21 Temmuz 2024 Pazar

Bazı Kısa Alıntılar ve Fikir ve Düşünceler (PSYH 7)

                                               "Psikiyatri bir insan hakları istismarıdır." (Psikiyatri ve tedavilerine karşı yapılan bir protestodan), Düşünen kadın heykeli..Evet, 'ilaç yoksunluk belirtileri' diye birşey var ama bunun nedeni büyük olasılıkla "ilaçların bırakılması" v ("Psychiatry is a human rights abuse." (From a protest against psychiatry and its treatments..),  Thinking woman statue..-Representative images -Temsili görseller (1016),(1197) 

*'PSİKİYATRİ, BİR ÖLÜM ENDÜSTRİSİDİR' serisi (7)

Bu seri 8 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz 7.bölümde bulunuyorsunuz. 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisi' serisinin diğer bölümleri ile ilgili bilgi ve linkleri en aşağıda, "uyarılar, notlar'dan önce okuyabilir ve linklere tıklayarak bu bölümlere gidebilirsiniz. Yada blog ana sayfasından da, sayfayı aşağıya kaydırarak ulaşabilirsiniz. "Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka "uyarıları"da okumayı unutmayınız.. Teşekkürler..

7.BÖLÜM :  BAZI KISA ALINTILAR VE FİKİR VE DÜŞÜNCELER 
(BAZI ÖNERİLER, ÇÖZÜMLER, TAHMİNLER, OLASILIKLAR, ŞÜPHELER vs vs) ve

NOT : 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisinin tüm bölümlerine BURADAKİ tanıtım sayfasından da gidebilirsiniz..Teşekkürler..😊

UYARILAR :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (psikiyatrik semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız.  Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARI kısımlarını mutlaka okuyunuz. Ayrıca ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. Bununla birlikte 3, 5 ve 7.bölümlerde konuyla ilgili küçük ama önemli bilgiler de görebilirsiniz. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Tekrar edelim ki, en aşağıdaki UYARI ve NOTLAR kısmını da okuyun. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz..

GİRİŞ

NELER VAR?

KISIM A -Bazı önemli kısa alıntılar.. Eğer sayfaların (bölümlerin) tamamını okuyamıyorsanız, sadece bu kısa alıntıları okumanız bile, belki size bu konularda bir fikir verebilir. Mutlaka bu kısa alıntılara bir göz atın deriz..

KISIM B -Fikir ve düşünceler.. Bu kısımda şimdiye kadar yaptığımız araştırmalardan çıkardığımız sonuçlara göre bazı konuları irdeledik, bunlarla ilgili bazı olasılıkları, tahminleri ve şüpheleri sıraladık ve bazı öneriler, çözümler sunmaya çalıştık..  Unutmayın bunlar sadece fikir ve düşünceler..

NOT : Aşağıda yaptığımız araştırmalardan yaptığımız çok sayıda kısa kısa alıntılar bulunuyor. Eğer ilaçlar ve diğer sağlık sorunları hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız, bunları da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz. Hepsi de kaynaklıdır..

NOT : Psikiyatrinin ve psikiyatrik ilaçların, bir ÖLÜM ENDÜSTRİSİ olup-olmadığını, burada kısa kısa verilen ve binden fazla kaynaktan derlenen  bazı alıntılardan bakalım anlayabilecek misiniz!? Zaman ve imkanınız varsa yavaş yavaş ve anlayarak okumaya çalışın. Okuduğunuz halde anlayamaz /anlayamadıysanız, alıntıların alındığı diğer sayfalardaki bölümlerin içeriklerini de okuyabilirsiniz. Buradaki kısa alıntılar, içeriklerde verilen mesajların birer özeti şeklindedir. Kolay gelsin..

NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..

KISIM A

**BAZI ALINTILAR..

"PSİKİYATRİNİN SİZİNLE BİR İLGİSİ OLMADIĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUNUZ? TEKRAR DÜŞÜNÜN.." (1021)

"Psikiyatristlerin milyarlarca dolarlık psikiyatrik ilaç endüstrisine hizmet etmek için uydurduğu yüzlerce hayali bozukluktan hiç kimse muaf değil." (1062)

"Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür."-Psikiyatrist Fredric Neuman (1162)

"Psikiyatristler, Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nı kullanarak, bugün Dünya'da yürüyen herkesi akıl hastası olarak etiketleyebilirler." (1063)

"Doktorlar, bilmeniz gereken gerçeklerin şunlar olduğunu söylüyor; 
-Psikiyatrik bozukluklar, gerçek anlamda tıbbi tedavi gerektiren hastalıklar değildir.
-Psikotrop ilaçların, herhangi bir zihinsel sorunu çözdüğüne dair hiçbir bilimsel kanıt yoktur.. 
-Psikotrop ilaçlar, semptomları maskeler ve ciddi kısa ve uzun vadeli etkilere sahiptir..
 -(fiziksel) Bağımlılığa (dependency) ve (davranışsal) Bağımlılığa (addiction) neden olabilirler.. 
-Çoğu ruhsal sorun, psikiyatrik değil, tıbbi tedavi gerektiren altta yatan fiziksel bir hastalıktan kaynaklanır.. 
-Duygusal veya psikolojik sıkıntı ne kadar şiddetli olursa olsun, pek çok etkili seçenek psikotrop ilaçlara ihtiyaç duymaz.." (1068)

"Psikiyatristler itiraf ediyor; 
-Kimse bu psikiyatrik ilaçların nasıl etki ettiğini tam olarak bilmiyor.
-Onlara her yan etkiyi anlatmıyorum çünkü çok fazla yan etki var.. 
-Yıllarca testlerin kesinleştiğini düşündük ama bunların hiçbir değeri olmadığı ortaya çıktı.. 
-Bunun doğru ilaç olup olmadığını asla bilemezsiniz.. 
-Her şey deneme yanılmadır.. 
-Birini tam iyileştiremezsiniz.." (1068)

"Oğlumuza verilen psikiyatrik ilacın tehlikeli etkileri bize doğru söylenmiş olsaydı, bugün yaşıyor olacaktı." -Celeste Steubing.. (1021 (i)) 

'Antipsikotik ilaçlar bende kendimi öldürme isteği uyandırdı.' (1190)

"Goodrich, ilacın kendisini şiddet yanlısı hissettirmesi nedeniyle ilacı almak istemediğinden şikâyetçi olmuştu." (1189)

"Hiçbir laboratuvar testi herhangi bir zihinsel bozukluğu doğrulamaz veya ölçmez. Ama büyük paralar tehlikede. Psikiyatrik ilaç araştırması oldukça subjektiftir ve manipülasyonla doludur." (1064)

 "İnsanları psikiyatristlerin yasal ilaç satıcılarından başka bir şey olmadığına, işe yaramayan ve aslında insanları öldüren ilaçlar sattıklarına ikna etmeye çalışıyorum."  -Dr.Bart Billings, albay emekli askeri psikolog..  (1042)

"[İlaç endüstrisi] her deneyimi hastalıklı hale getirmek istiyor çünkü bunu tedavi etmek için haplarını satmak istiyorlar" – Anna Lembke, MD, Doçent, Stanford Üniversitesi Tıp Merkezi, Normal İlaç kullanımı (Medicating Normal) filminden.. (1108)

"Bildiğim kadarıyla gezegende azaltılması yıllar alabilecek bir kimyasal yok; ne Oxycontin, ne crack kokain, ne eroin, ne de alkol. Ancak, herhangi bir hasta size dozu azaltılan psikiyatrik ilaçların, mümkünse bazen yıllar sürebileceğini söyleyecektir." -Bir psikiyatrist  (1109)

"Psikiyatristlerin teşhisleri ne kadar geçerli ve ilaçları ne kadar güvenliKurumsal görünümün derinliklerine inen bu üç bölümlük belgesel, tehlikeli ve çoğu zaman ölümcül bir satış kampanyasını gizleyen kurnaz pazarlama planlarının ve bilimsel aldatmacanın ardındaki gerçeği açığa çıkarıyor." (1021)

"Fiziksel olarak herhangi bir yanlışlığı, tespit edebilecek hiçbir test olmadığından psikiyatristler, neyi tedavi edeceklerini bilemezler ve bu nedenle psikiyatrik tedavi esas olarak çok az gerçek bilimle tahmine dayalıdır.." (1038)

 "Araştırmalar, psikiyatrik tanıların hiçbir güvenilirliğinin veya geçerliliğinin olmadığını defalarca ortaya koyuyor." (1162)

"Hayatlarımızı tecrit edilmiş bir şekilde değil, başka insanlardan oluşan bir toplumda yaşadığımız için ve psikiyatrik bir "teşhis", diğer insanların bir kişiye nasıl davrandığını değiştirdiği için; Psikiyatrik bir "teşhis", kişiyi yaşamın en önemli fırsatlarının çoğundan mahrum bırakabilir ve kişinin hayatına zarar verebilir veya onu mahvedebilir."  (1162)

"Psikiyatrik "teşhis", ortalama bir insana normal görünen ve yasalara uyan bir kişinin, özgürce yaşamak yerine tüm hayatını bir akıl hastanesinde hapis olarak geçirmesiyle sonuçlanabilir. Psikiyatrik "teşhis" adalet sisteminin düzgün işleyişini bozabilir; örneğin bir kişinin delilikten dolayı suçsuz bulunması ve ciddi bir suçtan dolayı cezadan kaçınılması veya iyi bir ebeveynin çocuğunun velayetini kaybetmesi gibi."  (1162)

"Yakın zamana kadar pek çok insan, psikiyatrik teşhisin, akıl sağlığı sisteminde meydana gelen diğer tüm kötü şeylerin temel yapı taşı olduğunu anlamamıştı. Etiket almazsanız, size yardımcı olabilecek ancak size zarar verme olasılığı daha yüksek olan ilaçları kullanamazsınız. Eğer etiket alamazsanız, etiket sahibi olduğunuz için işinizi, çocuklarınızın velayetini veya yasal haklarınızı kaybedemezsiniz... Birinin şunu söylediğini duyduğunda "Çocuklarımın velayetini kaybettim çünkü oldukça hafif olduğunu düşündüğüm bir etikete sahiptim ama biliyor musunuz! : Bu, akıl hastası olduğumu 'kanıtladı' ve çocuklarımı benden aldılar."... Bu hikayeleri her geçen yıl daha fazla duyamazsınız ve bu konuda bir şeyler yapmaya çalışmazsınız.. Psikiyatri etiketiyle insanların hayatları mahvoldu."   (1162)

"....DSM büyük bir toplumsal önem kazanmıştır ve insanların yaşamları üzerinde çok büyük etkisi olan her türlü önemli şeyi belirlemektedir. Bir iş için işe alınan, çocuk evlat edinebilen, uçağa pilotluk yapabilen ya da hayat sigortasına hak kazanabilen... Kötü bir şekilde uygulandığında, psikiyatrik teşhis, korkunç komplikasyonları ve yaşamı sarsıcı etkileri olan agresif tedavilere yol açan, hafifletilemez bir felaket olabilir..Psikiyatrik tanı, büyük ve çoğunlukla yaşam boyu sonuçları olan ciddi bir iştir. (....) "Etiketleme Gücü, Yok Etme Gücüdür" -Psikiyatrist Allen Frances (1162)

"Psikiyatrik "tanı"nın (veya psikiyatrik "etiketlerin") zarar verici, hatta yaşamı mahvedici gücü nedeniyle, psikiyatrik "tanı"nın geçerliliği, doğruluğu, güvenilirliği ve öngörülebilirliği önemlidir." (1162)

"Modern psikiyatri, var olmayan hastalıklara ilişkin Teşhis ve İstatistik Kılavuzları ve bunların zorlayıcı tedavileri ile tıp tarihinde hayal bile edilemeyecek boyutta bir şarlatanlık anıtıdır." -Psikiyatri profesörü Thomas Szasz  ("Psikiyatri: Yalanlar Bilimi" kitabı) (1162)

"Psikiyatristler ve onların dayattığı haplar kan, ölüm ve parçalanmış hayatlar bıraksa da, uygulama durmadı." (1189)

"...psikiyatri bir tıp bilimi değildir. (...) ...psikiyatri şarlatanlıktır; bağımsız teşhis testleri, test edilebilir hipotezler ve "şizofreni" ve diğer tüm sözde "akıl hastalığı" veya "akıl bozukluğu" türlerini tedavi etmeyen bir sahte bilimdir." (1167)

"...tıbbi model önyargıları nedeniyle gözleri kör olan psikiyatristler, hileli bir şekilde insanların ciddi yaşamlarını veya varoluşsal krizlerini "akıl hastalığı" veya "şizofreni", "bipolar duygulanım bozukluğu" ve "kişilik bozukluğu" gibi "semptomlarınıpatolojik "akılsal bozukluk" olarak nitelendiriyor ve etiketliyorlar. " (1167)

"....psikiyatristler tehlikeyi, şiddeti ya da herhangi başka bir insan davranışını doğru ve güvenilir bir şekilde tahmin edemeseler de "uzman tanık" gibi iddialarda bulunmakta ve medya aracılığıyla "tehlikeli akıl hastası" mitini /klişesini teşvik etmektedirler." (1167)

"...psikiyatristler, "akıl hastalığında genetik bir faktör olmamasına rağmen" bu "ruhsal bozukluklarınbeyindeki "biyokimyasal dengesizlik"ten, genetik faktörlerden veya "genetik yatkınlıklardan" kaynaklandığını, hiçbir bilimsel kanıt olmaksızın yalan iddialarla bu sahtekarlığı daha da artırıyorlar." (1167)

"...psikiyatristlernörotoksinler (örn. "antipsikotik ilaçlar" ve "antidepresanlar")elektrokonvülsif beyin yıkama (elektrokonvülsif terapi / "ECT")psikocerrahi (lobotomi) ve diğer davranış değiştirme-zihin kontrol prosedürleri gibi beyni işlevsiz hale getiren prosedürlerin "güvenli, etkili ve hayat kurtarıcı" olduğunu iddia ederek hastalarını, ailelerini ve toplumu sıklıkla yanlış bilgilendiriyorlar. Bunun tam tersi trajik bir şekilde doğrudur." (1167)

"....psikiyatristler, nöroleptiklerin hafıza kaybı, tardif diskinezi, tardif psikoz, parkinsonizm, demans ve ölüm gibi (tüm beyin hasarı belirtilerini) çok sayıda toksik, sakatlayıcı ve sıklıkla kalıcı etkileri konusunda hastalarını yanlış bilgilendirerek veya bilgilendirmeyerek tıbbi-etik "bilgilendirilmiş onam" ilkesini rutin ve kasıtlı olarak ihlal etmektedirler." (1167)

"...psikiyatristler birçok hastayı - özellikle kadınları, çocukları, yaşlıları ve mahkumları - antidepresanlar, nöroleptikler, elektrokonvülsif beyin yıkama ve yüksek riskli deneyler gibi sağlığı tehdit eden /beyne zarar veren "tedaviye" rıza göstermeye yönelik rutin olarak tehdit ediyor, korkutuyor veya zorluyor." (1167)

"...psikiyatristler orantısız derecede çok sayıda yaşlı insana sakinleştiriciler, antidepresanlar (ilaç -"medication") ve elektrokonvülsif beyin yıkama reçeteleri yazarken yaş ayrımcılığı yapıyor; bir tür yaşlı istismarı." (1167)

"...psikiyatristler çoğu kez psikiyatrik tutuklu ve tutukluları mevcut güvenli ve insani yaşam ve hayatta kalanların kontrol ettiği 'kriz merkezleri, uğrak yerleri, kendi kendine yardım veya savunuculuk grupları, diyet, masaj, bütünsel tıp, uygun fiyatlı destekleyici konut ve işler' gibi toplumda tıbbi olmayan alternatifler konusunda tam olarak bilgilendirmekte başarısız oluyor." (1167)

"...psikiyatristlerkrizdeki kadınları sıklıkla "histerik" veya "aşırı duygusal" olarak kalıplaştırarak cinsiyetçi davranıyor, gerçek şikayetlerini dile getirdikleri ve duygu ve hislerini iddialı bir şekilde ifade ettikleri zaman kadınları suçluyorlar, orantısız sayıda kadına yüksek dozlarda sakinleştirici ve antidrepresanlar reçete ediyorlar ve kadınlara ofislerinde ve kurumlarında cinsel saldırıda bulunuyorlar." (1167)

"....psikiyatristler, "Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı" (modern bir cadı avı el kitabı) olarak adlandırılan İncil'de sınıflandırılan yüzlerce "zihinsel bozukluk" üretiyorlar; bu tür "zihinsel bozukluklar" ve "semptomlar" aslında kişisel sorunlarla başa çıkmanın muhalif yolları ve dünyayı algılamanın, yorumlamanın veya dünyada var olmanın alternatif yollarına ilişkin olumsuz, sınıfsal ve kültürel açıdan önyargılı ahlaki yargılardır." (1167)

"....psikiyatristler, Nazi Almanyası'ndaki Holokost sırasında engelli çocuklar, yaşlılar ve psikiyatri hastaları da dahil olmak üzere yüz binlerce savunmasız insanın toplu katliamını planladılar ve yüz binlerce toplama kampı mahkumunu ölüm için "seçtiler" ("T-4 ötenazi" programı) -Psikiyatri ders kitaplarında ve tarih kitaplarında hâlâ eksik olan tarihi gerçekler." (1167)

"Psikiyatristler 1950'lerin başlarından bu yana Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da zihin kontrolü deneylerine gönüllü olarak katılmış ve uygulamış olduğundan, bu deneylerin başlıca hedefleri yoksul hastalar, kadınlar, muhalifler ve mahkumlar olmuştur." (1167)

"....psikiyatristler ırkçıdırAfrika kökenli insanlara, aborjin (/yerli) insanlara, diğer renkli (/farklı) insanlara orantısız bir şekilde ilaç verirler, onları hapseder ve 'psikotik' veya 'şizofreni' olarak etiketlerler." (1167)

"....psikiyatristler masum insanları mahkeme duruşması veya kamuya açık duruşma olmadan hapsetmek ("istemsiz bağlılık") ve onları zorla ilaç verme, elektrokonvülsif beyin yıkama, psikocerrahi, hücre hapsi "kimyasal kısıtlamalar" gibi zalimce ve olağandışı cezalara veya işkenceye maruz bırakmak gibi insan hakları ve anayasal haklar ve 4 noktalı veya 5 noktalı sınırlamalar ile rutin olarak insanların sivil haklarını ihlal ediyor." (1167)

"...psikiyatri bir tedavi değilsosyal kontrol veya cezalandırma biçimidir. ....özellikle de kurumsal-biyolojik psikiyatri3 F'ye dayanmaktadır: Korku, Dolandırıcılık ve Güç  ...özellikle de kurumsal-biyolojik psikiyatri faşisttir; demokrasiye, insan haklarına ve hayata doğrudan bir tehdittir." (1167)

"....psikiyatristler sıklıkla beden-zihin-ruh'un zarar görmesine, kalıcı sakatlıklara, ölüme - ölümüne neden olurlar. ..... tüm hekimlere "Önce Zarar Vermeyin" emrini veren Hipokrat Yemini'ni sıklıkla ihlal ederler. ....rutin olarak hastaları, mahkumları, ailelerini ve toplumu aldatıyor veya onlara yalan söylüyorlar. ....insanlara, özellikle de hastalarına patronluk taslıyor ve onları güçsüzleştiriyorlar." (1167)

"Psikiyatristler, özellikle de beyaz erkek psikiyatristler homofobik olduğundan, Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) bir zamanlar eşcinselliği "akıl hastalığı (mental illness)" veya "akıl bozukluğu (mental disorder)" olarak etiketlemişti; ve lezbiyenlere zorla elektroşok uygulayarak onları heteroseksüel bir yaşam tarzı benimsemeye zorlamaya çalıştılar." (1167)

"20 Milyon Çocuk ve Ergen, yalnızca davranışlardan oluşan bir kontrol listesine dayalı olarak "zihinsel bozukluklar" olarak etiketleniyor. Onların "akıl hastası" olduklarını kanıtlayacak hiçbir beyin taraması, röntgen, genetik ya da kan testi bulunmuyor, ancak bu çocuklar ömür boyu psikiyatrik bozukluklarla damgalanıyor ve yaşamı tehdit eden tehlikeli psikiyatrik ilaçlar reçete ediliyor." (1015)

"Psikiyatristler neden hangi advers ilaç reaksiyonlarıyla karşılaşabileceğinizi tahmin edemiyor? Çünkü hiçbiri ilaçlarının nasıl çalıştığını bilmiyor." (1067) 

"Psikiyatristler yılda 50 milyarın üzerinde gelir elde ederken, sözde akıl hastalığı için tek bir nedene ya da tedaviye işaret edemiyorlar." (1025, 1026)

"Beynin herhangi bir zihinsel bozukluğun nedeni olduğu teorisini destekleyen herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamasına rağmen, psikiyatrik beyin ameliyatları günümüzde hala uygulanmaktadır." (1027, 1028)

"Dünya çapında 100 milyondan fazla insana, hastalık olmayan ve hiçbir kan testinin, röntgen filminin, kimyasal dengesizlik testinin, beyin taramasının veya herhangi bir fiziksel testin doğrulayamadığı durumlar için psikiyatrik ilaçlar reçete edilmektedir." (1029, 1030)

"İlaçlarını yazmak için halkı, kendilerinin, çocuklarının ve hatta bebeklerinin 'akıl hastalığı olduğuna ikna etmeninpsikiyatristler, ilaç pazarlamacıları ve hatta hükümet düzenleyicileri için çok kâr olduğu kanıtlandı." (1012)

"Her yıl yazılan 300 milyondan fazla psikotrop ilaç reçetesi ile yüksek reçete yazan psikiyatristler, yeni pazarlar açtıkları için zengin bir şekilde ödüllendiriliyor." (1065)

"Psikotrop ilaçların neden olduğu onlarca yıllık trajedilere ve sayısız ölümlere rağmen, bu ilaçlar büyük kârlar uğruna giderek daha fazla sayıda Amerikalıya pazarlanıyor." (1013)

"Psikotrop ilaçlar, öldürme gücüne sahip kimyasal toksinler olarak giderek daha fazla açığa çıkıyor." (1067) 
"Psikotrop ilaçlar artık her yıl tahminen 42.000 kişiyi öldürüyor." (1067)

İstatistikler ve gerçekler şaşırtıcıydı. Birini kaçırıp-bodrumunuzda zincirlemek yasa dışıdır, ancak onu evinden alıp-istemeyerek de olsa bir akıl hastanesine kilitlemenizde sorun yoktur." - K.G., Aktör.. (1132)

"Antidepresanlar depresyonun, anksiyetenin, panik atakların, düşmanlığın, saldırganlığın, psikozun, şiddetin ve intihar eğiliminin kötüleşmesine neden olabilir. Ayrıca çok sayıda araştırma bunların plasebodan daha etkili olmadığını gösteriyor." (1078) 

"Uluslararası ilaç düzenleme kurumlarına göre antidepresanların belgelenmiş yan etkileri arasında intihar davranışı, kalp sorunları, mani, psikoz, düşmanlık, saldırganlık, yoksunluk reaksiyonları, doğum kusurları ve daha fazlası yer alıyor." (1078) 

"Yaygın markalı antidepresanlar arasında Paxil, Prozac, Zoloft, Celexa, Luvox, Wellbutrin, Cymbalta, Effexor, Lexapro, Elavil, Remeron, Strattera ve Sarafem bulunur." (1078)

"Antipsikotikler obeziteye, diyabete, felce, kalp sorunlarına, solunum problemlerine, sanrısal düşünceye ve psikoza neden olur. O kadar güçlüler ki beyin küçülmesine neden olabiliyorlar." (1079)

"Antipsikotik ilaçlar, iyi belgelenmiş diğer yan etkilerin yanı sıra obeziteye, diyabete, felce, kalp sorunlarına, solunum sorunlarına, sanrısal düşünceye ve psikoza neden olur." (1079)

"Yaygın marka adı olan Antipsikotikler arasında 'Abilify, Clozaril, Geodon, Invega, Risperdal, Seroquel, Zyprexa, Fanapt' bulunur." (1079)

"943 sayfa uzunluğunda ve 374 zihinsel "bozukluk" sıralıyor. Dünya çapında kullanılan Uluslararası Hastalık Sınıflandırması'ndaki zihinsel bozuklukların listelenmesinin temelidir. Ve beş pounddan daha az ağırlığında olmasına rağmen, etkisi modern toplumun tüm yönlerine nüfuz eder: hükümetlerimiz, mahkemelerimiz, ordumuz, medyamız ve okullarımızPsikiyatristler bunu kullanarak psikiyatrik ilaç kullanımını zorunlu kılabilir, çocuklarınızı ele geçirebilir ve hatta en değerli kişisel özgürlüklerinizi elinizden alabilir. Psikiyatrinin Zihinsel Bozuklukların Tanı ve İstatistik El Kitabı (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders -"DSM"), 330 milyar dolarlık psikiyatri endüstrisini yönlendiren bir motordur." (1021) 

"Bana göre bu [DSM] bir iskambil kağıdı evidir ve en üstteki bir veya iki kartı çıkarabilir veya her şeyi devirebilirsiniz. Ben her şeyi devirmeyi tercih ederim."  -Dr. Thomas Szasz, M.D. Emekli Psikiyatri Profesörü..(1021)
 
-"Psikiyatristler 'daha fazla psikiyatriye ihtiyacımız olduğunu' söylüyor. Ama onlara güvenmeli miyiz? Yoksa psikiyatri gizli düşman mı?" (1021, 1036) 
-"En tehlikeli düşman asla şüphelenmediğin düşmandır.."(1021, 1036)

"Psikiyatri muhtemelen son 60 yılda toplumu etkileyen en yıkıcı tek güçtür." -Merhum Dr. Thomas Szasz, Psikiyatri Onursal Profesörü.. (1021)

"Gerçeklere inanmak zordur. Ama yok saymak ölümcüldür.. "Bunun topluma maliyeti çok büyük. Sadece 'olumsuz ilaç etkileri, artan hastane yatışları, erken ölümler' açısından değil, aynı zamanda insanların hayatlarını değişmiş bir halde geçirmeleri açısından da." -Bir Tıp Doktoru.. (1021)

"Dünya çapında psikiyatrik ilaç satışları yılda 76 milyar dolardan fazladır." (1022)

"İşkence, deneyler, fiziksel ve zihinsel kısıtlamalar ve sözde “tedaviler her yıl yüzbinlerce insana uygulanıyor ve binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanıyor." (1023, 1024)

"Üç yıllık bir süre boyunca psikiyatrik ilaçlara karşı 60'tan fazla uyarı yapıldı ve bu ilaçların 'doğum kusurlarına, halüsinasyonlara, psikoza, düşmanlığa, saldırganlığa, yoksunluk etkilerine, karaciğer hasarına, kalp krizlerine, felçlere, cinayet eğilimlerine, intihara ve ölüme' neden olduğu ortaya çıktı.." (1031, 1032)

"Yirmi milyon çocuğa, hatta bir yaşın altındaki bebeklere dahzihin değiştirici psikiyatrik ilaçlar reçete ediliyor.." (1033, 1034)

"....TSSB'yi tedavi etmek için devlete ve özel sigorta şirketlerine fatura kesebilen psikiyatristler, sonraki yıllarda buna neyin sebep olduğu veya nasıl tedavi edileceğine dair hiçbir fikirleri olmadan milyonlar kazanmayı başardılar.." (1038)

"....hayalet hastalık tanısı konulan gazi sayısının artması nedeniyle, TSSB endüstrisi giderek artan miktarda hükümet kaynağını tüketiyor. Yalnızca 2005 yılında, Gazi İdaresi'nin zihinsel sağlık maliyetlerinin %13'ü veya 274 milyon dolar, çoğu psikiyatri-ilaç endüstrisinin hızla genişleyen kasasına akıtılan TSSB tedavisine harcandı." (1038)

"....psikiyatristler yalnızca "PTSD"yi teşhis edip-tedavi ederek milyonlar kazanmıyor; aynı zamanda ilaç araştırmaları da yürütüyor, savaşa karşı istenmeyen tepkileri kimyasal olarak azaltmaya çalışıyorlar. Bu da büyük bir para; ABD ordusunun sadece bir kolu 2006'dan bu yana TSSB araştırmalarına yaklaşık 300 milyon dolar harcadı." (1038)

"2001'den bu yana, bunlar gibi psikotrop ilaçların tehlikeli -çoğunlukla öldürücü etkileri- hakkında dünya çapında 150'den fazla ilaç düzenleme uyarısı ve çalışması yayımlandı." (1038)

"Felaket karşısında son derece normal tepkiler veren on milyonlarca insana artık zihinsel bozukluk teşhisi konuluyor." (1038)

"2001 ile 2009 yılları arasında ABD ordusunda 2.100 intihar yaşandı; bu, Afganistan'da ölen asker sayısının üç katı ve Irak'taki Amerikan ölümlerinin yarısı. Aynı dönemde, intihar düşüncesine ve eylemlerine neden olduğu bilinen psikiyatrik ilaçlara yönelik askeri siparişlerde %76 artış görüldü. Amerikalı gazilerin durumu daha da kötü. Her 65 dakikada bir ABD gazisi kendini öldürüyor; bu da günde 22 sayı gibi şaşırtıcı bir rakam." (1039)

"Antipsikotik Seroquel'in özellikle kalp krizi ve savaş gazilerinin ani ölümleriyle ilişkilendirildiği belirtiliyor. Askerler tarafından SeroKill (SeroÖlüm /SeroKatil /SeroÖldürme vb) olarak bilinen bu ilaç, genellikle uykusuzluğu tedavi etmek için reçete edilir ve bu durum ABD Gıda ve İlaç İdaresi tarafından onaylanmamıştır. Başka bir antipsikotik markasının tercih edileceği anlamına gelmiyor; Yeni İngiltere Tıp Dergisi (New England Journal of Medicine)'de yakın zamanda yapılan bir araştırma, 'bu sınıftaki tüm ilaçların ani kalp durması riskini iki katına çıkardığını' bildiriyor." (1040)

"1950'lerden 1970'lere kadar Britanya, Amerika Birleşik Devletleri ve SSCB (USSR) gibi ülkelerdeki psikiyatristler, ordularını LSD gibi yeni deneysel tedaviler için kanıtlayıcı zemin olarak kullandılar. ABD Ordusu, bu dönemde zihin kontrol deneylerinin bir parçası olarak en az 1.500 askere LSD verildiğini tahmin ediyor." (1041)

"....tehlikeli psikiyatrik ilaçların giderek artan kullanımının askeri intiharlar ve diğer açıklanamayan ölümlerden oluşan cenaze ateşini körüklediğine dair kanıtlar birikiyor. 2001'den 2009'a kadar Ordu'nun intihar oranı yüzde 150'den fazla artarken, aynı dönemde psikiyatrik ilaç siparişleri de yüzde 76 arttı." (1042)

"....Savunma Bakanlığı verilerine göre 'ordudaki intiharların neredeyse üçte biri hiç savaş görevi görmemiş kişiler' arasında meydana geldi. Bu veriler, ordudaki intihar "salgınınınyalnızca savaşın fiziksel ve duygusal stresinden muzdarip olanlara özgü olmadığını, dolayısıyla artan intiharların sorumlusunun ne olduğunu sormak gerektiğini gösteriyor."(1042)

"...programın askerler arasındaki intiharların nedeninin psikiyatrik ilaç kullanımının doğrudan sonucu olduğuna dair hiçbir şüphesi yok.", "Yüzde 100 eminim", "Bunu gördüm ve bu adamlardan yüzlercesiyle konuştum. Bu ilaçlar, beynin kendini normalleştirme ve uyum sağlama becerisine gerçekten müdahale ediyor. Beyniniz olması gerektiği gibi çalışmıyorsa, nasıl iyileşeceğiniz konusunda bir seçim yapmak zor.", "Sarhoş biriyle çalışmaya benziyor bu", "Fazla ileri gidemezsiniz. Bu, benim seni kendi etrafında elli kez döndürmem ve sonra senden düz bir çizgide yürümeni istemem gibi olurdu. Bu olmayacak. Bu ilaçlar kimyasal bir lobotomidir.” -Emekli bir Ordu Albayı ve eski bir askeri psikolog Dr.Bart Billings PhD" (1042)

"İntihar düşünceleri ve eylemleri, Seroquel ile ilişkili riskler listesinin başında yer alsa da, bunlarla sınırlı olmamak üzere, en az onlar kadar korkutucu olan başka riskler de vardır: Halüsinasyonlar, kötüleşen zihinsel veya ruh hali değişiklikleri (örn. saldırganlık, ajitasyon, anksiyete, depresyon, abartılı iyilik hissi, düşmanlık, sinirlilik ve panik ataklar). Bu kısaltılmış risk listesini okuduktan sonra akla gelen ve komutayı sorgulamanın mantıklı olabileceği soru şu: "Bir asker bu tepkilerin (iddia edilen rahatsızlığı nedeniyle) kendisine ait olup olmadığını veya gerçekten zihin değiştirici ilacın neden olup olmadığını nasıl anlayabilir?" Daha da önemlisi, "herhangi bir psikiyatrik tanının arkasında hiçbir bilim olmadığı göz önüne alındığında, herhangi biri (en azından bir psikiyatrist) bu kararı nasıl verebilir?"" (1042)

"Psikiyatristlerin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikri yok", "DoD (savunma bakanlığı "Department of Defense") ve VA'da (gazi işleri "veterans affairs") akıl sağlığını yöneten şey psikiyatridir. Savunma Bakanlığı onlara güvenmeyi bırakmalı.”, “Liderliği sürekli başarısızlığa uğrayan ve para kaybeden, bu durumda hayatta kalan herhangi bir kuruluş, onları kovar. Psikiyatri neden kovulmadı? Onlar (askerde) ruh sağlığından sorumlular ve bu intiharları durdurmak için hiçbir şey yapmadılar.”, "Bir müfreze lideri olsaydım..", "..müfrezemi dışarı çıkarıp yüzde 50 kayıpla geri dönseydim ve diğer tüm müfreze liderleri yüzde beş kayıpla geri dönseydi, kovulacaktım -ihmal nedeniyle askeri mahkemeye çıkacaktım. Bunu psikiyatriye yapmıyorlar. İnsanları psikiyatristlerin yasal ilaç satıcılarından başka bir şey olmadığına, işe yaramayan ve aslında insanları öldüren ilaçlar sattıklarına ikna etmeye çalışıyorum."  -Dr.Bart Billings (1042)

"Seroquel (çok sayıda savaş gazisinin ölümünde rol oynayan ve son zamanlarda SeroKill (SeroÖlüm /SeroKatil /SeroÖldürme vb) olarak anılan) ve Risperdal gibi atipik antipsikotik ilaçlar en dramatik artışı gösterdi; yüzde 200'den fazla bir sıçrama, 2001 ile 2011 arasında yıllık harcamalar dört katına çıkarak 4 milyon dolardan 16 milyon dolara çıktı. Bu güçlü zihin değiştirici ilaçların, tedavi ettiği bildirilen semptomlara neden olduğu bir sır değil; çünkü şu anda askerlere reçete edilen psikiyatrik ilaçlar, olası ciddi yan etkileri açısından uzun süredir inceleniyor ve yaklaşık on yıldır kamuya açık kayıtlarda yer alıyor.." (1042)

"FDA uyarısının bir bölümünde "İntihar ve Antidepresan İlaçlarAntidepresanlar, majör depresif bozukluk ve diğer psikiyatrik bozukluklarla ilgili kısa süreli çalışmalarda, çocuklarda, ergenlerde ve genç yetişkinlerde 'intihar düşüncesi ve davranışı (intihar eğilimiriskini plaseboya kıyasla artırdı'" yazıyor..." (1042)

"Navy Yard saldırganı olduğu iddia edilen Aaron Alexis'in antidepresan Trazodone kullandığı bildirildi.." (1043)

"Psikiyatrik ilaçlara ilişkin, mani, düşmanlık, şiddet ve hatta cinayet düşüncesinin etkilerini öne süren 22 uluslararası ilaç düzenleme uyarısına ve psikiyatrik ilaç kullanımına bağlı düzinelerce yüksek profilli silahlı saldırı /cinayet olmasına rağmen, psikiyatrik ilaçlar ile anlamsız şiddet eylemleri arasındaki bağlantıya ilişkin henüz federal bir soruşturma yapılmadı." (1043)

".... tetikçilerin (silahlı saldırganların) psikiyatrik ilaç bilgilerinin elde edilmesinin çoğu zaman aylarca, yıllarca halktan gizlenmesi şaşırtıcıdır. Bunun mükemmel bir örneği Connecticut'ta eyalet Adli Tıp Kurumu'nu silahlı adam Adam Lanza'nın 'psikiyatrik geçmişini ve psikiyatrik ilaç verilerini açıklamaya zorlamak' için açılan davadır." (1043)

".... 'polisin, dairesinde antidepresanlar bulmasına rağmen medya, bundan çok az bahsetti ve yasa koyucular bu ilaçların psikiyatrik ilaç kullanımına bağlı bir başka toplu silahlı saldırıda oynamış olabileceği rolü' göz ardı etti.  İnsanlar gereksiz yere ölüyor. Bu bilgi devlet sırrı değildir. Meşhur kedi, psikiyatrik ilaçlarla şiddet arasındaki bağlantı konusunda yıllardır çantanın dışındaydı." (1043)

"Bunlar iyi huylu ilaçlar değilZihni değiştirirler. FDA'nın MedWatch sistemi, 2004-2012 yılları arasında şiddet içeren yan etkilere neden olan 14.773 psikiyatrik ilaç raporunun bulunduğunu ortaya koyuyor - 1.531 cinayet düşüncesi /vakası, 3.287 mani vakası ve 8.219 saldırganlık vakası.." (1043)

"Psikiyatrik ilaç kullanan veya bu ilacı bırakan kişiler tarafından en az 31 okulda silahlı saldırı ve/veya okul bağlantılı şiddet eylemi gerçekleştirildi; bunun sonucunda 162 kişi yaralandı ve 72 kişi öldüMani, düşmanlık, şiddet, intihar düşüncesi ve hatta cinayet düşüncesi psikiyatrik ilaçların olumsuz etkileridir.." (1043)

"Psikiyatrik ilaçlar için yirmi iki uluslararası ilaç düzenleme uyarısı yayınlandı. Bu ulusal ve uluslararası uyarıların, FDA'nın Kara Kutu Uyarılarının ve psikiyatrik ilaç kullanan saldırganların (Alexis dahil) uzun listesinin hangi kısmını yasa yapıcılar anlamıyor? Kanun koyucuların psikiyatrik ilaçlarla şiddet arasında bir bağlantı olasılığını keşfetme cesareti olmaması nedeniyle daha kaç masum insanın ölmesi gerekiyor?" (1043)

"...."çalışmalar, 2005'ten bu yana aktif görevli askerlerde teşhis edilen ruhsal bozuklukların görülme sıklığında intihar vakalarına paralel olarak belirgin bir artış olduğunu göstermiştir." Bunu tekrarlamaya değer. "2005'ten bu yana, teşhis edilen akıl hastalığı oranlarındaki artışintihar vakalarıyla paralellik gösteriyor. Hadi ama, en az bir nöronu hâlâ aktif olan herkes, bir sonraki soruyu soracaktır: 'Bu askeri personele hangi psikiyatrik ilaçlar reçete edildi?'" (1044)

"Ordumuza ve gazilerimize birden fazla psikiyatrik ilaç ve kokteyl vermemiz affedilemez. Hiçbir faydası yok, çok büyük zarar veriyorlar. Artık aylar ya da yıllar boyunca birden fazla ilaca maruz kalmanın kronikleşmeye, sakatlığa yol açtığını biliyoruz…" -Dr.Peter Breggin  (1045)

"Birden fazla ilacın güvenli olduğunu söyleyen bildiğimiz bir araştırma yok." -Stan White (1045)

 "Bu psikiyatrik ilaçların çoğundan kurtulmaya çalışmak korkunç olabilir ve çoğu zaman hastalar bunlardan kurtulamaz.. Psikiyatrik ilaç kullanan bu kadar çok askeriniz olduğunda, kronik akıl hastaları üretiyorsunuz." - Dr. Peter Breggin..   (1047)

"Pek çok doktor, 'bu ilaçlara bir kez başladığınızda, kurtulmanın neredeyse imkansız olduğunu' söylüyor." -Douglas Kennedy (1047)

"Psikotropik ilaç kullanımı büyük bir iştir. Bu, psikiyatri ile ilaç şirketleri arasındaki, psikotrop ilaçlarda 80 milyar dolarlık bir endüstri yaratan yüksek gelirli ortaklığın hikayesidir. Ama görünüş aldatıcıdır. Psikiyatristlerin teşhisleri ne kadar geçerli ve ilaçları ne kadar güvenli?" (1048)

"Psikiyatristler bize 'istenmeyen davranışları düzeltmenin yolunun bir hapla beyin kimyasını değiştirmek olduğunu' söylüyor. Ancak insülin gibi ana akım tıbbi ilaçlardan farklı olarak, 'psikotrop ilaçların düzeltilebilecek ölçülebilir bir hedef hastalığı yoktur' ve vücudun sorunsuz bir şekilde çalışması için ihtiyaç duyduğu kimyasal süreçlerin çok hassas dengesini bozabilir." (1048)

".... psikiyatristler ve ilaç şirketleri bu ilaçlarıdevasa ve kazançlı bir pazar alanı yaratmak için kullandılar. Ve bunu, giderek daha fazla istenmeyen davranışı psikiyatrik ilaç tedavisi gerektiren "tıbbi bozukluklar (medical disorders)" olarak adlandırarak yaptılar. Peki bunlara gerçekten hastalık mı denilmeli?" (1048)

"Hedef hastalığı, bilinen iyileştirici gücü ve uzun ve kapsamlı bir yan etki listesi olmayan psikotrop ilaçlar, nasıl 'her türlü psikolojik sıkıntı' için 'başvurulan tedavi' haline geldi?" (1048)

"Zihinsel sorunların varlığını veya yokluğunu gösteren herhangi bir bilimsel laboratuvar testi olmadanpsikiyatrinin teşhis sistemi nasıl çalışıyor ve nasıl bu kadar yaygın hale geldi?"  (1050)

"Psikiyatristler, 1952'de Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nı (DSM) yayınladılar ve standart bilimsel prosedüre değil, 'psikiyatristler tarafından gönderilen oylaradayanarak "akıl hastalıkları" olarak adlandırılan 112 listeyi yayınladılar. (...) ...ortalama bir kişi, psikiyatrik tanıların tıbbi değil, sadece 'oylanarak kabul edilen davranışlar' olduğunun tamamen farkında değildir. (...) Psikiyatristler bu "bozuklukları" nasıl ele alıyor ve insanları 'bu hastalıklara sahip olduklarına' nasıl inandırıyorlar?" (1050)

"DSM'nin her yeni basımıyla birlikte teşhisler yalnızca sayıca artmakla kalmadı, aynı zamanda daha geniş bir ağ oluşturdu ve artık tüm nüfus kesimlerini kapsıyor. Sonuç olarak yaklaşık bir milyon çocuğa bipolar tanısı konuluyor. 2007 yılında yarım milyon çocuk ve genç en az bir antipsikotik reçetesi aldı. Başlangıçta yalnızca en ciddi zihinsel sorunları olan kişiler için tasarlanan güçlü kimyasallar olan antipsikotik ilaçlar artık 22,8 milyar dolarlık bir sektör." (1050)

"Hastalık Tacirliği : "Esasen sağlıklı insanları hasta olduklarına veya hafif hasta insanları çok hasta olduklarına ikna etme eylemidir." Psikiyatristler, ilaç şirketleri ve dünya çapındaki reklam yöneticileri bunu biliyor.." (1051)

"Hastalık Tacirliği, 'sıradan yaşam' durumlarını, 'psikiyatrik hastalık' durumlarına dönüştüren ve her kesimden insanın en son "zihinsel hastalık" konusunda endişelenmesini ve bir hap talep etmesini sağlayan oldukça başarılı bir stratejidir. (....) Psikiyatristler ve ilaç şirketleri, her dakika 150.000 dolardan fazla gelir elde eden kazançlı bir pazar nişi oluşturdular. " (1051)

"Hiçbir terapötik kategori, hastalığın nadiren ölçülebilir fiziksel semptomlara dayandığı ve bu nedenle kavramsal tanımlamaya açık olduğu kaygı ve depresyon alanından daha fazla durum markalamasını kabul etmemiştir." (1051)

"Modern psikiyatride psikotropik ilaçlar, tercih edilen silahlar haline geldi. (...) ...psikiyatristler ve ilaç şirketlerinin psikotropik ilaç güvenliği iddiaları gerçeklerden çok uzak. Öncelikle, ilaç güvenliği testleri çoğunlukla ilaç şirketleri tarafından yapılır, hükümet kurumları veya bağımsız laboratuvarlar tarafından değil; bu da açık bir çıkar çatışması yaratır.." (1052)

"Psikiyatristlerin gelişmeyi nesnel olarak ölçen bilimsel laboratuvar testleri yoktur, bu da araştırmacılara ilaç denemelerinin sonuçlarını, ilaç şirketinin lehine çarpıtmaları için birçok fırsat tanır. Ve olumsuz bulguları önlemek veya olumluyu vurgulamak için 'denemeleri önyargılı' hale getirmenin birçok yolu vardır." (1052)

"İddia edilen araştırma bulgularının çoğunun yanlış olduğu kanıtlanabilir." -Bir ilaç uzmanı (1052)

"Peki neden bu kadar çok tehlikeli psikotropik ilaca piyasada izin veriliyor? Bunun bir nedeni, psikotropik ilaç onayı öneren panellerin uzun süredir ilaç şirketleriyle mali bağları olan psikiyatristlerle dolu olduğu hükümet, akademi ve ilaç endüstrisi arasındaki döner kapı olabilir. Bir diğeri ise, klinik denemelerin son aşamasının "pazarlama sonrası gözetim" olarak bir güvenlik işlevi görmesi yerine artık "pazarlama sonrası araştırma" olarak yeniden düzenlenmesi ve psikotropik ilaçları ek psikiyatrik bozukluklar için test etme aracı olarak yeniden kullanılması olabilir. İlaç şirketlerinin çoğu, işletmenin normunun üç katı kar marjından yararlanmaya devam etmesinin nedeni de budur." (1053)

"Fortune 500'deki ilk on ilaç şirketinin toplam karı, diğer 490 işletmenin toplam karını aştı. Ve bu kadar çok para söz konusu olduğunda, hissedarlara yatırım yaptıkları şirketlerin ilaçları hakkında, asla gerçeğin söylenmemesi şaşırtıcı değildir." (1053)

"İlaç şirketinin kendi denemeleri durumun böyle olmadığını kanıtladığındareçete yazan hekimleri bu ilaçların gerçekten güvenli, etkili ve çok az yan etkiye sahip olduğuna nasıl ikna edebilirsiniz?" (1053)

"Psikiyatristler ve ilaç şirketleri, milyonlarca tıp doktorunu 'güçlü psikoaktif ilaçlarınıyüz milyon kişiye reçete etmeye nasıl ikna ettiler? Hekimleri eğitmek tıp konferanslarında başlar; bu konferanslar sıklıkla ilaç şirketleri tarafından ödenir. Saygın dergiler ayrıca ilaç şirketlerinin hayalet yazarları tarafından yazılan ve isimlerini yazdırmak için, bir şekilde para alan tanınmış psikiyatristlere atfedilen sahte çalışmaları yayınlar." (1054)

"İlaç endüstrisi artık reçeteleri artırmak için doktorlara yılda 22 milyar dolar pazarlama yapıyor; bu da pazarlama bütçesinin şaşırtıcı bir şekilde %90'ını oluşturuyor. Sonuç olarak, dünya çapındaki tıp uzmanları, alandaki "uzmanlar" olan psikiyatristler tarafından güvenli ve gerekli olduklarına dair güvence verilerek psikotropik ilaçlar dağıtıyor." (1054)

"....psikiyatristler ve ilaç şirketleri, doktorlara tanıtım yapmanın yeterli olmadığını erken fark ettiler. Hedef demografilerine -son kullanıcıya- nasıl ulaşabilir ve onları bu ilaçları talep etmeleri için doktor muayenehanelerine nasıl çekebilirlerdi?" (1054)

"1997'de ilaç şirketlerinin lobicileri, ABD Kongresi'ne Amerikan televizyonlarında psikotropik ilaçların reklamına izin vermesi için baskı yaptı. Ve bu, 1996'da yıllık 595 milyon dolardan bugün 4,7 milyar dolara fırlayan bir reklam seline kapılarını açtı, neredeyse %700'lük bir artış." (1055)

"Psikiyatristler ve ilaç şirketleri, tek bir amansız mesajı yaymak için etkileyebilecekleri her iletişim kanalını bu şekilde kullanabildiler: "Hastasınız, cevabımız var ve doktorunuza sorun."" (1055)

"Ne aradığınızı biliyorsanız, hemen hemen her yerde gizli ilaç pazarlama kampanyaları bulacaksınız. Bu kampanyaların çoğu, psikiyatristler tarafından işletilen ancak şefkatli hasta destek grupları gibi görünen endüstri tarafından finanse edilen ön gruplardan geliyor.  Tüm bu programların arasında en başarılı olanlardan biri, yardımsever görünen ruh sağlığı tarama kampanyasıdır; üzüntü, gerginlik ve ara sıra yalnızlık gibi yaygın yaşam durumlarını teşhis etmek için geniş tabanlı psikiyatrik tarama anketleri kullanır." (1056)

NOT: TeenScreen programı yoğun eleştiriler, tartışmalar ve ortaya atılan çok ciddi iddialar sonrası 2012'de sonlandırıldı.. Sonlandırılma nedeni tam olarak bilinmiyor.. Daha fazla bilgi için sözlük kısmına bakınız..

"GençTarama (TeenScreen) gibi programlar, "intiharı önleme" kisvesi altında, gençleri hedef alır. Ancak istatistikler, 'gençlerde intihar salgını olmadığını' gösteriyor. Bunun yerine, son on yılda gençlerde intihar aslında %25 oranında azaldı. Daha da önemlisi, katılımcıların 'tarama programından sonra intiharı, programdan önce olduğundan daha fazla bir soruna çözüm olarak görme olasılıkları' daha yüksektir." (1056)

"Psikiyatristler, evrensel ruh sağlığı taramasının herkes için faydalı olacağı konusunda ısrar ediyorlar. Bugün, hayalleri gerçek oluyor (...) Evlat edinilmiş çocuklar, rutin olarak tarandı ve ilaçlandı (ilaçlar yazıldı). Üniformalı erkeklerimiz ve kadınlarımız da öyle. Ve hamile kadınları ve dolayısıyla doğmamış çocuklarını taramak ve muhtemelen ilaç için planlar zaten mevcut. Bu ilaçlamayı (ilaç kullanımını) uygulamak için, on bir farklı ilaç şirketinin finanse ettiği psikiyatristler ve araştırmacılar, ruhsal sorunları olan hastalar için en son ve en pahalı psikiyatrik ilaçları gerektiren adım adım bir akış şeması oluşturdular ve bu işe yaramazsa, elektroşok tedavisi.. Tüm bunlar yerine getirildiğinde, teşhis konulduktan ve psikotropik ilaçlama (ilaç kullanım) makinesine teslim edildikten sonra hastalara ne olacak?" (1057)

"Psikotropik ilaçlar psikiyatristler ve ilaç şirketleri tarafından "güvenli ve etkili" olarak satılsa da, tüketiciler tarafından bildirilen olumsuz yan etkilerde endişe verici bir artış görüyoruz. Çocuklarda obezite, kalp hastalığı ve diyabet görüyoruz. Hamile kadınlarda ciddi doğum kusurları riskinin neredeyse üç katına çıktığı görülüyor. Yaşlı vatandaşlarda ise yaşam süresinin ciddi şekilde kısaldığı görülüyor. Belki de en ciddisi, intihar da dahil olmak üzere şiddet içeren davranış riskinin önemli olmasıdır." (1058)

"Bir kez antidepresan alındığında, intihar oranı her 100.000 kişide 11'den 718'e çıkıyor; 65 kattan fazlaPsikotropiklerin kısa vadeli yan etkileri sizi etkilemese bile, uzun vadeli etkilerinin etki edeceğine dair bolca kanıt var. Psikotropik ilaçları almayı düşünen herkesin ciddi bir duraksamaya neden olması gereken gerçek uzun ve kısa vadeli yan etki olasılığı.." (1058)

"Psikiyatristler ve ilaç şirketleri, psikotropik ilaçların çoğu yan etkisini gönülsüzce kabul etseler de, neredeyse hiç bahsetmedikleri bir şey daha vardır: bağımlılık (addiction). Çoğu insan bağımlılığı (addiction), 'belirli bir maddeye karşı, kontrol edilemeyen psikolojik veya fiziksel bir ihtiyaç' olarak düşünür. Ancak psikiyatristler öyle düşünmüyor. Onlar buna "bağımlılık (dependence)" diyor.." (1059)  NOT: Addiction -davranışsal bağımlılık; Dependence -fiziksel bağımlılık (Daha geniş bilgi için sözlük kısmına bakınız..)

**Psikiyatrik (psikotropik) ilaçlar, insanları (özellikle de çocuk ve gençleri) eroin, kokain gibi uyuşturuculara (/uyuşturucu özellikli ilaçlara) bağımlı hale mi getiriyor?

"....'insanların büyük bir yüzdesi, psikotropik ilaçları bırakmaya çalışırken korkunç yoksunluk reaksiyonları' yaşar. Daha kötüsü, uyarıcılar gibi bağımlılık (addictive) yapan psikotropikler, okul bahçelerinde çocuklara bile satılır. Ve bunların eroin ve kokain gibi ilaçlara daha da fazla bağımlılığa (addiction) yol açtığı bilinmektedir." (1059)

"....psikiyatristler bize psikotropik ilaçların insanları 'delirmekten korumanın ve zihinsel sıkıntıyı hafifletmenin' tek yolu olduğunu söylüyor. Ancak durum gerçekten böyle mi?" (1059)

"Uzun ve iyi belgelenmiş bir başarısızlık geçmişine sahip olan psikiyatristler ve ilaçları, hükümetin güvenlik uyarıları, mevzuat ve on binlerce dava tarafından saldırı altında. Psikiyatristler bile "zihinsel hastalığa hiçbir cevapları olmadığını" kabul ediyorlar. Ancak aslında yüzlerce uygulanabilir seçenek var ve bunlar yalnızca psikiyatristlerin etkisi ve ilaç şirketlerinin para gücü nedeniyle az biliniyor.." (1060)

**Çoğu psikiyatrik sorunun altında aslında fiziksel bir hastalık mı vardır? Varsa eğer, psikiyatristler bize bunu neden söylemiyorlar?

"İlginçtir ki, çoğu psikiyatrik sorunun altında keşfedilmemiş ve tedavi edilmemiş bir fiziksel hastalık yatar. Ve bu tedavi edildiğinde, "zihinsel sorun" da tedavi edilir. Ancak psikiyatristlerin ve ilaç şirketlerinin, tıbbi alanın geri kalanı üzerindeki güçlü etkisi nedeniyle bu, hastalara nadiren söylenir.." (1060)

"Psikotropik ilaçlar. Bu büyük paranın hikayesi -330 milyar dolarlık bir psikiyatri endüstrisini besleyen, tek bir tedavisi olmayan ilaçlar. İnsani açıdan maliyeti daha da büyük -bu ilaçlar artık her yıl tahmini 42.000 kişiyi öldürüyor. Ve ölüm sayısı artmaya devam ediyor." (1061)

"Avukatlar, ruh sağlığı uzmanları, kurbanların aileleri ve hayatta kalanların kendileriyle yapılan 175'ten fazla röportaj içeren bu sürükleyici belgesel, psikiyatrik ilaçların maskesini düşürüyor ve acımasız ama köklü bir para kazanma makinesini ifşa ediyor." (1061)

"Psikiyatristler, bir akıl hastalığı salgını olduğuna ve psikotropik (zihin değiştirici) ilaçların, çare olduğuna inanmanızı istiyor. Onlarca yıldır halkı, 'ilaçlarının, günlük yaşam sorunları için vazgeçilmez olduğuna' ikna etmek için çalışıyorlar." (1061)

"....insanlara uyguladığı tedaviler -hiçbir bilim tarafından desteklenmeyen- toplumda tahribata yol açıyor. Psikiyatristin eylemleri kar amacıyla yapılıyor -başka hiçbir puta boyun eğmiyor." (1061)

"Psikiyatrik ilaçlar her gün onlarca insanı sakat bırakmanın yanı sıra her ay tahmini 3.000 kişiyi öldürüyor. Yine de aynı ilaçlar, psikiyatrinin her yıl küresel olarak net üçte bir trilyon dolar (/ın üçde birini) kazanmasına yardımcı oluyor." (1061)

"Psikiyatristler yalnızca bu kitap (DSM) aracılığıyla teşhis koyabilir, ilaç verebilir ve hizmetler için fatura kesebilirler. Aslında, psikiyatri endüstrisi şu anda 'DSM'yi özel ve devlet sigorta paralarından 72 milyar doların üzerinde para toplamak' için kullanıyor.." (1062)

"İntihar eden Amerikalıların yaklaşık %50'sinin psikotropik ilaçlar kullandığı tahmin ediliyor." (1062)

"Psikiyatrik ilaç endüstrisi ne kadar büyürse büyüsün, psikiyatristler onu daha da büyütmek için yeni bozukluklar icat etmek için yoğun bir şekilde çalışıyorlar. Bu her hastalık için bir haptır ve halka ve hastalara, 'psikiyatrik ilaçların gerçekte ne kadar tehlikeli olduğu' söylenmemektedir." (1063)

"1994'ten bu yana (Amerika Birleşik Devletleri'nde) çocuklarda bipolar tanısında %4000'lik bir artış olmuştur. Antipsikotik ilaç reçete edilen çocukların sayısı da beş kat artarak tahminen 2,5 milyona çıktı." (1063)

"Psikiyatrik ilaç araştırması oldukça subjektiftir ve manipülasyonla doludur. Potansiyel olarak ölümcül yan etkileri olan psikotrop ilaçların, Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) panelleri tarafından, 'hiçbir şeyden şüphelenmeyen halk tarafından' ömür boyu kullanılmak üzere rutin olarak onaylanması, bu tür önyargılı araştırmalara dayanmaktadır." (1064)

"....psikotropik ilaç denemeleri, DSM'de icat edilen bozukluklardan yararlanarak en masum olanları, yani -çocukları hedef alarak daha da fazla kar elde ediyor. Büyük miktarda paranın tehlikede olduğu bir ortamda, çocuklar üzerinde psikiyatrik deneyler yaygınlaşıyor, 323 çalışma tamamlanmış veya yapım aşamasındadır." (1064)

"Psikotrop ilaçlar yasal olarak reçetesiz satılamayacağından, ilaç şirketleri bu ilaçları reçete yazan arkadaşlarına tanıtmaları için psikiyatristleri işe alıyor. Ve bu onay mührüyle ilaç şirketleri milyarlar kazanıyor." (1065)

"Üst düzey bir akademik psikiyatrist aynı zamanda ilaç şirketlerinden yılda yarım milyon dolardan fazla para kazanabilir. Bu nedenle psikiyatristler, psikotrop ilaçları akademik çevrelerde ve meslektaşlarına coşkuyla tanıtıyor ve hiç katılmadıkları çalışmalara imza atıyorlar. Bunlar daha sonra yayınlanıyor. Psikiyatristlerin aralıksız teşviki sayesinde psikotrop ilaç reçetesi sadece psikiyatriye değil tüm tıp mesleğine nüfuz etmiştir." (1065)

"Brüt satışların rekor seviyelere ulaşmasıyla birlikte ilaç endüstrisi yalnızca TV reklamlarına yılda 2,9 milyar dolar harcıyor. "Hasta savunuculuk grupları" ve müdahaleci "değerlendirme araçları" gibi hileler müşteri tabanına katkıda bulunur." (1066)

"Bugün ilaç şirketleri, reçeteli ilaçları pazarlamak için yılda 5,3 milyar dolardan fazla para harcıyor; bu da on yıl öncesine göre neredeyse dokuz kat daha fazla." (1066)

"Dünya çapında psikotrop ilaç satışları yılda 80 milyar dolara yükseldi. Ve bu arada psikiyatristler, yarattıkları büyük insanlık trajedisini bile bile görmezden geliyorlar. Sadece genç-tarama programı şu anda 43 eyaletteki 500'den fazla Amerikan okulunda yüz binlerce okul çocuğunu zihinsel bozukluklar açısından tarıyor." (1066)

"Psikiyatristler, ' ilaçlarının hayat kurtardığını' iddia ediyor ancak kendi araştırmalarına göre psikotrop ilaçlar intihar riskini ikiye katlayabiliyor. Ayrıca uzun süreli kullanımın ömür boyu hasara yol açtığı kanıtlanmıştır; bu, psikiyatristler tarafından göz ardı edilen bir gerçektir." (1068)

"Psikiyatristler, ilaçlarının "güvenli ve etkili" olduğuna inanmanız konusunda ısrar ediyorlar; çünkü onlar "akıl sağlığı uzmanları" ve siz değilsiniz. Ancak her olayonlara güvenmenin felaketle sonuçlanabileceğini kanıtlıyor." (1068)

"Bu ilaç istismarını açığa çıkarmanın bir yolu var; şikayetleri ve advers psikiyatrik ilaç reaksiyonlarını ulusal ilaç düzenleme kurumuna bildirmek. Psikiyatrik ilaç tedavisinin dehşetinin gerçek boyutu ancak tüm bu tür olumsuz reaksiyonların raporlanmasıyla gün ışığına çıkacak." (1068)

"FDA, muhtemelen tüm olumsuz ilaç etkilerinin yalnızca %1-10'unun aslında hastalar veya doktorlar tarafından rapor edildiğini kabul etmektedir." (1068)

"Ve en endişe verici olanı, bu psikiyatrik vahşetlerin II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle sona ermemesi. Aslında, psikiyatrinin Nazi dönemindeki baskıcı eylemlerinin çoğu -kaçırma, zorla hapsetme (alıkoyma), zorla tedavi ve çocukların zorla alınmasıbugün hala gerçekleşiyor ve CCHR'ye göre Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere her medeni ülkede korkutucu derecede yaygın.." (1069)

(Korku Çağı: Psikiyatrinin Terör Saltanatı belgeseli hakkında) "Holokost öncesi toplu cinayet programlarının ve bunları tasarlayan, organize eden ve yürüten psikiyatristlerin anlatılmamış hikayesi - kimin yaşayıp kimin öleceğine dair yargıya kadar.. Yaklaşık 300.000 zihinsel ve fiziksel engelli insan öldürüldü6.000 kişi de zorunlu kısırlaştırma operasyonları nedeniyle öldü.." (1069)

"....en suçlu psikiyatristlerin savaştan sonra adaletten nasıl kaçabildiklerini, savaş sonrası Almanya'ya nasıl geri dönebildiklerini ve ırkçı ideolojileringünümüzün modern psikiyatrisinin temel taşı haline nasıl getirdiklerini anlatıyor.  Korku Çağı öfke ve dehşet yaratmaya mahkumdur, ancak her şeyden önce izleyicileri 'psikiyatride tarihin, her zaman kendini tekrar ettiğikonusunda uyarıyor." (1069)

*VE DİĞERLERİ

"Sadece psikiyatrinin kendisi değil, aynı zamanda istatistiksel "normalliktanımında yansıtılan değerler de adamları (insanları) 'alışılmış, düşüncesiz ve konformist davranışlaraşartlandırmaya hizmet ediyor." – Benjamin R. Barber (1185)

"Psikiyatriyi, 'akıl hastalıklarının incelenmesi, teşhisi ve tedavisiyle ilgilenen tıbbi bir uzmanlık alanı' olarak tanımlamak gelenekseldir. Bu değersiz ve yanıltıcı bir tanımdır. Akıl hastalığı bir efsanedirPsikiyatristler 'ruhsal hastalıklar ve bunların tedavileri' ile ilgilenmezlerGerçek uygulamada yaşamdaki kişisel, sosyal ve etik sorunlarla ilgilenirler." (1185)

İnsan davranışı temelde ahlaki davranıştırBu nedenle, etik değerler meselesini ele almadan bu tür davranışları tanımlama ve değiştirme girişimleri bu nedenle başarısızlığa mahkumdur. Dolayısıyla psikiyatrik teori ve terapilerin ahlaki boyutları gizli ve açıklanmadığı sürece bilimsel değerleri ciddi şekilde sınırlı olacaktır." (1185)

"Kesin olarak söylemek gerekirse, hastalık veya rahatsızlık yalnızca bedeni etkileyebilir; dolayısıyla akıl hastalığı olamaz." ; “Akıl hastalığı” bir metafordurZihinler ancak şakaların "hasta" olması veya ekonomilerin "hasta" olması durumunda "hasta" olabilir." ; "Akıl hastalığı kişinin sahip olduğu bir şey değil, yaptığı veya olduğu bir şeydir." ; (1185)

"Psikiyatrik teşhisler, tıbbi teşhislere benzeyecek şekilde ifade edilen ve davranışları 'başkalarını rahatsız eden veya gücendiren' kişilere uygulanan damgalayıcı etiketlerdir." (1185)

"Akıl hastalığı yoksa 'hastaneye yatırmak, tedavi etmek veya tedavi etmek' mümkün değildir. Elbette insanlar psikiyatrik müdahale olsun veya olmasın davranışlarını veya kişiliklerini değiştirebilirler. Bu tür müdahaleye günümüzde “tedavi”, değişim, toplumun onayladığı yönde ilerliyorsa “kurtarma (/geri kazanma)” ya da “şifa” deniyor." (1185)

"Psikiyatrik mülahazaların ceza hukukunun uygulanmasına dahil edilmesi (örneğin, delilik iddiası ve kararı, yargılama için akli yetersizlik teşhisleri vb.) hukuku yozlaştırır ve görünüşte adına çalıştıkları (görevlendirildikleri) kişiyi mağdur eder." ; "İstemsiz psikiyatrik müdahalelerin tıbbi, ahlaki veya hukuki hiçbir gerekçesi yoktur. Bunlar insanlığa karşı suçlardır." (1185)

"Demans ve nadir görülen bazı kromozom bozuklukları dışında, 'hiçbir psikiyatrik hastalığın, bilinen biyolojik nedeni' yoktur. Sonuç olarak, herhangi bir psikiyatrik tanıyı destekleyecek, bağımsız objektif veriler sağlamak için kullanılabilecek 'kan testleri veya beyin taramaları' gibi biyolojik testler mevcut değildir." (1185) (1192)

"Psikiyatrik ilaçlar sıklıkla hastalara 'kimyasal dengesizliğiiyileştirdikleri gerekçesiyle reçete edilmektedir. Bununla birlikte, herhangi bir zihinsel sağlık bozukluğuyla ilişkili olarak hiçbir kimyasal dengesizliğin var olduğu kanıtlanmamıştır. Bu kimyasal dengesizliklerin varlığını veya yokluğunu test edecek bir yöntem de mevcut değildir." (1185) (1192)

" DSM ve ICD (Bölüm 5) gibi psikiyatrik tanı kılavuzları, nesnel bilimin çalışmaları değil, daha ziyade kültür çalışmalarıdır çünkü büyük ölçüde klinik fikir birliği ve oylama yoluyla geliştirildiler. Bu nedenle geçerlilikleri ve klinik yararları son derece tartışmalıdır, ancak etkileri 'insan deneyiminin, kapsamlı bir şekilde tıbbileştirilmesine' katkıda bulunmuştur." (1185) (1192)

 "Tıpkı beyin kimyasını etkileyen diğer maddeler (yasa dışı uyuşturucular /uyuşturucu türü ilaçlar) gibi, psikiyatrik ilaçlar da zihinsel durumlarda değişikliklere neden olur. Hastalıkları 'iyileştirmezler' ve çoğu durumda etki mekanizmaları tam olarak anlaşılmamıştır. " (1185)

 "Basit bir biyolojik indirgemecilikpsikiyatrik çevreyi giderek daha fazla yönetiyor… (Biz) akıl hastalığını 'hatalı beyin kimyasına, dopamin kusurlarına veya serotonin eksikliğinebağlamayı öğrendik. Bu, yerini aldığı psikosapıklar kadar yanıltıcı ve bilimsel olmayan bir biyolojik gevezeliktir." -Andrew Skull, Psikiyatri Tarihi Profesörü, Princeton Üniversitesi, The Lancet'te" (1192)

"Ruh sağlığı sorunlarının kökenlerine ilişkin iki baskın efsane vardır. Birincisi, ruh halindeki değişikliklerin kimyasal dengesizliklere kadar izlenebilmesidir. İkincisi, genlerin zihinsel bozuklukların başlangıcında merkezi bir rol oynamasıdır. Kimyasal dengesizlik teorisine ilişkin kanıt eksikliğini bu belgenin ilerleyen kısımlarında 'Kimyasal dengesizlik efsanesi' başlığı altında inceleyeceğiz ve bu nedenle burada genetik hipoteze odaklanacağız.(1192)

"..... psikiyatri alanında şu anda mevcut DSM ve ICD'de yer alan 'tüm zihinsel bozuklukların yaklaşık %97'sine ilişkin bilinen bir gen veya açık genetik varyant' bulunmamaktadır. Çift kutuplu bozukluk ve şizofreni gibi bozukluklarda genlerin rol oynadığı durumlarda bile, araştırmalar artık o kadar akıllara durgunluk veren bir karmaşıklığı ortaya koyuyor ki, 'şunun buna sebep olması' hakkında kesin hiçbir şey söylenemez." (1192)

"...., 'tek bir genin mutasyonundan kaynaklanan neredeyse hiçbir nörolojik ve psikolojik bozuklukgösterilmemiştir. Daha ziyade, artık birden fazla geni ve bunların ifadesini kontrol eden sinyalleri içeren moleküler bozuklukları içerdikleri bilinmektedir. Başka bir deyişle, 'falanca genin falanca zihinsel özelliğe neden olduğu' yönündeki popüler fikir, aslında 'bizi şekillendiren şeyin genlerimiz ve çevreleri arasındaki etkileşimler olduğu' fikriyle aşıldı." (1192)

"Çevremiz bu molekülleri etkilediğinden ve bu moleküllergenlerimizi açıp kapatabildiğinden, çevre artık genlerimizin işleyişimizi ve gelişimimizi nasıl belirlediğiyle ilgisiz görülemezFareler üzerinde yapılan çalışmalar bu noktayı iyi bir şekilde ortaya koymuştur." (1192)

"...daha az sevgiyle yetiştirilen farelerde, 'bu nöral reseptörlerle ilişkili bir gen için anahtar görevi gören bir DNA parçası' bastırılmıştı. Sonuç olarak yetişkinlerin, stresle ilgili kişilik farklılıklarının 'biyolojik annelerinden miras alınan genler' tarafından belirlenmediği, yavru olarak 'yetiştirilme biçimlerinin' bir sonucu olduğu ortaya çıktı." (1192)

(Ölen 36 kişinin beyinlerini analiz eden bir araştırma da, intihar eden 24 kişinin 12'si çocukluğunda istismara uğramış, diğer 12'si ise istismara uğramamış ve doğal sebeplerden ölen başka 12 kişiden oluşan 3 grup oluşturuluyor..)
 "Bu üç grubun beyinleri karşılaştırıldığında, çocuklukta istismara maruz kalan gruptakilerin beyinleristres hormonlarıyla bağlantılı daha az reseptörle aynı modeli paylaşıyordu. Beyinleriepigenetik değişiklikler yoluyla, çevresel istismara tepki vermiş ve çevresel bakım alan beyinlerden farklı bir yönde büyümelerine yol açmıştı. Bunun gibi çalışmalar, genlerinçevresel faktörler tarafından değiştirilen moleküller tarafından 'açılıp kapatılabildiğini' gösteriyor." (1192)

"....meme kanserine yakalanma olasılığı %75 olan bir kadın, tamamen sağlıklı kalabilirken, meme kanserine yakalanma olasılığı %25 olan bir kadın sonunda hastalığa yakalanabilir. Yine ilgili genin varlığı, hastalığın başlangıcını açıklamak için tek başına yeterli değildir. Çevreyi etkileyen epigenetik faktörler çok önemli bir rol oynamaktadır." (1192)

"Depresyon, çeşitli koşullar altında ve çok sayıda faktöre bağlı olarak kendini gösterebilen karmaşık bir hastalıktır. Biyolojik (genetik ve biyokimyasal), sosyolojik (stres etkenleri) ve psikolojik (gelişim ve yaşam deneyimleri) faktörler, depresyonun bir resmini oluşturmak için etkileşime girer. Son elli yılda yapılan araştırmalar, depresyonun nedenini açıklayabilecek tek bir faktörün bulunmadığını göstermektedir." (1192)

(Kimyasal Dengesizlik teorisinin ortaya çıkışı..)
"1965 yılında Amerikan Psikiyatri Dergisi'nde yayınlanan bir makalede NIMH'den Joseph Schildkraut duygulanım bozukluklarına ilişkin bir kimyasal dengesizlik teorisi ortaya attı. "En iyi ihtimalle, çok karmaşık bir biyolojik durumun indirgemeci bir şekilde aşırı basitleştirilmesi" dedi. Ayrıca, bu yazının yazıldığı sırada teoriyi destekleyecek veya çürütecek hiçbir kanıtın bulunmadığını da belirtti." (1192)

"'Pek çok sinir bilimcidepresyon ve anksiyeteye ilişkin kimyasal dengesizlik teorisinin artık geçerli olduğunu düşünmüyor.'" -Dr David D. Burns, Psikiyatri Profesörü, Stanford Üniversitesi (1192)

"'Kimyasal dengesizlik bir nevi geçen yüzyıl düşüncesidir. Bundan çok daha karmaşıktır.'" -Dr. Joseph Coyle, Harvard Tıp Fakültesi Sinirbilim Profesörü (1192)

"'Kimyasal dengesizlik' gibi sahte bilimsel terimlere rağmen kimse 'akıl hastalığına neyin sebep olduğunu' gerçekten bilmiyor. Majör depresyon için kan testi veya beyin taraması yoktur.'" -Dr Darshak Sanghavi, Harvard Tıp Fakültesi klinik görevlisi (1192)

"'Böyle bir iddiayı destekleyecek hiçbir test olmamasına ve doğru bir kimyasal dengenin nasıl görüneceğine dair gerçek bir anlayış olmamasına rağmen, hastalara kimyasal dengesizlikler teşhisi konuldu.'" -Dr David Kaiser Psikiyatri Zamanlar (1192)

"'Biyoloji ile zihinsel bozukluklar arasındaki ilişkiyi hâlâ bilmiyoruz.'" -Amerikan Psikiyatri Birliği'nin önceki başkanı Carol Bernstein (1192)

"'Bilimsel bir girişim olarak, düşük serotoninin depresyona neden olduğu teorisi çöküşün eşiğinde gibi görünüyor. Bu olması gerektiği gibi; Bilimin doğası eninde sonunda kendi kendini düzeltmektir. Kanıttan önce fikirler verimli olmalı. (/sonuç vermeli)'" -Dr Jonathan Rottenberg, Bugünün Psikolojisi (1192)

"Her ne kadar bilim insanları kimyasal dengesizlik teorisinin geçerliliğini 40 yılı aşkın bir süredir test ediyor olsalar da – ve kelimenin tam anlamıyla binlerce çalışmaya rağmen – halen teorinin doğruluğunu kanıtlayan tek bir doğrudan kanıt yok. Herhangi bir zihinsel sağlık bozukluğuyla ilgili kimyasal dengesizlik teorisi bu nedenle kanıtlanmamıştır, ancak büyük ölçüde etkili ilaç pazarlaması sayesinde kimyasal dengesizliklere dair toplumsal bir inanç günümüzde hala yaygındır."" (1192)

*(DSM ve ICD'de neredeyse tüm psikiyatrik bozukluk teşhislerin "hayali" olarak ortaya çıkışı..)
---------------------------
"DSM (Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı), var olduğuna inanılan tüm zihinsel bozuklukları listeleyen ve tanımlayan kitaptır."" (1192)

"Teşhisi garanti altına almak için teşhis eşiklerini düşürmek, daha fazla kişinin gereksiz yere akıl hastası olarak damgalanmasına yol açabilir." ; "Bilimsel dayanağı olmayan pek çok yeni hastalığın dahil edilmesiyle, hassas gruplara (çocuklar, gaziler, hastalar ve yaşlılar) yönelik daha uygunsuz tıbbi tedaviler söz konusu olacaktır." ; "Acı çekmenin sosyokültürel nedenlerinin vurgusu kaldırıldığında, biyolojik nedenler yanlış bir şekilde ayrıcalıklı kılınmaya devam edilecektir." (1192)

" 'Nörobiyolojinin zihinsel sıkıntının ortaya çıkışını tam olarak açıklamadığına dair giderek artan ampirik kanıtların yanı sıra, psikotrop tedavinin uzun vadeli tehlikelerini ortaya koyan yeni boylamsal çalışmaların ışığında, bu değişikliklerin hastalar/müşteriler, uygulayıcılar ve genel olarak ruh sağlığı meslekleri için önemli riskler oluşturduğuna inanıyoruz.'" (1192)

"DSM-5'teki en tartışmalı değişikliklerden biribelirli koşullar altında yas (/keder)'ın artık bir zihinsel bozukluk belirtisi olarak sınıflandırılabilmesidir. Önceki baskılar yaslı kişilere majör depresif bozukluk tanısı konulmasını hariç tutarken, DSM-5 bu hariç tutmayı kaldırdı. Bu şu anlama gelir, 'sevilen birinin ölümünden iki hafta sonra bile kişide 'derin bir üzüntü, kayıp, uykusuzluk, ağlama, konsantre olamama, yorgunluk ve iştahsızlık' varsa, ona depresif bozukluk tanısı konulabilir.' Eleştirmenler, bunun kaçınılmaz olarak daha fazla binlerce (hatta belki milyonlarca) insana 'gereksiz yere teşhis konmasına ve ilaç tedavisi görmesine' yol açacağını savunuyor. Keder'in bu patolojikleştirilmesi, dünya çapında 100.000'den fazla kederli kişi tarafından, dünya basınında yer alan 100'den fazla eleştirel makalede, The Lancet'te iki etkili yazıda ve Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde bir yazıda şiddetle eleştirildi. Bu yaygın muhalefete rağmen DSM-5 kararı geçerliliğini koruyor." (1192)

"...DSM III 265 bozukluğu listelese de (bunların çoğu hala DSM-5'te büyük ölçüde değişmeden mevcuttur), bunların çoğunun yetersiz ve büyük ölçüde tutarsız araştırmalara dayanılarak oluşturulduğunu da biliyoruz. DSM III Başkanı Robert Spitzer'in belirttiği gibi: "Eklenen bozuklukların çoğu için çok fazla araştırma yapılmadı ve kesinlikle bu bozuklukları nasıl tanımladığımıza dair bir araştırma da yapılmadı." Görev gücünün önemli bir üyesi olan Theodore Millon şunu tekrarladı: "Çok az sistematik araştırma vardı ve var olan araştırmaların çoğu aslında karmaşıktıdağınık, tutarsız ve belirsizdi. Sanırım çoğumuz, kararlarımızı alırken kullandığımız iyi ve sağlam bilim miktarının oldukça mütevazı olduğunun farkındaydık." Onlara yol gösterecek sağlam veriler olmadığından, yeni bozuklukların dahil edilip edilmeyeceği ve eğer öyleyse nasıl tanımlanması gerektiği konusunda kendi aralarında fikir birliğine varmaya güvendiler. Bir diğer çalışma grubu üyesi Donald Klein şunları söylüyor: "Elimizde çok az veri vardı, bu yüzden klinik fikir birliğine güvenmek zorunda kaldık ki bu da kuşkusuz işleri yapmanın çok kötü bir yolu. Ama sahip olduğumuz her şeyden daha iyiydi… Konsensus sağlanamadığı takdirde konu, eninde sonunda oylamayla karara bağlanacaktı." Bu oylamanın veya 'fikir birliği yönteminin' merkeziliği, el kitabının meşruiyetini büyük ölçüde zayıflattı ve 1950'de 106 bozukluktan bugün yaklaşık 370'e (ekteki eklemeler ve alt bölümler de dahil olmak üzere) kadar genişlediği konusunda şüphe uyandırdı. Eleştirmenler, bu büyük genişlemenin, yeni bozuklukların var olması için 'oy vermenin' onları bilimsel olarak keşfetmekten daha kolay olması nedeniyle meydana gelebileceğine işaret ediyor." (1192)

"Eleştirmenler ayrıca, DSM'nin hızlı genişlemesinin, 'akıl hastalığını neyin oluşturduğuna' ilişkin eşiklerin düşürülmesiyle birleştiğinde, 'giderek daha fazla insan deneyimini, psikiyatrik bir salgın yanılsaması yaratarakpsikiyatrik yetki alanına getirdiğini' ileri sürdü. (DSM'ye dayalı tahminlere inanılacak olursa, her 4 kişiden 1'i herhangi bir yılda zihinsel sağlık bozukluğundan muzdariptir). .....bu genişlemeninpsikotrop reçeteleme oranlarının hızla yükselmesine, yaptırım ve ivme kazandırmaya yardımcı olduğuna dikkat çekiyor; Oranlar, onlarca yıldır süren ilaç endüstrisi pazarlaması, 'doktor ve departman finansmanının yanı sıra araştırma ve düzenleyici 'yakalama' ile' daha da arttı." (1192)

"DSM tanılarıiskemik kalp hastalığı, lenfoma veya AIDS tanımlarımızın aksine, herhangi bir objektif laboratuvar ölçümüne değil, klinik semptom kümeleri hakkında fikir birliğine dayanmaktadır. Tıbbın geri kalanında bu, göğüs ağrısının doğasına veya ateşin kalitesine dayalı teşhis sistemleri oluşturmaya eşdeğer olacaktır." -Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü'nün (NIMH) başkanı Thomas Insel." (1192)

"Pek çok İngiliz psikiyatrist, Britanya'da ICD'yi kullandığımız için İngiliz psikiyatrisinin bu eleştirilerden büyük ölçüde muaf olduğunu savundu. ......'ICD kullanıyoruz dolayısıyla muafız' argümanı, ICD'nin üstün bir kılavuz olduğunu varsayıyor gibi görünüyor. Gerçekler öyle olmadığını gösteriyor. Birincisi, kadın orgazm bozukluğukafeinle ilişkili bozukluklarkekemelik, okuma bozukluğutranseksüalizmkarşıt olma karşı gelme (/muhalif olma meydan okuma) bozukluğu, tedaviye uyumsuzluk vb gibi bozuklukların neredeyse DSM kadar çok sayıda bozukluğu içermesidir. Üstelik ICD'nin araştırma tabanı, DSM'den daha sağlam değil. Sonuçta ICD'deDSM'ye hakim olan 'aynı oylama ve fikir birliği sistemi' aracılığıyla inşa edildi. Son olarak, hem ICD hem de DSM ekipleri, psikiyatride tamamen farklı iki teşhis kılavuzunun bulunmasına karşı önlem almak amacıyla her iki kılavuzun tutarlı olması için yakın bir şekilde çalıştı." (1192)

"CEP, ICD (Bölüm 5) ve DSM gibi kılavuzların kullanışlılığı ve geçerliliği konusunda bağımsız bir incelemeyi destekler. Her iki kılavuzun da insanların, kapsamlı bir ölçekte gereksiz tıbbi tedavilere tabi tutulmasına yol açtığına, bunun da daha fazla insanın gereksiz yere akıl hastası olarak etiketlenme damgasına maruz kalmasına ve daha fazla kişinin gereksiz yere potansiyel olarak zararlı psikiyatrik ilaçlar reçete etmesine yol açtığına inanıyoruz. CEP, insan deneyiminin bu kadar yaygın ve haksız bir şekilde tıbbileştirilmesinin ve dolayısıyla ilaçla tedavi edilmesinin, çözdüğünden daha fazla insani ve toplumsal sorun yarattığına inanıyor." (1192)

"Psikiyatrik ilaçlar zihinsel durumların değişmesine neden olur.." (1192)

 "Tıpkı beyin kimyasını etkileyen diğer maddeler (yasa dışı uyuşturucular /uyuşturucu türü ilaçlar) gibi, psikiyatrik ilaçlar da zihinsel durumlarda değişikliklere neden olur. Hastalıkları 'iyileştirmezler' ve çoğu durumda etki mekanizmaları tam olarak anlaşılmamıştırBu ilaçlar, etkileri olduğunda, daha çok kafein veya esrar gibi ruh halimizi geçici olarak değiştiren maddeler gibi çalışır. Başka bir deyişle bu haplar, bizi iyileştirmiyor; yalnızca bizi değiştiriyorlar. Bizi geçici olarak yabancı bir ruh haline, kim olduğumuzun değiştirilmiş bir versiyonuna atabilirler." (1192)

"Psikiyatrik ilaçların altta yatan bir patolojiyi iyileştirdiği görüşü, yeni spesifik ilaçların piyasaya sürülmesinin büyük psikiyatrik bozuklukların prognozunu iyileştirmediğini kabul ettiğimizde büyük ölçüde zayıflıyor; bu, ilaçların gerçekten hastalıklarla mücadele etmesi durumunda bekleyeceğiniz şeyin, tam tersidir." (1192)

"Psikiyatrik ilaçların altta yatan bir patolojiyi iyileştirdiği görüşü, bu ilaçların sağlıklı bireyler üzerindeki etkilerinin gözlemlenmesiyle de büyük ölçüde zayıflıyorHastalık merkezli modele göre ilaçlar, etkilerini yalnızca düzensiz zihin durumları üzerinde göstermelidir. Ancak kapsamlı araştırmalartüm psikiyatrik ilaçların sağlıklı gönüllüler üzerinde psikoaktif etkileri olduğunu gösteriyor. Örneğin benzodiazepinlerkaygıdan şikayet etseler de etmeseler de insanlar üzerinde sakinleştirici etkilere sahiptir ve antidepresanın duygusal açıdan ilaç etkileri, bunları alan 'sağlıklıkişilerde de gözlemlenebilir." (1192)

"'Deliliğe ve zihinsel sıkıntılara yönelik mediko-biyolojik yaklaşımın başarısızlıkları, birçok psikiyatrist için olduğu kadar diğer akıl sağlığı uzmanları ve hizmet kullanıcıları için de açık ve sinir bozucudurPsikiyatristler de dahil olmak üzere tıp doktorlarıilaç endüstrisinin tıp ve psikiyatri uygulamaları üzerindeki uzlaşmacı etkisinin daha fazla farkına varmaya başlıyor ve birçoğu 'ilaca dayalı olmayan müdahaleler' konusunda hevesli. Bazıları, uzun vadeli psikiyatrik ilaç kullanımının hem fiziksel hem de psikolojik olarak verebileceği olası zararlardan endişe duyuyor; bu zararlar, 'bağımlılık ve kronikleşmeyi' tetikleyerek 'belirli psikolojik semptomları' şiddetlendiriyor.'" -Psikiyatrist ve araştırmacı Dr. Joanna Moncrieff  (1192)

".....İlaç merkezli bir modelin uzun vadeli olumsuz etkilerin tartışılmasına da yol açma olasılığı daha yüksektir. Bu yaklaşım, ilacın  fizyolojik bir sorunu iyileştirmek yerine, psikoaktif etkisi yoluyla semptomları hafiflettiğini ve zamanla psikoaktif etkinin beyin kimyasında istenmeyen değişikliklere neden olabileceğini (bkz. Cepuk. org'da uzun süreli olumsuz etkiler) ve bu da bir dizi olumsuz etkiye yol açabileceğini kabul etmektedir." (1192)

"....hastalık merkezli modelin etkisi birçok ilacın tüm etkilerini gizli tutuyor ve bu nedenle ne doktorlar ne de hastalar bunları kullanmanın riskleri ve yararları konusunda tam olarak bilinçli kararlar alamıyor." (1192)

"Psikiyatrik ilaçların hastalığı hedef alan özellikleri hakkında varsayımlar yapılmış olsa da, gerçek şu ki bu ilaçların çoğunun etki mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır." (1192)

"Herhangi bir psikiyatrik ilaç sınıfının, farmakolojik etkisini bir hastalık sürecinin hedeflenmesiyle ilişkilendiren hiçbir kanıt yoktur. CEP, psikiyatrik ilaç etkisine ilişkin hastalık merkezli modelin yanıltıcı, zararlı ve gerçeklerle desteklenmediğine inanmaktadır. İlaç merkezli bir model, ruh sağlığı hizmetlerinde ilaçların dikkatli ve güvenli kullanımının dikkate alınması için önemli bir başlangıç noktasıdır."(1192)

"Araştırmalar, antidepresanların hafif ila orta dereceli depresyon tedavisinde, plasebo haplarına kıyasla klinik olarak anlamlı bir faydası olmadığını, ancak şiddetli depresyon için en azından kısa vadede bir miktar fayda sağladığını buldu. Son araştırmalar ayrıca antidepresanların, en azından yaşlılar arasında artan ölüm riskiyle ilişkili olabileceğini öne sürüyor." (1192)

"Antidepresanlar, çoğu hasta için plasebodan daha iyi bir işe yaramamasına ek olarak, onları alan kişinin 'kronik hasta olma olasılığını artırmak' gibi potansiyel olarak zararlı etkileri nedeniyle de artık ciddi bir incelemeye tabi tutuluyor." (1192)

"'Psikotrop ilaçların, en azından bazı vakalardatedavi etmesi gereken hastalığın ilerlemesini gerçekten kötüleştirme ihtimalini tartışmanın ve araştırma başlatmanın zamanı geldi.'" -İtalyan psikiyatrist Giovanna Fava (1192)

"....Louisville Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki araştırmacılar, 'bazı bireylerde antidepresanların sürekli kullanımının depresyonu tetikleyebileceğine' dair kanıtların altını çizdiler." (1192)

".... bir araştırmacı olan El-Mallahh, SSRI'ların aslında 'serotonerjik fonksiyonu tüketerek 'kronik ve tedaviye dirençli depresif duruma' neden olabileceğini' öne sürüyor. Uzun süre boyunca güçlü serotonin geri alım pompası antagonistlerine [SSRI'lar] maruz kalan bireylerde. Bu tür endişeler, antidepresanları plaseboya kıyasla 'ilacın kesilmesinden sonra önemli ölçüde daha yüksek nüksetme riskiyle ilişkilendiren' araştırmalarla daha da artıyor." (1192)

"...McMaster Üniversitesi'nde (Ontario) araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen bir meta-analiz, 'ilacın kesilmesini takip eden üç ayda nüksetme riskinin, plasebo için %21,4 olduğunu ancak SSRI'lar için %43,3'e ve SNRI'lar için %55,2'ye yükseldiğini' göstermektedir. Yazarlar, nüksetmedeki bu artışın, 'beynin, antidepresanların etkilerine karşı 'geri itmesindenkaynaklandığını' öne sürüyor; bırakmanın ardından, kişiyi depresyona daha duyarlı hale getiren bir etki." (1192)

"Endişe verici bir şekilde, yakın zamanda yapılan üç büyük, ileriye dönük epidemiyolojik çalışma, 'depresif belirtiler kontrol altına alındıktan sonra bile, antidepresan kullanımının yaşlılarda artan ölüm riski ile ilişkili olduğunu' bulmuştur. Bir çalışmada antidepresanların neden olduğu yıllık ölüm sayısınınantidepresan kullanan 1000 yaşlı kişiden 10,8'i olduğu tahmin ediliyor. Başka bir çalışma, antidepresanların yılda yaklaşık 1000 yaşlı kadından 5'inin ölümüne neden olduğunu tahmin ediyor. Bu yüksek ölüm oranlarının yaşlılara özgü olması mümkündür; ancak mevcut araştırmalar, antidepresanların beynin bütünlüğü ve periferik süreçler üzerindeki kümülatif etkilerinin yaşam süresini önemli ölçüde kısaltabileceği olasılığını göz ardı edemez." (1192)

"....psikiyatrik ilaçları bırakan hastaları destekleyen Birleşik Krallık'taki çeşitli hayır kurumları, birçok kişinin 'antidepresanları bıraktıktan sonra ciddi, uzun süreli yoksunluk etkileri yaşadığını' bildiriyor. Bazı durumlarda bu semptomların 'yıllarca sürdüğü ve çok zayıflatıcı olabileceği' bildirilmektedir. SSRI'ların kesilmesini takiben uzun süreli /belki de kalıcı cinsel işlev bozukluğuna dair kanıtlar da vardır." (1192)

"...antidepresan etkisinin çoğunun artık bir 'plasebo etkisi' olduğu anlaşılsa da, bunları alan kişilerin (başvurulan çalışmaya bağlı olarak) %40 ila %70'inin yan etkiler yaşadığını da biliyoruz. NHS'nin yan etkileri arasında şunlar yer alıyor: hastalık, baş dönmesi, düşük cinsel dürtü, erektil disfonksiyon, bulanık görme, ishal, ağız kuruluğu, tedirginlik veya titreme hissi, uyku kaybı, aşırı terleme ve bazı durumlarda artan kafa karışıklığı ve intihar düşüncesi." (1192)

"Antidepresanların kilo alma ve mide bulantısı gibi biyolojik yan etkileri iyi belgelenmiş olsa da, psikolojik ve kişilerarası etkileri büyük ölçüde göz ardı / inkar ediliyor. [Yine de] endişe verici derecede yaygın görünüyorlar." (1192)

"Antidepresanların etkileri vardır ancak çoğunlukla yukarıda anlatılanlar gibi plasebo etkileri, yan etkileri ve olumsuz etkileri vardır. Bugüne kadar herhangi bir 'iyileştirici' etkiye sahip olduklarını doğrulayan bir araştırma bulunmuyor ve bu hapların hedef alıp tedavi ettiği açık bir biyolojik 'hastalık' henüz keşfedilmedi. Ayrıca çeşitli çalışmalar, antidepresanların uzun süreli kullanımının aslında depresyonun kronikleşmesini artırabileceğini ve en azından yaşlılar arasında daha yüksek ölüm oranlarına yol açabileceğini öne sürüyor." (1192)

"Psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin uzun vadeli sonuçları hakkında çok az araştırma yapılmıştır. Mevcut çalışmalar, tüm ana psikiyatrik ilaç sınıflarının uzun vadede çok az ek fayda sağladığını ve bazı hastalar için önemli ölçüde daha kötü uzun vadeli sonuçlara yol açabileceğini göstermektedir." (1192)

"Günümüzde biyolojik psikiyatri, ilaçlarının fiziksel bir sorunu çözdüğü ve çoğu durumda psikiyatrik ilaçların hastalar tarafından 'süresiz olarak alınması gerektiğivarsayımıyla çalışmaktadır. Ancak ruhsal bozuklukların biyolojisini hâlâ anlamadığımız için bu iki inancın geçerliliği de oldukça belirsizdir. Aşağıdaki çalışmalar, uzun süreli ilaç tedavisinin değerini ve birçok psikiyatrist tarafından hala savunulan, ruhsal bozuklukların genellikle 'yaşam boyu süren kronik durumlar' olduğu inancını ciddi şekilde şüpheye düşürmektedir." (1192)

*BAZI İLAÇSIZ (TEDAVİ) SONUÇLARIİLAÇ YOKSUNLUK BELİRTİLERİ VE DİĞER BİLGİLER.. 
--------------------------------
"1945 ile 1955 yılları arasında, Thorazine'in (klorpromazin) piyasaya sürülmesinden önce, ABD'de üç ve Birleşik Krallık'ta bir çalışma, şizofreni tanısı alan hastaların ilaçsız sonuçları hakkında fikir veriyor. Yeni tanı konmuş şizofreni hastaları üzerinde yapılan bir NIMH çalışmasında, 1946'dan 1950'ye kadar Warren Devlet Hastanesi'ne başvuran ilk dönem psikotik hastaların %62'si 12 ay içinde taburcu edilmiştirÜç yılın sonunda %73'ü topluluk içinde yaşıyordu. 1948'den 1950'ye kadar Delaware Devlet Hastanesi'ne başvuran 216 şizofreni hastası üzerinde yapılan başka bir araştırma, hastaların %70'inin ilk hastaneye yatıştan altı yıl sonra başarılı bir şekilde toplum içinde yaşadığını bildirdi. Queens, New York'taki Hillside Hastanesi de 1950'de taburcu edilen 87 hastanın yarısından biraz fazlasının sonraki dört yıl içinde hastalığın tekrarlamadığını bildirdi. İngiltere'de şizofreni hastaları üzerinde yapılan araştırmalarda, hastaların %33'ü tamamen iyileşirken, diğer %20'si de sosyal iyileşme yaşadı; bu da onların 'kendilerini destekleyebilecekleri ve bağımsız yaşayabilecekleri' anlamına geliyordu." (1192)

"1955 yılında Thorazine'in piyasaya sürülmesinin ardından Kaliforniya Ruhsal Hijyen Departmanı, ilaçla tedavi edilen ve ilaçsız tedavi edilen ilk atak hastaların taburculuk oranlarını karşılaştıran tek büyük ölçekli çalışmayı gerçekleştirdi. 1961'de, 1956'da Kaliforniya'da hastaneye yatırılan 1.413 ilk atak şizofreni hastasınınilaç almayanların %88'ininnöroleptikle tedavi edilenlerin ise %74'ünün 18 ay içinde taburcu edildiğini bildirdiler. Araştırmacılar şu sonuca vardı: 'İlaçla tedavi edilen hastaların hastanede kalma süreleri daha uzun oluyor... Tedavi edilmeyen hastalar sürekli olarak biraz daha düşük bir tutma oranı gösteriyor.'" (1192)

"....Bockoven ve Solomon şunları yazdı: 'Beklenmedik bir şekilde bu veriler, psikotrop ilaçların vazgeçilmez olmayabileceğini gösteriyor. Tedavi sonrası bakımda bunların uzun süreli kullanımı, taburcu olan birçok hastanın sosyal bağımlılığını uzatabilir.'" (1192)

"... 'İlaçların gereksiz veya kontrendike olabileceği şizofreni hastaları var mı? Bulgularımız, antipsikotik ilaçların, en azından uzun vadeli klinik iyileşmeyle ilgilenen bazı hastalar için, tercih edilen tedavi olmadığını göstermektedir.'" -San Francisco'daki California Üniversitesi'nden Maurice Rappaport (1192)

"...'Neredeyse tüm erken dönem psikoz ataklarının ilaç tedavisine yönelik yaygın uygulamayla ilişkili risk ve fayda dengesinin yeniden incelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.'" (1192)

"Loren Mosher'in 1970'lerin sonundaki Soteria projesi 12 yıl boyunca 82 hastayı tedavi etti. Tedavi, antipsikotiklerin minimum düzeyde kullanıldığı ev benzeri bir ortamda (Soteria) gerçekleştirildi ve buradaki amaç, hastalara 'birey olarakonur ve saygı çerçevesinde davranılmasıydı.' (%42'si hiç antipsikotik kullanmadı; %39'u yalnızca geçici olarak; %19'u sürekli olarak) İki yılın sonunda, Soteria hastalarının geleneksel antipsikotiklerle tedavi edilenlere göre 'daha düşük psikopatoloji puanlarıdaha az (hastaneye) yeniden yatışları ve daha iyi genel uyumları' vardı. 1950'lerin sonu ve 1960'ların başında Vermont Devlet Hastanesi 269 kronik şizofren hastasını topluma taburcu etti. 1980'lerde Courtenay Harding bu hastaların 168'iyle görüştü. Şizofreni hastalarının %34'ünün ilaçları tamamen bıraktığını ve iyileştiğini buldu; şizofreni hastalarının "tüm yaşamları boyunca ilaç tedavisi görmesi gerektiği" ve "süresiz olarak ilaca ihtiyaç duyan küçük bir yüzde olabileceği"nin bir "efsaneolduğunu yazdı." (1192)

"1969 ve 1978'de yapılan iki çalışmada, Dünya Sağlık Örgütü'nün gelişmekte olan ülkelerdeki şizofreni hastaları için sonuçlarıABD ve diğer gelişmiş ülkelerdeki sonuçlardan çok daha iyiydi. Gelişmekte olan ülkelerde hastaların %15,9'u sürekli olarak nöroleptik tedavisini sürdürürkengelişmiş ülkelerde bu oran %61'dir. Bu kültürler arası çalışmada, en iyi sonuçlar düşük ilaç kullanımıyla ilişkilendirildi. 1997'de ilk iki çalışmadaki hastalarla tekrar görüşüldü ve araştırmacılar, hastaların 'hastalıklarının erken dönemlerinde antipsikotik tedavisine devam edilmediği ülkelerde, çoğunluğun iyileştiği ve on beş ila yirmi beş yıl sonra durumunun iyi olduğu' sonucuna vardı." (1192)

".... 'antidepresan alan hastalar iyileşme gösterse de, plaseboyla tedavi edilen hastalara kıyasla önemli ölçüde iyileşme göstermiyorlardı' ve 1960'larda bazı Avrupalı psikiyatristler'ilaçla tedavi edilen hastalarındaki uzun vadeli depresyon seyrinin aslında kötüleştiğini' bildirdi." (1192)

"ECT olsun /olmasın, daha sistematik, uzun süreli antidepresan tedavisi, hayati depresyonun tekrarlayan doğası üzerinde paradoksal bir etki yaratıyor. Yani bu terapötik yaklaşımtekrarlama oranında artış ve döngü süresinde azalma ile ilişkilendirildi… [Bu artış] trisiklik antidepresanlarla tedavinin istenmeyen uzun vadeli bir yan etkisi olarak mı değerlendirilmelidir?'" (1192)

"1994 yılında Dr. Giovanna Fava, 'antidepresanların, depresyonu kronik bir bozukluğa dönüştürdüğü ve uzun vadede nöroleptikler ve benzodiazepinler kadar sorunlu olduğu' olasılığı konusunda psikiyatriyi uyardı. Şöyle yazdı: 'Psikotrop ilaçların, en azından bazı durumlarda, tedavi etmeleri gereken hastalığın ilerlemesini gerçekten kötüleştirme ihtimalini tartışmanın ve araştırma başlatmanın zamanının gelip gelmediğini merak ediyorum.'" (1192)

"Harvard Tıp Fakültesi'nden Ross Baldessarini, 1997 yılında yapılan bir meta-analizdeantidepresan tedavisini bırakan hastaların %50'sinin 14 ay içinde nüksettiğini bildirmiştir. 'İlaca ne kadar uzun süre maruz kalınırsa, nüksetme oranının da o kadar yüksek olduğu' sonucuna varmıştır." (1192)

"2008 yılında Ottowa Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, antidepresanla tedavi edilen hastalarla hiç ilaç kullanmamış hastalarda uzun vadeli sonuçları karşılaştıran iyi kalitede randomize çalışmaların bulunmadığını ve bu nedenle randomize çalışmaların "daha uzun tedavi için rehberlik sağlamadığını" keşfettiler.'" (1192)

"Iowa Üniversitesi'nde NIMH tarafından finanse edilen altı yıllık bir çalışma, araştırmacıların, ilaç tedavisi gören depresif kişilerin, tedavi görmeyenlere göre 'üç kat daha fazla temel sosyal rollerinin sona ermesine ve iş göremez hale gelme' olasılıklarının yedi kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardı." (1192)

"2006 yılında Brown Üniversitesi'nden psikiyatrist Michael Posternak, tedavi edilmeyen majör depresyonun bugün nasıl görünebileceğini araştırdı. Bulguları, 'eski epidemiyolojik çalışmaların o kadar da hatalı olmadığını gösterdi ve ilaçların altı haftalık denemelerinin, neden yanıltıcı olduğunu' değerlendirdi. İlaç kullanmayan hastaların %22'sinin bir ay sonra iyileştiğini bildirdi; Altı ay içinde %67; ve bir yıl içinde %85'i. Şöyle yazdı: 'Bedensel tedavi görmeyen depresyonlu bireylerin %85'i bir yıl içinde kendiliğinden iyileşirse, herhangi bir müdahalenin buna üstün bir sonuç göstermesi son derece zor olacaktır'." (1192)

"Bu çalışmalar, psikiyatrik ilaçların uzun süreli kullanımının birey ve toplum için iyi olduğu inancını ciddi şekilde şüpheye düşürmektedirAkıl hastalığının kronik doğası henüz belirlenemediğindenpsikiyatrik ilaçların ömür boyu kullanılmasının bilimsel bir gerekçesi yoktur. Aslında artık bu tür uzun süreli kullanımın son derece dezavantajlı olabileceğine dair ikna edici kanıtlar var. Bu da daha rahatsız edici bir olasılığa yol açıyor: Zihinsel bozukluklarda herhangi bir 'kroniklik (chronicity)' varsa, o zaman bu aslında ilaçların, kendisinin bir eseri olabilir." (1192)

 "Psikiyatrik ilaçların beyin ve merkezi sinir sistemi üzerinde uzun süreli etkileri olabilir, özellikle de uzun süreli kullanıldığında fiziksel, duygusal ve bilişsel zorluklara yol açabilir." (1185) (1192)

"Tüm psikiyatrik ilaçlar, beynin işleyişini etkiler. Örneğin SSRI antidepresanlarınörotransmiter serotoninin sinapslardan uzaklaştırılmasını bloke ederantipsikotik ilaçlar dopamin nörotransmisyonunu baskılar ve bloke eder; ve benzodiazepinler GABA nörotransmisyonunu (neurotransmission) güçlendirir, bu da genel beyin fonksiyonunu baskılarTüm psikiyatrik ilaçların kendine özgü biyokimyasal etkileri olduğundan, zamanla diğer nörotransmiter sistemleri de bu etkilere tepki verir ve beyinde ve zihinsel işlevlerde daha geniş çaplı değişiklikler meydana gelmeye başlar. 2001'deki 'Psikiyatrik ilaca bağlı Kronik Beyin Bozukluğu (CBI)' başlıklı makalesinde: 'Psikiyatrik İlaçlarla Uzun Süreli Tedavinin Çıkarımları' Peter R. Breggin böyle bir etkiyi 'kronik beyin bozukluğu' (CBI) olarak tanımlıyor. Bunu 'zihinsel işlevlerde genel bir uzlaşma olarak kendini gösteren genelleştirilmiş beyin işlev bozukluğuyla ilişkili' olarak tanımlıyor. Bu sendromun belirtileri şunlardır: bilişsel eksiklikler (genellikle ilk olarak kısa süreli hafıza bozukluğu ve yeni öğrenmede bozulma olarak fark edilir); dikkat ve konsantrasyonda zorluk, ilgisizlik, kayıtsızlık (ya da yaşam aktivitelerinden genel olarak zevk ve ilgi kaybı); duygusal düzensizlik (duygusal değişkenlik dahil); empati kaybı, artan sinirlilik ve son olarak zihinsel işlev ve davranıştaki bu değişiklikler hakkında kişisel farkındalık eksikliği." (1192)

"'Yıllarca psikiyatrik ilaçlara maruz kaldıktan sonra hastaların yüzde kaçının CBI geliştireceğini tahmin etmek zordur. Klinik deneyimime göre, uzun yıllar bu kimyasal ajanları kullanan hastaların neredeyse tamamında CBI'nın bazı semptomları gelişecektir. Deneyimlerime göre eğer hasta yıllarca birden fazla psikiyatrik ilaç kullanmışsaCBI her zaman işaretlenir.'" -Psikiyatrist Profesör Peter R. Breggin (1192)

"Breggin, ''ilaç büyüsünün' (veya sarhoşluk anosognozisinin), etkilenen kişilerinilacın neden olduğu zihinsel bozukluğun derecesini küçümsemesine' yol açtığını savunuyor. Bu aynı zamanda 'ilacın, zihinsel durumlarını veya davranışlarını nasıl değiştirdiğini anlamamalarına' da neden oluyor. Hastalar 'ilacın hiçbir etkisi olmadığını ya da faydalı bir etkisi olduğunu' düşünebilirler. İlacın neden olduğu coşku veya mani gibi aşırı durumlarda, bireyler 'her zamankinden daha iyi çalıştıklarına' inanırken, ilaç aslında onları ' zihinsel olarak zayıflatıyor.' Psikiyatri bu sorunları nasıl ele alıyor." (1192)

(Psikiyatri bu sorunları nasıl ele alıyor. ) "Psikolog David Jacobs, 1995 gibi erken bir tarihte 'birçok psikiyatrın ilaçların olumsuz etkilerine karşı kayıtsız göründüğünü' belirtmişti. Tıbbi ve bilimsel makalelerde advers ilaç reaksiyonlarının genellikle 'ne diğer insanları ne de bireyin genel yaşamını etkilemeyen münferit olaylar olarak rapor edildiğini' yazdı. Bugün bu görüş, olumsuz ilaç etkilerinin özellikle uzun süreli kullanımda hem yaygın hem de yıkıcı olduğunu gösteren artan kanıtlarla çelişmektedir. Örneğin, 'standart nöroleptiklerin uzun vadede kişinin kronik hastalığa yakalanma olasılığını artırdığını' gösteren kanıtlar vardır. Bu tür ilaçların, nöroleptik malign sendrom, parkinson semptomları ve tardif diskinezi gibi çok çeşitli yan etkilere de neden olduğu göz önüne alındığında bu sonuç özellikle sorunludur. Standart nöroleptik kullanan hastalarda 'körlük, ölümcül kan pıhtıları, sıcak çarpması, göğüslerde şişme, göğüslerde sızıntı, iktidarsızlık, obezite, cinsel işlev bozukluğu, kan bozuklukları, ağrılı deri döküntüleri, nöbetler, diyabet ve erken ölümgelişme riski artar."(1192)

"'Uzun süre antipsikotik ilaç kullanmayan şizofreni hastalarının genel işleyişi, antipsikotik kullananlara göre önemli ölçüde daha iyi.'" -Psikiyatrist Martin Harrow, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 2008 toplantısı (1192)

"1975 ve 1983 yılları arasında genç şizofrenleri değerlendirdi ve sonrasında periyodik olarak sonuçları şunu gösterdi; 'Antipsikotik kullananların iyileşme oranı çok daha düşüktü ve genel olarak kötü sonuçlara sahip olma olasılıkları çok daha yüksekti.'" (1192)

"'Benzodiazepinler, zihinsel ve davranışsal anormalliklere neden olma kapasiteleri nedeniyle literatürde ve klinik uygulamada onlarca yıldır tanınmaktadırBenzodiazepinler, 'geri tepme kaygısı ve uykusuzluk, mani ve diğer psikoz türleri, paranoya, şiddet, antisosyal eylemler, depresyon ve intihar' dahil olmak üzere çok çeşitli anormal zihinsel tepkilere ve tehlikeli davranışsal anormalliklere neden olabilir. Bu ilaçlar bilişi, özellikle hafızayı bozabilir ve kafa karışıklığına neden olabilir.'" -Psikiyatrist Profesör Peter R. Breggin, 1998 (1192)

".... 'Hem psikomotor hem de bilişsel işlevler bozulabilir ve amnezial benzodiazepinlerin yaygın bir etkisidir.' Araştırmacılar, 'uzun vadede benzodiazepinlerin tedavi etmesi gereken semptomları, kötüleştirip kötüleştirmediğini' sormaya başladı." (1192)

"1990'larda Pensilvanya Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Karl Rickels, uzun süreli kullananların benzodiazepinleri bıraktıklarında 'daha uyanık, daha rahat ve daha az kaygılı hale geldiklerini ve bu değişime psikomotor işlevlerde iyileşmenin eşlik ettiğini' bildirdi.' 2007'de Fransız araştırmacılar, 4.425 uzun süreli benzodiazepin kullanıcısını araştırdı ve yüzde 75'inin "belirgin derecede hasta ile aşırı hastabelirgin semptomoloji, majör depresif dönemler ve sıklıkla şiddet ve sakatlıkla birlikte yaygın anksiyete bozukluğu" olduğunu buldu. Raporlar, uzun süreli benzodiazepin kullanımının 'duygusal sıkıntıya, bilişsel bozulmanın yanı sıra kişisel içgörünün bozulmasına' neden olduğunu gösterdi." (1192)

"Avustralyalı bilim adamları tarafından 2004 yılında ilgili literatürün gözden geçirilmesi şu sonuca varmıştır: 'uzun süreli benzodiazepin kullanıcıları, tüm bilişsel kategorilerde kontrollere göre tutarlı olarak daha fazla zarar görmüştür ve (benzodiazepin) alımı, dozu ve kullanım süresi ne kadar yüksek olursabozulma riski de o kadar büyük olur.. Ayrıca Birleşik Krallık'taki yoksunluk destek kuruluşlarıbenzodiazpeinleri bıraktıktan sonra aylar ve bazen yıllar boyunca şiddetli fizyolojik ve psikolojik semptomlar bildiren çok sayıda birey örneğini rapor etmektedir. Birleşik Krallık'tan bir uzman olan Profesör Heather Ashton, Ashton El Kitabı'nda ' birçok insanın iyileşmesinin 6-18 ay, hatta bazen çok daha uzun sürdüğünü' doğruluyor." (1192)

"Pek çok kaynaktan elde edilen kanıtlarseçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI) aynı zamanda 'manik psikoz, ajite depresyon ve takıntılı meşguliyetlerden şiddet içeren, "anormal" davranışlara ve artan intihar düşüncesine kadar' değişen advers ilaç reaksiyonlarına da neden olabileceğini doğrulamaktadır." (1192)

"1993 yılında Teicher ve arkadaşları 'antidepresanların (SSRI'lar dahil) intihar eğilimlerini tetiklediği veya şiddetlendirdiği dokuz olası mekanizmayı' öne sürdüler. O zamandan bu yana, 'artan intihar eğilimi ile antidepresanlar arasında net bir bağlantı kuran' ek çalışmalar, ABD'de kara kutu uyarılarına yol açtı. Ayrıca araştırmacılar, uzun süreli kullanımın 'problem çözme faaliyetlerindhafıza bozukluğu, yaratıcılık kaybı ve öğrenme eksiklikleri ile ilişkili olduğunu' bildirmişlerdir." (1192)

"Birleşik Krallık'taki bazı yoksunluk destek kuruluşları, 'araştırmalarının yüzde ellisinden fazlasının artık antidepresanlardan çekilmeye çalışan bireylerin yaşadığı zorluklarla ilgili olduğunu' bildiriyor. Şiddetli yoksunluk belirtileri genellikle aylarca, bazı durumlarda ise birkaç yıl sürer ve bu süreçte çoğu zaman hayatlar mahvolur." (1192)

"CEP, psikotrop ilaçların uzun vadeli etkilerini araştırmaya yönelik bağımsız girişimleri desteklemektedir. Şu anda kanıtlar, kesin olmasa da, uzun süreli kullanımın sonuçta çoğu insan için dezavantajlı, bazıları için ise çok zararlı olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koyuyor." (1192)

"Psikiyatrik ilaçların zihinsel rahatsızlık, intihar, şiddet ve yoksunluk sendromlarını içeren etkileri olabilir. Bunlar, ek ilaçların reçete edilebileceği yeni psikiyatrik tablolar olarak yanlış teşhis edilebilir ve bazen aynı kişide birden fazla farklı psikiyatrik ilacın uzun süreli kullanımına yol açabilir." (1185) (1192)

"Tüm psikiyatrik ilaç sınıfları, hem ilacın söylendiği gibi alınmasının hem de ilacın bırakılmasının bir sonucu olarak olumsuz etkilere neden olabilir. Bazen bu olumsuz etkiler çok şiddetli ve uzun süreli olabilir. Çoğunlukla bu olumsuz etkiler, ilacın başlangıçta reçete edildiği 'bozukluğu taklit edebilir veya daha sonra yanlışlıkla yeni bir bozukluk olarak teşhis edilen yeni psikiyatrik semptomlara' neden olabilir. Bu, 'orijinal dozajın uygunsuz şekilde artırıldığı veya yeni ilaçların eklendiği' durumlara yol açabilir. Bu genellikle polifarmasi olarak bilinen, birden fazla ilacın potansiyel olarak zararlı kullanımına yol açar." (1192)

"Antidepresanların, bazıları hafif ve kısa süreli olmak üzere çok sayıda olumsuz etkiye neden olduğu bilinmektedir. Ancak SSRI tipi 'antidepresanlar ile şiddet ve intihar da dahil olmak üzere anormal davranışlar arasındaki bağlantı' artık kesin olarak kurulmuştur." (1192)

"Birçok kaynaktan elde edilen kanıtlarseçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI'lar) genellikle çok çeşitli anormal zihinsel ve davranışsal koşullara neden olduğunu veya bunları şiddetlendirdiğini doğrulamaktadır. Bu advers ilaç reaksiyonları aşağıdaki örtüşen klinik fenomenleri içerir: 'hafif ajitasyondan manik psikoza, ajite depresyona, yabancı veya kişiye özgü olmayan takıntılı meşguliyetlere ve akatiziye' kadar değişen bir uyarıcı profili. Bu tepkilerin her biri bireyin 'zihinsel durumunu kötüleştirebilir ve intihara, şiddete ve diğer aşırı anormal davranış biçimlerine' yol açabilir." -Psikiyatrist Profesör Peter R. Breggin, 2003 literatür incelemesi (1192)

"Antipsikotiklerin 'anksiyete, ajitasyon, huzursuzluk ve uykusuzluk' semptomlarını içeren köklü bir yoksunluk profili vardır. Ayrıca, bu ilaçların, özellikle de 'klozapinin kesilmesinden kısa bir süre sonra, psikotik bir dönemin ortaya çıkabileceğini' gösteren kanıtlar vardır." (1192)

"Benzodiazepin yoksunluğunun bir dizi semptomdan oluştuğu bilinmektedir; bunlardan bazıları önceden var olan bir kaygı durumunun yeniden ortaya çıkmasıyla karıştırılabilirken diğerleri açıkça ilgisizdirİlişkisiz semptomlar arasında duyusal uyaranlara karşı 'aşırı duyarlılık, algısal çarpıtmalar, parestezi ve kas seğirmesi' yer alır. Bununla birlikte birçok hasta, aynı zamanda kolaylıkla yanlış tanı konabilecek 'anksiyete, depresyon, bulantı, halsizlik ve duyarsızlaşmanın bir karışımı olan aşırı disforiden' de şikayetçidir. Tüm antidepresan sınıflarının bırakılması, 'grip benzeri hisler, akatizi, ajitasyon, saldırganlık ve ciddi bilişsel bozulma' gibi çeşitli semptomlara yol açabilir. SSRI ve SNRI'nin kesilmesi aynı zamanda 'duyu bozukluklarına, gastrointestinal semptomlara, baş ağrılarına ve dengesizliğe' de yol açabilir." (1192)

"Bu semptomların varlığı konusunda genel bir fikir birliği olsa da, mevcut literatürün çoğu, psikiyatrik ilaç yoksunluğunu'kendi kendini sınırlayan ve tipik olarak birkaç hafta içinde düzelen bir durum ' olduğunu tanımlamaktadır. Bununla birlikte, yoksunluk yardım kuruluşlarıbenzodiazepinler ve antidepresanları bıraktıktan sonra iyileşmenin bir veya daha fazla yıl sürdüğü çok sayıda danışan örneğini rapor etmektedir. Bristol Sakinleştirici Projesi'nden Ian Singleton'a göre: 'Çoğu insan bu ilaçları en az bir yıl bıraktıktan sonra semptomlara sahip olacak... çoğunluk ikinci yılda iyileşecek. Ancak birkaç yıl sürecek olanlar da var.' Daha uzun bir yoksunluk döneminin, özellikle tıbbi literatürdeki raporlarla çelişiyor gibi görünüyorsa, yanlış teşhise yol açma olasılığı daha yüksektir." (1192)

