![]() |
"Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı kimyasal beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur ve insanları 'bakıma muhtaç' hale getirir 2 (Alıntılar)", Temsili görseller; İllistration, (254) |
Bismillahirrahmanirrahim. Doğusunu ve gerçeğini ancak Yüce Allah (cc) hazretleri bilir diyelim...
2.BÖLÜM : 'PSİKİYATRİK
İLAÇLAR, KİMYASAL KAYNAKLI KALICI BEYİN HASARINA (KİMYASAL LOBOTOMİYE)
NEDEN OLUR VE İNSANLARI 'BAKIMA MUHTAÇ' HALE GETİRİR' serisi (2) - Alıntılar
Bu seri 5 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz ikinci bölümde (yani 2.bölümde) bulunuyorsunuz. Bu bölüm, araştırmalardan kısa kısa alınan ALINTILARDAN oluşmaktadır. Bu seri, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' ve 5 bölümlük 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin devamıdır. Serinin tamamına blog ana sayfasından, sayfayı aşağıya kaydırarak yada 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi tanıtım sayfasından ulaşabilirsiniz. (Aşağıdaki notu okuyunuz.) 'Akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu, 'Psikiyatrinin neden bir ölüm endüstrisi' olduğunu ve 'Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka aşağıdaki UYARILARI da okumayı unutmayınız.. Teşekkürler..
UYARI : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. En aşağıdaki UYARILAR kısmını okuyunuz.. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..
NOT: Diğer araştırmaların ilk bölümlerini (yani fikir ve düşünceleri) BURADAN1 - BURADAN2 ve bu seriye ait düşünceyi de BURADAN okuyabilirsiniz. Diğerlerin - yani araştırma bölümlerin tamamını okumak istiyorsanız BURAYA gidip linklere ulaşabilirsiniz. Araştırmaları okumak çok zahmetli geliyorsa /daha önce okuduysanız... verdiğimiz kısa kısa alıntıları okuyarak da birşeyler öğrenebilirsiniz. Tüm araştırmalara ait verilen özet şeklindeki alıntıları buradaki ALINTILAR1 - ALINTILAR2 - ALINTILAR3 kısmından okuyabilirsiniz.
*** *** ***
*BAZI ALINTILARA GEÇMEDEN ÖNCE....
* BAZI NOTLAR, DİPNOTLAR;
* Psikiyatrik ilaçlar, tüm akıl hastalıklarını tedavi eder; bunu da bireyleri 'kimyasal beyin hasarına' uğratarak yapar...
- Konuya ironik olarak şu şekildeki kurgularla bir bakalım...
"Psikiyatrik ilaçlar, tüm akıl hastalıklarını tedavi eder (tabii yersen!) - 'Peki, bunu nasıl yapar?' - Muhtemelen (genellikle uzun vadelerde) bireyleri 'kimyasal beyin hasarına' uğratarak yapar. Eğer tedavi etmezse bu sefer... 'akıl hastalığı, tedaviye dirençlidir' YALANI devreye girer ve ya ilaçların dozu artırılır ve/veya farklı psikiyatrik ilaçlar reçete edilir. Bu, böyle devam eder. Eğer işe yararsa - yani kişi sakinleşirse - 'psikiyatrik ilaçlar, işe yarıyor; akıl hastalığını tedavi ediyor' YALANI devreye girer; böylece zehirli kimyasallar (psikiyatrik ilaçlar) muhtemelen ömür boyu böyle reçetelenmeye devam eder. Ve aslında psikiyatristler, psikiyatrik ilaçların 'gerçekte nasıl işe yaradığını, nasıl çalıştığını' hastalarına ve/veya ailelerine ya hiç anlatmazlar yada gerçeği çarpıtarak anlatırlar ve böylece... psikiyatrik ilaçların 'gerçekte nasıl çalıştığı ve kalıcı kimyasal beyin hasarlarına ve sonuçlarına sebep oldukları ile birlikte... ne gibi kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel sağlık sonuçlarına ve ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere de sebep olduklarına' dair bilgilerin (doğruların ve gerçeklerin) hasta ve aileleri tarafından öğrenilmesini engellemiş olurlar." -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)
"Muhtemelen... psikiyatrik ilaçlar, 'şizofreni, psikoz, ,anksiyete, depresan, dehb' gibi tüm akıl hastalıklarını kökünden tedavi eder, iyileştirir; bunu da, (genellikle uzun vadelerde) beyin kanserine (yani kimyasal beyin hasarına) sebep olarak yapar. Beyin hasarına uğrayan kişilerin büyük çoğunluğunda genellikle akıl hastalıklarından eser bile kalmaz; çünkü artık normal bir şekilde düşünebilecekleri sağlıklı beyinlere (yani sağlıklı bir beyin kimyasına) sahip değildirler. Muhtemelen ana akım psikiyatristler de bu durumdan dolayı (yani hastalarının akıl hastalıklarını - kimyasal beyin hasarına sebep olarak - kökünden tedavi ettikleri ve iyileştirdikleri için) çok gurur duyarlar. Hastalarına, ailelerine ve tüm kamuoyuna 'psikiyatrik ilaçlarının, akıl hastalıklarını tedavi ettiğini' göğüslerini gere gere anlatırlar." -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)
"Muhtemelen... ana akım psikiyatristler, (genellikle uzun vadelerde) psikiyatrik ilaçlar tarafından kalıcı kimyasal beyin hasarına yakalanan insanların... - kimyasal beyin hasarının olumsuz etkilerinden biri olan zombileşme benzeri - 'sakinleşme durumlarını'... 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığını tedavi ettiği' şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılarlar ve bunu hastalarına, aillerine ve kamuoyuna açıklayarak kendilerini savunma pozisyonuna almış olurlar. Eğer kimyasal beyin hasarının olumsuz etkilerinden biri olan 'semtomların şiddetlenmesi' durumunda ise... 'mevcut akıl hastalığının tedaviye dirençli olduğu' vb şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılanır ve psikiyatrik ilaçların sayısı ve/veya dozu artırırılır; böylece mevcut beyin hasarı, daha da ileri seviyeye (kalıcı beyin hasarı seviyesine) götürülür. Bu durumda hasta sakinleşirse (ki bu, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının oluştuğu anlamına gelir ki)... bu sakinleşme, 'psikiyatrik ilaçların işe yaradığı' vb şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılanır ve psikiyatristler de 'akıl hastalıklarını tedavi ettiklerinden' dolayı çok gurur duymaya başlarlar." -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)
-------------
"Ünitede
şizofreni teşhisi konmuş ve bir dizi psikiyatrik ilaca "yanıt vermemiş"
bir hasta vardı. Ancak bu hasta kansere yakalandı (kesinlikle beyin
hasarı teşhisi) ve şizofrenisi kalıcı olarak ortadan kalktı! Bu durumda
bir hastalık (kanser), başka bir "hastalığı" (şizofreni) iyileştirdi!" -Dr. Les Ruthven, (7)
"Hastaneye yatırılan şizofreni
hastalarında sıtmaya neden olmak, bu sıtmanın birçok hastanın ölümüne
yol açmasına rağmen, bir doktora Nobel Ödülü kazandırdı." -Dr. Les Ruthven, (7)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
ÖNEMLİ BİR NOT;
* Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
"Kimyasal beyin hasarı - / sadece beyin hasarı -' demek, bir nevi 'bakıma muhtaç' hale gelmek demektir. İşte psikiyatrik ilaçların yaptığı şey de tam da budur. Psikiyatrik ilaçlar, 'beyin küçülmesi' de dahil 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye)' ve buna bağlı 'davranışsal bozukluklara' ve 'daha kısa yaşam süresine' ve daha pek çok 'kalıcı ve ölümcül sağlık sorunlarına' neden olur - genellikle uzun vadelerde... Ve bunlar da - hepsi olmasa da (onlar da şimdilik) insanların büyük çoğunluğunun - bakıma muhtaç hale gelmesine neden olur. 'Hepsi olmasa da'nın içindeki insanlar için kullanılan (onlar da şimdilik) sözcüğünün nedeni... psikiyatrik ilaçların kullanımının devam edilmesi durumunda... onların da ileriki dönemlerde 'kimyasal beyin hasarına' yakalanma ve böylece bakıma muhtaç hale gelmeleri risklerinin olması nedeniyledir. Yani bu ölümcül risklerin olma olasılık ve tehlikeleri onlar için halen devam etmektedir, diyebiliriz.
Muhtemelen bakıma muhtaç hale gelen bireylerin büyük çoğunluğunu zihinsel engelli bireylerin kaldığı 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde (/kurumlarında) görebilmek mümkündür. Bu tür akıl sağlığı birimleri, sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar (daha doğrusu psikiyatristler) tarafından 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' uğratılan insanlarla doludur - özellikle de akıl hastanaleri, psikiyatri hastaneleri.. Muhtemelen sayıları az olabilen diğer sakinlerin 'beyin hasarına' nasıl uğradıklarına dair kanıtlanabilir doğru bilgilerin olabileceğini pek sanmıyoruz - belki azı kanıtlanabilir o da belki...
Bakıma muhtaç zihinsel engelli bireylerin kaldığı 'bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde de, sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar (daha doğrusu psikiyatristler) tarafından 'kimyasal beyin hasarlarına' uğratılan insanlar da bulunmaktadır.
Muhtemelen - psikiyatrik ilaç tedavisi görenler de dahil - bakımevlerinde kalan bireylerin nerdeyse hepsinin 'ileri seviyede kurtarılamayacak derecede kalıcı kimyasal beyin hasarlarına' sahip olduklarını söylemek gerekir. Zaten bakımevlerine getirilen insanlar, muhtemelen genelde 'kalıcı beyin hasarına uğradıkları' ve bu nedenle 'bakıma muhtaç hale geldikleri' için getiriliyorlar. Ancak özellikle de psikiyatrik ilaç tedavisi gören ve kimyasal beyin hasarına uğratılan bu bireylerin o anki mevcut zihinsel (ve beyin) ve beden sağlığı durumlarının... sağlıklı beyinler ve sağlıklı bedenler için oldukça zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların kullanımın devam edilmesi nedeniyle... ileri dönemlerde 'daha da kötüye gitme' ve hatta 'ölme' olasılık riskleri de bulunabilmektedir. Şöyle ki...
Tüm akıl sağlığı birimlerinin ortak noktası - özellikle de psikiyatrik ilaç tedavisi gören ve (muhtemelen sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar - yani psikiyatristler - tarafından) bakıma muhtaç - yani kalıcı zihinsel engelli - hale getirilen bireylere.... sözde 'akıl hastalıklarının tedavisi' bahanesi adı altında - psikiyatristlerin talimatları doğrultusunda - yine her gün psikiyatrik ilaçlar vermeleridir.
Aslında psikiyatrik ilaçların hiç biri akıl hastalıklarını tedavi etmemektedir. Yaptıkları şey, semptomları bastırmaktır; bunu da insanların sağlıklı beyinlerini - sürekli olarak - uyuşturarak yapar. 'Semptomların bastırılması' demek, 'akıl hastalıklarının tedavi edilmesi' demek değildir. 'Semptomların bastırılması' demek, - insanların sağlıklı beyinlerini uyuşturarak - onları 'kontrol etmek, kontol altına almak' demektir. Psikiyatri, 'hiç bir zaman akıl hastalıklarını tedavi edemediği' için son çareyi 'insanların davranışlarını kontrol etmekte' bulmuş ve insanların normal doğal davranışlarını akıl hastalıkları olarak etiketleyerek ve onların sağlıklı beyinlerini uyuşturarak, sakinleşmesini sağlamışlar ve böylece 'psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiği' yalanını etrafa yaydırarak, hem toplumda hem de tıpda yer edinmeye çalışmışlardır ve bu aldatma ve yalanlarda da gayette başarılı olmuşlardır. İşte ana akım psikiyatri (ve akıl sağlığı birimlerinin) yaptığı şey de budur; sadece insanların davranışlarını 'kontrol etmek' için... sağlıklı beyinler için son derece zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları sürekli olarak her gün verirler ve böylece insanları 'kontrol altına almış' olurlar ve buna da 'akıl sağlığı / akıl hastalıkları tedavisi' derler. Ama bu, psikiyatrik ilaç verilen hastalar için oldukça ÖLÜMCÜL SAĞLIK SORUNLARINA yol açar. Şöyle ki...
Her gün verilen psikiyatrik ilaçlar ise bireylerin (genellikle uzun vadeler de) kimyasal beyin hasarına yakalanmasına ve bununla bağlantılı akıl hastalıklarının artmasına /kötüleşmesine ve diğer zihinsel ve fiziksel çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara ve rahatsızlıklara ve ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere yakalanmasına neden olur. Dolayısıyla...
Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli kullanımlarının 'kimyasal kalıcı beyin hasarları' ve bu beyin hasarlarına bağlı 'çeşitli konuşma ve davranış bozukları' da dahil olmak üzere... (tardif diskinezi, akatizi, kalp ve damar sorunları, diyabet ve kanser vb gibi) çok sayıda zihinsel ve fiziksel kalıcı ve ölümcül hastalıklara ve rahatsızlıklara ve hatta ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere de neden olduğu bilinmektedir.
Bu durum da... muhtemelen bu bireylerin ileri seviyede kurtarılamayacak derecedeki mevcut kimyasal beyin hasarlarının... ileriki dönemler de daha da kötü hale gelmesine ve/veya hem zihinsel hem de fiziksel kalıcı ve ölümcül çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara yakalanmasına ve/veya hatta ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlerle karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir.
Ve muhtemelen durumu daha da kötüye giden, çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara yakalanan ve hatta ölen bu zihinsel engelli bireyler... ana akım psikiyatristler ve ana akım tıp doktorları tarafından - her zaman yaptıkları örtbas etme tekniğini kullanarak - bu insanların yakalandıkları (psikiyatrik ilaçların neden olduğu) kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel hastalıkları ve rahatsızlıkları ve ölümlerini... 'başka başka sebeplerin, altta yatan bilmem ne nedenlerin' üzerine attıkları için... deyim yerindeyse KİM VURDUYA GİTMİŞ olacaklardır.
Ve bu şekilde - sadece Türkiye'deki - akıl sağlığı birimlerinde... onlarca yıldır aynı örtbas etme teknikleri sayesinde KİM VURDUYA GİDEN bireyleri düşündüğümüz de... şimdiye kadar kaç yüz binlerce - belki de milyonlarca - masum insanın bu şekilde KİM VURDUYA GİTTİĞİNİ tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir. (Dünya genelinde ise bu sayı (iyatrojenik sakat bırakılan (yaralanan) ve öldürülen insan sayısı bakımından) muhtemelen sadece her yıl milyonlarca civarındadır.)
Psikiyatrik ilaçlar (yani psikiyatristler) tarafından kalıcı olan ve olmayan kimyasal beyin hasarına uğratılan diğer bireyleri ise sivil hayatta kendi çevremizde görebilir ve onlara rastlayabiliriz. Onların durumları da... akıl sağlığı birimlerindeki insanların durumlarından - yani psikiyatrik ilaç kullanımın devam edilmesi ile ortaya çıkabilecek olası kalıcı ve ölümcül risklerden - pek farklı değildir. Aralarındaki tek fark muhtemelen... akıl sağlığı birimlerindeki insanların 'bakım, tedavi ve bilişsel faaliyetlerin' kendilerine özel olarak verilmesidir ki... bu da kimyasal beyin hasarına uğratılan insanlar için hiç bir şey ifade etmemektedir - en azından kimyasal beyin hasarları daha da kötüye giden insanlar için.. Beyin, kimyasal olarak hasara uğratıldıktan sonra... yapılan /verilen bakım, tedavi ve bilişsel faaliyetlerin... o hasta için ne anlamı olabilir ki? Sadece acı çektiklerini düşünebilir ve aynı şekilde diğerlerinin de acı çektiklerinden emin olabilirsiniz..
İşte, yaptığımız bu çalışmalar da bu gerçekleri göz önüne sermek içindir. Sadece aşağıdaki alıntıları okuyarak bile... bu gerçekleri anlamınızda
size yardımcı olabilecektir, diye umuyoruz. Çalışmaların tamamını BURADAN takip
edebilir, diğer çalışmalara ait alıntıları BURADAN ve BURADAN
okuyabilirsiniz.
BİLGİ : "Psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'beyin küçülmesi, beyin büzülmesi, beyin atrofisi, tardif diskinezi, akatizi' vb gibi nörolojik hasarlar... psikikatrik ilaç kaynaklı 'kimyasal beyin hasarlarıdır - yani diğer adıyla 'kimyasal lobotomidir.'"
*** *** ***
** ŞİMDİ ALINTILARA GİRELİM....
*BAZI ALINTILAR;
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
- (Kalıcı kimyasal beyin hasarları ve kalıcı ve ölümcül sonuçları...)
"Tüm psikiyatrik ilaçlar size zarar verir ve kalıcı beyin hasarına neden olabilir." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (54)
"Antipsikotik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (55)
"Yeni
bir araştırmaya göre antipsikotik ilaçlar, beyin hasarına neden
olabilir." (58)
"Psikiyatrik İlaçlar, Beyin İşlev Bozukluğuna Neden Olarak "Yardımcı" Oluyor." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Reçeteli İlaçlardan Kalıcı Hasar" (20)"Antipsikotikler ve Beyin Küçülmesi: Güncelleme" -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Nöroleptik Psikiyatrik İlaçların Neden Olduğu Beyin Hasarı" (40)
"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik"
Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor." (a) (40)
"Nöroleptikler maymunlarda beyinleri
küçültüyor..." (b) (40)
"Nöroleptiklerin maymun beyinlerine
nasıl zarar verdiğinin gösterilmesi .... maymun beyinlerindeki nöroleptik hasar ...." (f) (40)
"Nöroleptik psikiyatrik ilaçların beyin
hücresi sayılarını etkilediği anlaşılıyor..." (e) (40)
"Demans Hastalarında Antipsikotik Beyin
Hasarı.... " (m) (40)
"Antipsikotik ilaç kullananlarda beyin küçülmesi
görülüyor..." (n) (40)
"Antipsikotik ilaçlar sıklıkla beyinde küçülmeye
neden olur..." (41)"Nöroleptikler maymunlarda beyinleri küçültüyor - Haldol
ve Olanzapin Maymunlarda Beyin Küçülmesine Neden Oluyor." (42)
"Antipsikotik ilaçların bir çok patolojik etkisini belgeleyen araştırma literatürünün iyi bir incelemesi." (32)
"Psikiyatrik İlaç Kaynaklı Kronik Beyin
Hasarı : Psikiyatrik ilaçlarla uzun süreli tedavinin etkileri" -Dr. Peter R.
Breggin, MD (8)
"Akıl Hastalığının" Biyopsikiyatrik Modeli... "Eleştirel Bir
Kaynakça", Dr. Loren R. Mosher (55)
"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik" Psikiyatrik İlaçlar Beyin Dokusunu Küçültüyor" (41)
"Kimyasal dengesizlikler uydurma ve efsanedir." -Dr. Loren R.
Mosher (55)
"Akıl hastasının beynindeki tek kimyasal dengesizlik, psikiyatristlerin
ilaç yazarken yarattığı dengesizliktir.'" -Dr. Peter Breggin, MD (54)
"Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal dengesizliklere neden
olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar,
kullanıcıların klasik "ay yüzlü" görünümünde görülen diyabete neden
olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar diyabete neden
oluyor.' (54)
(....) Devamını hem aşağıda hem de diğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
"Sonuç: Akıl
hastalığında nedensel öneme sahip olduğu düşünülen 'beyin anormallikleri' büyük olasılıkla nöroleptik ilaç tedavisinin bir sonucudur." -Dr. Loren
R. Mosher (55), (43)
"İlk
psikoz atağı geçiren hastaları içeren bir çalışma, 'psikoz haplarına 'kısa
süreli maruz kalmanın', - hastalığın şiddetiyle hiçbir ilgisi olmaksızın, - beyindeki gri cevherin küçülmesine yol açabileceğini' bulmuştur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik"
Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor... Beyin Küçülmesi Sizin
İçin İyi mi?" -Dr. Ron Unger (40)
"Nöroleptik (antipsikotik)
psikiyatrik ilaçlar, bizi insan yapan kısım olan frontal lobların
küçülmesine yol açabilir." -Nancy Andreasen, Robert Whitaker (k) (40)
"Psikoz haplarının beyne verdiği hasar ve diğer zararları... (...) Geri döndürülemez beyin hasarı ve diğer ciddi zararlar..." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"....reçeteli bazı psikiyatrik ilaçlar, normal vücut
fonksiyonlarında uzun süreli ve bazen de kalıcı bir 'değişikliğe' neden olur." - Joanna Moncrieff, MD (20)
"....araştırmacılar, "şizofreninin" beyin
küçülmesine neden olduğunu kanıtlamaya kararlı görünüyorlar; ancak
verileri bunu kanıtlayamıyor çünkü deneklerin hiçbiri uzun süre ilaç
tedavisi görmemiş gibi görünüyor." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Şizofreni veya psikoz olarak
adlandırılan bozuklukların, 'beyinde herhangi bir altta yatan anormallikle
ilişkili olduğuna' dair kesin bir kanıtımız henüz yok, ancak bu
rahatsızlıkları tedavi etmek için kullandığımız ilaçların beyinde
değişikliklere neden olduğuna dair güçlü kanıtlarımız var." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"'Antipsikotiklerin,
beyin küçülmesine neden olduğuna' dair
kanıtlar son birkaç yıldır birikiyor, ancak psikiyatri araştırma
kuruluşları kendi sonuçlarını kabullenmekte zorlanıyor." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Psikoz haplarının beyin hasarını
önleyebileceği belgelenmemiştir ve kanıta dayalı tıp, spekülasyonlarla
değil, ortalama olarak 'ne kadar etkili olduklarıyla' ilgilidir. Psikoz
haplarının, 'sinir hücrelerini o kadar etkili bir şekilde öldürdüğünü ve
beyin tümörlerine karşı olası kullanımlarının araştırıldığını' hatırlamak
düşündürücüdür." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Psikozun, 'beyne zarar verebileceğine' dair güvenilir bir kanıt yoktur ve büyük bir
çalışma bunu iddia etse de, 'tedavinin etkilerini hastalığın olası
etkilerinden ayıramamıştır' ve yazarlar da bunu kabul etmiştir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Araştırmacılar Antipsikotik Reçete Edilen Çocuklarda "Beyin Atrofisi" Uyarısında Bulundu... ....araştırmacılar 'antipsikotik ilaçların - özellikle
beyinleri hala gelişmekte olan - çocuklarda beyin atrofisine (brain
atrophy) neden olabileceğine' dair kanıtları tartışıyorlar." (29)
"... hem maymunlar hem de sıçanlar üzerinde yapılan çalışmalar, 'sağlıklı hayvanların antipsikotiklere maruz kaldıklarında, özellikle
frontal serebral kortekste beyin hacimlerinin ortalama %8-11'ini
kaybettiklerini' göstermektedir." (29)
"Bilimsel makale: Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar hücre ölümüne neden olabilir. - Bu
tıbbi araştırma, nöroleptiklerin (antipsikotikler olarak da bilinir) 'sadece beyni küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden
olabileceğini' ortaya koymuştur. " (44)
"Ron Unger, "nöroleptik veya "antipsikotik"
psikiyatrik ilaçların beyin dokusu küçülmesiyle nasıl bağlantılı olduğu" konusunda endişelerini dile getiren tam zamanlı bir ruh sağlığı
danışmanıdır." (40)
".... antipsikotikler, nöroleptik malign sendrom (ölümcül
olabilir) dahil olmak üzere hızlı ve önemli beyin değişikliklerine neden
olabilir." (m) (40)
"Nöroleptik İlaç Tedavisiyle İlişkili Beyin Hasarı... Bunlar,
'nöroleptik psikiyatrik ilaçların (antipsikotik olarak da bilinir)
kullanımının beyinde önemli yapısal hasara yol açabileceğini' belirten
çok sayıda ana akım tıbbi makaleden birkaçıdır." (43)
"Nöroleptik
İlaç Tedavisiyle İlişkili Beyin Hasarı: (Sakinleştirici etki
istendiğinde, psikotik durumları tedavi etmek için kullanılan
sakinleştiriciler)" (55)
"...tıbbi araştırma,
nöroleptiklerin (antipsikotik olarak da bilinir) sadece beyni
küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden olabileceğini
ortaya koydu." (d) (40)
"Genel Psikiyatri Arşivleri'nde yayınlanan bir makalede, 'antipsikotik
ilaçların beyin küçülmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğuna' işaret
eden bir çalışma anlatılıyor." -(j) (40)
".... Prof.
Andreasen, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (aynı zamanda
"antipsikotikler" olarak da bilinir) hastalarda önemli beyin atrofisine
-veya küçülmesine- yol açtığına dair bulgularından bahsediyor." (g) (40)
"Psikotrop ilaçlar, beyinde 'yapısal yeniden yapılanmaya' yol açarak 'duyguları ve zihinsel işlevlerin diğer
yönlerini' olumsuz etkileyebilir ve geri döndürülemez hale gelebilir." (46)
"Randomize Kontrollü Bir Çalışma, Antipsikotiklerin Beyne Zarar Verdiğini Doğruluyor. - JAMA
Psikiyatri'de yayınlanan yeni bir çalışma, 'antipsikotiklerin, beynin birçok bölgesinde hasara yol açtığını' ortaya
koyuyor." (19)
"Psikiyatristler, ister psikotropik
ilaçlar ister elektroşok olsun, 'bir psikiyatrik işlemden kaynaklanan
"beyin hasarını" kanıtlamak için, çok sayıda beyin hücresinin öldüğünü' kanıtlamamız gerektiğini sıklıkla savunurlar. Belirli psikiyatrik
işlemlerin toplu beyin hücresi ölümüne yol açtığına dair çalışmalar
olsun ya da olmasın...." -(l) (40)
"Yeni bir araştırma, 'şizofreni' hastalığında beyin anormalliklerinin antipsikotiklerden kaynaklanabileceğini öne sürüyor. Çalışmada,
'şizofreni' ile ilişkili 'korteks kalınlığının ve beyin yüzey alanının
azalmasının, antipsikotik ilaç kullanımından kaynaklanabileceği' bulundu." (34)
"...yeni
bir çalışma, 'korteks kalınlığının ve beyin yüzey alanının
azalmasının, şizofreni tanısıyla ilişkili olduğunu, ancak bu
farklılıkların antipsikotik ilaçların yaygın kullanımıyla
açıklanabileceğini' ortaya koydu." (34)
"Araştırmacılar ayrıca, daha yüksek ilaç dozlarının beynin "hemen
hemen tüm" bölgelerinde "daha ince korteksle anlamlı bir korelasyona
sahip olduğunu" belirtiyorlar." (34)
"Nüks/Antipsikotiklere Bağlı Beyin Dokusu Kaybının Göreceli Riski..." (35)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
*İLAÇ DÖNEMİNDEN ÖNCE ve SONRA KİMYASAL DENGESİZLİK
"Şu anda, tipik psikiyatri hastalarının 'beyinlerinde, - psikiyatrik
ilaçlar verilene kadar - bilinen bir biyokimyasal dengesizlik
bulunmamaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"...nöroleptik kullanımından önce şizofreni hastaları
üzerinde yapılan yüzlerce otopsi çalışmasında tutarlı bir beyin atrofisi
bulgusuna rastlanmamıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Noyes ve
Kolb'un Modern Klinik Psikiyatri (1958) adlı eserinde, nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, beyin
atrofisi gibi ciddi bir sorundan bahsetmeye bile gerek kalmadan,
herhangi bir türde tutarlı bir nöropatolojik sorun bulunamaması
incelenmiş ve "mevcut görüş eğiliminin" şizofreniyi "yaşam koşullarına
verilen hatalı bir tepkiye" bağladığı sonucuna varılmıştır. Yine
nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, Amerikan Psikiyatri El Kitabı (1959) adlı eserinde Arieti,
şizofreninin nöropatolojisine dair umutların "yetersiz kaldığını" tespit
etmiştir. Daha sonraki ders kitapları, şizofreniklerin
'beyinlerinde büyük patolojik değişiklikler' olma olasılığından
bahsetmeye tenezzül etmeyecektir, çünkü bu soru, herhangi bir bulguya
ulaşılamaması nedeniyle rafa kaldırılmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
(Hamlelikte (fetüste) ve çocuklarda psikiyatrik ilaç kullanımı ve etkileri..)
"Araştırmacılar, Paroksetinin Gelişmekte Olan Beyne Zarar Verdiğini Buldu... (....) ....araştırmacılar, paroksetini 'gelişmekte olan beyin
hücreleri üzerinde test etti ve çok sayıda nörotoksik etki' keşfetti." (37)
"....araştırmacılar, 'seçici serotonin geri alım
inhibitörü paroksetinin, çok sayıda nörotoksik etkiye sahip olduğunu' buldular. Çalışmalarının,
SSRI'ların 'gelişmekte olan fetüs üzerindeki zararlı etkilerini
gösterdiğini' belirtiyorlar. Bu
sonuçlar, paroksetinin potansiyel bir 'insan gelişimsel nörotoksik
olduğunu' ortaya koyuyor ve kullanımına yönelik kontrendikasyonların
değerlendirilmesi ve muhtemelen gebeliğin ilk üç ayından çok daha uzun
süre kullanılması gerektiğini gösteriyor." (37)
"Çok sayıda çalışma, 'rahimdeyken, SSRI'lara maruz kalan çocuklarda, 'kalp sorunları, doğum kusurları ve otizm' görülme sıklığının
artması gibi fetüs üzerinde zararlı etkiler olduğunu' göstermiştir.
