endişe verici bilgi bildirilmiştir: "Youth Today tarafından yürütülen çığır açıcı, bir yıllık bir araştırma, Amerikan gençlik tesislerinde tutuklu bulunan birçok gencin, bipolar veya şizofreni hastaları için tasarlanmış, bu iki bozukluktan herhangi biri teşhis edilmemiş olsa bile, güçlü antipsikotik ilaçlar aldığına dair yeterli kanıt ortaya çıkarmıştır."
Bay Kelly, şu anda Avustralya'da çalışan eski bir Florida psikoloğu olan Robert Jacobs'tan alıntı yapıyor: "Elli yıl önce, çocukları deri kayışlarla bağlıyorduk, ancak şimdi bu insanları rahatsız ediyor, bu yüzden onları ilaçlıyoruz. Bunu, tıbbi bir neden olduğu gerekçesiyle örtbas ediyoruz, ancak yok."
Palm Beach Post'tan Michael LaForgia, Florida'daki Çocuk Adaleti Dairesi'ndeki (DJJ "Department of Juvenile Justice") bu eğilimi araştırdı ve şunları bildirdi: "Bazı durumlarda, ilaçlar, antipsikotik hap üreticilerinden 'büyük konuşmacı ücretleri ve diğer hediyeler' alan 'sözleşmeli doktorlar' tarafından reçete ediliyor; bu şirketler, 'ilaç satarak, inanılmaz karlar' elde ediyor. Eski bir mahkum "ilaçlar o kadar hızlı bir şekilde yayıldı ki, kafası karışık bir genç bile bunun 'olması gerektiği gibi olmadığını' söyleyebilirdi." dedi.
İlaç endüstrisi, risk altındaki genç suçluları tedavi ederken bir altın madeni keşfetti. Bay LaForgia şunları söylüyor: "Örneğin, 2007'de DJJ, ibuprofenden iki kat fazla Seroquel satın aldı. Genel olarak, 24 ayda daire, devlet tarafından işletilen hapishanelerde ve çocuk evlerinde kullanılmak üzere 326.081 tablet Seroquel, Abilify, Risperdal ve diğer antipsikotik ilaç satın aldı. Bu, iki yıl boyunca, haftada yedi gün, günde 446 hapın, günde en fazla 2.300 erkek ve kız çocuğunun tutulabildiği hapishane ve programlardaki çocuklara dağıtılması için yeterli."
Seroquel'in genç bir kişide olası yan etkileri nelerdir? Bay LaForgia, “Haplar çocuklarda, 'intihar düşüncelerine, kilo alımına, yüksek kan şekerine, diyabete, kalp sorunlarına ve kontrol edilemeyen yüz seğirmelerine ve vücut tiklerine' neden olabilir, klinik deneyler bunu göstermiştir.” 'Çocukluk suçluluğu' sorununun, 'zayıflatıcı psikiyatrik ilaçların' kullanımıyla gizlenmek yerine ele alınması umuluyor..(a)" (39)
Çocuk suçluluğu ("Juvenile delinquency" - Juvenile; 'reşit yaşta olmayan çocuk/genç'), 'risk altındaki çocukları, tehlikeli antipsikotik ilaçlarla' tedavi etme eğiliminin giderek artmasıyla daha da zorlaşan, endişe verici bir olgudur. John Kelly'nin Youth Today (Bugün Genç) için yazdığı bir makalede, bu endişe verici bilgi bildirilmiştir: "Youth Today tarafından yürütülen çığır açıcı, bir yıllık bir araştırma, Amerikan gençlik tesislerinde tutuklu bulunan birçok gencin, bipolar veya şizofreni hastaları için tasarlanmış, bu iki bozukluktan herhangi biri teşhis edilmemiş olsa bile, güçlü antipsikotik ilaçlar aldığına dair yeterli kanıt ortaya çıkarmıştır."
Bay Kelly, şu anda Avustralya'da çalışan eski bir Florida psikoloğu olan Robert Jacobs'tan alıntı yapıyor: "Elli yıl önce, çocukları deri kayışlarla bağlıyorduk, ancak şimdi bu insanları rahatsız ediyor, bu yüzden onları ilaçlıyoruz. Bunu, tıbbi bir neden olduğu gerekçesiyle örtbas ediyoruz, ancak yok."
Palm Beach Post'tan Michael LaForgia, Florida'daki Çocuk Adaleti Dairesi'ndeki (DJJ "Department of Juvenile Justice") bu eğilimi araştırdı ve şunları bildirdi: "Bazı durumlarda, ilaçlar, antipsikotik hap üreticilerinden 'büyük konuşmacı ücretleri ve diğer hediyeler' alan 'sözleşmeli doktorlar' tarafından reçete ediliyor; bu şirketler, 'ilaç satarak, inanılmaz karlar' elde ediyor. Eski bir mahkum "ilaçlar o kadar hızlı bir şekilde yayıldı ki, kafası karışık bir genç bile bunun 'olması gerektiği gibi olmadığını' söyleyebilirdi." dedi.
İlaç endüstrisi, risk altındaki genç suçluları tedavi ederken bir altın madeni keşfetti. Bay LaForgia şunları söylüyor: "Örneğin, 2007'de DJJ, ibuprofenden iki kat fazla Seroquel satın aldı. Genel olarak, 24 ayda daire, devlet tarafından işletilen hapishanelerde ve çocuk evlerinde kullanılmak üzere 326.081 tablet Seroquel, Abilify, Risperdal ve diğer antipsikotik ilaç satın aldı. Bu, iki yıl boyunca, haftada yedi gün, günde 446 hapın, günde en fazla 2.300 erkek ve kız çocuğunun tutulabildiği hapishane ve programlardaki çocuklara dağıtılması için yeterli."
Seroquel'in genç bir kişide olası yan etkileri nelerdir? Bay LaForgia, “Haplar çocuklarda, 'intihar düşüncelerine, kilo alımına, yüksek kan şekerine, diyabete, kalp sorunlarına ve kontrol edilemeyen yüz seğirmelerine ve vücut tiklerine' neden olabilir, klinik deneyler bunu göstermiştir.” 'Çocukluk suçluluğu' sorununun, 'zayıflatıcı psikiyatrik ilaçların' kullanımıyla gizlenmek yerine ele alınması umuluyor..(a)" (39)
"Antidepresan Çekilmesi: Bir Psikiyatristin Geleneksel Bilgeliğe Karşı 30 Yıllık Meydan Okuması
Dr. Giovanni Fava, otuz yıldır antidepresanların 'uzun vadeli etkileri ve çekilme riskleri' konusunda alarm çalıyor ve 'ilaç anlatılarına' karşı çıkıyor.. 1994 yılında Dr. Giovanni Fava tartışmalı bir soru sordu: 'Antidepresanlar, tedavi etmek için tasarlandıkları durumları kötüleştirebilir mi?' Otuz yıl sonra, yoksunluk semptomlarına ilişkin klinik içgörüleri cevabın 'evet' olabileceğini ve 'bunun sonuçlarının, rahatsız edici olduğunu' gösteriyor. İlaç endüstrisi, 'antidepresan ilaçların kesilmesinden sonra, yoksunluk semptomlarının risklerini' küçümsedi. Yine de İtalyan bir psikiyatrist ve araştırmacı olan Fava, antidepresanların 'uzun vadeli etkileri ve iatrojenik etkileri' konusunda endişelerini dile getirdi.
Bu sefer, otuz yıllık klinik gözlemlerinden yararlanıyor. Psikoterapi ve Psikosomatik'te (Psychotherapy and Psychosomatics) yayınlanan "Antidepresan İlaçlarla Yoksunluğun Klinik Anlamı (The Clinical Meaning of Withdrawal with Antidepressant Drugs)" başlıklı başyazısında Fava, hastalarında en iyi uygulama olan 'kademeli azaltma' ile bile ortaya çıkan 'antidepresan yoksunluk sendromları' etrafındaki deneyimlerini araştırıyor ve paylaşıyor. Klinik bulguları ayrıca, 'beynin, antidepresanlara direnç geliştirerek, hastanın durumunun zamanla 'kötüleşmesine' yol açan "karşıt tolerans" olarak bilinen daha geniş bir soruna' da işaret ediyor.
“Çekilme sendromlarını, zamanı geldiğinde ve 'uygun azaltma yöntemleri' ile azalan, 'davranışsal toksisitenin' diğer belirtileriyle tamamen 'ilgisiz, izole, kendi kendini sınırlayan belirtiler' olarak görebiliriz. Gizli kavramsal varsayım, hastanın durumunun 'hastalık öncesi bir duruma' döneceği, yani antidepresanların neden olduğu 'reseptör değişikliklerinin' uygulama zamanıyla veya kısa bir süre sonra sınırlı olduğu ve bunun sadece sistemin, antidepresan kesilmesine adapte olması için zaman tanıma meselesi olduğudur.” diye yazıyor Fava. “Alternatif olarak, 'çekilme semptomatolojisini', antidepresan ilaçların kullanımıyla ilgili daha genel bir sorunun parçası olarak görebiliriz. Öncelik, mümkün olan en kısa sürede antidepresan ilaçlara maruziyeti durdurmaktır.”" (60)
Dr. Giovanni Fava, otuz yıldır antidepresanların 'uzun vadeli etkileri ve çekilme riskleri' konusunda alarm çalıyor ve 'ilaç anlatılarına' karşı çıkıyor.. 1994 yılında Dr. Giovanni Fava tartışmalı bir soru sordu: 'Antidepresanlar, tedavi etmek için tasarlandıkları durumları kötüleştirebilir mi?' Otuz yıl sonra, yoksunluk semptomlarına ilişkin klinik içgörüleri cevabın 'evet' olabileceğini ve 'bunun sonuçlarının, rahatsız edici olduğunu' gösteriyor. İlaç endüstrisi, 'antidepresan ilaçların kesilmesinden sonra, yoksunluk semptomlarının risklerini' küçümsedi. Yine de İtalyan bir psikiyatrist ve araştırmacı olan Fava, antidepresanların 'uzun vadeli etkileri ve iatrojenik etkileri' konusunda endişelerini dile getirdi.
Bu sefer, otuz yıllık klinik gözlemlerinden yararlanıyor. Psikoterapi ve Psikosomatik'te (Psychotherapy and Psychosomatics) yayınlanan "Antidepresan İlaçlarla Yoksunluğun Klinik Anlamı (The Clinical Meaning of Withdrawal with Antidepressant Drugs)" başlıklı başyazısında Fava, hastalarında en iyi uygulama olan 'kademeli azaltma' ile bile ortaya çıkan 'antidepresan yoksunluk sendromları' etrafındaki deneyimlerini araştırıyor ve paylaşıyor. Klinik bulguları ayrıca, 'beynin, antidepresanlara direnç geliştirerek, hastanın durumunun zamanla 'kötüleşmesine' yol açan "karşıt tolerans" olarak bilinen daha geniş bir soruna' da işaret ediyor.
“Çekilme sendromlarını, zamanı geldiğinde ve 'uygun azaltma yöntemleri' ile azalan, 'davranışsal toksisitenin' diğer belirtileriyle tamamen 'ilgisiz, izole, kendi kendini sınırlayan belirtiler' olarak görebiliriz. Gizli kavramsal varsayım, hastanın durumunun 'hastalık öncesi bir duruma' döneceği, yani antidepresanların neden olduğu 'reseptör değişikliklerinin' uygulama zamanıyla veya kısa bir süre sonra sınırlı olduğu ve bunun sadece sistemin, antidepresan kesilmesine adapte olması için zaman tanıma meselesi olduğudur.” diye yazıyor Fava. “Alternatif olarak, 'çekilme semptomatolojisini', antidepresan ilaçların kullanımıyla ilgili daha genel bir sorunun parçası olarak görebiliriz. Öncelik, mümkün olan en kısa sürede antidepresan ilaçlara maruziyeti durdurmaktır.”" (60)
***
**İçme sularımızda bile psikiyatrik ilaç kırıntıları mı var?
Son
zamanlarda artan "şiddet, cinayet ve intihar" vb gibi psikolojik
sorunların oluşması.. Acaba diyor, insan? "Hepimizi deli mi yapmak
istiyorlar?" VE "Herkesi psikiyatrik ilaçlara, musallat mı etmek
istiyorlar?" gibi soruları getiriyor akıllara..
"Rapor: Birçok kentsel musluk suyu sistemi SSRI antidepresan ilaçlarla dolu
Hatırlayacağınız üzere, Associated Press (AP) 2008 yılında 'su kaynaklarında, farmasötik ilaçların varlığına' ilişkin yürüttüğü çığır açıcı bir soruşturmanın sonuçlarını yayınladı. Bu raporda, en az 41 milyon Amerikalının, 'her gün eser miktarda 'antibiyotik, uyku hapı ve hatta seks hormonu' içeren musluk suyuna maruz kaldığı' ortaya çıktı. Şimdi, TheFix. com'un yeni bir raporu, 'su kaynaklarında seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin veya SSRI'ların varlığını ve bunların, insan sağlığı üzerinde potansiyel olarak yaratabileceği genetik tahribatı' gün yüzüne çıkarıyor. Eğer hevesli bir NaturalNews okuyucusuysanız, muhtemelen 'SSRI'ların tehlikeleri' hakkındaki birçok raporumuzdan bazılarını görmüşsünüzdür. Sağlık Korucusu Mike Adams, takma adı Amethios ile 2012 yılında SSR Yalanları (S.S.R. Lies) adlı bir müzik videosu yayınladı. Bu videoda 'SSRI'lar' konusu ele alınıyor ve bu güçlü ilaçların, 'ruh halini nasıl ciddi şekilde değiştirebileceği ve hatta bunları kullanan kişilerde intihar veya cinayet eğilimlerine neden olabileceği' anlatılıyor. Müzik videosunu bu makalenin altındaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.
Ancak artık birçok Amerikalının artık SSRI'ları gönüllü olarak alıp almama konusunda bir seçeneği bile olmadığı anlaşılıyor, zira toksik kimyasallar, sessizce musluklardan görülmeden akıyor. Eczanelerden gelenlerden çok daha düşük dozlarda ve daha yoğun bir şekilde seyreltilmiş olsalar da, bu 'eser miktardaki SSRI'lar, özellikle uzun süreler boyunca sürekli tüketildiklerinde' birikebilir. Ayrıca, bunlara birçok başka türde farmasötik ilaç da eşlik ettiğinden, çevre ve insanlar üzerindeki etkileri, büyük ölçüde bilinmemektedir. "Eğer kentsel bir alanda yaşıyorsanız, musluk suyunuzun az miktarda antidepresan (çoğunlukla Prozac ve Effexor gibi SSRI'lar), benzodiazepinler (madde yoksunluğu semptomlarını azaltmak için kullanılan Klonopin gibi) ve anti-konvülzanlar (alkol, nikotin, yiyecek ve hatta kokain ve kristal meth bağımlılığını tedavi etmek için kullanılan Topomax gibi) ile karıştırılmış olma ihtimali yüksektir." diye yazıyor Matt Harvey. "Bu psikoaktif atıkların, insan sinir sistemi üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığı henüz bilinmiyor, ancak bu tür ilaçlar, ekosisteme sokulduğunda, diğer türler üzerindeki olumsuz etkileri kanıtlanabilir ve potansiyel olarak korkunç olabilir."
SSRI'lara maruz kalmanın, 'DNA'ya zarar verdiği ve nörolojik hasara' yol açtığı bulundu.. Çevresel Sağlık Perspektifleri (Environmental Health Perspectives) dergisinde yayınlanan 1999 tarihli bir makale, 'yetersiz filtrasyon teknikleri nedeniyle, sürekli olarak ilaç akışının, su kaynaklarına geri döndüğünü' ortaya koydu.
İlaç maddeleri genellikle 'belediye su arıtma tesislerinde, katı atıkları temizlemek için kullanılan filtrasyon cihazlarından' daha küçüktür, bu da 'musluk suyu içtiğinizde, bu tür maddelerin bilinmeyen seviyelerinin, doğrudan su bardağınıza geri döndüğü' anlamına gelir. Bunun ötesinde, Harvey, çalışmaların 'SSRI maruziyetinin ' genetik kusurlara ve diğer sağlık sorunlarına' bağlandığını' belirtiyor. Örneğin, Idaho Üniversitesi'nde 'SSRI'lar ve antikonvülzanların bir kombinasyonu ile karıştırılmış musluk suyuna maruz bırakılan minnow'larda, otizm gibi nörolojik bozukluklarla ilişkili 324 genetik değişiklik' görüldü ve bu 'küçük balıklar, kirli suya yalnızca 18 gün' maruz kaldılar! "Çalışmalar, düzenli SSRI dozlarının, bazen 'insan DNA'sına zarar verebileceğini', özellikle de 'spermde', göstermiştir" diye ekliyor Harvey.
"Minnow'lar, 'SSRI'ların eser miktarda bile DNA'ya sızabileceğine' dair kanıt sunuyor." Peki hepimiz bu 'istenmeyen ilaç maruziyetini' önlemek için ne yapabiliriz? İlk olarak, özellikle 'belediye su kaynağının hizmet verdiği' bir bölgede yaşıyorsanız, 'ilaç partiküllerini yakalayıp uzaklaştırabilen bir tüm ev su filtrasyon sistemi' kurmak gerekir. Ayrıca yerel su arıtma tesisinizle iletişime geçerek 'filtrasyon yöntemleri ve ilaç izlerini yakalayıp yakalamadıkları' hakkında bilgi talep edebilirsiniz." (80)
"Rapor: Birçok kentsel musluk suyu sistemi SSRI antidepresan ilaçlarla dolu
Hatırlayacağınız üzere, Associated Press (AP) 2008 yılında 'su kaynaklarında, farmasötik ilaçların varlığına' ilişkin yürüttüğü çığır açıcı bir soruşturmanın sonuçlarını yayınladı. Bu raporda, en az 41 milyon Amerikalının, 'her gün eser miktarda 'antibiyotik, uyku hapı ve hatta seks hormonu' içeren musluk suyuna maruz kaldığı' ortaya çıktı. Şimdi, TheFix. com'un yeni bir raporu, 'su kaynaklarında seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin veya SSRI'ların varlığını ve bunların, insan sağlığı üzerinde potansiyel olarak yaratabileceği genetik tahribatı' gün yüzüne çıkarıyor. Eğer hevesli bir NaturalNews okuyucusuysanız, muhtemelen 'SSRI'ların tehlikeleri' hakkındaki birçok raporumuzdan bazılarını görmüşsünüzdür. Sağlık Korucusu Mike Adams, takma adı Amethios ile 2012 yılında SSR Yalanları (S.S.R. Lies) adlı bir müzik videosu yayınladı. Bu videoda 'SSRI'lar' konusu ele alınıyor ve bu güçlü ilaçların, 'ruh halini nasıl ciddi şekilde değiştirebileceği ve hatta bunları kullanan kişilerde intihar veya cinayet eğilimlerine neden olabileceği' anlatılıyor. Müzik videosunu bu makalenin altındaki bağlantıdan izleyebilirsiniz.
Ancak artık birçok Amerikalının artık SSRI'ları gönüllü olarak alıp almama konusunda bir seçeneği bile olmadığı anlaşılıyor, zira toksik kimyasallar, sessizce musluklardan görülmeden akıyor. Eczanelerden gelenlerden çok daha düşük dozlarda ve daha yoğun bir şekilde seyreltilmiş olsalar da, bu 'eser miktardaki SSRI'lar, özellikle uzun süreler boyunca sürekli tüketildiklerinde' birikebilir. Ayrıca, bunlara birçok başka türde farmasötik ilaç da eşlik ettiğinden, çevre ve insanlar üzerindeki etkileri, büyük ölçüde bilinmemektedir. "Eğer kentsel bir alanda yaşıyorsanız, musluk suyunuzun az miktarda antidepresan (çoğunlukla Prozac ve Effexor gibi SSRI'lar), benzodiazepinler (madde yoksunluğu semptomlarını azaltmak için kullanılan Klonopin gibi) ve anti-konvülzanlar (alkol, nikotin, yiyecek ve hatta kokain ve kristal meth bağımlılığını tedavi etmek için kullanılan Topomax gibi) ile karıştırılmış olma ihtimali yüksektir." diye yazıyor Matt Harvey. "Bu psikoaktif atıkların, insan sinir sistemi üzerinde herhangi bir etkisi olup olmadığı henüz bilinmiyor, ancak bu tür ilaçlar, ekosisteme sokulduğunda, diğer türler üzerindeki olumsuz etkileri kanıtlanabilir ve potansiyel olarak korkunç olabilir."
SSRI'lara maruz kalmanın, 'DNA'ya zarar verdiği ve nörolojik hasara' yol açtığı bulundu.. Çevresel Sağlık Perspektifleri (Environmental Health Perspectives) dergisinde yayınlanan 1999 tarihli bir makale, 'yetersiz filtrasyon teknikleri nedeniyle, sürekli olarak ilaç akışının, su kaynaklarına geri döndüğünü' ortaya koydu.
İlaç maddeleri genellikle 'belediye su arıtma tesislerinde, katı atıkları temizlemek için kullanılan filtrasyon cihazlarından' daha küçüktür, bu da 'musluk suyu içtiğinizde, bu tür maddelerin bilinmeyen seviyelerinin, doğrudan su bardağınıza geri döndüğü' anlamına gelir. Bunun ötesinde, Harvey, çalışmaların 'SSRI maruziyetinin ' genetik kusurlara ve diğer sağlık sorunlarına' bağlandığını' belirtiyor. Örneğin, Idaho Üniversitesi'nde 'SSRI'lar ve antikonvülzanların bir kombinasyonu ile karıştırılmış musluk suyuna maruz bırakılan minnow'larda, otizm gibi nörolojik bozukluklarla ilişkili 324 genetik değişiklik' görüldü ve bu 'küçük balıklar, kirli suya yalnızca 18 gün' maruz kaldılar! "Çalışmalar, düzenli SSRI dozlarının, bazen 'insan DNA'sına zarar verebileceğini', özellikle de 'spermde', göstermiştir" diye ekliyor Harvey.
"Minnow'lar, 'SSRI'ların eser miktarda bile DNA'ya sızabileceğine' dair kanıt sunuyor." Peki hepimiz bu 'istenmeyen ilaç maruziyetini' önlemek için ne yapabiliriz? İlk olarak, özellikle 'belediye su kaynağının hizmet verdiği' bir bölgede yaşıyorsanız, 'ilaç partiküllerini yakalayıp uzaklaştırabilen bir tüm ev su filtrasyon sistemi' kurmak gerekir. Ayrıca yerel su arıtma tesisinizle iletişime geçerek 'filtrasyon yöntemleri ve ilaç izlerini yakalayıp yakalamadıkları' hakkında bilgi talep edebilirsiniz." (80)
***
**Psikiyatrik ilaçların neden olduğu bazı tıbbi yaralanmalar ve ölümler..
"5
milyondan fazla psikiyatrik ilaç mağdurunun tıbbi felaketini araştıran
doktor, neredeyse tüm psikiyatrik ilaç kullanımının gereksiz olduğunu
iddia ediyor
Batı'da her yıl 65 yaş ve üzeri yarım milyondan fazla insan psikiyatrik ilaç kullanımından ölüyor ve en kötü yanı, bu ölüm haplarının ne ruhsal hastalıkları ne de depresyonu tedavi etmede etkili olmaması. Danimarka'nın Nordic Cochrane Merkezi'ndeki araştırmacılar, 'psikiyatrik ilaçların faydalarının, en iyi ihtimalle asgari düzeyde' olduğunu ve şu anda bunları kullanan çoğu insanın 'bunları tamamen bırakmasının daha iyi olacağını' buldu. Profesör Peter Gotzsche'nin BMJ'de (İngiliz Tıp Dergisi "British Medical Journal") yayınlanan göz açıcı makalesi, 'çoğu antidepresanın ve bunama ilacının, somut bir rahatlama sağlama' konusunda genellikle 'işe yaramadığını' ortaya koyuyor. Ayrıca, ilaçların 'aşırı reçete edildiğini ve yan etki riskinin o kadar yüksek olduğunu' söylüyor ki, 'ortalama bir insanın, bunları denemeye değmediğini' bile söylüyor.
Bu arada, her yıl yüz binlerce insan, 'aşırı depresyona neden olan ve kullanıcıları intihara veya hatta cinayete sürükleyen' seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) gibi psikiyatrik ilaçların 'normal ve reçeteli kullanımından' ölüyor. Buna, çoğu psikiyatrik 'ilacın etkili olduğu, etkinlik açısından plasebo ile eşleştiği veya hatta ona ulaşamadığı' gerçeğini de ekleyin ve 'bunların sürekli kullanımı için meşru bir neden yok.' Gotzsche, 'Batı'da 65 yaş ve üzeri, her yıl psikiyatrik ilaç kullanımından ölen, yarım milyondan fazla insan' hakkında "Bunu haklı çıkarmak için faydalarının muazzam olması gerekir, ancak bunlar asgari düzeydedir" diye uyarıyor. "Faydalarının eksikliği göz önüne alındığında, 'neredeyse tüm psikotropik ilaçları zarar vermeden durdurabileceğimizi' tahmin ediyorum." (...)" (91)
Batı'da her yıl 65 yaş ve üzeri yarım milyondan fazla insan psikiyatrik ilaç kullanımından ölüyor ve en kötü yanı, bu ölüm haplarının ne ruhsal hastalıkları ne de depresyonu tedavi etmede etkili olmaması. Danimarka'nın Nordic Cochrane Merkezi'ndeki araştırmacılar, 'psikiyatrik ilaçların faydalarının, en iyi ihtimalle asgari düzeyde' olduğunu ve şu anda bunları kullanan çoğu insanın 'bunları tamamen bırakmasının daha iyi olacağını' buldu. Profesör Peter Gotzsche'nin BMJ'de (İngiliz Tıp Dergisi "British Medical Journal") yayınlanan göz açıcı makalesi, 'çoğu antidepresanın ve bunama ilacının, somut bir rahatlama sağlama' konusunda genellikle 'işe yaramadığını' ortaya koyuyor. Ayrıca, ilaçların 'aşırı reçete edildiğini ve yan etki riskinin o kadar yüksek olduğunu' söylüyor ki, 'ortalama bir insanın, bunları denemeye değmediğini' bile söylüyor.
Bu arada, her yıl yüz binlerce insan, 'aşırı depresyona neden olan ve kullanıcıları intihara veya hatta cinayete sürükleyen' seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) gibi psikiyatrik ilaçların 'normal ve reçeteli kullanımından' ölüyor. Buna, çoğu psikiyatrik 'ilacın etkili olduğu, etkinlik açısından plasebo ile eşleştiği veya hatta ona ulaşamadığı' gerçeğini de ekleyin ve 'bunların sürekli kullanımı için meşru bir neden yok.' Gotzsche, 'Batı'da 65 yaş ve üzeri, her yıl psikiyatrik ilaç kullanımından ölen, yarım milyondan fazla insan' hakkında "Bunu haklı çıkarmak için faydalarının muazzam olması gerekir, ancak bunlar asgari düzeydedir" diye uyarıyor. "Faydalarının eksikliği göz önüne alındığında, 'neredeyse tüm psikotropik ilaçları zarar vermeden durdurabileceğimizi' tahmin ediyorum." (...)" (91)
"Jenelle'in hikayesi: Psikiyatrik İlaçlardan Kaynaklanan Tardif Diskinezi (Distoni)
Bu genç kadın, neden tekerlekli sandalye kullanıyor?: Psikiyatrik ilaçların neden olduğu tardif diskinezi (tardive dyskinesia) hastası.. Birkaç yıl önce Jenelle 'gıda zehirlenmesi' geçirdi ve kusmayı bastırmak için Reglan (metoklopramid) adlı bir 'nöroleptik ilaç' verildi. İlaç, ona hemen hemen anında 'tardif diskinezi adı verilen bir hareket bozukluğu' verdi. İlacın neden olduğu 'garip vücut hareketleri' nedeniyle, 'psikiyatrik bir sorunu olduğu' yanlış teşhisi kondu ve fiziksel ve ruhsal durumunu kötüleştiren 'Thorazine, Haldol ve Xanax' adlı diğer psikiyatrik ilaçlar verildi. Kendisine verilen nöroleptikler (Reglan, Thorazine ve Haldol) adlı psikiyatrik ilaçlar, 'sinir sisteminin motor kontrolünden sorumlu kısımlarına', onu 'tekerlekli sandalyeye bağımlı hale getirecek kadar' zarar verdi.
Şu anda 23 yaşında ve artık psikiyatrik ilaçlar kullanmıyor, Jenelle hala çekici, entelektüel olarak keskin, anlaşılır ve güzel bir genç kadın (fotoğraflarda göründüğünden daha güzel), öyle ki 'ilaç kaynaklı fiziksel engeli' nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına rağmen, kocası Greg ona aşık oldu ve yukarıdaki fotoğraf çekilmeden altı ay önce Mayıs ayında (1999) onunla evlendi. Onlarla birlikte fotoğrafta Jenelle'in eğitimli yardımcı köpeği Kramer var, sağ tarafında Jenelle'in tutunduğu bir tutamak olan bir koşum takımı var, böylece Kramer 'tekerlekli sandalyede dolaşmasına' yardımcı olabiliyor.
Jenelle'in tardif diskinezi türüne 'distoni' denir - 'anormal hareketlere ve duruşlara' neden olan 'istemsiz spazmlar ve kas kasılmaları..' Bazal ganglionlar adı verilen 'beynin bir bölümündeki hasardan' kaynaklanan 'nörolojik' bir hareket bozukluğudur. Jenelle'in aldığı gibi 'psikiyatrik ilaçlar verilen kişilerde genellikle 'kalıcı bunama', (yani 'ilaçların, beynin genellikle daha hassas olan 'zihinsel işlevlerine' zarar vermesiyle oluşan 'zihinsel veya entelektüel işlev kaybı') da görülür. Jenelle'in başına böyle bir şey gelmemiş gibi görünüyor. Konuşma sırasında, zihni, 'psikiyatrik ilaçların, kalıcı etkilerinden etkilenmemiş' gibi görünüyor. Ancak, okuldayken, psikiyatrik ilaçlar almadan önce olduğu kadar 'iyi bir şekilde, bilgiyi hatırlayamadığını' söylüyor.
Jenelle normal şekilde 'hareket etme ve yürüme' yeteneğinde iyileşme umuyor. Ancak, doktorlar arasındaki fikir birliği, tardif diskinezinin genellikle 'geri döndürülemez' olduğudur. Jenelle'in hikayesi, 'nöroleptikler, antipsikotikler veya majör sakinleştiriciler' olarak bilinen bir psikiyatrik ilaç sınıfı tarafından 'kalıcı beyin hasarına' maruz bırakılan 'milyonlarca insanın hikayesini' temsil ediyor.
Jenelle'in hikayesinin bu kadar dokunaklı olan tarafı (1) Nöroleptik bir ilaçla hareket bozukluğu verilmeden önce 'psikiyatrik bir teşhisle kişiliksizleştirilmemişti (başkaları tarafından algılandığı gibi)', bu nedenle 'hareket bozukluğu, akıl hastalığının bir belirtisi' olarak yanlış bir şekilde açıklanamaz ve (2) zihinsel hayatı, kocası Greg'in engelli olduktan sonra onunla evlenmesi için yeterince etkilenmemişti, bu da onu 'gerçek bir insandan daha az olarak düşünmeyi' zorlaştırıyordu - psikiyatrik etiketleri ("tanıları") olan kişilerin tipik olarak olduğu gibi..
30 Kasım 1999 tarihli bir mektupta Jenelle şöyle yazıyor: "Greg ve ben TD'ye [tardif diskinezi] yakalanmadan önce birkaç yıl boyunca iyi arkadaştık. Hastalığım sırasında yanımda olan ve okula döndükten sonra arkadaşlığımızı sürdüren birkaç arkadaşımdan biriydi. Bu olaydan sonra bir zamanlar arkadaşım olduğunu düşündüğüm birçok insanı kaybettim. Greg gerçekten de en iyi arkadaş olmalı. Bana ve kim olduğuma önem veriyor. Engelliliğimin ötesini görüyor ve bana her zaman gerçek bir eş olarak bakıyor ve ben de ona aynı şekilde bakıyorum. Greg asla bana acımaya tenezzül etmez. Acımanın aşağılayıcı olduğunu hissettiğimi biliyor ve başkalarından bunu tolere etmeyi reddettiğimde beni savunuyor. Birbirimizle evlendik çünkü harika bir arkadaşlığımız vardı ve aşık olduk. Herhangi bir engelli insanın duygusal ihtiyaçları açısından diğerlerinden farklı olmadığına inanıyorum ve bu insani ihtiyaçlardan ilkinin sevgi olduğuna inanıyorum."