"Yoksunluk yardım kuruluşlarına göre, SSRI ve SNRI antidepresanlarının yoksunluk sendromu genellikle benzodiazepinlerden daha uzun sürüyor. Bristol Sakinleştirici Projesi'nden Ian Singleton şöyle açıklıyor: 'Antidepresanlar da en az benzodiazepinler kadar sorun yaratıyor gibi görünüyor... Semptomların çoğu benzodiazepin kesilmesiyle aynı… Birçok vakada antidepresan yoksunluğunun semptomlarınınbenzodiazepin yoksunluğundan daha uzun sürdüğünü bulduk.'" (1192)

"'İnsanlar bazen bir SSRI antidepresanını bırakmaya çalıştığında ortaya çıkan sorunlar, tıp mesleğinin kabul ettiğinden çok daha ciddi ve uzun sürelidir ve bu sorunların panzehiri yoktur...' 'Benim klinik gözlemim, semptomların çok yavaş azaldığı hastalarda bile uzun süren semptomların ortaya çıktığı yönünde, sadece çabuk duranlar değil ve hasta ne kadar beklerse beklesin bu semptomların ortadan kalkacağının garantisi yoktur.'" -Kaliforniyalı psikiyatrist Dr. Stuart Shipko (1192)

"Yoksunluk semptomlarının süresine ilişkin fikir birliğinin bulunmamasının birçok doktor ve hasta için kafa karışıklığına yol açtığı, 'yanlış teşhis ve gereksiz ilaç eklenmesi' olasılığını artırdığı açıktır. Ayrıca semptomların aşırı doğası, alternatif tıbbi açıklamalara yol açarak gereksiz test ve tedavilere yol açabilir. Örneğin Dr. Peter Haddad, 'antidepresanları bırakan ve yanlışlıkla felç teşhisi konulan iki hastayı anlatıyor; semptomlar o kadar şiddetliydi ki ikisi de yardımsız yürüyemiyordu.' Başka bir makalede Haddad, antidepresan bırakma semptomlarının yanlış tanıya ve gereksiz tedaviye yol açabileceği beş yolu anlatıyor. Bu, 'altta yatan psikiyatrik hastalığın tekrarlaması' şeklinde yanlış tanıyı da içerir: 'Depresif bir hastalığın iyileşmesini ve antidepresan tedavisinin kesilmesini takip eden kesilme belirtileri, yanlış bir şekilde 'depresyonun tekrarlaması, yani başka bir depresif dönem olarak' teşhis edilebilir. Bu, antidepresanın gereksiz yere yeniden kullanılmasına ve önemli sosyal sonuçları olan daha olumsuz bir prognoza yol açabilir.'" (1192)

"Dr. Joanna Moncrieff, 'psikiyatrik ilaçların tedavi etmeyi amaçladıkları bozuklukların, zamanla kalıcı hale gelebileceğine' inanıyor. 'Uzun süreli psikiyatrik ilaç tedavisinin kesilmesi veya azaltılması sonrasında ortaya çıkan sorunlarınilacın yoksunluk sürecinden kaynaklanabileceğini' savunuyor. Psikiyatrik durumların tekrarlayan doğası bazen iatrojenik olabilir.'" (1192)

"Farklı psikiyatrik ilaçların güvenli etkileşimini ele alan nispeten az sayıda çalışmaya rağmen, psikiyatride çoklu ilaç tedavisi yaygındır. ABD'de 1995 yılında yayınlanan bir makaleye göre, bir psikiyatrist tarafından muayene edilen hastaların birden fazla psikotrop ilaç alma olasılığı, birinci basamak doktorlarının muayene ettiği hastalarla karşılaştırıldığında altı kat daha fazlaydı." (1192)

"Birleşik Krallık'ta yoksunluk yardım kuruluşları, çoğu zaman yoksunluk veya diğer olumsuz etkileri ortadan kaldırmak için birden fazla psikiyatrik ilaç kullanan hastalarla sıklıkla karşılaşmaktadır. Bristol Sakinleştirici Projesi'nden Ian Singleton'un söylediği gibi: ''Yoksunluk yaşayan kişilerde, doktorların semptomlarını başka şeylere atfetmesi çok yaygındır, bu da antidepresanlar ve önemli sakinleştiriciler (antipsikotikler) gibi diğer ilaçların ortaya çıkmasına neden olur ve bunların ortadan kaldırılması son derece zor olabilir. Bu, bir /iki yıl süren çekilme yerine, bu insanların tamamen iyileşmesi için 5 ila 10 yıl süreyi bekleyebileceğiniz anlamına gelir. Bu onların hayatının tamamen israfıdır.'" (1192)

"Psikiyatrik ilaçların olumsuz ve yoksunluk etkileriniyanlış teşhis ve uygunsuz ilaç eklenmesiyle ilişkilendiren açık kanıtlar vardır. Doktorların bu etkiler konusunda çok daha fazla bilinçlendirilmesi gerekiyor ve bunların yaygınlığını ve psikiyatrik ilaç hasarının gerçek risklerini anlamak için daha fazla araştırma yapılması gerekiyor." (1192)

"Psikiyatrik ilaçları bırakmak, sakatlık yaratabilir ve genellikle aylarca, bazen yıllarca süren bir dizi ciddi fiziksel ve psikolojik etkiye neden olabilir; bazı durumlarda geri çekilme yardım kuruluşlarının raporuna göre bu durum intihara yol açabilir." (1185) (1192)

"Psikiyatrik ilaçları bırakmak birçok uzun vadeli sakatlayıcı etkiye neden olabilir; Şiddetli fiziksel ve psikolojik semptomlar kişinin yaşamının birçok yönünü olumsuz yönde etkileyebilir; ilişkileri, kariyeri ve finansal istikrarı tehdit edebilir. Bazı çalışmaların birkaç haftadan birkaç aya kadar iyileşme süresi önermesine rağmen, yoksunluk çok uzun süreli olabilir. Geri çekilme yardım kuruluşları, iyileşmesi bir /daha fazla yıl süren çok sayıda hasta örneğini rapor ediyor. Bristol Sakinleştirici Projesi'nden Ian Singleton'a göre: 'Çoğu insan bu ilaçları en az bir yıl bıraktıktan sonra semptomlara sahip olacak...' çoğunluğu ikinci yılında iyileşecektir. Ancak birkaç yıl sürecek olanlar da var.'" (1192)

"Tipik antidepresan yoksunluk semptomları arasında grip benzeri semptomlar, uykusuzluk, mide bulantısı, dengesizlik, duyu bozuklukları ve aşırı uyarılma yer alır. Baş dönmesi, elektrik çarpmasına benzer hisler, zaplar, ishal, baş ağrıları, kas spazmları ve titremeler, ajitasyon, halüsinasyonlar, konfüzyon, halsizlik, terleme ve sinirlilik de rapor edilmiştir. Antidepresanların kesilmesinin mani ve hipomaniyi tetikleyebileceğine dair kanıtlar da vardır." (1192)

"Kaliforniyalı bir psikiyatrist olan Dr. Stuart Shipko, SSRI'ların geri çekilmesiyle ilgili yayınlar yapmıştır, artık, on yıldan fazla süredir SSRI kullanan hastalara, "gecikmeli akatizi" olarak adlandırdığı ajitasyon ve iç huzursuzluk durumu da dahil olmak üzere, sakatlayıcı semptomları riske atmaya istekli olmadıkları sürece bırakmayı denemelerini önermiyor. Kendisi, 'klinik gözleminin, semptomların çok yavaş azaldığı hastalarda bile uzun süreli semptomların ortaya çıktığını; sadece çabuk duranlar değil, hasta ne kadar beklerse beklesin bu semptomların ortadan kalkacağının garantisi yok' diyor." (1192)

"OECD tarafından yakın zamanda yayınlanan bir rapor, 'gelişmiş dünyada antidepresan reçetelerinde dramatik bir artış olduğunu' doğruluyor ve tahminlere göre 'her on yetişkinden biri bu ilaçları düzenli olarak alıyor.' Bu artışın bir kısmı, 'birçoğu dayanılmaz semptomlar nedeniyle ilacı bırakamayan veya bu semptomların altta yatan bir durumun veya hatta yeni bir hastalığın geri dönüşünü temsil ettiği' inancına sahip olan uzun süreli kullanıcıların sayısının artmasından kaynaklanmaktadır.." (1192)

"Dünya çapında yüz milyonlarca hastanın antidepresan kullanmasına rağmen, bu ilaçların uzun süreli güvenli kullanımını destekleyen bir araştırma bulunmuyor ve ciddi zarar potansiyeline dair yeterli kanıt mevcuttur." (1192)

(Benzodiazepinler ve z-ilaçlar) "Bu ilaçları bırakmak bir dizi sakatlayıcı semptoma neden olabilir; Tolerans oluştuğundan ve yoksunluğu engellemek için daha yüksek dozlara ihtiyaç duyulduğundan, bu semptomlar ilacı alırken de yaşanabilir. Profesör Heather Ashton, 1980'lerde büyük bir yoksunluk kliniğini yönettikten sonra benzodiazepin yoksunluğu konusunda önde gelen otorite haline geldi. Fiziksel ve psikolojik kategorilere ayrılmış bir dizi yoksunluk belirtisini anlatıyor. 
-Psikolojik semptomlar arasında uykusuzluk, kabuslar, artan kaygı, panik ataklar, agorafobi, algısal çarpıtmalar, duyarsızlaşma, derealizasyon, halüsinasyonlar, depresyon, takıntılar, paranoid düşünceler, öfke, saldırganlık, sinirlilik, zayıf hafıza ve konsantrasyon, rahatsız edici anılar yer alır.
-Fiziksel semptomlar arasında baş ağrısı, ağrı/sertlik, karıncalanma, uyuşukluk, duyularda değişiklik, yorgunluk, grip benzeri semptomlar, kas seğirmeleri, titremeler, tikler, 'elektrik çarpması', titreme, baş dönmesi, sersemlik, zayıf denge, bulanık/çift görme, ağrı veya göz kuruluğu, kulak çınlaması, aşırı duyarlılık, mide-bağırsak semptomları, kabızlık, ağrı, şişkinlik, yutma güçlüğü, iştah/kilo değişimi, ağız kuruluğu, metalik tat, olağandışı koku, terleme, çarpıntı, aşırı nefes alma, idrar yapma güçlükleri/adet güçlükleri, deri döküntüleri ve kaşıntı yer alır." (1192)

"...benzodiazepinlerin davranışsal olumsuz etkilerini inceleyen Dr. Peter Bregginbenzodiazepinlerin'ribaund anksiyetesi ve uykusuzluk, mani ve diğer psikoz türleri, paranoya, şiddet, antisosyal eylemler, depresyon ve intihar' dahil olmak üzere çok çeşitli anormal tepkilere ve tehlikeli davranışsal anormalliklere neden olabileceğini belirtiyor. İlaçların bilişi, özellikle de hafızayı nasıl bozabileceğini ve kafa karışıklığına neden olabileceğini anlatıyor." (1192)

"Benzodiazepin ve z-ilacı bırakan uzun süreli kullanıcılarda yoksunluk semptomlarının, son dozdan sonra 6 ila 18 ay, hatta bazen daha uzun süre devam edebileceği artık kabul edilmektedir. Geri çekilme yardım kuruluşlarıiyileşmesi en az üç /dört yıl süren çok sayıda hasta vakası bildiriyor ve bazılarında, bu sürenin ötesinde yıllarca devam edebilen kulak çınlaması gibi kalıntı semptomlarla karşılaşılıyor." (1192)

"Profesör Ashton, yoksunluktan uzun süre sonra semptomlar yaşamaya devam eden çeşitli hastaları tanımlıyor ve bunu "uzun süreli yoksunluk sendromu" olarak tanımlıyor. Bazı vakalarda en az dört yıl süren kulak çınlaması, anksiyete, motor semptomlar, gastrointestinal semptomlar ve parestezi gibi semptomlardan şikayetçi olan hastalarla ilgili kendi deneyimlerini belirtiyor. Şu sonuca varıyor: 'Bazı uzun süreli benzodiazepin yoksunluk semptomlarının (kulak çınlaması ve diğer nörolojik ve psikolojik semptomlar dahil) fizikokimyasal nöronal hasardan kaynaklanması mümkün olmaya devam ediyor.'" (1192)

"Benzodiazepin /z-ilaç ile antidepresan yoksunluk belirtileri arasında pek çok benzerliğin olduğu unutulmamalıdırSSRI ve benzodiazepin yoksunluk reaksiyonları arasındaki farkı inceleyen bir çalışmada Nielsen ve arkadaşları (2012), 'bırakma semptomlarının benzodiazepinler ve SSRI'lar için benzer terimlerle tanımlandığı ve tanımlanan 42 semptomdan 37'si için çok benzer olduğu' sonucuna vardılar… Bu reaksiyonların seçici serotonin geri alım inhibitörleri değil de benzodiazepinler durumunda bağımlılık sendromunun bir parçası olarak ele alınması mantıklı görünmemektedir.'" (1192)

"Geri çekilme yardım kuruluşları, antidepresandan, benzodiazepinden veya her ikisinden de vazgeçen kişiler arasında benzer deneyimler olduğunu bildirmektedir. Recovery Road'dan Baylissa Frederick'e göre: 'Yaşanan semptomlarda gözle görülür bir fark olmadı. Her ikisi de aynı derecede korkunç olabilir… her ikisi de aynı derecede yoğun, uzun ve benzer sonuçlara sahip olabilir.'" (1192)

"Hasta grupları, dayanılmaz yoksunluk semptomlarının bir sonucu olarak intihar eden birçok birey vakasını bildirmektedir. Ek olarak, benzodiazepin kesilmesinin sonuçlarını inceleyen iki çalışma nispeten küçük denek grupları arasındaki intiharları içeriyordu; her iki durumda da yoksunluk belirtileri bir faktör olarak kabul edildi." (1192)

*YOKSUNLUK SEMTOPMLARINDA AİLENİN DURUMU..
-------------------------------------
"Antipsikotiklerin anksiyete, ajitasyon, huzursuzluk ve uykusuzluk semptomlarını içeren köklü bir yoksunluk profili vardır. Ayrıca, bu ilaçların, özellikle de klozapinin kesilmesinden kısa bir süre sonra psikotik bir dönemin ortaya çıkabileceğini gösteren kanıtlar vardır. Diğer çalışmalar bulantı, kusma, anoreksi, ishal, burun akıntısı, terleme, miyalji, parestezi, anksiyete, ajitasyon, huzursuzluk ve uykusuzluk gibi çeşitli antipsikotik yoksunluk belirtilerini göstermektedir. Bazı araştırmalar antipsikotik yoksunluğunun yalnızca birkaç gün sürdüğünü öne sürerken, diğer araştırmalar yoksunluk semptomlarının 6 ila 12 hafta sürdüğüne işaret ediyor ve bazı hastaların uzun süreli, hatta kalıcı ilaca bağlı bir sendrom olan tardif diskinezi yaşadığı biliniyor." (1192)

"Diğer ciddi kronik hastalıklarda olduğu gibi yoksunluk, kişinin hayatı üzerinde fiziksel ve psikolojik belirtilerin ötesinde yıkıcı etkilere sahip olabilir. Dr. Joanna Moncrieff, yoksunluğun daha geniş etkisini şöyle anlatıyor: 'Eğer belirtiler rahatsız ediciyse ve uzun süre devam ederse… Bazı durumlarda insanlar işe geri dönemediklerini, işlerini kaybedebildiklerini ve bu semptomlardan etkilenmeye devam ettikleri için ailelerinden ayrılabileceklerini fark ediyorlar. Kendilerine olan güvenlerini kaybedecekler, geri çekilme sonucu bunalıma girecekler ve gelecek kaygısı yaşayacaklar.'" (1192)

"'On bin hastayı alkol ve ilaç sorunları nedeniyle tedavi ettim ve yaklaşık 1.500 hastayı benzodiazepinler için detoks yaptım; benzodiazepinler için detoks, yaptığımız en zor detokslardan biridir. Bu çok uzun bir zaman alabilir, bağımlı oldukları sürenin yaklaşık yarısı kadar (devam eden aralıksız yoksunluklar o kadar aciz bırakıcı olabilir ki kişinin hayatında tamamen yıkıma neden olabilir), evliliklerin dağılması, işlerin kaybedilmesi, iflas, hastaneye kaldırılma ve tabii ki intihar muhtemelen en ciddi yan etkidir.'" -Psikiyatrist Dr. Ronald Gershman (1192)

"Yoksunluğun engelleyici etkileri aynı zamanda karmaşık fiziksel ve psikolojik semptomların 'nasıl yönetileceği' konusunda hiçbir anlayışa sahip olmayan, sıklıkla bunalmış olan ve yeterli ve uygun desteği sağlamakta zorlanan aile üyelerini de olumsuz yönde etkilemektedir." (1192)

"Psikiyatrik ilaçları bırakmak genellikle hastalar ve aileleri için yıkıcı bir deneyimdir ve doktorlar ve tıbbi kuruluşlar tarafından yeterince tanınmamaktadır. CEP, bu konunun daha fazla tanınmasını ve bunun yaygınlığını belirlemek ve potansiyel tedavileri değerlendirmek için ek araştırmalar yapılması çağrısında bulunuyor. CEP ayrıca hasta ve doktorların bu ilaçları dikkatli ve mümkün olduğu kadar kısa süreli kullanmalarını tavsiye ediyor. Psikiyatrik ilaçların bırakılması hemen hemen her zaman yavaş ve planlı bir azalmayı takip etmelidir; genellikle birkaç ay veya daha uzun bir süre boyunca." (1192)

 "Çocuk ve ergenlerde psikiyatrik ilaçların kullanımıgelişmiş dünyada hızla yaygınlaşmaktadır. Bu ilaçların gelişmekte olan beyinlerde yaratabileceği uzun vadeli potansiyel hasar tam olarak değerlendirilmemiştir. Ayrıca, artık bu yaş grubunda artan ilaç kullanımının uzun vadede daha kötü sonuçlara yol açabileceğine dair kanıtlar bulunmaktadır." (1185) (1192)

"Son rakamlar şu anda küresel bir çocuk ve ergen psikiyatrik bozuklukları salgınının ortasında olduğumuzu gösteriyor. Örneğin, 5 ila 16 yaşları arasındaki 10 çocuk ve gençten 1'inde klinik olarak teşhis edilmiş bir ruh sağlığı bozukluğu olduğu tahmin edilmektedir. Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB /ADHD) tanısının artan oranlarıküresel çocuk nüfusunun yaklaşık %5'inin DEHB'den muzdarip olduğunu öne süren son tahminlerle bu rakamı artırdı. Bunun gibi rakamlar endişe vericidir çünkü DEHB de dahil olmak üzere çocuk ve ergen psikiyatrik bozuklukları için açık bir biyolojik belirteç veya neden keşfedilmemiştir. Bununla birlikte, çocuk ve ergen psikiyatrik bozuklukları halen biyolojik temelli durumlarmış gibi temsil edilmekte ve tedavi edilmektedir. Bu da gençlere psikiyatrik ilaçların dağıtımında büyük artışlara yol açtı. Örneğin, uyarıcı Metilfenidat için NHS reçeteleri 2007'de yaklaşık 420.000'den, yalnızca altı yıl içinde %50'lik bir artışla 2012'de yaklaşık 657.000'e çıktı." (1192)

"Uyarıcı tedavisine yönelik eleştiriler, Eylül 2005'te Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi Kanıta Dayalı Uygulama Merkezi'nin DEHB ilaçları üzerinde yürütülen çalışmaların kapsamlı bir incelemesinin bulgularını yayınlamasıyla derinleşti. İncelemeleri, bu ilaçların 'akademik performansı, riskli davranışları, sosyal başarıları vb' olumlu yönde etkileyebileceğine dair yaygın inanışı destekleyen kanıtların eksik olduğu sonucuna vardı. Ayrıca yazarlar şunları belirtti: 'Küçük çocuklarda veya ergenlerde DEHB'yi tedavi etmek için kullanılan ilaçların uzun vadeli güvenliğine ilişkin hiçbir kanıt bulamadık.' Bu bulgu, uzun vadeli iyileşmeye dair hiçbir kanıt göstermeyen ve olumsuz sonuçların olasılığının arttığını gösteren diğer uzun vadeli çalışmalarla tutarlıdır." (1192)

"'Hiçbir ilaç şirketi literatüründe '40 yıllık araştırmaların DEHB için ilaçların uzun vadeli bir faydası olmadığını söylediği' gerçeğinden bahsetmiyor. Bu, ebeveynlerin bilmesi gereken bir şey.'" -DEHB araştırmacısı Dr. William Pelham (1192)

"Uyarıcıların 'iştahsızlık, kilo kaybı, büyümenin baskılanması, uykusuzluk, depresyon, sinirlilik, kafa karışıklığı, ruh hali değişimleri, obsesif kompulsif davranışlar, psikoz, patlayıcı şiddet içeren davranışlar, kişilik değişikliği, özgüvenin azalması, yaratıcılık kaybı, ilgisizlik, duyguların düzleşmesi, karın ağrısı, baş ağrısı, hareket bozuklukları, taşikardi, hipofiz bezi fonksiyon bozukluğu ve baş dönmesi' gibi bir dizi olumsuz etkiye neden olduğu biliniyor. Uyarıcılar'kalıcı beyin fonksiyon bozukluğu' da dahil olmak üzere 'birçok başka olumsuz reaksiyona' neden olabilir ve bazıları bunun potansiyel olarak 'geri dönüşü olmayan merkezi sinir sistemi hasarını' içerebileceğine inanmaktadır." (1192)

"'Uyarıcıların yararsızlığı ve olumsuz etkileri hakkında, DEHB için veya çocuklarda herhangi bir semptom veya davranışın kontrolü için reçete yazmayı bırakmaya yetecek kadar bilgi zaten var." -Psikiyatrist Profesör Peter R. Breggin (1192)

"Buffalo Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, Ritalin'in 'beyin fonksiyonlarında da uzun süreli değişikliklere neden olabileceğini' gösteren çalışmalar yürüttüler. Fareler üzerinde yapılan bu çalışma, 'kokain kullanımının neden olduğu değişikliklere benzer değişiklikler' gösterdi." (1192)

"....amfetamin ve metamfetaminin 'kalıcı nörotransmiter sistemi değişikliklerine ve hücre ölümüne' neden olabileceğini gösteren çalışmalarla birlikte, uyarıcı kaynaklı 'biyokimyasal değişikliklerin geri döndürülemez olabileceğine' dair kanıtlar artıyor. Ayrıca uyarıcılar, kötüye kullanılan ilaçlardır." (1192)

"Bir çalışma, 492 çocuğu 20'li yaşlarının sonlarına kadar takip etti ve 'uyarıcı tedavisi almayan DEHB kontrollerine kıyasla, uyarıcılarla tedavi edilen DEHB'li kişiler arasında kokain ve tütün bağımlılığında önemli bir artış olduğunu' buldu. Bu çalışma, kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, çocukluk çağında uyarıcı ilaç kullanmış olan DEHB'li kişiler arasında günlük sigara içme ve tütün bağımlılığı oranlarında anlamlı bir fark olduğu sonucuna varmıştır.'" (1192)

"Hem eski trisiklik antidepresanların hem de yeni seçici serotonin geri alım inhibitörlerinin (SSRI'lar) etkinliğini ve güvenliğini ciddi şekilde sorgulayan kanıtlara rağmen, antidepresanlar artık gençlere yaygın olarak reçete edilmektedir." (1192)

"....2004 yılında Jureidini ve meslektaşları, çocukluk çağı depresyonu için SSRI antidepresanları üzerine yapılan hiçbir çalışmanınhasta veya ebeveyn tarafından bildirilen sonuçlara dayanarak, plaseboya göre anlamlı bir avantaj göstermediğini bildirdi." (1192)

"FDA'nın çocuklarda ve ergenlerde antidepresanlarla ilgili tüm klinik araştırmalarını incelediği bir inceleme, 'tüm deneklerin yüzde 4'ününgerçek intihar girişimleri de dahil olmak üzere intihar düşüncesi veya davranışı yaşadığını' gösterdi; bu, plasebo alanların oranının iki katıydı. Bu, 2004 yılında ABD'de, 'SSRI antidepresanları kullanan 18 yaş altı grupta intihar düşüncesi riskinin arttığı' konusunda uyarıda bulunan bir kara kutu etiketi uyarısına yol açtı." (1192)

"2004 yılında The Lancet, çocuklar üzerinde SSRI antidepresanlarla ilgili yayınlanmış ve yayınlanmamış klinik araştırmaların bir meta-analizini yayınladı. Çalışma şu sonuca vardı: 'yayınlanan veriler bazı SSRI'lar için olumlu bir risk-fayda profili ortaya koyuyor; ancak yayınlanmamış verilerin eklenmesi, çocuklarda ve gençlerde depresyon tedavisinde bu ilaçların (fluoksetin hariç) risklerinin yararlarından daha ağır basabileceğini göstermektedir.'" (1192)

"Araştırmanın yazarları, olumsuz klinik araştırma verilerinin saklanması uygulamasını son derece eleştirdiler: 'Deneme verilerini saklayan (ya da tam deneme raporlarını sunmayan) ilaç sponsorları, kılavuz programına zarar verir ve bu da sonuçta etkisiz, zarar veren veya her ikisine birden yönelik tedavi önerilerine yol açabilir.'" (1192)

"'İlaç şirketleri ile doktorlar arasındaki sağlıksız karşılıklı bağımlılığınçocuk psikiyatrisi uygulamalarını aşırı teşhis ve aşırı reçete yazmaya yönelttiğine ve ilaç dışı ve bağlam açısından daha zengin yaklaşımları kullanma yeteneğimizi azalttığına inanıyorum.'" -Önde gelen çocuk psikiyatristi Dr. Sami Timimi, İngiltere (1192)

"CEP çocuk ve ergenlerin ilaç tedavisine ilişkin üç değişiklik çağrısında bulunmaktadır: ilk olarak bu ilaçların değerlendirilmesinde nesnel, kanıta dayalı bir yaklaşım; ikincisi, bu ilaçların nasıl işe yaradığına dair kamuoyunun daha iyi anlaşılması ve üçüncüsü, potansiyel uzun vadeli zararların tanınması da dahil olmak üzere gençlere verilen psikiyatrik ilaçların risk/fayda profilinin değerlendirilmesine yönelik daha kanıta dayalı bir yaklaşım." (1192)

 "Birleşik Krallık'taki psikiyatrik ilaçlar düzenleyici kurumu (MHRA) tamamen ilaç endüstrisi tarafından finanse edilmektedir ve kilit liderlik pozisyonlarında eski endüstri profesyonellerini istihdam etmektedir. Bu tür çıkar çatışmalarıticari çıkarları hastanın korunmasından üstün tutan yumuşak düzenlemelere yol açabilir." (1185) (1192)

 "[MHRA] sektöre çok yakındı; 'ortak politika hedefleri, mutabakata varılan süreçler, sık temas, istişare ve personel değişimi' ile desteklenen bir yakınlık." -Avam Kamarası Sağlık Komitesi Raporu, 2004 (1192)

"MHRA'nın eski sektör profesyonelleri tarafından yönetilmesinin yanı sıra, MHRA'nın belirttiği gibi, Birleşik Krallık'ta ilaçların düzenlenmesine ilişkin maliyetler tamamen 'ilaç endüstrisinden alınan ücretlerle karşılanıyor'. Başka bir deyişle, Birleşik Krallık'taki tüm tıbbi ilaçlara (psikiyatrik ve diğer) ilişkin düzenleme, başarısı veya başarısızlığı, ürünlerinin MHRA gibi kuruluşlar tarafından onaylanıp onaylanmamasına bağlı olan endüstri tarafından tamamen finanse edilmektedir. Akademik çevrede bu düzenlemeyi tanımlamak için kullanılan terim 'düzenleyici yakalama'dır." (1192)

"Bir düzenleyici kurum, düzenlediği sektöre mali açıdan bağımlı olduğunda 'ele geçirilmiş' olur. Bu düzenleme sanayi açısından anlamlıdır, zira sanayinin etkisinden tamamen bağımsız olanlar yerine mali açıdan ona bağımlı olanlar tarafından düzenlenmeyi tercih eder. 'Düzenleyici yakalamanınen yaygın ve bariz sonucu, düzenlemenin daha yumuşak hale gelmesi ve şirket çıkarlarının, düzenlemenin hizmet etmesi ve koruması gereken çıkarların (yani hastaların) üzerinde tutulmasıdır." (1192)

"...MHRA, 4, 5, 6 veya daha fazla olumsuz deneme olsa bile, bir psikiyatrik ilacın kamu kullanımına onaylanması için yalnızca 2 klinik denemeye ihtiyaç duyuyor. Açık bir bilimsel gerekçe veya mantığa sahip olmayan bir uygulamada MHRA, olumsuz denemeleri basitçe göz ardı etmektedir. Bu, kısaca, 10 olumsuz deneme olsa bile, yalnızca bir veya iki olumlu denemeye dayanarak ilacın hâlâ kamu kullanımı için onaylanabileceği anlamına geliyor. MHRA'nın 2012'de bir CEP üyesiyle yaptığı e-posta yazışmasında belirttiği gibi:  "Genel bir kural olarak bir ilacın etkinliğini kanıtlamak için en az iki çalışmanın yapılması gerekir. Tek bir çalışmanın, etkinliği göstermek için tek başına yeterli kabul edilebilmesi için çok ikna edici sonuçlar göstermesi gerekecektir."" (1192)

"İlaçların ruhsatlandırılma süreci şeffaf olmaktan uzaktır. İlaç şirketlerinin sunduğu verilere ve MHRA tarafından yapılan değerlendirmelere kamu erişimi bulunmamaktadır. Hastaların, halkın ve daha geniş bilimsel topluluğun yeterli katılımı yok ve Ajans iyi dinlemiyor veya iyi iletişim kurmuyor…" -Avam Kamarası Sağlık Komitesi Raporu, 2004 (1192)

"CEP, tamamen bağımsız bir düzenleyici kurum çağrısında bulunmaktadır; yalnızca eski sektör profesyonellerini danışmanlık amacıyla kullanacak, ancak onları kilit liderlik pozisyonlarına atamayacak; Aynı zamanda vergi mükellefleri tarafından finanse edilen ve dolayısıyla MHRA'nın halihazırda bağlı olduğu sektör ödemelerinden tamamen bağımsız olan bir ödeme." (1192)

"Doktorlar ile ilaç endüstrisi arasındaki bağlar özellikle psikiyatride yaygındır. Birleşik Krallık'ta psikiyatristlerin her yıl endüstriden ne kadar gelir elde ettiklerini herhangi bir kuruma veya otoriteye bildirmeleri gerekmiyor." (1185) (1192)

"Pek çok ilgili tıp uzmanı tarafından yazılan açık bir mektup yakın zamanda İngiliz Tıp Dergisi'nde yayınlandı (Ocak 2014): "Hastalar ve doktorlar arasındaki güven, iyi tıbbi uygulamalar için kritik öneme sahiptir ve doktorlara halk hâlâ büyük ölçüde güvenmektedir. Ancak bunu hak ettiğimizden emin olmalıyız. İngiliz İlaç Endüstrisi Birliğiilaç endüstrisinin İngiltere merkezli doktorlara 'konuşma ücretleri, uçuşlar, oteller ve diğer seyahat masrafları' için yılda 40 milyon £ (48 milyon €; 65 milyon $) ödediğini tahmin ediyor. Ancak kime ne kadar ödeme yapılıyor? 'İlaç reklamlarına maruz kalmanın gelecekteki reçetelemeyi olumsuz yönde etkilediği' açıktır. 'Doktorların ilaç endüstrisinden hediye kabul etmesi durumunda, hastaların doktorlara daha az güvendiğine' dair kanıtlar da var. Vatandaşlar 'milletvekillerinin mali çıkar çatışmalarına' ilişkin merkezi kaydına erişebiliyor ancak hastalar, 'doktorlarının mali çıkar çatışması olup olmadığını' öğrenemiyor.(1192)

"....araştırmalar 'son 30 yılda psikiyatri ve endüstri arasındaki bağların neredeyse tüm diğer tıbbi uzmanlık alanlarından daha yakın hale geldiğini' gösteriyor. Örneğin, saygın bir Watchdog hayır kurumu olan ProPublica tarafından yakın zamanda yürütülen bir araştırma, 'ilaç endüstrisinin tüm tıbba yaptığı en yüksek ödemelerin yarısının tek bir uzmanlık alanından doktorlara, yani psikiyatriye yapıldığını' gösterdi." (1192)

"....'psikiyatrik ilaç araştırmalarındaki İngiliz liderlerin çoğunun bir noktada endüstriyle mali bağları olduğunu' ortaya koyuyor. Ayrıca, çoğu İngiliz ve Amerikan psikiyatri bölümü artık araştırma ve/veya diğer faaliyetler için ilaç şirketlerinden gelir elde etmektedir."  (1192)

(Danışmanlık ücreti ve konuşmacı ücretleri vb hariç ödemeleri içeren ilaç endüstrisinden para alan bazı İngiliz üniversiteleri) 
"... -Newcastle Üniversitesi Psikiyatri Bölümü, 2009'dan 2012'ye kadar sektörden 5,5 milyon £'dan fazla para aldı; (...) -Psikiyatri Enstitüsü 2009 ile 2012 yılları arasında 1,87 milyon £ aldığını bildirdi; (...) -Oxford Üniversitesi Psikiyatri Bölümü, 2009'dan 2012'ye kadar ilaç endüstrisinden 687.000 £ aldı; (...) -Edinburgh Üniversitesi Psikiyatri Bölümü son 3 yılda araştırma fonundan 1,59 milyon £ aldı; (...)" (1192)

"Dikkatimizi teşhis kılavuzlarına çevirdiğimizde, 'DSM'yi bir araya getiren komitelerin pek çok üyesinin güçlü endüstri bağları olduğunu' görüyoruz. DSM IV (1994 ve 2013 yılları arasında psikiyatride kullanılan DSM baskısı) ile ilgili olarak, Massachusetts Üniversitesi tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırma, 'DSM IV'ün 170 panel üyesinin tam %56'sının ilaç endüstrisi ile bir veya daha fazla mali ilişkisi olduğunu' gösterdi.." (1192)

"İlaçların tedavinin ilk basamak olduğu bozukluklar için (örn. duygudurum bozuklukları, yeme bozuklukları, psikotik bozukluklar ve anksiyete bozuklukları), tüm DSM IV paneli üyelerinin ortalama %88'inin ilaç şirketiyle mali bağları vardı. Bu eğilim yeni DSM-5'te (Mayıs 2013'te yayınlandı) devam etti. Kılavuzu yazan 29 Görev Gücü üyesinden tam 21'i, (aralarında Çalışma Grubu Başkanı Dr. David Kupfer ve Başkan Yardımcısı Dr. Darrel Regier'in de bulunduğu) ilaç şirketlerinden ücret, danışmanlık ücreti veya fon aldı." (1192)

"ABD'deki Güneş Işığı Yasası, artık 'ABD'li doktorların farmasötik bağlarını kamuya açıklama zorunluluğu getirerek' bu sorunlarla mücadele ediyor. Şu anda Britanya'da bunun eşdeğeri yok; ödemelerin kamuya açık kaydı yok. Bunu değiştirmeye yönelik bir Avrupa girişimi ve 'Bu Doktora Kim Ödeyecekkampanyası mevcut, ancak ilkinin ayrıntıları ve uygulaması hâlâ belirsiz, ikincisi ise yalnızca gönüllü bir kayıttır; (Bu yazının yazıldığı sırada yalnızca bir avuç doktor kaydolmuştu)." (1192)

"Tüm doktorlar yasal olarak aldıkları tüm ödemeleri kamu siciline kaydetme zorunluluğuna sahip olana kadar, potansiyel çıkar çatışması olan doktorları tespit etmenin hiçbir yolu yoktur. Aynı şey akıl sağlığı kuruluşları ve hayır kurumları için de söylenmelidir: Antidepresanlar hakkında olumlu konuşan bir akıl sağlığı kuruluşunun, 'antidepresan üreticilerinden yıllık bağış alıp almadığını' bilmeye hakkımız var." (1192)

"Bu tür ödemelerin tamamen şeffaf hale getirildiği ve dolayısıyla sorunun tüm boyutunun netleşmesine olanak tanıyan kamuya açık web siteleri olmadığı sürece, sektör bağlarının nasıl reforme edileceğine ilişkin gerçek tartışmalar başlamayacak bile: (...)"  -James Davies (1192)

 "CEP, bireylere ve kuruluşlara yapılan sektör ödemelerini belgeleyen çevrimiçi bir kayıt aracılığıyla tam şeffaflığı desteklemektedir." (1192)

"Psikiyatrik ilaç araştırmalarının büyük çoğunluğu ilaç endüstrisi veya onlarla geniş bağları olan kişiler tarafından yürütülmekte ve yaptırılmaktadır. Bu sektörün, olumsuz sonuçları gizleyen (gömen) ve olumlu sonuçları öne çıkarmak için araştırmaları manipüle eden uzun bir geçmişi vardır." (1185) (1192)

"...bu klinik denemeler -yeni ilacı en iyi şekilde göstermek için tasarlanabilecek- şekilde yeterince tasarlanmamıştı ve bazen bir ilacın hastayla ilgili sağlık sonuçları üzerindeki gerçek etkilerini göstermede başarısız oluyorlardı. Deneme sonuçlarının gizlendiği çok sayıda yüksek profilli vaka hakkında bilgilendirildik. Ayrıca seçici yayın stratejilerini ve hayalet yazımı da duyduk. Olumsuz klinik araştırma bulgularının bastırılmasısöz konusu ilacın gerçek risk/fayda profilini yansıtmayan bir dizi kanıta yol açmaktadır." -İngiliz hükümetinin Sağlık Komitesi tarafından hazırlanan bir rapordan.. 2005 (1192)

"Bugün ilaç endüstrisi klinik araştırmaların çoğunu kendi ürünlerine finanse ediyor. Denemeleri geliştirip yürütürler, sonuçları değerlendirir ve sıklıkla manipüle ederler. Denemelerin sonuçlarını yayınlama zorunluluğu yoktur ve nadiren harici inceleme için ham veriler sağlarlar. Üstelik, olumlu sonuçlara sahip denemelerin bazen birden çok kez yayınlanma olasılığı çok daha yüksektir. Bunun bariz bir örneği Ely Lilly'nin antipsikotik ilacı Zyprexa'dır. Lilly bu ilaç üzerinde dört klinik araştırma yürüttü ancak bunu toplam 234 yayına dönüştürdü. Ayrıca, bu yayınların hiçbiri bu denemelerin ortaya çıkardığı şeyden bahsetmedi: Zyprexa'nın intihar oranlarını veya kan şekeri veya kolesterol düzeylerini artırdığı.. Verilerin bu şekilde bastırılması, sektörde yaygın bir durumdur." (1192)

"Şirketler, olumsuz verileri gömmenin yanı sıra, ürünlerine avantaj sağlamak için başka stratejiler de kullanıyor. Prestijli üniversite birliklerindeki kıdemli araştırmacılar tarafından yüksek profilli dergilerde yayınlanan pek çok makale aslında şirketler tarafından hayalet olarak yazılmaktadır. Bu gibi durumlarda, ilaç şirketleri makaleyi incelemesi için tanınmış bir araştırmacıya gönderiyor ve (araştırmacı tek bir katılımcıyı görmemiş ve ham verilere erişimi olmasa bile) onun adının kullanılması için ödeme yapıyor. Avam Kamarası Sağlık Komitesi tarafından 'hayalet tarafından yazılmış klinik araştırma makalelerinin yüzdesinin %50'nin üzerinde olduğu' tahmin edilmektedir." (1192)
 
"Diğer şüpheli stratejiler arasında, 'çalışmayı olumlu sonuçlara doğru güçlü bir şekilde saptıran klinik araştırma protokollerinin benimsenmesi' yer alıyor. (....) Diğer bir analiz taktiği ise, ilacı tolere edemeyen ve intihar düşüncesi gibi semptomlardan bağımsız olarak kullanmayı bırakması gereken katılımcıları çalışmadan çıkarmaktır. (....) Klinik çalışmalarda kullanılan ve sıklıkla eleştirilen bir başka strateji de plasebo ile ilacın etkisi arasında net bir ayrım yapamamaktır. (....) " (1192) 

(İngiliz Tıp Dergisi'nin eski baş editörü Dr. Richard Smith tarafından İlaç Şirketlerinin Pazarlama Kolunun Bir Uzantısıdır başlıklı bir makalede ilaç şirketlerinin sonuçları nasıl manipüle ettiklerine dair bazı stratejiler hakkında bilgi veriyor)
"Burada, ilaç şirketlerinin ilaç deneyi verilerini nasıl başlangıçta çözülemeyecek şekilde manipüle ettiğini ve kendisinin de itiraf ettiği gibi "BMJ'nin olup bitenleri anlaması için neredeyse çeyrek asırlık bir düzenleme" gerektirdiğini anlattı. Smith'in belirlediği stratejilerden bazıları şunlardır: "- Daha düşük olduğu bilinen bir tedaviye karşı ilacınızı deneyin (bu nedenle ilacınız üstün görünür). - İlaçlarınızı çok düşük dozda rakip bir ilaçla deneyin (ilaçlarınız üstün görünüyor).(....)" (1192)

"Endüstri tarafından yürütülen araştırmalara olan güveni daha da zayıflatan şey, büyük psikiyatrik ilaç üreticilerinin birçoğunun, verileri gizledikleri için ya dava edilmiş /mahkeme dışında karara bağlanmış olmasıdır." (1192)

"Antidepresan paroksetini (Birleşik Krallık'ta Seroxat ve ABD'de Paxil adıyla pazarlanan) üreten İngiliz ilaç devi GlaxoSmithKline (GSK). GSK, bu ilacın ergenlerde 'majör depresyonu azaltıp azaltamayacağını' araştırmak için üç deneme gerçekleştirdi. Ancak deneme sonuçları oldukça yetersizdi. (.....) 2004 yılında GSK'ya 'olumsuz bulguların kasıtlı olarak gizlenmesi' nedeniyle dava açıldı. Bu durum, iki ay sonra şirketin 'tüketici dolandırıcılığı' suçlamaları için 2,5 milyon dolar ödemesiyle mahkemeden çıkarıldı; bu, yalnızca 2003 yılında ilaçtan dünya çapında 4,97 milyar dolarlık satış elde edildiği dikkate alındığında yetersiz bir miktardı." (1192)

"2010 yılındaki ayrı bir toplu dava, uluslararası ilaç şirketi AstraZeneca'nın antipsikotik Seroquel üzerinde yaptırdığı 'bir çalışmanın olumsuz verilerini gizlediğiniortaya çıkardı. Bu çalışma, 'Seroquel'in şizofreni tedavisinde eski bir ilaçtan daha iyi çalışıp çalışmadığını' araştırdı. Sonuçlar, Seroquel'in 'hafıza ve dikkat gibi bilişsel işlevleri iyileştirmede eski ilaca göre sadece biraz daha iyi olduğunu' gösterdi. Ancak toplamda eski ilaçtan çok daha kötüydü.(...) ....binlerce hasta o kadar kötü yan etkiler yaşadı ki, 2010 yılında AstraZeneca sonunda toplu bir davayı mahkeme dışında sonuçlandırmak için 125 milyon £ ödemek zorunda kaldı." (1192)

"2010 yılında İngiliz Tıp Dergisi'nde yayınlanan bir makale, ilaç devi Pfizer tarafından Edronax adıyla pazarlanan 'reboksetin ilacınınmajör depresyon tedavisinde plasebo şeker hapından daha etkili olmadığını' ortaya çıkardı. Pfizer'in ilaçla ilgili araştırmalarında hastaların yüzde 74'üne ilişkin veriler hiçbir zaman yayınlanmadı. Eğer bu veriler dahil edilmiş olsaydı, kanıtlar ilacı almanın risklerinin faydalarından çok daha fazla olduğunu gösterecekti. (....)" (1192)

"Uzun süreli kullanım ve kısa süreli denemeler Psikiyatristler tarafından yaygın olarak reçete edilen ilaçların uzun vadeli etkinliğine ilişkin çok az veri vardır. Ancak şu anda ortaya çıkan veriler, uzun vadeli kullanıma pek elverişli değil. Pek çok hastanın psikiyatrik ilaçları yıllarca, hatta onyıllarca kullanmasına karşın, klinik araştırmalar genellikle yalnızca birkaç hafta veya ay sürdüğü için bu şaşırtıcı değil. Bir ilacın kısa vadedeki etkileri, aynı ilacı yıllarca kullanmanın kümülatif etkisinden çok farklı olabilir; ve bir ilacın uzun süreli kullanım için güvenli olup olmadığını belirlemenin tek yolu, ilacı uzun süreli kullanan hasta gruplarına araştırma yaptırmaktır. SSRI'lar gibi bazı psikiyatrik ilaçlar için (dünya çapında her yıl yüz milyonlarca reçete verilmesine rağmen) bu çalışma hiçbir zaman yapılmadı ve 'birçok modern psikiyatrik ilacı uzun süreli kullananlarındevam eden bir deneyin parçası olduğu' sonucuna varmak mantıklıdır." (1192)

"Başlangıçta güvenli olduğuna inanılan ve sonradan zarar verdiği ortaya çıkan ilaçlarıntıp tarihinde çok sayıda örneği vardır." (1192)

"Bugün, yoksunluk yardım kuruluşları, antidepresanları bıraktıktan sonra benzer kalıcı olumsuz yoksunluk etkileri yaşayan çok sayıda insan vakasını bildirmektedir, ancak bu ilaçlar, bu tür uzun süreli kullanımın aslında güvenli olduğuna dair kesin bir kanıt olmadanuzun süreli kullanım için reçete edilmeye devam etmektedir." (1192)

"Mevcut klinik deney sisteminin birçok başarısızlığı yakın zamanda Marcia Angell'ın şu sonuca varmasına yol açtı: 'Yayınlanan klinik araştırmaların çoğuna inanmak veya güvenilir doktorların kararlarına veya yetkili tıbbi kılavuzlara güvenmek artık mümkün değil. Yirmi yıl boyunca Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nin (The New England Journal of Medicine) editörü olarak yavaş yavaş ve isteksizce ulaştığım bu sonuçtan hiç keyif almıyorum.'" (1192)

"CEP, mevcut klinik araştırma sisteminin bozulduğuna ve çıkar çatışmalarının ve araştırma verilerinin manipülasyonunun, hastaların ciddi zarar görmesine yol açtığına inanmaktadır. Halkın güvenini yeniden inşa etmek için, denemelerin herhangi bir endüstri etkisi olmadan, bağımsız akademik kurumlar tarafından denetlenerek yürütülmesi gerekiyor." (1192)

" Psikiyatrik ilaçlara uzun süreli maruz kalmayla ilişkili tehlikelerin anlaşılması çok önemlidir ancak bilimsel literatürde ve klinik uygulamada nadiren vurgulanmaktadır." -Psikiyatrist Profesör Peter R. Breggin'in kitap açıklamasından, amazon  (1194)

"1887'de bir gazete muhabiri olan Nellie Bly (1867-1922), New York'un Blackwell Adası Akıl Hastanesi'ne kabul edilmek için deli numarası yaptı. Bunu nasıl yaptığını ve Akıl Hastanesinde gördüklerini Deli Evinde On Gün "Ten Days in a Mad House" başlıklı kitapta anlattı. (.....) "Adadaki tımarhane koğuşuna girdiğim andan itibaren, varsayılan delilik rolünü sürdürmek için hiçbir girişimde bulunmadımTıpkı sıradan hayatta olduğu gibi konuştum ve davrandım. Ama söylemesi tuhaf ki, ne kadar aklı başında konuşup hareket edersem, nezaketini ve nazik davranışlarını yakında unutmayacağım bir doktor dışında herkes beni o kadar deli sanıyordu." Editörünün müdahalesinin ardından Blackwell Adası'ndan ayrılışıyla ilgili şunları söyledi: "Çılgınlar koğuşundan keyifle ve pişmanlıkla ayrıldım -bir kez daha cennetin özgür nefesinin tadını çıkarabilmenin mutluluğuyla; Benimle birlikte yaşayan ve acı çeken, benim kadar aklı başında olduğuna ve artık kendim olduğuma inandığım bazı talihsiz kadınları yanımda getiremediğim için üzgünüm." (1162)

"(1970'lerde Rosenhan Deneyi olarak da bilinen bir deneyde) "...geçmişinde herhangi bir akıl hastalığı ya da kanıtı bulunmayan Dr. Rosenhan ve yedi meslektaşı, ABD'nin Doğu ve Batı kıyılarındaki 12 farklı psikiyatri hastanesine yatılı hasta olarak gittiler ve burada kaldıkları 52 gün süre boyunca orada kaldılar. 'Ne kadar normal davranırlarsa davransınlar, temasa geçtikleri psikiyatristler ve diğer ruh sağlığı uzmanları tarafından normal olarak tanınmadıklarını' keşfettiler. Normal olmalarına rağmen hepsine psikiyatrik ilaçlar reçete edildi: "Hepsi birlikte, [sekiz] sahte hastaya Elavil, Stelazine, Compazine ve Thorazine dahil olmak üzere yaklaşık 2100 hap verildi", bu da psikiyatrik ilaçların yalnızca onlara ihtiyacı olan kişilere verildiği yaygın inancını çürütüyor. (....) Dr. Rosenhan, 'psikiyatristlerin ve diğer akıl sağlığı uzmanlarının, kendisi ve meslektaşları gibi normal kişileri gerçek akıl hastalarından ayırt edememesinin "korkutucu" olduğu' sonucuna vardı. Dedi ki:  "Acaba kaç kişinin aklı başında olduğu halde psikiyatri kurumlarımızda bu şekilde tanınmadığı merak ediliyor? Kaç kişi, oy verme ve araba kullanma hakkından kendi hesaplarını yönetmeye kadar vatandaşlık ayrıcalıklarından gereksiz yere mahrum bırakıldı? Kaç kişi davranışlarının cezai sonuçlarından kaçınmak için deli taklidi yaptı ve tam tersi, kaçı sonsuza kadar bir psikiyatri hastanesinde yaşamaktansa, yanlış bir şekilde akıl hastası olduğu düşünülerek yargılanmayı tercih etti? Kaç kişi iyi niyetli ama yine de hatalı teşhislerle damgalandı?" (1162)

"İddia hatalı bir önermeye dayanıyor; yani doktorların, usulüne uygun olarak idam edilen deli mahkumları, haksız yere tutuklanan aklı başında mahkumlardan ayırmakla ilgilendiği yönünde. Psikiyatrinin tüm tarihi bu varsayımı yalanlamaktadır... deneyimlere her danışıldığında, uzmanların aklı başında olanı deliden ayırt edemediği ortaya çıktı." -Psikiyatri profesörü Thomas Szasz (1162)

(Psikolog Maurice K. Temerlin'nin "Psikiyatrik Tanıda Öneri (telkin) Etkileri" başlıklı aşağıda açıklanan (1968) çalışmasında..) ...."Psikiyatrlar, klinik psikologlar ve klinik psikoloji yüksek lisans öğrencileri, psikiyatrik tanıyı etkileyebilecek kişilerarası etkileri araştırmak amacıyla normal, sağlıklı bir adamla ses kaydına alınmış bir görüşme tanısı koydular. (...) Psikoz tanısı, psikiyatristlerin yüzde 60'ı, klinik psikologların yüzde 28'i ve yüksek lisans öğrencilerinin yüzde 11'i tarafından, aynı kaset kaydını dinlemiş olmalarına rağmen konulmuştur. Diğerleri gibi bu çalışma da psikiyatrik "tanı"nın güvenilirliğinin ve geçerliliğinin olmadığını gösteriyor. Bunun nedeni muhtemelen akıl hastası olduğu iddia edilen kişilerin beyni de dahil olmak üzere vücudunda herhangi bir sorun bulunamamasıdır ve psikiyatridesözde akıl hastalığı olan kişileri olmayanlardan ayıran biyolojik testlerin bulunmaması ve dolayısıyla gerçek bir hastalığı veya rahatsızlığının olmamasıdır. (...)" (1162)

"DSM, teşhislerin değil, açıklamaların bir kılavuzudur."  (1162)

"....Neden Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) gibi seçilmemiş özel bir kuruluş, Amerika'da veya başka herhangi bir yerde hangi davranışlara izin verildiğini ve hangi davranışların yasaklandığını söyleme yetkisine sahip olsun ki? Onlar kim? APA'nın evinizde veya apartman dairenizde çok fazla eşya bulundurulmasını "istiflenme bozukluğu" olarak tanımladığı gerçeği, "aktif yaşam alanlarını tıkayıp karmaşık hale getiriyor ve bunların kullanım amacını büyük ölçüde tehlikeye mi atıyor?" yani evinizde istediğiniz kadar eşya bulundurma hakkınız yok mu? Bu sadece teorik değil: Elimde, Vancouver, Washington'da 2011 yılında benimle yapılan bir saatlik yüz yüze görüşmede tamamen normal ve çok zeki görünen 72 yaşındaki bir adamın video mahkeme muhabiri kaydı (DVD'de) var ancak kısa bir süre önce yerleştirilmişti ve büyük ölçüde sözde "istiflenme bozukluğu" olduğu için hâlâ istemsiz bir vesayet altındaydı."  (1162)

"Carol's Home News dergisindeki bir makale (Ekim 2011, s. 2) şöyle diyor: "Gece kuşu musun?... Bu tembellik ya da basit bir uykusuzluk değil, doktorların Gecikmiş Uyku Evresi (DSP "Delayed Sleep Phase") Bozukluğu dediği bir durum." Alıntılanan makaleden bir buçuk yıl sonra yayınlanan DSM-5'te "Sirkadiyen Ritim Uyku-Uyanma Bozuklukları" (s. 390), özellikle "Gecikmiş Uyku Evresi Tipi" olarak adlandırılmıştır. (....) Sabah 4'te uyuyup öğlene kadar uyumanın bir rahatsızlık olduğuna karar veren bir grup doktor, istediğiniz saatlerde uyuma hakkınız olmadığı anlamına mı geliyor? Böyle bir durumda istemsiz tedaviye maruz kalmanız gerekir mi?"  (1162)

"DSM-5'teki pek çok saçma sapan teşhis, DSM-IV ve DSM-IV-TR'de de bulunuyor: Bu yazının ilerleyen kısımlarında size örnekler vereceğim. Ancak diğer zamanlarda Dr. Frances normal insanların psikiyatrik patolojikleştirilmesinin sorumluluğunu üstlendi. 6 Mayıs 2012'de Toronto Üniversitesi'nde verdiği bir konferansta Dr. Frances şunları söyledi: "Bu değişikliklerin bazılarından ben sorumluyum ve bazı durumlarda sonuçlardan pek gurur duymuyorum... bu benim suçum..İhtiyacı olmayan insanlara çok fazla tedavi veriyoruz."  (1162)

"DSM-IV normal kaydetmedi, hatta çok iyi koruyamadı... Bizim [DSM-IV Çalışma Grubu'ndaki] değişikliklerimiz otistik, dikkat eksikliği ve yetişkinlerde bipolar bozukluk gibi sahte salgınlara doğrudan katkıda bulundu ve diğer bazı bozuklukların aşırı teşhisini önlemek için hiçbir şey yapmadık. (...) DSM-5 önerilerinin tümü zihinsel bozukluğun tanımını genişleteceğine göre, teşhis enflasyonu ve normal insanların kitlesel akıl hastası olarak yanlış etiketlenmesi konusunda neden endişelenmemeliyiz?" (...) "DSM-5 söz konusu olduğunda, deneyimler Amerikan Psikiyatri Birliği'nin (APA) bilimle ilgilenmeyeceğini, riskleri değerlendirmeyeceğini veya mantığı dinlemeyeceğini kesin olarak kanıtladı. Bir kullanıcının isyanı, DSM-5'in en kötü önerilerini raydan çıkarmak için son ve tek umut haline geldi... DSM-5 tam bir karmaşa."" -Psikiyatrist Allen Frances (1162)

"DSM-5'in 2013 yılında yayımlanmasıyla ortaya çıkan yeni ruhsal bozukluklardan biri de "Tütün Kullanım Bozukluğu"dur. Muhtemelen sigara, pipo veya puro içmekten veya tütün çiğnemekten hoşlanan bir kişinin, sırf bu nedenle zihinsel bir bozukluğa sahip olduğunu hiç düşünmemişsinizdir, ancak şimdi DSM-5 yayınlandığına göre öyle. "Tütün Kullanım Bozukluğu" için "Tanı Kriterleri" (s. 571), 'bir kişinin, 11 kriterden en az ikisini göstermesi durumunda bu bozukluğa (veya hastalığa ? ) sahip olduğunu' belirtir. (...) Muhtemelen 'tüm tütün kullanıcıları bu kriterlere göre zihinsel engelli' olarak değerlendirilmektedir."  (1162)

"Geç yatmak ve geç uyumak, hem DSM-IV-TR hem de DSM-5'de "Sirkadiyen Ritim Uyku Bozukluğu... Gecikmiş Uyku Evresi Tipi"dir; Peki ya erken kalkan biriyseniz? Bu da bir "bozukluk" olabilir mi? Evet, bu durumda tanı (aslında açıklama) "Sirkadiyen Ritim Uyku-Uyanma Bozukluğu... İleri Uyku-Uyanma Tipi" (DSM-5; DSM-IV-TR'te) "Tip BelirlenmemişSirkadiyen Ritim Uyku Bozukluklarından. DSM-5, "İleri uyku evresi tipiistenen veya geleneksel zamanlardan birkaç saat daha erken olan uyku-uyanma zamanları ile karakterize edilir" ve "İleri uyku evresi tipine sahip bireyler 'sabah tipleri'dir" diyor. Psikiyatrinin mevcut "teşhis" standartlarına göre, eğer "geleneksel saatlerde" uyumuyor ve uyanmıyorsanız, bir zihinsel bozukluğunuz var demektir." (1162)

"Eşinizin veya yakın partnerinizin sadakatsizlik yaptığından şüpheleniyor musunuz veya hiç şüphelendiniz mi? Bu durumda, "Bir partnerin algılanan sadakatsizliğiyle sanrısal olmayan meşguliyet" olarak tanımlanan "Diğer Tanımlanmış Obsesif-Kompulsif ve İlgili Bozukluk"un bir alt türü olan "Takıntılı (obsesyonel) kıskançlık"ınız var veya geçmişte oldu. Hayır, bu bir baskı hatası değil. (...)" (1162)

"Sık sık kendinize gece yarısı atıştırmalıkları almayı sever misiniz? Bu durumda şu şekilde tanımlanan "Gece yeme sendromu"na sahipsiniz: "Uykudan uyandıktan sonra yemek yeme veya akşam yemeğinden sonra aşırı yiyecek tüketimi ile kendini gösteren, tekrarlayan gece yeme atakları. DSM-5'te "Genel Kişilik Bozukluğu", "Bireyin kültürünün beklentilerinden belirgin biçimde sapan, kalıcı bir iç deneyim ve davranış modeli" olarak tanımlanmaktadır. Bireyin kültürünün beklentilerine uymanın sağlıkla ne alakası var?" (1162)

"Sosyal Kaygı Bozukluğu, Sosyal Fobi"yi düşünün: DSM-5 diyor ki "Sosyal kaygı bozukluğunun temel özelliği, bireyin başkaları tarafından incelenebileceği sosyal durumlardan belirgin veya yoğun bir korku veya kaygı duymasıdır" buna bir örnek olarak "başkalarının önünde performans sergilemek (örneğin bir konuşma yapmak)" verilebilir. DSM-5 şöyle diyor: "Şu durumu belirtin: Yalnızca performans: Korktopluluk önünde konuşmak veya performans sergilemekle sınırlıysa.." Buna eskiden "sahne korkusu" denirdi. Şimdi bunun zihinsel bir bozukluk olduğu iddia ediliyor. Sahne korkusu rahatsız edicidir ama bu bir "bozukluk" mudur? Normal değil mi?" (1162)

"Tony Dokoupil'in "Saldırı Bizi Çılgınlaştırıyor mu?" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Yeni DSM [DSM-5] gelecek yıl [2013] yayınlandığında, İnternet Bağımlılığı Bozukluğu, "daha fazla çalışma için" etiketli bir ekte de olsa ilk kez dahil edilecektir. Çin, Tayvan ve Kore yakın zamanda bu tanıyı kabul etti ve sorunlu Web kullanımını ciddi bir ulusal sağlık krizi olarak görmeye başladı... Tayvan'daki iki psikiyatristiPhone bağımlılığı bozukluğu fikriyle manşetlere çıktı. (...) İnternette Oyun (oynama) Bozukluğu için yukarıda önerilen kriterlerde belirtildiği gibi, "Kumar (Oynama) Bozukluğu" DSM-5'te de yer almaktadır ve yalnızca "İleri Araştırma Koşulları"ndan biri olarak görülmemektedir.(....) 14 Ağustos 2012'de psikiyatritimes. com'da yayınlanan bir makalede Dr. Frances şunu söylüyor: "(....) Eğer kumar ve internet bağımlısı olabiliyorsak, neden alışveriş, tüketim vergisi, seks, iş, golf, güneşlenme, model demiryolu taşımacılığı gibi bağımlılıkları da dahil etmeyelim? Tüm tutkulu ilgiler zihinsel bozukluklar olarak yeniden tanımlanma riski altındadır.. 'Bir aktiviteyi gerçekten seviyorsunuz, o aktiviteden çok keyif alıyorsunuz, o aktiviteye çok zaman harcıyorsunuz' diye bunu bir ruhsal bozukluk olarak görmemeli ve "bağımlılık" olarak adlandırmamalısınız... Bir kişinin aşırı harcama yapması, çok fazla golf oynaması veya tekrar tekrar cinsel düşüncesizlik yaşaması nedeniyle başının belaya girmesi "bağımlılık" değildir. Milyonlarca yıllık evrimsel deneyimden türetilen insan doğamız budur..." (1162)

"Psikiyatrik teşhislerde geçici modalar gelir ve gider. Birdenbire herkes aynı sorunu yaşıyor gibi görünüyor. Quack teorileri salgını açıklıyor; şarlatan tedavilerin tedavi sağladığı varsayılır... psikiyatrik tanı her zaman çok moda olmuştur ve hâlâ da öyledir." -Psikiyatrist Allen Frances (1162)

"Psikiyatrik teşhisler gelip giden kültürel geçici modalar gibi görünüyor. Çocuk ve ergen psikiyatrisinde herkesin travma sonrası stres bozukluğu (TSSB -PTSD), ardından herkesin bipolar bozukluğu, ardından Asperger sendromu olduğu ve bir sonraki büyük tanının mutlaka gelip geçeceği bir dönem vardır." (1162)

"Bir doktorun "Tıpta bir dönem herkese kanser teşhisi koyardık, sonra herkese kalp hastalığı teşhisi koyardık, sonra da herkesin şeker hastası olduğuna karar verirdik." dediğini hayal edebiliyor musunuz? Dr. Aguirre, psikiyatride "psikiyatrik bozuklukların teşhisindeki problemler ve doğru teşhis araçlarının ve prosedürlerinin genel yokluğunu" suçluyor." (1162)

"Sınırsız (/Engellenmemiş /Sınırlanmamış) Sosyal Katılım Bozukluğu" adı verilen bir çocukluk çağı bozukluğudurKumar Bozukluğu, Genel Kişilik Bozukluğu ve Sosyal Kaygı Bozukluğu gibi, Engellenmemiş Sosyal Katılım Bozukluğu da yalnızca önerilen bir zihinsel bozukluk değil, %100 geçerli bir hastalık olarak listelenir. DSM-5'e göre, "Sınırsız sosyal katılım bozukluğunun temel özelliği, kültürel olarak uygunsuz, göreceli yabancılarla aşırı tanıdık davranışlar içeren bir davranış modelidir." Bu sözde bozukluğa ilişkin "Tanı Kriterleri" aşağıdaki gibidir: (....)  Bu tür sözde teşhis kriterlerinin  gerçek hastalıkla (illness), hastalıkla (disease), bozuklukla (disorder) veya herhangi bir biyolojik sorunla hiçbir ilgisi olmadığı açıktır ve yalnızca akıllıca veya beklenen davranış olarak kabul edilen davranışlardan sapmanın yanı sıra, genç bir kişinin bu şekilde davranmayı nasıl öğrendiğine dair psikolojik teorilerdir. (....)" (1162)

"DSM-5'te "Teşhircilik Bozukluğu" "kişinin cinsel organının şüphelenmeyen bir kişiye maruz kalmasından kaynaklanan yineleyici ve yoğun cinsel uyarılma" olarak tanımlanmaktadır. DSM-5, "Frotteuristik Bozukluğu" "rızasız bir kişiye dokunmak veya sürtünmekten kaynaklanan tekrarlayan ve yoğun cinsel uyarılma" olarak tanımlar. DSM-IV-TR'de buna "Frotteurizm" deniyordu. Ben gençken buna "başa çıkma (/baş etme hissi, hissetmek)" denirdi. Artık bu bir ruhsal bozukluktur." (1162)

"Frotteurizm veya Frotteuristik Bozukluk teşhis edilebilir bir zihinsel bozukluksa neden tecavüz olmasın? Aslında bu teklif yapıldı. Mahkemenin Fahişeleri: Psikiyatrik Tanıklık Sahtekarlığı ve Amerikan Adaletine Tecavüz'de. Psikoloji profesörü Margaret A. Hagen, Ph. D şöyle diyor, "Amerikan Psikiyatri Birliği, son DSM'de neredeyse 'kontrol edilemeyentecavüz arzusunu zihinsel bir bozukluk olarak ortaya koyuyordu. Belki de bir sonraki [beşinci] baskıya girecek.Olmadı, ancak eğer tecavüz DSM'nin gelecek baskısına girerse, belki buna Parafilik Tecavüz Bozukluğu adı verilecektir. (....) Psikiyatrist Allen Frances'e göre, M. D. DSM'nin çeşitli basımlarının yazarları ve editörleri tarafından "Tecavüzcüler için zihinsel bozukluk yaratma önerisi 5 kez gündeme getirildi ve kesin olarak reddedildi" ancak "Bu tekrarlanan inkarlaryetersiz eğitimli psikologların sözde uzman olarak ifade vermesini engellemedi. . . sahte 'Aksi Belirtilmedikçe Paraphilia, Rıza Dışı' teşhisini icat ettiler ve bunu aslında haksız olan psikiyatrik taahhütleri haklı çıkarmak için bir bahane olarak kullandılar." (1162)

"....DSM'de Tecavüz Bozukluğu değil de Frotteuristik Bozukluğumuzun olmasının nedeni muhtemelen bilimsel olmaktan çok politik ve stratejiktir: Tecavüzü bir zihinsel bozukluk olarak tanımlamak çok fazla dikkat çekecek ve medyadaki haberlerin itibarını zedeleyecektir. Bu aynı zamanda tecavüzcülerin tanımı gereği akıl hastası veya dengesiz olduğu ve dolayısıyla işledikleri suçlardan cezai açıdan sorumlu olmadıkları anlamına da gelir." (1162)

"DSM 5tanı enflasyonunu daha da kötüleştirecek, uygunsuz tedaviyi artıracak, damgalama yaratacak ve klinisyenler ve halk arasında kafa karışıklığına neden olacak, dikkatsiz ve kötü yazılmış bir belge olmaya devam ediyor... Benim görüşüme göre DSM 5 uluslararası alanda ölümcül bir darbe aldı ve ABD'de büyük ölçüde itibarsızlaştı... Görevim artık değişiyor. DSM 5 üzerinde çalışan insanlar artık benim birincil hedef kitlem değil... Şimdiki asıl görevim, 'halkı ve klinisyenleri teşhis coşkusunu kontrol altına almanın yolları' konusunda uyarmak ve aslında normal olan insanlara yönelik aşırı ve yanlış yönlendirilmiş tedaviye karşı mücadele etmektir." -Psikiyatrist Allen Frances (1162)

"DSM'nin savunucusu olarak başladım çünkü reklamlarının bilimsel temellere dayandığına ve insanlara yardım etmemize yardımcı olacağına inandım, bu yüzden bu tür bir işin içindeydim. Daha sonra DSM-IV'ün iki komitesinde yer aldığımda dehşete kapıldım. Uzmanlık alanlarımdan biri araştırma yöntemleridir ve bilim iyi olduğunda ama onların istediklerine uymadığında onu görmezden geldiklerini, çarpıttıklarını veya bu konuda yalan söylediklerini görünce dehşete düştüm. Ve bilim berbat olduğunda, yani sadece kötü yapıldığında, eğer yapmak istedikleri şeye uyuyorsa, bunu kullanacaklar." -Psikolog Paula Caplan (1162)

""Tanı Kriterleri.. DSM-I, DSM-II ve ICD-9'da açık kriterler sağlanmadığından, klinisyen 'tanı kategorilerinin içeriğini ve sınırlarını tanımlama' konusunda büyük ölçüde kendi başınadır. Buna karşılık, DSM-III, her bir tanının konulması için kılavuz olarak spesifik tanı kriterleri sağlar; çünkü bu tür kriterler, yargıçlar arası güvenilirliği arttırır. Bununla birlikte, kategorilerin çoğu için teşhis kriterlerinin klinik değerlendirmeye dayandığı ve henüz verilerle tam olarak doğrulanmadığı anlaşılmalıdır..." -Psikiyatrist Robert L. Spitzer

"Güvenilirlik anlaşma ve tutarlılık demektir; aynı hastayı gören farklı klinisyenler aynı teşhise varacak mı? Geçerlilik gerçek demektir. (...) Belirgin bir neden olmaksızın, [DSM-5] saha denemeleri (gerçekten kimin umurunda) güvenilirlik sorusunu ele alıyor ve (gerçekten önemli) geçerlilik soruları hakkında hiçbir şey sunmuyor." -Psikiyatrist Allen Frances (1162)

"Yalnızca geçerlilik (gerçek) önemlidir. Eğer tüm gözlemciler yanılıyorsa, onların tespitleri veya "teşhisleri", %100 mutabakata ve dolayısıyla %100 "güvenilirliğe" sahip olsalar bile yüzde sıfır geçerliliğe sahiptir. Örneğin, cadı duruşmaları sırasında, cadıların özelliklerini açıklayan bir kılavuz olan Cadıların Çekici'ndeki (Malleus Maleficarum) kriterleri bilen sorgulayıcılarkimin cadı olduğu konusunda %100 fikir birliğine sahip olabilirler; ancak büyücülük bir efsane olduğundan ve aslında cadı olmadığından, belirli kişilerin cadı olduğuna dair tespitleri, %100'ü aynı fikirde ve dolayısıyla %100 "güvenilirliğe" sahip olsalar bile, yüzde sıfır geçerliliğe sahiptir. Modern psikiyatrinin ve psikiyatrik "teşhis" ve "tedavi"ye tabi tutulanların içinde bulunduğu durum budur: Cadı yargılamalarının yapıldığı dönemdeki büyücülük kavramı kadar geçersiz olan akıl "hastalığı" veya "bozukluğu" kavramı da geçersizdir. (....) ....Psikiyatrik Faşizm Üzerine Notlar adlı makalesinde Don Weitz şöyle diyor: "DSM, İspanyol sorgulayıcıların cadıları ve kafirleri tanımlamak, hedef almak, damgalamak ve yakmak için kullandığı orta çağdaki Malleus Maleficarum'un eşdeğeridir."" (1162)

"Akıl "hastalığı" veya "bozukluk" kavramı, cadı yargılamaları zamanındaki büyücülük (/cadıcılık) kavramı kadar geçersizdir.." (1162)

"DSM'nin her bir basımının güçlü yanı 'güvenilirlik' olmuştur; her basım klinisyenlerin aynı terimleri aynı şekillerde kullanmasını sağlamıştır. Zayıflığı ise geçerliliğinin olmayışıdır." -Psikiyatrist Thomas Insel  (1162)

"...aslında DSM-5 "teşhis"inin yalnızca geçerliliği (validity) değil, aynı zamanda "güvenilirliği (reliability)" de yoktur. Herhangi bir alandaki bilim adamları "güvenilirlikten" (kendi aralarında anlaşma) yoksunsa, alan veya disiplin açıkça "geçerlilik"ten (doğruluk) yoksundur, bu da geçerlilik veya doğrulukla ilgili araştırmaları gereksiz kılar. Bunun psikiyatri için de geçerli olduğunu gösteren bir örnek, psikiyatristlerin 'James Holmes'un 2012'de Aurora, Colorado'da bir tiyatro salonunda 12 kişiyi öldürüp 70 kişiyi yaraladığında deli olup olmadığına' ilişkin ifadesidir. Associated Press'in bir haberine göre, "İfade veren psikiyatristlerden dördünden onun akıl sağlığını test etmesi istendi. İkisi onun aklı başında olduğunu, diğer ikisi ise onun deli olduğunu ilan etti."" (1162)

"Gönülsüz bağlılık kanunu tipik olarak taahhütlerin "yetkili psikiyatrik ifadeye" dayanmasını gerektirir. Örneğin, Teksas Anayasası Madde 1, Bölüm. 15-a, "Yetkili tıbbi veya psikiyatrik ifade dışında, hiç kimse akli dengesi yerinde olmayan bir kişi olarak suçlanamaz." Ancak, örneğin "yetkili astroloji tanıklığı" veya "yekili avuç içi okuyucusu tanıklığı" olmadığı gibi, "yetkili psikiyatrik tanıklık" diye bir şey de yoktur." (1162)

"....ruh sağlığı uzmanları "hukuk sisteminin onlardan gerçekleştirmelerini istediği sayısız görevi yerine getirmek üzere eğitilmiyorlar çünkü bu tür bir eğitimi destekleyecek hiçbir bilgi birikimi mevcut değil." (....) "....tıp fakültelerinde psikiyatrinin akreditasyonunu sanki diğer tıbbi uzmanlıklarla aynı konumdaymış gibi satın alıyoruz", "Yargıçlar ve jüriler, yani yalnızca halk, delilik, yeterlilik, rehabilitasyon, velayet, yaralanma ve sakatlık konularında psikolojik uzmanların yardımı ve onların sahtekarlık becerileri olmadan karar vermelidir." -Psikoloji profesörü Margaret A. Hagen (1162)

(Psikoloji profesörü Margaret A. Hagen ) "Psikiyatristler ve psikologlar gibi ruh sağlığı uzmanlarının mahkemedeki ifadelerinin "mahkemelerimizin talep ettiği bilirkişi ifadelerinin mevcut kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaya bile yaklaşmadığını" söylüyor. (....) Mahkemede "uzman" tanık olarak psikiyatristler ve psikologlar hakkında "Mahkeme salonundaki teşhis uzmanlarının teşhislerine ulaşırken gerçekliğin en ufak kısıtlamalarını bile göz ardı etmeleri gerçekten korkutucu" diyor. Psikiyatrist ve psikologların mahkemede bilirkişi olarak kabul edilmesiyle "Toplumun kendi canavarını yarattığını" söylüyor." (1162)

"Yetkili astroloji tanıklığı" ya da "yetkili avuç içi okuyucusu tanıklığı" olmadığı gibi, "yetkili psikiyatrik tanıklık" diye bir şey de yoktur.." (1162)

"Oregon Üniversitesi'nin psikoloji bölümünün eski başkanı ve Oregon Psikoloji Derneği'nin eski başkanı ve Carnegie-Mellon Üniversitesi'nde psikoloji profesörü olan Robyn M. Dawes, Kartların Evi: Efsaneye Dayalı Psikoloji ve Psikoterapi adlı kitabında,"psikiyatrik ve psikolojik "teşhis"in 'geçerli olmadığı halde geçerli olduğunu' kabul ederek ne kadar büyük bir canavar yarattığımızı" açıklamaktadır ve Psikolojik testlere yönelik eleştirisinde şunu söylüyor: "Burada okuyucuya bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Profesyonel bir psikolog sizi risk altında olduğunuz bir durumda "değerlendiriyorsa" ve sizden mürekkep lekelerine veya eksik cümlelere yanıt vermenizi veya herhangi bir şeyin çizimini yapmanızı istiyorsa, o psikoloğun ofisinden çıkın. Böyle bir incelemeye girmek, tamamen geçersiz gerekçelerle hakkınızda ciddi bir karar verilmesi tehlikesini doğurur.... Neler olabileceğine dair bir örnek paylaşayım -oldu." IQ'sunu 126 olarak test ettiği ve onu doksan beşinci yüzdelik dilime yerleştirdiği, yani zekasının nüfusun %5'i dışında hepsinden üstün olduğu genç bir kadının gerçek hikayesini anlatmaya devam ediyor ve Rorschach mürekkep lekesi testi olarak bilinen tek bir mürekkep lekesini yorumlaması nedeniyle istemsiz olarak bir devlet akıl hastanesine yatırılması gerektiğine karar verildi (hastaneye kaldırıldı). 41 mürekkep lekesi yorumunun 40'ı makul olsa da, sekiz numaralı mürekkep lekesinin başka hiç kimseye ayıya benzemediğini düşünüyordu. Dr. Dawes, bir klinik personel toplantısında "baş psikolog, toplanan herkese sekiz numaralı kartı gösterdi ve retorik bir şekilde sordu: 'Bu sana ayı gibi mi görünüyor?'"  Bu mürekkep lekesi yorumuna dayanarak genç kadına şizofreni "teşhisi" konuldu ve ...."İtirazım üzerine personel ayrıca, eğer ebeveynleri onu geri getirirse, doğrudan yakındaki devlet hastanesine gönderilmesi konusunda da anlaştılar... tek bir Rorschach tepkisine dayanarak o yılan çukurunda hapis cezasına çarptırılmış olabilir. Bir kişinin mürekkep lekesinde gördüğü şey yüzünden gönülsüzce akıl hastanesine yatırılmak mı?.. Bu tür gözlemlerden dolayı Dr. Dawes Önsöz'de şöyle diyor; "Bu kitabı yazma kararım özellikle iki faktörden kaynaklandıöfke ve sosyal yükümlülük duygusu... Psikolojideki profesyonel uygulamaların çok fazlası, doğru olmadığı bilinen ilkeleri benimseyerek ve geçersiz olduğu bilinen teknikleri kullanarak büyümüş ve statü kazanmıştır." (1162)

"Psikiyatristler ve psikologlar gibi akıl sağlığı profesyonellerinin mahkeme salonundaki ifadeleri konusunda Boston Üniversitesi psikoloji profesörü Margaret A. Hagen'e (yukarıda alıntılanan) tüm kalbiyle katılıyor ve şöyle diyor: "Peki onlar gerçekten iddia ettikleri uzmanlar mı?... Onların görüşleri mahkemelerimizde başkalarının görüşlerinden daha geçerli olarak kabul edilmeli mi? Özellikle onların görüşleri, zorlu sosyal kararlar vermek üzere hukuki sicillerine göre seçilen hakimlerin görüşlerinden daha mı iyi? Örneğin bu ruh sağlığı uygulayıcılarıküçük bir çocuğun cinsel istismara uğrayıp uğramadığını, onların görüşleri dikkate alınmaksızın kanıtların dikkatli bir şekilde değerlendirilmesinden daha iyi bir şekilde tespit edebilir mi? Bu sorular sıklıkla psikologlar tarafından oldukça kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Artık bu soruların cevabının hayır olduğunu gösteren etkileyici bir araştırma kanıtı var... Profesyonel psikologlar ve diğer akıl sağlığı uzmanları genellikle ifade vermeye isteklidirler ve yaptıklarının geçerli olduğuna dair herhangi bir kanıt olmadığında, başkalarının hayatları üzerinde derin bir etkiye sahiptirler... Bu tür deliller olmadığı için mahkemeden atılmalılar." (1162)

"... DSM-5'i okurken aldığım kahkahalar kitaba ödediğim 149 dolara değdi. Ancak psikiyatrik ve psikolojik "teşhis"in sonuçları çoğu zaman gülünecek bir konu değildir. DSM-5 de dahil olmak üzere DSM'nin çeşitli basımlarının yazarları saçma bir kitap yazmışlar, ancak onların "teşhisleriAmerikan mahkemelerinde ve başka yerlerde geçerli kabul ediliyor. DSM'deki "zihinsel bozukluklardan" birine çok sık sahip olmak, yaşamı değiştiren bir psikiyatrik "teşhis" ile ömür boyu hapisle veya istemsiz ayakta tedavi veya tıp fakültesine veya başka bir okula kabul edilme veya kazançlı bir meslekte lisans almaya hak kazanma veya bir işe alınma gibi hayatın en önemli fırsatlarının çoğunun kaybı ile sonuçlanır." (1162)

"Amerikan Psikiyatri Birliği'nin Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'ndaki psikiyatrik tanıların güvenirliği ve geçerliliğinin olmayışı ve saçma kavramların gözden geçirilmesi, psikiyatrik tanının beyin de dahil olmak üzere sağlıkla, vücuttaki anormal herhangi bir şeyle, bilimle ve çoğunlukla sağduyuyla hiçbir ilgisi olmadığını ve her şeyin bir kişinin ideal olarak nasıl olması gerektiğiyle ilgili şu anda geçerli olan fikirlerle ilgisi olmadığını gösterir. DSM'nin çeşitli basımlarını yazanlar ve onu "teşhis" amacıyla kullananlar tarafından algılanmaktadır. Sonuç olarak şudur: Psikiyatrik "tanı" saçmalıktır ve herkes tarafından göz ardı edilmelidir. Eyalet ve federal kanunların ve mahkeme kararlarının temelini oluşturan psikiyatrik "teşhis", sahte bilimin adalet üzerindeki zaferidir." (1162)

"....Bayan Spears'ın özerkliğini elinden almasını sağlayan şey psikiyatriydiPsikiyatri ve mahkeme elbette. (....) .... mahkemeBritney'nin seçtiği avukatın 'görmesine bile izin verilmeyeceğini belirten gizli bir psikiyatrik raporu öne sürerek' Britney'nin onu seçme hakkını reddetti. Sözüm ona hayırsever bir hukuki süreç aracılığıyla Bayan Spears'a uygulananlarpsikiyatrinin bunu mümkün kılması da dahil olmak üzere koruyuculuk /vesayet sürecindeki birçok sorunun simgesidir. (....) Bayan Spears'a yakın zamanda 'kendi avukatını seçmesine izin verildi' ve benim fikrime göre, 'bu hakkın reddedilmesine ilişkin kamuoyu incelemesi ve kargaşa olmasaydı', bunun gerçekleşmeyeceğine hiç şüphem yok. (...) İnsanları mahveden gizli psikiyatrik raporlar ....." (1164)

"Zyprexa Belgelerinin yaklaşık yarısı, Eli Lilly'ninZyprexa'nın diyabete ve diğer metabolik sorunlara yol açtığını ve bunu alan kişilerin büyük bir kısmında aşırı kilo alımı da dahil olmak üzere, en başından beri bildiğini kanıtlayan belgeleri gizli tutmak için mahkemeyi kullanmasıyla ilgili. Bu gizlilik on binlerce insanı öldürdü." (1164)

"...hastalara yalnızca seçici verilerin sunulduğu ve şiddet, saldırganlık ve intihar gibi psikiyatrik tedavilerin etkilerinin örtbas edildiği, hatta gizlendiği ruh sağlığı alanında şeffaflığın bulunmadığı da ortaya çıktı." (1183)

"Psikiyatride seçenek yoktur. Doktorların, zorla tedavinin günün gündemi olduğu ve kişi buna uymadığı takdirde gardiyan olacağınız bir mesleğe yönelmek istememeleri şaşılacak bir şey değil. Üstelik psikiyatrinin hiçbir bilimsel ya da tıbbi temeli yok ve genç doktorlar da bunun farkına varıyor. ” -CCHR sözcüsü Brian Daniels (1183)

 "İnsanlar üzerinde psikiyatriden uzak durmaları yönünde güçlü bir baskı var ve bundan kaçınmanın en kesin yolu kendilerinden bekleneni yapmak ve çenelerini kapalı tutmaktır. Psikiyatrinin gizli ya da dolaylı sosyal kontrol işlevi burada yatıyor." – Leonard Roy Frank (1158)

"Polislerin yerini ruh sağlığı çalışanlarıyla değiştirin!Bu gerçekten iyi niyetli bir ifade, ancak mevcut akıl sağlığı sistemi aynı zamanda beyazların hakim olduğu, şiddet içeren, zorlayıcı ve açıklanamaz bir yapıdır ve beyaz olmayan insanlara orantısız bir şekilde zarar verir." – Morgan M.Page (1158)

".... 2004 yılında yapılan bir araştırma'doktorların Siyah hastaları Beyaz hastalara kıyasla dört kat daha sık "şizofreni" ile etiketlediğini' ortaya çıkardı. Siyah hastalar daha çok şiddet yanlısı olarak tanımlanıyor ve daha yüksek dozda nöroleptik ilaç reçete ediliyordu. Araştırmacılar, Siyah gazilerin Beyaz gazilerden daha hasta veya daha şiddetli olduğuna dair hiçbir kanıt bulamadı. Farkı açıklayan tek faktör 'ırk'tı." (1158)

"....Hem cezaevinde hem de psikiyatri hastanelerinde yatış deneyimi yaşayanların çoğu polisi tercih ediyor. Psikiyatrik hayatta kalanlar zorla hastaneye kaldırılmalarını işkence olarak tanımladılar. Birçoğu, tecavüze benzer bir süreç olarak tanımlanan, kişinin içsel varlığını istila eden zihin değiştiren maddelerin zorla enjekte edilmesinden ziyade copla dövülmeyi tercih ediyor." – Noel Hunter (Noel Avcısı) (1158)

"Psikiyatrik bozukluğu olan bir kişiyi dövmek, baskı mağdurunu 'zihinsel düzeltmeye' ihtiyaç duyan kusurlu bir bireye dönüştürür.." (1158)

"Psikiyatri kurumları aslında hapishane devletinin bir parçasıdır. İnsanları kontrol altına almakkontrol alanlarını ortadan kaldırmak, gözetim sağlamak, onları topluluklarından izole etmek ve özgürlüklerini sınırlamak için çalışan birçok sistemin parçasıdırlar." – Stefanie Lyn Kaufman-Mthimkhulu (1158)

" Birleşik Devletlerde.. 2015 ve 2016 yıllarında polise yapılan silahlı saldırıların dörtte biri akıl hastalığı olan bir kişi tarafından gerçekleştirildi. Maine'de 2000 ile 2011 yılları arasında polis tarafından vurulan kişilerin neredeyse yarısında akıl hastalığı vardı. 2005 ile 2013 yılları arasında San Francisco'da polis tarafından öldürülen insanların neredeyse yüzde 60'ında "olayda rol oynayan bir faktör olan" akıl hastalığı vardı." (1158)

"Psikiyatrik bir 'bozukluk' etiketi taşıyan herkesin ziyaretçi olarak bile ABD'ye girişi reddedilebilir. (...) ...ve polisin 'akıl hastası' olarak etiketlenen kişileri öldürme olasılığı 16 kat daha fazla." (1158)

"Psikiyatristler, hastaların kendileri için neyin iyi olduğunu bilmedikleri gerekçesiyle, kişinin iradesi dışında ilaç ve elektrokonvülsif şok kullanılmasını meşrulaştırmaktadır. Bu açıklama mağdurun itirazıyla 'doğrulanıyor' çünkü (iddiaya göre) kendileri için neyin iyi olduğunu bilen hastalar protesto etmiyor." (1158)

"Psikiyatristler birisini 'akıl hastası' olarak etiketlediğinde, bu kişinin itirazları inkar olarak değerlendiriliyor. Kişi hasta olarak etiketlendi, dolayısıyla hasta olması gerekiyor çünkü sistem sorgulanamıyor. Hastalıklarını itiraf edene kadar serbest bırakılamazlar.(1158)

"Kapitalist yönetimi sürdürmek için, muhalefeti suç saymak için polisi, bunu tıbbileştirmek için de psikiyatristleri kullanarak insanların daha iyi bir yaşam beklentilerini sınırlamak gerekiyor." (1158)

"...protestocunun tişörtünde şu sözler yer alıyor: "Geçmişi hatırlayamayanlar onu tekrarlamaya mahkumdur." Konuşmacıların birçoğu modern "akıl sağlığı" mevzuatını Alman Nazilerinin zulmüne benzetti.." (1161)

"Psikiyatrik ilaçlar değersizdir ve çoğu zararlıdır. Birçoğu alışılagelmiş dozlarda kalıcı beyin hasarına neden olur. Psikiyatrik ilaçlar ve bunların tanıtımını yapan meslek sağlığınız için tehlike oluşturur." (1160)

"Psikiyatrik İlaçlar: Beynin Tehlikeleri adlı kitabında, psikiyatrist Peter Breggin, MD, beyin hasarına neden olan ilaçları kullanarak "Psikiyatrinin dünyada yılda 1 milyon ila 2 milyon kişiye ulaşan bir nörolojik hastalık salgını başlattığını" iddia ediyor." (1160)

"....psikiyatristler nöroleptikler, antidepresanlar, elektrokonvülsif beyin yıkama (elektroşok) ve psikocerrahi (lobotomi) gibi beyni işlevsizleştiren tedavileri teşvik edip reçete ederek dünya çapında bir beyin hasarı salgınına neden oldular." (1167)

"Psikiyatri ilaçlarının tümü veya neredeyse tamamı gibi, hafif sakinleştiriciler de hiçbir şeyi iyileştirmez, yalnızca beyni işlevsiz hale getiren ilaçlardır. Bir klinik çalışmada Halcion alan kişilerin yüzde 70'inde "hafıza kaybı, depresyon ve paranoya gelişti. (...) 17 Şubat 1992 tarihli Newsweek'e göre, "Dört ülke ilacı doğrudan yasakladı." (...) Psikiyatrist Peter BregginToksik Psikiyatri adlı kitabında küçük sakinleştiricilerden bahsederken şöyle diyor: "Psikiyatrik ilaçların çoğunda olduğu gibi, ilacın kullanımı da sonuçta ilacın iyileştirmesi gereken semptomların artmasına neden oluyor. " (1160)

"Başlıca sakinleştiriciler son derece zehirli ilaçlardır; vücudun çeşitli organlarına zehirlidirler. Bunlar özellikle güçlü nörotoksinlerdir ve sıklıkla beyinde kalıcı hasara neden olurlar... Düşük dozda, kısa süreli kullanımda tardif diskinezi gelişebiliyor... tardif diskinezi ile ilişkili demans (yüksek zihinsel işlevlerin kaybı) genellikle geri döndürülemez... Psikiyatrinin, başlıca sakinleştiricilerle yapılan tedavinin bir sonucu olarak milyonlarca hastada geri dönüşü olmayan lobotomi etkilerine, psikoza ve demansa yol açtığına dair kanıtları göz ardı etmesinden daha fazla üzüldüğüm veya bu kadar dehşete düştüğüm çok nadir olmuştur." -Psikiyatrist Profesör Peter Breggin (1160)

"Psikiyatri profesörü Richard Abrams, MD, "Trisiklik Antidepresanların...  klorpromazinin [Torazin] küçük kimyasal modifikasyonları olduğunu ve potansiyel nöroleptikler olarak tanıtıldığını" belirtti. (...) Dr. Breggin, Psikiyatrik İlaçlar: Beynin Tehlikeleri adlı kitabında antidepresanları "Kılık değiştirmiş Başlıca Sakinleştiriciler" olarak adlandırıyor. (...) Psikiyatrist Mark S. Gold, MD, 'antidepresanların geç diskineziye neden olabileceğini' söyledi." (1160)

"Klinik deneyimlerimde defalarca, ağır sakinleştiricilerin kendilerine dayatılmasıyla aşırı ıstırap ve öfkeye sürüklenen hastalara tanık oldum... Rutin hastane uygulamalarında sorun o kadar büyük ki, hastaların büyük bir yüzdesi ilaçları almadan önce zorla kas içi enjeksiyonla tehdit edilmek zorunda kalıyor. " -Psikiyatrist Profesör Peter Breggin (1160)

"Psikiyatrik ilaçların faydalı olduğunu gösteren çalışmaların mesleki önyargılardan dolayı güvenilirliği şüphelidirPsikiyatrik ilaçların tümü veya neredeyse tamamı nörotoksiktir ve bu nedenle ağız kuruluğu, bulanık görme, baş dönmesi, denge kaybı, uyuşukluk, düşünme güçlüğü, adet düzensizlikleri, idrar retansiyonu, kalp çarpıntısı ve nörolojik işlev bozukluğunun diğer sonuçları gibi semptom ve sorunlara neden olur. Günümüzün psikiyatrik ilaçlarının tek gerçek etkileri olmasına rağmen psikiyatristleraldatıcı bir şekilde bu etkileri "yan etkiler" olarak adlandırmaktadır. (...) Bu semptomlar (veya bunların yokluğu), sözde çift-kör ilaç denemelerinde psikiyatrik ilaçları değerlendiren psikiyatristler için açık olduğundan, ilaç denemeleri aslında çift-kör değildir ve bu da psikiyatrik ilaçların tarafsız bir şekilde değerlendirilmesini imkansız hale getirmektedir. Bu, profesyonel önyargının sonuçları çarpıtmasına izin verir. (1160)

"Anti-depresan ilaçlar gerçekten de söylendiği kadar etkili olsaydı, depresyon nedeniyle hastaneye başvuru oranlarının, mevcut oldukları yirmi yıl içinde kesinlikle düşmüş olması gerekirdi. Ne yazık ki bu gerçekleşmedi... Pek çok deneme, trisikliklerin plasebolardan sadece marjinal olarak daha etkili olduğunu ve hatta bazıları bunların sahte tabletler kadar etkili olmadığını buldu." -Dr. Andrew Stanway (1160)

"En sık kullanılan majör antidepresanlarla ilgili belirtilmesi gereken en temel noktaspesifik bir antidepresan etkisinin bulunmamasıdır. Çok yakından ilişkili oldukları başlıca sakinleştiriciler gibi, oldukça nörotoksiktirler ve beyni işlevsizleştirirler ve etkilerini normal beyin fonksiyonunun bozulması yoluyla elde ederler.... Sadece ilaç savunucularının "klinik görüşleri" antidepresan olarak adlandırılan ilaçların herhangi bir antidepresan etkisini desteklemektedir." -Psikiyatrist Profesör Peter Breggin (1160)

"Lityumun, ruh hali sürekli olarak neşeliden umutsuzluğa ve sonra tekrar neşeye dönen insanlar için faydalı olduğu söyleniyor. Psikiyatristler buna manik-depresif bozukluk ya da bipolar duygudurum bozukluğu diyorlar." (1160)

"Majör ve minör sakinleştiriciler ve sözde antidepresanların uyku ilacı olarak faydalı olduğu iddiasının aksine, bunların gerçek etkisi gerçek uykuyu engellemek (block) veya kısıtlamaktır (inhibit)." (1160)

"Uyku ilaçları veya sakinleştiriciler olarak tanıtılanlar da dahil olmak üzere çoğu psikiyatrik ilaç, uykunun bu kritik rüya aşamasını engelleyerek uykuya benzeyen ama aslında uyku olmayan rüyasız bir bilinçdışı durumu tetikler." (1160)

"Doktor tavsiyesi olmadıkça ve art arda 10 geceden fazla uyku hapı almayın. Uykuyu tetikleyen ilaçlaretkinliğini kaybetmesi ve bağımlılık yaratmasının yanı sıra, ruh sağlığı için gerekli olan uykunun rüya evresini de azaltır veya engeller."  (1160)

"Uyku sırasında, özellikle de rüya görme dönemlerinde, beyinde gün içinde tüketilen proteinler ve diğer kimyasallar yenilenir." - Profesör Peter Russell  (1160)

"Normal insanlar üzerinde yapılan uyku yoksunluğu deneyleri, uyku kaybının yeterince uzun süre devam etmesi durumunda halüsinasyonlara neden olduğunu göstermektedir."  (1160)

"Büyük sakinleştirici/antipsikotik/nöroleptik ilaçlar olarak adlandırılan ilaçlar, beyne psikiyatride kullanılan diğer ilaçlardan çok daha belirginciddi ve kalıcı hasar verir." (1160)

"...nöroleptik ilaçların beyin fonksiyonunda neden olduğu uzun süreli ve bazen geri dönüşü olmayan bozuklukların giderek daha fazla tanınması, bu örnekte beyin hasarının kanıtı çok ince değil, sıradan bir gözlemci için bile oldukça açıktır!"-Psikiyatri Profesörleri Joyce G. Small, MD ve Iver F. Small MD (1160)

"Nöroleptikler psikotik kaygıyı hafifletirken, bunların sakinleştirilmesi, inisiyatif, duygusal tepkisellik, coşku, seksilik, uyanıklık ve içgörü gibi kişiliğin ince ayrıntılarını köreltir... Bu, yan etkilere ek olarak, genellikle kalıcı olabilen ve dolayısıyla beyin hasarının kanıtı olan istemsiz hareketlerdir." -Psikiyatri Profesörü Conrad M. Swartz Ph. D. , MD  (1160)
 
"1985 yılında Mental and Physical Disability Law Reporter'da yayınlanan bir rapor, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki mahkemelerin nihayet sözde büyük sakinleştirici/antipsikotik/nöroleptik ilaçların istem dışı uygulanmasını Birinci Değişiklik haklarını da kapsayacak şekilde değerlendirmeye başladıklarını gösteriyor. "Çünkü... antipsikotik ilaçlar, bireyin düşünme ve iletişim yeteneğini ciddi ve hatta kalıcı olarak etkileme kapasitesine sahiptir. "" (1160)

"Bu dönem, nöroleptiklerin yalnızca şizofreniyi tedavi etmekle kalmayıp aynı zamanda beyinde hasara da yol açtığına dair farkındalığın arttığı döneme denk geldi. Zaten toplumun dışında kalan hastaları gibi bunları kullanan psikiyatristlerin birdenbire Nazizm ve daha kötüsünden şüphelenilmeye başlandı." (1160)

"Ağır vakalardanöroleptik ilaçlardan kaynaklanan beyin hasarı, tardif diskinezi adı verilen anormal vücut hareketleri ile kanıtlanır. Ancak tardif diskinezinöroleptiklerin neden olduğu beyin hasarı buzdağının yalnızca görünen kısmıdır." (1160)

"Geç diskineziyi önlemenin en iyi yolu antipsikotik ilaçlardan tamamen kaçınmaktır. Şizofreni tedavisi dışında bu ilaçlar art arda iki veya üç aydan fazla kullanılmamalıdır. Suç olan, almaması gereken çok fazla hastanın antipsikotik almasıdır." - Psikiyatri profesörü Jerrold S. Maxmen, MD (1160)

"Sözde hastalar neden böyle bir "ilacı" kabul ediyorlar? Bazen bunu, psikiyatristlerinin "ilaç" alma tavsiyesine uyarak kendilerinin maruz kaldığı nörolojik hasar konusunda bilgisiz oldukları için yaparlar. Ancak çoğu zaman olmasa da çoğu zaman, nöroleptik ilaçlar kelimenin tam anlamıyla "hastalarınbedenlerine kendi istekleri dışında zorla sokuluyor." (1160)

"Psikiyatrik bir ilacın zorla uygulanması (veya elektroşok gibi sözde tedavi), fiziksel ve ahlaki açıdan tecavüzle karşılaştırılabilecek bir tür tiranlıktır. " (1160)

"...Cinsel tecavüz durumunda sıvı menidirPsikiyatrik tecavüz durumunda sıvı Thorazine, Prolixin veya başka bir beyin işlevsizleştirici ilaçtır. Bedensel saldırı gerçeği her iki durumda da benzerdir, olmasa da (açıklayacağım nedenlerden dolayı) psikiyatrik tecavüz durumunda aslında daha kötüdür." (1160)

ster psikiyatrik hastalık, ister psikiyatrik tedavi olarak adlandırılsın, şiddet şiddettir."-Psikiyatri profesörü Thomas Szasz (1160)

"Hastaneye kaldırılmayan" (yani hapsedilen) bazı kişileriki haftada bir Prolixin gibi uzun etkili bir nöroleptiğin enjeksiyonu için, hapis (hastaneye yatırılma) tehdidiyle ve buna uymazlarsa ilacın zorla enjekte edilmesi tehdidiyle bir doktorun muayenehanesine başvurmak zorunda kalıyor." (1160)

"Psikiyatrik tecavüz neden cinsel tecavüzden daha kötü? (....) En önemli ve en mahrem yeriniz bacaklarınızın arası değil, kulaklarınızın arasıdır. Beyni sakatlayan veya beyne zarar veren bir "tedavinin" (psikoaktif ilaç veya elektroşok veya psikocerrahi gibi) istem dışı uygulanması gibi bir kişinin beynine saldırı, cinsel tecavüzden daha mahrem ve ahlaki açıdan daha korkunç bir suçtur. Psikiyatrik tecavüz, ahlaki açıdan cinsel tecavüzden daha kötü bir suçtur; bunun başka bir nedeni de vardır: Psikiyatrinin biyolojik "terapilerinin" istemsiz uygulanmasıbeyin fonksiyonlarında kalıcı bozulmaya neden olur. (....) 1990 yılında bir TV talk programında Ph. D. psikanalist Jeffrey Masson, 'bu tür "terapilerden" sorumlu olanların bir gün "Nürnburg duruşmalarıylakarşı karşıya kalacağını umduğunu' söyledi." (1160)

"...beyne zarar veren (sözde) nöroleptik/antipsikotik ilaçlar, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinde zihinsel olarak sağlıklı yaşlı insanlara rutin olarak - istemsiz olarak - verilmektedir." (1160)

"...Araştırmacılar, ilaçlarınasi hastaları sakinleştirmenin bir yolu olan kimyasal deli gömleği gibi kurumlar tarafından yaygın olarak kullanıldığından şüpheleniyorlar." (1160)

"Huzurevlerinde tekerlekli sandalyelerinden zar zor çıkabilen ve nöroleptik/antipsikotik ilaç verilen iki zayıf yaşlı adam örneğini biliyorum. (...) Her ikisi de o kadar fiziksel engelliydi ki kimse için tehlike oluşturmuyorlardı. Ancak her ikisi de kendilerine nasıl kötü davranıldığından acı bir şekilde şikayet etmeye cesaret ettiğinde.. Her iki vakada da huzurevi personeli bu şikayetlere Haldol enjeksiyonu ile yanıt vererek bu adamları zihinsel olarak sakatladı ve böylece şikayet etmelerini imkansız hale getirdi. Bu zararlı ilaçlarınpsikiyatrik sorunu olmadığı düşünülen huzurevi sakinlerinde kullanılması, asıl amacının tedavi değil kontrol olduğunu göstermektedir. Nöroleptik ilaçlara yönelik terapötik iddialar, gerçeklere dayanmayan rasyonelleştirmelerdir." (1160)

"Psikotrop ilaçların nasıl çalıştığı net değil." -Psikiyatri profesörü Jerrold S. Maxmen (1160)

"Doğrulanmamış çeşitli teori ve iddialara rağmen psikiyatristler kullandıkları ilaçların biyolojik olarak nasıl çalıştığını bilmiyorlar. (...) Deneyimler, günümüzde yaygın olarak kullanılan tüm psikiyatrik ilaçların etkisinin, beyni genel anlamda devre dışı bırakmak olduğunu göstermiştir." (1160)

"Günümüzün sözde ruhsal hastalıklarının hiçbirinin fiziksel bir nedeni bulunamamıştır.(...) ....psikiyatri ilaçlarının etki şekilleri bilinmemektedir; ancak psikiyatrik ilaçların savunucuları ve eleştirmenleri, bunların 'beyindeki nöroreseptörleri bloke ederek normal beyin işleyişini engellediğini' öne sürmektedir. (...) Psikiyatrik ilaçlar normal biyolojik fonksiyona, yani normal nöroreseptör fonksiyonuna müdahale eder. (....) Psikiyatri ilaçları normalde vücutta bulunmaz. (...) Psikiyatrik ilaçların tam tersi bir etkisi vardır: Kişinin ilacın yokluğunda sahip olacağı (zihinsel) yetenekleri ortadan kaldırır.(...) Psikiyatrik ilaçlar beyni ve dolayısıyla zihni devre dışı bırakır; zihin gerçek benliğin özüdür." (1160)

"Kamu ruh sağlığı sistemi, onları etkisiz ama son derece zararlı ilaçları almaya zorlayarak büyük bir kronik akıl hastası sınıfı yaratıyor." (1163)

"Modern psikiyatrinin hiçbir rasyonel veya bilimsel temeli yoktur."  - Avustralyalı psikiyatrist Dr. Niall ("Jock") McLaren (1165)

"İnsan zihnine uygulanan her türlü zorbalığa karşı, Tanrı'nın sunağı üzerine sonsuz düşmanlığa yemin ettim." -Thomas Jefferson, 23 Eylül 1800 (1165)

"Psikiyatrik İlaçlar Büyük Bir İş Alanıdır ve Psikiyatriye /İlaç Endüstrisine Yılda 84 Milyar Dolar kazandırıyor.." (1170)

"İnsanların psikiyatrik ilaç almasının temel nedeni, onlara 'psikiyatrik bozukluk' adı verilen 'tıbbi bir durum' olduğuna inanmanın öğretilmesidir, bu da onu tedavi etmek için ilaç almayı haklı çıkarır. Bu harika bir pazarlama kampanyası ama bilim değil." (1170)

"Kokain, alkol, esrar veya eroin olsun, herhangi bir ilaç davranışı veya ruh halini değiştirir. Bu, kokain kullanırken farklı davranan veya farklı hisseden birinin bunu (daha sonra kokainin düzelttiği bir kokain dengesizliğine sahip olduğu için) yaptığı anlamına gelmez. Bu, ilaçların ruh halini, duyguyu ve davranışı değiştirdiği anlamına gelir. Ancak ilaçların yasa dışı kullanımı evrensel olarak hoş karşılanmasa ve insanların sorunlarıyla baş etmelerinin kötü bir yolu olarak görülse de, psikiyatrik ilaçlar "iyi" ilaçlar olarak tanıtılıyor, birçoğunun kokain veya eroinden daha fazla bağımlılık yapıcı olmasına ve LSD, eroin ve crack kokain gibi sert sokak uyuşturucularıyla rekabet edebilecek yan etkilere sahip olmasına rağmen." (1170)

"Artık kimseye psikiyatrik ilaç önermiyorum. (...) Önce sakinleştiricilerden, sonra antidepresanlardan, sonra da tüm psikiyatrik ilaçlardan vazgeçtim. Tüm psikoaktif maddelere ve biyolojik tedavilere yön veren belirli genel ilkeler olduğunu öğrendim. (....) Genel İlkeler; "Akıl hastalıkları", hatta ciddi olanları bile ilişkiseldir (aynı zamanda manevi de derdim). Psikiyatri neredeyse tamamen biyolojiye odaklanarak kendisini giderek önemsiz hale getiriyor.. ; Psikoaktif maddeler en iyi ihtimalle geçici bir rahatlama sağlar, ancak uzun vadede her zaman işleri daha da kötüleştirir. Dikkatleri gerçek sorunlardan uzaklaştırarak doğrudan (kimyasal) ve dolaylı olarak işleri daha da kötüleştirirler.. ; Psikoaktif maddelerin tamamında geri tepme ve yoksunlukla ilgili sorunlar vardır. Genel olarak psikiyatrik ilaçların kesilmesi sırasındaki "nüksetmeoranları, ilacın hiç alınmamış olması durumunda beklenenden yaklaşık 10 kat daha yüksektir.. ; Bütün biyopsikiyatrik tedavilerin ortak bir etki mekanizması vardır; normal beyin fonksiyonunun bozulması" (Peter Breggin, MD, Psikiyatride Beyin Engelleyici Tedaviler). İlaçlar asla dengesizlikleri düzeltmezBeyni asla geliştirmezlerBeyni bozarak ve duyguları çeşitli şekillerde bastırarak "çalışırlar" -Psikiyatrist Douglas C. Smith, MD (1166)

**Antidepresan ve Antipsikotik ilaçlar ile ilgili yapılan bazı uyarı ve çalışmalar..

NOT: Aşağıdaki Antidepresan ve Antipsikotik ilaçlar ile ilgili yapılan bazı uyarı ve çalışmalarda birden fazla yan etkinin belirtildiğini unutmayın; dolayısıyla aşağıdaki listeler toplam uyarı ve toplam çalışma sayısına eşit olmayabilir. Ayrıca  ("2004 ve 2012 yılları arasında FDA'nın Olumsuz Olay Raporlama Sistemine (MedWatch) rapor edilen antidepresanlar ve antipsikotiklerle bağlantılı Olumsuz İlaç Reaksiyonları olmuştur. FDA, 'tüm ciddi olayların %1'den azının kendisine rapor edildiğini' tahmin etmektedir, bu nedenle ortaya çıkan gerçek yan etkilerin sayısı kesinlikle daha yüksektir. (1078),(1079)") Bu nedenle buradaki yan etki ve çalışma listeleri eski yıllara ait olabilir, örneğin 2004-2012 /2013,2014,2015 vb yılları arası gibi.. Yeni yan etki ve çalışma listeleri daha fazla olabilir, bu yüzden buradaki eski yan etki ve çalışma listelerine yenileri eklenmiş olunabilir. Bunun için detaylı bir araştırma gerekebilir.. Hangi rahatsızlık/hastalık için kaç uyarı verilmiş ve kaç çalışma yapılmış, bölümlerde /kaynağında okuyabilir ve yeni yan etki ve çalışmalar için kendinizde araştırmalarda yapabilirsiniz..

"Antidepresan Uyarıları.. 11 ülkeden (Avustralya, Kanada, Danimarka, Almanya, İrlanda, İtalya, Japonya, Yeni Zelanda, Rusya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ve Avrupa Birliği'nden antidepresanların zararlı yan etkilere neden olduğuna dair uyarıda bulunan 151 ilaç düzenleme kurumu uyarısı bulunmaktadır.. 

-İntihar riski veya intihar davranışı, Kardiyovasküler rahatsızlıklar, Kalp sorunları, Serotonin Sendromu, Tansiyon değişikliği /yüksek /düşük tansiyon, Yenidoğan komplikasyonları, Doğum kusurları, Düşmanlık veya saldırganlık, Ajitasyon, Karaciğer sorunları, Yoksunluk reaksiyonları, Anormal kanama, İstemsiz hareketler, Kendine zarar verme, Kan bozuklukları, Anksiyete, Halüsinasyon, Mani veya psikoz, Nöbet veya kasılmalar,  Göz sorunları, Alerjik reaksiyonlar, Mide-bağırsak sorunları, Etkinliğin azalması, Kas sorunları, Cilt rahatsızlıkları, Anormal davranışlar, Ölüm veya ölüm riskinin artması, Sinir sistemi bozuklukları Nöroleptik Malign Sendromu (hayatı tehdit eden nörolojik bozukluk), Cinsel işlev bozukluğu,  Uyku sorunları, Şiddet, Depresyon, Kalp krizi,  Sinirlilik, Düşme riski, İnme, Bebeklerde yoksunluk belirtileri, Doğum komplikasyonları, Koma, Diyabet, Cinayet düşüncesi, Gebelik komplikasyonları, Erken doğum, Kırık riski, Kilo alma"  (1078)

"Antidepresan Çalışmaları.. 35 ülkeden (Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya, Kanada, Çin, Kolombiya, Hırvatistan, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Macaristan, İzlanda, Hindistan, İran, İrlanda, İsrail, İtalya, Japonya, Kore, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, Suudi Arabistan, İskoçya, Singapur, İspanya, İsveç, İsviçre, Tayvan, Türkiye, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) antidepresan ilaçların zararlı yan etkilere neden olduğunu göstermektedir.. 

-Yenidoğan komplikasyonları, İntihar riski veya girişimi, Kardiyovasküler bozukluklar, Anormal kanama, Doğum kusurları, Etkinlik eksikliği, Ölüm veya ölüm riskinin artması, Düşme riski, Antidepresanların kalp sorunları, Kırık riski, Cinsel işlev bozukluğu, Gebelik komplikasyonları, Gastrointestinal sorunlar, Doğum komplikasyonları, İstemsiz hareketler, Erken doğum, Sinir sistemi bozuklukları, İnme, Diyabet, Göz sorunları, Kemik kütlesinin azalması, Yoksunluk reaksiyonları, Kan bozuklukları, Şiddet, Gelişim bozuklukları, Düşmanlık veya saldırganlık, Mani veya psikoz, Üreme sistemi bozuklukları, Kendine zarar veme, Uyku sorunları, Kanser, Karaciğer sorunları, Cilt rahatsızlıkları, Kilo alımı, Alerjik reaksiyonlar, Kan basıncı değişiklikleri /yüksek /düşük tansiyon, Demans, Nöbetler, Depresyon, Kalp krizi, Cinayet veya cinayet düşüncesi, Sürüş bozukluğu, Bebeklerde yoksunluk semptomları, Anormal davranışlar, Ajitasyon, Anksiyete, Halüsinasyonlar, Sinirlilik, Kas sorunları, Serotonin Sendromu.." (1078)

"FDA'nın en önemli ilaç reaksiyonları.. Her Yaş İçin En Önemli Reaksiyonlar.. "ilaç yoksunluk sendromu, mide bulantısı, baş dönmesi, İlacın etkisiz olması, kaygı, baş ağrısı, uykusuzluk, depresyon, intihar düşüncesi, yorgunluk.." (1078)

"Antidepresanların Belgelenmiş Yan Etkileri.. "Anormal kanama/morarma, Anormal düşünceler, Çalkalama, Akatizi (şiddetli huzursuzluk), Endişe, Siyah dil, Bulanıklık/görüşte değişiklikler, Koma, Bilinç bulanıklığı, konfüzyon, Ezici göğüs ağrısı, Azalan hafıza/konsantrasyon, Deliryum, Sanrılar, Depresyon, Nefes alma veya yutma güçlüğü, Baş dönmesi/bayılma, Duygusal uyuşma, Aşırı huzursuzluk, Bayılma, Halüsinasyonlar, Kalp krizi, Düşmanlık, Hiperaktivite, Hipomani, Uykusuzluk hastalığı, Letarji, Karaciğer sorunları, Düşük beyaz kan hücresi sayımı, Çılgınlık, Manik reaksiyonlar, Bellek kaybı, Ruh hali, Kas spazmları, Sinirlilik, Nöroleptik Malign Sendrom, Kabuslar, Ekstremitelerde uyuşukluk, Panik ataklar, Paranoya, Psikotik dönemler, Sedasyon, Nöbetler, Şiddetli başağrısı, Şiddetli kas sertliği, Cinsel işlev bozukluğu, Sarsıntı, Karışık yürüyüş, Yavaş/zor konuşma, Felç, İntihar düşünceleri/davranışları, Şiddet içeren davranış, Kilo almak, Cildin/gözlerin sararması.."  (1078)

"Antipsikotik İlaç Uyarıları.. Dokuz ülkeden (Avustralya, Kanada, Danimarka, İrlanda, Japonya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri) ve Avrupa Birliği'nden antipsikotiklerin zararlı yan etkilere neden olduğuna dair uyarıda bulunan 113 ilaç düzenleme kurumu uyarısı bulunmaktadır.. 

-Kardiyovasküler bozukluklar, Ölüm veya ölüm riskinin artması, Kalp sorunları, Alerjik reaksiyonlar, Gastrointestinal sorunlar, Kan bozuklukları, Cilt rahatsızlıkları, İnme, Metabolik bozukluklar, Sinir sistemi bozuklukları, Yenidoğan komplikasyonları (bebeklerde yoksunluk belirtileri dahil), Kilo alma, İstemsiz hareketler, Tansiyon değişikliği /yüksek /düşük tansiyon, Kas sorunları, Şişme, Diyabet, Karaciğer sorunların, Uyku sorunları, Anormal davranışlar, Nöbet veya kasılmalar, Cinsel işlev bozukluğu, Üreme sistemi bozuklukları, Sedasyon, Anormal kanama, Halüsinasyon, Nöroleptik Malign Sendromu (hayatı tehdit eden nörolojik bozukluk), İntihar riski veya girişimi, Bağımlılık, Ajitasyon, Doğum kusurları, Bilişsel bozukluk, Saldırganlık, Mani, Zatürre, Kırık riski, Yoksunluk reaksiyonları.." (1079)

"Antipsikotik İlaç Çalışmaları.. Antipsikotiklerin zararlı yan etkilere neden olduğunu gösteren 35 ülkeden 212 çalışma bulunmaktadır (Danimarka, Avustralya, Avusturya, Belçika, Bosna Hersek, Brezilya, Kanada, Çin, Kolombiya, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Hindistan, İrlanda, İsrail, İtalya, Japonya, Malezya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Güney Afrika, Güney Kore, İspanya, İsveç, İsviçre, Tayvan, Tayland, Türkiye, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam)..