Ancak, SSRI'lar hamile kadınlar tarafından hala yaygın olarak
kullanılmaktadır. (....) ....çalışmada gözlemlenen
zararlar, gelişmekte olan beyindeki serotonin sisteminin bozulmasıyla
tutarlıdır ve SSRI kullanan annelerin çocuklarında otizmin artan
yaygınlığını açıklayabilir." (37)
"Bu ilaçların gelişmekte olan insan
beyinleri üzerindeki etkileri üzerine kontrollü çalışmalar geliştirmek
zordur ve bu da bu zararlara dair kesin kanıtlar bulmayı zorlaştırır.
İlacın kemirgenler üzerinde test edilmesi yaygın olarak kullanılan bir
yöntemdir, ancak pahalıdır, 'binlerce hayvanın öldürülmesini' gerektirir
ve kemirgen beyni her zaman insan beyninin karmaşık yapısını doğru bir
şekilde yansıtmaz." (37)
"Valproat, Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Çocuklarda Beyin Hacminin Azalmasıyla İlişkili... Araştırmacılar, valproatın tüm katılımcılarda 'duygu işlemeyle ilişkili bir bölgedeki beyin hacmini azalttığını' buldu." (33)
"....yeni bir çalışma, pediatrik bipolar bozukluk
teşhisi konan çocuklarda valproat adlı ilacın, beyin hacmi üzerindeki
etkilerini inceledi.(...) ...bulguları, 'altı haftalık
bir süre boyunca duygu işleme işlevleriyle ilişkili bir bölge olan
amigdaladaki beyin hacminin azaldığını' göstermektedir. (...) Hayvanlar üzerinde
yapılan deneyler, valproatın 'hafıza ile ilişkili bölgelerdeki beyin
hücresi büyümesini azaltabileceğini ve bilişsel bozukluğa yol
açabileceğini' bulmuştur." (33)
"On uzman yazara göre, SSRI'lar ve
antipsikotik olarak bilinen ağır sakinleştiriciler gibi ilaçlar çoğu
insan için plasebodan daha iyi olmamakla kalmıyor, aynı zamanda - bazıları
çocuklarda ve yetişkinlerde - intihar riskini de artırıyor. Ayrıca 'libidoyu düşürüyor ve tardif diskinezi adı verilen son derece rahatsız
edici bir kas rahatsızlığına' neden olabiliyorlar. Ayrıca, 'bu ilaçların hasta ilacı almayı bıraktıktan sonra bile devam eden uzun
vadeli hasara yol açabileceğini' iddia ediyorlar." (56)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
(BAZI ÇALIŞMALAR ve BAZI GÖRÜNTÜLEME (MR vs) ÇALIŞMALARI...)"...çalışmada, hem eski bir nöroleptik (Haldol veya "haloperidol") hem de
yeni bir atipik nöroleptik (Zyprexa veya "olanzapin"), maymunların 'beyinlerinin üst seviye kısımlarında, önemli bir küçülmeye' neden
olmuştur. (...) İlaçla tedavi edilen
her iki grupta da, sham'a kıyasla ortalama taze beyin ağırlıklarında ve
sol serebrum taze ağırlık ve hacimlerinde %8-11'lik bir azalma görüldü.
Farklılıklar tüm ana beyin bölgelerinde (frontal, parietal, temporal,
oksipital ve serebellum) gözlendi, ancak hem gri hem de beyaz cevherde
frontal ve parietal bölgelerde artış görüldü. İlaçla tedavi edilen
maymunlarda sham'a kıyasla daha fazla olan benzer bir hacim küçülmesi
görüldü." (42)
"... hem maymunlar hem de sıçanlar üzerinde yapılan çalışmalar, 'sağlıklı hayvanların antipsikotiklere maruz kaldıklarında, özellikle
frontal serebral kortekste beyin hacimlerinin ortalama %8-11'ini
kaybettiklerini' göstermektedir. Araştırmacılar hem haloperidol hem de
olanzapini test ettiler; bu da bu etkinin hem birinci nesil hem de daha yeni, ikinci nesil antipsikotikler için
bulunduğu anlamına geliyor. Bu bulgular, çocuklara herhangi bir psikotik
semptom olmaksızın ve çoğu durumda herhangi bir akıl sağlığı teşhisi
konmadan antipsikotik reçete edildiğine dair son kanıtlar ışığında
özellikle endişe vericidir." (29)
"Son
yirmi yılda yapılan sayısız tıbbi çalışma, nöroleptik psikiyatrik
ilaçların (antipsikotik olarak da bilinir) kullanımının, özellikle uzun
süre yüksek dozlarda alındığında, beyinde yapısal değişikliklerle
ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu beyin değişiklikleri,
beynin üst seviye kısımlarında gerçek bir küçülmeyi de içerebilir. Bu
küçülme, beyin taramalarında ve otopsi çalışmalarında görülebilir. Bu
küçülmenin "akıl hastalığı"ndan kaynaklandığını iddia eden endüstri
savunucularına yanıt olarak, çalışmalar 'nöroleptiklerin hayvanlarda da
benzer beyin değişikliklerine yol açtığını' göstermektedir." (40)
"Araştırmacılar, "şizofreni'nin beyni küçülttüğünü" gösteren
kanıtlar bulduklarında, bunun kötü olmayabileceğini nedense hiç
düşünmezler. Ancak burada, "hastalığın" şiddetinin küçülmeye neden
olmadığını, ilaçların ise 'küçülmeye neden olduğunu' buldular. (....) Umarım
bu haber, ilaç dışı alternatif yaklaşımlar için çok daha fazla baskı
yaratır. Ve bu ilaçlara bağımlı olan kişilerin, 'iyi bir destekle,
güvenli yollarla ve dikkatlice' aşamalı olarak bırakmayı denemelerine
yardımcı olacak programlar." (41)
"MindFreedom International,
nöroleptik (antipsikotik) psikiyatrik ilaçların neden olduğu beyin
hasarı (beyin büzülmesi ve kalıcı istemsiz kas hareketleri dahil)
hakkında tıp literatüründeki birçok çalışmadan bazılarını içeren bir
klasör tutmaktadır." (41)
"....antipsikotik ilaçlara maruz bırakılan
maymunların sol parietal lobunda %14,6 daha küçük bir gri cevher hacmini
doğruladı. Gri cevherdeki her hücre tipinin sayısını tahmin etmek için
optik fraksiyonlama yönteminin kullanılması, glial hücre sayısında
%14,2'lik önemli bir düşüş ve buna bağlı olarak %10,2'lik daha yüksek
bir nöron yoğunluğunu ortaya koydu. Nöron ve endotel hücre sayıları
gruplar arasında farklılık göstermedi." (44)
"Hem
canlı hem de ölüm sonrası araştırmalar, şizofreni hastalarında tüm
beynin ve belirli beyin bölgelerinin hacimlerinin daha küçük olduğunu
göstermiştir. Bu hacimlerin ne ölçüde hastalıktan veya antipsikotik ilaç
tedavisinin etkilerinden kaynaklandığı belirsizdir. (....) Antipsikotik ilaçlara maruz kalan
maymunlarda toplam nöron sayısında bir fark olmaksızın daha küçük gri
madde hacmi, daha düşük glial hücre sayısı ve daha yüksek nöron
yoğunluğu bulguları, ölüm sonrası şizofreni çalışmalarının sonuçlarıyla
paralellik göstermekte ve şizofreni hastalarında görülen bu tür
gözlemlerin en azından kısmen antipsikotik ilaç etkilerinden
kaynaklanabileceği olasılığını gündeme getirmektedir." (44)
"Psikiyatrik ilaçlar, beyin ve diğer dokulardaki mitokondriyal işlevi etkiliyor... (....) ...
veriler, APD'lerin (antipsikotik ilaçların) 'Kompleks I aktivitesini ve ATP üretimini ve
mitokondri membran potansiyelinin dağılımını' azaltarak mitokondri
fonksiyonunu bozduğunu göstermektedir. (....) ... psikiyatrik ilaçların mitokondri
üzerindeki etki mekanizmaları hem doğrudan hem de dolaylıdır; APD'lerin
mitokondri üzerindeki etkilerinin hem terapötik hem de metabolik yan
etkilerine katkıda bulunabileceği sonucuna varıyoruz." (39)
"Önceki
çalışmalar, APD'lere ek olarak kullanılan psikotropik ilaçların
Kompleks I aktivitesinin bozulmasına yol açtığını ve SZ (şizofreni) hastalarının sıklıkla
antidepresanlar, anksiyolitikler ve diğer psikoaktif ilaçlarla eş
zamanlı tedavi gördüğünü bulmuştur. (....) Şizofrenide
hem farmakoterapinin hem de psikiyatrik hastalıkların mitokondriyi
düzenlediği bildirilmektedir; bu örtüşmeler solunum zinciri
aktivitesindeki düşüşlerde ve ROS ve MMP'deki değişikliklerde
görülmektedir." (39)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
* BAZI 'MIR, BT, PET, Otopsi' vb ÇALIŞMALARI;
"Peter Breggin, daha az hassas BT taramaları
kullanılarak yapılan bu ve daha eski çalışmalarda 'şizofreni teşhisi
konan kişilerde gözlenen daha küçük beyinlerin ve daha büyük beyin
boşluklarının antipsikotik ilaçların bir sonucu olduğunu' öne sürdü,
ancak kimse onu ciddiye almadı. Bu bulguların, şizofreniyi oluşturduğu
düşünülen 'beyin anormalliklerini ortaya çıkardığı' varsayılmış ve 'uzun
süre tedavinin etkilerine' pek dikkat edilmemiştir. Ancak
antipsikotiklerin etkileri araştırıldığında, 'ilaçların, beyin hacmi
üzerinde olumsuz bir etkisi olabileceğine' dair bazı belirtiler ortaya
çıkmıştır." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Beyin görüntüleme
çalışmalarındaki büyük önyargı potansiyeline rağmen (bkz. Bölüm 3), bu
tür çalışmalar ve meta-analizler - makalelerinden anlaşıldığı kadarıyla, 'bulgularından hoşlanmayan kişiler' tarafından gerçekleştirilen çalışmalar
- 'psikoz haplarının, beyni küçülttüğünü' ikna edici bir şekilde
göstermiştir. Bunu doza bağlı bir şekilde yaparlar ve psikozdan muzdarip
olmayan primatlarda da beyni küçültürler. Buna karşılık, hastalığın
şiddetinin çok az etkisi vardır veya hiç etkisi yoktur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Araştırmacılar, antipsikotik kullanan ve
kullanmayan hastalarda beyin değişikliklerini inceleyen manyetik
rezonans görüntüleme çalışmalarını inceledi.26 çalışmanın
yarısından fazlası, antipsikotik kullanan hastaların, 'beyinlerinin
küçüldüğünü' göstermiştir. Antipsikotik kullanmayan hastalarla yapılan 21
çalışmanın beşinde, 'beyin boyutunda azalma olduğu öne sürülmüştür.
Ancak, uzun süredir hasta olan ve ilaç kullanmayan ('ilaç kullanmamış'
olarak da bilinir) hastalarla yapılan üç çalışmada herhangi bir fark
bildirilmemiştir. (...) .... araştırmacılar, "İlaç
kullanmamış hastalarla yapılan çoğu çalışmada, hastalar ve kontrol
grupları arasında 'toplam beyin hacmi, küresel gri madde veya BOS
hacimlerinde' fark bildirilmemiş veya tespit edilmemiştir" ifadelerini
kullanmıştır. (...)... Araştırmacılar, "Genel olarak, antipsikotik ilaç
tedavisinin 'beyin hacmini azaltmada ve beyin omurilik sıvısı (BOS) veya
ventriküler boşlukları artırmada' rol oynayabileceğini düşündüren yeterli
kanıt var gibi görünüyor" diye yazdı." (58)
"Neredeyse tamamı
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel
tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş
lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da
'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir. Ventriküller,
kafatası sınırları içindeki 'doku küçülmesine' orantılı olarak genişleme
eğilimindedir. Sulkuslar, 'serebral korteks' küçüldüğünde derinleşir veya
genişler. Şizofreni hastalarında ilaç tedavisi uygulanan BT
çalışmalarında en sık görülen bulgu lateral ventrikül genişlemesidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Johnstone
ve meslektaşları, şizofreni
hastalarının BT taramalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' gösteren ilk
araştırmacılar arasındaydı. Ayrıca Withers ve Hinton Testi ve Inglis
Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel bozukluk' buldular. Weinberger, Cannon-Spoor, Potkin ve Wyatt (1980) ve
Weinberger, Torrey, Neophytides ve Wyatt (1979), neredeyse tamamı ilaç
tedavisi görmüş şizofreni hastalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' buldular." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Famuyiwa, Eccleston,
Donaldson ve Garside (1979), TD'li ve TD'siz şizofreni hastalarında BT
taramasında 'serebral atrofi' bulmuş ve ayrıca özellikle TD hastalarında, kontrollerle karşılaştırıldığında 'demans' oranında artış' tespit
etmişlerdir. Withers ve Hinton ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme
Öğrenme Testi'nde 'zihinsel işlev bozukluğunda artış' bulmuşlardır.
Golden, Moses, Zelazowski, Graber, Zatz, Horvath ve Berger (1980),
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında BT taramasında 'beyin
atrofisi' bulmuş ve bunu Luria-Nebraska grubundaki 'zihinsel işlev
bozukluğuyla' ilişkilendirmişlerdir. (...)" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"PET, nöroleptiklerin 'dopamin
nörotransmitter sistemini bloke ederek işlev bozukluğuna' neden olduğu
bilinen 'beynin, belirli bölgelerini incelemek' için kullanılmıştır;
bunlara bazal gangliyonlar da dahildir. Çeşitli
çalışmalar, nöroleptik tedavi gören hastaların 'bazal gangliyonlarında, dopaminle ilişkili anormallikler gelişebileceğini' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Tedavi görmemiş şizofreni hastalarında yapılan PET çalışmaları çelişkili sonuçlar
vermiştir. İlaç kullanmayan
hastaları içeren bir PET çalışmasında frontal hipoaktivite
bulunmamıştır. Çalışmaya, daha önce hiç nöroleptik almamış altı (6) hasta
ve 1 ila 4 tek doz almış dört (4) hasta olmak üzere bir düzine hasta dahil
edilmiştir. Ne PET, ne MRI ne de BT tarama çalışmaları, nöroleptik
tedaviden önce 'beyin anormalliklerinin' varlığı konusunda henüz kesin bir
sonuca varamamıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....PET, MRI ve BT taramalarından elde edilen
artan radyolojik kanıtlar, nöroleptik tedavi gören şizofreni
hastalarında kronik beyin disfonksiyonu (PET taramaları) ve beyin
atrofisi (MR ve BT taramaları) varlığını doğrulamaktadır. İlgili BT
tarama çalışmalarının toplam sayısının 90'ın üzerinde olduğu tahmin
edilmektedir ve bunların
çoğu 'hasarı' göstermektedir. Diğer çalışmalar, yaşam boyu toplam
nöroleptik alım miktarını da hesaba katmaktadır, ancak bu sıklıkla
tekrarlanan bir bulgu değildir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Nöroleptik tedavi gören hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler, beyin işlev bozukluğu, demans ve beyin hasarı - özellikle atrofi -' varlığını doğrulayan önemli kanıtlar bulunmaktadır. En tutarlı ve ikna edici kanıtlar, yeni beyin görüntüleme teknikleri (BT, MR ve PET taramaları) tarafından elde edilmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Psikiyatrik ilaçların neden olduğu bazı kimyasal beyin hasarları (kimyasal lobotomi) ile ilgili bazı çalışma sonuçları...)- "Psikiyatrik hastalarda
daha yüksek mortalite ile ilişkili tardif diskinezi: Yedi bağımsız
çalışmanın meta-analizinin sonuçları." (1)
- "TD hastalarında bazal gangliyonlarda yapısal
anormallikler, genişlemiş ventriküller ve sulkal işaretler bulunur." (2)
- "Bilişsel bozuklukla ilişkili TD." (3,4)
- "TD ile bilişsel bozukluk arasındaki ilişki. "İlişki
doğrusal görünüyor: Bozukluğun şiddetli formlarına sahip bireyler, bilişsel olarak en fazla bozukluğa sahip olanlar." (5)
- "TD,
bilişsel bozulma ve negatif semptomların kötüleşmesiyle ilişkilidir." (6)
- "Bu çalışma, şizofreni
hastalarının daha kısa yaşam beklentisine sahip olmasının bir nedeninin
nöroleptik ilaç tedavisi olduğunu bulmuştur." (7)
- "TD, bilişsel
bozuklukla ilişkilidir. Araştırmacılar şu sonuca varmıştır: "TD hem
motor hem de bunama bozukluğunu temsil edebilir." (8)
- "TD, yürüyüş, konuşma güçlükleri
ve psikososyal bozuklukla ilişkilidir." (9)
- "TD hastaları "bilinç yol haritalarının" motor kısmını kaybederler. TD,
"larval demansı" temsil edebilir." (10)
- "Kronik
şizofreni hastalarında tardif diskinezi ve nöroleptiklerin dikkat/bilgi
işleme bozukluğuna etkisi - TD, bilişsel bozukluğu şiddetlendirir." (11)
- "TD, bilişsel işlev bozukluğuyla ilişkilidir." (12)
- "1979-1991 yılları arasında TD'li hastaların öğrenme,
hafıza, bilişsel işlev, entelektüel işlev, görsel hatırlama, yönelim
gibi çeşitli ölçütlerde bilişsel olarak bozulmuş olduğu sonucuna varan
22 çalışmayı incelemektedir." (13)
- "Tardif
diskinezinin şiddetiyle ilişkili faktörler - Bir araştırma incelemesi, "TD ile ilişkili biyokimyasal ve
nöropatolojik değişikliklerin, benzer değişikliklerin Hungtington
hastalığı ve/veya Parkinson ile ilişkili olduğunu gösterdiğini"
göstermektedir. Kendi araştırmalarında ise, "sözel olmayan işlevlerde
bozulma ile karakterize kortikal işlev bozukluğu, TD şiddetiyle
ilişkilidir." (14)
- "Tardif diskinezisi olan
genç şizofreni hastalarında organik beyin disfonksiyonu ve bilişsel
eksiklikler - Bu, 40 yaşın
altındaki hastalar üzerinde yapılan bir çalışmadır. TD'nin serebral
disfonksiyonla ilişkili olduğunu ve bunun da nöroleptik ilaçlara maruz
kalmayla ilişkili olduğunu bulmuşlardır." (15)
- "Tardif
akatizinin, Parkinson, Huntington ve Wilson gibi bazal ganglionların bir
hastalığı olarak düşünülebileceğini belirtmektedir. MR çalışmaları, TD
hastalarında, özellikle kaudat çekirdekte bazal ganglion lezyonları
göstermiştir. Bazal ganglion hastalıklarının tümü davranışsal
dengesizliğe ve zihinsel bozukluğa (hatta psikoz ve demansa) neden
olur." (16)
- "lk Epizod Şizofreni Hastalarında
Antipsikotik İlaç Kullanımının Kaudat Çekirdek Hacimlerinde Artış - Nöroleptikler, ilk epizod şizofreni
hastalarında tedavinin ilk 18 ayında kaudat hacimlerini %5,7 oranında
artırır. Daha yüksek dozlar, kaudat hacimlerinde daha büyük artışla
ilişkilidir." (17)
- "TD'li ve TD'siz şizofreni
hastalarında bilişsel işlevi karşılaştıran 31 çalışmanın gözden
geçirilmesi. 24 çalışmada, TD hastalarının daha kötü performans
gösterdiği bulunmuştur. TD ne kadar şiddetliyse, bilişsel işlevdeki
bozulma da o kadar büyük olur. "TD, hem motor hem de bilişsel kontrolü
etkileyen bir beyin fonksiyonu değişikliğini içerir" sonucuna
varmışlardır." (18)
- "Hem tardif akatizi hem de tardif diskinezi daha
fazla bilişsel eksiklik ve negatif semptomlarla ilişkilidir. Bu ilişki,
TD'den ziyade TA ile daha güçlüdür. Bunun anlamı, TA ve TD'de görülen
hareket bozukluklarının "motor ve bilişsel özellikleri içeren karmaşık
sendromların yalnızca bir özelliği olduğudur. Nöropsikolojik
eksikliklerin ve hatta subkortikal demansın görüldüğü Parkinson ve Huntington hastalığı gibi diğer hareket bozukluklarıyla bir
karşılaştırma yapılmalıdır." (19)
- "Kronik
şizofrenide bilişsel işlev bozukluğunun 10 yıl boyunca prospektif olarak
izlenmesi ve tardif diskinezinin ortaya çıkışıyla uzunlamasına
ilişkisi - Bilişsel
işlevlerde ilerleyici bozulma, şizofreni hastalığının kronik evresinin
geç dönemlerinde bile görülür. Bu bozulma öncelikle TD'nin ortaya
çıkışından kaynaklanır. Bilişsel işlevlerde belirgin bozulmanın, hareket
bozukluğunun ortaya çıkışıyla aynı anda meydana geldiğini
bulmuşlardır." (20)
- "Nöroleptik kullanan
demans hastalarında bilişsel işlevlerdeki gerileme, ilaç kullanmayan
hastalara göre iki kat daha fazladır." (21)
- "Şizofreni Hastalarında Nöroleptik Tedavi Görmemiş ve Tedavi Görmüş
Hastalarda Subkortikal MRI Hacimleri - İlaçlar, "reseptör blokajına yapısal adaptasyon"
olduğu düşünülen kaudat, putamen ve talamusta hipertrofiye neden olur.
İlaç kaynaklı hipertrofi ayrıca "hem negatif hem de pozitif semptomların
daha şiddetli olmasıyla hafif ilişkilidir." (22)
- "Şizofrenide manyetik rezonans görüntüleme çalışmasının takibi - Nöroleptik kullanımı,
frontal ve temporal lobların hacim azalması (veya atrofisi) ile
ilişkilidir. Beyin bu şekilde atrofiye uğradığından, sanrılar ve düşünce
bozukluklarında iyileşme olduğu söylenmektedir (beyne zarar veren
prensip). Hacimdeki azalma oranının daha yüksek olması, daha yüksek
dozla ilişkilidir. Aynı zamanda, hacimdeki azalma bazı nörodavranışsal
işlevlerde gerileme ile ilişkilidir." (23)
- "Psikiyatrik
hastalıklarda ilerleyici yapısal beyin anormalliklerinde nöroleptikler - Nöroleptik kullanımı, serebral
korteks atrofisi ile ilişkilidir. Atrofi riski, her 10 gram ek
nöroleptik ilaç için %6,4 oranında artmaktadır." (24)
- "Bu
çalışma, nöroleptiklerin oksidatif stres sonucu nöronal hasara neden
olduğunu ve bunun TD'ye yol açan dejeneratif süreç olduğunu ileri
sürmektedir." (25)" -Dr. Loren R. Mosher (55) , (43)
*** *** ***
- "Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik"
Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor." (a)
- "Nöroleptikler maymunlarda beyinleri
küçültüyor... Bu çalışmada, hem eski bir nöroleptik (Haldol veya
"haloperidol") hem de yeni bir atipik nöroleptik (Zyprexa veya
"olanzapin"), maymunlarda beynin üst seviye kısımlarında önemli bir
küçülmeye neden oldu." (b)
- "Nöroleptik beyin hasarıyla ilgili
tıbbi makaleler... Bunlar, nöroleptik psikiyatrik ilaçların
(antipsikotikler olarak da bilinir) kullanımının önemli yapısal beyin
hasarına yol açabileceğini belirten çok sayıda yaygın tıbbi makaleden
birkaçıdır." (c)
- "Bilimsel makale: Nöroleptik (antipsikotik)
ilaçlar 'hücre ölümüne' neden olabilir... Bu tıbbi araştırma,
nöroleptiklerin (antipsikotik olarak da bilinir) sadece beyni
küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden olabileceğini
ortaya koydu." (d)
- "Nöroleptik psikiyatrik ilaçların beyin
hücresi sayılarını etkilediği anlaşılıyor... İşte nöroleptik verilen
maymunlar üzerinde yapılan diğer çalışmanın devamı niteliğinde bir
çalışma (...) 'Antipsikotik İlaçlara Kronik
Maruziyetin Makak Maymunlarının Parietal Korteksindeki Hücre Sayıları
Üzerindeki Etkisi'" (e)
- "Nöroleptiklerin maymun beyinlerine
nasıl zarar verdiğinin gösterilmesi hakkında.... Biol
Psychiatry 2008 15 Nisan: "Makak maymunlarında kronik antipsikotik
maruziyetinin astrosit ve oligodendrosit sayıları üzerindeki etkisi"
adlı makaleden maymun beyinlerindeki nöroleptik hasar hakkında...." (f)
- "Nancy C. Andreasen ile Bir Söyleşi... New
York Times, psikiyatrist ve sinirbilimci Nancy C. Andreasen ile (...) ... söyleşide Prof.
Andreasen, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (aynı zamanda
"antipsikotikler" olarak da bilinir) hastalarda önemli beyin atrofisine
-veya küçülmesine- yol açtığına dair bulgularından bahsediyor." (g)
- "Robert Whitaker, Nöroleptik "Beyin Hasarı" Tartışması Üzerine... "İklim
krizi" tartışmasında, sera etkisi hakkındaki tartışmayı gölgelemek için
yanlış bilgi yayan inkârcılar var. Aynı şey, 'antipsikotik olarak da
bilinen nöroleptik ilaçların neden olduğu beyin hasarı' tartışmasında da
geçerli. Bazı bilim insanları, nöroleptiklerin neden olduğu büyük beyin
değişiklikleriyle ilgili birçok çalışma konusunda halkı uyarmak yerine, 'parçalı ve çelişkili araştırmalara' dayanarak, 'nöroleptiklerin bir
şekilde beyin hasarını önlemeye yardımcı olduğu' hipotezini ortaya
atıyor." Robert Whitaker, Mad in America blogunda, PBS ulusal televizyon
programı PBS'de yayınlanan bu iddialardan bazılarını analiz ediyor." (h)
- "Antipsikotiklerden Kaynaklanan Kalıcı Kas Seğirmesi: Tardif Diskinezi
ve Tardif Distoni... (...)" (i)
- "Genel Psikiyatri Arşivleri: Nöroleptikler Beyin Hacmini
Küçültüyor... (...)" (j)
- "Bob Whitaker, Nancy Andreasen'in
nöroleptiklerin (antipsikotiklerin) beyin küçülmesine yol açtığı
bulgusuyla ilgili... Gazeteci Robert Whitaker, Psychology Today web
sitesinde, araştırmacı Nancy Andreasen'in "bomba etkisi" olarak
adlandırdığı konu hakkında yazıyor: Nöroleptik (antipsikotik)
psikiyatrik ilaçlar, bizi insan yapan kısım olan frontal lobların
küçülmesine yol açabilir." (k)
- "Travma Geçiren Beyin: Yaralanma,
İyileşme ve Onarımın İncelenmesi... (...)" (l)
- "Demans Hastalarında Antipsikotik Beyin
Hasarı.... Demans teşhisi konan
kişiler, nöroleptiklere (antipsikotikler olarak da bilinir) karşı
özellikle hassastır. Bir bakıma, bu kişiler "maden ocağındaki kanarya"
gibidir, çünkü antipsikotikler, nöroleptik malign sendrom (ölümcül
olabilir) dahil olmak üzere hızlı ve önemli beyin değişikliklerine neden
olabilir. (...)" (m)
- "Antipsikotik ilaç kullananlarda beyin küçülmesi
görülüyor. ....'nöroleptik psikiyatrik
ilaçların (aynı zamanda 'antipsikotik' olarak da bilinir) beyinde
küçülmeye yol açabileceğini' gösteren bilimsel bir çalışma hakkında bir
makale..." (n) (40)
*** *** ***
"...
ilaca bağlı beyin işlev bozukluğunu belgeleyen
birkaç çalışma....
- "Majör Nöroleptiklerle Tedavi Edilen
Hastalarda Tardif Diskinezi...- "20. Yılında Klinik Psikofarmakoloji...
- "Tardif diskinezide fonksiyonel bozukluk...
- "Tardif diskinezide dikkat ve duygudurum bozukluğunun merkezi
belirleyicileri...
- "Şizofrenide Bilişsel İşlev Bozukluğu...
- "Atipik ve Tipik Antipsikotiklerin TardiveDiskinezi Üzerindeki Etkisi...
- "Antipsikotik ilaçların nöropatolojik etkileri..." (32)
*** *** ***
- "Prefrontal bağlantılı azalmalar:
Dinlenme sırasında yapılan fMRI çalışmalarından elde edilen kanıtlar, 'antipsikotik tedavi sonucunda beynin prefrontal bölgesindeki
bağlantıların azaldığını' göstermektedir. Bağlantı sayısının azalması, 'karmaşık düşünme, planlama, dikkat, duygusal düzenleme ve hafızada
azalmalara' yol açabilir."
- "Genel beyin hacmi kaybı: Çalışmalar, 'antipsikotiklerin genel beyin hacmini azalttığını' göstermiştir. Bu, yıllarca antipsikotik tedavisi (özellikle yüksek dozlarda) görmüş şizofreni hastasının 'beyninin, nörodejenerasyon belirtileri gösterebileceği' anlamına gelir. Genel beyin hacmindeki azalmalar, beyin işlevlerinin neredeyse her yönünün 'bozulma potansiyeli taşıdığı' anlamına gelir."