Nöroleptik ilaçlar arasında klorpromazin (Thorazine), klozapin (Clozaril), flufenazin (Prolixin), haloperidol (Haldol), risperidon (Risperdal), trifluoperazin (Stelazine) ve olanzapin (Zyprexa) bulunur ancak bunlarla sınırlı değildir.
Psikiyatrist Peter Breggin, M. D ve profesör David Cohen, Ph. D'nin İlacınız Sorununuz Olabilir: Psikiyatrik İlaçları Nasıl ve Neden Bırakmalısınız? (Your Drug May Be Your Problem: How and Why to Stop Taking Psychiatric Drugs) adlı kitaplarına göre, "TD [tardif diskinezi] oranları son derece yüksektir. Birçok standart ders kitabı, sağlıklı genç yetişkinlerde yılda %5 - %7 oranında bir oran tahmin etmektedir. Bu oran kümülatiftir, yani hastaların %25 - %35'i 5 yıllık tedavi süresinde bu bozukluğu geliştirecektir." (Perseus Books, 1999, s. 78). "Sadece iki veya üç ay [nöroleptiklerle] tedavi edilen yaşlı hastaların çoğunda belirgin, geri döndürülemez seğirmeler veya spazmlar gelişir; ayrıca bunama riski de vardır." (ibid. , s. 104).
Jenelle'in hikayesi, 'ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA "Food & Drug Administration") onayının, bir ilacın güvenliğinin garantisi olmadığını' göstermektedir. Avukat Jerry Spence, Adaletin olmadığı yerde (With Justice for None) adlı kitabında "Neredeyse bir asırlık hükümet düzenlemesinden bir şey öğrendiysek, o da hükümetin idari kurumlarının neredeyse her zaman düzenlemek için yaratıldıkları endüstriler tarafından ele geçirildiğidir." diyor. Ya da psikiyatrist Peter Breggin'in Psikiyatride Beyin Engelli Tedavileri: İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü (Brain Disabling Treatments in Psychiatry: Drugs, Electroshock, and the Role of the FDA) adlı kitabında söylediği gibi (Springer Publishing Co. , 1997, s. 227): "Psikiyatrik ilaçların tehlikeleri konusunda uyarıda bulunmaya gelince, FDA 'hastaların güvenliğinden çok, endüstrinin kâr ihtiyaçlarına' daha duyarlıdır."
Jenelle gibi 'nöroleptik ilaçların neden olduğu zararlara' rağmen;
- Psikiyatristler sadece insanlara reçete yazmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda 'isteksiz hastaneye yatırılmış hastalara' da zorla satmaya devam ediyor.
- ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), 'ilaçların piyasada kalmasına' izin veriyor.
Bu genç kadın, neden tekerlekli sandalye kullanıyor?: Psikiyatrik ilaçların neden olduğu tardif diskinezi (tardive dyskinesia) hastası.. Birkaç yıl önce Jenelle 'gıda zehirlenmesi' geçirdi ve kusmayı bastırmak için Reglan (metoklopramid) adlı bir 'nöroleptik ilaç' verildi. İlaç, ona hemen hemen anında 'tardif diskinezi adı verilen bir hareket bozukluğu' verdi. İlacın neden olduğu 'garip vücut hareketleri' nedeniyle, 'psikiyatrik bir sorunu olduğu' yanlış teşhisi kondu ve fiziksel ve ruhsal durumunu kötüleştiren 'Thorazine, Haldol ve Xanax' adlı diğer psikiyatrik ilaçlar verildi. Kendisine verilen nöroleptikler (Reglan, Thorazine ve Haldol) adlı psikiyatrik ilaçlar, 'sinir sisteminin motor kontrolünden sorumlu kısımlarına', onu 'tekerlekli sandalyeye bağımlı hale getirecek kadar' zarar verdi.
Şu anda 23 yaşında ve artık psikiyatrik ilaçlar kullanmıyor, Jenelle hala çekici, entelektüel olarak keskin, anlaşılır ve güzel bir genç kadın (fotoğraflarda göründüğünden daha güzel), öyle ki 'ilaç kaynaklı fiziksel engeli' nedeniyle tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına rağmen, kocası Greg ona aşık oldu ve yukarıdaki fotoğraf çekilmeden altı ay önce Mayıs ayında (1999) onunla evlendi. Onlarla birlikte fotoğrafta Jenelle'in eğitimli yardımcı köpeği Kramer var, sağ tarafında Jenelle'in tutunduğu bir tutamak olan bir koşum takımı var, böylece Kramer 'tekerlekli sandalyede dolaşmasına' yardımcı olabiliyor.
Jenelle'in tardif diskinezi türüne 'distoni' denir - 'anormal hareketlere ve duruşlara' neden olan 'istemsiz spazmlar ve kas kasılmaları..' Bazal ganglionlar adı verilen 'beynin bir bölümündeki hasardan' kaynaklanan 'nörolojik' bir hareket bozukluğudur. Jenelle'in aldığı gibi 'psikiyatrik ilaçlar verilen kişilerde genellikle 'kalıcı bunama', (yani 'ilaçların, beynin genellikle daha hassas olan 'zihinsel işlevlerine' zarar vermesiyle oluşan 'zihinsel veya entelektüel işlev kaybı') da görülür. Jenelle'in başına böyle bir şey gelmemiş gibi görünüyor. Konuşma sırasında, zihni, 'psikiyatrik ilaçların, kalıcı etkilerinden etkilenmemiş' gibi görünüyor. Ancak, okuldayken, psikiyatrik ilaçlar almadan önce olduğu kadar 'iyi bir şekilde, bilgiyi hatırlayamadığını' söylüyor.
Jenelle normal şekilde 'hareket etme ve yürüme' yeteneğinde iyileşme umuyor. Ancak, doktorlar arasındaki fikir birliği, tardif diskinezinin genellikle 'geri döndürülemez' olduğudur. Jenelle'in hikayesi, 'nöroleptikler, antipsikotikler veya majör sakinleştiriciler' olarak bilinen bir psikiyatrik ilaç sınıfı tarafından 'kalıcı beyin hasarına' maruz bırakılan 'milyonlarca insanın hikayesini' temsil ediyor.
Jenelle'in hikayesinin bu kadar dokunaklı olan tarafı (1) Nöroleptik bir ilaçla hareket bozukluğu verilmeden önce 'psikiyatrik bir teşhisle kişiliksizleştirilmemişti (başkaları tarafından algılandığı gibi)', bu nedenle 'hareket bozukluğu, akıl hastalığının bir belirtisi' olarak yanlış bir şekilde açıklanamaz ve (2) zihinsel hayatı, kocası Greg'in engelli olduktan sonra onunla evlenmesi için yeterince etkilenmemişti, bu da onu 'gerçek bir insandan daha az olarak düşünmeyi' zorlaştırıyordu - psikiyatrik etiketleri ("tanıları") olan kişilerin tipik olarak olduğu gibi..
30 Kasım 1999 tarihli bir mektupta Jenelle şöyle yazıyor: "Greg ve ben TD'ye [tardif diskinezi] yakalanmadan önce birkaç yıl boyunca iyi arkadaştık. Hastalığım sırasında yanımda olan ve okula döndükten sonra arkadaşlığımızı sürdüren birkaç arkadaşımdan biriydi. Bu olaydan sonra bir zamanlar arkadaşım olduğunu düşündüğüm birçok insanı kaybettim. Greg gerçekten de en iyi arkadaş olmalı. Bana ve kim olduğuma önem veriyor. Engelliliğimin ötesini görüyor ve bana her zaman gerçek bir eş olarak bakıyor ve ben de ona aynı şekilde bakıyorum. Greg asla bana acımaya tenezzül etmez. Acımanın aşağılayıcı olduğunu hissettiğimi biliyor ve başkalarından bunu tolere etmeyi reddettiğimde beni savunuyor. Birbirimizle evlendik çünkü harika bir arkadaşlığımız vardı ve aşık olduk. Herhangi bir engelli insanın duygusal ihtiyaçları açısından diğerlerinden farklı olmadığına inanıyorum ve bu insani ihtiyaçlardan ilkinin sevgi olduğuna inanıyorum."
Nöroleptik ilaçlar arasında klorpromazin (Thorazine), klozapin (Clozaril), flufenazin (Prolixin), haloperidol (Haldol), risperidon (Risperdal), trifluoperazin (Stelazine) ve olanzapin (Zyprexa) bulunur ancak bunlarla sınırlı değildir.
Psikiyatrist Peter Breggin, M. D ve profesör David Cohen, Ph. D'nin İlacınız Sorununuz Olabilir: Psikiyatrik İlaçları Nasıl ve Neden Bırakmalısınız? (Your Drug May Be Your Problem: How and Why to Stop Taking Psychiatric Drugs) adlı kitaplarına göre, "TD [tardif diskinezi] oranları son derece yüksektir. Birçok standart ders kitabı, sağlıklı genç yetişkinlerde yılda %5 - %7 oranında bir oran tahmin etmektedir. Bu oran kümülatiftir, yani hastaların %25 - %35'i 5 yıllık tedavi süresinde bu bozukluğu geliştirecektir." (Perseus Books, 1999, s. 78). "Sadece iki veya üç ay [nöroleptiklerle] tedavi edilen yaşlı hastaların çoğunda belirgin, geri döndürülemez seğirmeler veya spazmlar gelişir; ayrıca bunama riski de vardır." (ibid. , s. 104).
Jenelle'in hikayesi, 'ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA "Food & Drug Administration") onayının, bir ilacın güvenliğinin garantisi olmadığını' göstermektedir. Avukat Jerry Spence, Adaletin olmadığı yerde (With Justice for None) adlı kitabında "Neredeyse bir asırlık hükümet düzenlemesinden bir şey öğrendiysek, o da hükümetin idari kurumlarının neredeyse her zaman düzenlemek için yaratıldıkları endüstriler tarafından ele geçirildiğidir." diyor. Ya da psikiyatrist Peter Breggin'in Psikiyatride Beyin Engelli Tedavileri: İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü (Brain Disabling Treatments in Psychiatry: Drugs, Electroshock, and the Role of the FDA) adlı kitabında söylediği gibi (Springer Publishing Co. , 1997, s. 227): "Psikiyatrik ilaçların tehlikeleri konusunda uyarıda bulunmaya gelince, FDA 'hastaların güvenliğinden çok, endüstrinin kâr ihtiyaçlarına' daha duyarlıdır."
Jenelle gibi 'nöroleptik ilaçların neden olduğu zararlara' rağmen;
- Psikiyatristler sadece insanlara reçete yazmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda 'isteksiz hastaneye yatırılmış hastalara' da zorla satmaya devam ediyor.
- ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), 'ilaçların piyasada kalmasına' izin veriyor.
-
Eyalet meclisleri ve Kongre, 'insanları bu zararlı ilaçlardan korumak'
için hiçbir şey yapmıyor - ve son birkaç yılda ABD'nin 41 eyaleti, temel
amacı 'insanları bunları almaya zorlamak' olan "ayakta tedavi" yasaları
bile çıkardı.
- Ulusal Akıl Hastaları "İçin" İttifak (NAMI "National Alliance Mental Ill") gibi 'kötü davranan' veya "akıl hastası" kişilerin yakınları, ailelerindeki insanları "ilaçlarını almaya" teşvik etmeye ve hatta 'zorlamaya' devam ediyor; hatta "ilaç" Jenelle'in aldığı gibi 'zararlı bir ilaç' olsa bile - ve giderek daha fazla sayıda insana 'bu ilaçları zorla vermek' için yasa çıkarılması için lobi faaliyetlerinde bulunuyorlar. Jenelle hakkında daha fazla bilgi, daha fazla resim ve 'tardif diskinezi ve distoni' ile ilgili bilgilere bağlantılar ve Jenelle Yasası için Bir Öneri için Jenelle'in web sayfasına bakın." (40)
- Ulusal Akıl Hastaları "İçin" İttifak (NAMI "National Alliance Mental Ill") gibi 'kötü davranan' veya "akıl hastası" kişilerin yakınları, ailelerindeki insanları "ilaçlarını almaya" teşvik etmeye ve hatta 'zorlamaya' devam ediyor; hatta "ilaç" Jenelle'in aldığı gibi 'zararlı bir ilaç' olsa bile - ve giderek daha fazla sayıda insana 'bu ilaçları zorla vermek' için yasa çıkarılması için lobi faaliyetlerinde bulunuyorlar. Jenelle hakkında daha fazla bilgi, daha fazla resim ve 'tardif diskinezi ve distoni' ile ilgili bilgilere bağlantılar ve Jenelle Yasası için Bir Öneri için Jenelle'in web sayfasına bakın." (40)
"Seroquel: Kör Olma Riskine Değer mi?
'Gözlerinizi riske atacağınızı bilseydiniz, Seroquel alır mıydınız?' Nancy, Seroquel yoksunluğunun hikayesini, hayatında yarattığı 'yıkıcı etkiyi ve görme yetisini nasıl çaldığını' anlatıyor. Bu, artık reçeteli Sominex gibi uyku ilacı olarak kullanılan, çok rahatlıkla verilen bir ilacın gerçeği..
Bu makalenin konusu 'Seroquel yoksunluğu: yoksunluk süreci ve bu belirli kimyasalı on yıldan fazla süredir almanın sonuçları..' Benim durumumda, esasen 1997'de piyasaya çıktığından beri.. Psikiyatrik ilaç yoksunluğuyla ilgili yayılan hikayelerin gürültüsünde, Seroquel hakkında neredeyse hiçbir şey duymuyorum ve hikayemi ortak iyilik için sunmak konusunda ahlaki bir yükümlülük hissediyorum. Önceden uyarayım; hoş değil.
2009'da, sayısız insan gibi, büyük ölçüde yanıltıldığımı keşfettim. On yıldan fazla süren acı çekmenin (intihar eğilimi nedeniyle çocuklarımı kaybetmem de dahil) aslında 'gerçek bir hastalıktan muzdarip olmak olmadığını', bunun yerine onu 'tedavi ettiği iddia edilen ilaçların "yan etkilerinden" kaynaklandığını' öğrendim. 'Tıp camiasının bu ihanetinin hikayesi' başka bir zamana ait olabilir. Seroquel konusuna sadık kalayım ve doğrudan konuya gireyim. Uzun yıllar boyunca kokteylimin bir parçası olarak '1.500 mg Seroquel' aldım. 2009'a gelindiğinde, '300 mg Seroquel ve 2 mg Ativan'a' düşmüştüm. O noktada, Kuzey Carolina, Asheville'deki ruh sağlığı sistemi tarafından "kovuldum". Gerisini bırakmak kabul edilebilir bir tercih değildi. Psikiyatrım bana, "Senin gibi insanlar ilaçlarını bırakamaz." dedi. Ona inanmadım. Kendi başıma çok fazla araştırma yapıyordum. Zaten bir aktivist olduğum için (yalan söylenmesi, genellikle insanları politikleştirme eğilimindedir), 'psikiyatrik kurtulanlar topluluğunda' destek gördüm. Kim olduğunuzu biliyorsunuz. Teşekkür ederim.
Çekilme Sonucu: Acil ve Gereksiz Histerektomi.. 2010 Kasım ayının sonlarında son Seroquel dozumu aldım. İki hafta sonra 'şiddetli karın ağrısı ve şişkinlikle' hastaneye kaldırıldım. Eğer acil serviste 'yetenekli bir nörolog' olsaydı, bana radikal 'histerektomi yaptırmamı' söyleyen doktorlara şunu söyleyebilirdi: "Siz aptallar! Nörotransmitterler üzerinde etkili bir ilacı yeni bıraktı. Nörotransmitterlerin yüzde doksan yedisi bağırsaktadır. Bu ilaç yoksunluğudur." Ancak olay yerinde nörolog yoktu. Sadece 'şiddetli ağrı' çeken ben, aşırı korku içindeki partnerim Jim ve her şeyi bildiklerinden emin görünen beyaz önlüklü bir grup adam (yani doktorlar). Gereksiz bir histerektomi geçirdim. (....)
Ve Çekilmenin Bir Yıkıcı Etkisi Daha.. Sabırlı okuyucu, sizinle tartışacağım son konu, en az duyulan gibi görünen, ancak 'hayatımı sonsuza dek değiştiren' konudur. 2010 yılında Seroquel'i bırakırken 'ışığa duyarlılık' geliştirdim. Giderek 'okuma, bilgisayarlara, televizyona ve film ekranlarına' bakma yeteneğimi kaybettim. Temmuz 2011'de güvenli bir şekilde araba kullanmak için 'gözlerimi' yeterince uzun süre açık tutamadım. Birkaç göz doktoru bana 'hiçbir sorun olmadığını' söyledi. Yazılı olarak, 'daha duygusal hale geldikçe gözlerimin kötüleştiği' önerildi. Geçtiğimiz Mayıs 2012'de Boston Görme Merkezi "kornea sinirlerinde çarpıcı hasar"ın 'mikroskobik görüntülerini' yakaladı. Buna 'Kornea Nöropatisi' denir ve 'ilerleyici ve kalıcı' olarak kabul edilir. Seroquel'in üzerindeki etikette, 'iki yıldır Seroquel kullanan hastaların, altı ayda bir göz doktoruna görünmeleri gerektiği' belirtiliyor. Yan etki olarak "göz ağrısı" yazıyor. Etikette belirtilmeyen şey, 'vücuttaki ağrı reseptörlerinin yüzde kırkının, korneada' olduğudur..
Bu Seroquel Çekilmesi Değil. Seroquel Hasarı.. Özetle, Seroquel çekilmesi yanlış bir adlandırmadır. Vücudumun bu toksini yutması sonucu yaşadığı hasar, 'bilinmeyen bir varış noktasına' sahip, gelişen bir olgudur. İlaç şirketlerinin ürünlerinin, 'piyasadan çekilmesine' yol açabilecek bir konu üzerinde yapılan çalışmalara fon sağlama olasılığı düşüktür. FDA'yı 'ilaç şirketlerinden ayrı bir kuruluş' olarak görmüyorum. Deneyimime göre, bu konuyu iki yıldan fazla araştırdıktan sonra, sahip olmaya değer tek kitap James Harper'ın Geriye Dönüş (The Road Back) web sitesinden edinilebilen Psikiyatrik İlaçlardan Güvenli Şekilde Nasıl Kurtuluruz (How to get off Psychiatric Drugs Safely) kitabıdır. Çıkar çatışmasından kaçınmak için artık ayrı olarak satılan önerilen takviyelerle ilgili olarak, 'Omega 3'lerin yeterince güçlü olmadığını, Body Calm'ın (Montmorency Cherry (kirazı)) 'ileri düzeyde oksidatif stres durumunda' olabilecek bazı kişilerde tahrişe yol açabileceğini' düşünüyorum. Probiyotikleriyle ilgili endişem, 'herkes için uygun olmayabilecekleri.' İnce bağırsak aşırı büyümesi olan kişilerde (nüfusun yaklaşık %17-30'u) çoğu probiyotik formülü aşırı bakteriyi besler. İrritabl Bağırsak Sendromu (Irritable Bowel Syndrome), Çölyak Hastalığı (Celiac Disease), Crohn Hastalığı ve Ülseratif Kolit (Crohn’s Disease and Ulcerative Colitis) hastaları için bazı probiyotikleri kullanırken de benzer sorunlar yaşanmaktadır. Bu rahatsızlıklara sahip kişiler için 'diyete özel probiyotikler' üreten şirketler bulunmaktadır.
Genel olarak, bu 'ilaçların nasıl etki ettiği, yoksunluğun nasıl olabileceği ve bunun nasıl atlatılacağına' dair bilim hakkında en kapsamlı bilgi için James Harper en iyi gerçekleri söyleyen kişidir. 'Her insanın farklı olduğunu' akılda tutmak kritik öneme sahiptir. Üç şey her zaman aynıdır: "Doktorlar, psikotropik ilaçlardan çekilme hakkında hiçbir şey bilmiyor. Mevcut bir araştırma yok ve Güvenli bir sığınak yeri yok." Kulağa ne kadar kasvetli gelse de, gerçek bu..
Umutlarım.. Umarım hikayem, Seroquel ilk çıktığında yemi yiyen, on yıldan uzun süredir önerilen yüksek doz rejimini uygulayan ancak 'bir yıldan uzun süredir Seroquel kullanmayan' benim gibi diğerlerini belirsizlikten çıkarır. Bu hesaplar, artık "Seroquel'in yeni Sominex olduğuna" inanan milyonlarca insana yardımcı olacak. Çağrıma cevap verecek iki ayrı grup insan olacak. Bir grup, 'psikotropik ilaçlarla "tedavi edilmeden" önce gerçek mani veya psikoz semptomları' gösteren kişiler olacak. Benim de dahil olduğum ikinci grup, 'boşanma, orta yaş krizi, sevilen birinin ölümü veya başka bir travma' gibi zorlu bir yaşam geçişi sırasında depresyon yaşayan ve "tıpkı bir diyabetlinin insüline ihtiyaç duyması gibi" ilaç gerektiren 'kimyasal bir dengesizliğe sahip olduklarına inanarak yanıltılan' kişilerdir. Her iki durumda da, bu iki grubun önemli hikayeleri var. Bu sessiz uçurumu deneyim sesleriyle dolduralım." (38)
'Gözlerinizi riske atacağınızı bilseydiniz, Seroquel alır mıydınız?' Nancy, Seroquel yoksunluğunun hikayesini, hayatında yarattığı 'yıkıcı etkiyi ve görme yetisini nasıl çaldığını' anlatıyor. Bu, artık reçeteli Sominex gibi uyku ilacı olarak kullanılan, çok rahatlıkla verilen bir ilacın gerçeği..
Bu makalenin konusu 'Seroquel yoksunluğu: yoksunluk süreci ve bu belirli kimyasalı on yıldan fazla süredir almanın sonuçları..' Benim durumumda, esasen 1997'de piyasaya çıktığından beri.. Psikiyatrik ilaç yoksunluğuyla ilgili yayılan hikayelerin gürültüsünde, Seroquel hakkında neredeyse hiçbir şey duymuyorum ve hikayemi ortak iyilik için sunmak konusunda ahlaki bir yükümlülük hissediyorum. Önceden uyarayım; hoş değil.
2009'da, sayısız insan gibi, büyük ölçüde yanıltıldığımı keşfettim. On yıldan fazla süren acı çekmenin (intihar eğilimi nedeniyle çocuklarımı kaybetmem de dahil) aslında 'gerçek bir hastalıktan muzdarip olmak olmadığını', bunun yerine onu 'tedavi ettiği iddia edilen ilaçların "yan etkilerinden" kaynaklandığını' öğrendim. 'Tıp camiasının bu ihanetinin hikayesi' başka bir zamana ait olabilir. Seroquel konusuna sadık kalayım ve doğrudan konuya gireyim. Uzun yıllar boyunca kokteylimin bir parçası olarak '1.500 mg Seroquel' aldım. 2009'a gelindiğinde, '300 mg Seroquel ve 2 mg Ativan'a' düşmüştüm. O noktada, Kuzey Carolina, Asheville'deki ruh sağlığı sistemi tarafından "kovuldum". Gerisini bırakmak kabul edilebilir bir tercih değildi. Psikiyatrım bana, "Senin gibi insanlar ilaçlarını bırakamaz." dedi. Ona inanmadım. Kendi başıma çok fazla araştırma yapıyordum. Zaten bir aktivist olduğum için (yalan söylenmesi, genellikle insanları politikleştirme eğilimindedir), 'psikiyatrik kurtulanlar topluluğunda' destek gördüm. Kim olduğunuzu biliyorsunuz. Teşekkür ederim.
Çekilme Sonucu: Acil ve Gereksiz Histerektomi.. 2010 Kasım ayının sonlarında son Seroquel dozumu aldım. İki hafta sonra 'şiddetli karın ağrısı ve şişkinlikle' hastaneye kaldırıldım. Eğer acil serviste 'yetenekli bir nörolog' olsaydı, bana radikal 'histerektomi yaptırmamı' söyleyen doktorlara şunu söyleyebilirdi: "Siz aptallar! Nörotransmitterler üzerinde etkili bir ilacı yeni bıraktı. Nörotransmitterlerin yüzde doksan yedisi bağırsaktadır. Bu ilaç yoksunluğudur." Ancak olay yerinde nörolog yoktu. Sadece 'şiddetli ağrı' çeken ben, aşırı korku içindeki partnerim Jim ve her şeyi bildiklerinden emin görünen beyaz önlüklü bir grup adam (yani doktorlar). Gereksiz bir histerektomi geçirdim. (....)
Ve Çekilmenin Bir Yıkıcı Etkisi Daha.. Sabırlı okuyucu, sizinle tartışacağım son konu, en az duyulan gibi görünen, ancak 'hayatımı sonsuza dek değiştiren' konudur. 2010 yılında Seroquel'i bırakırken 'ışığa duyarlılık' geliştirdim. Giderek 'okuma, bilgisayarlara, televizyona ve film ekranlarına' bakma yeteneğimi kaybettim. Temmuz 2011'de güvenli bir şekilde araba kullanmak için 'gözlerimi' yeterince uzun süre açık tutamadım. Birkaç göz doktoru bana 'hiçbir sorun olmadığını' söyledi. Yazılı olarak, 'daha duygusal hale geldikçe gözlerimin kötüleştiği' önerildi. Geçtiğimiz Mayıs 2012'de Boston Görme Merkezi "kornea sinirlerinde çarpıcı hasar"ın 'mikroskobik görüntülerini' yakaladı. Buna 'Kornea Nöropatisi' denir ve 'ilerleyici ve kalıcı' olarak kabul edilir. Seroquel'in üzerindeki etikette, 'iki yıldır Seroquel kullanan hastaların, altı ayda bir göz doktoruna görünmeleri gerektiği' belirtiliyor. Yan etki olarak "göz ağrısı" yazıyor. Etikette belirtilmeyen şey, 'vücuttaki ağrı reseptörlerinin yüzde kırkının, korneada' olduğudur..
Bu Seroquel Çekilmesi Değil. Seroquel Hasarı.. Özetle, Seroquel çekilmesi yanlış bir adlandırmadır. Vücudumun bu toksini yutması sonucu yaşadığı hasar, 'bilinmeyen bir varış noktasına' sahip, gelişen bir olgudur. İlaç şirketlerinin ürünlerinin, 'piyasadan çekilmesine' yol açabilecek bir konu üzerinde yapılan çalışmalara fon sağlama olasılığı düşüktür. FDA'yı 'ilaç şirketlerinden ayrı bir kuruluş' olarak görmüyorum. Deneyimime göre, bu konuyu iki yıldan fazla araştırdıktan sonra, sahip olmaya değer tek kitap James Harper'ın Geriye Dönüş (The Road Back) web sitesinden edinilebilen Psikiyatrik İlaçlardan Güvenli Şekilde Nasıl Kurtuluruz (How to get off Psychiatric Drugs Safely) kitabıdır. Çıkar çatışmasından kaçınmak için artık ayrı olarak satılan önerilen takviyelerle ilgili olarak, 'Omega 3'lerin yeterince güçlü olmadığını, Body Calm'ın (Montmorency Cherry (kirazı)) 'ileri düzeyde oksidatif stres durumunda' olabilecek bazı kişilerde tahrişe yol açabileceğini' düşünüyorum. Probiyotikleriyle ilgili endişem, 'herkes için uygun olmayabilecekleri.' İnce bağırsak aşırı büyümesi olan kişilerde (nüfusun yaklaşık %17-30'u) çoğu probiyotik formülü aşırı bakteriyi besler. İrritabl Bağırsak Sendromu (Irritable Bowel Syndrome), Çölyak Hastalığı (Celiac Disease), Crohn Hastalığı ve Ülseratif Kolit (Crohn’s Disease and Ulcerative Colitis) hastaları için bazı probiyotikleri kullanırken de benzer sorunlar yaşanmaktadır. Bu rahatsızlıklara sahip kişiler için 'diyete özel probiyotikler' üreten şirketler bulunmaktadır.
Genel olarak, bu 'ilaçların nasıl etki ettiği, yoksunluğun nasıl olabileceği ve bunun nasıl atlatılacağına' dair bilim hakkında en kapsamlı bilgi için James Harper en iyi gerçekleri söyleyen kişidir. 'Her insanın farklı olduğunu' akılda tutmak kritik öneme sahiptir. Üç şey her zaman aynıdır: "Doktorlar, psikotropik ilaçlardan çekilme hakkında hiçbir şey bilmiyor. Mevcut bir araştırma yok ve Güvenli bir sığınak yeri yok." Kulağa ne kadar kasvetli gelse de, gerçek bu..
Umutlarım.. Umarım hikayem, Seroquel ilk çıktığında yemi yiyen, on yıldan uzun süredir önerilen yüksek doz rejimini uygulayan ancak 'bir yıldan uzun süredir Seroquel kullanmayan' benim gibi diğerlerini belirsizlikten çıkarır. Bu hesaplar, artık "Seroquel'in yeni Sominex olduğuna" inanan milyonlarca insana yardımcı olacak. Çağrıma cevap verecek iki ayrı grup insan olacak. Bir grup, 'psikotropik ilaçlarla "tedavi edilmeden" önce gerçek mani veya psikoz semptomları' gösteren kişiler olacak. Benim de dahil olduğum ikinci grup, 'boşanma, orta yaş krizi, sevilen birinin ölümü veya başka bir travma' gibi zorlu bir yaşam geçişi sırasında depresyon yaşayan ve "tıpkı bir diyabetlinin insüline ihtiyaç duyması gibi" ilaç gerektiren 'kimyasal bir dengesizliğe sahip olduklarına inanarak yanıltılan' kişilerdir. Her iki durumda da, bu iki grubun önemli hikayeleri var. Bu sessiz uçurumu deneyim sesleriyle dolduralım." (38)
"Tardif Diskinezinin Kısa Tarihi: 65 Yıllık İlaç Kaynaklı Beyin Hasarı ve Devam Eden Süreç
15 Kasım'da Mad in America, aylık maliyeti 7000 dolara kadar çıkan ve "çığır açan ilaçlar" olarak lanse edilen, geç diskinezi (TD) için iki yeni ilacın, Ingrezza ve Austedo'nun pazarlanmasıyla ilgili bir rapor yayınladı. Rapor, bunların geliştirilmesinde ve pazarlanmasında mevcut olan finansal etkilere derinlemesine bir bakış sağladı ve bu pahalı yeni ilaçların aslında TD semptomlarını tedavi etmek için kullanılan mevcut bir jenerikten çok az fayda sağlayan "ben de" bileşikleri olduğunu anlattı. TD'nin antipsikotiklerin neden olduğu bir bozukluk olduğu göz önüne alındığında, bu hikayede açıkça çirkin bir unsur var: ilaç endüstrisi artık kendi ürünlerinin neden olduğu zararı tedavi etmek için ilaçlar geliştirerek kâr elde ediyor.(....)" (233)
"Psikiyatrinin Tardif Diskinezinin Dehşetini İnkar Etmesi
Tardif diskinezi ve ona benzeyen akatizi, psikiyatrik ilaçların ciddi ve korkunç zararları olmasına rağmen, psikiyatristler tarafından sıklıkla göz ardı edilir veya kasıtlı olarak görmezden gelinir. Psikiyatrinin, her yıl nöroleptik alan hastaların yaklaşık %4-5'ini etkilemesine rağmen, tardif diskineziyi iatrojenik bir hastalık olarak tanıması 20 yıl sürdü. FDA'dan Poul Leber, 1984'te, yaşam boyu tüm hastalarda tardif diskinezi gelişebileceği sonucuna vardı. Üç yıl sonra, Amerikan Psikiyatri Birliği başkanı, Oprah Winfrey şovunda tardif diskinezinin ciddi veya sık görülen bir sorun olmadığını söyledi. (...)" (234)
15 Kasım'da Mad in America, aylık maliyeti 7000 dolara kadar çıkan ve "çığır açan ilaçlar" olarak lanse edilen, geç diskinezi (TD) için iki yeni ilacın, Ingrezza ve Austedo'nun pazarlanmasıyla ilgili bir rapor yayınladı. Rapor, bunların geliştirilmesinde ve pazarlanmasında mevcut olan finansal etkilere derinlemesine bir bakış sağladı ve bu pahalı yeni ilaçların aslında TD semptomlarını tedavi etmek için kullanılan mevcut bir jenerikten çok az fayda sağlayan "ben de" bileşikleri olduğunu anlattı. TD'nin antipsikotiklerin neden olduğu bir bozukluk olduğu göz önüne alındığında, bu hikayede açıkça çirkin bir unsur var: ilaç endüstrisi artık kendi ürünlerinin neden olduğu zararı tedavi etmek için ilaçlar geliştirerek kâr elde ediyor.(....)" (233)
"Psikiyatrinin Tardif Diskinezinin Dehşetini İnkar Etmesi
Tardif diskinezi ve ona benzeyen akatizi, psikiyatrik ilaçların ciddi ve korkunç zararları olmasına rağmen, psikiyatristler tarafından sıklıkla göz ardı edilir veya kasıtlı olarak görmezden gelinir. Psikiyatrinin, her yıl nöroleptik alan hastaların yaklaşık %4-5'ini etkilemesine rağmen, tardif diskineziyi iatrojenik bir hastalık olarak tanıması 20 yıl sürdü. FDA'dan Poul Leber, 1984'te, yaşam boyu tüm hastalarda tardif diskinezi gelişebileceği sonucuna vardı. Üç yıl sonra, Amerikan Psikiyatri Birliği başkanı, Oprah Winfrey şovunda tardif diskinezinin ciddi veya sık görülen bir sorun olmadığını söyledi. (...)" (234)
* Tardif diskineziden en çok kim muzdariptir?