-Kardiyovasküler bozukluklar, Ölüm veya ölüm riskinin artması, Kalp sorunları, Sinir sistemi bozuklukları, Kilo alımı, Diyabet, İstemsiz hareketler, Metabolik bozukluklar, İnme, Beyin küçülmesi veya diğer yapısal beyin değişiklikleri, Kırık riski, Yenidoğan komplikasyonları, Kalp krizi, Zatürre, Cinsel işlev bozukluğu, Kan basıncı değişiklikleri /yüksek /düşük tansiyon, Bilişsel bozukluk, Gastrointestinal sorunlar, Etkinlik eksikliği, Kemik kütlesinin azalması, Nöroleptik Malign Sendromu (hayatı tehdit eden bir nörolojik bozukluk), Kas sorunları, Parkinson Hastalığı, Gebelik komplikasyonları, Üreme sistemi bozuklukları, Sedasyon, Anormal davranışlar, Alerjik reaksiyonlar, Kan bozuklukları, Koma, Mani veya psikoz, Erken doğum, Cilt rahatsızlıkları, Uyku sorunları, İntihar riski veya tamamlanmış intihar, Şişme, Şiddet, Anormal kanama, Ajitasyon, Doğum kusurları, Cinayet düşüncesi, Saldırganlık, Bebeklerde yoksunluk belirtileri.." (1079)

"FDA'nın en önemli ilaç reaksiyonları.. Tüm Yaşlar İçin En Önemli Reaksiyonlar.. "diyabet, kilo artışı, ölüm, uykusuzluk, pankreatit (pankreas iltihabı), tip 2 diyabet, uyku hali, titreme, kaygı, halsizlik (rahatsızlık veya rahatsızlık)" (1079)

"Antipsikotiklerin Belgelenmiş Yan Etkileri.. "Ajitasyon (/Çalkalama).. Akatizi.. Endişe.. Davranış değişiklikleri.. Doğum kusurları.. Kan hastalıkları.. Bulanık görüş.. Kalp durması.. Karaciğer yetmezliğinden ölüm.. Depresyon.. Diyabet.. Aşırı kilo alımı.. Ölümcül kan pıhtıları.. Kalp aritmisi.. Kalp yetmezliği.. Kalp çarpıntısı.. Kanama.. Düşmanlık.. Hiperglisemi.. Hipoglisemi.. Uykusuzluk hastalığı.. İstemsiz hareketler.. Manik reaksiyon.. Ruh hali değişiklikleri.. Kas spazmları.. Mide bulantısı.. Nöroleptik Malign Sendrom.. Kabuslar.. Pankreatit.. Nöbetler/konvülsiyonlar.. Cinsel işlev bozukluğu.. Yavaş/zor konuşma.. İntihar düşünceleri.. Tardif Diskinezi.. titreme.. Şiddet.. Kilo almak.. Cildin/gözlerin sararması.." (1079)
------------------------

"İntihar ve şiddet gibi ciddi advers ilaç reaksiyonları genellikle antidepresan başladıktan sonraki nispeten kısa sürede ortaya çıkıyor." -Dr.Peter Breggin (1080)

"....şiddet geçmişi olan bireylerin, antidepresan ilaçlara maruz kalmaları nedeniyle daha aşırı şiddete sürüklenme riski daha da yüksek. Antidepresanlar, daha sonra şiddete neden olacak veya şiddete katkıda bulunacak geniş bir yelpazede uyarıcı amfetamin benzeri olumsuz ilaç etkilerine neden olabilir." (1080)

"Trazodon için resmi FDA onaylı etiket, aşağıdaki uyarıcı etkileri listelemektedir: "kaygı, ajitasyon, panik atak, uykusuzluk, sinirlilik, düşmanlık, saldırganlık, dürtüsellik, akatizi (psikomotor huzursuzluk), hipomani ve mani." (1080)

"Yaygın olarak uyku hapı olarak kullanılmasına rağmen trazodon bazı hastalar için oldukça uyarıcı olabilir. Şiddete neden olma risk faktörleri olan anksiyete, sinirlilik, heyecan ve hipomaniye neden olma konusunda paroksetin (Paxil) ve sertralin (Zoloft) gibi diğer antidepresanlardan daha yüksek oranlarda rapor edilmiştir." (1080)

"FDA onaylı etiketinin arkasında bulunan trazodon ilaç kılavuzu, hastaların "agresif davranması, öfkeli veya şiddetli davranması" konusunda uyarıyor. Ayrıca trazodon alırken “Tehlikeli dürtülerle hareket etme” konusunda da uyarıda bulunuyor." (1080)

**İnsanlara konulan psikiyatrik hastalık teşhisleri, tamamen hayali (sahte) hastalık teşhislerine mi dayalıdır?

NOT: Tüm dünya "insanların 'beyindebilimsel kanıt şeklinde doğrulanabilir anormallik olan bir psikiyatrik bozukluktan muzdarip olup olmadıkları'" konusunu tartışıyor.. Psikiyatrik bozukların "doğrulanabilir bilimsel kanıt" şeklinde olmaması, tüm şüpheleri psikiyatrinin çok sayıda insana "hayali (sahte) hastalık teşhisi koyma ve (zararları ortaya çıkan) psikiyatrik ilaçlarla tedavi sunması" yönüne çekiyor.. Peki, neden böyle oluyor? Psikiyatri neden böyle davranıyor? İlaç şirketleri ile bağlantıları var mı /varsa nedir? Bunun üzerine çok sayıda araştırma ve kitaplar bulunuyor. Bu kitaplardan biri de "Psikolojik çıkış; Psikiyatri Akıl Hastalıklarını Nasıl Satıyor ve Öldüren Hapları Nasıl Bastırıyor? (Psyched Out: How Psychiatry Sells Mental Illness and Pushes Pills That Kill)"

"İnsanların akıl hastalığından, zihinsel çöküntülerden, depresyondan veya (insanların hayatlarını olumsuz, hatta ciddi şekilde etkileyen, davranışları tanımlayan) herhangi bir sayıda sıfattan muzdarip olduğunu çok az kişi iddia edebilir." (1081)

"Tıp/psikiyatri camiasında, herhangi birinin akıl hastalığının nedeni /nedenleri olduğuna "inandığı" şeyin pek önemi yoktur. Yanıtlanmayan soru, 'herhangi bir veya birden fazla psikiyatrik zihinsel bozukluk teşhisi konan on milyonlarca Amerikalının, beyinde 'nesnel, doğrulanabilir bir anormallik olan zihinsel bir "hastalıktan"' muzdarip olup olmadığıdır.'" (1081)

"Bilinen şey şu ki, ne Amerikan Psikiyatri Birliği, ne Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü, ne de başka herhangi bir tıbbi kuruluş, bugün 'herhangi bir psikiyatrik bozukluğun nesnel, doğrulanabilir bir beyin anormalliği olduğunu' kanıtlayacak bilimsel kanıtları sunabilecek kapasitededir." (1081)

"....zihinsel bozuklukların teorik kimyasal dengesizlik gibi "hastalık (disease)" olarak satılmasıtıp/psiko-farmasötik topluluğunda norm haline gelmiştir ve bu durum açıkça yanlıştır." (1081)

"Kelly Patricia O'Meara, Washington Times, Insight Magazine'in ödüllü bir araştırmacı muhabiridir. 1999'daki kapak hikayesi Silahlar ve Dozlar (Guns & Doses)'da "psikiyatrik ilaçlar ile silahlı okul saldırıları ve anlamsız şiddet eylemleri arasındaki bağlantıları" açığa çıkaran ilk araştırmacı gazetecidir. Ayrıca, "psikiyatrik tanı sahtekarlığını ve psikiyatrik ilaçların tehlikelerini" açığa çıkaran düzinelerce makalesi bulunmaktadır. O'Meara, en çok beğenilen "Psikolojik Çıkış: Psikiyatri Akıl Hastalıklarını Nasıl Satıyor ve Öldüren Hapları Nasıl Bastırıyor? (Psyched Out: How Psychiatry Sells Mental Illness and Pushes Pills that Kill)" kitabının da yazarıdır." (1042)  

-NOT : İngilizce'de "Psyched Out" kelime/teriminin birden fazla anlamı olabiliyor. En yakın Türkçe kelime olarak "Psikolojik Çıkış" seçildi ancak tam doğru da olmayabilir. Detaylı bilgi için "Sözlük" kısmına bakınız veya kendiniz araştırınız. Yorum kısmına da doğrusunu ekleyebilirsiniz.. Tşkr'ler..

"CCHR, 44 yıldır bağımsız olarak 'insan haklarına yönelik psikiyatrik ihlalleri' araştırıyor ve ifşa ediyor. 1969 yılında Scientology Kilisesi ve merhum Psikiyatri Profesörü Dr.Thomas Szasz tarafından kurulmuş olup, ruh sağlığı alanında 150'den fazla reformun öncülüğünü yapmıştır. Daha fazla bilgi için lütfen media @ cchrint. org adresinden İnsan Hakları Vatandaş Komisyonu ile iletişime geçin veya 323 - 467 - 4242 numaralı telefonu arayın.." (1069)

*BAZI YORUMLAR;

"Beyindeki kimyasal dengesizliklerin var olduğunu ve bireyin ruh hali veya duygusal durumu üzerinde herhangi bir etkisi olduğunu kanıtlayacak hiçbir bilimsel kanıt yoktur."  " -Dr RJP, 2014 (yorum), (1081)

"....sözde bu var olmayan dengesizliği "düzeltmek" için verilen ilaçlar, bu ilaçları alan kişinin 'ruh halini ve/veya duygusal durumunu değiştiren' yan etkiler üretmektedir. Ve işte tam anlamıyla "katil": Geçtiğimiz 31 toplu silahlı saldırının tümü ergen erkekler tarafından gerçekleştirildi ve bunların en az 17'sinde saldırganlar bir veya daha fazla SSRI psikotrop ilacı veya Prozac, Effexor, Luvox, Elavil ve diğerleri dahil SNRI çeşidi VEYA depresyon veya bipolar bozukluk için reçete edilenleri kullanıyordu." -Dr RJP, 2014 (yorum), (1081)
 
"Amerikan Psikiyatri Birliği, piyasada mevcut olan ilaçların silahlarına uyan, zihinsel hastalıkları öne süren DSM adlı sahte bir mutabakat kılavuzu oluşturdu. Bu kılavuzun danışmanlarının ve tasarımcılarının çoğu, ilaç şirketlerinin maaş bordrosunda çalışıyor (psikoterapi ve psikosomatik dergisinde yakın zamanda yapılan ve ayrıntılı bir araştırmaya göre). Bu dolandırıcılık, ilgili şirketlerin yanı sıra APA ve psikiyatri alanına milyarlarca dolar kar sağladı." -Rev4u, 2006 (yorum), (1081)

"Kişisel tecrübelerime dayanarak biliyorum ki, sahte teşhisler ve ölümcül ilaçlarla sahte tedaviler sonucunda binlerce kişinin ölümüne neden olan bu suçlulara karşı 'bu kuruluşların siyasi kampanyalarına sürekli olarak sağladığı büyük katkılar nedeniyle' senato ve kongre asla herhangi bir işlem yapmayacaktır." -Rev4u, 2006 (yorum), (1081)

**ECT (elektroşok "elektrikli şok" tedavisi) hakkındaki gerçekler..

ECT hakkında bir gerçek: Beyne zarar verir. Nokta... ECT 50 yıl önce yasaklanmalıydı.” -Dr. Norman Shealy, Nöroşirürji Uzmanı (1021) 

"...'ECT'nin önemli ve geri döndürülemez beyin hasarına neden olduğuna' dair önemli kanıtlar vardır." (1021) 

"ECT ölüm oranı ABD cinayet oranından 50 kat daha fazladır.." (1021) 
"Gebe annelere ECT uygulanmasının ardından bebek ölüm oranı %7,1'dir."(1021)
"ECT, büyük mal nöbeti başlatmak için beyne 460 volta kadar elektrik gönderir.." (1021)

"Yılda yaklaşık 100.000 Amerikalıya ECT verildiği ve toplamda yaklaşık 260 dolarlık elektrik harcandığı tahmin ediliyor ve psikiyatristler 5,4 milyar dolarlık bir şok imparatorluğu yarattılar.." (1021)

"İnsan beyni 0,2 voltla çalışır, bu da bir saat pilinin gücünden (1,5 volt) neredeyse sekiz kat daha azdır. Bu, tek bir şok tedavisinde beyne verilen 460 volta kadar elektrikle kıyaslandığında beynin işlevini yerine getirmek için kullandığı elektriğin 2.300 katıdır." (1021)

"ECT'nin yan etkileri arasında amnezi (önemli ve kalıcı hafıza kaybı), kafa karışıklığı, yönelim bozukluğu, ilgisizlik, ilgisizlik, baş ağrısı, mide bulantısı, yavaşlamış tepki süresi, düşük entelektüel işlev ve ölüm yer alır." (1021)

"0-5 yaş arasındaki çocuklar "tedavi" bahanesiyle şoklanıyor.." (1021)

"ECT, IQ'da 20 ile 40 puanlık bir düşüşe neden olabilir.." (1021)

"FDA, 80 yıldan uzun süredir kullanılmasına rağmen elektroşokun güvenli veya etkili olduğunu kanıtlayan klinik çalışmalar talep etmedi.." (1021)

 "Elektrokonvülsif terapi (ECT /EKT) ölüm oranı ABD'deki cinayet oranından 50 kat daha fazla. Bu herkesi şok etmeli." Eğer bu sayı sizi rahatsız ediyorsa, daha fazla bilgi edinmek için bizimle iletişime geçin. Eğer rahatsız etmiyorsa, bir psikiyatrist olmalısınız." (1021)

"Bazı doktorlar zarar veriyorsa  -tedavi etmektense işkence ediyorsa, bedene hizmet etmektense ruhu öldürüyorsa- bunun nedeni kısmen toplumundevlet  aracılığıyla 'onlardan bunu yapmasını istemesi ve onlara ödeme yapmasıdır.'" (1021) 

(Dünya'da ECT'nin (elektroşok'un) uygulandığı (1938) ilk insan bir İtalyandı ve kendisine ECT uygulandığı zaman ECT'yi bulan İtalyan psikiyatrist Ugo) Cerletti'ye şöyle yalvarmıştı: "Non una Seconda! Mortifere! ” (“Bir tane daha değil! Beni öldürecek! ”) (1169)

 "İtalyan psikiyatrist Ugo Cerletti, Roma'daki bir mezbahada domuzlara uygulanan elektrik şokunun epileptik atakları tetiklediğini gördü ve bunun insanlar üzerinde kullanımını değerlendirdi." (1169)

"1940'larda yapılan bir araştırma, elektroşok uygulanan hastaların yüzde 20'sinin omurlarda kompresyon kırıkları yaşadığını ortaya çıkardı." (1169)

(ECT uygulaması 1960'lı yıllardan itibaren, ECT mağduru olan eski hastalar tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmeye başlanmıştı. Bunun etkisi üzerine 1975'de çekilen ve orjinal adı Biri Guguk Kuşu Yuvasının Üzerinden Uçtu (One Flew Over the Cuckoo's Nest) olan ama ülkemizde Guguk Kuşu olarak gösterime giren ve Jack Nicholson'un başrol oynadığı filmde, karaktere verilen ECT uygulamasının ne kadar acımasız ve tehlikeli olduğu tasvir ediliyordu.)

 "Hem kitap hem de film olan Biri Guguk Kuşu Yuvasının Üzerinden Uçtu (One Flew Over the Cuckoo's Nest)'in, halkın onu tehlikeli ve insanlık dışı olarak görmesi nedeniyle, ECT'nin imajını onarılamaz biçimde lekelediği düşünülüyordu." (1169)

"Beynin içinden bir elektrik akımı geçtiğinde, elektrik enerjisi ısıya dönüştürülür ve beynin sıcaklığı yükselirAkım ne kadar büyük olursa, o kadar fazla ısı üretilir. Sıcaklık çok yükselirse hücreler, geçici hasara, kalıcı hasara ve hatta ölüme maruz kalır. Ancak psikiyatristler, ECT prosedürünün 'yeni ve gelişmiş' olduğunu, 'daha güvenli' olduğunu iddia ediyor, ancak bu bir pazarlama aldatmacası. Kullanılan anestezikler ve felç edici maddeler ECT'nin daha az barbar görünmesini sağlayabilir ancak bu yalnızca işlemi gözlemleyen kişinin yararınadır. Şok olan kişi için hiçbir fark yoktur." (1155)

"ECT hastalarında alınan taramalarda 'yara izi ve beyinde küçülme' görülmesine rağmen, psikiyatristler 'beyin hasarının meydana geldiğini' inkar etmeye kararlı. Psikiyatrist, bir kişiyi şok ederken, 'nöbet geçirmeyi' hedefliyor ancak 'nöbet aktivitesinin beyin hasarını arttırdığı' kabul ediliyor." (1155)

"FDA tarafından yürütülen bir güvenlik incelemesi, EKT'nin en önemli potansiyel risklerinin "bilişsel ve hafıza bozuklukları, nöropatolojik değişiklikler veya beyin hasarı ve ölüm" olduğunu ortaya çıkardı. FDA ayrıca ECT'nin aşağıdakilere neden olabileceğini belirtti: "Fiziksel travma (kırıklar, ezilmeler, düşmelerden kaynaklanan yaralanmalar, diş ve ağız yaralanmaları dahil).. Uzamış veya gecikmiş başlangıçlı nöbetler.Kardiyovasküler komplikasyonlar (kalp krizleri dahil).. Solunum komplikasyonları.Kalıcı hafıza kaybı.Konfüzyon (bilinç bulanıklığı)." (1169)

"…ECT'nin en yaygın etkisi çeşitli şekillerde amnezi, retrograd amnezi veya hafıza kaybı olarak adlandırılır…. [yani] bir kişinin hayatındaki belirli bir zaman diliminin silinmesi." "EKT'nin IQ'da 20 ila 40 puanlık bir düşüşe neden olabileceğine dair raporlar bile var. Bir sinir bilimciye göre, “Büyük beyin hasarı olmadığı sürece IQ dediğimiz şey değişmiyor." (1169)

"Pek çok kişi ECT'nin (beyinde 460 volta kadar elektrik iletiminin) artık var olmadığına inanıyor. Ancak APA kongresinde ECT konusunda sunulan 25'ten fazla ders ve makale bu tür inançları yerle bir etti." (1156)

Beyninizin 460 voltluk bir elektrik şokuna ihtiyacı olduğunu söylemek, bilgisayarınızın yıldırım çarpmasına ihtiyacı olduğunu söylemek gibidir.” (1169)

"Protestocular, beyin hasarına ve hafıza kaybına neden olduğu gösterilen ECT'yi işkence olarak nitelendirdi ve yasaklanması çağrısında bulundu." (1156)

"Bazı medya ECT'nin "işe yaradığını" göstermeye çalışıyor. Ancak hiçbir psikiyatrist, bir kişinin beynine zarar vermenin, kişinin dikkatini geçici olarak kendisini rahatsız eden şeyden -hatırlanamayacak kadar uyuşuk ve acı içindekaydırmaktan başka bir işe yaradığını kanıtlamamıştır." (1156)

"ECT, anesteziyle maskelenen bilinç kaybına ve şiddetli kas kasılmalarına neden olan büyük bir nöbete neden olur. " (1156)

"FDA, 80 yılı aşkın süredir kullanılmasına rağmen 'hiçbir zaman üreticilerden ECT'nin güvenli veya etkili olduğunu kanıtlamak için klinik çalışmalar yapmalarını' talep etmemiştir." (1156)

".... EKT, akıl sağlığı kisvesi altında bireylere şimdiye kadar uygulanan en acımasız “tedavilerden” biridir. Ancak dünya çapında yaklaşık 100.000 Amerikalının da aralarında bulunduğu yaklaşık 1,4 milyon kişiye, yaşlılar, hamile kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere her yıl elektroşok veriliyor." (1169)

 "Psikiyatristler, modern Elektroşok'un (EKT) eskiden hastaların şiddetli kasılmalar nedeniyle kemiklerini kırdıkları zamanlara göre daha az acımasız olduğunu iddia ederken, günümüz EKT'sindeki voltaj ve amperajın eskisinden daha yüksek olduğunu iddia ediyor. Şimdi uygulanan kas gevşetici, olayın daha az acımasız görünmesini sağlıyor. Ama değil." (1169)

"Günümüz EKT'sinde verilen voltaj, anestezi yapılmadan uygulandığında hastaların kemiklerinin kırılmasıyla karşı karşıya kaldıklarından daha yüksektir.. Kas gevşetici, önceki elektroşoklara göre daha az barbarca görünmesini sağlıyor ama öyle değil. Ayrıca kas gevşetici maddenin kendisinin de tehlikeli ve yaşamı tehdit eden yan etkileri vardır.(1169)

"Hastaların modern EKT ile düzenli olarak kemik kırmamasının tek nedeni, işlemden önce kas gevşetici uygulanmasıdır. EKT için kullanılan en yaygın kas gevşetici maddenin yan etkileri arasında 'kalp durması, uzun süreli solunum kas felci ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden ve/veya ölümcül alerjik reaksiyonlar' yer alır." (1169)

"ECT, anesteziyle maskelenen, bilinç kaybı ve şiddetli kas kasılmalarını içeren bir tür nöbet olan grand mal nöbeti tetiklemek için beyne 460 volta kadar elektrik gönderir." (1169)

"Süksinilkolin EKT için en sık kullanılan kas gevşeticidir. İlacın etiketine göre kalp durmasına, uzun süreli solunum kas felcine ve potansiyel olarak yaşamı tehdit eden ve/veya ölümcül alerjik reaksiyonlara neden olabilir." (1169)

"Psikiyatristler, EKT'nin belirli zihinsel bozukluklar için bir "tedavi" olduğunu ve "tedaviye dirençli depresyon" (tehlikeli ilaçlardan oluşan bir kokteylin yalnızca bireyleri daha da kötüleştirmeye yardımcı olmakta başarısız olmakla kalmayıp) için de "etkili" olduğunu iddia etmektedir; ancak bunu destekleyecek hiçbir bilimsel kanıt yoktur." (1169)

 "Çin'de olduğu gibi siyasi muhaliflere işkence yapmak için elektrik şoku kullanılmış veya Birleşmiş Milletler'in (BM) işkence olarak sınıflandırdığı savaş esirlerine (Irak'taki Ebu Garib gibi) uygulanmıştır." (1169)

'Mahkumlara elektroşok uygulanmasının işkence veya kötü muamele teşkil ettiği tespit edilmiştir. Ancak psikiyatri kurumlarında hastalara elektroşok uygulanıyor, aradaki fark, 'vücutta kasılmalara neden olan elektrik, beyne geçmeden önce ilacın etkisiyle bilinçsiz hale getirilmesidir.'" (1169)

** ECT'DEN KURTULANLAR NE DİYOR? (VIDEO SERİSİ) - "İnsan Hakları, Terapi mi İşkence mi: Elektroşok Hakkındaki Gerçekler" belgeseli..

"Psikiyatrist beni neredeyse tehdit etti. Eğer 'kabul etmezsem, mahkeme kararı alabileceklerini' söyledi. Ailem aslında benim tarafımı tuttu, 'isteklerim dışında bana bunu yapmamaları gerektiğini' söylediler. Temel olarak, tüm doktorlar 'ECT yaptırmam gerektiğini ve bunu reddedecek kadar aklı başında olmadığımı' söylediler, vesayet mahkemesi hakimi onlarla aynı fikirdeydi ve mahkeme kararını verdi ve bana 'zorla ECT uygulanmasına' böyle başladılar. Oldukça işkence görüyordum. (...)" -Chris..  (1070)

"Ben sadece 24 yaşındaydım ve sizin 'bebek depresyonu' dediğiniz şey dışında hiçbir şeyim yoktu. (...) ....beni bir hastaneye yatırdılar ve bana şok (elektroşok) verdiler. Ve 'nerede olduğunuzu veya oraya nasıl geldiğinizi' bilmeden uyanıyordunuz. Ve beni geri gönderiyorlardı ve bunu tekrar tekrar tekrar tekrar yapmaya devam ediyorlardı. (....) Bana 28 şok tedavisi uyguladılar. Ruhumu, zihnimi, zekamı, duygularımı aldılar, elektrik verdiler, kafamın içinden geçirdiler ve ruhuma kelimenin tam anlamıyla tecavüz ettiler.." -Dianna.. (1071)

"....çok korkuyordum ve her seferinde başka bir ECT tedavisine gittiğimde daha da paranoyaklaşıyordum. Günlerce başım patlıyordu. Hiçbir şey yapamıyordum, sadece yatağa düşüp 16 saat falan uyuyordum. Her şeyi yazmam ve sonra nereye yazdığımı hatırlamam gerekiyordu. (...) Dairenin numarasını hatırlayamıyordum, sadece etrafta dolaşıyordum. Engellilik için başvuruda bulunduğumda ofise gidip bir tür test yaptırmam gerekiyordu. Onlara adımı söyleyemedim, nerede yaşadığımı söyleyemedim, evime nasıl gideceklerini söyleyemedim, başkanı söyleyemedim, hiçbir şey söyleyemedim.." - Evelyn.. (1072)

"Bir antidepresan kullanmaya başladım ve sonra sadece antipsikotikler, antidepresanlar, anti-anksiyete hapları, uyku ilaçları, uyarıcılar gibi birden fazla ilaç kokteyli aldım ve tedaviye dirençli olduğum ortaya çıktı ve sonra 21 yaşında elektroşok verildi. Altı ay sonra nöro-bilişsel bir testten geçtim ve yaklaşık 50 IQ puanı kaybettim. IQ'm 78 olarak ölçüldü ve bence 75 zihinsel engellilik anlamına geliyor. Bu, başa çıkmam gereken sürekli bir kimlik krizi. (...) Sanki her gün şoku yeniden yaşıyorum çünkü kim olduğumu bilmiyorum.." -Kenny.. (1073)

"....doktor bana "Seninle yeni bir tedavi denemek istiyoruz." dedi. "Biz buna ECT diyoruz." dedi. İlk kez ECT aldığımda 17 yaşındaydım. (...)  Kim olduğumu bilmiyordum. Adımı hatırlamıyordum, hiçbir şey hatırlamıyordum, bir önceki gün ne olduğunu hatırlamıyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Geri döndüğümde, evime, mahalleme, hiçbir şeye alışamamıştım. (...) Kendimi boğmayı, kendimi asmayı, hayatıma son vermenin yollarını düşünmeyi denedim. Başıma plastik bir torba geçirip, battaniyeme sarınıp bekle, bekle, sadece öl artık. Bugün bile hala intihara meyilliyim.." -Kevin.. (1074)

"....bize bunun 'ne kadar harika bir şey olduğunu ve ailemize ve Jose'ye nasıl yardımcı olacağını' söylediler. Jose 23 kez ECT tedavisi gördü ve ECT tedavileri sırasında iyileşmedi. Aslında ECT'nin ilk haftasından sonra bir ara bir çöküntü yaşadı. ECT bitene kadar tüm hafızasının gittiğini fark etmedik ve en korkunç zamanlardan biri de buydu. (...)  Ailesini tanımıyor, kardeşlerini tanımıyor, evliliğimizi, çocuklarının doğumunu, ailesine bakmayı hiç hatırlamıyor. İşi Kaliforniya eyalet vergi denetçisiydi. Kaliforniya 'vergi yasasının ne olduğunu' hatırlamıyordu, her şey aklından silinmişti, çocukları da öyle.." -Margaret.. (1075)

**BAŞKA BİR DENEYİM....

"ECT araştırması çok tartışmalıdır çünkü temelde ECT makineleri, prosedürleri, sıklığı, doktorların eğitimi/sertifikası, elektrot yerleşimi veya hatta nöbet süresi için hiçbir düzenleme yoktur. Akran destekli araştırma, sağlayıcı destekli araştırmadan farklı bir resim çizer.  Üçüncü taraf araştırmacılar, 'ECT yan etkilerinin yaşam kalitesini önemli ölçüde azaltabileceği' konusunda hemfikirdir. (...)  36 ayda 100'den fazla ECT tedavisi gördüm. (...) Bugün, ECT'den altı yıl sonra, hayatımın %85'ini hala hatırlayamıyorum ve yalnızca son 3-5 yılda anılar oluşturmaya başlayabildim. Yönetici işlev becerilerim de ciddi şekilde tehlikeye girdi. (...) ECT'den sonra, eğitimimi veya iş deneyimimi hatırlayamadım. 'Hafızamın geri geleceği' söylendi, ancak henüz gelmedi. Şöyle düşünebilirsiniz, "100'den fazla Sarah vardı!" (...) ECT'yi bıraktıktan bir yıl sonra bile eve dönüş yolunu öğrenmek için hala ailemi aramam gerekiyordu. Yemek pişirmek mi? Unut gitsin. Popüler kültür mü? Unut gitsin.." -Sarah Price Hancock.. (1076)

NOT 1 : ECT sonrası zarar görenlerden biri de Sarah Price Hancock'tur. Şu anki durumunu görmek isterseniz, ECT hakkında yer alan bilgilerdeki (3,4,5 /6.bölümdeki) içeriğe göz atabilir ve/veya youtube kanalına göz atabilirsiniz. 

NOT 2 : ECT /EKT, insanların beynine 460 volta kadar elektrik verilen ve insanların beyinlerine çok ciddi bir şekilde zarar verebilen (BEYİN HASARI, HAFIZA KAYBI gibi) oldukça tehlikeli ve riskli bir "elektroşok" uygulamasıdır. Çok  tehlikeli ve riskli ECT yöntemi, çocuklarda bile kullanıldığı için pek çok duyarlı araştırmacı ve hekimler tarafından özellikle de çocuklarda bunun yasaklanması gerektiğine dair uyarılarda bulunuyorlar.  Bazı ülkeler ECT'yi yasaklamış durumdadır. (Slovenya ve Lüksemburg) ECT'nin "güvenli" olduğuna dair ortaya konulan ve "bilimsel kanıt" diye sunulan çalışmaların ve yayınların sahte ve/veya yanıltıcı olması ihtimali ise çok yüksektir. Bunun nedeni de dünya çapında ECT'den zarar gören çok sayıda insanın bulunmasıdır. ECT sonrası zarar gören çok sayıda insanın hayat hikayeleri sosyal medyada çığ gibidir.. Bu nedenle hiçbir resmi oterite, hatta DSÖ bile ECT'nin güvenli olduğu konusunda kesin bir yargıya varamamıştır. Ve çok sayıda insan hakları örgütleri  ECT'nin yasaklaması için dünya çapında uyarılarda bulunulmakta ve eylemler yapılmaktadır. Tüm bunlara rağmen bu gerçekleri görmezden gelen ECT'yi uygulayan ve buradan kazanç sağlayanlar, bunun "güvenli" olduğunu iddia etmektedirler. Tüm bu acı gerçekler ortadayken.. Derhal bu uygulamalardan ve düşüncelerden vazgeçilmeli ve ECT tüm ülkelerde YASAKLANMALIDIR. (ECT konusunda daha detaylı bilgi için 5 ve 6.sayfalardaki bölüm içeriklerine bakınız)

NOT 3: GOOGLE'DA SİZDE SADECE KISA BİR ARAMA YAPARAK..  
-ECT ruined my life (ECT hayatımı mahvetti)
-Memory after ECT (ECT sonrası hafıza kaybı)
-In which countries is ECT banned? (ECT hangi ülkelerde yasaklanmıştır?)
-What does the World Health Organization say about ECT? (Dünya sağlık örgütü ECT hakkında ne diyor?)

**VE DİĞER KISA ALINTILAR..

(İlaçsız alternatif tedavi yöntemlerinin olması ve bunların hastalardan, hasta yakınlarından, toplumdan ve kamuoyundan gizlenmesi vb ile ilgili bilgiler, veriler..)

"....biyolojik ilaç modelinin (sahte zihinsel bozukluklara dayalı bir hastalık pazarlama kampanyasıdır), hükümetlerin zorluk yaşayan insanlar için gerçek tıbbi çözümleri finanse etmesini engellemesidir." (1179)

"Tıbbi durumların psikiyatrik belirtiler olarak ortaya çıkabileceğine ve psikiyatri/ilaç endüstrisinin reklam ve lobi faaliyetlerine milyarlarca dolar harcaması nedeniyle ilaç sektörünün, zihinsel bozuklukları bir hastalık olarak kabul eden biyolojik ilaç modelini desteklemeyen her türlü tıbbi modaliteye karşı çıkmak için "hasta hakları" gruplarını finanse ettiğine ve devlet finansmanı almayan, zararlı olmayan tıbbi tedavilerin bulunduğuna dair pek çok kanıt vardır. Buna psikotik veya şizofreni teşhisi konan kişiler de dahildir - ve ilaçla tedavi edilen hastalarla karşılaştırıldığında başarı oranları göz önüne alındığında, Soteria Evi gibi uygulanabilirilaç dışı programlar da mevcuttur." (1179)

(İlaç endüstrisi ve ilaç endüstrisi ile mali ilişkileri olan hekimler (doktorlar) neden "ilaç dışı alternatif yöntemlerine" karşı çıkıyorlar? Çünkü..)
"...Psiko/ilaç endüstrisinin milyarlarca dolarlık geliri kaybolacaktı. Bu, kârı hastaların hayatından üstün tuttuğu defalarca kanıtlanmış bir endüstridir. Psikiyatrik ilaçlara yönelik ilaç dışı çözümlere /alternatiflere buradan bakın.." (1179)

"Standart tıbbi bakım veya zihin değiştirici psikiyatrik ilaçlar da dahil olmak üzere psikiyatrik tanılara ve ilaçlara, subjektif bir psikiyatrik etiket gerektirmeyen  çok sayıda tıbbi ve zararsız alternatif vardır." (1180)

"Ebeveynlere Zararsız, İlaçsız Çözümler Var..  Damgalayıcı ve subjektif bir psikiyatrik etiket veya zihin değiştirici bir ilaç gerektirmeyen standart tıbbi bakım da dahil olmak üzere, psikiyatrik teşhis ve tedaviye çok sayıda alternatif vardır." (1181)

(Hastalar, hasta yakınları ve kamuoyu...)
"Psikiyatrik tanıların 'doğrulanabilir tıbbi hastalıklar olmadığı veya tanının yalnızca davranışlardan oluşan bir kontrol listesine dayandığı' konusunda bilgilendirilmiyorlar. İlaçsız, zararlı olmayan çok sayıda alternatifin olduğu konusunda bilgilendirilmiyorlar. " (1180)

----------------------------------
(Genellikle ilaç yoksunluk belirtilerinin başlaması riski sebebinden dolayı, doktor denetimi olmadan psikiyatrik ilaçları bırakmamak şartı ile psikiyatrik ilaçları tıbbi olarak bırakma konusunda yardım arayanlar veya psikiyatrik ilaçlara alternatif arayanlar için kaynaklar mevcuttur. Bunlardan bazıları "sadece ABD için" şöyledir;)
"Psikiyatrik İlaç Bırakma Programları ; Alternatif Tıbbi İlaç Dışı Tedavi Programları Çocuklara yönelik ilaç dışı alternatifler ; “Şizofren” teşhisi konanlara yönelik alternatif ilaç dışı tedaviler ; yasal kaynaklar ve daha fazlası.." ;  "RUH SAĞLIĞINA İLAÇ DIŞI YAKLAŞIMLAR VE/VEYA PSİKİYATRİK İLACI GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE BIRAKMA HAKKINDA BİLGİLER ; ÇOCUKLAR İÇİN PSİKİYATRİK İLAÇLARIN ALTERNATİFLERİ ; RUH SAĞLIĞI HASTA HAK GRUPLARI ; TAMAMLAYICI/ALTERNATİF SAĞLIK ; ÇEVRE SORUNLARI VE RUH SAĞLIĞI ; PSİKİYATRİK İLAÇ TEHLİKELERİ ; İLAÇLARIN YAN ETKİLERİNİN RAPORLANMASI ; SAĞLIK SEÇENEKLERİ VE BİLGİ ; YASAL KAYNAKLAR ; FEDERAL YASAL BİLGİLER" (1180)

"-Blok Merkezi  -Çocuklarda altta yatan sağlık sorunlarını bulun ve tedavi edin ve çocukların psikiyatrik ilaçlardan güvenli bir şekilde nasıl kurtulabilecekleri hakkında bilgi. (The Block Center "blockcenter. com")
-İlaçsız Çocuk -Çocuklarda “kimyasal kısıtlamaların” kullanımına ilişkin konularda bilgilendirici web sitesi. (Drug Free Children "drugfreechildren. org")
-Yetenekli Çocuk  -Etiketsiz ve İlaçsız Eğitim için Ebeveynler. (Able Child "ablechild. org")
-Amerikan Çevresel Tıp Akademisi -Önleme ve güvenli ve etkili tedaviler yoluyla optimum sağlığı teşvik eder. (American Academy of Environmental Medicine "aaemonline. org")
-Zehirli Maddeler ve Hastalık Kayıt Dairesi  - Kurşun Toksisitesi: Kurşuna Maruz Kalmanın Fizyolojik Etkileri Nelerdir? (Agency for Toxic Substances & Disease Registry "atsdr.cdc. gov")" (1181)
----------------------

"DEHB (ADHD) için bağımsız, geçerli bir testimiz yok ve DEHB'nin beyin arızasından kaynaklandığını gösteren hiçbir veri yok." (1181)
"Yalnızca ABD'de şu anda (6,1 /) 7,2 milyon çocuğa psikiyatrik ilaçlar reçete ediliyor; bunların (418.000 /) 620.000'den fazlası beş yaşın altında.." (1181)

"Sorun, ebeveynlere çocuklarının bir "zihinsel bozukluğu" olduğu ve "ilaç tedavisine" ihtiyacı olduğu söylenmesine rağmen bu psikiyatrik etiketler (ruhsal bozukluklar) veya çocuklarını 'tedavi etmek' için reçete edilen ilaçlar hakkındaki tüm gerçeklerin onlara verilmemesidir." (1181)

"Amerikan Psikiyatri Birliği, Amerikan Tabipler Birliği ve Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü, 'ruhsal bozuklukların “hastalık” olduğunu doğrulayacak hiçbir tıbbi testin bulunmadığını' kabul etmektedir...." (1181)

"Ruhsal bozuklukların hastalık olduğunu doğrulamak için 'genetik testler, beyin taramaları, röntgen veya bilimsel olarak kanıtlanmış herhangi bir test' yoktur ve bunları "tedavi etmek" için tehlikeli ilaçlar kullanılıyor." (1181)

-------------------------------------
*Aşağıdakileri Not Edin /Yazdırın (Eğer bir psikiyatrist /bir hekim size "akıl hastası /zihinsel bozukluk" etiketi yapıştırmak (teşhis koymayı) ve bunun için PS ilaç kullanmanız gerektiğini (ilaç reçete etmeyi) isterse (en azından eğer size konulan/konulmak istenen teşhisten ve PS ilaçlarından şüpheleniyorsanız), ona verilmek üzere /sözlü olarak da söyleyebilirsiniz.. Çocuklar için geçerli olanlar, yetişkinler için de neden geçerli olmasın ki?)

"Psikiyatristlerin ve doktorların 'herhangi bir zihinsel bozukluk için tıbbi bir test olmadığını ve herhangi bir "akılsal bozukluğun" tıbbi bir durum olduğuna dair hiçbir kanıt olmadığını kabul ettiği' bu sayfayı da yazdırabilirsiniz." (1181)

"Ebeveynlerin bilmesi gereken ilk şey, çocuğunuzun "akıl hastası" olduğunu kanıtlayabilecek hiçbir tıbbi testin olmadığı ve herhangi bir zihinsel bozukluk tanısının yalnızca görüşe, aslında basit bir davranış kontrol listesine dayandığıdır. Bu nedenle, eğer bir psikiyatrist veya doktor çocuğunuzun “akıl hastası” olduğunu ve “ilaç "medication" (ilaç "drugs") kullanması gerektiğini söylerse;

"1) Çocuğunuzun ilaç "tedavisi" gerektirecek bir zihinsel bozukluğu olduğunu (olmadığını) kanıtlayan laboratuvar testini, beyin taramasını, kan testini veya röntgenini görmeyi talep edin. (....)

"2) Çocuğunuza ilaç öneriliyorsahangi tür ilacın tavsiye edildiğine ilişkin uluslararası ilaç uyarıları/çalışmalarının özetlerini yazdırın ve bunu ilacı tavsiye eden doktora/psikiyatriste iletin ve bu ilaç risklerine ilişkin uluslararası çalışma ve uyarılardan haberdar olup olmadıklarını sorun. ; (maalesef pek çok doktor ilaç güvenliği konusunda bilgilerini ilaç temsilcilerinden alıyor) (....)

"3) Psikiyatrist/doktor size 'zihinsel bozukluğunkanıtı olduğunu iddia ettiği şeyi sunarsa, bu iddiayı buradan CCHR International'a iletin; biz de size ileri sürülen iddianın yanlış olduğuna dair kanıt sunacağız.

"4) Çocukların ruh hali, dikkat ve davranışla ilgili sorunlarını tedavi etmenin, damgalayıcı bir psikiyatrik etiket (bilime veya tıbba dayalı değil, kesinlikle görüşe dayalı) veya tehlikeli bir ilaç gerektirmeyen, zararlı olmayan, ilaçsız tıbbi alternatifleri vardır. Bunları bilme ve ilaç dışı tedavileri doktorunuza sorma hakkınız vardır. Ayrıca ikinci bir görüş alma hakkına da sahipsiniz. (....)" (1181)
---------------------------

(Psikiyatrik ilaçlar...)
"Kalp Krizi, İnme, Diyabet, Halüsinasyon, Şiddet, Mani, Cinayet, Saldırganlık, Depresyon, İntihar ve Ölüme Neden Olduğu Uluslararası İlaç Düzenleme Kuruluşları Tarafından Belgelenmiştir.. Bu bir fikir değil. Bu, uluslararası ilaç düzenleme kurumları tarafından belgelenmiş bir gerçektir. Ebeveynlere, çocuklarına reçete edilen psikiyatrik ilaçlar hakkında belgelenmiş gerçekler verilmiyor, ancak çocuklarına reçete edilen herhangi bir ilaç hakkında tam bilgi sahibi olmak onların hakkıdır." (1181)

"Çocuklara verilen DEHB ilaçları, Antidepresanlar, Antipsikotikler ve Anti-Anksiyete İlaçlarının ciddi ve yaşamı tehdit eden yan etkileri olduğu yüzlerce ilaç düzenleme kurumu tarafından belgelenmiştir. Çocuklara sıklıkla Ritalin, Adderall, Concerta, Paxil, Prozac, Celexa, Zoloft, Luvox, Risperdal, Seroquel gibi ilaçlar reçete ediliyor ve ebeveynlere bu ilaçların bilinen tehlikeleri konusunda herhangi bir uyarı yapılmıyor." (1181)

"Okullar, okula gitmenin bir koşulu olarak çocuğunuza ilaç vermeniz için size baskı yapamaz veya zorlayamaz.. Federal Yasanın 'Okul Personelinin Çocuğunuza İlaç Vermenizi Zorunda Tutmasını Yasakladığını' biliyor muydunuz? Çoğu ebeveyn, okulların çocuğun okula gitme koşulu olarak psikiyatrik ilaç almasını zorunlu kılamayacağının farkında değil. Ebeveyne uygulanan herhangi bir zorlama veya baskı federal yasayı ihlal eder." (1181)

"Bu yasa, CCHR'nin, çocuklarına psikiyatrik ilaç vermeyi reddettiği için tıbbi ihmalle suçlanan ebeveynler de dahil olmak üzere, okul personeli tarafından çocuklarına psikiyatrik ilaç vermeye zorlandığı/baskı yapıldığı veya zorlandığı çok sayıda ebeveyn vakasını belgelemesinin ardından ortaya çıktı. CCHR bu konuyla ilgili olarak ebeveynler ve basınla doğrudan çalışarak ulusal bir kampanyaya öncülük etti; bu konu eyalet ve federal yasa koyucuların önüne getirildi ve sonuçta Zorunlu İlaç Yasağı Değişikliği 2004'te federal yasaya geçerek 'okulların bir çocuğun okula devam edebilmesi için psikiyatrik ilaç almasını zorunlu kılmasını yasakladı.'" (1181)

"Bir öğretmenin veya başka bir okul çalışanının çocuğunuzun davranışı veya akademik performansıyla ilgili endişeleri varsa veya bunlara itiraz ediyorsa, bu yasa, çocuğunuza reçeteli bir ilaç vermeniz için size baskı yapmalarını engellemektedir ve eğer çocuğunuza ilaç vermeyi reddederseniz, çocuğunuzun okula gitmesini engelleyemezler." (1181)

"Block Center'ın tıbbi direktörü Dr. Mary Ann Block, çocuklara DEHB tanısı konmasını ve tiklere, büyüme geriliğine, kalp krizine, felce ve ani ölüme neden olduğu belgelenen ilaçların verilmesini açık sözlü bir şekilde eleştirmektedir. Ebeveynlerin DEHB'nin tıbbi meşruiyeti ve çocukları tedavi etmek için reçete edilen ilaçların tehlikeleri konusunda nasıl yanlış bilgilendirildiğini anlatıyor. Ebeveynleri, yanlışlıkla zihinsel bozukluk olarak teşhis edilen altta yatan tıbbi sorunları bulmak için çocuklarına tam bir tıbbi muayene yaptırmaya teşvik ediyor." (1182)

**Bazı kitaplar /Yayınlar /İçerikler

"Psikiyatri Neden Kötüdür ve Kaldırılmalıdır? (...) Psikiyatriye Karşı Dava... (...) Psikiyatrik Teşhis Efsanesi, Akıl Hastalığı Efsanesi Neden YaşıyorPsikiyatri Neden Kötüdür ve Psikiyatri Karşıtı Aktivizmin Geleceği . (...) Bu yazılarda psikiyatriye karşı bulabildiğim en güvenilir tanıkları bir araya getirdim....(...)" (1165)

"Akıl Hastalığı Var mı?.. ; Şizofreni: Var Olmayan Bir Hastalık.. ; Biyolojik Depresyon Efsanesi.. ; Psikiyatrik Tanı Efsanesi.. ; Akıl Hastalığı Efsanesi Neden Yaşamaya Devam Ediyor?.. ; Psikiyatrik İlaçlar: Tedavi mi, Şarlatanlık mı? (HTML, PDF).. ; Psikiyatrinin Elektrokonvülsif Şok Tedavisi: İnsanlığa Karşı Suç.. ; Psikocerrahi Denilen Beyin Kasaplığı.. ; Psikoterapiye Karşı Dava.. ; ABD'de Haksız Psikiyatrik Bağlılık.. ; "Akıl Hastalığı" veya "Tehlike" Konusunda Gönülsüz Bağlılık Esaslı Hukuki Sürecin İhlali midir?.. ; Psikiyatri Tıpta Uzmanlık Alanı Olarak Neden Kaldırılmalıdır (HTML, PDF).. ; İntihar: Bir Sivil Hak.. ; Psikiyatrik Damgalama Gittiğiniz Her Yerde Sizi Takip Eder.. ; Hayatının geri kalanı için.. ; Psikiyatri Neden Kötüdür?.. ; Psikiyatri Karşıtı Aktivizmin Geleceği (....)" (1165)

"Akıl Hastalarının Kurtuluşu: Neden? Nasıl? ; Akıl Hastası Olmak - Rae Unzicker ; Akıl Hastalığı Var mı? ; Şizofreni: Var Olmayan Bir Hastalık Biyolojik Depresyon Efsanesi Psikiyatrik Tanı Efsanesi Akıl Hastalığı Efsanesi Neden Yaşamaya Devam Ediyor? ; Psikiyatrik İlaçlar: Tedavi mi, Şarlatanlık mı? ; Psikiyatrinin Elektrokonvülsif Şok Tedavisi - İnsanlık Suçu ; Psikocerrahi Denilen Beyin Kasaplığı Psikoterapiye Karşı Dava ; ABD'de Haksız Psikiyatrik Bağlılık ; Akıl Hastalığı Konusunda Gönülsüz Bağlılık Asli Hukuki Sürecin İhlali midir? ; Psikiyatri Tıpta Uzmanlık Alanı Olarak Neden Kaldırılmalıdır? İntihar: Bir Sivil Hak ; Psikiyatrik Damgalanma, Hayatınızın Geri Kalanında Gittiğiniz Her Yerde Sizi Takip Eder..." / "Neden Psikiyatrik İlaçları Asla Tavsiye Etmiyorum - Douglas C. Smith, M. D. ; Ritalin ve "Hiperaktivite Bozukluğu" Üzerine - Peter R. Breggin, M. D. ; İlaç Şirketinin Parası Psikiyatriyi Nasıl Bozdu - Loren R. Mosher, M. D. ; Etik Olmayan Psikiyatristler Şizofreni Hakkında Bilinenleri Yanlış Anlatıyorlar - Al Siebert, Ph. D. ; Kendinizi Yalnızca Siz İyileştirebilirsiniz - Ann Lawson Akıl Hastaları Neden Suçlularla Aynı Anayasal Haklara Sahip Olmalı ve Neden -İstemsiz "Tehlikeliliğe" Bağlılık Yanlıştır ; Psikiyatrinin Kaldırılması İçin 25 İyi Neden - Yazan: Don Weitz, Toronto, Ontario ; Psikiyatrik Faşizm Üzerine Notlar, Toronto, Ontario'dan Don Weitz Mahatma Gandhi'nin Şiddetsizlik Felsefesinin Psikiyatriye Uygulanması ; Başkan Bush'a Ruh Sağlığı Konusunda Bir Cevap ; Ruh Sağlığı Eşitliği: Bir Tartışma - (ABD Senatörü Paul Wellstone ve Antipsikiyatri Koalisyonu web yöneticisi Douglas A. Smith, Kongre'nin (veya eyalet hükümetlerinin) sağlık sigortası şirketlerini psikiyatrik tedavi için ödeme yapmaya zorlayan yasalara sahip olması gerekip gerekmediğini tartışıyor)..." (1168)

"Hiçbir Tıbbi Test Mevcut Değil (1171) ; Davranışlar Hastalık Değildir (1172) ; İlaçlara Alternatifler (1173) ; Gerçek Stigmayı Durdurun (1174) ; Psikiyatrik Etiketler Neden Sorundur? (1175) ; İlaç Öldürüyor (Kısa yoldan kazanç sağlayan ilaç) (1176) ; Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri (1177) ; Tıbbi ve Psikiyatrik Tanı Arasındaki Fark ve “Beyindeki Kimyasal Dengesizlik” Efsanesi Hakkında Gerçekler (1178)"

**Akıl Hastanelerinde yaşananlar vb

"Gizli çekimler, toksik personel kültürünün, hastalara sataşıldığının ve zorbalığa maruz kalındığınınkısıtlamanın uygunsuz şekilde kullanıldığının ve önemli tıbbi evraklarda sahtecilik yapıldığının kanıtlarını ortaya çıkarıyor." (151)

"Önemli bir güvenlik önlemi olan hasta gözlemleri, düzenli olarak gözden kaçırılıyor ve kayıtlar tahrif ediliyor.." (152)
"Bir hemşirenin, destek görevlisine kayıtları tahrif etmesini söylediği görüntülendi....." (152)

-"Kemik kırılana kadar kolu, arkadan büküldü. Daha sonra kolu, tamamen şişmiş olmasına rağmen 24 saat boyunca kazaya ve acil servise götürülmedi" dedi. (157)

"(Ayla'nın annesi) 'O kadar çaresizdi ki diş fırçasını yuttu'" ("Her şeye son vermek için o kadar çaresiz ki, şu anda içinde bir diş fırçası var.") (158)

"...Harley'e yanıldığını söyledi. "Senden nefret etmiyorlar... sana yardım etmek için oradalar." Artık Panorama'nın delilleri ışığındakızına ihanet ettiğini düşünüyor." (153)

"Sir Stephen Bubb,...."21. yüzyılda öğrenme engelli ve otizmli insanlara hala bu korkunç şekilde - tecrit, kısıtlama, enjeksiyon - muamele etmemiz çok çirkin. Bu kabul edilemez"diyor.."(177)

"...yüzlerce kişinin yıllardır hapsedildiği ve birçok kişinin ailesinden veya arkadaşlarından yüzlerce kilometre uzakta yaşadığı ortaya çıktı."(177)

"Hastaların erken dönemde bakım alamadıkları için "sıklıklakısıtlayıcı uygulamalara maruz kaldıkları ortaya çıktı.."(183)

"Bir vakada, koğuş personeli, uzun süredir tecritte kalan 24 yaşındaki bir çocuğun annesinin beş ay boyunca ziyaretini engelledi, hastanın ara sıra tuvaleti kullanmasını engelledi ve onu kolundan yaralanarak aylarca acı içinde bıraktı.."(183)

".....bir yatılı bakım evindeki hastaların 'tokatlandığını ve sandalyelerin altında zaptedildiğini, saçlarının çekildiğini ve ağızlarına zorla ilaç verilirken aşağı doğru tutulduğunu' gösterdi.."(188)

"...Program yayınlandığında insanlar gördükleri istismar karşısında çok şok oldular. Halk için şok ediciydi ama öğrenme güçlüğü olan aileleri olan insanlar için durum daha da kötüydü, çünkü 'bu benim oğlum ya da kızım olabilir' diye düşünürlerdi." (188)

"BBC'nin gizli çekimlerinde, personelin otizmli ve öğrenme güçlüğü olan hastalara küfür ettiği, alay ettiği ve sataştığı görülüyor" (204)

"'Perşembe günü yayınlanan bir hükümet raporuna göre, 'rehabilitasyon merkezlerindeki hastaların yüzde 29'u, aldıkları bakım nedeniyle ilaç hatası, yatak yarası, enfeksiyon veya başka türde zararlara maruz kaldı.'" (76)

"Ruh sağlığı alanında yatan hastaların yaklaşık yarısı istemsizdir, yani 'insanlar, kendilerine veya başkalarına zarar verme riski taşıdığının belirlenmesi nedeniyle kendi istekleri dışında' kabul edilmektedir." (15)

"Tek cinsiyetli ve karma cinsiyetli koğuşlar arasında cinsel olay sayısında herhangi bir fark yoktu."(17)
'Tek cinsiyetli koğuşların potansiyel olarak savunmasız mağdurlara önemli bir koruma sağlaması pek mümkün görünmüyor."(17)
"Yatarak tedavi gören psikiyatrik ortamlarda cinsel saldırıciddi ve kalıcı sonuçları olan önemli bir sorundur." (13)

"Araştırmalar, 'toplum ruh sağlığı alanında ayakta tedavi gören hastaların %40'ının yetişkinliklerinin bir noktasında cinsel saldırıya maruz kaldığını ve akıl sağlığı alanında yatan hastaların %5 ila 45'inin yatarak tedavi gördükleri sırada cinsel şiddete maruz kaldıklarını' göstermektedir." (13)

"Yatarak tedavi ünitelerinin ihtiyaç sahibi kişilere güvenlik ve bakım sağlama yönündeki kararlı hedefiyle birlikte, bu bulgular bizi buraların şifa yerleri mi yoksa gözaltı merkezleri mi olduğu konusunda sorgulamaya bıraktı."(52)

"Ulusal Denetim sonuçları (Sağlık Hizmeti Komisyonu ve Kraliyet Psikiyatri Koleji, 2005), yalnızca 2004-2005 döneminde öğrenme güçlüğü ve akıl sağlığı hastanelerinde çalışan personel tarafından yaklaşık 43.000 saldırı rapor edildiğini göstermektedir." (54)

"Ciddi akıl sağlığı sorunları olan kişileri, özgürlüklerinden mahrum bırakmanın gerekçelerini sorgulamaya devam etmeliyiz." Shanon Wise..(...) Kriterler farklılık gösterse de genel olarak 'kişinin akıl hastası olduğunun, tedaviye ihtiyaç duyduğunun ve kendine ya da başkalarına zarar verme ihtimalinin olduğunun gösterilmesi' gerekir. "(57)

"Ciddi ruh sağlığı sorunları olan kişiler, rızaları alınmadan gözaltına alınabilmektedir.."(58)
"....Yaşamlarında neredeyse hiçbir anlamlı şey olmayan, baştan savma klinik bakımın sade, ıssız bir ortamında başıboş dolaşan, ağır engelli yüzlerce insan arasında olduğum için yaşadığım şoku tarif etmek zor. O gün, garip davranan sakinler bana yaklaştıkça Bob'un yakınında kaldım, çoğunlukla sadece kısmen giyinmişlerdi. Bob'un onlardan rahatsız olabileceğinden endişelenen personel tarafından hızla uzaklaştırıldılar. (....)" (68)

"...Kalabalıklık, psikiyatri servislerindeki saldırgan davranışlarla ilgili birçok çalışmada dikkat çeken 'tek çevreyle ilgili değişkendir.' Bazı araştırmacılar, 'koğuşların kalabalıklaşmasının, hastaları daha yüksek uyarım seviyeleri, koğuş kargaşası ve mahremiyet eksikliği gibi olumsuz veya stresli koşullara maruz bırakarak, artan saldırganlığı teşvik etmesi gerektiğini' öne sürmüştür... (....) Saldırganlığı azaltmak için psikiyatri koğuşlarının tasarlanması için kavramsal model.. (....) Özel banyolu tek kişilik hasta odaları. . 'Özel banyolu tek kişilik yatak odalarıyatan hastaların psikiyatri koğuşlarında mahremiyet erişimini kolaylaştırmak ve kalabalık stresini ve saldırganlığı azaltmak için en önemli tasarım müdahalesi olabilir.'  (....)" (70)

"Öğrenme güçlüğü tedavi bakımı 'şok edici'.."(179)
"Yüzüne darbe aldığında iki dişini kaybetti.." (190)
"'Hastalara meydan okuyoruz'.." (191)

"Yüzlerce doktor ve sağlık çalışanıcinsel istismarı nedeniyle rapor edildi..." (1)
"Yüzlerce hemşire ve diğer sağlık çalışanı cinsel saldırı veya istismar nedeniyle disiplin cezasına çarptırıldı.." (4)
"'Noel Baba'nın tecavüzüne uğradım': Akıl sağlığı tedavi merkezlerindeki cinsel saldırı iddialarına yanıt.." (8)
" Hastalar aşağılanıyor, tecavüze uğruyor ve fiziksel baskı görüyorlar." (115)
"Veriler, yüzlerce savunmasız hastanın NHS koğuşlarında cinsel saldırıya uğradığını ortaya koyuyor.."(10)

"40'tan fazla NHS akıl sağlığı hastası yeni tecavüz ve cinsel saldırı iddialarında bulundu.."(2)
"Karma seks koğuşları.. Yüzlerce savunmasız hasta NHS koğuşlarında cinsel saldırıya uğradı (...)" (9)

"....akıl sağlığı koğuşlarında yaptığı soruşturmanın ardından, tecavüz ve hastaların hamile bırakıldığı iddiaları da dahil olmak üzere düzinelerce yeni cinsel saldırı ve istismar iddiası ortaya çıktı." (2) 

"Ruh sağlığı bozukluğu olan bir hastabir personelden hamile kaldı. "(2)

"NHS'nin işlettiği ruh sağlığı hastanelerinde onbinlerce cinsel saldırı ve olayın rapor edilmesi, psikiyatri servislerindeki hastaların cinsel istismarına ilişkin "ulusal bir skandal" olarak ortaya çıkabilir." (3)

"Bu raporların çoğunluğu, tamamı akli dengesi yerinde olmayan hastalara yönelik saldırı iddialarıyla ilgili ve tecavüz, cinsel saldırı ve röntgencilik gibi suçları içeriyor." (5)

"Zoe, 'kadınlara özel bir bölgede odasında, nasıl cinsel saldırıya uğradığını' şöyle anlattı: "Aslında kilitli kadınlar koğuşunda kalıyordum ama...." (6)

"Psikiyatri kurumlarının tarihi, kadınlara yönelik istismar ve kötü muameleye ilişkin utanç verici hikayelerle doludur." (7)

"Yeni rakamlar, Victoria'daki psikiyatri servislerinde ankete katılan kadın hastaların neredeyse üçte ikisinin erkek hastalar tarafından cinsel istismara veya tacize uğradığını gösteriyor. "(11)

"Ortaya Çıktı: Hastanelerde 1.374 cinsel saldırı skandalı – ve yalnızca 26 suçlama.." (5)
"Psikiyatri koğuşlarındaki cinsel saldırılar, acilen reform yapılması gerektiğini gösteriyor..." (7)
"Rapora göre akıl sağlığı hastanelerinde çok fazla çocuk var.."(184)
"Akıl sağlığı: Dört genç kadından biri mücadele ediyor.."(185)

"Çocuk Psikoterapistleri Derneği, 'çocukların bakıma erişebilmek için birden fazla intihar girişiminde bulunmak zorunda kaldıklarını duyduğunu' söylüyor."(186)

"Soruşturma: Ruh sağlığı birimlerindeki çok sayıda hasta, önlenebilecek fiziksel hastalıklardan dolayı hayatını kaybetti."(69)
 "Bu gizli bir korku. 2015 yılında bu birimlerde 40 ölüm yaşandı, bunların dokuzu 35 yaşın altındaki kişilerdi."  (158)
"Soruşturma ekibi iki yıllık bir süre boyunca öğrenme güçlüğü olan yaklaşık 240 kişinin ölümünü inceledi...." (162)
"Southern Health, iki hastanın ölümü nedeniyle 2 milyon £ para cezasına çarptırıldı"(166)
"Ani Çocuk Ölümleri: Cevap Arayışı.." (187)
"Hastanın ölümüyle suçlanan hastane, güvenlik yasası ihlalini kabul etti"(169)
"Yüzlerce ölümün doğru şekilde soruşturulmaması nedeniyle eleştirilen bir NHS vakfının icracı olmayan tüm yöneticileri istifa etti.." (167)
"Öğrenme güçlüğü ve epilepsi hastası olan Connor Sparrowhawk, 2013 yılında banyoda yalnız bırakıldıktan sonra hayatını kaybetti"."(214)

"....büyük bir araştırmadan elde edilen ara rakamlar, öğrenme güçlüğü olan kişilerin erken ölme olasılığının yüksek olduğunu öne sürüyor..." (162)

"Onun boğulması, vakfın yalnızca kendi gözetimindeki 722 kişinin açıklanamayan 272 ölümünü gerektiği gibi araştırdığının keşfedilmesine yol açtı."(215) (219)

"Eğer ciddi ve kalıcı bir akıl sağlığı sorununuz varsa, genel nüfustaki birinden 15 ila 20 yıl daha erken ölme olasılığınız yüksektir. Adil değil." Dr Lade Smith.. (69)

"-11 Nisan Pazartesi - 'Ucuz' doktor ortakları.. Bugün doktor yardımcısı (/asistan doktor(PA "physician assistant") olarak bilinen daha az nitelikli klinisyenlerden biriyle tanıştım. Bir sonraki randevusuna giderken onunla sadece birkaç dakika konuşabildim ama kendisine tam bir pratisyen hekim gibi davranıldığını hissettiğini hemen anlattı. Stresli görünüyordu ve bana, eğitimden sonraki ilk işi olmasına rağmen, işinin ilk gününden itibaren sanki bir pratisyen hekim deneyimine sahipmiş gibi atıldığını söyledi. Bundan önce PA diye bir şey duymamıştım. Yöneticime sordum ve bana pratisyen hekim gibi olduklarını ancak reçete yazamayacaklarını söylediler. 'Neden daha fazla doktorumuz yok' diye sordum ve yöneticilerim bana her PA'nın bir pratisyen hekimin yarısından daha az maliyetli olduğunu ve dolayısıyla daha ucuz olduğunu söylediler." (165)

"2. Yasaklanmış cinsel aktivite.. 'Cinsel aktivite, rızaya dayalı gibi görünse bile, neredeyse tüm yataklı ruh sağlığı hizmeti ortamlarında uygun değildir ve yasaktır.' (Bazı durumlarda cinsel aktiviteye izin verilebilen hizmet ortamlarının ayrıntıları için 1. 1. Farklı ortamlarda cinsel güvenlik olayı nedir bölümüne bakın. ) Personelin, tüm cinsel güvenlik olaylarına, faaliyetin rızaya dayalı olduğuna inanıp inanmadıkları konusunda yargılama yapmadan müdahale etmesi gerekir. Yataklı hizmetler tüm tüketiciler için güvenli bir tedavi ortamı sağlamalıdır. Bazı ortamlarda, özellikle de keskinlik düzeyinin yüksek olduğu veya tüketici değişiminin hızlı olduğu durumlarda, cinsel aktivitenin, dahil olan veya tanık olan kişilere zarar vermemesini sağlamak mümkün değildir. Göz önünde bulundurulması gereken diğer faktörler şunlardır: (....)" (21)

"Personel-hasta cinsel ilişkisinin önlenmesi.."(22)
"Psikologların hastalarla erotik ve erotik olmayan fiziksel temasa ilişkin tutum ve uygulamaları.."(23)
"Hastalarla cinsel ilişki.."(25)
"Doktor-hasta cinsel ilişkilerinde etik sorunlar.."(26)
"Psikiyatri Hastanelerinde Hemşire-Hasta Cinsel Temas.."(27)
"Koğuşlarda seks: Klinisyenler için bilmece.. "'Yatan psikiyatri hastalarının cinsel faaliyetlerde bulunmasına izin verilmeli mi?'...."(37)

"Psikiyatri hastanesi koğuşlarındaki hastalarda cinsel aktivite... Psikiyatri hastanelerinde hastalar arasındaki cinsel aktivite, rıza konusunda özel zorluklar yaratmaktadır.(...) 'Hastaneleri 'seks yasağı' politikalarını gözden geçirmeye, seksin psikiyatri ünitelerinde yapılmasını kabul etmeye ve prezervatif ve doğum kontrol tavsiyelerinin mevcut olmasını' sağlamaya çağırıyoruz..."(38)

"Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerinden bir yetkilinin Cuma günü sunduğu verilere göre, 2 veya 3 yaşında 10.000'den fazla Amerikalı küçük çocuk, 'belirlenmiş pediatrik kılavuzların dışında dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunedeniyle ilaç alıyor. " (426) "Neden Bu Kadar Çok Yeni Yürümeye Başlayan Çocuk Psikiyatrik İlaçlar Alıyor? (....) Artık bebeklere ve küçük çocuklara benzeri görülmemiş sayıda psikiyatrik ilaç veriliyor. 2013 IMS Verilerinin analizi, 'ABD'de 274.000'den fazla bebeğin (0-1 yaş arası) ve yaklaşık 370.000 küçük çocuğun (1-3 yaş arası) antianksiyete (ör. Xanax) ve antidepresan (ör. Prozacilaçları kullandığını' ortaya çıkardı." (427) 

"2 veya 3 yaşında olan 10.000'den fazla Amerikalı küçük çocukyerleşik pediatrik kılavuzların dışında DEHB (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) için ilaç tedavisi görüyor..(...) 2013 IMS Verilerinin analizi, ABD'de 274.000'den fazla bebeğin (0-1 yaş arası) ve yaklaşık 370.000 küçük çocuğun (1-3 yıl arası) anti-anksiyete (örn. Xanax) ve antidepresan (örn. Prozac) ilaçları kullandığını ortaya çıkardı.." (431)

"Psikolojik cehennem deliklerindeki insanlar sadece intihar düşüncesine, intihara ve şiddete neden olan ilaçlara yönlendirilmekle kalmıyor, aynı zamanda zorlanıyorlar." (432) Julie Ponesse Etik Profesörü

"Şizofreni ilacı klozapine bağlı yüzlerce ölüm .. The Times'ın öğrendiğine göre her yıl elli kişi ölüyor ve yüzlercesi de NHS'nin reçete ettiği güçlü sakinleştiricilerin alınması sonucu ciddi yan etkilere maruz kalıyor. (...) şizofreni hastaları tarafından kullanılan bir ilaç olan klozapinin, ruhsat aldığı 1990 yılından bu yana 950 ölümle bağlantılı olduğunu ileri sürüyor; bu da haftada neredeyse bir ölüme eşdeğer...." (221)

"400 ölümle bağlantılı antipsikotik ilaç tıbbi incelemeyle karşı karşıya .. Paranoid şizofreniyi tedavi etmek için kullanılan klozapin, yan etkileri nedeniyle 'son çare' olarak nitelendirildi. Her yıl yüzlerce ölüme yol açan tartışmalı bir reçeteli ilaç..." (222)

"... Britanya'nın "en tehlikeli" reçeteli ilacı olarak adlandırılan klozapin, 1990'dan bu yana şizofreniyi tedavi etme lisansına sahip. (Klozapin, 1990 yılında şizofreniyi tedavi etmek için ruhsat aldığından bu yana 7.000 ölümle ilişkilendirildi.)..." (223)

"İngiltere'deki En Tehlikeli Reçeteli İlaçlar... (...) Ulusal İstatistik Ofisi, yalnızca 2018'de İngiltere ve Galler'de 4.359 ölümün ilaç zehirlenmesinden kaynaklandığını belirtiyor..."Reçeteli ilaçların çoğu son derece tehlikelidir ve çoğu da bağımlılık yapar.." (224)

"Yeni araştırma, Birleşik Krallık'ta en yüksek ölüm oranına neden olan en tehlikeli beş ilacı ortaya çıkardı.. (....) "Kokain... Antidepresanlar... Benzodiazepin.. Yeni psikoaktif madde... Parasetamol..."  (225)

"SSRI'lar genellikle depresyon, yaygın anksiyete bozukluğu ve OKB gibi durumları tedavi etmek için kullanılır ve bu ilaçlar doğru doz alındığında güvenli olsa da, belirtilenden daha yüksek bir miktar alınması toksisiteye yol açabilir. Mide bulantısı, bulanık görme ve uyuşukluk, antidepresan doz aşımının hafif belirtileridir; halüsinasyonlar, nefes almada zorluk ve nöbetler gibi ciddi belirtiler de vardır." (225)

"Her ne kadar bunlar genellikle sakinleştirici etkileri nedeniyle anksiyete, nöbetler ve uykusuzluk için reçete edilse de, Xanax ve Valium gibi benzodiazepinler vücut bir tolerans geliştirdiğinde oldukça bağımlılık yapıcı olabilir. Sadece belirtilenden daha yüksek bir doz almak tehlikeli olmakla kalmaz, aynı zamanda benzodiazepinleri opioidler gibi alkollü ağrı kesici ilaçlarla birlikte almak yan etkileri artırabilir, aşırı dozda kafa karışıklığına ve zayıf koordinasyona neden olabilir." (225)

"54 yaşındaki Julia MacPherson, Mayıs 2016'da Oxleas NHS Foundation Trust'ın gözetimindeyken, psikozu olmamasına ve ilaç kullanmamak için yalvarmasına rağmen klozapin denemesine tabi tutulduktan sonra öldü. (...) Başlangıçta aileye onun kalıtsal bir kalp rahatsızlığından öldüğü söylendi. Ancak yapılan bir soruşturma, 'klozapinin onun ölümünde bir etken olduğunu' ortaya çıkardı..(...) "İlaç kullanımı psikoza dönüştü ve hepatite yakalandı."(226)

"Beş yıl önce Observer, Northampton'daki St Andrew hastanesindeki bir psikiyatri biriminde dört adamın ölümüyle ilgili yapılan otopsilerde, 'klozapin gibi antipsikotik ilaçların "olası katkıda bulunan faktörler" olduğu sonucuna' varıldığını bildirmişti."(226)

"Sayın Jens G Kilian ve meslektaşları makalelerinde 23 şizofreni hastasında klozapin kullanımı ile miyokardit veya kardiyomiyopati arasındaki ilişkiyi bildiriyorlar. Klozapine bağlı ölümcül olabilecek başka bir komplikasyona dikkat çekmek istiyoruz. (a) Sir Jens G Kilian ve meslektaşları klozapin tedavisinin kardiyak komplikasyonlarla ilişkisinin altını çiziyor. (...) 'Birçok ani ölüm vakası klozapinin kardiyak komplikasyonlarına bağlanabilir, ancak ani ölümün diğer tanımlanamayan nedenleri metabolik yan etkilerine bağlı olabilir.' (b)..." (229)

"DSÖ klozapin farmakovijilans veri tabanına göre, dünyanın geri kalanında 892 ölümcül sonuca karşılık Birleşik Krallık'ta 968 ölümcül sonuç meydana gelmektedir. (...) Klozapin dünya genelinde üçüncü en öldürücü ilaçtı, ancak geriatrik olmayan yetişkinler arasında dünya çapında en öldürücü ilaçtı. Birleşik Krallık'taki (Birleşik Krallık) doktorlar 968 ölümcül sonuç bildirirken, dünyanın geri kalanındaki 892 ölümcül sonuç rapor ettiğinden dağılım dengesizdi; diğer Avrupa ülkelerindeki doktorlar tarafından bildirilen yalnızca 105 ölümcül sonuç dahil....(...)  Başlangıçtan 2019'a kadar klozapin hastalarında ölümcül sonuçların en büyük dört nedeni zatürre, ani ölüm, agranülositoz ve miyokardittir. 2019 yılı boyunca, pnömoni dünya çapında 2. 077 klozapin ölümcül sonucunu açıkladı (%30 bağıl öldürücülük; 2077/6983). Bu nedenle, Birleşik Krallık'ta bu 10 yıllık dönemde meydana gelen 968 ölümcül sonucun önemli bir kısmının zatürre ile ilişkili olması muhtemeldir. ..(...) "Ani ölüm/kalp durması, 1449 ölümcül sonuçla dünya çapında klozapin hastalarında ikinci önde gelen ölüm nedeniydi. (...) Özetle, bu mektup, Birleşik Krallık'taki klozapin hastalarında 2010'dan 2019'a kadar doktorlar tarafından bildirilen 986 ölümcül sonucun çoğunun, WHO veri tabanında klozapinle ilişkili ölümcül sonuçların önde gelen iki nedeni olan zatürre veya ani ölümle ilişkili olabileceğini öne sürüyor. " (230)

"Adli tıp raporu, Daniel'in ölümünün, yavaş bağırsak olarak da bilinen, 'klozapine bağlı gastrointestinal hipomotilite (CIGH) adı verilen bir durumdan kaynaklandığını' belirledi. Antipsikotik ilaç olan klozapine ilişkin veriler, Daniel'in bağırsak anomalisinden ölen 13 Yeni Zelandalıdan biri olduğunu ortaya çıkardı ve (...) '2009 yılında yayınlanan bir adli tıp raporu, Christchurch kadını Karen Cramp'ın klozapin almanın neden olduğu beyaz kan hücrelerinin ciddi şekilde tükenmesi nedeniyle öldüğünü ortaya çıkardı.'  Adli tabip, Cramp'ı ilacın riskleri hakkında bilgilendirmediği için doktorunu eleştirdi; ancak pratisyen hekimin kendisi de tehlikeleri öğrenmek için tıbbi bir rehbere danışmak zorunda kaldı..... " (231)

"Psikiyatrik ilaçlar güvenli midir? .... Birçoğumuz, eğer bir psikiyatrik ilacın Amerika Birleşik Devletleri'nde kullanımı onaylanmışsa, o ilacın makul ölçüde güvenli olduğunu varsayarız. Peki bu varsayım doğru mu? Elbette ABD Gıda ve İlaç İdaresi'nin (FDA) önemli bir rolü, ilaç şirketlerinin kendilerine sağladığı klinik ilaç denemelerinden elde edilen bulguları gözden geçirmek ve ardından bir ilacın satış için onaylanıp onaylanamayacağına karar vermektir.. (....) Ayrıca FDA'ya sunulan klinik araştırmaların çoğunun, ne kadar kısa olduğunu da fark ettim; genellikle sadece birkaç hafta veya birkaç ay. Bu, özellikle birçok kişinin bu ilaçları yıllarca kullandığı düşünüldüğünde, bir ilacın güvenliği hakkında yeterli bilgi sağlıyor mu? (...) FDA, bir ilaç şirketinin bir ilacın belirli bir durum için "etkili" bir tedavi olduğunu söylemesine izin verilip verilmeyeceğini düzenler - ve ABD Adalet Bakanlığı bazen "etkili" terimini uygunsuz bir şekilde kullandıkları için şirketlere dava açar. (...)  " (232)

"Ancak bu süreçte dikkatimi çeken şey, birçok psikiyatrik ilacın ne kadar güvensiz ve açıkça tehlikeli olduğuydu. Benzodiazepinler haftalar içinde yoğun fiziksel bağımlılığa neden olabilir. Antipsikotikler diyabete, kalıcı motor fonksiyon bozukluğuna, katatonik durumlara ve ölüme neden olabilir. Kan seviyeleri çok dar bir aralıkta tutulmazsa, lityumun yaygın dozları aniden öldürücü hale gelebilir. Antikonvülsanlar hayatı tehdit eden döküntülere ve yoksunluk sırasında hayatı tehdit eden nöbetlere neden olabilir. Ve örnekler uzayıp gidiyor." (232)

"Mesele şu ki, özellikle de depresyonda olan biri varsa ve ona antidepresan vermeye başlarsanız ve onun intihara meyilli olduğunu fark etmeye başlarsanız, asıl yorum şu şekildedir; 'Eh, sadece depresyonun kötüleşiyor, bu yüzden ya ilacın etki etmeye vakti olmadı ve biraz daha beklemeliyiz ya da dozu arttırmalıyız.' Aslında intihar eğilimlerine neden olan ilacın kendisi olabilir. İnsanların bunu gerçekten tanıması gerekiyor. " (232)

"Psikiyatrik ilaçlar nadiren onaylanamayacak kadar tehlikeli kabul edilir.. (....) Son araştırmalar, halihazırda psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin %80'inden fazlasının bu ilaçları üç yıldan fazla süredir kullandığını göstermiştir. (....) Bağımlılık ve yoksunluk riskleri gerçektir ancak fark edilmesi çoğu zaman zordur.." (232)

"Psikiyatrik veya psikotrop ilaç, beynin ve sinir sisteminin kimyasal yapısı üzerinde etki yaratmak için alınan psikoaktif bir ilaçtır. Bu nedenle bu ilaçlar ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Bu ilaçlar tipik olarak sentetik kimyasal bileşiklerden yapılır ve genellikle psikiyatrik ortamlarda, potansiyel olarak taahhüt sırasında istemsiz olarak reçete edilir.." (233)

"Depresyon, psikoz ve bipolar bozukluk gibi psikiyatrik bozukluklar yaygındır ve Amerika Birleşik Devletleri'nde giderek daha fazla kabul görmektedir. Bu bozukluklar için en sık kullanılan ilaç sınıfları antidepresanlar, antipsikotikler ve lityumdur.  Ne yazık ki, bu ilaçlar önemli nörotoksisitelerle ilişkilidir. Psikiyatrik ilaçlar nörotoksik yan etkiler açısından risk taşır." (233)

" Antipsikotiklerden kaynaklanan ölümlerin sayısı 1993-1998'de yılda yaklaşık 55'ten 2000'de 74'e çıktı ve daha sonra 2002'de 53'e düştü. Ölümlerin yaklaşık yüzde 25'inde kaza sonucu ölüm kararı varken, ölümlerin yaklaşık yüzde 60'ında intihar kararı ya da açık hüküm kaydedildi. Tiyoridazin'in 2001 yılında kullanımdan kaldırılmasının ardından 2002 yılında herhangi bir ölüm yaşanmamıştır. Ancak, başta olanzapin ve klozapin olmak üzere atipik ilaçlarla ilişkili ölümlerin sayısı artmıştır." (234)

"Klozapine ve olanzapine bağlı tüm kasıtsız ölümlerin yaklaşık %75'i erkek hastalardan kaynaklanırken (sırasıyla %78 ve %73), ketiapine bağlı kasıtsız ölümcül zehirlenmelerin ise %58'i." (236)

"SSRI olmayan yeni antidepresanlardan venlafaksinin aşırı doz toksisitesi, TCA'lardan daha düşük olmasına rağmen, 'nöbetler, serotonin sendromu, rabdomiyoliz, böbrek yetmezliği ve karaciğer yetmezliğinin' bildirildiği SSRI'lardan daha yüksek görünmektedir." (237)

"Benzodiazepin kullanımı Alzheimer hastalığı riskinin artmasıyla ilişkilidir." (238)

"Yaffe, Boustani ve Fairbanks, 'benzodiazepinlere maruz kalmanın Alzheimer hastalığına yakalanma riskini iki katına çıkardığını' gösteren dikkatle yürütülen bir çalışma hakkında yorum yaptılar. Benzodiazepin kullanımının nörodejeneratif hastalık adını verdikleri kalıcı beyin hasarına yol açmasının muhtemel olduğunu buldular. " (240)

" 'Antipsikotiklerin beyni doza bağlı olarak küçülttüğünü ve benzodiazepinlerin, antidepresanların ve DEHB ilaçlarının da kalıcı beyin hasarına neden olduğunu biliyoruz.' (240)

"Uzmanlar, milyonlarca İngiliz'e reçete edilen İLAÇLARIN ileriki yaşlarda beyin sağlığına risk oluşturabileceği konusunda uyardı. (...) ....yeni bir çalışma, hapların beynin mikroglial hücrelerini etkileyebileceğini ortaya çıkardı. Avustralya Nükleer Bilim ve Teknoloji Örgütü'ndeki (ANTSO) uzmanlar, 'bunların kullanımının dendritik dikenlere müdahale edebileceğini' söyledi. Dendritik dikenler beyindeki nöronlarda önemli bir rol oynar ve beynin hücreleri harekete geçiren ve harekete geçiren kısmına katkıda bulunur. ANTSO Profesörü Richard Banati, 'kaygı ilaçlarının uzun süreli kullanımının demansın hızlanmasına katkıda bulunabileceğini' göstermesi açısından çalışmanın önemli olduğunu söyledi...." (241)

"Diazepam (daha çok Valium olarak bilinir) anksiyete, alkol yoksunluğu ve nöbetleri tedavi etmek için kullanılır. Ayrıca kas spazmlarını hafifletir ve vücudu sakinleştirici etkisi olduğundan tıbbi işlemler öncesinde sedasyon sağlar. Araştırmada 'ilacın mikroglial hücrelerin normal aktivitesine ve sahip oldukları fonksiyona dönüştüğü' görüldü. Bunun, ilacı alanların şiddetli yorgunluk yaşayabileceği ve daha sonra demans gibi diğer bilişsel sorunlarla karşılaşabileceği anlamına gelebileceğini vurguladılar." (241)

" Çalışma, anksiyolitik ilaçların beyinde etki ederek bilişsel bozukluğa yol açtığı olası bir mekanizmayı ortaya koymaktadır. ANSTO sağlık araştırmacıları, Nature Neuroscience'da yayınlanan ve 'anti-anksiyete ilaçlarının beyinde etki göstererek savunmasız bireylerde bilişsel bozukluğa yol açabileceği' mekanizmaya ışık tutan uluslararası bir çalışmaya katkıda bulundular. (....) Çalışmaanti-anksiyete ilacının doğrudan sinir hücreleri üzerinde değil, mikroglial hücreler (sinir hücreleri ve bunların sinapslarla bağlantıları etrafında toplanabilen, beynin kendi içsel bağışıklık sisteminin hücreleri) üzerinde etki ettiğini ve mikroglial hücrelerin hareketinin dendritik dikenlere (diğer sinir hücrelerine sinaptik bağlantıların bulunduğu ucunda nöronlardan gelen küçük çıkıntılar) müdahale ettiğini öne sürdü..." (242)

"Otonom fonksiyon bozukluğu ve klozapin ilişkisi: Uzun süreli psikotrop ilaç kullanan şizofreni hastalarında kalp hızı değişkenliği ve ani ölüm riski.." (243)
 
"'Antidepresan ilaçları bırakmaya çalışan binlerce, belki de milyonlarca insan, aylarca hatta yıllarca süren acı veren yoksunluk belirtileri yaşıyor: uykusuzluk, kaygı dalgalanmaları, hatta sözde beyin zapları, beyinde elektrik çarpması hissi. Ancak doktorlar bu tür semptomları göz ardı etmiş veya küçümsemiş, çoğu zaman bunları altta yatan ruh hali sorunlarının tekrarlamasına bağlamıştır.'  (244)

"İki araştırmacı, 'antidepresan kullanan kişilerin birbirlerine en iyi nasıl geri çekilebileceklerini tavsiye ettiği çevrimiçi forumları' ziyaret ederek işe başladı. Bu siteler sürekli olarak, 'dozların aylar veya yıllar boyunca giderek daha küçük miktarlarda azaltılmasını, bazen de kapsüllerden birer birer boncukların çıkarılmasını içeren "mikro dozlama" önerisinde' bulundu." (244)

"2010 tarihli bir çalışmada Japon araştırmacılar, 'Paxil'i azaltmaya çalışan insanların yüzde 78'inin ciddi yoksunluk semptomları yaşadığını' buldu. (....) Hollandalı araştırmacılar 2018'de 'Paxil veya Effexor'u bırakmakta zorlanan kişilerin yüzde 70'inin, dozajlarını miktarı giderek daha küçük artışlarla orijinalin kırkta birine kadar azaltan uzun süreli bir azaltma rejimini takip ederek reçetelerini güvenli bir şekilde bıraktığını' buldu. " (244)

" 'Paxil, Zoloft ve Effexor gibi antidepresanlar kısmen, beyin hücreleri arasındaki sinapslarda çalışan ve bazı insanlarda esenlik hissi vermeye yardımcı olduğu düşünülen kimyasal serotonini temizleyen bir molekül olan serotonin taşıyıcısını bloke ederek çalışır. Antidepresanlar, taşıyıcıyı bloke ederek serotoninin etkilerini uzatır ve artırır.' Ancak beyin görüntüleme çalışmaları, taşıyıcının 'inhibisyonunun' ilacın eklenmesiyle keskin bir şekilde arttığını ve buna bağlı olarak dozajdaki herhangi bir azalmayla da keskin bir şekilde düştüğünü buldu." (244)

"The New York Times'ın federal veriler üzerinde yaptığı yeni bir analize göre, 'antidepresanların uzun süreli kullanımı ABD'de artıyor. Yaklaşık 15,5 milyon Amerikalı, ilaçları en az beş yıldır kullanıyor. Bu oran 2010'dan bu yana neredeyse iki katına çıktı ve 2000'den bu yana üç kattan fazla arttı.'" (245)

"Bazı bilim insanları uzun zaman önce, 'birkaç hastanın bırakmaya çalıştıkları takdirde yoksunluk belirtileri yaşayabileceğini' tahmin etmişti; buna "durma sendromu" adını verdiler" (245)

"'İlaçlar başlangıçta kısa süreli kullanım için onaylandı ve genellikle yaklaşık iki ay süren çalışmaların ardından onaylandı. Bugün bile, milyonlarca kullanıcı olmasına rağmen, yıllardır bu ilacı kullanan insanlar üzerindeki etkileri hakkında çok az veri bulunmaktadır.'" (245)

"'Bir ilaç onaylandıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki doktorlar, onu uygun gördükleri şekilde reçete etme konusunda geniş bir özgürlüğe sahiptir. Uzun vadeli verilerin eksikliği, doktorların on milyonlarca Amerikalıya süresiz olarak antidepresan tedavisi vermesini engellemedi.' Duke Üniversitesi'nden emekli psikiyatri profesörü Dr. Allen Frances, "Çoğu kişi birinci basamakta, çok kısa bir ziyaretten sonra ve klinik depresyonun belirgin belirtileri olmadan bu ilaçları alıyor" dedi. "Genellikle iyileşme oluyor ve bu çoğunlukla zamanın geçmesine veya plasebo etkisine dayanıyor." " (245)

"Antidepresanlar zararsız değildir; genellikle 'duygusal uyuşukluğa, arzu eksikliği veya erektil disfonksiyon' gibi cinsel sorunlara ve kilo alımına neden olurlar." (245)

"Uzun süreli 250 psikiyatrik ilaç (çoğunlukla antidepresankullanıcısı arasında yapılan yakın tarihli bir ankette, 'reçetelerini yarıda bırakanların yaklaşık yarısı, yoksunluğu şiddetli olarak' değerlendirdi. Bırakmayı deneyenlerin neredeyse yarısı bu semptomlar nedeniyle bunu başaramadı. Uzun süredir antidepresan kullanan 180 kişiyle yapılan başka bir çalışmada, '130'dan fazla kişide yoksunluk belirtileri' rapor edildi. Neredeyse yarısı 'antidepresanlara bağımlı olduklarını hissettiklerini' söyledi. "  (245)

"'1990'ların ortalarına gelindiğinde, önde gelen psikiyatristler 'yoksunluğu, modern antidepresan kullanan hastalar için potansiyel bir sorun' olarak görüyorlardı. 1997'de Phoenix'te ilaç üreticisi Eli Lilly'nin sponsorluğunda düzenlenen bir konferansta, akademik psikiyatristlerden oluşan bir heyet, 'haplara yeniden başlandığında ortadan kaybolan denge sorunları, uykusuzluk ve anksiyete gibi semptomları' ayrıntılarıyla anlatan uzun bir rapor hazırladı. Ancak çok geçmeden konu bilimsel literatürden silindi. Ve hükümet düzenleyicileri yaygın depresyonu daha büyük bir sorun olarak görerek bu semptomlara odaklanmadı.'" (245)

"'Antidepresanların bırakılmasına ilişkin yayınlanmış az sayıda çalışma, 'bazı ilaçları bırakmanın diğerlerinden daha zor olduğunu' göstermektedir. Bunun nedeni, ilaçların yarılanma ömründeki (haplar durdurulduktan sonra vücudun ilacı temizlemesi için geçen sürefarklılıklardan kaynaklanmaktadır.' Effexor ve Paxil gibi yarılanma ömrü nispeten kısa olan markalar, Prozac gibi sistemde daha uzun süre kalanlara göre daha hızlı yoksunluk semptomlarına neden oluyor gibi görünüyor. " (245)

"Yayınlanan en eski yoksunluk çalışmalarından birinde, Eli Lilly'deki araştırmacılar Zoloft, Paxil veya Prozac kullanan kişilerin yaklaşık 'bir hafta boyunca hapları aniden bırakmasınısağladı. Paxil'dekilerin yarısı ciddi baş dönmesi yaşadı; Yüzde 42'si kafa karışıklığı yaşadı; ve yüzde 39'u uykusuzlukZoloft almayı bırakan hastaların yüzde 38'inde şiddetli sinirlilik vardı; Yüzde 29'u baş dönmesi yaşadı; ve yüzde 23, yorgunluk. Semptomlar, insanlar ilacı bıraktıktan kısa süre sonra ortaya çıktı ve hapları almaya devam ettiklerinde düzeldi. Prozac kullananlar ise aksine, semptomları bıraktıklarında başlangıçta herhangi bir artış yaşamadılar, ancak bu sonuç şaşırtıcı değildi. Prozac'ın vücuttan tamamen temizlenmesi birkaç hafta alır, dolayısıyla bir haftalık arabir geri çekilme testi değildir. Bir başka Eli Lilly ilacı olan Cymbalta üzerinde yapılan bir çalışmada, yoksunluk çeken kişiler ortalama iki ila üç semptom yaşadı. En yaygın olanları 'baş dönmesi, mide bulantısı, baş ağrısı ve paresteziydi'; beyindeki, birçok insanın beyin zap'ı dediği elektrik çarpması hissi. Bu semptomların çoğu iki haftadan uzun sürdü." (245)

"Doğu Londra'da yaşayan ve 18 ay sonra Cymbalta almayı bıraktığında 'baş dönmesi, kafa karışıklığı, baş dönmesi ve beyin zaafları' yaşayan 34 yaşındaki psikiyatrist Dr. Tom Stockmann, "Tamamen iyileşmem bir yılımı aldı - bir yıl" dedi. Reçeteyi güvenli bir şekilde bitirmek için kapsülleri açmaya başladı ve her gün ilacın birkaç damlasını azaltarak ilacın etkisini azalttı; bunun tek çıkış yolu olduğuna karar verdi." (245)

"Çeşitli psikiyatrik ilaçları bırakmaya çalışırken şiddetli semptomlar gösteren Laura Delano, "Doktorların verdiği doz azaltma oranları genellikle çok ama çok hızlı" dedi. Psikiyatrik ilaçları bırakma konusunda kaynaklar sağlayan, azaltma rehberi de dahil olmak üzere, The Withdrawal Project adında bir web sitesi oluşturdu. Bu kadar yaygın hale gelen reçetelerin çözülmesine ilişkin iyi tıbbi tavsiyelerin azlığı karşısında şaşkınlığa uğrayan tek kişi o değil. Bir medya girişimcisi ve İngiltere'nin reçeteli ilaç bağımlılığı ve bağımlılığını incelemesi için baskı yapan Londra merkezli Kanıta Dayalı Psikiyatri Konseyi'nin kurucu ortağı Luke Montagu, "Birilerinin bu konuya dikkat etmesini ve ciddiye almasını sağlamak çok uzun zaman aldı" dedi. "İnsanların birbirlerini destekledikleri ve büyük ölçüde doktorların yardımı olmadan en iyi uygulamaları geliştirdikleri, büyük ölçüde çevrimiçi olarak ortaya çıkan devasa bir paralel topluluğa sahipsiniz" dedi. " (245)

"60'lı ve 70'li yaşlarındaki yüzlerce kişi, korkunç bir kaybın ardından, reçete yazmaya başlama konusunda bize benzer hikayeler anlattı. Birçoğu, 'ilaçların başlangıçta duygusal çalkantıyı hafifletmeye yardımcı olduğunu' söyledi. 'Antidepresanları bırakmayı istemelerinin nedeni, kısmen 'antidepresanların kısa vadeli bir çözüm, bulanık sular üzerinde bir köprü olması gerektiği' anlayışından kaynaklanıyordu.' Ancak 1990'ların ortalarına gelindiğinde ilaç üreticileri, hükümet düzenleyicilerini, 'ilaçların uzun süre kullanıldığında kronik, tekrarlayan depresyonu olan kişilerde nüksetme riskini önemli ölçüde azalttığına' ikna etmişti. Böylece, yalnızca en şiddetli depresyon vakaları için değil, süresiz veya açık uçlu reçete yazma dönemi başladı.(246)

"Bana bu ilacı bırakmanın riskleri söylenmiş olsaydı, asla başlamazdım.(Jinekoloğunun tavsiyesi üzerine antidepresan almaya başlayan) bayan Robin Hempel.. "(245),(246)

'Antidepresan kullanan ve hamile kalmayı planlayan kadınlar genellikle gelişmekte olan fetüsüne herhangi bir reçete vermemeyi tercih ederler. Anne karnında maruz kalmanın çocukta sorunlara yol açtığına dair kanıtlar oldukça zayıftır. Tedavi edilmeyen depresyon, hem doğumdan önce hem de sonrasında, çocuğun enerjik ve dikkatli bir bakıcıya ihtiyaç duyduğu durumlarda gerçekten de risk oluşturur.' (246)

"The Times'ın davetine 20'li yaşlarında veya daha genç yaklaşık 1000 genç yanıt verdi. Uzun süreli kullanımın arttığı dönemde reşit olmadılar; ebeveynleri bunu yaptı ve çoğu zaman 'ilaçların, onlara yardımcı olabileceğine' karar veren de ebeveynleri oldu. Birçoğu bize o zamanlar ilacın, ne olduğunu bilemeyecek kadar genç olduklarını ve çok sonra öğrenebildiklerini söyledi. Lise ve üniversiteye girdiklerinde reçete kültürüne ilişkin anlayışları önceki kuşaklarınkinden çok farklı oluyor." (246)

" 'İlaçlar beyinde biyolojik düzenlemelere neden oluyor, ancak aynı zamanda kalıcı duygudurum sorunları da yaratıyor.'"  (246)

"Antidepresanlar, 'depresyonun, antidepresanların düzeltebileceği beyin kimyasallarındaki spesifik anormalliklerden kaynaklandığı veya aracılık ettiği' yönündeki kanıtlanmamış varsayımla dünya çapında milyonlarca insana reçete ediliyor; bunun yanı sıra, 'randomize çalışmalarda depresyon derecelendirme ölçeklerinde' plaseboya göre marjinal farklılıklar olduğuna dair kanıtlar var."(247)

"Ancak antidepresanlar beynin ve vücudun diğer bölümlerinin normal işleyişini tam olarak anlamadığımız şekillerde değiştiren kimyasallardır. Antidepresanların beyin fonksiyonlarını normalleştirmek şöyle dursun, normal biyolojik süreçleri bozduğu ve onları alan bazı insanlar için potansiyel olarak yıkıcı sonuçlar doğurduğu açıkça görülüyor." (247)

"'Bir antidepresan aldıktan hemen sonra ortaya çıkan 'nörokimyasal ve fizyolojik değişikliklerin doğası veya bunların farklı ajanlar arasında nasıl değiştiği' konusunda net değiliz. Beyin de dahil olmak üzere vücudun, 'bu ilaçlarınuzun süreli varlığına nasıl uyum sağladığı' konusunda daha da az eminiz ve 'ilaçların neden olduğu değişikliklerin, ilaç durdurulduğunda' normale dönüp dönmediğini veya devam edip etmediğini bilmiyoruz. Ancak ruh sağlığı sorunları için kullanılan 'diğer ilaçların bazen antipsikotiklerin neden olduğu tardif diskinezi gibi geri dönüşü olmayan beyin değişikliklerine neden olduğunu' biliyoruz. Beyin hassas bir organdır; yapısını veya işlevini kalıcı olarak yeniden ayarlamak çok fazla zaman almayabilir.'" (247)

"Tarihsel olarak tıp camiası, ilaçların normal beyin ve vücut fonksiyonlarına ne ölçüde müdahale edebileceğini takdir etmekte yavaş kalmıştır. Psikiyatristlerin 'tardif diskinezinin antipsikotiklerden kaynaklandığını' kabul etmeleri uzun zaman aldı. (Moncrieff, 2013)  Antidepresanların yoksunluk etkilerinin ciddi bir şekilde dikkat çekmesi otuz yıl sürdü.'" (247)

"Yoksunluk etkileri, başlı başına, 'vücudun bir ilacın yutulmasıyla değiştirildiğinin' bir göstergesidir. Yoksunluk etkilerini uzun süreli kullanımla ilişkilendiririz, ancak aslında vücut, ilacın tek bir dozundan sonra bile geçici olarak değişebilir." (247)

"Hayvan çalışmaları, bir opiatla yapılan akut tedavinin, ilacın doğrudan analjezik etkisinden sonra gelen ve birkaç gün süren, ağrıya karşı artan bir hassasiyet dönemini (hiperaljezitetiklediğini göstermektedir (Celerier ve ark. , 2000). Benzer şekilde, sadece bir veya iki gün boyunca benzodiazepin hipnotikleri almak, başlangıçta en azından biraz da olsa uykuyu iyileştirir, ancak hap bırakıldığında, insanlar uyumayı, almadan öncesine göre daha da zor bulurlar (Soldatos ve diğerleri, 1999). Bu duruma bazen 'geri tepme' adı da verilir; bu, 'bir ilacın akut etkileri geçtikten sonra ortaya çıkan telafi edici türden etkilere verilen addır.'" (247)

"Hengartner, Davies ve Read'in sonucuna göre, 'antidepresanlarla ilişkili yoksunluk reaksiyonları yaygındır, sıklıkla şiddetlidir ve birkaç haftadan aylara kadar, hatta bazen daha da uzun sürer (Antidepresan yoksunluğu, gidişat sonunda tersine dönüyor).'" (247)

"Antidepresanlarla ilişkili kalıcı değişikliklere ilişkin daha fazla kanıt, seçici serotonin geri alım inhibitörü (SSRI) - cinsel işlev bozukluğu hakkında ortaya çıkan literatürden gelmektedir. SSRI'ların alınırken cinsel işlevi bozduğu iyi bilinmektedir ve Healy, 'ilaçların kesilmesinden sonra aylarca ve bazen yıllarca (SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğu ve diğer kalıcı cinsel işlev bozuklukları) zorlukların devam edebileceğine' dair biriken kanıtları anlatıyor." (247)

"Uzun vadede beyin fonksiyonlarını değiştiren ilaçları almanın içerdiği risklerin değerlendirilmesinde büyük ölçekli bir başarısızlık var. Bu risklerin bazıları öngörülebilir, bazıları ise daha azdır. Benzodiazepinlerin geçmişi göz önüne alındığında, 'SSRI'ların ve diğer yeni depresyon ve anksiyete ilaçlarının yoksunluk sendromları yaratacağını' tahmin edebilmemiz gerekirdi, ancak bir kez daha habersiz kaldık ve görünüşe göre 'ilaçlar piyasaya sürülmeden önce bu olasılık hakkında hiçbir araştırma yapılmamıştı..' Ancak tardif diskinezi veya opioid kaynaklı hiperaljezi gibi sendromlar bize 'ilaçların etkilerinin beklenmedik olabileceğinihatırlatmalıdır. Zararlı etkilerin devam etmesi, bazı durumlarda 'ilaçların uzun süreli değişikliklere neden olabileceğini' de düşündürmektedir. " (247)

" Ortaya çıkan kanıtlar, seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI'lar) ve/veya serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri (SNRI'ler) ile tedavi sırasında ortaya çıkan cinsel işlev bozukluğunun, bazı hastalarda ilacın kesilmesinin ardından da devam ettiğini göstermektedir (SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğu [PSSD])" (250)

"En Acı Haplar: Antipsikotik İlaçların Sorunlu Hikayesi.. Antipsikotiklerin 'nörolojik zehirlerden sihirli tedavilere' nasıl dönüştürüldüğünü, faydalarının nasıl abartıldığını ve toksik etkilerinin en aza indirildiğini veya göz ardı edildiğini ortaya koyan, antipsikotiklerin tarihinin zorlu bir yeniden değerlendirmesi.... (252)

"Bulgularımız, 'disiplinler arası ruh sağlığı personeli arasında hizmet kullanıcılarının karar vermesine izin verme konusunda isteksizlik olduğunu ve şizofreni hastalarının antipsikotik ilaçlarının azaltılması yönündeki taleplerinin ruh sağlığı personeli tarafından karşılanması konusunda sınırlı olanaklar olduğunu ' gösterdi." (253)

NEDİR?; Serotonin (depresyon) teorisi, depresyonun diğer kimyasal dengesizliklerdeki serotonin anormalliğinden kaynaklandığını öne süren teoridir..

"Depresyonun diğer kimyasal dengesizliklerdeki serotonin anormalliğinden kaynaklandığı teorisi halk tarafından geniş çapta kabul görmüştür (....) Buna cevaben önde gelen psikiyatristler 'bunun, psikiyatri mesleği tarafından hiçbir zaman ciddiye alınmayan bir 'şehir efsanesi' olduğunu' öne sürdüler.  (....) Bulgular, 'serotonin teorisinin profesyonel ve akademik topluluk tarafından desteklendiğini' göstermektedir." (255)

"Antidepresanların kimyasal dengesizliği, özellikle de beyindeki serotonin eksikliğini gidererek çalıştığı varsayılmaktadır. Aslında bunların sözde etkinliği, kimyasal dengesizlik teorisinin birincil kanıtıdır. Ancak yayınlanan veriler ve ilaç şirketleri tarafından gizlenen yayınlanmamış veriler üzerinde yapılan analizler, 'faydaların (hepsi olmasa da) çoğunun plasebo etkisinden kaynaklandığını' ortaya koyuyor. (....) Popüler antidepresanlar, depresyonu tedavi etmek yerine, insanların gelecekte depresyona girme olasılığını artıran biyolojik bir hassasiyete neden olabilir." (256)

"Seroxat uzmanı Dr David Healy şunları söyledi: "Eğer bunlar sizin için doğru ilaç değilse, sizi intihara sürükleyebilecek bir dizi soruna neden olabilirler; sizi zihinsel bir kargaşaya sürükleyebilir ve sizin için doğru ilaçlar olsalar bile bazı durumlarda sizi bağımlı hale getirebilirler. (....) "İlacı kullanan bazı kişilerin önemli bir sorunu olmadığı açık görünüyordu, ancak ilacı kullanan diğerlerinin 'daha huzursuz oldukları, zihinsel bir kargaşa içinde oldukları, rüyalardan, kabuslardan ve bunun gibi bir dizi şeyden' şikayetçi oldukları da aynı derecede açıktı. . Bunlar daha ayrıntılı olarak araştırılmamış gibi görünüyor." " (269)

"(Dr David Healy) Sağlıklı gönüllülerin yaklaşık dörtte birinin Seroxat kullanırken bu tür zihinsel çalkantılara maruz kaldığını keşfetti; normal dozlarda olsalar ve hatta sadece birkaç gündür kullanıyor olsalar bile." (269)

" Nisan 2008'de yayınlanan makale, New York merkezli "çocuklara yönelik psikiyatrik ilaçlara karşı lobi faaliyeti yürüten ebeveyn merkezli bir grup" olan AbleChild örgütüne atıfta bulunarak, 'okuldaki silahlı saldırılarda, son zamanlarda sekiz saldırganın suç işlendiği sırada antidepresan ilaç kullandığını' ve ebeveynlerin çoğunun bu gerçeğin farkında değil. Antidepresan kullanan saldırganlar arasında Columbine, Colorado'dan Eric Harris ve Springfield, Oregon'dan Kip Kinkel de vardı. AbleChild'saldırganların aldığı ilaçların sadece intihar düşüncesine değil aynı zamanda mani, psikoz, düşmanlık, halüsinasyonlar ve hatta 'cinayet davranışına' da yol açtığının belgelendiğiniiddia ediyor." (272)

" FDA'nın sürdürdüğü ilaç raporlama sistemi Medwatch'ın istatistiklerine göre, 'Amerika Birleşik Devletleri'nde antidepresan kullanan 63.000 kişinin intihar ettiği' vaka görüldü." (273)

" "Cinayete yönelik şiddet salgınları (siyasi olarak sınıflandırılan şiddet dahil) ile yasal veya yasa dışı zihin değiştirici ilaçların kullanımı arasında güvenilir bir ilişki olduğu görülüyor. Eğer araştırmazsak, bunun önemli olduğunu asla öğrenemeyiz.." (284)

"Okul Saldırılarıyla Bağlantılı Antidepresan İlaçlar.." (273)
"İlaç Kaynaklı Öldürücülerin Büyük Listesi.."(275)
"SSRI ANTİDEPRESAN: 2008 Finlandiya'da Okul Saldırısı: 10 Ölü.." (276)
""25 cinayet ve katliam, tek ortak bağlantı... İLAÇLAR.." (281)
"Stockholm'den: Zihin değiştiren ilaçlar ile şiddet arasındaki görünür ilişki hakkında daha fazla bilgi.." (282)
"Hiç kimse depresyonu 'damgalamıyor'. Endişelenmemiz Gereken Haplar.."(290)

"Şiddeti Teşvik Eden 10 İlaç.. (...) Sarhoşluk ve/veya yoksunluk sırasında şiddet içeren davranışlara katkıda bulunduğu tespit edilen en yaygın ilaçlardan bazıları şunlardır... "Anabolik Steroidler, PCP (Fensiklidin), Alkol, Kokain, Amfetaminler, Metamfetamin, MDMA (Ecstasy), Opiatlar ve Opioidler, Esrar, Sakinleştiriciler (benzodiazepinler)" (289)

'Antidepresanların güvenli ve etkili olduğuna inanmak ölümcül bir hatadır.' Kullandıkları antidepresanın zararları nedeniyle intihara sürüklenen pek çok çocuk ve gencin reçeteyi haklı çıkaracak bir durumu bile yoktu; sorunları 'uykusuzluk, iş stresi, okul sınavı öncesi kaygı ya da kız arkadaşından ayrılmak' olabilir."  (288)

" 'Psikiyatrik olmayan bir durum için antidepresan ilaç reçete edilmesinin doğrudan sonucu olarak çocuğunu veya eşini intihar nedeniyle kaybeden on kişi' de imzacılar arasında yer aldı." (288)

"Tıp Dergileri Çocuklarda İntihar Olaylarını Atlayan Hileli Duruşma Raporlarını Geri Çekmeyi Reddediyor.. 3 Ağustos 2023'te iki tıp dergisinin editörlerine yazdım ve çocuklarda ve ergenlerde depresyon ilaçlarıyla ilgili plasebo kontrollü araştırmalara ilişkin üç sahte raporun geri çekilmesi için çağrıda bulundum.  'Psikiyatrik olmayan bir durum için antidepresan ilaç reçete edilmesinin doğrudan sonucu olarak çocuğunu veya eşini intihar nedeniyle kaybeden on kişi' de imzacılar arasında yer aldı. Üç araştırma raporunda 'intihar girişimleri, diğer intihar olayları ve aktif ilaç kullanımında intihar ve şiddetin öncüleri' ciddi şekilde eksik rapor edilmiş ve ilaçların etkili olduğuna dair yanlış iddialarda bulunulmuştu.." (288)

""'Antidepresanların yalnızca intihar riskini artırmakla kalmayıp aynı zamanda yetişkinlerde bile fiili intiharları da artırdığına' dair deneme kanıtları sunduk." (288)

"Klinik çalışma raporu, 'fluoksetin kullanan çocukların plaseboya göre daha fazla sayıda ciddi yan etki yaşadığını, öyle ki fluoksetinle tedavi edilen her 10 çocuktan birinin ciddi şekilde zarar gördüğünü' ortaya çıkardı." (288)

"'Kendine veya başkalarına karşı şiddetin en güçlü öncüllerinden biri akatizidir.' (....) Akatizi sıklıkla hiperkinezi olarak yanlış kodlandığından bu ciddi bir zarardır." (288)

"2009 yılında Leemon McHenry ve Jon Jureidini, JAACAP'ın o zamanki editörü Dr. Andrés Martin'e yazdılar ve derginin bilimsel suiistimalle ilgili kendi kurallarını ihlal ettiği için 329. çalışmayı geri çekmesini istediler: Mali çıkar çatışmalarının açıklanmaması; GSK'nın hayalet yazarlık şirketi aracılığıyla aldatma (ticari açıdan zarar verici verileri gizleme) niyeti; uydurma (yanlış bir birincil sonuç ölçüsünün oluşturulması); tahrifat (birincil ve ikincil önlemlerin ve ciddi olumsuz olayların yanlış beyanı); ve intihal (hayalet yazılmış bir taslağı göndermek intihalin bir biçimi olduğu sürece). 2011 yılında McHenry ve Jureidini, 329 numaralı çalışmanın 22 yazarının tamamını dolandırıcılık konusunda bilgilendirdi ve onlardan makalenin geri çekilmesi için JAACAP'a yazmalarını veya en azından yazar olarak kendi adlarını geri çekmelerini istedi." (288)

"2004 yılında Karen Wagner ve arkadaşları, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin sahibi olduğu Amerikan Psikiyatri Dergisi (American Journal of Psychiatry)'de sahte bir deneme raporu yayınladı. 'Sitalopramın çocuklarda ve ergenlerde plaseboya kıyasla depresif belirtileri önemli ölçüde iyileştirdiği' iddia edildi. Ancak ilaç, plasebodan daha iyi değildi. Yanlış raporlama ve veri manipülasyonuna ilişkin kanıtlar, Celexa ve Lexapro Pazarlama ve Satış Uygulama Davaları adlı toplu davada ortaya çıktı ve 2016 yılında Jay Amsterdam, Jon Jureidini ve Leemon McHenry tarafından yayınlandı. Taslak hayalet yazılmıştı ve Lundbeck'in ABD'li ortağı Forest Laboratories, sitalopramın hem etkinliğini hem de güvenliğini ciddi şekilde yanlış tanıttı. (...) Hileli denemelerin sonuçları çok büyük ve sahtekarlık fluoksetin, paroksetin ve sitalopram denemeleriyle sınırlı değil. Bu alanda her yerdeler ama bu ilaclar, dolandırıcılığın en yakından incelendiği yerler oldu."  (288)

"Hasta anlatıları yalnızca ciddi olaylar ve saldırganlık için mevcuttu. Bunlar arasında 'cinayet tehdidi, cinayet düşüncesi, saldırı, cinsel taciz, okula silah götürme tehdidi, mülke zarar verme, ev eşyalarına yumruk atma, saldırgan saldırı, sözlü taciz ve saldırgan tehditler ve kavga' yer alıyor. Bu tür zararların yayınlanmış araştırma raporlarında yer alması pek muhtemel değildir. (....) Antidepresan kaynaklı intiharın karakteristik özelliği, insanların oldukça şiddetli yöntemler seçmesidir; asmak veya vurmak.' Hapların zararlarından dolayı kendilerini o kadar kötü hissediyorlar ki hayatlarına son vermek istiyorlar. Buna karşılık, depresyon nedeniyle intihara teşebbüs eden kişiler sıklıkla başka yöntemlere başvururlar; Onlara hayatta kalma şansı veren ve genellikle yardım çığlığı olan aşırı dozda hap." (288)

"Prestijli psikiyatri dergileri, psikiyatrist araştırmacılar ve profesyonel kuruluşlar akademik ve etik sorumluluklarını yerine getirmiyor. Faaliyetlerinin kendilerini çocuklar arasındaki intiharlara suç ortağı haline getirmesini ve kendilerinde işe yaramayan ilaçlarla birçok başka şekilde onlara zarar vermelerini umursamıyorlar, tamamen pervasız görünüyorlar. Sahte duruşma raporlarındaki pek çok yazarın hiçbiri isimlerinin kaldırılmasını istemedi. (....) Mali ve diğer çıkar çatışmaları nedeniyle fazlasıyla yozlaşmış durumdalar; bazılarımızın artık sansürün olmadığı web sitelerinde yayın yapmayı tercih etmesinin çeşitli nedenlerinden biri de bu." (288)

".....'depresyon haplarının gençlerde depresyonda işe yaramadığını kesin olarak biliyoruz. Ancak intihar riskini ikiye katlıyorlar.'" (288)

"Çocukların depresyon ilaçları ile tedavi edilmesi utanç vericidir.  Bu yasa dışı hale getirilmeli ve şirketler ile psikiyatri dergileriölümcül sonuçlar doğurabilecek tüketici dolandırıcılığı nedeniyle dava edilmelidir." (288)

"Akıl Hastalığı Salgını: Neden?.. Görünüşe göre Amerikalılar, en azından tedavi görenlerin sayısındaki artışa bakılırsa, şiddetli bir akıl hastalığı salgınının ortasındalar."(292)

" İstatistiksel olarak, bugün iPod'unuzu dinleyerek yolun karşısına geçerken ezilerek ölme olasılığınız, uçak kazasında ölme olasılığınızdan daha yüksektir." (291)

"İnsanların 'antidepresan almaya başladıktan sonra bırakmakta zorlandıklarını ve ilaçların düşük ruh hali semptomlarını uzatabildiğini ve diğer zihinsel sağlık sorunlarını tetikleyebildiğini' gösteren kanıtlar artıyor." (293)

"Araştırmalar, 'antidepresan alan kişilerin yüzde 70'inin ilk reçeteden sonra kendilerini daha iyi hissetmeye başladığını ' gösteriyor. Antidepresanlar, 'ilgi kaybı, çok fazla ya da çok az uyumak, değersizlik ya da aşırı suçluluk duygusu' gibi depresyon semptomlarını azaltır. Araştırmalar, 'depresyonlu çocuk ve ergenlerin yüzde 30 ila 40'ının ilk tedaviye yanıt vermeyeceğini' gösteriyor. Antidepresan almanın uzun vadeli yan etkileri arasında 'uyku bozuklukları, kilo alımı ve cinsel işlev bozuklukları' yer alır. Erken yan etkiler 'bulantı, ishal, baş ağrısı ve ajitasyonu' içerir. Bunlar genellikle ilaçları aldıktan sonraki iki ila üç hafta içinde kaybolur." (401)

"Araştırmalar 'serotoninin, kişinin duygularını etkilemede önemli bir rol oynadığını' gösteriyor. Serotonin seviyelerinin arttırılması, depresyonun panzehiri olarak kabul edilir. SSRI'larbeyinde tam da bunu yapmak için hareket eder: serotonin seviyelerini arttırmak. Ancak çoğu ilacın aksine SSRI'lar, keşfedilenlerin aksine, depresyon tedavisi için özel olarak tasarlandı." (401)

"Seroxat 14 yıl önce tanıtıldı. Depresyonun panzehiri olmanın yanı sıra, 'hiperaktif çocukların normal yaşam sürmelerine olanak sağlayacağı ve obsesif kompulsif bozukluğu olanların kendilerine zarar vermesini önleyeceği' iddia edildi.  Yapımcıları, aynı zamanda ucuz olduğunu ve yalnızca hafif yan etkileri olduğunu söyledi. İngiltere'de 50.000'den fazlası çocuk olmak üzere birkaç milyon kişiye ilaç verildi. Her şey bir süreliğine iyi gidiyor gibi görünüyordu. Daha sonra 'intiharlar ve kendine zarar vermeyle' ilgili hikayeler dolaşmaya başladı ve Seroxat aldatmacası çözülmeye başladı." (401)

"Akıl sağlığı yardım kuruluşu Mind tarafından Panorama ile işbirliği içinde gerçekleştirilen bir anket, 'yanıt verenlerin yüzde 97'sinin Seroxat'a karşı istenmeyen veya rahatsız edici tepkiler yaşayan birini tanıdığını' ortaya çıkardı. Bunlar arasında 'cinsel istekte azalma, uyku sorunları, yorgunluk, sinirlilik ve terleme' yer alıyor. Beş kişiden biri şiddet içeren davranışlar bildirdi. Bir tepkiyle karşılaşanların yarısında, kendine zarar verme veya intihar duyguları vardı ve beş kişiden dördünden fazlası geri çekilme sorunu yaşadı. Bu bulgular, 'bu etkilerin genç insanlarda çok daha belirgin olduğunu' belirten diğer çalışmalarla da desteklenmektedir."(401)

"Sorun, SSRI'ların aşırı derecede ölümcül olması değil, bunların gençlere ve duygusal açıdan hassas bireylere reçete edilmesinin gerçek bir tehlikesi olmasıdır. Birleşik Krallık verilerini kullanan bir ABD araştırması, 'antidepresanların kullanımlarının ilk birkaç haftasında intihar düşünceleriyle bağlantılı' olduğunu, ancak 'bu etkilerin azaldığını' ortaya çıkardı. Kısacası, bu antidepresanlar 'bazı insanlar için yararlı olabilir', ancak reçetelenirken çok dikkatli olunmalıdır; bu, yakın zamana kadar pek de dikkate alınmamış gibi görünen bir noktadır. (....) Sonuç olarak MHRA nihayet 'ilacın, 18 yaşın altındakilere reçete edilmesini yasaklayan' bir kılavuz yayınladı. Geçen yıl Avrupalı gözlemciler ayrıca '30 yaşın altındaki kişilere Seroxat reçete edilirken ekstra dikkatli olunmasını' tavsiye etti. Ancak bu tür tavsiyeler ilaç uygulamalarına aykırıdır. (401)

"Dahili pazarlama belgelerinden biri, şirketin 'sosyal fobi olarak bilinen ve yaygın olarak bilinen bir rahatsızlıktan muzdarip kişileri hedef alarak satışları ikiye katlamayı planladığını' gösteriyor. Cardiff Üniversitesi'nden psikofarmakolog Profesör David Healy, "Fakat kelimeleri değiştirdiler" dedi. 'Buna sosyal kaygı bozuklukları adını verdiler. Fobiler terapiyle tedavi edilebilecek bir davranışı ifade eder. Anksiyete bozukluğu bunun daha çok ilaçlarla ilgili olduğunu ima ediyor.' Ayrıca GSK, ilacı travma sonrası stres bozukluğu yaşayan kişilere çözüm olarak pazarladı. Bu tür öngörülen kullanımlar, ilacın klinik depresyonun genel tedavisi için başlangıçta öngörülen kullanımlardan çok uzaktır. Ancak bu nokta GSK tarafından reddedilmiyor. "  (401)

"Bir sözcü The Observer'a 'Seroxat'ın yeni koşullar için pazarlanabileceğini' söyledi ancak bunun 'ancak sıkı testler yapıldıktan sonra yapılabileceği' konusunda ısrar etti. 'Dünyanın dört bir yanındaki tıbbi otoriteler, her bir durumda fayda sağladığını kanıtlamak için GSK'nın her bir durumu ayrı ayrı incelemesini talep etti' dedi. 'Seroxat'ın dünyanın her yerindeki hastalar tarafından kullanılmasıyla oluşturulan 13 yılı aşkın güvenlik ve etkililik verilerinin yanı sıra 24.000 hastayı kapsayan klinik araştırmalarla birlikte, bu kadar ayrıntılı olarak incelenen çok az ilaç var. Tüm önemli ilaçlarda olduğu gibi Seroxat ve diğer SSRI antidepresanları da bazı kişilerde yan etkilere neden olabilir. Bunlarla ilgili bilgiler doktorlara ve hastalara sağlanmakta ve dünya çapındaki klinik deneylerden ve hastaların izlenmesinden daha fazla bilgi edindikçe güncellenmektedir.' Şöyle ekledi: 'Seroxat ciddi psikiyatrik hastalıkları tedavi etmek için tasarlanmış önemli bir ilaçtır. Bu bozukluklar şiddetli, üzücü, zayıflatıcı ve potansiyel olarak ölümcül olabilir.'" (401)

"Mind'in genel müdürü Richard Brook, Journal Of Mental Health'in son sayısında şöyle yazıyor: 'Sorun şu ki, ilaç şirketleri Birleşik Krallık ekonomisinin büyük bir bölümünü oluşturuyor ve acımasız bir ticari ortamda hayatta kalmak zorundalar. İlaçların araştırılması ve kullanımı üzerinde yaygın bir etkiye sahiptirler. İlaçlarla ilgili neredeyse tüm araştırmalar (önemli tıp dergilerinde bildirilen araştırmaların yüzde 70'i) sektör tarafından finanse ediliyor. Bu nedenle ilaç şirketlerinin neyin araştırılacağı ve ayrıca nasıl araştırılacağı, sonuçların nasıl yorumlanacağı ve sonuçların nasıl -ve en önemlisi- raporlanıp raporlanmayacağı üzerinde son derece orantısız bir etkisi var.İlaç firmalarına yöneltilen suçlamalar arasında, önde gelen doktorlar tarafından yayınlanan tıbbi dergi makalelerini "hayalet" yazmaları, konferanslara ve diğer tıbbi eğitim etkinliklerine sponsor olmaları ve ürünleri hakkında konuşmak için doktorlara büyük ücretler ödemeleri yer alıyor." (401)

"ABD'de çoğu doktorun bilmenizi istemediği üçüncü ölüm nedeni..  (...) Johns Hopkins tarafından yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre, 'Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl 250.000'den fazla insan tıbbi hatalar nedeniyle ölüyor' ve bu da onu 'kalp hastalığı ve kanserden sonra üçüncü önde gelen ölüm nedenihaline getiriyor. Diğer araştırmalar çok daha yüksek rakamlar bildiriyor ve 'tıbbi hatalardan kaynaklanan ölümlerin sayısının 440.000'e kadar çıktığını' iddia ediyor.Tutarsızlığın nedeni, doktorların, cenaze müdürlerinin, adli tabiplerin ve tıbbi muayenecilerin (doktorların), ilgili insan hatalarını ve sistem arızalarını ölüm belgelerine nadiren not etmeleridir." (....)  Makary, tıbbi hataya bağlı ölümü'yetersiz vasıflı personel, karar veya bakım hatası, sistem hatası veya önlenebilir olumsuz etkiden kaynaklanan ölüm' olarak tanımlıyor. Buna 'bilgisayar arızaları, hastalara uygulanan ilaçların dozları veya türleri ile ilgili karışıklıklar ve teşhis edilemeyen cerrahi komplikasyonlar' da dahildir. Makary, CDC'yi 'ülkenin hayati sağlık istatistiklerini toplama şeklini değiştirmeye' çağıran bir mektupta, "CDC şu anda yalnızca hastalıklardan, hastalık durumlarından ve yaralanmalardan kaynaklanan ölüm nedenlerini sayan bir ölüm toplama sistemi kullanıyor" dedi. Makary, "Suçlu olan bireylerden çok sistemdir" dedi. (297)

"2002 yılında James, koşarken yere yığılması sonucu 19 yaşındaki oğlunu kaybetti. Birkaç hafta önce bir kardiyolog tarafından kalp ritmi bozukluğu tanısı konmuş ve 24 saat boyunca araç kullanmaması talimatıyla hastaneden taburcu edilmişti. “Ölüm belgesinde kalp ritmi bozukluğundan öldüğü yazıyordu” dedi ama oğlum aslında “kardiyologların bilgisiz, dikkatsiz ve etik dışı bakımı” sonucu öldü. Açıklamada: “Belirli düzeyde kalp aritmisi olan ve potasyumu düşük bir hastanız varsa, potasyumu değiştirmeniz gerekirdi ama olmadı. Ve ona tekrar koşmaması gerektiğini söylemediler." İletişim hatalarının "maalesef çok yaygın" olduğunu söyledi." (297)

"Çoğu zaman sağlık sistemi, insanları bir sorun karşısında susturur.." Dr. Martin Makary.. (....) -"Sağlık sistemi çoğu zaman insanları bir sorun etrafında susturuyor." Neden? Pek çok doktor spekülasyon yapmaktan çekiniyor, ancak bazıları 'cevapların, basit egodan, bir hastayı daha çok güvendikleri başka bir doktora kaptırmaya kadar değiştiğini' kabul ediyor." (297)

"Dünyanın dört bir yanındaki önde gelen medya kuruluşları, British Medical Journal'ın 'ABD'de tıbbi hataların üçüncü önde gelen ölüm nedeni olduğunu' gösteren yakın tarihli makalesine kapsamlı bir şekilde yer verdi. 2013 yılında Dr. James, Journal of Patient Safety'de 'Amerikan sağlık sistemindeki tıbbi hatalar nedeniyle yılda yaklaşık 440.000 kişinin nasıl kaybedildiğini' gösteren ilgili bir makale yayınladı. (...) Dr. Makary ve Daniel, British Medical Journal'da (BMJ) "Tıbbi hata - ABD'de üçüncü önde gelen ölüm nedeni (Medical error – the third leading cause of death in the US)" başlıklı makalelerinde, ölümcül tıbbi hatalar gibi yaygın bir soruna daha fazla dikkat çektiler. 'Bu hataların, ölüm belgelerine yansımadığını' vurguluyorlar. Temel hesaplamaları, 'her yıl ABD hastanelerindeki tıbbi hatalardan 251.454 ölümün kaynaklandığını' ortaya koyuyor." (298)

"Dr. James'in yayınlanan nihai tahmini, her yıl önlenebilir olumsuz olaylar nedeniyle hastanın ölümüne katkıda bulunan 210.000 x 2 + 20.000 = 440.000 önlenebilir olumsuz olaydı. Ayrıca Dr. James, hastanelerde kanıta dayalı olmayan bakımlardan kaynaklanan ölümlerin çoğunun, hasta hastanedeyken meydana gelmediğini hatırlatıyor. Yaşamı kısaltan olumsuz olay taburculuktan çok sonra ortaya çıkabilir ve fark edilmeyebilir. Bunun klasik bir örneği, çalışmaların 'tıbbi kayıtlarının zaman çerçevesinden birkaç yıl önce, birçok kişinin miyokard enfarktüsünden sonra beta bloker almadıkları için kalp yetmezliğinden erken öldüğünü' gösteriyordu." (298)

"Dr. James'in öne sürdüğü diğer bir çarpıklık da, 'tıbbi hatalar kabul edildikten sonra ölüm nedenlerini bağımsız olaylar olarak sunmanın yanıltıcı olabileceğidir'" (298)

"Her Yıl 400.000 Hasta Yanlış Tıbbi Uygulamadan Ölüyor.. (...) Hastanın zarar görmesi çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir. Bir doktor, zarara yol açacak bir davranışta bulunabilir ya da eylemde bulunmaması yaralanmaya neden olabilir. 'Yanlış iletişim, bağlam veya tanı hatası' gibi hastanın ihtiyaç duyduğu bakımı alamamasına veya yanlış tedavi almasına neden olabilir. Doktorun 'hastanın tıbbi geçmişini incelemeye, hastanın şikayetlerini dinlemeyedoğru testleri istemeye veya doğru tedaviyi reçete etmeye' zaman ayırmaması felaketle sonuçlanabilir ve potansiyel olarak ölümcül zarara yol açabilir.  Doktorların hastalarına özenli ve yetenekli bakım sağlama görevi vardır. Bu görevi yerine getirmezlerse ve bunun sonucunda hastaları yaralanır veya ölürsetıbbi uygulama hatası nedeniyle suçlanabilirler ve ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalabilirler.(300)

"Önlenebilir olumsuz olaylardan kaynaklanan ölümlermotorlu taşıt kazalarına (43.458), meme kanserine (42.297) veya AIDS'e (16.516) atfedilebilen ölümleri aşmaktadır. (..) Her yıl 6. 000'den fazla Amerikalı işyerindeki yaralanmalardan ölmesine rağmen, 1993'te ilaç hatalarının yaklaşık 7.000 ölüme yol açtığı tahmin ediliyor. İlaç hataları ayakta tedavi gören 131 ölümden birinin ve yatarak tedavi gören 854 ölümden birinin nedenidir. (....) ....yeni ilaçlar piyasaya sürüldükçe, ilaç hatalarının önlenebilir morbidite ve mortaliteye önemli bir katkı sağlaması nedeniyle artma potansiyeli vardır.  " (301)

"Tıbbi hata – ABD'de üçüncü önde gelen ölüm nedeni.." (299)
"Araştırmaya göre yılda 195.000 ölüm hastane içi hatalardan kaynaklanıyor.."(302)
"Hastanelerin kirli sırrı. Hastanede hasta güvenliği ve enfeksiyonlarla ilgili yeni raporlar, ölümcül ve pahalı ancak önlenebilir tıbbi hataların modelini ortaya koyuyor." (304)
"Gerçekleştiğine İnanamayacağınız 7 Şok Edici Tıbbi Uygulama Hatası Hikayesi.. Tıbbi Kötü Uygulama Hikayeniz Var mı?"(306)

"Tıp mesleği yozlaşmış durumda, bu da dolandırıcılığı açıklıyor. Karısı onu boşadı ve kızını yabancılaştırdı. Tıp doktorlarının çoğu uzun süredir ilaç yazmak için rüşvet alıyor, bu nedenle toksik ve gereksiz Kovid aşıları söz konusu olduğunda onların da aynı hizaya gelmeleri şaşırtıcı değil. ABD Adaletsizlik Bakanlığı'nın 2006'da yaptığı gibi bu olayı örtbas etmesi de şaşırtıcı değil. "İhbarın ardından ihbarcıların yüzde 90'ı kovuldu ya da rütbeleri düşürüldü. Yüzde 27'si davalarla bizzat karşılaştı. Yüzde 26'sı psikiyatrik ya da fiziksel bakıma başvurmak zorunda kaldı. Yüzde 25'i madde bağımlısıydı. Yüzde 17'si evini kaybetti. Yüzde 15'i boşanma yaşadı. Yüzde 10'u intihara teşebbüs etti. Yüzde 8'i iflas etti. Ancak tüm bunlara rağmen sadece yüzde 16'sı bir daha ihbarda bulunmayacağını söyledi."" (372)

"Yıllar önce, bir şirketi ihbar edenin üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla 233 ihbarcı üzerinde bir araştırma yapılmıştı. Bulguları: Ortalama bir ihbarcı, 40'lı yaşlarında, güçlü bir vicdana ve yüksek ahlaki değerlere sahip bir adamdır. İhbarcı olduğumda 40 yaşıma yakındım. "İhbarın ardından ihbarda bulunanların yüzde 90'ı kovuldu ya da rütbeleri düşürüldü. Yüzde 27'si davalarla bizzat karşılaştı. Yüzde 26'sı psikiyatrik ya da fiziksel bakıma başvurmak zorunda kaldı. Yüzde 25'i madde bağımlısıydı. Yüzde 17'si evini kaybetti. Yüzde 15'i boşanma yaşadı. Yüzde 10'u intihara teşebbüs etti. Yüzde 8'i iflas etti. Ancak tüm bunlara rağmen yalnızca yüzde 16'sı bir daha düdük çalmayacağını söyledi."" (372)

"Şirketlerle ABD hükümeti arasında patolojik derecede yakın bir ilişki var; onların gizli anlaşmaları döner kapıda ifade ediliyor." -Dan Abshear tarafından.." (372)

"Satış temsilcisi olarak hangi ilaç şirketinde çalışırsanız çalışın oyun aynıdır. Bu oyun, 'bir ilaç temsilcisi olarak doktorlara rüşvet vermektir: doktorlarıilaç şirketinin maaş bordrosunda yer almak için işe almak. (....) Büyük ilaç şirketlerinin satış temsilcileri olarak, bölgenizde ne kadar çok doktor alırsanız, işvereniniz nezdindeki kariyerinizi o kadar güvence altına alırsınız. İşvereniniz size, hedeflenen doktorları aramanız ve ödeme yapmanız konusunda mide bulandırıcı bir şekilde söylendi.' '" (372)

"Novartis'in 'satış ekibini tanıtım bütçelerini harcamaya zorladığını' gösteren belgeler. Hedeflenen doktorların 'Novartis'in maaş bordrosunda tutulması ve alınması için üst yönetimin e-posta biçimindeki belgeleri' - karşılıksız ödeme yapılmasının gerekliliğine işaret ediyor. Satış ekibine, tanıtımı yapılan bir ilacı, gıda ve ilaç idaresi tarafından belirtilmeyen bir kullanım için satması talimatını veren belgeler." (372)

"Ve farmakologların'tedavininhastalıktan neredeyse daha kötü olduğu' çok sayıda yeni harika ilaç ürettikleri elbette doğrudur. Her yıl tıp ders kitaplarının yeni basımı, iyatrojenik hastalıklar, yani doktorların neden olduğu hastalıklar hakkında giderek daha uzun bir bölüm içeriyor (kahkahalar). Ve bu oldukça doğru, harika ilaçların çoğu son derece tehlikeli. Yani olağanüstü etkiler yaratabilirler, 'kritik durumlarda mutlaka kullanılmalı' ama çok dikkatli kullanılmalı. Ancak, CNS'yi etkileyen, insan vücuduna gözle görülür bir zarar vermeden tüm zihinsel sürece enerji verereköfori halindeki sedasyonda muazzam değişiklikler yaratabilen bir ilaç sınıfının olduğu açıktır.... (...) Kullanılan ilaçlar zararsız değildir.." (373)

*Dr. David Healy'den bazı alıntılar..