- "Gri madde hacmi kaybı: Gri maddenin, 'duyusal algı, duygular, öz kontrol, konuşma, karar verme ve kas kontrolünden' sorumlu beynin çeşitli bölgelerini içerdiği bilinmektedir. Antipsikotik ilaç kullanan bireylerde 'gri madde hacminde azalmalar' meydana gelir ve bu da 'belirli işlevleri' yerine getirmeyi zorlaştırır."
- "Beyaz madde hacim kaybı: Beyaz madde, beyninizin merkezi sinir sistemiyle iletişim kurmasını sağlayan dokudur. Beyin içindeki 'kimyasal mesajları' kolaylaştıran 'miyelin ve aksonlardan' oluşur. Antipsikotik kullanan kişilerde 'beyaz maddede azalmalar' meydana geldiğinden, beyinlerindeki iletişim sistemi bozulur." (a) (65)
- "Genel beyin hacmi kaybı: Çalışmalar, 'antipsikotiklerin genel beyin hacmini azalttığını' göstermiştir. Bu, yıllarca antipsikotik tedavisi (özellikle yüksek dozlarda) görmüş şizofreni hastasının 'beyninin, nörodejenerasyon belirtileri gösterebileceği' anlamına gelir. Genel beyin hacmindeki azalmalar, beyin işlevlerinin neredeyse her yönünün 'bozulma potansiyeli taşıdığı' anlamına gelir."
- "Gri madde hacmi kaybı: Gri maddenin, 'duyusal algı, duygular, öz kontrol, konuşma, karar verme ve kas kontrolünden' sorumlu beynin çeşitli bölgelerini içerdiği bilinmektedir. Antipsikotik ilaç kullanan bireylerde 'gri madde hacminde azalmalar' meydana gelir ve bu da 'belirli işlevleri' yerine getirmeyi zorlaştırır."
- "Beyaz madde hacim kaybı: Beyaz madde, beyninizin merkezi sinir sistemiyle iletişim kurmasını sağlayan dokudur. Beyin içindeki 'kimyasal mesajları' kolaylaştıran 'miyelin ve aksonlardan' oluşur. Antipsikotik kullanan kişilerde 'beyaz maddede azalmalar' meydana geldiğinden, beyinlerindeki iletişim sistemi bozulur." (a) (65)
*** *** ***
-""Şizofreninin Beyin Üzerindeki Uzun Vadeli Etkisi: Erken Bunama mı?") (a)
- "Antipsikotik
ilaçlara kronik maruziyetin doku fiksasyonu öncesi ve sonrası beyin
büyüklüğü üzerindeki etkisi: Makak maymunlarında haloperidol ve
olanzapinin karşılaştırılması..." (b)
- "Birinci dönem psikozda antipsikotik ilaçların beyin morfolojisi üzerindeki etkileri..." (c)
- "Antipsikotik ilaçlar beyin yapısını etkiler mi? MRI bulgularının sistematik ve eleştirel bir incelemesi..." (d)
- "Antipsikotik ilaçların beyin hacmi üzerindeki etkilerinin sistematik bir incelemesi..." (e)
- "Uzun süreli antipsikotik tedavi ve beyin hacimleri: İlk atak şizofreni üzerine uzunlamasına bir çalışma..." (f)
- "Şizofrenide antipsikotik tedaviye bağlı
ilerleyici beyin değişiklikleri? Uzunlamasına MRI çalışmalarının bir
meta-analizi..." (g
- "Şizofrenide nüks süresi, tedavi yoğunluğu ve beyin dokusu kaybı: prospektif uzunlamasına bir MRI çalışması..."(h) (65)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Psikiyatrik ilaçların bilinen diğer bazı ciddi yan etkileri...)
"Psikoz haplarının
zararları arasında, ders kitaplarında 'distoni, diskinezi, akatizi,
Parkinsonizm, malign nöroleptik sendrom, cinsel işlev bozukluğu, erektil
disfonksiyon, retrograd ejakülasyon, libido azalması, kardiyometabolik
zararlar, kalp ritmi üzerindeki etki, QT uzaması, torsade de pointes,
ölümcül ventriküler taşikardi, ortostatik hipotansiyon, sinüs
taşikardisi, metabolik sendrom, tip 2 diyabet, kilo alımıyla iştah
merkezinin uyarılması, prolaktin artışı, galaktore, jinekomasti,
amenore, osteoporoz, muhtemelen meme kanseri, burun darlığı, hafıza ve
biliş üzerindeki etki, ağız kuruluğu, kabızlık, idrar retansiyonu ve
bulanık görme' yer almaktadır. Ders kitaplarındaki zarar listelerinin
çoğunda dikkat çeken bir husus da tardif diskineziydi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)"Psikotrop
ilaçlar, tedaviye uyumu ve genel tedavi başarısını etkileyen bir dizi
yan etkiyle ilişkilidir. Yaygın yan etkiler arasında 'kilo alımı,
sedasyon, gastrointestinal rahatsızlıklar, cinsel işlev bozukluğu ve
metabolik sendrom' bulunur. Benzer şekilde, atipik antipsikotikler 'diyabet ve hiperlipidemi' gibi metabolik sorunlara yol açabilir ve
düzenli metabolik takip gerektirir. Hafıza kaybı, antidepresan
kullanıcıları arasında önemli bir endişe kaynağıdır." (38)
""Tardif
diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir
rahatsızlıktır. (...) "Yeni antipsikotik ilaçlar listesinde 'Risperdal
(risperidon), Abilify (aripiprazol), Geodon (ziprasidon), Invega
(paliperidon), Latuda (lurasidone), Rexulti (brexpiprazol), Saphris (asenapin), Seroquel (ketiapin) ve Zyprexa
(olanzapin)' yer almaktadır. Eski antipsikotik ilaçlar arasında 'Haldol
(haloperidol) ve Thorazine (klorpromazin)' bulunmaktadır. Hepsi TD'ye
neden olur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
TD, 'yüz, çene, göz kapakları, dil, boyun,
omuzlar, sırt, karın, eller ve ayaklar, el ve ayak parmakları' dahil 'ekstremiteler, diyafram, ses telleri ve yemek borusu' dahil olmak üzere
tamamen veya kısmen 'istemli kontrol altında olan herhangi bir kasın
anormal hareketleri' olarak ortaya çıkar. TD, 'nefes almayı,
konuşmayı ve yutkunmayı' bozabilir. Tardif distoni olarak adlandırılan
bir tür, 'acı verici, vücudu bozan ve hareket kabiliyetini kısıtlayan' kas
spazmlarına neden olabilir. Tardif akatizi olarak adlandırılan bir
diğer tür ise 'aşırı duygusal ajitasyona, intihara, şiddete, psikoza ve
kişinin genel durumunda kötüleşmeye' yol açacak kadar güçlü bir içsel
işkenceye neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Uluslararası
ilaç düzenleme kurumlarının uyarılarına göre, psikiyatrik ilaçların yan
etkileri arasında 'mani, psikoz, halüsinasyonlar, depresyonun
kötüleşmesi, intihar düşüncesi, kalp krizi, felç, ani ölüm ve daha
birçok ciddi ve genellikle ölümcül yan etki' yer almaktadır." (48)
"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA "Drug
Enforcement Administration"), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle' aynı
kategoride değerlendirmektedir. DEA, bu ilaçların kullanımının "şiddetli
psikolojik veya fiziksel bağımlılığa" yol açabileceğini ve "bu
ilaçların, aynı zamanda tehlikeli kabul edildiğini" belirtmektedir. DEHB
ilaçlarının 'bağımlılık, depresyon, uykusuzluk, uyuşturucu bağımlılığı,
mani, psikoz, kalp sorunları, felç ve ani ölüme' neden olduğu
kanıtlanmıştır." (48c) (48)
"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA),
DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle, aynı derecede bağımlılık yapan
ilaçlar' sınıfına dahil eder ve "ciddi psikolojik bağımlılığa" neden
olabilir. DEHB ilaçları olarak da bilinen yaygın markalı uyarıcılar
arasında 'Ritalin, Concerta, Adderall, Metadate, Vyvanse ve Provigil 'bulunur. (...)" (48c) (48)
"Antidepresanlar
'depresyon, anksiyete, panik ataklar, düşmanlık, saldırganlık, psikoz,
şiddet ve intihar' eğiliminin kötüleşmesine neden olabilir. Ayrıca, çok
sayıda çalışma bunların 'plasebodan daha etkili olmadığını' göstermektedir. Uluslararası ilaç düzenleme kuruluşlarına
göre antidepresanların belgelenmiş yan etkileri arasında 'intihar
davranışı, kalp sorunları, mani, psikoz, düşmanlık, saldırganlık,
yoksunluk reaksiyonları, doğum kusurları ve daha fazlası' yer alıyor.
(...)" (48d) (48)
""Antipsikotikler
'obezite, diyabet, felç, kalp rahatsızlıkları, solunum problemleri,
sanrısal düşünce ve psikoza' neden olur. O kadar güçlüdürler ki 'beyin
küçülmesine' bile yol açabilirler. Antipsikotik ilaçlar,
iyi belgelenmiş yan etkilerin yanı sıra 'obezite, diyabet, felç, kalp
rahatsızlıkları, solunum problemleri, sanrısal düşünme ve psikoza' neden
olur. Yaygın markalı antipsikotikler arasında Abilify, Clozaril, Geodon,
Invega, Risperdal, Seroquel, Zyprexa ve Fanapt bulunur." (48e) (48)
"Kaygı
giderici ilaçlar 'halüsinasyonlara, sanrısal düşüncelere, kafa
karışıklığına, saldırganlığa, şiddete, düşmanlığa, ajitasyona,
sinirliliğe, depresyona ve intihar düşüncelerine' neden olabilir. Ayrıca,
bırakılması en zor ilaçlardan bazılarıdır. Yan etkileri
arasında 'halüsinasyonlar, sanrısal düşünme, kafa karışıklığı,
saldırganlık, şiddet, düşmanlık, depresyon ve intihar düşüncesi' bulunur.
Yaygın markalı anksiyete giderici ilaçlar arasında Xanax, Valium,
Halcion, Klonopin, Ambien ve Ativan bulunur. Benzodiazepinler olarak
bilinen ilaç sınıfını da içerir." (48f) (48)
"Bu broşür, sahte akıl hastalığı teşhisi konmuş
milyonlarca erkek, kadın ve çocuğa reçete edilen ilaçların tehlikeli ve
ölümcül yan etkilerini belgeleyen basit bir rehberdir." (51)
"Psikiyatrik
ilaçların yan etkilerini ararken, bir ilacın markasına veya jenerik
ismine (örneğin Adderall, Ritalin, Prozac, Paxil, Risperdal veya
Seroquel) veya tüm ilaç sınıfına (Antidepresanlar, DEHB İlaçları,
Antipsikotikler, Anti-Anksiyete İlaçları veya Duygudurum Düzenleyiciler)
göre arama yapabilirsiniz. Her iki durumda da, aramanız belgelenmiş
psikiyatrik ilaç riskleri hakkında aşağıdaki üç farklı veri kaynağının
özetini verecektir." (49)
"Akıl sağlığı için ilaç dışı yaklaşımlar konusunda dünyanın en büyük sitesine
hoş geldiniz. Dünya çapında binlerce insan, akıl sağlığı sorunlarından kurtuldu ve artık ilaçsız bir hayatın basit zevklerinin
tadını çıkarıyor. Çoğuna 'bunun imkansız olduğu' söylendi. Ancak bu
kişilerden düzenli olarak haber alıyoruz. Birçok kişi de
psikiyatrik ilaçlara bağımlılıklarını önemli ölçüde azaltabildi. (...)" (50)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Daha kısa yaşam süresi, intihar ve beklenmedik ani ölüm riskleri...)
"....antipsikotik ilaç tedavisi, geri döndürülemez
beyin patolojisinin (azalmış entelektüel ve anormal motor fonksiyonlara
yol açan) ve daha kısa yaşam beklentisinin ortaya çıkmasıyla
ilişkilidir." -Dr. Loren
R. Mosher (55)
"2014 yılında Danimarka'da 2.429
intihar vakasını inceleyen bir kayıt çalışması, psikiyatri personeliyle
ne kadar yakın temas kurulursa - ki bu genellikle zorla tedavi
gerektirir - sonuçların o kadar kötü olduğunu göstermiştir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Kötü
huylu nöroleptik sendrom geliştirme riski uzun yıllar boyunca büyük
ölçüde göz ardı edildi, ancak 20 yıllık bir süre içinde 100.000
Amerikalının bu hastalıktan öldüğü ve doktorlar 'uyarılmış' olsaydı 80.000
kişinin 'hayatta kalabileceği' tahmin ediliyor. Bir ders kitabı, QTc
uzamasına karşı uyarıda bulunuyordu, ancak yalnızca hastalar bu tür
etkilere sahip başka ilaçlar alıyorsa. Bu tavsiye ölümcüldür. Bazı
kişilerde doğal olarak uzun bir QTc aralığı vardır ve tek ilaç olarak
psikoz ilacı ile tedavi edilirlerse aniden ölebilir. Klozapin ve
olanzapinin 'obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalık riskini' en
yüksek oranda taşıdığı söyleniyor; bu da bu ilaçların neden bu kadar
popüler olduğunu anlamayı zorlaştırıyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Araştırmacılar,
(...) ... antipsikotiklerin bir dizi tehlikeli yan etkiye sahip olduğunu, bunların
en önemlisi de 'ani ölüm riskinin' bulunduğunu doğruluyorlar -
"Beklenmedik ölüm riski hem çocuklarda hem de yaşlı bireylerde önemli
ölçüde daha yüksektir."" (19)
"Antipsikotik kullanan çocuklarda 'beyin
atrofisi' bildirilmiştir ve antipsikotik kullanımı çocuklarda 'ölüm
riskinin' artmasıyla ilişkilidir. Antipsikotikler ve antipsikotikler,
demans geliştirme riskinin artmasıyla ilişkilendirilmiştir." (19)
"Şu anda milyonlarca hastaya potansiyel olarak ciddi derecede zararlı ilaçlar reçete ediliyor. (....) İntihar riskinin
artmasının yanı sıra bazı hastalarda yoksunlukla birlikte ortaya çıkan
ciddi sorunlar, kalıcı beyin değişiklikleri riski de bulunmaktadır. Hastalar,
özellikle baş ve boyun çevresi ile kol ve bacaklarındaki kasların
kontrolünü kaybederler." (56)
"....işe yaramayan ve
bir hastaya zarar verebilecek ilaçlar açıkça derin bir endişe
yaratıyor. İntihar riskinin artmasına ve bazı hastaların yoksunlukla
birlikte yaşadıkları ciddi sorunlara ek olarak, uzun süreli antidepresan
kullanımına bağlı olarak nadir de olsa tardif diskinezi (TD) adı
verilen, kalıcı beyin değişikliklerine yol açan son derece rahatsız
edici bir yan etki riski de vardır." (56)
"SSRI'ları bırakmaya çalışmak, Dr. Breggin'in
'hastaların hareketsiz duramadığı ve intihar ve cinayete yatkınlık
yarattığı aşırı bir huzursuzluk biçimi' olarak tanımladığı akatizi
olarak bilinen benzer bir duruma yol açabilir." (56)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Kimyasal Beyin hasarı ile ilişkili diğer bazı davranışsal bozukluklar..)
"Psikotrop ilaçların sürekli
kullanımıyla hastalar 'pasif' hale gelir ve içinde bulundukları durumun 'nedenlerini ve sonuçlarını' anlayıp yüzleşemez hale gelirler." -Dr. Jose Luis Turabian (46)
"Psikotrop ilaçlar duyguların
ifadesini engeller, problem çözme sürecini etkiler ve kişiyi
pasifleştirir." -Jose Luis Turabian, M.D., Ph.D (46)
"Psikotropik ilaçlar, düşüncelerde, duygularda ve davranışlarda zamanla
yapısal /organik ve kalıcı hale gelen işlevsel değişikliklere neden
olur." -Dr. Jose Luis Turabian (46)
"Psikotrop ilaçlar esas olarak psikolojik süreçleri baskılamak için etki
gösterir. Baskılama, yan etki değildir, etkileri için olmazsa olmazdır." -Dr. Jose Luis Turabian (46)
"Nöroleptikler
[antipsikotik ilaçlar], motivasyonu ve hayal gücünü baskılar ve vücut
şekli ve hareketinin düzenlenmesine müdahale eder; benzodiazepinler, davranış kontrolünü ve ayrımcılığı baskılar; SSRI'lar, erotik [cinsel] çekirdeği baskılar." -Dr. Jose Luis Turabian (46)
"....'uzun süreli antidepresan kullanımı, kendine özgü bir
nörotoksisiteye' neden olabilir ve bu da şunlara yol açabilir: Apati (ilgisizlik, kayıtsızlık, duyarsızlık vb), Ayrışma (kendinden ayrışma, yabancılaşma vb), Kronik düşük enerji (halsizlik, yorgunluk vb), Ajitasyon (şiddetli huzursuzluk, iç gerginlik hali vb). Bu
durum tıp literatüründe geç disfori olarak
bilinmektedir." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Hasarlı
bir beyin, 'daha fazla ilaca' öngörülebilir bir şekilde yanıt vermez. Bu
nedenle, bu vakalarda 'ilaç eklemek' genellikle semptomları hafifletmek
yerine şiddetlendirir." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Araştırmacılar,
Psikiyatrik İlaçların 'Kalıcı Biyolojik Değişikliklere, Duyguları
Körleştirmeye ve İyileşmeyi Engellemeye' Neden Olabileceğini Söyledi." -CCHR (46)
"Uzun vadede,
neredeyse tüm psikiyatrik ilaçlar gibi antidepresanlar da ilgisizliğe,
kayıtsızlığa ve ilgisizliğe yol açar. (...) ... Duygusal yaşam
körelir ve ilişkilerde empati ve sevgi eksikliği yaşanır." -Dr. Peter Breggin, MD (46)
"Yıllar içinde, bireylerin psikiyatrik ilaçlar kullanmaktan
kaynaklanan ciddi ve bazen kalıcı zihinsel bozukluklar yaşadığı 'düzinelerce klinik ve hukuki vakayı' değerlendirdim. Bu vakaların
çoğunda, bireyler 'tamamen karakterlerine uymayan korkunç eylemlerde' bulundular. " -Dr. Peter R.
Breggin, Dr. David Cohen (54)
"Antipsikotikler, uyarıcılar, sakinleştiriciler, antidepresanlar ve
duygudurum dengeleyiciler de dahil olmak üzere tüm psikiyatrik ilaçlar,
kişinin 'etrafındaki herkes tarafından çok belirgin olmasına rağmen',
bozukluğunun farkında olmamasına neden olacak şekilde yönetici işlevleri
bozar. (....) 'Zihinsel
işlevi' bozan ilaçlar, aynı zamanda kişinin 'bu işlev bozukluğunu fark etme
yeteneğini' de bozar." -Dr. Peter R.
Breggin, Dr. David Cohen (54)
"... 'tüm psikoaktif ilaçların, ilaç
etkisi veya daha teknik olarak zehirlenme anosognozisi olarak
adlandırılabilecek bir etkiye sahip olduğunu' fark ettim. Anosognozi, 'kişinin, kendisindeki hastalığı fark edememesi' anlamına gelir." -Dr. Peter R.
Breggin, Dr. David Cohen (54)
".... antipsikotik
ilaçlar ikinci gruba girer. Bu ilaçların 'ciddi metabolik ve nörolojik
hasara neden olduğu' açıktır. Sözde psikotik hastalıkları tedavi
etmek için kullanılan çoğu psikotrop ilaç, 'ekstrapiramidal motor
sistemine' zarar verir ve 'karmaşık metabolik bozukluklara' neden
olur." -Dr. Thomas Szasz (54)
"Psikiyatrik ilaçlara uzun süreli maruz kalmanın yol açtığı tehlikeleri
anlamak çok önemlidir, ancak bilimsel literatürde ve klinik uygulamada
nadiren vurgulanmaktadır. Yazar, bilimsel literatür ve klinik
deneyimlerden yararlanarak, Travmatik Beyin Hasarı, elektrokonvülsif tedavi ve psikiyatrik ilaçlara uzun süreli maruz kalma dahil
olmak üzere, beyindeki herhangi bir travmanın neden olabileceği Kronik
Beyin Bozulması sendromunu açıklamaktadır." -Dr. Peter R.
Breggin, MD (8)
"...bir doktor bize 'Prozac'ın
biyokimyasallarımızı dengelediğini' söylediğinde, fena halde yanılıyoruz.
Aslında Prozac, beynin işlevlerini derinden bozmaktadır." -Dr. Peter R.
Breggin, Dr. David Cohen (54)
"....modern
antipsikotik ilaçlar ve bunların birçok olumsuz yan etkisi, özellikle de
sedasyon ve bilişsel bozukluk, psikotik süreci kısa vadede aksatma
eğilimindedir." -Dr. Les Ruthven, (7)
".... antidepresan ilaçların .... 'beyin
fonksiyonlarını bozmak' da dahil olmak üzere bir dizi olumsuz yan etkisi
olduğunu biliyoruz. Hastamızın beyni, eşinin itirafına tepki olarak
zaten bozulmuştu ve şimdi antidepresan nedeniyle beyin fonksiyon
bozukluğu önemli ölçüde arttı." -Dr. Les Ruthven, (7)
" .... opioidler gibi beyni etkileyen bu ilaçların bazıları, tıpkı
"saçmalık"taki alkol gibi, "iyi hissettiren" ilaçlardır." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Reçeteli
ilaçların neden olduğu kalıcı hastalıklar ve işlev bozuklukları gibi
iatrojenik sorunların araştırma camiasında bu kadar az ilgi görmesi
şaşırtıcıdır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Hastaları
antidepresanla önemli ölçüde iyileşme göstermediğinde, doktorlar
karışıma bir antipsikotik ilaç eklerler; ("Abilify" reklamlarını hiç
gördünüz mü?) Her iki ilaç da beyin fonksiyonlarını bozar, ancak
antipsikotikler antidepresanlardan daha fazla zihinsel bozulmaya neden
olur." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Reçeteli İlaçlardan Kalıcı Hasar.... (...) Tarihsel
olarak tıp camiası, ilaçların hem öngörülebilir hem de öngörülemez
şekillerde normal beyin ve vücut işlevlerini, 'ne ölçüde
etkileyebileceğini ve değiştirebileceğini' anlamakta yavaş
davranmıştır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Amerika Birleşik Devletleri'ndeki reçeteli opioid salgını, ilaçların
kronik ağrıyı hafifletmek yerine şiddetlendirebileceğine dair artan
kanıtlara rağmen devam ediyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"'SSRI'ların uzun süreli kullanımının
yaşlı yetişkinlerde hafıza hatırlama becerilerinde orta düzeyde bir
düşüşle ilişkili olduğunu' göstermiştir." - Smith ve ark. (2022) (38)
"'TCA'ların bozulmuş çalışma belleğine ve daha yavaş bilişsel
işlem hızlarına katkıda bulunabileceğini' belirtmiştir." -Johnson ve ark.
(2022) (38)
".... bir çalışma, uzun süreli SSRI tedavisi
gören yaşlı hastalarda, orta yaşlı yetişkinlerde ilaç kullanmayanlara
kıyasla sözel bellek performansında bir düşüşle bağlantılı olan bilişsel
gerileme oranlarının önemli ölçüde daha yüksek olduğunu bulmuştur." -Wang ve ark. (2023) (38)
"....Dr. Jose Luis Turabian, tıp literatürünü
inceliyor ve psikotrop ilaçların "beyinde, yapısal yeniden
yapılanmaya" yol açabileceği, bunun da 'duyguları ve zihinsel işlevin
diğer yönlerini olumsuz etkileyerek geri döndürülemez hale gelebileceği' görüşünü desteklemek için klinik deneyimlerine atıfta bulunuyor." (46)
"Turabian'a
göre 'ilaçlar, insan duygularını köreltiyor ve bilişsel işlevleri
bulanıklaştırıyor'; bu da hastaların 'zihinsel semptomlara' yol açan 'altta
yatan sorunları' ele almasını zorlaştırıyor. "Psikotropik ilaçlar ,duyguların ifadesini engelliyor, problem çözme sürecini etkiliyor ve
kişiyi pasifleştiriyor" diye yazıyor. Psikotropik ilaçların esas olarak
psikolojik süreçleri bastırmak için etki ettiğini ve "bastırmanın
etkilerinin bir yan etki değil, olmazsa olmaz olduğunu" açıklıyor." (46)
"Popüler 'benzo' ilaçlar, intihar ve beyin hasarıyla bağlantılı - almayı bıraksanız bile: Çalışma - (...) ....yaygın olarak kullanılan
bu ilaç sınıfı, insanlar ilaçları bıraktıktan sonra bile yıllarca
sürebilen ciddi yan etkilere ve yaşamsal etkilere yol açıyor. ... Araştırmacılar, benzodiazepin kullanımının uzun süreli etkilerini
tanımlamak için BIND veya benzodiazepin kaynaklı nörolojik işlev
bozukluğu terimini ortaya attılar. (...) ....çalışmanın
yazarları bunun benzodiazepin kullanımından kaynaklanan beyin
değişikliklerinin bir sonucu olabileceğine inanıyor." (27)
"Psikiyatrist
Dr. Peter Breggin, antidepresanları nörotoksik olarak tanımlıyor çünkü
bunlar beynin işlevlerine zarar veriyor ve onları bozuyor, 'anksiyete,
sinirlilik, düşmanlık, saldırganlık, muhakeme yeteneğinin kaybı,
dürtüsellik ve mani' gibi anormal düşünce ve davranışlara yol açıyor ve
bu da şiddete ve intiharlara yol açabiliyor. Antidepresanlar aynı
zamanda 'hayattan alınan keyfi' de yok edebilir." (46)
"Psikotropik ilaç kullanıcılarında bilişsel ve hafıza gerilemesinin biyobelirteçleri... Antidepresan kullananlarda hafıza ve bilişsel gerileme..." (38)
"Çeşitli
çalışmalar, özellikle seçici serotonin geri alım inhibitörleri ve trisiklik antidepresanlar olmak üzere bazı
antidepresanların hafıza da dahil olmak üzere bilişsel işlevleri olumsuz
etkileyebileceğini göstermiştir." (38)
"Antidepresanlar, özellikle SSRI'lar, (...) .... uzun süreli kullanımı, 'hafıza, dikkat
ve yürütücü işlevler' gibi bilişsel işlevler üzerindeki potansiyel
etkileri konusunda endişelere yol açmıştır." (38)
"....araştırmalar, antidepresan kullanımının bazı
bireylerde bilişsel gerilemeyle ilişkili olabileceğini (....) ...., kronik antidepresan kullanımının bazı hastalarda hafif
bilişsel bozukluğa yol açabileceğini
göstermiştir." (38)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Kimyasal Beyin hasarı ile ilişkili bazı davranışsal bozukluklar - TD, Akatizi vs...)
"Akatizi intihar riskini artırmaz, aksine riskin artmasına neden olur.
İntiharların gerçekleşmesi için nedensel zincirde başka hiçbir faktöre
ihtiyaç yoktur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Bazı
psikiyatrik ilaçların 'beyin fonksiyonlarında kalıcı ve zararlı
değişikliklere' neden olabileceğini onlarca yıldır biliyoruz. Bir
dereceye kadar 'bilişsel bozuklukla' ilişkili 'anormal hareketler
sendromu' olan tardif diskinezinin, 1960'larda nöroleptik kullanımının
bir sonucu olduğu anlaşılmıştı. Nöroleptikler kesildikten sonra bile,
bazen kişilerin - ne kadar süre takip edildiğine bağlı olarak - aylarca
hatta yıllarca devam ettiği kaydedildi." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Tardif diskinezinin
genellikle insanlar halen nöroleptik kullanırken ortaya çıkması, beynin
dopamin bloke edici ilaçların etkilerini aşırı telafi ettiğini
düşündürmektedir. Vücut, etkilerini dengelemeye çalışırken aşırıya kaçar
ve hareket kontrolü için normal mekanizmaların yanı sıra bilişsel
işlevleri etkileyen daha genel işlevleri de bozar." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Psikiyatristlerin 'tardif diskinezinin, nöroleptiklerden kaynaklandığını' kabul etmeleri' uzun zaman aldı ve bunu 'başka bir şeye (şizofreni) bağlamak' için çok uğraştılar.