"Tardif Diskinezi Gerçekleri ve Rakamları
(...) Tardif diskinezi, Amerika Birleşik Devletleri'nde tahmini 500.000 kişiyi etkilemektedir. Vakaların yaklaşık %60 ila %70'i hafiftir ve yaklaşık %3'ü aşırı şiddetlidir. Özellikle risk altında olanlar şizofreni, şizoaffektif bozukluk veya bipolar bozukluk tedavisi görmüş hastalardır. Kalıcı ve geri döndürülemez tardif diskinezi, yaşlı kişilerde gelişme olasılığı en yüksektir." (232)
"Tardif Diskinezi Gerçekleri ve Rakamları
(...) Tardif diskinezi, Amerika Birleşik Devletleri'nde tahmini 500.000 kişiyi etkilemektedir. Vakaların yaklaşık %60 ila %70'i hafiftir ve yaklaşık %3'ü aşırı şiddetlidir. Özellikle risk altında olanlar şizofreni, şizoaffektif bozukluk veya bipolar bozukluk tedavisi görmüş hastalardır. Kalıcı ve geri döndürülemez tardif diskinezi, yaşlı kişilerde gelişme olasılığı en yüksektir." (232)
"Antidepresanlar Ani Ölüme Neden Olabilir
Çoğu antidepresan, 'kalbin, elektriksel nabzında değişikliğe' neden olur ve bu da 'kalp atışının ritmini' değiştirir. Buna 'uzamış QT aralığı' denir ve herhangi bir uyarı olmaksızın 'ani ölüme' yol açabilir: BMJ çalışması..
Antidepresan sitalopram —marka adları Celexa ve Cipramil— 'kalbi durdurarak, ani ölüme neden olabilen ilaçların' büyüyen listesine katıldı. BMJ'de yayınlanan çalışma,'ilacın, kalp atış döngüsünün bir parçası olan QT aralığında uzamaya neden olduğunu' buldu. Bu sorun için birkaç ilaç kaydedildi. En ünlüsü, özellikle 'dozaj, çok hızlı artırıldığında, bazı kişilerde ani ölüme' neden olan metadondur. Bir riski gösteren hiçbir semptom yoktur. Tamamen normal bir kişi, kelimenin tam anlamıyla ölecektir.
Kalp atışı, 'elektriksel darbelerle' düzenlenir. Bir elektrokardiyogram (EKG /ECG "electrocardiogram") için basılan 'dalga deseninin belirli noktaları', sağdaki grafikte gösterildiği gibi 'Q, R, S ve T' olarak etiketlenir. Q ve T arasındaki zaman 'uzarsa', buna 'uzamış, uzatılmış veya uzun QT sendromu veya QT aralığı uzaması' denir. Bunun olup olmadığını bilmenin tek yolu bir EKG'dir. Genellikle harici ipuçları yoktur, bu nedenle test dışında, etkilendiğinizi bilmenin bir yolu olmaz.
Çalışma.. Çalışmanın yazarları 'Celexa ile ilişkili risk ' konusunda oldukça spesifiktir. Doz ne kadar büyükse, risk de o kadar büyüktür. FDA'nın şunları söylediğini belirttiler: "Sitalopram doza bağlı QT aralığı uzamasına neden olur. Sitalopram artık günde 40 mg'dan fazla dozda reçete edilmemelidir."
Medscape'in sitalopram için ilaç referansına hızlı bir bakış bu ifadeyi doğrular. Araştırmacılar, Şubat 1990 ile Ağustos 2011 arasında, yani yirmi yıldan fazla bir süre içerisinde bir noktada antidepresan veya metadon alan 38.397 yetişkini inceledi. Deneklerin aldığı antidepresanlar 'sitalopram (Celexa), esitalopram (Lexapro), fluoksetin (Prozac), paroksetin (Paxil), sertralin (Zoloft), amitriptilin, bupropion (Zyban), duloksetin (Cymbalta), mirtazapin (Remeron), nortriptilin ve venlafaksin (Effexor)' idi. Tüm çalışma katılımcılarına, 'reçeteli ilaçlarını aldıktan 14-90 gün sonra bir elektrokardiyogram (EKG)' çekildi. Çalışma, 'tüm antidepresanların, QT aralığını bir dereceye kadar etkilediğini, ancak metadonun önemli miktarda daha kötü olduğunu' buldu. İlginç bir şekilde, bupropion (Zyban), diğer ilaçların tam tersi bir sonuca sahipti. QT aralığı kısaldı. Ancak bu, onu güvenli kılmaz, çünkü daha kısa bir QT aralığı 'çarpıntı ve bayılmaya' neden olabilir ve ayrıca 'ani kalp durmasına' da yol açabilir. QT aralığını uzatmak için en kötü antidepresanlar 'sitalopram (Celexa), esitalopram (Lexapro) ve amitriptilin' idi. Ancak, genel olarak, 'bu ilaçları alan beş kişiden biri, uzamış QT aralıklarıyla anormal EKG'ler' yaşadı. Yazarlar, 'bu bulguların klinik öneminin bilinmediğini' belirtiyorlar. 'Uzamış bir QT aralığının ani ölüme yol açabileceğini' biliyoruz. Gerçekte, bu sık sık olmaz —ancak kimse 'ölüm sıklığını' ölçemez. Yani, tek etik yaklaşımın, 'insanları bu ilaçları alarak, 'ani ölüm riski' konusunda bilgilendirmek olduğu' anlaşılıyor. Ancak 'gerçek bilgilendirilmiş onayın neredeyse hiç gerçekleşmediğini' zaten biliyoruz. İnsanlara rutin olarak 'riskin asgari düzeyde olduğu' söyleniyor ve ayrıntılar belirtilmiyor. Ancak, sonuçta, sonuçları yaşayan tek kişi, kendi cildinizin içindeki kişidir.
QT Aralığını Uzatan İlaçların Daha Tam Listesi.. Yeni İngiltere Tıp'bının Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) 2004 yılında yayınlanan bir makale QT aralığının uzamasını ele alıyor. Buna neden olabilecek bilinen ilaçları listeliyor. Bunlar: "Disopyramide, Dofetilide, Ibutilide, Procainamide, Quinidine, Sotalol, Bepridil, Amiodarone, Arsenic trioxide, Cisapride.. Kalsiyum kanal blokerleri (Calcium-channel blockers): lidoflazine.. Antienfeksiyözler (Antiinfectives): clarithromycin, erythromycin, halofantrine, pentamidine, sparfloxacin.. Antiemetikler (Antiemetics): domperidone, droperidol.. Antipsikotikler (Antipsychotics): chlorpromazine, halperidol, mesoridazine, thioridazine, pimozide.. Metadon (Methadone)"" (37)
Çoğu antidepresan, 'kalbin, elektriksel nabzında değişikliğe' neden olur ve bu da 'kalp atışının ritmini' değiştirir. Buna 'uzamış QT aralığı' denir ve herhangi bir uyarı olmaksızın 'ani ölüme' yol açabilir: BMJ çalışması..
Antidepresan sitalopram —marka adları Celexa ve Cipramil— 'kalbi durdurarak, ani ölüme neden olabilen ilaçların' büyüyen listesine katıldı. BMJ'de yayınlanan çalışma,'ilacın, kalp atış döngüsünün bir parçası olan QT aralığında uzamaya neden olduğunu' buldu. Bu sorun için birkaç ilaç kaydedildi. En ünlüsü, özellikle 'dozaj, çok hızlı artırıldığında, bazı kişilerde ani ölüme' neden olan metadondur. Bir riski gösteren hiçbir semptom yoktur. Tamamen normal bir kişi, kelimenin tam anlamıyla ölecektir.
Kalp atışı, 'elektriksel darbelerle' düzenlenir. Bir elektrokardiyogram (EKG /ECG "electrocardiogram") için basılan 'dalga deseninin belirli noktaları', sağdaki grafikte gösterildiği gibi 'Q, R, S ve T' olarak etiketlenir. Q ve T arasındaki zaman 'uzarsa', buna 'uzamış, uzatılmış veya uzun QT sendromu veya QT aralığı uzaması' denir. Bunun olup olmadığını bilmenin tek yolu bir EKG'dir. Genellikle harici ipuçları yoktur, bu nedenle test dışında, etkilendiğinizi bilmenin bir yolu olmaz.
Çalışma.. Çalışmanın yazarları 'Celexa ile ilişkili risk ' konusunda oldukça spesifiktir. Doz ne kadar büyükse, risk de o kadar büyüktür. FDA'nın şunları söylediğini belirttiler: "Sitalopram doza bağlı QT aralığı uzamasına neden olur. Sitalopram artık günde 40 mg'dan fazla dozda reçete edilmemelidir."
Medscape'in sitalopram için ilaç referansına hızlı bir bakış bu ifadeyi doğrular. Araştırmacılar, Şubat 1990 ile Ağustos 2011 arasında, yani yirmi yıldan fazla bir süre içerisinde bir noktada antidepresan veya metadon alan 38.397 yetişkini inceledi. Deneklerin aldığı antidepresanlar 'sitalopram (Celexa), esitalopram (Lexapro), fluoksetin (Prozac), paroksetin (Paxil), sertralin (Zoloft), amitriptilin, bupropion (Zyban), duloksetin (Cymbalta), mirtazapin (Remeron), nortriptilin ve venlafaksin (Effexor)' idi. Tüm çalışma katılımcılarına, 'reçeteli ilaçlarını aldıktan 14-90 gün sonra bir elektrokardiyogram (EKG)' çekildi. Çalışma, 'tüm antidepresanların, QT aralığını bir dereceye kadar etkilediğini, ancak metadonun önemli miktarda daha kötü olduğunu' buldu. İlginç bir şekilde, bupropion (Zyban), diğer ilaçların tam tersi bir sonuca sahipti. QT aralığı kısaldı. Ancak bu, onu güvenli kılmaz, çünkü daha kısa bir QT aralığı 'çarpıntı ve bayılmaya' neden olabilir ve ayrıca 'ani kalp durmasına' da yol açabilir. QT aralığını uzatmak için en kötü antidepresanlar 'sitalopram (Celexa), esitalopram (Lexapro) ve amitriptilin' idi. Ancak, genel olarak, 'bu ilaçları alan beş kişiden biri, uzamış QT aralıklarıyla anormal EKG'ler' yaşadı. Yazarlar, 'bu bulguların klinik öneminin bilinmediğini' belirtiyorlar. 'Uzamış bir QT aralığının ani ölüme yol açabileceğini' biliyoruz. Gerçekte, bu sık sık olmaz —ancak kimse 'ölüm sıklığını' ölçemez. Yani, tek etik yaklaşımın, 'insanları bu ilaçları alarak, 'ani ölüm riski' konusunda bilgilendirmek olduğu' anlaşılıyor. Ancak 'gerçek bilgilendirilmiş onayın neredeyse hiç gerçekleşmediğini' zaten biliyoruz. İnsanlara rutin olarak 'riskin asgari düzeyde olduğu' söyleniyor ve ayrıntılar belirtilmiyor. Ancak, sonuçta, sonuçları yaşayan tek kişi, kendi cildinizin içindeki kişidir.
QT Aralığını Uzatan İlaçların Daha Tam Listesi.. Yeni İngiltere Tıp'bının Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) 2004 yılında yayınlanan bir makale QT aralığının uzamasını ele alıyor. Buna neden olabilecek bilinen ilaçları listeliyor. Bunlar: "Disopyramide, Dofetilide, Ibutilide, Procainamide, Quinidine, Sotalol, Bepridil, Amiodarone, Arsenic trioxide, Cisapride.. Kalsiyum kanal blokerleri (Calcium-channel blockers): lidoflazine.. Antienfeksiyözler (Antiinfectives): clarithromycin, erythromycin, halofantrine, pentamidine, sparfloxacin.. Antiemetikler (Antiemetics): domperidone, droperidol.. Antipsikotikler (Antipsychotics): chlorpromazine, halperidol, mesoridazine, thioridazine, pimozide.. Metadon (Methadone)"" (37)
"Antidepresanlar kadınları öldürmeye devam ediyor, böylece depresyonlarını 'tedavi" etmiş oluyor
Sözde "daha güvenli" antidepresanların bile 'kadınlarda 'felç ve ölüm riskini' artırdığına' dair kanıtlar artmaya devam ediyor.. Doktorların eski trisiklikler yerine seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI) antidepresanlarını tercih etmelerinin nedenlerinden biri, ikincisinin 'kalp fonksiyonu' üzerinde 'olumsuz etkilerinin' olduğu biliniyor olması (ve depresyonun kendisi zaten kardiyovasküler hastalık için bir risk faktörü). Son beş yılda, SSRI'ların özellikle yaşlı kadınlarda, 'kardiyovasküler riski de artırabileceğine' dair kanıtlar ortaya çıkmaya başladı. (...)" (81)
Sözde "daha güvenli" antidepresanların bile 'kadınlarda 'felç ve ölüm riskini' artırdığına' dair kanıtlar artmaya devam ediyor.. Doktorların eski trisiklikler yerine seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI) antidepresanlarını tercih etmelerinin nedenlerinden biri, ikincisinin 'kalp fonksiyonu' üzerinde 'olumsuz etkilerinin' olduğu biliniyor olması (ve depresyonun kendisi zaten kardiyovasküler hastalık için bir risk faktörü). Son beş yılda, SSRI'ların özellikle yaşlı kadınlarda, 'kardiyovasküler riski de artırabileceğine' dair kanıtlar ortaya çıkmaya başladı. (...)" (81)
***
**Antipsikotik ilaçların, beyin küçülmesine katkısı.. (bir araştırma)
"Uzun süreli antipsikotik tedavi ve beyin hacimleri: İlk atak şizofreni üzerine uzunlamasına bir çalışma
Özet.. Bağlam: Şizofrenide 'ilerleyici beyin hacmi değişikliklerinin' esas olarak 'hastalığa bağlı olduğu' düşünülmektedir. Ancak, son hayvan çalışmaları, şizofreni hastalarının tedavisinin temel taşı olan antipsikotiklerin de 'beyin dokusu hacminin azalmasına' katkıda bulunabileceğini' göstermektedir. Antipsikotikler şizofreni hastalarına, 'uzun süreler boyunca' reçete edildiğinden ve diğer psikiyatrik bozukluklarda giderek 'daha yaygın bir şekilde' kullanıldığından, bunların 'insan beyni üzerindeki uzun vadeli etkilerinin' belirlenmesi zorunludur.
Amaç: Beyin hacmi değişiminin 4 potansiyel öngörücüsünün (hastalık süresi, antipsikotik tedavi, hastalık şiddeti ve madde bağımlılığı) göreceli katkılarını değerlendirmek. Tasarım: Beyin hacmi değişimlerinin öngörücüleri, birden fazla bilgilendiriciye dayalı olarak prospektif olarak değerlendirildi. Ortam: Iowa Uzunlamasına Çalışmasından elde edilen veriler. Hastalar: Hastalığın başlangıcından kısa bir süre sonra tekrarlanan nörogörüntülemeden geçen ve toplam 674 yüksek çözünürlüklü manyetik rezonans taraması elde edilen şizofreni hastası iki yüz on bir hasta. Ortalama olarak, her hasta 7,2 yıl boyunca (14 yıla kadar) 3 tarama (?2 ve 5'e kadar) yaptırdı. Ana sonuç ölçüsü: Beyin hacimleri.
Sonuçlar: Uzunlamasına takip sırasında, antipsikotik tedavi 1991'den 2009'a kadar ulusal reçeteleme uygulamalarını yansıttı. Daha uzun takip, 'daha küçük beyin dokusu hacimleri ve daha büyük beyin omurilik sıvısı hacimleriyle' ilişkiliydi. Diğer 3 öngörücünün etkileri kontrol edildikten sonra, 'antipsikotik tedavinin daha yoğun olması, genelleştirilmiş ve spesifik 'beyin dokusu azalmasının' göstergeleriyle' ilişkilendirildi. Daha fazla antipsikotik tedavi, 'daha küçük gri madde hacimleriyle' ilişkilendirildi. 'Beyaz madde hacmindeki ilerleyici azalma', daha fazla antipsikotik tedavi alan hastalarda en belirgindi. Hastalığın şiddeti, 'doku hacmi azalmasıyla' nispeten mütevazı korelasyonlara sahipti ve alkol/yasadışı uyuşturucu kullanımının, diğer değişkenlerin etkileri ayarlandığında önemli bir ilişkisi yoktu.
Çözümler: Hayvan çalışmalarından elde edilen verilerle birlikte incelendiğinde, çalışmamız 'antipsikotiklerin zamanla 'beyin dokusu kaybı' üzerinde ince ama ölçülebilir bir etkiye sahip olduğunu', bu da dozaj ve tedavi süresinin yanı sıra etiket dışı kullanımlarının dikkatli bir risk-fayda incelemesinin önemini göstermektedir. (...)" (158)
Özet.. Bağlam: Şizofrenide 'ilerleyici beyin hacmi değişikliklerinin' esas olarak 'hastalığa bağlı olduğu' düşünülmektedir. Ancak, son hayvan çalışmaları, şizofreni hastalarının tedavisinin temel taşı olan antipsikotiklerin de 'beyin dokusu hacminin azalmasına' katkıda bulunabileceğini' göstermektedir. Antipsikotikler şizofreni hastalarına, 'uzun süreler boyunca' reçete edildiğinden ve diğer psikiyatrik bozukluklarda giderek 'daha yaygın bir şekilde' kullanıldığından, bunların 'insan beyni üzerindeki uzun vadeli etkilerinin' belirlenmesi zorunludur.
Amaç: Beyin hacmi değişiminin 4 potansiyel öngörücüsünün (hastalık süresi, antipsikotik tedavi, hastalık şiddeti ve madde bağımlılığı) göreceli katkılarını değerlendirmek. Tasarım: Beyin hacmi değişimlerinin öngörücüleri, birden fazla bilgilendiriciye dayalı olarak prospektif olarak değerlendirildi. Ortam: Iowa Uzunlamasına Çalışmasından elde edilen veriler. Hastalar: Hastalığın başlangıcından kısa bir süre sonra tekrarlanan nörogörüntülemeden geçen ve toplam 674 yüksek çözünürlüklü manyetik rezonans taraması elde edilen şizofreni hastası iki yüz on bir hasta. Ortalama olarak, her hasta 7,2 yıl boyunca (14 yıla kadar) 3 tarama (?2 ve 5'e kadar) yaptırdı. Ana sonuç ölçüsü: Beyin hacimleri.
Sonuçlar: Uzunlamasına takip sırasında, antipsikotik tedavi 1991'den 2009'a kadar ulusal reçeteleme uygulamalarını yansıttı. Daha uzun takip, 'daha küçük beyin dokusu hacimleri ve daha büyük beyin omurilik sıvısı hacimleriyle' ilişkiliydi. Diğer 3 öngörücünün etkileri kontrol edildikten sonra, 'antipsikotik tedavinin daha yoğun olması, genelleştirilmiş ve spesifik 'beyin dokusu azalmasının' göstergeleriyle' ilişkilendirildi. Daha fazla antipsikotik tedavi, 'daha küçük gri madde hacimleriyle' ilişkilendirildi. 'Beyaz madde hacmindeki ilerleyici azalma', daha fazla antipsikotik tedavi alan hastalarda en belirgindi. Hastalığın şiddeti, 'doku hacmi azalmasıyla' nispeten mütevazı korelasyonlara sahipti ve alkol/yasadışı uyuşturucu kullanımının, diğer değişkenlerin etkileri ayarlandığında önemli bir ilişkisi yoktu.
Çözümler: Hayvan çalışmalarından elde edilen verilerle birlikte incelendiğinde, çalışmamız 'antipsikotiklerin zamanla 'beyin dokusu kaybı' üzerinde ince ama ölçülebilir bir etkiye sahip olduğunu', bu da dozaj ve tedavi süresinin yanı sıra etiket dışı kullanımlarının dikkatli bir risk-fayda incelemesinin önemini göstermektedir. (...)" (158)
"SSRI
dehşeti büyüyor: Popüler antidepresanları kullanan kadınlar, şiddetli
yüksek tansiyona sahip bebek sahibi olma riskiyle karşı karşıya
Büyük ilaç şirketleri ve ana akım tıp, özellikle Paxil ve Prozac gibi seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) olarak bilinen antidepresanları zorlamaya devam ediyor, bu ilaçların 'belgelenmiş riskleri ve yan etkileri' genellikle göz ardı ediliyor.. FDA'nın sonunda 'SSRI'lerin ergenlerde, intihar ve şiddetle bağlantılı olduğunu' kabul ettiği doğru olsa da, 'kadınlarda, ani ölüm riski' gibi diğer sağlık sorunlarından nadiren bahsediliyor. SSRI'lerin 'doğmamış bebekler' için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dair artan kanıtlar da yok değil. (....) ....antidepresanların, aslında çok ciddi ve potansiyel olarak 'ölümcül doğum kusurlarına' neden olabileceğine' dair kanıtlar birikti. Örneğin, geçen Temmuz ayında yayınlanan bir Finlandiya araştırması, 'hamileliğin ilk üç ayında, SSRI'lara maruz kalmanın, özellikle 'kalp sorunları' olmak üzere, 'majör konjenital anomaliler' riskini artırdığına' dair kanıtlar sağladı. Aslında, 'hamileliğin ilk üç ayında, fluoksetin (Prozac'ın genel adı) kullanımı, 'izole ventriküler sepal defektler' için iki kat daha fazla riskle' ilişkilendirildi; bir diğer SSRI olan paroksetin (Paxil), 'yeni doğan kalplerinde, 'sağ ventriküler çıkış yolu defektleri' için dört kattan fazla artan bir riskle' ilişkilendirildi. Bu yeterince şok edici ve endişe verici değilse, özellikle CDC'nin en azından 'on Amerikalıdan birinin, sayısız hamile kadın da dahil olmak üzere, SSRI kullandığını' bildirdiğini düşündüğünüzde. Bu 'antidepresanlarla bağlantılı doğum kusurları' hakkındaki haberler daha da kötüleşti. İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) tarafından çevrimiçi olarak yayınlanan yeni bir çalışma, 'hamilelik sırasında SSRI kullanan kadınların, 'çok tehlikeli ve ciddi bir rahatsızlık olan kalıcı pulmoner hipertansiyon (akciğerlerde yüksek tansiyon)' olan çocukları doğurma olasılığının' daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
Büyük ilaç şirketleri ve ana akım tıp, özellikle Paxil ve Prozac gibi seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) olarak bilinen antidepresanları zorlamaya devam ediyor, bu ilaçların 'belgelenmiş riskleri ve yan etkileri' genellikle göz ardı ediliyor.. FDA'nın sonunda 'SSRI'lerin ergenlerde, intihar ve şiddetle bağlantılı olduğunu' kabul ettiği doğru olsa da, 'kadınlarda, ani ölüm riski' gibi diğer sağlık sorunlarından nadiren bahsediliyor. SSRI'lerin 'doğmamış bebekler' için ciddi bir tehdit oluşturduğuna dair artan kanıtlar da yok değil. (....) ....antidepresanların, aslında çok ciddi ve potansiyel olarak 'ölümcül doğum kusurlarına' neden olabileceğine' dair kanıtlar birikti. Örneğin, geçen Temmuz ayında yayınlanan bir Finlandiya araştırması, 'hamileliğin ilk üç ayında, SSRI'lara maruz kalmanın, özellikle 'kalp sorunları' olmak üzere, 'majör konjenital anomaliler' riskini artırdığına' dair kanıtlar sağladı. Aslında, 'hamileliğin ilk üç ayında, fluoksetin (Prozac'ın genel adı) kullanımı, 'izole ventriküler sepal defektler' için iki kat daha fazla riskle' ilişkilendirildi; bir diğer SSRI olan paroksetin (Paxil), 'yeni doğan kalplerinde, 'sağ ventriküler çıkış yolu defektleri' için dört kattan fazla artan bir riskle' ilişkilendirildi. Bu yeterince şok edici ve endişe verici değilse, özellikle CDC'nin en azından 'on Amerikalıdan birinin, sayısız hamile kadın da dahil olmak üzere, SSRI kullandığını' bildirdiğini düşündüğünüzde. Bu 'antidepresanlarla bağlantılı doğum kusurları' hakkındaki haberler daha da kötüleşti. İngiliz Tıp Dergisi (British Medical Journal) tarafından çevrimiçi olarak yayınlanan yeni bir çalışma, 'hamilelik sırasında SSRI kullanan kadınların, 'çok tehlikeli ve ciddi bir rahatsızlık olan kalıcı pulmoner hipertansiyon (akciğerlerde yüksek tansiyon)' olan çocukları doğurma olasılığının' daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.
SSRI'lar, 'bebeklerin sağlığı' için ciddi bir tehdit olabilir.. Kalıcı pulmoner hipertansiyon, akciğerlerdeki 'kan basıncının artmasıyla' oluşur. Bu da 'nefes darlığına ve diğer solunum güçlüklerine' yol açar. Bu da önemsiz bir sorun değil, 'kalp yetmezliğiyle' güçlü bağlantıları olan ciddi bir hastalıktır.
Stockholm'deki Karolinska Enstitüsü'ndeki Farmakoepidemiyoloji
Merkezi'ndeki bilim insanları tarafından yürütülen yeni çalışma, 1996 ile 2007 yılları arasında beş İskandinav ülkesinde (Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Norveç ve İsveç) gerçekleşen 1,6 milyon doğumu inceledi. Toplamda, çalışmaya toplam 1.618.255 tek doğum dahil edildi. Araştırmacılar, annelerin 11.000'inin 'hamileliğin sonlarında, antidepresan reçetelerini doldurduğunu' ve yaklaşık 17.000'inin de 'hamileliğin başlarında, ilaç aldığını' keşfetti. Çalışmada 54.184 anneye daha önce 'psikiyatrik tanı' konduğu ancak bu kadınların 'hamilelikleri sırasında, herhangi bir antidepresan ilaç almadığı' bulundu. Çalışmadaki kadınların doğurduğu bebekler, 231 gün (33 hafta) sonra değerlendirildi.
Sonuçlar? SSRI'ları almak 'pulmoner persistan hipertansiyon' riskini açıkça artırıyor gibi görünüyor. Yeni çalışma, toplamda, 'erken gebelikte SSRI alan her 1000 kadından üçünde, pulmoner persistan hipertansiyonu olan bebek' buldu. Antidepresanlar, 'geç gebelikte alındığında, bu sayı iki katına' çıkıyor. Risk çok büyük değildi. Ancak bir bebekte 'pulmoner persistan hipertansiyon' çok ciddi bir hastalıktır ve vakalarda herhangi bir artış olması, özellikle de önlenebildiğinde, son derece endişe vericidir. Sonuçta, SSRI'ları almak, bir kadının kesinlikle yapması gereken bir şey değildir. 'Egzersiz, sağlıklı beslenme, stres giderme, yoga ve diğer birçok doğal yaklaşımın' depresyonu hafifletmeye yardımcı olduğu
belgelenmiştir. Eşlik eden bir başyazıda, Toronto'daki Motherisk Çocuk
Hastanesi ve Oslo Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'nden araştırmacılar, 'hamileliğin sonlarında, SSRI alan annelerin, persistan pulmoner hipertansiyonlu çocuk doğurma olasılığının' daha yüksek olduğu sonucuna vardı. Yeni çalışma hakkında bir basın bülteninde, 'hamilelikte SSRI kullanımının potansiyel risklerini' de inceleyen California Üniversitesi, San Diego'dan Christina Chambers, PhD, MPH, makalenin "seçilmiş belirli doğum kusurları için
küçük artış riskleri gösteren birkaç başka makalenin sonuçlarını
doğruladığını, ancak önceki tüm çalışmaların bir risk göstermediğini" söyledi. " (82)
"Antidepresanlar premature (erken) doğumla bağlantılı
Çalışmalar 'hamilelik sırasında SSRI kullanımını, çocuklarda 'doğum kusurları ve otizmle' ilişkilendirmiş' olsa da, haplar hamile kadınlara sürekli ve tehlikeli bir şekilde reçete edilmektedir. Prozac, Paxil ve Zoloft gibi yaygın SSRI'lar, 'serotoninin 'doğal yeniden emilimini' engelleyerek, kişinin beynindeki 'serotonin seviyelerini', yapay olarak' artırır. Bir kişinin 'serotonin seviyelerinin, ilk etapta neden düşük olduğunu' anlamak ve ele almak için hiçbir çaba gösterilmez. SSRI'lar 'serotonin seviyelerini, yapay olarak' uyardığından, beynin 'düzgün bir şekilde iyileşmesine ve kendi serotonin seviyelerini korumasına' izin vermez. Bu ilaçlar temelde bir kişinin 'depresyonunu, kimyasal bir şekilde' bastırır ve bir kişinin 'duyguları işleme ve buna göre tepki verme' biçiminde 'aşırı değişimlere' yol açar. Bu nedenle SSRI'ların birçok yan etkisi arasında 'intihar düşünceleri, saldırganlık ve uykusuzluk' bulunur. Kişinin beyni, ilk etapta başa çıkmakta zorlandığı 'sorunların, kimyasal olarak bastırılmasıyla' başa çıkmaya zorlanır! Yetişkinlerin beyinlerinde böylesine 'köklü değişiklikler' meydana gelirse, ortalama bir yetişkinin boyutunun 1/25'i olan üçüncü trimester, 'bir fetüste değişiklikler' ne kadar daha köklü olur? Bu ilaçlar, 'gelişimin en erken evrelerinde, fetüsü' nasıl etkiler?
"Antidepresanlar premature (erken) doğumla bağlantılı
Çalışmalar 'hamilelik sırasında SSRI kullanımını, çocuklarda 'doğum kusurları ve otizmle' ilişkilendirmiş' olsa da, haplar hamile kadınlara sürekli ve tehlikeli bir şekilde reçete edilmektedir. Prozac, Paxil ve Zoloft gibi yaygın SSRI'lar, 'serotoninin 'doğal yeniden emilimini' engelleyerek, kişinin beynindeki 'serotonin seviyelerini', yapay olarak' artırır. Bir kişinin 'serotonin seviyelerinin, ilk etapta neden düşük olduğunu' anlamak ve ele almak için hiçbir çaba gösterilmez. SSRI'lar 'serotonin seviyelerini, yapay olarak' uyardığından, beynin 'düzgün bir şekilde iyileşmesine ve kendi serotonin seviyelerini korumasına' izin vermez. Bu ilaçlar temelde bir kişinin 'depresyonunu, kimyasal bir şekilde' bastırır ve bir kişinin 'duyguları işleme ve buna göre tepki verme' biçiminde 'aşırı değişimlere' yol açar. Bu nedenle SSRI'ların birçok yan etkisi arasında 'intihar düşünceleri, saldırganlık ve uykusuzluk' bulunur. Kişinin beyni, ilk etapta başa çıkmakta zorlandığı 'sorunların, kimyasal olarak bastırılmasıyla' başa çıkmaya zorlanır! Yetişkinlerin beyinlerinde böylesine 'köklü değişiklikler' meydana gelirse, ortalama bir yetişkinin boyutunun 1/25'i olan üçüncü trimester, 'bir fetüste değişiklikler' ne kadar daha köklü olur? Bu ilaçlar, 'gelişimin en erken evrelerinde, fetüsü' nasıl etkiler?