"David'in (Dr. David Healy) ana araştırma alanları 'psikofarmakolojideki klinik araştırmalar, psikofarmakolojinin tarihi ve hem denemelerin hem de psikotrop ilaçların kültürümüz üzerindeki etkisidir.Psikotrop ilaçları içeren cinayet ve intihar davalarında uzman tanık olarak görev almış ve bu ilaçlarla ilgili sorunları Amerikalı ve Avrupalı düzenleyicilerin dikkatine sunmak, ayrıca' ilaç şirketlerinin, hastalıkları pazarlayarak ve makalelerini hayalet olarak yazan akademik kanaat önderlerini işe alarak nasıl ilaç sattıklarınadair farkındalık yaratmıştır." (376)

""Pek çok iyi doktor, aşının veya ilaçların ölümüyle ilgili sorunları düzenleyici makamlara bildiriyor ve meslektaşlarını bunu yapmaya teşvik ediyor ama kuma su dökmek gibi çünkü düzenleyicinin yaptığı ilk iş, raporu 'kulaktan dolma, yanlış bilgiye dönüştüren doktor veya hastaların isimlerini silmek' oluyor.", "Düzenleyici bir bürokrat. Onların işi bir ilacın sorun yaratıp yaratmadığını çözmek değil.",  "Artık aşırı tedavi salgınıyla karşı karşıyayız.", "Bir adam, klinik deney sırasında kendini yaktı ancak beş gün sonra öldü. Bu bir intihar sayılmadı. Resmen "yanıklar" nedeniyle öldü.", "Antidepresan SSRI Luvox - Columbine ilacı - Kovid profilaktik ilacı olarak mı reçete ediliyor?" Çünkü 19 Ekim'de Fluvoxamine, Luvox'un bir Kovid-19 ilacı olarak kullanılmasının düşünülmesi benim için endişe vericiydi."(.....)"  (375)

"Bu konuşma, kanıtlarla ve onu nasıl ürettiğimizle ilgilenen herkesin yanı sıra, aşı yanlısı, klinik araştırmalarda gönüllü olma noktasına kadar varan, ancak sonunda bunlardan zarar gören bir grup insan içindir. Bilimi yapanlar ve bilimin ne anlama geldiğini gösterenler onlardır – açıklayacağım gibi – ama onların çalışmaları yanlış bilgi olarak bir kenara atılıyor. Şirketin SSRI zararlarıyla ilgilenmesi, gerçek kanıtları yanlış bilgi olarak sınıflandırmaya başladığımızı gösteriyor. Bizi 'dünyanın düz olduğuna inandırmaya' yönelik bu çabaya dahil olan şirket hilelerinin çoğunu biliyorsunuzdur, ancak bunların kullanıldığı küstahlık ve doktorların olup biteni fark edememesi yeni olabilir." (377)

" Serotonin Geri Alımı (Serotonin Reuptake) konusunda doktoram var ve SSRI'ları erkenden denemek konusunda istekliydim. 'Prozac kullandığım iki adam intihara meyilli hale geldi. Sorunları bıraktıktan sonra düzeldi ve başka bir serotonin geri alım inhibitörü başlatıldığında yeniden ortaya çıktı ve durdurulduktan sonra tekrar durdu.' Bkz. Creaney ve diğerleri.." (377)

"Davranış için ilk derecelendirme ölçeği Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (Hamilton Rating Scale) idi. Doktorların bir hastayla görüşürken depresyonda anormal olabilecek şeylerin çoğunu kontrol etmelerine yardımcı olan bir yardım. Bir doktorun, hastanın yaşamak istediği hayatı yaşamasına yardımcı olacak bir görüşme yapmasına yardımcı olan bir yardım. Eğer kontrol listesine sadık kalırsanız oldukça standart ama muhtemelen felaketle sonuçlanacak röportajlar yapacaksınız. Mesela Hamilton Ölçeğinde intiharla ilgili bir madde var; bu madde hastalıktan ya da ilaçdan kaynaklanabiliyor; bunlardan hangisinin sorumlu olduğuna dair bir karar verilmesi gerekiyor. Seks için de, uyku için de aynı şey geçerli. Sadece intihar eğilimi için evet seçeneğini işaretlemek, kötü bir şekilde yanlış gitme riskini taşır. (....) İlaç şirketleri için derecelendirme ölçekleri, hastaya ilacını vermenin en baştan çıkarıcı yolu olan rakamlar üreten bir röportaj yapmanızı sağlar. Mülakat, onların Pfizer'in 'yaşamalarını istediği hayatı yaşamalarına yardımcı olmanıza' yardımcı olur. Bu sadece derecelendirme ölçekleri için geçerli değildir; tepe akış hızları, kemik yoğunlukları, kan basıncı veya lipidler veya şeker gibi her ölçüm için geçerlidir. Bazı rakamlarla ilgili bir şeyler yapmak önemli olabilir ancak amaç, 'insanların Pfizer'in yaşamasını istediği hayatı değil, yaşamak istedikleri hayatı yaşamalarına' yardımcı olmaktır. " (377)

"Bu hikayedeki en son değişiklik, şirketlerin artık elektronik olarak yürüttüğü olumsuz olaylara ilişkin derecelendirme ölçekleridir; bu ölçekler, insanların aşıdan sonra meydana gelen 'kol ağrısı, baş ağrısı, mide bulantısı' vb. gibi 12'ye kadar şeyi derecelendirmesine olanak tanır. Bu, bazı olayların istatistiksel olarak anlamlı hale gelmesini sağlar ve bunun sonucunda kesin olarak bildiğimiz tek şeyin aşıda gerçekleştiğini öne sürer." (377)

"İşte Kovid'e iyi geldiği iddia edilen bir SSRI olan Fluvoxamine. 'Bu konuda yapılan denemelerde, denemeyi geçersiz kılmaya yetecek kadar çok sayıda kesinti yaşandı. Yan etkiler 'öksürük, ateş, mide bulantısı' vb. içeren önceden doldurulmuş listelerde desteklenebilir, ancak 'intihara yatkınlık, cinayet, cinsel işlev bozukluğu' veya bu ilacın neden olduğu ve muhtemelen büyük bırakma oranından sorumlu olan diğer şeyler hariç tutulabilir. Birçoğu aşılara alternatif olarak bu tür ilaçlara bakıyor.'" (377)

" 'İnananların çoğu, her gün mümkün olduğu kadar çok kutsal törene katılmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyor; oysa çoğumuz için aynı anda birden fazla zehir almanın o kadar da güvenli olmayacağı da aynı derecede açık görünüyor.'"  (377)

"Talidomid, tıpkı fluvoksamin dahil SSRI'lar gibi 'intihara, cinsel işlev bozukluğuna ve doğum kusurlarına' neden olan bir ilaçtır." (377)

'Otopsileri neden öldüğümüzü ortaya çıkaran bir şey olarak düşünüyorsunuz; onlar daha çok neyle yaşayabileceğimizi ortaya koyuyor.' Rakamlar risk yaratıyor ve 'ilaç sektörüi hastalıklardan ziyade risklerin tedavisinden para kazanıyor'. Sağlıklı olduğumuzda ilaç almaya ayartılırız."  (377)

"Kovid gösterge tabloları, risk ve korku algıları oluşturmak için harika bir mekanizmadır. Aşılar elbette hastalıkları değil riskleri tedavi ediyor. (....) Hastalıkları tedavi etmek iyi bir iş modeli değil." (377)

"Pazarlama Bilimi Gurusu Peter Drucker'ın 50 yıl önce söylediği gibi: "Pazarlamanın amacı satışı gereksiz kılmaktır. Amaç müşteriyi o kadar iyi tanımak ve anlamaktır ki, ürün veya hizmet kendine uyup satabilsin."  (377)

"Şirketler 1980'lerde bu çalışmaları yürüttüler ve 'SSRI'ların sağlıklı gönüllüleri intihara meyilli hale getirdiğini, bağımlılığa ve cinsel işlev bozukluğuna neden olduğunu' buldular ancak ilaçlar piyasaya sürüldüğünde bununla ilgili hiçbir şey duymadık. Bu Denemeler, şirketlerin bu sorunları gizlemek için Tedavi Denemeleri yapmalarına olanak sağladı. Aşı denemeleri, sağlıklı gönüllü denemeleridir.."  (377)

"İmipramin ilk antidepresandı. RCT'lerde daha sonraki SSRI'ları geride bırakıyor. Melankoliyi tedavi ediyor; bunu yapamıyorlar. Şiddetli depresyonda işe yaramazlar. Melankoli yüksek intihar riskini beraberinde getirir. İmipramin 1958'de piyasaya sürüldü. Bir yıl sonra İngiltere'deki bir toplantıda Danimarkalı psikiyatristler, bunun 'harika bir tedavi olmasına rağmen bazı insanları intihara meyilli hale getirdiğini' açıkça ortaya koydular." (377)

"Majör Depresif Bozukluk (Major Depressive Disorder) için yapılan RCT verileri'paroksetinin intihar olaylarına neden olduğunu' gösteriyor gibi görünüyor. (...) IBDD verilerini MDD verilerine eklediğinizde 'paroksetinaniden intihar olaylarına neden olmuyor ve bunlara karşı koruma sağlıyor'." (377)

" 'Bir ilacın neden olduğu etkiyi, bir ilacın neden olduğu etkiyi gizlemek için kullanabiliriz.'" (377)

"FDA neler olup bittiğini biliyordu ve düzenlemeleri ihlal ettiğini ve hiçbir şey yapmadığını biliyordu. Ve bu rakamlar uyarı yapılmadan onaylanması gereken bir ilaca da benzemiyor. Bu söylendiğinde şirketler oyunu değiştirdi. 'SSRI tedavisini sonlandırıp intihara meyilli olan hastalar plasebo olarak değerlendirilirkenplaseboyu bırakıp 'SSRI tedavisine başlayıp intihar edenler' tedavi amaçlı olarak plasebo intiharıolarak sınıflandırıldı. Düzenleyiciler soru sormadı. "Sylvia Plath antidepresan kullanmaya başladıktan bir hafta sonra intihar etti; bu yaygın bir zaman dilimiydi."" (377)

"Burada, Norveç için tüm İskandinav ülkelerine özgü olan (SSRI kullanımı arttıkça intihar oranlarının düşmesi nedeniyle) SSRI verileriyle uyumlu olmayan iddiaları görüyorsunuz. Baktığınızda intihar oranları SSRI öncesi AD kullanımıyla birlikte yaklaşık 1988'e kadar artıyor - SSRI'dan 3-4 yıl önce düşmeye başlıyorlar. İşte yine Norveç'te intihar oranlarının 88'den düştüğünü görüyorsunuz ve otopsi oranları arttıkça bu oranların yükselip yükselmediğini ve ardından kötü tanımlanmış ölümler azaldıkça ve artdıkça adım adım düştüğünü görüyorsunuz. Bu, tüm İskandinav ülkeleri için geçerlidir – Bkz. Reseland ve diğerleri." (377)

"SSRI kullanımının arttığını rutin olarak duyuyoruz. Değil; her yıl aynı sayıda insan bu ilaçları kullanıyor. Artış, onlara bağımlı olan sayıların arttığını gösteriyor. Bunun intihar oranları üzerinde etkileri vardır; bunun gibi bir endekste bir etkiyi yalnızca ilk birkaç yılda görmeniz muhtemeldir. Aşılar söz konusu olduğunda, bu yılın miyokardit ve tromboz oranı yeni normal haline gelecek – Bkz. Healy ve Aldred 2005.."  (377)

" 'Kasper gibi doktorlara 1000 veya daha fazla makale yazdıkları' için güvenebileceğinizi söyleyen materyaller bulabilirsiniz."  (377)

"Seçkin bir yazar kadrosuna sahip olan dergi, çocuk psikiyatrisinde en yüksek etki faktörüne sahip dergide yer alıyor ve 'paroksetinin, harika şekilde işe yaradığını ve depresyondaki çocuklar için tamamen güvenli olduğunu' söylüyor. 1998 yılına ait bu dahili GSK belgesi, 'şirketin, denemenin 'ilacın işe yaramadığını' gösterdiğini bildiğini ve verilerin iyi kısımlarının çıkarılmasını ve gördüğünüz makalenin yayınlanmasını önerdiğini' gösteriyor. New York Eyaleti, bu temelde GSK'ya karşı bir dolandırıcılık davası açtı ve GSK'ya ayrıca 3 milyar dolar para cezası verildi, bu da deneme verilerine ve ileride göreceğiniz bilgilere erişime yol açtı. Hikayenin tamamı Study329'da"  (377)

(İlaç ve aşılarla ilgili yaşanan olumsuz olayları (ciddi yan etkileri), "araya giren hastalıklar ("eşzamanlı hastalık" gibi) ile örtpas etmeye çalışmak..)

"Pfizer'deki bir duruşmada, bir adam kendini öldürmek niyetiyle üzerine benzin döktü ve kibriti çaktı. 5 gün sonra yanıklardan dolayı öldü. Ölümü yanık olarak kodlandı. Ancak şirketin bir Ciddi Olumsuz Olaylar (Serious Adverse Events) anlatımı yazması gerekiyordu ve eğer bunu anlarsanız onun intihar olarak kodlanması gerektiğini anlayabilirsiniz. Study329 bittikten sonra şirketlerin bu sorunu aşmanın bir yolunu bulduğu ortaya çıktı. İşte sokakta silah sallayan genç bir adam. Kyle Rittenhouse'du. Study329'da 15 yaşında bir erkek çocuk sokakta silah sallarken ve insanları öldürmekle tehdit ederken yakalandı. Hastaneye kaldırıldı ve bu nedenle SAE öyküsü olması gerekiyordu ancak şirket onu eşzamanlı hastalık olarak kodladı. Dört çocuk, eşzamanlı hastalık olarak kodlanan Study329'dan ayrıldı; hepsi paroksetin alıyordu.Bunları az önce gördüğünüz resme eklediğinizde işler çok daha kötü görünür. Araya giren hastalık nedir? Bu neredeyse kesin olarak paroksetinle ilgili olumsuz bir olaydı, ancak araya giren bir hastalığa işaret etmek, yani bu çalışmaya gerçekten dahil edilmemeniz gerektiği anlamına geliyor, bir anlatı yazmaya gerek olmadığı anlamına geliyor. Bu boşluk 25 yıldır mevcut ve FDA bunu kapatmak için harekete geçmedi. (...) Burada aynı Astra-Zeneca deneyinde eşzamanlı hastalıkların ortaya çıktığını görüyorsunuz. Burada, 12-15 yaş arası çocuklar için yaptıkları denemede Pfizer aşısının ikinci dozunun uygulanmasından birkaç gün sonra tüple beslenen ve tekerlekli sandalyeye ihtiyacı olan Maddie de Garay var. Ancak şirket, bu denemede aşıyla ilgili ciddi bir olumsuz olayın yaşanmadığını söylüyor." (377)

"Tıp draması House birçok kişi tarafından izlendi ve sevildi. Dr House, kafa karıştırıcı klinik vakaları, cevaba yol açan bazı küçük ayrıntılardan yararlanarak çözmede iyiydi. Günümüzde doktorlar, bariz bir X'in bariz bir Y'ye neden olduğunu söyleme yeteneğini neredeyse kaybetmiş durumdalar; bu, büyük ölçüde...."  (377)

"Bu olaydan sonra hukuk sistemleri, birisini söylentilere dayanarak mahkum etmenin adaletsizliğini kabul etti ve söz konusu davalar ancak odadaki 'incelenip çapraz sorguya tabi tutulabilecek' delillere dayanarak karara bağlanabildi. MHRA'nın herhangi bir raporda yaptığı ilk şey doktorların ve hastaların isimlerini kaldırmaktır. Bu da onları 'söylentilere, anekdotlara, yanlış bilgilere' dönüştürüyor. Bu, hiç kimsenin bir bağlantı olup olmadığına karar veremeyeceği anlamına gelir. MHRA, kıyamete kadar raporların samanlığında nedensel iğneler aradıklarını ancak bir iğne yığınıyla karşı karşıya kaldıklarında bir iğneyi bile bulamadıklarını söyleyecektir. Sebep ve sonucu belirlemenin anahtarı, doktor ile hasta arasındaki karşılaşmadır."  (377)

"Birisi SSRI kullanarak intihar edersesigorta şirketi doktoruna 'buna ilacın neden olduğunu söylememesi' veya başka bir yasal davaya yol açabilecek herhangi bir şey söylememesi konusunda tavsiyede bulunacaktır. Sigortanın risk almamızı destekleyen bir iş olması gerekiyor ama burada bunu yapmıyoruz. Eğer doktor kuralları çiğneyip ilacı suçlarsa, 'sokak ilacının ölüme yol açtığını' söyleyebilen adli tabibinreçeteli bir ilacı ölüme bağlayacak bir kutucuğu yoktur. Medya rehberliği aynı zamanda gazetecilerin apaçık olanı (adli tabip bunu yapmamışsa ilaç intihara neden olmuştursöyleyememesini sağlar ve tüm bunlar aşılar için de geçerli olacaktır. Eğer adli tabip hile yapar ve düzenleyiciye yazı yazar ve 'bariz ölüm nedeninin ilaç veya aşı olduğunu' ima ederse, düzenleyici 'doktorun ne söylediğini' kontrol edecek ve eğer doktor 'ilaç veya aşıyı parmaklamadıysa' kontrol etmeyecektir.. Eğer vaka, Alana Cutland davasında olduğu gibi, hem doktorun hem de adli tıp görevlisinin hileye başvuracağı kadar açıksa, düzenleyici, MHRA'nın yaptığı gibi, bunun gibi ' yalnızca bir avuç raporumuzun olduğunu' söyleyerek yanıt verecektir, bu, neler olup bittiğini anlamamıza izin vermek için yeterli değildir.  (....) Bazı iyi doktorlar, meslektaşlarını olumsuz olayları düzenleyici makamlara bildirmeye teşvik ediyor; bu da sorunu daha da kötüleştiriyor. Düzenleyiciler, bu raporları kıyamet kopana kadar dosyalayacaklar. Doktorlar, 'bakın ne gördüğümü biliyorum, aşı ya da ilaç hastamı öldürdü' demeye cesaret edemiyorlarsa, işleri daha da kötüleştiriyorlar. " (377)

"Bir kararın gerçek dünyada, birini vurmak kadar etkisi vardır. Ölen bir koca üzerinde ateş etmenin belirgin etkileri olduğu gibi, yargılanan eş üzerinde de aynı derecede belirgin etkiler vardır. Bu önemli ama hepimiz için daha önemli olan, doktor üzerindeki etkiler veya herhangi bir karara varamamak ve aynı şekilde bildikleri veya şüphelendikleri tanıyı koymamak da doğru teşhistir. Bu başarısızlık onları Model Doktorlara, yani gerçeğin küçültülmüş bir kopyasına dönüştürür. "Bir hastayı tedavi ederken kanıtları takip etmekhayaletle yazılmış sahte makalelerin söylediklerini yapmak anlamına gelmez."" (377)

"Her ilaç denemesinde yer alan 50 makaleden herhangi birini okuyarak ona ne olduğu hakkında hiçbir fikir edinemezsiniz. Çok az kişi herhangi bir tehlikeden bahsediyor. Bu denemenin makalelerindeki rakamlar ve istatistiksel çıktılar hiçbir ipucu vermiyor." (378)

"Şirketler ayrıca sağlıklı gönüllü denemelerinden insanların SSRI'lara bağımlı hale geldiğini biliyordu ancak bu sorun RCT'lerde ortadan kalktı. Sonuç olarak çoğu Batılı ülkenin nüfusunun %10-15'i artık bu ilaçları kullanıyor; bunun başlıca sebebi de kurtulamamaları." (378)

"BMJ, 2 yıl önce İngilizlerin sevişmeyi bıraktığını söyleyen bir baş makale yayınladı. Depresyonu suçladılar, ancak bu ilaçların verildiği hafif durumdaki bizler genellikle yardımcı olmak için sevişmeye veya yemek yemeye yöneliyoruz. SSRI'lardan önce bu sorunlar için kullandığımız Benzodiazepinler daha kötü bir bağımlılığa neden olmuyordu ve en azından sevişebiliyorduk. Partnerlerimizi hesaba katarsanız nüfusun belki %20'si ve bu ilac kullanımının özellikle yüksek olduğu bölgelerdeki insanların belki de %30'u için sevişmeyi imkansız hale getiren şey, %15'imizin kullandığı ilaclardır. RCT'ler ilaçlara yeşil göz atıyor. Eğer hipnotize olmazsak iyilik getirebileceğimiz zehirleri ayinlere dönüştürürler." (378)

"RCT'ler beynimizi etkili bir şekilde ortadan kaldırıyor ve onları programlanabilen bir şeyle değiştiriyor." (378)

"Advers ilaç olayları artık hastanelerdeki ölümlerin dördüncü önde gelen nedenidir." (380)

"....'akıl sağlığı alanında, ilaçların neden olduğu sorunlar önde gelen ölüm nedenidir ve bu ölümler hastane ortamlarından ziyade topluluk içinde meydana gelir.'" (379)

"İlaçlarla ilgili neden bu kadar az olumsuz olay bildirdiğimizi düşünüyorsunuz?" (381)

"Şirketler sorunları tespit etme çabalarını engelliyor ve böylece bindikleri dalı kesiyorlar. Doktorlar, bugün dünyada yaşama yönelik en tanınabilir tehdit ve dahası, en iyi şekilde tedavi edilebilir ölüm nedeni olması gereken şeyi tanıma ve tedavi etme konusunda başarısız olarak kendilerini kısırlaştırıyorlar"(379) "Doktorlar günümüzde en tedavi edilebilir ölüm nedenini tespit etmekte başarısız oluyor.. " (380)

". Halkla ilişkiler ajansları ve pazarlama departmanları tarafından yönetilen bu dünyadaki hem sektördeki hem de sigorta şirketlerindeki bilim insanları ve geri kalanımız için zorluk, bu dinamiği tersine çevirmenin bir yolunu bulmak ve işleri daha güvenli hale getirmenin bir yolu olarak sorunları gizleme çabalarını kullanmaktır. Ringde sadece iki boksör varsa Muhammed Ali'nin ip atla stratejisini denemek mümkün ancak bu durumda en az üç boksör var. Üçüncü taraf ise organize tıp yani doktorlardır.  İlaçların yalnızca reçeteyle satılabilmesi gerçeğişirketlerin değil doktorların, 'bir ilacın sorun yaratabileceğinin başlıca inkarcılarıhaline gelmesine neden oldu. Sigorta şirketleri, düzenleyiciler ve diğerleri de bu olayların taraflarıdır ve sonuçlara ilişkin çıkarları zaman zaman değişmektedir." (380)

"'Artan ilaç tüketiminin yaşamları kısalttığınıhastaneye yatışları artırdığını ve yaşam kalitesini düşürdüğünü biliyoruz. İlaç yükünü azaltmanın tüm bunları iyileştirebileceğini biliyoruz ama yapmıyoruz.'"  (381)

"Bakın Hayat Bir Bidedir Eski Dostum (See Life is a Bidet Old Chum)." (381)
"Tıpta Veriler İnsanlardır (People are the Data in medicine). Eğer insanlara erişiminiz yoksa bilim yapmıyorsunuz demektir. Şu anda sahip olduğumuz tek bilim Vaka Raporlarıdır." (381)

" "Hasta insanlara ilaç verip hayatlarını kurtarıp onları işlerine geri döndürürsek, Ücretsiz Evrensel Sağlık Hizmetine (Free Universal Healthcare) sahip olabiliriz. Bunun yerine, endüstrinin bizi iflasa sürükleyecek olan Evrensel Sağlık Sigortası (Universal Health Coverage) vizyonuna (herkesin ilaç veya aşıya ihtiyacı var) doğru hızla ilerliyoruz." (381)
 
"1998'de İngiliz İşçi Partisi NICE yönergelerini uygulamaya koydu ve ardından 2002'de NHS için herkesin kan şekerini, lipitlerini, kan basıncını, en yüksek akış hızlarını ve kemik yoğunluklarını taramayı içeren bir plan başlattı. Buradaki fikir herkese aynı kalitede muamele göstermekti. Biraz aykırı olan her rakam için, ilaç karşı konulamaz bir cevap haline geliyor; özellikle de doktorlar reçete yazma karşılığında ikramiye alıyorsa. Belirtildiği gibi, öncelikle hayat kurtaran ve insanları işlerine geri döndüren şeyler yaparsak, ücretsiz bir Sağlık Sistemine sahip olabiliriz, ancak 'reçeteler artık çoğunlukla sağlıklı insanlara veriliyor.' Bu sadece 'engelliliği artırabilir ve insanları işten uzaklaştırabilir.' Tıpta hastalıklardan ziyade riskleri tedavi etme fikri.... (....) İlaç şirketleri bunu akıllıca kullanıyor. 'Kalp hastalığı risklerini tedavi etmenin, kalp krizinden sonra hayat kurtarmak kadar uygun maliyetli olduğu' fikrini satmak. Sistem paradan tasarruf edecek. Yüksek maliyetli ilaçlarla ilgili şikayetlerle karşı karşıya kalan şirketler, 'ilaç faturasının genel sağlık harcamalarının %10'unu oluşturduğunu' söylüyor. Ancak ilaçlar işe yararsa sağlık harcamaları düşmeli ve ilaçlar bu harcamanın daha büyük bir kısmını oluşturmalıdır. (...) İlaçlar aslında bize giderek daha fazlaya mal oluyor ve karşılığında giderek daha azını alıyoruz. Bu, ilaç sektörü için kazan-kazan oyunudursağlıklı insanlara ne kadar çok ilaç verilirse, hastaneye o kadar çok başvuru yapılır; bu da, ilaçlar ne kadar pahalı olursa olsun, ilaç bütçesinin her zaman genel sağlık harcamalarının %10'u olacağı anlamına gelir.(381)

" Artık bifosfonatlar nedeniyle hastaneye yatırılanların sayısı osteoporozdan daha fazladır ve aynı durum diyabet ilaçları ve akıl sağlığı ilaçları kullananlar için de geçerlidir." (381)

"Süpermarket tipi bir sağlık hizmetine geçiyoruzHemşireler ve eczacılar, kapsamları yapan ve reçete yazan kilit noktalarda olacak. Doktorlar, herhangi bir soru ortaya çıktığında cevap vermeye hazır şekilde yukarı aşağı yürüyen gözetmenler gibi olacaklar ancak rolleri yakından tanımlanmış olacak. Evcil hayvanınız muhtemelen bugünlerde bir doktordan alacağınızdan daha fazla kişi odaklı bakımı bir Veterinerden alacaktır. Yöneticiler, algoritmaların birbirine nasıl uyum sağladığına dair akış şemaları yazıyor. Tıp, eskiden hastalarınız için riskleri en aza indirmekle ilgiliydi. Artık sağlık hizmeti görevinizdoktorların ve hastalarının kurum için oluşturduğu riskleri en aza indirmeyi amaçlayan süreçlere bağlı kalmakla ilgilidir. Olumsuz bir olay nedeniyle ölen bir hasta gibi bir şey sürece uymuyorsaolayın temel neden analizi yapılacak ve sistemin tüm kutuları işaretlediği söylenecek. Sistemin başka bir şey yapması için akış şemasında tıbbi literatürün sahte olması nedeniyle olumsuz olayların meydana gelebileceğini kabul eden bir kutunun olması gerekir. Bu, sahte bir literatürün nasıl yönetileceğini açıklayan ikinci bir kutuyu gerektirir ve İsveç başbakanı Stefan Lofren veya Neew Zelanda'daki Jacinda Ardern bile böyle bir kutuyu yerleştirme yetkisine veya cesarete (cojones) sahip değildir..' (381)

"Eskiden denildiği gibi tıp, zehir kullanımından iyilik elde etmeyi amaçlıyordu. Bu, yöneticiler, sigortacılar, düzenleyiciler veya politikacılar için geçerli değildir. Doktorların, hemşirelerin sağlık hizmeti amiri olmak yerine tıp mesleğini icra edebilmeleri için, tuzluluklarını korumaları gerekecekti. 'Tuz, tuzluluğunu kaybettiğinde hiçbir işe yaramaz.' Artık hekimlerin yirminci yüzyıldaki olumsuz olaylar gibi şeylerle ilgilenmesi yerine, 'düşük tuzlu doktorları, süreçleri takip etme ve kutuları işaretleme' değerlendirmesi konusunda tutkulu denetçiler olmaları için eğitiyoruz.(381)

"Psikiyatride, insanlara 'kendi hayatlarının sorumluluğunu almalarını' söyleme konusunda harikaydık ama kendi hayatlarımızı yaşama konusunda pek iyi değildikİlacı kurtarmak için sorumluluk almamız gerekiyor. Eğer sorumluluk alıyor olsaydık, edebiyatımız hayalet yazılarla yazılamazdı. Sorumluluğu üstleniyor olsaydık şirketler, verileri bizden gizleyemezdi. Tıp literatürünü denetlemek bizim işimiz. Soruşturmalarda sorumluluk almalı ve 'ilacın ölüme yol açtığını asla kabul etmememizi' söyleyen sağlık sigortacılarına aldırış etmemeliyiz. Sigortacıların tıbbi uygulamaları desteklemesi gerekiyor ama aslında ilaç şirketlerini destekliyorlar(381)

"Düzenleyicilerin yaptığı çok önemli bir şey var. İlaç firmaları için önemli. 'Adınızı tüm raporlardan kaldırıyorlar.' Walter Raleigh'in 1618'de idam edilmesi, bunu değiştirmek için ne yapılması gerektiğini size gösteriyor. Raleigh, ' mahkemeye gelmeye ve çapraz sorguya çekilmeye' hazır olmayan insanların onun hakkında söylediği söylentilere dayanarak idam edildi. İfadesine ne kadar ağırlık vermeniz gerektiğini bilmek için birini çapraz sorguya çekebilmelisiniz. Onun idam edilmesinin ardından, dünya çapındaki hukuk sistemleri kulaktan dolma bir kural getirdi; 'adı olmayan kişilerin delilleri dikkate alınmıyor.'" (381)

İlaç sektörünün bize, bizim onlara ihtiyacımızdan daha fazla ihtiyacı var. Veriler olmadan ilaçlarını reçete etmeyi reddedersek, ilaçları vermekten başka seçenekleri kalmayacak ve herkes tehlikeleri görmeye başladığında ilaçlar daha ucuz hale gelecektir." (381)

İlaçlarsilahlar gibidir; bazı durumlarda çok faydalı olabilirler. Ancak bunların çoğalmasına ve her duruma sızmasına izin vermenin 'sorunların reçetesi' olduğunu biliyoruz. İlaçlar ve Silahlar tekniktir, alettir. (....) Silahlanma yarışı önemli bir mesajı ortaya çıkarıyor. 'Etkililiğin sınırları vardır.' Silahları kullanılamayacak noktaya kadar daha etkili hale getirebiliriz ve bunun sonucunda Vietnamlılar ve Ağanlar Amerikalıları yenebilir. Aynı şey ilaçlar için de geçerli. 3'ten fazla ilaç kullanıyorsanız etkinliği azalır. En fazla etkiyi elde etmek için 3 veya daha azında olmanız gerekir. (...) İlaç yükünün azaltılmasının 'yaşam beklentisini artırabileceğini, hastaneye yatışları azaltabileceğini ve yaşam kalitesini artırabileceğini' biliyoruz. Hızla artan ilaç yükümüzü 3 veya daha aza indirgemek, hastanın hem yaşam kalitesi hem de yaşam süresi açısından değerlerini hesaba katmak anlamına gelmelidir. Ama biz bunu yapmıyoruz. Etkinliğin güvenliği artırmak için kullanılabilmesi amacıyla RCT'leri başlattık. Bu da işe yaramadı; tam tersi bir sonuç doğurdu." (381)

"Geçtiğimiz günlerde herhangi bir akıl hastalığı geçmişi olmayanakne (sivilce) tedavisi nedeniyle Accutane aldıktan sonra intihar eden 15 yaşındaki kızın annesi, yapılan soruşturmalarla ilgili 'kızının öldürülmesinin daha iyi olacağını, çünkü en azından bu şekilde mahkemede faille tanışabileceğini' söyledi. Tıp, artık faili olmayan suçlarla dolu."  (381)

"Antibiyotiklerin etkinliği açıktı; bu, hayatların kurtarılması ve insanların işe geri dönmesi anlamına geliyordu. Yaptığınız şeyler, hayat kurtarıyorsa veya insanların işe dönmesini sağlıyorsasağlık hizmetini ücretsiz olarak sunabilirsiniz.  Bize 'antidepresanların ve diğer birçok ilacın işe yaradığı' söyleniyor; ancak antidepresanlarla yapılan RCT'lerde tedavi sırasında daha fazla hayat kaybediliyor ve daha fazla insan yeniden etkin hale gelmek yerine sakat kalıyor. Naber?" (383)

"Bu yeni yazarlık matrisi birçok makale matrisi ile tutarlıdır ve birçok makalenin hayalet yazılmasıyla tutarlıdır." (384)

""Kovid-19 aşı denemelerindeki olumsuz olaylar yeterince rapor edilmiyor mu?" (....) Covid-19 ile ilgisi olmadığına hükmedilen ölümler, birbirini takip eden olaylar olarak değerlendirildi ve bu nedenle ölüm tarihinde sansürlendi." "'Aşılardan kaynaklanan ölümlerin, bir dozdan sonraki iki hafta içinde (birinci veya ikinci) meydana geldiği ve düzenleyici makamlara, yalnızca ABD'de 150.000'e varan makul tahminlerle binlerce vakanın rapor edildiği ve bunların yarısından fazlasının bu iki haftalık dönemde gerçekleştiği' göz önüne alındığında, bu oldukça olağanüstü bir durumdur." (385)

" 'Eric Harris, Littleton cinayetleri sırasında Luvox (Prozac benzeri bir ilaç) kullanıyordu.' Yazan Peter R. Breggin, MD 30 Nisan 1999. (....)  Aslında Luvox ve onunla yakından ilişkili ilaçlar, genellikle çocuklarda ve gençlerde 'manik psikoz, saldırganlık ve diğer davranışsal anormalliklereneden olur. Luvox, obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde kullanılmak üzere çocuklar ve gençler (17 yaşına kadar) için onaylanmış bir Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörüdür (SSRI "Selective Serotonin Reuptake Inhibitor"). Ancak Prozac, Zoloft ve Paxil ile aynı SSRI sınıfında olduğundan doktorlar, sıklıkla depresyon için veriyorlar." (388)

"'Aşıların, hastalık şiddetini ve hastaneye yatışları azaltmadaki faydaları iyi biliniyor ancak olumsuz etkileri hakkında ne biliyoruz?' Olumsuz olaylara ilişkin veriler, 'düzenleyicilerin, politika yapıcıların, doktorların ve hastaların' etkili karar vermesi açısından hayati öneme sahiptir. Ancak, olumsuz olayların yayınlanma olasılığının, olumlu sonuçlara göre daha az olduğu 'yayın yanlılığı veya verilerin seçici olarak ihmal edilmesi' konusunda ciddi endişeler bulunmaktadır." (389)

"Binlerce Kuzey Amerikalı çocuk ve ergenPaxil gibi SSRI'ları alarak ciddi şekilde zarar gördü. Birçoğu öldü. Ne doktorlar ne de ebeveynler ihtiyaç duydukları bilgiye sahip değildi.... (.....) İnsanlar, büyük üniversitelerdeki bilim adamlarının dürüstlüğüne güveniyordu. İlaç düzenleyicilerinin en büyük önceliğinin kamu güvenliği olduğuna inanıyorlardı, yetkilerinin bundan daha karmaşık olduğunu gerçekten anlamıyordular. İlacınetkin bir şekilde pazarlanmasıyla gazeteciler, doktorlar ve halk esir alındı. (...) "Ne paroksetin ne de yüksek doz imipramin, ergenlerde majör depresyon için etkinlik göstermedi ve her iki ilacın da zararlarında artış vardı.(390)

"İlaç şirketleri 1970'lerde ve 1980'lerde kendilerini yeniden düzenlerken, tıbbi yazılarını tıbbi yazı ajanslarına yaptırdılar. Bu, şirketler için, 10, 20 veya 30 maddelik bir sözleşme şeklinde olabilecek, acentelerin iş için birbirleriyle rekabet etmesini sağlama avantajına sahiptir. Ajanslar potansiyel olarak maliyet alanlarında rekabet edebilirler, aynı zamanda en iyi dergilere erişim veya 'yazar' olarak akademik yıldızların daha büyük bir kısmını çekme açısından da rekabet edebilirler. Hayalet yazı artık dergi eklerinin ötesine geçmiştir ve 'JAMA, The New England Journal of Medicine, BMJ ve Lancet' gibi ana akım dergilerde 'terapötiklerle ilgili makalelerin önemli bir kısmının tıbbi yazı ajanslarının yardımıyla yazılabileceğini' düşünmek için nedenler vardır." (391)

" İlaç endüstrisi ilaç kadar hastalık mı üretiyor? (....) Ticari yayın İlaç Yönetici Dergisi'nin (Pharmaceutical Executive) Ocak 2004 sayısında söylediği gibi: "Yeni bir hastalık doğuyor (A new disease is being born)" (Breitstein, 2004). "..endüstri, kar peşinde koşan şirketlerin 'tıp doktorları ve hasta savunuculuğu gruplarıyla 'hastalık tacirliği' yapmak için işbirliği yaptığını' iddia eden muhaliflerin ateşi altında buldu..." (....) Pharmaceutical Executive şunları kaydetti: “Kolesterolün azaltılmasının bir pazar olarak ortaya çıkışı, ilaç sektörü için önemli bir olaydı. Metabolik sendrom daha da büyük olmayı vaat ediyor” (Breitstein, 2004). Ancak eleştirmenler, 'ilaç sektörünün ilaç sağladığı her yeni hastalığın mutlaka büyük bir halk sağlığı sorunu olmadığını, daha ziyade ilaç şirketlerinin gelirlerini artırma alanı olduğunu' belirtiyor." (394)

"İlaç şirketleri 'hastalıkları önlemek, kontrol etmek, tedavi etmek ve semptomları tedavi etmek' için ilaçları araştırır, geliştirir ve kullanır.  Şirketler daha sonra 'yatırımlarını telafi etmek ve hissedarlarını ödüllendirmek' için bu ilaçları pazarlıyor. 'Toplumun çıkarlarına hizmet ediyor' gibi görünüyor, ancak bazı eleştirmenler bunu, işletmelerin 'mevcut ilaçlara uyacak yeni hastalıklar icat ettiği bir kısır döngü' olarak nitelendiriyor. Endüstri, kâr peşinde koşan şirketlerin tıp doktorları ve hasta savunucusu gruplarla "hastalık tacirliği" yapmak için iş birliği yaptığını iddia eden muhaliflerin saldırısına maruz kaldı: İnsanları 'genellikle hafif olan rahatsızlıklarının acilen ilaç tedavisine ihtiyaç duyduğuna' ikna edin."" (394)

"Merhum tıp gazetecisi Lynn Payer, 1990'ların başında Hastalık Tacirleri: Doktorlar, İlaç Şirketleri ve Sigortacılar Sizi Nasıl Hasta Hissettiriyor (Disease-Mongers: How Doctors, Drug Companies, and Insurers Are Making You Feel Sick) adlı kitabında bu konuyu ele aldı. Şöyle yazdı:  “Hastalık tacirliği, yani aslında iyi olan insanları hasta olduklarına veya hafif hasta olan insanları çok hasta olduklarına ikna etmeye çalışmak büyük bir iştir... Hastalık tacirliği, tıbbi reklamların, sözde tıp eğitiminin, bilgi ve tıbbi teşhisin alabileceği çeşitli biçimler arasında en sinsi olanıdır.” Benzer şekilde, Philadelphia, ABD'deki Pennsylvania Üniversitesi'nde Biyoetik Profesörü olan Arthur Caplan, geçen Aralık ayında popüler Amerikan TV programı 60 Minutes'a şunları söyledi: "Kamuoyunda endişe uyandırmak istiyorsanız ve bunun için reklam paranız varsa, neredeyse her şeyi hastalığa dönüştürebilirsiniz." " (394)

"Payer ve Caplan gibi eleştirmenler, rutin insanlık durumunun giderek hastalık olarak yeniden tanımlandığını ileri sürüyorlar: -mutsuzluk, kemik erimesi, mide ağrıları ve can sıkıntısı (hafif formlarda depresyon, osteoporoz, irritabl bağırsak sendromu ve dikkat eksikliği bozukluğu). Benzer şekilde, -yüksek kolesterol ve yüksek tansiyon  (hiperkolesterolemi ve hipertansiyon) gibi risk faktörleri de kendi başlarına hastalık olarak ilan ediliyor ve eşik değerleri düşüyor, bu da daha fazla insanın, hasta olarak değerlendirilmesine neden oluyor. Diğer durumlarda, klinik depresyon gibi yıkıcı hastalıklar için onaylanan ilaçlar, artık 'sosyal fobi' olarak adlandırılan utangaçlık gibi daha hafif durumlar için endikedir (....) Bir Lilly reklamında gergin görünen bir modelin bir dizi fotoğrafı gösteriliyor ve başlıkta şu soru soruluyor: “Dikkatin dağıldı mı? Dağınık mı? Hüsrana uğramış? Modern Yaşam mı yoksa Yetişkin ADD'si mi?” Reklamda, yetişkinlerde ADD'nin "semptomlarının sıklıkla stresli bir yaşamla karıştırılması" nedeniyle teşhis edilemeyebileceği belirtiliyor. Reklam, okuyucuların 'doktorları tarafından kontrol edilmesini' öneriyor çünkü yetişkinlerde ADD için onaylanmış ilk ilaç olan Strattera, "odaklanmanıza, böylece işte ve evde işlerinizi halledebilmenize" yardımcı olabilir."(394)

"..suçlu olan sadece şirketler değil, aynı zamanda bir bozukluğu teşhis eden ve ilaç yazan doktorların yanı sıra tedavi gerektiren ciddi bir hastalığı olduğunu düşünen hastalardır." İlaç endüstrisinin 'hastalık tacirliği' eleştirisini kabul etmemesi şaşırtıcı değil. (....) Tedavi satan pazarları genişletmek amacıyla hastalıkların sınırlarını genişletmeye yardımcı olan doktorlar, ilaç şirketleri ve giderek artan sayıda hasta grubu arasında resmi olmayan ittifaklar var. Çoğu zaman bu süreç tıp mesleği tarafından yürütülüyor ama ilaç şirketlerinin sağladığı yakıtla yürütülüyor” (...) "Bu bozuklukların tanımlandığı ve genişletildiği toplantıların tamamı ilaç şirketleri tarafından finanse ediliyor" “İlaç şirketlerinin faaliyetleri bu süreci kolaylaştırıyor, ancak çoğu zaman sürücü koltuğunda oturanlar şirket yöneticileri değil. Çoğu zaman, mesleklerinde ve uzmanlık alanlarında ağacın tepesinde yer alan sözde düşünce liderleridir. (....) "Sosyal anksiyete bozukluğunda sahip olduğunuz şey, bunu neredeyse korkunç bir psikiyatrik hastalık olarak tanıtan (birkaç) farklı ilaç şirketiyle sıklıkla bağlantısı olan kıdemli klinisyenlerdir" (...) İlaç şirketlerinden para alırken güvenilir olabileceğinizi düşünmüyorum. Ve çoğu zaman bu [uzmanlar] halkla iletişim kurarken, halk bu bağlardan habersiz oluyor” (...) “Bu korkunun pazarlanmasıdır. Bu, bir toplumu yönetmenin sağlıklı bir yolu değildir. Bu, hastalığı insan yaşamının merkezine koyuyor.” ABD hem ilaç hem de ilaç pazarlamasındaki yeniliklerin merkez üssüdür.  (...) ... 'tüketiciler, haber programlarında, sitcom'larda ve pembe dizilerde günde ortalama on ilaç reklamına maruz kalıyor ve bu da onların hastalığa bakış açıları üzerinde büyük bir etkiye sahip.' "İlaç reklamları 'insan hastalıkları, koşulları ve deneyimlerine ilişkin algıları' değiştiriyor" (...) "Hala sülük kullanmıyor olmamızın nedeni, ilaçlarla ilgili kararlarımızı 'neyin işe yarayıp neyin yaramadığına' ilişkin iyi yapılmış klinik araştırmalara dayandırmamızdır. Bilim dikkate alınmazsa antropoloji veya felsefe alanından çıkan hiçbir şeyin pek önemi yoktur.” (....) 'Her hasta için hap felsefesini abartanlar ve hastalıkları icat edilmiş olarak gören nihilistler.' “Gerçek ortada bir yerdedir”" (394)

"Hastalık yaygınlığının, maksimuma çıktığı sürece değinen Moynihan, GlaxoSmithKline'ın 1990'ların sonunda Paxil'i pazarlamak için yaptığı kampanyaya atıfta bulundu; bu kampanyada 'sekiz Amerikalıdan birinde sosyal anksiyete bozukluğu olduğunu öne süren' broşürler dağıtıldı. “Sekiz Amerikalıdan biri! Bu açıkça absürd bir kurgudur. Bunun amacı sıradan insanları hasta etmeye çalışmaktır” dedi Moynihan. "Çocukların ve yetişkinlerin her gün, sağlıklı insanlara hasta olduklarını söyleyen ilaç şirketlerinin tanıtım duvarının önünde oturmaları sağlıklı değil." (394)

Hastalık farkındalığı kampanyalarının ciddi şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Çocukların ve yetişkinlerin her gün, sağlıklı insanlara hasta olduklarını söyleyen ilaç şirketlerinin tanıtım duvarının önünde oturmaları sağlıklı değil” (394) Avustralyalı gazeteci Ray Moynihan

"Diğer gelişmiş ülkelerde doğrudan tüketiciye yönelik reklamlar olmasa da pazarlama kampanyalarının etkisinden muaf değiller. Moynihan, "Bu küresel bir olgudur" dedi. "Diğer ülkelerde ilaçların reklamını doğrudan halka yapamazsınız ancak hastalık farkındalığı kampanyaları yürütebilir ve sponsor olabilirsiniz; Avrupa ve Avustralya'da da bunu görüyorlar." Hatta 2003 sonbaharında Almanya'nın en büyük haftalık haber dergisi Der Spiegel, 'ilaç endüstrisinin, ilaç satışlarını artırmak için nasıl yeni hastalıklar icat ettiğini' analiz eden Alman bilim muhabiri Jörg Blech'in Die Krankheitserfinder (Hastalığın mucitleri "The inventors of disease") adlı kitabına dayanarak konuya ilişkin bir kapak yazısı ayırdı.(394)

"İlaç reçetelerini karşılamak için sağlık hizmetlerinin artan maliyetleriyle karşı karşıya kalan politikacılarhastalık tacirliği konusunu da araştırmaya başladı. 2004 ve 2005'te İngiliz Avam Kamarası, hastalık tacirliği de dahil olmak üzere ilaç endüstrisi uygulamaları hakkında oturumlar düzenledi. Mart 2005'te Avam Kamarası Sağlık Komitesi, İlaç Endüstrisinin Etkisi (The Influence of the Pharmaceutical Industry) adlı bir rapor yayınladı; bu raporda, "toplumumuzun tıbbileştirilmesi - her sorunun ilacı"nın etkilerine ilişkin endişeler dile getirildi. Komite, 'bu eğilimden, yalnızca ilaç endüstrisini sorumlu tutmadı; bunun yerine endüstrinin, artan sayıda kişiyi 'anormal' olarak kategorize etmek ve dolayısıyla (ilaç) tedavisine ihtiyaç duymak amacıyla bir 'hastalık satıcısı' gibi davranarak bunu teşvik ettiğini' söyledi. Bu süreç, ilaçlara sağlıksız bir şekilde aşırı güvenmeye ve aşırı kullanıma yol açmıştır. Aynı zamanda kaynakları ve öncelikleri daha önemli hastalık ve sağlık sorunlarından uzaklaştırır” (Avam Kamarası, 2005)" (394)

"İlaç Şirketleri Hakkındaki Gerçek (The Truth About the Drug Companies) adlı kitabında, 'Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en büyük 500 şirketin, satın almalarının' ana hatlarını çizen 2002 Fortune 500'de, en büyük 10 ilaç şirketinin toplam kârı (35,9 milyar ABD Doları), diğer 490 şirketin toplam kârından (33,7 milyar ABD Doları) daha ağır bastı. Ayrıca ilaç şirketlerinin kârının satışların %17'sini oluşturduğunu, diğer şirketlerin ise bu oranın %4,6 olduğunu buldu. Bunlar son derece kârlı, güçlü, çok uluslu şirketlerdir ve tıptaki etkileri dikkate alınırken bunu akılda tutmakta fayda var." (395)

"Yaygın olarak reçete edilen antidepresan ilaçlar Seroxat, Prozac ve aynı sınıftaki diğer ilaçların güvenliğine ilişkin soruşturma, 'üyelerinden ikisinin ilaç şirketinde hisse sahibi olduğunun' ortaya çıkmasının ardından ilaç kontrol kurumu tarafından durduruldu. (...) 'Bilim adamlarının, ilaçları tartışılan ilaç firmalarından aldıkları hisseleri, danışmanlıklarını ve diğer ödemelerini CSM toplantılarında beyan etmeleri rutin bir uygulamadır. Hissedarlık durumunda odayı terk etmeleri gerekir.'" (396)

"Big Parma için şaşkınlık: İlaç üreticileri sadece doktorları riske atmıyor; Ayrıca en iyi tıp dergilerini baltalıyor ve tıbbi araştırmaların bulgularını çarpıtıyorlar.. Kamuya açık bir pişmanlık eyleminin ardından, 2008'in sonunda The New York Times ve The Wall Street Journal Sağlık Blogu'nda "İlaç Üreticileri Doktorlar İçin Hediyeleri Kesti (Drug Makers Cut Out Goodies for Doctors)" ve "İlaç Üreticileri Bedava Kalem, Kupa ve Pedlerin Fişini Çekiyor (Drugmakers Pulling Plug on Free Pens, Mugs & Pads)" manşetleri okundu. İlaç endüstrisinin 38 üyesi, doktorlara 'kalem, kupa ve kendi isimlerinin yazılı olduğu diğer şekerlemeler' gibi hediyeleri reçete etmeye son verme sözü verdi. Bazı doktorlar ve etik uzmanları, bir pizzanın ya da ucuz bir kupanın bile doktorlarla ilaç üreticileri arasında kurabileceği "karşılıklılık ilişkisi" konusundaki endişelerini uzun süredir dile getiriyorlardı ve markalı biblolar da hastaya bir mesaj gönderiyor'hastadoktorunun adının yazılı olduğu bir refleks çekici kullanması durumunda Gardasil'in iyi bir ilaç olması gerektiğini' düşünebilir. Ancak popüler basın nanobilimin bu ani saldırısını kutlarken ve biz hâlâ 'doktorların sadakatinin tek kullanımlık bir kalemle mi yoksa bedava bir öğle yemeğiyle mi satın alınabileceğini' ciddi bir şekilde tartışırken, 310 milyar dolarlık ilaç endüstrisi sessizce çok daha etkili bir şeyi satın alıyor: 'tıp dergilerinin içerikleri ve sıklıkla tıbbi araştırmaların gidişatı.'" (397)

"Bütün dergiler ilaç endüstrisi tarafından satın alınıyor ya da en azından akıllıca kullanılıyor"(....) "Tıp dergileri, reklam gelirlerinin yüzde 97 ila 99'unu sağlayabilen ilaç reklamlarına tamamen bağımlıdır."  (...)  "İlaç firmaları aynı zamanda dergilere, kendi mallarının lehine olan büyük miktarlarda yeniden basım satın almaya açık olduklarını bildiriyor: Derginin karı rahatlıkla 100.000 dolara ulaşabilir.” Pharma'nın dergi reklamları yalnızca ürünleri değil aynı zamanda yüzbinlerce sübvansiyonlu "eğitim fırsatının" da reklamını yapıyor. İlaç ve tıbbi cihaz üreticileri, genellikle Bahamalar veya Karayipler'de düzenlenen 300.000'den fazla seminer ve eğitim fırsatı için yılda 2 milyar dolar harcıyor. Kaçan kurtlar; Sektörün büyük bir kibirle yemin ettiği, bezgin tıp sakinleri için 'bedava pizza, adadaki bu eğitim gezilerini karakterize eden görkemli ziyafetler, akan şaraplar, charter uçuşlar, gemi gezileri, lüks pansiyonlar, golf, şnorkelli yüzme ve dikkat çekici derecede çekici satış temsilcileriyle' çok az benzerlik taşıyor. (...) "Çok fazla rüşvet var; çocuklar pizza alıyor, yetişkinler Hawaii'ye geziler yapıyor"  (...) 2000 yılına gelindiğinde ilaç üreticileri, 'golf gezilerinden kliniklere kadar evcil hayvan projeleri' için 'ıvır zıvır, ada "eğitim fırsatları" ve mali hibeler' için doktorlara yılda toplam 6 milyar dolar ödüyorlardı; buna ilaç endüstrisinin etkili ve "yüksek reçete yazan" klinisyenlere, ürünlerini tartışmak için ödediği konuşma ve danışmanlık ücretleri dahil değildir." (397)

""İlaç şirketleri hediye verme faaliyetlerini, ilaç temsilcilerinden 'düşünce liderlerini' işe almaya kaydırdı; bunlar en iyi ilaç temsilcileridir" (..) Deneyimli doktorları konuşma yapmaları için gönderiyorlar ve onları iyi maaşlı konuşmacı bürolarına yerleştiriyorlar. Sonra bunun 'pazarlama değil, eğitim olduğunu' iddia ediyorlar.” Ancak sektörün baştan çıkarıcılığı 'reklamlarla, gösterilerle ve fazla ücretli konuşmalarla' bitmiyor. İlaç üreticileri, kanıta dayalı tıbbi bilginin kaynağı olan hakemli tıp dergisini baştan çıkardı veya tuzağa düşürdü. Bu dergileri, sokaklarda nakit para kazanmak için dağıtmakla yetinmeyen endüstri, 'editoryal içeriğin kendisini çarpıtmanın birçok yolunu' buluyor." (397)

"'Bir araştırma çalışmasının doğru şekilde yürütülmesi, önemli bir tıbbi sorunun açık ve net bir şekilde ortaya konulmasını ve sonuçların doğru ve geniş çapta uygulanabilir olmasını sağlamak için dikkatlice planlanmasını ve rastgele seçilmesini gerektirir. Sonuçların tesadüfen ortaya çıkmamasını sağlamak için genellikle çok sayıda denek işe alınır. Çalışma grubuyla anlamlı bir karşılaştırma yapılabilmesi için kontrol gruplarına plasebo veya standart bakım verilir. (397)

"İstatistiksel uzmanlık, çalışma tasarımcılarının her türlü hata veya önyargı kaynağını en aza indirmesine ve ortadan kaldırmasına yardımcı olur. Ancak bu uzmanlık, istenen sonucu elde etmek amacıyla kasıtlı önyargıyı ortaya çıkarmak için de kullanılabilir: Kararlı bir uzman için, pazarlama amacıyla klinik deney sürecini altüst etmenin birçok yolu vardır ve ilaç endüstrisi bunların hepsini bulmuş gibi görünüyor. Harlot'un Pharma'ya hizmet edeceklere tavsiyesi şunları içeriyor: "Plaseboya karşı test yapın, minimum doza karşı test yapın, maksimum doza karşı test yapın ve çok küçük gruplar halinde test yapın." Bu, şirketlerin bazen aşağıdaki yollarla 'kötü ilaçları, iyi göstermeye çalıştıkları' anlamına gelir: " (397)

"İlaç epoetin, son dönem böbrek hastalığı olan kişilerde 'hayatta kalma süresinin uzatılmasındaki ' rolü nedeniyle geniş çapta kabul görmektedir: Yalnızca Medicare, 2002'den önceki on yılda ilaca 7,5 milyar dolar harcadı. Dennis Cotter, geleneksel tıbbi bilgeliği inceleyen kar amacı gütmeyen bir enstitünün başkanıdır ve grubunun analizi, 'epoetin'in son dönem böbrek hastalığı olan kişiler için faydalarının hatalı mantığa dayanarak büyük ölçüde hayali olduğunu' ileri sürmüştür." (397)

"Giderek daha popüler hale gelen bir varyant, çokça suiistimal edilen "veri madenciliği" tekniğidir; bu teknikte, başarısız bir denemenin küçük alt grupları'kendileri için bir fayda ortaya çıkan veya çıkacak gibi görünen grupları' bulmak için durmaksızın incelenir. Veri madenciliğinin sıklıkla aldatıcı doğasına dikkat çekmek için yeni bir yol aradığında, Oxford Üniversitesi'nde kardiyovasküler tıp profesörü Dr. Peter Sleight, 'Molière'in tavsiyesine göre' hareket etmiş olabilir: “Kişi ahlaki suçlamalara kolayca katlanır, ancak alay konusu asla.” Buna göre, Sleight, etik parmak sallamak yerine, bazı ilaçların etkinliğini astrolojik işaretlere göre sınıflandırarak, alaycılık kullanarak veri madenciliğinin tehlikelerini aydınlattı. " (397)

"BiDil, tehlikeli bir ilacın kağıt üzerinde kâr amacıyla, iyi görünmesini sağlamak için hesaplanan stratejileri maskeleyen araştırma metodolojisi "kusurları" üzerine bir vaka çalışmasıdır. Marcia Angell, 'tıbbi kayıtların, söylenmeyen şeyler yüzünden de etkili bir şekilde çarpıtıldığını' öne sürüyor. "Her saygın dergi, kendisine sunulanların insafına kalmıştır" diyor ve "ve vasistastan gelenler arasından seçim yapmak zorundadır. Pek çok çalışma, bulgularının olumsuz olması nedeniyle hiçbir zaman gün ışığına çıkamıyor. Olumlu çalışmalara karşı ağır bir önyargı var ve bu olumsuz önyargı gerçek bir sorun. Bir şirket 1000 deneme yapabilir; eğer ikisi pozitifse FDA onayı alır ve yayınlanır. Geriye kalan 998 kişi asla gün ışığını göremiyor.” Aslında tüm çalışma verilerinin yarısı hiçbir zaman yayınlanmıyor. Ancak doktorlar, bilimsel eğitimleri ve tıbbi uzmanlıklarıyla, 'olumsuz önyargıların ve veri manipülasyonunun' arkasını göremiyorlar mı? Ulusal Tıp Birliği Dergisi (Journal of the National Medical Association)'ın editörüne göre hayır. "  (397)

"MD Eddie L. Hoover şöyle açıklıyor: Gece saat sekize kadar hastalarıyla ilgilenen yoğun bir çocuk doktorunun, bir makalenin incelenip incelenmediğini anlamaya vakti yok." "Çöp okumadığından emin olmak için dergi editörlerine güveniyor." Toronto'daki York Üniversitesi'nden biyoetik uzmanı Joel Lexchin, "Bir tıp dergisinde, özellikle de en iyilerden birinde yayınlandığınızda, bu, makaleye insanları daha az eleştirel kılan belirli bir itibar kazandırır" diye ekliyor. "'Eğer Yeni İngiltere Tıp Dergisi'nde (New England Journal of Medicine) yer alıyorsa iyi olmalı': Bu zihniyet, çalışmanın eleştirel okunmasını azaltıyor. Üstelik ne derginin ne de okuyucunun orijinal araştırma verilerinin tamamına erişimi olmadığından pek çok yanlışlık tespit edilemiyor.  Sonunda, diye açıklıyor Angell, "Dergiler, deneme bulgularının büyük ölçüde kazanılmış bir seçkisini alıyor ve böylece doktorlar, denemelerdeki ilaçların olduğundan daha etkili olduğuna inanmaya başlıyorlar. Pek çok psikiyatrik ilaç, plasebodan biraz daha fazlasıdır, ancak birçok klinisyen, olumsuz araştırmaların bastırılması yoluyla SSRI (seçici serotonin geri alım inhibitörleri (selective serotonin reuptake inhibitors), daha yeni bir antidepresan sınıfı) ilaçlarının sihirli olduğuna inanmaya başlamıştır." " (397)

"Bugün tıp dergisi editörleri, 'patentli tedavileri değerlendiren akademik tıp uzmanlarının yüzde 95'inin, ilaç şirketleriyle mali ilişkileri olduğunu' tahmin ediyor;.... (...) Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Paul M. Ridker ve Jose Torres, 2000 ile 2005 yılları arasında en etkili üç tıbbi yayında yayınlanan endüstri destekli araştırmaların sonuçlarının yüzde 67'sinin, sponsor şirketin 'deneysel kalp ilaçlarını ve çoğunlukla cihazlarını' desteklediğini buldu.  (...)  JAMA'da yayınlanan bulgular, 'büyük ilaç ve cihaz üreticilerinin, mevcut bakım standardını yeni terapiyle değiştirme umuduyla yeni tıbbi tedaviler üzerine yapılan çalışmalara para ödediğini' gösteriyor. " (397)

Tıp dergileri genellikle değerlendirme yapan doktorların, 'ilaç üreticilerinden kabul etmesine izin verilen ödemeler' için bir tavan belirler, ancak bu tavanlar, yüksek ve kubbelidirüst düzey dergileren kalın ilaç maaş çeklerini alan hakemlerin çalışmalarını yayınlama eğilimindedir. Örneğin NEJM politikası uyarınca, 'tıbbi inceleme yazan doktorlar, her ilaç şirketinden yılda 10.000 dolara kadar konuşma ücreti ve danışmanlık ücreti kabul edebilir. “Yani eğer bir doktor yapıyorsa... Dört ya da beş şirketle iş yapıyorsa, yılda 40.000 ila 50.000 dolar arası para kazanabilir ve Yeni İngiltere Dergisi (New England Journal) politikasını ihlal etmez” diyor Public Citizen's Health Research Group'un yöneticisi Dr. Sidney Wolfe." (397)

"Tüm klinik araştırmalar, tedavileri değerlendirmek için yapılmaz; bazıları pazarlama araçlarıdır. İlaç üreticileri, birçok doktorun ilacı, reçete etmesine neden olan tohumlama denemeleri yürütüyor ve daha sonra etkileri, seçici olarak rapor ediliyor, böylece birçok makale ilacın, olumlu sonuçlarını övüyor, rahatsız edici bulgular ise göz ardı ediliyor. Değiştirme denemelerinde, ilaç temsilcileri doktorları, hastalarını 'eski bir ilaçtan daha yeni bir ilaçla değiştirmeye' teşvik ediyor ve yine olumlu sonuçlar, seçici olarak yayınlanıyor. Bu tür denemelerden elde edilen olumlu veriler, farklı araştırmacılar tarafından farklı görünümlerde yayınlanmak üzere sunulur; böylece dergi editörlerinin, bunların yeni veri mi yoksa   bir veri mi yayınladığını bilmelerinin hiçbir yolu yoktur. Ulusal Tıp Birliği Dergisi (Journal of the National Medical Association) editörü Hoover, "Dergilerin aynı çalışmalardan elde edilen aynı materyali tekrar tekrar basması konusunda çok endişeliyim" diyor. (397)

"İlaç şirketlerine karşı açılan davalar, binlerce sayfalık endüstri belgesinden oluşan aranabilir bir veritabanı olan İlaç Endüstrisi Belge Arşivi (Drug Industry Document Archive)'nin 'internette yayınlanmasını zorunlu kılan kararlar' ile sonuçlandı; tıpkı büyük tütün şirketlerinin 1990'larda 'kendilerine karşı açılan başarılı davaların bir koşulu olarak, bunu yapmak zorunda kaldıkları' gibi. " (397)

" Önyargılı tıp dergisi makalelerinin çoğudoktorların veya bilim adamlarının değil, bunları ilaç üreticilerinin pazarlama mesajlarına uygun olarak yazan hayalet yazarların eseridir. Birkaç bin dolar karşılığında imzasını atmaya istekli bir tıp uzmanı bulunur ve ardından makale, hayalet yazarın rolü herhangi bir şekilde açıklanmadan yayınlanır." (397)

" Hayalet yazarlık (Ghostwriting), antidepresan Paxil (paroksetin) dahil olmak üzere birçok ilacın tanıtımını yapmak için kullanıldı; sadece birkaçını saymak gerekirse geri çağrılan kilo verme ilacı "Fen-Phen" (fenfluramin ve fentermin); anti-epilepsi ilacı Neurontin (gabapentin); antidepresan Zoloft (sertralin); ve ağrı kesici Vioxx (rofecoxib). 2003'te tıbbi yayıncılık endüstrisi, itibarının bir türlü iyileşemediği hayalet yazarlık dip noktasına ulaşmış gibi görünüyor." (397)

"Klinik araştırmaların raporlarını arka uçta çarpıtmakla yetinmeyen ilaç şirketleri, bu raporlar için istenen verileri oluşturmak amacıyla tıbbi çalışmaları da manipüle ediyor. Araştırmalar, 'ilaç üreticilerinin ürünlerini en olumlu şekilde sunacak veya ilaçlarını almanın görünürde açık tehlikeleri konusunda şüphe uyandıracak' şekilde inşa ediliyor. " (397)

"Celebrex gişe rekorları kıran bir ilaç haline geldi ve 2000 yılına gelindiğinde 'artritli Amerikalıların yüzde 60'ı' bunu kullanıyordu. Vioxx dünya çapında 80 milyondan fazla kişiye reçete edildi. Reklamların bahsetmediği ve dergi makalelerinin uzun uzun gizlemeye çalıştığı şey, 'Celebrex, Vioxx ve diğer COX-2 ilaçlarının kalp krizlerini ve felçleri tetiklediğigerçeğiydi: Artan riskleri ortaya koyan veriler, sunulan çalışmalardan gizlenmiştir. Bunu keşfettiğinde NEJM bir değil iki “endişe ifadesi” yayınladı ve saldırıya uğrayan Merck, 2004 yılında Vioxx'u raflardan çekti.(397)

"Bazıları, hayalet yazarlığın araştırma verilerine dayandığı için sorunlu olmadığını savunuyor.  Ancak.... (...) Burada adı geçen tüm editörler 'hayalet yazarlığın doğrudan yasaklanması gerektiğini' düşünüyor ya da en azından Bauchner gibi bu uygulamadan "çok rahatsızlar."" (397)
 
"'Doktorların ve hastaların birbirleriyle ilişkilerinde gerçek bir değişiklik gördük. Eskiden hastalara 'ne yapmaları gerektiğini, ne almaları gerektiğini' söylüyorduk. Ayrıca hastalara 'sıklıkla yalan' söylüyorduk. Mesela onlara 'kanser olduklarını' söylemeyiz.'" (398)

"Baş araştırmacıların mali bağları, bağımsız olarak olumlu klinik deney sonuçlarıyla ilişkilendirildi. Bu bulgular kanıt tabanındaki önyargıyı düşündürebilir. (...) Randomize kontrollü çalışmalar (RCT'ler), ilaçların güvenliğini ve etkinliğini değerlendirmede en güvenilir kanıt biçimi olarak kabul edilir. RCT'lerin sonuçları kanıt tabanını şekillendirdiğinden, klinik araştırmaların yürütülmesindeki objektifliğin, klinik uygulama ve hastaların sağlığı ve güvenliği açısından önemli sonuçları vardır. Ancak eleştirmenler, ilaç endüstrisinin katılımının RCT'lerin tasarımı ve yorumlanmasında önyargı yaratabileceğinden endişe ediyor. 2002 yılında 3247 Ulusal Sağlık Enstitüsü bilim insanının katıldığı bir ankette, %15,5'i bir finansman kaynağından gelen baskıya yanıt olarak bir çalışmanın tasarımını, yöntemlerini veya sonuçlarını değiştirdiklerini itiraf etti. Finansmanın çalışma sonuçları üzerindeki rolünün sistematik bir incelemesiendüstri tarafından finanse edilen çalışmaların, sektör tarafından finanse edilmeyen çalışmalara göre pozitif etkili sonuçlara sahip olma olasılığının daha yüksek olduğunu gösterdi (risk oranı 1,24, %95 güven aralığı 1,14 ila 1,35). Buna ek olarak, endüstri, ödenen danışmanlık ücretleri ve doktorlara verilen ücretler de dahil olmak üzere, çalışma finansmanı dışındaki mali yollarla RCT'lerin yürütülmesini ustaca etkileyebilir. Bu tür ilişkiler, doktorların şirketin ürünlerine ilişkin algılarını olumlu yönde değiştirebilir." (399)"

"Bir doktorun fiyatının ne kadar olduğunu bulmak benim işim. Bazıları için 'en iyi restoranlarda akşam yemeği', bazıları için güvenle reçete yazabilmeleri için 'yeterli ikna edici veri', bazıları içinse benim 'ilgim ve dostluğum'... ama 'en temel düzeyde her şey satılıktır ve her şey takastır.' (...)  Eski bir ilaç temsilcisi (SA) ile ilaç pazarlamayı araştıran bir doktor (AFB) arasındaki konuşmalardan doğan bu makale, temsilcilerin 'doktor reçetesini manipüle etmek için kullandığı stratejileri' ortaya koyuyor. Kendinizi Tanıdığınızdan Daha İyi.. Eğitim sırasında bana 'bir doktorla akşam yemeğine' çıktığınızda “Doktor bir arkadaşıyla yemek yiyor. Bir müşteriyle yemek yiyorsun." (...) Temsilciler, doktorun 'aile hayatı, mesleki ilgi alanları ve eğlence faaliyetleri' hakkındaki ayrıntıları ister ve hatırlar. Masanın üzerindeki bir fotoğraf, aile üyeleri hakkında bilgi alma ve sunulan her türlü bilgiyi (isimler, doğum günleri ve ilgi alanları dahil) ezberleme fırsatı sunar; bunlar genellikle karşılaşmadan sonra bir veritabanına yazılır." (402)

"Temsilciler, doktorla kişisel bir bağlantı kurmak için kullanılabilecek nesneler (bir tenis raketi, Rus romanları, yetmişlerin rock müziği, moda dergileri, seyahat hatıraları veya kültürel veya dini semboller) bulmak için doktorun muayenehanesini araştırır.(....) Kanıtı cazibeden üstün tutan şüpheci doktorlara saygılı bir şekilde yaklaşılıyor, tıp literatüründen yeniden basımlar sağlanıyor ve öğretmen olarak kendilerine kur yapılıyorTemsilcileri görmeyi reddeden doktorlar, vekaleten detaylandırılıyorPersoneli, bir temsilcinin mesajları için elçi görevi görecekleri umuduyla yemek yiyor ve pohpohlanıyor. (Doktorları manipüle etmek için kullanılan spesifik taktikler için Tablo 1'e bakınız.Tablo 1. Hekimleri Manipüle Etme Taktikleri " (402)

"İlaç şirketleri, hem "yüksek reçete yazanlarıbelirlemek hem de promosyonun etkilerini izlemek için kullanılan reçeteleme verilerinin birincil müşterileridir. Doktorlar, yazdıkları reçete sayısına göre birden ona kadar bir ölçekte sıralanıyor. Temsilciler, yüksek reçete yazanlara 'ilgi, hediyeler ve sınırsız "eğitim" bağışlarıyla' cömert davranıyor.(...) Temsilciler, bir doktorun 'kaç hastasının belirli ilaçları aldığını'doktorun 'hedeflenen ve rakip ilaçlar için kaç reçete yazdığını' ve bir doktorun 'reçete yazma alışkanlıklarının zaman içinde nasıl değiştiğini' görmek için reçeteleme verilerini kullanıyor. " (402)

"Bir İlaç Yönetici makalesinde şunlar belirtiliyor: “Bir hekimin reçete yazma değerireçete yazma fırsatının yanı sıra, reçete yazmaya yönelik tutumunun yanı sıra dış etkenlerin de bir fonksiyonudur. Bu çoklu boyutları hekimlerin profillerine dahil ederek, onların davranışlarının 'ne' ve 'nasıl'ının ardındaki 'neden'i anlamak mümkündür."  (402)

İlaç örnekleri sağlamanın amacı, 'doktor muayenehanelerine girmek' ve doktorları 'hedefe yönelik ilaçları reçete etmeye alıştırmaktır.' (...) İlaç temsilcilerini görmeyi reddeden doktorlar bile genellikle numune istiyor. (bu dokümanlar “örnek toplayıcı” olarak nitelendiriliyor) Hastalar da örnekleri severDoktordan küçük bir hediye almak güzel. Numuneler aynı zamanda doktorlara ve onların personeline onaylanmamış hediyeler anlamına da geliyor.(402)

"Tüm tedavi süreci boyunca numunelerin kullanılması ilaç şirketleri için lanetlidir çünkü bu durum satışları "yamyamlaştırır (cannibalizes)". Bir sektör numune takip programının amaçları arasında, "numuneleri bir tanıtım aracı olarak numune almaya en açık, yüksek fırsata sahip reçete yazanlara yeniden tahsis etmek" ve "fazla numune alınan reçete yazanları tespit etmek ve derhal düzeltici önlem almak" yer alır. " (402)

"Araştırmalar örneklerin sürekli olarak gösterilmesi reçeteleme seçimlerini etkilediğini göstermektedir. Temsilciler yalnızca en çok tanıtılan, genellikle en pahalı ilaçlardan numuneler sağlar ve tedavinin bir kısmı için numune verilen hastalar neredeyse her zaman aynı ilaç için reçete alırlar."" (402)

"Arkadaşlığı Fonlama.. "Hastaları tedavi etmek ve eylemlerini haklı çıkarmak değil doktorların görevi olsa da, doktorları sürekli etkilemek benim işim. Bu yapmak için para ve eğitim aldığım bir iş. Doktorlar pazarlık yapmak için ne eğitim alırlar ne de para alırlar. Çoğu zaman ne yaptıklarının farkında bile değiller." (402)

"Düşük reçete yazanlar, ilaç temsilcileri tarafından göz ardı ediliyor. Doktorlar'temsilciler tarafından sağlanan ilaç bilgilerini, tamamen güvenilir olmasa da kullanışlı bir eğitim hizmetiolarak görüyor.  Sektörde yapılan bir araştırma, '"yüksek reçete yazan" doktorların yarısından fazlasının, yeni ilaçlarla ilgili ana bilgi kaynağı olarak ilaç temsilcilerini gösterdiğini' ortaya çıkardı.(....) Doktorlar, sağlanan bilgilerin doğruluğuna inansa da inanmasa da detaylandırma, reçete yazma davranışını değiştirmede son derece etkilidir ve bu nedenle önemli miktarda masrafa değerdir."(402)

"Bir ilaç temsilcisinin ortalama yıllık geliri 81.700 dolardır; buna 62.400 doları temel maaş, artı 19.300 doları ikramiye dahildir. Yeni bir temsilciyi 'işe almanın ve eğitmeninortalama maliyetinin 89.000 dolar olduğu tahmin ediliyor. Gelir ve eğitime giderler eklendiğinde, ilaç şirketleri birinci basamak satış temsilcisi başına yıllık 150.000 ABD Doları ve özel satış temsilcisi başına 330.000 ABD Doları harcıyor. Bir sektör makalesinde şunlar belirtiliyor: “ilaç endüstri, birinci basamak ilacı başına yıllık ortalama 31,9 milyon dolar satış harcaması yapıyor... Daraltılmış bir nüfus segmentini tedavi eden özel ilaçlara yönelik satış harcamaları, sektör genelinde ürün başına ortalama 25,3 milyon dolar.”" (402)

"....temsilcilerin, 'doktorlara ve hastalara gerekli hizmetleri sağladığı' kavramı bir kurgudur. İlaç şirketleri, pazarlamaya en duyarlı doktorların, mümkün olan 'en fazla insana en pahalı, en çok tanıtılan ilaçlarıyazmasını sağlamak için yılda milyarlarca dolar harcıyor. Bu etkinin temeli, doktorların bir alt grubuna rasyonel dozlarda 'numuneler, hediyeler, hizmetler ve dalkavukluk' sağlayan 100.000 ilaç temsilcisinden oluşan bir satış gücüdürDetaylandırma bir eğitim hizmeti olsaydı, sadece pazar payını etkileyen hekimlere değil, tüm hekimlere sunulurdu."(402)

"Hekimler 'aşırı çalıştıkları, bilgi ve evrak işleriyle boğuştukları ve takdir edilmediklerini hissettikleri' için kurumsal etkiye karşı hassastırlar. 'Neşeli ve çekici, yiyecek ve hediyelertaşıyan ilaç temsilcileri, soluklanma ve sempati sağlıyor; Doktorların, 'hayatlarının ne kadar zor olduğunu' takdir ediyorlar ve görünüşe göre sadece onların 'yüklerini hafifletmek' istiyorlar. Ancak SA'nın New Hampshire ifadesinin de yansıttığı gibi, 'sağlanan her kelime, her nezaket, her hediye ve her bilgi', doktorlara veya hastalara yardımcı olmak için değil, 'hedeflenen ilaçların pazar payını artırmak' için özenle hazırlanmıştır. (...) Hastaların yararına, doktorlar temsilcilerin sağladığı 'sahte dostluğu' reddetmelidir. Doktorlar, ilaçlarla ilgili olarak 'çatışmasız kaynaklardan gelen bilgilere' güvenmeli ve arkadaş olmak için 'para almayanlar arasından' arkadaş aramalıdır. "(402)

"Yeni veriler, 'ilaç üreticilerinin yüz binlerce doktora ödeme yaptığını ve bazılarının 500.000 dolardan fazla kazandığını' gösteriyor.. (..) ....47 yaşındaki Draud (Dr. Jon W. Draud), son dört yıl boyunca yedi ilaç şirketine, 'tanıtım konuşmaları ve danışmanlık' yaparak 1 milyon dolardan fazla kazandı.(403)

"Sadece dört yıl içinde 'bir doktor, ilaç şirketlerine tanıtım konuşmaları ve danışmanlık yaparak 1 milyon dolarkazandı; Diğer 21 kişi ise 500.000 dolardan fazla kazanmıştı. Altı yıl sonra - savcıların ve akademisyenlerin sık sık yaptığı sert incelemelere rağmen - bu kadar yüksek kazançlar sıradan hale geldi. ProPublica'nın ödeme verilerine ilişkin yeni bir analizi, yalnızca 'son beş yılda 2.500'den fazla doktorun ilaç üreticilerinden ve tıbbi cihaz şirketlerinden en az yarım milyon dolar aldığını' gösteriyor. Ve bunaraştırma için harcanan para veya icatlardan elde edilen telif hakları dahil değildir. Bu doktorların 700'den fazlası en az 1 milyon dolar aldı. İlaç Politikası ve Reçete Yazma Merkezi'ni yönettiği Pittsburgh Üniversitesi'nde tıp ve sağlık politikası alanında doçent olan Dr. Walid Gellad, "Kutsal dumanlar" dedi. " (404)

"Araştırmalar, 'ilaç satış temsilcileri tarafından dağıtılan bibloların bile doktorların tutumlarını etkileyebileceğini' göstermeye başladı. Aynı zamanda ilaç üreticileri, 'komisyon ödedikleri ve doktorları ilaçları onaylanmamış kullanımlara teşvik etmeye teşvik ettikleri' iddiasıyla federal davaları kapatıyorlardı. İki ABD senatörü, 'önde gelen doktorları, şirketlerle mali bağlarını gerektiği gibi açıklamadıkları' için suçlamaya başladı." (403)

"Bir dava, Floridalı bir psikiyatristin şirketlerle olan ilişkilerine dayanarak 'hastalarını, ilaçtan ilaca değiştirdiğini' iddia etti. Teksaslı psikiyatrist Jain, geçmişteki aşırılıkları kabul ediyor ve bunları mazur görmediğini söylüyor. Ancak 'yeni markaların gerçek değerini gördüğünü çünkü hastaları eski ilaçlara yanıt vermiyorsa psikiyatristlere seçenekler sunduklarını' söyledi. (...) Jain, en çok maaş alan konuşmacı Draud ve Maletic, yıllık toplantısını Eylül ve Ekim aylarında Las Vegas'ta gerçekleştirecek olan ABD Psikiyatri ve Ruh Sağlığı Kongresi'nin danışma kurulunda ve yürütme komitesinde görev yapıyor. Maletic 2013 program başkanıdır. Web sitesinde yer alan bilgilere göre, 'kongrebirçok ilaç şirketinden maddi destek alıyor ve bazı sunumlarının sponsorluğu da firmalar tarafından yapılıyor.' Kongre, tıpkı profesyonel tıp toplulukları gibi, katılımcıların kongrelerde gördükleri 'bez çantalardan otel odası anahtarlarına' kadar ilaç şirketlerinin reklamları için de ücret topluyor." (403)

"Doktor Ödemelerinde En Çok Harcama Yapılan Reçeteli İlaçlar.. İşte ilaç şirketlerinin, araştırma ve telif ödemeleri hariç, doktorlara yılda en çok para ödeyerek harcadığı ilaçlar.... (....) Çok sayıda çalışma, 'ödeme verilerini, doktorların reçeteleme tercihleriyle eşleştirdi ve ödemeler ile doktorların seçtiği ürünler arasında bağlantılar' buldu. Ancak ProPublica'nın yeni analizi, 'kamuya açık raporlamanın, ilaç ve tıbbi cihaz endüstrisinin doktorlara 'ücretli akşam yemeği konuşmaları ve sponsorlu konuşmalar yapma veya ürünler hakkında danışmanlık yapmaları için onlara ödeme yapma' konusundaki coşkusunu azaltmadığını' gösteriyor. Aslında sektörün harcama miktarında neredeyse hiçbir değişiklik olmadı. İlaç ve tıbbi cihaz şirketleri, 2014'ten 2018'e kadar her yıl doktorlara konuşma ve danışmanlık hizmetlerinin yanı sıra 'yemek, seyahat ve hediyeler' için 2,1 milyar ila 2,2 milyar dolar arasında para harcadı. (Bu rakamlara araştırma harcamaları dahil değildir ancak telif hakları dahildir.) Herhangi bir yılda hemen hemen aynı sayıda doktor (600.000'den fazla) ödeme aldı." (404)

"Beş yıl boyunca '1 milyon doktor, diş hekimi, optometrist, masör ve ayak hastalıkları uzmanı' bir şirketten en az bir ödeme, çoğunlukla da yemek aldı. Bu uygulayıcılardan 323.000'den fazlası her yıl en az bir ödeme aldı. Yaklaşık 240.000 kişi yalnızca bir yıl içinde ödeme aldı. Geri kalanlar ise ödemeleri bir yıldan fazla ama beş yıldan daha kısa sürede aldı." (404)

"Bazı İlaçlar Her Yıl Yoğun Şekilde Tanıtılıyor.. 2014'ten 2018'e kadar doktorlara yıllık en fazla harcama yapılan ilk 20 ilaçtan altısı her yıl listede yer aldı:(....) "Büyük Biletli Promosyon Konuşmacılarının Sayısı Beş Yılda %30'dan Fazla Arttı.." Genellikle tanıtım konuşmaları yapmak anlamına gelen danışmanlık dışındaki hizmetler için yıl bazında 100.000 ABD Doları veya daha fazlasını alan doktorların sayısı." Listede yer alan birçok ilaç, kıyasıya rekabetin yaşandığı kategorilerde yer alıyor.(404)

"Akademik çevreden bazıları da dahil olmak üzere pek çok doktor arasında, 'ilaç şirketlerinin ödemelerinin oldukça zararsız olduğuna' dair bir algı var; bu, diğer doktorları 'önemli ilaçlar konusunda eğiten' ek iş niteliğinde bir iş. Ancak....(...) Aslında ilaç şirketlerinin ihbarcıları ve federal savcılar, 'bazı durumlardödemelerin aslında rüşvet ve komisyon olduğunu' açıkça ifade ettiler." (404)

"Adalet Bakanlığı'nın Ağustos 2012'den Haziran 2015'e kadar yaptığı basın açıklamasına göre Insys, 'doktorlara "eğitim öğle ve akşam yemekleri" sırasında Subsys hakkında diğer doktorlarla konuşmaları için para ödediYemekler "aslında hastalara verilen Subsys reçetelerinin artırılması ve bu reçetelerin dozajının artırılması karşılığında, hedeflenen uygulayıcılara rüşvet ve komisyon ödeme aracı olarak kullanıldı. (....) Bir Avanir çalışanı, aynı zamanda Nuedexta'nın ücretli konuşmacısı olan uzun süreli bakım tesisindeki bir doktorun, 'hastaların "tüm birimleriniNuedexta'ya koyduğunu' bildirdi. Adalet Bakanlığı'nın basın açıklamasına göre, 'çok sayıda demans hastasının bulunduğu tesisteki başka bir doktor, Nuedexta'yı rutin olarak durdurdu, ancak ilk doktorun yeniden başlatmasını sağladı.'" (404)

"Yeni bir ProPublica analizi, 'doktorların ilaç ve tıbbi cihaz şirketlerinden ne kadar çok para alırsao kadar çok markalı ilacı reçete etme eğiliminde olduklarını' gösteriyor. Bir yemek bile fark yaratabilir." Doktorlar, 'ilaç şirketlerinden aldıkları ödemelerin, ilaçları nasıl yazdıklarıyla herhangi bir ilişkisi olduğu' konusunda uzun süredir tartışıyorlardı. Şu ana kadar meseleyi çözecek çok az kanıt vardı. Bir ProPublica analizi, 'ilk kez tıp endüstrisinden ödeme alan doktorların, ilaçları reçete etmeyen meslektaşlarından farklı şekilde yazma eğiliminde olduklarını' ortaya çıkardı. Ve ortalama olarak 'ne kadar çok para alırlarsao kadar çok markalı ilaç yazıyorlar.' (405)

"Analizimiz, 'ilaç ve cihaz üreticilerinden para alan (sadece bir yemek bile olsa) doktorların, genel olarak markalı ilaçları reçete etmeyen doktorlara göre daha yüksek bir yüzdeye sahip olduğunu' gösterdi. Aslında 'sektörden ödeme alan doktorların, kendi uzmanlık alanlarındaki diğer doktorlara göre markalı ilaçları olağanüstü yüksek oranlarda reçete etme olasılıkları' iki ila üç kat daha fazlaydı. 2014 yılında 'şirketlerden 5.000 dolardan fazla para alan doktorlar, genellikle en yüksek marka reçetesi yazma yüzdesine sahip' oldu."(405)

"Çok sayıda çalışma, Gıda ve İlaç İdaresinin katı standartlarını karşılaması gereken 'jenerik ilaçların çoğu, hasta için marka kadar işe yaradığını' göstermektedir. Markalı ilaçlar genellikle jenerik ilaçlardan daha pahalıdır ve daha yoğun reklamı yapılır. Bazı ilaçların tam jenerik versiyonları olmasa da genellikle aynı kategoride benzerleri bulunur. Ayrıca...." (405)

"'Doktorlar hangi ilaçları yazacaklarını seçerken birçok faktörü göz önünde bulundururlar.(...) Endüstri ticaret grubu olan Amerika İlaç Araştırmaları ve Üreticileri sözcüsü Holly Campbell, yaptığı açıklamada 'doktorların reçete yazma kararlarını birçok faktörün etkilediğini' söyledi. Campbell, 2011 yılında sektör tarafından yaptırılan bir ankette, '10 doktordan dokuzundan fazlasının "reçete yazmalarının büyük bir kısmının klinik bilgi ve deneyimlerinden etkilendiğini" hissettiğini' ortaya çıkardı. (....) "Doktorlar, hasta bakımını iyileştirmek amacıyla şirketleri, ilaçları hakkında bilgilendirmek için 'gerçek dünyaya dair bilgilerdeğerli geri bildirimler ve tavsiyelersağlıyor." Endüstriden büyük ödemeler alan ve markalı ilaçları ortalamanın üzerinde reçeteleme oranlarına sahip olan birçok doktor, 'hastaların çıkarlarına en uygun şekilde hareket ettiklerini' söyledi." (405)

"Wichita, Kansas'tan Dr. Felix Tarm da aynı şekilde ulusal çapta dahiliye doktorlarına kıyasla iki kat daha fazla markalı ilaç reçete etti. 70'li yaşlarındaki Tarm, 'emekli olmanın eşiğinde olduğunu ve tıbbi muayenehanesinden maaş almadığını, bunun yerine ilaç şirketlerinden aldığı parayla maddi destek sağladığını' söyledi. Kendisinin 'eczanesi, laboratuvarı ya da röntgen makinesinin' olmadığını ve diğer doktorların 'gelirlerini artıracak bir araç' olmadığını söyledi." (405)

"Doktor bir ilaç şirketi tarafından satın alınmaya yatkınsa, diğer faktörler de onu kolayca satın alabilir." (405)

"Markalı ilaçlar genellikle jenerik ilaçlardan daha pahalı olduğundan, doktorların yazdıklarının Medicare ve sağlık sistemindeki diğer ödeme yapanlar üzerinde büyük etkileri vardır"  "Daha fazla veri, daha fazla analiz ve jenerik ilaçlara karşı markalı ilaçları reçete etme kararlarını neyin etkilediği konusunda doktorlardan haber almayı sabırsızlıkla bekliyorum." R-Iowa Senatörü Charles Grassley (405)

"Amerikan Kardiyoloji Koleji başkanı Dr. Kim Allan Williams Sr., 'şirketler ve doktorlar arasındaki ilişkilerin döngüsel olduğuna inandığını' söyledi. Doktorlar 'yeni bir ilacın "ayırt edici özellikleri" hakkında ne kadar çok şey öğrenirseonu reçete etme olasılıklarının da o kadar yüksek olacağını' söyledi. Ve bunu ne kadar çok emrederlerse, şirket için konuşmacı ve danışman olarak seçilme olasılıkları da o kadar artar." (405)

"İlaç şirketleri 'danışmanlık, tanıtım konuşmaları, yemekler ve daha fazlası ' için doktorlara milyarlarca dolar ödedi. Yeni bir ProPublica analizi, 'belirli ilaçlarla bağlantılı olarak ödeme alan doktorların, bu ilaçlardan daha fazlasını reçete ettiğini' ortaya koyuyor.(....) Mali etkileşimler, 'tanıtım konuşmaları yapmak, danışmanlık yapmak ve sponsorlu yemek ve seyahat almak' için yapılan ödemeleri içerir. " (406)

"Şirketler tedavilerini pazarlamak için yılda bir milyar dolardan fazla para harcıyor ve bunun önemli bir kısmı doktorları hedef alıyor. Belirli bir ilaç için endüstri etkileşimine sahip olmanın, o ilaç için daha yüksek reçeteleme hacmiyle ilişkili olduğunu bulduk. (...) Doktorlar ve ilaç şirketleri arasındaki bu etkileşimler arasında 'sponsorlu yemekler, tanıtım amaçlı konuşmalar, danışmanlık ve seyahat masrafları' yer almaktadır." (407)

"İlaç şirketleriyle olan finansal etkileşimler, doktorların 'tıbbi açıdan gerekli olmayan ek reçeteler yazmasına, reçetelerini daha az uygun ilaçlarla değiştirmelerine veya daha ucuz ve eşit derecede uygun seçenekler yerine daha pahalı ilaçları yazmalarına' neden olabilir." (407)

"Doktorunuz İlaç Firmalarından Ne Kadar Para Aldı? Öğrenmek için ProPublica'nın Doktorlar için Dolarlar (Dollars for Docs) veritabanını kullanın..."  (408) Sadece ABD için..

"Üçüncü bir çalışma, 'doktorların ilaç seçimleri ile bunların ilaç endüstrisi ile etkileşimleri arasındaki ilişkiyi' göstermektedir.. Bir ilaç şirketinden bir öğün kadar az yiyecek alan doktorlarınyaygın rahatsızlıklar için, almayanlara göre daha pahalı, markalı ilaçlar yazma eğiliminde olduğuna dair kanıtlar artıyor." (409)

"Pazartesi günü JAMA Internal Medicine'de çevrimiçi olarak yayınlanan bir araştırma, 'belirli ilaçlarla bağlantılı yemek alan doktorların, bu ürünleri akranlarına göre daha yüksek oranda reçete ettiğine' dair önemli kanıtlar buldu. Ve ne kadar çok yemek alırlarsa, aynı kategorideki diğer ilaçlara kıyasla reçeteleme eğiliminde oldukları ilaçların payı da o kadar büyük oldu." (409)

"Bazı araştırmalar, 'hastaların çoğunluğunun, ilaç şirketlerinin parasını alan doktorlardan, 'en iyi tedaviyi veya tavsiyeyi' alamayacaklarından endişe duyduğunu' ortaya çıkardı." (408)

""Tüketici Raporları anketi, 'hastaların, bir ilacı tanıtmak için para alan bir doktordan aldıkları bakımın kalitesi konusunda endişe duyacaklarını' söylediklerini ortaya çıkardı. Ve bu tür ödemeler hakkında bilgi almak istediklerini söylediler.." (410)

"
ProPublica'nın bulgularına göre, 'ilaç firmaları tarafından, ilaçlarının tanıtımını yapmaları için ücret alan yüzlerce doktor, mesleki suiistimalle suçlanıyor''devlet kurulları tarafından disiplin cezasına çarptırılıyor...." (411)

"Araştırmalar, 'opioid üreticilerinin doktorlara yaptığı ödemelerin, ilaçların daha fazla reçetelenmesiyle bağlantılı olduğunu' gösterdi.." (412)

"İlaç Temsilcilerinin Uzak Tutulması İle Doktorlar Daha Doğru Reçete Yazıyor.. Yeni bir çalışma, 'hastanelere ilaç satış temsilcilerine erişimin kısıtlanmasını öğretirken, doktorların daha az sayıda pazarlanan markalı ilaç reçete ettiğini' gösteriyor. Amerikan Tıp Derneği Dergisi (Journal of the American Medical Association)'da bugün yayınlanan bir araştırmaya göre, 'eğitim hastaneleri, ilaç satış temsilcilerine daha kısa bir tasma takarken, doktorları daha az reklamı yapılan markalı ilaç sipariş etme eğiliminde oldu ve bunun yerine daha jenerik versiyonlar kullandı.'" (415)

-(Bilimsel bir Çalışmadan..): "İlaç endüstrisi sponsorluğunda yemeklerin doktorlar tarafından alınması, reklamı yapılan markalı ilacı Medicare yararlanıcılarına daha yüksek oranlarda reçete etmeleriyle bağlantılı mıdır? (....) Endüstri destekli yemeklerin alınması, reklamı yapılan markalı ilaçların Medicare hastalarına reçete edilme oranının artmasıyla ilişkilendirildi..(....)  Sektörün 'doktorlara yaptığı ödemeler ile tanıtımı yapılan markalı ilaçların reçete edilme oranları' arasındaki ilişki tartışmalıdır. (....) Toplam 279669 hekim, 4 hedef ilaçla ilgili 63524 ödeme aldı. Ödemelerin yüzde doksan beşi yemeklerden oluşuyordu ve ortalama değeri 20 doların altındaydı. (...) Sektörün sponsorluğunda yemeklerin alınması, tanıtımı yapılan markalı ilaçların reçetelenme oranının artmasıyla ilişkilendirildi. Bulgular bir neden-sonuç ilişkisini değil, bir ilişkiyi temsil etmektedir. "(416)

"Sağlık hizmetleri bilgi şirketleri, bireysel doktorların reçete yazma verilerini derleyip ilaç üreticilerine (pharmaceutical manufacturers) satmaktadır. Dr. Robert Steinbrook, 'giderek daha fazla doktorun'ilaç şirketlerinin (drug companies) verilerine erişebildiğini' öğrendikten sonra isyan ettiğini' yazıyor." (417)

"GlaxoSmithKline, ilaç satışlarını artırmak için doktorlara rüşvet verdikten sonra 3 milyar dolar para cezasına çarptırıldı. (...) Şirket, ABD'deki satış temsilcilerini 'üç ilacı doktorlara yanlış satmaya teşvik etti ve fazladan reçete yazmayı kabul edenlere', Bermuda, Jamaika ve Kaliforniya'daki tatil yerlerine geziler de dahil olmak üzere, cömertçe misafirperverlik ve komisyon verdi." (423)

" İlaç endüstrisi, her yıl bir trilyon dolardan fazla kâr elde eden, dünyanın en büyük para kazandıran sektörlerinden biridir. Bu, sağlık sistemimizi büyük ölçüde etkileyen bir sektör, ancak yalnızca insanlar, hastalandığında kâr ediyor. Pek çok insan, 'sağlıklı insanlardan para kazanılmadığının' farkında değil. (431)

"ABD'de dördüncü önde gelen ölüm nedeni, reçeteli ilaçları belirtildiği gibi kullanmaktırABD'de her yıl yaklaşık 128.000 kişi kendilerine reçete edilen ilaçlardan dolayı ölüyor." (431)

"Önde gelen tıp dergileri editörleri, 'artık çoğu tıp dergisinin, ilaç endüstrisinden o kadar yoğun bir şekilde etkilendiğini ve bilimsel çalışmaların neredeyse YARISI'nın önyargılı olduğunu' belirtiyor.." (431)

"İlaçlarla İlgili Sorunları Bulmamak İçin Bir Teşvik Var" "-FDA, ilaç onay bütçesinin %75'ini ilaç endüstrisinden almaktadır.. ; -FDA'nın toplam bütçesinin neredeyse %45'i ilaç endüstrisinden gelmektedir.." (435)

"Bilim adamlarının %40'ı 'dolandırıcılığın, her zaman veya sıklıkla 'tekrarlanamayan araştırmalara katkıda bulunan bir faktör' olduğunu' kabul ediyor. Araştırmacıların %70'inden fazlası 'başka bir bilim insanının deneylerini yeniden üretmeyi' denemiş ve başarısız olmuştur; yarıdan fazlası ise 'kendi deneylerini yeniden üretmede' başarısız olmuştur.." (431) (428)

"Reçeteli ilaçlar çok büyük bir pazar: Amerikalılar 2013 yılında reçeteli ilaçlara 329,2 milyar dolar harcadı. Bu da kişi başına yaklaşık 1000 dolar anlamına geliyor. İlaç şirketleri 2012'de ABD'deki tüketicilere pazarlamaya yılda 3 milyar dolardan fazla para harcadı, ancak tahminen 24 milyar doların doğrudan sağlık uzmanlarına pazarlaması yapıldı."(431)

"Son 10 yılda bu dört şirket Sanofi, Merck, Pfizer ve Glaxo, 'bilimi çarpıtmaktan, düzenleyicileri dolandırmaktan, doktorlara yalan söylemekten ve yüzlerce insanı öldürmekten' dolayı tazminat ve para cezası olarak 35 Milyar Dolar ödedi." (439)

"Robert F. Kennedy Jr, Kongre'nin sahibi olan ve büyük oranda sübvansiyon sağlanan 'gıda endüstrisi tarafından toplu halde nasıl zehirlendiğimizi' anlatıyor. İlaç endüstrisi için kâr sağlayan 'tıbbi ürünlerle 'tedavi edilmesi', çeşitli farklı otoimmün hastalıkları' tetikliyor." (440)

"Yeni kural: Eğer ilaç endüstrisinin söylediği 'tüm hapları almanız gerektiğine' inanıyorsanız, o zaman zaten 'ilaç kullanıyorsunuz' demektir." "Kendimizi hasta etmeyi bırakana kadarhasta olmayı bırakmayacağızÇünkü...." (441)

"İlaç sektörünün organize suç olduğunu ifşa etti - Dr. Peter Gøtzsche... (....) "Reçeteli İlaçlar Ölüm Sebeplerinde Üçüncü Oldu." (....) 2012 yılında Mamografi Taraması: Gerçek, Yalanlar ve Tartışma (Mammography Screening: Truth, Lies and Controversy) adlı kitabı yayımlandı.  2013 yılında Ölümcül İlaçlar ve Organize Suç: Büyük İlaç Sağlık Hizmetlerini Nasıl Bozdu (Deadly Medicines and Organized Crime: How Big Pharma has Corrupted Healthcare) adlı kitabı yayınlandı.(...)" (442)

** "İyileşen hasta, 'ilaç firmaları, hastaneler ve doktorlar' için zarardır" deyimini doğrulayan ilginç bir haber.. "Hastaları iyileştirmek sürdürülebilir bir iş modeli midir?"