Antidepresanların yoksunluk etkilerinin ciddiye alınması otuz yıl sürdü." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Görüntüleme çalışmaları her zaman tartışılabilir, ancak 'psikoz
haplarının, ekstrapiramidal zararlarına gelirsek, kalıcı beyin hasarına neden olduklarına' şüphe yoktur. Bu
zararlar, 'akatizi, distoni (ağrılı kas spazmları), Parkinsonizm
(titreme, düşünceleri tamamlamada veya konuşmada zorluk, yüz kaslarında
sertlik ve yürüme zorluğu) ve tardif diskinezi (ağızda emme veya çiğneme
hareketleri, dili dışarı çıkarma, gözleri sık sık kırpma ve
ekstremitelerin sürekli hareketleriyle birlikte oturamama veya yatamama
gibi yüz hareketleri)' gibi çeşitli istemsiz hareketlerden oluşur. Tardif
diskinezi hastalarında ölüm oranları daha yüksektir ve bu zarar doza
bağlıdır." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Bir ders kitabı, tardif diskinezinin genellikle geri
dönüşümlü olduğunu belirtmiştir. Bu yanlıştır ve 'geri dönüşümsüz hareket
bozukluklarından' bahseden başka bir kitap tarafından
çürütülmüştür." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Sadece bir ders kitabı, ciddi zararlar hakkında
dürüstçe bilgi vermiştir. Ekstrapiramidal zararların doza bağlı olduğunu
ve tardif diskinezinin ciddi bir zarar olduğunu, geri döndürülemez
olabileceğini ve birinci nesil ilaçlarla yılda yaklaşık %5 oranında
görülme sıklığına sahip olduğunu, ancak ikinci nesil ilaçlarla da
görülebileceğini belirtmiştir. Akatizinin, şiddetli
vakalarda intihar riskini artırabileceği ve psikotik duruma bağlı olarak
psikomotor ajitasyonla karıştırılabileceği, doz artışına yol açarak
durumu kötüleştirebileceği belirtilmiştir. Akatizinin, birinci nesil
ilaçlar kullanan hastaların %25'inde, ikinci nesil ilaçlar kullanan
hastaların ise daha az bir kısmında görüldüğü belirtilmiştir." Bu
kitap bile sorunları anlamsal olarak küçümsemekten kendini alamadı. Akatizi intihar riskini artırmaz, aksine riskin artmasına neden olur.
İntiharların gerçekleşmesi için nedensel zincirde başka hiçbir faktöre
ihtiyaç yoktur. İki kitap da tehlikeli derecede sahtekârdı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Akatizi ve tardif diskinezisi olan çocuk ve
yetişkinlerin videoları, bu beyin hasarlarının ne kadar korkunç
olabileceğini gösteriyor. Psikiyatrinin tardif diskineziyi iatrojenik
bir hastalık olarak tanıması 20 yıl sürdü; oysa bu, psikoz haplarının en
kötü zararlarından biri ve aynı zamanda en yaygın olanlarından biri
olup, her yıl hastaların yaklaşık %4-5'ini etkiliyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"1984 yılında,
FDA'dan Poul Leber verileri genelleştirerek, 'tüm hastalarda yaşam boyu tardif diskinezi gelişebileceği' sonucuna vardı. Üç yıl sonra, Amerikan
Psikiyatri Birliği başkanı bir Oprah Winfrey programında 'tardif
diskinezinin ciddi veya sık görülen bir sorun olmadığını' söyledi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Nörologlar,
tardif diskineziyi tespit etmede psikiyatristlerden çok daha iyidir ve
aynı durum araştırmacılar için de geçerlidir. Akut psikoz nedeniyle
ardışık olarak hastaneye yatırılan ve 48'i en az bir hafta psikoz
ilaçları ile tedavi edilen 58 hasta arasında, araştırmacılar '10 hastada
tardif diskinezi' tespit etmiş, ancak psikiyatristler bu tanıyı yalnızca
birine koymuştur. Akatizi tanısı da, özellikle semptomlar yüz yerine
ekstremiteleri etkilediğinde, sıklıkla gözden kaçırılmakta veya yanlış
yorumlanmaktadır. Aynı çalışmada, araştırmacılar 27 hastada akatizi
teşhisi koyarken, klinisyenler yalnızca 7 hastada akatizi teşhisi
koymuştur. Şizofreni hastalarından oluşan bir toplum örnekleminde
yaygınlık %19'dur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Kuzey
Amerika'da her yıl birkaç milyon kişi nöroleptik ilaçlarla (majör
sakinleştiriciler veya antipsikotikler) tedavi edilmektedir. Bu
hastaların büyük bir yüzdesi, 'istemli kasların anormal hareketleriyle
karakterize kronik bir nörolojik bozukluk' olan 'tardif diskinezi' geliştirmektedir. Vakaların çoğu kalıcıdır ve bilinen bir tedavisi
yoktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)
"Nöroleptiklerin beynin en yüksek merkezlerine de zarar
vererek 'kronik zihinsel işlev bozukluğu, tardif demans ve tardif psikoza'
yol açtığına dair kanıtlar artmaktadır. (....) Nöroleptiklerin beynin daha yüksek merkezlerine
zarar verebileceği, bilinen nörotoksisiteleri ve nörofizyolojik
etkileri, 'hayvan otopsileri ve Huntington koresi ve letarjik ensefalit' gibi nöroleptik etkileri taklit eden hastalıklarla yapılan
karşılaştırmalarla doğrulanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)
"Hastalar ve halk, hem tardif
diskinezi hem de tardif demansın tehlikeleri konusunda
bilgilendirilmelidir. Akıl sağlığı uzmanları, nöroleptiklerin kullanımını
ciddi şekilde sınırlamalı ve bu tehlikeli maddelere daha güvenli ve
daha iyi alternatifler geliştirmelidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)
"Bir kişi, birkaç aydan uzun
süredir TD'den muzdaripse, iyileşme olasılığı çok düşüktür. Etkili ve
güvenli bir tedavi yoktur. İlaçlar bırakıldığında, TD'li bazı kişiler
zamanla, genellikle tam iyileşme olmadan iyileşir. Diğerlerinde ise 'yeni
semptomlar gelişir ve daha fazla işlev bozukluğu' ortaya çıkar. TD, bir
veya birden fazla semptom olarak ortaya çıkabilir, günden güne değişir
ve uykuda kaybolma eğilimindedir. 'Gerginlik, anksiyete ve yorgunluk
semptomları' geçici olarak kötüleştirebilir, ancak TD'ye neden olmada
hiçbir rol oynamaz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Antipsikotiklerden Kaynaklanan Kalıcı Kas Seğirmesi: Tardif Diskinezi
ve Tardif Distoni..." (i) (40)
"Antipsikotikler ve İlerleyici Beyin İşlev Bozukluğu... Beyinde
üç ana dopaminerjik yol vardır. (...) Antipsikotikler, bu üç yol boyunca
dopamin reseptörlerini bloke ederek çalışır ve uzun vadede bu yollar
giderek daha işlevsiz hale gelir (en azından hastaların
yüksek bir yüzdesinde). 'Bazal gangliyonlardaki işlev bozukluğu tardif diskineziye yol açar. Limbik sistem ve frontal loblardaki işlev bozukluğu tardif psikoza ve tardif demansa yol açar.'" (32)
"Eski
standart nöroleptiklerle, tedavinin ilk yılı içinde hastaların yüzde
beşinde tardif diskinezi ortaya çıktığı ve - bu durumdan etkilenenlerin
oranının - her bir yıllık maruziyetle yüzde beş daha arttığı
bulunmuştur." (32)
"Atipiklerdeki hastaların yüzde yirmisi, 'beş yıldan daha
kısa bir süre içinde' geç diskinezi geliştirdi, bu da standart
nöroleptiklere benzer bir oran. Şiddetli TD, atipiklerde standart
nöroleptiklere göre daha fazla sorun olabilir." (32)
"1950'lerden beri antipsikotikler olarak da bilinen
nöroleptikler adı verilen psikiyatrik ilaç ailesinin, genellikle kalıcı
olabilen 'istemsiz kas hareketlerine' yol açabileceği bilinmektedir.
Bunlar arasında, hem Tardif Diskinezi hem de Tardif Distoni anlamına
gelen "TD'ler" de bulunmaktadır." -(i) (40)
"1990'lardan beri psikiyatri endüstrisi, 'yeni nöroleptiklerin çok daha az TD'ye neden olduğu' konusunda halkı
rahatlatmaktadır. Ancak, veriler artık elimizde olduğundan, daha yeni
tıbbi çalışmalar, 'yeni antipsikotiklerin neden olduğu TD oranının, - tıp
camiasının genel olarak inandığından - daha eski antipsikotiklerin oranına
"daha benzer" olduğunu' göstermektedir. Bu, akıl sağlığı sektörünün
1990'lardan beri milyonlarca insana 'TD riskinin gerçeklerden daha düşük
olduğuna' dair yanlış bir güvence verdiği anlamına geliyor. TD, 'hafif
seğirmelerden son derece çirkinleştirici spazmlara' kadar değişebilir." -(i) (40)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
-(Akıl hastalığı, damgalama, artan psikiyatrik ilaç reçetelenmesi, artan akıl hastalıkları ve akıl hastası sayıları vs vs)
"TD vakalarının toplam sayısını belirlemek zordur. Van Putten, yakın
zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde 400.000 - 1.000.000 vaka
tahmininde bulunmuştur. Benim tahminim daha yüksek olup, birkaç milyon
civarındadır. Tardif diskineziyi 'yaygın bir salgın ve
muhtemelen tarihin en kötü tıbbi felaketi' olarak adlandırmak abartı
olmaz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"2014 yılında Danimarka'da 2.429
intihar vakasını inceleyen bir kayıt çalışması, psikiyatri personeliyle
ne kadar yakın temas kurulursa - ki bu genellikle zorla tedavi
gerektirir - sonuçların o kadar kötü olduğunu göstermiştir. Önceki
yıl herhangi bir psikiyatrik tedavi görmemiş kişilerle
karşılaştırıldığında, yalnızca psikiyatrik ilaç alan kişilerde intihar
için düzeltilmiş oran 6, psikiyatrik ayaktan tedavi gören kişilerde
psikiyatrik acil servis temaslı kişilerde 28 ve psikiyatri hastanesine
yatırılmış kişilerde 44'tür. Hastaneye yatırılan hastaların,
diğerlerinden daha hasta oldukları için (endikasyona göre kafa
karıştırıcı) elbette intihar riskinin en yüksek olması beklenir, ancak
bulgular sağlamdı ve çalışmadaki olası önyargıların çoğu muhafazakardı,
yani hiçbir ilişki olmadığı yönündeki sıfır hipotezini destekliyordu. Eşlik
eden bir başyazıda, intiharın hem damgalanma hem de travmayla ilişkili
olduğuna dair çok az şüphe olduğu ve psikiyatrik tedavinin doğasında
bulunan damgalanma ve travmanın - özellikle istemsizse - intihara yol
açmasının tamamen olası olduğu belirtildi. Başyazı yazarları, hastaneye
yatış sırasında veya sonrasında intihar eden bazı kişilerin, bunu 'hastaneye yatışa özgü koşullar nedeniyle' yaptıklarına inanıyordu. Bir
ders kitabında intihar için 10 risk faktöründen bahsedildi, ancak 'psikiyatri koğuşuna yatış', en büyük risk gibi görünse de bunlar arasında
yer almadı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Birleşik Krallık nüfusunun
yaklaşık %16'sının şu anda antidepresan kullandığı tahmin ediliyor ve
Amerika Birleşik Devletleri'nden 2011-2014 yılları arasındaki en son
veriler bu rakamı %12 olarak gösteriyor. Bu kişilerin küçük bir kısmı
bile uzun süreli yoksunluk veya SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğu
yaşıyorsa, bu ciddi bir sorundur! Dahası, İngiltere'den
gelen son rakamlar, reçetelerin son on yılda iki katına çıktığını ve 56
milyonluk bir nüfusa sahip ülkede 70 milyonu aştığını gösteriyor. Tıp
mesleğinin önde gelen isimlerinin bu durumdan bu kadar kayıtsız kalması
inanılmaz; zira Kraliyet Pratisyen Hekimler Koleji başkanı, 'reçetelerdeki artışı "kötü bir şey"
olarak görmemek konusunda uyardı."- Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"ABD
nüfusunun %17'si şu anda psikiyatrik ilaç kullanıyor - bunların
milyonlarcası 'ilaca bağlı nörotoksisite' riski altında olabilir. Bu
kişilerin çoğu, ilaç tedavisinde başarısız olduktan sonra "tedaviye
dirençli" olarak etiketlenecek ve durumlarını
muhtemelen kötüleştirecek daha fazla ilaç alacak." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Ders kitaplarında tamamen eksik olan
şey, psikiyatristlerin hastalarına verdikleri, ilaç kaynaklı olmayan
zararlardı. Psikiyatristlerin hastalarına 'şizofreni hastası olduklarını
ve bunun ömür boyu süren bir hastalık olduğunu, bazen de psikoz
haplarıyla ömür boyu tedavi gerektirdiğini' söyleyerek damgalamaları ve
onları 'bu ilaçlarla zorla tedavi ettirmeleri' sonucunda ortaya çıkan
umutsuzluktan eser yoktu. Anlaşılabilir bir şekilde, bu durum
intihar riskini önemli ölçüde artırıyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Çocuklarda antipsikotik ilaç
kullanımı hızla artıyor: Araştırmacılar, 1995'ten 2002'ye beş kat artış
olduğunu buldu." (54)
"Antidepresanlar
gerçekten beyin hasarına yol açabilir mi? Uzmanlar, bu hapların 'çoğu
insanda işe yaramadığını ve hatta KALICI zarara yol açabileceğini' ortaya
koyuyor. Günümüzde milyonlarca kişiye potansiyel olarak son derece zararlı ilaçlar reçete ediliyor " (56)
"Nöroleptik tedavi
gören hastalarda %10-40 arasında bir yaygınlık tahmin edebiliriz; bu
oran tedavi süresi ve yaşla birlikte artmaktadır. Bu oran daha düşük
aralıkta olsa bile, ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin
hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan
milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı
hasar gelişmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Tarihte daha önce hiçbir zaman psikiyatri ve tıp mesleği,
nöroleptik kaynaklı 'tardif diskinezi, kalıcı bilişsel eksiklikler,
tardif demans ve beyin atrofisi salgını' gibi boyutlarda bir 'iatrojenik
trajediyle' karşı karşıya kalmamıştır. Mesleğin, dünya çapında
milyonlarca hastaya verdiği zararın sorumluluğunu üstlenmesinin zamanı
geldi." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Nöroleptik
(antipsikotik) ilaçlar: On milyonlarca insanı etkileyen beyin
yaralanmaları ve bununla ilişkili tardif diskinezi salgını... Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, herhangi bir tıbbi tedaviden ziyade,
letarjik ensefalit adı verilen viral bir beyin hastalığı gibi bireyi
etkiler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)
"TD,
nöroleptik ilaçların neden olduğu kalıcı, genellikle geri döndürülemez
bir nörolojik bozukluktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Sadece TD'ye dayanarak, nöroleptik
(antipsikotik) ilaçlar, günümüzde kullanılan en toksik ve ölümcül ilaçlar
arasındadır. Ancak TD, birçok olumsuz nörolojik etkiden yalnızca
biridir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların reçete edilmesi, trajik boyutları
büyük ölçüde fark edilmeyen dünya çapında bir tardif diskinezi ve diğer
nörolojik bozukluklar salgınına yol açmıştır. Halk, sokaklarda 'çiğneyen,
yüzünü buruşturan, jest yapan, poz veren, gergin bir şekilde sallanan
veya garip bir şekilde ayakta durup yürüyen' birçok "tuhaf görünümlü"
insanın tardif diskinezi (TD) hastası olduğunun farkında değildir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
** 'Kaç mağdur
var?' ;
"Antipsikotik ilaç kullanan kişilerde TD
oranları astronomiktir. Antipsikotik ilaç kullanan sağlıklı genç
yetişkinlerde kümülatif oran yılda %5-8'dir ve bu oran 3 yılda %15-24'e
çıkar. Bu oran yaşla birlikte istikrarlı bir şekilde artar ve 65 yaş ve
üzeri hastalarda yılda %25-30 kümülatif orana eşit veya daha fazladır.
Antipsikotik ilaç kullanan çocukları, genç yetişkinlere benzer oranlarda
etkiler ve daha başlamadan hayatlarını mahvedebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Daha da
kötüsü, gerçek oranlar daha da yüksektir çünkü incelenen hastalar
genellikle 'çalışma' sırasında antipsikotik ilaçlar almaktadır ve bu
ilaçlar, TD belirtileri gelişirken onları maskelemektedir. - 'Kaç mağdur
var?' - Son birkaç on yılda ilaç şirketleri ve psikiyatristler bu konuda
herhangi bir tahminde bulunmamıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"...2011 yılında
ABD'de 3 milyondan fazla hastaya antipsikotik ilaç verildiği bilgisi
edinilmiştir. Bu kadar yüksek TD oranları göz önüne alındığında, her yıl
yeni ilaç tedavisine başlayan hastaların yaklaşık %10'unun (veya
300.000'inin) tardif diskinezi geliştireceği yönünde mütevazı bir
tahminde bulunabiliriz. (Hastaların çoğu huzurevlerinde olduğundan,
birçoğunda TD oranları yılda %30'a kadar çıkabilir.) İlaç kullanmaya
devam edenler, çoğu gibi, gelecekte artan risklerle karşı karşıya
kalacaktır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Yıllar önce TD ile yaşayan ve şu
anda yılda %25-30'a varan bir riske sahip olan birçok insanı hesaba
katarsak, milyonlarca Amerikalının TD hastası olduğu kesindir. İlaçların
ilk kez piyasaya sürüldüğü 1954 yılından bu yana muhtemelen on
milyonlarca insan bu hastalığa yakalanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Uzun
vadede, antipsikotik ilaç kullanan kişiler fiziksel ve zihinsel olarak
bozulma eğilimindedir. 'İnsanlar 'salgına, boyun eğmeyi reddedene kadar' halkı, eğitmeye devam etmeliyiz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Tardif Diskinezi Kaynak Merkezi,
hem halkı hem de meslek sahiplerini eğitme yolunda atılan bir adımdır.
Tardif Diskinezi Kaynak Merkezi, ilaç kaynaklı bozukluğa dair basit ama kapsamlı bir giriş,
sorun yaratan ilaçların bir listesi ve açıklayıcı videolar sunmaktadır. Yaklaşık
150 bilimsel makalenin PDF'leri, yetişkinler, çocuklar ve yaşlılar için
oranlar; yeni ilaçların, eskileri kadar kötü olduğuna dair kanıtlar;
beyin hasarı ve bilişsel işlev bozukluğunu gösteren çalışmalar ve bir
düzineden fazla konu gibi konulara göre düzenlenmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçların sürekli kullanımıyla ilişkili kalıcı hasar riskinin artması ve akıl sağlığı birimlerinin, hastaların durumlarını daha da kötüye getirmesi olasılıkları ile ilgili bazı veriler /bilgiler...)* Uzun süreli psikiyatrik ilaç tedavisinin bazı ciddi sonuçları - bazı kalıcı beyin hasarları ve diğer ciddi sağlık sorunları...
"İlaçların sürekli kullanımıyla hastalarda 'kalıcı
hasar' riski artar ve 'uzun süreli kullanımın yeterince araştırılmadığını' belirtiyor. (Dr. Jose Luis Turabian) "Genel olarak, yetişkinlerde 'semptomları tedavi etmek' için
kullanılan psikotrop ilaçların 'uzun vadeli etkileri' hakkında iyi bir
literatür yok" diye yazıyor. (....) Sürekli
psikotrop ilaç kullanımıyla zaman içinde gözlemlenebilen şey, 'durumlarının nedenlerini ve sonuçlarını anlayamayan ve bunlarla
yüzleşemeyen pasif hastalar olduğunu' söylüyor. 'Onlar iyileşmeleri
mümkün olmayan hastalar.' Yaşam boyu süren bu 'olumsuz etki riski' göz önüne alındığında, psikiyatrik ilaçların hastalara çok az faydası
olabilir veya hiç olmayabilir." (46)
"Yaşlı huzurevi hastaları üzerinde yapılan yakın
tarihli bir çalışma, 'hastaların %41'inin yalnızca yirmi dört aylık bir
süre içinde tardif diskinezi geliştirdiğini ve hiçbirinin tamamen
iyileşmediğini' ortaya koydu. Uzun süreli çalışmalarda, 'yaşlılarda kendiliğinden diskinezi görülme
sıklığının %1-5 arasında olduğu' bulunmuş olmasına rağmen, ilaç tedavisi
almayan kontrollerin hiçbirinde iki yıl boyunca kendiliğinden diskinezi
gelişmedi. Görev Gücü oranları ne kadar yüksek olursa olsun, bir
dizi çalışma, özellikle 'yaygınlığın %50'yi aşabileceği yaşlı ve uzun
süreli hastalarda oranların aslında daha da yüksek olabileceğini' göstermektedir. Ayrıca, literatürde, 'bilinmeyen nedenlerle, tardif
diskinezi genel oranlarının son yıllarda arttığı' konusunda genel bir
fikir birliği vardır; bu, Görev Gücü
rakamlarının, 'artan oranlar tarafından gölgede bırakıldığını' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Psikotropik
ilaç kullanımı, duyguları körelten ve içine kapanık, "iyileşmesi mümkün
olmayan hastalara" yol açan "beynin yapısal olarak yeniden
şekillenmesine" neden olabilir. Yeni bir araştırma makalesi, ironik bir
şekilde 'zihinsel semptomları uzatan ve çözümlerini engelleyen' psikotrop
ilaçların neden olduğu nörobiyolojik değişiklikleri inceliyor ve bu 'olumsuz etkilerin zamanla kalıcı hale gelebileceği' konusunda
uyarıyor." (46)
"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin
rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı
artıracak veya daha da kötüleştirecektir. Mevcut
biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini
düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarını' bozarlar. Bu nedenle, bir hasta bilinen bir fiziksel beyin rahatsızlığından muzdaripse, biyopsikiyatrik
tedavi bunu yalnızca kötüleştirebilir veya daha da kötüleştirebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"Hastaların
büyük bir yüzdesinde, 'nöroleptik ilaçlar, tardif diskinezi [TD] adı
verilen nörolojik bir bozukluğa' neden olur. Anormal istemsiz
hareketlerle karakterize olan hastalık, birkaç hafta veya ay sonra
kendini gösterebilir. Daha sıklıkla altı ay ila iki yıl veya daha uzun
süreli tedaviden sonra gelişir. Vakaların çoğunda 'geri döndürülemez ve etkili bir tedavisi' yoktur. Erken teşhis edilir ve ilaçlar kesilirse,
hastaların yaklaşık %20-50'sinde önemli ölçüde iyileşme veya toparlanma
görülebilir. Ancak yakın tarihli bir raporda, 5 yıl
boyunca takip edilen kalıcı TD'li hastaların %82'sinde genel olarak
anlamlı bir değişiklik görülmediği, %11'inde iyileşme ve %7'sinde
kötüleşme olduğu belirtilmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
".... her türlü rahatsızlığı tedavi etmek için çok çeşitli
beyin fonksiyonlarını bozan ilaçlar kullanılıyor ve her tedavi sayısız
beyin fonksiyonunu bozuyor. Gerçekte, mevcut tüm biyopsikiyatrik
müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve
dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"Nöroleptikler,
aynı zamanda majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler olarak da
bilinir ve psikiyatride en yaygın kullanılan ilaçlar arasındadır.
Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da, milyonlarca yetişkin
ve çocuk bu ilaçları 'genel hastanelerde, özel ve kamu akıl
hastanelerinde, pansiyon ve bakım evlerinde, gelişimsel engelliler
kurumlarında, huzurevlerinde, hapishanelerde, kliniklerde ve özel
muayenehanelerde' almaktadır. Bu ilaçlar çoğunlukla şizofreni veya mani
teşhisi konmuş hastalar için önerilse de, aslında yaygın olarak bir 'sosyal kontrol yöntemi' olarak kullanılmaktadır. Birçok kurumda,
mahkumların çoğu bu ilaçları almaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Nöroleptiklerin, önemli sayıda hastada, büyük ölçüde 'geri döndürülemez bir nörolojik
hastalık olan tardif diskineziye neden olduğu' artık yaygın olarak kabul
edilmektedir. Aynı ilaçların, beynin en yüksek merkezlerinde 'kalıcı
hasara veya işlev bozukluğuna' yol açarak tardif demans ve tardif psikoz
da dahil olmak üzere 'geri döndürülemez zihinsel ve duygusal bozukluklara'
neden olabileceğine dair yeni kanıtlar birikmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"İlaçlar, bir
rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik
veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti
(1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların
neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan
daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Andreasen, 'hastalığın şiddeti ve süresi arttıkça, daha yüksek
oranların bildirildiğini' belirtmiştir. Bu durum aynı zamanda
nöroleptiklerle tedavinin süresi ve yoğunluğuyla da ilişkilidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Mesleki
bir toplantıda sunulan makalenin yayımlanmamış bir versiyonunda (Grant,
Adams, Carlin, Rennick, Judd ve Schooff, 1978), yazarlar tardif
diskinezi ile bilişsel eksiklikler arasındaki bağlantıyı vurgulamış ve
sonuç cümlelerinde şu uyarıda bulunmuşlardır: "Antipsikotik ilaçların
aşırı tüketimlerinin genel serebral disfonksiyona neden olma olasılığı
açısından incelenmeye devam edilmesi gerektiği de açıktır."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve
ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada,
birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir. Zihinsel anormallikler, AIMS'de ölçülen TD semptomlarıyla
pozitif korelasyon göstermiştir. Ayrıca, nöroleptik tedavinin süresi,
üç demans ölçütüyle - dengesiz ruh hali, yüksek sesle konuşma ve öfori -
korelasyon göstermiştir. (...) .....bu semptomlar genellikle birçok çalışmada
bulunan bilişsel eksiklikleri de içeren daha kapsamlı bir organik beyin
sendromunun parçasıdır ve tardif demans terimi daha uygun görünmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Hastanede yatan
hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif
diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür. Tardif (geç) diskinezi ile uygun şekilde başa çıkma
konusundaki direnç devam etmektedir. Tardif (geç) demans ve beyin atrofisini fark etme
konusunda daha da büyük bir isteksizlik muhtemeldir, çünkü hasar daha da
yıkıcıdır. Ayrıca, 'bilişsel kusurları ve demansı göz ardı etmek,
diskinezileri görmezden gelmekten' daha kolaydır ve 'eksiklikleri, yanlışlıkla hastanın psikiyatrik bozukluğuna bağlamak' da daha kolaydır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....ikna edici bir literatür, 'nöroleptiklerle uzun süreli tedavi
gören' hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler ve demans geliştiğini'
göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Genel olarak, nöroleptiklerin uzun
süreli kullanımının, önemli ancak henüz belirlenemeyen bir hasta
yüzdesinde kalıcı bilişsel eksikliklere ve bunamaya neden olduğu veya
bunlarla güçlü bir şekilde ilişkili olduğu ve tardif diskinezi
hastalarının, - belki de vakaların çoğunda -, özellikle etkilendiği' yönünde
kanıtlar artmaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Bazı
raporlar, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda, başlangıçtaki
psikiyatrik bozukluklarından daha şiddetli hale gelebilen, ilaca bağlı
geç psikozlar geliştiğini göstermektedir. (....) Ne yazık ki, hastalar çok
daha kısa bir doğal geçmişi olabilecek bir bozukluk için ömür boyu ilaç
tedavisine ihtiyaç duyabilirler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Çok
sayıda klinik ve nöropsikolojik çalışma, nöroleptik tedavi gören
şizofreni hastalarında 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, tardif psikoz ve
tardif demans' bildirmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
".... 'beyin görüntüleme, klinik değerlendirmeler, nöropsikolojik
testler ve insan ölümlerinden' elde edilen kanıtlar, 'nöroleptiklerin
birçok hastada bulunan bilişsel işlev bozukluğu ve beyin hasarının olası
nedeni olduğunu' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....insan çalışmalarından elde edilen veriler, - çeşitli araştırmalarda bildirilen - 'nöroleptiklerin, üst beyin ve zihin
hasarının nedeni olduğunu' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Neredeyse tamamı
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel
tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş
lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da
'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Forrest, Forrest ve Roizin (1963), uzun süreli nöroleptik tedavisi gören
bir vakanın otopsi değerlendirmesini bildirmiş ve bu vakada serebral
kortekste nöron kaybı ve substantia nigra'da dejeneratif değişiklikler 'görülmüştür. En çarpıcı değişiklikler, bazal ganglionların
putamenindeydi. Hastaya ayrıca şok tedavisi de uygulanmıştı." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Uzun süreli
nöroleptik tedavi, striatal dopamin reseptörü etkisinde görünüşte kalıcı
bir değişikliğe neden olabiliyorsa, aynı şeyin mezolimbik kortikal
dopamin reseptörlerinde de meydana gelebileceği varsayılmalıdır. (Marsden. Lancet'e yazdığı bir mektuptan)" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Nielsen ve Lyon (1978), otuz altı
haftalık nöroleptik tedaviden sonra sıçanların striatumunda hücre kaybı
tespit etmişlerdir. "Sonuçlar ayrıca, uzun süreli nöroleptik tedavinin
kalıcı, geri dönüşümsüz anatomik değişikliklere yol açabileceğini
göstermektedir" sonucuna varmışlardır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....nöroleptiklere daha
uzun süreli maruz kalma içeren hayvan çalışmaları - bir yıl ve 36 hafta - bazal
gangliyonlarda beklenen nöronal bozulmayı göstermiştir. Bu bulgular,
nöroleptiklerin kronik uygulamadan sonra bazal gangliyon fonksiyonunda
kalıcı değişiklikler üretme kapasitesini ortaya koymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten
sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar
bildirmektedir. Nöroleptiklere daha uzun süreli maruziyetten sonra,
hasarın beklenen lokalizasyonu genellikle bazal gangliyonlarda ve
substantia nigra'da görülür. Hayvan çalışmalarındaki bu bulgular, tedavi
sürelerinin nispeten kısa olması ve bazı raporlardaki nispeten düşük
dozlar göz önüne alındığında özellikle dikkat çekicidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Bir
yıl "uzun vadeli" olarak kabul edilir. İnsanlar genellikle
nöroleptiklere 'uzun yıllar, bazen on yıllarca, bazen de çok yüksek
dozlarda' maruz kalmaktadır. Ayrıca, küçük kemirgenlerin beyinlerinin,
çoğu toksik ajanın neden olduğu hasara karşı büyük memelilere göre 'çok
daha dirençli olduğu' iyi bilinmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Nöroleptik
ilaçlarla uzun süreli tedavinin, sıklıkla 'kalıcı bilişsel eksikliklere,
bunamaya ve beynin en yüksek merkezlerinde atrofiye' yol açtığını
gösteren ikna edici kanıtlar mevcuttur. Ayrıca, nöroleptiklerin 'reaktif
tardif psikoza da neden olduğuna' dair bazı kanıtlar mevcuttur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
*Akıl sağlığı birimlerinin kişilerde bıraktığı bazı beyin hasarları ve diğer ciddi sağlık sorunları..