SSRI'lar, hamile kadınlara yük olur, 'erken doğuma' neden olur, 'doğum ağırlığını' önemli ölçüde düşürür.. Uluslararası Epidemiyoloji Dergisi'nde yayınlanan yeni çalışmalar, 'hamilelik sırasında, SSRI almanın yeni tehlikelerine' işaret ediyor. Hamile kadınlar, ilaçları iki veya daha fazla trimester boyunca aldıklarında, 'yeni doğan bebekleri, önemli ölçüde daha düşük doğum ağırlığına ve daha düşük gebelik süresine' sahip oluyor. Norveç Anne ve Çocuk Kohort Çalışması ve Norveç Tıbbi Doğum Kaydı'nı kullanarak, Kanada ve Norveç'ten araştırmacılar 27.756 kardeşin (siblings) doğumlarını inceledi. Test grubundaki 'yenidoğanların 194'ü, rahimde SSRI'lara' maruz kalmıştı. Sosyo-demografik ve ailevi faktörler ayarlandıktan sonra bile, 'hamilelik sırasında SSRI kullanımı hala, erken doğumlarla ve önemli ölçüde daha düşük doğum ağırlıklarıyla' ilişkiliydi. Ortalama olarak, 'rahimde SSRI'lara maruz kalan fetüsler, 4,9 gün daha erken doğdu.' Ayrıca, 'ilaçlara maruz kalmayan bebeklerden, 205 gram daha az ağırlığa' sahiptiler. Ne aile ortamı ne de genetik, 'fetal gelişimdeki önemli farklılıkları' açıklayamadı. Her şey 'SSRI kullanımına' dayanıyordu. Bu, SSRI'ların 'bir kişinin depresyon durumunu, eskisinden daha da kötü hale getirmesinin' bir başka örneğidir. Hamile anneler, 'vücutlarında meydana gelen değişikliklerle' başa çıkmaya çalışırken, ihtiyaç duydukları son şey, bir doktorun onlara 'beyin kimyasal müdahalesine ihtiyaçları olduğunu' söylemesidir. (bu da nihayetinde hamileliği zorlaştıracak, çocuklarının 'nörolojik gelişimini ve doğum ağırlığını' tehdit edecektir).
Hamile kadınların gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyler.. Bir doktor, gerçekten yardımcı olmak isteseydi, hamile kadını yeterli miktarda 'tüm B vitaminleri (özellikle folat), protein, çinko, demir, magnezyum, selenyum, silika, krom ve D vitamini' almaya teşvik ederdi. Bu temel besin bileşenleri yalnızca bebeğin, 'uygun şekilde gelişmesini' sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kadının içinde 'aşırı değişiklikler yaşarken kalp, zihin ve beden olarak güçlü kalması' için de bir gerekliliktir. Plasenta ve fetüs oluşumu, 'vücudundaki besinlerin çoğunu emerken, hücrelerinin tam vadede enerjiye sahip olmak için ihtiyaç duyduğu besinleri aldığından' emin olmak için daha fazla çaba sarf etmelidir. Hamilelik sırasında, 'tam gıda vitamin takviyesi' onun için çok önemlidir, SSRI kullanımı değil. 'Stres azaltma ve derin nefes alma teknikleri' anahtardır. Ayrıca, anne ve bebek 'uygun beslenmeyle' beslendiğinde, olası bir 'grip virüsünün, kronik yorgunluğun veya derin depresyon durumlarının komplikasyonları' hakkında endişelenmelerine gerek kalmaz. Kadınlar SSRI'lardan kaçınmanın yanı sıra, CDC tarafından kendilerine pazarlanan 'cıva yüklü grip aşısı' da dahil olmak üzere hemen hemen 'her türlü sentetik ilaç ve kimyasala' maruz kalmaktan kaçınmalıdır." (85)
Hamile kadınların gerçekten ihtiyaç duyduğu şeyler.. Bir doktor, gerçekten yardımcı olmak isteseydi, hamile kadını yeterli miktarda 'tüm B vitaminleri (özellikle folat), protein, çinko, demir, magnezyum, selenyum, silika, krom ve D vitamini' almaya teşvik ederdi. Bu temel besin bileşenleri yalnızca bebeğin, 'uygun şekilde gelişmesini' sağlamakla kalmaz, aynı zamanda kadının içinde 'aşırı değişiklikler yaşarken kalp, zihin ve beden olarak güçlü kalması' için de bir gerekliliktir. Plasenta ve fetüs oluşumu, 'vücudundaki besinlerin çoğunu emerken, hücrelerinin tam vadede enerjiye sahip olmak için ihtiyaç duyduğu besinleri aldığından' emin olmak için daha fazla çaba sarf etmelidir. Hamilelik sırasında, 'tam gıda vitamin takviyesi' onun için çok önemlidir, SSRI kullanımı değil. 'Stres azaltma ve derin nefes alma teknikleri' anahtardır. Ayrıca, anne ve bebek 'uygun beslenmeyle' beslendiğinde, olası bir 'grip virüsünün, kronik yorgunluğun veya derin depresyon durumlarının komplikasyonları' hakkında endişelenmelerine gerek kalmaz. Kadınlar SSRI'lardan kaçınmanın yanı sıra, CDC tarafından kendilerine pazarlanan 'cıva yüklü grip aşısı' da dahil olmak üzere hemen hemen 'her türlü sentetik ilaç ve kimyasala' maruz kalmaktan kaçınmalıdır." (85)
"Hamilelikte alınan SSRI'lar otizme neden olabilir
Bloomberg Halk Sağlığı Okulu'ndaki araştırmacılar tarafından yaklaşık 1.000 anne-çocuk çifti üzerinde yapılan bir çalışma, doğum öncesi dönemde seçici serotonin geri alım inhibitörlerine (SSRI'ler olarak da bilinir) maruz kalmanın -- sıklıkla 'depresyon, anksiyete ve diğer ruhsal bozukluklar' için reçete edilirler -- 'otizm spektrum bozukluğu (ASD)' ve erkek çocuklarda 'gelişimsel gecikmelerle' ilişkili olduğunu' buldu.. (....)" (84)
Bloomberg Halk Sağlığı Okulu'ndaki araştırmacılar tarafından yaklaşık 1.000 anne-çocuk çifti üzerinde yapılan bir çalışma, doğum öncesi dönemde seçici serotonin geri alım inhibitörlerine (SSRI'ler olarak da bilinir) maruz kalmanın -- sıklıkla 'depresyon, anksiyete ve diğer ruhsal bozukluklar' için reçete edilirler -- 'otizm spektrum bozukluğu (ASD)' ve erkek çocuklarda 'gelişimsel gecikmelerle' ilişkili olduğunu' buldu.. (....)" (84)
"Hamilelikte antidepresan kullanımı bebeklerin beyin kimyasını olumsuz etkiliyor, araştırma bulguları
Artık antidepresan kullanımının etkileri konusunda endişelenmek için bir neden daha var, özellikle hamileyseniz. Helsinki Üniversitesi Çocuk Hastanesi'nden yeni bir çalışma, 'hamile kadınların, antidepresan kullanımı ile 'yenidoğanlarında, beyin anormallikleri' arasında bir bağlantı olduğunu' ortaya çıkardı. Ne yazık ki, hamile kadınların yüzde 15'inin 'depresyon veya anksiyeteden' muzdarip olduğuna ve ABD'de 'her yıl doğan bebeklerin yaklaşık yüzde 5'inin, rahimde antidepresanlara maruz kaldığına' inanılıyor. Araştırmacı Sampsa Vanhatalo şunları söyledi: "SRI'ye maruz kalan yenidoğanların 'beyin aktivitelerinde, birçok değişiklik' bulduk. Değişiklikler annenin psikiyatrik semptomlarıyla ilişkili olmadığından, bunların 'maternal ilaç tedavisinin bir yan etkisi' olarak ortaya çıktığını varsaydık." (....)" (86)
"SSRI'lar hastaların sevgi duygularını kaybetmelerine neden oluyor
Yeni bir çalışmanın sonuçlarına göre, düzenli olarak serotonin geri alım inhibitörleri veya SSRI'lar alan hastalar, 'sevgi ve bağlanma duygularını' kaybedebilirler. Araştırmacılar, özellikle 'erkeklerin SSRI'ları aldıklarında, esas olarak 'serotonin sistemi' aracılığıyla çalışan ilaçlar olan 'aşk duygularının, kadınlardan daha fazla etkilenme eğiliminde' olduğunu buldular. Buna karşılık, serotonin sistemi üzerinde daha az etkisi olan 'trisiklik antidepresanlar' adı verilen ilaçlar, 'kadınların, aşk ve bağlanma duygularını, erkeklerden daha fazla etkiliyor' gibi görünüyor, bilim insanları buldu. (....)" (87)
"Çalışma, antidepresanların nadir görülen felç riskini artırdığını gösteriyor
Depresyon semptomlarını tedavi etmek için seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) alıyorsanız, nadir görülen 'bir felç türü geçirme riskinizi', önemli ölçüde artırabilirsiniz. Bunlar, yakın zamanda Nöroloji (Neurology) dergisinde yayınlanan ve 'Zoloft (sertralin), Paxil (paroksetin), Prozac (fluoksetin) ve Lexapro (esitalopram)' gibi antidepresan ilaçlar alan kişilerin, ilaçları almayan kişilere kıyasla, 'intrakraniyal kanama geliştirme' riskinin yaklaşık yüzde 50 daha yüksek olduğunu' bulan yeni bir çalışmanın bulgularıdır. Çalışmaları için, Ontario, Londra'daki Western Üniversitesi'nden araştırmacılar, toplamda 500.000'den fazla katılımcıyı içeren ilaçlarla ilgili 16 farklı çalışmanın bir derlemesini incelediler. Yapılan incelemede, SSRI'ların alınmasının, 'kafa içi kanama' riskini yüzde 50'den fazla, kafa içi kanamanın bir alt türü olan 'beyin içi kanama' riskini ise yaklaşık 'yüzde 40 oranında' artırdığı' tespit edildi. (....)" (88)
"ÇALIŞMA: Xanax, Valium, Klonopin ve diğer psikoaktiflerin uzun süreli kullanımı kansere yol açabilir
Benzodiazepinler (BZD'ler), 'sakinlik, uyku ve uyuşukluk' hissi yarattığı bilinen merkezi sinir sistemi depresanları grubu, 'kansere yol açabileceğini' öne süren bulgular nedeniyle eleştiriliyor. Bu, 'Valium, Xanax, Klonopin ve diğer birçok psikoaktifin, insanların sağlığını aşındırmada' rol oynadığı ve onları etraftaki 'en yaşamı tehdit eden hastalıklardan birine, yakalanma riskine soktuğu' anlamına geliyor. Bulgular, Tayvan Ulusal Sağlık Sigortası veritabanından bilgi değerlendirilen uzunlamasına bir nüfusa dayalı vaka kontrol çalışmasına katılan uzmanlardan geliyor. Amaç, 20 yaş ve üzeri kişilerde 'BZD kullanımı ile kanser riski' arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını belirlemekti. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, ancak yine de çok üzücü bir şekilde, cevabın çok büyük olasılıkla "evet" olduğunu buldular.. (....)" (89)
"Araştırmaya göre psikiyatrik ilaçların kansere neden olduğu gösterildi
Son on yılda '5 milyondan fazla insanı öldürmesinin' yanı sıra, FDA onaylı psikiyatrik ilaçlar, muhtemelen doktorunuzdan duymayacağınız başka bir kötü yan etkiye neden oluyor: kullanıcıların 'kanser geliştirme' riskini önemli ölçüde artırıyorlar. Uluslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip yakın zamanda ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne her türlü psikiyatrik ilacın lisanslanması için sunulan 'klinik öncesi denemelerin sistematik bir incelemesini' gerçekleştirdi ve yaygın olarak reçete edilen bu ilaçlar hakkında keşfettikleri şey ortalama bir insan için şok edici olabilir. Genel olarak, her büyük ilaç sınıfından 'psikiyatrik ilaçların son derece kanserojen olduğu' bulundu ve en tehlikeli olanlar arasında 'antikonvülzanlar ve antipsikotikler' yer aldı. Ve kansere neden olmakla suçlananların hemen arkasında 'benzodiazepinler ve antidepresanlar' vardı.. (....)" (90)
"Uzman, psikiyatrik ilaçların yarardan çok zarar verdiğini söylüyor
Peter Gøtzsche, 'reçeteli ilaçların çoğunun, zarar vermeden durdurulabileceğini' savunuyor, ancak diğer uzmanlar buna şiddetle karşı çıkıyor.. Psikiyatrik ilaçlar, yarardan çok zarar verir ve çoğu antidepresan ve bunama ilacının kullanımı 'zarar vermeden neredeyse tamamen durdurulabilir', klinik deneyler konusunda uzman bir kişi, önde gelen bir tıp dergisinde bunu savunuyor. "Fayda sağlamadıkları göz önüne alındığında, neredeyse 'tüm psikotropik ilaçları zarar vermeden durdurabileceğimizi' tahmin ediyorum." -Peter Gøtzsche (....)" (42)
"Rapor: Hükümetin koruyucu aile sistemleri binlerce çaresiz çocuğa ölümcül psikiyatrik ilaçlar vermeyi zorluyor
Senatör Thomas Carper (D-Del) tarafından başlatılan çabalar sayesinde, Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi (GAO "Government Accountability Office"), koruyucu bakım sisteminde yaşayan çocuklar arasında 'psikiyatrik ilaçların kullanımıyla' ilgili resmi bir soruşturma yürüttü. 2011 yılında yayınlanan rapor, 'binlerce çocuğun, sistem tarafından kasıtlı olarak aşırı ilaçlandırıldığını ve bu ölümcül ilaçların ne sıklıkta veya hangi nedenlerle verildiği' konusunda hükümetin çok az veya hiç denetim yapmadığını ortaya koyuyor. ABC News, iki yıllık soruşturmanın Florida, Massachusetts, Michigan, Oregon ve Teksas'taki koruyucu bakım sistemlerindeki 'psikiyatrik ilaç kullanım oranlarını' değerlendirdiğini açıklıyor. Tüm bu eyaletlerde, koruyucu çocuklara düzenli olarak aşırı yüksek dozlarda 'antidepresan, anti-anksiyete ilaçları, antipsikotikler, ruh hali dengeleyiciler ve çeşitli diğer psikotropik ilaçlar' verildiğini ve bu çocukların büyük çoğunluğunun 'meşru zihinsel veya diğer sağlık sorunlarına sahip olmadığını' buldu.
Tehlikeli şizofreni ilaçları Seroquel (ketiyapin) ve Risperdal (risperidon) gibi aynı ilaçlar, yalnızca ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) küçük çocuklar için 'onayından yoksun' olmakla kalmıyor, aynı zamanda 'güvenli veya etkili oldukları' da hiçbir zaman kanıtlanmadı. Çoğu durumda, koruyucu aile sistemi çalışanları, onları 'sakin, uysal ve yönetilebilir tutmak' için koruyucu aile çocuklarını bu ve diğer çeşitli zararlı ilaçlarla dolduruyor.. (....)" (93)
Peter Gøtzsche, 'reçeteli ilaçların çoğunun, zarar vermeden durdurulabileceğini' savunuyor, ancak diğer uzmanlar buna şiddetle karşı çıkıyor.. Psikiyatrik ilaçlar, yarardan çok zarar verir ve çoğu antidepresan ve bunama ilacının kullanımı 'zarar vermeden neredeyse tamamen durdurulabilir', klinik deneyler konusunda uzman bir kişi, önde gelen bir tıp dergisinde bunu savunuyor. "Fayda sağlamadıkları göz önüne alındığında, neredeyse 'tüm psikotropik ilaçları zarar vermeden durdurabileceğimizi' tahmin ediyorum." -Peter Gøtzsche (....)" (42)
"Rapor: Hükümetin koruyucu aile sistemleri binlerce çaresiz çocuğa ölümcül psikiyatrik ilaçlar vermeyi zorluyor
Senatör Thomas Carper (D-Del) tarafından başlatılan çabalar sayesinde, Hükümet Hesap Verebilirlik Ofisi (GAO "Government Accountability Office"), koruyucu bakım sisteminde yaşayan çocuklar arasında 'psikiyatrik ilaçların kullanımıyla' ilgili resmi bir soruşturma yürüttü. 2011 yılında yayınlanan rapor, 'binlerce çocuğun, sistem tarafından kasıtlı olarak aşırı ilaçlandırıldığını ve bu ölümcül ilaçların ne sıklıkta veya hangi nedenlerle verildiği' konusunda hükümetin çok az veya hiç denetim yapmadığını ortaya koyuyor. ABC News, iki yıllık soruşturmanın Florida, Massachusetts, Michigan, Oregon ve Teksas'taki koruyucu bakım sistemlerindeki 'psikiyatrik ilaç kullanım oranlarını' değerlendirdiğini açıklıyor. Tüm bu eyaletlerde, koruyucu çocuklara düzenli olarak aşırı yüksek dozlarda 'antidepresan, anti-anksiyete ilaçları, antipsikotikler, ruh hali dengeleyiciler ve çeşitli diğer psikotropik ilaçlar' verildiğini ve bu çocukların büyük çoğunluğunun 'meşru zihinsel veya diğer sağlık sorunlarına sahip olmadığını' buldu.
Tehlikeli şizofreni ilaçları Seroquel (ketiyapin) ve Risperdal (risperidon) gibi aynı ilaçlar, yalnızca ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) küçük çocuklar için 'onayından yoksun' olmakla kalmıyor, aynı zamanda 'güvenli veya etkili oldukları' da hiçbir zaman kanıtlanmadı. Çoğu durumda, koruyucu aile sistemi çalışanları, onları 'sakin, uysal ve yönetilebilir tutmak' için koruyucu aile çocuklarını bu ve diğer çeşitli zararlı ilaçlarla dolduruyor.. (....)" (93)
"Tıbbi kuruluşlar, sadece doğum tarihleri nedeniyle bir milyon çocuğa psikolojik ilaç vermeyi zorluyor
Küçük bir çocuğunuz varsa, daha iyi dikkat edin: Sadece yaşından dolayı 'dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB)' teşhisi konabilir. Doğru, kızınız veya oğlunuz, 'belirli bir yılda doğmuş olmaları' ve 'kıkırdamaya' ve çocukların sıklıkla yaptığı gibi 'davranmaya' meyilli olmaları dışında hiçbir sebep olmaksızın 'bir davranışsal rahatsızlıkla' ilişkilendirilebilir. Başka bir deyişle, anaokulu sınıfında 'en küçük ve en olgunlaşmamış' olarak kabul edilirlerse, 'DEHB'li olarak etiketlenme' olasılıkları daha yüksektir. Buna karşılık, onlara Ritalin gibi ilaçlar reçete edilir. Şaşırtıcı bir şekilde, bu tür zararlı psikiyatrik ilaçlar, genellikle bir çocuğa bu tür ilaçların 'reçete edilip edilmemesi gerektiğine' karar vermede genellikle 'görüşleri ağır basan, öğretmenlerin yorumlarından' kaynaklanan bir nedenle Amerika Birleşik Devletleri'nde 1 milyon çocuğa dağıtılıyor. Evet, bugünlerde, 'bir çocuğun, çocuk olması' görünüşe göre Ritalin'e layık bir bahane.. (...)" (95)
"Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) Dolandırıcılığı ve Okul Çocuklarına Toplu İlaç Verilmesi (Transkript)
Bugün size DEHB dünyasından haberler getiriyorum çünkü bilim insanları, 'DEHB'li çocukların beyinlerinde, "normal" çocuklarla karşılaştırıldığında bir fark bulduklarını' iddia ediyorlar. DEHB teşhisi konulan bu çocukların beyinleri, bir MRI makinesiyle tarandı. Beyinlerindeki 40.000 farklı noktayı karşılaştırarak, 'beyin dokusunda kalınlık belirtileri' aradılar. DEHB teşhisi konulan çocukların 'beyinlerinin, büyümede biraz geride kaldığını' keşfettiler. Evet, doğru duydunuz. Diğer çocukların beyinlerinden, yaklaşık 'üç yıl geride olduklarını' söylediler. Diğer her şey normaldi. Üç yıl beklerlerse bu çocukların, 'yetişeceğini ve gayet iyi olacaklarını' söylediler. Peki "onlar" kim? Muhtemelen Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü olan Ulusal Sağlık Enstitüsü'nden Dr. Phillip Shaw -- bu araştırmayı yapanlar onlar ve bu araştırma ana akım medyada dolaşıyor. Bununla ilgili hikayeleri, her yerde duyarsınız. Bugün ulusal kamu radyosunda bir hikaye duydum. Aklımı başımdan aldı. Nedenini birazdan anlatacağım. Ülke çapındaki gazete ve dergi manşetleri, televizyon haberleri, kablolu haber ağları -- şu anda orada 'DEHB'nin, fiziksel bir hastalık olduğunu' iddia eden uzmanlar var. Bu çocukların, 'beyinlerinde bir sorun' var. Görünüşe göre sadece 'iki gün önce çıkan araştırmaya' bakmayı unutmuşlar. Bu araştırmanın ne gösterdiğini biliyor musunuz? (...)
DEHB İlaçları, Çocuklarda 'Beyin Büyümesini' Engelliyor.. Bu çalışmanın sonuçlarında söylemedikleri şey, 'aynı ilaçların, çocukların beyinlerinin büyümesini' de engellediğidir. Şimdi bu, bu konuyu birkaç yıldır incelemiş ve 'bu ilacın, çocukların gelişimini engellediğini' bilerek, durum hakkındaki değerlendirmemdir. Ayrıca 'beyinlerinin büyümesini de engellediği' sonucuna varmak çok mantıklı ve tahmin edin ne oldu? Aslında bu yeni çalışma bunu kanıtlıyor, çünkü 'çocuk beyinlerinin MRI taramaları, bu beyinlerin gelişimde üç yıl geride olduğunu' buldu. MRI taramaları yapılan çocukların '%80'i DEHB ilaçları' kullanıyordu. Doğru. Bu çalışmanın yaptığı tek şey, 'ilaçların, çocukların beyinlerinin büyümesini engellediğini' kanıtlamaktı. Şaşırtıcı değil mi? (....)" (96)
"SSRI'lar Hakkında İki Kere Düşünmeniz İçin Beş Neden
SSRI'lar depresyona karşı ne kadar iyi etki ediyor? Anahtar noktalar..
- Bir çalışma, SSRI'ların, depresyon tedavisinde, 'plasebo haplarından daha etkili olmadığını' buldu. Bu, '%33 etkili oldukları' anlamına geliyor.
- Yüksek serotonin seviyelerine sahip kişiler, depresyonda olabilir ve düşük seviyeleri olanlar mutlu olabilir.
- Bir çalışma, birçok doktorun rutin olarak bir değil iki veya üç 'SSRI reçete ettiğini' söylüyor. Ne yazık ki, 'ilaçların tehlikeli etkileşimleri' var.
Son beş yıldır ve yakın zamanda yazdığım Saplantı: Bir Tarih (Obsession: A History) adlı kitabımda, SSRI'lar olarak bilinen Prozac benzeri ilaçların etkinliğini sorguluyorum. İlaçlar ilk olarak 1990'ların başında piyasaya çıktığında, 'bu tür ilaçların reçetelenmesinde, çılgınca bir artış olduğunu' belirttim. Doktorlar, ilaçların 'depresyon ve OKB' gibi ilgili rahatsızlıkların tedavisinde, '%80-90 oranında etkili olduğunu' sevinçle iddia ediyorlardı. Son birkaç yıldır, bu başarı oranları düşüyor ve The New York Times, ilaç şirketlerinin daha az cesaret verici çalışmaları bastırmasıyla 'ilk sayıların şişirildiğine' dikkat çekiyor. Ancak çok az doktor veya hasta, bu "harika" ilaçlar hakkında aşağılayıcı bir şey duymaya istekliydi.. (....)" (83)
"PSİKİYATRİK İLAÇLAR.. Tedavi mi, Şarlatanlık mı?
Psikiyatrik ilaçlar değersizdir ve çoğu zararlıdır. Birçoğu, alışılmış şekilde verilen dozlarda 'kalıcı beyin hasarına' neden olur. Psikiyatrik ilaçlar ve bunları destekleyen meslek, sağlığınız için tehlikelidir. (....)" (41)
"En Tehlikeli Psikiyatrik İlaçlar: En Yüksek Riskli İlaçlar..
Bir psikiyatrik ilaç kullanıyorsanız, muhtemelen genel olarak en düşük riske sahip olanı aldığınızı umuyorsunuz. Elbette ilacın 'terapötik ' olmasını ve 'semptomlarınızı hafifletmesini' istersiniz, ancak aynı zamanda hızlı tolerans başlangıcı, 'zayıflatıcı yan etkiler ve çılgın yoksunluk semptomları' olan bir ilaç almak da istemezsiniz. Birçok tehlikeli psikiyatrik ilaç, 'semptomatik rahatlama sağlamaları' açısından sinsidir, ancak sonunda 'uzun vadeli sakatlayıcı etkilere' neden olur; bazı durumlarda bu etkiler kalıcıdır. Psikiyatrik ilaçlarla ilişkili en uç tehlikelerden bazıları şunlardır: ilaç kaynaklı 'psikoz, tardif diskinezi, beyin hacmi kaybı ve bunama.' Ne yazık ki, bu ilaçları alan birçok hasta 'uzun vadeli etkiler' konusunda iyi bilgilendirilmemiştir.
Aslında, bazı pratisyen hekimler, belirli ilaçların bütünsel sağlık perspektifinden, 'uzun vadeli tedavilerde riskli olabileceğini' öne süren son araştırmalardan habersizdir. Örneğin, bir hastaya 'benzodiazepin vermek, kaygıyı azaltmak' için faydalı olabilir, ancak 'günlük tedavi, hızlı tolerans başlangıcına' neden olabilir. Sonunda hasta, 'en yüksek doza' tolerans geliştirecek ve muhtemelen bu kadar büyük bir dozun yutulmasından kaynaklanan 'yan etkiler' yaşayacaktır. Daha sonra birey 'ilacı kesmesi, zayıflatıcı uzun süreli yoksunluk semptomları yaşaması ve hatta birkaç yıl sonra erken başlangıçlı bunama' ile sonuçlanması gerekebilir - hepsi de yararlı olduğunu düşündükleri bir psikiyatrik ilacın sonucu olarak. (....)" (43)
"Psikiyatrik İlaçlar Uzun Vadeli Ruh Sağlığına Zararlı mıdır?
Uzun vadeli zarar.. Psikotropik ilaçlar, uzun vadede kullanıldığında son derece zararlı olduğundan, neredeyse yalnızca 'akut durumlarda' ve her zaman 'dozu azaltma' konusunda, 'kesin bir planla' kullanılmalıdır; bu da birçok hasta için zor olabilir. -Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli kullanımı yarardan çok zarara mı yol açıyor? Psikiyatrik ilaçlar, yarardan çok zarara yol açıyor ve çoğu antidepresan ve bunama ilacının kullanımı, 'zarar vermeden neredeyse tamamen durdurulabilir', önde gelen bir tıp dergisinde klinik deneyler konusunda uzman bir kişi tarafından savunuluyor. -Psikiyatrik ilaçlar ömrü kısaltır mı? Antipsikotik alan hastalarda 'fiziksel morbidite ve mortaliteyi' inceleyen 11 çalışmanın analizi, hastalarda diğerlerine kıyasla '14,5 yıl daha kısa bir yaşam beklentisi' olduğunu gösterdi. Araştırmacılar bunu genel olarak artan yaşam beklentisine ve şizofreni hastalarının aldığı sağlık hizmetlerindeki boşluğa bağladılar. (....)" (45)
"Psikiyatri zarar verir ve yaygın olarak inkar edilir: Psikiyatrist mesleğiyle ilgili üzüntüsünü paylaşıyor
Dr. Joanna Moncrieff bu soruya şu yanıtı veriyor: Psikiyatrinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? (...)" (49)
SSRI'lar depresyona karşı ne kadar iyi etki ediyor? Anahtar noktalar..
- Bir çalışma, SSRI'ların, depresyon tedavisinde, 'plasebo haplarından daha etkili olmadığını' buldu. Bu, '%33 etkili oldukları' anlamına geliyor.
- Yüksek serotonin seviyelerine sahip kişiler, depresyonda olabilir ve düşük seviyeleri olanlar mutlu olabilir.
- Bir çalışma, birçok doktorun rutin olarak bir değil iki veya üç 'SSRI reçete ettiğini' söylüyor. Ne yazık ki, 'ilaçların tehlikeli etkileşimleri' var.
Son beş yıldır ve yakın zamanda yazdığım Saplantı: Bir Tarih (Obsession: A History) adlı kitabımda, SSRI'lar olarak bilinen Prozac benzeri ilaçların etkinliğini sorguluyorum. İlaçlar ilk olarak 1990'ların başında piyasaya çıktığında, 'bu tür ilaçların reçetelenmesinde, çılgınca bir artış olduğunu' belirttim. Doktorlar, ilaçların 'depresyon ve OKB' gibi ilgili rahatsızlıkların tedavisinde, '%80-90 oranında etkili olduğunu' sevinçle iddia ediyorlardı. Son birkaç yıldır, bu başarı oranları düşüyor ve The New York Times, ilaç şirketlerinin daha az cesaret verici çalışmaları bastırmasıyla 'ilk sayıların şişirildiğine' dikkat çekiyor. Ancak çok az doktor veya hasta, bu "harika" ilaçlar hakkında aşağılayıcı bir şey duymaya istekliydi.. (....)" (83)
"PSİKİYATRİK İLAÇLAR.. Tedavi mi, Şarlatanlık mı?
Psikiyatrik ilaçlar değersizdir ve çoğu zararlıdır. Birçoğu, alışılmış şekilde verilen dozlarda 'kalıcı beyin hasarına' neden olur. Psikiyatrik ilaçlar ve bunları destekleyen meslek, sağlığınız için tehlikelidir. (....)" (41)
"En Tehlikeli Psikiyatrik İlaçlar: En Yüksek Riskli İlaçlar..
Bir psikiyatrik ilaç kullanıyorsanız, muhtemelen genel olarak en düşük riske sahip olanı aldığınızı umuyorsunuz. Elbette ilacın 'terapötik ' olmasını ve 'semptomlarınızı hafifletmesini' istersiniz, ancak aynı zamanda hızlı tolerans başlangıcı, 'zayıflatıcı yan etkiler ve çılgın yoksunluk semptomları' olan bir ilaç almak da istemezsiniz. Birçok tehlikeli psikiyatrik ilaç, 'semptomatik rahatlama sağlamaları' açısından sinsidir, ancak sonunda 'uzun vadeli sakatlayıcı etkilere' neden olur; bazı durumlarda bu etkiler kalıcıdır. Psikiyatrik ilaçlarla ilişkili en uç tehlikelerden bazıları şunlardır: ilaç kaynaklı 'psikoz, tardif diskinezi, beyin hacmi kaybı ve bunama.' Ne yazık ki, bu ilaçları alan birçok hasta 'uzun vadeli etkiler' konusunda iyi bilgilendirilmemiştir.
Aslında, bazı pratisyen hekimler, belirli ilaçların bütünsel sağlık perspektifinden, 'uzun vadeli tedavilerde riskli olabileceğini' öne süren son araştırmalardan habersizdir. Örneğin, bir hastaya 'benzodiazepin vermek, kaygıyı azaltmak' için faydalı olabilir, ancak 'günlük tedavi, hızlı tolerans başlangıcına' neden olabilir. Sonunda hasta, 'en yüksek doza' tolerans geliştirecek ve muhtemelen bu kadar büyük bir dozun yutulmasından kaynaklanan 'yan etkiler' yaşayacaktır. Daha sonra birey 'ilacı kesmesi, zayıflatıcı uzun süreli yoksunluk semptomları yaşaması ve hatta birkaç yıl sonra erken başlangıçlı bunama' ile sonuçlanması gerekebilir - hepsi de yararlı olduğunu düşündükleri bir psikiyatrik ilacın sonucu olarak. (....)" (43)
"Psikiyatrik İlaçlar Uzun Vadeli Ruh Sağlığına Zararlı mıdır?