".... tedaviler, uzun vadede iş dünyası için kötü olabilir. “Hastaları iyileştirmek sürdürülebilir bir iş modeli midir?” (...) "'Tek atışta tedavi' sunma potansiyeli, 'gen terapisiningenetiği değiştirilmiş hücre terapisinin ve gen düzenlemenin' en çekici yönlerinden biridir. Ancak bu tür tedaviler, 'kronik tedavilere karşı tekrarlayan gelirler' açısından çok farklı bir görünüm sunuyor.” (....) Analist, "GILD, hepatit C serisinin başarısının, mevcut tedavi edilebilir hasta havuzunu yavaş yavaş tükettiği bir örnektir" diye yazdı. “Hepatit C gibi bulaşıcı hastalıklarda mevcut hastaların iyileştirilmesi, virüsü yeni hastalara bulaştırabilecek taşıyıcı sayısını da azaltıyor, dolayısıyla olay havuzu da azalıyor… Olay havuzunun sabit kaldığı durumlarda (örneğin kanserde) tedavi potansiyeli, franchise'ın sürdürülebilirliği açısından daha az risk oluşturur."" (751) Apr 11 2018

"Peter C Gøtzsche: Reçeteli ilaçlar üçüncü önde gelen ölüm nedenidirReçeteli ilaçlarımız kalp hastalığı ve kanserden sonra üçüncü önde gelen ölüm nedenidir. Bulabildiğim en iyi araştırmaya dayanarak, antidepresanların birçok yaşlı insanı düşme yoluyla öldürmesi nedeniyle tek başına psikiyatrik ilaçların da üçüncü büyük katil olduğunu tahmin ettim." (307)

"Steroid olmayan, antiinflamatuar ilaçlar (NSAID'ler "Non-steroidal, anti-inflammatory drugs"), öncelikle 'kanamalı mide ülseri ve miyokard enfarktüsüne' neden olarak çok büyük bir ölüm oranına sahiptir ve ölenlerin çoğu, 'ilaçlar olmadan' veya 'parasetamol alarak' iyi durumda olabilirdi." (307)

"Antidepresan ilaçlar'insanların onsuz da idare edebileceği' bir diğer büyük katildir(...) Muhtemelen gerçek bir etkisi olmayan diğer birçok ilaç; İdrar kaçırmaya yönelik antikolinerjik ilaçlar ve demans önleyici ilaçlar da serebral yan etkilere sahiptir ve hastaları öldürebilir." (307)

"Ölümlerin çoğu görünmez.. İnsanlar ilaç kullanmasalar bile 'miyokard enfarktüsü ve kalça kırığı' geçiriyorlar ve 'pratisyen hekimlerin, her yıl ortalama bir hastayı öldürdüklerindenhaberleri yok. Ölümcül ilaç salgınımızın basit çözümleri var. 'Daha az teşhis koyun, daha az ilaç yazın ve hastalara internetteki prospektüsü okumalarını söyleyin.' O zaman ilacı asla alamayabilirler." (307)

"Reçeteli ilaçlarımız büyük sayılarda bizi öldürüyor.. Reçeteli ilaçlarımız, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da kalp hastalığı ve kanserden sonra üçüncü önde gelen ölüm nedenidir. Ölenlerin yaklaşık yarısı ilaçlarını doğru şekilde almış; diğer yarısı ise çok yüksek doz veya kontrendikasyonlara rağmen ilaç kullanımı gibi hatalar nedeniyle ölüyor." (308)

"Pek çok ilaç kaynaklı ölümlerin başlıca nedenleri arasında 'ilaç düzenlemelerinin yetersiz olması, ilaçlarla ilgili bilimsel kanıtların bozulması ve doktorlara rüşvet verilmesini içeren yaygın suçlar ve tütün pazarlaması kadar zararlı olan ve bu nedenle yasaklanması gereken ilaç pazarlamasındaki yalanlar' yer alıyor." (308)

"Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl yaklaşık 100.000 ölüm, ilaç kullanan kişilerin doğru kullanımıyla ilişkili olabilirken, kontrendike ilaçların kullanımı veya çok yüksek dozlarda kullanılması gibi hatalardan dolayı da eşdeğer sayıda ölüm meydana gelecektir. İlaç düzenlemelerinin yetersiz olması, bilimsel kanıtların bozulması, ilaç pazarlaması ve hekimlere rüşvet verilmesi bu duruma katkıda bulunan faktörler olarak gösteriliyor. (Gøtzsche, 2014)" (c) (alıntı/yorum) (308)

""Yetişkinlerin yarısı artık en az bir reçeteli ilaç alıyor ve dörtte biri üç ilaç kullanıyor. Ancak reçeteli ilaçlar ve tıbbi prosedürler önde gelen ölüm nedenleridir (Gotzsche, 2014(Gotzsche, 2016 Makary & Daniel, 2016)." (f)  (alıntı/yorum) (308)

"Modern tıp, aşırı reçete nedeniyle halk sağlığına yönelik büyük bir tehdit oluşturmaktadır.  "Tanınmış Cochrane İşbirliği'nin kurucu ortağı Peter Gøtzsche, 'reçeteli ilaçların kalp hastalığı ve kanserden sonra dünya çapında üçüncü en yaygın ölüm nedeni olduğunu' tahmin ediyor.(309)

"Popüler inanışın aksine, 'yaşlanan nüfusun maliyetirefah sistemi için başlı başına bir tehdit oluşturmazsağlıksız yaşlanan bir nüfus öyledir.' Bir Lancet analizi, 'yaşam beklentisinin artması, sağlıklı geçirilen yıllar' anlamına geliyorsa,  'sağlık harcamalarının 2060 yılına kadar GSYİH'nın yalnızca %0,7'si kadar artmasının beklendiğini' ortaya çıkardı. (...) "İnsanları daha sağlıklı olmaları için ilaçlarla kandıramazsınız." (309)

"İngiliz Kalp Vakfı'nın rahatsız edici bir raporu, 'diyabet prevalansının artmaya devam etmesiyle birlikte İngiltere'de önümüzdeki 20 yıl içinde kalp krizleri ve felçlerin "artacağını"' öne sürüyor. Ancak yaşam tarzı değişiklikleri yoluyla bu koşulların temel nedenini ele almak yerine, çoğu sağlık durumunda herhangi bir iyileşme sağlamayacak olan bireyler için - en iyi ihtimalle - yalnızca marjinal bir uzun vadeli fayda şansı veren ilaçlara öncelik veriyoruz." (309)

"Yıllar önce ilaç endüstrisinde çalıştığımda naproksen hakkında araştırma yapmıştım ve bir gün okudum, paket sansürlendi. Ve aman tanrım dedim ki beni'pek çok farklı şekilde öldürebilen ilaç, hayatımın geri kalanında asla almayacağım herhangi bir anti artrit ilacı' ve bunu yapmadım. Bu yüzden bu ilaçlar neredeyse her şey için kullanılıyor 'ağrı, diz ağrısı, migren' aklınıza ne gelirse gelsin artık tamamen çılgınca şirketler hile yaptı. Şirketler, kendi verilerini aldattı." (310) Peter Gøtzsche

"Peter Gøtzsche - Reçeteli ilaçlar üçüncü önde gelen ölüm nedenidir.  (....) Keşke doktorlar daha dürüst olsalardı o zaman bu kadar çok insanı öldürmezlerdi. Psikiyatri. Bizim de psikiyatrimiz var. Ben o sekize dahil oldum." (310)

"Eksik veri uygulaması kanıta dayalı tıp, deneme kayıtları, ilk bağımsız dergi makalesiyle karşılaştırıldı ve ölümlerin %62'sini ve intiharların yarısını kaçırıyorlardı, gittiler. Dergi makalelerinde yer almıyorlardı ve bunlar antipsikotikler, bir DEHB ilacı ve iki antidepresan ilaç. Doktorlar 'psikiyatrik ilaçların, gerçekte olduklarından çok daha güvenli olduğunu' düşünüyorlar. Bu yüzden geçen yıl bununla ilgili bir kitap yayınladım ve 'psikiyatrik ilaçların, tek başına kalp hastalığından sonra üçüncü büyük ölüm nedeni olduğu' sonucuna vardım." (310)

"Ve 2009'da Danimarka'da da 'insanları bir deneye katılmak üzere topladıklarında, bunun kalp krizine neden olup olmadığını bilmediğimizi' söylediler, bunu 2004'te yaptılar. Vioxx muhtemelen 120.000 kişiyi öldürmüş ve 70 beş bin ilacıyla karşı karşıya kalmıştı. Artık hepimiz biliyoruz ki diklofenak ve ben çoğu ülkede reçetesiz satın alınabilen kalp krizi riskini de ikiye katlıyor." (310)

"Her seferinde yeni bir ilaç piyasaya çıkıyor, doktorlara dolaşan yeni bir satış ekibiniz var. 'Her şey için SSRI'ları kullandıklarını' söylüyorlar ve yaptıkları da bu. 'Boşanma, kötü evlilikler, koca çok fazla içki içiyor, koca aile için çok fazla para kazanamayacağından endişeleniyor, test edemedi okulda sınavlara giderken gerginim..' Ne olursa olsun evet sana mutluluk hapımız var. Ve hatta hastanede bile karısını dövüyor sonra karısına ağır bir hap verebilirsin ve şiddet uygulayan kocasına da verebilirsin, bu oldu oluyor benim ülkemde. Ve bu ilaçlar, şiddet riskini artırıyor." (310)

"Ve ayrıca 'psikiyatrik ilaçların, her yıl yarım milyon Amerikalı ve Avrupalıyı öldürdüğünü' de hesaplayacağımBeyninizi etkileyen en iyi araştırma ilaçları yaşlılar için tehlikelidir çünkü dengelerini kaybedebilirler, düşüp kalçalarını kırabilirler. Ve bir alıntı 'kalçalarını kırdıklarındabeşte biri ölecek' ve işte bmj'den bulabildiğim en iyi çalışma. En az 65 yaşındaki insanlarla yapılan bir kohort çalışması, 'bu ilaçlarındüşmelere yol açtığını' gösterdi. Ve 'bir yıl boyunca tedavi edilen her 28 kişi için ilave bir ölüm' daha meydana geldi. Bu da %3,6'lık bir ölüm oranına tekabül ediyor, bu çok yüksek bir rakam." (310)

"'Çok daha fazla gürültünün olduğu ve dolayısıyla ölüm oranının daha düşük olduğu' bu kadar iyi yapılmamış başka çalışmalar da var. Bulabildiğim en iyisi ve aynı zamanda 'tamamen normal olan orta yaşlı insanlar, antidepresan ilaçlarla intihar veya cinayet işlediler veya her ikisini de yaptılar.' Bu yüzden 'bu ilaçların, her yaşta güvenli olmadığı' sonucuna vardım." (310)

"Ve örneğin antipsikotikler için biliyoruz ki bu tasarım çok öldürücü.  Denemelere giren 'her 145 hastadan biri öldü' ama bu testlerin hiçbirinde, 'antipsikotik ilaç denemelerinden' bilimsel literatürde bahsedilmedi ve yapılmadı. Onlardan bahsedilmesini gerektirmediği için gittiler. O zaman antipsikotik ilaçların ne kadar öldürücü olduğunu nasıl öğrenebiliriz?" (310)

"'Demans hastalarındaantipsikotik ve antidepresanlarla yapılan bazı denemeler' var ve tedavi edilen her 100 kişi için ek bir ölüm meydana geldi. Ve bunlar denemeler kısa süreliydi ve yayınlanan deneme raporlarında ölümler genellikle eksik olduğundan, yüz birden daha kötü olabilir. Bu yüzden evet 'antipsikotikler, insanları öldürür' ancak bazı psikiyatristler size çok zayıf gözlemsel çalışmalara dayanarak aslında 'insanların hayatta kalmasını sağladıklarını' söyleyecektir, inanmayın. Şimdi 'psikiyatrik ilaçlar yüzünden, kaç kişinin öldürüldüğünü' tahmin etmeye çalıştım....." (310)

"..... dünya çapında pek çok insan antidepresan tedavisi görüyor ve Danimarka'da her yıl üç bin altı yüz doksan üç kişiyi öldürüyoruz ve bunu çarptığımda Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'da yarım milyona ulaşıyor." (310)

" İlaçları daha az kullanın, çoğumuz için mümkün olduğu kadar ilaçsız bir hayat mümkün. Hatta 65 yaş üstü olanlarımız için ve sonra büyük ölüm oranı 'bir pratisyen hekimin, her yıl ortalama bir hastayı ilaçla öldürmesi' anlamına geliyor." (310)

"Ben Goldacre: Doktorların reçete yazarken bilmedikleri şeyler .. Yeni bir ilaçla ilgili klinik deneyler yapılırken, bu deneylerin sonucu, tüm tıp dünyasının erişebileceği şekilde yayınlanmalıdır -- ancak çoğu zaman, olumsuz veya ilacın etkisiz olduğunu gösteren bulgular yayınlanmıyor ve gerek doktorlar gerek diğer araştırmacılar 'karanlıkta, el yordamıyla' yönlerini bulmaya çalışıyorlar." (311)

"....'birkaç farklı bilim insanı, bu önsezi deneyini tekrar etmek ve bulgularını yayınlamak' istediler, ancak, yazdıkları makaleleri, daha önceki çalışmayı yayınlayan dergiye ilettiklerinde dergi "Hayır, biz tekrar edilen çalışmaları yayınlama konusunda istekli değiliz. Herhangi bir şey bulmayan makaleleri yayınlamıyoruz." dedi. İşte bu, 'akademik yayınlarda, yapılan tüm bilimsel çalışmaların ortak sonucu olan gerçeklerin, ne denli saptırılmış ve yanlı olarak gördüğümüzün' güzel bir örneği." (311)

"İnsanlar pek çok farklı araştırmalar yapıyorlar, yaptıkları çalışmadan bir sonuç çıkıyor, işe yarıyorsa yayınlanıyor, sonuç çıkmayanlar ise yayınlanmıyor. (....) ....Amerika'da, 'anti-aritmik ilaçlar yüzünden yüz bin kişi yok yere hayatını kaybetti.' Şimdi, bu 1980'de yayınlanan makaleyi yazan bilim insanları, aynı ekip 1993 yılında 'bilimsel camiaya yönelik bir özür yazısı' yayınlayarak "Biz, 1980 yılında ilk araştırmamızı yayınladığımızda, lorcainide kullanan hastalarda bulduğumuz artmış ölüm oranının rastlantısal bir bulgu olduğunu düşünmüştük." dediler. Lorcainide ilacının geliştirilmesiticari nedenlerle durmuştu, bu çalışma hiçbir yerde yayınlanmamıştı; Artık bu olay 'yayınlama sırasında taraf tutma (taraflı yayınlama) için iyi bir örnek' teşkil ediyor. "Taraflı yayınlama", çok dikkati çekmeyen, ilginç olmayan verilerin kaybolmasıyayınlanmaması anlamına gelen teknik bir terim."(311)

"Reboxetine'i diğer antidepresan ilaçlarla karşılaştıran üç çalışma da pozitif sonuç vermiş ve yayınlanmış, ama aslında 'yayınlanan makaledekilerin üç katı kadar hasta' üzerinde çalışma yapılmış ve veri toplanmış, ki bu veriler 'reboxetine'in, diğer tedavi yöntemlerinden daha kötü olduğunu' gösteriyormuş, ama bu çalışmalar yayınlanmamış. Kendimi kandırılmış hissettim. (....) Yanlış yönlendiriliyoruz ve bu tıp, biliminin kalbinde yer alan temel bir kusur. Aslında, "taraflı yayınlama" ile ilgili o kadar çok çalışma yapılmış ki, yüzden fazlası bir araya getirilip, 2010 yılında bir sistematik inceleme olarak yayınlanmış. Yazarlar, bulabildikleri 'taraflı yayın ile ilgili her makaleyi' birleştirerek analiz etmişler. Taraflı yayın, tıbbın her dalını etkileyen bir durum. Yapılan deneme çalışmalarının yaklaşık yarısı ortadan kayboluyor ve 'olumlu sonuç veren çalışmaların yayınlanma ihtimalinin, olumsuz olanların iki katı olduğunu' biliyoruz. Bu, kanıta dayalı tıbbın kabinde oturan bir kanser."(311)

"Eğer bir çalışma yapsam ve bu araştırmada ortaya çıkan sonuçların yarısını saklasam, haklı olarak beni 'yaptığım araştırmaya hile karıştırmakla' suçlardınız. Ama, ne tuhaftır ki, eğer biri '10 ayrı araştırma yapıp, bunlardan sadece istedikleri sonucu gösteren beş tanesini yayınlarsa', bunu 'araştırmaya hile karıştırmakolarak algılamıyoruz. Çünkü o zaman bunun sorumluluğu çok sayıda insana dağılıyor, bir sürü araştırmacı, akademisyen, endüstri sponsorları, dergi editörleri. Bir şekilde bunu daha kabul edilebilir hale getiriyoruz, ama bu durumun, hastalar üzerindeki etkisi korkunç. Ve bu, şu anda biz konuşurken dahi devam ediyor."(311)

"Eğer, tüm bilgiler elimizin altında olmazsa, reçete ettiğimiz ilaçların gerçek etkilerini bilemeyiz. Ve bu aslında ortadan kaldırması zor bir sorun da değil. Yapılan tüm çalışmaların yayınlanmasını sağlamalıyız. İnsanlarda yapılan tüm çalışmalarıeski çalışmalar da dahil... (...) 'İnsanlar üzerinde yapılan tüm çalışmaları ve sonuçlarını yayınlamalıyız', hala kullanılan ilaçlara yönelik yapılmış eski çalışmalar da dahil.."  (311)

** İLAÇ HATALARI nedir, ne değildir? Ve Doktorların "yanlış ilaç" reçete etmesi, hemşire ve eczanelerin "yanlış ilaç" vermesi ve hastaların herhangi bir yerden "yanlış ilaç" alması.. Durumunda ne olur?

"İlaç hataları yılda 1,5 milyon kişinin yaralanmasına ve milyarlarca dolara mal oluyor; rapor, İlaca bağlı hataların azaltılmasına yönelik kapsamlı stratejiler sunuyor.. Ulusal Akademiler Tıp Enstitüsü'nün yeni bir raporuna göre 'ilaç hataları, her yıl en az 1,5 milyon kişiye zarar veren en yaygın tıbbi hatalar' arasında yer alıyor. " (312)

"Her sekiz dakikada bir çocuk evde ilaç hatasıyla karşılaşıyor. Bu hatalar hayati tehlike oluşturabilir. Hatalar arasında 'yanlış ilacın, yanlış dozun, yanlış konsantrasyon veya preparatın', yanlış süre veya sıklıkta uygulanması' yer alabilir. (...) Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'zehir kontrol merkezlerine, her yıl yaklaşık 300.000 ilaç hatası' bildirilmektedir; Bu hataların %90'ı evde meydana gelir. " (313)

"Bir ilaç yanlışsa, birkaç şey olabilir. Örneğin hasta: "-İyi olabilir ve ilacın hiçbir yan etkisi olmayabilir.. ; -Ciddi yan etkileri olabilir ve hastaneye götürülebilir.. ; -Aşırı dozda ilaçtan hayatını kaybedebilir.. ; -İlaç etkileşimlerinden uzaklaşabilir.. ; -İlaçları alabilir, hastalanabilir ve yanlış teşhis konulabilir.." (314)

"Yanlış ilaç ya da yanlış doz, uzun vadeli olumsuz etkiler yaratabilir. (...) ...sağlık hizmeti sağlayıcıları arasındaki 'yanlış iletişim, yetersiz hasta bilgisi ve acele randevular' da hatalara katkıda bulunabilir. Bazı durumlarda hastalar, 'yanlış hesaplamalar veya reçete edilen talimatların yanlış yorumlanması' nedeniyle yanlış dozajlar alabilirler. Ne yazık ki her yıl 7.000 ila 9.000 Amerikalı bu tür tıbbi hatalar nedeniyle ölüyor.(315)

"Amerika Birleşik Devletleri'nde 'her yıl bir milyondan fazla insan ilaç hataları nedeniyle yaralanma ya da kötüleşen sağlık sorunlarıyla' karşılaşıyor. (....) Bazı tıbbi uygulama hatası vakaları, uygulayıcıların 'ilaçları uygulamayı ihmal etmesinden' veya 'yanlışlıkla bir hastaya yanlış ilaç vermesinden' kaynaklanmaktadır. (....) Bir hastaya yanlış ilacı vermenin en büyük endişesi, ciddi reaksiyon potansiyelidir. Antibiyotikler gibi ilaçlar, 'alerjisi olan hastalarda ciddi, hatta ölümcül alerjik reaksiyonlara' neden olma potansiyeline sahiptir. Bu ilaç alerjileri genellikle oldukça şiddetlidir ve yanlış ilaç, hastayı anafilaktik şoka sokabilir. Hastanın alerjisi olmasa bile yanlış ilacı almak yine de büyük hasara neden olabilir." (316)

"Bazı ilaçlar, birbirleriyle kötü etkileşerek hassas bir hastanın durumunu kötüleştirir. Bir ilaç, diğerinin etkilerini ortadan kaldırabilir ve hasta için etkinliğini azaltabilir. İlaçların birbirleri üzerinde sinerjik etki yaratması ve birbirlerinin etkilerini artırması da mümkündür. Bu senaryolar hasta için büyük sonuçlar doğurabilir ve yanlış tedavi davalarına yol açabilir." (316)

" Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde 'her yıl 7.000 ila 9.000 kişi ilaç hatası nedeniyle ölüyor. Ek olarak, yüzbinlerce başka hasta da advers reaksiyon veya diğer ilaç komplikasyonlarını' deneyimliyor ancak sıklıkla bildirmiyor. İlaçla ilişkili hataları olan hastaların bakımının toplam maliyeti her yıl 40 milyar doları aşıyor.  İlaç hataları nedeniyle hastalar parasal maliyetin yanı sıra psikolojik ve fiziksel acı ve ıstırap da yaşıyor. Son olarak, ilaç hatalarının önemli bir sonucu da 'hasta memnuniyetinin azalmasına ve sağlık sistemine olan güvenin azalmasına' yol açmasıdır. " (318)

"Tıbbi uygulama hatası vakaları, özellikle hastaya 'kontrendike ilaç verildiğindeciddi sonuçlara yol açabileceğinden ilaç dağıtım hatalarından kaynaklanabilmektedir. Kontrendikasyon, 'alerji, mevcut durum veya başka bir nedenden dolayı belirli bir ilacın hastaya verilmemesi gerektiğinin' göstergesidir.(319)

"Yanlış İlaç Kullanımının Sonuçları: Hastalar 'etkisizlik, kötüleşen koşullar, yeni sağlık sorunları, alerjiler, ilaç etkileşimleri, yan etkiler, toksisite, hastaneye kaldırılma, sıkıntı, mali maliyetler, güven sorunları ve hatta yanlış ilaçlar' nedeniyle ölümle karşı karşıya kalabilir." (320)

"FDA, ABD'de her yıl 100.000'den fazla ilaç hatası raporu alıyor. (...) ABD vatandaşlarının yüzde 41'i tıbbi hataya maruz kaldıklarını iddia etti. (...) Her yıl 7 milyondan fazla Amerikalı hasta, tıbbi hatalardan bir şekilde etkileniyor. Her yıl 7.000 ila 9.000 Amerikalı tıbbi hatalardan dolayı ölüyor. İlaç hatalarından dolayı polikliniklerde yılda yaklaşık 530.000 yaralanma olayı meydana gelmektedir." (322)

"Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde ilaç hatalarının, günde en az bir ölüme neden olduğu ve her yıl 1,3 milyon insanı yaraladığı tahmin edilmektedir. Ayrıca ilaç hatası ile ilgili her yıl 42 milyar ABD doları tutarında maliyet ortaya çıkmaktadır." (323)

"Herhangi bir reçeteli ilacın kötüye kullanılması, hem kısa vadeli (acil) hem de uzun vadeli sağlık sorunlarına neden olabilir. (...) En sık suiistimal edilen reçeteli ilaçlar, 1971 tarihli İlaçların Kötüye Kullanımı Yasası kapsamında kontrollü ilaçlar olarak sınıflandırılanlardır. Kontrollü ilaçlarkötüye kullanım potansiyeli en yüksek olan reçeteli ilaçlardır. Aynı zamanda tam olarak reçete edildiği gibi kullanılmadığı takdirde en tehlikeli ilaçlardır. (...) En sık suistimal edilen reçeteli ilaçlar 5 kategoriye ayrılır. Hepsinin kötüye kullanım potansiyeli vardır ve hepsinin bağımlılık yapıcı özellikleri vardır: "-Opiat ve opioid ağrı kesiciler (....), -Uyarıcılar (....)-Benzodiazepinler (....)-Uyku ilaçları (....)-Gabapentanoidler (....)" (324)

"Düzenli olarak reçete edilen bir ilacı, kötüye kullanıp kullanmadığınıza bakılmaksızın almayı bırakmak istiyorsanız, her zaman önce tıbbi yardım alın. Vücudunuz alıştığında reçeteli bir ilacı aniden bırakmak hoş olmayan ve bazen tehlikeli yoksunluk belirtilerine neden olabilir.(324)

-Reçeteli ilaçların kısa vadeli etkileri, Reçeteli ilaçların kısa vadeli etkileri şunlardır: "Endişe, Bilinç bulanıklığı, konfüzyon, Baş dönmesi, Uyuşukluk, coşku, Aşırı uyku veya uyuyamama, Hiperaktivite, Ruh hali, Mide bulantısı, Olağandışı kas hareketleri.."  -Reçeteli ilaçların uzun vadeli etkileri.. Reçeteli ilaçların uzun vadeli etkileri şunlardır: "Endişe, Görünümdeki değişiklikler (kilo kaybı veya kilo alımı), Fiziksel sağlıktaki değişiklikler, Kalp, böbrek, karaciğer ve beyinde hasar, Depresyon, ilaç bağımlılığı, ilaç bağımlısı, Ruh sağlığının bozulması.." Bu liste hiçbir şekilde kapsayıcı değildir; bireysel reçeteli ilaçların hem kısa hem de uzun vadeli etkileri listelenemeyecek kadar çoktur." (324)

"Reçeteli ilaçları kötüye kullanmak, yalnızca fiziksel sağlığınıza değil aynı zamanda zihinsel ve duygusal sağlığınıza da birçok yan etki taşır." (324)

"Reçeteli ilaç bağımlılığı tanınmış bir hastalık ve bozukluktur. Reçeteli ilaçları mutlaka istediğiniz için almaya devam etmiyorsunuz, onları almak zorunda olduğunuzu hissettiğiniz için alıyorsunuz. Beyin bir maddeye bağımlı hale geldiğinde kimyasal ve yapısal olarak değişime uğrar. O (beyin), olası sonuçlara ve halihazırda gerçekleşmiş olan olumsuz etkilere bakılmaksızın, bu maddeyi zorunlu olarak aramak ve almak için kendisini yeniden yapılandırır. Reçeteli ilaçları ne kadar çok kötüye kullanırsanız ve bunları ne kadar uzun süre kötüye kullanırsanız, beyne o kadar fazla zarar verilir." (324)

"Reçeteli ilaçları doktor tarafından tavsiye edilmeyen bir şekilde kullanmak insanların düşündüğünden daha tehlikeli olabilir. (...) Bazı insanlar reçeteli ilaçları kötüye kullanıyor çünkü bunların daha fazla eğlenmelerine, kilo vermelerine, uyum sağlamalarına ve hatta daha etkili ders çalışmalarına yardımcı olacağını düşünüyorlar. Reçeteli ilaçları almak, sokak ilaçlarından daha kolay olabilir (...) Tüm ilaç suiistimalleri gibi, reçeteli ilaçların yanlış nedenlerle kullanılması da kişinin sağlığı açısından ciddi riskler taşır. (...) Reçeteli ilaç kullanımının tehlikeleri, eğer insanlar ilaçları, kullanılması amaçlanmayan bir şekilde kullanırsa daha da kötü olabilir. " (325)

**Antidepresanlar (aslında neredeyse hepsi /bir kısmı), adeta bir çeşit dumansız silah gibi...

"Büyük ilaç şirketleri ve büyük tıp tüm bunları zaten yıllar, yıllar ve yıllar önce biliyordu ama trilyonlarca dolar kazanabilmek için bu zehirleri reçete etmeye devam ettiler ve bunu bugüne kadar da yapmaya devam ediyorlar. Dava edilmeleri gerekiyor. Yıllarca antidepresan kullandım, yıllarca benzo kullandım ve bu ilaçlar sadece beynimi değil, tüm vücudunuzu mahvetti. Büyük ilaç şirketleri ve büyük yiyecekler, devasa canavarlardır ve hapse girmeyi hak ediyorlar!" -James,June 30, 2022 (c) (alıntı/yorum) (242)

SOURCES CONTENTS (Kaynaklar & İçindekiler)

KISIM B

**Fikir ve düşünceler 
(bazı öneriler, çözümler, tahminler, olasılıklar, şüpheler) vs vs..

1) Dünyadaki sağlık Sistemlerinde 'Yeni Yeni Hastalar ve Hastalıklar Üretme Sistemi" mi var? 

MESELA; (Doktor, hastasına koyduğu teşhisin doğru olduğunu ispatlayabilmek için hastasının reçete ettiği ilacı kullanmasını bekledi. Hasta, kendisine reçete edilen bu ilacı içince, doktorun koymuş olduğu teşhisteki hastalığa yakalandı. Doktor da bu şekilde hastasına koyduğu teşhisi doğrulamış oldu..)  Bu, gerçekten böyle olabilir mi? 

NOT; Yukarıdaki bazı kısa alıntılar belki size "Acaba olabilir mi?" diye bir fikir vermiş olabilir..

2) Dünyaca ünlü tıp dergilerinde, hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde özellikle de "ilaç ve aşı" zararlarında "birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" oyunu  mu var? 

MESELA; Diyelim covid aşısından dolayı zarar gördünüz. Hastaneniz size bu zararın "çok nadir" olduğunu veya bunun aşıdan dolayı olmayabileceğini, sizdeki altta yatan başka bir/birden fazla sebepten (örneğin genetik yatkınlık gibi) dolayı olabileceğini söyledi.. Ama aslında gerçek bu şekilde mi? Nereden bileceksiniz, bu zararın "aşıdan mı yoksa genetik yatkınlık, altta yatan baka bir sebep (rahatsızlık/hastalık)" vs'den dolayı olduğunu? Okumuş görmüş apoletli doktorlar, acaba size gerçekten doğruyu mu söylüyor yoksa onlar kara cahil insanlar mı yoksa başka nedenler mi var?.. Yoksaların arkasında ne/neler olabileceğini öğrenmek için tüm sayfalardaki bölümlerdeki içerikleri okuyarak öğrenebilirsiniz.. Sadece tek bir sayfayı okuyarak bir karara varamayabilirsiniz.. İşiniz gücünüz yoksa, okuyun deriz.. Okumaya devam edin, belki bir fikir edinebilirsiniz..

*KISIM B KONULARA GİRİŞ..

NOT ve UYARI : Unutmayın aşağıdaki ( "bazı kısa alıntılara" kadar olan) yazılar, şimdiye kadar elde ettiğimiz araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan oluşan bazı "olasılıklar, tahminler, öngörüler, önseziler, şüpheler, öneriler, çözümler" vb gibi sadece bizim fikir ve düşüncelerimizden oluşmaktadır. İsterseniz, bir nevi içinizin rahat etmesi için :) bunları komplo teorileri olarak da görebilirsiniz. Size kalmış birşey.. Eğer psikiyatrik tedavi görüyor ve ilaç kullanıyorsanız, sakın buradaki bilgilere güvenerek (inanarak) ilaçlarınızı bırakma gibi bir saflığa girişmeyin. İlaç yoksunluk belirtileri gibi tehlikeli bir sürecin içerisine girebilirsiniz. İlaç bırakma girişiminizi doktorunuzla birlikte gerçekleştirmelisiniz.. Kendi başınıza değil.. Daha detaylı bilgiyi en aşağıdaki UYARI VE NOTLAR kısmını okuyunuz...

**REÇETELİ İLAÇLARIN OLASI ZARARLARI VE ALTERNATİF İLAÇSIZ TEDAVİ YÖNTEMLERİ VB İLE İLGİLİ..

*İlaç firmaları, reçeteli ilaçları neden bitkilerden değil de kimyasal içeriklerden üretiyor? Ve bunu hastalara nasıl kakalıyorlar?

-"Neden ilaç firmaları, ilaçlarını tamamen bitkisel içeriklerden hazırlamıyor?

Doğada her türlü hastalığın ve rahatsızlığın bir çaresi, bir şifası vardır.. Gizlenmiştir, bulunmayı beklemektedir..

Elbetteki bunun pekçok nedeni olabilir.. Tabii buna geçmeden önce.. Şuradan başlayalım.. Zaten hep düşünmüşümdür.. Atalarımız "Şu dünyada her şeyin bir çaresi, bir şifası vardır" diye söylemiş ve dinimiz de "Ölümden başka her şeyin bir çaresi vardır" demiştir.. Niye böyle demişlerdir? Çünkü.. Gerçekten de şu yaşadığımız dünyada yaşayan ne kadar canlı (bakın canlı diyorum, hayvanlar ve görülmez varlıklar da dahil (örn.cinler gibi) ne kadar canlı) varsa, bunlarda maddi ve manevi olarak oluşabilecek her türlü hastalık ve rahatsızlığın MUTLAKA VE KESİN BİR TEDAVİSİNİN (ŞİFASININ), şu dünyanın 'taşında, toprağında, suyunda, bitki örtüsünde ve kısaca diğer tüm meteryallarinde (taş, toprak, su, bitki, demir, altın, petrol vb gibi yer altı ve yer üstü zenginliklerine ait akla hayale gelmeyecek, gizli-saklı olanlar da dahil tüm meteryallarinde) saklıdır.. Evet,şu yaşadığımız dünyada (yaşayan hemen her canlının uğrayabileceği) bedensel ve zihinsel her türlü hastalık ve rahatsızlığın bir çaresi ve şifası vardır. Ve bu çare ve şifa reçetesi dünyanın belki suyunda, taşında, toprağında, havasında, demirinde vs belki de bitkisinde, etinde, sütündedir (hayvasal gıdalarda) vs vs.. Tüm çareler ve şifalar, işte bu akla hayale gelmeyecek kadar çok sayıda olan (ve tabii ki yeterince bilin(e)meyen, bulun(a)mayan ve öğrenil(e)meyen) dünyanın doğasının içerisinde saklıdır. Gizlenmiştir ve bulunabilmesi için de bizleri yani insanları beklemektedir.. İşte önemli olan şey de bu, doğada saklı olan bu çare ve şifaları bulabilmek ve ortaya çıkartabilmektir..

'Peki, insanlık bunları bulabilmiş, ortaya çıkarabilmiş ve kullanıp-faydalanabilmiş midir?' Evet ama sadece küçük bir kısmını.. Daha bulunması gereken çok sayıda hastalık ve rahatsızlığın çareleri, bu dünyanın doğasında hali hazırda bulunmayı bekliyor. İnsanlık tarihi boyunca insanların ve hatta hayvanların bile yaşamış olduğu çeşitli şekillerdeki (ama bazı) hastalık ve rahatsızlığın çareleri (şifaları), hep dünyanın doğasında bulunmuş ve faydalanılmıştır. Bulun(a)mayan geri kalan diğer tüm hastalık ve rahatsızlıkların çareleri (şifaları) ise halihazırda bulunmayı bekliyor.. 'Peki, insanlığın yaşamış olduğu ve çaresiz gibi görünen çok sayıda hastalık ve rahatsızlık olmasına rağmen, insanlık doğada saklı olan bu çareleri (şifaları) neden bulmuyor /bulmaya çalışmıyor?' İşte burası çok önemli bir nokta.. Yukarıda başlıkta "Neden ilaç firmaları, ilaçlarını tamamen bitkisel içeriklerden hazırlamıyor?"  diye sormuş ve buna da "Bunun pekçok nedenleri olabilir.." diye cevap vermiştik.. Evet, aslında bunun pekçok nedeni olabilir.. Mesela..

Doğada saklı olan çare ve şifalar, aslında maddelerin kendine has özellikteki kimyasal öz yapılarıdır..

Anlatmadan önce, şunu söyleyelim.. Doğanın içerisinde saklı oduğunu söylediğimiz çareler /şifalar aslında, doğanın içerisinde her bir maddenin kendi özünde bulunan kendine has özelliğe sahip tamamen doğal kimyasal içerikleridir.. Maddelerin içerisinde bulunan bu kimyasal içerikler, onların fiziksel gelişiminde gerekli olan bir çeşit DNA moleküllerinden oluşan kendi öz yapılarıdır.. (Çarelerden /şifalardan kasıt işte bu maddelerin öz yapılarıdır..) İşte bu öz yapılar, maddenin fiziksel gelişimine katkıda bulunabildiği gibi, doğada bulunan diğer varlıkların da (özellikle de canlıların) fiziksel ve hatta zihinsel gelişimine de katkıda bulunabilir özelliğe de sahip olabiliyor.. Bu fiziksel ve zihinsel gelişimden kasıt, canlıların hem sağlıklı oldukları hem de hastalandıkları /rahatsızlandıkları zamanlar için de geçerlidir. Sağlıklı canlılar bu doğada bulunan maddelerin (örneğin bir bitkinin) öz yapılarını, hem sağlıklarını koruyabilmek hem de gelişimlerini sağlayabilmek için kullanırlar. Hastalanan /rahatsızlanan canlılar ise, bu öz yapıları, hastalık ve rahatsızlıklarına şifa (çare) olsun diye kullanırlar.. Bu, herhalde "doğal seleksiyon"un bir parçası gibi de olabilir.. Aslında bu duruma baktığımız da doğada bulunan tüm varlıkların, birbirlerine "yaşam" verebilecek bir özelliğe sahip olduğunu anlayabiliyorsunuz. Her bir maddenin kendi öz yapıları, sadece kendilerinin yaşamasına ve gelişmesine değil, başka maddelerin de yaşamasına ve gelişmesine katkı sağlayabilecek bir özelliğe sahip olabiliyor. Ve büyük ihtimalle insanlık, bu gerçeği bildiği için herhalde (buradan yola çıkarak insanlık tarihi boyunca), doğada bulunan maddelerin içerisinde saklı olan bu öz yapıları  (çareleri, şifaları) bulabilmek ve kullanabilmek için uğraşıp-durmuş ve en azından bir kısmını bularak, bundan faydalanmaya çalışmıştır, diyebiliriz.. Ve daha bulunması gereken o kadar çok çare, şifa var ki.. Henüz daha yolun yarısındayız /yolun başındayız..

Reçeteli ilaçların büyük çoğunluğu tamamen doğal olmayan kimyasal yöntemlerle hazırlanılıyor.. Bu nedenle reçeteli ilaçlar, dünyada üçüncü ölüm nedeni olarak belirlenmiş..

O yüzden 'bunları bulabilmek o kadar kolay birşey değil' gibi gözüküyor ama aslında öyle de olmayabilir.. İnsanlık, insanlık tarihi boyunca bitkilerden ve hayvanlardan olabildiğince faydalanmıştır. Özellikle de bitkilerden çok sayıda faydalandıklarını, şimdiye kadar yine çok sayıda çeşitli hastalık ve rahatsızlıklar için kullanılan bitkilerin yer aldığı çok sayıda ciltler dolusu şifalı bitkiler kitaplarından anlayabiliyorsunuz.. Neredeyse her türlü hastalık ve rahatsızlığın bitkilerle tedavisi ve reçetesi bulunabiliyor. Ama bunların "etkinliği, kullanımı ve güvenliği" konusunda yeterince bir bilgi sahibi olun(a)madığı için, özellikle de modern tıp alanında o kadar çok rağbet görümüyor. Modern tıp, adeta neredeyse "ilaç firmalarının kulu-kölesi olmuş" durumda.. Aslında bunun (yani modern tıbbın, ilaç firmalarının kulu-kölesi olmasının) tek sebebi, başta DSÖ (WHO) olmak üzere hemen neredeyse tüm devletlerinalternatif  tedavi yöntemlerine özellikle de "bitkilerle tedavi yöntemine" önem vermemesidir.. Sanki sanırsınız ki DSÖ ve diğer tüm devletler, adeta 'ilaç firmalarına tapıyor ve çalışıyorlar..' gibi bir görüntü veriyorlar.. 'Neden DSÖ ve devletler, özellikle de bitkisel ilaçların "etkinliğini, kullanımını ve güvenliğinisağlayabilecek çalışmalar yapmıyorlar?' Bunları yapmıyorlar ama şu an dünya genelinde halihazırda olan ve kullanılan, doğal olmayan ve çok ciddi yan etkilere sahip kimyasal içeriklerle hazırlanılan ve çok tehlikeli oldukları ortaya çıkan reçeteli ilaçların "etkinliğini, kullanımını ve güvenliğini" çok rahat bir şekilde yapabiliyorlar.. Yapıyorlar ama nasıl yapıyorlar? Böyle bir sorunda var.. Nedense yaptıkları bu etkinlik, kullanım ve güvenliğe konu olan reçeteli ilaçlar sayesinde dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini nerdeyse her yıl milyonlarca insan hayatını kaybediyor ve sakat kalıyor gibi gözüküyor.. 

Mesela "reçeteli ilaçlar, kalp hastalıkları ve kanserden sonra gelen üçüncü ölüm nedeni" olarak ortaya çıkmış.. Bu nasıl "etkinlik, kullanım ve güvenlik"? Bazı akıllı bıdık hekimler şöyle diyebilir; "Reçeteli ilaçların yanlış kullanımından dolayı bu ölümler oluyor/olabilir.." diye.. Evet aslında bu da var ama "doktor tavsiyesine uyularak kullanılan" durumdan da kaynaklanan çok sayıda "reçeteli ölümler"de var.. Yani burada "reçeteli ilaçların yanlış kullanımı" diye bir şey yok.. Tam tersi "doktor tavsiyesine göre kullanıldığından" dolayı kullanılan reçeteli ilaçlardan ölen insanlar, hastalar bulunuyor.. (Bunu 3,4,5 /6.bölümde okuyabilirsiniz..) Ve bu öyle bir hal almış ki, bu durum bazı kitaplara bile işlenmiş..(Bunu da 5. bölümde "kitaplar" kısmından okuyabilirsiniz..)

Reçeteli ilaçlardan dolayı ölen ve sakat kalan (yaralanan) tahmini milyonlarca insanın vebalinden kim sorumlu? İlaç firmaları mı yoksa devletler mi?

'Evet, şimdi soruyoruz; DSÖ ve diğer tüm devletler, reçeteli ilaçların "etkinliği, kullanımı ve güvenliği"ni nasıl sağlıyorlar?' Reçeteli ilaçların doğru kullanılmasından (yani reçeteli ilaçlardan) dolayı ölen dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini binlerce (hatta on/yüz binlerce, milyonlarca) insanın ölüm ve yaralanmalarından kim sorumludur? İlaç firmaları mı yoksa bunlara "güvenlidir" diye onay veren DSÖ ve devletler midir? DSÖ'nün reçeteli ilaçların "etkinliği, kullanımı ve güvenliği" konusunda "onay" verme yetkisi var mıdır orasını bilmiyoruz ama devletlerin buna "onay verme" yetkisinin olduğunu söyleyebiliriz.. Burada bir sorun ortaya çıkıyor.. Büyük ihtimalle reçeteli ilaçların "etkinlik, kullanım ve güvenliği"ni devletler değil, ilaç firmaları sağlıyor.. Devletler, reçeteli ilaçların kullanımına onay verirken, ihtimalle ilaç firmalarının bu reçeteli ilaçların "etkinlik, kullanım ve güvenliği" ile ilgili çalışma sonuçlarına bakarak karar veriyorlar.. Ancak buradaki sorun, reçeteli ilaçlardan dolayı ölen ve yaralanan çok sayıda insan olduğu için, bu ilaçların "etkinlik, kullanım ve güvenliğini" sağlayan ilaç firmalarının, bu ilaçları piyasaya sürebilmek ve devletlerden onay alabilmek için hazırlamış oldukları ilaç denemeleri ile ilgili "çalışma rapor ve sonuçlarını"nasıl hazırladıkları ve devletlerin de buna nasıl onay verdikleridir

Demek ki, bu reçeteli ilaçlardan dolayı sakat kalan ve ölen sayısı belirsiz hem de her yıl tahmini binlerce (hatta on/yüz binlerce /milyonlarca) insanların akibetlerine bakılırsa, bu reçeteli ilaçların "etkinliği, kullanımı ve güvenliği" konusunda yeterince ciddi bir araştırma yapılmamış ama sanki 'yapılmış gibi gösterilmiş olduğunu' ve devletlerin de öyle gözüküyor ki, yeterince ciddi araştırma yapılmayan ve belki de sahte olabilecek bu aldatıcı "çalışma sonuçlarına" aldanarak, bu güvenliği zayıf olan reçeteli ilaçlara onay vermiş gibi gözüküyor.. Kısaca reçeteli ilaçlardan dolayı ölen ve yaralanan (resmi kayıtlara geçmeyenler de sahil sayısı belirsiz) çok sayıda insanın akibetlerine bakılırsa durum böyle gibi gözüküyor. Ve şu an piyasada olan diğer kimyasal içerikli çok sayıda reçeteli ilaçlardan dolayı (dünya genelinde) yaralanan ve ölen insanların olup-olmadığını ve eğer varsa (yaralanma ve ölüm) sayılarının ne oranda olduğu konusunda, "ilaçların olası ciddi yan etkileri (ölüm ve yaralanmalar)" konusunda özellikle de hastanelerde yeterince ciddi araştırmalar yapılmaması ve bunların doğru bir şekilde hasta kayıt ve ölüm raporlarına işlenmemesi vb gibi sorunlardan dolayı yeterince bir bilgi sahibi olunamadığını söyleyebilmekte fayda vardır, diyebiliriz..

*İlaç ve aşı zararlarında "birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" oyunu..

Dünyaca ünlü tıp dergilerinde, hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde özellikle de "ilaç ve aşı" zararlarında "birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" oyunu  mu var?   İlaç firmalarında ve sağlık sektöründe yıllardır oynanan "çok az, birazcık, nadir ve çok nadir yan etki" oyunu varsa bu nedir? Bu oyunun arka planında ne tür sahtekarlıklar olabilir?

Örneğin diyelim covid aşısından dolayı zarar gördünüz. Hastaneniz, sağlık biriminiz /doktorunuz size bu zararın "çok nadir" olduğunu veya bunun aşıdan dolayı olmayabileceğini, sizdeki altta yatan başka bir/birden fazla sebepten (örneğin genetik yatkınlık gibi) dolayı olabileceğini söyledi.. Ama aslında gerçek bu şekilde olmayabilir. Çünkü, covid aşı sonrası zarar gören ve hatta ölen çok sayıda insan bulunuyor. Ve covid aşıları başta olmak üzere çok sayıda reçeteli ilaçlar konusunda, dünyaca ünlü tıp dergileri, içerisinde "nadir, çok nadir" gibi ifadeleri barındıran sözde bazı araştrımaları yayınlıyorlar ama bunlar konusunda çok sert olumsuz eleştiri ve sonuç içeren klinik araştırmaları ise yayınlamıyorlar.. Bu çifte standart, sözde bilimsel tıp dergilerinininsanları istedikleri yönde çok rahat bbir şekilde kandırabildiklerini ortaya koyabiliyor.. Tabii insanları kandırma eylemi sadece bununla da sınırlı değil.. Çünkü, bu silsile yolu ile işlenen bir sistemin bir parçası gibi gözüküyor. Şöyle ki..

Bilimsel makakelerde "nadir" oyunu.. (nasıl işliyor olabilir?) Dünyaca ünlü tanınmış o malum bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan çoğu makalelerde yer alan ve "bilimsel çalışma" diye nitelendirilen (en azından) bazı verilerde eğer "ilaç ve/veya aşılar" konusunda herhangi bir olumsuzluk (kalıcı olan-olmayan yaralanma ve ölümler "ciddi yan etkiler") söz konusu ise, genellikle bu olumsuz yan etkilerin sayısı konusunda "birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" gibi kelimelere de yer verdikleridir. Evet, bu doğru olabilir, resmi rakamlar bu şekilde olabilir ama bu veriler (/sayıları) ne kadar doğru, ne kadar gerçekçi orası tartışılır. Çünkü "ilaç ve aşı" sonrası zarar gören tahmini milyonlarca insanın, görmüş oldukları zararlarının "ilaç ve aşı kaynaklı olduğuna dair" veri kaydı bilerek/bilmeden tutulmamaktadır. Yani bir şekilde "kayıtları yapıl(a)mamaktadır, kayıt edil(e)memektedir." Ve tutulmadığı (kayıt edil(e)mediği) için de sayısı belirsiz ama çok yüksek olabilen tahmini on/yüz milyonlarca (/daha da fazla) zarar gören insanın akibetleri ise kim vurduya gitmiş olabilirken, aşı zararları konusunda bilimsel tıp dergilerine "aman kimse çakmasın, ne şiş yansın ne kebap!" misali ("birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" olarak gözükebilmesi için herhalde), çok az sayıda vakaların işlenebildiğini fark edebiliyorsunuz. İşte, malum "aşı zararları" konusunda araştırmalar yapan malum araştırmacılar da, bu (diğerleri kayıt edilmediği için tek taraflı kaydedilen olarak gözükebilen) "birazcık, çok az, nadir ve çok nadir" verileri dikkate almak zorunda kaldıkları için, onlar da "nadir, çok nadir" oyununu bu şekilde devam ettirebiliyorlar, diyebiliriz.. Evet, bu tür "ilaç ve/veya aşılar" konusunda yaşanan olumsuz reaksiyonların (yan etkilerin) bir şekilde "kayda geçmediği ve/veya kayıt edilmediği" için, bu nedenle sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insanın, ölümler de dahil olası ciddi yan etkilere maruz kalmış olabileceğini de tahmin edebilmek zor olmayabilecektir.. 

Aslında bu, bilimsel tıp dergilerinde oynanan ölümcül bir oyun gibi görülüyor.. Özellikle de ilaç ve/veya aşılara bağlı oluşan çeşitli yaralanma (kalıcı olan-olmayan kanser, aids, kalp, beyin vb gibi hastalıklar) ve ölümlerde varolan artışın üzerini örtmek amacıyla, bilimsel tıp dergilerindeki bazı bilimsel çalışmalarda (makalelerde), "birazcık, çok az, nadir ve çok nadiroyununun oynanması gibi.. İlaç ve/veya aşıların dışındaki diğer sorunlarda da aynı oyunlar oynanıyor mudur acaba? Artık bilimsel tıp dergilerine güvenmek ne kadar doğru olur, orasını bilemicez.. Bu gibi nedenlerle bu tür bilimsel tıp dergilerinin ve dergilerde yayınlanan bu bilimsel verilerin, "merdiven altı" diye tanımlanan "koca-karı ilaçlarından, tedavilerinden /karaborsa işlerden, satışlardan"  vb'lerinden bir farkının kalmadığını söylersek yalan söylemiş olmayız herhalde..

Yani kısaca burada oynanan oyun aslında, dünya geneline yayılmış özellikle de "ilaç ve aşı firmalarını korumak" üzerine kurulu çarpık bir sağlık sisteminden başka birşey değil gibi gözüküyor. Dünya geneline yayılmış mali ilişkilere dayalı olan bu çarpık sağlık sisteminin olmasının tek nedeni herhalde, özellikle de ilaç ve aşı firmaları (özellikle de mali ilişkileri) ile bağlantıları olan dünya geneline yayılmış bazı devletler (daha doğrusu devletlere bağlı resmi sağlık oteriteleri ve hatta buna DSÖ) de dahil, sayısı belirsiz tahmini on/yüz binlerce (belki de milyonlarca) saygın olan ve olmayan tanınmış tıp dergileri, tıp fakülteleri, doktorlar, hastaneler ve diğer sağlık birimlerinin gibi kendi aralarında su götürmez sıkı bir mali ilişkilerin olmasından kaynaklanıyor olmasıdır, diyebiliriz.. Ve bunların başını da bu tıp dergileri çekiyor gibi görülüyor.  Çünkü, dünyadaki kokuşmuş sağlık bataklığının asıl ana kaynağı burası. Herşey burada başlıyor ve bitiyor.. Özellikle de ilaç ve aşılar konusunda yapılan klinik deneyler vb gibi araştırmalara ait makaleler de burada yayınlanıyor. Ve dünyadaki doktorlarda burada yayınlanan makaleleri (sanki tek yetklili servismiş gibi) dikkate alıyorlar ve buradaki verileri, (sahte olup-olmadıklarını, yanlış ve yanıltıcı olup-olmadıklarını bile düşünemeden) hastalarına uygulamaya çalışıyorlar.. 

Çünkü tıp dergilerinde yayınlanan makalelerin büyük çoğunluğu "tek taraflı makaleler"den oluşuyor. Yani yanıltıcı ve/veya sahte olma olasılığı çok yüksek olan makaleler.. Tek taraflı makaleler genellikle özellikle de "ilaç ve aşılar" konusunda "olumlu" sonuçlar ile ve/veya ilaç ve aşı firmalarını zarara uğratmayacak şekilde "nadir, çok nadir" gibi ifadelerin yer aldığı sonuçlardan oluşan verilerdir, diyebiliriz. Bunların haricinde bu dergilere gönderilen az/çok sayıda olumsuz sonuç ortaya çıkartan klinik denemeler, araştırmalara ait makale verileri ise bu dergilerde (olasılıkla "yanlış veri, yanıltıcı veri, eksik veri" gibi nedenlerden dolayı) yayınlanmıyor. Yayınlamadıkları için de, dünya genelindeki doktorların da bu olumsuz verilere ulaşması da engellenmiş olunabiliyor. Bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan (tek taraflı olma olasılığı yüksek olan) makaleler, işte bu gibi nedenlerden dolayı tam olarak GÜVENİLİR DEĞİLDİR.. (Bununla ilgili bilgileri bölümlerde  3,4,5 /6.bölümde okuyabilirsiniz..)

"'Reçeteli ilaçlar milyonlarca insanın hayatını kurtarmış!'; Peki ya reçeteli ilaçlardan dolayı ölen ve yaralanan diğer milyonlarca insanın akibeti..

DSÖ ve diğer resmi sağlık birimleri, 'reçeteli ilaçların çok faydalı olduğunu ve dünya genelinde her yıl milyonlarca insanın hayatını kurtardığını' söylüyor.. Bu ne kadar doğru ve bunu neye dayanarak böyle söylüyorlar, bilinmez ama evet, belki acil durumlar için "kısa vadede" bu geçerli olabilir.. Acil durumlar dışında özellikle de "uzun vadede" bunları söyleyebilmek oldukça zor gibi..  Tamam öyle olsun, reçeteli ilaçlar kimilerin hayatını kurtarmış olabilir.. Tabii bu da çok çetrefilli tartışılması gereken bir konu.. Çünkü hastaneler ve diğer sağlık birimleri özellikle de reçeteli ilaçların etkinliği, kullanımı ve güvenliği konusunda doğru raporlama yapmayabiliyorlar. Genelde ilaçların "olumlu" taraflarını rapor edebilirken, "olumsuz" taraflarını adeta "ilaçları koruma"pahasına doğru bir şekilde rapor etmeyebiliyorlar.. Yani hem çok az bir şekilde hem de bunları "yanıltıcı" içeriklerle dolu bilgiler şeklinde hasta raporlarına işleyebiliyorlar.. 

Bu, aslında hem ilaç firmalarında hem de sağlık sektöründe özellikle de ilaçların (ve aşıların) olası yan etkileri konusunda yıllardır oynanan "çok az, birazcık, nadir ve çok nadir "oyununa benziyor.. (Bu konuda aslında şu an dünyada hummalı bir tartışma var, bunları bölümlerde vermeye çalıştık..) Eğer ilaçlar (ve aşılar) konusunda çok sayıda "olumsuz bir yan etki" oluşursa, bu gerçeği saklayabilmek için bu oyunu oynuyorlar. Oynuyorlar çünkü, ergeç en sonunda resmi olarak (örneğin davalardailaçlar ilgili olumsuz yan etkiler ele alındığında (ve ortaya çıktığında) ve başlarının belaya girmemesi için bu sağlık birimlerinin yapabilecekleri tek şey ancak "evet bu ilaçların olası yan etkileri var ama "çok az, birazcık, nadir /çok nadir!" gibi cümleleri sarfetmek olabilecektir.. Zaten bunu da yapıyorlar.. Neye dayanarak yapıyorlar? Çünkü, büyük olasılıkla ellerinde gerçekten de çok az denebilecek şekilde 'yan etki verileri' bulunuyor olabilir.. Bunun nedeni ise büyük ihtimalle olumsuz yan etkiler konusunda ya hiç kayıt edilmeyen ve/veya yanlış, yanıltıcı /tahrif edilmiş ve de çok az bir şekilde kayıt edilen verilerin olması olasılığından dolayı olabilir diye tahminde bulunabiliriz.. 

Bunun böyle olabildiğini özellikle de covid pandemi döneminde hastanelerde ve diğer sağlık birimlerinde görmüştük. Büyük olasılıkla DSÖ ve diğer sağlık birimleri "reçeteli ilaçların milyonlarca insanın hayatını kurtardığını" söylerken, işte bu sadece tek taraflı yapılan "olumlu" yöndeki hasta raporlarına istinaden söylemiş olabilirler.. Yani ilaçların yan etkileri konusunda büyük çoğunluğunun ilaçların "olumlu" tarafları yönünde olması, çok az sayıda "olumsuz" rapor edilen yan etki raporların dikkate alınmamasına yol açmış olunabilir.. Ama yine de bu hasta raporlarının sahte ve yanıltıcı olabilme olasıkları da çok yüksek olabilir. Tabii bu bir olasılık.. Büyük ihtimalle ilaç firmalarını koruyabilmek için yapılıyor olunabilir.. Aslına bakarsanız bu iş biraz karışık gibi.. Şöyle ki..

Doktorlar, ilaçların yan etkilerinin çok ciddi yaralanmalara ve ölümlere de sebep olabildiğini ortaya çıkartabilecek kapasiteye sahip olmayan KARA CAHİL insanlar mıdır? Yoksa..

Hemen hemen dünyadaki tüm sağlık sistemlerinde, bir hastanın, mevcut hastalığının /rahatsızlığının durumunun aslında reçeteli ilaçlardan kaynaklanabileceğini ortaya çıkaran tam olarak bir sistem düzeni bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.. (Öyle olsaydı en azından tıpkı ABD ve bazı AB ülkelerinde olduğu gibi az da olsa bu ilaç yan etkilerinin yaralanma ve ölümlere sebep olabildiğine dair rapor sonuçlarının dünya genelinde de mevcut olabildiğini söyleyebilirdik herhalde.. Böyle birşey olmadığına göre.. Yada varda biz mi bilmiyoruz..) Aslında bunun nedenleri çok olabilir.. Ama akla ilk önce gelen olasılıklar var.. Şöyle ki.. 

Örneğin şöyle bir tahmin yürütelim.. Bir hasta düşünün.. Hali hazırda mevcut bir hastalığı var ve ilaçlarını doktor tavsiyesine göre düzenli bir şekilde uzun süredir kullanıyor.. Ve bir gün çok ağır şekilde hastalanıyor, rahatsızlanıyor /ölüyor.. Bu hasta hastanelerin polikliniğine gidiyor /acil servisine başvuruyor /ambulansla getiriliyor. Ve bu hastanın, hastalığının /rahatsızlığının daha da kötüleştiğini /başka başka (örneğin kansere, tümöre, kalp krizine, beyin kanamasına vs gibi ) çeşitli kalıcı olan /olmayan hastalıklara da yakalanmış olduğunu /ölmüş olduğunu da düşünelim.. Tüm bunlara sebep olanın aslında kullanmış olduğu ilaçların yan etkilerinden dolayı olabileceğini de bir düşünün.. Ancak doktorların bu konuda 'hiçbirşey bilmediğini' ve bu nedenle örneğin bunun asıl nedenini mesela "Hastalık çok ciddi olduğu için, bu hastalık diğer organlara da yayılmış! / Hastalığın daha da kötüleşmesi /başka hastalıkların türemesi hep hastanın genetiği ile ilgili olabilir.. Hastanın genleri buna çok yatkın olduğu için.." vs vs) gibi aslında başka başka etkenlere bağladığını da düşmeünelim.. Ama aslında doktorlar, bunların 'ilaçların yan etkilerinin sebep olduğunu' gerçekte biliyorlardı ama bunu hastaya söylemiyorlardı.. Neden? (Aslında bunun sebepleri de çok olabilir..Ancak şöyle birkaç tahminleri yürütürsek..) Mesela bunlardan biri genel de "hastanın, 'bu ilaçları sen verdin, madem böyle riskleri vardı, ne diye bana verdin?' gibi kendilerine tazminat davası açması, suçlaması" vb gibi suçlamalarından korktukları için şeklinde olabilir.. Bir de hastanın öldüğünü düşünün.. Hasta yakınlarının, buna sebep olanın ilaçların yan etkileri olduğunu öğrendiklerinde de bu tür suçlamalar, davalar gelebilecektir.. 

'Peki acil servislerde neden bunlar ortaya çıkartılmıyor?' Bunun da çok sayıda nedenleri olabilir.. Örneğin "meslektaşlarını koruma güdüsü" içerisinde olmak gibi.. Yada genel anlamda bu konuda katı tutumları olabilen sağlık sisteminden  /tabipler birliğinden çekinmişler de olabilirler.. Tabii bunlar da birer olasılık.. ('Çamur at, izi kalsın! cinsinden değil, herşey mümkün, olasılık dahilinde..)

Bunlarla birlikte genelde hastanelerde  (hem poliniklerde hem labaratuvarlarda hem de acil servislerde) bunların ortaya çıkartılmamasının başka başka nedenleri de olabiliyor.. Örneğin, bunları genelde şöyle sıralayabiliriz;

1) Doktorlar, ilaçların yan etkilerini ortaya çıkartabilme konusunda deyim yerindeyse KARA CAHİL durumdalar.. (yani bu konuda tam olarak bilgi, deneyim ve beceriye sahip değiller; eğitimleri yok /çok az olması gibi..)
2) Aslında doktorlar tüm bunları biliyorlar ve ortaya çıkartabilecek kapasiteye de sahipler ama yine de bu gerçekleri ortaya çıkartmak istemiyorlar.. Neden? Çünkü büyük ihtimalle..

A) Doktorların hastalar 'suçlayabilir, dava açabilir' vb korkusu ve/veya tabip birliklerinden"ceza alma, afaroz edilme" vb korkusu ve/veya 'diğer meslektaşlarını koruma güdüsü' içerisinde olması..
B) Doktorların etrafında bunu ortaya çıkartabilecek yeterli imkanlaracihazlara vs sahip olmaması (labarotuvar ortamı gibi..)
C) Doktorlar /hastane yönetimleri /ülkelerin tabipler birlikleri /sağlık bakanlıkları (devletler) (bu dördü tek tek de olabilir, hepsi de olabilir) bu ilaç firmaları ile maddi açıdan çıkarları bulunması..
D) DSÖ ve uluslararası küresel sağlık sistemlerinin, bu "ilaç ve aşı firmalarının korunmasına" yönelik katı tutumlarının olmasını da buna dahil edebiliriz..

İşte bu gibilerden dolayı, bu gerçeklerin (ilaçların yan etkilerinin ciddi yaralanma ve ölümlere sebep olabildiğini) ortaya çıkarılmasını istemiyorlar gibi bir durum söz konusu olabilir, gibi görülüyor.. Hemen hemen tüm ülkelerde, doktorların haklarını savunan 'tabip birlikleri' bulunur.. Bu tabip birlikleri özellikle de covid pandemi döneminde covid aşılarına şüpheyle yaklaşan ve bunları ortaya çıkartan doktorlar hakkında 'çeşitli işlemler yaptıkları, onları afaroz ettikleri, rütbelerini ellerinden almaya çalıştıkları' vs gibi işlemler yaptıkları bilinmeyen birşey değil.. Buradan, ülkelerin tabip birliklerinin de ilaç firmaları ile herhangi bir çıkar ilişkisi içerisinde olabileceği konusunda bir anlayışa /şüpheye sahip olabilmek de mümkün.. Eğer böyle birşey söz konusu değilse o zaman DSÖ'nün bunlarla ilişkisinin olabileceğini de ve/veya küresel sağlık sisteminin katı tutumlarına ortak olabildiklerini de tahmin edebiliriz. Bu gibi nedenlerle bu son (C ve D) şıklarına DSÖ ve dünyanın önde gelen diğer sağlık kuruluşlarını da bunlara dahil edebiliriz.. Yani aslında buradan baktığımızda, ilaç ve aşı firmalarının korunması konusundaki (yani bu konuda katı tutum sergilemenin altındaki) sorunun, aslında bu durumun 'küresel sağlık sitemi ağına' ait bir sorunmuş gibi olabileceğini anlayabiliyorsunuz.. Yani dünaydaki devletlerde var olan "ilaç ve aşı firmalarının korunması"na yönelik katı tutumun asıl sebebi, bu küresel sağlık sisteminden kaynaklanıyor da olunabilir gibi görülebiliyor.. DSÖ'nün tüm dünya devletlerine (özellikle de ülkelerin tabip birliklerine"ilaç ve aşı firmalarının korunması yönünde" (gizli olabilmesi muhtemel) herhangi gizli talimatları, yönergeleri vs var mıdır, orasını bilemiyoruz.. Ama DSÖ'nün de bu işin içerisinde olabildiğini tahmin edebilmek, (sosyal medyada DSÖ'nün kirli çamaşırlarının ortaya konulduğu çok sayıda bilgi ve belgelerden dolayı) o kadar da zor olmayacaktır herhalde.. Herneyse..

Bir de şöyle de düşünülebilir; 'Yav kardeşim, hastalık ve rahatsızlıkların sebebi illa da ilaçların yan etkisi mi olacak? Ne yani başka sebepler olamaz mı?" diyen hekimler olabilir.. Evet, olabilir.. 'Her türlü hastalık ve rahatsızlığın sebebi ilaçların yan etkisidir' diye bir kaide yok ama.. Burada sorun, ilaçların yan etkilerinin hem insanların sakat kalmasına (ciddi şekillerde yaralanmasına örneğin kansere, tümöre, AIDS vb gibi kalıcı hastalıklara yakalanmasına) ve hatta ölmesine sebep olan ilaçların yan etkilerinin, hekimler, hastaneler ve diğer labaratuvar sistemleri tarafından (bilerek/bilmeden) ortaya çıkartılmaması, hasta ve ölüm raporlarına işlenmemesidir, diyebiliriz..Mesele bu.. Bu yaralanma ve ölümler genelde hep başka başka etkenlerin üzerine atılıyor. (İlaç yan etkilerinden dolayı olduğuna dair raporlar ya hiç yok (genelde gelişmekte olan 3.dünya ülkelerinde) / hiç yok denecek kadar çok az sayıda (genelde gelişmiş olan ülkelerde örneğin sadece ABD ve bazı AB ülkelerinde).. Dünyanın diğer kalan ülkelerinde ise durum daha da vahim gibi gözüküyor.."3.dünya ülkeleri gibi")

Peki neden böyle oluyor? Ya bunlar (özellikle de ilaç firmalarını korumak pahasına, çıkarları olduğundan dolayı) kasıtlı olarak yapılıyor yada bilmeden.. Yukarıda da dediğimiz gibi eğer ortada kasıt yoksa, o zaman ya doktorlar bu konuda KARA CAHİLDİR.. Yada gerçekten de bunları ortaya çıkartabilecek yeterli alet, cihaz ve labaratuvar ortamına vs sahip değillerdir.. Bizim tahminimiz her 2 şık içinde geçerlidir.. Doktorların ve diğer lab.hekimlerinin KARA CAHİL olması olasılık dahilindedir, bu da mümkündür.. Bir konu hakkında 'hiç bir bilgiye, beceriye ve yeteneğe sahip değilseniz, yeterli eğitim görmemişseniz', bunları ortaya çıkartabilecek kapasiteye de sahip değilsinizdir demektir.. Zaten doktorların en azından büyük çoğunluğunun bu durumda olabileceğini/olabildiğini tahmin edebiliriz.. Çünkü, gerçekten de ilaçların bu olası yan etkilerinin yol açmış olabildiği çeşitli şekillerdeki hastalık ve rahatsızlığın daha doğrusu bu hastalıklara ve rahatsızlıklara ilaçların yan etkilerinin sebep olduğunu ortaya çıkartılabilmesi için, doktorların (özellikle de labaratuvarlarda çalışan lab.teknisyenlerinin, hekimlerin) yeterli düzeyde bilgi, deneyim ve beceriye sahip değiller gibi gözüküyor. Öyle olsaydı en azından tıpkı ABD ve bazı AB ülkelerinde olduğu gibi az da olsa polinikliklere ve acillere başvuran hastaların, çeşitli türlerdeki hastalık ve rahatsızlıklarına, ilaçların yan etkilerinin sebep olabileceği yönünde az da olsa verileri hasta raporlarına işleyebilmiş olabilirlerdi herhalde, diyebilirdik.. Eğer KARA CAHİL değillerse o zaman, yukarıda A,B,C ve D olasılıkları akla geliyor..

Öyle ki, sanki "ilaçların yan etkilerinin, çeşitli ciddi kalıcı hastalık ve rahatsızlıklara ve hatta ölümlere sebep olduğununortaya çıkartılmaması için, özellikle devletlerin sağlık sistemlerinde, (sanki "ilaç firmalarını koruma" yönünde) bazı yasalar, kanunlar /talimatlar varmış gibi bir durum söz konusu.. Özellikle de gelişmekte olan 3.dünya ülkelerindeki hastanelere ve sağlık birimlerine baktığımızda, "ilaçların yan etkilerinin ciddi kalıcı hastalık /rahatsızlıklara ve hatta ölümlere sebep olabildiği" konusunda herhangi bir işlemin yapılmadığını görebiliyoruz.. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, genel de (mevcut hastalık ve rahatsızlıkta kullanılan ilaçlar sonrası) ortaya çıkan yeni kalıcı olan/olmayan hastalık ve rahatsızlıkların ve hatta ölümlerin sebepleri hep başka başka etkenlerle ilişkilendiriliyor.. İlaçların yan etkileri ile ilişkilendirilen sonuçların ya hiç olmadığını /yok denecek kadar az olduğunu ve önemsizmiş gibi değerlendirildiklerini söyleyebilmek o kadar da zor olmayabilecektir.. Eğer devletlerin sağlık sistemlerinde 'ilaç firmalarını koruma' yönünde herhangi bir talimat, yasa vs yoksa, o zaman akla 'doktorların yeterli bilgilere /donanımlara sahip olmaması /bir takım nedenlerden dolayı korkmaları (A şıkkında olduğu gibi) gibi nedenler gelebilmektedir, diyebiliriz.. Tüm bunlar olasılık dahilinde olan şeyler.. Hastanelerin, hekimlerin ve diğer sağlık birimlerinin, (tabii hepsi değil ama bir kısmının özellikle de mesela yetki bakımından güç sahibi olanlar gibi) bu ilaç firmaları ile bağlantıları ve çıkar çatışmaları (genellikle maddi kazançlarısöz konusu ise, bu hasta raporlarının sahte ve yanıltıcı olabilme olasılıkları da çok yüksektir demektir.. Tabii dediğimiz gibi bu bir olasılık dahilinde.. Genelde reçeteli ilaçların sadece "olumlu" tarafları işlendiğinden ve/veya dikkate alındığından dolayı, raporların doğru olabilmesi de mümkündür, diyebiliriz..

İşte bu yüzden "reçeteli ilaçların milyonlarca insanın hayatını kurtardığı" konusunda ortaya atılan iddiaların aslında gerçekte tam olarak doğru olmayabileceğine dair bir tahminde bulunabiliriz.. Çünkü.. Reçeteli ilaçlar, bir o kadar da yani sakat kalma (yaralanma) ve ölümlerde dahil tahmini her yıl binlerce (hatta on/yüz binlerce, milyonlarca) insanın hayatına mal olabilmektedir, diyebiliriz.. Peki bu gerçeği neden söylemiyorlar? Reçeteli ilaçlar, dünya genelinde sayısı belirsiz resmi kayıtlara geçmeyenlerde dahil tahmini binlerce (hatta on/yüz binlerce, milyonlarca) insanın hayatını mahvediyor gibi görülüyor.. Yani yaralıyor (sakat bırakıyor) ve öldürüyor.. Bu bir gerçek.. Az da olsa resmi kayıtlara geçen veriler var.. Ama bu sadece ABD ve bazı AB ülkelerinde.. (Onlarda sadece resmi kayıtlara geçenler, bir de geçmeyenlerde söz konusu, endişe var bu konuda..) Ve dünyanın kalan diğer ülkelerinde ise ne dolaplar döndüğünü de bilemiyoruz.. Onları da buna dahil ederseniz, durumun vahamiyetini anlayabilmek o kadar da zor olmayabilecektir.. 

'Peki, "ilaçların hayat kurtardığnı" söyleyen DSÖ ve diğer resmi sağlık birimleri, bunları niye söylemiyor?' Yukarıda bunların nedenlerini /olasılıklarını kısaca irdeledik.. Bu nedenle büyük ihtimalle işlerine gelmiyor da diyebiliriz.. DSÖ ve/veya diğer sağlık birimleri (kişi ve kuruluşlar (devletler, hastaneler, hekimler vs) ama belki hepsi olmasa da büyük kısım) gerçekten de ilaç firmalarına bağlı mıdır ve eğer bağlıysa ne oranda bağlıdırlar? Ne tür çıkarları vardır? Bunlar derinlemesine araştırılması ve ortaya çıkartılması gereken önemli hadiseler.. Bir kısmını aşağıda bölümlerde örneğin "ilaç firmaları ile bağlantıları olan doktorlar, bilimsel tıp dergileri ve diğerleri" hakkında bazı bilgileri verdik, okuyabilirsiniz.. Herneyse..

Aslında ilaç firmaları, tüm hastalıkların ve rahatsızlıkların doğal şifa reçetesini biliyor gibi..

Her neyse.. Bu daha çok tartışılacak gibi görülüyor.. Biz "Neden ilaç firmaları, ilaçlarını tamamen bitkisel içeriklerden hazırlamıyor?konusuna geri dönersek.. İlaç firmaları aslında yukarıda "bitkisel ilaçlarla" ilgili söylediğimiz, "doğada saklı olan o çareleri, şifaları" biliyor olabilir gibi görülüyor.. Bunun nedenini de hemen hemen (bazıları istisna) neredeyse tüm hastalık ve rahatsızlıklarla ilgili ilaçları piyasaya sürmeleri olarak gösterebiliriz.. Ama burada çok ciddi bir sorun karşımıza çıkıyor.. Eğer ilaç firmaları tüm bu hastalık ve rahatsızlıkların ilaçlarını (şifa reçetesini) biliyor ise.. Neden bu hastalar tam olarak iyileşmiyor ve aksine bu ilaçlardan dolayı daha çok hasta oluyor, sakat kalıyor, yaralanıyor ve hatta ölüyor? Bunun nedenleri çok olabilir..  Mesela aslında en önemlisi  "İlaç firmaları bu ilaçlar konusunda henüz yeterince bilgi sahibi olmamış olabilir.." cevabı akla gelebiliyor.. "Her ilacın yan etkisi vardır!" teorisinin arkasına saklanmak, ilaç firmalarının bahane olarak ortaya atabilecekleri bir argüman olabilir.. Evet, "her ilacın bir yan etkisi vardır /olabilir" ama bu yan etkilere sebep olan ilaçların "nasıl ve hangi maddelerden üretildiği" ile alakalı bir durumdur da.. Eğer bu ilaçların yapımında doğal olmayan tamamen /kısmen kimyasal içerikli maddeler kullanıldıysa (ki reçeteli ilaçların büyük çoğunluğu bu şekilde üretiliyor), bu tamamen /kısmen kimyasal içerikle hazırlanan reçeteli ilaçların yan etkileri, büyük olasılıkla, doğal içerikli ilaçların yan etkilerinden çok daha tehlikeli olabilecektir, diye tahminde bulanabiliriz..

İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor.. Madem ilaç firmaları, hemen hemen neredeyse (bazıları istisna) her türlü hastalık ve rahatsızlığın ilacını (şifa reçetesini) biliyorsa (elinde bulunduruyorsa),  bu ilaçların içeriğinde bulunan kimyasal maddelerin yapı özlerini "nasıl ve nereden" elde etmişlerdir? Daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, bugün piyasa da bulunan ve genelde eczanelerde satılan bu doğal olmayan kimyasal içerikli reçeteli ilaçların ana kaynağını (etken maddelerini), ilaç firmaları nereden elde etmişlerdir? Aklımıza büyük olasılıkla "bitkilerden elde etmişlerdir" diye cevap geliyor.. Çünkü, başka türlü bunları bulabilecek kapasiteye sahip bir bilgi, beceri ve deneyime sahip olduklarını pek sanmıyoruz. Ellerinde büyük olasılıkla bitkilerin kendi öz yapılarından elde ettikleri bir takım doğal kimyasal içerikler bulunuyor olabilir.. Deneme yanılma yöntemleri (ilaç deneyleri) ile bu etken maddelerin, hangi hastalıklara iyi gelebileceği ve iyi gelmeyeceği konusunda bilgi sahibi olabilirler.. Bu, genelde 6-7 yıl vb gibi çok uzun bir süreci içerebilir.. Daha sonra "olumlu" sonuçlar, "olumsuz" sonuçlardan çoksa, bu etken maddeli ilaçlar, devletler tarafından onay verilerek piyasaya sürülür.. Ama burada asıl sorun piyasaya sürülen ilaçların etken maddesinin , tamamen doğal maddelerden (yani bitkilerin kendi özünden) değil de, adeta bunların birer kopyaları olabilen, doğal olmayan kimyasal maddelerden elde edilmiş olmasıdır..

Örneğin bir ilacın etken maddesinin "A" olduğunu düşünürseniz, bir bitkinin kendi öz yapısında bulunan bu "A" maddesi, bu ilacın yapımında katkı yapmış/sağlamış olabilir diye düşünebiliriz. Burada asıl sorulması gereken soru şu; "İlaç firmaları, ilacın etken maddesi olan bu  "A" maddesini, neden bitkilerin kendi öz yapısındaki "A" maddesinden değil de, tamamen doğal olmayan kimyasal maddelerden yapmıştır?" Akla şu cevabı verebilirler diye geliyor; İlaç firmaları 'bitkilerden elde edilen öz yapıların yapımı, saklanılması ve kullanımı gibi süreçlerin o kadar pratik olmadığını ve bu nedenle bunların etken maddesinin doğal olmayan kimyasal içeriklerine yöneldiklerini' söyleyebilirler.. Evet, bunlarda olasılık dahilinde olabilir.. Ama bir de şu açıdan da bakabiliriz..Örneğin..

İlaç firmaları, bakın neden bitkilerden değil de kimyasal içeriklerden ilaçlar üretiyor ve bunu hastalara nasıl kakalıyorlar..

İlaç firmaları aslında bu sadece bitkilerin kendi öz yapılarından oluşan etken maddelerle ilaç üretebilirler ve bunu piyasaya sürebilirler.. Peki, böyle olursa ne olur? Bitkilerin kendi öz yapılarından elde edilen (yani tamamen doğal yollarla elde edilen ve hiç bir katkı maddesi vs içermeyen) etken maddelerden hazırlanılan ilaçların, hastalıkları ve rahatsızlıkları tamamen iyileştirdiğini bir düşünün.. (Evet, bitkilerden elde edilen ilaçlarında kendine göre yan etkileri olacaktır ama bu kimyasal içerikli reçeteli ilaçların yarattığı yan etkilerden daha kötü olmayabilir ve tabii bu uzmanlık isteyen ve bireysel olarak yapılmaması gereken çok ayrı tartışılması gereken ayrı bir konu..) Nerde kalmıştık.. 

Bitklerden yapılan ilaçların hastalıkları ve rahatsızlıkları tamamen iyileştirdiğiniş bir düşünün.. Böyle olursa, deyim yerindeyse "piyasada hasta diye birşey kalmaz.." Böyle olursa, insanlar artık öyle kolay kolay hastalanmaz ve böylece hastanelerin, sağlık birimlerinin ve eczanelerin (dev sağlık sektörünün) kapısını aşındırmamış olurlar. Böyle olursa sadece hastaneler, sağlık birimleri ve eczaneler değil, ilaç firmaları da iş yapamaz hale gelmiş olur ve bu çok sayıda sağlık sektörü ile birlikte ilaç firmalarının da iflası anlamına gelebilir.. Böylece dünya genelinde sağlık sektöründe çalışan milyonlarca insan işsiz kalabilir.. Peki, bu yani milyonlarca insanın işsiz kalması çok mu önemli? Reçeteli ilaçlardan dolayı neredeyse toplamda tahmini milyarlarca insanın hayatının karardığını bir düşünün.. Ve hayatı kararan insanların arasında bu sağlık sektöründe çalışan insanların ve onların yakınlarının da olduğunu bir düşünün.. Öyleyse bu reçeteli ilaçlardan dolayı hayatı kararan ve ölen tahmini toplamda milyarlarca olabilen insanların durumuna yol açan reçeteli ilaçlarla ilgili sorun, milyonlarca insanın işsiz kalmasından çok daha küresel bir sorundur, diyebiliriz..

İşte büyük olasılıkla ilaç firmaları bu gibi nedenlerden dolayı, reçeteli ilaçları, bitkilerin kendi öz yapılarından değil de, tamamen doğal olmayan kimyasal içeriklerden yapıyor gibi görülüyor.. Eğer tamamen bitkisel ürünlerden yapılan ilaçlar olsaydı, büyük ihtimalle dünya genelinde hastalıklar, rahatsızlıklar olmayacaktı yada en azından bu sayı çok az sayıda olabilir düzeyde olabilecekti diyebilirdik herhalde.. Doğal olmayan tamamen kimyasal maddelerle yapılan ilaçlar,  hastaların iyileşmesini tam olarak sağlamıyor ve sağlamadığı gibi çoğu hastada durumunun daha da kötüye gitmesine ve hatta ölümüne bile sebep olabiliyor.. İyileşmeyen ve hatta durumunun daha da kötüye giden bir hasta, sağlık sektörü (hastaneler, sağlık birimleri ve eczaneler) için özellikle de ilaç firmaları için ciddi bir gelir kaynağıdır.. Dünya genelinde bu durumda olan milyarlarca insanın olduğunu düşünürseniz, ilaç sektöründe ve doğal olarak sağlık sektöründeki "gelir kaynağının" ne düzeyde olabileceğini de kestirebilmek o kadar da zor olmayabilecektir, diyebiliriz.. Bir deyim vardır; "kaz gelen yerden tavuk esirgenmez" diye, işte mesele bu.. Kim ister ki, dünya genelinde milyarlarca (belkide trilyonlarca) dolarlık bir piyasaya sahip "ilaç sektörü" pastasından mahrum kalmayı? İşte durum bu gibi..

Bu konuyu birazdan "iyileşen hasta, sağlık sektörü için zarar mıdır?" ve "yeni yeni hastalar ve hastalıklar mi üretiliyor" gibi başlıkları altında daha da derinlemesine irdeleyeceğiz..

*Reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu sadece hastalar mı işliyor? Bakın bu suçu aslında kimler kimler de işliyor olabilirmiş!

Aşağıdaki çoğu haber, makale /bilgiler de, "gereksiz" ilaç alımının tehlikelerini genelde "hastaların ilacı kötüye kullanması" ile ilişkilendiriyorlar. Halbuki doktor tarafından tavsiye edilen ilaçlarda da aynı tehlikeler söz konusu olduğu için, nedense bu tür haber, makale vb bilgilerde doktorların hastalarına gereksiz ilaç yazımlarında oluşabilecek komplikasyonlar için de bu "ilacın kötüye kullanması" tabirini pek kullanmıyorlar. Peki neden? Adeta "ilaçlara toz kondurtmuyorlar" gibi bir hava var nedense.. Doktorların da reçeteli ilaçlarla (en azından gereksiz reçete edilen ilaçlarla), "ilaçların kötüye kullanılması"na sebep olabileceklerini pek düşünemiyorlar, algılayamıyorlar.. Ya bunu bilerek yapıyorlar, saftirik rolune yatıyorlar yada gerçekten de bu konularda yeterince bilgi sahibi değiller gibi.. İlaçların kötüye kullanılması, sadece hastaların kendi insiyatiflerine kalmış birşey değildir, doktorların gereksiz ve/veya yanlış reçete etmeleri de hafif, ağır hatta ölümcül olabilen olası yan etkilerinden dolayı da "ilaçların kötüye kullanılması" anlamına da gelebilir.. O yüzden, aşağıda okuyacağınız haber, makale vb bilgilerde genellikle hastalar için gösterilen "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması"nı, doktor tarafından gereksiz/yanlış reçete edilen bir (/birden fazla) ilacın, hastada (/sizde) hafif, ağır hatta ölümcül olabilecek olası yan etkilerinin de olabileceğini göz önüne alarak okumanızda fayda vardır..  Çünkü, her ikisi de aynı kapıya çıkmaktadır. (Aslında "ilaçların kötüye kullanılmasını" sadece "hastalar ve doktorlar" da yapmıyor. Başkaları da bunları yapıyor. (Hemşireler, eczacılar, sağlık çalışanları, siyasiler, hasta yakınları, ilaç firmaları ve diğerleri) Bunları da yazı boyunca irdeledik..)

  "Hastaların ilacı kötüye kullanması ile doktorların gereksiz ve/veya yanlış reçete etmesi arasında, ilaçların olası hafif, ağır hatta ölümcül olabilecek yan etkilerinden dolayı herhangi bir fark var mıdır?"

Hatta daha da ileriye gidelim.. Doktor tavsiyesine göre kullanılan ilaçlardan dolayı da bir şekilde zarar gören (yaralanan ve hatta ölen) hastaların olması durumunda bile, aslında "ilaçların kötüye kullanılması" durumunun var olabildiğini söyleyebiliriz. Burada suçlu olan kim? Sadece doktor mu? Yoksa ilaç firmaları mı? Yoksa her ikisi mi?  Aslına bakarsanız bu kirli ve kanlı sağlık sisteminlerine göre, hastanın ilaçlarını doktor tavsiyesine göre kullandıktan sonra zarar görmesinin tek suçu, yine hastaların kendisi gibi görülüyor. SUÇLU sadece hastanın kendisi..  Yani eğer hasta doktor tavsiyesine göre ilaçlarını düzgün bir şekilde kullandıktan sonra zarar gördüyse (yaralandıysa yada öldüyse) bunun sorumlusu, yine hastanın kendisi olacaktır. Çünkü kirli ve kanlı sağlık sistemleri bu şekilde çalışıyor. Bu sistemde ne doktor ne ilaç firmaları ne de ilaçlar hiç bir şekilde suçlan(a)mıyor. Kirli ve kokuşmuş kanlı sağlık sistemlerine göre böyle.. Hasta zarar gördüyse, (yaralandıysa hasta raporlarına, öldüyse ölüm raporlarına), hep başka başka nedenler, altta yatan bilmem ne hastalıklar vs gibi saçma sapan "tıbbi yanıltıcı bilgiler" işleniyor.. Bunlar yalan yanlış veriler olmayabilir ama tamamen yanıltıcıdır, diyebiliriz..

Hastaların ilacı kötüye kullanmasında komşudan, arkadaştan vs bir takım kimselerden tavsiye ile kendilerinden / başkalarından /eczaneden alınan ilaçlar da bulunmaktadır.. Doktorların "gereksiz" ilaç reçete etmesi ile bunlar arasında hiçbir farkın olmadığını fark edebilirsiniz.. "Yanlış" ilaç reçete edilme, "ilacın kötüye kullanımı" olarak algılanmayabilir ama "gereksiz" ilac reçete edilmesi, bu doktorların ilacın olası yan etkilerini bildiklerinden dolayı, "ilacın kötüye kullanılması" olarak algılanabilir.. Öyle de olmalıdır..

Bir doktor, ilaçların olası hafif/ağır hatta ölümcül yan etkilerini bildiği halde, hastalarına, neden gereksiz ilaçlar yazar ve/veya yazmaya devam eder? Doktorların hastalarına "gereksiz" ilaç yazması, "ilaçların kötüye kullanılması" anlamına gelebilir (mi?)

Düşününce.. Aslına bakarsanız, doktorların hastalarına "gereksiz" ilaç yazması demek, bir nevi "yanlış" ilaç yazması hatta "ilaçların kötüye kullanılması" anlamına da gelebilir.. "İlaçların kötüye kullanılması", genel de hastalarla ilgilidir; örn. "ilaçları bağımlı yapabilecek şekilde sürekli alması ve/veya fazla dozajlarda alması" gibi.. Doktorların "gereksiz" olarak yazdıkları ilaçlar için çoğu zaman aynı şeyler düşünülmese de; doktorların, ilaçların olası yan etkilerini bildikleri için, bu gereksiz ilaç yazımlarının bir nevi "ilaçların kötüye kullanılması" şeklinde de algılanmasına yol açabilir.. "Bir doktor, ilaçların olası hafif/ağır hatta ölümcül yan etkilerini bildiği halde, hastalarına, neden "gereksiz" ilaçları reçete eder ve/veya etmeye devam eder? Aslında bunun pekçok nedeni olabilir.. Bunlardan 2 tanesi önemli bir yere sahip gibi görülüyor;

1) Aslında doktorun teşhis ve/veya görüşüne göre ilaç, gereksiz değildir. Hastada verilen ilacın etki ettiği bölge/bölgelerde hastalık/rahatsızlık olduğu için, ilaç reçete edilmiştir. İlacın olası yan etkileri bilinmektedir. Reçete edilen ilaç, etki ettiği hastalık/rahatsızlığa fayda sağlamış (/sağlamamış) olabilir. Fakat ayrıca ilaç sayesinde ilacın etki ettiği (/etki etmediği) bölge/bölgelerde de farklı hastalık/rahatsızlıklarda baş götermeye başlamış olabilir..

2) Aslında doktorun teşhis ve/veya görüşü hatalıdır, hastada başka sebepler olabilir. Verilen ilacın etki ettiği bölge/bölgelerde hastalık/rahatsızlık gerçekte yoktur. İlacın olası yan etkileri bilinmektedir. Fakat reçete edilen ilaç sayesinde ilacın etki ettiği (/etki etmediği) bölge/bölgelerde aynı/farklı yönlerde hastalık/rahatsızlıklar baş götermeye başlamış olabilir..

Bunlardan hangisinin (doktorun teşhis ve tedavisinin "ilacın reçete edilmesinin") gerçekten de "doğru" olup-olmadığını bilebilmek, oldukça zordur. "Gereksiz ve Yanlış" kelimeleri farklı anlamları ifade ediyor olsa da, bazen/çoğu zaman aynı yerde, aynı anlamları da ifade edebilir.. Gereksiz /yanlış olarak yazılan her ilaç da olası yan etkiler oluşabilir.. İlaçların olası yan etkilerinden dolayı hastalarda çeşitli komplikasyonlar baş gösterebilir.. İlaçlar, hastalarda "bulantı, kusma" gibi hafif belirtiler gösterebildiği gibi, ileriki evrelerde "kanser, tümör" vb gibi ağır belirtilerin oluşmasına hatta ani olan/olmayan ölümlere de zemin hazırlayabilir.. Gereksiz ilaç yazılması, ilaçların olası hafif/ağır hatta ölümcül yan etkilerinden dolayı ciddiye alınması gereken bir durumdur.. Tıpkı "yanlış" ilaç yazılması gibi değerlendirilmesi gerekebilir..

Reçeteli ilaçların kötüye kullanılması (ve suçu) terimi, genellikle hastalar (daha çok /bazen hastaları suçlu göstermek) için kullanılan bir terim olarak karşımıza çıkıyor. Hastaların ilaçları, bilerek /bilmeden doktor tavsiyesi olmayan bir şekilde kullanması (örneğin doktor tavsiyesi olmayan reçeteli bir ilaç almak, ilaç dozunu artırmak vs gibi durumlar), genellikle "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması" olarak görülüyor. Ve bu bazen bazı yabancı ülkelerde çok ciddi bir suç olarak da görülebiliyor. Bu nedenle reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçu, genellikle sadece hastaların (/hastalara ilaç veren hasta yakınlarının da) üzerine atılabiliyor.. Tabii bilmeden yapılan birşey belki suç olarak gözükmeyebilir ama ciddi olumsuz etkileri /yan etkileri olabiliyor.. Tamam burada hepimiz hemfikir olabiliriz.. İnsanlık hali, insanlar bazen belki sadece o an için çok zor durumda kaldıklarından dolayı bilerek /bilmeden reçeteli ilaçları kötüye kullanmak zorunda kalmış olabilirler. Tabii böyle de olsa bu hafife alınabilecek bir şey değil.. 'Böyle bir durumda hapis cezası verilmeli' diye düşünüyorsanız.. O zaman aynı suçu işleyen diğer resmi görevliler için de aynı düşünce içerisinde olmanız gerekebilir. Çünkü bu resmi görevliler zaten bu belirtilen "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu", hasta ve hasta yakınlarından bile çok daha fazla işliyorlar gibi görülüyor. Nasıl ve neden mi? Çifte standart" yapmamanız ve bu nedenle daha geniş bir düşünceye sahip olmanız için iyice okuyun..

Sadece ülkemizde değil, dünya genelinde de bu "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması ve suçu" yönünde yanlış giden bir durum var.. Bunun çözümlenmesi gerekiyor. Aksi taktirde bu "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması" suçunu, sadece hastaların üzerine atmak, dünya genelinde tahminen sayısı belirsiz milyonlarca hastanın doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçlardan dolayı sakat kalma ve ölme sorununu ortadan kaldırmayacaktır.. Çünkü.. Dünya genelinde "doktor tavsiyesine uyarak" alınan reçeteli ilaçlardan dolayı da hastalar hafif, orta /ağır ciddi yan etkiler yaşayabiliyor ve bu olası yan etkilerden dolayı insanlar yaralanabiliyor ve ölebiliyorlar.. En azından ABD ve bazı AB ülkelerinde azda olsa bu yönde veriler bulunuyor. Tabii dünya geneli için aynı şeyleri söylemek zor..  Bu veriler sağlıklı bir şekilde (tıpkı covid aşılarında olduğu gibi gizleme, saklama, savsaklama, başka başka nedenlerin üzerine atma vs gibi nedenlerle) toplan(a)madığı için, tüm dünyada bu "doktor tavsiyesine uyarak" alınan reçeteli ilaçlardan dolayı sakat kalan (yaralanan) ve ölen insanların sayısının ne olabileceği konusunda tahmin etmek oldukça zor olabilecektir..

Peki, öyleyse reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu sadece hastalar mı işliyor? Bilerek /bilmeden reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu sadece hastalar (/hasta yakınları) işlemiyor. Yukarıda da dediğimiz gibi doktor tavsiyesine uyarak alınan reçete edilen ilaçlar ile birlikte, yine bilerek /bilmeden hastalara (yanlış /gereksiz ilaç reçete eden) doktorlar, (yanlış /gereksiz ilaç veren) hemşireler ve eczaneler de bu reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu işlemektedirler.. Çünkü, reçeteli ilaçların neredeyse hepsi /büyük çoğunluğu /bir kısmı, ölümler de dahil olası ciddi yan etkilere ve komplikasyonlara sebep olabilmektedir.. Bu nedenle, hastalara ilaçların yanlış /gereksiz reçete edilmesi ve verilmesi, hastaların bu ölüm de dahil olası ciddi yan etkilere ve komplikasyonlara uğramasına zemin hazırlayabilir..

"Yanlış /gereksiz olsun /olmasın, doktor tavsiyesine uyulsun /uyulmasın her türlü reçeteli ilacın ölümde dahil olası ciddi yan etkileri (çeşitli komplikasyonları) olabilir.."

Ve tabii ki sadece bunlar da değil.. Yanlış /gereksiz ilaç reçete edilmesi ve verilmesinin dışında, gerçekten de ihtiyacı olan hastalara yanlış /gereksiz olmayan reçete edilen /verilen normal reçeteli ilaçların dahi ölümler de dahil olası ciddi yan etkilere (çeşitli komplikasyonlara) sebep olabilmektedir. Bunun böyle olabildiğini gösteren kanıtlardan birini "reçeteli ilaçların 3.ölüm nedeni" olarak ortaya konan araştırma sonuç /istatistiğini gösterebiliriz.. Bu araştırma sonuç/istatistiklerde, ölümlerin nedenleri arasında (yanlış kullanımlarla birlikte doktor tavsiyesine uyarak alınan kullanımlar) ile ilgili verilerde bulunuyor. Ve bu sadece ölümlerle ilgili bir araştırma sonucu /istatistik.. Reçeteli ilaçların olası ciddi yan etkilerinin (çeşitli komplikasyonlarının) hastalara getirmiş olduğu çeşitli şekillerdeki "yaralanmalar"ın sayısı ise buna dahil değildir. Ve bunlar da sadece ABD ve bazı AB ülkeleri için geçerli veriler.. Dünyanın geri kalan ülkeleri halen bir sır küpü..

Durum bu iken, "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçu"nu sadece hastaların /hasta yakınlarının üzerine atmak ne kadar adil olabilir?  Bu konuda, doktorların, hemşirelerin, eczanelerin yanısıra diğer sağlık kuruluşlarının, özellikle de ilaç firmalarının, ilaçlarla ilgili verileri içeren ve sahte /yanıltıcı olma olasılığı yüksek olabilen çeşitli bilimsel makalelerin ve bunların yayınlandığı dünyaca ünlü bilimsel tıp dergilerinin ve bu vurdumduymazlığa göz yuman devletlerin ve DSÖ gibi resmi oteritelerin hiç mi suçu yok? Neden bunlar kendi işledikleri "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu" kabul etmiyorlar ve sorgulamıyorlar? Reçeteli ilaçlar, doktor tavsiyesine uyarak alan hastaları "yaralayabilir ve öldürebilir.."

Önemli olan şey şu.. Dünya genelinde doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçlardan, şimdiye kadar kaç hasta sakat kaldı (yaralandı "kanser, felç, beyin, kalp hasarları gibi") ve hayatını kaybetti? Kimse bunu tam olarak bilmiyor ve cevaplayamıyor.. Bu konuda üzerinde dünya genelinde ciddi araştırmalar büyük olasılıkla ya hiç yok / hiç yok denecek kadar çok az var/olabilir.. En azından ABD ve bazı AB ülkelerinde az da olsa bu yönde bazı veriler bulunabiliyor.. Tüm dünyadaki hastaneler ve diğer sağlık kuruluşlarının (adeta ilaç firmalarını korumak için dil birliği etmişlercesine), doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçları kullanıp da sonradan ölen hastaların, "tıbbi kayıtlarına ve ölüm raporlarına" ve çeşitli ciddi yan etkiler yaşayıp-sakat kalan (yaralanan) hastaların "tıbbi kayıtlarına", ölümlerinin ve yaralanmalarının, kullanmış oldukları 'doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçların' sebep olabileceğine dair herhangi bir bilgiyi işlemediklerini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.. Yada var da biz mi bilmiyoruz? İşlenseydi eğer, büyük ihtimalle bu 'reçeteli ilaçların ne kadar tehlikeli oldukları' ortaya çıkmış olacak ve 'hastalar bu ilaçları ya hiç kullanmayacak /dikkatli kullanacak ve dünyadaki dürüst doktorlar da ya bu ilaçları reçete etmeyecek /reçete ederken dikkatli olacak ve hastalarını uyaracak /başka alternatifleri sunabilecek ve devletler de buna göre gerekli önlem ve tedbirleri alabilecekti', diye tahminde bulunabilirdik herhalde.. 

Bu da doğal olarak ilaç firmalarının dünya genelinde trilyonlarca dolarlık maddi ve manevi tazminat davaları ile karşı karşıya kalması gibi zor günler geçirmesine zemin hazırlayabilecekti, diye tahmin edebilirdik. Ama işte bunların hiçbiri olmadığı için de dünya genelinde doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçların yol açmış olduğu "yaralanma ve ölüm" sayılarının ne olabileceği konusunda yeterince bir verinin olmadığını rahatça söyleyebiliriz, herhalde.. İşte bu gibi nedenlerden dolayı aslında "Reçeteli ilaçlar 3.ölüm nedenidir" verisi, bize gösterilen bir buzdağının sadece bir kısmı olabilir.. Dünya genelinde sağlık sektöründe ne gibi dolaplar döndüğünü hiç bilmediğimiz için bu nedenle doktor tavsiyesine uyarak alınan reçeteli ilaçlar yüzünden ölen ve yaralanan hasta sayısının ne olduğu (ve akibetleri) konusunda yeterince bir bilgiye sahip değiliz.. Dolayısıyla.. Reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu sadece hastalar değil (doktorlar, hemşireler, eczacılar, hastaneler, diğer tüm sağlık birimleri, devletler ve DSÖ gibi resmi oteriteler de dahil olmak üzere) herkes işliyor..

Dolayısıyla reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu sadece hastalar, doktorlar, hemşireler, eczacılar işlemiyor.. Reçeteli ilaçların kötüye kullanılması suçunu herkes işliyor.. Suçu sadece hastaların üzerine atmak, bu suçu işleyen diğer kişi ve kurumları görmezlikten gelmek, "reçeteli ilaçların kötüye kullanılması" suçunu manipüle etmek demektir.. Ki bu da sayısı belirsiz tahmini milyonlarca hastanın ölmesi ve sakat kalmasının yanısıra yine bu sakat kalma ve ölümlerin devam etmesine göz yummak da demektir... Ki bu da bu nedenle yaralanan ve ölen hastaların deyim yerindeyse "kim vurduya gitmesi" demektir.. 

Normalde kişi ve kuruluşlardan oluşan bu resmi oteritelerin yapmış oldukları bu vurdumduymazlık çok ciddi bir suçtur aslında.. Çünkü bu vurdumduymazlık yüzünden, sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insanın yaralanması ve ölmesine ve bu ölüm ve yaralanmaların devam etmesine "sebep olmak ve/veya göz yummak" demektir.. Bu vurdumduymazlık yüzünden dünya genelinde saysısı belirsiz tahmini her yıl milyonlarca insanın "doktor tavsiyesine uyarak aldıkları reçeteli ilaçlardan dolayı" ya sakat kaldıkları (yaralandıkları, hasar gördükleri) ve öldüklerini tahmin edersek, bunun gerçekten de çok ciddi bir suç olabildiğini de düşünebilirsiniz.. Ancak maalesef bu çok ciddi bir suç olmasına rağmen, (çünkü hastalar bu nedenle sakat kalıyor ve ölüyor ama) dünya ülkelerinin yasaları bunu böyle görmemektedir. Bunun suç olmamasının nedenleri çok sayıda olabilir.. Genellikle "İnsan Sağlığı"nı bahane edilir ve 'reçeteli ilaçların güvenli olduğu ve çok sayıda insanların bundan fayda gördüğü' vb gibi ileri sürülerek, yasaların (adeta ilaç firmalarını koruma kalkanına dönüşmesi) sağlanılır. Ve zaten böyle de oluyor..

Tamam ilaçlar, (özellikle de acil durumlarda anlık olarak) insanlara fayda sağlamış olabilir hatta hayatta kurtarmış olabilir. Ama bu ilaçların hiçbiri, hem kısa hem de uzun vadede 'insanları iyileştirme, sapasağlam yapma' üzerine tasarlanmamış aksine insanların, hastalıktan muzdarip oldukları "ağrı ve sıkıntıları gidermek ve mevcut hastalığın seyrini kısaltmak /değiştirmek /ilerlemesini engellemek vb" için tasarlanmışlardır. Hiçbir ilaç insanları tam anlamıyla iyileştirmez, sadece ağrı ve sıkıntılarını giderir ve hastalığın seyrini kısaltır, değiştirir /ilerlemesini durudurur.. Dünya üzerinde satılan reçeteli ilaçlardan dolayı tam olarak iyileşen bir hasta yoktur. İyileştiğini söyleyen hastaların mevcut durumları da, ilaçların "ağrı ve sıkıntıları gidermesi, hastalığın seyrini kısaltması, değiştirmesi /ilerlemesini durdurmasından" başka birşey değildir, herhalde diyebiliriz.. Herneyse..

*"İyileşen hasta, 'ilaç (ve gıda) firmaları, tıp fakülteleri, hastaneler ve doktorlar' için zarar" ise hastalar bilerek ve kasıtlı olarak iyileştirilmiyor mudur?

NOT: Bu konuya ait verileri, genellikle 3, 4, 5  /6. bölümde okuyabilirsiniz.. (**"İyileşen hasta, 'ilaç (ve gıda) firmaları, tıp fakülteleri, hastaneler ve doktorlar' için zarardır" deyimini doğrulayan ilginç bazı haber, bilgi, videolar vs vs..) Ancak konuyla ilgili olabilecek çok sayıda veriyi de diğer bölümlerde de bulabilir ve okuyabilirsiniz.. Örneğin 5.bölümde de buna yakın bazı tartışmalar da mevcut.. Aslına bakarsanız tüm bölümlerin içeriğine bir göz atacak olursanız, çok sayıda "ilaç, hasta, yan etki, ilaç firmaları-tıp dergileri-sağlık birimleri vs arasındaki mali ilişkiler" vs gibi çok sayıda bilgilerin de "İyileşen hasta, 'ilaç (ve gıda) firmaları, tıp fakülteleri, hastaneler ve doktorlar' için zarardır" deyimini doğrulayabildiğinin farkına da varmış olabileceksinizdir, diye düşünebiliriz..

**Ülkelerin Sağlık Sistemlerinin (tahmini milyarlarca /trilyonlarca dolarlık) Mali İlişkileri.. "Ülkelerin sağlık sistemlerini ve mali ilişkilerini (devletler dışında) doğrudan etkileyen ve/veya yöneten (kazanç sağlayan) tahmini 6 odak var gibi gözüküyor; 'İlaç ve gıda firmaları, özel firmalar, tıp fakülteleri, hastaneler (diğer özel sağlık birimleride dahil) ve doktorlar..'" Özel firmalar, 'sağlık' yönünde harcamalar/çalışmalar yapan ve bu yönde "ticari ödemeler" sağlayan 3.taraf bir özelliğe sahip, ancak bunlar, bu ticari ödemeleri, bu bahsedilen 5 odak noktasına da sağlıyor gibi görülüyor. Tıpkı devletlerin ve hastaların buralara çeşitli şekillerdeki "ödemeler/harcamalar" yaptıkları gibi.. Bu nedenden dolayı, özel firmalar hem sağlık sistemlerini ve mali ilişkilerini doğrudan etkileyen ve/veya yöneten (kazanç sağlayan) 6 odak noktasından biri hem de "ödeme yapan 3 taraftan biri" konumunda olabildiğini görüyoruz.. Ülkelerin sağlık sistemlerini ve mali ilişkilerini canlandıran (canlı tutan) tahmini genellikle 3 ödeme yapan taraf var gibi gözüküyor..  (Devletler, Vatandaşlar ve Özel firmalar..;

-Devletler, diğer sağlık harcamaları ve/veya ödemeleri ile birlikte bazı vatandaşlara ücretsiz sunulan bazı teşhis ve tedavi harcamaları ile..
-Vatandaşlar (Toplum), cebinden çıkan her türlü sağlık ve gıda harcalamaları ile sağlık sistemlerin mali ilişkilerini canladırabilirken;
-Özel Firmalar, genellikle 'hastane yapımı, sağlıkla ilgili cihaz ve malzeme alımları/satımları' vs gibi ihtiyaçları karşılamak için kullanılan firmalar olmasına rağmen, bazı özel firmaların kontrolünde olan bazı hastanelerin ve diğer sağlık birimlerinin, bünyesinde çalışan doktorlara ve diğer sağlık çalışanlarına da ödeme yaptıklarını tahmin edebiliriz. Sağlıkla ilgili bir alanda faaliyet gösterdikleri için "tıp fakültelerine" de ödeme de yapabilirler. Çünkü bünyelerinde çalışan doktorların, bağlı oldukları tıp fakülteleri de olabilir.  Yada en azından 'bazı tıp fakültelerinin, ilaç firmalarından gelir elde ettiklerine' bakarak bu yönde bir tahminde bulunabiliriz.. Her ne olursa olsun, bunların hepsi "sağlık sistemlerinin (tahmini milyarlarca /trilyonlarca dolarlık) mali ilişkilerinicanlandırabilen bir özelliğe sahip olduğu için, özel firmaların da bu yönde hem "sağlık sistemlerinin mali ilişkilerini etkileyen" hem de "ödeme yapan taraf" olarak da görebilmek mümkündür, diyebiliriz..

Bu masrafların ortalama tutarı, (sadece tek bir ülke için) tahmini milyonlarca /milyarlarca dolar (belkide daha fazla) civarında olabiliyor. Dünya çapında ise bunun trilyonlarca dolar civarında olabileceğini tahmin edebiliriz.. Ve bu masrafların (büyük pastanın) büyük çoğunluğunu ise yine tahmini "ilaç ve gıda firmaları, hastaneler (ve diğer sağlık birimleri) ve özel firmalar" birlikte paylaşıyorlar gibi görülüyor.. Tıp fakülteleri ve doktorlar da, (büyük ihtimalle 'hastanelerin (ve diğer özel sağlık birimlerinin), ilaç (/ilaç ve gıda) firmalarının' ve diğer özel firmaların) elde etmiş olduğu bu gelirlerin (hasılatın) önemli kısmını, bunlara vermesi /pay etmesi ile) bu büyük pastaya dahil gibi gözüküyorlar.. Tabii hepsi değil, dahil olmayanları "istisna" olarak ele alabiliriz.. Peki, kim alıyor kim almıyor? İşte orası biraz karışık..Yani bilinmiyor.. Bu konuda tam bir bilinmezlik var.. Ama tabii medyaya yansıyanlar dışında.. Medyaya yansıyanlar ise herhalde buzdağının görünen küçücük miniminnacık bir kısmıdır diyebiliriz herhalde..

NOT: Tabii ki bunların hepsi birer tahminidir, olasılıktır.. Burada yaptığımız şey, elde ettiğimiz kaynak verilerden çıkan sonuçlara göre "ülkelerin sağlık sistemindeki mali ilişkilerin, nasıl işlediğinigöreceli tahmini olarak gösterebilmekti. Tam işleyişin nasıl olduğunu öğrenmek istiyorsanız, konu hakkında araştırıp, bulup-yayınladığımız bazı kaynak verilerine göz atabilirsiniz.. Bunları bölümlerde (özellikle de bu 3,4, 5 /6.bölümde) verdik, bunları okuyarak bir fikir sahibi olabilirsiniz.. 

Sağlık sistemlerinin mali ilişkilerinde "hastalıkların ve hastaların" rolü..

 "İyileşen hasta bu mali ilişkilere darbe vuruyorsa, neden hastalar iyileştirilsin?" Hadi bakalım, akıllı bıdıklar bi cevaplasın..

Ülkelerin sağlık sistemleri ve mali ilişkilerini (kazanç durumlarını) vermemizin bir nedeni de, yukarıda ki başlıkta olduğu gibi "iyileşen hastanın, bu bahsedilen (ülkelerin sağlık sistemlerini ve mali ilişkilerini etkileyen ve yöneten 'kazanç sağlayan') 6 odak noktasının mali ilişkilerine zarar verip-vermemesi" ile ilgili olmasından dolayıdır.. İyileşen hasta sayısının artması (yani hasta sayısının azalması), bu sağlık sektörünün mali ilişkilerinin bir şekilde çok ciddi zarara uğraması da demektir.. Aynı şey "ölen hasta" için de geçerlidir.. Hastaların ölmesi, hasta sayısının azalmasına neden olabilecektir ki bu da doğal olarak "sağlık sistemlerindeki mali ilişkilerin sürdürülebilirliği açısından" iyi bir şey olmayabilecektir.  Tabii ki araya kaynayan ani ölümler hariç, tıp dünyasının buna çare olabildiği biraz şüpheli.. Zaten bu ani ölümler yüzünden çok sayıda doktorun, hastanenin, ilaç firmalarının vb sağlık birimlerinin başları davalarla fena halde belada.. En azından ABD ve bazı AB ülkelerinde böyle.. Çünkü ani ölümlerin de en azından bir kısmının bunlarla ilgili bağlantıları da var gibi gözüküyor.. Örneğin yanlış ilaç, yanıltıcı bilgi, yanlış tedavi vs vs verilmesi gibi (ki bunlar da "tıbbi hata"ya giriyor, tıbbi hatalar) nedenlerinden dolayı hastaların ölmesi hatta çeşitli şekillerde yaralanmaları gibi de bunlara dahil..

Herneyse.. Dolayısıyla bu sağlık sistemi, "hastaların ölmesi"ni sağlayabilecek bir tedavi yerine, ölümcül sonuç doğurmayan ve devamlılık ilkesine sahip (hatta bir takım çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasını da sağlayabilen) ve bunu devam ettirebilen bir tedavi biçimini benimseyebilecektir, diyebiliriz.. Ve zaten (sosyal medyadaki bu yöndeki gelişmelere bakılırsa) öyle de oluyor gibi gözüküyor.. Hastaların ölmesini ve ölmemesini sağlayan tedavi biçimleri (bazıları istisna) genellikle "ilaçlar" ile sağlanır.. Bu nedenden dolayı ilaç firmaları, genellikle yeni ilaç türlerini hazırlarken, kazanç kapıları olan hastaların 'ölmesini' ve 'tam olarak iyileşmesini' de sağlayabilecek yönlerde değil de, tam tersine hastalıkların devam edilmesine dayalı olarak ilaçları hazırlayıp-piyasaya sürebilmektedirler, diyebiliriz..  Deyim yerindeyse bu tür ilaçlar (yeni yeni hastalıkların da ortaya çıkmasını (yani yan etkilerin çeşitli şekillerdeki komplikasyonlarından dolayı organların ve diğer sağlık mekanizmalarının etkilenmesi ile ortaya çıkan çeşitli türlerdeki rahatsızlıklar diyebiliriz..) sağlayabilme özelliklerine sahip olabildiği için, bunlar) genelde "hastaları öldürmeyen ama tam olarak da iyileştirmeyen (bir nevi deyim yerindeyse hastaları sürüm sürüm süründüren)", sağlık sistemindeki mali ilişkilerin devam edilebilmesi için 'sürdürülebilir iş modeline' uygun olarak üretilirler, diye tahminde bulunabiliriz herhalde.. Dolayısıyla bu yöndeki ilaçların, hastalara verilmesinin devam edilmesi, 'hastalıkların tam tedavi edilmemesine "yani hastaların iyileşmemesine"' ve bu da doğal olarak 'sağlık sisteminin mali ilişkilerinin sürdürülebilir olmasına' neden olabilecektir diyebiliriz.. (Tabii bunlar birer olasılık dahilinde..)

Sağlık sektöründeki mali ilişkiler (kazanç durumları), dünya geneli için inanılmaz derecede (tahmini toplamda yılda trilyonlarca dolar gibi) büyük bir pastaya sahiptir. Ve bir o kadar da dünya genelinde milyonlarca çalışanı da yapısında barındırıyor.  İyileşen hasta sayısının artması (yani hasta sayısının azalması), dolayısıyla bu sağlık sektörünü olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Bu nedenden dolayı da, özellikle de bu sektörün beyinlerinin (yani deyim yerindeyse sektörün büyük baş hayvanlarının yani küreselleşmiş sağlık çetelerinin) bir nevi "sağlıklı insanların hasta olmasını ve hasta olanlarında devamlı olarak hasta kalmasını" sağlayabilmek için (örneğin 'ilaçların etkisinin olmaması /az olması ve hatta çeşitli türlerde zararlarının dahi olabilmesi, gıdalarla oynanması (GDO gibi), çevrenin (havadan, karadan ve denizden) kasıtlı olarak kirletilmesi, sağlık birimlerindeki çeşitli şekillerdeki oyunlar "örneğin zehirli covid aşılarının insanlara yapılması gibi" vb gibi) çeşitli gizli planlarının olabildiğini (ve hatta bunları çoktan devreye soktuklarını da düşünürsek) haklı olarak tahminlerde bulunabiliriz.. Zehirli covid aşılarının insanları yaraladığı (çok sayıda çeşitli şekillerde hastalıkların oluşmasına zemin hazırladığı) ve hatta öldürdüğü artık bilinmeyen birşey değil. Ve bunlarla ilgili veriler nerdeyse hergün ortaya çıkarılıyor ve dünya genelinde milyarlarca insana bu zehirli aşıların yapıldığını da düşünürseniz.. Küresel sağlık çetelerinin neden dünya genelinde "sağlıklı insanları, hasta yapmaya ve hasta olanların da hastalıklarının devam edilmesinde ve hatta çeşitli diğer hastalıklara da muzdarip olmalarını da sağlamaya" çalıştıklarını anlayabilmiş olabilirsiniz, diyebiliriz..

"İlaç (ve gıda) firmaları, tıp fakülteleri, hastaneler ve doktorlar" hakkında.. Ne yapıyorlar?
-İyileşen hasta,' ilaç (ve gıda) firmaları, tıp fakülteleri, hastaneler ve doktorlar' için bir zarar mıdır? Hastalar iyileşirse ne olur? Bunlar zarar ve iflas eder mi?
-Bunların 'hastaların iyileşmemesi' ve 'sağlıklı insanların hasta edilmesi' vb yönünde gizli planları mı var?
-Reçeteli ilaçlar, hastalıkları iyileştirmiyor mu? İyileştirmiyorsa sebebi nedir?
-Vs. Vs.

*SAĞLIK SİSTEMLERİNDE 'YENİ YENİ HASTALAR VE HASTALIKLAR ÜRETME' OYUNU VAR MI?..

Dünyanın en çok tartıştığı konulardan biri şu; 

 "Hayali (sahte) hastalıklar, reçeteli ilaçlar ile gerçeğe (yani gerçek bir hastalığadönüşebilir mi /dönüştürüle bilinir mi?""

Bu hummalı tartışmalı sorunun nedenlerini yukarıda kısaca açıklamaya çalıştık. Aşağıda da daha da derine gidip-detaylandırmaya çalışalım..

**Dünyadaki sağlık Sistemlerinde 'Yeni Yeni Hastalar ve Hastalıklar Üretme Sistemi" m var?

"Doktor, hastasına koyduğu teşhisin doğru olduğunu ispatlayabilmek için hastasının reçete ettiği ilacı kullanmasını bekledi. Hasta, kendisine reçete edilen bu ilacı içince, doktorun koymuş olduğu teşhisteki hastalığa yakalandı. Doktor da bu şekilde hastasına koyduğu teşhisi doğrulamış oldu.."

Bu, gerçekten böyle olabilir mi? Doktorların durup-dururken sağlıklı insanları hasta etmek için böyle bir yönteme başvurması (gibi eğer varsa bu çok tehlikeli, eğer yoksa bu absürük bir şüpheden başka birşey olmayacaktır ve buna da herhalde "komplo teorisi" de diyebiliriz) ayrı bir sorun, öte yandan da "bir ilacın, sağlıklı insanlarda, ilacın etki ettiği hastalığı ortaya çıkartıp-çıkartmadığı" da tam olarak bilinmediğinden de ayrıca ayrı bir sorun.. Tabii haklı olarak; "Yav bu doktorlar, manyak mı ki böyle birşey yapsınlar?" Yada "Doktorların böyle yapmalarını gerektirebilecek bir sebep mi var? Neden yapsınlar ki?" Bir de "Yav kardeşim salak mısınız nesiniz, hasta olmayan sağlıklı bir insan, neden doktora başvursun? "Doktorcum ben hasta değilim ama beni hasta eden bir ilaç verirsen çok memnun olurum (mu?)"diyecek doktora?"" Evet, aslında güzel sorular.. Sondaki soru çok mantıklı gibi görülüyor.. "Hasta olmayan sağlıklı bir insan neden doktor muayenesine başvursun?" Aslında bunun yanıtını tahmini olarak şöyle verebiliriz.. İllada çok sağlıklı bir insan olması gerekmiyor.. Bir düşünün.. O kadar çok hasta olmayan ama çok hafif bir rahatsızlık (örneğin mesela hafif ağrı, grip, nezle vs gibi) için doktora başvuran bir insan düşünelim.. Ve o esnada doktorun da "ilaç firmaları ile mali ilişkilerinin" olduğunu ve mali ilişkileri canlandırmak için, ilaç firmalarının kendisine ödeme yapması için önerdikleri bir takım ilaçları, işte bu hafif durumdaki hastalara reçete etmeye çalıştıklarını da bir düşünün.. Tabii doğal olarak "Na'yır nolamaz, nolmaz böyle birşey.. Bunların hepsi kuru bir iftira!" diye düşünmeye başlıyorsunuz haliyle.. 

Evet, bunlar olmayacak şeyler değil.. Çünkü bazı doktorların (ki sayıları öyle parmakla sayılacak kadar değil, sayısı belirsiz o da sadece ABD ve bazı AB ülkelerinde tahmini on /yüz binlerce doktorunilaç firmaları ile mali ilişkilerinin olduğu ortaya çıkarılmış.. (Bunları bölümlerde özellikle de 3, 4, 5,  /6.bölümde ele aldık, okuyabilirsiniz..) Peki ya dünya genelindeki durum ne? İşte orası biraz muamma.. Eğer sadece ABD ve bazı AB ülkelerinde on/yüz binlerce doktorun, ilaç şirketleri ile mali ilişkileri varsa, dünya genelinde toplamda bu rakam tahmini "milyonlarca doktor" demektir diyebiliriz.. Yani ilaç şirketlerinin bu kirli mali ilişkilerine dünya genelinde toplamda "milyonlarca doktorun" adının karışmış olabileceğine dair bir fikir elde edebiliriz /bu yönde bir tahminde, şüphede bulunabiliriz.. 

Peki, doktorların ilaç şirketleri ile mali ilişkiler içerisinde olması, (doktorların) sağlıklı insanları hasta etmek için bu reçeteli ilaçları (bu yöntemi) kullanıyor olabileceği anlamına mı geliyor? Tabii ki hayır.. En azından büyük çoğunluğunun böyle bir düşüncede olmayabileceğini tahmin edebiliriz yada umabiliriz.. Bu durumda olan doktorların hepsinin kötü olduğunu düşünemeyiz.. Ama yine de "ilaç şirketleri ile mali ilişkiler", şüpheleri bu yöne çeviriyor.. Yani aslında bazı şüphe verici sebepler var ama tabii ki dediğimiz gibi bu şüpheleri "her doktor" için kullanmak pek doğru olmaz.. Dünya genelinde resmi ünvanlı tahmini milyonlarca doktor var. Hepsinin "kötü" olduğunu söyleyemediğimiz gibi hepsinin "iyi" olduklarını da söyleyemeyiz. Şimdi "iyilik ve kötülük" çok ayrı birşey ki bunlar  genelde "bilerek, bilinçli" olarak yapılan şeylerdir ama tabii araya "bilmeden" yapılanlar da girebiliyor... Bir de bilmeden yapılan "yanlışlıklar" var ki, bu yöndeki yanlışlıkları yapanlar için "kötü" diyemeyiz, yani yapılan iş "kötü" olabilir ama yapanlar için bunu pek söyleyemeyiz.. Tabii bunda da aynı şekilde "bilerek" yapılan "yanlışlıklar" da olabiliyor mesela, işte bu yapılan iş "kötü" olduğu gibi, bu yanlışı yapan da "kötü" olarak değerlendirilebilir.. Kısaca tıp dünyasında yapılan yanlışlıklar, bilerek /bilmeden de yapılabilir. Yukarıdaki "sağlıklı bir insanı hasta etme yöntemi" de zaten bu işi bilerek yapan "kötü" doktorlar için, bir örnek olsun diye verdik.. Hiç olmayacak birşey değil gibi gözüküyor.. Neden? 

Evet, gerçekten böyle birşey olabilir mi? Yani "doktorlar, (en azından dürüst olmayan doktorlar) sağlıklı insanları hasta etmek için böyle bir yönteme başvurabilirler mi?" Bilemiyoruz ama araştırmalardan çıkardığımız sonuçlara bakılırsa, neredeyse hemen hemen tüm dünyada 'yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme sistemi /oyunu' bu şekilde işliyor gibi görülüyor.. Peki, kanıt var mı? Normalde "yok" gibi görülüyor ama bilgilerden çıkarılan neden-sonuç ilişkileri, bunun az ihtimalde olsa olabileceğini gösterebiliyor.. Tabii bazıları istisna, yani bu durumu her doktor için "Yav bu doktorların hepsi işte böyledir!" diye söyleyemeyiz. Gerçekten de hiç birşeyden haberi olmayan, çok sayıda dürüst doktorların, insanların hastalıklarına derman bulabilmek için canla-başla çalışıyor olabildiklerini de biliyoruz.. Sözümüz bu dürüst doktorlardan dışarı olsun.. Dicez ama hani bir atasözü /deyim vardır ya "Kurunun yanında yaş da yanar!" diye, işte o hesap.. Bilerek yanlış yapan kötü doktorların yüzünden, maalesef dürüst doktorların da adı da bu şekilde lekelenmiş olabiliyor yani adeta onlar da böyle "kim vurduya gitmiş" olabiliyorlar.. Bilerek yanlış yapan kötü doktorların olduğu yerde her zaman mutlaka "İyi ve Dürüst Doktorlar"da vardır ve olmalıdır tabi ki.. Ve bu  iyi ve dürüst doktorlar, bilerek (hatta bilmeden de) yanlış yapan meslektaşlarını uyarmak ve bunu sisteme bildirmek zorundalar aksi taktirde onlar da bu suça ortak olmuş olurlar. Ama maalesef bu iyi ve dürüst doktorların neredeyse büyük çoğunluğu (belki de hepsi) bunu yapmıyorlar.. Yapmadıkları için de, bilerek yanlış yapan doktorların, hastalarına (ve bilmediğimiz çok sayıda şeylere) daha çok zarar vermesine de sebep olabiliyorlar.. İşte bu gibi nedenlerden dolayıda sağlık sistemlerinde ne gibi dolaplar döndüğünü anlayamıyorsunuz. Böyle olduğu için de, bu bilerek yanlış yapan doktorların işlemiş oldukları "tıbbi suçlar"ın medyaya yansıması ile "iyi ve dürüst doktorlar" da böylece zan altında kalabiliyorlar.. 

Tabii zan altında kalma sadece bununla (yani hastalara maddi ve manevi zarar vermesınırlı değil. Yukarıda da belirttiğimiz gibi ilaç şirketleri ile mali ilişkiler içerisinde olmaları da aynı şekilde, hastalara ve devletlerine maddi ve manevi açıdan çok büyük zararları olabiliyor.. İlaç şirketleri ile mali ilişkiler içerisinde olan doktorlar (en azından ciddi şekilde olanlar), hastalarına hem gereksiz hem de bu nedenden dolayı da tehlikeli olabilecek ilaçları reçete edebildikleri için, bu durum hem hastaların hayatlarını kısa ve/veya uzun vadede tehlikeye sokabilmesine hem de devleti bin /on/yüz binlerce (hatta milyonlarca) dolar zarara uğramasına neden olabilmektedirler, diyebiliriz.. Ve bu tür doktorların olması ayrıca, yukarıda bahsedilen "yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme sisteminsağlık sisteminde olabileceğine dair şüphelerin de oluşmasına neden olabilmektedir.. 

-Aslında sorun (yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretmek sorunu) doktorlar ile ilgili olmayabilir.. (mi?)