"Psikiyatri
hastalarında, özellikle de uzun süreli akıl hastanelerinde yatanlarda 'zihinsel bozulma' çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir ve bu da belirli
bir vakada 'kesin nedenler' bulma girişimlerini karmaşıklaştırır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....akıl hastanelerinde ve bakım evlerinde uzun süreli kalışlar,
tamamen psikososyal temelde ciddi ve kısmen 'geri döndürülemez zihinsel
kapasite kayıplarına' neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....psikoaktif ilaçlar zihinsel işlevleri uzun bir süre boyunca
baskıladığında, birey beyninde hasar olmadan zihinsel işlevlerini
geliştiremeyebilir veya kaybedebilir. Gelişimsel geriliği olanlarla
ilgilenenler, özellikle nöroleptik tedaviden kaynaklanan kalıcı
olgunlaşma baskılanması konusunda endişe duymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....kronik psikiyatri
hastalarında zihinsel kayıplar ve hatta beyin hastalıkları, Marsden
(1976), Jellineck (1976) ve diğerlerinin de belirttiği gibi, çeşitli
gizli fiziksel nedenlerden kaynaklanabilir. Bu nedenler arasında 'yetersiz beslenme ve öz ihmal veya personel ihmali nedeniyle yetersiz
tıbbi bakım, dayaktan kaynaklanan kafa travması, yetersiz hijyen ve fark
edilmeyen kronik hastalıklar' yer alır. Birçok kronik hasta, 'sigara,
alkol, kafein ve uyuşturucu maddelerin' aşırı derecede bağımlısıdır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Zamanın
geçmesi ve kayıtların yetersiz veya kayıp olması nedeniyle, birçok
kronik hasta, 'metrazol, insülin ve elektrik şoku' gibi beyin hasarına
neden olabilecek bir veya daha fazla 'fiziksel tedavinin;
psikocerrahinin; ve önceki on yıllarda psikiyatride kullanılan çeşitli
toksik ajanların' beklenmedik alıcıları olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Şizofreniyi 'beyin hasarı veya bunama' ile
ilişkilendirdiği belirtilen birçok çalışma, deneklerini kronik hastalar arasından seçmiştir.
Şizofreninin etkilerini, bu hastaların 'yaşamlarındaki diğer birçok
stresten' tam olarak ayıramazlar." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Hastanede yatan
hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif
diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Huzurevi
sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel
kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme
tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. (....) Mevcut kanıtlar, 'huzurevi
sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda
bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin
- eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. (....) .... Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının
%50'sinden fazlası, doğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıyla' finanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
"Çoğu uzman,
nöroleptiklerin huzurevi sakinlerine verilmesinin nedeninin, ilaçların
yıkıcı ve ajite davranışları 'etkili bir şekilde kontrol etmesi olduğu' konusunda hemfikirdir. Yaşlı huzurevi sakinlerinin
beşte biri, günlük olarak 'yönelim bozukluğu, saldırganlık, gezinme ve
gürültü' gibi "sorunlu davranışlar" sergileyebilir. Bir çalışma, nöroleptiklerin "fiziksel
olarak engelli kişilere, dolaşan ve agresif kişilere" daha sık reçete
edildiğini ortaya koymuştur. - 'Bu uygulama ne ölçüde haklı?' - Resmi olarak huzurevlerine bağlı çok az
kişinin olduğunu ve bu nedenle tedavinin çoğu sakin için görünüşte
"gönüllü" olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, yalnızca birkaç
durumda, ikamet edenin genel çaresizliğini telafi etmek için
uygulanabilecek bazı yasal denetimler mevcut olabilir." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
"Huzurevi
sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel
kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme
tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. Bu kişilerin çoğunun, nöroleptik almak için 'herhangi bir
teşvike sahip olmadığını' varsaymak mantıklıdır. Nöroleptiklerin
kendilerini fiziksel olarak 'daha iyi hissettirdiğini' düşünemeyiz. Genel
olarak, nöroleptiklerin bu bireyler için 'herhangi bir fayda sağlama' olasılığını görmüyoruz. Ancak, nöroleptiklerin bir maliyeti vardır:
TD'nin başlangıcı - ki bu durumda en yaygın kabul gören risk faktörü
artan yaştır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
"Waxman ve diğerlerine (1985) göre,
"psikotropik ilaçlar, rahatsız hastaların tedavisinde, bir hasta kurumun - uzun süreli bakım sektörünün - tedavisinden daha az kullanılmaktadır." Ücretler düşüktür, fiziksel koşullar genellikle kötüdür, iş
yorucu ve sıklıkla onur kırıcıdır. Bu nedenle huzurevi personeli, - diğer
sağlık hizmeti ortamlarındaki personele göre - daha az niteliklidir.
Doktorlar genellikle orada bulunmaz. Huzurevindeki hasta
bakımının %90'ından fazlası, 'eğitim ve ücret açısından huzurevi
hiyerarşisinin en altında yer alan hemşire yardımcıları' tarafından
sağlanır; Amerika Birleşik Devletleri'nde yardımcılar arasında yıllık
ortalama işten ayrılma oranı yaklaşık %40'tır. Bu koşullar
altında, "psikotropik ilaçların, özellikle de nöroleptiklerin, 'personel
üzerindeki yükü azaltmada ne kadar etkili olduğunu' anlamak zor değil.
Uykulu, uykuda veya halsiz hastalar, daha az yönetim sorunu teşkil
ediyor." Diğer çalışmalara göre, özellikle hafta sonları,
bakım evlerinde 'personel sıkıntısı yaşanmaya' meyilli olduğu zamanlarda,
aşırı ilaç kullanımı yaygındır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçların, yasadışı sokak uyuşturucuları ile aynı etkiye sahip olması ve onlardan daha tehlikeli olmasına bir örnek /örnekler..)
"....çalışma,
yedi yıl boyunca "süre ve yoğunluk da dahil olmak üzere daha fazla
antipsikotik ilaç tedavisinin beyin hacminde daha büyük düşüşlerle
bağlantılı olduğunu" ortaya koydu. Hastalığın şiddeti, alkol ve yasadışı
uyuşturucu kullanımının hiçbir etkisi olmadı. " (41)
"Genel Psikiyatri Arşivleri'nde yayınlanan bir makalede, 'antipsikotik
ilaçların beyin küçülmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğuna' işaret
eden bir çalışma anlatılıyor. Çalışma, 7 ila 14 yıl boyunca, "Süre ve
yoğunluk da dahil olmak üzere 'daha fazla antipsikotik ilaç tedavisinin, beyin hacminde daha büyük düşüşlerle bağlantılı olduğu' bulundu.
Hastalığın şiddeti, alkol ve yasadışı uyuşturucu kullanımının ise hiçbir
etkisi olmadı." -(j) (40)
"Tıp
camiası, 'keyif verici uyuşturucuların neden olduğu kalıcı beyin
yaralanmasını' rahatlıkla kabul ediyor, ancak
konu ilaçlar olduğunda sessiz kalıyor. (...) ...konu farmasötik ilaçlar /uyuşturucular (pharmaceutical drugs) olduğunda, sadece reçete
edildikleri için bir şekilde '"daha temiz" olduklarını' varsayarız. Ama
beyniniz için uyuşturucu (drug), uyuşturucudur (drug). Ve psikiyatrik ilaçlar (medications) - özellikle uzun süreli
kullanıldıklarında - ciddi nörotoksik etkilere sahip olabilir." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Ulusal bir
araştırma projesi, sokak uyuşturucuları da dahil olmak üzere çoklu ilaç
kullanımının neden olduğu beyin işlev bozukluğunu değerlendirdi. (...) Gerçekten de nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını
kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev
bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri
beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır. (Grant, Adams, Judd, Rennick, Schooff, Reed 1978) (Breggin 1983)" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA "Drug
Enforcement Administration"), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle' aynı
kategoride değerlendirmektedir. DEA, bu ilaçların kullanımının "şiddetli
psikolojik veya fiziksel bağımlılığa" yol açabileceğini ve "bu
ilaçların, aynı zamanda tehlikeli kabul edildiğini" belirtmektedir. DEHB
ilaçlarının 'bağımlılık, depresyon, uykusuzluk, uyuşturucu bağımlılığı,
mani, psikoz, kalp sorunları, felç ve ani ölüme' neden olduğu
kanıtlanmıştır." (48c) (48)
"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA),
DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle, aynı derecede bağımlılık yapan
ilaçlar' sınıfına dahil eder ve "ciddi psikolojik bağımlılığa" neden
olabilir. DEHB ilaçları olarak da bilinen yaygın markalı uyarıcılar
arasında 'Ritalin, Concerta, Adderall, Metadate, Vyvanse ve Provigil 'bulunur. (...)" (48c) (48)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(VE DİĞERLERİ - BAZI KANITLAR VE/VEYA YORUMLAMALAR, ELEŞTİRİLER vs vs.) "SSRI'ların genellikle alındıkları süre
boyunca cinsel işlevi bozduğu iyi bilinmektedir, ancak ilaçların
kesilmesinden sonra bazı zorlukların aylarca, hatta bazen yıllarca devam
ettiğine dair artan sayıda rapor bulunmaktadır. Ergenlik döneminde
SSRI'larla tedavi edilen erkek sıçanlarda da kalıcı cinsel işlev
bozukluğu gösterilmiştir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Bazı
psikiyatristlerin, SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğunun "psikolojik"
olduğunu ve 'altta yatan bir depresyonun yeniden ortaya çıkan bir
belirtisi olduğunu' ileri sürdüğünü duydum; ancak bunun SSRI'ların
bilinen akut etkileri ve kalıcı etkiler üzerine yapılan hayvan
araştırmalarıyla tutarlı olması, bu görüşü savunmayı zorlaştırmaktadır.
Bunun, reçeteli bazı psikiyatrik ilaçların neden olduğu, normal vücut
fonksiyonlarında uzun süreli ve bazen de kalıcı bir değişikliğe başka
bir örnek olması daha olası görünüyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
".... bilişsel bozukluk (BB /CI) pandemisi, çoğu hekim de dahil olmak üzere genel halk
ve sağlık sistemi tarafından büyük ölçüde göz ardı edildi. Hastalar
olası BB sorunlarından şikayet ettiklerinde, genellikle bu
şikayetler başka bir nedene bağlanarak örtbas edilir; en sık
rastlananlardan biri de depresyondur ve belki de hekim, hastanın zihinsel
bozukluk şikayetini "tedavi etmek" için bir antidepresan reçete eder! CI
tespit edilmediğinde veya nedeni yanlış teşhis edildiğinde, tedavi
uygunsuz olabilir, hasta için potansiyel olarak zararlı olabilir ve
sağlık kaynaklarının israfına yol açabilir." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Aşağıdakilerin
ortak noktası nedir: antidepresanlar, steroidler, antipsikotikler,
opioidler, elektroşok, lobotomiler, lökotomiler, "akıl hastanesindeki"
hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma ve şizofreniyi tedavi etmek
için sıtmaya neden olma? Hepsi beyin fonksiyonlarını bozar ve
"başarılarının" sebebi bu olabilir." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Tıbbi bakımın odak noktası, "beyin yaralanmaları, felçler, ilerleyici beyin hastalıkları, nöbet
bozuklukları" ve diğerleri gibi yapısal beyin hasarlarının teşhisine
yönelik olmuştur, ancak yukarıda belirtilen nedenlerden bazılarından ve
özellikle 'psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan geri dönüşümlü beyin hasarı' vakalarına neredeyse hiç dikkat edilmemiştir." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Şu anda beyin fonksiyonlarını bozan,
hem psikiyatrik hem de psikiyatrik olmayan ilaçlar da dahil olmak üzere
on sınıf reçeteli ilaç bulunmaktadır. Bir dizi 'ilaç dışı "tedavi" de' aynı şeyi yapar." -Dr. Les Ruthven, (7)
"Psikiyatristler, 'antipsikotiklerin özünde zararsızmış gibi davranmaya ve altta yatan
toksik bir beyin hastalığını önlemek için gerekli olduklarını' savunmaya
devam ettiler." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Beyin
fonksiyonlarını uzun vadede değiştiren ilaçların kullanımının içerdiği
riskleri anlamada büyük çaplı bir başarısızlık söz konusu. (...) SSRI'ların
ve depresyon ve anksiyete için kullanılan diğer yeni ilaçların
yoksunluk sendromlarına yol açabileceğini öngörebilmeliydik, ancak bir
kez daha hazırlıksız yakalandık ve ilaçlar piyasaya sürülmeden önce bu
olasılık üzerine hiçbir araştırma yapılmamış gibi görünüyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Bu (ilaç) etkileri bilim ve meslek camiasının dikkatine
sunmak için, çoğu ilgili ilaçları kullanan, 'kararlı ve azimli
kampanyacıların' görev alması utanç verici ve tıp mesleğinin saflığını
gözler önüne seriyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Bir kitap, lityumun 'şizoaffektif bozukluklarda profilaktik bir etkiye sahip olduğunu ve
saldırganlığı azaltabileceğini' iddia etmiş, ancak hiçbir referans
vermemiştir. Ancak, şizofreni için lityumla yapılan 22 denemenin
sistematik bir incelemesi, lityumun işe yaradığına dair güvenilir bir
kanıt bulamamıştır." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Bir
ders kitabında, ajitasyonun 'intihar ve personele ve diğer hastalara
karşı saldırgan davranış riskini artırdığı' ve bunun psikoaktif
maddelerle 'zehirlenme, yoksunluk' veya 'psikiyatrik ilaçların
zararlarından' kaynaklanabileceği belirtilmiştir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"İlaç endüstrisi elbette
oldukça pahalı psikoz haplarını, neredeyse ücretsiz olarak temin
edilebilen patenti alınmış benzodiazepinlerle karşılaştırmaktan
kaçınmıştır ve psikiyatristler bu tür deneyleri 'kendileri yapmayı ihmal
ederek' mesleki sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Ve bu sadece psikiyatrik ilaçlarla ilgili değil.
(....) Beyin işlev bozukluğunun birçok başka kaynağı da var; örneğin 'genel anesteziklerle yapılan bazı büyük ameliyatlar, kirlilik, yutulan
metaller, herbisitler ve elbette Alzheimer hastalığı ve diğer ilerleyici
beyin hastalıkları' gibi hem geri dönüşümlü hem de geri dönüşümsüz
onlarca nörolojik bozukluk." -Dr. Les Ruthven, (7)
"İşkenceden kaynaklanan acı, bireyde ciddi beyin işlev bozukluğuna neden
olur ve bu da hastanın 'sanrısal veya halüsinasyonlu' bir duruma
odaklanmasını ve bu durumu sürdürmesini engelleyebilir. Eğer öyleyse,
akıl hastanesi personelinin bir kısmı, hastalarının bir kısmı istismara
tepki olarak iyileşmiş gibi göründüğü için, fiziksel cezanın bir 'iyileşme eylemi' olduğuna inanmış olabilir!" -Dr. Les Ruthven, (7)
"...antidepresanların nasıl çalıştığı bilinmemektedir. Bildiğimiz şey, bu
ilaçların vücudun 'normal biyokimyasını' tam olarak anlaşılamayan
şekillerde bozduğudur. " (46)
"SSRI
antidepresanlar, insan vücudunun evrimsel adaptasyonları sırasında 'duyguyu, gelişimi, sinir hücrelerini, pıhtılaşma sürecini, dikkati,
elektrolit dengesini ve üremeyi' düzenleyen bir nörotransmitter olan
serotonini hedef alır. (...) ...araştırmacıların bulguları açıktı: 'İncelememiz, antidepresanların genellikle serotonin tarafından
düzenlenen bir dizi adaptif süreci bozarak, faydadan çok zarar verdiği
sonucunu destekliyor.' (46)
"'Antidepresan ilaçların hem güvenli
hem de etkili olduğuna yaygın olarak inanılıyor; ancak bu inanç, yeterli
bilimsel doğrulama olmadan oluşmuştur.' .... 'Mevcut
kanıtların ağırlığı, antidepresanların genel olarak ne güvenli ne de
etkili olduğunu; faydadan çok zarar verdiklerini gösteriyor.' " (46)
".....Irak ve Afganistan'daki askerlere "doğaçlama
patlayıcı cihazlar" tarafından yapılan muazzam patlamaların ardından
beyin hasarının mekanizmasına dair en son teorilerden biri. Görünüşe
göre, büyük bir bombadan kaynaklanan beyin hasarı bile, bilinen
evrendeki en karmaşık ağlardan biri olan beyinde hücre ölümünden çok
daha karmaşık değişikliklere yol açabiliyor." -(l) (40)
"....Bir patlama
sırasında, hızlı bir basınç dalgası havayı yarar; asıl soru, bu dalga
beyin dokusuyla karşılaştığında ne olacağıdır. Parker, birçok kişinin
patlama kaynaklı TBI'nin, 'beyin hücrelerinde küçük delikler açarak beyne
zarar verdiğini ve bu hücrelerin ölmesine neden olduğunu' varsaydığını
söylüyor. Parker'ın farklı bir teorisi vardı: 'Patlamanın mekanik
kuvvetleri, hücre yüzeyindeki integrin adı verilen proteinler tarafından
başlatılan, hücreler içinde kimyasal bir sarsıntıya neden olabilir.'" -(l) (40)
"....SSRI'lar ve antipsikotik olarak bilinen ağır
sakinleştiriciler gibi ilaçlar, çoğu insan için plasebodan daha iyi
değil." (56)
"... Prozac
üzerine kitaplar yazan psikiyatrist Dr. Peter Breggin'e göre, 'sakinleştirici içermeyen Prozac'ın faydasının plasebodan daha iyi
olmadığını' hesapladı." (56)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
* BAZI ELEŞTİRİLER
"Kurumsal medya, psikiyatri ilaçları ve şiddet içeren davranışlar
arasındaki bağlantıyı gösteren bilimsel kanıtları görmezden geliyor
çünkü psikiyatri, ana akım medyanın dini ve psikiyatrik olarak reçete
edilen ilaçların tehlikelerinden bahsetmemeyi seçiyor." -Psikiyatrist
Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (breggin. org)
"Psikiyatri insan hakları istismarı yapmaz. Bu bir insan hakları istismarıdır." -Dr. Thomas Szasz, Psikiyatride Emekli Profesör ve CCHR'nin Kurucu Ortağı
"Psikiyatri insan hakları istismarı yapmaz. Bu bir insan hakları istismarıdır." -Dr. Thomas Szasz, Psikiyatride Emekli Profesör ve CCHR'nin Kurucu Ortağı
"Psikiyatri camiası hâlâ
bu [antipsikotik ilaçların beyin üzerindeki olası etkileri] konusunda
endişeli görünmüyor ve 'şizofreninin, beyin hasarına neden olduğu' fikrine
odaklanmaya devam ediyor." -Dr.
Joanne Moncrieff (58)
"Turabian, klinik araştırmalara ilişkin
meta-analizlerin, "psikotropik ilaçların plasebolara kıyasla yalnızca
marjinal düzeyde etkili olduğunu" ve bunun da ancak - "görünürdeki
etkinliklerini artıran derin bir yayın yanlılığı" göz ardı edildiğinde - mümkün olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Yayın yanlılığı, 'klinik
araştırmaların olumsuz sonuçları yayınlanmadığında' ortaya çıkar." (46)
"Psikiyatri /ilaç
endüstrilerinin, bebekler ve çocuklar da dahil olmak üzere hastalara ön
tanı koyma ve şizofreniyi bir beyin anormalliği veya hastalığı (ki bu
hiçbir zaman kanıtlanmamıştır) olarak doğrulamaya çalışmak için hatalı
ve yanıltıcı araştırmalar kullanma yönündeki dünya çapındaki mevcut
baskısı göz önüne alındığında, bu çalışmanın önemi yeterince
vurgulanamaz." - CCHR (58)
"Psikiyatristi ziyaret etmek tehlikeli bir şeydir; çünkü size
elektrik şoku verirler, ilaç verirler veya isteğiniz dışında sizi bir
akıl hastanesine kapatırlar." (54)
"Suç Öncesi mi?
Teşhis Öncesi ve İlaç Öncesi deneyi: Psikiyatristler, akıl hastaları
olarak bebekleri hedef
alırlar." (58)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(BAZI İLAÇ DIŞI TEDAVİLER, İLAÇ YOKSUNLUK ETKİLERİ VE TEDAVİLERİ VE DİĞER BİLGİLER..)* İLAÇ DIŞI TEDAVİLER
"Antipsikotik
kullanmayı bırakanlarda da daha iyi sonuçlar bildirilmiştir. Yakın
tarihli bir çalışma, ilk psikoz atağı için 'psikoterapiye antipsikotik
eklemenin herhangi bir iyileşme sağlamadığını' göstermiştir. Antipsikotik
kullanımının kesilmesi de 'bilişsel işlevlerde iyileşme' ile
ilişkilendirilmiştir." (19)
"Araştırmacılar, "antipsikotik ilaç alan bireylerde etki
büyüklüklerinin, ilaç almayan bireylere göre iki ila üç kat daha büyük
olduğunu" bildirdi. Araştırmacılar, şizofreni tanısı almış ve
ilaç kullanmayan katılımcıların, korteks kalınlığı açısından sağlıklı
kontrol deneklerinden önemli ölçüde farklı olmadığını buldular." (34)
"İlaçlar, bir
rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik
veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti
(1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların
neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan
daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"...milyonlarca Amerikalının
gereksiz yere ilaçlanmasına yol açtı; bu kişiler toksik ve potansiyel
olarak ölümcül ilaçlar kullanılmadan teşhis edilebilir, tedavi
edilebilir ve iyileştirilebilirdi." -Dr. Sydney Walker III (54)
"Bu beyin bozukluklarının bazıları,
belki de 'madde azaltılıp kişinin beyni müdahale öncesi durumuna geri
döndürüldüğünde' geri döndürülebilir. Öte yandan, yeterince uzun süre
devam ederse, bu bozukluklar beyinde kalıcı hasara yol açabilir." -Dr. Les Ruthven, (7)
"İzlandalı
bir psikiyatrist, Londra'daki bir psikoz koğuşunda çalışırken,
meslektaşlarıyla birlikte yeni yatırılan hastalara psikoz ilacı vermeye
başlamadan önce ortalama iki hafta beklediklerini söyledi. Çoğu kişi
ilaç almayı tercih etti, ancak genellikle çok küçük dozlarda. Bu nedenle
hastalara yardımcı olan şeyin "tedavi eşiğinin altındaki dozlar" değil, 'saygı, zaman ve barınma' olması çok olası." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Psikiyatristler, hastalarla bulundukları yerde buluşarak ve mümkün olan
tüm saygı ve empatiyi göstererek, zorla ilaç vermeden çok daha iyisini
yapabilirler." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
".... psikoterapi genellikle 'tek başına bir tedavi seçeneği' değil, 'haplara ek bir tedavi' yöntemiydi. Bu ciddi bir hatadır." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"Mosher, tamamı psikoz ilacı alan 55 hastane
hastasını, %67'si psikoz ilacı almayan - hastane dışı bir ortamda tedavi
gören - 45 hastayla karşılaştırdı ve altı hafta sonra sonuçlar neredeyse
aynıydı. Mosher, psikoz ilaçlarının kullanımına karşı değildi. 1971'de,
akut psikotik insanları 'insancıl bir şekilde, empati ve şefkatle tedavi
etmek istediği' için 12 odalı bir 'Soteria evi' açtı. Kapılarda kilit
yoktu ve amaç 'insanlara saygılı davranmaktı.' Ekibi akıl sağlığı
uzmanları değil, 'sosyal becerilere ve empatiye sahip, hastaların
sıklıkla istismar ve aşırı sosyal başarısızlıkla ilgili travmalarını
ortaya koyan, hikayelerini dinleyen' kişilerdi. Böylece Mosher, Açık
Diyalog yaklaşımının yolunu açtı. Mosher'ın, randomize çalışmadan sonra da 'psikoz ilaçlarını
kullanmaktan kaçınarak elde ettiği iyi sonuçlar', diğer psikiyatristler
için fazlasıyla tehdit ediciydi. Hastaları, ilaç kullananlara
kıyasla 'daha az nüksetme yaşıyor ve toplumda iş bulma ve okula gitme
konusunda daha iyi işlev görüyorlardı.' Sıradan insanların,
psikiyatristlerin ilaçlarıyla delilere 'daha fazla yardım edebileceğini ' öne sürmesi, psikiyatristleri rahatsız ediyordu. Ancak Mosher, ABD Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'ndeki Şizofreni Çalışmaları Merkezi'nin başkanıydı, bu yüzden onun 'nasıl durdurulabileceği' belli değildi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"NIMH
klinik proje komitesi, araştırma ekibinin bilimsel titizliği konusunda
şüphe uyandırdı ve Mosher'ın projesine ayrılan fonu, o kadar düşük bir
seviyeye indirdi ki, bu durum mali bir ölüm öpücüğü haline geldi. Bu,
bir projenin sonuçları 'statükoyu ve özenle budanmış öz imajlarını' tehdit
ettiğinde, 'sağlık hizmetlerinde gücü elinde tutanların' kullandığı
standart bir yöntemdir. Mosher, sosyal hizmetlerle ilgilenen NIMH
bölümünden fon başvurusunda bulunarak bu engeli aşmaya çalıştı ve akran
değerlendirme komitesi oldukça istekliydi. Ancak klinik projeler
komitesi, 'ilaç tedavisinin tıbbi modeliyle akademik psikiyatrinin
güvenilirliğini tehdit ettiği' için projesini hemen sonlandırdı. Bu,
çalışmanın varsayılan "ciddi kusurları" hakkında aşağılayıcı ifadelerle
ve 'daha fazla fonun ancak Mosher istifa edip komitenin, - projeyi başka bir
araştırmacıyla yeniden tasarlaması - durumunda gelebileceği' ölümcül
darbesiyle yapıldı. Bu, hastalar için bir hazine olan üst düzey
bir araştırmacıya karşı kullanılan en çirkin manevralardan biriydi ve
Mosher 25 yıl sonra şöyle dedi: "Eğer bu kadar iyi sonuçlar alıyorsak, o
zaman dürüst bir bilim insanı değilim demektir." NIMH,
Mosher'ı dışlanmış bir insan yaptı ve üç yıl sonra onu NIMH'den kovdu.
Amerika'da psikoz haplarının faydalarını sorgulayan diğerleri, - bunun
kariyerlerini ilerletmeyeceğini - çabucak anladılar ve NIMH bu tür
projelere daha fazla fon ayırmadı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"2012 tarihli bir NICE kılavuzuna göre, ekonomik
kanıtların sistematik bir incelemesi, 'bilişsel davranışçı terapinin
klinik sonuçları ek bir maliyet olmaksızın iyileştirdiğini ve ekonomik
modellemenin daha az hastane yatışı nedeniyle maliyet tasarrufu
sağlayabileceğini' göstermiştir. Şizofreni hastalarında ilaç
kullanmayan ilk psikoterapi denemesi 2014 yılına kadar yayınlanmamıştı.
Hastaların tamamı ilaç tedavisini reddetmişti. Etki büyüklüğü, normal
tedaviye kıyasla 0,46 idi; bu da psikoz haplarını plasebo ile
karşılaştıran ciddi kusurlu denemelerde görülen ortalama 0,44'lük
değerle hemen hemen aynıydı. Bu, psikoterapinin etkisinin muhtemelen
hapların etkisinden daha iyi olduğu anlamına gelir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"ABD'li
Psikiyatrist Peter Breggin, 'empati, ilgi ve anlayışın' şiddetli şizofreni
hastalarında 'ne kadar olağanüstü bir etkiye sahip olabileceğini' anlattı. Akıl sağlığı eğitimi almamış 18 yaşında bir üniversite birinci
sınıf öğrencisi olan Breggin, bir eyalet akıl hastanesinde gönüllü
olarak çalıştı ve hastalara, 'kendisine nasıl yaklaşılmasını istiyorsa
öyle, özen ve ilgiyle, hastaları tanıma ve neye ihtiyaç duyduklarını ve
ne istediklerini' öğrenme arzusuyla yaklaştı. Hastaların 'otoriter
ve bazen şiddet yanlısı personel tarafından nasıl istismar edilip
aşağılandığını' ve 'insülin koma terapisi, elektroşok ve lobotomi gibi
beyin hasarına yol açan tedavi yöntemlerini' görünce dehşete düştü; bu
arada, bu tedavilerin "kötü beyin hücrelerini öldürdüğü (killed bad
brain cells)" söylendi ve elbette bunun doğru olma ihtimali düşüktü.