Uzun vadeli zarar.. Psikotropik ilaçlar, uzun vadede kullanıldığında son derece zararlı olduğundan, neredeyse yalnızca 'akut durumlarda' ve her zaman 'dozu azaltma' konusunda, 'kesin bir planla' kullanılmalıdır; bu da birçok hasta için zor olabilir. -Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli kullanımı yarardan çok zarara mı yol açıyor? Psikiyatrik ilaçlar, yarardan çok zarara yol açıyor ve çoğu antidepresan ve bunama ilacının kullanımı, 'zarar vermeden neredeyse tamamen durdurulabilir', önde gelen bir tıp dergisinde klinik deneyler konusunda uzman bir kişi tarafından savunuluyor. -Psikiyatrik ilaçlar ömrü kısaltır mı? Antipsikotik alan hastalarda 'fiziksel morbidite ve mortaliteyi' inceleyen 11 çalışmanın analizi, hastalarda diğerlerine kıyasla '14,5 yıl daha kısa bir yaşam beklentisi' olduğunu gösterdi. Araştırmacılar bunu genel olarak artan yaşam beklentisine ve şizofreni hastalarının aldığı sağlık hizmetlerindeki boşluğa bağladılar. (....)" (45)
"Psikiyatri zarar verir ve yaygın olarak inkar edilir: Psikiyatrist mesleğiyle ilgili üzüntüsünü paylaşıyor
Dr. Joanna Moncrieff bu soruya şu yanıtı veriyor: Psikiyatrinin mevcut durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? (...)" (49)
"Antipsikotiklerin uzun vadeli etkileri
Antipsikotik ilaçlar, 1950'lerde ortaya çıktıklarından beri 'psikoz veya şizofreni ' teşhisi konan kişiler için 'birinci basamak tedavi' olmuştur. Psikotik semptomları yönetmede antipsikotiklerin, 'kısa ve orta vadede etkili olduğunu' destekleyen çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Bu ilaç sınıfı, hastanın 'günlük işleyişini ve yaşam kalitesini' iyileştirebilse de, 'potansiyel uzun vadeli etkileri' de olabilir. Uzun vadeli etkiler, alınan antipsikotik türüne, bireyin sağlığına ve bir dizi başka faktöre bağlı olarak değişebilir. Bu makale 'antipsikotiklerin uzun vadeli etkilerini' inceleyecektir. (...)
Nörogelişimsel sorunlar.. Antipsikotikler hastalarda, 'bilişsel işlevleri' iyileştirmeyi hedeflerken, uzun süreli kullanımın, 'beyinleri üzerinde engelleyici bir etkiye sahip olabileceğini' gösteren bazı kanıtlar vardır. 2005 yılında makak maymunları üzerinde yapılan bir çalışma, 'antipsikotiklerin, 18 aylık tedavi süresince, beyin maddelerini yaklaşık %10 oranında azalttığını' göstermiştir. 2010 yılında insanlar üzerinde yapılan başka bir çalışma da 'antipsikotiklerin, beyin maddelerini azalttığını' göstermiştir. Beyindeki bu 'yapısal azalmanın, entelektüel kapasitede bir azalma' ile ilişkili olup olmadığı belirsizdir ve bu konuda çalışmalar bölünmüştür. (....)" (73)
Antipsikotik ilaçlar, 1950'lerde ortaya çıktıklarından beri 'psikoz veya şizofreni ' teşhisi konan kişiler için 'birinci basamak tedavi' olmuştur. Psikotik semptomları yönetmede antipsikotiklerin, 'kısa ve orta vadede etkili olduğunu' destekleyen çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Bu ilaç sınıfı, hastanın 'günlük işleyişini ve yaşam kalitesini' iyileştirebilse de, 'potansiyel uzun vadeli etkileri' de olabilir. Uzun vadeli etkiler, alınan antipsikotik türüne, bireyin sağlığına ve bir dizi başka faktöre bağlı olarak değişebilir. Bu makale 'antipsikotiklerin uzun vadeli etkilerini' inceleyecektir. (...)
Nörogelişimsel sorunlar.. Antipsikotikler hastalarda, 'bilişsel işlevleri' iyileştirmeyi hedeflerken, uzun süreli kullanımın, 'beyinleri üzerinde engelleyici bir etkiye sahip olabileceğini' gösteren bazı kanıtlar vardır. 2005 yılında makak maymunları üzerinde yapılan bir çalışma, 'antipsikotiklerin, 18 aylık tedavi süresince, beyin maddelerini yaklaşık %10 oranında azalttığını' göstermiştir. 2010 yılında insanlar üzerinde yapılan başka bir çalışma da 'antipsikotiklerin, beyin maddelerini azalttığını' göstermiştir. Beyindeki bu 'yapısal azalmanın, entelektüel kapasitede bir azalma' ile ilişkili olup olmadığı belirsizdir ve bu konuda çalışmalar bölünmüştür. (....)" (73)
"Psikofarmasötik Endüstrisinin Yükselişi
Bugün bu parçaya rastladım ve yeniden yayınlamaya değer olduğunu düşündüm. İlk yayın tarihi Ağustos 2010.. Psikofarmasötik Endüstrisinin Yükselişi 1987-2010 — Mary Beth Ackerly, MD Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs, and the Astonishing Rise of Mental Illness in America ) basit bir soru soruyor. 'Psikiyatrik ilaç tedavileri bu kadar etkiliyse, akıl hastalığı nedeniyle engelli olan kişilerin sayısı son 25 yılda neden üç katından fazla arttı?' Çoğu doktor ve araştırmacı bu soruyu, 'sayıların, sadece daha fazla kişiye akıl hastalığı teşhisi koymamız nedeniyle arttığını' söyleyerek yanıtladı. Verilerinin bu basmakalıp şekilde reddedilmesine yanıt olarak Robert, 'bilinen psikiyatrik tedavilerin etkinliği' hakkında daha fazla araştırma yapmaya başladı. Ve sonra, son elli yıldır tedavi etkinliği üzerine psikiyatrik bilimsel literatürü incelerken 'daha da karanlık bir sorunun' ortaya çıkmaya başladığını buldu. "Psikiyatrik ilaçların aslında insanları çok daha kötü hale getirmesi mümkün mü?" Teklif edilen ilaçların "bozuk beyinleri onarmaktan" çok uzak olması ve aslında iyileştirdiğini iddia ettikleri hastalıkları kötüleştirmesi ve hatta neden olması mümkün mü? (...)" Mary Beth Ackerley MD, Harvard ve Johns Hopkins'te eğitim almış, kurul onaylı bir psikiyatristtir. Şu anda holistik psikiyatri uygulamaktadır." (48)
Bugün bu parçaya rastladım ve yeniden yayınlamaya değer olduğunu düşündüm. İlk yayın tarihi Ağustos 2010.. Psikofarmasötik Endüstrisinin Yükselişi 1987-2010 — Mary Beth Ackerly, MD Robert Whitaker'ın muhteşem kitabı Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Amerika'da Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs, and the Astonishing Rise of Mental Illness in America ) basit bir soru soruyor. 'Psikiyatrik ilaç tedavileri bu kadar etkiliyse, akıl hastalığı nedeniyle engelli olan kişilerin sayısı son 25 yılda neden üç katından fazla arttı?' Çoğu doktor ve araştırmacı bu soruyu, 'sayıların, sadece daha fazla kişiye akıl hastalığı teşhisi koymamız nedeniyle arttığını' söyleyerek yanıtladı. Verilerinin bu basmakalıp şekilde reddedilmesine yanıt olarak Robert, 'bilinen psikiyatrik tedavilerin etkinliği' hakkında daha fazla araştırma yapmaya başladı. Ve sonra, son elli yıldır tedavi etkinliği üzerine psikiyatrik bilimsel literatürü incelerken 'daha da karanlık bir sorunun' ortaya çıkmaya başladığını buldu. "Psikiyatrik ilaçların aslında insanları çok daha kötü hale getirmesi mümkün mü?" Teklif edilen ilaçların "bozuk beyinleri onarmaktan" çok uzak olması ve aslında iyileştirdiğini iddia ettikleri hastalıkları kötüleştirmesi ve hatta neden olması mümkün mü? (...)" Mary Beth Ackerley MD, Harvard ve Johns Hopkins'te eğitim almış, kurul onaylı bir psikiyatristtir. Şu anda holistik psikiyatri uygulamaktadır." (48)
***
** İnsanları, oldukça zehirli ve öldürücü olan 'psikiyatrik ilaçlara musallat etmek' için yapılan bazı sahte ve/veya aldatıcı 'yayınlar, çalışmalar, haberler, açıklamalar' vs vs.
"Her yıl 8 milyon ölüm ruhsal hastalıklarla bağlantılı
Her yıl, yaklaşık 'sekiz milyon ölüm, ruhsal hastalıklardan' kaynaklanıyor.. Araştırmacılar, 'ruhsal bozukluğu olan kişiler ile genel nüfus' arasındaki bu "ölüm oranı farkının", '1970'ten önce arttığını' söylüyor. 203 araştırma makalesinin analizi, ruhsal bozuklukların genelini ve 'şizofreni, ruh hali bozuklukları, depresyon, bipolar bozukluk ve anksiyete bozuklukları' gibi belirli tanıları içeriyordu. Araştırmacılar, hem hastaneye kaldırılan hem de toplum içinde tedavi gören kişilerle ilgili çalışmaları değerlendirdi. Ölüm oranı farkı “Bulgularımız, zihinsel sağlık bozuklukları olan bireylerin genel nüfusa göre iki kat daha fazla ölüm oranı riski taşıdığını gösteriyor.” diyor Emory Üniversitesi Rollins Halk Sağlığı Okulu'nda sağlık politikası ve yönetimi bölümünde araştırmacı olan baş yazar Elizabeth Reisinger Walker. “Bu, zihinsel bozuklukları olan kişiler için yaklaşık 10 yıllık bir yaşam kaybı anlamına geliyor.” Reisinger ve meslektaşları, JAMA Psychiatry dergisinde çevrimiçi olarak yayınlanan makalede, “sonuçlar, ölüm oranı farkının, çeşitli zihinsel sağlık bozuklukları olan kişiler için geçerli olabileceğini gösteriyor.” diye yazıyor. “Bu bozuklukları olan kişiler, genel nüfusun artan yaşam beklentisini deneyimlemiyor.”
Ruhsal sağlık bozuklukları ile ölüm oranı arasındaki ilişki karmaşıktır çünkü bu bozuklukları olan çoğu kişi rahatsızlıklarından dolayı ölmez; bunun yerine 'kalp hastalığı, enfeksiyonlar, intihar veya diğer nedenler gibi kronik hastalıklardan' ölürler. Ayrıca, ruhsal sağlık bozuklukları olan kişilerde 'tütün kullanımı, madde bağımlılığı, fiziksel hareketsizlik ve kötü beslenme' gibi 'kronik hastalık risk faktörleri' daha yüksek oranda görülme eğilimindedir. Yazarlar, 'intiharın önlenmesinden, kronik tıbbi durumların önlenmesi ve bakımına kadar, farklı ölüm nedenlerini' ele almak için çeşitli yaklaşımların gerekli olduğu sonucuna varıyor. Sağlık politikası ve yönetimi profesörü Benjamin Druss ve lisansüstü öğrencisi Robin McGee çalışmanın ortak yazarlarıdır. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü ve Ulusal Genel Tıp Bilimleri Enstitüsü kariyer geliştirme ödülü fon sağladı.." Orjinal Çalışma.. (Ruhsal Bozukluklarda Mortalite ve Küresel Hastalık Yükü Etkileri.. Sistematik Bir İnceleme ve Meta-analiz) Nisan 2015 (a)"" (61)
Her yıl, yaklaşık 'sekiz milyon ölüm, ruhsal hastalıklardan' kaynaklanıyor.. Araştırmacılar, 'ruhsal bozukluğu olan kişiler ile genel nüfus' arasındaki bu "ölüm oranı farkının", '1970'ten önce arttığını' söylüyor. 203 araştırma makalesinin analizi, ruhsal bozuklukların genelini ve 'şizofreni, ruh hali bozuklukları, depresyon, bipolar bozukluk ve anksiyete bozuklukları' gibi belirli tanıları içeriyordu. Araştırmacılar, hem hastaneye kaldırılan hem de toplum içinde tedavi gören kişilerle ilgili çalışmaları değerlendirdi. Ölüm oranı farkı “Bulgularımız, zihinsel sağlık bozuklukları olan bireylerin genel nüfusa göre iki kat daha fazla ölüm oranı riski taşıdığını gösteriyor.” diyor Emory Üniversitesi Rollins Halk Sağlığı Okulu'nda sağlık politikası ve yönetimi bölümünde araştırmacı olan baş yazar Elizabeth Reisinger Walker. “Bu, zihinsel bozuklukları olan kişiler için yaklaşık 10 yıllık bir yaşam kaybı anlamına geliyor.” Reisinger ve meslektaşları, JAMA Psychiatry dergisinde çevrimiçi olarak yayınlanan makalede, “sonuçlar, ölüm oranı farkının, çeşitli zihinsel sağlık bozuklukları olan kişiler için geçerli olabileceğini gösteriyor.” diye yazıyor. “Bu bozuklukları olan kişiler, genel nüfusun artan yaşam beklentisini deneyimlemiyor.”
Ruhsal sağlık bozuklukları ile ölüm oranı arasındaki ilişki karmaşıktır çünkü bu bozuklukları olan çoğu kişi rahatsızlıklarından dolayı ölmez; bunun yerine 'kalp hastalığı, enfeksiyonlar, intihar veya diğer nedenler gibi kronik hastalıklardan' ölürler. Ayrıca, ruhsal sağlık bozuklukları olan kişilerde 'tütün kullanımı, madde bağımlılığı, fiziksel hareketsizlik ve kötü beslenme' gibi 'kronik hastalık risk faktörleri' daha yüksek oranda görülme eğilimindedir. Yazarlar, 'intiharın önlenmesinden, kronik tıbbi durumların önlenmesi ve bakımına kadar, farklı ölüm nedenlerini' ele almak için çeşitli yaklaşımların gerekli olduğu sonucuna varıyor. Sağlık politikası ve yönetimi profesörü Benjamin Druss ve lisansüstü öğrencisi Robin McGee çalışmanın ortak yazarlarıdır. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü ve Ulusal Genel Tıp Bilimleri Enstitüsü kariyer geliştirme ödülü fon sağladı.." Orjinal Çalışma.. (Ruhsal Bozukluklarda Mortalite ve Küresel Hastalık Yükü Etkileri.. Sistematik Bir İnceleme ve Meta-analiz) Nisan 2015 (a)"" (61)
"Dünya Sağlık Raporu 2001: Ruhsal Bozukluklar dört kişiden birini etkiliyor
Tedavi mevcut ancak kullanılmıyor.. Dünyada her dört kişiden biri hayatının bir noktasında 'ruhsal veya nörolojik bozukluklardan' etkilenecektir. Şu anda yaklaşık '450 milyon insan bu tür rahatsızlıklardan' muzdariptir ve bu da ruhsal bozuklukları dünya çapında önde gelen 'sağlıksızlık ve engellilik nedenleri' arasına yerleştirir. Tedaviler mevcuttur, ancak bilinen bir ruhsal bozukluğu olan kişilerin neredeyse üçte ikisi, hiçbir zaman bir sağlık uzmanından yardım istemez. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 'damgalama, ayrımcılık ve ihmalin' ruhsal bozukluğu olan kişilere, 'bakım ve tedavinin ulaşmasını engellediğini' söylüyor. İhmalin olduğu yerde çok az veya hiç anlayış yoktur. Anlayışın olmadığı yerde ihmal vardır. Birleşmiş Milletler sağlık kuruluşu, "Yeni Anlayış, Yeni Umut" başlıklı yeni bir raporda bu kısır döngüyü kırmayı amaçlıyor ve hükümetleri halihazırda 'mevcut ve uygun fiyatlı ruhsal sağlık çözümleri' aramaya çağırıyor. WHO, hükümetlerin 'büyük ruhsal kurumlardan' uzaklaşıp 'toplum sağlık hizmetlerine' yönelmesi ve ruhsal sağlık hizmetlerini ' birincil sağlık hizmetlerine ve genel sağlık hizmetleri sistemine' entegre etmesi gerektiğini söylüyor.. (....)" (47)
Tedavi mevcut ancak kullanılmıyor.. Dünyada her dört kişiden biri hayatının bir noktasında 'ruhsal veya nörolojik bozukluklardan' etkilenecektir. Şu anda yaklaşık '450 milyon insan bu tür rahatsızlıklardan' muzdariptir ve bu da ruhsal bozuklukları dünya çapında önde gelen 'sağlıksızlık ve engellilik nedenleri' arasına yerleştirir. Tedaviler mevcuttur, ancak bilinen bir ruhsal bozukluğu olan kişilerin neredeyse üçte ikisi, hiçbir zaman bir sağlık uzmanından yardım istemez. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 'damgalama, ayrımcılık ve ihmalin' ruhsal bozukluğu olan kişilere, 'bakım ve tedavinin ulaşmasını engellediğini' söylüyor. İhmalin olduğu yerde çok az veya hiç anlayış yoktur. Anlayışın olmadığı yerde ihmal vardır. Birleşmiş Milletler sağlık kuruluşu, "Yeni Anlayış, Yeni Umut" başlıklı yeni bir raporda bu kısır döngüyü kırmayı amaçlıyor ve hükümetleri halihazırda 'mevcut ve uygun fiyatlı ruhsal sağlık çözümleri' aramaya çağırıyor. WHO, hükümetlerin 'büyük ruhsal kurumlardan' uzaklaşıp 'toplum sağlık hizmetlerine' yönelmesi ve ruhsal sağlık hizmetlerini ' birincil sağlık hizmetlerine ve genel sağlık hizmetleri sistemine' entegre etmesi gerektiğini söylüyor.. (....)" (47)
"Antidepresanlar Pazarı Boyutu ve Pay Raporu, [2020-2027]
Antidepresan Pazarı Boyutu, Payı ve COVID-19 Etki Analizi, İlaç Sınıfına Göre (Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri, Serotonin ve Norepinefrin Geri Alım İnhibitörleri, Atipik Antidepresanlar, Trisiklik Antidepresanlar), Bozukluğa Göre (Majör Depresif Bozukluk, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Yaygın Anksiyete Bozukluğu), Dağıtım Kanalına Göre (Hastane Eczanesi, Perakende Eczanesi) ve Bölgesel Tahmin, 2020-2027
Küresel antidepresan pazarı büyüklüğü 2019'da '11,67 milyar' ABD doları olarak değerlendirildi ve 2020'de '14,93 milyar' ABD dolarından 2027'de '18,29 milyar' ABD dolarına çıkması ve tahmin döneminde (2020-2027) %2,9'luk bir bileşik yıllık büyüme oranı (CAGR "compound annual growth rate") göstermesi bekleniyor. (...)
Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, dünya çapında, yaklaşık '264 milyon hasta depresyondan muzdarip' ve bu hastaların yalnızca %35'i, her yıl tedavi görüyor. Bu düşük tedavi oranları, öncelikle 'ruh sağlığı bozukluklarının tedavisi ve yönetimi' konusunda farkındalığın eksikliğine ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde 'sosyal damgalanmanın' yaygınlığına atfedilmektedir. Bu, 'depresyonu yöneten ilaçlara' olan talebi sınırlamaktadır ve bu da 'pazarın, daha yavaş büyümesine' neden olmuştur. Bununla birlikte, 'bölgesel ve ulusal sağlık kuruluşları, kar amacı güden kuruluşlar ve hükümetler', genel nüfus arasında 'çeşitli ruhsal durumlar ve mevcut tedavi seçenekleri' konusunda 'farkındalık yaratmak' için çalışmaktadır. Bu kuruluşlar ve kurumlar, 'çeşitli kampanyalar' aracılığıyla ruh sağlığı konusunda farkındalığı teşvik etmektedir ve bu da 'gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, daha yüksek tanı ve tedavi oranlarına' yol açmaktadır. Bunun, Ar-Ge'ye güçlü bir şekilde odaklanması ve depresyon dahil olmak üzere fizyolojik ve ruhsal bozuklukların tedavisi için potansiyel adayların varlığı ile birleşmesinin, tahmin döneminde 'bu ilaçlara olan talebi artırması' öngörülmektedir. (...)
Majör depresif bozukluk (MDD "Major depressive disorder"), küresel olarak engelliliğin 'önde gelen nedenlerinden biri' olmaya devam ediyor. Depresyonu tedavi etmek için kullanılan geleneksel ilaçlar ve terapiler, 'tekrar tekrar düşük bir başarı oranı' gösterdi ve insanların çoğunluğu için daha az etkili oldu. Bu, hastalar ve sağlık hizmeti sağlayıcıları arasında 'ruhsal durumların tedavisinde, yenilikçi ilaçlara' yönelik karşılanmamış bir ihtiyaç yarattı. Bilim insanları, araştırmacılar ve ilaç geliştiricileri, önde gelen ilaç şirketleriyle iş birliği yaparak, 'majör depresif bozukluk tedavilerinin etkinliğini' artırması beklenen yeni tedavi yolları keşfetmeye odaklanıyor. Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin, 'bu pazarın toplam büyümesini' etkilemesi muhtemeldir. Önde gelen ve yerel oyuncular, 'coğrafi varlıklarını genişletmek ve pazar payı kazanmak' için çoğunlukla iş birliklerine ve stratejik anlaşmalara odaklanıyor. Örneğin, Mayıs 2020'de Allergan, diğer portföyüyle birlikte Aptinyx'ten 560 milyon ABD doları karşılığında, araştırma aşamasındaki bir 'NMDA ilacını, satın aldığını' duyurdu.
Zihinsel Bozuklukların Yaygınlığının Artması Ürün Talebini Artırıyor.. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne göre, anksiyete bozuklukları ABD'deki en yaygın 'zihinsel bozukluklardır' ve her yıl '40 milyon yetişkini veya toplam nüfusun yaklaşık %18,1'ini' etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, Hindistan'da her yıl tahmini '%7,5 kişi bir tür zihinsel bozukluktan' muzdariptir. Ayrıca, ülkede her yıl tahmini '56 milyon kişi depresyondan' muzdariptir. Depresyon da dahil olmak üzere 'zihinsel bozuklukların artan yaygınlığı', küresel olarak 'erken ve zamanında tanıya' artan vurgu ile birleştiğinde, 'tedavi gerektiren, büyük bir hasta havuzunu' ortaya koymaktadır. Bu, 'küresel pazarda yeni ve yenilikçi ilaçlara' olan talebi artırmaktadır.
Pazar Büyüme Potansiyeline Yardımcı Olacak Güçlü İlaç Boru Hattı.. Pazar oyuncuları tarafından 'zihinsel sağlıkla ilgili bozukluklar' için 'yeni ve yenilikçi tedaviler' sunmak için artan bir Ar-Ge vurgusu vardır. Mevcut ve yeni 'terapötik moleküllerle kombinasyon tedavilerini' değerlendiren yeni keşifler ve deneyler, depresyon dahil olmak üzere 'zihinsel bozukluklar ve nöroloji koşullarının tedavisi' için yenilikçi adayların ve 'ilaç moleküllerinin geliştirilmesi' için kazançlı bir potansiyel sağlamıştır. Benzer şekilde, uluslararası ve hükümet sağlık kuruluşlarından gelen 'güçlü fon desteğinin, küresel pazar büyümesini' artırması beklenmektedir. Çeşitli pazar oyuncuları, 'zihinsel koşullarda terapötikler' için 'yeni moleküller ve kuruluşlar' keşfetmek üzere araştırma üniversiteleri ve hükümet kuruluşlarıyla iş birliği yapmaktadır.
Mevcut Terapötiklerin Gerekli Tedavilerdeki Boşlukları ve Olumsuz Etkileri, Pazar Büyümesini Sınırlıyor.. Mevcut tedaviler ve 'depresyon ve diğer ruhsal bozukluklar için pazarlanan ilaçlar', geleneksel olarak, 'nöroloji rahatsızlıklarını' tedavi ederken, 'vücudun, normal hücrelerinin de etkilendiği olumsuz etkiler' açısından incelenmektedir. Sonuç olarak, 'kilo alımı, baş dönmesi ve bulanık görme' gibi çeşitli yan etkiler çok sayıda hastada görülmektedir. Bu, 'bu ilaçların, küresel pazarda benimsenmesini ' sınırlamıştır. Ayrıca, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, 'sınırlı farkındalık, sosyal damgalama ve bu ülkelerdeki kişi başına düşen sağlık harcamalarının düşük olması' gibi çeşitli faktörler nedeniyle 'nöroloji rahatsızlıkları' için tedavi gören hasta sayısında önemli bir boşluk bulunmaktadır. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü'nün istatistiklerine göre, 'gelişmekte olan ülkelerde, nöroloji rahatsızlıkları veya ruhsal bozukluklardan muzdarip hastaların tahmini %90'ı tedaviden yoksundur.' Bu boşluk, hastaların tahmini '%44 ila %70'inin tedavi görmediği' gelişmiş ülkelerde nispeten daha dardır.
Artan Satış Kaygı Terapötikleri Pazar Büyümesini Tetikleyecek.. İlaç sınıfına göre, pazar 'seçici serotonin geri alım inhibitörleri, serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri, atipik antidepresanlar, trisiklik, atipik antipsikotikler, monoamin oksidaz inhibitörleri ve diğerleri' olarak segmentlere ayrılmıştır. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) segmenti, 2019'da 'pazarın en büyük payını' oluşturuyordu. SSRI'lerin 'depresyonun yönetimi ve tedavisinde', geleneksel ilaçlara göre klinik üstünlüğü, bu ilaç sınıfında 'yeni potansiyel adayları' değerlendirmek için önde gelen oyuncuların güçlü bir hattıyla birleştiğinde, segmentin büyümesini artırmaya hazırdır. Örneğin, Eylül 2020'de Janssen Research and Development LLC, 'majör depresif bozukluğa (MDD) karşı, tedavide güvenliği ve etkinliği için, Seltorexant'ın 3. Faz klinik çalışmasının başlatıldığını' duyurdu. 'Trisiklik antidepresanlar ve monoamin oksidaz inhibitörleri' de dahil olmak üzere geleneksel ilaç sınıfları, son birkaç on yıldır 'anti-depresyon ilaçları pazarında' ısrarla hakimiyet kurmuştur. Zamanla, 'serotonin geri alım inhibitörleri, antipsikotikler ve çeşitli modern ilaç sınıfı formlarının' kabulü hızla artmıştır. Dahası, ürün onaylarının yanı sıra tipik bir antidepresan boru hattı adaylarının sayısındaki artışın, tahmin süresi boyunca segmentin büyümesini artıracağı ve bu segmentin 'en yüksek CAGR ile büyüyeceği' öngörülmektedir.
Nüfus Arasında Majör Depresif Bozukluğun Artan Görülme Sıklığı Talebi Artırıyor.. Bozukluğa göre, küresel pazar 'majör depresif bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu ve diğerleri' olarak sınıflandırılıyor. Madde Bağımlılığı ve Ruh Sağlığı Hizmetleri Derneği'ne göre, '12 ila 17 yaş arasındaki ergenler, majör depresif bozukluk (MDD) açısından en yüksek oranları' kaydederken, bunu '18 ila 25 yaş arasındaki yetişkinler' takip ediyor. MDD'nin artan yaygınlığı ve genç nüfus arasında 'depresyonun tedavisi ve yönetimi' konusunda artan farkındalık, 'küresel pazarda, antidepresanlara olan talebi' artırıyor. Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB /OCD "obsessive-compulsive disorder") segmentinin, 2019 yılında nispeten 'daha düşük bir pazar payına' sahip olması bekleniyor. Amerika Kaygı ve Depresyon Derneği'ne (ADAA "Anxiety & Depression Association of America") göre 'OKB, ABD'deki toplam nüfusun yaklaşık %1,0'ını' etkiliyor. Ancak OKB'den muzdarip hastalar arasında daha düşük 'teşhis ve tedavi oranları', küresel pazardaki segmentin daha düşük payından sorumludur.
Hastanelerde İlaç Önerilerinin, Pazar Genişlemesine Yardımcı Olması.. Pazar, dağıtım kanalına göre 'hastane eczaneleri, perakende eczaneleri ve çevrimiçi eczaneler' olarak kategorize ediliyor. Hastane eczaneleri segmenti 2019'da 'küresel pazara' hakim oldu. Ancak, perakende eczanelere yönelik 'artan hasta tercihi', 'perakende eczaneleri segmentinin büyümesinden' sorumludur. Çevrimiçi eczane segmentinin, gelişmekte olan ülkelerde çevrimiçi eczanelerin 'artan penetrasyonu' nedeniyle öngörülen zaman diliminde 'kazançlı bir CAGR görmesi' bekleniyor.
Kuzey Amerika Antidepresanlar Pazarı Boyutu, 2019 (Milyar ABD Doları).. Kuzey Amerika'daki pazar büyüklüğü 2019 yılında 6,00 milyar ABD dolarıydı. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne (ADAA) göre, majör depresif bozukluk (MDD), ABD'de 'her yıl, yetişkin nüfusun (18 yaş ve üzeri), tahmini %6,7'sini' etkiliyor. Benzer şekilde, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB /PTSD "Post-traumatic Stress Disorder") ABD'de 'her yıl, tahmini 7,7 milyon yetişkini' etkiliyor. Genel nüfusta depresyonun yüksek yaygınlığı, ABD'de ruhsal rahatsızlıklar için 'daha yüksek teşhis ve tedavi oranları ve yeterli geri ödeme politikaları', ülkede yenilikçi ilaçlara olan talebi artırıyor. Hükümet ve piyasa oyuncularının Ar-Ge'ye yaptığı artan yatırımlar ve 'anksiyete ve depresyonla ilişkili rahatsızlıklar' için yeni ilaçların piyasaya sürülmesinin, tahmin döneminde Avrupa'daki bölgesel pazar büyümesini artırması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, Avrupa bölgesinde 'her yıl, tahmini 40 milyon kişi depresyondan' muzdarip. İngiltere, Almanya ve diğer ülkelerdeki bu 'artan yaygınlık ve artan teşhis oranları', Avrupa'da antidepresanlara olan talebi artırıyor. Yetişkin nüfus tarafından 'antidepresan ilaç satışlarının' artması ve genç nüfus arasında 'depresif sendromların artan görülme sıklığı' nedeniyle Asya Pasifik'in 'en yüksek CAGR'yi görmesi' bekleniyor. Öte yandan, Latin Amerika ile Orta Doğu ve Afrika'nın, daha düşük teşhis ve tedavi oranları ve bu bölgelerde yeni ilaç adayları sunan piyasa oyuncularının nispeten daha düşük penetrasyonu nedeniyle ılımlı bir büyüme sergilemesi bekleniyor.
Önemli Oyuncuların Satışlarını Desteklemek İçin Yüksek Etkili Yeni Ürünlerin Piyasaya Sürülmesi.. Pazar, çeşitli yerel ve küresel oyuncu portföylerine sahip çok sayıda 'piyasa oyuncusunun varlığı' nedeniyle parçalanmıştır. H. Lundbeck AS, Eli Lilly, Allergan Plc ve Bristol Myers Squibb Co. , pazardaki önde gelen oyunculardan bazılarıdır. Pazarda güçlü bir marka varlığı, 'yaygın coğrafi varlık ve güçlü bir dağıtım kanalı, pazardaki hakimiyetlerine' atfedilen önemli faktörlerdir. Ayrıca, önümüzdeki yıllarda yeni oyuncuların ortaya çıkması bekleniyor ve 'birkaç ürün onayının, küresel pazarın kapsamını genişletmesi' öngörülüyor. Ayrıca, COVID-19 salgını nedeniyle şirketler, küresel pazar eğilimlerine fayda sağlaması beklenen 'ürün satışlarında, ani bir artış ' gözlemlediler. Örneğin, çok sayıda habere göre, 'ruhsal sağlık sorunlarıyla' başa çıkmak için insanlar, depresyon ilaçları da dahil olmak üzere 'reçeteli ilaçlara yönelmeye başladılar' ve bu da pandemi sırasında (2019-2020) bu tür ilaçların satışını artırdı.
ANA ŞİRKETLERİN PROFİL LİSTESİ (PROFİLLENDİRİLMESİ): "H. Lundbeck A/S (Danimarka, Avrupa).. GlaxoSmithKline plc (Brentford, İngiltere).. Eli Lilly and Company (Indiana, ABD).. Janssen Pharmaceuticals (Beerse, Belçika).. Pfizer Inc. (New York, ABD).. Merck & Co. Inc. (New Jersey, ABD).. AstraZeneca (Cambridge, İngiltere).. Bristol-Myers Squibb (New York, ABD).. Teva Pharmaceutical Industries Ltd. (Petah Tikva, İsrail).. Diğer Oyuncular.."