Aslında sorun doktorlar ile ilgili olmayabilir mi? Yani, aslında doktorlar "ilaç şirketleri ile mali ilişkiler" içerisinde olsalar bile, aslında normal bir şekilde sağlık prosüdürlerini uygulayıp, hastalarını dürüst ve doğru bir şekilde teşhis koyup ve tedavi edebilirler..  Bir de şöyle düşünelim.. Örneğin bir doktorun çok hafif bir rahatsızlığı olan bir hastasına, prosüdür gereği olan herhangi bir ilacı reçete ettiğini de düşünelim. Ve doktorun, reçete ettiği ilacın aslında (gerçekte ilaç kullanım prospektüsünde yazmayanbir /birden fazla yan etkisinin ve/veya ciddi hastalıkların olabileceğini bilmediğini de varsayalım.. Çok hafif rahatsızlığı olan bu hastanın, bu ilacı kullandıktan sonra, kısa /uzun vadede o prospekte yazmayan bir/birden fazla yan etkilere hatta ve/veya bir/birden fazla ciddi hastalıklara muzdarip olduğunu da varsayalım.. Şimd bu hasta, doktora yeniden gittiğinde, doktor (da ona belki de) "altta yatan başka bir sebep olmuş olabilir" diyecektir. Çünkü 'ilacın prospektüsünde bu yönde bir yan etki /hastalık /rahatsızlık' yazmıyordu. Ve hasta da daha önce öyle birşey yoktu. Dolayısıyla reçete edilen ilaçların olası yan etkilerinin ve sonradan çıkarabileceği olası çeşitli hastalıkların ilaç prospektüsünde yazmaması nedeniyle, dokorların "sağlıklı insanları hasta etmek için bu yönteme başvuyor" şüphelerinin de oluşmasına da zemin de hazırlanmış da olunabilir, bu da bir ihtimaldir..

Yani aslında, doktorların deyim yerindeyse piyasaya "yeni yeni hastalar ve hastalıklar" ortaya çıkarmasının altında; ilaç firmalarının, ilaçları piyasaya sürmeden önce yaptıkları ilaç klinik denemelerinde ortaya çıkan (deyim yerindeyse ilacın piyasaya sürülmesinde, şirketlerin mali kar açısından çok sakıncalı olabilecek bazı) çok ciddi bir/birden fazla yan etki ve/veya hastalıkları, bilerek/bilmeden ilaç prospektüsüne yazmamaları /unutmaları :( yatıyor olabilir. Yada aslında bu ilaçlar, büyük olasılıkla bu bahsedilen 'ilaç klinik denemelerinde, tam sonuç elde edilmeden piyasaya sürüldüğü' için, ilaç prospektüsüne işlenmeyen bir/birden fazla yan etki ve/veya hastalığın sonradan oluşma olasılıkları da mümkün olabilir.. Yani eğer ilaç firmaları ile ilgili böyle bir durum gerçekten söz konusu ise, o zaman piyasaya "yeni yeni hastalar ve hastalıklar"ın sürülmesi durumu, doktorlardan değil de, (ilaç prospektüsünde yazmayan yan etki/hastalık nedeniyleilaç firmalarından kaynaklanıyor gibi görülebilir.. "İlaç şirketlerinin ilaçları, devletlerin çeşitli güvenlik testlerinden sonra piyasaya sürülüyor!", diye düşünüyorsanız birkez daha düşünün.. (Bu konuyu da derinlemesine irdeledik. Bölümlerde özellikle de 3,4,5 /6.bölümde okuyabilirsiniz.. Bakın bakalım bu ilaç güvenlikleri nasıl sağlanıyormuş?)

Peki, ilaçların, sağlıklı insanları (doktorların teşhis koyduğu hastalık yönünde) hasta etme olasılıkları var mıdır? Bu /buna benzer sorular (örneğin "sağlıklı insanlar ilaç alırsa ne olur?" "psikiyatrik ilaçlar beyni nasıl etkiliyor" gibi sorular) aslında pekçok sebepden dolayı ilaçların yan etkilerini öğrenmek isteyen insanlar tarafından sosyal medyada sıkça tartışılıyor.. Yukarıda "doktorun, hastasına koyduğu olmayan bir hastalığın teşhisini ortaya çıkarabilmek için, hastasına reçete etmiş olduğu ilaçlar ile bu hastalığı oluşturmaya çalışılması" ise "ilaçların yan etkilerinin" olmasından dolayı tamamen şüphelere dayalı bir durumdur. Mesela 'psikotik ilaçların çoğu, doğrudan beyinleri etkileyebilen" bir özelliğe sahip olduğu için, sağlıklı insanların bu ilaçları kullanması durumunda, şizofreni gibi psikotik hastalıklara yakalanma olasılıklarının da olabileceğine dair bazı tartışmalar bulunuyordu.. Tabii bunlar sadece tartışmalar. "Sağlıklı insanlarda psikotik ilaçların kullanılması" ile ilgili klinik deneyler var mıdır, yok mudur orasını bilemiyoruz ama piskotik ilaçları kullanan bazı hastaların daha sonraları "intihara ve cinayet işlemeye meyilli olma" gibilerde dahil pekçok semptomlarla karşı karşıya kaldıklarına dair çeşitli araştırmalar, veriler, bilgiler bulunuyordu.. (Bunları bölümlerde verdik okuyabilirsiniz..)

Psikiyatrik ilaçların, tedavi etmesi gereken hastalık semptomlarına sebep olması bilinmeyen bir şey değil. Yani aslında psikiyatrik ilaçların olası zararları yani (olası yan etkileri) arasında sadece bazı fiziksel hastalıklara sebep olması değil, bazı zihinsel (akıl) hastalıklarına (özellikle de tedavi etmesi gereken hastalık semptomlarına) yol açması da bulunabiliyor. (Bunları 3,4,5 /6.bölümlerde okuyabilirsiniz) Öyleyse, psikiyatrik ilaçların sağlıklı insanlardatedavi etmesi gereken semptomlara sebep olması da şaşırtıcı olmaması gerekir herhalde.. 

Yani insanların (hastaların) beyinlerini bu şekilde olumsuzlukların ortaya çıkmasını sağlayabilecek şekilde etkileyebilen bu tür ilaçlar, normal sağlıklı insanları da aynı yönlerde neden etkilemesin ki?  Şimdi akla gelen sorular şunlar..  Eğer psikotik ilaçların böyle bir özelliği varsa.. 

-Psikotik olmayan diğer normal reçeteli ilaçların da böyle özellikleri olabilir mi? Yani, örneğin..
-Sağlıklı bir insan, kalp ile ilgili bir reçeteli ilacı alırsa, kısa /uzun vadede (reçeteli ilacın etki ettiği) kalp hastalığına yakalanma olasılığı artar mı?

Reçeteli ilaçların bilindiği gibi ciddi olan ve olmayan çok sayıda olası yan etkileri de bulunuyordu..  Bu durum, (belki hepsi olmasa da) bazı reçeteli ilaçlar, sağlıklı insanları da bir şekilde olumsuz yönde etkileyebilir ve reçeteli ilaçların etki ettiği hastalıklara yakalanma olasılığını (en azından uzun süre kullanım için o da belki..) artırabilir, diye tahminde bulunabilir miyiz? Bir de düşünün.. Hem hasta olan hem de hasta olmayan (sağlıklı) insanların, "yanlış ve gereksiz" ilaç kullanımı ve sonuçlarının, ne gibi sağlık problemlerine de yol açabildiğini zaman zaman medyadan öğrenebiliyoruz. "Yanlış ve gereksiz ilaç" ne demektir? Doktorların ve diğer sağlık uygulayıcılarının "yanlış ve/veya gereksiz ilaç reçete etmesi, hastalara vermesi" gibi, hem hasta olan hemde sağlıklı olan insanların da "yanlış ve/veya gereksiz ilaçları kullanması" da ciddi birtakım sağlık problemlerine yol açabiliyor. Yani kısaca ister hasta olsun isterse olmasın (sağlıklı olsun), yanlış ve/veya gereksiz reçeteli ilaçlar kısa /uzun vadede insanlarda ciddi bir takım sağlık problemlerine yol açabilen özelliklere sahip olabilir, diyebiliriz.. 

Tabii ilaçların olası yan etkileri sadece yanlış /gereksiz ilaçların kullanınımı ile alakalı değildir. Yanlış ve gereksiz olmayan çok sayıda reçeteli ilaçların da kendilerine göre hafif /ağır ciddi yan etkileri olabiliyor. Ve bu yan etkileri yaşayanlar da, bu ilaçları reçete eden doktorların tarifine göre kullanan normal hasta insanlar.. Yani burada reçeteli ilaçların kötüye kullanılması diye birşey yok. Normal birşekilde doktor tavsiyesine göre kullandıkları ilaçların yan etkilerine muzdarip olabiliyorlar. Ve bir araştırmada, "reçeteli ilaçlar, dünyada 3.ölüm nedeni" olarak belirlenmiş..Ve bu ölümlerin büyük çoğunluğu da yine aynı şekilde doktor tavsiyesine uygun hareket eden hastalarla ilgili.. (Bununla ilgili bilgileri bölümlerde okuyabilirsiniz..) Peki ya yaralanmalar? İşte burası tam olarak bilinmiyor.. En azından ABD ve bazı AB ülkelerinde bu yönde açılan binlerce "tıbbi davalar" sözkonusu.. Peki ya diğer dünya ülkelerinde? İşte asıl mesele bu gibi görülüyor.. Sağlıkta ilaç ve aşılarla (ve hatta diğer nedenlerden dolayı da) gelen ölümler ve yaralanmalar, maalesef doğru bir şekilde kayıt edilmiyor, hasta ve ölüm raporlarına işlenmiyor, kayıt edilmiyor.. Bunların büyük çoğunluğu hep "başka başka sebeplerden dolayı..." şeklinde kayıt edildiği için, özelliklede "ilaçlar ve aşılar" hep masum gibi gösteriliyor ve bunların işlemiş oldukları (sebep oldukları) cinayetlerin (ölümlerin) ve yaralanmaların sayısı da bu şekildde örtpas edilmiş olunabiliyor.. Maaleesef.. Covid aşı sonrası çok sayıda ölümler ile birlikte çeşitli hastalıklara, rahatsızlara ve hatta şizofreni gibi bazı psikotik hastalıklara yakalanan insanlarla ilgili bazı araştrımalar, bilgiler, haberler vs de vardı.. Bunları bir düşünün..

Bir de "İyileşen hasta, sürdürülebelilir bir model midir?" diye bir 2018 haberi vardı.. Bu bir haber /herhangi bir görüş olabilir. Ama daha fazlası da var.. "Neden insanlar, kısa /uzun süreli ilaçlar kullansalar da iyileşmiyor?" "Neden giderek çok sayıda hastalık ve hasta sayısı artıyor ve artmaya devam ediyor?" vb gibi sorular, insanların bu yöndeki kafalarını karıştırmaya devam ediyor..  (Siz hiç, reçeteli ilaçlar nedeniyle tam anlamıyla iyileşen, gerçekten sağlığına kavuşan bir insan gördünüz mü?) Evet, diyenleriniz de olacaktır.. Aslında onlar tam anlamıyla iyileşen ve sağlığına kavuşan insanlar değiller gibi gözüküyor. İlaçlar, ksıa vadede genellikle acil durumlarda fayda saylayabilen ama uzun vadede insanların iyileşmesini ve sağlığına kavuşmasını tam olarak sağlayamayan bir özelliğe sahiptir, diyebiliriz.. İlaçların yaptığı şey, genellikle hastalıkların semptomlarını bastırmaktırO hastalığın alta yatan nedenini iyileştirmez. (Bununla ilgili bilgileri de 3,4,5. /6.bölümde okuyabilirsiniz..)  İlaçlar, böyle bir etkiye sahip olduğu gibi, (ilaçların içeriğindeki "kimyasal olan ve olmayan" bir takım etken maddeler nedeniyle) ayrıca görünen (hissedilebilen -anında /kısa süre içinde ortaya çıkabilen) ve görünmeyen (hissedilmeyen -sonradan (kısa /uzun vadede) ortaya çıkabilen) bir takım çeşitli olumsuz komplikasyonlara, yan etkilere de sebep olabilmeketdir.. Bu yan etkiler /komplikasyonlar, hafif olabildiği gibi, çeşitli yaralanmalara ve hatta ölümlere dahi sebep olabilecek kadar çok daha ağır da olabilmektedir, diyebiliriz.. Herneyse.. İşte tüm bunlar, bu şüphelerin olabileceğine dair bize bir fikir verebiliyor, diyebiliriz.. İşte tüm bunları bu araştırmamız da ele aldık. Bu araştırmaları okuduğunuz da, hemen hemen neredeyse tüm dünyadaki sağlık sistemlerinin "hasta olmayan ve sağlıklı olan insanları, nasıl sanki gerçekten hastaymış gibi gösterip-onları inandırmaya çalıştıklarını ve onlara kimyasal içerikli ilaçları nasıl reçete ettiklerini ve sağlıklı insanların da bu ilaçları kullanarak aslında nasıl gerçekten de sağlıklarından olduklarını (yani ilaçların hedeflediği organlarda vs diğer bölgelerde bahsedilen /farklı hastalıkların oluşmasını sağladıklarını) da öğrenmiş olacaksınızdır..

*Sağlıklı insanlar, bir/birden fazla psikiyatrik ilaç kullanırsa, şizofreniye (/benzeri zihin (akıl) hastalıklarından birine) yakalanabilir mi?

Aslında yukarıda bunu kısaca irdelemiştik ama yine farklı açılardan bakarak devam edelim.. (Tabii yukarıdakileri dikkate alarak okuyun ve anlamaya çalışın. Buradakiler sadece birer olasılık, birer tahmindir..) Psikiyatrik ilaçların, tedavi etmesi gereken hastalık semptomlarına sebep olmasının yanı sıra diğer olası yan etkilerin olması da, akla bu şüpheyi getirebiliyor. Peki ya psikoptropik olmayan diğer ilaçlarda? Tüm dünyada 'yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyunu sistemi'nin bu şekilde işliyor olabileceğini gösteren şüphe verici gelişmeler de bulunuyor. Peki nedir bu şüpheler?  Şimdi öncelikle şu sistemin nasıl işlediğini kısaca bir bakalım.. Hemen hemen neredeyse tüm dünyadaki sağlık sistemlerin de "yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyun" sisteminin işleyişi tahmini olarak şöyle olabilir; "Sistem, hasta olmayan /az rahatsızlık olan ve sağlıklı olan insanları, 'sanki gerçekten hastaymış gibi gösterip-onları inandırmaya çalışmakla' başlıyor.. İnsanlar buna (tabii mecburen) inanmaya başladıklarında, sistem onlara kimyasal içerikli ilaçları reçete ediyor. Sağlıklı insanlar da bu ilaçları (hasta olduklarına inandıkları için mecburen) kullanarak aslında gerçekten de hasta olmuş oluyorlar.. Yani (ilaçların hedeflediği organlarda vs diğer bölgelerde (ilaçların kimyasal etkileşimleri sayesinde) bahsedilen /farklı hastalıklar oluşuyor ve bu şekilde sağlıklı insanlar sağlıklarından olmuş oluyorlar..) İşte, sağlık sisteminde "yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyun sistemi" kısaca bu şekilde işliyor gibi görülüyor.. Peki, bunu nereden çıkartıyoruz? Bu, bir Hüsnü Kuruntu mu?

Şimdi şöyle düşünün.. "Aslında öyle ciddi derecede önemsenecek ciddi bir hastalığınız yoktu ama reçete edilen ilaçların etkisiyle gerçekten de bu yönde ciddi bir hastalığınız oluverdi.." Peki ama bu nasıl oluyor? Nasıl gerçekleşiyor?

İşte, buna sebep olabilecek bazı olası şüphe verici nedenler..

Bu konuda araştırma yaparken, bazı tartışmalara ve bilgilere rastlamıştık.. Bazı piskiyatrik ilaçlarıninsanların 'beyinlerinde bazı kalıcı kimyasal değişikliklere sebep olabildiğini' bilen /öğrenen /merak eden çok sayıda yorumcunun, bu psikiyatri ilaçlarının özellikle de hasta olmayan sağlıklı insanların, 'psikiyatrik ilaçları kullandıklarında özellikle de beyinlerinde ne gibi değişikliklere sebep olabileceği ve bu ilaçları kullanırlarsa onların da şizofreniye yakalanma ihtimalinin olup-olmadığına dair' vs gibi çok sayıda konuları ve sorunları ele aldıklarını ve tartıştıklarını gördük.. Bazı araştırma ve haberlerde, örneğin ilaç firmalarının, 'yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretmek' için 'reklam panolarıtv reklamları /programları, gazete/dergi reklamları' vb gibi ile insanları 'sanki gerçekten hastaymış gibi' lanse etmeye çalıştıkları vb gibi bilgiler de yer alıyordu. Bunlarla birlikte özellikle de ABD'de 'reçeteli ilaçların üçüncü önde gelen ölüm nedeni olması, insanların sağlıklarını bozması (örneğin psikiyatrik ilaçların beyne olan olumsuz etkisi)' gibi nedenlerle birlikte, 'ilaç firmalarının doktorlar, hastaneler vb gibi sağlık birimleri, kişi ve kuruluşlarla parasal açıdan işbirliği içerisinde olması, dünyaca ünlü tıp dergilerinde hayalet yazarlar ve makalelerin olması' vs vb gibi çok sayıda şüphe verici gelişmelerin olması, dolayısıyla ilaç firmaları da dail dünyadaki sağlık sistemlerinin "yeni hastalar ve hastalıklar üretmek" için buna benzer bir sistemi tahmini yıllardır devam edebildiklerini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır..

Yeni hastalar ve hastalıklar türetme (üretme) oyununun yıllardır devam edegeldiğini varsayarsak eğer, aslında durumun ne kadar vahim olabildiğini de anlayabilmiş olabiliriz.. Bu sistem içinde kalan (geçmiş yıllarda dahil) milyarlarca sağlıklı insanınsistem tarafından nasıl hasta edildikleri ve bu nedenden dolayı yine milyarlarca insanın yıllarca acı çektikleri ve hatta öldüklerini bir düşünelim.. 'Ölenler öldükleri ile kaldılar, sakat kalanlar da öyle..'  Her yıl reçeteli ilaçlara ve dünyadaki sağlık sistemlerine (hastanelere, sağlık birimlerine) tahminen milyarlarca (belki de trilyonlarcadolarların, bu hasta insanlar tarafından harcandığını düşünürsek.. Demek ki dünyadaki sağlık sistemlerinin "yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyun sisteminin" aslında öyle saçma olmayabileceğini de anlayabilmiş olabiliriz, demektir..Tüm bu olumsuz olasılıkların biraraya getirdiğinizde, bunların olabileceğine dair çok ciddi şüphelere girebilmeniz oldukça doğal olabilir, diyebiliriz.. (Tüm bu olası şüpheleri bölümlerde, tartışmalarda, yorum kısımlarında, haber vb gibi içeriklerde tek tek okuyarak da öğrenebilirsiniz..)

Eğer dünyadaki sağlık sistemlerinde gerçekten de bu "yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyun sistemi" varsa ve bu yıllardır uygulanıyorsa.. Yukarıda bu sistemin nasıl işliyor olabileceğine dair bazı tahmini örnekler vermiştik.. Bu durumu daha iyi izah edebilmek için tahmini bir örnek ile de şöyle açıklamaya çalışalım.. 

Örneğin şöyle düşünelim.. "Aslında o kadar önemsenecek bir piskiyatrik rahatsızlığınızın olmadığını, ama örneğin bir çok hafif bir başağrısı, çok hafif bir depresyon vb gibi (gerçi başağrısı ve depresyonun da ciddi tarafları var ama öyle olduğunu varsayalım) küçük önemsenmeyecek bir rahatsızlık nedeniyle doktora gittiğinizi ve doktorun size "şizofreni" vb gibi buna benzer teşhisler koyduğunu ve sizin de buna inandığınızı  ve/veya doktorun bunlara ait ilaçları reçete ettiğini ve bu nedenle bu ilaçları kullandığınızı ve daha sonra siz de daha önce olmayan bir takım psikolojik sorunların daha oluşmaya başladğını ve/veya tam tersi aslında bunların size daha iyi geldiğini" vs vs bir düşünün.. 

Aslında siz de gerçekten de "şizofreni" diye birşey yok ve/veya o kadar önemsenecek ciddi bir psikiyatrik hastalığınız falan da yok.. Ama buna rağmen doktor size bu yönde bir teşhis koyuyor ve/veya bu yönde bir ilaç yazıyor. Ve siz de hafif bir belirti de olsa rahatsız olduğunuzdan ve karşınızdaki de okumuş-görmüş lisanslı bir doktor olduğundan dolayı buna inanmak zorunda kaldınız ve doktorun reçete ettiği bu psikiyatrik ilaçları aldınız ve kullanmaya başladınız.. İlaçları kullanmaya başaldığınızda kısa sürede /uzun vadede yukarıda da dediğimiz gibi siz de daha önceleri olmayan bir takım psikolojik sorunlar (örneğin "sinirlilik, çabuk kızmalar, hayal kurmalar, halisyonlar, sanrılar, öfkelenmeler, intihar düşünceleri, başkalarının sizin arkasından konuşmaları" vs gibi bir/birden fazla olası semptomlar) daha oluşmaya başladı. Ve doktora yeniden gittiniz, doktora durumu izah ettiniz. Doktor da, size "bunlar şizofreninin olası etkileri" vb gibi bilgileri vermeye başladı ve size reçete ettiği ilacın ya aynı şekilde /dozunu arttırarak devam etmenizi önerdi, tavsiye etti.. Siz de bunları aynı şekilde almaya devam etmeye başladınız.. Ve böylece sizde çivisi çıkmış bu dünyanın sağlık sisteminin "yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme sistemine" dahil olmuş oldunuz.. İlaçlar sayesinde siz de yepyeni nur topu gibi "şizofreni hastalığınız" olmuş oldu..  Hem de durduk yerde.. :)) Durun daha bitmedi.. Bu ilaçların kalp, böbrek, mide gibi organlara da olası ağır ciddi yan etkileride olabileceği için, bu tür organlarda da ciddi hastalıklarla da mücadele etmek zorunda kalabilirsiniz.. Bunlar da olasılık dahilinde..

Doktorun koymuş olduğu teşhis gerçekten de doğru muydu? Hadi bakalım işin yoksa ayıkla pirincin taşını!.. :)) Kendisinde daha önce olmayan bir takım psikiyatrik semptomlar, hasta ilaçları kullanmaya başladıktan sonra oluşmaya başlamıştı. Hasta bu semptomları doktora söyleyince, doktor da bunların "şizofreni belirtileri" olduğuna kanaat getirmişti. 'İyi de bunlar daha önce yoktu, ilaçları kullandıktan sonra oldu? Teşhis yanlış olmasın sakın?'  Bu soruya doktorların mantıklı bir cevap verebilmeleri mümkün müdür?  En azından  "Ben doktorum, okumuş görmüş adamım, yıllarca tıp okudum, diz çürüttüm, mürekkep yaladım vs vs.. Sen kim oluyorsun da benim koyduğum teşhise karşı geliyorsun?" gibi bir cümleyi sarf etmeyeceklerdir herhalde..

Doktorların okumuş-görmüş (üniversite onaylı, tıp fakültesi diplomalı ve lisanslı) bir insan olmaları yeterli midir? Genelde psikiyatri de dahil diğer tüm branşlardaki polikliniklere giden hastaların büyük çoğunluğu, (küçük ve önemsiz de olsa, rahatsızlıklarının olması ve biraz da rahatsız edici olması nedeniyle) doktorların vermiş olduğu teşhis ve tedavisine (ilacına) ses çıkarmamakta ve buna itaat edebilmektedir. Ve genelde hastalar, karşılarındaki kişinin "hastaların iyiliğini düşünen ve onları gerçekten de tedavi etmeye çalışan, okumuş-görmüş hekimler" vs gördükleri ve kendilerini de bu gibi konularda aciz (bilgisiz, deneyimsiz vs) olarak gördükleri için, mecburen doktorların bu koymuş oldukları teşhis ve tedaviye inanmak ve uymak zorunda kalabiliyorlar.. Ve büyük olasılıkla doktorlar da, 'hastaların bu çaresiz durumlarını' bildikleri için ve "nasıl olsa bize muhtaçlar?!" gibi bir düşünce ile herhalde, hastalara istedikleri gibi bir muamele yapma, branşlarına uygun teşhis koyma ve reçete yazma gibi uygulamaları rahat bir şekilde yapabiliyorlar.. (Tabii ki işini doğru yapan, dürüst hekimleri, doktorları buna dahil etmek doğru olmaz.. Sözümüz onlardan ötedir..)

İşte hastaların bu çaresiz ve aciz durumları, dünya sağlık sisteminde "yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme oyun sisteminin" yıllardır devam etmesine ve tıkır tıkır işlemesine neden olan bir durum olarak karşımıza çıkabilmektedir. Doktorların bu sistemdeki görevini, yukarıda da tahmini örneklerde de verdiğimiz gibi, (tabii bazıları istisna) "sağlıklı insanları, kendilerini hasta olduklarına inandırmak ve kimyasal içerikli reçeteli ilaçlarla onları gerçekten de hasta etmek ve onların bu paralı reçeteli ilaçları almasını ve kullanmasını sağlamak.." olarak görebiliriz.. Ve bu şekilde böylece dünya sağlık sistemine yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretilmesine ve ilaç firmalarına kazanç üstüne kazanç sağlamalarına katkıda bulunulmasına yardım etmiş olabilmektedirler.. Burada tabii ki olan yine insanların sağlıklarına olmaktadır.. Bir deyim vardır.. "Ölen öldüğü ile yaralanan yaralandığı ile kaldı.." diye.. İşte mesele bundan ibaret gibi görülüyor.. 

NOT : Tabii ki istisnaya konu olan şey, dürüst doktorlardır. Bunların böyle bir sisteme alet olmadıklarını /olmayacaklarını düşünebiliriz.. Sözümüz onlardan dışarıdır.. Tabii bir de doktorların içerisinde olmadığı ama özellikle de hem ilaçlar hem de aşılar konusunda yanlış giden bir sağlık sisteminin olması gibi sorunlarda, sağlıklı insanların hasta edilmeye çalışılmasına da katkı sağlıyor olabileceğini de tahmin edebiliriz, herhalde.. Neyse, kaldığımız yerden devam edersek..

Dürüst ve ahlaklı olan ve olmayan hekimlerin özellikleri.. İşte bu gibi nedenlerle doktorların, yıllarca tıp okumaları, diz çürütmeleri, mürekkep yalamaları vs gibi eğitim, öğretim ve okumuş-görmüş olmaları yeterli değildir.. Bilgi, deneyim ve beceri kabiliyetleri de buna dahildir.. Burada söz konusu olan "insan sağlığı ve hayatı" olduğu için, doktorların eğitim, öğretim görmüş ve bilgi, deneyim ve beceri sahibi olamalarının yanısıra, "dürüst ve ahlaklı" olmaları da son derece önemli bir yer teşkil etmektedir. Dürüst ve ahlaklı olmayan bir doktor, istediği kadar eğitim, öğretim görsün, bilgi, deneyim ve beceriye sahip olsun, sonuçta dürüst ve ahlaklı olmadığından dolayı, hastalarına bir şekilde zarar verecektir ve aslında veriyorlarda.. Dürüst ve ahlaklı olan hekimler de insanlara "tıbbi hata" denilen zararları verebilmektedir. Ancak bunların verdikleri zarar, "dürüst ve ahlaklı" olmayan hekimlerin verdikleri zarardan daha çok sayıda olmayacaktır.. Çünkü, dürüst ve ahlaklı hekimler, yaptıkları hatanın farkında olur ve bunu hastalarına bildirir ve hasta raporlarına kaydeder ve bir daha hata yapmamak için elinden geleni yapmaya çalışır. Ama dürüst ve ahlaklı olmayan hekimler ise, bunların tam tersini yapar ve hiç kimseye hesap verme zorunda olmadıkları için, sürekli olarak hastalara gizlice zarar vermeye devam eder ve bunları sanki tıp mesleğinin cilveleriymiş gibi (yani yaptığı hatanın tıbba uygun olduğunu vb gibi) ele almaya çalışır ve bu şekilde hastaların "tıbbi hata davaları"nı açmalarının önüne geçmiş olur /en azından davalarda bunu bu şekilde savunmaya çalışır.. İşte bu nedenle dürüst ve ahlaklı olmayan hekimlerin hastalarına verdikleri zararlar, diğerlerine göre daha fazladır, diyebiliriz..

Tıbbi hata ve şikayet etme, dava etme vs demişken.. Hastanın bir "tıbbi hata" durumunu, örneğin yukarıda tahmini örneğini verdiğimiz "daha önce olmayan ama ilaç sonrası bazı semptomların oluştuğu ve ilaçların aslında hastayı gerçekten de şizofreni hastası yaptığı" vb gibi yönündeki bir "tıbbi hata"yı şikayet etme hakkı da vardır.. Ama hasta mesela 'Bunu nasıl ispat edecek?' Mesele bu.. Sen de daha önce bu semptomlar yoktu.. Tamam bunu "doktordan başka" kim biliyor? Muayenelerde kameralar da yok ki, her şeyi sesli bir şekilde kaydetsin.. İşin çok zor.. Sen mi yalan söylüyorsun yoksa doktor mu? Nereden bilinecek? Haydi işin yoksa, şimdi bunu ispat etmeye çalış! Sen bu ilaçları kullandıktan sonra her şey bitti gibi sanki.. İlaçları kullanarak doktoru bir nevi haklı da çıkarmış oldun.. İlaçların olası yan etkilerinden dolayı, sana isabet eden hastalığa düçar oldun, yakalandın.. Ama bu sen de daha önce yok muydu? Sen "yoktu" diyeceksin ama doktorun "hayır vardı" diyecek.. Eee elinde bunu ispat edecek mantıklı bir kanıtında yok.. "Ailem var, annem, babam, eşim, çocuklarım var vs vs.. Onlar söylerler.."  Mahkemede bunların söyledikleri değil, doktorların söyledikleri ve geçerli olabilir.. Çünkü sendeki bu semptomlar, ilaçları kullanmaya başladıktan sonra başlasa bile, bunların daha önce sen de olmadığını ispat edebilmen için ailenin /yakınlarının tanıklığı geçerli ve mantıklı bir kanıt olarak gözükmeyebilir.. Sonuçta mahkemeler, olaylara biraz da ve hatta genel de "bilimsel verilere, kanıtlara" bakarak da karar verebilirler.. Hadi bakalım, şimdi bunu ispat et.. İşte mesele burada başlıyor.. Nasıl ispat edeceğiz? Aslında dünyada buna benzer vakaların olabildiğini söyleyebiliriz. Örneğin, ABD ve bazı AB ülkelerinde çok sayıda açılan (tahmini binlerce belki de daha fazla olabilen ) "tıbbi hata davaları"na baktığımız da buna benzer vakaların olabildiğini görebiliriz. Bu vakaların incelenmesi ile davaya konu olan hadiselerle birlikte, bu davaların işleyişi ve nasıl sonuçlandıkları ile ilgili veriler de elde edilebilmiş olunabilir.. Buradan, yukarıda mevzubahis olan hadise ile ilgili bilgilerde bulunabilir ve gerekli davalar açılabilir, diye düşünebiliriz.. Her neyse bunlar ayrıyeten tartışılması gereken konular, hadiseler. Neyse..

Eğer bu "yeni yeni hastalar ve hastalıklar üretme sistemi" gerçekten de varsa, aslında bu ne kadar korkunç bir şey öyle değil mi? Bir doktor düşünün.. Hafif bir psikolojik rahatsızlık için psikiyatriye başvuruyorsunuz. Doktorunuz size şizofreni teşhisi koyuyor ama aslında siz de bu yönde bir hastalık vs yok.. Ama doktor bunda ısrar ediyor ve tabii ki aslında sizde tam bir kara cahil olduğunuzdan (yani konu hakkında yeterince bir bilgi ve deneyim sahibi olmadığınızdan) dolayı, kendinizi doktorunuzun o sıcacık, yumuşacık kucağına atıyorsunuz :))  (yani onun dediklerine inanıyor ve yapmaya çalışıyorsunuz).. Ve size şizofreni de kullanılan ve çok ağır yan etkileri olabilen ilaçları reçete ediyor. Ve siz de bu ilaçları kullanmaya başlıyorsunuz. Ve aslında bu ilaçları kullanarak, gerçekten de şizofreniye yakalanıyorsunuz.. Ama tabii ki siz bunun "yani şizofreniye yakalanmanızın asıl sebebinin kullandığınız o reçeteli ilaçlar olduğunu" bilmiyorsunuz.. Her şeyin daha önce kendiliğinden başladığını sanıyorsunuz.. Çünkü, doktorunuz sizi buna inandırmış durumda..

Şizofreni tedavisinde kullanılan bu reçeteli psikiyatrik ilaçların olası yan etkilerinde, bu tür ilaçların "insanların beyinde kalıcı olan birtakım kimyasal değişikliklere sebep olabildiği' gerçeği bulunuyordu.. Dolayısıyla, sağlıklı bir insanın bu tür psikiyatrik ilaçları kullanması halinde, bu sağlıklı insanın da ileride gerçekten de şizofreniye yakalanma olasılığının da olabilme ihtimalini düşünebiliriz, herhalde.. Öyleyse, psikiyatrik bir ilaç kullandıktan sonra şizofreniye yakalanma durumu gerçekten de çok korkunç değil midir? Yıllarca bunun acısını çekeceksiniz.. Ve ilerde durumunuzun ne olabileceği konusunda herhangi bir bilginizde olamayabilecektir. Ve ölebilirsiniz de.. Yani her şey olabilir.. Diğer milyarlarca insanın akibetinde olduğu gibi "kim vurduya gidebileceksinizdir.." Dolayısıyla doktorların (en azından dürüst ve ahlaklı olmayan doktorların) ve sağlık sisteminin nasıl hayatınızı mahvettiğine tanık olmakla yeticeksinizdir..

Neyse.. Şimdi akla gelen şüphe veren soru şu;

  "Geçmişinde herhangi bir psikiyartrik rahatszılığı ve şizofreni diye bir  hastalığı olmayan bir kişi, kendisine şizofreni için reçete edilen herhangi reçeteli ilaçlardan birini kullanırsa, bu kişinin gerçekten de şizofreniye yakalanma olasılığı çok yüksek olabilir (mi?)"

Bazı veriler (yani piskiyatrik ilaçların insan beyninde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olabildiği yönündeki veriler) bize, bunun mümkün olabildiğini gösteriyor..  Eğer bir ilaç (ki bu eğer psikiyatri ilacı ise), insanların beyinlerinde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olabiliyorsa, o zaman bu ilacı kullanan (ve geçmişin de herhangi bir psikiyatri rahatsızlığı ve şizofreni hastalığı olmayan) sağlıklı bir kişinin gerçekten şizofreniye ve/veya herhangi bir psikiyatrik hastalığa yakalanma riski de o kadar yüksek olabilecektir diyebiliriz.. Çünkü ilacın olası bu yan etkilerinden dolayı, bu ilacı kullanan kişinin beyninde de, olası bir takım kimyasal değişikilikler olabilir ve bu sağlıklı kişinin şizofreniye ve/veya herhangi bir psikiyatrik hastalığa yakalanma riskide söz konusu olabilir gibi görülüyor.. Peki, bu gerçekten de doğru olabilir mi? Bunun doğru olup-olmayacağını bölümlerde özellikle de psikiyatrik ilaçların olası ciddi yan etkilerini okuyarak sizler de karar verebilirsiniz.. Bizim anladığımız bu yöndeydi..

Şimdi akla gelen başka şüphe veren soru ise şu..

"Geçmişinde ve şimdiki zamanda aslında herhangi bir psikiyartrik rahatszılığı ve şizofreni diye bir  hastalığı olmayan bir kişiye, psikiyatri doktorları ne diye şizofreni teşhisi koyar ve/veya şizofreniye /herhangi bir psikiyatrik hastalığa kalıcı bir şekilde sebep olabilecek herhangi bir psikiyatrik ilacı ne diye yazar?"

1) Psikiyatri doktorları, bu ilaçların insanların beyinlerinde, kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olabildiğini bilmiyorlar mıdır?
2) Ve bu ilaçların, bu nedenlerden dolayı sağlıklı insanları da gerçekten de şizofreni hastası ve/veya psikiyatrik hastası yapabileceğini bilmiyorlar mıdır?
3) Ve en önemlisi, gerçekten de hasta olmayan bir kişiye ne diye alakası olmayan bir hastalığı teşhis koyar ve bu ağır ilaçları yazarlar?

Bizim tahminimiz psikiyatri doktorlarının bu gerçekleri yani ilk iki şıkdaki gerçeği gerçekte "biliyorlar" yönünde.. 3.şık konusu biraz karışık.. Örneğin, konuyu biraz dağıtacağız ama burası da örnek olması açısından son derece önemli.. Tabii başka etkenlerde olabilir, örneğin yukarıda bunun olabilecek nedenlerini vs anlatmaya çalıştık ama tabii tüm bunlar (yukarıda olduğu gibi aşağıdakilerde) sadece birer olasılık, örnek, tahmin vs vs..

Hastanelerde (hem polinikliklerde hem de yataklı üniteler de) hastaların, birer deneme tahtası /kobay faresi gibi görülmesi ve sonuçları..

Aslında bu bilinmeyen birşey değil.. Bu durumu hemen herkes biliyor. Ve büyük ihtimalle nedenlerini de biliyorlar.. Bizde bir ihtimal bu konuya girerek başlayalım.. Örneğin.. Psikiyatri de dahil başka alan dallarında bir polikliniğine gittiğiniz de genelde (özellikle de devlet ve üniversite hastanelerinde) karşınız da uzman deneyimi olmayan özelikle de asistan doktorları yada yeni yetme göreve gelmiş genç doktorları görürsünüz. Bu konuda şöyle garip bir durum vardı, onuda dile getirmeden edemeyeceğim.. Örneğin internetten randevu almak istediğiniz de, randevu sistemi size "bu aldığınız randevu alanında uzmanlık isteyen /gereken bir daldır" gibi saçma bir uyarı verir. Halbu ki randevuyu aldığınız doktor ya profesör ya doçent /uzman ünvanına sahip uzman bir doktordur.  Randevuyu alıp-polinikliğe gittiğinizde ise karşınız da o uzman doktorları değil, yeni yetme asistan doktorları /yeni hekim olmuş genç doktorları görürsünüz. Söz konusu uzman doktorların ise 'nerede oldukları, nerede keyif çattıkları /ne gibi işlerle meşgul oldukları' ise hastaların bilmediği birşey.. Tabii burada söz konusu olan şey asistan /yeni hekim olan doktorların olması falan değil, 'randevu aldığınız uzman doktorun kendisinin muayenede olmaması ve sizinle ilgilenmemesidir.' herhalde.. Bu durum, o uzman doktorların ve/veya hastane yönetiminin ve/veya mevcut sağlık sisteminin, hastaları adeta birer deneme tahtası ve/veya kobay faresi gibi gördükleri anlamına da gelebilmektedir, diyebiliriz.. 

Hoş gerçi zaten o uzman doktorlar muayenede olsa da yine bu konuda birşey değişmeyecektir.. Çünkü, adeta sistem bu şekilde işliyor gibi.. Yeni yetme hekimlerin (asistan / yeni hekim doktorlar), muayenelerde yer alması durumu yeni birşey değil. Bu yıllardır böyle işliyor. Doktorluğa geçme sürecinde olan her tıp öğrencisi, (adeta deyim yerindeyse 'doktorculuk' oynayabilmek için) özellikle de genelde "asistan doktor" ünvanı ile hastanelerin (ve diğer sağlık birimlerinin) muayenelerinde yer almaya başlar. Hatta tarjikomik bir durum ama gerçek bu, bazı hastaneler ve hatta bazı üniversite hastaneleri bile çıtaları biraz daha yükselterek, asistan doktor dahi olmamış, halen okumakta olan bazı tıp öğrencilerini ve hatta ve hatta sağlık meslek lisesi okul öğrencilerini bile, poliklinik muayenelerine oturtabilecek ve orada onlara görevler verebilecek cesareti alabiliyorlar.. (Bundan yıllar önceydi, ne zamandır hatırlamıyorum ama bir üniversite hastanesinde sanmıyorsam sağlık meslek lisesi okulunda (/tıp öğrencileri de olabilir ama çocuklar daha çok lise öğrencilerine benziyorlardı..) okuyan bazı öğrencilerin, muayenelerde hastaları muayene etmeye /reçete yazmak gibi buna yakın şeylerle uğraştıklarına şahit olmuştum bir ara.. Bu dalı tam olarak hatırlayamıyorum ama yanlış hatırlamıyorsam dahiliye olabilirdi. Yani bunları görünce, hastane yönetimi, doktorlar ve sağlık sistemini kastederek "Bunlar  iyice zıvanadan çıkmışlar!" diye edemeden durmuştum.. Resmen hastaları "kobay faresi" gibi görüyorlardı..) Hoş gerçi hastaları "kobay faresi /deneme tahtası" gibi görme sorunu sadece tıp /sağlık meslek lisesi okulu öğrencilerinin muayenede yer alması ile sınırlı değil, asistan /yeni yetme hekimler ile birlikte 'uzman, doçent ve profesör' ünvanlı uzman hekimlerin de aynı şekilde hastaları "kobay faresi /deneme tahtası" olarak gördükleri de bir gerçek gibi.. 

Atalarımız ne demiş; ("Üzüm üzüme baka baka kararır.. /Adam ahbabından bellidir (Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu diyeyim))  Hımm, tam uymadı galiba ama.. "Bana öğrencini söyle, sana hocasının ne olduğunu söyleyeyim!" İşte bunun gibi birşey de uydurabiliriz herhalde.. :))  Neyse ama bu durum, sadece ülkemiz için geçerli olan birşey değil.. Yabancı ülkelerde de (özellikle de ABD ve/veya bazı AB ülkelerinde) aynı hadiselerin yaşanıyor olabildiğini de, araştırmalarda ara ara okuduklarımda vardı, bunu da söyleyeyim dedim..

Yeni yetme hekimler yetişecekler diye, hastaların acı çekmesi niye? Ya yaralanan ve ölen hastaların akibeti..

Bir de ülkemizde dahil yabancılarda da herhalde "Ağaç yaş iken eğilir" atasözünü, öğrencileri için  uygulamak istediklerini de düşünebiliriz herhalde.. İyi de, "asistan ve yeni hekim doktorlar, bu konuda pişecekler (yetişecekler) diye, hastaların acı çekmesi niye?" Yeni yetme doktorların muayenelerde pişmesi için daha kaç hastanın acı çekmesi, yaralanması ve ölmesi gereklidir? Ortaya konmamış bir gerçek de budur aslında.. Yıllardır adeta bir gelenekmiş gibi devam eden bu asistan ve yeni hekim doktorların muayenelerde yetişmesi sorunundan dolayı, acaba kim bilir şimdiye kadar kaç hasta sakat kaldı (yaralandı) ve öldü? Sağlık sistemleri, bu konuyu araştırabilecek kapasite ve/veya cesareti göstermediğinden /gösteremediğinden dolayı herhalde, yıllar boyunca devam eden bu asistan ve hekim doktorların polikniliklerde yetişmesi sorunundan dolayı yaralanan ve ölen insanların akibetinin ve sayılarının ne olabildiklerini kestirebilmek oldukça zor olabilecektir, diyebiliriz.. 

Aslına bakarsanız işin doğrusu, sorun sadece yeni yetme asistan ve yeni hekim doktorlardan kaynaklanmıyor.. Yukarıda da dediğimiz gibi sorun "uzman, doçent ve prof" ünvanlı uzman doktorlar ile de ilgili.. Onların da aynı şekilde hastaları adeta birer kobay faresi ve deneme tahtası gibi görmeleri de, işin boyutunu, rengini bu yönde değiştirebiliyor.. Ama tabii onlara sorsanız "Yok canım, biz hastaları kobay faresi /deneme tahtası gibi görmüyor ve kullanmıyoruz?!" derler.. Evet, belki onlar doğru da söylüyor olabilirler.. Ama sağlık sisteminde gözlerimizle gördüklerimiz ve yaşananlar, bize en azından dünya genelindeki sağlık sistemlerinin hastaları adeta birer kobay faresi ve deneme tahtası olarak görebildiğidir.. Belki bunlar doktorlarla alakalı olan birşey de değildir ama onlar da bu sistemin en önemli birer parçası oldukları için, "kurunun yanında yaş da yanar" misali atasözüne uygun hale gelebilmektedirler de, diyebiliriz.. Malesef durum bu..

Ama burada asıl mesele sorun herhalde, daha önce de dediğimiz gibi sağlık sistemlerin de hastaların gerçekten de adeta birer kobay faresi ve deneme tahtası olarak görülmesidir, diyebiliriz.. Yeni yetme asistan ve yeni hekimler, "hastalar, hastalıklar ve ilaçlar" hakkında yeni yeni bilgiler öğrenirlerken, "uzman, doçent ve prof" ünvanlı uzman hekimler de, büyük ihtimalle "hastalar ve hastalıklar" da dahil, genel de daha çok "ilaçların hastalarla olan ilişkilerini gözlemliyorlar" gibi bir durum söz konusu olabilir. Eğer öyle değilse, bunun başka mantıklı açıklaması ne olabilir ki? Ne olursa olsun, öyle gözüküyor ki, genel olarak sağlık sistemlerinde hastaların, adeta birer kobay faresi ve deneme tahtası olarak görüldüğü bir gerçek gibi..

Aslında bu sorundan dolayı dünya genelindeki her hekimin, mutlaka bir/birden fazla hastasını öldürmüş /ölmesine sebep olmuş olabilir  (mi?)..

Dolayısıyla; yeni yetme hekimler (asistan ve yeni hekimler) de dahil, "uzman, doçent ve prof" ünvanlı uzman hekimler, hastaların hastalıklarını iyileştirmek yerine /iyileştirme de dahil bu süreçte, sadece "hastaların, hastalıkların ve ilaçların" mevcut durumlarını (ilaçların etkileri /yan etkileri ile hastaların ve hastalıkların iyileşme, duraklama /kötüleşme gibi durumlarını) kontrol etmekten ve sürekli olarak hastalar üzerinde özellikle de "ilaçlar ve bir takım tıbbi testler" ile ilgili denemeler /deneyler gerçekleştirmekten başka hiçbirşey yapmadıklarını fark edebilirsiniz.. Bu durum, sağlık sisteminde "normal bir işleyiş" gibi gözükse de, hastaların sürekli acı çekmesi hatta en önemlisi de "yaralanması ve ölmesi" gibi ciddi problemlerini de beraberinde getirebilmektedir. Asıl sorun da zaten burada.. Hastanelerin muayenelerinde ayakta (evinde) ve/veya yatılı servislerinde yatarak (hastanede) tedavi görürken (bir nevi kobay faresi /deneme tahtası olarak kullanılırken), hastaların ciddi şekilde yaralanması ve/veya ölmesi durumunda, bundan kimin sorumlu olacağı, ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte, yıllardır hastanelerde (yıllardır adeta bir gelenek halinde devam edegelen hastaların birer kobay faresi /deneme tahtası olarak kullanılması durumu nedeniyle), yıllar boyunca dünya genelinde şimdiye kadar kaç milyon hastanın sakat kaldığı (yaralandığı) ve öldüğü konusunda herhangi bir fikir sahibi olmamaktayız. Çünkü bunları ne adam gibi araştırabilecek bir yönetimler var ne bu konuda yürekli, cesur ve dürüst hekimler, uzmanlar vs gibi kişi ve kuruluşlar var..

İşte bu durum, bize hastaların ayaktan /yatarak tedavi gördükleri sırada, (örneğin ilaçların olası yan etkilerinden dolayı) yaralanması ve/veya ölmesi söz konusu olduğunda, gerçekten de hastanelerde hastaların birer kobay faresi ve deneme tahtası gibi kullanıldıklarını ve bu nedenden dolayı da ayrıca dünya genelindeki hemen hemen her doktorun, doktorluk hayatı boyunca, bilerek /bilmeden mutlaka en az bir/birden fazla hastasını sakat bırakmış (yaralamış) ve/veya öldürmüş /ölmesine sebep olmuş olabileceğine dair bizlere bu konuda ciddi bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz..

Herneyse, biz kaldığımız yerden devam edersek..

Bunların almış oldukları kararlara baktığınız da, başlarında bulunan hocalarının ve/veya hastane yönetimlerinin ciddi bir etkisinin olabildiğini farkedebiliyorsunuz. Doktorların, örneğin mesela en azından ciddi bir psikiyatrik hastalığı olmayan bir kişiye örneğin mesela "şizofreni" diye teşhis koyması ve ona göre ilaçları reçete etmesinin arkasında, bu hocalarının ve/veya hastane yönetimlerinin olabileceğini /bunların vurdumduymaz tavırlarının buna sebep olabileceğini anlayabilmek mümkündür diye tahminde bulunabiliriz, herhalde.. Gerçi onlarda olsa yine birşey değişmeyecektir.. Sonuçta dünya genelinde bu yönde giden bir "çarpık, bozuk ve kokuşmuş bir sağlık sisteminin" olabildiğini fark edebiliyorsunuz.. Bu sağlık sistemi öyle bir şekilde düzenlenmiş ki.. Adeta "sağlıklı insanları hasta edebilmek" için düzenlenmiş gibi.. Bunların yanısıra doktorların bilgi, deneyim gibi eksikliklerinin de olabileceğini tahmin edebiliriz herhalde.. Ve daha aklımıza gelmeyen çok sayıda olasılıklar da olabilir.. Herneyse..

Aslında bu konuda yani sağlıklı insanların bu reçeteli psikiyatrik ilaçları kullandıklarında, gerçekten de şizofreniye ve/veya herhangi ciddi psikiyatrik hastalığa yakalandıklarına dair bir verinin olup-olmadığını tam olarak bilmiyoruz.. (Belki de vardır biz bilmiyor olabiliriz..) Bildiğimiz tek şey, "bazı piskiyatri ilaçlarının insanlaın beyinlerinde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olduğu" ile ilgilidir.. Bu durumda, bu ilaçları kullanan sağlıklı insanların, olası bir şizofreni hastalığına yakalanma riskinin de olabileceği yönünde bize bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz.. Sosyal medyada yapılan bazı yorumlardan ve yazılıp-çizilenlerden, bu ilaçların insanların beyinlerinde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olabildiğini anlayabiliyoruz.. Bu aslında ne demektir? Aklı olan ve matığını konuştruan bir insan, bu ilaçların sağlıklı insanlar için de ne kadar tehlikeli olabileceğini anlayabilir.. 'Hasta olan insanları daha da kötü hale getirebilen ve hatta öldürebilen ilaçlar, sağlıklı insanlara neler neler yapmaz ki?'

  "İşte bu gibi nedenlerden dolayı, özellikle de piskiyatri doktorlarının öyle önüne gelen her kişiye (hastaya), insanların beyinlerinde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olabilen ilaçları reçete etmemeleri gerekir. Bu, insanların hayatının mahvolmasına neden olabilen birşeydir.. "

Bir düşünün.. Bir psikiyatri doktoru, gerçekten de ciddi bir psikiyatrik hastalığı /şizofreni hastalığı olmayan bir kişiye "Sen şizofreniye yakalanmışsın! /Şöyle şöyle ciddi bir hastalığın var!" vs gibi teşhisler koyarsa ve bu ilaçlardan birini reçete ettiğinde ne olur?  Kişi bu ilaçları, doktorun tavsiyesine göre düzenli bir şekilde kullanır ve ilaçların beyinde kalıcı bir takım kimyasal değşikliklerinden dolayı, kişi gerçekten de örneğin şizofreniye yakalanabilir.. Ve kişi hayatı boyunca bu illeti yaşamak ve bu tehlikeli ilaçları kullanmak ve hastaneleri sürekli aşındırmak zorunda kalabilecektir.. Ve doktorlarda böylece kendilerini haklı çıkarmış bir pozisyonda olabilecektir, herhalde..

Doktorların bu durumda kendilerini haklı çıkarma pozisyonunda olması..

Mesela, bir varsayım olarak bir hekimin sağlıklı bir insanı "sen şu hastalığa yakalanmışsın!" diye etiketleyip-ilaç yazıp, sağlıklı insanın bu ilacı kullanmasını sağladığında, kişide "ilacın tedavi etmesi gereken hastalık semptomlarına" yakalanması durumunda olan bir pozisyon şekli.. Gerçi ilaçların hepsinin aynı tepkiyi verdiğini pek söyleyemeyiz. Çünkü piyasada çok sayıda onlarca, yüzlerce hatta belki de binlerce ilaç bulunabilir. Ve bu ilaçların hepsinin çalışma prensipleri de farklı şekillerde olabilir. Bazı ilaçlar çok ağır yan etkilere sebep olabilirken, bazı ilaçlar tam tersine sağlıklı insanlara kısa/uzun vadede hiç bir şey yapmayabilir. Ama dediğimiz gibi bazı ilaçların olası etkilerinde sağlıklı insanlarda hafif, orta /ciddi reaksiyonlara (yan etkilere) sebep olabilir.  Buna kansere vb ciddi hastalıklara yakalanma, sakat kalma ve hatta ölüm'de dahildir, diyebiliriz..

Neyse kaldığımız yerden (olasılıklar, tahminlere) devam edersek.. Aslında burada psikiyatri doktorunun kendisine muayeneye gelen kişiye karşı bir nevi ciddi tehlikeli bir oyun da oynamıştır, diyebiliriz.. Geçmişinde ve şimdiki zamanda bile ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığı ve/veya şizofreni hastalığı olmayan bir kişiye, bu tehlikeli ilaçlar verilerek, onun gerçekten de örneğin şizofreniye yakalanması sağlanılmış olunabilecektir.. Doktorun burada yapığı şey şu aslında.. Doktor önceden ona örneğin "şizofreni" teşhisi koyduğu için, kendisini haklı çıkarabilecek bu ilaçları ona reçete edip-onun kullanmasını sağlıyor. Ve kişi bu ilaçları kullanmaya başlayınca (ilaçların beyinde kalıcı bir takım kimyasal değişikliklere sebep olduğu için) herşey, doktorun olası teşhisinin "doğru olduğu" yönünde değişiyor. Hasta bu ilaçları kullanmasaydı, belki de şizofreniye yakalanmayacaktı.. Bunu isterse (yani ilaçları kullanmadan önce) başka başka doktorlara (tabii güvenilir ve dürüst doktorlara) kendisini muayene ettirerek de , kendisinin gerçekten de şizofreni olup-olmadığını ortaya çıkarabilme şansıda olabilirdi.. Ama bu ilaçları kullanarak, doktorun olası yanlış teşhisini bu şekilde doğrulamış oldu..

Aslına bakarsanız diğer branşlarda dahil sağlık sisteminde bu tür oyunların olabildiğine dair şüpheler de yok değil.. Deyim yerindeyse "çok bilmiş doktorların yüzünden,  dünya genelinde tahmini milyonlarca insan bu şekilde zarar görmüş ve hiç alakası olmayan hastalıklara yakalanmış olabilir" gibi bir durum söz konusu olabilir.  Örneğin ciddi kalp hastalığınız yok ama diyelim ki çok hafif bir çarpıntı nedeniyle muayeneye gittiniz ve doktorda size ciddi bir kalp hastalığı teşhisi koydu /buna uygun bir ilacı reçete etti diyelim.. Bu kalp ilacını kullanmaya başlayan bir kişi de, ileride ciddi kalp rahatsızlığın oluşması durumu da söz konusu olabilir mi?.. Yada buna benzer bir beyinle ilgili bir durumda söz konusu olabilir mi?.. Geriye baktığımız da, yani hastanelerin, sağlık birimlerinin polinikliklerinin ve acil servislerinin böyle tıka basa dolu olmasını belki buna bağlayabiliriz.. Belki başka nedenlerde olabilir ama ilaçların olası yan etkilerinin belki bunlara da sebep olabildiğini /olabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir, diyebiliriz herhalde..

Herneyse aslında şöyle de olabilir.. "Hiç bir sağlık sorunu olmayan sağlıklı bir insana psikiyatri ilacı verilirse ne olur?"

a) Hiç bir şey olmaz..
b) O insan, gerçekten de bir psikiyatri hastası olur, çıkar..

Bu soruya, şöyle bir soru ile karşılık verirsek; "Psikiyatri ilaçları çok tehlikeli midir?" diye.. Bu soruya da, "evet" diye cevap verebiliriz.. Bazı tartışmalarda, ortaya çıkarılan araştırmalara istinaden "psikiyatri ilaçlarının (bazıları istisna olabilir) çok tehlikeli (yani yan etkilerinin özellikle de beyne olan etkisinin
olabildiği ve bu nedenle psikiyatrik sorunu olmayan sağlıklı bir insana bir psikiyatri ilacı verildiğinde, o insanın da psikiyatri (şizofreni vb gibi) hastası olabilme ihtimalinin olabileceği" yer alabiliyordu. Çünkü, bunun nedeni de yine yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı psikiyatrik ilaçlarının insanların beyinlerinde olası kalıcı birtakım kimyasal değişikliklere sebep olabildiği ortaya çıkmış olabilmesidir. Hemen hemen her ilaç için hakim olan düşünce; (Hasta insanları olumsuz bir yönde etkileyen bir ilaç, sağlıklı insanlara ne yapmaz ki?) "Durduk yerde başına dert almak.." deyimine uygun bir şekilde "ilaçların etkisiyle gerçek bir hasta olmak.."

NASIL ÇALIŞIR? ;  (Tabii bu sadece tahmini basit bir anlatım, illa da böyle olur/olacak diye birşey yok. Bilimsel açıdan çok farklı bir döngüyle de gerçekleşebilir. Biz, sadece örnek olsun diye veriyoruz, bu basit anlatımı..) "Psikiyatri ilaçları da dahil hemen hemen tüm ilaçlar (bazıları istisna olabilir), insanların hastalıklarının bulunduğu (ilaçların hedef aldığı, etki ettiği) bölge/bölgelerde (organlarda "kalp, beyin, karaciğer gibi", hücrelerde ve diğer vb yerlerde), istemsiz bir takım kimyasal reaksiyonlara girerek, o bölgenin/bölgelerin daha fazla zarar görmemesini ve/veya hastalığın/rahatsızlığın daha ileriye gitmemesini sağlamaya çalışır. (İstisnaya sebep olan ilaçların olması, ilaçların hedef aldığı ve/veya hedef almadığı başka bölge/bölgelerde, olası yan/olumsuz etkilerin olması nedeniyledir. Ve diğer bilmediğimiz nedenler de olabilir..)

  "Aslına bakarsanız, (yediğimiz yiyeceklerden içtiğimiz içeceklere ve kokladığımız kokulara (kokulu havaya /gazlara) kadar) mideye götürdüğümüz hemen hemen herşeyin (hatta soluduğumuz temiz hava'nın bile) vücudumuza ve organlarına olumlu ve/veya olumsuz (yan) etkileri olabiliyor.. Aslında hepsinin kendine göre "faydalı ve/veya zararlı" birer kimyasal özellikleri olabiliyor. Lab. ortamlarında hazılarlanan ilaçlar ve aşılar da böyledir. Bunlar arasındaki fark, ilaçlar ve aşıların Lab. ortamında hazırlanılan "yapay" kimyasal özelliklerde olması; diğerlerinin ise en azından Lab.ortamında üretilmeyen ve "zararlı" olmayan "faydalı" olan mideye götürülen yiyecek ve içecekler, solunan hava ve kokular ise tamamen "doğal" kimyasal özelliklerde olmasıdır, diyebiliriz.."

Dolayısıyla herhangi ciddi bir hastalığı/rahatsızlığı olmayan (ama o kadar ciddi olmayan hafif bir rahatsızlığı olan) sağlıklı bir insana, bu ilaçlardan biri verildiğinde, o ilaç büyük ihtimalle (ilacın etki ettiği bölge/bölgelerde istemsiz bir takım kimyasal reaksiyonlara gireceğinden, yani bir nevi o hedef yerler "kimyasal reaksiyon saldırısına -KRS" uğrayacağından dolayı), o insan da o bölgenin ve/veya bölgelerin bu reaksiyondan etkilenerek çeşitli şekillerde zarar görmesi de söz konusu olabilir.. Dolayısıyla sağlıklı bir insana verilen herhangi bir psikiyatrik ilacın etki ettiği bölge/bölgelerde (özellikle de beyin de), bir takım KRS'ların olma olasılığı da söz konusu olabilecektir. Öyleyse sağlıklı bir insana psikiyatrik bir ilaç vermek, onun gerçekten de psikiyatri hastası (/şizofreni) olmasına zemin hazırlayabilir mi?  Aslında eğer doğruysa bu, adli açıdan adı henüz kon(a)mamış, (sağlıklı) bir insanı yaralamaya ve hatta öldürmeye teşebbüsün de adıdır diyebilir miyiz? Çünkü bu da birnevi "tıbbi hata"ya giriyor gibi..V
erilen ilaçların neredeyse hepsinin ortak özelliği, hedef aldıkları (etki ettikleri hatta hedefte olmayan diğer) bölge /bölgeleri KRS'na tabii tutmasıdır.. Bu da, doğal olarak KRS'na maruz kalan o bölge/bölgelerin, bu KR saldırısından etkilenerek çeşitli şekillerde zararlar görmesi de söz konusu olabilir.. İyileştirmeleri de söz konusu olabilir ama olası zararları da öyle..

Bir ilacın olası yan etkisi, sadece hedef aldığı bölge/bölgelerde (organlarda) değil, diğer organlarda da geçerli olabilir.. Dolayısıyla reçeteli ilaçaların yan etkilerinden dolayı hastalar, diğer branşlardaki muayenelere, hastanelere de gitmek zorunda kalabilirler.. İstisnaya sebep olanları, "kişilerin bünyeleri, ilaçların etkisi" vb gibi etkenlerin "ne oranda ve nasıl çalıştıkları" vb gibi durumlar ile birlikte gerçekten de durumu ciddi (ağır) olanların olabilmesi gibi diğer etkenlerin olması şeklinde açıklayabiliriz.. Ama yine de bunlara (özellikle de durumu ciddi olanlara) bu ilaçların verilmesi, belki kısa vadede sorunu çözebilir ama uzun vadede olası zararlarının yol açabileceği çeşitli hastalık/rahatsızlık olasılıklarının olabilmesi, durumu başka sorunların da ortaya çıkmasına zemin hazırlayabilir gibi görülebilir.. Bu, hasta olmayan sağlıklı bir insanı, bir/birden fazla ilaç ile gerçekten de (ilacın etki ettiği yönde ve/veya hatta olası yan etkilerden dolayı da başka yönlerde de) hasta etmek demektir.. Sağlıklı bir insana, bir ilacın hedef aldığı hastalığa ait bir ilaç verilirse, o ilacın hedef aldığı (hatta almadığı) bölge/bölgelerde, ilacın KRS etkisi ile çeşitli rahatsızlıkların yaratılmasına zemin hazırlanabilir ve bu da o ilacın etki ettiği (hatta etmediği) o bölge/bölgeler de hastalığın /hastalıkların oluşmasını sağlayabilir.. Bu durum o insanın gerçekten de o yönde ve/veya hatta (olası yan etkilerinden dolayı da) başka yönlerde de hasta edilmesini sağlayabilir..

İşte bu durum da, adli açıdan adı kon(a)mamış bir suçun da oluşmasına neden olabilir mi?. Çünkü.. Resmi açıdan baktığınız da, doktorların gerçekten de "hastalığın tespiti ve ilacın reçete edilmesi" konusunda, sanmıyorsam tüm dünyada bir kafa karışıklığı (yani doktorların "kimin gerçek hasta olduğunu ve kimin gerçek hasta olmadığını" tespit etme de) konusunda ciddi bir sorun var gibi görülüyor.. Doktorlara tanınan resmi yetkiler, kişilere konulan "teşhis" ve ilaçların "reçete edilmesi"nin yasal dayanağının olmasıdır. Yani herşey yasal olduğu için, doktorlar konusunda en azından bu gibi konularda itiraz etme gibi bir lükse sahip olamıyorsunuz. Evet, aslında itiraz edilebilir ama araya "Siz okullarda yıllarca mürekkep yalamış, diz çürütmüş doktorlardan daha iyi mi bileceksiniz?" mantığı devreye girdiği için, yasal olarak doktorların yaptıklarının "doğru" olduğu kabul edilebiliyor. Bir de "Ya gerçekten siz de ciddi bir hastalık varsa?" mantığı da devreye girebilmesi de söz konusu olduğu için, doktorların hastalığı "teşhis" etme ve ilacı/ilaçları "reçete etme" davranışına karşı gelemiyorsunuz. Amma velakin..

Bu işin aması şöyle.. Bazıları istisna.. Gerçekten de hiçbir ciddi hastalığınız olmadığı halde, sizde ufak ama önemsiz gibi gözüken bir rahatsızlığınız nedeniyle, doktorunuzun size koymuş olduğu (ama aslında tam olarak o yönde olmayan) bir "teşhis" ve bu teşhise dayalı olarak reçete ettiği "ilacın/ilaçların", siz de gerçekten de o ilacın /ilaçların etki ettiği o hastalığa (ve/veya hatta diğer hastalıklara) sebep olabilme olasılığının da olabilmesi, işin renginin iyice değişmesine neden olabilmektedir.. Amma velakin.. Bunu anlayabilmek ve hatta bunu ispat edebilmek de pek mümkün olmayabileceği (en azından çok zor olabileceği) için, "Atı alan Üsküdar'ı geçti, gitti!" misali, artık (size reçete edilen bir/birden fazla ilacın da etkisiyle) bir/birden fazla hastalığın siz de nüksetmiş olabildiğini fark edebilmiş olabiliyorsunuz.. Tabii ilaçlar nedeniyle size nükseden bir/birden fazla hastalığın asıl sebebinin, ilaçlar olma olasılığını bilmediğiniz için de, bu işi büyük ihtimalle sadece "Kader"e bağlayarak, konuyu kapatmak zorunda kalabiliyorsunuz. Böyle yapmak zorundasınız, çünkü doktorunuzun (bilerek/bilmeyerek) yapmış olduğu bu hatayı ispat edebilme olanaklarınız pek yok gibi.. (Bazıları istisna olabilir.. Bu istisnaları aşağıda "Nasıl ispat edeceğiz?" yazısında okuyabilirsiniz..) İşte bu durum nedeniyle, "Ya doktor ne kadar haklıymış, ben de gerçekten de bu hastalık varmış.. Eğer bu ilaçlar olmasaydı, kim bilir bana ne olurdu?" diye gibi yanlış/yanıltıcı bir algı ile doktorunuza hak verebilmek zorunda kalabilirsiniz.. (Bu, tıpkı covid pandemi zamanında, zehirli ve ölümcül oldukları sonradan ortaya çıkan covid aşılarını olan bazı insanları (sırf zehirli ve ölümcül covid aşı propagandasına alet edebilmek için), sosyal medyada ve tv haberlerine çıkartarak, "Yav, aşı olmasaydım, kimbilir bana ne olurdu? O kadar çok kötüydüm ki az kalsın ölüyordum.. Aşılar benim hayatımı kurtardı!" diye gibi bu yönde bir propaganda yapmalarına benziyor..) Bu durum, doğal olarak gerçekten de ciddi bir hastalığı olmayan bir kişinin, kendisine reçete edilen "ilaçlar" sayesinde, gerçekten de o hastalığa ve/veya başka başka çeşitli hatsalıklara, rahatsızlıklara yakalanmasına neden olabilir. İşte bu gibi nedenlerden dolayıdır ki, doktorların (bir kişinin gerçekten de söz konusu olan hastalık/rahatsızlığın teşhis ve ilacın reçete edilmesinde), almış oldukları eğitim ve resmi olarak edindikleri statü nedeni ile tavır ve davranışlarının bir nevi sorgulan(a)mamasına neden olabilmektedir, diyebiliriz..

Tüm bunların nedeni ne olabilir?  Tıp fakültelerindeki sağlık eğitimlerinde mi bir sorun var yoksa doktorlarda mı? Bazı doktorların ilaç firmaları ile işbirliği içerisinde olması gibi olumsuzlukların olması, doktorların ilaçları reçete ederken, (örneğin ciddi bir hastalığı olmayan kişilerin hastalığının "tespit" edilmesi ve ilaçların reçete edilmesinde), ilaç şirketlerindeki işbirliğinin etkisinin olup-olmayabileceği şüphesine yol açabiliyor.. Sağlıklı insanları hasta yapabilecek en önemli etkenlerden biri hiç kuşkusuz ki, reçeteli  ilaçlardır.. En ufak ve önemsiz bir rahatsızlık da, o rahatsızlığı hedef alan (etki eden) ilaçların reçete edilmesi, dolayısıyla o ilaçları alan kişilerin, gerçekten de o ilaçların etki ettiği o rahatsızlıklara (hem de "bazıları istisna" kalıcı olarak) yakalanması demektir.. Bu da, doğal olarak ilaç şirketleri için "yeni yeni hastalar ve hastalıklar yaratmak (üretmek)" anlamına da gelebiliyor.. Aynı şeylerin diğer branşlar için de geçerli olabileceğinin bilinmesi gerekir. Çünkü, tüm ilaçların ortak özelliği hep aynı; hedef aldıkları (ve/veya almadıkları) bölge/bölgelerde bir takım çeşitli kimyasal reaksiyonlara sebep olmasıdır. Eğer bir kişinin gerçekten de ilaçların hedef aldığı hastalıkla ilgili çok ciddi bir rahatsızlığı yoksa ve bu ilaçlardan bir/birden fazlası kişiye reçete edildiyse, o ilaçların etki ettiği (hedef aldığı ve/veya hatta almadığı) bölge/bölgelerde gerçekleşen kimyasal reaksiyon, bir saldırı (KRS) şekline dönüşebilir. Bu da, hedef alınan ve/veya alınmayan bölge/bölgelerin çeşitli şekillerde zarar görmesi anlamına gelebilir..

** Peki, nasıl ispat edeceğiz? Bunların çok farklı şekilleri, alternatifleri ve hatta vs daha iyileri de olabilir.. Yukarıda bunun bir benzerini kısaca ele almıştık.. Biz sadece aklımıza gelenleri söylüyoruz.. (Bazıları istisna.. Örneğin eğer acil durum vs gerektirecek gerçekten de çok ciddi hastalık/rahatsızlığınız yoksa.. Bu gibi acil durumlarda doktorlarınızın size önerdiği ilaçları muntazam bir şekilde kullanmanızda fayda vardır.. Ama acil bir durum olmayan diğer durumlarda kendi insiyatifinizi kullanabilirsiniz.. Tabii bu da yine size kalmış birşey.. İsterseniz doktorunuza güvenmeye devam edebilirsiniz.. Biz, size sadece bilgi vermeye çalışıyoruz.. Hayatınız size aittir, bu gibi konularda bir sağlık kuruluşuna ve doktorunuza danışabilirsiniz..)

"Nasıl ispat edeceğiz?" sorusuna gelince.. Örneğin bu gibi konularda (yukarıdaki "bazı istisnalar" hariç, tekrar okuyabilirsiniz) kendinizi yetiştirmiş iseniz (ve/veya konusunda uzman bazı dürüst doktor ve avukatlardan oluşan kişi/kişilerin yardımı ile), sizdeki hastalığın/hastalıkların "yanlış teşhis ve tedavi" ile olduğunu ispatlayabilme durumunuz olabilir.. Yada ilacı denemeden önce birkaç tane daha doktora gidebilir ve size konan teşhis ve tedavinin (ilacın) gerçekten de doğru bir teşhis /ilaç olup-olmadığını tespit edebilirsiniz. Ancak tüm bunlar da size konulan hatalı teşhis ve tedavi yöntemini ispat edemeyebilir de..

Bunun nedenleri de farklı farklı olabilir.. Örneğin başvurduğunuz konusunda uzman olarak gördüğünüz doktor/doktorların, gerçekten de bu gibi konularda yeterince bir uzman kimliğine sahip olup/olmaması, buna etken olabilir.. Örneğin onlar da size hatalı teşhis ve tedavi veren doktorunuzun hatasını tekrarlayabilir.. Bu olasılık, "teşhis" ve "tedavi" şeklinin resmi olarak nasıl işlendiği ve başvurulan doktorların ne kadar dürüst bir doktor kimliğine sahip olduğu ve gördüğü uzmanlık eğitimi vs gibi şu an aklımıza gelmeyen diğer nedenler ile ilgili olabilir.. Mesela "uzmanlık" ve "dürüstlük" ile birlikte, bu hatalı teşhis ve tedavinin ortaya çıkartılabilmesi için, yeterli kapasitede ve yetenekte "laboratuvar ve çeşitli tıbbi cihazlar" gibi olanakların, imkanların olup-olmaması da bunlara etki eden olasılıklardır, diyebiliriz..

Tabii olası sürprizler de öyle olabilir.. Örneğin başka bir doktorun, size konulan teşhis ve tedavinin yanlış olduğunu ispat etmesi gibi.. Ama o doktor da size başka bir hastalık teşhis ve tedavi şekli verebilir.. O zaman da "Acaba o da yanlış olabilir mi?" diye bir şüpheye düşmek de olasıdır. Bu, biraz "paranoyak düşünce" gibi görülse de, olmayacak şeyler de değil.. Burada önemli olan şey herhalde, "insanın kendine güvenmesi, size uygun güvenilir gerçek bir doktorun" karşınıza çıkmasıdır, herhalde.. Ve aklımıza gelmeyen başka diğer önemli şeyler.. Bunlar sadece birer olasılık, tahmin, daha iyileri de olabilir.. Tabii acil durum gerektirecek ciddi hastalıklarda doktorlara güvenmekten başka çare yok.. Bizim bahsettiğimiz ve üzerinde durduğumuz hadise, sağlıklı insanlara konulan "yanlış teşhis ve tedavinin (ilacın/ilaçların)", sağlıklı o insanı gerçekten de hasta etmesi olasılığı üzerinedir..

Peki kime güveneceğiz? Eğer teşhis ve tedavi şeklinin hatalı olup-olmadığını ispat edebilmek için, gerekli olan tüm yolları ve olanakları tükettiyseniz, artık size konulan "teşhis" ve "tedavi" şekline razı olmanızdan başka bir alternatifiniz olmayabilir.. Yada eğer acil bir durum gerektirebilecek ciddi hastalık/hastalıklarınız yoksa, alternatif tedavi yöntemlerine başvurabilirsiniz.. Bunlar için de alanında uzmanlaşmış örneğin fitoterapist (bitkilerle tedavi yöntemlerinde uzmanlaşmış) hekim ünvanlı kişilere başvurmanızda yarar vardır.. Tüm bunların da size doğruyu sunabileceğini ve hastalıklarınıza derman olabileceğini söyleyebilmek, oldukça zordur.. Ama en azından, kimyasal içerikli ilaçların olası zararlarından korunabilmek için iyi bir alternatif olabilir, diye düşünebiliriz..

Tabii tüm bunlar birer misal ve olasılıklar.. İsteyen, istediği doktora gidebilir, doktorlara vs güvenebilir, tedavi olabilir.. Herkesin kendi hür iradesi vardır. Bizim yaptığımız şey olay ve konuları sadece tahminler, olasılıklar vb ile bilgilendirmektir.. Sadece bir doktora vs yerlere odaklanmamalı, alternatifler de değerlendirilebilinir..

*Doktorlar ile "iğneli sapık" benzetmesi arasındaki fark.. (Dürüst doktorları bu benzetmenin dışında bırakıyoruz..) "İğneli sapık" benzetmesi, her ne kadar ağır bir benzetme olabilse de, ikisi arasında "tek bir fark ve tek bir benzetme" var gibi gözüküyor. Doktorun almış olduğu eğitiminin yanında, resmi bir ünvanı da vardır.. İğneli sapığın ise eğitimi ya vardır ya yoktur.. İğneli bir sapığın içinde bir takım kimyasal olan/olmayan bir sıvının olduğu bir iğneyi, rıza dışında başkasına saplaması ile resmi ve yasal ünvanı olan bir hekimin gerçekten ciddi hastalığı olmayan birisine, o hastalığı ve hatta başka hastalıkları da nüksettirebilecek bir /birden fazla ilacı reçete etmesi arasındaki fark.. (Örneğin sonradan zararlı olduğu ortaya çıkan covid aşılarının yapılmasını (en azından sanki bu aşılar konusunda çok bilgiliymişler gibi şiddetle) tavsiye eden doktorlar içinde aynı şeyi söyleyebilmek mümkündür diyebiliriz..Tabii bu aşılamalar "insanlar korkutularak" yapılan kötü bir propagandanın bir sonucu olduğu için, bu doktorlar (tabii hepsi değil, en azından ilaç firmaları ile bağlantısı olmayan doktorlar) büyük olasılıkla ya iyi niyetlerinden dolayı yada "mesleklerinden olmamak, aforoz edilmemek" vb gibi korkularından dolayı, böyle davranmış olabilirler. Kurunun yanında yaş da yanar misali gibi.. Tabii yine sözümüz dürüst doktorların dışında olsun..) Mağdurların birinin rızası dışında (iğneli sapık olayında), diğerinin ise rızası dahilinde (hekimin reçeteli ilacı reçete etmesi) olmasıdır herhalde, diyebiliriz..Burada büyük ihtimalle hekimin yanındaki hastanın, kendisine reçete edilen bir/birden fazla ilacın, gerçekten de kendisinde var olduğunu ve ilacı kullandıktan sonra bu hastalığa yakalanma olasılığının olup-olmadığını da bilmemeside ayrıca bir soru işaretidir.. İğneli sapık olayında rıza dışı sorununda da, mağdurlar iğnedeki sıvının ne olduğu ve yol açabileceği olası zararların da ne olabileceğini bilememektedir.. İşte bu yüzden doktorlar ile iğneli sapık benzetmesi arasında bir farkın sadece "rızaya dayalı" olup-olmaması ile alakalı olduğudur. Gerisi ise genelde aynı benzerlikler olabilmektedir, diyebiliriz.."Yıllarca tıp fakültelerinde mürekkep yalamış, diz çürütmüş, gençliğini heba etmiş doktorlara güvenilmeyecek de kime güvenilecek?" mantığından hareketle, bu nedenlerle devletler ve insanlar "doktorlara güvendikleri" için hekimler, o mevkidedirler. Doktorlara olan güvenin sarsılması, ancak doktorların ve diğer unsurların "suistimalleri" ile olabilir..

*İLAÇSIZ TEDAVİ YÖNTEMLERİ VE BİTKİSEL İLAÇLAR ...

'Psikiyatri ilaçları hastaları yavaş yavaş zehirliyor ve/veya öldürüyor mu? Eğer öyleyse, alternatifleri var mı?Varsa nelerdir? Bu konu öyle hafife alınacak bir konu değildir.. Daha önce de dediğimiz gibi, belki de hastalar, bu durumun farkında olduğu için, "ağır kimyasalların olduğu psikiyatri ilaçlarını kullanmak istemeyebilir ve alternatif tedavi yöntemlerini tercih ediyor" vb bu şekilde (saldırgan) davranıyor da olabilir.. Yani dediğimiz gibi bu şekilde bir tedavi değil de, başka alternatif tedavi yöntemlerini de istiyor da olabilirler. (Yani herşey olabilir..)

** Psikiyatri hastaları kimyasal reçeteli ilaçlar ile değil de, ilaçsız çeşitli alternatif ve bitkisel tıbbi yöntemlerle tedavi edilebilir (mi?)

Çünkü, yapılan bazı çalışmalarda, psikiyatrı ilaçların (ki bunlar genellikle antidepresan ilaçları olarak da geçiyor) neredeyse tamamı, psikiyatri hastalarını adeta zehirliyor ve beyinlerini daha da berbat hale getiriyor gibi gözüküyor.. Bu konuda, daha önce bazı bilgileri paylaşmıştım. 3,4,5 /6.bölümleri  okuyabilirsiniz.. 

"İlaçsız tedavi yöntemleri" denince akla, "bitkisel olan/olmayan alternatif tedavi yöntemleri" gelir. "İlaçsız tedavi"ye neden olan günümüzde hastaların kullanmış olduğu ve eczanelerden satın aldıkları reçeteli ilaçların hafif, orta /ağır ciddi yan etkilerinin olması, insanların reçeteli ilaçlardan uzaklaşmasının nedeni olarak görülür. Yani genelde reçeteli ilaçların neredeyse büyük çoğunluğunun, doğal olmayan yöntemlerle elde edilmesi (bazı kimyasal maddeler kullanılması) ve bu nedenle ortaya çıkan hafif, orta yada çok ağır yan etkilerinin olması, günümüzde insanların doktorlar tarafından reçete edilen bu tür kimyasal katkılı ilaçlardan uzaklaşmasının nedeni olarak görülmektedir. Her ne kadar DSÖ, bu farmasötik ürünlerin yaklaşık %40'nın doğadan yararlanıldığını (527) söylese de, bunların büyük çoğunluğuna /bir kısmına eklenen bazı kimyasal içeriklerde bulunabildiği bir gerçek. Bazen bu hibrid de denilen "bitkisel+kimyasal" karışım şeklinde ilaçlar da olabiliyor. Öyle de olsa ve diğerleriyle birlikte bu kimyasal içerikler (doğal yöntemler ile elde elde edilmediğinden dolayı), hastalarda birtakım yan etkiler ortaya çıkmasına zemin hazırlayabiliyor..

Evet aslında doktorların reçete ettiği ilaçların arasında "bitkisel" olarak elde edilen ilaçların da olduğu söyleniliyor (DSÖ söylediğine göre, bu ilaçlar da büyük olasılıkla reçete ediliyor olunabilir) ama asıl önemli olan "bu bitkisel ilaçlar hangileri, gerçekten nasıl üretilmişler, içerikleri tam olarak nedir' vb gibi soruların cevaplarını tam olarak bilinmiyor olunması herhalde (en azından toplumun /kamuoyunun ve devletlerin bu konuda bilgisinin olmaması) asıl endişe kaynağı olabilir diyebiliriz. Devletler bu konuda ne kadar bilgili? Peki ya doktorlar? Reçete ettikleri ilaçların hangilerinin (içerisinde hiçbir katkı maddesi ve kimyasal vs olmayan tamamen doğal bitkisel içeriklerle hazırlanan) bitkisel ilaçlar olduğu konusunda herhangi bir bilgisi (ve konu hakkında eğitimleri falan) var mıdır acaba? Bunlar bilinmesi gereken şeylerdir.. Kullandığımız ilaçların hangileri kimyasal içerikli hangileri tamamen bitkisel içerikli? Bazı ilaçlar hem kimyasal hem de bitkisel olarak karıştırılmış şekilde piyasada olabiliyor.. Bunlar hangileri? Ne tür bir ilaç kullanıyoruz? Sadece ilaç propekstürünü okumakla, bu ilaçların içerisnde gerçekten de burada yazıların olup-olmadığını nasıl anlayabiliriz? Bunları asıl araştıran devletlerin kontrolünde olan resmi lab. kurumların olması, denetlemesi, incelemesi, araştırması vs vs gerekiyor.. ABD'de FDA denen bir kurum var ama bu kurumun da "yanlış işler" yaptığı sonradan ortaya çıkınca, bu kurumun elinden geçen ilaçların da güvenliği sorgulanmaya başlamış durumda.. Herneyse, bunlar başka konularda ele alınması gereken şeyler /sorunlar diyelim artık..

Bitkisel ürünler kullanılarak elde edilen içeriğe "bitkisel ilaç" deniliyor. Ve bu bitkisel ilaçlarda da kendilerine ait bazı kimyasal içerikler bulunur. Ancak bu kimyasallar tamamen doğaldır ve bitkinin kendi özünden kaynaklanır, elde edilir.. Bu bitkisel ilaçların da kendilerine göre olası yan etkileri olabiliyor. Ancak bu yan etki genelde (doğal içeriğe sahip olduğundan dolayı), doğal olmayan kimyasal yollarla elde edilen reçeteli ilaçların yol açmış olduğu yan etkiler gibi vücutta kalıcı olan/olmayan olumsuz etkiye sebep olmayabiliyor. Tabii bilinçsiz ve dikkatsiz bir şekilde kullanılmadığı sürece.. Bu gibi nedenlerle kalıcı olan/olmayan olumsuz bir etkiye /hatta ölüme dahi sebep de olabilir ancak, tüm bunlar (konuyla ilgili yeterince bilgi ve deneyime sahip bitki uzmanı hekimlerin denetimi ve gözetiminde olduğu sürece), doğal olarak hazırlanan bitkisel ilaçlar, doğal olmayan kimyasal içeriklerle hazırlanan reçeteli ilaçlardan daha güvenlidir, diyebiliriz.. Reçeteli ilaçlar doktor kontrolünde alınsa bile, içeriğindeki doğal olmayan kimyasal etkilerinden dolayı, hastaların olası kalıcı olan/olmayan yan etkilere sebep olabilme olasılığı bulunabiliyor.. Dolayısıyla, reçeteli ilaçların (hepsi olmasa da) en azından büyük çoğunluğunun içeriğinde doğal olmayan bazı kimyasallar içerirken; bitkisel olarak hazırlanan bitkisel ilaçlarda ise tamamen doğal olan kimyasalllar bulunur, diyebiliriz..

  "İnsanlık, resmen kimyasal ilaçlara muhtaç hale getirildi.."

**Sağlık sistemindeki kirli ve ölümcül taktikler..

Sağlıklı insanları "hasta" olduklarına ve az hasta olan insanları da "çok hasta" olduklarına ve "ilaç kullanmaları" gerektiğine nasıl ikna edersiniz? Özellikle de çocuk ve gençleri..

Sağlıklı insanları bu duruma ikna etme yöntemine sağlıkta "hastalık tacirliği" deniliyor.. Sağlıklı insanların (özellikle de sağlıklı çocuk ve gençlerin), örneğin intihar düşüncesine sahip olmalarını ve/veya intihar etmelerini sağlayabilmek ve/veya bu vb nedenlerle psikiyatri ilaç kullanmasını sağlayabilmek ve psikiyatri muayenelerine gitmelerini en kolay ve en hızlı yöntem ile nasıl elde edebilirsiniz? Aslında bunun pek çok yöntemi olabilir. Ama en hızlı yöntem olarak herhalde medya (özellikle de "radyo, televizyon ve gazeteler") bunda başı çekiyor diyebiliriz.. (Tabii bu sadece bir tahmin, olasılık.. Medyanın "intihar davranışlarına yol açması" olasılığı bir/birden fazla medyatik olan ve olmayan etkenlerden dolayı da olabilir..) Şöyle ki..  ANA AKIM MEDYA diye de anılan bu tür medya sayesinde, sağlıklı insanları hasta etme yöntemi daha da kolay hale gelebiliyor. Buna "psikolojik etki /baskı /hipnoz tekniği" de denilebiliyor. (Bu, resmi olarak tanımlanan "psikiyatrik/psikolojik hipnoz" tekniğinden biraz farklı gibi görülse de hemen hemen aynı etkiye sahip olabildiğini tahmin edebiliriz.. Buna medyatik psikolojik hipnoz tekniği de diyebiliriz herhalde.. ) Aslında medyanın vermiş olduğu mesajlarbazı insanlar (özellikle de yetişme sürecinde olan ergen çocuk ve gençler) için genellikle "psikolojik" olarak etkilenmelerine yol açabilir.  Bu psikolojik etkilenme, medyanın "psikolojik hipnoz tekniği (PHT)" ile doruğa çıkabilir. Yani örneğin medyadan aldıkları örneğin "bir hastalığa bağlı bir salgın" (örneğin sahte covid salgınında olduğu gibi) içerikli mesajlarlapsikolojik bir hipnoza girebilirler ve kendilerinin de "hasta" olabileceğine dair kendilerinde psikolojik bir inanç başlayabilir..  (Tabii bunlar sadece birer tahmin, olasılık..) 

NOT : Medya bunu niye yapsın? Aslında medya kullandığı bu tekniğin ne işe yaradığını belki de bilmiyor da olabilir. Hatta ne yaptıklarının farkında bile olmayabilirler.. Ama bundan "ilaç firmalarının" ve bunlarla mali ilişkileri olan en azından bazı medyatik hekimlerin ve diğer sağlık düzenleyicilerinin haberlerinin olabildiğini tahmin etmek zor olmayabilecektir, diyebiliriz.. Medya (bazıları "dürüst olanları" hariç diyelim) büyük olasılıkla, salgından kazanç sağlayan ilaç ve aşı firmalarından ve bunların alt düzeyindeki küçük ölçekli firmalardan gelebilecek reklam gelirleri gibi sadece elde edeceği kazancı (parayı) düşünebilir. "Halk sağlığı /toplum sağlığı /kamu sağlığı" gibi ilkeleri, tıpkı medyatik doktorların hayali ve aldatmacalı "toplum sağlığı" propagandasında olduğu gibi daha çok arka planda bırakabilir. Medyatik doktorlar, (buna da dürüst olanları hariç diyelim, büyük olasılıkla) "toplum /kamu /halk sağlığı" gibi toplum ve kamu açısından son derece ciddi öneme sahip olan ilkeleri, kendi mali ve siyasi çıkarlarını korumak pahasına (bu ilkeleri) birer propaganda malzemesi olarak kullanmaktan, onları bu çıkarlarına alet etmekten hiç çekinmeyebilir. Zaten yaptıkları şey de bu değil mi? Tahminimize göre medya'yı kendi taraflarına çekmelerinin arkasında da bu tür çıkarlar bulunuyor diyebiliriz ve  bir de, reklam gelirlerindeki "mali" kriz korkusunun da bunda etken olabileceğini söyleyebiliriz.. 

 "Salgın'ın tarafında olmayan bir medyaya (en azından salgından çok yüksek meblağlarda kazanç sağlayan ilaç ve aşı firmaları ve diğer firma ve kuruluşlardan) kim reklam verir ki?"

Medyanın bireyleri ve toplumu etkileme yöntemlerinden biri olan "psikolojik hipnoz tekniği (PHT)" aslında yeni bir şey değil. Bu, sağlıklı insanları hasta etmek ve ilaç kullanmalarını sağlayabilmek için kullanılan psikolojik tabanlı bir propagandadırCovid ve covid aşı dönemlerinde medya bu  PHT propagandasını çok sık kullandı ve milyarlarca insanı psikolojik bir hipnoza soktu ve zehirli ve ölümcül etkisi olabilen covid aşılarının olmalarını sağladı. Covid aşılarını olan ve sadece resmi kayıtlara geçen sayıları on hatta yüz binlerce olabilen insan hayatını kaybetti ve tahmini milyonlarca insan da sakat kaldı (yaralandı). Ve bunlar da sadece resmi kayıtlara geçen aşı zararları. Bir de resmi kayıtlara geçmeyenler de var.. Bunlarla birlikte tahmini dünya genelinde yüz milyonlarca hatta belki de milyarlarca insanın sakat kalmış (yaralanmış) ve ölmüş olabileceğini tahmin edebilirsiniz..

HASTALIK SATMA YÖNTEMİ."Önce hayali (sahte) bir hastalık üret, sağlıklı insanları hasta olduklarına ikna et ve bu hayali hastalık ile onları etiketle (tanı koy), onların ilaç kullanmalarını sağla ve ilaçlarla da bu hayali hastalığı gerçeğe dönüştür.."

Medyanın bireyleri ve toplumu etkilemek için kullandığı bu PHT, öyle hafife alınabilecek bir teknik değil. Bu propaganda tekniği, medya uzun yıllardır kullanıyor ve özellikle de "sağlıklı insanları hasta etmek ve onların ilaç kullanmalarını sağlayabilmek" için, ekranlarda "hastalık ve salgın" içerikli yayınları (haberlerde, programlarda ve reklamlarda) çok sık kullandılar ve bunda da gayet başarılı oldular. Dünya genelinde bu yolla milyarlarca sağlıklı insanı önce hayali (sahte) hastalıklarla (yani olmayan bir hastalık için sanki varmış gibi onları) etiketledirler (tanı/teşhis koydular), ilaç kullanmalarını sağladılar ve bu ilaçlarla da bu hayali hastalıkların gerçeğe dönüşmesini sağlamış oldular.. Zehirli ve ölümcül covid aşıları da tıpkı bunun gibi çalışır. Covid olmayan sağlıklı insanlara adeta covid hastalığını bulaştırabilmek için bu zehirli covid aşılarını sağlıklı insanlara enjekte ettiler. Covid aşısı olan bu insanlar covide yakalandıklarında ise onlara "başkalarından bulaşmış olabilir" vb gibi yanıltıcı bilgilerle "yalan üstüne yalan" söylediler. İşte bu yüzden medyanın PHT propagandası öyle hafife alınacak bir durum değildir..

Medyanın bu PHT propagandasının dışında da toplumlar, bireysel olarak bu PHT ile karşı karşıya kalabilirler.. Medyanın dışında sağlık sisteminde de bu psikolojik hipnoz tekniği (PHT) rahat bir şekilde kullanılabilmektedir.. Örneğin diyelim ki, siz hasta değilsiniz, sağlıklısınız hem de çok sağlıklısınız ama doktorunuzun sizi "hastaolduğunuza ikna etmeye çalıştığını düşünün.. Veya çok küçük bir rahatsızlığınız var diyelim (örneğin hafif bir başağrınız var /hafif bir depresyon geçiriyorsunuz /bir olay karşısında normal bir tepki verdiniz), bu sefer doktorunuz, sizin aslında "çok hasta" olduğunuza dair, sizi iknaya çalıştığını düşünün.. Burada yapılan şeyin (yani doktorun sizi ikna etmeye çalışmasının sebebinin aslında) ne olduğunu herhalde anlamışsınızdır.. Sizi, 'ilaç kullanmanız için ikna etmeye çalışıyor', yaptığı şey bu. Hasta değilsiniz ama ikna yöntemi ile siz aslında "hasta" biri oldunuz. Veya çok az bir rahatsızlığınız var, bu sefer de ikna yöntemi ile aslında siz, "çok hasta" biri oldunuz. Ve her iki halükarde de mutlaka "ilaç kullanmanız" gerekecektir.

Çünkü, bu konuda karar verici ve yetkili tek kişi sadece (sizi muayene eden ve teşhis koyan) doktorunuz. Bu yönde karar verdiği için, bu ilaçları kullanmak zorunda kalabilirsiniz.  Eğer psikiyatrik bir hasta olarak size teşhis konduysa, bu sefer doktorunuz sizi ZORLA "tedavi görmeniz" ve bu önerilen "ilaçları kullanmanızı" sağlayabilecektir.. Örneğin polis zoruyla ve/veya mahkeme kararı ile.. Hatta öyle ki, mahkeme kararı ile sizi, 'akıl hastanesine bile kapatma' yetkileri de bulunuyor bu (özellikle de psikiyatri) doktorların.. Bunların hiçbirini hafife almayın, dünyada bunun örnekleri çok sayıdadır..

Şimdi diyeceksiniz ki, "Amma attın ha, doktorlar durup-dururken böyle birşey yapmaz ve hem doktorlar neden böyle yapsın ki?" Galiba siz, bizim yaşadığımız dünyadan çok farklı başka bir pespembe dünyada yaşıyorsunuz.. Sağlık sektöründe herşeyin güllük gülüstanlık olduğunu mu düşünüyorsunuz ve dünyadan bu konuda vb yaşanan gelişmeleri ve haberleri de hiç takip etmiyorsunuz herhalde? Yukarıda anlattığımız tasvirlerin birer canlı örnekleri, neredeyse dünyanın hemen hemen her yerinde yaşanabilen gerçek yaşam hikayeleri ile doludur. Doktorların (en azından dürüst olmayan doktorların), "daha fazla para kazanmak, itibar görmek, yükselmek vb" için bu vb şeyleri yapabileceğini artık sağır sultan bile duymuş durumda..

   "Aslında doktorların, sağlıklı insanlara yüzlerce hayali (sahte) bir hastalık teşhisleri koymasının arkasında uluslararası alanda geçerli olan "resmi hastalık tanı koyma kriterleri" bulunuyor gibi görülüyor.."

Şöyle ki, örneğin psikiyatrik hekimlerinin sağlıklı bir insan olarak görülen bir kişi de, örneğin en ufak ve en önemsiz bir rahatsızlığın (mesela normal bir tepkinin), zihinsel (akıl) hastalıkları tanı koyma kriterleri kitaplarında (örneğin DSM gibi) geçen "sanki çok önemli bir zihinsel sağlık sorunu" olarak gösterilmesidir diyebiliriz. Uluslararası alanda geçerli olan zihinsel (akıl) hastalıkları tanı koyma kriterleri kitaplarında, örneğin psikiyatrik hastalıklar konusunda, yüzlerce (hatta tahmini binlerce de olabilen) hayali hastalık teşhis (tabı) koyma kriterlerinin olduğuna dair eleştiriler bulunuyor.  Yani aslında hekimlerin, sağlıklı insanları "hasta" olarak etiketlemelerinin arkasında, bu uluslararası alanda geçerli olan "hastalık tanı koyma kriterleri" yatıyor olabilir.. Eğer psikiyatrik (zihinsel "akıl") hastalıkların da yüzlerce hayali hastalık kriterleri varsa, diğer fiziksel alan hastalıklarında bu sayının (hayali hastalık tanı koyma kriter sayısının) daha da fazla olabileceğini tahmin edebiliriz herhalde..

"Sahte (hayali) bir hastalık, (sağlıklı bir insan da) nasıl gerçek bir hastalığa dönüştürülür?

Cevap.. İlaçlarla.. Bir hastalık semptomlarını (hastalığı) iyileştirmek için kullanılan ilaçlar, sağlıklı bir insanda bu hastalık semptomlarına (hastalığa) sebep olabilir (mi?) Özellikle de psikiyatrik ilaçların bu yönde çalışıyor olabileceğine dair çoksa sayıda bilgi ve kanıt bulunuyor, diyebiliriz.. (Bölümleri okuyunuz. Özellikle de 3,4,5, 6 /7.bölümlerdekileri..)

Sağlıkta tanı ve teşhis sahtekarlığı.. 
Örneğin.. Psikiyatristlerin, DSM denen "psikiyatrik tanı (teşhis) koyma el kitabı" ile istedikleri zaman istedikleri kişileri, çok kolay bir şekilde herhangi bir psikiyatrik /psikolojik bir hastalık (rahatsızlık) olarak etiketleyebildiklerine dair eleştiriler bulunuyordu. Bunu yapabilirler mi? "Evet" gibi gözüküyor çünkü bu yetki, resmi olarak onlara verilmiş. (Eleştirilerin odak noktasından biri bu..) Nasıl mı?

Örneğin ne şimdi ne de geçmişinde herhangi bir psikiyatrik hastalığı olmayan (dünya genelinde yürüyen herhangi) sağlıklı bir kişiye, bu şekilde (yani örneğin psikiyatristlerin kutsal kitabı olarak da bilinen "akıl hastalıkları tanı koyma kriterlerinin" bulunduğu DSM kitabı ile) çok rahat bir şekilde psikiyatrist bir teşhis konulabilir ve kişi "akıl hastası" /en azından "psikiyatrist bir hasta" olarak etiketlenebilir. Ve etiketlenen bu kişi, psikiyatristin koymuş olduğu teşhise karşı çıkamaz (karşı çıksa nolur ki, artık resmi olarak "etiketlenmiş" durumda) ve bu rahatsızlığın kendisinde olduğunu hiçbir şekilde ispatlayamaz. (Tabii bazı istisnalar hariç olabilir. Bunun için işini iyi ve doğru yapan, ahlaklı ve dürüst uzman bir psikiyatrist gerekebilir.)

Bunun (yani ispatlayamama durumunun) nedeni de tamamen "beynin kimyasal düzeninin yol açtığı davranışlarla" ilgili olan psikiyatrik hastalıkların, herhangi bir kan testi, röntgen, MR gibi "tıbbi medikal test araçlarıyla" tespit edilememesidir. Bu tıbbi medikal test araçları, normal bedensel hastalıkların tespitlerin de fayda sağlayabilirken, davranışlarla ilgili olan akıl hastalıkların tespitinde ise hiçbir işe yaramamaktadır..

Akıl hastalıklarının teşhisleri,  neredeyse tamamı tamamen psikiyatristlerin (ve hatta tanı koymada yetkilendirilmiş uzman psikologların dahi) "tahmini gözlemsel tespitlerine" dayalıdır. DSM kitabı ise, psikiyatristlerin DSM'deki teşhiş koyma kriterlerini kullanarak bu tahmini gözlemsel tespitlerine dayalı olan teşhisin, bir nevi "resmileştirmesini" yani "resmi belge" niteliği taşımasını kolaylaştıran "resmi tanı koyma" prosüdürü de diyebiliriz.. Bu, kişilerin bir nevi "akıl hastası" /en azından "pskiyatrik bir hasta" olarak "etiketlenmesi /damgalanması" anlamına da gelebilir. Ki zaten öyle de oluyor..

Psikiyatristlerin sağlık sektöründeki "He-Man" rolü.. 

Psikiyatristler, sadece akıl sağlığı sektörünü değil tüm sağlık sektörünü ve hatta mahkemeler de dahil tüm devlet kurumlarını dahi avuçlarının içine almış olabilmesi durumu da bu eleştirilerden biriydi.. Buralarda istedikleri gibi at koşturabilirler (mi?) Evet ise..  Nasıl mı? (Eğer bölümlerin hepsini en azından konuyla ilgili içeriklerin bulunduğu bölümleri okuduysanız ve/veya sadece alıntıları bile okuduysanız, aslında aradığınız cevap buralarda var gibi gözüküyor. Biz yine de bu içeriklere göre tahmin ve olasılıklar nezdinde cevaplar vermeye, gayret göstermeye çalışalım..)

Psikiyatristler (ve tabii ki de ilaç firmaları) akıl hastalıkları teşhislerinintıbbi medikal test araçları ile öyle kolay kolay hatta HİÇ tespit edilemeyeceğini çok iyi biliyorlar. Bildikleri için de, sağlık sektöründe bir çizgi film karakteri olan "Gölgelerin gücü adına güç bende artık, He-man!" rolünü de iyi oynuyorlar. Peki bunu nasıl yapıyorlar?

Psikiyatristler, (daha önce de dediğimiz gibi, dünya genelinde yürüyen istedikleri) herhangi sağlıklı bir kişiyi, herhangi bir psikiyatrik hastalık olarak çok rahat bir şekilde etiketleyebilir ve bu kişinin (aylarca hatta yıllarca ve belki de hayatı boyuncazorunlu olarak (yani zorla, mesela polis zoruyla, mahkeme kararı ile vs vs) bir/birden fazla psikiyatrik ilaç tedavisi almasını sağlayabilirler.. Kişilerin 'sağlıklı olmaları' hiç önemli değil.. ispatlayamadıktan sonra.. Buna ne sağlık bakanlığı, ne devlet ne de mahkemeler bile karşı çıkamaz. Çünkü, neredeyse resmi oteriterlerin tamamı, tamamen psikiyatrinin kontrolü altında olan (tanı ve teşhisler, tahmini gözlemsel tespitlere dayalı olmasına rağmen bu) "psikiyatrik hastalıklar" nedeniyle pskiyatristlere bu yönde neredeyse "tam yetki" verebilecek kadar güven duymaktadır, diyebiliriz. Kanun ve yasalar bile neredeyse onların tarafında.. Düşünün bir kere, psikiyatristler ne kadar güçlü bir konumdalar? Ve bu açıdan aslında ne kadar tehlikeliler? Bir de bu açıdan bakın..

Yani, psikiyatristlere verilen bu yetkiresmi olarak verilmiş olduğundan dolayı, kimsenin hatta kanun ve yasaların bile buna karşı çıkabilme lüksleri de pek bulunmuyor gibi görülüyor. İşte bu gibi nedenlerle, psikiyatri, tüm sağlık sektörü ile birlikte mahkemeler de dahil "tüm devlet kurumlarını" dahi ele geçirmiş durumda gibi gözüküyor. Psikiyatristlerin "güç ben de artık He-Man" rolünü nasıl iyi oynayabildiklerini herhalde anlamışsınızdır.. Aslında bu anlattıklarımıza örnekler var ve bunun böyle olabildiğini gösteren bilgiler, çalışmalar, kanıtlar vs vs bulunuyor..

Devletlerin (siyasilerin, yönetimlerin, hatta kanunların, yasaların hatta medyanın, toplumun bile) psikiyatristlere duydukları bu "aşırı güven" nedeniyle, dünya genelinde neredeyse her gün (/her ay /her yılbinlerce (belki de on/yüz milyonlarca hatta milyarlarca da olabilir) insan, "psikiyatrik tanı ve teşhis sahtekarlıkları" ile "zehirli ve ölümcül psikiyatrik ilaçlara" maruz kalabiliyorlar ve sonunda da çok sayıda istenilmeyen çeşitli türlerde ruhsal ve bedensel çok ciddi rahatsızlık ve hastalıklara yakanabiliyor (ve bunların bazıları ölümle sonuçlanabiliyor) ve hatta "intihar ve kalp krizleri" vb gibi nedenlerle de açıklanamayan "ani ölümler" ile hayatlarından olabiliyor ve "cinayetler" ile de başkalarının da hayatlarına kastedebiliyorlar.. Bu yönlerde çok sayıda kanıtların olduğuna dair bilgiler de bulunabilmektedir..   

Bir kişinin kendisinde olmayan hayali bir hastalık nedeniyle, yıllarca (hatta hayatı boyunca) bu (zehirli ve ölümcül (yani ölüm de dahil çeşitli rahatsızlık ve hastalıklara sebep) olduğu ve beynin doğal kimyasını değiştirdiği kanıtlanan) psikiyatrik ilaçları kullanması ile yukarıda bu saydığımız olumsuzluklara yakalanmasına neden olabilir.. Ciddi beyin hasarına uğrayabilir, çeşitli türlerde bir/birden fazla başka ruhsal ve fiziksel hastalıklara yakalanabilir, bunların acısını yıllarca hatt hayatı boyunca çekebilir ve hatta ölebilir de.. 

Hayali (sahte) bir hastalığınilaçlar ile gerçeğe dönüştürülmesi ne kadar korkunç birşey, öyle değil mi? Tabii bu ilaçlar (zehirli ve ölümcül olduğundan dolayı), sadece bahsedilen sahte (hayali) hastalığın ortaya çıkmasını sağlamıyor, aynı zamanda açıklanamayan ani ölümler de dahil, hem bedensel hem de ruhsal başka başka çeşitli türlerde çok ciddi rahatsızlık (/hastalıkların) da ortaya çıkmasını da sağlayabilir olabiliyor. Eğer kişi açıklanamayan ani ölümlerden (kalp krizi, kalp durması, intihar vb gibi nedenlerle gelen ölümlerden) biri ile ölmemiş ise, hayatı boyunca (ölene kadar) çok sayıda çeşitli türlerdeki hem ruhsal hem de bedensel rahatsızlıklar (/hastalıklar) ile de mücadele etmek zorunda kalabilecektir. Ve tabii ki sonunda da bu rahatsızlık/hastalıklardan dolayı da ileri de ölüm de kapıyı çalabilecektir..

Sahte (hayali) hastalığın, gerçeğe dönüşmesi.. Bu durum, özellikle de psikiyatrik ilaç kullanan kişiler için geçerli olabilir. Diğer tüm alanlar için de aynı şeyler söylenebilir. Ancak ilaçların "kimyasal" olarak etkenleri ile bedendeki çalışma prensipleri çok farklı olabilir. İlaçları üreten ilaç firmaları bile, kendi ilaçlarının "nasıl, ne oranda vb gibi çalıştıklarına" dair herhangi doğru ve güvenilir bilgilere sahip olduklarını pek söyleyemeyiz. İlaç propesktürleri tam doğruyu söylemiyor olabilir veya aldatıcı yönde olabilir.. İlaçları üreten ilaç firmalarının "ilaç çalışmaları" öyle söylenildiği gibi "yıllarca süren çalışmalar" şeklinde değil /olmayabiliyor. Çoğu ilaçlar (3,6,9 ay /1,2 yıl gibi) kısa deney ve deneme çalışmalarından sonra devletlerin kurumlarından "onay" alıp-piyasaya sürülüyor. Yani bu durum da bu tür ilaçlar, tam olarak "tam güvenilir ilaçlar" değildirler. Öyle olsalardı, dünya genelinde özellikle de gelişmiş batılı ülkelerde (ABD ve bazı AB ülkeleri gibi), bu ilaçların yol açmış olduğu çeşitli türlerdeki yaralanma ve ölümlerin sayısı inanılmaz derecede çok fazla olmazdı herhalde.. Bir de bunlara ilaç sonrası yaralanan ve ölen insanların "hasta ve ölüm raporlarına kayıt edilmemesi"ni de ele alırsanız, durumun ne kadar vahim olabileceğini de anlayabilirsiniz..

Aslında ilaçlar nedeniyle oluşan bu yaralanma ve ölümlerin bir sorumlusu da, bu ilaçlara alel acele "onay" veren devletlerin kendisidir de,diyebiliriz.. İşte bu nedenle de, devletler işlemiş oldukları bu suçu bir nevi örtbas edebilmek için, sağlık sektöründe özellikle de hastanelerde, "ilaçlardan dolayı oluşan yaralanma ve ölümleri, hastaların "hasta ve ölüm raporlarınakayıt edimesini sağlamıyorlar" gibi görülüyor.. Bu durumda olan hastalarınhasta ve ölüm raporlarına hep başka başka nedenler (mesela altta yatan başka faktörler (hastalıklar), genetik-kalıtımsal föktörler /normal kalp krizi, beyin kanaması vb gibi nedenler) işleniyor. Bu da "ilaçların tehlikelerinin örtbas edilmesini" de sağlıyor ve bu durumda bu ilaçları kullanan diğer (bin hatta on/yüz binlerce hatta belki de milyonlarcainsanların da aynı ekibetlere uğramasına da bir nevi göz yumulduğu anlamına da gelebiliyor, diyebiliriz..

**Psikiyatristler, "akıl hastalığının beyindeki kimyasal dengesizlikten" meydana gelebileceğini iddia ediyorlarmış. Peki ya psikiyatrik ilaçlar buna sebep oluyorsa? 

Ve psikiyatristler bu gerçeği bildikleri halde, böyle saçma bir teoriyi ne diye ortaya atarlar?  Aslında bunun cevabı çok basit gibi görülüyor. Eğer psikiyatrik ilaçlar, insanların 'beyinlerinde kimyasal değişiklikleresebep olabiliyorsa (ki evet olduğuna dair bilgi ve kanıtlar var), psikiyatristlerin "beyindeki kimyasal dengesizlik" dedikleri şeye de çok kolay ve rahat birşekilde sebep olabilirler. "Kimyasal değişiklik" denilen şey zaten "kimyasal dengesizliğin" ana etkenidir. Bir yerde bir "dengesizlik" varsa, o yerde bir takım "değişikliklerin" olması gerekir. Değişiklikler, dengesizlikleri doğurabilir. Psikoktopik ilaçların beyindeki kimyasal değişikliklere sebep olması, o beyindeki doğal kimyasal dengenin de bozulması anlamına gelir. Siz kalkın sağlıklı insanların beyinlerini psikotropik ilaçlarla allak bullak edin (yani beynin doğal kimyasal dengesini bozun), ondan sonra da kalkın "akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten meydana geliyor" diye saçmalıklarla kendinizi ispatlamaya ve kahraman olmaya çalışın.. Evet, psikiyatristlerin dediği bu "akıl hastalığı kimyasal dengesizlikten meydana geliyor" tezi aslında hem saçmalık hem de doğru bir tez olabilir... Çünkü, psikiyatristler 'buna neden olan şeyin psikiyatrik ilaçlar olabileceğiniçok iyi biliyorlar ama bu gerçeği açıklamıyorlar bunun yerine bu tezi tek taraflı olarak söylemeyi seçiyorlar gibi gözüküyor,  (gerçi tabii psikiyatristlerin hepsi aynı fikirdeler mi, orasını bilemiyoruz) işte bu yüzden bu bir saçmalık.. Neden gerçekleri saklıyor olabilirler? İnsanlara aldatıcı ve yanıltıcı bilgiler veriyorlar, gerçekleri söylemiyorlar.. Bu zehirli psikiyatrik ilaçların dünya genelinde milyarlarca insana zarar verdikleri (yaraladıkları ve hatta öldürdüklerini) bilmiyorlar mı?.. İlaç şirketlerini korumak için mi? Mali ilişkilerden dolayı mı? Söyledikleri tez doğru ama yanıltıcı bilgidir ve bu yanıltıcı bilginin arkasında başka kirli sebeplerin olabileceği çok açık görülebiliyor, diyebiliriz..

**Psikiyatri ilaçları çok faydalı ise, psikiyatri terapileri neden yapılıyor?

Cevap olarak bir ihtimalle (genellikle); "Terapiler, hastaların "yaşama daha iyi adapte olabilmesi, normal yaşam sürebilmesi, topluma kazandırılmaları" vb için psikiyatrik ilaçlara yardımcı olması için yapılır." şeklinde verilecektir.. Çünkü zaten başka bir cevap verilmesi herhalde çok saçma olurdu.

-Pisikiyatrik ilaç kullanan insanların (hastaların), bu terapilere neden ihtiyacı olsun ki? 
-Madem psikiyatrik ilaçlar hastalara çok faydalı, öyleyse psikiyatrik terapilere neden ihtiyaç duysun ki?
-Psikiyatrik ilaçlar insanlara niye verilir? Yada insanlar bu psikiyatrik ilaçları niye kullanır?

Tamamen beyinle ve/veya beynin düşünce merkezi (beyin sinirleri gibi) vb "akıl sağlığı" ile ilgili olabilen "depresyon, anksiyete" vb gibi çok sayıda "sinirsel" rahatsızlık, genellikle "psikiyatrik /psikolojik rahatsızlık" olarak tanımlanır. Bir insan, bu rahatsızlıklardan biri ile psikiyatriye gittiğinde psikiyatri hekimleri, (her alanda olduğu gibi prosedür gereği) o insanı "hasta" olarak tanımlar. Ve ona yaşamış olduğu rahatsızlığa ait olan bir/birden fazla psikiyatrik reçeteli ilaç yazar. Hasta, o ilaç/ilaçları kullanmaya başlar.

Psikiyatrik ilaçlar,
 (etki ettiği rahatsızlığa sebep olan) "beynin kimyasal yapısını" hedef alır ve beyinde bir/birden fazla "kimyasal reaksiyon" sürecini başlatır. Buna, bir nevi beynin kimyasal yapısına yapılan "kimyasal reaksiyon saldırısı (KRS)"dır da diyebiliriz.. Bu kimyasal reaksiyon, tamamen ilacın kimyasal özellikli etken maddesi ile alakalıdır. Bu etken madde, beynin kimyasal yapısına KRS yaparak, beynin doğal olan kimyasal yapısını, (ilacın yapay olan kimyasal etken maddesi ile) bir nevi değiştirmeye çalışır.

Beynin doğal kimyasal yapısıdoğal olmayan yapay özellikli kimyasal (psikiyatrik) ilaçlar ile kimyasal saldırıya uğradığında, ilacın etken maddesi (kimyasal bileşikler) bir nevi beynin doğal kimyasal yapısına hücum eder ve beynin doğal kimyasal yapısında bir takım kimyasal değişiklikler oluşturmaya başlar. Yani beynin doğal kimyasal yapısı, doğal olmayan psikiyatrik ilaçların etken maddesi (kimyasal bileşikleri) tarafından değişmeye zorlanır. Beynin doğal kimyasal yapısı, bu şekilde değişime uğrar, diyebiliriz.. 

İlacın doğal olmayan kimyasal yapısının (etken maddesinin), beyinde (beynin doğal kimyasal yapısında) hasta açısından olumlu ve/veya olumsuz bir takım değişikliklere sebep olması durumu;

1) İlacın etkisinin ne kadar kuvvetli ve/veya etkili vb gibi etkenlere sahip olup-olmamasına;

2) İlacı kullanan hastaların beyin yapısının ve bünyelerinin ne kadar dayanıklı, kuvvetli vb gibi etkenlere sahip olup-olmamasına bağlıdır, diyebiliriz herhalde..

Psikiyatrik ilaçların zararları ile ilgili ortaya konulan onlarca, yüzlerce hatta tahmini on /yüz binlerce (belki de milyonlarca) olabilen verilerden anladığımıza göre, bu ilaçların olumsuz yönde ne kadar kuvvetli ve etkili olabildiğini fark edebiliyorsunuz..

**Psikiyatrik ilaçlar mı iyi geliyor yoksa, bu iyi gelme durumu sadece "Yalancı /Aldatıcı İyileşme" yönünde psikolojik bir süreci mi işaret ediyor?

"Psikiyatrik ilaçların bazı kişilere iyi geldiği" teorileri ile bu konuda konuşan hastaların "Psikiyatrik ilaçlar bana çok iyi geldi!" gibi ifadelerine çok sık karşılaşmışsınızdır.  Tahminimize göre özellikle de hastaların "psikiyatrik ilaçların kendilerine çok iyi geldiğini" söylemelerinin arkasında, olasılıkla PS ilaçlarına bağlı "bağımlı" "Yalancı /Aldatıcı İyileşme" yönünde bir etken olabilir.. Şöyle ki..

PS hastalarında "Yalancı /Aldatıcı İyileşme" etkeni aslında psikolojik bir süreci işaret ediyor gibi gözüküyor..  Bunu PS ilaçların, beynin kimyasal düzenini bozması, tahrip etmesi (hasara sebep olması) /baskı altına alması gibi sebeplerle, beynin kimyasal düzeninin, PS ilaçlarına bağlı bir çeşit "İlaca Bağlı Kimyasal Bağımlılık" oluşturması, şeklinde algılayabiliriz.. Yani, ilaca bağlı kimyasal bağımlılığı, kısa süreli de olsa alınan PS ilaçların, doğal olmayan yapay kimyasal bileşiklerin (kimyasal etken maddelerin), beynin kendisine has doğal kimyasal yapı bileşiklerine saldırması ile ortaya çıkan kimyasal reaksiyon /baskılama (baskı altına alma) ile oluşan bir "yapay kimyasal bağımlılık" süreci olarak görebiliriz. Beynin kimyasal yapısında oluşan bu ilaca bağlı kimyasal bağımlılık, dolayısıyla büyük ihtimalle PS hastalarının da "kendilerini iyi hissetmelerine" neden olabilen bir "yalancı /aldatıcı iyileşme" yönünde psikolojik bir sürece yol açmış olabilir gibi gözüküyor.. Bu PS ilaçları, bir şekilde beynin doğal kimyasal yapısını (ama olasılıkla beyni tahrip ederek) baskı altına alıyor ve beynin doğal çalışma işlev sürecini (yani bir çeşit beynin kontrol merkezini), "PS ilaçların doğal olmayan kimyasal bileşiklerinin etkisi" doğrultusunda "kendi kontrolü" altına alıyor gibi gözüküyor..