Breggin, 15 öğrencinin, 'henüz klorpromazinle etkisiz hale getirilmemiş,
yardım edilemeyecek durumdaki kronik hastalar - tükenmişlik sendromu
şizofreni hastaları - arasından kendilerine birer hasta tahsis edildiği 'bir yardımcı program geliştirdi. 15 hastadan 11'inin 'eve
dönmesine' veya 'toplumda daha iyi bir yer bulmasına' yardımcı olabildiler.
Sonraki bir ila iki yıl içinde sadece üç hasta hastaneye geri döndü.
Breggin'in programı ulusal manşetlere taşındı ve 1961'de Akıl Hastalıkları ve Sağlık Ortak Komisyonu tarafından önemli bir yenilik
olarak övüldü. Bu, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National
Institute of Mental Health") tarafından yayınlanan son psikososyal
odaklı belgeydi. O zamandan beri, biyokimyasal açıklamaları ve ilaçları
tanıtmak için ilaç endüstrisiyle iş birliği çabalarına odaklanıldı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)
"....beyin
atrofisi ve bunama ile karakterize organik bozukluklar genellikle geri
döndürülemezdir. Aksine, çoğunlukla ilerleyicidirler. Yine de Bleuler ve
diğerleri tarafından, birçok şizofreni hastasının zamanla 'iyileştiği';
hastaların üçte biri veya yarısına kadarının yıllar içinde önemli ölçüde
'iyileşme gösterdiği' iyi belgelenmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"....bunama
bozukluğu bir kez ilerledikten sonra, nadiren kendiliğinden düzelir.
Yine de, bazı şizofreniklerin 'hastanede çıkan yangın gibi akut acil
durumlara, geçici olarak büyük bir berraklık ve sorumluluk duygusuyla
tepki verme yeteneklerine' dair çok sayıda klinik gözlem mevcuttur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"...şizofreni hastaları klasik hastalık belirtileri göstermezler;
hayatlarının en parlak döneminde psikotik olma eğilimindedirler. Zaman
içinde, genellikle ilerleyici nörolojik kayıplarla ilişkilendirilen 'erken yaşlanma, halsizlik, nöbetler veya nörolojik belirti ve semptomlar'
gibi fiziksel bozulma belirtileri gösterme eğiliminde değillerdir.
Normal insanları etkileyen aynı hastalıklardan ölürler. - Bleuler, 208
hastayı onlarca yıl boyunca takip ederek, çoğunun "ileri yaşlarına
rağmen" genel olarak sağlıklı kaldığını bulmuştur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Bu noktalar, şizofreniye
yol açan gizli bir biyokimyasal nedenin gelecekte keşfedilmesi
olasılığını ortadan kaldırmaz, ancak 'şizofreninin beyin atrofisi ve
bunamaya yol açan daha ciddi bir nörolojik bozukluğun nedeni olma
olasılığını ortadan kaldırma' eğilimindedir. Beyin atrofisi ve bunama
bulgularının şizofreniden kaynaklandığına inanmak için neredeyse hiçbir
neden yoktur, ancak nöroleptik tedaviyi suçlamak için önemli nedenler
vardır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** YOKSUNLUK ETKİLERİ
"Yoksunluk
etkileri, başlı başına, 'vücudun, bir ilacın alımıyla değiştiğinin' bir
göstergesidir. Yoksunluk etkilerini uzun süreli kullanımla
ilişkilendiririz, ancak aslında vücut, tek bir doz ilaçtan sonra bile
geçici olarak değişebilir. " - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"....uyku haplarını sadece bir veya iki gün almak, başlangıçta
uykuyu en azından biraz iyileştirir, ancak hap bırakıldığında, insanlar
ilacı almadan önce olduğundan daha da fazla uyumakta zorlanırlar." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"İlaçlar
uzun süre kullanıldığında, yoksunluk belirtileri daha şiddetli ve uzun
süreli olabilir. İlaçlar kademeli olarak azaltılsa bile, genellikle
haftalarca sürer. Ancak bazı ilaçların kesilmesinden sonra etkileri
bazen aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bu durumlarda, vücudun ilaç
öncesi durumuna dönmesi uzun zaman alır ve bazı durumlarda bu tam olarak
gerçekleşmez ve ilaca bağlı değişiklikler kalıcıdır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"....bir analiz, Seçici Serotonin
Geri Alım İnhibitörleri kullanımının azaltılması veya kesilmesinin ardından ortaya
çıkan yoksunluk belirtilerinin ortalama iki yıl (91 hafta) sürdüğünün,
Serotonin ve Noradrenalin Geri Alım İnhibitörleri ile ilişkili olanların ise
ortalama bir yıldan biraz daha kısa (51 hafta) sürdüğünün bildirildiğini
ortaya koydu." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Çoğu
rapor, benzodiazepin ve antidepresan yoksunluk belirtilerinin, ilaçlar
bırakıldıktan yıllar sonra bile genellikle kademeli olarak iyileştiğini
göstermektedir. Ancak endişe verici bir şekilde, Ashton'ın uzun süreli
benzodiazepin yoksunluğuna dair ilk tanımı, yoksunluktan yıllar sonra
bile belirtilerin hala sorunlu olduğu bir veya iki vakayı içermektedir;
hatta bazı durumlarda, kişiler benzodiazepinlere yeniden başlamış
olsalar bile. Bu, ilaçların zaman zaman 'beyin işlevlerinde kalıcı değişikliklere neden olabileceğini' düşündürmektedir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"....kalıcı
yoksunluk durumları tanımı çoğunlukla yavaş bir azaltma sürecinden geçen
veya bu süreci tamamlamış kişileri kapsadığından, aniden kesmenin daha
riskli olması muhtemel olsa da, kademeli olarak azaltmanın karmaşık ve
uzun süreli bir yoksunluk yaşamayı her zaman engellemeyebileceği
düşünülebilir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Bazı
ilaçların kesilmesinin 'mani veya psikoz gibi altta yatan bir
psikiyatrik bozukluk atağı geçirme riskini artırabileceğini' öne süren
araştırmalar, bazı reçeteli ilaçların uzun süreli kullanımının 'beyin
süreçlerinde önemli değişikliklere neden olabileceğini' de
göstermektedir. " - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Hızlı azaltmanın 'uzun süreli yoksunluk
riskini artırıp artırmadığını' veya çok kademeli azaltmanın 'bu durumun
ortaya çıkmasını engelleyip engelleyemeyeceğini' kesin olarak bilmiyoruz."- Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"Uzun Süreli Psikiyatrik İlaç Kullanımının Etiği ve Neden Daha İyi Bir Yönteme İhtiyacımız Var?" -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Uzun
süreli psikiyatrik ilaç kullanmak Rus ruleti oynamaya benzer. Bu acı
bir gerçek, ancak çoğu hasta bundan haberdar değil. Gerçek şu ki, bu
ilaçlar, zamanla hayatınızı önemli ölçüde kötüleştirebilir." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Gualtieri ve meslektaşlarının raporları, birçok
kurum bakımı altındaki çocuk ve genç yetişkinin nöroleptik ilaçları
bıraktıktan sonra psikiyatrik semptomlarında 'kötüleşme dönemi
geçirdiğini' göstermiştir. Bu durum, şizofrenik bir sürecin komplikasyonu
olmayan gelişimsel engelli hastalarda görülür." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Araştırmacılar,
yoksunluk sorunlarını, ilaca bağlı bir bunama sürecine bağlamaktadır.
Bazı hastalar ilaçsız kaldıklarında 'durumları stabilize' olur veya
iyileşirken, bazıları ilaçlar nedeniyle kalıcı olarak kötüleşmiş gibi
görünmekte ve yetişkin vakalarda olduğu gibi, ilaca bağlı semptomlarını
kontrol altına almak için daha fazla ilaca ihtiyaç duymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"İki çalışmanın yazarları, 'ilaçların
bırakılmasından sonra psikotik semptomların alevlenmesinin, ilaçların
beyinde oluşturduğu hasardan kaynaklandığına' inanmaktadır. Hastalığa, TD
ile paralelliğini vurgulamak için tardif psikoz adını vermişlerdir. Geri döndürülemez olabilir ve TD gibi, ilacın neden olduğu semptomları
bastırmak için 'sürekli artan dozda ilaç kullanımı' gerektirebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"İlaçların kesilmesi ayrıca geçici veya kalıcı diskinezilere,
disforiye ve otonomik dengesizliklere yol açarak 'mide bulantısı ve kilo
kaybına' neden olabilir. Nöroleptik yoksunluğuna verilen bu
tepkiler, bu ilaçların "bağımlılık yapıcı" olarak sınıflandırılması
konusunda tartışmalara yol açmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
"Psikiyatri
stajyeriyken, bana 'bu ilaçların güvenli ve etkili olduğu' söylendi. Bunun 'uzun vadeli güvenlik ve etkinlik anlamına geldiğini' de varsaydım;
sonuçta, profesörlerimin ve meslektaşlarımın onlarca yıl boyunca
hastalara bu ilaçları reçete ettiğini gördüm. Bunlar, mütevazı
etkileri olan faydalı araçlar olarak sunuldu. Bazen işe yarıyorlardı ve
bazen de hastanın "altta yatan ruhsal hastalığı" ilaçların etkisini
bastırıyordu. Bu durumlarda, 'dozu artırmamız, daha fazla ilaç eklememiz
ve - eğer bu işe yaramazsa - ketamin, transkraniyal manyetik stimülasyon
veya hatta elektrokonvülsif
terapiye geçmemiz' öğretildi.
Tedavi ettiğimiz durumlar gizemli görünüyordu; sürekli değişiyor,
kötüleşiyor ve hastaları giderek daha fazla engelli bırakıyordu. Eğitim
aldığım paradigma buydu. Ancak zamanla, bu sözde "tedaviye dirençli"
durumların çoğunun 'altta yatan bir hastalık olmadığını', - ilaçların
kendisinden kaynaklandığını - fark ettim." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Psikiyatrik ilaç yoksunluğundan zarar görenler hakkında çoğu
insanın anlamadığı şey, beyin hasarına - uzun süreli yoksunluk olarak da
bilinir - maruz kalmış olmalarıdır. Beyin hasarının belirleyici
özelliği, kişi ilacı tekrar kullanmaya başlasa bile
iyileşmemesidir. Uzun süreli yoksunluk sendromunu bu kadar
yıkıcı kılan da budur. Birçok hasta, ilacı bıraktıktan sonra şiddetli
semptomlar geliştirirlerse, ilaca tekrar başladıklarında acılarının
ortadan kalkacağını varsayar. Ama durum böyle değil. Zarar zaten
oluşmuştur ve ilaca tekrar başlamak her zaman durumu tersine çevirmez." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Psikiyatrik İlaçların Nörotoksisitesi - Çekilme Olmadan Bile... Bu
toplulukta bu rahatsızlığı fark eden bir doktor olarak tanındıktan
sonra, hastalar kliniğimden yardım almak için randevu almaya başladılar.
Başlangıçta, bu toksik reaksiyonların yalnızca ilaçları hızla bırakan
kişilerde meydana geldiğini varsaydım. Ancak kısa süre sonra endişe
verici bir şey fark ettim: Birçok hasta, uzun süreli yoksunlukta görülen
aynı semptomları geliştiriyordu - ancak henüz ilaç dozunu azaltmaya
bile başlamamışlardı. Bu durum özellikle benzodiazepin kullanıcıları
arasında yaygındı. Şimdiye kadar, perimenopozal uykusuzluk için
benzodiazepin reçete edilen ve - sadece 6-12 aylık kullanımdan sonra tam
teşekküllü nörotoksisite gelişen - birden fazla kadını tedavi
ettim. Bu hastalar asla doz azaltmayı denemediler; 'ilaçlar
tek başına ciddi ve kalıcı nörolojik hasara' neden oldu. O zamandan beri,
reçete edildiği gibi alınan psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan uzun
vadeli nörotoksisiteyi araştırıyorum. Ve bulduğum şey son derece
rahatsız edici." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Bu hastalara ne oluyor? Durumlarını
'antidepresan kaynaklı nörotoksisite' olarak tanımlamak yerine,
'tedaviye dirençli depresyon teşhisi' konuyorlar. Bu da şu sonuçlara yol
açıyor: 'Daha yüksek dozda ilaç kullanımı.. Daha fazla ilaç kombinasyonu.. Ketamin, TMS veya EKT'ye geçiş.. Bazı durumlarda, klozapin gibi ağır antipsikotiklere geçilmesi..' Bunun
nedeni, ana akım psikiyatrinin bu hastaların' tedaviye dirençli
olmadığını' kabul etmeyi reddetmesi - ilaçların neden olduğu beyin
hasarından muzdarip olmaları. Ne yazık ki, kliniğime gelen hastaların
çoğu bu şekilde geliyor - inanılmaz derecede acı çekiyorlar ve
durumlarını daha da kötüleştiren, akıl almaz psikiyatrik ilaç
karışımları kullanıyorlar. Bu
vakaları 'ilaç toksisitesi' olarak doğru bir şekilde tespit edersek,
tedavi yaklaşımı tamamen değişir. Bu hastaların daha fazla ilaç
kullanmak yerine şunlara ihtiyacı vardır: '-Sorunlu ilacın yavaş ve dikkatli bir şekilde azaltılması.. -İyileşme için sinir sistemi desteği.. -Ek psikiyatrik ilaçların genellikle durumu kötüleştirdiğinin kabul edilmesi..'" -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
-(Psikiyatrik ilaçların ciddi nörotoksik etkileri...) "Bu konu ana akım psikiyatride neredeyse hiç tartışılmaz çünkü: 1)
İlaç endüstrisi için doğrudan bir tehdittir. Bu ilaçların 'geri dönüşü
olmayan nörolojik hasara yol açabileceği' yaygın olarak bilinirse,
reçeteler düşer. ; 2) Doktorların bunu kabul etmesi rahatsız
edicidir. Bir hastaya şunu söylediğinizi düşünün: "Bu ilacı uzun süreli
kullanırsanız, durumunuzu kötüleştirme ve asla geçmeyecek kalıcı
nörolojik hasara yol açma olasılığı küçük ama gerçektir." ; 3) 15
dakikalık ilaç yönetimi modelini bozar. Doktorlar bu riskleri kabul
etselerdi, kısa süreli vizitlerde reçete yazmak çok daha karmaşık hale
gelirdi." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"Psikiyatrik bir
ilacın size ne kadar süre etki edeceğini tahmin etmenin bir yolu
yoktur. İşte bu yüzden bu ilaçları 'uzun süre kullanmak beyninizle Rus
ruleti oynamak' gibidir. Hastaları bu riskler hakkında bilgilendirmeye
başlamalıyız - çünkü onlar da giderek artan psikiyatrik ilaç kaynaklı
zarar krizinde gereksiz yere bir kurban daha olabilirler." -Dr. Josef
Witt-Doerring (30)
"İlaçların faydalı olduğunu düşünen kişilerden
alacağım eleştirilerin bir kısmını tahmin etmek için, bu ilaçların 'asla
dikkate alınmaması gerektiğini' söylemiyorum. Örneğin, küçük
dozlarda benzodiazepin kullanarak zararlı miktarda alkol almayı bırakan
kişilere kesinlikle rastladım ve bu durumda benzodiazepinler kesinlikle
en az tehlikeli seçenektir. Ayrıca, nöroleptiklerin, birçok zararlı
etkisine rağmen, bazen şiddetli ve tedavisi zor bir psikoza tercih
edilebileceğine inanıyorum. Ancak insanların tüm gerçeklere sahip
olması gerekir. Doktorlar, ilaçların beyni ve vücudun diğer
kısımlarını, bizim tam olarak anlayamadığımız, neredeyse her zaman bir
dereceye kadar zararlı ve geri döndürülemez olabilen şekillerde
değiştirdiğini anlamalı ve açıklamalıdır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)
"UYARI:
Bir psikiyatrik ilacı bırakmak veya dozunu değiştirmek isteyen
herkesin, potansiyel olarak tehlikeli yoksunluk belirtileri nedeniyle
bunu yalnızca bir doktor gözetiminde yapması önerilir. İnsan Hakları
Yurttaş Komisyonu, tüketicileri psikiyatrik ilaçların ciddi yan etkileri
konusunda bilinçlendirmeye devam ediyor, böylece ilaçlara başlamadan
veya bırakmadan önce tamamen bilinçli kararlar verebiliyorlar. CCHR
ayrıca, hükümetin akıl sağlığı ve ilaç kurumlarına bu riskler hakkında
daha fazla uyarıda bulunmaları için baskı yapmaya devam ediyor." (46)
(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(DİĞER ÇALIŞMALAR, MAKALELER, BİLGİLER vs vs..)"Psikiyatride Devredışı Bırakılan Beyin Tedavileri: 'İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü'... Psikiyatrik Tedavinin 'Devredışı Bırakılan Beynin' İlkeleri..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"Tüm biyopsikiatrik tedavilerin ortak etki mekanizması normal beyin fonksiyonlarının bozulmasıdır."
"Tüm biyopsikiyatrik müdahaleler yaygın beyin işlev bozukluğuna neden olur."
"....neredeyse tüm antidepresanlar öfori ve maniye neden
olabilir. Aynı zamanda, bu ilaçları alan bazı kişilerin bu zihinsel
durumları geliştirme eğilimleri vardır."
"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin
rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı
artıracak veya daha da kötüleştirecektir. Mevcut
biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini
düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarını' bozarlar."
"Şok tedavisi ve
psikocerrahi her zaman belirgin yaygın işlev bozukluğuna neden olur.
Bazı ilaçlar, minimum doz aralıklarında bu etkileri açıkça
göstermeyebilir, ancak bu aralıkta önemli bir terapötik etkiden de
yoksun olabilirler."
"Biyopsikiyatrik tedaviler, 'duygusal
tepki verme, sosyal duyarlılık, öz farkındalık veya öz içgörü, özerklik
ve öz-kararlılık' gibi daha yüksek insan işlevlerini bozarak terapötik
etki gösterir. Daha ciddi etkiler arasında ilgisizlik, öfori ve lobotomi benzeri kayıtsızlık yer alıyor."
"Biyopsikiatrik
müdahaleler, genel beyin işlev bozukluğunun yanı sıra 'frontal loblar,
limbik sistem ve diğer yapılar' üzerindeki spesifik etkiler nedeniyle
daha yüksek zihinsel, psikolojik ve ruhsal işlevlerde bozulmaya neden
olur. Bazen kendine ve başkalarına karşı lobotomi benzeri bir
kayıtsızlık, deaktivasyon adını verdiğim bir sendrom görülür."
"Biyopsikiyatrik tedaviler,
hekim ve/veya hasta, 'zihinsel kapasite veya duygusal ifade aralığının
daraldığı, beyin fonksiyonlarının azaldığı' bir durumu tercih ettiğinde
etkili kabul edilir. (....)"
"Her biyopsikiyatrik tedavi, - normal
gönüllüler ve farklı psikiyatrik tanıları olan hastalar da dahil olmak
üzere - tüm insanlar üzerinde temel veya birincil devre dışı bırakılan
beyin etkisini gösterir. "
"İlaç
savunucularının köklü inançlarına rağmen, belirli zihinsel bozukluklar
için spesifik psikoaktif ilaç tedavileri yoktur. (...)"
"Hastalar, beyin fonksiyonlarını
bozan tedavilere, 'ilgisizlik, öfori, uyum veya kızgınlık' gibi kendi
psikolojik tepkileriyle yanıt verirler."
"Bireylerin ilaçlara
tepki verme biçimleri arasında bazı farklılıklar vardır. Örneğin, aynı
antidepresan bir kişiyi uykulu, bir diğerini enerjik yapabilir. Ritalin
birçok çocuğu sakinleştirirken, diğerlerini ajitasyona uğratır. İlaç
kaynaklı tepkileri, psikolojik kaynaklı tepkilerden ayırmak çok zor
olabilir. Örneğin, neredeyse tüm antidepresanlar öfori ve maniye neden
olabilir. Aynı zamanda, bu ilaçları alan bazı kişilerin bu zihinsel
durumları geliştirme eğilimleri vardır."
"Biyopsikiatrik
müdahalelerle rutin olarak tedavi edilen 'zihinsel ve duygusal acıların' bilinen bir genetik veya biyolojik nedeni yoktur."
"İki yüz
yılı aşkın süren yoğun araştırmalara rağmen, 'şizofreni, majör depresyon,
manik-depresif bozukluk, çeşitli anksiyete bozuklukları ve dikkat
eksikliği hiperaktivite' gibi çocukluk çağı bozuklukları da dahil olmak
üzere, yaygın olarak teşhis edilen hiçbir psikiyatrik bozukluğun genetik
veya biyolojik kökenli olduğu kanıtlanmamıştır."
"Şu anda, tipik psikiyatri hastalarının 'beyinlerinde, - psikiyatrik
ilaçlar verilene kadar - bilinen bir biyokimyasal dengesizlik
bulunmamaktadır."
"...psikiyatristler tarafından rutin olarak tedavi edilen sorunların büyük
çoğunluğu 'beyin hastalıklarına' uzaktan bile benzemez. Örneğin, beyin bozukluklarının karakteristik özelliği olan
hafıza veya soyut akıl yürütmede bilişsel eksikliklere neden olmazlar.
Ateş veya laboratuvar hastalık belirtileriyle birlikte görülmezler.
Aksine, nörolojik ve nöropsikolojik testler genellikle normal, hatta
üstün beyin fonksiyonunu gösterir ve vücut sağlıklıdır. Rutin olarak
tedavi edilen psikiyatrik sorunların herhangi birinin, normal beyinli
bireylerin - yaşam deneyimlerinden ziyade - beyin işlev bozukluğuna
dayanması olasılığı düşüktür."
"Majör depresyon veya şizofreni
teşhisi konmuş bazı hastalarda hafif biyokimyasal dengesizlikler ortaya
çıkarsa, bu durum mevcut biyopsikiatri uygulamalarını haklı çıkarmaz. Bu
varsayılan dengesizlikler henüz tespit edilemediğinden, mevcut
antidepresanlar ve nöroleptikler de dahil olmak üzere, beyin
fonksiyonlarını ciddi şekilde bozan toksik ilaçlar vermek anlamsızdır. Mantıksız veya duygusal olarak 'sıkıntılı bir durumun başlı başına beyin
fonksiyonlarında bozulmaya' yol açtığını iddia etmek tamamen yanlıştır.
"
"....hiçbir çağdaş biyopsikiatrik müdahale, 'bir elektronik uzmanının, bir televizyonu tamir edebildiği gibi bir beyin
arızasını düzeltebileceğini' doğru bir şekilde iddia edemez. Bunun
yerine, bir televizyondan çok daha sinsi ve zarar görmeye açık bir beyne
körü körüne toksik maddeler uygularız. Hatta televizyon tamircilerini
veya müşterilerini dehşete düşürecek şekilde beyni şok eder veya sakat
bırakır, televizyonlarını mahvederiz."
"Bir ilacın işe yaraması, - yani beyni ve zihni görünüşte olumlu yönde
etkilemesi, - kişinin altta yatan biyolojik bir rahatsızlıktan muzdarip
olduğunu doğrulamaz. Kayıtlı tarih boyunca bireyler, daha
yüksek bir bilinç düzeyi arayışından hayatı daha katlanılabilir kılma
arzusuna kadar çeşitli ruhsal ve psikolojik nedenlerle kendilerini
ilaçla tedavi etmişlerdir. Alkollü içecekler, kahve ve çay, tütün ve
esrar, insanlar tarafından refah duygularını iyileştirmek için yaygın
olarak tüketilir. Ancak elde ettikleri sonuçların, altta yatan bir
biyokimyasal dengesizlikten kaynaklandığına inanmak için hiçbir neden
yoktur."
"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin
rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı
artıracak veya daha da kötüleştirecektir. Mevcut
biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini
düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarını' bozarlar. Bu nedenle, bir hasta bilinen bir fiziksel beyin rahatsızlığından muzdaripse, biyopsikiyatrik
tedavi bunu yalnızca kötüleştirebilir veya daha da kötüleştirebilir.
Klasik bir örnek, duygusal olarak üzgün Alzheimer hastalarına Haldol
verilmesidir. İlaç, davranışlarını bastırırken demanslarını
kötüleştiriyor."
".... mevcut tüm biyopsikiyatrik
müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve
dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor."
"İlaç şirketleri tarafından psikiyatrik
ilaçlar geliştirilip pazarlandıktan sonra, 'varsayılan biyokimyasal
dengesizlikleri düzelttikleri' gerekçesiyle kullanımları haklı
gösterilmeye çalışılıyor.(....) Bu müdahalelerin biyokimyasal bir dengesizliği
düzeltme olasılığı yoktur. Prozac'tan Xanax'a, depresyon için
elektroşoka kadar her türlü rahatsızlığı tedavi etmek için çok çeşitli
beyin fonksiyonlarını bozan ilaçlar kullanılıyor ve her tedavi sayısız
beyin fonksiyonunu bozuyor. Gerçekte, mevcut tüm biyopsikiyatrik
müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve
dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor."
"Bireysel biyopsikiatrik tedaviler 'belirli zihinsel bozukluklara' özgü değildir. Psikiyatrinin
'belirli tanı kategorileri için özel tedavileri olduğu' sıklıkla
söylenir: örneğin şizofreni için nöroleptikler, depresyon için
antidepresanlar, anksiyete için minör sakinleştiriciler, mani için
lityum ve DEHB için Ritalin gibi
uyarıcılar. (...) ...depresyondaki
hastalar zaten duygusal ve fiziksel olarak yavaşlamışsa, onlara
psikomotor gerilemeye neden olan bir nöroleptik vermek, daha kötü
görünmelerine neden olabilir. (...) .... şizofreni hastaları ajite ve kontrol edilmesi zorsa, onlara uyarıcı
vermek mantıklı olmayacaktır. Genel duygusal tepkilerini 'azaltan veya
düzleştiren' bir nöroleptik aldıklarında 'iyileşme' olarak değerlendirilme
olasılıkları daha yüksektir. Ancak bu büyük davranışsal etkiler, belirli
bir hastalık için sihirli bir değnek olmaktan çok uzaktır."
"Beyin, biyopsikiyatrik müdahalelerin 'engelleyici etkilerini' fiziksel
olarak telafi etmeye çalışır ve bu da sıklıkla 'ek yan etkilere ve
yoksunluk sorunlarına' neden olur."
"Beyin, psikiyatrik
ilaçları besin olarak kabul etmez. Bunun yerine, beyin onlara 'toksik
ajanlar' olarak tepki verir ve yıkıcı etkilerinin üstesinden gelmeye
çalışır. Örneğin, Prozac 'sinaptik aralıkta, aşırı serotonin' oluşturduğunda, beyin sinir uçlarındaki serotonin çıkışını ve sinapstaki
serotonini alabilen reseptör sayısını azaltarak bunu telafi eder. Benzer
şekilde, Haldol 'dopaminerjik sistemdeki reaktiviteyi' azalttığında,
beyin bunu telafi eder ve 'dopamin reseptörlerinin sayısını ve
duyarlılığını' artırarak, aynı sistemde 'hiperaktiviteye' neden olur."
"Psikiyatrik ilaç kullanan bir kişinin 'altta yatan psikolojik durumunu 'doğru bir şekilde belirlemek zor, hatta imkansızdır. İlacın 'beyni devre
dışı bırakan etkisi, beynin telafi edici reaksiyonları ve hastanın ilaca
verdiği psikolojik tepkiler' gibi birçok karmaşık faktör vardır. Beyin
çoğu psikoaktif ilacın etkilerini telafi etmeye çalıştığı için, hastalar
çoğu psikiyatrik ilaçtan çekilmede zorluk çekebilir. Fiziksel
olarak beyin, ilacın etkisinden ilacın kesilmesiyle aynı hızda kurtulamaz; bu nedenle telafi edici mekanizmanın iyileşmesi, ilacın
kesilmesinden sonra haftalar veya aylar sürebilir. Bazen, tardif
diskinezide olduğu gibi, beyin iyileşmeyi başaramaz."
"Psikolojik olarak,
bireyler 'ilaç olmadan duygusal acılarının daha da kötüleşeceğinden 'korkarlar. Psikiyatristler tarafından 'hayatlarının geri kalanında ilaca
ihtiyaç duyacakları' söylenmiş olabilir. Bu durum, yoksunluk sendromunu
daha da zorlaştırabilir."
"Biyopsikiyatrik müdahalelere maruz
kalan hastalar, tedavinin işlevleri üzerindeki olumlu ve olumsuz
etkileri konusunda genellikle zayıf bir muhakeme sergilerler."
"Genel
beyin işlev bozukluğu, bireyin 'işlev bozukluğunu algılama yeteneğini
azaltma' eğilimindedir. Bozukluk yaşayan bireyler, işlev bozukluklarını, en aza indirme eğiliminde olmakla kalmaz, aynı zamanda kendilerini 'her
zamankinden daha iyi performans' gösterirler. Örneğin, alkol bağımlısı
bireyler, 'araba kullanma veya mantıklı bir konuşma yürütme
kapasitelerini' değerlendirme konusunda genellikle zayıf bir muhakeme
sergilerler. Kronik olarak esrar içen birçok kişi, 'bunun, genel
psikolojik ve sosyal işlevlerini iyileştirdiğine' inanır; ancak
uyuşturucuyu bıraktıklarında, - uyuşturucuyu kullanırken - 'hafızalarının,
zihinsel uyanıklıklarının, duygusal duyarlılıklarının ve sosyal
becerilerinin' bozulduğu görülebilir. Amfetamin gibi uyarıcıların etkisi
altındaki kişiler, genellikle ciddi şekilde zayıfladıklarında, 'üstün,
hatta insanüstü yeteneklere sahip olduklarını' hissedebilirler.