EY ENDÜSTRİ GELİŞMELERİ: -Haziran 2021 – Nippon Chemiphar Co. Ltd ve Sumitomo Dainippon Pharma Co., Ltd, 'klinik deneme aşamasında olan yeni antidepresan adayı NC-2800 için bir anlaşmayla birlikte iş birliğine dayalı bir Ar-Ge anlaşması' duyurdu.. -Şubat 2021 – 'İsteğe bağlı ruh sağlığı hizmeti' sağlayan bir şirket olan Ginger, dijital bir eczane olan 'Capsule ile bir ortaklık anlaşması' duyurdu. Bu ortaklık, Ginger üyelerine evlerinde, antidepresanlar da dahil olmak üzere ruh sağlığı ilaçları sağlamayı amaçlıyordu.. -Kasım 2020 – Biogen Inc ve Sage Therapeutics, 'majör depresif bozukluk, doğum sonrası depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklar' için endike olan zuranolon'u (SAGE-217) geliştirmek ve ticarileştirmek için bir iş birliği anlaşması duyurdu.
Antidepresan Pazarının İnfografik Bir Sunumu.. Antidepresanlar pazar araştırma raporu, pazarın ayrıntılı bir analizini sunar. 'İlaç sınıfı türleri, önde gelen şirketler ve belirgin bozukluklar' gibi temel özelliklere odaklanır. Bunun yanı sıra, rapor son pazar eğilimlerine ilişkin içgörüler sunar ve önemli endüstri gelişmelerini vurgular. Ayrıca, yukarıda belirtilen faktörlere göre, rapor son yıllarda gelişmiş pazarın büyümesini destekleyen çok sayıda faktörü kapsar. (....)" (156)
Antidepresan Pazarı Boyutu, Payı ve COVID-19 Etki Analizi, İlaç Sınıfına Göre (Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri, Serotonin ve Norepinefrin Geri Alım İnhibitörleri, Atipik Antidepresanlar, Trisiklik Antidepresanlar), Bozukluğa Göre (Majör Depresif Bozukluk, Obsesif Kompulsif Bozukluk, Yaygın Anksiyete Bozukluğu), Dağıtım Kanalına Göre (Hastane Eczanesi, Perakende Eczanesi) ve Bölgesel Tahmin, 2020-2027
Küresel antidepresan pazarı büyüklüğü 2019'da '11,67 milyar' ABD doları olarak değerlendirildi ve 2020'de '14,93 milyar' ABD dolarından 2027'de '18,29 milyar' ABD dolarına çıkması ve tahmin döneminde (2020-2027) %2,9'luk bir bileşik yıllık büyüme oranı (CAGR "compound annual growth rate") göstermesi bekleniyor. (...)
Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, dünya çapında, yaklaşık '264 milyon hasta depresyondan muzdarip' ve bu hastaların yalnızca %35'i, her yıl tedavi görüyor. Bu düşük tedavi oranları, öncelikle 'ruh sağlığı bozukluklarının tedavisi ve yönetimi' konusunda farkındalığın eksikliğine ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde 'sosyal damgalanmanın' yaygınlığına atfedilmektedir. Bu, 'depresyonu yöneten ilaçlara' olan talebi sınırlamaktadır ve bu da 'pazarın, daha yavaş büyümesine' neden olmuştur. Bununla birlikte, 'bölgesel ve ulusal sağlık kuruluşları, kar amacı güden kuruluşlar ve hükümetler', genel nüfus arasında 'çeşitli ruhsal durumlar ve mevcut tedavi seçenekleri' konusunda 'farkındalık yaratmak' için çalışmaktadır. Bu kuruluşlar ve kurumlar, 'çeşitli kampanyalar' aracılığıyla ruh sağlığı konusunda farkındalığı teşvik etmektedir ve bu da 'gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, daha yüksek tanı ve tedavi oranlarına' yol açmaktadır. Bunun, Ar-Ge'ye güçlü bir şekilde odaklanması ve depresyon dahil olmak üzere fizyolojik ve ruhsal bozuklukların tedavisi için potansiyel adayların varlığı ile birleşmesinin, tahmin döneminde 'bu ilaçlara olan talebi artırması' öngörülmektedir. (...)
Majör depresif bozukluk (MDD "Major depressive disorder"), küresel olarak engelliliğin 'önde gelen nedenlerinden biri' olmaya devam ediyor. Depresyonu tedavi etmek için kullanılan geleneksel ilaçlar ve terapiler, 'tekrar tekrar düşük bir başarı oranı' gösterdi ve insanların çoğunluğu için daha az etkili oldu. Bu, hastalar ve sağlık hizmeti sağlayıcıları arasında 'ruhsal durumların tedavisinde, yenilikçi ilaçlara' yönelik karşılanmamış bir ihtiyaç yarattı. Bilim insanları, araştırmacılar ve ilaç geliştiricileri, önde gelen ilaç şirketleriyle iş birliği yaparak, 'majör depresif bozukluk tedavilerinin etkinliğini' artırması beklenen yeni tedavi yolları keşfetmeye odaklanıyor. Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin, 'bu pazarın toplam büyümesini' etkilemesi muhtemeldir. Önde gelen ve yerel oyuncular, 'coğrafi varlıklarını genişletmek ve pazar payı kazanmak' için çoğunlukla iş birliklerine ve stratejik anlaşmalara odaklanıyor. Örneğin, Mayıs 2020'de Allergan, diğer portföyüyle birlikte Aptinyx'ten 560 milyon ABD doları karşılığında, araştırma aşamasındaki bir 'NMDA ilacını, satın aldığını' duyurdu.
Zihinsel Bozuklukların Yaygınlığının Artması Ürün Talebini Artırıyor.. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne göre, anksiyete bozuklukları ABD'deki en yaygın 'zihinsel bozukluklardır' ve her yıl '40 milyon yetişkini veya toplam nüfusun yaklaşık %18,1'ini' etkilemektedir. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, Hindistan'da her yıl tahmini '%7,5 kişi bir tür zihinsel bozukluktan' muzdariptir. Ayrıca, ülkede her yıl tahmini '56 milyon kişi depresyondan' muzdariptir. Depresyon da dahil olmak üzere 'zihinsel bozuklukların artan yaygınlığı', küresel olarak 'erken ve zamanında tanıya' artan vurgu ile birleştiğinde, 'tedavi gerektiren, büyük bir hasta havuzunu' ortaya koymaktadır. Bu, 'küresel pazarda yeni ve yenilikçi ilaçlara' olan talebi artırmaktadır.
Pazar Büyüme Potansiyeline Yardımcı Olacak Güçlü İlaç Boru Hattı.. Pazar oyuncuları tarafından 'zihinsel sağlıkla ilgili bozukluklar' için 'yeni ve yenilikçi tedaviler' sunmak için artan bir Ar-Ge vurgusu vardır. Mevcut ve yeni 'terapötik moleküllerle kombinasyon tedavilerini' değerlendiren yeni keşifler ve deneyler, depresyon dahil olmak üzere 'zihinsel bozukluklar ve nöroloji koşullarının tedavisi' için yenilikçi adayların ve 'ilaç moleküllerinin geliştirilmesi' için kazançlı bir potansiyel sağlamıştır. Benzer şekilde, uluslararası ve hükümet sağlık kuruluşlarından gelen 'güçlü fon desteğinin, küresel pazar büyümesini' artırması beklenmektedir. Çeşitli pazar oyuncuları, 'zihinsel koşullarda terapötikler' için 'yeni moleküller ve kuruluşlar' keşfetmek üzere araştırma üniversiteleri ve hükümet kuruluşlarıyla iş birliği yapmaktadır.
Mevcut Terapötiklerin Gerekli Tedavilerdeki Boşlukları ve Olumsuz Etkileri, Pazar Büyümesini Sınırlıyor.. Mevcut tedaviler ve 'depresyon ve diğer ruhsal bozukluklar için pazarlanan ilaçlar', geleneksel olarak, 'nöroloji rahatsızlıklarını' tedavi ederken, 'vücudun, normal hücrelerinin de etkilendiği olumsuz etkiler' açısından incelenmektedir. Sonuç olarak, 'kilo alımı, baş dönmesi ve bulanık görme' gibi çeşitli yan etkiler çok sayıda hastada görülmektedir. Bu, 'bu ilaçların, küresel pazarda benimsenmesini ' sınırlamıştır. Ayrıca, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, 'sınırlı farkındalık, sosyal damgalama ve bu ülkelerdeki kişi başına düşen sağlık harcamalarının düşük olması' gibi çeşitli faktörler nedeniyle 'nöroloji rahatsızlıkları' için tedavi gören hasta sayısında önemli bir boşluk bulunmaktadır. Örneğin, Dünya Sağlık Örgütü'nün istatistiklerine göre, 'gelişmekte olan ülkelerde, nöroloji rahatsızlıkları veya ruhsal bozukluklardan muzdarip hastaların tahmini %90'ı tedaviden yoksundur.' Bu boşluk, hastaların tahmini '%44 ila %70'inin tedavi görmediği' gelişmiş ülkelerde nispeten daha dardır.
Artan Satış Kaygı Terapötikleri Pazar Büyümesini Tetikleyecek.. İlaç sınıfına göre, pazar 'seçici serotonin geri alım inhibitörleri, serotonin ve norepinefrin geri alım inhibitörleri, atipik antidepresanlar, trisiklik, atipik antipsikotikler, monoamin oksidaz inhibitörleri ve diğerleri' olarak segmentlere ayrılmıştır. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'ler) segmenti, 2019'da 'pazarın en büyük payını' oluşturuyordu. SSRI'lerin 'depresyonun yönetimi ve tedavisinde', geleneksel ilaçlara göre klinik üstünlüğü, bu ilaç sınıfında 'yeni potansiyel adayları' değerlendirmek için önde gelen oyuncuların güçlü bir hattıyla birleştiğinde, segmentin büyümesini artırmaya hazırdır. Örneğin, Eylül 2020'de Janssen Research and Development LLC, 'majör depresif bozukluğa (MDD) karşı, tedavide güvenliği ve etkinliği için, Seltorexant'ın 3. Faz klinik çalışmasının başlatıldığını' duyurdu. 'Trisiklik antidepresanlar ve monoamin oksidaz inhibitörleri' de dahil olmak üzere geleneksel ilaç sınıfları, son birkaç on yıldır 'anti-depresyon ilaçları pazarında' ısrarla hakimiyet kurmuştur. Zamanla, 'serotonin geri alım inhibitörleri, antipsikotikler ve çeşitli modern ilaç sınıfı formlarının' kabulü hızla artmıştır. Dahası, ürün onaylarının yanı sıra tipik bir antidepresan boru hattı adaylarının sayısındaki artışın, tahmin süresi boyunca segmentin büyümesini artıracağı ve bu segmentin 'en yüksek CAGR ile büyüyeceği' öngörülmektedir.
Nüfus Arasında Majör Depresif Bozukluğun Artan Görülme Sıklığı Talebi Artırıyor.. Bozukluğa göre, küresel pazar 'majör depresif bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluğu ve diğerleri' olarak sınıflandırılıyor. Madde Bağımlılığı ve Ruh Sağlığı Hizmetleri Derneği'ne göre, '12 ila 17 yaş arasındaki ergenler, majör depresif bozukluk (MDD) açısından en yüksek oranları' kaydederken, bunu '18 ila 25 yaş arasındaki yetişkinler' takip ediyor. MDD'nin artan yaygınlığı ve genç nüfus arasında 'depresyonun tedavisi ve yönetimi' konusunda artan farkındalık, 'küresel pazarda, antidepresanlara olan talebi' artırıyor. Obsesif-kompulsif bozukluk (OKB /OCD "obsessive-compulsive disorder") segmentinin, 2019 yılında nispeten 'daha düşük bir pazar payına' sahip olması bekleniyor. Amerika Kaygı ve Depresyon Derneği'ne (ADAA "Anxiety & Depression Association of America") göre 'OKB, ABD'deki toplam nüfusun yaklaşık %1,0'ını' etkiliyor. Ancak OKB'den muzdarip hastalar arasında daha düşük 'teşhis ve tedavi oranları', küresel pazardaki segmentin daha düşük payından sorumludur.
Hastanelerde İlaç Önerilerinin, Pazar Genişlemesine Yardımcı Olması.. Pazar, dağıtım kanalına göre 'hastane eczaneleri, perakende eczaneleri ve çevrimiçi eczaneler' olarak kategorize ediliyor. Hastane eczaneleri segmenti 2019'da 'küresel pazara' hakim oldu. Ancak, perakende eczanelere yönelik 'artan hasta tercihi', 'perakende eczaneleri segmentinin büyümesinden' sorumludur. Çevrimiçi eczane segmentinin, gelişmekte olan ülkelerde çevrimiçi eczanelerin 'artan penetrasyonu' nedeniyle öngörülen zaman diliminde 'kazançlı bir CAGR görmesi' bekleniyor.
Kuzey Amerika Antidepresanlar Pazarı Boyutu, 2019 (Milyar ABD Doları).. Kuzey Amerika'daki pazar büyüklüğü 2019 yılında 6,00 milyar ABD dolarıydı. Amerika Anksiyete ve Depresyon Derneği'ne (ADAA) göre, majör depresif bozukluk (MDD), ABD'de 'her yıl, yetişkin nüfusun (18 yaş ve üzeri), tahmini %6,7'sini' etkiliyor. Benzer şekilde, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB /PTSD "Post-traumatic Stress Disorder") ABD'de 'her yıl, tahmini 7,7 milyon yetişkini' etkiliyor. Genel nüfusta depresyonun yüksek yaygınlığı, ABD'de ruhsal rahatsızlıklar için 'daha yüksek teşhis ve tedavi oranları ve yeterli geri ödeme politikaları', ülkede yenilikçi ilaçlara olan talebi artırıyor. Hükümet ve piyasa oyuncularının Ar-Ge'ye yaptığı artan yatırımlar ve 'anksiyete ve depresyonla ilişkili rahatsızlıklar' için yeni ilaçların piyasaya sürülmesinin, tahmin döneminde Avrupa'daki bölgesel pazar büyümesini artırması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne (WHO) göre, Avrupa bölgesinde 'her yıl, tahmini 40 milyon kişi depresyondan' muzdarip. İngiltere, Almanya ve diğer ülkelerdeki bu 'artan yaygınlık ve artan teşhis oranları', Avrupa'da antidepresanlara olan talebi artırıyor. Yetişkin nüfus tarafından 'antidepresan ilaç satışlarının' artması ve genç nüfus arasında 'depresif sendromların artan görülme sıklığı' nedeniyle Asya Pasifik'in 'en yüksek CAGR'yi görmesi' bekleniyor. Öte yandan, Latin Amerika ile Orta Doğu ve Afrika'nın, daha düşük teşhis ve tedavi oranları ve bu bölgelerde yeni ilaç adayları sunan piyasa oyuncularının nispeten daha düşük penetrasyonu nedeniyle ılımlı bir büyüme sergilemesi bekleniyor.
Önemli Oyuncuların Satışlarını Desteklemek İçin Yüksek Etkili Yeni Ürünlerin Piyasaya Sürülmesi.. Pazar, çeşitli yerel ve küresel oyuncu portföylerine sahip çok sayıda 'piyasa oyuncusunun varlığı' nedeniyle parçalanmıştır. H. Lundbeck AS, Eli Lilly, Allergan Plc ve Bristol Myers Squibb Co. , pazardaki önde gelen oyunculardan bazılarıdır. Pazarda güçlü bir marka varlığı, 'yaygın coğrafi varlık ve güçlü bir dağıtım kanalı, pazardaki hakimiyetlerine' atfedilen önemli faktörlerdir. Ayrıca, önümüzdeki yıllarda yeni oyuncuların ortaya çıkması bekleniyor ve 'birkaç ürün onayının, küresel pazarın kapsamını genişletmesi' öngörülüyor. Ayrıca, COVID-19 salgını nedeniyle şirketler, küresel pazar eğilimlerine fayda sağlaması beklenen 'ürün satışlarında, ani bir artış ' gözlemlediler. Örneğin, çok sayıda habere göre, 'ruhsal sağlık sorunlarıyla' başa çıkmak için insanlar, depresyon ilaçları da dahil olmak üzere 'reçeteli ilaçlara yönelmeye başladılar' ve bu da pandemi sırasında (2019-2020) bu tür ilaçların satışını artırdı.
ANA ŞİRKETLERİN PROFİL LİSTESİ (PROFİLLENDİRİLMESİ): "H. Lundbeck A/S (Danimarka, Avrupa).. GlaxoSmithKline plc (Brentford, İngiltere).. Eli Lilly and Company (Indiana, ABD).. Janssen Pharmaceuticals (Beerse, Belçika).. Pfizer Inc. (New York, ABD).. Merck & Co. Inc. (New Jersey, ABD).. AstraZeneca (Cambridge, İngiltere).. Bristol-Myers Squibb (New York, ABD).. Teva Pharmaceutical Industries Ltd. (Petah Tikva, İsrail).. Diğer Oyuncular.."
EY ENDÜSTRİ GELİŞMELERİ: -Haziran 2021 – Nippon Chemiphar Co. Ltd ve Sumitomo Dainippon Pharma Co., Ltd, 'klinik deneme aşamasında olan yeni antidepresan adayı NC-2800 için bir anlaşmayla birlikte iş birliğine dayalı bir Ar-Ge anlaşması' duyurdu.. -Şubat 2021 – 'İsteğe bağlı ruh sağlığı hizmeti' sağlayan bir şirket olan Ginger, dijital bir eczane olan 'Capsule ile bir ortaklık anlaşması' duyurdu. Bu ortaklık, Ginger üyelerine evlerinde, antidepresanlar da dahil olmak üzere ruh sağlığı ilaçları sağlamayı amaçlıyordu.. -Kasım 2020 – Biogen Inc ve Sage Therapeutics, 'majör depresif bozukluk, doğum sonrası depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklar' için endike olan zuranolon'u (SAGE-217) geliştirmek ve ticarileştirmek için bir iş birliği anlaşması duyurdu.
Antidepresan Pazarının İnfografik Bir Sunumu.. Antidepresanlar pazar araştırma raporu, pazarın ayrıntılı bir analizini sunar. 'İlaç sınıfı türleri, önde gelen şirketler ve belirgin bozukluklar' gibi temel özelliklere odaklanır. Bunun yanı sıra, rapor son pazar eğilimlerine ilişkin içgörüler sunar ve önemli endüstri gelişmelerini vurgular. Ayrıca, yukarıda belirtilen faktörlere göre, rapor son yıllarda gelişmiş pazarın büyümesini destekleyen çok sayıda faktörü kapsar. (....)" (156)
"Pilotlar akıl sağlığı bakımı aldıkları için işlerini kaybedebilirler, Alaska Airlines olayı endişelere yol açıyor
(...) FAA'dan tıbbi muayene ve sertifika olmadan pilotlar uçuştan men
edilir. Ticari havayolu pilotlarının, 40 yaş ve altı pilotlar için her
12 ayda bir, havacılık tıbbi muayene uzmanı olarak bilinen FAA
tarafından belirlenmiş bir doktora gitmeyi zorunlu kılan birinci sınıf
tıbbi sertifikaya sahip olmaları gerekir. Daha yaşlı pilotların her altı
ayda bir muayene olmaları gerekir. FAA'ya sunulan sınav formlarında,
pilotların "her türlü ruhsal bozukluğu; depresyon, anksiyete vb. " beyan
etmeleri gerekir (...) Önceki olaylar endişelere yol açtı.. Alaska
Havayolları pilotunun yaşadığı iddia edilen "sinir krizi", profesyonel
pilotlar için ruh sağlığı tedavisi hakkında daha geniş bir tartışmaya
yol açan ilk olay değildi.
Araştırmacılara göre, Germanwings 9525 sefer sayılı uçağı bir dağın yamacına çarparak 150 kişiyi öldüren pilot, Mart 2015'teki kazadan iki hafta önce doktorlar tarafından bir psikiyatri hastanesinde tedavi görmesi yönünde teşvik edildi. Ancak oradaki gizlilik kuralları, doktorların bulgularını havayoluna veya yetkililere bildirmesini engelledi ve araştırmacılar pilotun meslektaşlarından hiçbirinin onu uygunsuz bulmadığını belirledi. 2014'te 239 kişinin hayatını kaybettiği 370 sefer sayılı uçağın kaybolmasıyla ilgili soruşturmada bir Malezya Havayolları pilotunun ruh sağlığı araştırıldı. Araştırmacılar, sorumlu pilotta ruh sağlığı endişesi olduğuna dair bir kanıt bulamadıklarını söyledi. FAA, iki trajediden sonra -yabancı olaylardan sonra nadir görülen bir durum- bir rapor hazırladı ve ajansın pilotları ruh sağlığı endişelerini kendi kendilerine bildirmeye teşvik etmesi ve "erken bildirim, uygun tedavi ve uçuş güvertesine hızlı dönüşün beklendiği" bir iklim yaratması gerektiği sonucuna vardı. Ancak komite, böyle bir yaklaşımı destekleyecek veri olmadığını söyleyerek "işe alım sürecine veya rutin tıbbi muayenelere psikolojik test eklenmesine" karşı çıktı. (...) "(268)
"Pilot Zihinsel Zindelik
Araştırmacılara göre, Germanwings 9525 sefer sayılı uçağı bir dağın yamacına çarparak 150 kişiyi öldüren pilot, Mart 2015'teki kazadan iki hafta önce doktorlar tarafından bir psikiyatri hastanesinde tedavi görmesi yönünde teşvik edildi. Ancak oradaki gizlilik kuralları, doktorların bulgularını havayoluna veya yetkililere bildirmesini engelledi ve araştırmacılar pilotun meslektaşlarından hiçbirinin onu uygunsuz bulmadığını belirledi. 2014'te 239 kişinin hayatını kaybettiği 370 sefer sayılı uçağın kaybolmasıyla ilgili soruşturmada bir Malezya Havayolları pilotunun ruh sağlığı araştırıldı. Araştırmacılar, sorumlu pilotta ruh sağlığı endişesi olduğuna dair bir kanıt bulamadıklarını söyledi. FAA, iki trajediden sonra -yabancı olaylardan sonra nadir görülen bir durum- bir rapor hazırladı ve ajansın pilotları ruh sağlığı endişelerini kendi kendilerine bildirmeye teşvik etmesi ve "erken bildirim, uygun tedavi ve uçuş güvertesine hızlı dönüşün beklendiği" bir iklim yaratması gerektiği sonucuna vardı. Ancak komite, böyle bir yaklaşımı destekleyecek veri olmadığını söyleyerek "işe alım sürecine veya rutin tıbbi muayenelere psikolojik test eklenmesine" karşı çıktı. (...) "(268)
"Pilot Zihinsel Zindelik
(...) Temmuz 2023 tarihli Müfettişlik Genel Ofisi raporunda, kurumun
"pilotların psikolojik sağlıklarını değerlendirmek için kapsamlı
prosedürleri" olduğu bulundu. FAA, pilotların zihinsel sağlık sorunları
varsa yardım almalarını teşvik ediyor çünkü çoğu tedavi edilirse pilotu
uçmaktan diskalifiye etmiyor. Aslında, sağlık sorunlarını açıklayan
tıbbi sertifika başvurularının yalnızca yaklaşık %0,1'i reddediliyor.
Pilot Tıbbi Sertifikalar ve Ruh Sağlığının Nasıl Değerlendirildiği (...) Ek FAA Denetimi (...) FAA Ruh Sağlığına İlişkin Damgayı Nasıl Azaltıyor, Pilotların Bakım Almasına Nasıl Yardımcı Oluyor.. FAA, pilotların ruh sağlığı sorunları varsa yardım almalarını teşvik ediyor çünkü çoğu tedavi edilirse pilotu uçmaktan diskalifiye etmiyor. Ancak psikoz, bipolar bozukluk ve bazı kişilik bozuklukları gibi bazı tıbbi rahatsızlıklar, bir pilotun FAA tıbbi sertifikası almasını otomatik olarak diskalifiye eder. (...)"(269)
Pilot Tıbbi Sertifikalar ve Ruh Sağlığının Nasıl Değerlendirildiği (...) Ek FAA Denetimi (...) FAA Ruh Sağlığına İlişkin Damgayı Nasıl Azaltıyor, Pilotların Bakım Almasına Nasıl Yardımcı Oluyor.. FAA, pilotların ruh sağlığı sorunları varsa yardım almalarını teşvik ediyor çünkü çoğu tedavi edilirse pilotu uçmaktan diskalifiye etmiyor. Ancak psikoz, bipolar bozukluk ve bazı kişilik bozuklukları gibi bazı tıbbi rahatsızlıklar, bir pilotun FAA tıbbi sertifikası almasını otomatik olarak diskalifiye eder. (...)"(269)
"Psikiyatrik ilaçlar neden yoksunluk sendromuna neden olur?
Herkes 'uzun süreli' veya önemli 'geri çekilme sorunlarına' maruz kalmaz. Bununla birlikte, herkesin potansiyel olarak 'ciddi sorunlardan kaçınmak' için her türlü 'makul önlemin alınabilmesi' için 'riskin farkında olması' gerekir. Bilgilendirilmiş onayın çıkarları doğrultusunda, 'risklerin ne olduğunu' bilmemiz gerekir. Birçok psikiyatrist, insanlara bu risklerden bahsetmiyor. Daha da kötüsü, psikiyatristler 'riskleri anlamıyor' veya bunlar olmaya başladığında aslında 'neye tanık olduklarını' fark etmiyorlar. Bu düzeydeki cehalet, şu anda suç teşkil eden bir gerçekliktir.. (....)" (50)
"Psikiyatrik ilaç yoksunluğu ve uzun süreli yoksunluk sendromu özeti
Psikiyatrik ilaç yoksunluğu bilgileri ve kaynakları .. İlk yorumun altında, okuyucuyu psikiyatrik ilaç yoksunluğu konusunda daha iyi bilgilendirmek için çok sayıda bilgi içeren bir bağlantı koleksiyonu bulunmaktadır. 'Kendini eğitmek ve daha güvenli bir azaltmaya' hazırlanmak, ciddi uzun süreli yoksunluk sorunları riskini azaltmada uzun bir yol kat eder. (...)" (51)
Herkes 'uzun süreli' veya önemli 'geri çekilme sorunlarına' maruz kalmaz. Bununla birlikte, herkesin potansiyel olarak 'ciddi sorunlardan kaçınmak' için her türlü 'makul önlemin alınabilmesi' için 'riskin farkında olması' gerekir. Bilgilendirilmiş onayın çıkarları doğrultusunda, 'risklerin ne olduğunu' bilmemiz gerekir. Birçok psikiyatrist, insanlara bu risklerden bahsetmiyor. Daha da kötüsü, psikiyatristler 'riskleri anlamıyor' veya bunlar olmaya başladığında aslında 'neye tanık olduklarını' fark etmiyorlar. Bu düzeydeki cehalet, şu anda suç teşkil eden bir gerçekliktir.. (....)" (50)
"Psikiyatrik ilaç yoksunluğu ve uzun süreli yoksunluk sendromu özeti
Psikiyatrik ilaç yoksunluğu bilgileri ve kaynakları .. İlk yorumun altında, okuyucuyu psikiyatrik ilaç yoksunluğu konusunda daha iyi bilgilendirmek için çok sayıda bilgi içeren bir bağlantı koleksiyonu bulunmaktadır. 'Kendini eğitmek ve daha güvenli bir azaltmaya' hazırlanmak, ciddi uzun süreli yoksunluk sorunları riskini azaltmada uzun bir yol kat eder. (...)" (51)
"Ruh
sağlığı belirleyicilerinin ölçülmesi ve araştırılması: Çok düzeyli
yapısal denklemler modeli kullanılarak ev sakinlerinin etkisine daha
yakından bir bakış.
Özet.. Amaç.. Önceki araştırmalar, bireysel ruhsal hastalık riskinin 'bireysel, aynı evde yaşayan ve hane halkı' risk faktörleriyle ilişkili olduğunu göstermiştir. Ancak, bu risk faktörlerinin genel etkisini modellemek, 'çeşitli metodolojik zorluklar' sunar. Bu çalışmada, bu zorluklardan bazılarını ve ruhsal sağlık riskini ölçerken farklı belirleyicilerin etkisini ele almak için çok seviyeli bir yapısal denklem modeli (MSEM) uyguluyoruz. (....) Giriş.. Ruh sağlığı, dünya çapında nüfusun önemli bir bölümünü etkileyen geniş kapsamlı bir sorundur. 2017 yılında, 'dünya çapında, 792 milyon insanın ruhsal bozuklukla yaşadığı' tahmin ediliyordu (küresel nüfusun yaklaşık %10,7'si). Tedavi edilmeyen ruhsal bozukluklar, 2011 yılında küresel hastalık yükünün %13'ünü oluşturuyordu ve 2030 yılına kadar 'depresyonun, küresel hastalık yükünün' önde gelen nedeni olacağı tahmin ediliyor. İngiltere Sağlık Anketi'nde (HSE) 2014, katılımcıların %26'sı yaşamları boyunca 'en az bir ruhsal bozukluk teşhisi' konduğunu bildirirken, yetişkinlerin %18'i 'daha teşhis edilmemiş psikiyatrik morbidite yaşadıklarını' bildirdi.." (62)
Özet.. Amaç.. Önceki araştırmalar, bireysel ruhsal hastalık riskinin 'bireysel, aynı evde yaşayan ve hane halkı' risk faktörleriyle ilişkili olduğunu göstermiştir. Ancak, bu risk faktörlerinin genel etkisini modellemek, 'çeşitli metodolojik zorluklar' sunar. Bu çalışmada, bu zorluklardan bazılarını ve ruhsal sağlık riskini ölçerken farklı belirleyicilerin etkisini ele almak için çok seviyeli bir yapısal denklem modeli (MSEM) uyguluyoruz. (....) Giriş.. Ruh sağlığı, dünya çapında nüfusun önemli bir bölümünü etkileyen geniş kapsamlı bir sorundur. 2017 yılında, 'dünya çapında, 792 milyon insanın ruhsal bozuklukla yaşadığı' tahmin ediliyordu (küresel nüfusun yaklaşık %10,7'si). Tedavi edilmeyen ruhsal bozukluklar, 2011 yılında küresel hastalık yükünün %13'ünü oluşturuyordu ve 2030 yılına kadar 'depresyonun, küresel hastalık yükünün' önde gelen nedeni olacağı tahmin ediliyor. İngiltere Sağlık Anketi'nde (HSE) 2014, katılımcıların %26'sı yaşamları boyunca 'en az bir ruhsal bozukluk teşhisi' konduğunu bildirirken, yetişkinlerin %18'i 'daha teşhis edilmemiş psikiyatrik morbidite yaşadıklarını' bildirdi.." (62)
"Psikiyatrik İlaçların Tükettiği 7 Önemli Besin
"Biyolojik olarak 'bedava öğle yemeği' diye bir şey yoktur.." Doğayı, aldatmaya çalışırsanız, ters tepecektir. Sentetik insan yapımı ilaçlarla, semptomları yöneterek bir süreliğine daha iyi hissedebilirsiniz. Ancak bu ilaçları bıraktığınızda, 'başladığınızdan daha fazla semptomla' karşılaşırsınız. Bunu ilk elden deneyimledim. 'SSRI antidepresanları, benzodiazepinler ve Adderall' kullanırken, başlangıçta kendimi daha iyi hissettim. Ama sonra bir şeyler doğru gitmedi. Daha önce hiç deneyimlemediğim bir şey olan 'bilişsel gerileme' yaşamaya başladım. Sonunda ilaçlardan bıktım ve bırakmaya çalıştım. Ama sonra kendimi belirgin şekilde daha kötü hissettim - ilaca başlamadan öncekinden çok daha kötü. Doktorlar bana 'sadece depresyonumun ve kaygımın tekrarladığını' söylediler. Ama bu olamazdı çünkü 'sadece semptomlarım çok daha kötü değildi, aynı zamanda yeni semptomlarım da vardı'- ilaca başlamadan önce deneyimlemediğim semptomlar.