Beynin kontrol merkezi, beynin "düşünme (zihinsel)" ve vücudun "fiziksel hareketleri" ile ilgili görevlerini mantıklı bir şekilde yürütebilmesini sağlayabilen bir kontrol merkezidir. Bu kontrol merkezindeinsanların (hemen hemen) doğumundan itibaren yaşamış olduğu tüm deneyimler ve öğrenmiş olduğu tüm bilgiler kaydedilir. Bu, büyük olasılıkla tıpkı bir bilgisayarın kendi beyninde (ÇİP'te ve/veya diğer hafıza birimlerinde, kendi içerisindeki tüm uygulamaları çalıştırabilmesi için gereken) bir takım kodlamalara sahip olması gibi, insan beyninin kontrol merkezinde kaydedilen deneyimler ve bilgiler de, olasılıkla kodlamalar şeklinde kaydedilmiş olabilir. İnsanların konuşması, yürümesi, bir takım hareketler yapması, bir şeyler üzerinde düşünmesi vb gibi eylemler, büyük olasılıkla hep bu beynin kontrol merkezinde kaydedilen deneyim ve bilgiler ışığında yapılabilen eylemlerdir. İnsan, hayatı boyunca yaşamış olduğu deneyimler ve öğrenmiş olduğu bilgiler ile sağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünebilmekte ve hareketlerini (eylemlerini) yapabilmektedir. Ancak, insanın sağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünebilmesi ve eylemlerini (hareketlerini) yapabilmesi, (insanın) hayatı boyunca yaşamış olduğu bu deneyimlerin ve öğrenmiş olduğu bilgilerinkaydedildiği yer olan beynin /beynin kontrol merkezinin de herhangi bir hasara uğramaması gerekir. Tıpkı bir bilgisayarın beyni olan ÇİP'in hasara uğraması ile bilgisayarın ya hiç çalışmaması /bozuk bir şekilde çalışması gibi, beynin kontrol merkezinin bir şekilde hasara uğraması, burada kaydedilen deneyim ve bilgilersağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünülememesine ve eylemlerin yapılamamasına neden olabilir. Beynin /beynin kontrol merkezinin hasara uğraması durumu, (bu deneyim ve bilgilerin sağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünebilmesini ve eylemlerin yapılabilmesini sağlayan şey olan) beynin /beynin kontrol merkezinin çevresini kuşatan ve beyin /vücut tarafından üretilen bir çeşit doğal kimyasal bileşiklerin bir şekilde bozulmasından kaynaklanıyor gibi görülüyor. Bir arabanın çalışabilmesi için motoruna güç veren benzinin /elektriğin olması gibi, beynin kontrol merkezinin çevresini kuşatan ve insanın sağlıklı ve mantıklı bir şekilde düşünebilmesine ve hareketler yapabilmesine neden olan şey de, işte bu beyin /vücut tarafından doğal bir şekilde üretilen doğal kimyasal bileşiklerdir. Benzin /elektrik olmazsa /düşük /bozuk olması durumunda, arabanın çalışmaması /bozuk çalışması gibi, insana ait bu doğal kimyasal bileşiklerin olmaması /bozulması, hasara uğrması gibi nedenlerle, insana düşünme ve hareket etme konusunda komutların verildiği beynin kontrol merkezinde, bazı şeylerin doğru bir şekilde gitmediğini anlayabilmek olasıdır.. Yani deneyimler ve bilgilerin dışa vurumunda, bazı sağlıksız ve mantıksız düşünmeler ve hareketler ile karşı karşıya kalınabilir..Şöyle ki..

 Beynin bu kontrol merkezi de bu görevlerini sağlıklı ve doğru bir şekilde yerine getirebilmesi için de, beynin kendi doğal kimyasal yapı bileşikleri ile çalışır. Bu kimyasal süreç, bir nevi bir arabanın (motorunun ve diğer aksamlarının) çalışabilmesi için bir benzine vb ihtiyaç duyması gibidir.. Bu doğal kimyasal yapı bileşikleri olmazsa /bu kimyasal süreçlerde DOĞAL OLMAYAN BİR TAKIM DEĞİŞİKLİKLER oluşursa, beyin sağlıklı bir şekilde çalışmayabilir ve bu nedenle kişimantıklı ve sağlıklı bir şekilde düşünemeyebilir ve vücudunun hareketlerini mantıklı bir şekilde kontol edemeyebilir (yani bir nevi garip, tuhaf ve istenmeyen bir takım hareketlerde bulunabilir)..

Beynin kontrol merkezinde, doğal olmayan bir takım değişiklilerin olması, beynin /vücudun (beynin /beynin kontrol merkezinin ihtiyacı olan) 'kendi doğal kimyasal bileşiklerini sağlıklı bir şekilde üretemediğinden /başka yapay kimyasal bileşiklerin saldırısına maruz kalmasından' dolayı olabilir..  Beynin /vücudun, beynin /beynin kontrol merkezinin ihtiyacı olan doğal kimyasal bileşikleri sağlıklı bir şekilde üretememesi sorunu, diye bir sorun var mıdır yok mudur bilemiyoruz. Ama olsa bile bunun nedenleri de büyük ihtimalle bir şekilde 'dışarıdan beyne (beynin kontrol merkezine) müdahele edilen bir takım yapay kimyasal olan ve olmayan saldırılar' da olabilir.. Bu, kimyasal olmayan saldırılar, daha çok elektromanyetik (EM) saldırıları içerebilir. EM saldırıları, iki şekilde olabilir.. Frekans (beyne elektro manyetik frekans radyo dalgaları göndermeyolu ile ve ECT gibi elektroşok (beyne elektrik verme) yöntemleri ile.. Bu tür yöntemler, hem beyne hem de beynin kontrol merkezine dışarıdan saldırarak müdahele ederler. Tıpkı PS ilaçların çalışma prensibine benzerler ama tek farkı dışarıdan müdahele etmeleridir.  PS ilaçları içeriden, bunlar ise dışarıdan, beyne ve beynin kontrol merkezine saldırarak, özellikle de beynin kontrol merkezini kontrol etmeye çalışırlar.. Ama her ikisi de (içeriden ve dışarıdan yapılan müdahaleler) "tedavi" şeklinde verilse de, aslında her ikisinin de tedavi edici değil, tamamen beyni tahrip edici bir şekilde işlev gördüğünü, bunlarla ilgili ortaya çıkarılan ölüm de dahil çok sayıda olası zararlarından anlayabiliyoruz, diyebiliriz..

Herneyse.. Olasılıkla PS hastalarının "kendilerini iyi hissetmelerine" sebep olabilen şeyin aslında, yukarıda bahsettiğimiz olasılıklardan dolayı hastaların bir "yalancı /aldatıcı iyileşme" yönünde psikolojik bir sürecin içine girmiş olmasından dolayı olabilir, diyebiliriz.. Yani aslında hastalara iyi gelen şeyin psikiyatrik ilaçların tam olarak kendileri olabildiğini pek söyleyemeyiz. Evet aslında ilaçların çok büyük etkisi olabilir ama bu büyük olasılıkla "beyni tahrip etmesi"de dahil beynin doğal kimyasal sürecini bir baskılama (baskı altına alma) almasından doğan bir etki gibi gözüküyor, diyebiliriz. İşte bu etkiden dolayı da buna bir "yalancı /aldatıcı iyileşme" yönünde psikolojik bir sürecin olabildiğini söyleyebiliriz.

Bir de bu "yalancı /aldatıcı iyileşme" yönünde psikolojik bir süreçde dahil, galiba buna yani "Bu ilaçlar bana çok iyi geldi /gelecek!" gibi bir inanç sisteminin devreye girmesi ile hastaların tıpkı plasebo etkisine benzer bir "ruh halinin" "olumlu" yönde örneğin "iyileşeceğim" gibi yani psikolojik olarak etkilenmesini de dahil edebiliriz herhalde.. Bu da mümkün olabilir.. hem yalancı /aldatıcı iyileşme süreci hem de plasebo etkisi de, hastaların kendilerini iyi hissetmesine zemin hazırlamış olabilir.. Peki ama ya PS ilaçların vermiş olabilecekleri "ölüm" ve "beyin tahribatı /hasarı" da dahil diğer yaralanma durumları? Hastaların "beyin hasarına" yakalanıp-yakalanmadıklarını /yaşayıp-yaşamadıklarını nasıl anlayabiliriz? Mesele bu.. Çünkü, bunun böyle olmasının sebebini de, psikiyatrik ilaçların ölümlerde dahil çok sayıda yan etkilerinin (zararlarının) olduğunun ortaya konmasından bir şekilde anlayabiliyorsunuz. Yani eğer bu psikiyatrik ilaçlar, bir şekilde çok sayıda insana zarar vermiş (yaralanmalarına ve hatta ölmelerine dahi sebep olmuş) ise, bu ilaçların o kadar da güvenli olmadığını anlayabiliyorsunuz ve "kendilerine iyi geldiğini" söyleyen hastalarda da ilaçların sebep olduğu bir/birden fazla çeşitli şekillerdeki hastalıkların, bir şekilde ileride tahmini (kısa vadede olmasa da belki) uzun vadede ortaya çıkmaları da söz konusu da olabilir.. Yada kişilerin bünyelerine ve diğer sebeplere bağlı olarak olmayabilir de.. Ama genel kanı, eğer ilaçların olası zararları söz konusu ise, ileri de bu risklerin ortaya çıkma olasılığının da olabilmesi yönündedir, diyebiliriz..

Tüm bu açılardan baktığınız da, "psikiyatrik ilaçlar"ın yanında "psikiyatrik terapiler"in olması durumunun, aslında psikiyatrik ilaçların 'gerçekte hiç faydasının olmadığını aksine, ilaçların insanları daha da kötü hale getirdiğininbir kanıtı olabilir aslında..

Tabii bir de şu soru da sorulabilir.. "PS ilaçları iyi geldiyse, hastalar bu ilaçları neden bırak(a)mıyor?  Yada doktorlar hastalarına bu PS ilaçları bırakması konusunda neden yardımcı olmuyor? Hastalar ilaçları bırakırsa ilaç yoksunluk belirtileri yaşarlar mı? Büyük olasılıkla doktorlar bunu biliyorlar ve bu riski almak istemiyorlar gibi görülüyor.. Peki bu, ilaç yoksunluk belirtilerinin asıl nedeni nedir? Bunu da yazı boyunca irdelemeye çalıştık.

VER-YANSIN : Psikiyatristlerin, PS hastalarına /yakınlarına "Bu hastalık (örneğin şizofreni), bir insanın hayatı boyunca, ölene kadar devam eden bir hastalıktır!" vb gibi buna benzer sözleri sarfedebildiğini herhalde biliyor /duymuşsunuzdur. Peki, buna sebep olan şeyin (yani bir insanın örneğin şizofreniyi hayatı boyunca, ölene kadar yaşamasını sağlayan şeyin) aslında, hastalara verilen PS ilaçlarının olabilmesi de söz konusu ise? Herhangi (kan, MR vb gibi) fiziksel testlerle bile kanıtlanamayan sözde şizofreniye yakalandığı (teşhis konulduğu) söylenilen bir insanın, normalde yüzlerce ilaçsız tedavi yöntemleri ile iyileştirilebilmesi (böyle bir olasılıklar) mümkünken, şizofreni semptomlarına sebep olan ve/veya bu semtomları artırdığı ortaya konan (en azından bazılarının) bu zehirli PS ilaçların verilmesinin asıl arkasında yatan nedeninin de.. Büyük olasılıkla hasta ve hasta yakınlarına "Bu hastalık ölene kadar süren bir hastalıktır!" yalanını, sırf bu PS hastalarını bu zehirli ve öldürücü özelliği olan PS ilaçlarına yıllar boyunca musallat edebilmek için söylenebilen aldatıcı bir eylem gibi gözüküyor, diyebiliriz.. 

"Sen bu hastalık semtomlarına sebep olabilen bu PS ilaçları verirsen, tabii ki, hastalar bu hastalığı hayatı boyunca yaşamak zorunda kalabilecektir. Hatta daha da kötüsü, bu PS ilaçları beyinde tahribata sebep olabildiği için, gerçekten de bu PS hastaları ölene kadar bunun acısını (örneğin beyinde nörolojik hasarlarını) yaşayabileceklerdir, diyebiliriz. Bu gibi durumlar, aslında zehirli ve ölümcül PS ilaçlarını üretnen ilaç firmalarının kar'ının olabildiğince artmasına sebep olmakla kalmıyor, bu ilaç firmaları ile mali ilişkiler içerisinde olabilen psikiyatristlerin ve/veya diğer hekimlerinde oldukça kazançlar sağlayabilmesine de olanak sağlayabilir gibi gözükebilmektedir, diyebiliriz..

**"Doktorlar, okumuş görmüş tıp fakültesi diplomalıüniversite onaylı lisanslı katiller midir?"

İlginç bir yaklaşım öyle değil mi? Doktorları "lisanslı katil" olarak sıfatlandırma yapılmasının nedeni aslında, Nazi dönemindeki Holokost kıyımına adı karışan bazı doktorların özellikle de psikiyatristlerin yüzündendir diyebiliriz. Nazi dönemindeki Holokost soykırımı nedeniyle doktorlara sıfatlanan "lisanslı katiller" deyimi, acaba günümüz dünyası için de geçerli midir? İlginçtir ki, günümüzde dahi doktorlara "katil" yakıştırmasını yapanlar da yine doktorların kendileri.. Peki neden doktorlara "katil" yakıştırması yapılıyor? Gerçekten de bunu hak ediyorlar mı? (Nedenlerini aşağıdaki "psikiyatristler tutuklanmalı mı?" yazısı ile 3,4,5, 6 /7.bölümlerdeki içerikleri okuyarak anlayabilirsiniz..)

**Psikiyatristler TUTUKLANMALI mıdır? Tutuklanmalı ise neden tutuklanmalıdır?

Artık "reçeteli ilaçların 3. /4. önde gelen ölüm nedeni olduğunu" ve  psikiyatrik ilaçların da ölümlerde dahil olası ciddi zararlarını (yan etkilerini) sizler de biliyorsunuz.  Ve tabii ki diğer onlarca /yüzlerce olumsuz sağlık uygulamaları.. Bunları da pas geçmemek lazım.. Ziraa buralardan da hastalar olabildiğince zarar görebilmektedir. Örneğin ECT denen elektroşok tedavisinin de olası zararlarını bölümlerde okuduysanız artık biliyorsunuz demektir. Tüm bu saydığımız olumsuz sağlık uygulamalarından dolayı dünya genelinde her yıl tahmini milyonlarca insan bir şekilde zarar görüyor. Sakat kalıyor (yaralanıyor -yani kalp hastalıkları, kanser vb gibi diğer hastalıklara yakalanma da dahil çok sayıda çeşitli hastalık ve rahatsızlıklara yakalanarak zarar görüyorlar) ve tabii ki ölüyorlar da.. (Tabii sadece kayıtlı verilerden bildiklerimiz.. Bir de kayıtlı olmayan, bilerek /bilmeden kaydedilmeyen veriler de var..) Bunlar bilinmeyen gizli-saklı olan şeyler değil artık..

Gizli-saklı olan birşey varsa, o da bu tür olumsuz sağlık uygulamalardan dolayı zarar görenlerin (yaralanan ve ölenlerinhasta ve ölüm raporlarınagerçek zarar görme nedenlerinin değil (örneğin hastalar ilaç ve aşı yan etkilerinden dolayı zarar görmesine "yaralanması ve/veya ölmesine" rağmen), bunları başka başka sebeplerin üzerine atılarak işlenmesidir.  Hasta ve ölüm raporlarına işlenen bilgiler yalan, yanlış olmayabilir ama "gerçek nedenler" gözardı edildiği için, bu bilgiler çoğunlukla ALDATICIDIR. İlaç ve aşı firmalarını KORUMA güdüsü /bir hekim meslektaşının yapmış olduğu hatasını görmezden gelme (/örtpas etme) olasılığından meslektaşını KORUMA güdüsü gibi sebeplerden dolayı, hasta ve ölüm raporları genellikle ALDATICI verilerle dolu olabiliyor.. Tabii bir de "hasta ve ölüm raporlarına" işlenmesi gereken kriterlerde "ilaç ve aşı zararlarınınolmaması da buna büyük katkı sağlıyor olabilir. Covid ve aşı döneminde bu tür sahtekarlıkların yapıldığını hemen hemen tüm dünyada gördük, yaşadık diyebiliriz.. Bu, asıl gerçek nedenler gözardı edildiği için tıpta (sağlıkta) işlenen çok ciddi bir sahtekarlıktır. Bilerek /bilmeden yapılsın farketmiyor. Sonuçta sahtekarlık tıp mesleğinin her tarafına bir örümcek ağı gibi yayılmış durumda. Ve siyasallaşmış bir tıp etiği.. Sahtekarlığın sağlık sistemine yayılması da zaten bundan dolayıdır, diyebiliriz.. Siyasallaşmış bir sağlık sistemi (tıp), kokuşmuş bir sağlık sisteminden başka bir işe de yaramaz. Covid ve aşı dönemlerinde de bunu çokça ve sıkça bol bol yaşamış olduk.. Sadece siyasal iktidarlar ve onlara yakın hekimler değil, muhalefetler ve muhalefetlere yakın hekimlerde, sağlık sistemlerinin adeta içine ettiler.  Özellikle de covid ve aşı dönemlerinde.. Ekranlara çıkıp, "toplum sağlığı" bahanelerinin arkasına saklanarak yaptılar bunu.. Her biri sırf sadece kendi hegomanyalarını tatmin etmek ve siyasal çıkarlarını ayyuka çıkarmak için sağlık sistemlerini adeta "kendilerinin emrinin altında olması gereken bir mevta, bir obje" olarak gördüler ve bu şekilde kullandılar.. Ve bu şekilde adeta sağlık sistemlerinin içine ettiler. Medya aracılığı ile adeta sağa sola adeta emirler verdiler, ahkam kestiler, kendilerinden olmayanlara, kendileri gibi düşünmeyenlere hakaret ettiler, onları fişlediler, onları "halk sağlığına tehtid" diye suçladılar... İnsanları ve toplumları korkutarak zehirli ve ölümcül olan covid aşılarını olmalarına zorladılar. 

Ancak.. Aşılardan dolayı zarar görenler (yaralanan ve ölenler) oldu.. Örneğin sadece ABD'de resmi kayıtlı on /yüzbinlerce yaralı ve ölüm gerçekleşti. Dünya genelindekiler için ise tam olarak bilinmiyor. Çünkü kayıt altına alınmayan, kaydedilmeyen on /yüz milyonlarca verinin olabileceği tahmin ediliyor. Kayda geçmeyenler de dahil, bu sayı tahmini on/yüz milyonlarca (belki de 1 milyardan fazla) insan yaralanmış ve ölmüş de olabilir. Aşıların olası yan etkileri (zararları) halen bile devam edebildiği için, bu sayı giderek katlanabilir durumdadır da diyebiliriz.. Yani covid aşısının olası zararları, halen bile devam edebilir durumdadır.. Fakat.. Bu aşı sonrası olası zararlar (özellikle de ciddi yaralanmalar ve ölümler de, bunlar "aşı yan etkileri" şeklinde) kayıt altına alınmadığı için, covid aşısından dolayı zarar gören (ölen ve yaralanan) insan sayısının ne oranda olabileceği konusunda tahminde bulunabilmek oldukça zordur.  Sağlık sistemindeki sahtekarlık işte bu şekilde "örtpas etme kültürü" şeklinde işlendiği için (bu gibi sahtekarlıklardan dolayı), sadece covid aşı sonrası zarar görenlerin sayısı konusunda değil, ilaç yan etkilerinden dolayı da zarar görenlerin sayısında da çok ciddi bir kayıp söz konusudur, diyebiliriz.. Tıp (sağlık) sektöründeki sahtekarlık, işte bu yukarıda anlattığımız örneğin "ilaç ve aşı sonrası zarar görenlerin -yaralanan ve ölenlerin", hasta ve ölüm raporlarına, asıl ölüm nedenlerinin "ilaç ve aşılar olmasına rağmen", başka başka sebeplerin işlenmiş olmasından dolayıdır (ki bu durumun bu şekilde halen bile devam edebiliyor olabileceğini de tahmin edebiliriz), diyebiliriz. Tabii sağlık sektöründeki sahtekarlık sadece bunlarla sınırlı değil.. Diğer sahtekarlık ve dolandırıcılıkların da olabileceğini söyleyebiliriz. (Konuyu daha iyi anlayabilmek için 3,4,5 /6. bölümleri okumanızda fayda vardır..) Herneyse.. Tüm bunlar tartışılması gereken çok ayrı konulardır.. Biz nerde kalmıştık..

Psikiyatristler tutuklanmalı mıdır? Yukarıda psikiyatrik ilaçların olası zararlarını ve (psikiyatrik ilaçlarda dahil) reçeteli ilaçların önde gelen ölüm nedeni olması ve ECT gibi diğer sağlık uygulamalarından da hastaların zarar görmesi (yaralanması ve ölmesi) gibi nedenlerin olmasını ele almıştık. Evet bunlar var ve gerçektir. Bir şekilde hastalar bu ilaçlardan ölüm de dahil çok çeşitli şekillerde zarar görüyor ve ECT gibi diğer sağlık uygulamalarından da zarar görüyorlar.. İşte bu gibi nedenlerden dolayı da, (tüm alanlardaki) doktorlar için (bunlara) "baş katil" sıfatını yerleştirmişler. Psikiyatrik hekimlerini de aynı şekilde "katil" olarak görenler de var. Hem de bunları söyleyenler de yine, bu gibi konulara kafa patlatıp-bunları ortaya koyan hekimlerin kendileri.. Aralarında dünyaca ünlü tanınmış psikiyatri hekimleri de var.. Adamlar araştırmışlar ve psikiyatrik ilaçlarda dahil reçeteli ilaçların olası zararlarını (yaralanma ve ölümler) ile ilgili gerçekleri ortaya koymuşlar ve buradan çıkartıkları sonuçlar ile (reçeteleri yazan kişiler oldukları için herhalde) doktorları birer katil olarak zımbalamışlar.. (Konuyu daha iyi anlayabilmek için 3,4,5 /6. bölümleri okumanızda fayda vardır..)

Şu Allah'ın işine bakar mısınız? Şimdi biz eğer kalkıp da, "Yav bu doktorlar var ya... Ülen var ya bunlar hepsi birer katil!" :( desek, "Vay efendim sen nasıl doktorlara katil dersin, edepsiz!" :( diye hakkımızda suç duyurusunda bulunurlardı herhalde..  Gelişmiş modern batı ülkelerinde psikiyatri doktorları da dahil doktorlara "KATİL" diyen çok sayıda insan bulunuyor ki bunların arasında doktorların kendileri de var.. Doktorlara "katil" demek, gelişmiş medeni batı dünyasında SUÇ DEĞİLDİR.. Öyle olsaydı, bunların söyleyenlerin hepsi şimdi kodeste olurdu herhalde.. Ve bunun yaşandığı ülkelerin adına da "katil doktorların (bulunduğu ülkelerin) diktatörlüğü" derlerdi herhalde.. Pek uymadı ama olsun şimdilik idare eder diyelim.. :)

Neyse şimdi biz gelelim asıl konumuza.. Evet doktorlara "katil" deniliyor ama tabii ki bunlar sadece "genel" anlamda söylenilmiş olunabilir.. Yani örneğin yukarıda da anlattığımız gibi ilaçlar, aşılar ve diğer sağlık uygulamalarından zarar görenlerin (yaralanan ve ölenlerin) olabildiğini ve en azından bunları doktorların da çok iyi bildiklerini tahmin ettikleri ve bu nedenden dolayı da hekimlerin  (işte ne bilelim hipokrat yemini vs gibi dürüst doktorculuk olma kriterlerinden dolayı) bu olumsuzluklara kayıtsız kalmaması gerektiği vb yönünde, bu tür olumsuz gerçeklerin ortaya çıkarılması adına /dolayı, mesela sadece farkındalık yaratmak, doktorların bazı gerçeklerin, olup-biten üzücü gelişmelerin farkına varması ve bunlara karşı mücadele vermesi, en azından dürüst bir kimliğe sahip olmasını sağlamak vb gibi gelişmelere önayak olmak için vb şeklinde de söylenmiş olunabilir. Doktorlara "katil" sıfatını yapıştıran hekimlerin de, doğal olarak kendileri de hekim olabildikleri için de "tüm hekimleri hepsinin birer kötü varlıklar" olduklarını düşündüklerini pek söyleyemeyiz.. Burada bir "farkındalık yaratmak" amacının güdüldüğünü tahmin edebiliriz.. Yani "Kardeşim bak, işte ilaçlar, aşılar ve diğer sağlık uygulamalarında böyle böyle ciddi sorunlar var, hastalar bir şekilde zarar görüyor, sakat kalıyor ve ölüyorlar.. Ve bunların hasta ve ölüm raporlarına, gerçek asıl nedenler (örneğin ilaç ve aşıdan zarar görenlerin "ilaç ve aşıdan dolayı zarar görmüştür" vb gibi) değil de, hep başka başka sebepler işleniyor, topluma ve kamuoyuna YANILTICI bilgiler veriliyor.. Vs vs.. Daha bunlara ne kadar sessiz kalacaksınız?" gibi demeye getiriyorlar da diyebiliriz.. Evet, başka sebepler de olabilir ama benim tahminim bu yönde..

Psikiyatri doktorlarının tutuklanması meselesine gelince.. Yukarıda da ilaçların ve diğer sağlık uygulamalarının olası zararlarının olduğunu anlattık.. Şimdi yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi, hemen hemen neredeyse tüm alanlarda olduğu gibi doktorların büyük çoğunluğu (belki de hepsi), ilaçların ve diğer sağlık uygulamalarının zararlarını ve hastaların da bunlardan dolayı zarar gördüklerini (yaralanıp-öldüklerini) büyük ihtimalle biliyorlar ve bunların farkındalar..

Sorulması gerken soru şu olabilir.. Doktorlar, (aşılarda dahil) ilaçlar ve diğer sağlık uygulamalarındaki tüm bu olası yan etkileri (olumsuzlukları) bildikleri halde, ne diye bunları helen hastalarına tavsiye ederler (mesela reçete yazarlar)?

Örneğin ilaçların zararları biliniyor ama reçete yazılıyor.. Psikiyatri haricindeki alanlar, genelde "FİZİKİ (BEDENSEL) HASTALIKLAR" ile ilgili olduğu için, diğer alanlardaki hekimlerin, ilaçların olası hafif /ciddi yan etkileri olsa da, (fiziki hastalıkların durumuna göre) reçete yazmak zorunda kalabiliyorlar. Örneğin kalp hastalıkları fiziki bir hastalığın belirtisi olduğu için, bu rahatsızlığı tedavi etmesi /semptomları azaltması, hafifletmesi vb için çoğu kimyasal olan ilaçların hastalara verilmesi (reçete edilmesi) gerekebiliyor. Diğer fiziksel (bedebsel) hastalıklar için de durum hemen hemen aynı gibidir..

Ancak, psikiyatrik hastalıklar öyle değildir.. Psikiyatrik hastalıklar, fiziksel değil, tamamen AKIL ile ilgili ZİHİNSEL HASTALIKLARDAN oluşmaktadır. Ve zihinsel hastalıkların hemen hemen neredeyse büyük çoğunluğunun "ilaçlara ihtiyacı olmadığı" söylenir. Ve (psikiyatrik) ilaçların işleyişi açısından ve sonradan tespit edilen olası zararlarından yola çıkarak, aslında bu ilaçların, "tedavi etmesi gereken hastalıkların semptomlarına sebep olduğu" ortaya çıkarılmış. Psikiyatrik ilaçların olası ciddi yan etkilerine ve zararlarına baktığınız da aslında, bu ilaçların gerçekten de "tedavi etmesi gereken hastalık semptomlarına sebep olabildiğini" fark edebiliyorsunuz.. (Konuyu daha iyi anlayabilmek için 3,4,5 /6. bölümleri okumanızda fayda vardır..)

Dolayısıyla, psikiyatri doktorlarının da bu gerçeği bildiğini tahmin edebiliriz. "Peki, biliyorlarsa bu ilaçları halen ne diye yazıyorlar?" Bunun pek çok sebebi olabilir.. Bu sebeplerden birinin ve hatta en önemlisinin, "başka alternatiflerinin olmaması"ndan dolayı olabilir diyebiliriz. Şöyle ki..

Aslında psikiyatrik ilaçların "onlarca hatta yüzlerce alternatifleri (mesela "ilaçsız tedavi seçenekleri" gibi) var.." Öyle olduğu söyleniyor.. Var ama, psikiyatri doktorları bunları pek önermiyor gibi görülüyor.. Bunun sebepleri de çok olabilir.. Ama asıl nedeninin örneğin, büyük ihtimalle AKIL (zihinsel) hastalıklarının "psikiyatrik tedavi kriterlerinde" seçenek olarak sadece" psikiyatrik ilaçların kullanılması"TEK SEÇENEK olarak yer alıyor olmuş olabilir. (Tam doğrusunu bilemiyoruz ama) Eğer zihinsel hastalıkların tedavi kriterlerinde "piskiyatrik ilaçlarTEK SEÇENEK olarak yer alıyorsa, doğal olarak psikiyatri doktorları da hastalarına psikiyatrik ilaçlardan başka alternatif seçenekler sunamayabilecektir, diyebiliriz.. Aslında sunuyorlar ama tekbir farkla..

Alterrnatif seçeneklerden kastımız, sadece örneğin rehabilitasyon merkezlerindeki resim, müzik, tiyatro, spor vb gibi rehabilite çalışmaları değildir.. Evet bunlar da vardır ama bunlar yapılırken, psikiyatrik ilaçlarla birlikte verilerek yapılmaktadır. Bu da "Psikiyatrik ilaçlar iyi geliyorsa, bu tür rehabilite çalışmalarına ne ihtiyaç var?" sorusunu akla getiriyor.. Bu da biraz saçmalık gibi görülüyor.. Zehirli ve ölümcül olduğu ortaya çıkan psikiyatrik ilaçların ölümde dahil olası ciddi zararları bilinirken, bu psikiyatrik ilaçların verilmesinin anlamı ve mantığı olabilir mi? Psikiyatrik ilaçların (en azından hekim gözetimi altında yavaş yavaş azaltılarakdevre dışı bırakılması ile rehabilitasyon faaaliyetlerinin artırılması daha yerinde olabilecektir diye tahminlerde bulunabiliriz.. Neyse bu da çok tartışılacak konulardan biri gibi görülüyor.. Kaldığımız yerden devam edersek eğer..

Zihinsel (akıl) hastalıkların tedavisindepsikiyatrik ilaçların tek seçenek olması ihtimaline göre hareket edersek, psikiyatri doktorlarının bu konuda hastalarına özellikle de "İLAÇSIZ TEDAVİ SEÇENEKLERİ" ile ilşkili başka alternatif seçenekler sun(a)maması açısından bakarsak, psikiyatri doktorlarının (tutukluluk halinin kaldırılması.:)) şaka tabii ki..) tutuklanmasının da doğru bir şey olmayabileceğini anlayabiliriz. herhalde.. Sorun burada herhalde, dediğimiz gibi büyük ihtimalle "akıl (zihinsel) hastalıklarının tedavisinde seçenek olarak psikiyatrik ilaçların TEK SEÇENEK olarak görülmesi" olabilir.. Dolayısıyla, devletin yapması gereken şey, bu hastalar için son derece tehlikeli olabilen bu saçma kriteri değiştirmek olacaktır.. Akıl (zihinsel) hastalıkların tedavisinde, "ilaçsız tedavi yöntemleri" ile ilişkili çeşitli tedavi yöntemlerinin de bu kirterlere eklenmesi gerekir, diye düşünebiliriz..

Tabii "ilaçsız tedavi yöntemleri"nde sadece hastalara resim, müzik, spor gibi rehabilite faaliyetleri değil, ilaçların yerini alabilecek "BİTKİLERLE TEDAVİkriter ve seçenekleri de eklenmelidir. Zehirli ve ölümcül olduğu ortaya çıkan psikiyatrik olan ve olmayan (yani  diğer fiziksel hastalıklara ait olanlarda dahil) ilaçların olası zararlarından kurtulabilmenin tek yolu, bu ilaçlara alternatif olabilecek "BİTKİLER İLE TEDAVİ" yönteminin de devreye girmesi gerekir, diye düşünebiliriz..  Bitkilerle doğal tedavi yöntemine FİTOTERAPİ, bunları uygulayanlara (yani alanında eğitim-öğretim görmüş tıp /eczacılık fakültesi mezunu tıp doktorlarına) da FİTOTERAPİST deniyor.. Fitoterapi ve fitoterapistler, sağlık sisteminin tüm alanlarında daha da yaygınlaştırılmalıdır...

Şimdi diyeceksiniz ki, "Kardeşim zaten bunlar var?" Evet avar ama çok yetersiz. Özellikle de "aile hekimlikleri ve hasataneler" gibi sağlık birimlerinde, Fitoterapi diye bir alan yok. Olmadığı için de hastalar "bitkilerle tedavi" seçeneklerinden bir haber.. Doktorların neredeyse hiçbiri "bitkilerle tedavi"yi tavsiye etmiyor gibi görülüyor. Neden? 'Hastanın durumunun kötüye gitmesi' olasılığından dolayı mıdır yoksa başka sebepler mi vardır? Olabilir, hastaların durumları kötüye gidebilir ama bu, fitoterapinin tüm sağlık alanlarına ve birimlerine girmesini engelleyecek bir bahane olmamalıdır. Zehirli ve ölümcül olabilen (yan etkilerinden dolayı) ilaçların bir alternatifi "bitkilerle tedavi" seçeneği olmasına rağmen, bitkilerle tedavi seçeneğinin diğer tüm sağlık alanlarında yer almamasının mantıklı bir gerekçesi var mıdır? Hastaların durumunun kötüye gitmesi mi yoksa hastaların "tamamen iyileşmesi korkusu" mudur? Yani doktorlar, hastaneler ve ilaç firmalarında "işsiz kalırız" korkusu mu vardır? Bu konuda çok iyi düşünmek, iyice eleyip-karar vermek çok önemlidir. Kimse, "bitkilerle tedaviyi herkes kendi kafasına göre uygulasın" falan demiyor. İşin uzmanlarını bu iş için görevlendirmelidirlerHer tıbbi alana yerleşmelidirler.. Hastalara "ilaçsız tedavi seçenekleri" sunulmalıdır.. Diye düşünüyoruz..

**Tüm alanlardaki doktorlar için ise (okumuş görmüş tıp fakültesi diplomalı, üniversite onaylı) "katil /baş katil /lisanslı katil" yakıştırmasına gelince.. 

Yukarıda da belirttik, doktorların "katil /baş katil /lisanslı katil" olarak gösterilmesinin sebeplerinden ilki Nazi döneminde (ve hatta sonrasında bile) bilerek ve kasıtlı olarak yapılan "soykırım" vb eylemlerdir. Tabii bunlara bireysel olarak işlenilen "cinayetler"de dahildir.. Diğeri ise daha çok "tıbbi hatalar" ile alakalı, hastaların çok çeşitli şekillerde zararlar görmesidir (yaralanması -örneğin kanser, aids, kalp vb rahatsızlıklara yakalanması ve ölmesi gibi..) Tıbbi hataların tanımı geniştir. Sadece doktorlar değil, hemen tüm sağlık çalışanlarından (doktor, hemşire, eczacı ve diğer sağlık çalışanlarından) ve hasta ve hasta yakınlarından kaynaklanan tıbbi hatalar da mevcuttur. Doktorlar açısından baktığımız da, tıbbi hataların çeşidinde de (yanlış /gereksiz ilaç reçete edilmesi, yanlış teşhis konulması, diğer tedavi uygulamaları sırasındaki hatalar, eksiklikler gibi) farklılıklar bulunabilmektedir. Bir de bunlara "ilaçların ölüm de dahil olası ciddi yan etkileri"de dahildir diyebiliriz. Zaten doktorların "katil /baş katil /lisanslı katil" olarak gösterilmesinin arkasında da herhalde en çok galiba "ilaçların olası yan etkileri" var gibi gözüküyor. Evet aslında diğer "tıbbi hatalar"da var/olabilir ama eleştirilerin büyük kısmı, "ilaçların ölüm de dahil olası ciddi zararları bilindiği halde, hekimler ne diye bu zararlı ilaçları reçete ederler?" yönünde gibi gözüküyor..

İlaçların olası zararları (yan etkileri) "tıbbi hata" olarak görülmeyebilir çünkü, (hepsi olmasa bile çoğu) ilaçların prospektöründe "ilaçların yan etkilerine" dair bilgiler bulunuyor. Bu nedenden dolayı belki, "ilaçların yan etkileri" tıbbi hata görülmüyor olunabilir. Ve doktorlar da bu nedenden dolayı suçlanmıyor da olunabilir. Ama tabii "ilaçların olası yan etkileri"nin hekim tarafından bilinmesinde, hastanın durumuna göre değerledirme sürecinde "yanlış, hatalı /eksik değerlendirme, teşhis koyma" vb gibi etkenlerden dolayı hekimler bu konuda suçlanabilir. Bu mümkün.. Ama bu çok ayrı bir konu..

İlaçların olası zararları (yan etkileri), doktorların "katil" olarak sıfatlanmasına yeterli bir sebep olabilir mi? Mesele bu.. Tabii sadece bu da değil.. Hastalara konulan teşhislerin ne kadarının "doğru" olabileceğine dair ayrıca ciddi şüpheler var gibi görülüyor. Dünyada 'teşhis ve tanı sahtekarlığına' karşı çok eleştiriler bulunuyor.  Eleştiriler, daha çok sağlıklı insanları "hasta" etmek için, "teşhis ve tanı sahtekarlığı"nın olabildiğince kullanıldığı yönünde.. Eğer gerçekten böyle bir durum varsa.. Ve bu teşhis ve tanı sahtekarlığına tüm doktorlar mı alet olmaktadır? Mesele bu.. Hadi diyelim ilaçların olası zararları (yan etkileri) belki "tıbbi hata" olarak görülmeyebilir ve doktorlar bu nedenden dolayı belki "katil" olarak fişlenmeyebilir.. Ama teşhis ve tanı sahtekarlığı için aynı şeyleri söyleyebilmek oldukça zordur, diyebiliriz..

Tabii biz, yani bizim düşüncemiz, tüm doktorların bu teşhis ve tanı sahtekarlığının bir parçası olmadığı yönünde.. Yani dünya genelindeki tüm doktorların, (en azından DÜRÜST DOKTORLARIN) bu teşhis ve tanı sahtekarlığına alet olmadıklarını ve bu gibi nedenlerle de tüm bu açılardan baktığımız da, doktorlara yapıştırılan "katil /baş katil /lisanslı katil" sıfatlamaların ise sadece DÜRÜST OLMAYAN DOKTORLAR için kullanılabileceğini de rahat bir şekilde söyleyebiliriz.. Tabii "kurunun yanında yaş da yanar" misali, kim dürüst doktor kim değil, orasını bilebilmek oldukça zor olabildiğinden dolayı, dürüst doktorların da , (en azından dürüst olmayan doktorların yüzünden) bu sıfatlalarla sıfatlanabilmesi, oldukça üzücü olabilecektir.. Biz "dürüst doktorları" öyle kötü gözle görmüyoruz. Asıl önemli olan bu.. Önemli olan halkın, toplumun "dürüst olan ve olmayan doktorların" ayrımını yapabilmesi ve ona göre davranabilmesidir.. Gerçekleri saklamakdürüst doktorların kim vurduya gitmesinden daha da öldürücüolabilir.. Dürüst doktorlar, dürüst olmayan doktorların ölümcül olabilecek çok ciddi tıbbi hatalarını ifşa etmek zorundalar. Ancak bu tür yollarla, yöntemlerle 'sağlık sisteminde doktorların dürüst olup-olmadıkları" ortaya çıkarılabilir.. 

**Hayali (sahte) bir hastalığın, reçeteli ilaçlarla "gerçek bir hastalığa" dönüştürülmesi.. (BİR KURGU)

Sağlıklı bir insansın ama hayali bir hastalık teşhisi ile ilaçlandın..Ve sonra neler oldu neler?

Böyle bir kurgu yapın, illüstrasyonda bulunun, hayal edin.. Lütfen gerçekten kendinizi bu anlattğımız kişinin yerine koyun.. Bakın o zaman başınıza nelerin gelebildiğini ve sizi gerçekten de halk dilinde nasıl bir "deli" haline getirebildiklerini görüp-öğrenin.. "Benim başıma gelmez, çok şükür ben çok sağlıklıyım!" demeyin, herkesin başına gelebilir ve gelince "Eyvah ben ne yaptım!" gibi deme lüksünüzde olmayabilir.. Çünkü, o gün geldiğinde bunu söyleyebilecek bir hafızaya dahi sahip olmayabilirsinizdir de.. Eee. Ne demek istediğimizi anlayabilmek için okumaya ve hayal etmeye devam edin..

Hayalimizi kurgulamadan ve hayal etmeye devam etmeden önce, bir önfikir verelim.. Sonra da hayal edelim.. (Unutmayın buradaki bilgiler de birer kurgu sayılır ve kısmen /tamamen tahmin ve olasılıklardan oluşmaktadır..)

"Normal Tepkileri", son derece çok ciddi bir psikiyatrik hastalık (akıl hastalığı) olarak görmek ve sağlıklı insanları ilaçlamak..

İnsanlar zaman zaman bir takım olaylara "normal tepkiler" verirler. Bu tepkilerin dozu hafiften ağıra doğru değişir. Hafif ve ortalarda genel de "şiddet" eylemleri olmazken, çok ağır olanlar da ise "şiddet" eylemleri de söz konusu olabiliyor. Psikiyatrik teşhis-tanı koyma kriterlerine göre (büyük olasılıkla şiddet eylemlerinin dahi olmadığı) "normal tepkiler" veren (en azından bazı) insanlar için psikiyatrik teşhisler konulduğuna dair bilgiler /şüpheler bulunabiliyor.. (Bu bilgileri/şüpheleri 3,4 ve/veya özellikle de 5 ve 6.bölümlerde okuyabilirsiniz) Psikiyatristler, bu psikiyatrik teşhis-tanı koyma kriterlerine göre hareket ettikleri için herhalde, olaylar karşısında son derece "normal tepkiler" veren sağlıklı insanlara, bu piskiyatrik bir teşhis-tanının konulması durumu, psikiyatristlerin "durum değerlendirmesi"ne ve biraz da "insaf"ına kalmış bir durumdur diyebiliriz.. "Durum değerlendirmesi ve insaf" öyle hafife alınacak bir durum değildir. Psikiyatrik teşhis-tanı koyma kriterlerine göre, psikiyatristin "normal tepkiler" veren hemen hemen herkese "psikiyatrik bir teşhis koyma" zorunluluğu vardır /yoktur. (Orasını tam bilmiyoruz ama olduğunu varsayarsak mesela vermediği taktirde belki de bir suç dahi işliyorda olabilir.. Ama..) "İnsaf"ın devreye girmesi, "normal tepkiler"in başka olasılıklara dönüşmesi nedeniyle, normal tepkiler veren sağlıklı insanlara herhangi bir psikiyatrik bir teşhis vermeyebilirler.. (Gördünüz mü "insaf" nasıl hayat kurtarıyor? :) Durun daha henüz hayat kurtarmadı.. Okumaya devam edin.. ) Bu, 1.asıl meseleydi..

Gelelim şimdi 2.asıl meseleye, şimdi bu durum şu açıdan çok önemli.. Eğer psikiyatristler, son derece normal olan "normal tepkiler"e psikiyatrik bir teşhis koyup-sağlıklı insanlara, zehirli ve ölümcül (Not 1) olduğu sonradan ortaya çıkan piskiyatrik ilaçlardan bir/birden fazlasını reçete etmiş olsalardı, bu sağlıklı insanlar, büyük olasılıkla, bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullandıkları için, gerçekten de beyinle ve/veya akılla (zihinle) ilgili "akıl hastalıkları"na yakalanma olasılığı da artmış /yükselmiş olabilecekti.. (Gerçekten de böyle olabilir mi? "Reçeteli ilaçlar, hayali (sahte) hastalıklarıgerçek bir hastalığa dönüştürebilir mi?" Bununla ilgili hummalı tartışmalar vardı dünyada.. Psikiyatrik ilaçların olası zararları ile bu yöndeki şüphelerin var olup-olmadığını daha iyi anlayabilmek ve öğrenebilmek için, 3,4,5 ve/veya 6.bölümleri okumanızda fayda vardır.. Biz de zaten bunları kafadan atmıyoruz. Buna ait olan varolan bilgilere /şüphelere göre hayal kuruyoruz /kurgu yapıyoruz /tahmin ve olasılıklarda bulunuyoruz..)

ŞİMDİ HAYAL EDELİM.. "SAĞLIKLI BİR İNSAN, NASIL BİR "AKIL HASTASI" HALİNE GETİRİLEBİLİR?"

 "Siz Allah'a şükür çok sağlıklısınız. "Maaşaallah turp gibisiniz! /...turp gibi adamsınız!!" deyimine uygun çok sağlıklısınız..(Aman nazar değmesin..) Ne geçmişiniz de ne de şimdilerde herhangi bir psikiyatrik bir sorununuz da yok. Akıl sağlığınız yerinde.. Diyelim..
 
Siz de herkes gibi bir takım olaylara "normal tepkiler" veriyorsunuz. Örneğin bir blog'da /twitter'de (X), /TV'de, Radyo'da, Youtube'de /başka herhangi başka bir Sosyal Medya Platformu'nda, herhangi bir/birden fazla olayı eleştiriyorsunuz.. Diyelim ki..  İnsanların (örneğin siyasetçilerin, örneğin doktorların, örneğin başka meslek sahiplerinin) yapmış oldukları hataları, yanlışları eleştiriyorsunuz. Hatta eleştiri dozunu artırıyorsunuz ve hakaret, küfür vs olmadan bu şekilde daha da ileri gidiyorsunuz. Yada sokakta, caddede veya herhangi bir yerde, mekanda, (tıpkı sosyal medya platformlarında vb'de olduğu gibi), yine (yaşanıyor olan (anlık)/yaşanmış (geçmiş) herhangi bir olaydaki hadiseyi/hadiseleri vb gibi) bir şeyleri eleştiriyorsunuz /bir olaya tanıklık ettiniz ve buna son derece "normal tepkiler" vermeye başladınız. Hatta daha da ileri gidiyorsunuz, normal tepkilerin dozunu "şiddet" olmadan artırıyorsunuz.. VS VS.. Daha bunlar gibi akla hayale gelmeyecek onlarca, yüzlerce belki de binlerce hadiseler ve bunlara verilebilecek tepkiler de son derece "normal tepkiler" söz konusu.. İşte bunlardan birini yaptığınızı varsayalım.. Siz de varsayın.. Hayal edin.. Siz "normal tepki" veren kişisiniz.. ("Normal Tepkilerin sınırı ne olmalı?" bu konuyu kurgu sonunda ele aldık..)

"Böyle iyiydik!" derken.."Aaaa!" "Ama o da ne?" Etrafınızda sizi çekemeyenler var.. Bazı insanlar, sizin bu tepkilerinizden hoşlanmıyor ve deyim yerindeyse sizi, son derece normal olan "normal tepkileri"nizden dolayı size adeta (halk dilinde) "deli" yani "akıl hastası" olarak görmeye başlıyorlar. Çünkü, sizin yaptığınız bu "normal tepkileri", onlar "A-normal tepkiler" olarak algılıyorlar.. Ve sizi mesela "Yahu bu delidir, psikiyatrik tedavi görmesi gerekiyor!" diye polise şikayette bulunduklarını ve hatta daha da ileri gidelimsizi mahkemeye verdiklerini düşünün.. Veya şöyle de olabilir.. Sizi çekemeyenler aslında, sizin mal varlıklarınıza, paranıza, pulunuza vb el koymak ve/veya sizden birşekilde kurtulmak isteyen aile üyeleri, yakınlarınız ve/veya başka başka yakın tanıdıklarınız, komşularınız, akrabalarınız vs vs de olabilir.. Yada siz siyasi bir muhalifsiniz /eleştirmiş olduğunuz kişiler ve/veya kuruluşlar var diyelim ve bunlar, sizden bir an önce kurtulmak istiyorlar.. Eyvah da eyvah! Ve böyle sinsi bir plan hazırlıyorlar. Ve deyim yerindeyse "Yav bu ruh hastası ne dediğini bilmiyor?! Benim /onun bunun hakkında atıp-tutuyor! Derhal psikiyatrik bir tedavi görmesi lazım!" gibi sizi şikayet ediyorlar, diyeliiim... Ve daha bunlar gibi bunlara benzer çok sayıda "şikayet, iftira ve çekememezlik" senaryolarından biri ile de karşılaşabilirsiniz.. İşte böyle böyle derken, bu şekilde bir hayal kurun, düşünün, kurgulayın işte.. Herşey olabilir.. Başınıza herşey gelebilir.. Allah muhafaza..

Diyelim ki sizi gerçekten de mahkemeye verdileer.. Mahkemeye çıktınız ve hakim amca /hakime teyzenin sizi "akıl sağlığınızın" yerinde (yani bir nevi "deli"olup-olmadığını öğrenmek için psikiyatrik bir muayene sevk ettiğini hemi de "polis zoru" ile bir düşünün.. Ve bir şekilde "mahkeme kararı" ile hemi de polis zoruyla, bir psikiyatri servisine muayeneye götürüldünüz.. Ve diyelim ki.. Psikiyatrist hekim, sizi değerlendirmeye aldı ve sizin verdiğiniz son derece doğal ve normal olan "normal tepkileri"nizi, psikiyatrik hastalık teşhis-tanı koyma kriterlerinden biri ile size örneğin şizofreni teşhisi koydu.. Ve size psikiyatrik hastalığa ait olan bir/birden fazla psikiyatrik ilaçlar yazdı.. Ve siz de, mahkeme kararı  ve polis zoruyla getirildiğiniz için "Eğer kullanmazsam beni hapse atarlar /akıl hastanesine atarlar!" vs vs diye korktunuz ve bundan kurtulmak için de tabiiri caizse "Yav, nolcak sanki! Bu ilaçları kullansak ne olur ki? Sanki ölcek miyiz? Dünyada milyarlarca insan kullanıyor, onlara bişey olmuyor da bize mi bişey olacak! Allah Allah!" gibi düşünmeye başladınız ve (tabii ilaçların beyninizin kimyasal yapısını değiştirebilecek düzeyde nasıl bir güce sahip olduğunu bilmeden ,hiçbirşeyin farkında olmayarak) bu ilaçları (seve seve /istemeye istemeye) kullanmaya başladınıız.. (Bitti mi? Bitmedi, dahası var..)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi siz de ne geçmişiniz de ne de şimdiler de herhangi bir psikiyatrik bir rahatsızlık (yani akıl hastalığı) falan yok. Gayet normal tepkiler veriyorsunuz.. Ama işte kurgu hikayesi bu ya, siz buna rağmen bir şekilde hapse girmekten /akıl hastanesine yatırılmaktan korktuğunuz için, bu zehirli ve ölümcül olabilen psikiyatrik ilaçları kullanmaya başladınız. (Bakın kurgumuzun kritik yerine geldik, iyice okuyun ve anlamaya çalışın..)

Yine diyelim ki.. Bu ilaçları doktorun tavsiyesine göre kullanmaya başladınız.. Ve ilacı kullanmaya başladığınız andan itibaren.. /kısa bir süre sonra.. /uzun vade içinde.. (ama genel de ilacın kullanımından hemen sonra /kısa bir süre sonra (birkaç gün içinde gibi) olabiliyor).. Doktorun size koymuş olduğu malum psikiyatrik hastalığa ait belirtileri (semptomları), yaşamaya başladınız.. Aslında bu semptomlar siz de 'daha önce hiç yoktu' ama psikiyatri ilaçları kullanmaya başladığınızdan itibaren, bunları yaşamaya başladınız. Ne oldu da böyle oldu? "Yahu ne oldu bana Allah Allah!diye düşünmeye başladınız; (tabii ilaçların olası etkisi o kadar kuvvetli ki büyük ihtimalle bu düşünceyi bile hayal dahi edemiyorsunuz gibi bir durum da söz konusu olabiliyor, yani bir nevi sizin kafa (düşünceniz) başka yerde çünkü, bunu 'düşünecek haliniz, vaktiniz dahi yok, ilaçların etkisi bunu düşünmeye size izin dahi vermiyorgibi olduğunu düşünün, hayal edin.. Neyse kaldığımız yerden devam edersek..) Ve tabii ki siz de bunun, ilaçlardan olabileceğine dair herhangi bir şüphe falan da yok.. Ama aslında var (yani siz bunun psikiyatrik ilaçlardan olabileceğinin farkındasınız) ama bu durumu, özellikle de psikiyatri hekimleri bu semptomları (genel de her alandaki doktorların yaptıkları gibi) "ilaçların yan etkisi" diye hastalarına söyledikleri için, ne hastalar ne de diğer hasta yakınları, bu hastalık semptomlarına sebep olabileceği şeyin aslında psikiyatrik ilaçların bizzat kendisi olabileceğinin farkında bile olmayabiliyorlar.. (Ama aslında yukarıda da dediğimiz gibi farkındalar (yani ilaçların yan etkisi olduğunu biliyorlar) ama asıl bilmedikleri şey bu değil çok farklı birşey.. Ve bu şimdiler de dünyanın tartıştığı bir konu.. (Not 2,3)

Evet, nerede kalmıştık.. Diyelim ki.. Şimdi siz, psikiyatrik ilaçları kullandıktan hemen /kısa bir süre sonra, doktorun teşhis koymuş olduğu hastalık semptomlarını (örneğin baş ağrısı, sinirlilik, kaygı, korku vb gibi ve/veya şiddete, intihara ve/veya cinayet işlemeye meyilli hale gelme gibi vb hastalık semptomlarından bir/birden fazlasını) yaşamaya başladınız.. Ama siz düşünmeye başladınız ve içinizden dediniz ki; "Yav bunlar bende daha önce yoktu. Ne oldu bana böyle? İlaçların yan etkisi mi yoksa gerçekten ben psikolojik olarak çok hasta biri miyim? Acaba gerçekten de şizofreniye mi yakalandım?" gibi söylenmeye başladınız.. (Tabii bunu bile düşünecek vaktiniz, olanağınız varsa..) Bu şekilde düşünerek, doktorunuzu da (size koymuş olduğu "hayali (sahte)" hastalık teşhisini de) bu şekilde doğrulamış oldunuz.  Kurgu bu ya, doktorunuzun istediği de zaten buydu ama tabii siz bunun farkında bile değilsiniz.. Ve yine kurgu bu ya, işte diyelim ki.. İlaçları uzun süre kullandıktan sonra, bu semptomların azaldığını da hissetmeye başladınız.. (Vaaav! Acaba sebebi ne olabilir?) Ve siz de doğal olarak, (psikiyatrik ilaçların aslında beyninizin doğal kimyasal yapısını bozduğunu /değiştirdiğinin farkında bile (yani hiç bir şey den haberiniz) olmadığından dolayı "tıpkı covid ve aşı döneminde olduğu gibi") doktorunuzu ve ilaçları "Vay be, eğer bu ilaçlar olmasaydı benim durumum ne olurdu? Yine de Allah korudu? Allah razı olsun doktorumdan, ilaçlardan..!" diye övmeye başladınııız..

KURGU BİTTİ.. Şimdi kurguyu ele alalım..

Eeee sonra... Sonrası var aslında normalde hikaye-kurgu burada bitiyor.. "Aaa! Oldu mu şimdi? Ne dandik adamsın sen böyle, tam heyecanlı yerde filmi makaslıyorsun?" :)) Yok yahu, nerden çıkardınız.. Gerisini kurguyla bağlantılı tahminler, olasılıklar, öngörüler vb ile anlatmaya çalışacağız.. Çünkü, bu kurguyu fazla uzatmaya gerek yok.. Ne dediğimizi anladıysanız eğer.. Konuyu daha iyi anlayabilmek için, durumu yani size sebep olan aslında ne olabileceğine dair bir/birden fazla öngörüde, tahminde bulunalım ve şöyle kısaca anlatalım ve bu kurguyu burada sonlandıralım.. Yaptığımız araştırmalardan anladığımız ve çıkardığımız sonuca göre.. Tahmini olarak tabii ki.. 

Sadece insan beyni değil, neredeyse tüm canlı varlıkların (özellikle de insan ve hayvanların) beyinlerinde, beynin doğru ve düzgün bir şekilde çalışabilmesi (yani örneğin canlıların doğru ve sağlıklı bir şekilde düşünmesi ve hareket etmesi gibi faaliyetleri yapabilmesi) için, beyin ve vücudun kendine has özellikte doğal bazı bir takım kimyasal bileşikler bulunur. Buna, genel anlamda 'beyninkendi doğal kimyasal yapısı' da denebiliyor.. Bu kimyasal yapı, işte bu doğal olan kimyasal bileşiklerden oluşur. Doğal olması ise bu kimyasal bileşiklerin, beyin ve/veya vücut (yani kendilerine ait bazı hücreler /başka etkenler) tarafından üretilmesinden dolayıdır.. Beyin ve/veya vücut, bu kimyasal bileşikleri kendileri ürettiğinden dolayı da, bu kimyasal bileşiklerin ve bunların oluşturmuş olduğu (kimyasal) yapının özelliğine de DOĞAL KİMYASAL YAPI denilebiliyor.. Şimdi, böyle bir durum söz konusu olabildiğinden dolayı.. Mesela..

Yaptığımız araştırmalarda, insanların beyinlerini kontrol eden şeyin, aslında büyük olasılıkla "beynin, kendi doğal kimyasal yapısı", olabileceğine dair bir önfikir edinebiliyorsunuz.. Peki bunu nereden anlıyoruz? Tabii ki kısaca psikiyatik ilaçların beynin doğal kimyasal yapınını değiştirme gücünden anlıyoruz.. Zaten bu PS ilaçlar, bunun için üretilmişlerdir.. Bu durum bilinmeyen birşey değil, yani saklanacak, gizlenecek bir durum yok, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.. Bunu da çoğu araştırmalarda ve diğer verilerde, haber vb bilgilerde ortaya konan "beynin kendi doğal kimyasal yapısının" olmasından ve özellikle de psikiyatrik ilaçların beynin bu doğal kimyasal yapsısını değiştirmesinden anlıyoruz. (NOT 4) Eğer, beynin kendine ait doğal bir kimyasal bir yapısı varsa, bu doğal kimyasallar (doğal kimyasal bileşikler), büyük olasılıkla yukarıda da anlattığımız gibi 'beynin, sağlıklı (düzenli) bir şekilde çalışmasını, işlemesini sağlayabilen' özelliklere sahip olabileceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz herhalde..

Beynin sağlıklı çalışması /işlemesi, bu doğal kimyasal bileşik yapıları sayesinde oluyorsa eğer, psikiyatrik ilaçlar da, (büyük olasılıkla beynin, bu doğal kimyasal yapısında bir/birden fazla kimyasal değişikliğe uğratmak /bozmak için üretildikleri için) kendilerine has özellikteki "yapay kimyasal yapı bileşikleri" sayesinde, beynin bu doğal kimyasal yapısını da bir şekilde değiştirmeye /bozmaya çalışabilecektir. Bu da doğal olarak, büyük olasılıkla beynin kontrolünün de, (beynin kontrolünü sağlayan doğal kimyasal yapısından geri alınıp /yer değiştirerek /doğal alan bu kimyasal yapının üretilmesini engelleyerek (baskılayarak)), ilaçların yapay kimyasal bileşiklerinin kontrolüne geçebilmesi anlamına gelebilecektir diye de tahminlerde bulunabiliriz herhalde.. Bu, ne anlama geliyor olabilir? Şöyle ki..

Mesela kurguda vurguladığımız gibi, örneğin PS ilaç sonrası şizofreni hastalığına ait bir/birden fazla semptomları yaşamıştınız.. Ha işte bunun nedeni aslında, beyninizin doğal olan kimyasal yapısınınPS ilaçların güçlü yapay kimyasal yapı bileşikleri tarafından adeta hücum edilmesi /saldırıya uğramasından dolayıdır, diyebiliriz.. Yani PS ilaçların bu yapay olan kimyasal etken maddeleri, beyninizin doğal kimyasal yapısına hücum ederek (saldırarak), siz de (PS ilaç sonrası yaşamış olduğunuz) bu hastalık semptomlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ki bu, ilaç firmalarının ve hekimlerin "ilaçların yan etkisi" diye tanımladığı bu (sizin yaşamış olduğunuz) hastalık semptomlarının asıl nedenidir.. Ve bu daha önce de söylediğimiz gibi aslında gizli, saklı olan ve bilinmeyen bir şey de değil.. PS ilaçların üretiliş amacı zaten (herhangi bir PS hastalığa ait hastalık semptomlarına karşı olumlu ve/veya olumsuz yönde etki edebilmesi amacı ile) beynin doğal olan bu kimyasal yapısını bir şekilde değiştirmek /baskı altına almak vb ile alakalıdır.. Öyleyse.. Bu açılardan baktığımız da ilaç firmaları ile doktorların, buna "ilaçların yan etkileri" tabirini verdiği şeyin, aslında (ilaçların yapay kimyasal yapısına ait kimyasal bileşiklerin, beynin doğal kimyasal yapısına adeta hücum etmesinin /saldırmasının bir sonucudur) öngörüsünü de çıkarabiliriz herhalde.. 

Yine öyleyse.. "PS ilaçların kendine has özellikteki kimyasal bileşiklerin, beynin kendisine ait olan doğal kimyasal yapı bileşiklerine adeta hücum ediyor /saldırıyorsa" eğer (ki öyle gözüküyor),söz konusu olan hastalık semptomlarının da ortaya çıkmasının sebebi de budur, diyebiliriz.. Çünkü, PS ilaçların üretilmelerinin asıl amacı da (yukarıda da vurguladığımız gibi) zaten budur. Yoksa PS hastalıklar ile nasıl mücadele edilecek? İyileştirme söz konusu değil ama sadece baskılıyor gibi gözüküyor ancak bunu yaparken beynin doğal kimyasal yapısını da bir şekilde değiştirebiliyor.. Peki bu iyi bir şey mi yoksa kötü bir şey mi? İşte mesele bu..

Eğer durum böyleyse.. Yukarıdaki olasılıklar eğer çok güçlüysepsikiyatrik ilaçların 'sağlıklı bir insanda neler yapabileceğini ve nelere sebep olabileceğine dair tahminlerinde bulunabiliriz herhalde.. Tüm bu olasılıkları okuduktan sonra, psikiyatrik ilaçların sağlıklı insanları bir çeşit "akıl hastalıkları"ndan biri ile "hasta" edip-etmeyeceği yönünde bazı fikirlere sahip olabiliriz.

Mahkeme kararı ve polis zoru ile sağlıklı insanların "akıl hastası" olmasına sebep olmak..

Bu, aslında ne kadar korkunç birşey.. Şöyle ki.. Adeta Yargı yoluyla PS ilaçlar ile zehirlenerek "akıl hastası" haline dönüşmek gibi birşey bu.. Ama tabii ki, doğrusunu söylemek gerekirse, mahkemelerin (yani yargının) burada yapacak birşeyi yok gibi. Çünkü, işin asıl gerçeğinin bu olabileceğini büyük ihtimalle bilmiyorlar. Veya bilseler bile ne olacak ki? Psikiaytri kararlarına (sonradan ortaya çıkan yüzlerce hayali (sahte) hastalık olması muhtemel teşhis tanı koyma kriterlerinin olmas ihtimali nedeniyle), mahkemelerin karşı çıkması gibi bir şey söz konusu olmayabiliyor.. Bunun nedeni çok ve farklı olabilir. Ama asıl 3 neden burada önemli gibi gözüküyor..

1.neden teşhis konulan kişinin gerçekten PS hastası (yani halk dilinde akıl hastası /deli) olma olasılığının olup-olmaması durumunun belirgin olmaması.. Şöyle ki.. Psikiyatrstlerin bu konuda vermiş oldukları kararlar, hukuki açıdan bağlayıcı olduğu için, mahkemeler mecburen buna uymak zorunda kalabiliyorlar.. Burada PS kararları doğru da olabilir yanlış da, mahkemeler bunu bilemez ama "kişinin hastalığının belirgin olmaması", kişinin sonradan işlemesi muhtemel bir takım (şiddet, intihar, cinayet vb gibi) psikiyatrik semptomlarına yakalanmasının belirgin olup-olmaması da, mahkemelerin elini kolunu bağlayabilen bir durum da olabilir.. Zaten bu gibi nedenlerle de, mahkemeler büyük olasılıkla PS kararlarına karşı çıkamıyor da olabilir.. Ancak..

2.neden ise.. Ancak.. Psikiyatrik teşhislerin neredeyse yüzlercesinin hayali (sahte) olma olasılıklarının olması ve PS ilaçların olası muhtemel (öfke, sinir vb, cinayet işlemeye, intihara ve şiddet eylemelerine meyilli hale gelme gibi) hastalık semptomlarına sebep olması gibi etkenlerin (gerekçelerin) olması da, mahkemelerin "karar" verirken bir kez değil, 3 kez düşünmesi gerektiği de önemli noktalardan biridir, diyebiliriz. PS ilaç sonrası, kişiler bu belirtilen semptomları gerçekleştirirlerse, büyük olasılıkla PS hekimleri, buna "ilaçların yan etkisi" diye cevap verecektir. Ve mahkemeler de bunu (tek yetki PS hekimlerinin kararları olduğu için herhalde,) kabul edecektir.  Ancak bu durum da, aynı PS ilaçları kullanan binlerce belki de milyonlarca dünya geneli için milyarlarca insanın aynı semtomları yaşaması durumunda ise, burada asıl suçlu kim olabilecektir? Mahkemeler mi, yoksa PS hekimleri mi? 

Hemen hemen neredeyse her gün, Türk medyası da dahil en azından dünya medyasında çeşitli şekillerde haberlerini vs gördüğümüz 'cinayetlerin, saldırıların, şiddet eylemlerinin ve intiharların vb' gibi olumsuzluklar yaşandığında,  (tabii hepsi olmasa da büyük kısmında) medyada ('Saldırgan /katil PS bir tedavi görüyordu' ve//veya 'Saldırgan /katil şu şu PS ilaç kullanıyordu!') gibi küçük bir bilgi şeklinde verilen eylemlerin arkasında hep bu PS ilaçların karşımıza gizlice çıktığını görebiliyor ve/veya fark edebiliyorsunuz.. Herkes, saldırganın /katilin PS tedavisi görmesinden dolayı onların birer "akıl hastası /psikolojik sorunları" vb gibi durumlara sahip oldukları algısı ile düşünceler başka yerlere kayıyordu ancak bu nedenle hiçkimse bunların yaşanmasına sebep olan şeylerin aslında "PS ilaçlarıolabileceğine dair herhangi bir fikir sahibi olmayabiliyordu.. Halbu ki.. Bu PS ilaçların bunlara sebep olabileceğine dair veriler ve kanıtlar bulunmaktadır. Bu veriler ve kanıtları ise özellikle de ABD'de bu durumu araştıran ve yıllarca ABD mahkemelerinde bilirkişi olarak görevler yapan Peter Breggin, Devad Healy gibi ünlü psikiyatrik profesörlerden tutunda, Prof. Peter C. Gøtzsche gibi yine psikiyatrik hocalara kadar çok sayıda araştırmacı hekimler tarafından ortaya çıkarılmıştır diyebiliriz.. Hatta bugün dünyada çok sayıda PS ilaçların prospektüslerinde (yukarıda geçen olumsuz etkiler de dahil ama daha önce olmayan) çok sayıda çok ciddi "yan etkiler"in  yer alması, işte hep bu PS hocaların vermiş oldukları mücadeler sayesinde (yani PS ilaçların bu olası zararlara sebep olduklarını ortaya çıkarmış oldukları gerçekler sayesinde) olmuştur, diyebiliriz.. Eğer onların ortaya çıkarmış olduğu bu gerçekler olmasaydı, büyük ihtimalle halen bile bu PS ilaçların prospektüslerinde, ölümcül dahi olabilen bu olası ciddi yan etkiler yer alıyor olmayabilecek ve insanlık ta, bundan bir haber olarak kalabilecekti, diyebiliriz..

Türkiye medyasında da sık sık bazı "cinayet, şiddet ve intihar" özellikli üzücü olaylar yaşanmaktadır ve bazılarında yer alan  ('Saldırgan /katil PS bir tedavi görüyordu' ve//veya 'Saldırgan /katil şu şu PS ilaç kullanıyordu!') gibi küçük bir bilgi şeklinde verilen eylemlerin olması, aslında bize bu PS ilaçların bu üzücü olaylara sebep olabileceğine dair bir fikir de verebilir diye tahminler de bulunabiliriz.. Peki medya, neden bu gerçeği araştırmıyor? Yada mahkemeler, bu tür olaylarda dürüst PS hocaları bilirkişi olarak atıyor mudur, bu tür olayların sebeplerinin PS ilaçları olup-olmamasının araştırılması adına.. Tıpkı ABD'de olduğu gibi.. Yada dürüst PS hocaları neden bu gibi şeylere kafa patlatmaz? İlla da yabancılar mı bu gerçekleri ortraya çıkartacak? Vs vs..

3.neden ise işte yukarıda da belirttiğimiz gibi, PS hekim kararları, hukuki açıdan "geçerli "karar olarak görülmesinin arkasında da, büyük olasılıkla "Psikiyatrinin bu olası gücünün hemen hemen neredeyse tüm devlet kurumlarına yerleşmiş olması" da yatıyor olabilir.. Yargı ve mahkemeler bile Psikiyatrinin kararlarına dahi karşı çıkamıyorlar, bir düşünün Psikiyatrinin gücünü.. Aslında bunu da biz söylemiyoruz.. Psikiyatrinin hemen hemen her kuruma yerleşmiş olduğunu araştırmalar söylüyor.. En azından CCHR insan hakları komisyonunun ortaya koymuş olduğu (bazı belgesellerde geçen) verilere göre durum böyle.. Ama gerçekten de durum böyle değil mi? PS kararlarına kim karşı çıkabiliyor ki? Psikiyatri, nasıl böyle güçlü ve etkili hale geldi? Bunu CCHR belgesellerinden öğrenebilirsiniz. Bunların birer özetini yani bazılarını Türkçe olarak bu blogda okuyabilirsiniz.. Sitenin kendisine giderek, söz konusu olan videoalrı izleyebilirsiniz.. Oradaki belgesellerin size anlatmak istediği çok şey var..

Nerde kalmıştık.. Tüm bu olasılıkları ele alarak, bu kurguda geçen "mahkeme kararı ve polis zoruyla" olan kısmının da ne kadar korkunç olabileceğini de hayal edin.. Mahkeme kararı ile ve polis zoruyla, sizde olmayan bir hastalığa (örneğin akıl hastalığına) gerçekten de sahip olmanızı sağlayabilmek için (tabii ki mahkemelerin /polislerin bu durumdan haberleri olmadığı için, onları da pek suçlayamayız ama böyle durumlar olabileceği için bu gerçeği de saklamak doğru da olmayacaktır), bu zehirli ve ölümcül psikiyatrik ilaçlara mahkum ediliyorsunuz.. Bu, aslında ne kadar korkunç bir durum.. Sizde olmayan bir akıl hastalığına yakalanmak için, zorla mahkeme kararı ve polis zoruyla, psikiyatriye sevk edilmek ve en kötüsü de, psikiyatri hekimlerinin size "hayali (sahte) olması muhtemel olan bir psikiyatrik bir teşhis koyup-bu zehirli ve ölümcül olabilen bu PS ilaçları kullandıktan sonra da gerçekten de teşhis konulan "akıl hastalığına" yakalanmak... İnanın oldukça çok kötü ve bir o kadar da insan hakları ihlali olarak da bunu görebiliriz herhalde..

Mahkeme kararı ve polis zoru ile demişken.. Aklımıza cezaevi mahkumları geldi.. 

Ne alaka bir durum ve sonrası..

Ne alaka demeyin, hele bi dinleyin.. Bazen hastanelerde (devlet ve devlete ait üniveriste hastanelerinde), bazı mahkumların jandarmaların eşliğinde elleri kelepçeli olarak getirildiğini herhalde görmüşsünüzdür.. Mahkumlarım neden buralara hem de elleri kelepçeli olarak getirildiklerini anlamak biraz zor. Nedenini tam olarak bilmiyoruz, yönetmelikten vs olabilir. Devletin cezaevleri mahkumları için her türlü tıbbi ekipmanların ve hizmetlerin yer aldığı özel hastaneler oluşturması ve buralarda dürüst, bağımsız sivil hekimlerin ve diğer sağlık çalışanlarının çalışması yerinde olacaktır.. Mahkumların elleri kelepçeli olarak, jandarmalar eşliğinde hastanelere getirilmesinin hem mahkumun onurunun zedelenmesi, psikolojisinin bozulması vs gibi insan hakları açısından hem de hastaneler de bulunan sivil halkın özellikle de hassas bireylerin ve çocuk ve gençlerin, mahkumları elleri kelepçeli olarak bu şekilde görmeleri, oldukça onları da rahatsız edebilmesi ve psikolojilerinin bozulabilmesi açısından da pek iyi birşey gibi gözükmemektedir. Yıllardır bu uygulamanın sürdürüldüğünü düşünürseniz, şimdiye kadar kaç mahkumun ve sivil halkın, çocuk ve gençlerin nasıl bundan olumsuz bir şekilde etkilendiklerini, kimlerin rahatsızlandığını vs gibi psikolojik ve/veya hastalanma ve/veya ölme durumlarını bilebilmek oldukça zor olabilecektir. "Bu uygulama yıllardır var, şimdiye kadar birşey olmadı da,şimdi mi olacak?" gibi soruların mantıksız ve akılsız bir durum olması, şimdiye kadar gerçekleşme ihtimali olabilen bu tür durumların, bir şekilde belirlen(e)memesi nedeniyledir diyebiliriz herhalde.. Bu, tıpkı covid aşı sonrası zarar görüp (yaralanaıp /ölüp hayatını kaybeden insanların), gerçekte neden ve nasıl yaralandıklarının /öldüklerinin kişiler tarafından bilin(e)memesine, öğrenil(e)memesine benziyor. Asıl gerçek bunları yaralayan ve öldüren aslında zehirli covid aşıları ama aşılar konusunda adeta bir "putlaştırma" söz konusu olabildiği için, bu zehirli covid aşılarından yaralanan ve ölen insanların akibetleri de (diğer gizli saklı ve faaaili meçhul cinayetler gibi) bu şekilde bir sır perdesi olarak tarihin çöplüklerine atılmış olarak kalabilecektir.. İşte bu tür sorular da bu duruma benziyor. "Nereden bileceksiniz ki, şimdiye kadar birşey olmadığını? Doğrudürüst, adam gibi araştıran mı var bu tür hadiseleri?" Mesele bu..

Mahkumların PS durumları..

Evet, şimdi yukarıda mahkumlarla ilgili anlattığımız bu durum (mahkumların kelepçeli olarak hastanelere getirilmesi ve bundan hem mahkumların hemde toplumların bir şekilde olumsuz etkilenmesi vb), belki konumuzla ilgili değil, "ne alaka"ya uygun bir konu.. İlk önce bu aklıma geldiği için söyleyeyim dedim.. Ama asıl meselemize gelince.. Şimdi bilidiğiniz gibi mahkumlar, hastanelere sık sık getirilir. Ve sizler de görmüşsünüzdür bu durumu. Mahkumların çeşitli rahatsızlık ve/veya hastalıkları için hastanelerin çeşitli tıbbi alanlarına götürülürler.. Bunlardan biri de Psikiyatri alanıdır. Yukarıdaki ana konumuza istinaden... Akla gelen soru şu; "Mahkumlar bu psikiyatri servislerine (poliliniklerine), kendi istekleri doğrultusunda mı getiriliyorlar yoksa emir-talimatlar ile mi getiriliyorlar?" Bunun bilinmesi lazım.. 

Çünkü.. Cezaevi mahkumları ister kendi istekleri doğrultusunda olsun, isterse cezaevi yönetiminin /Adalet bakanlığının emir ve talimatları ile olsun, PS servislerine (polikliniklere) sevk edildiklerinde, psikiyatrik ilaçların olası zararlarından dolayı hem kendisinin hem de çevresindeki diğer mahkumların bir şekilde zarar görebilecekleri (yaralanmaları /ölmeleri) durumlarında bundan cezaevi yönetimi /Adalet Bakanlığı ne derece sorumlu olabilecektirKendi istekleri doğrultusunda değilde, cezaevi yönetiminin /Adalet bakanlığının emir-talimatları ile getiriliyorsa.. Zaten burası çok sıkıntılı bir durum.. Konuda da izah ettiğimiz gibi PS ilaçların olası zararlı ve ölümcül yan etkilerinden dolayı, (üstelik bir de mahkumların PS hastalıklarla bir ilgisi olmadığı yani sağlıklı olduğunu bir düşünürseniz), PS ilaçlarını kullanmaya başladıktan itibaren, mahkumların gerçekten de herhangi bir PS hastalığına (yani örneğin Şizofreniyeyakalanma olasılığının da olabilmesi açısından baktığımız da.. Cezaevi yönetimin /Adalet bakanlığının emir ve talimatları ile mahkumların PS servisine götürülmesi ve PS ilaçlarına maruz kalma durumu ve sonrası gelişmeler, tıpkı mahkeme kararı ve polis zoru ile götürülen insanların PS ilaçlarına maruz kalarak-gerçekten de bir "akıl hastalığına" yakalanmaları durumuna benziyor gibi gözüküyor.. 

Devlet gözetiminde "akıl hastası" haline getirilmek..

Devletin sizi (/herhangi bir kişiyi) "akıl hastası" yapma olasılığı mümkün olabilir mi? Evet bu mümkün olabilir ama devletin bu durumu bilmesi pek mümkün değil gibi gözüküyor.. En azından bilerek yapmadığını tahmin edebiliriz. Tabii bilerek yapılan durumlarda olabilir.. Bu, biraz kişisel ve/veya siyasal çıkarlardan kaynaklanabilen durumlardan olabilir diyebiliriz.. Burası çok ayrı bir konudur.. Devletin bilmeden yapmış olduğu bu eylem açısından bakarsak.. Devletin bilmeden sizi (herhangi bir kişiyi) hemi de durup-dururken, bir "akıl hastalığına -mesela şizofreniye" yakalanmanızı sağlayabilmek için oldukça özen göstermesi durumu, hem trajikomik bir hikaye hemi de çok korkunç bir durum aslında.. Yani bir nevi "devlet eliyle, akıl hastası olmak.." Düşünün devlet, belki bilmeden sizi halk dilinde bir "akıl hastası" yapmak, "deli" haline getirmek için deyim yerindeyse eğer adeta didinip duruyor.. Ve sizin de bu zehirli PS ilaçları ile gerçekten de bir "akıl hastalığına" yakalandığınızı varsayın.. Daha bundan kötüsü ve korkuncu ne olabilir ki? İşte bunların olmaması ve yaşanmaması gerekiyor.. Bu, gerçekten çok kötü ve gerçekten çok önemli bir insan hakları ihlalidir.

Tabii şunu da söyleyelim.. Devlet (mahkeme kararı ve polis zoru ile gibi yöntemler) eliyle, insanların "akıl hastası" olarak etiketlenmesi (yani akıl hastalığına yakalanmasının sağlanılması) durumu, hemen hemen tüm dünya ülkeleri için geçerli olan bir durumdur diyebiliriz.. Sadece tek bir ülkeye has bir durum değil.. Gelişmiş batı dünyasında bile aynı hadiselerin söz konusu olabileceğini (özellikle de 1.bölümdeki haber vb bilgilerden ve 5. ve/6.bölümdeki verilerden) fark edebiliyorsunuz.. Gelişmemiş /gelişmekte olan diğer dünya ülkelerinde durumun ne oranda olabileceğini kestirebilmek ise oldukça zor olabilecektir. Çünkü bu tür ülkeler, adeta bir sır küpü gibi.. Neler olup-bittiğinine gibi dolaplar çevrildiğini bilebilmek oldukça çok zor gibi gözükmektedir diyebiliriz..

Burada anlatmak istediğimiz şey de şu.. Yani, hiçbir insanın (hele hele saldırganlık hali olmayan ve sağlıklı olarak gözüken insanların "mahkumlar da dahil"), hiçbir şekilde mahkeme kararı ve polis zoru ile ve/veya cezaevi yönetimi /Adalet bakanlığının emir ve talimatları ile, PS servislerine (polikliniklere) götürülmemeli ve bu insanların zehirli ve ölümcül ve oldukça zararlı olabilen PS ilaçlarına maruz bırakılmasına izin verilmemelidir. PS servislerine götürülmesi gerekenler sadece acil durum gerektiren durumlarda 'oldukça saldırgan bir eğilime' sahip insanlar olmalıdır.. PS ilaçları sadece acil durumlarda o da sadece "saldırgan" eğilimli insanlar için kullanılmalıdır.. Bir insanın saldırganlığı (şiddet) yoksa ama örneğin intihara meyilli ise, burada yapılacak şey, yine PS servisleri değil, o kişinin rehabilite edilebilmesi için, devlet tarafından işletilen, kontrol altında olabilen ve ilaçsız tedavi olanaklarının olabildiği Özel Yatılı Rehabilitasyon Merkezlerine (RM) yönlendirilmesidir.. PS ilaçlarının (en azından bazılarının) insanları şiddet ve cinayet işlemeye ve intihara meyilli hale getirmeye çalıştığı artık bilinmeyen birşey değil. Bu nedenle, bu durumda olanların PS ilaçları yerine, ilaçsız tedavi seçeneklerinin yer aldığı özel yatılı RM'lere yönlendirilmesi gerekir diye, tahminlerde bulunabiliriz.. Tabii buralara şiddet (saldırganlık) ve cinayet işleme halinde olan kişiler getirilmemelidir. Bunların ilk durakları Akıl ve Ruh hastalıkları Hastaneleri olmalıdır. Bunların dışındakiler (yani saldırganlık ve cinayet işleme hali olmayan diğer tüm hastaların) ise, bu bahsettiğimiz özel yatılı RM'lere yönlendirilebilir. Saldırgan ve cinayet işleme halinde olan kişilerin düzelmeleri durumunda ise, bunlar da bu öze yatılı RM'lere yönlendirilebilir.. (Daha fazlası için 1 ve 2..bölümlere göz atabilirsiniz..)

Normal Tepkilerin sınırı ne olmalı?

Yukarıda da anlattığımız gibi insanların herhangi bir olay karşısında,"normal tepkiler" vermesi son derece normal ve doğaldır. Olayların içinde fiziksel olarak "şiddet" varsa, bu fiziksel "şiddet"i durdurmak için, meşru müdafa olarak yine sadece engelleme ve savunma pozisyonunda "fiziksel şiddet" ile karşılık verilebilir. Fizkisel şiddet'te masum insanlar zarar görüyorsa, bu meşru müdafa olarak bu şekilde engellenebilir. Ama bu meşru müdafa durumu da "olayların durumuna" göre değişebileceğinden dolayı, bu son derece tartışmalı bir durumdur. Çok iyi elenip-değerlendirilmesi gerekebilir.. Fiziksel şiddetin mutlaka gerçekleşmesi gerekebilir. Yada fiziksel şiddetin olabileceği hissedilirse, olası fiziksel şiddeti engeleyebilmek adına, mümkünse "fiziksel şiddet" kullanmadan, kişilerin eylemlerine geçmeden duruma müdahele edilebilir. Böyle olması yerinde olabilir. Çünkü bazı olası fiziksel şiddet eylemlerinin olabileceği hisleri BOŞ çıkabilir, başka başka durumlar ortaya çıkabilir. O yüzden bu gibi "durum değerlendirmeleri"ni iyi ele almak önemlidir.. Fiziksel şiddet eylemleri gerçekleşiyorsa ve insanların buna gücü yetmiyorsa, eğer mümkünse kolluk kuvvetlerinden yardım alınabilir. Acil bir durumda ise, etraftan da yardım alınabilir. İnsanların bu gibi konularda soğunkanlı olmaları son derece önemlidir.. (Ve tabii ki bunlar sadece birer olasılıklar, tahminler, daha fazla da diğer olasılıklar da mevcut olabilir..Biz bunları örnek olsun diye verdik, asıl ne ve nasıl olmalı işin güvenlik uzmanları /resmi prosüdürler ne diyor, onlar daha iyi anlatabilir.. Herneyse..) Fiziksel şiddetin olmadığı olaylarda ise..

"Normal tepkiler"in sınırı, sadece "fiziksel şiddet" eylemleri değil, örneğin fiziksel şiddet yok ama durup-dururken "bağırıp-çağırmak"da A-normal bir tepki olarak değerlendirilebilir. Fakat burada önemli olan OLAYLARIN var olup-olmaması ile alakalıdır herhalde.. "Bir insan durup-dururken niye bağırıp-çağırır?"OLAY(LAR)DAN"dan kasıt sadece "anlık olarak gerçekleşen fiziksel olaylar" ile ilgili değil, önceden olmuş-bitmiş (geçmiş) fiziksel olaylar" için de geçerlidir.. Geçmiş fiziksel olaylar için de insanlar bunlara "normal tepkiler" verebilirler. Zaten hemen hemen herkesin sadece sosyal medyada değil, kendi hayatlarında da yapmış olduğu şey de budur. Geçmiş olan fiziksel olaylara, son derece normal ve doğal olan "normal" tepkilerini istedikleri zaman,  (bazı istisnalar haricinde) istedikleri yerde verebilmeleri söz konusu olabiliyor.. İstisnaya söz konusu olan şeyler farklı olabilir.  Örneğin, durup-duruken, bir kişinin evine gidipev sahibinin hiç hoşlanmadığı, rahatsız olduğu (ve anlamsız ve mantıksız olarak da gözükebilecek) bazı tepkileri vermeye başlarsanız, (örneğin adamın ailesinin yanında "Yav komşu, gördün mü Adolf Hitler neler neler yapmış.. Karılara kızlara.... Vay anasını avradını...." gibi içinde bol bol küfürün olduğu konuşmaları yapıp-tepki verirseniz..) başınız oldukça belaya girebilecektir.. Bu, insanların "kendi evinde /işyerinde /mekanında "kendisini, ailesini vs /müşterilerini rahatsız ettiğinizden" dolayı olabilir. (Bazıları istisna olabilir. Örneğin müşteri odaklı mekan ve/veya işyerlerinde, kişiler müşteri olarak oradalarsa ve mekan /işyerinden almış olduğu hizmet konusunda bir hoşnutsuzluğu /bir problem varsa, müşterinin bunu daima dile getirme ve hakkını arama hakkı vardır. Bunun dışındakiler ise sorun teşkil edebilir..)

O yüzden özellikle de geçmiş olan fiziksel olaylara "normal" tepkiler verirken, özellikle insanların rahatsız olabilecekleri evleri, dükkanları gibi şahıslara mülklü olan mekanlar değil (bazıları istisna olabilir, örneğin bazıları bu tür tartışmaları sevebilir, ailecekte sevebilirler, tabii ki bunlar ayrı bir konu, bunların iyi bilinmesi, öğrenilmesi lazım, unutmamak lazım ki "Her kuşun eti yenmez!"), daha çok toplumun ilgisinin yoğun olduğu yerler (örneğin mesela blog, tv, radyo gibi sosyal medya platformları, resmi izne tabii olan/olmayan kamusal alanlar /meydanlar (buralarda eğer izne tabi ise izin alınarak protestolar, gösteriler yapılabilir, fikir ve düşünceler izah edilebilir vs vs) vb gibi ile birlikte insanların çok güvendikleri ve kendilerine zarar vermeyeceklerini bildikleri ama onların da bunlardan rahatsız olmayabilecekleri bireysel kişiler ve onların mekanları, evleri vs vs gibi yerler) seçilmelidir.. (Tabii bunlar sadece aklımıza gelenler, illa da böyle olacaklar diye birşeyde yok, başka farklı durumlarda olabilir..) İzne tabii olan yerlerin, mekanların iyice öğrenilmesi ve varsa izinlerin alınması gerekebilir..

 Anlık durumda ve/veya geçmişte "OLAY VARSA VE/VEYA YAŞANMIŞSA TEPKİ DE VARDIR." mantığından hareketle, bu tepkilere "sözlü normal tepkiler" ile birlikte bağırıp-çağırma da girebilir. Olayların olmadığı bir ortamda bağırıp-çağırmak, biraz farklı algılanabilir. Bir rahatsızlığın belirtisi olabilir. (Tabii bunlar iyice tespit edilmesi ve ele alınması gereken şeyler..)

Yukarıda bu saydığımız ve aklımıza gelen olasılıklar açısından değerlendirirsek "Normal Tepkilerin Sınırı"nı bu gibi perspektiflerden bakarak çizebiliriz. ANLIK ve YAŞANMIŞ OLAYLAR için "normal tepki"ler oluşturmak gayet doğaldır. Bunlara bağırıp-çağırmak da dahil. Ancak burada önemli olan OLAYLARDA"normal tepki" verilecek kadar bir hadisenin yaşanıp-yaşanmaması da önemli olabilir. Gerçi hemen hemen her olay, neredeyse "normal tepki" verilebilecek bir hadise olarak görülebilir. Olaylarda bir/birden fazla "hadisenin" gerçekleşip-gerçekleşmemesi de buna etken olabilir mi? İnsanların "olay" denince ne algıladığı da önemli olabilir.. "OLAY VARSA YAŞANAN /YAŞANMIŞ BİR HADİSE DE VARDIR" mantığına göre hareket etmek daha doğru olabilecektir. Bunun farkına varmak da, insanların "normal tepkiler" verebilmesinin bir nevi bahanesi olabilecektir. Aslında öyle de olabiliyor. Olaylarda var olduğunu düşündükleri hadiseler üzerinden çok sayıda "normal tepkiler" veren dünya genelinde milyarlarca insan vardır ve bu da bu tür tepkilerin son derece doğal ve normal olduğunu bize gösterebiliyor..

Bunların dışında olayların olmadığı bir ortamda ve/veya durup-dururken bazı şeyler üzerinde tepkiler vermek de belki "normal tepki"ye girebilir. Bağırıp-çağırmak da dahil buna.. Buna daha çok "kendi kendine konuşmak" deniyor.. "Kendi kendine konuşmak", aslında  hastalık falan değil ama bu aşırıya giderse ve/veya bu durum o insanı içten içe rahatsız ederse yani psikolojik olarak yıpratırsa, orada biraz durup-düşünmek de fayda vardır. Çünkü, bu durum o insanı (Allah göstermesin) intihara ve/veya cinayete mehilli hale dahi getirebilir.. (Tabii bununla ilgili bir araştırma falan var mı orasını bilmiyoruz, biz genel anlamda özellikle de bazı psikiyatrik ilaçların kullanımı ve/veya bırakılması sırasında ortaya çıktığı söylenilen bazı intihar, cinayet hatta çeşitli şiddet eylemlerine sebep olması üzerine böyle bir tahmin /olasılıkda bulunduk, diyebiliriz. Olmayacak birşey değil gibi gözüküyor..) Herneyse, işte bunun engellemesi için gerekli bazı tedaviler önerilebilir, verilebilir.. Ancak buarda bir sorun ortaya çıkıyor.. ( Peki bu tedaviler, zehirli ve ölümcül olduğu sonradan ortaya çıkan psikiyatrik ilaçlar ile mi olmalıdır? Bu ilaçların, kişilerin durumunu daha da kötüleştirmeyeceği ne malum? )

Bakın şimdi döndük-dolaştık, nereye geldik.. Bununla ilgili fazla detaya girmeyeceğiz.. Blogdaki araştırmaları okuduysanız, artık sonucun nereye gideceğini de az çok tahmin de edebilirsiniz.. Burada anlatmak istediğimiz şey, "normal tepkilerin sınırını" çizmekti ve biz de kendimizce bazı fikir ve düşüncelerimizi, bazı olasılıklar, tahminler vs kurgular ile izah etmeye çalıştık.. Psikiyatrik teşhis-tanı koyma kriterlerinde "normal tepkiler"in, psikiyatrik bir hastalık olarak fişlenmesi /etiketlenmesi durumu (eğer gerçekten doğruysa) gerçekten de son derece vahim bir durumdur.. Bu, dünya genelinde yürüyen milyarlarca her sağlıklı insanın da "akıl hastası" olarak etiketlenmesi de demektir.. Ki bu da, "akıl hastası" olarak etiketlenen milyarlarca sağlıklı insanın, insanların beyinlerini allak bullak eden (beyin kimyasını değiştiren özelliklere sahip olan) zehirli ve ölümcül olabilen psikiyatrik ilaçlara maruz kalması ve (bu insanların) bu ilaçları kullanması ile 'gerçekten de "akıl hastalıkları"na yakalanması' anlamına da gelebilir demektir, diyebiliriz.. Dünya genelinde milyarlarca insanın (en azından yarısının /yarısından fazlasının) "akıl hastası" (olarak etiketlediğini değil resmen) olduğunu bir düşünün.. Ne kadar korkunç bir durum, öyle değil mi? Bu, ilaç firmalarının kasalarını milyarlarca /belki de trilyonlarca dolarlarla doldurmak demektir.. Ve buradan kazanç sağlayan (ilaç firmalarından gelir sağlayan ve/veya bunların sayesinde ceplerini dolduran) diğer beyaz önlüklü kan emici sülükler.. Tabii sadece psikiyatride değil, diğer tıbbi alanlarda da "beyaz önlüklü kan emici sülüklerin" olduğu artık bilinmeyen birşey değil.. (İllada merak ettiyseniz, 3,4,5 ve/veya 6.bölümleri okuyunuz..)  'HİÇBİRŞEY TESADÜF DEĞİL!' denir ya, işte o mesele.. Ama yine de "dürüst doktorları" bu beyaz önlüklü kan emici sülüklerden tenzih ederiz.. Zaten "dünya halen bir şekilde dönüyorsa" onların sayesinde dönüyor (yani insanlığın sağlığı halen korunuyorsa, onların sayesinde korunuyor), diyebiliriz herhalde..

NOTLAR;
-----------
NOT 1 : Psikiyatrik ilaçların zehirli ve ölümcül olduğunu, bu ilaçları kullanan dünya genelindeki milyonlarca /milyarlarca insan bilmiyor mudur? Büyük olasılıkla büyük çoğunluğu bilmiyordur; belki çok az bir kısmı biliyordur ama yine de çaresizlikten kullanmak zorunda kalıyordur.. Yani herşey olabilir.. "Elinizde kanıtınız var mı, kanıt?" Konu hakkında çok sayıda bilgi, belge verdik, haberleri, araştırmaları vs vs verdik.. (Ki bunlar bizim sadece tespit edebildiklerimiz (yani bulabildiklerimiz), bir de tespit edemediklerimiz yani gözden kaçırdıklarımız da var /olabilir, onları da dikkate alabilirsiniz.). Bulabildiklerimiz blogda duruyor, okuyabilirsiniz..)

NOT 2 : Aslında burada garip olan şey daha var.. Genel de hemen hemen her tıp alanında, hekimler (eğer hastalar ölmezler ise) "ilaçların yan etkisini" hastalarına /hasta yakınlarına çok rahat bir şekilde söyleyebiliyorlar. Ama (iş hastaların bundan dolayı ölmesi durumuna gelince), büyük olasılıkla ne gariptir ki ölen hastaların ölüm raporlarına bu gerçeği (yani hastanın ilaçların yan etkisinden öldüğüne dair bilgi verisini hasta kayıtlarına /ölüm raporlarına) işlemiyorlar.. Bunun yerine başka başka sebepleri bu raporlara yazmayı yeğliyorlar nedense.. (Tabii bunun pekçok nedeni olabilir. Yukarıdan gelen talimatlar, hasta kayıt ve ölüm raporlarının düzenleniş biçilmlerinin buna (yani mesela eğer hasta ilaç yan etkisinden dolayı ölmüşse, bunun hasta ölüm raporlarına "ilaç yan etkisi" şeklinde değilde, başka başka altta yatan sebepler vs şeklinde işlenmesi gibi tıbbi verilerin dışındaki verilere) müsade etmemesi vb gibi durumlar bunara etken olabilir..) Ve buna büyük olasılıkla eğer hasta ölmemişse ve bundan (ilaçların yan etkisinden) dolayı ciddi bir zarar gördüyse eğer(bu ilaçların olası yan etkilerinin) hasta raporlarına da yazılmadığını da ekleyebiliriz.. Ne kadar garip, ne kadar tuhaf bir durum öyle değil mi? Maalesef bunlar tıp dünyasında yaşanılabilen şeyler.. Neyse devam edelim..

NOT 3 : Tartışma mesela şu şekilde olabiliyor; "Siz de daha önce olmayan bir hastalık semptomları, neden bu ilaçlar kullanılmaya başlayınca başladı?" Hem ilaç firmaları hem de hekimler, bunları "ilaçların yan etkisi" olarak gösteriyorlar. Evet, bunların "ilaçların yan etkisi" olabilir ama asıl gerçek olan şey bu mu? "İlaçların yan etkisi" mi yoksa ilaçların bizzat sebep olduğu semptomların insanda daha önce olmayan, doktorun teşhis koyduğu "bir hastalığın" oluşmasına mı işaret ediyor? 'Doktorlar, kendilerini haklı çıkarmak için, ilaçları bir silah gibi kullanıyor olabilirler mi? Yoksa ilaç şirketlerinin bildiğini, doktorlar acaba bilmiyorlar mıdır?' Şimdi, buna da "Yav elinizde kanıtınız var mı, kanıt?" diye tutturup-durcaksınızdır? İlla kanıt mı olması gerekiyor? Kanıt diye tutturduğunuz o sözde  "bilimsel kanıtların" aslında, ilaç şirketlerinin ve diğer para babalarının (küresel güçlerin) kontrolü altındaki bilimsel tıp dergilerinde yayınlandığını... Ve ne kadar aç gözlü para göz hekim varsa, bu tür bilimsel tıp dergilerinde akla hayale gelmeyecek ve çoğunluğu sahte olması muhtemel, "yanıltıcı" verilerle dolu sözde "bilimsel kanıtların" bol bol yer aldığı yerlede cirit atarak (sahte ve yanıltıcı olması muhtemel verilerini yayınlattırarak), dünyayı bu şekilde aldatmaya, kandırmaya çalıştıklarını artık dünyada duymayan kalmamıştır herhalde..(Bu konuda 5.sayfadaki bölümleri okuyabilirsiniz.. Tabii diğer bölümleri de okuyarak, konu hakkında daha iyi bir fikir elde edebilirsiniz herhalde.. Bu gerçekleri okuyarak, aslında bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan verilerin büyük olasılıkla (hepsi olmasa da) büyük çoğunluğunun sahte ve/veya yanıltıcı verilerle dolu olabileceğini rahatlıkla anlayabilirsiniz herhalde, tabii umarız..) Herneyse konuyu dağıtmadan devam edelim..

NOT 4 : Beynin doğal kimyasal yapısını değiştirme gücü, sadece psikiyatrik ilaçlarda değil, büyük olasılıkla beyinle ilgili alanda faaliyet gösteren nörolojik ilaçlarda da var gibi görülüyor. Yani (bu konuda detaylı araştırma yapmadığımız için), nörolojik ilaçların da, kısmen /tamamen, tıpkı psikiyatrik ilaçların çalışma prensibine benzer şekilde çalışıyor olabileceğine ve/veya nörolojik ilaçların hepsi /bir kısmının, beynin çalışmasını düzenleyici etkenlere sahip olabileceğinden dolayı, böyle bir öngörüde, tahminler de bulunabiliriz herhalde.. Tabii nörolojik ilaçların beynin doğal kimyasal yapısını değiştirebileceği ile ilgili bilgilere, yeterince (üzerinde durmadığımız için buna) sahip değiliz.. İsteyen olursa kısaca kendileri web ortamında araştırma yapabilirler. Tabii Google, Bing, Youtube, Facebook, Twitter (X) gibi yanıltıcı veri paylaşan arama motorlarına ve sosyal medya platformlarına pek güvenmemenizi tavsiye ederiz. Özellikle de Google ve Bing gibi küresel arama motorlarına hiç güvenmeyin.. Çünkü, bu gibi arama mottorlarında özellikle de istediğiniz sonuçların tam tersine veriler çıkabileceği için, çıkan arama sonuçlarının büyük çoğunluğu neredeyse yanıltıcı verilerle doludur, diyebiliriz. Bunu da şuradan anlıyoruz.. Örneğin covid aşıları ile ilgili ortaya konan verilerin neredeyse hepsi tamamen yanıltıcı verilerle (yani arama sonuçları) ile doludur.. Sebebi ise, bu arama sonuçların neredeyse tamamı, zehirli ve ölümcül olduğu ortaya çıkan covid aşılarını öven verilerle doludur. Bu aşıları eleştiren verilere, araştırma sonuçlarına ise (tıpkı sözde bilimsel tıp dergilerinde olduğu gibi) ise neredeyse hiç yer verilmemektedir.. Bu da Google, Bing gibi arama motorlarında çıkan verilerin sahte /en azından çok büyük YANILTICI ve ALDATICI veriler olabileceğine dair bize bir fikir verebilmektedir, diyebiliriz herhalde.. Araştırmalarınızı örneğin covid aşılarının zararlarını ortaya koyan bilimsel çalışmaları, araştırmaları, eleştirileri vs yayınlayan farklı sosyal medya platformlarında yapabilirsiniz.. Tabii buralardan çıkan verilerin de size göre uygun olmayabileceğini, sahte veya yanıltıcı veriler de olabileceğini de unutmamak kaydıyla.. Amacınız sadece araştırma yapmak, bir bilgi, bir fikir edinmek, öğrenmek üzerine olsun.. Nereden olursa olsun hiçbir arama, araştırma vb sonuçlarına doğruyu söyleseler bile bel bağlamayın.. Covid aşılarını öven veriler yüzünden ne tür olumsuzluklar yaşandığını, az da olsa olumsuz verileri bu blogda paylaşmıştık, okuyabilirsiniz.. 

Peki, psikiyatri bir bilim midir?

Bilim = İyi Bilim - Kötü Bilim (Hangisi daha ağır basarsa, bilimin kontrolü ondadır, diyebilir miyiz?)

Bence değildir. Yani 'Psikiyatri bir bilim değildir.' Neden değildir? Psikiyatrinin bir bilim olabilmesi için.. Yada şöyle diyelim.. Daha iyi anlayabilmeniz için şuradan başlayalım.. Eğer "bilim" olarak gözükse bile, bunu yani psikiyatriyi "kötü bilim" olarak değerlendirebiliriz. Bunun nedenleri çoktur. Buna geçmeden önce, Bilim'in ve alt grupları olan "iyi bilim ve kötü bilimin" ne olduğuna bir bakalım.. BİLİM'in varoluş temel felsefesi ve nedeni genelde hep canlılara ve doğaya 'FAYDALI (YARARLIOLAN ama ZARARLI OLMAYAN'  "Araştırma-Geliştirme (AR-GE)" faaliyetleri (kriterleri) üzerine kuruludur.. Ancak Bilim'de Zararlı Olan (Zarar Veren) AR-GE faaliyetlerde mevcuttur. Bu nedenle 'BİLİM', 'İYİ BİLİM' ve 'KÖTÜ BİLİM' olarak ikiye ayrılır. ("Bilim'in iyisi kötüsü olmaz!" diyenler çok yanılıyor..)  'İYİ BİLİM' canlılara ve doğaya faydalı (yararlı) olan AR-GE faaliyetleri içerir. 'KÖTÜ BİLİM' ise, bu faydalı (yararlı) olan AR-GE faaliyetlerinin, canlılara ve doğaya ZARAR VERECEK şekilde kötü niyetlerle, kötü amaçlarla kullanılmasını içerir. 'Kötü Bilim' olarak görülen AR-GE faaliyetlerinin "kötü niyetler" ile kullanılmasında "kasıt" da önemli bir yere sahiptir. "Kasıt" varsa bu zaten 'kötü bilim'dir.. "Kasıt" yoksa bu 'kötü bilim'e girmez /girmeyebilir ancak kasıtlı olmayan ar-ge faaliyetlerinin, canlılara ve doğaya zarar verecek şekilde SÜREKLİ olarak tekrar edilmesi (kullanılması), ve bu sayının ÇOK FAZLA olması, bu ar-ge faaliyetlerinin de "kötü bilim" olarak değerlendirilmesine neden olabilir. Kasıt olmayan ar-ge faaliyetlerinin, canlılara ve doğaya zarar verecek şekilde sürekli olarak tekrar edilmesi sayısı, eğer faydalı (yararlı) er-ge faaliyetlerinin sayısından daha fazla ise (burada oturup-düşünmekte fayda var), bu yapılan ar-ge faaliyetlerinin neredeyse tamamının "kötü bilim"in kontrolü altında olduğunu tahmininde bulunabiliriz..

 "BİLİM'in Hangi Bilim'in kontrolünde olduğu, "İyi Bilim" ve "Kötü Bilim" arasında geçen ARGE faaliyetlerinin sayısının fazlalığı ile alakalı olabilir. Kötü Bilim'in arge faaliyetlerinin sayısı, İyi Bilim'in arge faaliyetlerinin sayısını geçerse, bu BİLİM'in kontrolünün Kötü Bilim'in elinde olduğunu bize gösterebilir.."

Mesela tıp'da tıbbi hatalar örneğinde olduğu gibi..Tıbbi hataların sürekli tekrarlanması ve sayının çok fazla olması, bu tıp biliminin "kötü niyetlerle" kullanılıyor olabileceğini gösterir ki, bu da hem tıp biliminin kontrolünün "kötü bilim"in elinde olduğunu hem de tıp biliminin "kötü bilim" olarak değerlendirilmesine yol açabilmektedir, diyebiliriz..

Zarar veren (Zararlı olan) herhangi bir şey, Bilim olarak gözükebilir mi? Evet "gözükebilir" ve buna da "kötü bilim" denir. Günümüze değin canlılara ve doğaya 'faydalı (yararlı) olan' her arge faaliyet alanının, genelde 'Bilim' olarak değerlendirilebildiğini ve  zararlı olan (zarar veren) faaliyetlerin ise 'Bilim' olarak değerlendirilmediğini ancak "kötü bilim" olarak değerlendirilebildiğini görüyoruz..  Öyleyse.. Herhangi bir şeyin yada en doğrusu herhangi bir faaliyetin, bir bilim (en azından İYİ BİLİM) olabilmesi için, canlılara ve doğaya faydalı (yararlı) olması ilk kriter önceliğidir, diyebiliriz..

Çevrenizde aklınıza hayalinize gelebilecek hemen hemen her faydalı (yararlı) olarak gözüken faaliyetleri, aslında birer BİLİM (iyi bilim) olarak da görebiliriz.. Örneğin bir kişinin yerde duran ve insanlar için tehlike oluşturabilecek bir taşı /herhangi bir nesneyi o yerden alıp- onu tehlike oluşturmayacak başka bir yere taşıması faaliyeti de aslında kendine göre bilimdir ancak bu  "iyi bilimdir".. Çünkü, canlılara zararlı ve tehlikeli olabilecek bir engeli, ortadan kaldırma faaliyetinde bulunulmuştur.. Bunun tam tersi canlılara ve doğaya zarar teşkil edebilecek (tehlikeli olabilecek) herhangi bir engelin (örneğin arabalar kaza yapsın diye yollara taş(lar) koymak, birisine taş atmak vb gibi) engellerin oluşmasını sağlamak da kendine göre bilimdir ancak bu "kötü bilim"dir.. Çünkü, canlılara ve doğaya zararlı olabilecek bir şey /şeyler yapılmıştır. Bunlar hukuki açıdan bu BİLİM olarak değerlendirilmese de, manevi açıdan bunu kendine göre "iyi /kötü" yönde bir BİLİM olarak görebiliriz.. Ancak hukuki açıdan Bilim olarak değerlendirilen arge faaliyetlerinde sadece "İYİ BİLİM" olarak gözüken arge faaliyetleri, "faydalı (yararlı) faaliyeteler" olarak kabul görmüştür. "KÖTÜ BİLİM" olarak gözüken arge faaliyetleri ise hem "zarar veren (zararlı olan) faaliyetler" olarak görülmüş hem de bu faaliyetlerin yapılmasının ise SUÇ olarak değerlendirilmesine yol açabilmiştir. (Tabii bazıları istisna olabilir.. İstisnaya sebep olan şeylerin sayısı çok olabilir. Örneğin bunlardan biri mesela kötü bilim olarak gözüken arge faaliyetleri, suç olarak gözükmeyebilir /tam tersi suç olarak gözüken arge faaliyetleri kötü bilim olarak gözükmeyebilir, iyi bilim olarak gözükebilir.. Mesela TIP dünyası böyle çarpık ilişkilerle doludur. PS ilaçları zararlı ve ölümcül olmasına rağmen, (olasılıkla psikiyatrinin sınırsız gücü nedeniyle herhalde) halen "iyi bilim" olarak gözükmesinden dolayı, bu zehirli ve ölümcül ps ilaçları insanlara reçete edilmeye devam ediyor..) Hukuki açıdan faydalı (yararlı) olan değerlendirilen arge faaliyetleri "bilim" olarak kabul görmüştür ve her birine isimler konulup-bunlara"Alan /faaliyet alanı" denilmiş ve bunların kendilerine /bir alt gruplarına da "DAL" denilerek bunlar kategorize edilmiş ve bu faaliyetlerin (faaliyet alanlarının) birer BİLİM olarak görülmesi sağlanılmış olmuştur. (Tabii gerçekte bu şekilde olmayabilir. Bunlar sadece birer olasılık.. İşin doğrusunu araştırarak öğrenebilirsiniz.) 

Dikkat ederseniz BİLİM olarak görülen bu faaliyet alanlarının hemen hemen neredeyse tamamı genel de maddi açıdan kazanç elde edilen (yani para kazanılan) faaliyet alanları olarak görülen alanlardır. Yerden taşı alıp-uzaklaştırma eyleminde ise"maddi kazanç" durumu yoktur ama burada "manevi kazanç" durumu vardır.. Tabii "maddi kazanç" durumlarında da "manevi kazançlar" da söz konusu olabilmektedir. En azından işini doğru ve dürüst yapan DÜRÜST İNSANLAR (ÇALIŞANLAR) için bunu söyleyebiliriz.. Bir faaliyetin BİLİM olarak gözükebilmesi için, herhalde devletin o faaliyeti BİLİM olarak değerlendirmesi gerekir olabilecektir..

BİLİM olarak değerlendirilen faaaliyetlerin başında da muhtemelen TIP ALANI gelmektedir. TIP ALANI sadece "canlıların (insanların ve hayvanların) sağlığı" üzerine kurulu olan çok geniş bir alandır. Bu geniş alanda yer alan örneğin canlılara ait BEDENSEL (FİZİKSEL) özelliklerine ait "beyin, mide, kalp" gibi çok sayıda organlara bölümler /dallar söz konusudur.. Bu organlar da ortaya çıkan bir takım sağlık problemlerinin düzeltilmesi ile uğraşan hekimler ve yardımcıları olarak gözüken Hemşireler bulunur. Hekimler ve Hemşireler, yapmış oldukları hizmetlerin eğitim ve öğretimleriniBİLİM olarak değerlendirilen bu TIP ALANLARINA ait eğitim ve öğretimin yapıldığı TIP fakültelerinde görürler. Tıpkı "elektirk, elektronik, tamir işleri, bilgisayar, inşaat" vb gibi uzmanlık ve/veya deneyim gerektiren mühendislik olan ve olmayan meslek faaliyet alanlarında olduğu gibi.. Bu faaaliyet alanları için de üniverisite ve fakülteler /meslek okulları vb kurulmuştur.  Tıpkı tıp alanında olduğu gibi, kişiler buralarda mesleklerine ait eğitim ve öğretim bilgilerini öğrenirler, uzman /usta /deneyimli hale gelirler ve çeşitli ünvanlarla (mühendis, memur, polis, asker, hakim, savcı, gazeteci vb gibi herhangi bir faaliyet alanının ustası /uzmanı vb gibi ünvanlarla) mezun olurlar..

Peki "Psikiyatri bu 'BİLİM'in neresinde?

Psikiyatri, canlıların ("fiziksel (yani bedensel) özellikleri ile değil, tamamen beynin düşünce merkezi ile alakalı, "akıl" yani ZİHİNSEL özellikleri (faaliyetleri) ile ilgilidir, diyebiliriz.. Psikiyatri, genelde canlıların bu ZİHİNSEL özelliklerinde (yer alan bu beynin düşünce merkezindeki), "konuşma ve davranış" özelliklerinde gelişen (örneğin sinirlilik, öfke, saldırganlık vb gibi) bir takım değişikliklerle ilgilenir. Bu ilgilenme ise, (tıpkı diğer tıp alanlarında olduğu gibi) uluslararası alanda geçerli olabilen, çok sayıda hastalıklara ait "hastalık teşhis-tanı koyma kriterlerine" göredir.. 

Bu kriterlerin yüzlercesinin (belki de tamamının) hayali (sahte) olma olasılığı da söz konusu olabilmektedir. Şöyle ki.. Bu kriterlerin hayali (sahte) olmasının nedeni, bu kriterlerin olasılıkla öyle gerçek bilimsel kanıtlarla ortaya konmuş, belirlenmiş olmamasıdır.. Yani şöyle diyelim.. Bu kriterler, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen psikiyatristlerin ulusal /ulusrarası diye tanımladıkları herhangi bir kongre gibi panel toplantılarında tamamen hayali olarak ürettikleri "tahminlerine" dayalı olan hazılanılan kriterler olarak bilinir.. Bunu da biz söylemiyoruz, bu konuyu araştıran yine psikiyatrist hekimler ve/veya araştırmacılar söylüyor.. En azından ABD'de resmi olarak halen bile kullanılabilen DSM (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı -"Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders") diye bilinen kitapta geçen kriterler açısından böyle söyleyebiliriz. (Bu konuyla ilgili bilgileri (3,4 /özellikle de 5 ve 6.bölümlerde okuyabilirsiniz..) Eğer DSM kriterleri bu şekilde "hayali" olarak üretildiyse, uluslararası alanda geçerli olan ICD (Uluslararası Hastalık Sınıflandırması -"International Classification for Diseases")'de geçen PS kriterlerinin (teşhis kodlarının) de aynı "hayali" olma olasılığı da mümkündür herhalde diyebiliriz.. Tabii şunu da söylemek de fayda vardır.. "ICD teşhisleri kılavuzlara dayanır ; DSM tanıları kriterlere dayanır. ICD teşhis kodlarını içerir; DSM, ICD kodlarını DSM teşhisleri için uygun hale getirir.." (1146)

Dünyadaki psikiyatristlerin daha çok hangi kriterleri kullandığını tam olarak bilmiyoruz ama ICD teşhis kodlarına göre hareket ettiklerini düşünebiliriz herhalde.. Neyse psikiyatristlerin kişilere "psikiyatrik teşhis ve tanı" koyarken, büyük olasılıkla bu kiterlere göre hareket ederek koyuyor olabilirler.. Ama tabii bu durum (kriterlerin hayali olma olasılığının etkisi bir yandan öte yandan da) psikiyatristlerinhastaların durumlarını, "nasıl algıladıkları" ile ilgili son derece vahim bir durumda içerebiliyor. Şöyle ki.. Vahim olmasının nedeni,  örneğin psikiyatristlerin (isterlerse profesör olsunlar hiç fark etmiyor) hastaların durumlarını "yanlış" bir şekilde algılamaları durumunda, hastalarına koymuş oldukları hastalık teşhisine ait zehirli ve ölümcül olabilen PS ilaçlarını vermesi ile (PS ilaçlarının ölümcül özelliği de dahil çok sayıda olası ciddi zararlarından dolayı) hastaların durumlarının daha da kötüye gitme olasılığının olabilmesi ihtimalinden dolayıdır, diyebiliriz.. Kaldı ki, "yanlış" teşhis olmasa dahi, PS teşhis kriterlerinin hayali olma olasılığının olması ile birlikte PS ilaçlarının olası zaralarından dolayı, bu PS ilaçların insanların hele de sağlıklı insanların kullanması durumunda (hastaların anlık /sonradan ortaya çıkabilecek olası yan etkilerinden dolayı), bunu da son derece vahim bir gelişme olarak görebilmek de mümkündür diyebiliriz herhalde..

Eğer PS ilaçları insanlara (hele de sağlıklı insanlara) olasılıkla gerçekten de  ÖLÜM'de dahil çok ciddi şekilde zararlar (yaralanma ve ölüm) veriyorsa.. Ki öyle gözüküyor gibi.. Ve PS hekimleri de bu zararlı PS ilaçlarını da "zararlı oldukları" bildikleri halde halen bile hastalarına reçete edebiliyorlarsa.. Bu bize aslında, Psikiyatrinin gerçekten de bir BİLİM olmadığını çok rahat bir şekilde gösterebilmektedir, diyebiliriz.. Belki bilerek yapılan bir kasıt olmasa dahi, insanlara zarar veren bir faaliyet alanı olarak gözüken (ortaya konan çalışmalar vb gibi gerçekler ışığında) Psikiyatri Alanı nasıl olur da BİLİM olarak görülebilir?

Eğer bir faaliyetin BİLİM olabilmesi için, canlılara ve doğaya FAYDALI ve YARARLI OLMASI ve ZARARLI OLMAMASI kriterleri /şartları söz konusu ise.. Ve Psikiyatrinin (PS ilaçlarının ve hatta ECT (elektroşok) vb gibi) faaliyetlerinden, dünya genelinde sayısı belirsiz (kayıtlı on/yüz binlerce belki de milyonlarca) kayıtlı olmayan, bir şekilde kayıt edilmeyenler de dahil belki de milyarlarca insan bir şekilde zarar görmesi söz konusu ise.. Psikiyatrinin bir BİLİM olabilmesi söz konusu olabilir mi?

Psikiyatrinin ne faydası oldu ki? (Faydası mı çok olmuştur yoksa zararı mı?)

Peki psikiaytrinin hiç mi hiçbir faydası yoktur /olmamıştır? Büyük ihitmalle vardır /olabilir. Ama bana göre hiç bir faydası olmamıştır. Bunun nedenleri çok sayıda olabilir. Bence faydası olanların sadece bu 'Psikiyatrinin (ECT gibi PS uygulamalarınınve PS ilaçlarının zararlarını' ortaya çıkaran bazı dürüst psikiyatristler olduğunu düşünüyorum. Emekli bir albay askeri psikolog Dr.Bart Billings, "İnsanları psikiyatristlerin yasal ilaç satıcılarından başka bir şey olmadığına, işe yaramayan ve aslında insanları öldüren ilaçlar sattıklarına ikna etmeye çalışıyorum." (1042) diyor. Aslında haksız da değil. Psikiyatrsitlerin, hastalarına sadece bu zehirli ve ölümcül olduğu ortaya çıkan zararlı PS ilaçlarını reçete etmekten başka ne gibi faydaları bulunmaktadır? Hastalarına karşı onları iyileştirebilecek başka alternatifleri olmadığı için herhalde (aslında var ama..), hemen bu zararlı ps ilaçlarına sarılıyorlar ve bunları hastalarına reçete etmeye başlıyorlar.. Neden? Aslında yukarıda da vurguladığımız gibi, sebepleri çok olabilir.. Hastaların durumlarının kötüye gitmesi olasılığının olabilmesi (aslında daha çok "ilaç bağımlılığı"ndan kayanaklanabilen "yoksunluk belirtilerinin" başlaması gibi.. Evet bu doğru, böyle bir durum var ama aslında burası son derece tartışmalı bir durumdur, buna aşağıda değineceğiz), Psikiyatrinin hastalara "ps ilaçlarının reçete edilmesine" yönelik katı kuralları ve/veya Psikiyatrinin ve/veya PS hekimlerinin ilaç firmaları ile bağlantıları, mali ilişkileri gibi vs vs.. İlaç firmaları ile bağlantılı mali ilişkiler, her reçete başına alınan ücretler ve/veya başka çok değerli mal /tatil /hediye türü vs gibi ilişkileri içeriyor.. Bu, sadece PS hekimleri ile alakalı olan bir durum değil. Diğer tüm alanlardaki doktorlar için de aynı olumsuz faaliyetler söz konusu olabilmektedir.. (Doktorların ilaç firmaları ile bağlantılarını ve mali ilişkilerini diğer 3,4 ve/veya özellikle de 5. ve 6.bölümlerde okuyabilirsiniz..)

   "Malum Psikiyatri endüstrisinin katı kuralları nedeniyle (olasılıkla öyle olmalı herhalde), aslında psikiyatristler değil de psikiyatrinin eleştirilmesi gerekir ancak psikiyatristlerin, eleştirilen hedef noktasında olması, büyük olasılıkla psikiyatrinin bel kemiği olmalarından dolayı olabilir.. Bunun nedeni de, olasılıkla Psikiyatri endüstrisinin, Psikiyatrsitleri hastalara bu zehirli PS ilaçları reçete etmeye zorlaması nedeniyle olabilir.." Veya başka sebepler de olabilir. Bizim tahminimiz bu yöndedir..