Aynı
durum tüm psikiyatrik ilaçlar için de geçerlidir. Hasta, ilacı bir süre
bırakana ve beynin iyileşmesi için zaman tanınana kadar, 'zihinsel veya
duygusal bozukluğun derecesini' genellikle pek fark edemez. Bir
klinisyen ve adli tıp uzmanı olarak deneyimime göre, hastaların farkında
olmadan bir veya daha fazla psikiyatrik ilaçtan kaynaklanan 'şiddetli
zehirlenme' durumlarında yıllarca kaldıklarını gördüm. Durumlarını 'kendi
duygusal tepkilerine veya ortamdaki strese' bağlayarak, daha fazla ilaç
isteyebilirler. Şok tedavisi ve psikocerrahi sonrasında hastalar,
zihinsel işlev bozukluklarının iatrojenik kaynağını anlayamayabilir ve
bunun yerine 'daha fazla müdahaleye ihtiyaç duyduklarına' inanabilirler.
"
"Neredeyse tüm biyopsikiyatrik müdahaleler zaman zaman kafa
karışıklığına neden olarak 'hastanın, ilaca bağlı zihinsel işlev
bozukluğunun farkında olmasını' engelleyebilir. "
"Biyopsikiatrik müdahaleleri reçete eden hekimler, genellikle bu müdahalelerin riskleri ve faydaları konusunda 'gerçekçi
olmayan bir değerlendirmeye' sahiptir."
"Araştırmacılar çoğu zaman 'bilinçli veya bilinçsiz
ön yargılarından' etkilenirler. Klinik ve bilimsel çalışmalar, önyargılar
nedeniyle çarpıtılabiliyorsa, rutin klinik uygulamanın reçeteyi yazan
hekimin, 'umut ve beklentilerinden etkilenme olasılığı' daha da yüksektir. Çok
sayıda doktor, ilaçların 'işe yaramaz veya kabul edilemez derecede
tehlikeli olduğu' kanıtlanana kadar, yıllarca 'sınırsız bir coşkuyla' ilaç
reçete etti."
"Biyopsikiyatrik
müdahalelerin 'temel ilkesini' belirtmek için iatrojenik çaresizlik ve
inkar terimini ortaya attım. Biyolojik psikiyatristin, devredışı bırakılan beynin
müdahalelerle uygulanan
otoriter teknikleri kullanarak, hastada artan 'çaresizlik ve bağımlılık
yarattığını' açıklar. İatrojenik çaresizlik ve inkar, hastanın ve
doktorunun 'tedavinin zararlı etkisini' ve hastanın 'altta yatan psikolojik
ve durumsal sorunlarını' karşılıklı olarak inkar etmesini içerir. Genel
olarak, iatrojenik çaresizlik ve inkar, psikiyatrinin 'elektroşok ve
psikocerrahi gibi beyne zarar veren teknolojileri ve toksik ilaçları
kullanma sıklığını' açıklar."
"İatrojenik çaresizlik ve inkar, hastanın ve
doktorunun 'tedavinin zararlı etkisini' ve hastanın 'altta yatan psikolojik
ve durumsal sorunlarını' karşılıklı olarak inkar etmesini içerir. .... psikiyatrinin 'elektroşok ve
psikocerrahi gibi beyne zarar veren teknolojileri ve toksik ilaçları
kullanma sıklığını' açıklar. (....) İyatrojenik çaresizlik ve inkâr, nispeten zararsız
telkinin (örneğin, tıpta ve psikiyatride fiziksel acı veya bağımlılığın
üstesinden gelmek için kullanıldığı gibi) çok ötesine geçer."
"İlk
olarak, iatrojenik çaresizlik ve inkârda, psikiyatrist, 'hastanın beynini
tehlikeye' atar ve hastanın 'zihinsel ve fiziksel işlev bozukluğu yoluyla
telkine boyun eğmesini' sağlar. İkinci olarak, iatrojenik çaresizlik ve
inkârda psikiyatrist, 'tedavinin zararlı etkilerinin' yanı sıra 'hastanın
devam eden psikolojik veya durumsal sorunlarını' da inkâr eder. İnkâra
sıklıkla konfabülasyon eşlik eder; hastanın 'zihinsel işlev bozukluğunun
boyutunu' gizlemek için 'akılcı gerekçeler' ve çeşitli 'örtbas hikayeleri'
kullanması. Konfabülasyon psikiyatri ve nörolojide iyi bilinir, ancak 'tedavi kaynaklı etkiler' açısından genellikle göz ardı edilir. Birçok
hasta, 'ilaç tedavisinden açıkça etkilenmişken, iyi sonuçlar aldıklarını' konfabülasyon olarak anlatır. İnkâr, kayıtsızlıkla yakından
bağlantılıdır. Bazen 'hastanın umursamadığını' mı yoksa 'zihinsel ve
fiziksel işlev bozukluğuyla yüzleşmeye dayanamayacak kadar' çok mu
önemsediğini anlamak zordur."
"Kazalar ve hastalıklar da dahil olmak üzere
herhangi bir nedenden kaynaklanan beyin hasarı ve işlev bozukluğu
sıklıkla çaresizlik ve inkar yaratır; ancak yalnızca psikiyatride hasar
ve işlev bozukluğu bu engelleyici etkileri üretmek için "tedavi" olarak
kullanılır."
"...."akıl hastalığı" ve "zihinsel bozukluk"
kavramlarının yanıltıcı olduğuna ve psikiyatristler tarafından yaygın
olarak tedavi edilen 'sorunların hiçbirinin genetik veya biyolojik
kökenli olmadığına' inanıyorum. Örneğin "şizofreni" ve "majör depresyon"
terimleri, 'geçerliliği kolayca sorgulanabilen kavramlara' dayanmaktadır.
Ancak, tedavi edilen bazı zihinsel olguların genetik veya biyolojik bir
temeli olduğu ortaya çıksa bile, beyni devre dışı bırakan ilkeler
geçerliliğini korumaktadır. Mevcut tüm biyopsikiyatrik tedaviler -
ilaçlar, elektroşok ve psikocerrahi - birincil veya terapötik etkilerini
normal beyin fonksiyonlarını bozarak veya devre dışı bırakarak
göstermektedir."
"Mevcut tüm biyopsikiyatrik tedaviler -
ilaçlar, elektroşok ve psikocerrahi - birincil veya terapötik etkilerini
normal beyin fonksiyonlarını bozarak veya devre dışı bırakarak
göstermektedir."
"Psikiyatride kullanılan öfori
terimi, 'abartılı, mantıksız veya gerçekçi olmayan' bir iyi olma hissini
ifade eder. Kökeni psikolojik olabilir, ancak genellikle beyin hasarı
veya ilaç toksisitesinden kaynaklanır. Öfori, nöroleptiklerle tedavi
edilen hastalarda, merkezi sinir sistemi üzerindeki baskılayıcı etkileri
nedeniyle nadirdir. Antidepresanlar, uyarıcılar ve hafif
sakinleştiricilerle tedavi edilen hastalarda daha yaygındır."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
*** *** ***
"Nöroleptik İlaçlarla İlişkili Beyin Hasarı, Demans ve Kalıcı Bilişsel İşlev Bozukluğu: Kanıtlar, Etiyoloji, Sonuçlar..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)
"Kuzey
Amerika'da her yıl birkaç milyon kişi nöroleptik ilaçlarla (majör
sakinleştiriciler veya antipsikotikler) tedavi edilmektedir. Bu
hastaların büyük bir yüzdesi, 'istemli kasların anormal hareketleriyle
karakterize kronik bir nörolojik bozukluk' olan 'tardif diskinezi' geliştirmektedir. Vakaların çoğu kalıcıdır ve bilinen bir tedavisi
yoktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)
"Nöroleptiklerin beynin en yüksek merkezlerine de zarar
vererek 'kronik zihinsel işlev bozukluğu, tardif demans ve tardif psikoza'
yol açtığına dair kanıtlar artmaktadır. (....) Nöroleptiklerin beynin daha yüksek merkezlerine
zarar verebileceği, bilinen nörotoksisiteleri ve nörofizyolojik
etkileri, 'hayvan otopsileri ve Huntington koresi ve letarjik ensefalit' gibi nöroleptik etkileri taklit eden hastalıklarla yapılan
karşılaştırmalarla doğrulanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)
"Hastalar ve halk, hem tardif
diskinezi hem de tardif demansın tehlikeleri konusunda
bilgilendirilmelidir. Akıl sağlığı uzmanları, nöroleptiklerin kullanımını
ciddi şekilde sınırlamalı ve bu tehlikeli maddelere daha güvenli ve
daha iyi alternatifler geliştirmelidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)
*** *** ***
"Nöroleptikler,
aynı zamanda majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler olarak da
bilinir ve psikiyatride en yaygın kullanılan ilaçlar arasındadır.
Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da, milyonlarca yetişkin
ve çocuk bu ilaçları 'genel hastanelerde, özel ve kamu akıl
hastanelerinde, pansiyon ve bakım evlerinde, gelişimsel engelliler
kurumlarında, huzurevlerinde, hapishanelerde, kliniklerde ve özel
muayenehanelerde' almaktadır. Bu ilaçlar çoğunlukla şizofreni veya mani
teşhisi konmuş hastalar için önerilse de, aslında yaygın olarak bir 'sosyal kontrol yöntemi' olarak kullanılmaktadır. Birçok kurumda,
mahkumların çoğu bu ilaçları almaktadır."
"Nöroleptiklerin, önemli sayıda hastada, büyük ölçüde 'geri döndürülemez bir nörolojik
hastalık olan tardif diskineziye neden olduğu' artık yaygın olarak kabul
edilmektedir. Aynı ilaçların, beynin en yüksek merkezlerinde 'kalıcı
hasara veya işlev bozukluğuna' yol açarak tardif demans ve tardif psikoz
da dahil olmak üzere 'geri döndürülemez zihinsel ve duygusal bozukluklara'
neden olabileceğine dair yeni kanıtlar birikmektedir."
"Nöroleptiklerin 'beynin en yüksek merkezlerinde neden olduğu hasara' ilişkin endişeler, on yıldan uzun süredir dile getirilse de, konu ancak 1983 yılında derinlemesine incelenebilmiştir. O zamandan beri, konuyla ilgili önemli
miktarda kanıt yayınlanmıştır."
"Demansın temel
özelliği, 'soyut düşünmede bozulma, yargılama bozukluğu, üst korteks
işlevlerinde diğer bozukluklar veya kişilik değişikliği' ile ilişkili
kısa ve uzun süreli hafıza bozukluğudur. DSM-III-R, "Tüm
Organik Zihinsel Sendromlarda olduğu gibi, altta yatan organik bir
etkenin her zaman varsayıldığı"nı belirtir. Nöroleptik malign
sendrom veya toksik psikozlar gibi 'beyin hasarına ve zihinsel işlevlerde
bozulmaya' neden olabilen akut ilaç kaynaklı bozukluklar, nöroleptiklere
kronik maruziyetle ilişkili giderek artan 'kalıcı beyin hasarı ve işlev
bozukluğunu' ele alan bu makalede ele alınmayacaktır."
"Nöroleptiklerin, herhangi bir zihinsel bozukluk
üzerinde 'spesifik bir iyileştirici etkisinin olmadığını ve kısmen limbik
ve frontal lob yollarında dopamin nörotransmisyonunu bozarak 'kimyasal
lobotomi' gerçekleştiren, spesifik olmayan beyni devre dışı bırakan ajanlar
olduklarını' belgeledim."
"İlaçlar, bir
rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik
veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti
(1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların
neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan
daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."
"....sözde tıbbi bir hastalık olan 'şizofreninin, bu
hastaların beyinlerinde bulunan fiziksel bozukluklara neden olduğuna' inanma yönünde bir önyargı yaratmaktadır. Bu yerleşik önyargı, hasarın
etyolojisini doğru bir şekilde değerlendirmemizi engellememelidir. Benim
görüşüme göre şizofreni ne genetik ne de fiziksel kökenlidir. Bu psikososyal olgu için halk arasında kullanılan 'delilik' terimi daha uygundur. Başka yerlerde alternatif açıklamalar
önerdim."
"Hastaların
büyük bir yüzdesinde, 'nöroleptik ilaçlar, tardif diskinezi [TD] adı
verilen nörolojik bir bozukluğa' neden olur. Anormal istemsiz
hareketlerle karakterize olan hastalık, birkaç hafta veya ay sonra
kendini gösterebilir. Daha sıklıkla altı ay ila iki yıl veya daha uzun
süreli tedaviden sonra gelişir. Vakaların çoğunda 'geri döndürülemez ve etkili bir tedavisi' yoktur. Erken teşhis edilir ve ilaçlar kesilirse,
hastaların yaklaşık %20-50'sinde önemli ölçüde iyileşme veya toparlanma
görülebilir. Ancak yakın tarihli bir raporda, 5 yıl
boyunca takip edilen kalıcı TD'li hastaların %82'sinde genel olarak
anlamlı bir değişiklik görülmediği, %11'inde iyileşme ve %7'sinde
kötüleşme olduğu belirtilmiştir."
"TD genellikle 'dil,
dudaklar, ağız ve yanaklar' dahil olmak üzere 'yüzün kontrolsüz
hareketleriyle' başlar; ancak hemen hemen her kas grubunda başlayabilir.
En yaygın erken belirti, 'dilin titremesi veya kıvrılmasıdır.' Dil
çıkıntıları ve çiğneme hareketleri de yaygındır ve dişlere zarar verecek
kadar ciddi olabilir. 'Eller ve ayaklar, kollar ve bacaklar, boyun, sırt
ve gövde' etkilenebilir. Gösterilen hareketler oldukça değişkendir ve 'kıvranma, tikler, spazmlar ve titremeleri' içerir. Kişinin yürüyüşü, ciddi
şekilde bozulabilir. Daha ince işlevler etkilenebilir ve kolayca gözden
kaçabilir: solunum (diyaframı içerir), yutma (farenks ve yemek borusu
kaslarını içerir), öğürme refleksi ve konuşma. Hareketlerin uyku sırasında kaybolması. Bazen irade gücüyle kısmen
bastırılabilirler ve sıklıkla kaygıyla daha da kötüleşirler. Zaman zaman
değişiklik gösterebilirler. Birçok TD vakası nispeten hafif
seyreder ve genellikle 'dil, ağız, çene, yüz veya göz kapaklarının
hareketleriyle' sınırlıdır. Yine de, şekil bozukluğuna yol açar ve çoğu
zaman utanç vericidir. Nadir görülen bir vaka tamamen sakat bırakıcıdır
ve hastaların intihar ettiği bilinmektedir. Tardif distoni ve tardif akatizi olmak üzere TD'nin iki ilişkili
varyantı hakkında farkındalık artmaktadır. Tardif distoni, "genellikle
yavaş olan ve uzuvları, gövdeyi, boynu veya yüzü etkileyebilen, sürekli
istemsiz bükülme hareketlerini" içerir. Kişinin normal aktivitelerini
geçici olarak yapmasını engelleyen kramp benzeri, ağrılı spazmlara neden
olabilir. Tardif akatizi, bireyi volta atma gibi huzursuz aktivitelere
iten içsel bir gerginlik veya kaygı hissini ifade eder."
"1980
yılında APA, Görev Gücü Raporu : Tardif Diskinezi'de hastalığın ayrıntılı bir analizini yayınladı.
TD'nin 'nöroleptiklerle tedaviden kaynaklanan, ciddi, genellikle geri
döndürülemez, tedavi edilemez ve oldukça yaygın bir hastalık olduğunu' açıkça ortaya koydu. Görev Gücü, rutin tedavide (birkaç aydan iki yıla
kadar) TD yaygınlık oranını minimal hastalıktan daha yüksek olanlar için
en az %10-20 olarak tahmin etti. Yaşlı ve kronik olarak maruz kalan
hastalarda, minimal hastalıktan daha yüksek olanlar için oran en az %40
idi."
"Yaşlı huzurevi hastaları üzerinde yapılan yakın
tarihli bir çalışma, 'hastaların %41'inin yalnızca yirmi dört aylık bir
süre içinde tardif diskinezi geliştirdiğini ve hiçbirinin tamamen
iyileşmediğini' ortaya koydu. Uzun süreli çalışmalarda, 'yaşlılarda kendiliğinden diskinezi görülme
sıklığının %1-5 arasında olduğu' bulunmuş olmasına rağmen, ilaç tedavisi
almayan kontrollerin hiçbirinde iki yıl boyunca kendiliğinden diskinezi
gelişmedi. Görev Gücü oranları ne kadar yüksek olursa olsun, bir
dizi çalışma, özellikle 'yaygınlığın %50'yi aşabileceği yaşlı ve uzun
süreli hastalarda oranların aslında daha da yüksek olabileceğini' göstermektedir. Ayrıca, literatürde, 'bilinmeyen nedenlerle, tardif
diskinezi genel oranlarının son yıllarda arttığı' konusunda genel bir
fikir birliği vardır; bu, Görev Gücü
rakamlarının, 'artan oranlar tarafından gölgede bırakıldığını' göstermektedir."
"Genellikle daha yüksek yaygınlık tahminlerine bir
istisna olarak, Jeste ve Wyatt (1982) yalnızca %13'lük bir yaygınlık
oranı tahmin ettiler; ancak bu düşük tahmini, verilerde oldukça 'sıra
dışı iki manipülasyon' yaparak elde ettiler. İlk olarak, tüm
minimal ve hafif vakaları hariç tuttular ve yalnızca orta ve şiddetli
vakaları dahil ettiler, ancak çoğu çalışma vakaların büyük
çoğunluğunun aslında minimal veya hafif olduğunu göstermektedir. Bu nedenle çoğu vakayı, değerlendirme dışı
bıraktılar. İkinci olarak, yazarlar, 'kalan vakaların dörtte
birinin, ilaca bağlı diskinezileri olmadığını' varsaydılar, ancak
kendileri de 'ilaç öncesi dönemde diskinezi oranının, %0,5 kadar düşük
olduğunu' gösteren çalışmalara atıfta bulundular. Verileri
ciddi şekilde budamasalardı, Jeste ve Wyatt'ın verilerinden elde edilen
yaygınlık oranları %25'i önemli ölçüde aşacaktı. Öte yandan, 'orta ve
ağır düzeyde tedaviye bağlı nörolojik hastalıkta %13'lük bir oran bile iatrojenik bir felaket' oluşturmaktadır."
"....APA'nın Tardif Diskinezi Görev Gücü, Jeste ve Wyatt ve diğerleri, TD sendromunun 'ilaç çağının bir ürünü olduğu' sonucuna varmışlardır."
"Tüm çağdaş psikiyatri ders kitaplarında 'TD, nöroleptiklerin
neden olduğu bir hastalık' olarak kabul edilmektedir."
"TD vakalarının toplam sayısını belirlemek zordur. Van Putten, yakın
zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde 400.000 - 1.000.000 vaka
tahmininde bulunmuştur. Benim tahminim daha yüksek olup, birkaç milyon
civarındadır. Tardif diskineziyi 'yaygın bir salgın ve
muhtemelen tarihin en kötü tıbbi felaketi' olarak adlandırmak abartı
olmaz."
"Nöroleptiklerin neden olduğu, beynin 'en yüksek merkezlerinde' kalıcı veya sürekli hasar... Limbik
sistem ve frontal loblarda hasar ve buna bağlı 'kalıcı zihinsel
işlev bozukluğu' şeklinde TD'nin 'daha yüksek beyin ve zihinsel işlev
eşdeğerleri' olduğuna dair kanıtlar birikmektedir."
"Beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen beyin atrofisi ve ilişkili zihinsel eksiklikler...
"Nöroleptik
tedavi gören şizofreni hastalarında 'serebral atrofiyi' ölçmeyi amaçlayan
en eski çalışmalardan birinde, Sabuncu, Sabacin, Saygill, Kumral ve
Ornek (1977), genişlemiş ventrikülleri göstermek için pnömoensefalografi kullanmışlardır. Diğer PEG çalışmaları da
benzer bulgular göstermiştir..."
"Neredeyse tamamı
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel
tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş
lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da
'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir. Ventriküller,
kafatası sınırları içindeki 'doku küçülmesine' orantılı olarak genişleme
eğilimindedir. Sulkuslar, 'serebral korteks' küçüldüğünde derinleşir veya
genişler. Şizofreni hastalarında ilaç tedavisi uygulanan BT
çalışmalarında en sık görülen bulgu lateral ventrikül genişlemesidir."
"Johnstone
ve meslektaşları, şizofreni
hastalarının BT taramalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' gösteren ilk
araştırmacılar arasındaydı. Ayrıca Withers ve Hinton Testi ve Inglis
Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel bozukluk' buldular. Weinberger, Cannon-Spoor, Potkin ve Wyatt (1980) ve
Weinberger, Torrey, Neophytides ve Wyatt (1979), neredeyse tamamı ilaç
tedavisi görmüş şizofreni hastalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' buldular. "
"Famuyiwa, Eccleston,
Donaldson ve Garside (1979), TD'li ve TD'siz şizofreni hastalarında BT
taramasında 'serebral atrofi' bulmuş ve ayrıca özellikle TD hastalarında, kontrollerle karşılaştırıldığında 'demans' oranında artış' tespit
etmişlerdir. Withers ve Hinton ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme
Öğrenme Testi'nde 'zihinsel işlev bozukluğunda artış' bulmuşlardır.
Golden, Moses, Zelazowski, Graber, Zatz, Horvath ve Berger (1980),
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında BT taramasında 'beyin
atrofisi' bulmuş ve bunu Luria-Nebraska grubundaki 'zihinsel işlev
bozukluğuyla' ilişkilendirmişlerdir. (...)"
"..."nispeten
genç" ifadesinin genellikle 'birden fazla hastaneye yatışı olan kırk beş (45) yaşın altındaki hastalar' anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. "
"PET, nöroleptiklerin 'dopamin
nörotransmitter sistemini bloke ederek işlev bozukluğuna' neden olduğu
bilinen 'beynin, belirli bölgelerini incelemek' için kullanılmıştır;
bunlara bazal gangliyonlar da dahildir. Çeşitli
çalışmalar, nöroleptik tedavi gören hastaların 'bazal gangliyonlarında, dopaminle ilişkili anormallikler gelişebileceğini' göstermektedir."
"Tedavi görmemiş şizofreni hastalarında yapılan PET çalışmaları çelişkili sonuçlar
vermiştir. İlaç kullanmayan
hastaları içeren bir PET çalışmasında frontal hipoaktivite
bulunmamıştır. Çalışmaya, daha önce hiç nöroleptik almamış altı (6) hasta
ve 1 ila 4 tek doz almış dört (4) hasta olmak üzere bir düzine hasta dahil
edilmiştir. Ne PET, ne MRI ne de BT tarama çalışmaları, nöroleptik
tedaviden önce 'beyin anormalliklerinin' varlığı konusunda henüz kesin bir
sonuca varamamıştır. "
"....PET, MRI ve BT taramalarından elde edilen
artan radyolojik kanıtlar, nöroleptik tedavi gören şizofreni
hastalarında kronik beyin disfonksiyonu (PET taramaları) ve beyin
atrofisi (MR ve BT taramaları) varlığını doğrulamaktadır. İlgili BT
tarama çalışmalarının toplam sayısının 90'ın üzerinde olduğu tahmin
edilmektedir ve bunların
çoğu 'hasarı' göstermektedir. Diğer çalışmalar, yaşam boyu toplam
nöroleptik alım miktarını da hesaba katmaktadır, ancak bu sıklıkla
tekrarlanan bir bulgu değildir."
"Andreasen, 'hastalığın şiddeti ve süresi arttıkça, daha yüksek
oranların bildirildiğini' belirtmiştir. Bu durum aynı zamanda
nöroleptiklerle tedavinin süresi ve yoğunluğuyla da ilişkilidir."
"Nöroleptik
tedaviyle ilişkili zihinsel bozulmaya dair kanıtlar artmaktadır. Daha
önceki bir inceleme, TD'li birçok hastanın, aynı zamanda 'ciddi zihinsel bozulmadan da muzdarip olduğunu' ortaya koymuştur."
".... etken madde ortadan kaldırıldıktan sonra demansta 'tam iyileşme
olmaksızın' kısmi bir iyileşme beklenir. Hastanın psikolojik testlerinde
ciddi ve kalıcı zihinsel bozukluğu devam etmiştir."
"Ulusal bir
araştırma projesi, sokak uyuşturucuları da dahil olmak üzere çoklu ilaç
kullanımının neden olduğu beyin işlev bozukluğunu değerlendirdi. Halstead-Reitan
kullanılarak yapılan çalışma, beklenmedik bir şekilde şizofreni
hastalarında genel beyin işlev bozukluğu ile toplam yaşam boyu
psikiyatrik ilaç tüketimi arasında anlamlı bir korelasyon ortaya
çıkardı. Nöroleptik
tedavi gören hastaların dörtte birinden fazlasında 'kalıcı beyin işlev
bozukluğu' görüldü. İstatistiksel analiz, kronik beyin işlev bozukluğunu ,şizofreniden ziyade yaşam boyu nöroleptik alımıyla ilişkilendirdi:
"Nöropsikolojik anormallik, daha fazla antipsikotik ilaç deneyimiyle
ilişkiliydi." Gerçekten de nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını
kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev
bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri
beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır." (Grant, Adams, Judd, Rennick, Schooff, Reed 1978) (Breggin 1983)
"Nöroleptik
tedavi gören hastaların dörtte birinden fazlasında 'kalıcı beyin işlev
bozukluğu' görüldü. İstatistiksel analiz, kronik beyin işlev bozukluğunu ,şizofreniden ziyade yaşam boyu nöroleptik alımıyla ilişkilendirdi:"
"....nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını
kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev
bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri
beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır."
"Nöropsikolojik anormallik, daha fazla antipsikotik ilaç deneyimiyle
ilişkiliydi."
"Mesleki
bir toplantıda sunulan makalenin yayımlanmamış bir versiyonunda (Grant,
Adams, Carlin, Rennick, Judd ve Schooff, 1978), yazarlar tardif
diskinezi ile bilişsel eksiklikler arasındaki bağlantıyı vurgulamış ve
sonuç cümlelerinde şu uyarıda bulunmuşlardır: "Antipsikotik ilaçların
aşırı tüketimlerinin genel serebral disfonksiyona neden olma olasılığı
açısından incelenmeye devam edilmesi gerektiği de açıktır.""
"Nöroleptiklerden kaynaklanan 'beyin hasarı ve işlev bozukluğu' tartışmasında, atıfta bulunulan
çalışmaları hiç görmedim. (...) Literatürde, belki de bir örtmece arayışında olan eğilim, tam gelişmiş
bir "bunama sendromu" tanımlandığında bile tardif dismansi terimini
kullanmak olmuştur."
"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve
ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada,
birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir."
"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve
ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada,
birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir. Zihinsel anormallikler, AIMS'de ölçülen TD semptomlarıyla
pozitif korelasyon göstermiştir. Ayrıca, nöroleptik tedavinin süresi,
üç demans ölçütüyle - dengesiz ruh hali, yüksek sesle konuşma ve öfori -
korelasyon göstermiştir. Yazarlar şöyle demiştir: "Bizim
hipotezimiz, şizofreni hastalarında zaman içinde gözlemlenen bazı
davranış değişikliklerinin, tardif diskinezinin davranışsal eşdeğerini
temsil ettiğidir; biz buna tardif dismansi (tardive dysmentia)
diyeceğiz." Ancak, bu semptomlar genellikle birçok çalışmada
bulunan bilişsel eksiklikleri de içeren daha kapsamlı bir organik beyin
sendromunun parçasıdır ve tardif demans terimi daha uygun görünmektedir.
Literatürde, belki de bir örtmece arayışında olan eğilim, tam gelişmiş
bir "bunama sendromu" tanımlandığında bile tardif dismansi terimini
kullanmak olmuştur."
".... Şizofreni Bülteni, nöroleptiklerin
neden olduğu "tardif dismansi"yi tartışan yorumlar içeren birkaç makale
yayınlamıştır. Jones, bu tür
ilaçların neden olduğu iki tür kalıcı beyin hasarı arasında ayrım
yapmıştır: biri apatiye, diğeri öforiye neden olur. Goldberg de benzer
bir mantık yürütmüş ve literatürü incelemiştir."
"....beyin hasarı ve işlev bozukluğunu tespit etmede
en hassas testler arasında kabul edilen Luria-Nebraska ve
Halstead-Reitan testleri, ventriküler genişleme ile nöropsikolojik
eksiklikler arasında bir ilişki olduğunu gösterme eğilimindedir. Genel
olarak, eğilim kesinlikle BT taraması atrofi indeksleri ile 'kalıcı
bilişsel işlev bozukluğu ve demans nöropsikolojik indeksleri' arasında
bir korelasyona doğru ilerlemektedir."