Bu yüzden biraz araştırma yaptım ve "ilaç kaynaklı besin tükenmesi (drug-induced nutrient depletion)" adı verilen bir şey keşfettim. Çalışmalar, farmasötik ilaçların vücudunuzdaki 'kritik besinleri, vitamin ve minerallerin artan atılımı ve bozulmuş sindirim, emilim ve besin depolanması' dahil olmak üzere birden fazla mekanizma yoluyla tüketebileceğini gösteriyor. Zamanla, besin eksiklikleri gelişebilir. Ve bu eksiklikler, 'ek semptomlara' neden olabilir ve yan etkileri artırabilir. Aslında, birçok ilaç "yan etkisi" basitçe 'besin eksiklikleridir'. Bu açıkça bir sorundur çünkü 'besin eksiklikleri, ruhsal hastalıkların başlıca nedenlerinden biri' olabilir. Vücudunuzdaki 'vitamin ve mineralleri, daha da tüketen ilaçlar' reçete edilmesi sizi daha da kötüleştirecektir. Geleneksel tıp sistemi tarafından 'görmezden gelinen bir salgın' gibi görünüyor. (....)" (44)
"Biyolojik olarak 'bedava öğle yemeği' diye bir şey yoktur.." Doğayı, aldatmaya çalışırsanız, ters tepecektir. Sentetik insan yapımı ilaçlarla, semptomları yöneterek bir süreliğine daha iyi hissedebilirsiniz. Ancak bu ilaçları bıraktığınızda, 'başladığınızdan daha fazla semptomla' karşılaşırsınız. Bunu ilk elden deneyimledim. 'SSRI antidepresanları, benzodiazepinler ve Adderall' kullanırken, başlangıçta kendimi daha iyi hissettim. Ama sonra bir şeyler doğru gitmedi. Daha önce hiç deneyimlemediğim bir şey olan 'bilişsel gerileme' yaşamaya başladım. Sonunda ilaçlardan bıktım ve bırakmaya çalıştım. Ama sonra kendimi belirgin şekilde daha kötü hissettim - ilaca başlamadan öncekinden çok daha kötü. Doktorlar bana 'sadece depresyonumun ve kaygımın tekrarladığını' söylediler. Ama bu olamazdı çünkü 'sadece semptomlarım çok daha kötü değildi, aynı zamanda yeni semptomlarım da vardı'- ilaca başlamadan önce deneyimlemediğim semptomlar.
Bu yüzden biraz araştırma yaptım ve "ilaç kaynaklı besin tükenmesi (drug-induced nutrient depletion)" adı verilen bir şey keşfettim. Çalışmalar, farmasötik ilaçların vücudunuzdaki 'kritik besinleri, vitamin ve minerallerin artan atılımı ve bozulmuş sindirim, emilim ve besin depolanması' dahil olmak üzere birden fazla mekanizma yoluyla tüketebileceğini gösteriyor. Zamanla, besin eksiklikleri gelişebilir. Ve bu eksiklikler, 'ek semptomlara' neden olabilir ve yan etkileri artırabilir. Aslında, birçok ilaç "yan etkisi" basitçe 'besin eksiklikleridir'. Bu açıkça bir sorundur çünkü 'besin eksiklikleri, ruhsal hastalıkların başlıca nedenlerinden biri' olabilir. Vücudunuzdaki 'vitamin ve mineralleri, daha da tüketen ilaçlar' reçete edilmesi sizi daha da kötüleştirecektir. Geleneksel tıp sistemi tarafından 'görmezden gelinen bir salgın' gibi görünüyor. (....)" (44)
"Farkındalık terapisi antidepresan ilaçları gereksiz hale getirebilir
Toplum olarak depresyonun tam olarak ne olduğunu artık anlayamıyoruz. "Depresyon" vakalarının çoğu, aslında doldurmaya çalıştığımız boşluklardır. Belki de bu depresyon, bizden alınan veya geride bırakılan ve sadece geri almaya çalıştığımız parçalarımızı temsil ediyordur. Belki de depresyonumuz, 'zihnimizi güçlü tutmak' için ihtiyaç duyulan 'magnezyum, çinko veya temel yağ asitleri' gibi 'temel besinlerin eksikliğinden' kaynaklanıyordur. Ne yazık ki, neredeyse tüm "depresyon" vakaları tek bir kategoriye toplanıyor ve 'seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar) ile tedavi ediliyor.' Kişinin 'savaşta travmatik bir deneyim, zorlayıcı davranış, yeme bozukluğu, panik ataklar, kronik ağrı veya takıntılarla' başa çıkması önemli değil; bu SSRI'lar neredeyse 'her derde deva' olarak görülüyor.
Bu müdahalelere "anti-depresanlar" denebilir, ancak yaptıkları tek şey, 'serotoninin, beyinde 'nasıl iletildiğini' değiştirerek, bir semptomu' bastırmaktır. Bu farmakolojik eylem, bir kişinin 'sorununun köküyle' ilgilenmez veya diğer olası 'altta yatan faktörleri' araştırmaz.
Bu ilaçlar, bir kişinin 'düşünceleri ve duygularıyla, yapıcı bir şekilde çalışmaz ve onları güçlendirmez.' Bunun yerine, bu ilaçlar, zihnin ve vücudun 'değerli sinyallerini ve metabolik süreçlerini' bastırır ve sonuçta hastayı 'daha da umutsuz' bir duruma sürükler. Sonunda, hastanın beyni, 'antidepresan ilacın farmakolojik müdahalesi sırasında değiştirdiği 'serotoninin doğal dengesini' yeniden sağlamak için mücadele etmek zorundadır. Bu, zihnin 'ilaç kaynaklı değişiklikleri' telafi etmeye çalışırken 'alışılmadık şekillerde, hareket etmesine' neden olabilir. Antidepresanları bırakmaya çalışanlar 'yoksunluk etkisini' hissedebilir ve bazıları şiddetli şekillerde saldırabilir.
Depresyon etiketi, hastanın en başından itibaren 'iyileşme gücünü' elinden alır.. 'Depresyon etiketleri' günümüzde insanlara o kadar açık bir şekilde yapıştırılıyor ki, onları hasta olmaya ve doğal olarak iyileşmek için duygusal ve zihinsel güçlerini kısıtlayan bir tanıyı kabul etmeye yönlendiriyor. Bu tanıların ve ilaçların büyüsü altında, hastalar çoğu zaman 'bir durum bile olmayan bir duruma' duygusal olarak rıza göstermeye zorlanıyor. "Depresyon" basitçe ele alınmamış bir duygu veya iyileşmek için zamanı olmayan kopmuş bir ilişki olabilir. Beslenme eksikliği veya toksik bir elementin aşırı yüklenmesi olabilir. Depresyonu bir durum olarak kabul etmeyi reddetmek, sorunlarımızı inkar ettiğimiz anlamına gelmez. Depresyonu ve bir ilaç rejimini bir durum olarak kabul etmek, sorunlarla karşılaştığımızda zihnin ve kalbin iyileşmedeki güçlü, enerjik rolünü inkar etmektir. Bu yüzden farkındalık terapisi, hayatta mücadele eden herkes için en önemli ilk yaklaşımdır. Üzüntünün bir zamanı vardır ve zihnin iyileşmesi için zaman tanınmalıdır. Duygusal zorlukları depresyon teşhisine dönüştürdüğümüzde ve onları ilaçla öldürdüğümüzde, kendi iyileşme yeteneğimizi yok ederiz ve dolayısıyla bizi ilaç kötüye kullanımının kurbanı haline getiren bir durum zihniyetine bağımlı hale geliriz.
Farkındalık terapisi (Mindfulness therapy) antidepresan ilaç kullanımının yerini alabilir.. The Lancet tıp dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada, araştırmacılar farkındalık terapisinin antidepresan ilaçları gereksiz hale getirebileceğini kanıtladılar. Çalışma, bir toplum olarak ilaçları bırakabileceğimizi ve bunun yerine bireylere algılanan depresyonla bilinçli bir şekilde başa çıkmaları için danışmanlık ve güçlendirme sağlayabileceğimizi gösterdi. Çalışmada, 212 hastanın antidepresan ilaçlarını almayı bırakmalarına yardımcı olmak için farkındalık temelli bilişsel terapi kullanıldı. Psikoterapistler özellikle hastalara nüksetmeyle ilişkili düşünceleri ve duyguları nasıl tanıyacaklarını ve bunlara nasıl tepki vereceklerini öğretmeye yardımcı oldular. Bu önemlidir çünkü antidepresanların yoksunluk etkileri dürtüleri, uyku döngülerini ve düşünce kalıplarını bozabilir. İlaçları bırakan birçok kişi bu yan etkileri bildiriyor. Bazı insanlar bu etkilerle başa çıkamıyor ve daha derin bir psikoza sürükleniyor ve bu da onları farklı psikotik ilaçlara veya daha fazla doza ihtiyaç duymaya itiyor. Bu bir kısır döngü, ancak tüm umutlar kaybolmuş değil. Çalışmanın iki yılında, katılımcıların %56'sı kendilerini ilaçlardan ve depresyon teşhisinden uzaklaştırabildi. Zihinleri, duyguları ve ruhları üzerinde kontrolü yeniden kazandılar. Dünya çapında 350 milyondan fazla insanın bu ruhsal hastalıkla mücadele ettiği düşünüldüğünde, bu çalışma ilaç müdahalelerini geride bırakıp bunun yerine yan etkilere neden olmadan insanları güçlendiren pozitif farkındalık terapisini öğretebileceğimize dair umut veriyor." (97)
"Psikiyatrik bozukluklar için yeni ve daha iyi tedaviler bulmakToplum olarak depresyonun tam olarak ne olduğunu artık anlayamıyoruz. "Depresyon" vakalarının çoğu, aslında doldurmaya çalıştığımız boşluklardır. Belki de bu depresyon, bizden alınan veya geride bırakılan ve sadece geri almaya çalıştığımız parçalarımızı temsil ediyordur. Belki de depresyonumuz, 'zihnimizi güçlü tutmak' için ihtiyaç duyulan 'magnezyum, çinko veya temel yağ asitleri' gibi 'temel besinlerin eksikliğinden' kaynaklanıyordur. Ne yazık ki, neredeyse tüm "depresyon" vakaları tek bir kategoriye toplanıyor ve 'seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar) ile tedavi ediliyor.' Kişinin 'savaşta travmatik bir deneyim, zorlayıcı davranış, yeme bozukluğu, panik ataklar, kronik ağrı veya takıntılarla' başa çıkması önemli değil; bu SSRI'lar neredeyse 'her derde deva' olarak görülüyor.
Bu müdahalelere "anti-depresanlar" denebilir, ancak yaptıkları tek şey, 'serotoninin, beyinde 'nasıl iletildiğini' değiştirerek, bir semptomu' bastırmaktır. Bu farmakolojik eylem, bir kişinin 'sorununun köküyle' ilgilenmez veya diğer olası 'altta yatan faktörleri' araştırmaz.
Bu ilaçlar, bir kişinin 'düşünceleri ve duygularıyla, yapıcı bir şekilde çalışmaz ve onları güçlendirmez.' Bunun yerine, bu ilaçlar, zihnin ve vücudun 'değerli sinyallerini ve metabolik süreçlerini' bastırır ve sonuçta hastayı 'daha da umutsuz' bir duruma sürükler. Sonunda, hastanın beyni, 'antidepresan ilacın farmakolojik müdahalesi sırasında değiştirdiği 'serotoninin doğal dengesini' yeniden sağlamak için mücadele etmek zorundadır. Bu, zihnin 'ilaç kaynaklı değişiklikleri' telafi etmeye çalışırken 'alışılmadık şekillerde, hareket etmesine' neden olabilir. Antidepresanları bırakmaya çalışanlar 'yoksunluk etkisini' hissedebilir ve bazıları şiddetli şekillerde saldırabilir.
Depresyon etiketi, hastanın en başından itibaren 'iyileşme gücünü' elinden alır.. 'Depresyon etiketleri' günümüzde insanlara o kadar açık bir şekilde yapıştırılıyor ki, onları hasta olmaya ve doğal olarak iyileşmek için duygusal ve zihinsel güçlerini kısıtlayan bir tanıyı kabul etmeye yönlendiriyor. Bu tanıların ve ilaçların büyüsü altında, hastalar çoğu zaman 'bir durum bile olmayan bir duruma' duygusal olarak rıza göstermeye zorlanıyor. "Depresyon" basitçe ele alınmamış bir duygu veya iyileşmek için zamanı olmayan kopmuş bir ilişki olabilir. Beslenme eksikliği veya toksik bir elementin aşırı yüklenmesi olabilir. Depresyonu bir durum olarak kabul etmeyi reddetmek, sorunlarımızı inkar ettiğimiz anlamına gelmez. Depresyonu ve bir ilaç rejimini bir durum olarak kabul etmek, sorunlarla karşılaştığımızda zihnin ve kalbin iyileşmedeki güçlü, enerjik rolünü inkar etmektir. Bu yüzden farkındalık terapisi, hayatta mücadele eden herkes için en önemli ilk yaklaşımdır. Üzüntünün bir zamanı vardır ve zihnin iyileşmesi için zaman tanınmalıdır. Duygusal zorlukları depresyon teşhisine dönüştürdüğümüzde ve onları ilaçla öldürdüğümüzde, kendi iyileşme yeteneğimizi yok ederiz ve dolayısıyla bizi ilaç kötüye kullanımının kurbanı haline getiren bir durum zihniyetine bağımlı hale geliriz.
Farkındalık terapisi (Mindfulness therapy) antidepresan ilaç kullanımının yerini alabilir.. The Lancet tıp dergisinde yayınlanan yeni bir çalışmada, araştırmacılar farkındalık terapisinin antidepresan ilaçları gereksiz hale getirebileceğini kanıtladılar. Çalışma, bir toplum olarak ilaçları bırakabileceğimizi ve bunun yerine bireylere algılanan depresyonla bilinçli bir şekilde başa çıkmaları için danışmanlık ve güçlendirme sağlayabileceğimizi gösterdi. Çalışmada, 212 hastanın antidepresan ilaçlarını almayı bırakmalarına yardımcı olmak için farkındalık temelli bilişsel terapi kullanıldı. Psikoterapistler özellikle hastalara nüksetmeyle ilişkili düşünceleri ve duyguları nasıl tanıyacaklarını ve bunlara nasıl tepki vereceklerini öğretmeye yardımcı oldular. Bu önemlidir çünkü antidepresanların yoksunluk etkileri dürtüleri, uyku döngülerini ve düşünce kalıplarını bozabilir. İlaçları bırakan birçok kişi bu yan etkileri bildiriyor. Bazı insanlar bu etkilerle başa çıkamıyor ve daha derin bir psikoza sürükleniyor ve bu da onları farklı psikotik ilaçlara veya daha fazla doza ihtiyaç duymaya itiyor. Bu bir kısır döngü, ancak tüm umutlar kaybolmuş değil. Çalışmanın iki yılında, katılımcıların %56'sı kendilerini ilaçlardan ve depresyon teşhisinden uzaklaştırabildi. Zihinleri, duyguları ve ruhları üzerinde kontrolü yeniden kazandılar. Dünya çapında 350 milyondan fazla insanın bu ruhsal hastalıkla mücadele ettiği düşünüldüğünde, bu çalışma ilaç müdahalelerini geride bırakıp bunun yerine yan etkilere neden olmadan insanları güçlendiren pozitif farkındalık terapisini öğretebileceğimize dair umut veriyor." (97)
Özet.. Tıbbın çoğu alanının aksine, yeni ve geliştirilmiş psikiyatrik ilaçları keşfetme ve geliştirme yolundaki ilerleme yavaş ve hayal kırıklığı yaratmıştır. Şizofreni, ruh hali ve anksiyete bozukluklarını tedavi etmek için şu anda reçete edilen ilaçların büyük çoğunluğunun, 50 yıldan uzun bir süre önce tanıtılan birinci nesil psikiyatrik ilaçlardan daha etkili olmadığı iddia edilebilir. Sadece birkaç istisna dışında, mevcut psikiyatrik ilaçlar, birinci nesil ajanlarla aynı temel etki mekanizmalarıyla çalışır. Burada, bu yavaş ilerlemenin nedenlerini açıklıyoruz ve hastalık biyolojisini daha iyi anlamak için nörobilimdeki son gelişmeleri kullanan deneysel tedavilere daha fazla güvenilmesini içeren bir dizi araştırma alanını özetliyoruz. Bu araştırma odak alanlarının potansiyel etkisini, ortaya çıkan ve daha yeni, daha etkili ve daha iyi tolere edilen ajanların ufukta olduğuna dair iyimserliğimizi destekleyen birkaç yeni ajan örneğiyle örneklendiriyoruz. Mevcut ilaçlarla birlikte, bu yeni ajanlar ve yeni mekanizmalar, psikiyatrik bozukluklar nedeniyle hala engelli olan milyonlarca insan için belirgin şekilde iyileştirilmiş işlevsel sonuçlar sunabilir. (....)
Özet.. Gerçekten yeni (yeni ve geliştirilmiş) psikiyatrik ilaçların keşfi ve başarılı bir şekilde geliştirilmesindeki ilerleme yavaş ve hayal kırıklığı yaratmış olsa da, büyük ölçüde majör psikiyatrik sendromların etiyolojisi ve patofizyolojisi hakkındaki oldukça sınırlı anlayışımız nedeniyle, iyimser kalıyoruz ve artık "tünelde ışık" olduğuna inanıyoruz. Depresyon ve şizofreni için birkaç yeni, mekanik olarak konuşursak, ilaç ufukta ve hem büyük hem de küçük biyofarmasötik şirketlerin gerekli kaynakları, entelektüel ve finansal olarak yatırmaya olan ilgisi yenilendi. Psikiyatri alanı majör psikiyatrik bozuklukların etiyolojisi ve patofizyolojisini daha iyi tanımlamak için çalışırken, bu tür bilgilerin yokluğunda hala yapılacak çok şey var ve bu incelemede verimli bir şekilde takip edilebilecek birkaç alanı vurguladık. Bu beyin bozukluklarının karmaşıklığı göz önüne alındığında, yalnızca temel semptomları azaltmada değil, aynı zamanda mevcut tedavilerle hala engelli olan ve özellikle de maalesef başka türlü hastalıklarına yenik düşecek olan birçok kişi için işlevsel sonuçları iyileştirmede daha etkili olacak hassas ilaçları keşfetmek için, tartışılmaz heterojenliklerini azaltmalıyız." (74)
"Psikedelik (psychedelic) ilaçlar, zihinsel bozukluğu olmayan kişiler için faydalı mıdır?
Halüsinojenik maddeler, çok ümit verici bilimsel araştırma sonuçlarından sonra bir rönesans yaşıyor.. Ayahuasca, Amazon bölgesinin yerli halkları tarafından yüzyıllardır ruhsal bir ilaç olarak kullanılan psikoaktif bir içecektir. Güney Bolivya'da yapılan bir arkeolojik keşif, 1.000 yıllık bir mezara gömülmüş kaplarda ayahuascanın iki ana bileşenini tanımladı: Banesteriopsis caapi asmasında bulunan bir alkaloid olan harmin ve psychotria viridis çalısından çıkarılan bir halüsinojen olan DMT. Koka kalıntısının da bulunduğu bu arkeolojik alanlar, antik halkların ilkelliği hakkındaki çağdaş varsayımlara meydan okuyan bir bilgi birikiminin kanıtıdır. Bu Güney Amerika yerli halkları, çevrelerindeki on binlerce bitki arasında psikoaktif etkileri olan maddeleri tespit edebildiler ve bunları toplamak için uzun mesafeler kat ettiler. Ayrıca, bunları ritüellerde birleştirerek ilahi güçlerle ilişki kurmayı, doğal dünyayla bağlantı kurmayı ve yaratılıştaki kendi yerlerini anlamayı öğrendiler. Ve dünya çapında psikedelik maddelerin kullanımına dair çok daha eski kanıtlar var.
Batı'nın bu görmeyi sağlayan ilaçlara olan güvensizliği köklüdür. Antonio Escohotado'nun 1983 tarihli kapsamlı İlaçların Genel Tarihi (General History of Drugs) kitabında alıntılanan İspanyol Kutsal Ofisi'nin 1638 tarihli bir direktifi, Amerika'daki İspanyol tebaasının peyote kullanmasını yasaklıyor ve bunu "Katolik inancının saflığına ve bütünlüğüne karşı bir batıl inanç" kaynağı olarak adlandırıyor. 20. yüzyılda Batılı bilim insanları LSD gibi yeni halüsinojenler sentezlediler ve belirli mantarlarda bulunan MDMA ve psilosibinin kontrollü kullanımının terapötik potansiyelini fark ettiler. Ancak daha sonra, ABD Başkanı Richard Nixon'ın uyuşturucuya karşı savaşı, halüsinojenlerin kullanımını yasaklayarak bunlar üzerinde bilimsel araştırma yapmayı neredeyse imkansız hale getirdi.. (....)" (46)
Hollywood, şu anda ülke çapında sinemalarda gösterimde olan yeni psikolojik "gerilim-neo-noir" filmi Yan Etkiler (/Acı Reçete -"Side Effects")'te antidepresan ilaçlar konusuna beklenmedik ama açıkça yerinde bir ilgi gösterdi. Adından da anlaşılacağı gibi Side Effects, antidepresanların gerçek hayattaki yan etkilerine, gerilim, gizem ve entrikayla dolu hızlı tempolu ve oldukça eğlenceli bir dramada yer vererek dikkat çekiyor. Kocasının içeriden bilgi ticareti nedeniyle kısa bir hapis cezasından serbest bırakılmasının ardından, Rooney Mara'nın canlandırdığı Emily Taylor, zihinsel olarak dağılmaya başlar. Kaygı, depresyon ve uykusuzluk çeken Emily, Jude Law'ın canlandırdığı Jonathan Banks adlı bir psikiyatristi ziyaret eder ve doktor ona Zoloft, Prozac, Wellbutrin ve Effexor gibi filmde isimleri geçen çeşitli popüler antidepresan ilaçlar reçete eder.. (....)" (92)
"Yan etkiler (Acı Reçete) - (Konusu)
Genç
bir kadının dünyası, psikiyatristinin yazdığı bir ilacın beklenmedik
yan etkiler göstermesiyle altüst olur. (a) Emily ve Martin, New York'ta
yaşayan başarılı bir çifttir. Emily'nin psikiyatristi tarafından kaygıyı
tedavi etmek için yazılan yeni bir ilacın beklenmedik yan etkileri
ortaya çıkınca dünyaları altüst olur.(b) Emily Taylor (Rooney Mara),
kocası Martin'in (Channing Tatum) içeriden bilgi ticareti yaptığı
gerekçesiyle hapse atılmasından dört yıl boyunca serbest bırakılmasını
beklemektedir. Sonunda Martin eve gelir, ancak Emily, Martin hapse
atıldığında hissettiği kadar kötü hisseder ve derin bir depresyona
girer. Başarısız intihar girişiminin ardından, psikiyatrist Jonathan
Banks (Jude Law) bir dizi ilaç reçete eder. Bunlar işe yaramayınca,
Emily'ye yeni bir ilaç verir -- ancak ilaç mahvolmuş hayatlara ve ölüme
yol açar. (c)" (94)***
** Psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu ve bağımlılık' özelliklerinin olması ve diğerleri.. (BAZI VİDEOLAR);
"NORMAL İLAÇLANIYOR - YAŞAMLAR PARÇALANIYOR
Dünya çapında milyonlarca insan, yaygın olarak reçete edilen psikiyatrik ilaçlara fiziksel olarak bağımlı. Bu ilaçlar kısa vadede etkili bir rahatlama sağlayabilse de, ilaç şirketleri tehlikeli yan etkilerini, bağımlılık yapıcı doğasını ve uzun vadeli zararlarını hem doktorlardan hem de hastalardan gizlemiştir. Uzman tanıklığı ve gizli çekim görüntüleri sistematik olarak yozlaşmış bir sektörü ortaya koyuyor. Medicating Normal (2022) (....)" (322) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Psikoaktiftir — Alkol ve Sokak Uyuşturucuları Gibi: David Cohen, PhD
- İlaçlarınız Sorununuz Olabilir: Psikiyatrik İlaçları Nasıl ve Neden Bırakmalısınız? (Your Drug May Be Your Problem: How and Why to Stop Taking Psychiatric Medications) Peter Breggin ve David Cohen:
-Metilfenidat (Ritalin, Concerta) ve kokain arasındaki benzerlikler:
-Amfetamin tuzları (Adderall) ve metamfetamin arasındaki benzerlikler: (...)" (323) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Kokain, Heroin, LSD ve Marihuanadan Çok Farklı Değil: Dr. David Cohen" (324) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Neden Düşündüğünüzden Daha Tehlikeli?
Psikiyatrist Dr. Peter Breggin, antipsikotiklerin, sakinleştiricilerin, yatıştırıcıların ve reçeteli uyarıcıların neden bu kadar tehlikeli olduğunu ve beyni ve zihni iyileştirmek yerine neden zarar verebileceğini açıklıyor.(...)" (327) VIDEO
"Psikiyatrik ilaçlar inanılmaz derecede yıkıcı ve nörotoksiktir
Dr. Peter Breggin Amerikalı bir psikiyatrist ve yazardır. ABD'de lobotomilerin yapılmasını durdurmada etkili olmuştur ve birçok kez ilaç şirketlerine karşı açılan davalarda davacıları temsil etmiştir. Ruh sağlığı alanında çalıştığı altmış yılı aşkın süre boyunca, ilaçsız yaklaşımların önde gelen savunucularından biri olmuştur ve psikiyatrik ilaçların hastaların rahatsızlıklarının altında yatan nedenlerle başa çıkamadığına ve hatta daha da kötüleştirdiğine inanmaktadır. Bu röportajda Dr. Breggin, psikiyatrik ilaçların inanılmaz derecede yıkıcı ve nörotoksik olduğundan bahsediyor. Beyin, karaciğer ve tiroid hücrelerini zehirlerler ve hastalar ilgisizlik, kayıtsızlık ve bazen de genel olarak hiçbir şeyin artık önemli olmadığı hissiyle öfori nöbetleri yaşarlar. İlaçların büyüleyici olduğunu, hastanın ilaçların üzerlerindeki etkisini kavrayamadığı durumu anlatıyor. Kafaları karışıktır ve zombi gibi dolaşma eğiliminde olabilirler, yakın akrabaları ise tamamen farklı bir resim görürler. Dr. Breggin ayrıca, kendisine karşı çıkan bazı şirket ve kişilerin kendisini korkutarak yok etmeye çalıştıklarını, kendisine ve ailesine gizlice saldırdıklarını ve sonrasında hepsinin görünürde hiçbir sebep yokken aniden hastalandığını ilk kez ortaya koyuyor." (325) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Beyninizi Neden Öldürüyor ve Dr. Peter Breggin ile Bu Sıkıntıdan Nasıl Kurtulabilirsiniz
Modern psikiyatriden bahsederken, onlarca yıldır uygulamanın temel taşı haline gelen psikiyatrik ilaçlardan bahsetmemek olmaz. Ancak psikiyatrik ilaçlarla ilgili sorun, beyne yarardan çok zarar vermeleri ve bunları almaya başladıysanız yoksunluk belirtilerinin gerçek bir zorluk olabilmesidir. Ancak birçok psikiyatrist bunu size söylemez, bunu Dr. Timothy J. Hayes'in bu bölümdeki konuğundan öğreneceksiniz. "Psikiyatrinin Vicdanı" olarak bilinen Dr. Peter Breggin, psikiyatrinin nörotoksik ilaçlara ve lobotomi ve elektroşok terapisi gibi etik açıdan sorgulanabilir diğer uygulamalara olan bağımlılığına karşı mücadele ediyor ve daha çok bakım, sevgi ve empatiye odaklanan terapileri savunuyor. Tıbbi kitaplar ve çok sayıda çok satan kitap da dahil olmak üzere düzinelerce bilimsel makale ve yirmiden fazla kitap yazdı. Bu söyleşide, bu çalışmalardan bazılarının özünü ve psikiyatri mesleğinin günümüzdeki durumu hakkındaki genel görüşünü paylaşıyor. (...)" (330) VIDEO
"Bir Salgının Anatomisi - Psikiyatrik İlaçlar Akıl Hastalığına Neden Oluyor Mu?
Robert Whitaker, Amerika'da Deli (Mad In America) ve Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of An Epidemic) kitaplarının yazarıdır. Psikiyatrik ilaçlar hakkındaki gerçeği ve ilaç endüstrisinin kârlarının insan beynindeki olumsuz geri bildirim tepkilerine nasıl bağlı olduğunu anladığınızda, tuğlaları sıçacaksınız. Orijinal olarak 7 Ocak 2012'de yüklendi." (326) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar sadece akıl hastalıklarını kötüleştiriyor (uzun versiyon)" (329) VIDEO
"Antipsikotikler insan olmanın anlamını baskılıyor" — Dr. Peter Gotzsche, M.D.
-Peter Gøtzsche'nin kitabı Ölümcül İlaçlar ve Organize Suç: Büyük İlaç Şirketleri Sağlık Hizmetlerini Nasıl Bozdu:
- Antipsikotiklerin kullanımını en aza indiren, başarılı Fin psikoz tedavisini anlatan "Açık Diyalog" adlı bir film: AÇIK DİYALOG: alternatif bir Finlandiya..
-Amerika'da Deli (Mad in America), antipsikotiklere dair kapsamlı bir genel bakış sunuyor ve ilaçların riskleri ve faydalarıyla ilgili araştırma çalışmalarına bağlantılar sağlıyor. Burada bulunabilir:
-Antipsikotiklere (nöroleptikler olarak da bilinir) örnekler şunlardır: aripiprazol (Abilify), klozapin (Clozaril), lurasidon (Latuda), olanzapin (Zyprexa), ketiapin (Seroquel), risperidon (Risperdal), ziprasidon (Geodon), Klorpromazin (Torazin) ve Haloperidol (Haldol)." (328) VIDEO
"Akademide Öğretilmeyen Psikiyatrik İlaçların Olumsuz Etkileri: Donanma Psikoloğu Mary Vieten, PhD, ABPP
Daha fazla bilgi için, bu videodaki ifadelerin bilimsel kanıt tabanına bağlantılar ve diğer kaynaklar dahil:
-Dr. Mary Vieten'in biyografisi:
-Mary Vieten, PhD, ABPP hakkında makale:
-Scientific American'da bir makale: "Gizli Yan Etkiler: Tıbbi Çalışmalar Genellikle Olumsuz Sonuçları Dışarıda Bırakıyor":
-New York Times makalesi: SSRI kaynaklı intihar eğilimiyle ilgili dava:
-Çalışma, SSRI kullanıcılarının %88'inin cinsel işlev bozukluğu yaşadığını buldu:
-Majör Depresyon İçin Egzersiz Tedavisi: 10 Ayda Terapötik Faydanın Sürdürülmesi:
- Mad in America, antidepresanların beyin üzerindeki etkisi, kullanımın zararları ve etkililik üzerine araştırmalar hakkında bir inceleme sunuyor: (....)" (331) VIDEO
"Asla işe yaramayacaktı
Asla işe yaramayacaktı. İlaçlar, ruhsal hastalığı tedavi etmenin birincil yolu olduğu için şizoaffektif bozukluğumu asla iyileştiremeyecek veya remisyona sokamayacaktı. Bir süre önce asla tam olarak iyileşemeyeceğim sonucuna vardım. Şimdi deneyimlemek ve başka olasılıklar olduğunu anlamak zor oldu. Şizoaffektif bozukluğumu tedavi etmek ve remisyona sokmak için son 7 aydır tıbbi ketojenik diyeti başarıyla kullanıyorum. Psikiyatristler bunu neden reçete etmiyor? Tıbbi modelimizde veya sistemimizde ne yanlış var? Sağlık ve zindelik konusunda neden bu kadar çok çelişkili ve kafa karıştırıcı bilgi ve görüş var? Burada bir tür plasebo etkisi mi var? Psikiyatrik ilaçlarımı almaya devam etseydim ne olurdu? Tüm bunları keşfetmek için bu videoyu izleyin." (332) VIDEO
"Bağımlılık (addiction) ve bağımlılık (dependence)
Çoğu ruh sağlığı ilacı bağımlılık (addictive) yapmaz. Ancak bazen belirli reçeteli ilaçlara bağımlılık geliştirmek mümkündür. Rehberimiz, bağımlılık (addiction) ve bağımlılık (dependence) arasındaki farkı, hangi ilaçlara bağımlı olabileceğinizi ve yaygın belirtileri anlamanıza yardımcı olabilir.
Bağımlılık (addiction) ile bağımlılık (dependence) arasındaki fark nedir? Alkol içmek, uyuşturucu kullanmak veya reçeteli ilaç almak gibi madde kullanımı söz konusu olduğunda, insanlar genellikle "bağımlılık (addiction)" ve "bağımlılık (dependence)" kelimelerini birbirinin yerine kullanırlar. Ancak bunlar aynı şey değildir. Bir şeye bağımlı olmak (addicted) ile ona bağımlı olmak (dependent) arasında önemli bir fark vardır.