İlaç yoksunluk belirtilerinin (ve ilaç yan etkilerinin) asıl nedeni..

"İlaç yoksunluk belirtileri (ve ilaç yan etkileri) hikaye, "beyin tahribatı (/hasarı) ve beyin küçülmesi" şahane!" gibi gözüküyor..

  "Antipsikotiklerin beyni doza bağlı olarak küçülttüğünü ve benzodiazepinlerin, antidepresanların ve DEHB ilaçlarının da kalıcı beyin hasarına neden olduğunu biliyoruz." (354)

Evet, 'ilaç yoksunluk belirtileri' diye birşey var ama bunun nedeni büyük olasılıkla "ilaçların bırakılması" vs ile ilgili değil (aslında var ama bu yoksunluk semptomları "ilaç bırakma" girişiminden sonra oluştuğu için bu, sadece yoksunluğun oluşmasının ilk nedenlerinden biri olabilir ama); bu, daha çok PS ilaçlarının beyni, tahrip etmesinden kaynaklanıyor gibi gözüküyor.. Şöyle ki.. PS ilaçların bırakılması ile ortaya çıkan "ilaç yoksunluk belirtileri" ile PS ilaçların kullanımı sırasında (genelde ilk başlanıldığı süreçlerde) ortaya çıkan "ilaç yan etkileri"nin hastalık semptomları genelde aynı özelliklere sahiptir. (Örneğin mesela sinirlilik, öfke, panik atak, kalp çarpıntısı, baş ağrısı vs gibi hastalık semptomlarından, şiddet (saldırgan olmaya ve cinayet işlemeye) ve intihara meyilli hale gelmeye kadar vb gibi) olası olumsuz etkiler, hemen hemen her iki durum içinde geçerlidir diyebiliriz. Yani aslında ilaç yoksunluk belirtilerine de "ilaç yan etkileri" demek doğru bir tanımlama olabilecektir. Her ikisinin (ilaç yoksunluk belirtileri ile ilaç yan etkilerinin) asıl nedenleri, büyük ihtimalle PS ilaçlarının bir şekilde insan beynini tahrip etmesinden (beyin tahribatından) kaynaklanıyor gibi gözüküyor.. Nasıl oluyor bu? Anlatalım.. (İsterseniz içiniz rahat edebilmesi için buna komplo teorisi diyebilirsiniz.. Unutmayın biz burada, yaptığımız araştırmalara dayalı olarak tahmin ve olasılıklar üzerinden giderek bu bilgileri veriyoruz.. Bilgiler doğru da olabilir yanlış da..)

İlaç yoksunluk belirtilerinin başlaması.. Genellikle PS ilaçları için kullanılan bu durum, diğer alanlardaki ilaçlar için de kullanılabiliyor. Örneğin PS hastalarında oluşan ilaç yoksunluk belirtileri, genel de örneğin hastaların ilaçları bir anda bırakması (kesmesi) ile yukarıda belirttiğimiz gibi çeşitli hastalık semptomlarının başlaması ile ilgili bir süreci içerebilir. (İlaç kulllanımı sırasında da olabilir..Olası yan etkiler gibi..) Bunun nedenini, PS hekimleri genel de yine sadece "ilaç yoksunluk belirtileri" diye gösterebiliyorlar. Ama aslında bu durumun asıl nedeni, ilaç yoksunluk belirtileri yaşayan PS hastalarının beynin doğal olan kimyasal yapısının (etrafının), ilaçların tamamen zehirli olan yapay kimyasal yapı bileşikleri tarafından kuşatılması nedeniyledir, diyebiliriz. Bu kuşatılma aslında, sürekli alınan ps ilaçların zehirli yapay kimyasal yapı bileşiklerinin, hastanın beyninin kendi doğal kimyasal yapısına (yapı bileşiklerine) sürekli olarak saldırması (hücum etmesi) ile alakalı bir durumdur. Ki bu da çoğu hekimin "ilaç bağımlılığı" adını verdiği bir durumla aynı özelliklere sahiptir, diyebiliriz. PS hekimleri, büyük ihtimalle "ilaç yoksunluk belirtilerini", ilaç bağımlılığı olarak görmüyor olabilirler (/görüyor da olabilirler, orasını bilemicez..) Ama ilaç yoksunluk belirtilerinin arkasında, bu ps ilaçlarının zehirli kimyasal yapı bileşiklerinin, beynin kendi doğal kimyasal yapı bileşiklerine sürekli olarak saldırmasının (hücum etmesinin) bir sonucu yatıyor gibi gözüküyor.. 

Şöyle ki.. Beyinde, beynin ve/veya vücudun (konuşma, düşünme, hareket ve davranış vb gibi zihinsel ve fiziksel eylemlerden sorumlu) olan ve bu zihinsel ve fiziksel eylemlerin sağlıklı (düzenli, mantıklı bir şekilde) işleyebilmesi için, etrafının beynin ve/veya vücudun kendisi tarafından üretilen kendi doğal kimyasal yapı bileşikleri tarafından sarılı (çevrili) olan beynin kontrolü (olasılıkla beyin kontrol merkezi) bulunur.

Hastalar tarafından hergün alınan PS ilaçları ile (yani zehirli yapay kimyasal yapı bileşikleri tarafından) sürekli saldırı altında olan beynin kendi doğal kimyasal yapı bileşiklerin etrafının kuşatılması ile beynin kontrolü /beyin kontrol merkezi, tamamen /kısmen PS ilaçlarının (yani ilaçların zehirli yapay kimyasal yapı bileşiklerinin) eline (kontrolüne -yapay kontrol mekanızmasına) geçer.. Ve beyindeki bu "yapay kontrol mekanizması", beynin kendi doğal kimya yapı bileşiklerininbeyinde ve/veya vücutta doğal bir şekilde üretilememesine ve işleyememesine (çalışamamasına) sebep olur.. Yani doğal kimyasal yapı bileşiklerinin üretilmesini ve çalışmasını engeller..

Bundan dolayı bu durum bize, doğal olarak beynin kontrolünün de, bir şekilde PS ilaçlarına (yani ps ilaçlarının zehirli kimyasal yapı bileşikelerine) tamamen /kısmen BAĞIMLI hale gelmiş olabileceğine dair bize bir fikir verebilmektedirdiyebiliriz.. Sürekli saldırı altında olan beynin doğal kimyasal yapısı, doğal olarak ps ilaçların zehirli kimyasal yapısı tarafından büyük olasılıkla ya "kimyasal değişikliğesebep olabilmekte ve/veya (beynin doğal kimyasal yapısını) BASKI altında tutarak, bu doğal kimyasal yapı bileşiklerinin beyin ve/veya vücut tarafından üretilmesini ve çalışmasını engelleyebilmektedir. Ve bu da doğal olarak, (büyük olasılıkla) beynin kontrolünü sağlayan "kimyasal bileşiklerin", beynin ve/veya vücut tarafından üretilen kendi "doğal" olan kimyasal yapı bileşikleri ile ps ilaçları tarafından üretilen "yapay" kimyasal yapı bileşikleri ile YER DEĞİŞTİRMESİNE yol açabilmektedir. Yer değiştirme, olasılıkla beynin doğal kimyasal yapı bileşiklerinin üretilmesini engelleme ve/veya baskılama (bakı altına alma) (aslında herikisi de aynı kapıya çıkıyor, baskılama ile engelleme gibi) sonucu ile gerçekleşebilir. Bu durum da, sürekli olarak alınan PS ilaçlarının zehirli kimyasal yapısının güçlü etkisi ile beynin kontrolünün, bu ilaçlara bir nevi "BAĞIMLI" hale gelmesine neden olabilmektedir, diyebiliriz..

Bu durum da.. Büyük olasılıkla, beynin kendi doğal kimyasal yapısına sürekli saldırı gerçekleştiren ps ilaçlarına (zehirli yapay kimyasal yapı bileşiklerine) adeta BAĞIMLI hale gelen beynin kontrolünün, PS ilaçlarının bir anda kesilmesi (bırakılması) ile beynin kontrolünde alışmış olduğu ilaç özellikli "yapay kimyasal yapı bileşiklerininyoksunluğu sırasında.. Bu yapay kimyasal yapı bileşiklerinin güçlü etkisinin beyinde (/beyin kontrolünde), bir nevi (beynin doğal kimyasal yapısının eksikliği ve yapay kimyasal yapı bileşiklerinin saldırısı sonucu, beynin kontrol merkezinde), zihinsel ve/veya fiziksel eylemlerle ilgili bir/birden fazla TAHRİBATA yol açmış olabilir.. Bu tahribatın bir etkisi olarak, (olasılıkla bir çeşit halüsünasyon şeklinde gibi), beyin kontrol merkezindeki "zihinsel ve fiziksel eylemlerinmantıklı olarak idame edilememesi (düşünülememesi ve/veya davranışlarda bulunulamaması vb gibi) de söz konusu olabilir, diyebiliriz..

Yani yine büyük olasılıkla beynin doğal kimyasal yapısına, ps ilaçların zehirli kimyasal yapı bileşikleri ile sürekli saldırılmasının bir sonucu olarak, beyinde ve/veya beynin kontrol merkezinde, (belki de kimsenin farkedemediği!!) zihinsel ve/veya fiziksel eylemlerle ilgili GİZLİ BİR TAHRİBAT /birden fazla GİZLİ TAHRİBATLAR söz konusu olabilir. Beyinde ve/veya beynin kontrol merkezinde, bu Gizli Tahribatın var olabileciğini de, PS ilaçların hem devamında hem de anlık olarak bırakılmasında gerçekleşen "ilaç yan etkilerinde ve ilaç yoksunluk belirtilerindeki" hastalık semptomlarının ortaya çıkmasından anlayabiliriz herhalde.. Muhtemelen, büyük olasılıkla ilaç yoksunluk belirtilerin arkasında bu, beyinde ve/veya beynin kontrol merkezinde oluşması muhtemel "gizli bir tahribat" söz konusu olabilir... (Tabii bir psikiyatristin bunu anlayamayacak kadar ya aptal/salak olması lazım /büyük olasılıkla ilaç firmaları ile bağlantılarının olması gerekir herhalde.. Ha tabii ellerinde bununla ilgili bilimsel bir kanıt olmadığı için, belki de bu şekilde yani bunlara "komplo teorisi" şeklinde de görebilir olabilir diyebiliriz herhalde..) Neyse, biz komplo teorimize! :)) devam edelim..

   "PS ilaçlarına başlanması anından itibaren de beyinde (yani beynin doğal kimyasal yapısında) bir takım "kimyasal değişikliklere" sebep olduğuna ve bu PS ilaç kullanımının uzun süreli devamında ise, PS ilaçlarının "Beyin Tahribatı (kalıcı beyin hasarı)"na (büyük ihtimalle beynin kontrol merkezinde bir tahribata) ve hatta "Beyin Küçülmesi"ne yol açtığına dair veriler ve kanıtlar da bulunmaktadır." (Bunları 3,4,5 ve/veya 6.bölümlerde okuyabilirsiniz..)

Tahminimize göre ise, PS ilaç kullanımın kısa dönem itibari ile de (hatta PS ilaçlara başlandığı andan itibaren), bu beyin tahribatının (/olasılıkla beynin kontrol merkezinde bu tahribatın) başlamış olabileceği yönündedir.. Tabii elimiz de bu yönde bilimsel bir kanıt yok. (Zaten böyle birşey söz konusu olsa bile, (şaşırırdık herhalde) hangi akıllı bıdık sözde bilimsel tıp dergileri bu gerçeği yayınlayabilir ki? Aslında var/olabilir ama işte "psikiyatrinin, tıp dergilerinin ve ilaç firmalarının" aralarındaki olası mali çıkar ilişkilerinden dolayı, bunların yayınlanabilmesi herhalde hayal olurdu..) Bilimsel kanıt yok ama uzun vadede de olsa PS ilaçlarının "beyin tahribatı"na yol açtığı ile ilgili ortaya konan veriler ile birlikte diğer olası çok sayıda fiziksel ve zihinsel yan etkiler bile, bunun için yeterlidir diyebiliriz.. Artık bunlar "bilimsel kanıt" olarak görülmüyorsa, vay bu psikiyatrinin haline..

PS ilaçlarının yapay kimyasal yapı bileşiklerinin "zehirli" olmasının nedeni, o kadar güçlüler ki beyni (yani yukarıda da anlattığımız gibi beynin kontrol merkezinin kontrolünü ele geçirmesindeki saldırı girişiminden dolayı) son derece kuvvetli bir şekilde olumsuz yönde etkileyebiliyor (yani vermiş olduğu tahribatın arkasında bıraktığı izlerin (örneğin fiziksel ve zihinsel hastalık /hastalık semptomlarına sebep) olmasından dolayıdır, diyebiliriz. PS ilaçlarının bu inanılmaz gücü, eğer uzun vade de olsa, bu derece "beyin tahribatına" sebep olabiliyorsa, bu tahribatın kısa vade de olmayacağını kim garanti edebilir ki? Ya oluyorsa? Yada olmuşsa? Hem de gizli bir şekilde.. 

MR'lar, Bilgisayarlı Tomografileri vb gibi mekaniksel tıpbbi test makineleri (araçları), sadece fiziksel olan tahribatları ortaya çıkarabilir.. Eğer PS ilaçları, beyinde fiziksel bir tahribata yol açmış ise, büyük olasılıkla bu test araçları bu fiziksel tahribatı ortaya çıkarabilir. Ama bu test cihazları, büyük olasılıkla beyindeki özellikle de beynin kontrol merkezindeki zihinsel olan tahribatları ortaya çıkarabilmesi imkansıza yakın çok zor bir durumdur, diyebiliriz.. Çünkü, söz konusu olan şey, fiziksel bir tahribat değil, zihinsel bir tahribattır. Olasılıkla beynin kontrol merkezinde, (bu merkezi kontrol eden kimyasal yapı bileşiklerinin neden olduğu) adeta TANIMLANAMAYAN bir GİZLİ TAHRİBAT.. Olamaz mı yani? Eğer bu PS ilaçları o kadar güçlü etkilere sahipse, büyük olasılıkla bu PS ilaçlarının ilk kullanımın ardından da (yani ilk defa kullanılmaya başlandığı andan itibaren bile), bu PS ilaçları, birşekilde beynin kontrol merkezi ile ilgili bu tanımlanamayan gizli tahribata yol açıyor olabilir, şeklinde tahminler de bulunabiliriz herhalde.. Bunun böyle olabileceğine dair, en güzel örnekler, ilaçların ilk kullanımında ve/veya devamında yaşanan olası "yan etkiler" ile ilaçların birden kesilmesi (bırakılması) anında ve/veya sonradan başlayan olası "ilaç yoksunluk belirtileridir", diyebiliriz.. İlaç firmaları, psikiyatri ve PS hekimleri, istedikleri kadar bunlara "yan etkiler ve ilaç yoksunluk belirtileri" falan desin.. Zaten öyle diyorlar ama asıl gerçek ise yukarıda da anlattığımız gibi çok bambaşka gibi gözüküyor..

İlaç firmalarının beyindeki bu (beyin hasarı değil beynin kontrol merkezindekiGİZLİ TAHRİBATTAN (HASARDAN) haberi var mıdır?

(Tabii dediğimiz gibi bu tahribatın var olup-olmadığını bilmiyoruz, bunlar tahminlere, olasılıklara dayalıdır.. Belki de vardır, bu gerçekler kamuoyundan saklanıyordur, hiç belli olmaz.. Ama yine de var olduğunu varsayarsak..) Tahminimize göre ilaç firmalarının, PS ilaçlarının zehirli yapay kimyasal yapı bileşiklerinin (özellikle de beynin kontrol merkezini kontrol eden beynin kendi doğal kimyasal yapı bileşiklerine saldırarak, onun yerine geçmesi ile) beynin kontrol merkezinde oluşturduğu tahmin edilen bu GİZLİ TAHRİBATTAN büyük olasılıkla haberleri var gibi gözüküyor. Var ama yine olasılıkla bunu bildirmiyorlar.. Neden bildirsinler ki? "Kaz gelinen yerden tavuk esirgenmez!" misali, kim bu yağlı ballı bol kazançlı büyük pastadan vazgeçmek ister ki? Daha önce de buna benzer bir şeyi yapmışlardı zaten.. Şöyle ki..

Bu durum, şimdilik bir sır perdesi.. Ancak bu yöndeki gerçekler, ilerde-gelecekte ortaya çıktığında, şu yaşanmış gerçeklere dönüşebilir.. Bu tıp kı, özellikle de ABD'de yıllar boyunca araştırıp-durup, PS ilaçlarının zehirli ve ölümcül olduğunu ortaya çıkartan dünyaca ünlü profesörlerin çalışmaları sonucu, ilaç firmalarının (milyarlarca dolarlık tazminat davaları ve çok büyük cezalar alarak ve kamuoyu baskıları ile akılları başına gelerek) PS ilaç prospektüflerine ("ölüm" de dahil, ilaçların olası şiddet ve intihara meyiili hale gelme gibi) olası ciddi  yan etkilerinin sonradan eklemesine benzeyebilir.. İlaç firmaları olasılıkla beyin kontrol merkezinde bu tanımlanamayan gizli tahribatı bildikleri halde, bunu kamuoyundan, devletten saklamaları durumunda, ileride bu gerçeklerin ortaya çıkarılması halinde, alabilecekleri cezalar, karşılaşabilecekleri tazminat davaları ve kamuoyu baskısı vb gibi nedenlerle, bu gerçeği zorunlu olarak istemeye istemeye ilaç prospekförlerine eklemesi de söz konusu olabilecektir, diyebiliriz herhalde..Tabii ciddi bir şekilde bu konu üzerinde araştırmalar yapılır ve mücadeleler verilirse..  Yıllar boyunca ilaç firmaları bu gibi gerçekleri toplumdan, kamuoyundan sakladılar durdular ama dürüst psikiyatri hocaları sayesinde (özellikle de ABD'de mahkemelerde yıllarca bilirkişi olarak görev yapan hocalar da dahil), tüm gerçekler ortaya çıkınca, ardı ardına ilaç firmalarına cezalar kesilmeye, tazminat davaları açılmaya ve kamuoyu baskısı oluşmaya başlayınca, istemeye istemeye zorla bu gerçekleri (ilaçların ölümde dahil (şiddet ve intihara meyilli hale gelme gibi) olası ciddi yan etkilerini) ilaç prospektüflerine eklemek zorunda kaldılar.. Ve bu ilaçların olası olumsuz etkilerini azaltmak için, yeni çalışmalar yapmaya ve buna göre yeni ilaçlar üretmeye başladılar.. (Sosyal medyada bu yönde bilgi vardı ancak..)

Peki, bu PS ilaçların olası ciddi olumsuz yan etkileri (gerçekten de) azaltıldı mı?

Tahminimize göre "hayır".. Tabii, bu bir olasılık, tahmin.. Ama özellikle de ana akım medyada (toplum tarafından kabul gören ve çok izlenen ve çok okunan TV, radyo, gazete ve dergilerden oluşan resmi basın-yayın kuruluşları) ile birlikte diğer sosyal medya platformlarında... Bazı kişilerinsaldırganlık ve cinayette dahil şiddet eylemlerini (kadına şiddet, kadın cinayetleri, sağlıkçıya şiddet, çocuklara, savunmasız insanlara ve hayvanlara şiddet /eziyet vb gibi) yapmaları ve/veya intihar girişimlerinde bulunmaları gibi adli vakaların ve aile içi geçimsizliklerin olması ve/veya artması vb gibi sosyal nedenler ile ilgili bazı haberlerin içeriklerine baktığımız da... (Tabii hepsi değil en azından bazılarında) Bu eylemlerin arka planında, sonucu ölümcül olan/olmayan şiddet eylemlerini ve/veya intihar girişimlerini yapan kişiler hakkında, (bununla ilgili yukarıda da dediğimiz gibi) "...saldırgan PS tedavi görüyordu!.." ve/veya "....saldırgan PS ilaç kullanıyordu!" gibi son derece önemsiz gibiymiş küçük bilgi ve puntolarla verilmesinden anlayabiliyoruz ki, büyük olasılıkla bu eylemlerin arkasında PS tedavilerinin ve/veya PS ilaçlarının etkisinin olabileceğine dair bir fikir edinebiliyorsunuz..(Bunun olabileceğine hatta olduğuna dair bazı haberleri ve eleştirileri 3,4,5 ve/veya 6.bölümlerde (mesela PS ilaçlarının örneğin "okul saldırıları, terör eylemleri, bombalı eylemler" vb gibi ölümcül eylemlerle bağlantılarını) okuyabilirsiniz..)

Eğer ana akım medyada /sosyal medyada adli vakalık herhangi bir şiddet (saldırganlık ve cinayet) eylemlerini ve/veya herhangi bir intihar girişimlerini izler /okursanız, bu adli vakalarda şiddet eylemlerini ve/veya intihar girişimlerini yapan kişinin/kişilerin, PS tedavi görüp-görmediğine ve/veya PS ilaçları kullanıp-kullanmadığına dikkat etmenizde fayda vardır. Psikiyatristler, büyük olasılıkla bu tür adli vakaları, PS ilaçların bir etkisi olarak görmeyecekler ve bunun nedeninin büyük ihtimalle aslında PS tedavi gören ve/veya PS ilaç kullanan kişilerin ya kendi hastalığı ile ilgili bir problemden /hastanın düzenli olarak PS tedavi görmediği ve/veya PS ilaç kullanmadığı gibi bir problemden kaynaklanıyor olabileceğini söyleyebileceklerdir.. Zaten büyük çoğunluğu da böyle buna benzer açıklamalarda bulunabiliyorlar... Aslında (en azından bazı) PS hekimlerinin bu şekilde davranmalarının arkasında çok farklı nedenler olabilir ancak büyük olasılıkla özellikle de Psikiyatri endüstrisinde"PS ilaçlarına toz kondurtmamaanlayışının yatıyor olabileceğini de unutmamak gerekir, diye düşünebiliriz.. Bu, aslında PS ilaçlarını eleştirmeninPsikiyatri endüstisi için adeta vazgeçilmez bir tabuçok ciddi bir suç gibi görülüyor olabileceğine dair bize bir fikir de verebilmektedir, diyebiliriz..

Şimdiden eleştirileri duyuyoruz.. "Boş boş konşma.. Kanıt var mı kanıt?!Kanıt kanıt diye tuttruyorsunuz ama PS ilaçlarının ölüm de dahil olası çok ciddi zararları hakkında kafa dahi patlatmıyorsunuz? (Yani bu konuları DÜRÜST BİR ŞEKİLDE niye araştırmıyorsunuz?)  Yahu olmadı bari blogumuzdaki verileri de mi okumuyorsunuz? Yoksa okudunuz da, "Yahu sen kimsin, doktor değilsin bişey değilsin, bunların hepsi komplo teorisi!" diye mi düşünüyorsunuz. Yada özellikle de bilimsel tıp dergilerinin makalelerinde tıpkı ukala hekimlerin "yanıltıcı" şekilde söyledikleri gibi "Bu yan etkiler önemsiz ve çok nadir!" ayağına mı yatmaya çalışıyorsunuz?  Yada "kanıt" diye tuturduğunuz ve aslında sizlerin de "kanıt" diye öne çıkardığınız o sözde bilimsel tıp dergilerinde "ps ilaçlarının hastalara çok iyi geldiğine" vb gibi benzer büyük olasılıkla "yanıltıcı verilerle" dolu olan bilimsel çalışmalarına mı güveniyorsunuz? "Benim arkamda koskoca bilimsel çalışmalar var, siz de kimsiniz, bunların hepsi fasa-fiso!" diye kendinizi haklı çıkarmak için vargücünüzle didinip-durmaya mı niyetlisiniz? Herneyse.. Şimdi başka bir konuya geçelim..

PS ilaçların, beyin tahribatına (kalıcı beyin hasarına) ve beyin küçülmesine neden olduğunu söylerken, aklımıza gelen başka bir gerçek.. OTİZM..

PS ilaçları ile Otizm arasında herhaingi bir bağlantı var mı?

Bilimsel tıp dergilerinde geçen ve "yanıltıcı veri" olma olasılığı olabilen bazı bilimsel çalışmalara bakılırsa, PS ilaçları ile Otizm arasında herhangi bir bağlantı falan yok.. Evet bu doğru da olabilir /olmayabilir de.. Çünkü, dediğimiz gibi bilimsel tıp dergileri artık güvenilmez bir özelliğe sahiptir. Buralarda yayınlanan verilerin hepsi olmasa da (belki yalan /yanlış /sahte olmayabilir ama tabii olma olasılığı da olabilir, bununla ilgili verileri 3,4,5 ve/veya 6.bölümlerde okuyabilirsiniz) büyük çoğunluğunun /önemli bir kısmının "YANILTICI" verilerle dolu olma olasılığı bulunabiliyor.. Bunu da bu söz de bilimsel tıp dergileri ile ilgili ortaya çıkarılan çok sayıda "hayalet ve/veya sahte vb çalışmalardan" rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz.. (bahsedilen diğer bölümlere göz atınız) Gerçi söz konusu olan çalışmaların "hayalet ve/veya sahte" olmaması da önemli değil.. Çünkü, bilimsel tıp dergilerinde özellikle de "reçeteli ilaçlar" konusunda "billimsel çalışma" diye yayınlanan verileri yapan araştırmacıların (hekimlerin ve/veya bağlı bulundukları sağlık birimlerinin), tıp dergileri ve/veya ilaç firmaları ile gizli çıkar bağlantılarının olması da söz konusu olabilmektedir. Ve bunların hangilerinin gizli çıkar bağlantılı "bilimsel çalışmalarolup-olmadığını da bilebilmek oldukça zor olabilecektir ve özellikle de söz konusu olan PS ilaçları ise, gizli çıkar bağlantılı durum daha da önem kanabilmektedir, diyebiliriz herhalde..

Evet, PS ilaçları otizm arasında bir bağlantının olduğuna dair bir veri yok ve bizlerde bunu tam olarak bilmiyoruz.. Ancak.. O sözde bilimsel tıp dergilerinde yayınlanan verilere (çalışmalara) baktığımızda... PS ilaçları ile Otizm arasındaki bağlantıyı irdelerken, özellikle de PS ilaç kullanan ve HAMİLE olan kadınları incelediklerini görüyoruz. Yani büyük olasılıkla PS ilaç kullanan hamile kadınların, doğum sonrası bebeklerinin sağlık durumlarının "otizm" ile eşleşip-eşleşmediğine bakmışlar (araştırmışlar, incelemişler vs) ve bebeklerin "otizm"li olmadığına kanaat getirmişler.. Bilimsel tıp dergilerindeki çalışmalar bu yönde.. (Tabii bu ne kadar doğru bir veri, orası çok tartışılır..) Ancak..

Dikkat ettiğimiz bir durum.. 

PS ilaçları uzun süreden beri kullanan PS hastaların yüz hatlarında, 'otizmli hastaların yüz hatlarına benzer' bir durum olması mümkün müdür?

Evet, bilimsel tıp dergilerinde belki PS ilaç kullanan hamile kadınlarla ve doğan bebekleri ile yapılan çalışmalarda, PS ilaçları ile otizm arasında bir ilişki ortaya çıkarılmış değildir.. Ancak.. Bizim dikkat ettiğimiz bir durum vardı.. (Tabi bu bizim kişisel bir tahminimiz, öngörümüz, önsezimiz, görüşümüz, olasılığımız.. Öyle diyelim..) Örnek vermek gerekirse, önce kendi kardeşlerimden başlayayım.. İki kardeşimde uzun süredir (sayısını hatırlayamadığımız uzun yıllardır) PS ilaçları kullanıyorlar. Ve ben şimdilerde daha yeni fark ettiğim birşey.. Daha önceleri, bu konuda herhangi bir bilgim, fikrim olmadığı için neyin ne olduğunu anlayamıyor ve fark edemiyordum.. Ancak daha önceleri Covid ve aşıları ve diğer "çocukluk aşıları" ile ilgili konusunda yaptığım araştırmalarla birlikte şimdilerde yaptığım bu gibi PS ilaçları hakkında yaptığım araştırmalardan çıkardığım... Bir sonuç ve/veya tahmin, olasılık üzerinden bir öngörüönsezi olarak fark edebildiğim birşey.. Bazı çocukluk aşılarının, otizme sebep olduğunu okumuştum mesela.. (Bunu, eğer bir aksilik falan çıkmaz ise diğer araştırmalarla birlikte başka bir zaman yayınlamayı düşünüyorum. Gerçekten çok ciddi bilgiler var..)

İşte tüm bunlar bana bir fikir vermeye başlamıştı...Ve özellikle de otizmli kişilerin /hastalarınyüz hatlarına dikkat ettiğimde.. Yüz hatlarının diğer normal insanların yüz hatlarından fark edilebilecek şekilde olması "geniş yüz, iri ve büyük gözler, yanak ve burnun kısa ve basık olması" vb gibi özelliklere sahip olabildiğini görebiliyoruz. Ve uzun yıllardır PS ilaçları kullanan kardeşlerimin yüz hatlarına baktığımda da çok şaşırtıcı bir şekilde otizmli hastaların aynı yüz hat özelliklerine (en azından o kadar keskin olmasa da) benzer bir yüz hatlarına sahip olabildiklerini fark etmeye başlamıştım.. Tabii bu yüz hatları o kadar çok keskin değil ama fark edilebilir şekilde kendini gösterebiliyordu.. Öyle ki, ben bir aralar "Acaba bunlar PS ilaçların bir etkisi olmayabilir mi, acaba yanılıyor olabilir miyim?" diye de bir şüpheye girmiştim.. Ancak.. Ara ara gittiğimiz hastanelerin psikiyatri servislerine (poliniklerine) ve/veya PS Rehabilitasyon Merkezlerine gelen (hepsi olmasa da en azından) bazı hastaların yüz hatlarına baktığımda da, otizmli hastaların yüz hatlarına benzer bir  yüz hatları ile karşılaştığımı söyleyebilirim.. Acaba bu insanlar da "uzun yıllardır PS ilaç kullanıyor muydu?" Yada "bunların geçmişlerinde otizmle ilgili bir problem var mıydı?" Orasını bilemicem ama benim fark ettiğim şeylerden biri buydu..  

Tabii bu özelliği büyük ihtimalle sizler de fark edebilirsiniz.. Eğer tanıdığınız ve en azından uzun yıllardır PS ilaç kullanan bir PS hastası varsa /PS servislerine vb polinikliniklere gelen PS hastaların yüz hatlarına dikkatlice bakarak, onların da yüz hatlarının "otizmli yüz hatlarınabenzeyip-benzemediğine belki karar verebilirsiniz.  Tabii PS hastaların yüz hatlarının, otizmli hastaların yüz hatlarına benzeme durumu, o kadar çok keskin bir benzeme olmayabilir. Ama o kadar keskin bir benzeme olmasa da, yine de en azından uzun yıllardır PS ilaç kullanan PS hastalarının yüz hatlarındaotizmli hastaların yüz hatlarına benzer bir yüz hattına yakın özelliklere sahip olabildiğini fark edebilirsiniz, diye tahminlerde bulunabiliriz.. (Tabii dediğim gibi, bunlar benim kişisel tahminim, öngörüm, önsezim.. Öyle de olmayabilir.. Siz, bu durumu kendiniz ararştırarak bulabilir, öğrenebilirsiniz..)

Şimdi, varsayalım ki.. Gerçekten de örneğin en azından uzun yıllardır PS ilaç kullanan PS hastalarının yüz hatlarının, (o kadar çok keskin olmasa da) otizmli hastaların yüz hatlarına bezer bir özellikte olabildiğini farz edelim.. "Peki, bu durum sizce neyin eseri olabilir?" Yine tahminimize göre, bu durum uzun yıllardır PS ilaçları kullanan PS hastalarının (PS ilaçlarının bir etkisi olarak), beyinlerinde oluşması muhtemel olası bir (beyin küçülmesi de dahil) "beyin tahribatından (yani kalıcı bir beyin hasarından) dolayı olabilir, diye düşünebiliriz.. Bizim tahminimiz bu yönde.. Varsayalım ki, bu nedenden dolayıdır.. Öyleyse.. Sosyal medyada PS ilaçları üreten ilaç firmalarının bu vb yöndeki olası olumsuz etkilerini azaltmak için, "yeni çalışmalar yaptıkları ve buna göre yeni ilaçlar üretmeye başladıkları" yönündeki haber /açıklamaların doğru olmayabileceğini anlayabilmek de mümkündür diyebiliriz..Yani bu tür haberlerin /açıklamaların, aslında kasıtlı /kasıtsız olarak yapılan, kamuoyunu yanıltmak ve biraz da aldatmak amacıyla yapılması muhtemel, olasılıkla "aldatıcı ve yanıltıcı" aspagaras haber /açıklamalar olabileceğine dair bir tahminde bulunabiliriz herhalde..

Herneyse.. Yukarıda psikiyatristlerin hastalara zararlı PS ilaçlarıbaşka alternatiflerinin olmadığından dolayı reçete etmek zorunda olabildiklerini izah etmeye çalışmıştık.. Aslında yüzlerce ilaçsız alternatif seçenekleri olduğu söyleniyor ama nedense bunlar, psikiyatri de kullanılmıyor. Aslında kullanılıyor, yukarıda belirttiğimiz gibi (resim, müzik, tiyatro, pratik yapma vb gibi klasik rehabilitasyon uygulamaları) ama bunlar, zararlı "ps ilaçlarıreçete edilerek ile birlikte kullnılıyorlar.. Bu, gerçekten çok saçma bir durum.. Madem PS ilaçları çok faydalı, o zaman ne gereği var bu rehabilitasyon uygulamalarına

Hadi bakalım bu ps ilaçları hastaların durumlarını düzeltsin tek başına? Düzeltemezler çünkü bunun için üretilmemişlerdir. Daha çok söz konusu zihinsel "hastalığın hem oluşmasını hem de devamını sağlamak" için üretilmişlerdir. Yani sağlıklı insanlarda "zihinsel bir hastalığın" oluşmasına ön ayak olurlar ve zihinsel hasta olan insanlar da ise bu zihinsel hastalığın devam edilmesini sağlarlar. Yani iyileştirmezler. PS ilaçlarının gerçekte çalışma prensibi bu şekildedir, diyebiliriz..

"Vay efendim, sen nasıl böyle konuşursun? Elinde delilin, kanıtın var mı kanıt? Boş boş konuşuyorsun, insanları aldatıyorsun, kandırıyorsun! Bu ps ilaçları yıllarca bilimsel ve klinik çalışmalardan sonra devletlerin gözetiminde onaylandıktan sonra piyasaya sürülüyor. O yüzden çok güvenlidir. İnsanlara yanıltıcı, aldatıcı bilgiler vermeyiniz lütfen!" Vs vs.. Yahu, siz salak mısınız yoksa salak ayağına mı yatıyorsunuz? Yıllarca bilimsel ve kliniksel çalışmalardan sonra devlet onayıyla piyasaya sürülüyormuş da bilmem neymiş de.. Peki madem bu ilaçlarınız o kadar çok güvenli bu ps ilaçlarından zarar gören (yaralanan, sakat kalan) ve ölen sadece ABD'de on/yüz binlerce (belki de bu sayı milyonlarca dahi olabilir) insanın durumuna ne diyeceksiniz? Üstelik bunlar sadece kayıtlı ABD verileri.. Bir de kayıt altına bilerek /bilmeden alınmayan veriler var. Ve bunlarla bilikte bir de dünya genelindeki vakaları da hesaba katarsanız, bu sayı herhalde dünya geneli için tahmini 1 milyardan fazla insanın zarar görmesi (yaralanması ve ölmesi) de demektir. Şimdi de bunlara..

"Bunların hepsi komplo teorisi, uyduruk şeyler. Öyle şeyler yok!" yada "Efendim, her ilacın olası yan etkileri vardır ama bunlar o kadar önemsenecek şeyler değildir, yani ÇOOOK NADİRDİR.. Tabii ki PS ilaçlarının da yan etkileri olacaktır ve bunlarda ÇOOOK NADİRDİR!" Oldu mu şimdi ama sonunda bir şeyi demeyi unuttunuz! O da "Tabii yerseniz!

Herneyse ama bu (PS tedavilerinden ve/veya PS ilaçlarından fayda görme) sayının çok az olması olasılığından dolayı bu "fayda" durumu herhalde çok düşüktür diyebiliriz.  Zararı faydasından çok ise.. Faydasının, zararından az olmasını nereden anlıyoruz? Ortaya konan verilerden, çalışmalardan vb diyebiliriz.. Bunu anlayabilmek için sadece PS ilaçlarının olası zararlarına bakmak bile yeterli olabilecektir herhalde.. Kaldı ki ECT gibi faaliyetlerde de (uygulamalarda da) oldukça zararları olabildiği için.. Yani aslında burada PS hekimleri "çok kötü" gibi algılanabilir ama aslında kötü olan şey /şeyler zararları bilinen "ps ilaçları ve ECT gibi uygulamalardır" diyebiliriz.. Yani, belki psikiyatrinin "bilim" olarak görülmemesinin nedeni de bu olası zararları olan faaliyetlerin ve bu faaliyetlerden zarar gören (yaralanan ve ölen) insanların olabilmesidir diyebiliriz, herhalde.. 

Öyleyse, psikiyatrinin bir bilim olabilmesi için, öncelikle insanlara zarar veren "ps ilaçlarından ve ect gibi diğer uygulamalardanvazgeçmesi ve onun yerine alternatif olarak  ilaçsız tedavi yöntemlerine yönelmesi yerinde olabilecektir, diyebiliriz.. Yanılıyor muyuz?

VURGU 1; "Psikiyatri'ye neden bir ölüm endüstrisi diyorlar?" Bir düşünelim..

**BAŞKA BİR KONU İLE BİTİRELİM

*Psikiyatri aslında hiç doğmamalıydı.. Sizce.. "Psikiyatri, insanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmiş midir?" 

Peki, psikiyatri tamamen kaldırılmalı mıdır yoksa çok büyük bir değişim mi geçirmelidir?

Psikiyatri gerçekten de aslında hiç doğmamalıydı.. Çünkü, önceleri (en azından tahminen bundan birkaç yüz yıl önce yine tahmini olarak o da belki) iyi niyetlerle kurulan psikiyatri kurumunun, (aslına bakarsanız akıl hastası olarak görülen kişilerin tedavi edilmesi durumu, taa millattan öncelerine dayanıyor ama psikiyatri kurumunun adının ilk defa ve yoğun bir şekilde geçtiği dönemler daha henüz yeni olduğu için) günümüz de 'insanlık için son derece tehlikeli ve öldürücü bir kurum' haline geldiğini görebiliyoruz. Bizans döneminde PS (akıl) hastalarının tedavisinde kullanılan dini rütüellerinin başarısz olması durumunda, suç bir nevi hastanın üzerine atılarak "hastanın, şeytan tarafından ele geçirilmiş olduğu ve düzeltilemediği için ruhunun şeytandan kurtarılabilmesi için yakılması gerektiği" gibi bir düşünce /bahane ile bu durumda olan hastaların cadı ayinine benzeyen ayinlerle "yakılarak öldürülmesi" durumunun, Hitler döneminde de benzer aynı şeylerin hem de yıllarca okumuş-görmüş, diz çürütmüş! lisanslı psikiyatristlerin eşliğinde yaşanmış olabildiğini öğrenebilirken..

Günümüz de de adeta "Artık böyle şeyler yok, bunlar tarih kitaplarında birer üzücü anı olarak kaldı!" bahane /yalanın arkasına saklanarak herhalde, bunlara benzer aynı şeylerin hem de kılık değiştirerek (son derece zararlı ve ölümcül olabilen PS ilaçlarının ve ECT gibi insanlık dışı uygulamalarının) halen yaşanabiliyor ve uygulanabiliyor olabildiğini, göremiyor ve/veya görmek istemiyoruz /aslında bunlarla ilgili ortaya çıkarılan gerçekler ışığında bunları anlayabiliyoruz, diyebiliriz.. Ve aslında bunların o engizisyon cadı dönemlerinden ve Hitler döneminden bile çok daha tehlikeli tedavi yöntemleri olabildiğini de fark edebiliyorsunuz.. Çünkü.. Bunların bu kadar çok tehlikeli olabilmesinin nedeni aslında insanlara zarar veren psikiyatrik tedavi yöntemlerinin "kılık değiştirmesidir", diyebiliriz.. Şöyle ki.. (Yaralanan ve ölen insan sayısının tahminlerden çok daha fazla olabilmesinin en büyük nedeni de herhalde) herşeyin yasal zeminde gerçekleştirilmesi, gizli saklı olması, gerçeklerin saklanması ve bunlara direnç gösteren insanların ve kurumların özellikle de psikiaytristlerin olması ve sözde bazı bilimsel tıp dergilerinin sahte /yalan /yanlış /yanıltıcı olma olasılığı yüksek olabilen verilerle bunlara destek veriyor olması vb aklımıza gelmeyen nedenlerledir, diyebiliriz.İşte tüm bunlarhaçlı engizisyon cadı dönemi ile Hitler döneminde insanlara (akıl hastalarına) zarar veren ve öldüren psikiyatrik tedavi yöntemlerinin aslında birer "kılık değiştirmesi"dir.. Yani aslında "zarar verme ve öldürmeyi" gerçekleştiren psikiyatrik tedavi yöntemlerinin kılık değiştirmesinin (farklı olması) dışında, "zarar verme ve öldürme" durumunda farklı olan birşey yok..

Psikiyatrik tedavide (aslında bu her alan için de geçerlidir) herşeyin yasal olması, insanları yasal bir şekilde yaralayabilmek ve öldürebilmek için bir bahanenin de olabilmesi demektir. Bu, aslında engizisyon cadı dönemi ile Hitler döneminde yaşanan katliamlardan bile çok daha beteri de demektir.. O dönemlerde akıl hastalarının sözde PS tedavi yöntemleri ile öldürülmeleri "katliam" olarak görülürken, günümüz de akıl hastalarının kılık değiştiren PS tedavi yöntemleri ile öldürülmeleri (ve sakat bırakılmaları "yaralanmaları") ise "katliam" olarak değerlendirilmiyor. Bunun yerine (eğer zarar görme ve ölüm eylemi söz konusu olan PS tedavi yöntemlerinden olduğu kanıtlanırsa dahi, bunlar) büyük ihtimalle daha çok "tıbbi hata" olarak değerlendirilebiliyor. Bunun bu şekilde değerlendirilmesinin nedenleri çok olabilir. "Tıbbi hata" denmesinin nedeni aslında, büyük olasılıkla hem ilaç firmalarını hem de doktorları korumak amacının güdülmesi de olabilir. Şöyle ki.Tahminen... İlaç firmalarının üretip-piyasaya sürdüğü ilaçların nerdeyse büyük çoğunluğu insanlara zarar verici ve öldürücü olabilen "zehirli kimyasallar" içermesine rağmen.. İlaç firmalarının korunması mantığı, aslında sadece bu ilaç firmaları ile mali ilişkiler içerisinde olan bireysel hekimler ile özel ve/veya devlet sağlık birimlerinin (kurum ve kuruluşlarının) olması değil, devletlerin (hastalanan ve yaralanan) kendi toplumlarına verebilecek başka alternatif tedavi yöntemlerinin olmaması da, buna etken de olabilmektedir, diyebiliriz. Ama tabii bu bir bahane olmamalı çünkü, devletler büyük olasılıkla "hasta olan insanlarına başka yüzlerce ilaçsız tedavi yöntemlerinin olabildiğini" gayet çok iyi biliyor olmalı. Ama bunları nedense devletler önermiyor. Nedenleri çok olabilir. Bunlardan biri belki en önemlisi olarak görülebilir.. Şöyle ki..  İlaç firmalarının üretmiş olduğu tahminen ilaçların büyük çoğunluğu insanlar için oldukça zararlı ve öldürücü olabilen "zehirli kimyasallar" içermesine rağmen, bu ilaçların etken maddeleri (yani zehirli kimyasallar), hastaların mevcut olan hastalık semptomlarını (tam bir iyileştirme olmasa da) azaltmada, dindirmede /bastırmada oldukça hızlı bir etki gösterebiliyor. Zaten bu zehirli kimyasal içeren ilaçların tercih edilmesinin en önemli nedenlerinden biri de bu (hızlı bir etki gösterme) gibi gözüküyor. (Tabii bazıları istisna olabilir..) Ancak dediğimiz gibi ilaçların bu etken maddelerinin "zehirli kimyasallar" içermesi (belki kısa vadede olmayabilir ama uzun vadede), ANİ ÖLÜMLER'de dahil insanların sağlığı açısından oldukça kötü sonuçlara (yani yaralanmalara -yani ilaca bağlı çeşitli bazı diğer hastalıklara, rahatsızlıklara yakalanmalarına) sebep olabilir (/olabilmektedir), diye taminlerde de bulunabiliriz herhalde..

Herneyse.. Günümüz de özellikle de PS tedavi yöntemlerinden dolayı (yaralanan ve) ölen insanların olması.. (Ki eğer bunlar bu belirtilerden dolayı kanıtlanırsa tabii ki.. Gizli-saklı olanlar, kaydedilmeyenler vb ise zaten onları unutun, onlar bir nevi kim vurduya gitmiş olabiliyorlar, maalesef.) Bu yaralanma ve ölümlerin "tıbbi hata" olarak görülmesi kaçınılmaz gibi görülebilir. Ancak.. Kaldığımız yerden devam edersek eğer.. O dönemlerde katledilen insan sayısı ile günümüzde özellikle de Hitler döneminden sonraki dönemlerdeki psikiyatri kurumlarından zarar gören (yaralanan ve ölen) insan saysıını bir karşılaştırın.. Ama bunu tam olarak yapamazsınız (belki tahminlerde bulunabilirsiniz) çünkü, dediğimiz gibi sağlık sisteminde herşey gizli-saklı yapılıyor, (mesela PS ilaç sonrası ve diğer PS uygulamalar sonrası yaralanma ve ölümlerin, PS ilaçlardan ve diğer PS uygulamalardan kaynakladığının resmi belgelere (hasta ve ölüm raporları gibi belgelere) işlenmemesi gibi) bir şekilde kaydedil(e)meyen tahmini milyonlarca insanın olabileceği düşünülürse, bunu doğru bir şekilde hesaplayabilmek oldukça zor olabilecektir. Ama işte bunu anlayabilmek ve bununla mücadele verebilmek için, en azından konu hakkında duyarlı dürüst insanların (özellikle de dürüst psikiyatristlerin ve diğer hekimlerin) bu gerçeklerin farkına varması gerekir herhalde diye düşünebiliriz..

Psikiyatri'nin "insanlık" için bu denli tehlikeli olmasının nedenleri arasında, sadece (sayısı belirsiz ama tahmini yüzlerce hatta binlerce olabilen) hayali (sahte) teşhisler ve (bu teşhislerle insanları) etiketlemeler /damgalamalar değil, insanları son derece zehirli ve öldürücü olan psikiyatrik ilaçlara ve ECT gibi son derece tehlikeli ve öldürücü psikiyatrik uygulamalara musallat etmeleri (onları kullanmalarını sağlamaları) de bulunabiliyor. Bunu Psikiyatrist Prof. Dr. Peter Breggin, 1983 baskılı Psikiyatrik İlaçlar: Beyne Zararları /tehlikeleri (Psychiatric Drugs: Hazards to the Brain "/Dangers of the Brain") adlı kitabında, "...beyin hasarına neden olan ilaçları kullanarak "Psikiyatrinin dünyada yılda 1 milyon ila 2 milyon kişiye ulaşan bir nörolojik hastalık salgını başlattığını" (1160) iddia etmesinden anlıyoruz.  Tabii sadece bu da değil.. Psikiyatrik ilaçların olası zehirli (yaralayıcı) ve öldürücü zararlarını ortaya koyan yüzlerce belki de binlerce verileri de bunlara ekleyebiliriz.. Eğer bu son derece zehirli, tehlikeli ve öldürücü olan psikiyatrik ilaçlar, tahmini olarak yılda 1 ila 2 milyon insanın bir şekilde çeşitli hastalıklara (en azından nörolojik hastalıklara) yakalanmasına sebep olabiliyorsa.. Ki (öyle gibi gözüküyor) bu rakamın bundan 40 sene önce verildiğini düşünürsek.. Şimdilerde bu oranın daha da artmış (en azından tahmini yılda 4-5 milyon insanın (belki de daha fazla) zarar görmüş ve halen de zarar görüyorolabileceğini de tahmin edebiliriz, herhalde diye düşünebiliriz.. Tabii bunlar da sadece psikiyatrik ilaçlarla ilgili tahminler.. 

Bir de başta "beyin hasarı" olmak üzere çok sayıda sağlık sorunlarına sebep olabilen ECT (elektroşok) gibi son derece tehlikeli psikiyatrik uygulamalar da bulunuyor.. Onların vermiş olabilecekleri zarar (insan) sayısını da eklerseniz, psikiyatri kurumlarından bir şekilde zarar gören (yaralanan) ve hatta hayatını kaybedebilen (ölen) insanların sayısı, belirgin bir şekilde görülebilir. Tabii bunlar da sadece KAYITLI VERİLER ile ilgili olasılıklar. Ya bir şekilde kayıt altına alın(a)mayan, kaydil(e)meyen ve bu psikiyatrik ilaçlar ve uygulamalardan dolayı zarar gören (yaralanan) ve ölen diğer sayısı belirsiz (tahmini milyonlarca) insan? Ve bunun her yıl (hem de katlanarak, artarakyaşandığını bir düşünün.. Sayının ne kadar korkunç bir rakama tekamül edebileceğine dair az-çok tahminlerde bulanabiliriz herhalde.. 

  "BİR TAHMİN ; Bir tahminde bulunursak eğer.. Tahminimize göre, dünya geneli ölçeğinden bakarsak, psikiyatrik tedavilerden (PS ilaçlar ve diğer PS uygulamaları içeren tedavilerden) dolayı ölüm de dahil bir şekilde zarar gören (yaralanan ve ölen) insan sayısının günümüzde yılda 2 milyon olsa... 1950 yılından itibaren, kabaca bir hesapla 2024-1950=74 x 2 = 148 milyon... 1900'den 1950'ye kadar olan sürede 1 milyon insan diye kabaca hesaplarsak, bu da 50 milyon yapıyor. 148 + 50 = 198 milyon olabileceğine dair bir tahminde bulunabiliriz. Tabii bunlara kayıt altına alın(a)mayan, kaydedil(e)meyenler vs hariç olabileceği ve bu sayının her yıl katlanarak artabileceği de göz önüne alınırsa, yine tahmini olarak, psikiyatrik tedavilerden zarar gören (yaralanan ve ölen) insan sayısının günümüz de 1 milyardan daha fazla olabileceğine dair bir tahminde bulunabiliriz, herhalde.. Eee yani sağlıkta herşey gizli-saklı ve sahtekarlık düzeni içinde yapıldığı için, bizim gibi teoricilerin de bu şekilde tahmin ve olasılıklarda bulunabilmesi de son derece normal olmalı herhalde.. 1 milyardan daha fazla insanın bu PS ilaç ve diğer PS yan tedavilerden bir şekilde zarar gördüğünü (yaralandığını ve öldüğünü) bir düşünün.. Ne kadar korkunç bir durum öyle değil mi? Ama peki gerçekten de böyle birşey varsa? Bunu nereden bileceğiz, bunu nasıl anlayacağız? İşte, tüm mesele burada.."

Gerçekten de "Psikiyatri, insanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmiş midir?"

Tüm bu tehlikeli ve öldürücü üzücü olasılıkları biraraya getirdiğiniz de gerçekten de "psikiyatrinininsanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmiş olabildiğini" rahatlıkla söyleyebiliriz. Gerçekten de "Psikiyatri, insanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmiş midir?" Bana ve benim gibi düşünen birçok insana göre "EVET" öyle gibi gözüküyor.. Ve buna dahil olan insanların arasında ortaya çıkardıkları gerçekler ışığında en azından hatırı sayılır bazı "psikiyatri hekimleri"nin de olabildiğini düşünürsek eğer.. İşin ilginç yanı da da zaten burada.. Düşünsenize, zarar gören insan sayısı tahminimiz dışında.. Yukarıda vurguladığımız ve "psikiyatri'nin insanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmesine" sebep olan şeyleri (yani ölüm de dahil psikiyatrik ilaçların ve uygualamaların olası ciddi zararlarını, psikiyatrik hayali (sahte) teşhislerin ortaya çıkarılması vb gibi daha sayamadığımız yüzlerce, binlerce psikiyatrinin son derece tehlikeli ve öldürü zararlarını) ortaya koyan kişiler de, yine bu yönlerde çok sayıda yayınları ve kitapları olan dünyaca ünlü tanınmış psikiyatri hocalarının olması... Bu çok garip öyle değil mi? Aslında garip falan değil.. Bu insanlar psikiyatri hekimleri ama son derece dürüst özelliklere sahip PS hekimleri.. Ortaya çıkarmış oldukları gerçeklerden bunu anlıyoruz.. Yani bunlar sıradan insanlar değiller.. Veya başka bir tıp alanında görevli herhangi bir doktor falan da değiller.. Adı üstünde psikiyatri de görev yapan/yapmış psikiyatri hekimleri.. Ve çoğu da profesör ünvanlı hekimler.. Şimdi, bunlar 'psikiyatri ve psikiyatrik tedavilerinin zararlarını' ortaya çıkarttıkları için, bu kişiler son derece kötü hekimler mi oluyor? Yoksa komplo teoriciler mi oluyor? Bunları sıradan insanlar /bu alanın dışında başka hekimler ortaya çıkarsaydı, herhalde kıyamet kopardı.. "Yahu, bunlar da kim oluyor? Sizi gidi komplocular sizi!" diye veryansın ederlerdi herhalde.. Dünyaca ünlü tanınmış bu psikiyatristler, (belki psikiyatriyi kötülemek için değil ama aslında psikiyatriyi gerçekten de kötüleyenler de yok değil, var) Psikiyatrik tedavilerin (PS ilaç ve diğer yan uygulamalarının) son derece tehlikeli ve öldürücü olan zararlarını ortaya koymak için bunları araştırmışlar, bulmuşlar ve dile getirmişler, bunlarla ilgili kitaplar çıkarmışlar, yayınlar yapmışlar vs vs.. İşte sırf tüm bu gibi nedenlerden dolayı, insan gerçekten de "psikiyatri hiç doğmamalıydı" diye düşünemeden de edemiyor. Yine işte bu gibi nedenlerden dolayı maalesef  "Psikiyatri, insanlık için son derece tehlikeli bir kurum haline gelmiştir" tezini de ortaya koyabiliriz, diye düşünebiliriz. Yani bir de bu gerçeği anlayamayacak kadar bir insanın herhalde son derece aptal /salak olması lazım.. Yanılıyor muyuz?

Psikiyatri tedavisinde "İlaçsız Tedavi Alternatif Yöntemleri"..

Tabii burada sorulması gereken şey aslında şudur; "Psikiyatri olmadan özellikle zihinsel sağlık sorunu yaşayanların tedavi edilmesi mümkün müdür?"  Bunu isterseniz "Psikiyatri ilaçları olmadan..." diye de çevirebilirsiniz. Her ikisi de aynı kapıya çıkacağı için, bu farketmeyecektir.. Bizce evet.. Ama bu "pskiyatrinin tamamen ortadan kaldırılmasını" gerektirecek şekilde olmayabilir..Şöyle ki.. Burada söz konusu olan şey, "psikiyatrinin kaldırılmasından çok, psikiyatrinin insanlık için son derece zararlı ve tehlikeli olduğu ortaya çıkan "ilaçlar ve diğer yan uygulamalarla ilgili tedavipolitikalarının tamemen ortadan kaldırılması yani yasaklanması (ki bazıları istisna olabilir örneğin sadece ilaç tedavilerinin (sadece çok ağır saldırgan olanlar haricinde -ama saldırganlığı duran, sakin olantüm hastalara yasaklanması - Tabii ECT hariç, bu tüm hastalar için yasaklanmalıdır) ve onun yerine "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerinin" psikiyatrik tedavilerle ilişkilendirilmesinin amacının güdülmesidir.. Eğer bunlar psikiyatri ortamında yapılamıyorsa (ki bu çok az bir ihtimal, çünkü bunlar olmayacak şeyler değil, yapılabilir, uygulanabilir ve başarılı sonuçlar elde edilebilir), o zaman gerçekten de bundan sonra insanların buradan zarar görmemesi açısından, psikiyatrinin ortadan kaldırılması daha mantıklı olabilecektir, diyebiliriz.. Ama dediğimiz gibi bu son derece zararlı ve ölümcül olan "PS ilaçların ve diğer PS uygulamaların yasaklanması" ve bunların yerine "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerininpsikiyatri tedavilerle ilişkilendirilmesi", hiç de o kadar zor birşey değildir.. Bunların yapılması mümkündür.. Yasa koyucular bunu rahatlıkla yapabilir ve yapmalıdır da ve en önemlisi de bu konuda çok duyarlı olan dürüst psikiyatrist hekimlerin de buna katkı sağlaması da oldukça önemli olacaktır ve bunlarla ilgili yasaların hazırlanmasına katkı sağlayabilecektir, diye düşünebiliriz..

Sayısı belirsiz yüzlerce (belkide binlerce) olabilen "ilaçsız tedavi alternatifleri"nin olabildiğini unutmamak gerekir.. Bunlar hali hazırda duruken, PS hastaları neden bunlardan olabildiğince faydalanmasın ki? Başta ilaç firmaları olmak üzere bunlarla mali ilişkileri olabilen hekimler ve diğer sağlık kuruluşlarının, neden uzun yıllar boyunca, bu ilaçsız alternatif tedavi yöntemlerine karşı geldiklerini, umarız anlamışsınızdır.. Hastaların sağlıklarını düşündükleri için mi.. Bir kez daha düşünelim..

Psikiyatri tedavisinde "İlaçsız Tedavi Alternatif Yöntemlerine" geçiş nasıl olmalı?

Bu konuda son sözü de bu düşünceyle bitirelim.. PS tedavide, hastalara son derece zarar verdiği ve öldürebildiği kanıtlanan PS ilaçları da dahil, ECT gibi diğer PS tedavi uygulamalarının yerini alabilecek olan, "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemleri"ne geçiş öyle o kadar kolay olmayabilecektir. Bunun aslında 2 büyük nedeni var gibi gözüküyor..

1.si Tıp sektörünün özellikle de Psikiyatrinin ve Psikiyatristlerin "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemleri" konusunda yeterince bir bilgi ve deneyime sahip olmamaları.. Yani oldukça bir eğitim ve öğretim sürecine tabii tutulmaları gerekecektir..

2.si ise "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" geçişte hastaların özellikle de "ilaç bırakma girişimleri"nde yaşayabilecekleri "ilaç yoksunluk belirtilerinin (semptomlarının)" ve bu bu ilaç yoksunluk belirtilerini yok etmede /en azından azaltma da tek başlarına bunu başaramama risklerinin olmasıdır.. Yani, hekimler (ve/veya diğer sağlık birimleri) hastaların yaşayabilecekleri ilaç yoksunluk belirtilerinde, belki sadece hastane ortamında onlara yardımcı olabilirler ama hastaların, kendi ev ortamında, dışarıda bununla başa çıkabilmesi riskleri de söz konusu olabildiği için.. Burada araya DEVLETİN gimesi gerekebilecektir. Yani devletin, hastaların "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" geçişte, hastaların "ilaç bırakma girişimlerinde" yaşayabilecekleri "ilaç yoksunluk semptomları" ile başa çıkabilmeleri için,  "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" ait tedavilerin uygulandığı Özel ve/veya Devlet destekli "YATILI Rehabilitasyon Merkezlerini (RM)" biran önce kurması ve başta psikiyatri ve psikiyatristler olmak üzere, tüm sağlık branş alanlarında ve alanlardaki tüm hekimlere "ilaçsız tedavi alternatif yöntemleri" ile ilgili eğitim ve öğretim sürecinin başlatılması gerekir. AYAKTA muayene ve tedavi imkanlarının da olabildiği bu RM'lerin "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" uygun bir şekilde özel olarak yapılması, düzenlenmesi ve işletilmesi (uygulanması) gerekir. Ve aklımıza gelmeyen diğer eksiklikler vs vs.. 

  "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" geçiş yapıldıktan ve herşey doğru ve uygun bir şekilde yerine getirildikten sonra, artık "reçeteli kimyasal ilaç kullanımı ortadan kalktığı" için ilaç yoksunluk semptomları diye birşey de olmayacaktır ve bu nedenlerle "İlaçsız Alternatif Tedavi Yöntemlerine" geçiş için "ilaç bırakma girişiminde" hastaların yaşayabilecekleri ilaç yoksunluk semptomları da gelip-geçici olabilecektir, diye düşünebiliriz herhalde.. Asıl önemli olan bu süreci kazasız-belasız atlatabilmek. Gerisi zaten çorap söküğü gibi gelir. Dediğimiz gibi artık "reçeteli kimyasal ilaç kullanımı ortadan kalktığı" için ilaç yoksunluk semptomları diye birşey de olmayacaktır.."

ÖNEMLİ BİLGİ : Ancak unutmamak gerekir ki.. Psikiyatrik ilaç bırakma girişiminde yaşanan "ilaç yoksunluk semptomları" öyle kolay bir şekilde atlatılabilir bir durum değildir. Psikiyatrik yoksunluk semptomlarının şiddeti, "ilacın ne kadar süredir kullanıldığı, ilaçların kullanılma sıklığı, kaç tane ilaç kullanıldığı, ilaçların etkilerinin ne ve ne kadar güçlü olduğu ve hastalarının bünyelerinin bu semtopmlara dayanacak kadar kuvvetli olup olmadığı" gibi çok sayıda sorulara verilecek cevaplarla ilgili olabilir. Kimi hasta bu semptomları "hafif", kimi "orta" şekilde atlatırken, kimileri için bu semptomlar "çok ağır" (intiharşiddet vb) bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Ve bu ilaç yoksunluk belirtilerinin tamamen ortadan kalkma süresi ise bazı hastalar için kısa sürede (örneğin birkaç gün, birkaç hafta /ay gibi) sürebilirken, bazı hastalar içinse bu süreç (örneğin birkaç yıl /daha da fazla yıl gibi) sürebilmektedir ancak bazı hastalar içinse durum, ilaçların "beyinde kalıcı tahribat bırakması" vb gibi olaılıklardan dolayı hiç düzelme dahi göstermeyebilmektedir. İlaçların "beyinde kalıcı tahribat bırakması" vb gibi olasılıklardan dolayı, ilaç bırakma girişiminde ilaç yoksunluk semtomlarının (belirtilerinin), hastaların durumlarını daha da kötüleştirebileceği ve hatta bu bazı hastalık semtomlarının ise kalıcı hale gelebileceğine dair bilgiler /şüpheler de vardır. O yüzden, ilaç bırakma girişimlerinindoktor gözetiminde ve özellikle de yukarıda da belirttiğimiz gibi bu yoksunluk semtomlarına uygun bir şekilde hale getirilen "yatılı hastane ve rehabilitasyon merkezlerindeyapılması daha yerinde olabilecektir. Bu durum, hastanın kritik olan /olmayan durumuna göre, yaşayabileceği ilaç yoksunluk semtomlarının şiddetini belki azaltmayabilir (hatta bazıları için bu üzücü bir sonla da bitebilir; ölebilir ve/veya kalıcı hastalık semtomlarına yakalanabilir) ama hiç değilse (en azından diğer bazı hastalar için), doktor ve diğer sağlık personeli gözetiminde olabildiği için, doktorların bu şiddetin azaltılması ve hastanın daha az acı çekmesini sağlayabilecek alternatif tedavi ve rehabilitasyon faaliyetleri vb gibi sunma imkanı da olabilecektir, diye düşünebiliriz.. Ve tabii ki bu söylediklerimiz sadece aklımıza gelenler.. Daha iyileri de olabilir, bu konu da uzun yıllardır  ilaç bırakma girişimi yapan hastalar için "ilaç yoksunluk belirtileri yaşayanlara" yardım eden bazı yabancı kuruluşlar vardır, onlardan bu gibi konularda ciddi yardımlar alınabilir ve hatta daha iyileri de planlanabilir vs vs..

Varsayalım ki.. Yasa koyucular bu istenilenleri yaptı.. Zararlı ve öldürücü olabilen PS ilaçları ve diğer PS yan tedavi uygulamalarını (ECT gibi) yasakladı ve onun yerine bu bahsedilen "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerini" getirdi.. Şimdi ne olacak? Bir kere özellikle de PS hekimlerinin bu "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerini" kullanımını, yönetimini vb şeyleri çok iyi bilmesi ve buna adapte olması gerekir.. Yani sil baştan bu konularda ciddi eğitimler, öğretimler almaları gerekecektir. Ayrıca sadece PS hekimleri değil.. Bu konuda hastaların daha hızlı bir şekilde iyileşmeleri ve bakım, tedavi ve rehabilitelerinin daha iyi bir şekilde ve ortamlarda yapılabilmesi vb için ve hastalara son derece faydalı olabilecek başta Fitoterapi (bitkisel tedavi) uzmanlarını da dahil olmak üzere, sosyolog, psikolog, beslenme, müzik, tiyatro vb gibi diğer branş alanlarında uzmanlarında buralarda görevlendirmek de bu işin büyük bir parçası olacabilecektir.. Ve bunların yani "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerinin" uygulanabilmesi için de ayrıca bunlara uygun bir şekilde hemen hemen her ilde (tek kişilik modern odaların olduğu) "Yatılı ve Ayakta" olmak üzere ÖZEL "Rehabilitasyon Merkezlerinin" oluşturulması gerekecektir. Ve özellikle de "akıl hastanelerinin" yine bunlara uygun bir şekilde düzenlenmesi de gerekecektir. Ve aklımıza gelmeyen diğer eksiklikler.. Bunların en azından önemli kısımınlarının önceden hazırlanılması ile bu "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerine" geçiş sıkıntısı bir nevzi olsun azaltılmış olunabilir, diye tahminlerde bulunabiliriz..

Şimdi, geriye dönüp baktığımız da, PS hekimlerinin gerçekten de "hastalara sadece ilaç reçete etmekten başka bir işe yaramadıklarını" görebiliyoruz. (Aslında bu düşünce bize ait değil, tanınmış ünlü bir psikiyatrist hocaya ait) Büyük ihtimalle (başka sebepleri de olabilir ama olasılıkla) başka alternatifleri olmadığı için herhalde zora düşmemek için hastalarına bu son derece zararlı olan PS ilaçları reçete ediyorlar. Aslında etmeyebilirler, buna imkanları var.. Var ama bunu yapmaları biraz zor.. Böyle bir durumda, hastaların ilaç al(a)mamaları nedeniyle yaşayabilecekleri "ilaç yoksunluk belirtileri" sebebi, herhalde onları oldukça tedirgin ediyor olmalı.. Peki ilaç yoksunluk belirtilerine sebep olan şey, aslında PS ilaçlarının kendileri ise? PS ilaçların söz konusu olan iyileştirmesi gereken hastalığın semtomlarına sebep olduğu ve/veya bu semptomları artırdığı gerçeği, artık bilinmeyen birşey değil.. Tabii sadece bu da değil.. PS ilaçlarının, sürekli alınmasının bir sonucu olarak, beynin buna bağımlı hale gelmesi durumu da, özellikle de bu ilaçların en azından aniden bırakılması durumunda, hastaların "ilaç yoksunluk belirtileriniyaşayabilme olasılıkları açısından da önem kazanabilmekte, diyebiliriz.. PS hekimleri büyük olasılıkla bu gerçeği biliyor olmamalılar.. Ve bu nedenden dolayı da, 'sürekli olarak hastalara (PS ilaçları) reçete etmek zorunda kalıyorlar' gibi bir hava /şüphe var sanki.. Yani, eğer bu durum buysa, o zaman gerçekten de bunların ellerin de hastalara önerebilecekleri başka ilaçsız tedavi alternatifleri yok gibi gözüküyor. Aslında var da, bunları bir şekilde hastalara önermiyorlar /bildirmiyorlar.. Bunun nedenleri çok olabilir.. (Bu konuda da başka bölümde fikir ve düşüncelerimizi, tahmin ve olasılıklarımızı, öngörü ve çözümlerimizi ele almaya çalıştık okuyabilirsiniz..)

"Tek Dünya Devleti'ndePsikiyatri'nin ve Psikiyatristlerin Rolü /Sınırsız Gücü..

Bir gün, bir dine inanmak, ibadet etmek... mesela günde 5 vakit namaz kılmak, bir "kişilik bozukluğu" (yönünde bir akıl hastalığı /rahatsızlığı) olarak görülseydi ne yapardınız? Belki şimdi çok şey yapabilirdiniz (buna şiddetle karşı çıkabilirdiniz) ama aslında o gün geldiğinde belki de hiçbirşey yapamayabilirsiniz.. Çünkü, o gün geldiğinde, insan da beyin daha doğrusu "akıl (düşünme) diye birşey kalmayabileceği" için, buna karşı çıkma lüksünüz de olmayabilecektir.. Peki bu nasıl olacak /olabilir? Şöyle ki..

Şöyle bir şeyi hayal edin.. Siz bir Yahudi, Hristiyan, Müslüman / Budistsiniz.. Dini inancınız gereği, bu dinlere inanıyor ve bu dinlerin size vermiş olduğunu düşündüğünüz bir takım "ibadet, emir ve yasakları" yerine getiriyorsunuz.. Örneğin Yahudiyseniz Sinagog'a.. Hristiyansanız Kilise'ye.. Müslümansanız Cami'ye... Budistseniz Tapınağa gidiyorsunuz.. Hem oralarda hem de başka yerlerde kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan ibadetinizi yerine getiriyorsunuz.. Ama o da ne.. 

Bir gün, bir bakmışsınız "bir dine inanmak ve bunların dini ritüellerini (ibadetlerini) yerine getirmek" artık psikiyatristler tarafından "kişilik bozukluğu" olarak görülmeye ve bu yönde teşhis edilmeye başlanmış.. Yani şöyle düşünün.. Müslümansınız.. Dini inancınız gereği günde 5 vakit namaz kılıyorsunuz, her sene 1 ay oruç tutuyorsunuz vs vs.. Fakat bunların, psikiyatrinin "zihinsel (akıl) hastalıkları teşhis/tanı koyma" kriterlerine göre "insanlara ve/veya diğer şeylere zarar veren" vb gibi "hastalık ve/veya rahatsızlık" olarak sınıflandırıldıklarını ve bunun bir "kişilik bozukluğuyönünde ele aldıklarını (yani teşhis /tanı koyduklarını) bir düşünün.. Örneğin "günde 5 vakit namaz kılmak ve senede 1 ay oruç tutmak", bu sınıflandırmaya göre birer "kişilik bozukluğu" olarak görülecektir ve bunu yapan insanlara da "kişilik bozukluğu" teşhisini koyacaklar ve bu malum olan zehirli ve öldürücü olan PS ilaçlarını da (onlara) reçete edeceklerdir. 

  "Bu durum, aslında şu farklı bakış açısından da son derece önemli gibi gözüküyor.. Şöyle ki.. Bu PS ilaçları alan sağlıklı insanların gerçekten de bir akıl hastalığına yakalanma olasılık riskini de bir düşünün.. Bu durum, aslında pskiyatristleri haklı çıkaracak bir durum.. Şöyle ki.. Sağlıklısınız ama bir şekilde psikiyatristler size diyelim ki, "şizofreniteşhisi koyuyor ve bu zihin değiştirici PS ilaçları size reçete ediyor. Ve siz de bunları kullanıyorsunuz ve sonra, siz de gerçekten de "şizofreni"ye ve/veya başka bir akıl hastalığına yakalanıyorsunuz. PS doktorunuzun koymuş olduğu teşhisin ne kadar doğru olabileceğini ve doktorunuzun ne kadar haklı olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz.. Ama tabii siz bunun ilaçlardan olabileceğini bilmiyorsunuz. Vs vs.. Bu, çok ayrı tartışılması gereken uzun bir konu.. Bununla ilgili yani PS ilaçları alan sağlıklı insanların akıl hastalığına yakalanma riskleri ile ilgili fikirleri tartışma ve diğer bölümlerde okuyabilirsiniz.. Herneyse.." Kaldığımız yerden devam edersek..

Psikiyatristler bunu yapmak zorundadırlar çünkü, bu durum "zihinsel (akıl) hastalıkları teşhis/tanı koyma" kriterlerine göre birer "kişilik bozukluğu" olarak etiketlenmiştir.. Yani aslında bir nevi onların da yapabilecekleri birşey yok gibi.. Herşey bu "zihinsel (akıl) hastalıkları teşhis/tanı koyma kriterleri" ile başlıyor ve bitiyor..

   "Bu arada, bir not olarak belirtelim.. Herhangi "bir dine inanmayı ve bu dinin ritüellerini yerine getirmeyi" birer "kişilik bozukluğu" olarak görülmesine sevinen inancı olmayanlar, ataistler falan filan varsa, hiç sevinmesinler.. Çünkü, psikiyatrinin bunlara karşı da her zaman birer "kişilik bozukluğu /herhangi bir akıl hastalığıteşhislerininn olabildiğini hatırlatmak gerekir.Günümüz de bile dünyada nefes alan, yürüyen her sağlıklı insana, her zaman herhangi bir akıl hastalığı /bozukluğu teşhislerinden biri konulabilir, bu mümkün olasılık dahilindedir.. Tek dünya devletine geçişte ise hemen herşey mümkün olabilir.."

Şimdi, diyeceksiniz ki.. "Yok canım daha neler? Amma atıyorsun ha! Senin bu yaptığın ortalığı karıştırmaktır!" Vs vs.. "Yahu, durun biraz hemen celallenmeyin.. Öyle birşey yok! Kıçınızdan mı okuyorsunuz bunu? Tövbe tövbe.. Bunlar hepsi birer kurgu.." Amma velakin tabii şimdilik diyelim.. Çünkü.. Bizim bahsettimiz durum, başlıkta da olduğu gibi dünyanın "TEK DÜNYA DEVLETİNEgeçişte olasılıklar arasında olabilecek durumdur. Bu durumun yani "herhangi bir dine inanmak ve bu dinin dini ritüellerini (ibadet, emir ve yasaklarını) yerine getirmek" durumunun, psikiyatride birer "kişilik bozukluğu" olarak görülme olasılığının olmasının nedeni  aslında büyük olasılıkla (bu söz konusu olan "tek dünya devletine" geçiş yapıldığında insanları "tedavi etmek" için değil), sadece insanları "kontrol etmek, onlara istediklerini yaptır(t)mak" vb "kontrol mekanizmalarını" sağlayabilmek için gibi görülüyor.  

Ve zaten günümüz de yapılan şey de bu değil mi? "Tedavi" adı altında akıl hastası olarak görülen insanlara verilen PS ilaçları ve diğer (ECT gibi) PS tedavi uygulamaları , aslında "tedavi edilmeleri" için değil, tamamen"kontrol altına alınmaları" için veriliyor gibi gözükmüyor mu? Tabii bu tahminli bir soru amma.. Şimdiye kadar bu mevcut PS tedavilerden doğru birşekilde "iyileşen" bir hasta gördünüz mü? Büyük olasılıkla yok. Yada var (ki biz bunları bilmiyoruz) ama olanların gerçekten de 'iyileşip-iyileşmediklerini, bunların doğru olup-olmadıklarını, nasıl bir yaşam vb sürdüklerigibi veriler hakkında herhangi bir bilgimiz yok ve yeterince ortaya konul(a)maması gibi temel eksikliklerden dolayı herhalde bunlar biraz şüpheli gibi gözüküyor.. Bu malum PS tedaviler hastalara oldukça zarar vermesine rağmen, sürekli olarak verilmeye devam ediliyor. Neden? Bunun temel nedeni de herhalde, büyük ihtimalle (yani buradan anlaşılıyor ki), bu mevcut PS tedaviler, hastaları "tedavi etmek" amacı ile değil, adeta "kontrol altına almak" amacı ile verilebiliyor olabildiğini anlayabiliyoruz.. Bunu da nereden anlıyoruz? PS ilaçları ve diğer PS tedavi uygulamaları da dahil PS tedavilerinölüm de dahil oldukça zararlarının ortaya çıkarılması ile birlikte, hastalara sürekli olarak PS ilaçların reçete edilmesinin ve diğer (ECT gibi) PS tedavi uygulamalarının halen bile devam ediyor olabilmesinden de bunu rahatlıkla anlayabiliyoruz.. 

Bunu tipik bir formülle kabaca ele alırsak (kolay yoldan anlayabilmek adına), "PS tedaviler + Sürekli Kullanım = Zarar = Kontrol Altına Almak"..  Formülde "Kontrol Altına Alma'yı" devre dışı bıraksanız bile (yani hiç yokmuş gibi "PS tedaviler + Sürekli Kullanım = Zarargibi görseniz bile) durum yine değişmeyecektir. Çünkü bu formülün bu hali bile, PS tedavilerinin hastalara "tedavi" amaçlı değil, onları "kontrol etme amaçlı" olarak verilebileceğine dair bize oldukça iyi bir fikir verebilmektedir, diye bir tahminde bulunabiliriz.. "Sürekli kullanım", "Aralıklı /Kısa Süreli Kullanım" şeklinde de algılanabilir. Çünkü, bu tür kullanımlarda da hastaların zarar görme ve hatta ölme risklerinde de olasılıklar söz konusu olabilmektedir, diyebiliriz. Genelde uzun süreli kullanımda bunlar oluşabildiği için, bu şekilde bir formüle yaptık..

Eğer durum gerçekten de böyle ise..

Psikiyatri'nin karşı konulamaz, itiraz edilemez inanılmaz Gücünü hafife almayın..

Bunun olmaması için hiçbir neden yok. Yani özellikle de "tek dünya devletine" geçişte, karşı karşıya kalabileceğimiz olasılıklardan biri olan, "herhangi bir dine inanmanın, birer kişilik bozukluğu olarak görülmesi" durumunun olmaması için bir neden yok.. Neden olmasın ki? Olabilir.. Çünkü.. Zaten günümüzde mevcut psikiyatrinin gücününinanılmaz derecede olması, kendini yeterince gösterebiliyor ve psikiyatri ile ilgili olumsuz yöndeki (bu blogda ve/veya internet ortamında) yapılan /yayınlanan araştırmaları okursanız eğer, bunu büyük oranda fark edebiliyorsunuz. Psikiyatri'nin karşı konulamaz, itiraz edilemez inanılmaz Gücünü hafife almayın..  Psikiyatri hakkında yapılan eleştiriler açısından bakıp-bir değerlendirme yaparsak eğer... Psikiyatri, günümüz de mevcut konumu itibari ile günümüz de o kadar güçlü hale geldi ki, deyim yerindeyse eğer, psikiyatrinin bulunduğu hemen hemen tüm ülkelerin mevcut tüm yasa ve kanunlar ve bu yasa ve kanunları yerine getirmeye çalışan mahkemeler bile adeta onların emirleri altında gibi gözüküyor.. Bunlara en büyük etken Psikiyatri Kararlarıdır.. Psikiyatri kararlarımahkemelerin ve yasa ve kanunların) gücünden bile daha üstün gibi gözüküyor. Mevcut yasa ve kanunlarınPS Kararları karşısında pasif olarak kalmasını, PS kararlarının arkasındaki mevcut "korku ve beraberinde getirdiği çaresizliği" bir sebep olarak görebiliriz.. Şöyle ki.. 

Yasa koyucuların PS Kararları konusundaki yasa ve kanunları "korku ve getirdiği çaresizlik" nedeniyle çıkarmaları ve oldukça tehlikeli olumsuz sonuçları..

Söz konusu olan yasa ve kanunları çıkaranlar "Yasa Koyucular (Meclis)"dır. Yasa koyucular, mevcut yasa ve kanunları çıkartırken, "bireyin, ailenin, toplumun, çevrenin ve devletin yararına" olabilecek süreçleri düşünerek kararları çıkarmaktadır. Bu kararlar (yani yasa ve kanunlar çıkartılırken), kararların çıkmasına sebep olan "korku ve çaresizliğin" getirdiği sonuçlar (kararlar) şeklinde değil, "korku ve çaresizliğe" sebep olan, o herhangi bir şeyin "doğru bir şekilde anlaşılması" ile çıkarılması gerekir.  Bir şey üzerinde bir karar veriliyorsa, o şeyin verdiği "korku ve çaresizlik" ile değil, o şeyin "gerçekliği" neyse, yani "oratadaki gerçekler" neyse, tam doğru bir şekilde anlaşılarak karar verilmelidir. "Korku ve getirdiği Çaresizlik", oldukça yanlış ve tehlikeli kararların (sonuçların) çıkmasına zemin hazırlayabilir. Örneğin Yasa Koyucuların, çıkarmış oldukları "Psikiyatrik Kararları" konusundaki kararlar (yasa ve kanunlar) büyük ihtimalle bu yönde gibi gözüküyor. Oasılıkla Psikiyatri'nin ve PS kararlarının mahkemeler nezdinde, çok üstün seviyede olmasından anlaşılıyor ki... İhtimalle yasa koyucuların bu yönde çıkarmış oldukları yasa ve kanunlar, tamamen "korku ve getirdiği çaresizlik" yüzünden çıkarılmış gibi görülüyor.. Çünkü.. Yine büyük ihtimalle yasa koyucular, PS Kararlarının arkasındaki (yüzlerce (belki de binlercehayali (sahte) psikiyatrik teşhis/tanının olabilmesini, PS ilaçlarının ve ECT gibi diğer PS tedavi uygulamalarının son derece ölümcül zararlarının olabilmesini vb gibi ) dramatik gerçekleri bilmiyor olmalılar. Yada aslında belkide biliyorlar ama mevcut sağlık sisteminin bozuk olması nedeniyle herhalde (yani aslında gerçekte bir nevi sağlık sistemlerinin insanları "tedavi etmek (iyileştirmek)" amacı gütmediği için ki öyle gözüküyor), PS kararları konusundaki "korku ve çaresizlik" yüzünden, bu yönde "yanlış ve tehlikeli" yasa ve kanunları çıkarmak zorunda kalmış olabilirler.. (Yada başka sebepler de olabilir ama bu gerçeklere en uygun tahmin bu şekildedir, diye bilebiliriz..)

PS kararlarının hukuki zeminde (mesela mahkemelerde) ele alınması da, aslında psikiyatri ve/veya psikiyatrik kararları konusunda yasa koyucular tarafından olasılıkla "korku ve getirdiği çaresizlik" nedeniyle çıkarılan yasal hukuki kararlar (kanunlar, yönetmelikler, yasalar vb) ile sağlanılıyor gibi gözüküyor.. PS Kararları konusunda mahkemelere tanınan (yasa koyucuların çıkarmış olduğu yasa ve kanunların kendilerine tanımış olduğu) yetki, yine yasa koyucular tarafından çıkarılan PS kararları konusundaki kanunlar, yönetmelikler, yasalar gibi tamamen yasal hukuki kararlar nedeniyle herhalde oldukça sınırlı gibi gözüküyor. Mahkemelerinpsikiyatri kararlarına (bazıları istisna olabilir) itiraz etme (itiraz da haklı olsalar bile) lüksleri dahi olmayabiliyor.. Mahkemelerin, bu konuda yapabilecekleri tek şey herhalde ancak o da, "PS kararına ve mahkeme itirazına" konu olan kişi /kişileri, başka psikiyatristlere sevk etmek olabilecektir. Ancak bu durum da bile, (kişiler sağlıklı olsalar bile) söz konusu PS kararında herhangi bir değişiklik olmaması /başka yönde bir PS kararırının çıkması riskleri de mevcuttur. Şöyle ki..

1) Örneğin devlet sağlık sistemlerinde hastaların tüm sağlık bilgileri, tüm sağlıkçılara özellikle de psikiyatristlere de açık olduğundan, hekimlerin birbirlerini koruma (yani verilen PS kararlarına karşı çıkmama anlayışı) vb durumlardan ve..

2) PS teşhislerde psikiyatrinin "zihinsel (akıl) hastalıkları teşhis/tanı koyma" kriterlerine göre, neredeyse sağlıklı olan herkese bile hayali (sahte) olabilmesi muhtemel olabilen, bir akıl hastalığı /bozukluğu teşhisi konulabilecek olunması gibi olasılıklardan dolayı da, herhangi psikiyatrik teşhis ile etiketlenen kişilerin (sağlıklı olsalar bile) durumlarında herhangi bir değişiklik olmaması ve/veya başka başka hayali (sahte) olabilmesi muhtemel PS teşhislerin konulabilmesi söz konusu da olunabilir.. Bu durumda, mahkemelerin herhangi bir akıl hastalığı ile etiketlenen kişileri, başka Psikiyatristlere göndermesi, büyük ihtimalle sonucu değiştirmeyebilecektir, diye tahminde bulunabiliriz herhalde.. (Tabii bu bir olasılık, tahmin.. Belki de buna zıt PS kararlar da çıkmış olunabilir.. Biz genel anlamda bu şekilde yaşanabiliyor olabildiği için, bu şekilde tahminlerde bulunduk.)

Buna benzer şeylerin gelişmiş batı dünyasında özellikle de ABD'de büyük olasılıkla yaşanabiliyor olabileceğini düşünebiliriz. Çünkü, ABD'de her ne kadar psikiyatrinin son derece zararlı ve ölümcül tedavilerine karşı mücadeleler verilse de, psikiyatri halen ABD'de mahkemeler nezdinde çok etkin konumdadır. Psikiyatrik kararları (verilen kararlar yanlış olsa dahi), Amerikan mahkemelerinde diğer tüm ülkelerde olduğu gibi "geçerli" kabul edilebiliyor. Zaten bu konuda mücadele veren çok sayıda hukukçu, gazeteci vb gibi meslek gruplarından hatta çok ünlü olan-olmayan sağlıkçılar, psikiyatri hocaları da dahil tanınmış kişilerinvatandaşların ve sivil toplum kuruluşları da dahil, toplumun itiraz ettiği şey de hemen hemen bu gibi.. Yani psikiyatrinin bu adeta durdurulamaz şekildeki inanılmaz gücünün, neredeyse tüm kurumları ve siyaseti bile ve hatta ana akım medyayı ve hatta bir nevi adeta deyim yerindeyse "mahkemeleri bile işgal etmesi" yani "kanun ve yasaları bile emirlerinin altına alması", söz konusu olan eleştiri ve itirazların ana odak noktası gibi görülüyor.. Yani psikiyatristlerin, kişilerin (hayatlarını dahi karartabilecek şekilde) almış oldukları PS kararlarına, neredeyse hiç bir kişi, kurum, ve yasalar bile (büyük ihtimalle PS kararına söz konusu olan kişilerin, PS kararına uygun bir şekilde "yanlış bir şey" yapması durumuna hitaben "ya birşey olursa!" korkusu ile herhalde) karşı koyamamakta ve itiraz dahi edememektedir.. 

Aslında ülke yönetimlerinde ve toplumlarda bu korkunun getirdiği "çaresizlik"Psikiyatri'nin "yasa ve kanunlardan" bile daha üstün olmasına yol açmasına neden olabildiğini söyleyebiliriz. Aslında bu korkuyu ve çaresizliği giderebilmenin ve dolayısyla PS kararlarınınyasa ve kanunlardan daha üstün olmasını engellenebilmesinin bir yolu var. O da yukarıda da belirttiğimiz gibi, "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerinin" derhal hayata geçirilmesidir.. Çünkü, bu "korku ve çaresizliğe "sebep olan şeyin de aslında (insanlara dolayısıyla PS hastalarına oldukça zarar veren ve hatta ölümlerine sebep olan ve dahası) bu korkulan PS semptonlarına da sebep olan ve hatta artıran zehirli PS ilaçları ile birlikte diğer (ECT gibi) PS tedavi uygulamalarının olabilme olasılık riskidir.. Yani kısaca anlaşılır bir şekilde özetlemek egrekirse.. PS ilaçları ile diğer PS tedavi uygulamalarının, (yönetimlerin, toplumların ve mahkemelerin (yasa ve kanunların) korkmasına ve çaresiz kalmasına neden olan) PS septomlarına sebep olması hatta artırması olasılık riskinin olması, bu korku ve çaresizliğin en önemli etkenidir, diyebiliriz.. Dolayısıyla, PS kararları ile ilişkili doğabilecek PS sorunlardan dolayı oluşan bu "korku ve çaresizliğin" tek çözümünün de , "ilaçsız tedavi alternatif yöntemlerinin" derhal hayata geçirilmesi ile gerçekleşebileceği yönünde bir tahminde bulunabiliriz..

  "Korkuya ve çaresizliğe sebep olan bu olası PS septomlarına eğer PS ilaçları ve ECT gibi diğer PS tedavi uygulamaları sebep oluyorsa ve bu gerçeklerde biliniyorsa, bilindiği halde bunların halen bile kullanılıyor olabilmesi gerçekten çok saçma değil midir? PS septomlarına sebep olanların bunlar olduğu biliniyor ama yine de bunlara devam ediliyor.. Bu ne kadar mantıklı bir durumdur? Durum aslında şöyle özetlenebilir.. "Ver zihin değiştirici ilaçları, sonra PS septomlar başlayınca "Ya işte bu kişi PS hastası /Galiba ilaçlarını düzenli bir şekilde kullanmıyor /Bunlar ilaçların yan etkisi vs vs" diye suçu bunların üzerine at.." İşte aslında durum buna benziyor.. İnsanlar, yönetimler, toplumlar ve kamuoyu adeta bir hipnozun etkisi altına girmiş gibi.. Gerçekleri gören, algılayan ve/veya bu konularda birşeyler yapan /yapmaya çalışan hiç kimse yok gibi.. Aslında var, zaten bu gerçekleri ortaya çıkartanlar da bunlar.. Olmasına rağmen yine de bu zehirli ve öldürücü PS ilaçlarına ve diğer PS tedavi uygulamalarına devam ediliyor.. Neden? Tabii ki "korku ve çaresizlik" nedeniyle.. Aslında çaresi var ama.. Yada gerçekten de bunlar "hipnoz" altına da girmiş olabilirler mi?" Herneyse..

Mahkemelerinpsikiyatri kararlarına itiraz etme durumunda bazılarının istisnaya söz konusu olan şeyler, aslında daha çok az da olsa ABD gibi gelişmiş ülkelerde gerçekleşebiliyor, diğer gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde aynı şeyleri söyleyebilmek biraz zor.. Zaten ABD başta olmak üzere, diğer gelişmiş batı dünyasında, Psikiyatri hakkında yapılan eleştirilerin neredeyse büyük kısmı, Psikiyatrinin bu denli güçlü olması ve bunun getirdiği (yani insanların PS tedavilerden yaralanması, ölmesi ve PS kararları ile bir şekilde özgürlüklerinin, haklarının vs ellerinden alınması gibi) sorunların olmasıdır, diyebiliriz.. Bunlar da öyle hayali, sahte olan şeyler değildir, bizzat yaşanılabilen gerçek yaşamlardan oluşan, gerçekleşen, gerçekleşmekte  ve/veya gerçekleşmiş olan şeylerdir.. İnsanlar birşekilde PS tedavilerinden ve kararlarından oldukça zarar görebilmektedirler.. Yaralanmalar ve Ölümler de dahil..

Psikiyatri konumu itibari ile insanlar üzerinde almış olduğu "piskiyatri kararları" nedeniyle, sadece yasa ve kanunlara hükmetmemekte, diğer tıbbi branş alanlarına,  ülkelerin mevcut resmi kamu kurum ve kuruluşlarınasiyasetine (meclisine ve yönetimlerine), orduya ve ana akım medyaya dahi dahi müdahele edebilecek kapasitede buralara hükmetmiş durumdadır. Bunu saçma olarak görüyorsanız bir kez daha düşünün.. Öncelikli olara k PS kararları, mevcut yasa ve kanunlarda mahkemeler nezdinde "geçerli kararlar" olarak görülür. Çünkü, (eleştiricilerin dalgasına söz konusu bir şekilde) psikiyatri ciddi bir iştir! Yasa ve kanunlar, insanların "akıl hastası" olarak etiketlenmesine bakmaz, psikiyatrinin /psikiyatristlerin (yanlış dahi olsa) almış oldukları psikiyatrik kararlarına bakarlar.. Psikiyatri kararları, (yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı) hukuki düzende tek geçerli bir karardır. Mahkemelerin buna karşı çıkma, itiraz etme lüksleri yok gibi görülüyor. (Bazıları istisna.. Onu da yukarıda açıkladık.. Ama genelde öyle olmuyor..) MahkemelerinPS kararları karşısında bu kadar aciz kalmasının sebebi de zaten bu.. İki kelime ile özetlersek.. "Korku ve getirdiği çaresizlik.." 

Buna bir örnek, ABD'li grammy ödüllü Amerikalı şarkıcı, dansçı ve oyuncu olan Britney Spears'ın başına gelenlerini gösterebiliriz.. ABD'de Britney Spears ile başlayan (tartışmalarla ilgili) ve "Britney Spears vakası" olarak da bilinen "velayet /vesayet" vakası gibi çok sayıda vakalar ve bunlar üzerine çok sayıda tartışmalar mevcut.. Bu vakalarda Britney'de dahil çok sayıda ebeveynin PS kararları ile "çocuklarının ellerinden alındığıaile düzenlerinin bozulduğu ve hayatlarının karardığı" bir durumla karşı karşıya da kalınabiliyor.. Britney Spears vakasında medyanın daha doğrusu peşindeki medyatik paparazilerin, Britney hakkında yazıp-çizdiği olumsuz haberlerin, mahkemelere bilirkişi olarak atanan psikiyatristlerin vermiş oldukları kararlara çok büyük etken olabileceğini söyleyebilmekte fayda vardır, diye tahminde bulunabiliriz. Britney'i çocuğu olan çok ünlü bir anne olarak düşünün.. Papariziler de bunun peşinde. Ancak bir anne olarak "çocuğu ile dolaşan /bir yere götüren" Britney, çocuğunu peşindeki paparazilerden korumak amacıyla güvenli bir yere götürmeye çalışıyor ama papariziler deyim yerindeyse bana mısın demiyor. Bir anne olarak siz ne yapardınız? Çocuğunuza zarar gelmesin diye, onu paparizilerin bu olağandışı hareketlerinden korumak istemez miydiniz? İşte, Britney'in yaptığı şey de hemen hemen bu gibiydi.. Britney'in çocuğunu korumak amacıyla (olasılıkla paparizlerin bulunduğu) bir arabaya şemsiyeyle saldırması durumu, paparazzilerin provokasyonlarına karşı oldukça ölçülü bir tepkiydi. Ama bu büyük olasılıkla mahkemede psikiyatristler açısından ters tepki yapmış ve bu nedenle tek yanlı bir karar almalarına sebep olmuş olunabilirmi? Burada öyle görülüyor ki psikiyatristler, büyük olasılıkla Britney'e olumsuz yönde psikiyatrik bir karar vermesinin arkasında, Britney'in kendi özel hayatını ilgilendiren durumu değil, medyanın (yani paparazilerin) Britney hakkında yazıp-çizdiği olumsuz haberlerden etkilenmeleri olabilir diye bir tahminlerde bulunabiliriz.. Eğer psikiyatristler Britney hakkında "olumlu" yönde bir PS karar vermiş olsalardı ne olurdu? Büyük olasılıkla psikiyatristler, medyanın (paparazilerin) hedef tahtasına girebileceklerdi ve belki de büyük olasılıkla mesleklerinin kariyerlerinde büyük bir sarsıntı yaşayabilir olabileceklerdi, herhalde.. Tabii sonuç ne oldu bilemiyoruz.. (Britney Spears'ın bu vakası hakkında insan hakları açısından değerlendirilen bir yazıyı bölümlerden birinde verdik, okuyabilirsiniz..)

SON SÖZLER..

Herneyse.. Burada anlatmak ve vurgulamak istediğimiz şey, özellikle de günümüz de Psikiyatri'nin (dolayısıyla Psikiyatristler'in ve onların almış oldukları PS kararlarının), neredeyse hayatın tüm alanlarında özellikle de yasa ve kanunlar yani mahkemeler karşısında bile adeta karşı konulamaz, itiraz edilemez şekilde "ne kadar güçlü bir konumda" olabildiğini gösterebilmekti..

Dünya'nın "tek dünya devleti" dönemine geçiş yaptığında ve bu tek dünya devletinin "insanları kontrol etmeplanının (hem de ilk ve en önemli öncelikli planlarından biri) olduğunu da düşünürseniz.. Psikiyatri'nin konumu burada sizce nasıl olabilir?  Psikiyatri'nin gücünün ne oranda artabileceğine dair herhangi bir fikir edenilebilir misiniz?

Eğer Psikiyatri'nin (bu karşı konulamaz, itiraz edilemez olağanüstü) gücü, günümüz için geçerli ise.. (Ki öyle gibi gözüküyor..) Tek dünya devletini kuran büyükbaşların, "insanları kontrol etmeplanlarına uygun (hizmet edebilmesi açısından uygun) olabilen Psikiyatri'yi ve Psikiyatristleri, bu açıdan kullanmaları da söz konusu olabilir. Ve psikiyatri ve psikiyatristlerin günümüzdeki bu olağanüstü gücünün, tek dünya devletinde daha da artabileceğine... Ve bu artırılma olasılığı yüksek olan olağanüstü güç ile psikiyatri kurumu ve psikiyatristler, yukarıda da belirttiğimiz gibi, "insanları kontrol etmek" amacı ile insanların "herhangi bir dine inanma ve bu dinin ritüellerini yerine getirmeyi" birer "kişilik bozukluğu" olarak görmeleri (teşhis edebilmeleri) ve buna uygun zihin deşiştirici PS ilaçları reçete edebilmeleri de söz konusu olabilir, diye bir tahminde bulunabiliriz herhalde..

Olamaz mı yani? Bizce herşey mümkün, olabilir.. Günümüzde bile bunların birer benzerleri yaşanmıyor mu? İnsanlar (özellikle zihin değiştirici PS ilaçları ve diğer PS tedavi uygulamaları ile) zaten kontrol altında tutulmuyor mu? Ve sağlıktaki diğer "kontrol etme araçları".. Örneğin sahte covid pandemisini bir düşünün.. Neler neler yaşanmıştı? Korku ve panik havası ile milyarlarca insana zehirli ve öldürücü olabilen covid aşıları yaptırıldı.. Ölenler ve yaralananlar oldu.. Sadece kayıt altına alınabilenler bile yüz binlerce hatta belki de şimdiler de milyonlarca dahi olmuş olunabilir.. Peki ya kayıt altına alın(amayan ve kaydedil(e)meyen diğer milyonlarca insanların akibeti? Vs vs..) İşte tek dünya devletine geçiş yapıldığında, bunların olmaması için bir sebep hatta bir engel falan yok..

VURGU 2; "Psikiyatri'ye neden bir ölüm endüstrisi diyorlar?" Bir düşünelim..

ÖNEMLİ BİR BİLGİ: "Bölümleri ve/veya alıntıları iyice okuduğunuz da belki siz de aynı yönde bir fikir sahibi olabileceksinizdir. Bölümlerde /alıntılarda geçen bilgilerden anladığımıza göre, özellikle de "zihinsel bozukların listelenmesi ve tanılanması" ile ilgili.. Tüm zihinsel bozuklukları listeleyen ve tanımlayan kitap olan DSM'deki "zihinsel bozukluklar" ile ilgili (hayali bir şekilde) artan bir genişlemenin bir sonucunun, yine "(hayaliyeni bozuklukların oluşmasına" sebep olabildiğini görebiliyoruz. Aslında bunu biz değil, bu araştırmayı yapan içlerinde psikiyatri profesörlerinin de olabildiği araştırmacılar söylüyor.. (En azından bu konudaki alıntıları dikkatlice okuyun ve farkına varın..) Yani aslında şunu şöylemek istiyorlar; "DSM'deki zihinsel bozukluklar ile ilgili listeleme ve tanımlama ne kadar çok (hayali olarak) genişlerseo kadar çok sayıda "(hayaliyeni zihinsel bozuklukların" ortaya çıkması anlamına gelir." Ve gerçekten de bunun böyle olabildiğine dair  şüpheleri bulunuyor. Uluslararası alanda kullanılan ICD'nin de (zihinsel bozukluklar için) aynı yöntemlerle genişleme çabası gösterebildiğini tahmin edersek, şimdi hem DSM hem de ICD'nin neden bu kadar genişleme gösterebildiğini de anlayabilmiş oluruz herhalde.. 

Bizim çıkardığımız sonuç ise şu.."Ne kadar çok sayıda hayali teşhis, o kadar çok ilaç ve ilaç endüstrisinden gelen mali kazanç (para /diğer kazançlar)" demektir. Teşhis ve tanı koyma kriterleri "hayali" olsa da, bu hayali teşhisler nedeniyle insanlara zarar veren "ilaçlar" ve bunların satışından elde edilen ve ilaç endüstrisine ve buradan da (listeleme, tanılama ve reçeteleme nedeniyle) DSM, ICD aktörlerine ve/veya Doktorlara aktarılan mali kazançlar ise gerçek gibi gözüküyor..  Bu kazanç, aslında bir nevi "insanların hayatları ile oynanan kumardan" elde elde edilen kanlı bir paraya (/kazanca) benzer. Yani DSM ve ICD'deki (hayali) teşhis ve tanı koyma kriterlerini aslında insanlar üzerinde oynanan bir çeşit bir kumar gibi görebiliriz.. Ve bu kumarın AS oyuncularını da ilaç şirketleri ile doktorları gösterebiliriz. Aslında DSM ve ICD'deki bu (hayali) teşhis ve tanı koyma kriterlerinin asıl hedefinin de "sağlıklı insanlar" olabildiğini de buradan rahatlıkla anlayabiliriz herhalde.. Bu kirterlerin, büyük ihtimalle, 'gerçek hastaları ve hastalıkları tanılama ve tedavi etme' üzerine değil de, "sağlıklı insanları", "hasta" olarak gösterme ve onların bu belirli (zehirli kimyasal) reçeteli ilaçlar ile gerçekten de (ilaçların bilinen ve bilinmeyen son derece tehlikeli ciddi yan etkileri nedeniyle belirtilen ve/veya başka türlü çeşitli"hastalıklara yakalanmasınısağlamak üzerine inşa edildikleri çok açık bir şekilde belli oluyor gibi gözüküyor, diyebiliriz.."

Öyleyse.. "Herhangi bir psikiyatrist size, "'yolda yürüyen herhangi sağlıklı bir kişiye, herhangi bir psikiyatrik bozukluk teşhisi konulmaz ve konulamaz, böyle birşey yok! Bu, çok büyük bir saçmalıkkomplo teorisi!'" vs derse ona inanmamanız için bir /birden fazla nedeniniz var. O da, en basitinden DSM denen tüm zihinsel bozuklukları listeleyen ve tanımlayan kitaptaki (ve benzeri olan uluslararası çapta kullanılan ICD'deki zihinsel bozukluklar ile ilgili) kriterlerin, onların söylemiş olduğu bu sözün, tam tersini söylemesidir.. Bu kriterlere göre, 'dünyada yürüyen her sağlıklı insanı, herhangi bir zihinsel bozukluk teşhisi' ile kolayca etiketleyebilirsiniz. Çünkü bu kriterlerin elde tutulan herhangi bir bilimsel ve klinik bir kanıtı ve hatta test araçları dahi yoktur. Olmadığı için de, deyim yerindeyse, "yolda yürüyen herkese, bu kirterlerden biri ile zihinsel bozukluk teşhisi koymak" oldukça kolay bir etiketleme olacaktır. Tek Dünya Devleti" düzenine geçtiğimiz de,bu durum çok daha iyi anlaşılabilir hale gelebilecektir ama o zaman da, deyim yerindeyse 'iş işten çoktan geçmiş' olabilecektir, diyebiliriz.. Daha detaylı bilgi için tüm bölümleri özellikle de "psikiyatri bir ölüm endüstrisi" bölümünü okumanız da fayda vardır.."

***

*'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' serisi diğer bölümler..

**NE YAPIYORUZ? ANA KONUMUZ NE?

-İLAÇSIZ TEDAVİ VE BAKIM YÖNTEMLERİNE NEDEN ACİLEN GEÇMELİYİZ?
-TIP sektörünü bize hiç böyle anlatmamışlardı. Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü..

-"İlaçsız Tedavi ve Bakım Yöntemlerine Neden Acilen Geçmeliyiz? ve Tıp sektörünün ÖTEKİ yüzü" ile ilgili çok sayıda detayları öğrenebilmek için aşağıdaki (DİĞER BÖLÜMLER) altındaki diğer sayfalarda bulunan bölümler ve konulara gidip-okuyabilirsiniz.. Ne demek istediğimizi daha iyi anlayabilmek ve bilgi sahibi olabilmek için, bu bölümlerdeki konuları da mutlaka okumanızı tavsiye ederiz..(Bu bölümler, bu sayfada değil başka sayfalardadır. Bu sayfadaki konuyu bitirdikten sonra en sondaki BÖLÜM'lere tıklayıp-konulara gidebilirsiniz..)

   "PSİKİYATRİ'YE NEDEN BİR 'ÖLÜM ENDÜSTRİSİ' DİYORLAR? A'DAN Z'YE PSİKİYATRİ HAKKINDA BİZLERE ANLATILMAYAN GİZLİ GERÇEKLER NE?"

"PSİKİYATRİNİN SİZİNLE BİR İLGİSİ OLMADIĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUNUZ? TEKRAR DÜŞÜNÜN.." (1021)

"Herkese psikiyatrik tanı koymak her zaman mümkündür." (1162)

NOT: Yukarıdaki alıntıları hafife almayın. Dünyada yürüyen her sağlıklı insanınyüzlerce (hatta belki de binlerce /on/yüz binlerce olabilen) hayali (sahte) psikiyatrik hastalıktan muaf olmadığını biliyor musunuz? Kendinizi bir anda "akıl hastası" olarak bulabilir (fişlenerek etiketlenebilir), "hem de bazen polis zoruyla, mahkeme kararı ile" bir/birden fazla psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalabilir ve hatta bir akıl hastanesine dahi yatırılabilirsiniz. Akıl hastası değilsiniz ama ilaç kullanarak bir "akıl hastası" haline dönüştürülebilirsiniz.. Bilerek/bilmeden yada zorla.. Nasıl mı? Daha fazla bilgi için daha detaylı olan diğer sayfalardaki bölümlerin içeriklerini de okumanızda fayda vardır..

NOT : Psikiyatrinin bir ölüm endüstrisi olup-olmadığını, psikiyatrik teşhislerin hayali (sahte) olup-olmadığını vb gibi "psikiyatri" hakkında yazılıp-çizilen hemen her türlü bilgi ve belgelerle birlikte, belgeselleri de uluslararası insan hakları komisyonu olan CCHR verilerini 5.bölümde okuyabilirsiniz.. Ve aklınıza hayalinize gelmeyen Psikiyatri hakkında sizlere anlatılmayanları hem bu bölüm de hem de diğer sayfa bölümlerinde de okuyabilirsiniz.. Psikiyatri hakkında yazılıp-çizilenler, ortaya çıkarılan olumsuz veriler ışığında,  bazı öneri, çözüm, tahmin, olasılık ve şüphelerden vb oluşan fikir ve düşüncelerimizi de, tüm bölümlere ait "kısa kısa alıntılar"dan sonra 7.bölümde okuyabilirsiniz..  Eğer tüm bölümleri okumaya fırsatınız yoksa, bu bölümdeki "kısa kısa alıntıları" okuyarak da belki bir fikir edinebilirsiniz..

NOT: Psikiyatriden /psikiyatristlerden, çeşitli türlerdeki "psikiyatrik istismarlar"dan bir/birden fazlasına maruz kaldıysanız, faydalı siteler (6.) bölümünde "CCHR -İnsan hakları komisyonu"nun sayfasına giderek, "psikiyatrik tanı bildirim istismar form" başvurusu yapabilirsiniz.. Yanlış/yanıltıcı bilgi vermemek adına, başvuru yapmadan önce CCHR'nin ne olduğunu, ne işe yaradığını ve Form başvurusunun nasıl yapılması gerektiğini öğrenmenizde fayda vardır. Ve CCHR ve form başvurusu için daha fazla geniş bilgi için faydalı Siteler kısmına bakınız.. Ve yönergedeki linke tıklayarak, form başvurusu yapmadan önce bilgi sahibi olabilirsiniz..  İngilizce bilmiyorsanız ve/veya bu konuda yeterince deneyimli değilseniz, kendinize bu konuda deneyim sahibi olabilecek birini örneğin İngilizcesi olan ve başvuru şartlarını iyice öğrenebilen yakınlarınızdan birinden yardım alabilirsiniz.. Veya konu hakkında uzman olan birisinden yardım alabilirsiniz, örneğin varsa eğer avukatınızdan.. Kolay gelsin..

DİĞER BÖLÜMLER;
1.BÖLÜMŞok Gerçekler.. Akıl hastanelerinde savunmasız hastalara tecavüzler, cinsel istismarlar (saldırılar) ve çeşitli şekillerdeki şiddet, istismar ve ölümler.. 
2.BÖLÜMİlaçsız Bakım, Tedavi ve Rehabilitasyon Yöntemleri.. (Kimyasal içerikli ilaçların yerine ilaçsız alternatif tedavi yöntemleri ve çözümler vs vs..)
3.BÖLÜMPsikiyatri olan ve olmayan reçeteli ilaçların olası zararları, etkileri vs vs.. (Sağlıklı olan ve olmayan insanlar, (doğru /yanlış /gereksiz olan) bir/birden fazla PS ilacı alırsa ne olur? vs vs..)
4.BÖLÜMBilimsel Tıp Dergileri, İlaç Firmaları ve Doktorlar arasındaki Kirli (Mali) İlişkiler ve Olumsuz Etkileri (Bilimsel Tıp Dergilerinin, Doktorların, İlaç Firmalarının Kendi Aralarındaki Bağlantılar, Mali İlişkiler (Kazançlar) ve Çeşitli Türlerdeki Sahtekarlıklar... İlaçların Zararları, Sahte Hastalıklar ve Tedaviler Üretme vs vs.. ) 
5.BÖLÜMPsikiyatri bir Ölüm Endüstrisi.. (Psikiyatri'ye neden bir ölüm endüstrisi diyorlar? Psikiyatri hakkında bize anlatılmayanlar ne? Sahte Hastalıklar ve Tedaviler Üretme vs vs..) 
6.BÖLÜMBazı Tartışmalar, Faydalı Siteler ve Kitaplar (Psikiyatri ve İlaçları vb Hakkında) 
7.BÖLÜM; Bazı Kısa Alıntılar ve Fikir ve düşünceler (bazı öneriler, çözümler, tahminler, olasılıklar, şüpheler vs vs).. (ŞİMDİ BURADASINIZ)
8.BÖLÜM; İçindekiler, Sözlük, Kaynaklar

NOT : Bu araştırmaların (çalışmanın) tamamı yaklaşık 1,5 - 2 sene falan sürdü.. Tüm araştırmaların "İçerikleri ve Kaynakları", 8.BÖLÜMDE'dir.. 1190'den fazla kaynaktan derlenerek hazırlanan çalışmalarımızdan, umarım çok faydasını görürsünüz.. 

UYARILAR, NOTLAR;

UYARI : En yukarıda belirttiğimiz gibi, bu blogdaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. Mutlaka doktorunuza danışınız. Zaten bölümlerde de "ilaçların birdenbire bırakılması"diye birşey yoktur. İlaçların birdenbire bırakılması hastalarda tehlikeli olabilecek çeşitli yoksunluk belirtilerine sebep olabilir. Bu belirtiler hastalara (ve çevresindekilere) zarar verici olabilir. Hayati tehlikelerle karşı karşıya kalınabilir. O yüzden, ilaç bırakma girişimi daima doktor gözetiminde birlikte gerçekleştirilmelidir..Kendi başınıza bu işi yapmamalısınız..Kendinize ve/veya başkalarına faydadan çok zarar verebilirsiniz.. Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊

UYARI: Bu sitede bulunan hastalıklar ve tedavilerle ilgili her türlü bilgi yalnızca bilgilendirme amaçlıdır ve asla doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık profesyonellerinin vereceği tavsiyelerin yerine geçmemelidir. Tıbbi durumunuzla ilgili sorularınız için daima doktorunuzun veya diğer nitelikli sağlık uzmanının tavsiyesine başvurun. Ayrıca kendi başınıza bitkisel ilaçlar /tedaviler hazırlayıp-kullanmayınız. Bu işi, işin uzmanları olan uzaman fitoterapistler ile birlikte yapınız.. Fitoterapi (bitkilerle tedavi) anlamına gelir, fitoterapist ise, bu işin eğitimini görmüş fitoterapi hekimleridir.. Fitoterapistler, sizin vücudunuz, bünyeniz, hastalığınız vb gibi kriterleri değerlendirdikten sonra, size uygun bitkisel tedavi seçeneklerini sunacaktır..

UYARI :  Yukarıda bölümlere kadar olan içeriklerin sadece fikir ve düşüncelerden ibaret olan sadece bilgi vermek amaçlı bilgiler, düşünceler olduğunu ve bölümlerde geçen haber, makale, araştırma vb gibi içeriklerin de doğruluğu /yanlışlığı ile ilgili fikrimizin olmadığını ve sadece bilgi vermek amaçlı olduğunu unutmayın. . Bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz. Daha geniş bilgi ve genel uyarılar için BURADAKİ bilgileri okuyunuz.. Teşekkürler..😊

NOT: Yukarıda okuduğunuz daha öncede dediğimiz gibi bilgiler birer tahmin, olasılık vb öngörülerden oluşmaktadır.. Tabii ki gerçekten de sağlık sisteminde "yeni yeni hastalar ve hastalıklar türetme oyun sisteminin olup-olmadığını ve doktorların da bu işin içerisinde olup-olmadıklarını (yani şöyle ki, örneğin sağlıklı insanları, hayali (sahte) hastalıklarla fişleyip (teşhis-tanı koyup), daha sonra (bu hayali hastalığı gerçeğe dönüştürebilmek için, sağlıklı insanlara), ilaç reçete edip-bu ilacı kullanmalarını sağlayarak, onların gerçekten de hasta olmalarını sağlanması durumunun var olup-olmadığını) tam olarak bilmiyoruz.  Reçeteli ilaçların da, söz konusu olan hayali (sahte) hastalıkları gerçek bir hastalığa dönüştürüp-dönüştürmediklerini de bilmiyoruz. Biz sadece.. Doktorların ve diğer sağlık birimlerinin, bilimsel tıp dergilerinin vs vs ilaç ve aşı firmaları ile ilgili parasal olan ve olamayan mali ilişkilerinin olabileceğine dair bunlara ait bazı araştırmalar, yorumlar, haberler ve diğer tüm yazılıp-çizilenlerden dolayı, dünyadaki sağlık sisteminin bu yönde olası kirli bir düzenin içerisinde olabileceğine dair şüphelerin oluşmasına neden olabilmiştir diyebiliriz.. İşte tüm bu olası şüphelerden dolayı, bunlardan yola çıkarak, bunların hepsi olası birer tahminlerden, olasılıklardan ibaret olabileceğini söylemekte fayda vardır..

NOT : Hem bu sayfadaki hem de diğer sayfalardaki araştırmalarda her ne kadar "doktorları" eleştiriyormuş gibi görünse de, (evet aslında eleştiriyoruz bu doğru ama), bu eleştirilerimiz "doktorları sevmedğimiz, doktorlardan nefret ettiğimiz" vs için değildir.. Bir yerde bir /birden fazla yolunda gitmeyen yanlış işler, yanlış şeyler varsa, bizim de bunları ortaya koyma ve yapılanları eleştirme ve hatta kendimizce faydalı olabilecek bir takım çözüm önerileri sunma gibi yasal ve insanı görevlerimiz de vardır. Bu görev aslında her insan için geçerlidir. Her insan mutlaka bir yerde bir/birden fazla yolunda gitmeyen işler, şeyler görürse /fark ederse, bunları yetkililere bildirebilmeli ve/veya en azından tıpkı bizim yaptığımız gibi blog yazılarında yayınlayarak, kamuoyunu bilgilendirebilmelidir.. (Tabii bu yanlış şeyler, özellikle insanların ve hayvanların canlarına ve mallarına kasedilen, zarar verilen bir durum ise, delillerle birlikte yetkililere bildirilmelidir. Bunların dışındakiler ise yerine göre değişebilir.. Şu an bizim yaptığımız gibi genel anlamda yapılan bir/birden fazla yanlışlıklar, kaynakları ile birlikte fikir ve düşüncelerden ve çeşitli çözüm önerilerden oluşan bilgilerle, kamuoyu bu şekilde blog vb yazılarla bilgilendirilebilir..)

Her zaman doktorlarımıza güvendik ve güvenmeye devam edeceğiz. İşini düzgün yapan, ahlaklı ve dürüst her meslek ahbabına olduğu gibi, doktorlarımızın da başımızın üzerinde yeri vardır.. Allah bu dürüst doktorlarımızı ve diğer dürüst meslek sahibi insanlarımızı başımızdan eksik etmesin.. Askerlerimiz, polislerimiz, hakimlerimiz, savcılarımız, gazetecilerimiz vs de bunlara dahildir.. Allah devletimizi, meclisimizi, hükümetimizi, muhalefetimizi ve diğer tüm siyasilerimizi de başımızdan eksik etmesin.. Nasıl ki ülkemizin güvenliğini sağlayan askerlerimize, polislerimize ihtiyaç varsa, hayat kurtaran, insanların acılarını dindirmeye çalışan doktorlarımıza da o şekilde ihtiyaç vardır. Aynı şekilde diğer meslek ahbaplarına da "çeşitli ihtiyaçlarla" ihtiyaç vardır. Çünkü herkesin (en azından işini düzgün yapan, ahlaklı ve dürüst olan her meslek ahbabına) ihtiyacı vardır. Herkesin mutlaka birbirlerine ihtiyacı olduğu gibi.. Biz bunları biliyoruz, farkındayız.

İnsanlık tarihi boyunca insanlık ve tabii ki ülkeler, sayısı belirsiz çok sayıda genelde "faydalı" olan meslekler ile hayatta kalabilmişlerdir. "Faydasız" olarak görülebilen bazı meslekler bile hem ülkelerin hem de insanlığın gelişmesine ve hayatın devamına olanak sağlayabilmiştir, diyebiliriz. Ve bu faydasız olarak görülebilen mesleklerden biri de işte bu "blog" tabanlı yazılarınıda içerir.  Bizim yaptığımız da aslında bir nevi "araştırmacı blog gazeteciliği" gibi birşey. Aslında devletler, bu yönde olan insanları "gazetecilik" kapsamında "araştırmacı blog yazarlığı"ni bir meslek haline getirse ne güzel olurdu.. Bence buna ihtiyaç var..  Sağlıklı günler, mutlu yıllar dileriz..😊

NOT : Maalesef Google Çeviride İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimler" ile ilgili çevirilerde çok büyük yanlışlıklar ve eksiklikler var.  Google Çevirilerin İngilizce'den Türkçe'ye özellikle de "Tıbbi terimlerin" çevirilerinde çok büyük yanlışlıklar ve eksikliklerin olduğunu görüyoruz.  Çeviriler düzeltilmeye çalışılmasına rağmen yine de İngilizce'de farklı anlamları olan kelimelerin çoğu çevirilerinde yine alakası olmayan farklı anlamlarda da kullanılmış olunabilir.  Daha fazla bilgi için SÖZLÜK kısmına bakınız ve çevirilerin gerçeğini öğrenmek isteniliyorsa, yazıların kaynağına gidilebilir, oradan gerçeği öğrenilebilir..

✔Researchs and Reviews Author by Ertuğrul Yıldırım 🙂💓

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..