Bağımlılık (Addiction).. Bağımlılıkla (addiction), beyniniz bir madde veya aktiviteyi arzulamaya başlar çünkü çok fazla dopamin ("iyi hissettiren" kimyasal) salgılar. Sağlığınıza, ilişkilerinize veya hayatınıza zarar verse bile, onu her şeyden daha öncelikli hale getirmeye başlarsınız. İlk başta yoksunluk hissetmeyebilirsiniz, ancak arzular durmayı zorlaştırır.
Bağımlılık (Dependence).. Bağımlılıkla (dependence), vücudunuz bir maddeye o kadar alışır ki onsuz normal şekilde çalışamaz. Kullanmayı bırakırsanız, vücudunuz yoksunluk sendromuna girer. Bu, kahveyi bıraktığınızda baş ağrısı çekmek gibi küçük bir şey olabilir. Ancak daha güçlü maddeler için yoksunluk sendromu tehlikeli olabilir.
Tolerans nedir? Tolerans genellikle bağımlılıkla birlikte gelir. Bu, ilk başladığınızda daha küçük bir miktar veya dozla elde ettiğiniz aynı etkiyi elde etmek için bir ilaca veya maddeye daha fazla ve daha fazla ihtiyaç duymanız anlamına gelir.
Hangi reçeteli ilaçlara bağımlı olabilirim? İnsanlar sıklıkla nikotin ve alkole veya eroin, kokain ve amfetamin gibi yasadışı uyuşturuculara bağımlılığın tehlikelerinden bahsederler. Ancak reçeteli ilaçlara da bağımlı olabilirsiniz. İşte bazı yaygın örnekler:
Benzodiazepinler.. Benzodiazepinler, anksiyete, panik bozuklukları ve uyku problemlerini tedavi etmek için kullanılan bir ilaç grubudur. Örnekler arasında diazepam ve lorazepam bulunur.. Benzodiazepin bağımlılığı genellikle insanlar bunları tıbbi tavsiye almadan kullandığında (kendi kendine ilaç verme) başlar. Zamanla vücudunuz bir tolerans geliştirir ve bağımlılığın başladığını fark etmeyebilirsiniz bile. Benzodiazepinler yalnızca kısa süreli ve her zaman doktorunuzun önerdiği şekilde kullanılmalıdır.
Opioidler.. Opioidler doktorlar tarafından şiddetli ağrıyı tedavi etmek için reçete edilir. Örnekler arasında morfin veya kodein bulunur. Özellikle çok uzun süre kullanılırsa son derece bağımlılık yapabilirler. Genellikle doktorlar tarafından ağrı kesici olarak kullanılmamalıdır çünkü bağımlılık ve bağımlılık riski çok yüksektir. Size opioid reçete edilirse, ne kadar alacağınız ve ne zaman bırakacağınız konusunda her zaman doktorunuzun tavsiyelerine uymalısınız.
Uyku hapları.. Uyku hapları, uykuya dalmanıza ve uykuda kalmanıza yardımcı olan ilaçlardır. Bunlara benzodiazepinler, ancak zolpidem ve zopiklon gibi 'Z ilaçları' olarak bilinenler de dahildir. Uyku haplarını kötüye kullanmak tehlikelidir ve uzun süreli kullanımı bağımlılığa yol açabilir. Bunları eğlence için, stresle başa çıkmak için alırsanız veya reçeteli haplarınızı önerilenden daha sık kullanmaya başlarsanız bağımlı olabilirsiniz. Her zaman doktorunuzun tavsiyelerine uymalısınız. (....)" (321)
"NORMAL İLAÇLANIYOR - YAŞAMLAR PARÇALANIYOR
Dünya çapında milyonlarca insan, yaygın olarak reçete edilen psikiyatrik ilaçlara fiziksel olarak bağımlı. Bu ilaçlar kısa vadede etkili bir rahatlama sağlayabilse de, ilaç şirketleri tehlikeli yan etkilerini, bağımlılık yapıcı doğasını ve uzun vadeli zararlarını hem doktorlardan hem de hastalardan gizlemiştir. Uzman tanıklığı ve gizli çekim görüntüleri sistematik olarak yozlaşmış bir sektörü ortaya koyuyor. Medicating Normal (2022) (....)" (322) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Psikoaktiftir — Alkol ve Sokak Uyuşturucuları Gibi: David Cohen, PhD
- İlaçlarınız Sorununuz Olabilir: Psikiyatrik İlaçları Nasıl ve Neden Bırakmalısınız? (Your Drug May Be Your Problem: How and Why to Stop Taking Psychiatric Medications) Peter Breggin ve David Cohen:
-Metilfenidat (Ritalin, Concerta) ve kokain arasındaki benzerlikler:
-Amfetamin tuzları (Adderall) ve metamfetamin arasındaki benzerlikler: (...)" (323) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Kokain, Heroin, LSD ve Marihuanadan Çok Farklı Değil: Dr. David Cohen" (324) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Neden Düşündüğünüzden Daha Tehlikeli?
Psikiyatrist Dr. Peter Breggin, antipsikotiklerin, sakinleştiricilerin, yatıştırıcıların ve reçeteli uyarıcıların neden bu kadar tehlikeli olduğunu ve beyni ve zihni iyileştirmek yerine neden zarar verebileceğini açıklıyor.(...)" (327) VIDEO
"Psikiyatrik ilaçlar inanılmaz derecede yıkıcı ve nörotoksiktir
Dr. Peter Breggin Amerikalı bir psikiyatrist ve yazardır. ABD'de lobotomilerin yapılmasını durdurmada etkili olmuştur ve birçok kez ilaç şirketlerine karşı açılan davalarda davacıları temsil etmiştir. Ruh sağlığı alanında çalıştığı altmış yılı aşkın süre boyunca, ilaçsız yaklaşımların önde gelen savunucularından biri olmuştur ve psikiyatrik ilaçların hastaların rahatsızlıklarının altında yatan nedenlerle başa çıkamadığına ve hatta daha da kötüleştirdiğine inanmaktadır. Bu röportajda Dr. Breggin, psikiyatrik ilaçların inanılmaz derecede yıkıcı ve nörotoksik olduğundan bahsediyor. Beyin, karaciğer ve tiroid hücrelerini zehirlerler ve hastalar ilgisizlik, kayıtsızlık ve bazen de genel olarak hiçbir şeyin artık önemli olmadığı hissiyle öfori nöbetleri yaşarlar. İlaçların büyüleyici olduğunu, hastanın ilaçların üzerlerindeki etkisini kavrayamadığı durumu anlatıyor. Kafaları karışıktır ve zombi gibi dolaşma eğiliminde olabilirler, yakın akrabaları ise tamamen farklı bir resim görürler. Dr. Breggin ayrıca, kendisine karşı çıkan bazı şirket ve kişilerin kendisini korkutarak yok etmeye çalıştıklarını, kendisine ve ailesine gizlice saldırdıklarını ve sonrasında hepsinin görünürde hiçbir sebep yokken aniden hastalandığını ilk kez ortaya koyuyor." (325) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar Beyninizi Neden Öldürüyor ve Dr. Peter Breggin ile Bu Sıkıntıdan Nasıl Kurtulabilirsiniz
Modern psikiyatriden bahsederken, onlarca yıldır uygulamanın temel taşı haline gelen psikiyatrik ilaçlardan bahsetmemek olmaz. Ancak psikiyatrik ilaçlarla ilgili sorun, beyne yarardan çok zarar vermeleri ve bunları almaya başladıysanız yoksunluk belirtilerinin gerçek bir zorluk olabilmesidir. Ancak birçok psikiyatrist bunu size söylemez, bunu Dr. Timothy J. Hayes'in bu bölümdeki konuğundan öğreneceksiniz. "Psikiyatrinin Vicdanı" olarak bilinen Dr. Peter Breggin, psikiyatrinin nörotoksik ilaçlara ve lobotomi ve elektroşok terapisi gibi etik açıdan sorgulanabilir diğer uygulamalara olan bağımlılığına karşı mücadele ediyor ve daha çok bakım, sevgi ve empatiye odaklanan terapileri savunuyor. Tıbbi kitaplar ve çok sayıda çok satan kitap da dahil olmak üzere düzinelerce bilimsel makale ve yirmiden fazla kitap yazdı. Bu söyleşide, bu çalışmalardan bazılarının özünü ve psikiyatri mesleğinin günümüzdeki durumu hakkındaki genel görüşünü paylaşıyor. (...)" (330) VIDEO
"Bir Salgının Anatomisi - Psikiyatrik İlaçlar Akıl Hastalığına Neden Oluyor Mu?
Robert Whitaker, Amerika'da Deli (Mad In America) ve Bir Salgının Anatomisi (Anatomy of An Epidemic) kitaplarının yazarıdır. Psikiyatrik ilaçlar hakkındaki gerçeği ve ilaç endüstrisinin kârlarının insan beynindeki olumsuz geri bildirim tepkilerine nasıl bağlı olduğunu anladığınızda, tuğlaları sıçacaksınız. Orijinal olarak 7 Ocak 2012'de yüklendi." (326) VIDEO
"Psikiyatrik İlaçlar sadece akıl hastalıklarını kötüleştiriyor (uzun versiyon)" (329) VIDEO
"Antipsikotikler insan olmanın anlamını baskılıyor" — Dr. Peter Gotzsche, M.D.
-Peter Gøtzsche'nin kitabı Ölümcül İlaçlar ve Organize Suç: Büyük İlaç Şirketleri Sağlık Hizmetlerini Nasıl Bozdu:
- Antipsikotiklerin kullanımını en aza indiren, başarılı Fin psikoz tedavisini anlatan "Açık Diyalog" adlı bir film: AÇIK DİYALOG: alternatif bir Finlandiya..
-Amerika'da Deli (Mad in America), antipsikotiklere dair kapsamlı bir genel bakış sunuyor ve ilaçların riskleri ve faydalarıyla ilgili araştırma çalışmalarına bağlantılar sağlıyor. Burada bulunabilir:
-Antipsikotiklere (nöroleptikler olarak da bilinir) örnekler şunlardır: aripiprazol (Abilify), klozapin (Clozaril), lurasidon (Latuda), olanzapin (Zyprexa), ketiapin (Seroquel), risperidon (Risperdal), ziprasidon (Geodon), Klorpromazin (Torazin) ve Haloperidol (Haldol)." (328) VIDEO
"Akademide Öğretilmeyen Psikiyatrik İlaçların Olumsuz Etkileri: Donanma Psikoloğu Mary Vieten, PhD, ABPP
Daha fazla bilgi için, bu videodaki ifadelerin bilimsel kanıt tabanına bağlantılar ve diğer kaynaklar dahil:
-Dr. Mary Vieten'in biyografisi:
-Mary Vieten, PhD, ABPP hakkında makale:
-Scientific American'da bir makale: "Gizli Yan Etkiler: Tıbbi Çalışmalar Genellikle Olumsuz Sonuçları Dışarıda Bırakıyor":
-New York Times makalesi: SSRI kaynaklı intihar eğilimiyle ilgili dava:
-Çalışma, SSRI kullanıcılarının %88'inin cinsel işlev bozukluğu yaşadığını buldu:
-Majör Depresyon İçin Egzersiz Tedavisi: 10 Ayda Terapötik Faydanın Sürdürülmesi:
- Mad in America, antidepresanların beyin üzerindeki etkisi, kullanımın zararları ve etkililik üzerine araştırmalar hakkında bir inceleme sunuyor: (....)" (331) VIDEO
"Asla işe yaramayacaktı
Asla işe yaramayacaktı. İlaçlar, ruhsal hastalığı tedavi etmenin birincil yolu olduğu için şizoaffektif bozukluğumu asla iyileştiremeyecek veya remisyona sokamayacaktı. Bir süre önce asla tam olarak iyileşemeyeceğim sonucuna vardım. Şimdi deneyimlemek ve başka olasılıklar olduğunu anlamak zor oldu. Şizoaffektif bozukluğumu tedavi etmek ve remisyona sokmak için son 7 aydır tıbbi ketojenik diyeti başarıyla kullanıyorum. Psikiyatristler bunu neden reçete etmiyor? Tıbbi modelimizde veya sistemimizde ne yanlış var? Sağlık ve zindelik konusunda neden bu kadar çok çelişkili ve kafa karıştırıcı bilgi ve görüş var? Burada bir tür plasebo etkisi mi var? Psikiyatrik ilaçlarımı almaya devam etseydim ne olurdu? Tüm bunları keşfetmek için bu videoyu izleyin." (332) VIDEO
"Bağımlılık (addiction) ve bağımlılık (dependence)
Çoğu ruh sağlığı ilacı bağımlılık (addictive) yapmaz. Ancak bazen belirli reçeteli ilaçlara bağımlılık geliştirmek mümkündür. Rehberimiz, bağımlılık (addiction) ve bağımlılık (dependence) arasındaki farkı, hangi ilaçlara bağımlı olabileceğinizi ve yaygın belirtileri anlamanıza yardımcı olabilir.
Bağımlılık (addiction) ile bağımlılık (dependence) arasındaki fark nedir? Alkol içmek, uyuşturucu kullanmak veya reçeteli ilaç almak gibi madde kullanımı söz konusu olduğunda, insanlar genellikle "bağımlılık (addiction)" ve "bağımlılık (dependence)" kelimelerini birbirinin yerine kullanırlar. Ancak bunlar aynı şey değildir. Bir şeye bağımlı olmak (addicted) ile ona bağımlı olmak (dependent) arasında önemli bir fark vardır.
Bağımlılık (Addiction).. Bağımlılıkla (addiction), beyniniz bir madde veya aktiviteyi arzulamaya başlar çünkü çok fazla dopamin ("iyi hissettiren" kimyasal) salgılar. Sağlığınıza, ilişkilerinize veya hayatınıza zarar verse bile, onu her şeyden daha öncelikli hale getirmeye başlarsınız. İlk başta yoksunluk hissetmeyebilirsiniz, ancak arzular durmayı zorlaştırır.
Bağımlılık (Dependence).. Bağımlılıkla (dependence), vücudunuz bir maddeye o kadar alışır ki onsuz normal şekilde çalışamaz. Kullanmayı bırakırsanız, vücudunuz yoksunluk sendromuna girer. Bu, kahveyi bıraktığınızda baş ağrısı çekmek gibi küçük bir şey olabilir. Ancak daha güçlü maddeler için yoksunluk sendromu tehlikeli olabilir.
Tolerans nedir? Tolerans genellikle bağımlılıkla birlikte gelir. Bu, ilk başladığınızda daha küçük bir miktar veya dozla elde ettiğiniz aynı etkiyi elde etmek için bir ilaca veya maddeye daha fazla ve daha fazla ihtiyaç duymanız anlamına gelir.
Hangi reçeteli ilaçlara bağımlı olabilirim? İnsanlar sıklıkla nikotin ve alkole veya eroin, kokain ve amfetamin gibi yasadışı uyuşturuculara bağımlılığın tehlikelerinden bahsederler. Ancak reçeteli ilaçlara da bağımlı olabilirsiniz. İşte bazı yaygın örnekler:
Benzodiazepinler.. Benzodiazepinler, anksiyete, panik bozuklukları ve uyku problemlerini tedavi etmek için kullanılan bir ilaç grubudur. Örnekler arasında diazepam ve lorazepam bulunur.. Benzodiazepin bağımlılığı genellikle insanlar bunları tıbbi tavsiye almadan kullandığında (kendi kendine ilaç verme) başlar. Zamanla vücudunuz bir tolerans geliştirir ve bağımlılığın başladığını fark etmeyebilirsiniz bile. Benzodiazepinler yalnızca kısa süreli ve her zaman doktorunuzun önerdiği şekilde kullanılmalıdır.
Opioidler.. Opioidler doktorlar tarafından şiddetli ağrıyı tedavi etmek için reçete edilir. Örnekler arasında morfin veya kodein bulunur. Özellikle çok uzun süre kullanılırsa son derece bağımlılık yapabilirler. Genellikle doktorlar tarafından ağrı kesici olarak kullanılmamalıdır çünkü bağımlılık ve bağımlılık riski çok yüksektir. Size opioid reçete edilirse, ne kadar alacağınız ve ne zaman bırakacağınız konusunda her zaman doktorunuzun tavsiyelerine uymalısınız.
Uyku hapları.. Uyku hapları, uykuya dalmanıza ve uykuda kalmanıza yardımcı olan ilaçlardır. Bunlara benzodiazepinler, ancak zolpidem ve zopiklon gibi 'Z ilaçları' olarak bilinenler de dahildir. Uyku haplarını kötüye kullanmak tehlikelidir ve uzun süreli kullanımı bağımlılığa yol açabilir. Bunları eğlence için, stresle başa çıkmak için alırsanız veya reçeteli haplarınızı önerilenden daha sık kullanmaya başlarsanız bağımlı olabilirsiniz. Her zaman doktorunuzun tavsiyelerine uymalısınız. (....)" (321)
***
**TOPLANTILARDAN, KONFERANSLARDAN..
David Healy, 'uzun süreli SSRI kullanımının, duyusal sinir sistemine' zarar verdiği "İlaç Düzensizliği Sendromu"nu ele alıyor. Cumartesi, 7 Eylül.. Amerika'da Deli (Mad in America) Özel Bir Panel Tartışması Sunuyor: "Antidepresanları Durdurmak Neden Bu Kadar Zor? İlaç Düzensizliği Sendromu ve Nasıl Yönetileceğine Dair Yeni Bir Anlayış.." (7 Eylül 2024 Cumartesi günü saat 10:00 PDT, 13:00 EDT, 18:00 BST, 19:00 CEST'te bize katılın)
SSRI antidepresanlarını bırakan birçok kişi, genellikle "uzun süreli yoksunluk sendromu" olarak tanımlanan bir durum yaşar. Bu web seminerinde, David Healy bu yaralanmanın biyolojisine dair farklı bir anlayış sunuyor: SSRI'lardan çekilen kişiler, duyusal sinir sistemlerinde bir "düzensizlik" yaşıyor. İlaç şirketlerinin SSRI'ları geliştirdiklerinde, 'bu tehlikeyi nasıl bildiklerini ve bunu halktan nasıl gizlemeye çalıştıklarını' anlatacak. Serotoninin çoğu, 'beynimizin dışında' bulunduğundan, SSRI'lar öncelikle "vücutlarımızı", özellikle de 'duyularımızı' etkiler. SSRI'ların hedef etkisi 'duyusal' bir susturmadır, ancak aynı zamanda 'duyusal bir tahrişe neden olarak akatiziye' yol açabilirler. Hem susturma hem de tahriş, özellikle bırakıldığında, sorunlara yol açabilir. Bu nedenle, ilaçlar, özellikle 'uzun süreli maruziyetten sonra, farklı sistemleri etkileyen bir "İlaç Düzensizliği Sendromu"na' yol açar. Bu sendromlar, 'psikolojik veya fizyolojik ilaç bağımlılığının belirtileri' değildir. Serotonin geri alım bölgelerinde bağlanma ile bağlantılı değillerdir ve azaltma hızından kaynaklanmazlar. Bu sendromları yönetme konusunda bildiklerimiz, bu sorunlarla ilgili 'yaşanmış deneyime sahip kişilerden' gelmektedir. Bu web semineri, bu "sendromu" yönetmek için ileriye dönük bir yol taslağı çizecektir.. (....)
Konuk Konuşmacı Hakkında.. David Healy, 40 yıldır laboratuvarda, ilaç şirketlerine danışman olarak, SSRI'ları kullanan ve bunların 'neden olduğu sorunları' tanıyan bir klinisyen olarak ve on yıldan fazla süredir 'tedavi kaynaklı yan etkilerle' ilgili raporlar toplayan RxISK.org ekibinin bir üyesi olarak serotonin geri alım sistemleri üzerinde çalıştı. Sunucu Hakkında.. Robert Whitaker dört kitabın yazarı ve beşincisinin ortak yazarıdır; bunlardan üçü psikiyatrinin tarihini anlatır. 2010 yılında, Bir Salgının Anatomisi: Sihirli Mermiler, Psikiyatrik İlaçlar ve Akıl Hastalığının Şaşırtıcı Yükselişi (Anatomy of an Epidemic: Magic Bullets, Psychiatric Drugs and the Astonishing Rise of Mental Illness) adlı kitabıyla en iyi araştırmacı gazetecilik dalında ABD Araştırmacı Gazeteciler ve Editörler kitap ödülünü kazandı. Kendisi, "psikiyatriyi yeniden düşünmek" isteyen uluslararası bir yazar grubunun araştırma haberlerini ve bloglarını yayınlayan bir web sitesi olan madinamerica. com'un kurucusudur." (67)
"Robert Whitaker, Okuyucuların İlaç Pazarlaması ve Psikiyatrik İlaçlar Hakkındaki Sorularını Yanıtlıyor
"Psikiyatri eleştirmenlerinin suçlandığını duyduğunuzda, bu sadece haberciyi öldürmeye çalıştıkları anlamına gelir. Eğer 'sonuçların iyileştiğine ve insanların ilaçlarla çok daha fazla geliştiğine' dair kanıtları olsaydı, buna işaret ederlerdi, ancak bunu yapamazlar." Bu haftaki Mad in America podcast'inde, Mad in America kurucusu Robert Whitaker ile okuyucu soru-cevap etkinliğimize devam ediyoruz.. 1. Bölümde Mad in America, biyopsikososyal model ve psikiyatrinin tarihini ele aldık.. 2. Bölümde, 'psikiyatri ilaçları ve elektrokonvülsif terapi' de dahil olmak üzere 'ilaç pazarlaması ve psikiyatrik tedavilerle' ilgili sorunlar hakkında okuyucu sorularını ele alacağız. Sorularınızı göndermek için zaman ve zahmet ayıran hepinize teşekkür ederiz. Aşağıdaki metin uzunluk ve netlik açısından düzenlenmiştir. Röportajın sesini buradan dinleyebilirsiniz." (68)
***
** NE YAPIYORUZ? ANA KONUMUZ NE?
- İLAÇSIZ TEDAVİ VE BAKIM YÖNTEMLERİNE NEDEN ACİLEN GEÇMELİYİZ?
- TIP sektörünü bize hiç böyle anlatmamışlardı. Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü..
- "İlaçsız Tedavi ve Bakım Yöntemlerine Neden Acilen Geçmeliyiz? ve Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü" ile ilgili çok sayıda detayları öğrenebilmek için aşağıdaki (DİĞER BÖLÜMLER) altındaki diğer sayfalarda bulunan bölümler ve konulara gidip-okuyabilirsiniz.. Ne demek istediğimizi daha iyi anlayabilmek ve bilgi sahibi olabilmek için, bu bölümlerdeki konuları da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz..(Bu bölümler, bu sayfada değil başka sayfalardadır. Bu sayfadaki konuyu bitirdikten sonra en sondaki BÖLÜM'lere tıklayıp-konulara gidebilirsiniz..)
"Psikiyatriye neden bir 'ÖLÜM ENDÜSTRİSİ' diyorlar? Akıl hastalıkları neden bir efsanedir? Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına ve diğer iyatrojenik hasarlara nasıl sebep oluyor? A'DAN Z'YE PSİKİYATRİ HAKKINDA BİZLERE ANLATILMAYAN GİZLİ GERÇEKLER NE?"
** KENDİNİZİ VE SEVDİKLERİNİZİ, PSİKİYATRİ'NİN 'PSİKİYATRİK İSTİSMAR'INDAN KORUYUN..
"Psikiyatrinin, sizinle bir ilgisi olmadığını mı düşünüyorsunuz) Tekrar düşünün.."" (219; 1021)
"Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür." (219; 162)
Yukarıdaki alıntıları hafife almayın. Dünyada yürüyen her sağlıklı insanın, yüzlerce (hatta belki de binlerce /on/yüz binlerce olabilen) hayali (sahte) psikiyatrik hastalıktan muaf olmadığını biliyor musunuz? Kendinizi bir anda "akıl hastası" olarak bulabilir (fişlenerek etiketlenebilir), "hem de bazen polis zoruyla, mahkeme kararı ile" bir/birden fazla psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalabilir ve hatta bir akıl hastanesine dahi yatırılabilirsiniz. Akıl hastası değilsiniz ama ilaç kullanarak bir "akıl hastası" haline dönüştürülebilirsiniz.. Bilerek/bilmeden yada zorla.. Nasıl mı? Daha fazla bilgi için daha detaylı olan diğer sayfalardaki bölümlerin içeriklerini de okumanızda fayda vardır..
Psikiyatrinin bir ölüm endüstrisi olup-olmadığını, psikiyatrik teşhislerin hayali (sahte) olup-olmadığını vb gibi "psikiyatri" hakkında yazılıp-çizilen hemen her türlü bilgi ve belgelerle birlikte, belgeselleri de uluslararası insan hakları komisyonu olan CCHR verilerini 5.bölümde okuyabilirsiniz.. Ve aklınıza hayalinize gelmeyen Psikiyatri hakkında sizlere anlatılmayanları hem bu bölüm de hem de diğer sayfa bölümlerinde de okuyabilirsiniz.. Psikiyatri hakkında yazılıp-çizilenler, ortaya çıkarılan olumsuz veriler ışığında, bazı öneri, çözüm, tahmin, olasılık ve şüphelerden vb oluşan fikir ve düşüncelerimizi de, tüm bölümlere ait "kısa kısa alıntılar"dan sonra 7.bölümde okuyabilirsiniz.. Eğer tüm bölümleri okumaya fırsatınız yoksa, bu bölümdeki "kısa kısa alıntıları" okuyarak da belki bir fikir edinebilirsiniz..
Psikiyatriden /psikiyatristlerden, çeşitli türlerdeki "psikiyatrik istismarlar"dan bir/birden fazlasına maruz kaldıysanız, faydalı siteler (6.) bölümünde "CCHR -İnsan hakları komisyonu"nun sayfasına giderek, "psikiyatrik tanı bildirim istismar form" başvurusu yapabilirsiniz.. Yanlış/yanıltıcı bilgi vermemek adına, başvuru yapmadan önce CCHR'nin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve Form başvurusunun nasıl yapılması gerektiğini öğrenmenizde fayda vardır. Ve CCHR ve form başvurusu için daha fazla geniş bilgi için faydalı Siteler kısmına bakınız.. Ve yönergedeki linke tıklayarak, form başvurusu yapmadan önce bilgi sahibi olabilirsiniz.. İngilizce bilmiyorsanız ve/veya bu konuda yeterince deneyimli değilseniz, kendinize bu konuda deneyim sahibi olabilecek birini örneğin İngilizcesi olan ve başvuru şartlarını iyice öğrenebilen yakınlarınızdan birinden yardım alabilirsiniz.. Veya konu hakkında uzman olan birisinden yardım alabilirsiniz, örneğin varsa eğer avukatınızdan.. Kolay gelsin..
NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 'Akıl hastalıkları bir efsanedir' serilerine ait tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz.. Teşekkürler..😊
***
'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisine ait bölümler;
1.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (1)' - (Düşünceler) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara dayalı oluşturulan fikir ve düşüncelerin bulunduğu bölümdür..
2.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (2)' - (Alıntılar - Kitaplar) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara ait kısa alıntıların bulunduğu bölümdür..
3.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (3)' - (Araştırmalar 1) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmaların bulunduğu ilk bölümdür.. (ŞİMDİ BURADASINIZ)
4.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (4)' - (Araştırmalar 2) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmaların bulunduğu ikinci bölümdür..
5.BÖLÜM : 'Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. Ve daha fazla zarar da veriyor. (5)' - (İçindekiler - Kaynaklar) ; Psikiyatrik ilaçların, beyin hasarına, akıl hastalığına ve pek çok iyatrojenik hasara sebep olması ile ilgili araştırmalara ve diğer bilgilere ait kaynakların ve içindekilerin bulunduğu bölümdür..
ÖZEL BÖLÜM : Psikiyatrik ilaçlar, insanları 'şiddete, cinayete ve intihara' meyilli hale getiriyor.
NOT : Bu araştırmaların (8 bölümlük 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 5 bölümlük 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor' serilerinin) tamamı yaklaşık 2 sene (belki de daha fazla) falan sürmüştür.. 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin "içerik ve kaynaklarına" BURADAN; . 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisininkine ise BURADAN ulaşabilirsiniz..
NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi ile 'Akıl hastalıkları bir efsanedir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep oluyor' serisinin tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz.. Teşekkürler..😊
***
UYARILAR VE NOTLAR
UYARILAR : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (akıl hastalığı semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. Zaten bölümlerde de "ilaçların birdenbire bırakılması" diye birşey yoktur. İlaçların birdenbire bırakılması hastalarda tehlikeli olabilecek çeşitli yoksunluk belirtilerine sebep olabilir. Bu belirtiler hastalara (ve çevresindekilere) zarar verici olabilir. Hayati tehlikelerle karşı karşıya kalınabilir. O yüzden, ilaç bırakma girişimi daima doktor gözetiminde birlikte gerçekleştirilmelidir.. Kendi başınıza bu işi yapmamalısınız.. Kendinize ve/veya başkalarına faydadan çok zarar verebilirsiniz.. Ayrıca buradaki GENEL UYARILAR kısmını da okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz..😊
UYARI : Yukarıda bölümlere kadar olan içeriklerin sadece fikir ve düşüncelerden ibaret olan sadece bilgi vermek amaçlı bilgiler, düşünceler olduğunu ve bölümlerde geçen haber, makale, araştırma vb gibi içeriklerin de doğruluğu /yanlışlığı ile ilgili fikrimizin olmadığını ve sadece bilgi vermek amaçlı olduğunu unutmayın. . Bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz. Daha geniş bilgi ve genel uyarılar için BURADAKİ bilgileri okuyunuz.. Teşekkürler..😊
UYARI: Bu sitede bulunan hastalıklar ve tedavilerle ilgili her türlü bilgi yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve asla doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık profesyonellerinin vereceği tavsiyelerin yerine geçmemelidir. Tıbbi durumunuzla ilgili sorularınız için daima doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık uzmanının tavsiyesine başvurun. Ayrıca kendi başınıza bitkisel ilaçlar /tedaviler hazırlayıp-kullanmayınız. Bu işi, işin uzmanları olan uzaman fitoterapistler ile birlikte yapınız.. Fitoterapi (bitkilerle tedavi) anlamına gelir, fitoterapist ise, bu işin eğitimini görmüş fitoterapi hekimleridir.. Fitoterapistler, sizin vücudunuz, bünyeniz, hastalığınız vb gibi kriterleri değerlendirdikten sonra, size uygun bitkisel tedavi seçeneklerini sunacaktır..
NOT : Unutmayın, tekrar edelim ki, bu sayfadaki (ve blogdaki) bilgiler, yaptığımız araştırmalardaki kanıtlara ve bilgilere dayalı olarak, "tahminler, öneriler, olasılıklar, şüpheler" vb gibi bilgilerden oluşarak ortaya koyduğumuz fikir ve düşüncelerimizden oluşmaktadır.. Gerçeklerle tam anlamıyla herhangi bir ilişkisi yoktur /olmayabilir. Ancak 'bu olasılıkların, olabileceğine' dair bize önemli fikirler verebilmektedir. Kanıtlarla yola çıkılarak hazırlanıldığından dolayı, fikir ve düşünceler, kafa karşıkılığı yaratabilir. Bu fikir ve düşünceleri, sadece 'bu olasılıkların, bu şekilde olabileceğine' dair, bizlere bir fikir verebilmesi ve bu gibi konular da araştırmalar yapan araştırmacılara ilhamlar verebilmesi açısından değerlendirebilmek daha doğru olur, diye düşünüyoruz..
NOT : Maalesef Google Çeviride İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimler" ile ilgili çevirilerde çok büyük yanlışlıklar ve eksiklikler var. Google Çevirilerin İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimlerin" çevirilerinde çok büyük yanlışlıklar ve eksikliklerin olduğunu görüyoruz. Çeviriler düzeltilmeye çalışılmasına rağmen yine de İngilizce'de farklı anlamları olan kelimelerin çoğu çevirilerinde yine alakası olmayan farklı anlamlarda da kullanılmış olunabilir. Daha fazla bilgi için SÖZLÜK kısmına bakınız ve çevirilerin gerçeğini öğrenmek isteniliyorsa, yazıların kaynağına gidilebilir, oradan gerçeği öğrenilebilir..
NOT: Bununla birlikte, konuyu daha iyi anlayabilmeniz için, "psikiyatri bir ölüm endüstrisidir" serisine ait bölümleri de okumanız da fayda vardır.. Serinin bölümlerine, BURADAKİ tanıtım sayfasından gidebilirsiniz. Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..