"....TD hastalarında,
TD'si olmayan nöroleptik tedavi gören kontrollere kıyasla 'soyut muhakeme
yeteneğinde bir kayıp' bulmuştur. (...) .... hafıza bozukluğu da
dahil olmak üzere bilişsel eksiklikler ile yüz tardif diskinezisi
arasında güçlü bir korelasyon bulmuşlardır. Yüz diskinezisi olan
hastalarda eksiklik derecesinin, yaşam boyu toplam nöroleptik alımıyla
ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. (...) ... Parkinson ve Huntington hastalarında bilişsel eksiklikleri gösteren
çeşitli testler kullanarak, tardif diskinezi vakalarında benzer bilişsel
bozukluklar buldular. Daha şiddetli TD'si olan bireylerde daha şiddetli
bilişsel kayıplar vardı. Tardif diskinezinin, daha büyük bir "kronik
nöroleptik kaynaklı nörotoksik sürecin" bir ifadesi olduğu sonucuna
vardılar. "
"Gualtieri ve meslektaşlarının raporları, birçok
kurum bakımı altındaki çocuk ve genç yetişkinin nöroleptik ilaçları
bıraktıktan sonra psikiyatrik semptomlarında 'kötüleşme dönemi
geçirdiğini' göstermiştir. Bu durum, şizofrenik bir sürecin komplikasyonu
olmayan gelişimsel engelli hastalarda görülür."
"Araştırmacılar,
yoksunluk sorunlarını, ilaca bağlı bir bunama sürecine bağlamaktadır.
Bazı hastalar ilaçsız kaldıklarında 'durumları stabilize' olur veya
iyileşirken, bazıları ilaçlar nedeniyle kalıcı olarak kötüleşmiş gibi
görünmekte ve yetişkin vakalarda olduğu gibi, ilaca bağlı semptomlarını
kontrol altına almak için daha fazla ilaca ihtiyaç duymaktadır. "
"Gualtieri
ve Barnhill (1988), çeşitli açıklamaları tartışmakta ve en olası
hipotezin nöroleptiklerin üst düzey zihinsel işlevleri bozduğu sonucuna
varmaktadır. "Bu soruyu ele alan hemen hemen her klinik araştırmada, TD
hastalarının TD olmayan hastalara kıyasla demans açısından daha fazla
risk taşıdığı bulunmuştur" diye belirtiyorlar."
"....ikna edici bir literatür, 'nöroleptiklerle uzun süreli tedavi
gören' hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler ve demans geliştiğini'
göstermektedir."
"Genel olarak, nöroleptiklerin uzun
süreli kullanımının, önemli ancak henüz belirlenemeyen bir hasta
yüzdesinde kalıcı bilişsel eksikliklere ve bunamaya neden olduğu veya
bunlarla güçlü bir şekilde ilişkili olduğu ve tardif diskinezi
hastalarının, - belki de vakaların çoğunda -, özellikle etkilendiği' yönünde
kanıtlar artmaktadır."
"Bazı
raporlar, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda, başlangıçtaki
psikiyatrik bozukluklarından daha şiddetli hale gelebilen, ilaca bağlı
geç psikozlar geliştiğini göstermektedir. (....) Ne yazık ki, hastalar çok
daha kısa bir doğal geçmişi olabilecek bir bozukluk için ömür boyu ilaç
tedavisine ihtiyaç duyabilirler."
"İki çalışmanın yazarları, 'ilaçların
bırakılmasından sonra psikotik semptomların alevlenmesinin, ilaçların
beyinde oluşturduğu hasardan kaynaklandığına' inanmaktadır. Hastalığa, TD
ile paralelliğini vurgulamak için tardif psikoz adını vermişlerdir. Geri döndürülemez olabilir ve TD gibi, ilacın neden olduğu semptomları
bastırmak için 'sürekli artan dozda ilaç kullanımı' gerektirebilir."
"İlaçların kesilmesi ayrıca geçici veya kalıcı diskinezilere,
disforiye ve otonomik dengesizliklere yol açarak 'mide bulantısı ve kilo
kaybına' neden olabilir. Nöroleptik yoksunluğuna verilen bu
tepkiler, bu ilaçların "bağımlılık yapıcı" olarak sınıflandırılması
konusunda tartışmalara yol açmıştır."
"...bazı
çalışmalar nöroleptik tedaviden beklenen patolojik değişiklikleri
göstermiştir: bazal gangliyonlarda hücresel kayıp veya dejenerasyon."
"....Brown ve
diğerlerinin (1986) inceleme çizelgesinin de gösterdiği gibi, ilaç kullanmayan şizofrenikler üzerinde yapılan tek modern postmortem
çalışmada beyin atrofisi
saptanmamıştır."
"Kesin
olmasa da, ölüm sonrası bulgular nöroleptik tedaviden beklenen etkileri
doğrulama eğilimindedir: bazal gangliyonlarda ve substantia nigra'da
bozulma ve daha genel bir patoloji. Hayvan araştırmaları ayrıca 'nöroleptik tedavinin kalıcı beyin hasarına yol açabileceğini' güçlü bir
şekilde göstermektedir."
"...TD ile ilişkili spesifik değişiklikler bir
bilmece olmaya devam ederken, genel olarak nöroleptik tedaviyle ilişkili
çeşitli patolojik değişikliklerin bulunması giderek daha iyi
anlaşılıyor ve birçok çalışma, bulguları - en büyük etkinin
beklenebileceği - bazal gangliyonlarda lokalize ediyor."
"Nöroleptik
tedavi gören hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler, beyin işlev
bozukluğu, demans ve beyin hasarı - özellikle atrofi -' varlığını
doğrulayan önemli kanıtlar bulunmaktadır. En tutarlı ve ikna edici
kanıtlar, yeni beyin görüntüleme teknikleri (BT, MR ve PET taramaları)
tarafından elde edilmiştir."
"Çok
sayıda klinik ve nöropsikolojik çalışma, nöroleptik tedavi gören
şizofreni hastalarında 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, tardif psikoz ve
tardif demans' bildirmiştir."
".... 'beyin görüntüleme, klinik değerlendirmeler, nöropsikolojik
testler ve insan ölümlerinden' elde edilen kanıtlar, 'nöroleptiklerin
birçok hastada bulunan bilişsel işlev bozukluğu ve beyin hasarının olası
nedeni olduğunu' göstermektedir."
"....insan çalışmalarından elde edilen veriler, - çeşitli araştırmalarda bildirilen - 'nöroleptiklerin, üst beyin ve zihin
hasarının nedeni olduğunu' göstermektedir."
"Neredeyse tamamı
nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel
tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş
lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da
'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir."
"Nöroleptiklerin,
hem TD hem de tardif demansın oluşumunda 'potansiyel olarak kritik
bölgeler olan bazal ganglionlara zarar verebileceğine' dair otopsi
kanıtları mevcuttur. Roizin, True ve Knight, 1959 gibi erken bir
tarihte, nöroleptik tedavi gören birkaç hastanın 'bazal ganglionlarında, ölüm sonrası dejenerasyon' bildirmiş ve bu bulguları 'ilaçların neden
olduğu ilgili nörolojik işlev bozukluklarıyla' ilişkilendirmiştir.
Forrest, Forrest ve Roizin (1963), uzun süreli nöroleptik tedavisi gören
bir vakanın otopsi değerlendirmesini bildirmiş ve bu vakada serebral
kortekste nöron kaybı ve substantia nigra'da dejeneratif değişiklikler 'görülmüştür. En çarpıcı değişiklikler, bazal ganglionların
putamenindeydi. Hastaya ayrıca şok tedavisi de uygulanmıştı. Gross
ve Kaltenbach (1968), üç otopsiden 'kaudat çekirdeğinde 'onarılamaz
hasara' dair kanıtlar' elde ettiler. Nöroleptik tedavinin 'geri dönüşümlü
doku lezyonlarına ve kaudat çekirdeğinde onarılamaz hasara yol
açabileceğini' öne sürdüler. Christensen, Moller ve Faurbye (1970), TD'li
hastalarda, kontrollerine kıyasla substantia nigra'da ve diğer
patolojik bulgularda önemli ölçüde daha yüksek derecede hücre
dejenerasyonu buldular. Jellinger (1977), literatürü inceledi ve kendi
araştırmasında, kronik nöroleptik tedaviye tabi tutulan hastaların
%46'sında "kaudat çekirdeğindeki büyük nöronlarda hasar, artan
satellitoz ve hafif glial reaksiyon" buldu. Patolojik değişiklik
gösteren hastaların yüzdesi, tardif diskineziden muzdarip olanlarda
daha yüksekti (%57'ye karşı %37,5). Etkilenen bölgeler, nöroleptiklerden
en doğrudan etkilenen bölgeler arasındaydı."
"TD hastalarında, beyindeki yüksek merkezlerde
hasara dair bir başka klinik kanıt kaynağı daha vardır: TD hastalarında
inkar veya anosognoziye dair klinik raporlar. Literatür taraması, tardif
diskinezi hastalarının çoğunun 'semptomlarından şikayet etmediğini ve
hatta bunlarla karşı karşıya kaldıklarında varlıklarını kabul etmeyi
reddettiğini' ortaya koymuştur." Myslobodsky, Tomer, Holden,
Kempler ve Sigol (1985), TD hastalarının %88'inin "istemsiz
hareketleriyle ilgili olarak tamamen kayıtsız veya anosognozili"
olduğunu bulmuşlardır. Çalışma ayrıca bu hastalarda bilişsel
eksikliklere dair bazı belirtiler de buldu. Myslobodsky (1986), TD
hastalarının %95'inde "duygusal kayıtsızlık veya anormal hareketlerde
belirgin anosognozi" olduğunu bildirmiştir. En olası
nedenin, "muhtemelen dopaminerjik devrelerdeki nöroleptik kaynaklı bir
eksiklikten kaynaklanan, bunama bozukluğuyla ilişkili bir tür bilişsel
gerileme" olduğu sonucuna varmıştır. "
"Geç
psikoz, klinik olarak daha yerleşik bir durum olan geç demansla
örtüşmektedir. Gualtieri ve meslektaşlarının (1984, 1986) çalışmaları,
hastalarının 'artmış disfori, psikotik semptomlar ve demans karışımından
muzdarip olduğunu' göstermektedir. Klinisyenler, kısmen geç psikoz
gibi görünen bir durum nedeniyle, hastaları nöroleptiklerden ayırmanın
zorluğunun giderek daha fazla farkına varmaktadır. "
"Kronik nöroleptik tedaviyi takiben
şaşırtıcı derecede az sayıda otopsi raporu bulunmaktadır ve bunlar da
bir dereceye kadar kesin sonuçlar vermemiştir."
"...bazı
çalışmalar nöroleptik tedaviden beklenen patolojik değişiklikleri
göstermiştir: bazal gangliyonlarda hücresel kayıp veya dejenerasyon. Bazal gangliyon terimi, striatum (kaudat, putamen ve globus pallidus) ve
nöroleptiklerden güçlü bir şekilde etkilendiği bilinen kara maddeyi
(substantia nigra) belirtmek için kullanılacaktır."
"Hastaların
ortalama hastalık süresi 31 yıl olduğu ve birçoğu kurum dışılaştırmadan
önceki dönemde hastanede öldüğü için, çoğu veya tamamı - muhtemelen kafa
travması ve tespit edilemeyen hastalıklar da dahil olmak üzere - beyin
hasarına neden olabilecek, çok sayıda başka strese maruz kalmış uzun
süreli mahkûmlardı. Görünüşe göre neredeyse tüm hastalar o
kadar çok zararlı strese maruz kalmıştı ki, bulguları şizofreniye
bağlamak veya tedavi de dahil olmak üzere diğer nedenleri dışlamak
imkansızdı."
"TD,
kısmen 'substantia nigra'nın A9 bölgesindeki dopaminerjik nöronların
nöroleptik kaynaklı kronik inhibisyonu sonucu' oluşur.Bu A9 nöronları, 'dopamin salınımını uyardıkları striatal çekirdeklere (kaudat ve putamen), projeksiyon' yapar. A9 nöronlarının 'nöroleptik blokajının' ardından,
striatumdaki 'postsinaptik dopamin reseptör' hedefleri, hem 'dopamin
reseptörlerinin sayısında hem de duyarlılıklarında' telafi edici bir
artışa uğrar. Striatumdaki bu dopamin reseptörü aşırı duyarlılığı veya
hiperreaktivitesi, TD'ye neden olur."
"TD için dopamin modeli, nöroleptiklerin ilk
etkisinin 'Parkinson hastalığını (motor yavaşlama) taklit ederken,
ilaçların gecikmiş etkilerinin (hiperkineziler) Huntington koresini
taklit ettiğini' göstermektedir. Parkinson hastalığının 'karakteristik
lezyonları' substantia nigra'da bulunur. Substantia nigra, nöroleptikler tarafından 'işlevi hızla engellenen, dopamin nöronlarının bulunduğu' yerdir. Huntington koresinin
karakteristik lezyonları striatumda [kaudat ve putamen] bulunur. Striatum, 'kronik nöroleptik inhibisyondan kaynaklanan gecikmiş TD aşırı duyarlılığının ortaya çıktığı' yerdir. Bu, daha önce
belirttiğimiz bir noktayı vurgular: nöroleptik etkiler, 'hem motor
bozukluğa hem de ciddi bilişsel işlev bozukluğuna neden olan nörolojik
hastalıklarla' paralellik gösterir."
"...nöroleptik etkiler, 'hem motor
bozukluğa hem de ciddi bilişsel işlev bozukluğuna neden olan nörolojik
hastalıklarla' paralellik gösterir."
"Marsden (1976),
beynin en yüksek merkezlerinde geri döndürülemez nöroleptik kaynaklı
hasarın - tardif diskineziye benzer şekilde - tehlikesine işaret eden az
sayıdaki kişiden biriydi. "
"Uzun süreli
nöroleptik tedavi, striatal dopamin reseptörü etkisinde görünüşte kalıcı
bir değişikliğe neden olabiliyorsa, aynı şeyin mezolimbik kortikal
dopamin reseptörlerinde de meydana gelebileceği varsayılmalıdır." -Marsden. Lancet'e yazdığı bir mektuptan...
"En yüksek zihinsel merkezlere
yönelik nöroleptik tehdit, benzer nöroleptik inhibisyona duyarlı
dopaminerjik nöronların, 'duygusal ve zihinsel aktiviteleri düzenleyen
mezolimbik sistem ve korteks de dahil olmak üzere beynin en yüksek
merkezlerinde bulunduğu' fark edildiğinde belirginleşir. Bu nöronların
gövdeleri ventral orta beyin tegmentumundan (A10) kaynaklanır ve
aksonlarını, 'nucleus accumbens (çekirdek akumbens), septal çekirdekler, amgydala ve frontal
ve singulat korteks' dahil olmak üzere limbik ve kortikal yapılara
yansıtır ve burada dopamin salınımını uyarır."
"Hayvan araştırmaları, 'dopamin
reseptörlerinin aşırı duyarlılığının, - striatumda olduğu gibi - mezolimbik
ve serebral korteks bölgelerinde' de geliştiğini ve nöroleptik tedavinin sonlandırılmasından sonra
kronikleşebileceğini doğrulamıştır."
"Nöroleptik
ilaçlar, 'yükselen retiküler aktive edici oluşum' üzerindeki etkileriyle
karakterize edilir ve bu da dış ve iç uyaranlara karşı tepkiselliğin ve
spontan aktivitenin azalmasına neden olur. Ayrıca, limbik sistem
üzerindeki etkileri duygusal uyarılmanın körelmesine yol açar." -Lehmann (1975)
"Nöroleptiklerin şu anda A10 bölgesindeki nöronların
aktivitesini, daha yüksek beyin merkezlerine projeksiyonlarıyla
baskıladığı, rutin klinik kullanımda nöroleptiklerin ürettiği 'ilgisizlik, kayıtsızlık veya apati' ile klinik olarak doğrulanmaktadır.
Daha önce ayrıntılı olarak analiz edildiği gibi, bu
etki, lobotomi ve yeni psikocerrahi yöntemleriyle limbik sistem
liflerinin, cerrahi olarak kesilmesinin klinik etkisiyle yakından
paralellik göstermektedir. Nöroleptiklerin etkisini 'kimyasal lobotomi'
olarak nitelendirmek abartı olmaz."
"....dopamin nöronları 'bazal gangliyonların, limbik ve serebral kortikal bölgelerin' işleyişinde
önemli bir rol oynar ve bireyin en yüksek zihinsel yaşamında kritik
öneme sahiptir. İnsan ve hayvan araştırmalarından elde edilen kanıtlar,
nöroleptiklerin dopamin nörotransmitter sistemlerini baskıladığını
doğrulamaktadır. Nöroleptiklerin zihin üzerindeki etkisi, bu nöronal
sistemlerin inhibisyonuyla açıklanabilir. "
"....hayvan deneyleri, kronik nöroleptik tedavisinin 'limbik-kortikal sistemi,
striatumda olduğu gibi etkilediğini ve dopamin reseptörlerinde kalıcı
bir reaktif aşırı duyarlılık yarattığını' ortaya koymaktadır. Bu tür
gözlemlerden, nöroleptik tedavi edilen hastalarda 'kalıcı bilişsel
eksikliklere, tardif demansa ve beyin atrofisine' neden olabilen tardif
diskinezinin 'limbik ve kortikal eşdeğerini' bekleyebiliriz."
"....substantia nigra'daki (A9) bazı dopamin nöronları, striatum
yerine kortekse projeksiyon yapar. Bu nöronlar, nöroleptikler tarafından
bloke edilir ve bu kortikal projeksiyonlardaki işlev bozukluğunun, en üst
düzey zihinsel işlevler üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olması
beklenebilir. .... striatumun 'kendisinin salt motor bir alan olmadığı
ve daha üst düzey zihinsel işlevlerle ilişkili olduğu' bir süredir
bilinmektedir. Striatum,
limbik sistem ve serebral korteks arasında birden fazla bağlantı
vardır."
"Kalıcı TD, muhtemelen geri döndürülemez
striatal hasarın bir sonucudur. Ancak korpus striatum, motor
kontrolünden daha fazlasından sorumludur; çok çeşitli karmaşık insan
davranışlarını etkileyen karmaşık bir organdır. Striatal dokuyu
etkileyen hiçbir hastalığın, yalnızca motor sonuçları olduğu
bilinmemektedir; Parkinson ve Huntington hastalıkları bunlardan
sadece iki örnektir." -Gualtieri ve Barnhill (1988)
"....nöroleptik kaynaklı 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, geç psikoz ve geç
demansın' gelişiminde birkaç ilişkili mekanizma vardır: Dopamin
nöronlarında hasar ve mezo-limbik ve kortikal bölgelerdeki dopamin
reseptörlerinin aşırı duyarlılığı ve beynin en üst kısımlarıyla zengin
bağlantıları olan striatumun kendisinde benzer hasar ve işlev bozukluğu.
Nöroleptiklerin, lobotomi benzeri apati veya ilgisizlik de dahil olmak
üzere, daha yüksek zihinsel işlevlere kalıcı zarar vermesi kaçınılmaz
görünmektedir."
"Nöroleptik Maruziyetinden Kaynaklanan Beyin Yapısal Hasarı... Hayvanlarda
nöroleptik tedavinin bir sonucu olarak ortaya çıkan kalıcı biyokimyasal
değişikliklere (dopamin aşırı duyarlılığı) dair kanıtları kısaca
inceledik. Sinir hücrelerinde kalıcı hasara dair de benzer kanıtlar
mevcuttur."
"Hayvanlarda kronik nöroleptik uygulamasından sonra
bazal gangliyonlarda 'hücre dejenerasyonu ve ölümü' de dahil olmak üzere 'yapısal beyin hasarına' dair kanıtlar bulunmuştur."
"Şizofreni
serebral atrofiye neden olsun ya da olmasın, nöroleptikler de buna neden
olabilir. Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi, nöroleptik öncesi
otopsiler, ilaç döneminden önceki şizofreni hastalarında tutarlı bir
atrofi bulgusu ortaya koymamıştır."
"Nielsen ve Lyon (1978), otuz altı
haftalık nöroleptik tedaviden sonra sıçanların striatumunda hücre kaybı
tespit etmişlerdir. "Sonuçlar ayrıca, uzun süreli nöroleptik tedavinin
kalıcı, geri dönüşümsüz anatomik değişikliklere yol açabileceğini
göstermektedir" sonucuna varmışlardır."
"....nöroleptiklere daha
uzun süreli maruz kalma içeren hayvan çalışmaları - bir yıl ve 36 hafta - bazal
gangliyonlarda beklenen nöronal bozulmayı göstermiştir. Bu bulgular,
nöroleptiklerin kronik uygulamadan sonra bazal gangliyon fonksiyonunda
kalıcı değişiklikler üretme kapasitesini ortaya koymaktadır."
"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten
sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar
bildirmektedir. "
"....tardif psikozun tanımlanması, 'nöroleptiklerin, kalıcı
bilişsel işlev bozukluğuna neden olabileceğine' dair daha sağlam kanıtlar
desteklemektedir. Bu çalışmaların yazarları, nedenselliği şizofreniye değil,
nöroleptiklere bağlamaktadır. Tardif psikozun 'ilaç tedavisinin uzunluğu
ve ilaç kesilmesiyle' ilişkisi ikna edicidir. "
"...hastalar
sıklıkla 'toksik ilaç reaksiyonlarından kaynaklandığı bilinen ancak
şizofreniden kaynaklanmayan, organik bir beyin sendromundan' muzdariptir."
"Yaygın
'bilişsel işlev bozukluğu ve bunama' genellikle toksik ilaçlar gibi 'beyne, organik bir hasar verilmesinden' kaynaklandığından, bilişsel işlev
bozukluğu ve bunama üzerine çalışmalar yapanlar, genellikle şizofreni
yerine 'nöroleptikleri' olası neden olarak tanımlarlar."
"Yaşlılıkta psikoz bazen
hareket bozukluklarıyla birlikte kendiliğinden ortaya çıkar ve ikisi
arasındaki ilişki muhtemelen beyindeki dopamin sisteminin bozulmasıyla
ilişkilidir. Bu bozukluklar, ilaçlardan ziyade
yaşlanmayla ortaya çıksa da, bu bulgu 'dopamin sistemindeki
anormalliklerin hem hareket bozukluklarına hem de zihinsel işlev
bozukluğuna neden olduğu' gerçeğini daha da doğruluyor ve nöroleptik
tedavinin de 'dopamin nörotransmisyonu bozukluklarına' yol açtığını ve
aynı 'olumsuz kombinasyonun' makul bir şekilde beklenebileceğini
gösteriyor."
"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten
sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar
bildirmektedir. Nöroleptiklere daha uzun süreli maruziyetten sonra,
hasarın beklenen lokalizasyonu genellikle bazal gangliyonlarda ve
substantia nigra'da görülür. Hayvan çalışmalarındaki bu bulgular, tedavi
sürelerinin nispeten kısa olması ve bazı raporlardaki nispeten düşük
dozlar göz önüne alındığında özellikle dikkat çekicidir."
"Bir
yıl "uzun vadeli" olarak kabul edilir. İnsanlar genellikle
nöroleptiklere 'uzun yıllar, bazen on yıllarca, bazen de çok yüksek
dozlarda' maruz kalmaktadır. Ayrıca, küçük kemirgenlerin beyinlerinin,
çoğu toksik ajanın neden olduğu hasara karşı büyük memelilere göre 'çok
daha dirençli olduğu' iyi bilinmektedir."
"Genellikle daha
kısa süreli bazı hayvan çalışmalarında bazal gangliyonlarda hasar
bildirilmemiştir; ancak bunların neredeyse tamamı, daha yaygın nitelikte
ciddi ve kalıcı hasar tespit etmiştir. Sıçan korteksinde, 1-5 haftalık
trifluoperazin uygulamasından sonra değişiklikler tespit edilmiştir. "Bazı damarların duvarlarında
homojenleşme" ve "hiperkromik ve buruşuk sinir hücrelerinin" sayısında
artış gibi birçok anormallik tespit edilmiştir. Tedavinin
kesilmesinden bir ay sonra, bazı hayvanlarda herhangi bir anormallik
görülmemiştir; ancak sayısı belirtilmeyen bazı hayvanlarda görülmüştür:
"Bazı deney hayvanlarında kontrol grubuna göre daha fazla hiperkromik
sinir hücresi bulunmuştur." Buna karşılık gelen biyokimyasal
anormallikler de vardı. Özette, "sadece hafif değişiklikler olduğu ve
morfo-histokimyasal çalışmamıza göre bunların geri döndürülebilir
olduğu" belirtiliyordu. Bu sonuç, başlangıçtaki ciddi
değişiklikleri ve tedavinin kesilmesinden bir ay sonra bazı kalıcı
patolojileri doğrulayan verilerle desteklenmiyordu."
"Kobaylarda,
günde 10 mg klorpromazin ile 4-13 haftalık tedaviden sonra hücre ölümü
de dahil olmak üzere yaygın nöropatoloji tespit edildi. "Nöronlarda kronik değişikliklerin oldukça yaygın
olduğu" ve "hücre gövdesinde vakuolizasyon, nöronofaji ve eşlik eden
glial reaksiyon"u içerdiği bulundu. Retiküler formasyon
özellikle etkilenmiş ve hasar, tedavi süresiyle birlikte artmıştır. Kilogram
başına 0,5 ila 5 mg'lık "nispeten düşük" bir klorpromazin dozundan
sonra, Popova (1967), sıçan beyinlerinde 'duyusal-motor korteks, orta
beyin, hipotalamus, talamus ve retiküler formasyon' da dahil olmak üzere
birçok bölgede "sinir hücresi gövdelerinin şişmesi, kromatoliz ve
vakuolizasyonu" gibi yapısal değişiklikler bulmuştur. Retiküler
formasyondaki değişiklikler, fizyologlar tarafından fark edilen
işlevlerinin inhibisyonuyla ilişkiliydi. Coin (1975), dört
haftalık bir tedavinin sona ermesinden iki ay sonra sıçanlarda kortikal
beyin hücrelerinin nükleer hacminde bir azalma bulmuştur. Haloperidol
ile tedavi süresi. Hasarın, serebral korteksin ötesinde lokalize edilmesi
için herhangi bir girişimde bulunulmadı."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
*** *** ***
"Psikiyatrik bozukluğun süresi (aslında
ölçülen değişken!) ile hasar arasında bir korelasyon yoksa, psikiyatrik
bozukluğun neden olması pek olası görünmemektedir."
"Şizofreninin atrofiye neden
olduğunu savunanlar, tedavi edilmeyen şizofreni hastalarının da 'atrofi' gösterdiği iddialarını savunmak için bazen bir veya iki çalışmaya atıfta bulunurlar. Bu
çalışmaları inceledik ve ikna edici olmadıklarını ve birkaç başka
çalışmayla çeliştiklerini gördük. Nispeten tedavi görmemiş
hastalarda atrofiyi gösterdiği zaman zaman belirtilen bir başka
çalışmanın, çoğu birden fazla hastaneye yatış
geçirmiş ve uzun yıllar tedavi görmüş kırk beş yaşın altındaki hastaları
kapsadığı ortaya çıktı. Ayrıca, bu argüman beyin bozukluklarının
nedenine dair pek fazla ışık tutmuyor, çünkü nöroleptiklere maruz
kalmanın veya şizofreninin zararlı etkisini göstermesi muhtemelen zaman
alacaktır. (...) ... yaşam boyu nöroleptik alımı ile tardif
diskinezi arasında hiçbir zaman iyi bir korelasyon kurulmamış olsa da,
nöroleptiklerin 'tardif diskineziye neden olduğunu' biliyoruz. Bu
nedenle, yaşam boyu nöroleptik alımı ile atrofi veya demans arasında
daha kesin bir korelasyon kurmanın zorlaşması şaşırtıcı değildir. Genel
olarak, 'şizofreninin, beyin atrofisine ve kalıcı bilişsel kayıplara
neden olduğunu' varsayan araştırmacılar, ikna edici bir kanıt veya
rasyonel bir gerekçe sunmamaktadır."
"....BT taramalarında bulunan
'atrofinin, şizofreninin ürünü olamayacağına' inanmak için oldukça ikna
edici bir neden bulunmaktadır."
"...nöroleptik kullanımından önce şizofreni hastaları
üzerinde yapılan yüzlerce otopsi çalışmasında tutarlı bir beyin atrofisi
bulgusuna rastlanmamıştır."
"Noyes ve
Kolb'un Modern Klinik Psikiyatri (1958) adlı eserinde, nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, beyin
atrofisi gibi ciddi bir sorundan bahsetmeye bile gerek kalmadan,
herhangi bir türde tutarlı bir nöropatolojik sorun bulunamaması
incelenmiş ve "mevcut görüş eğiliminin" şizofreniyi "yaşam koşullarına
verilen hatalı bir tepkiye" bağladığı sonucuna varılmıştır. Yine
nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, Amerikan Psikiyatri El Kitabı (1959) adlı eserinde Arieti,
şizofreninin nöropatolojisine dair umutların "yetersiz kaldığını" tespit
etmiştir. Daha sonraki ders kitapları, şizofreniklerin
'beyinlerinde büyük patolojik değişiklikler' olma olasılığından
bahsetmeye tenezzül etmeyecektir, çünkü bu soru, herhangi bir bulguya
ulaşılamaması nedeniyle rafa kaldırılmıştır."
"...100 yıldır araştırmacılar, şizofreninin
nöropatolojik veya fizyopatolojik bir nedenini bildirmektedir. Sorun şu
ki, böyle bir bulgu tekrarlanmamıştır. Hasta bunamadan muzdaripse, tanı
şizofreni değildir.” -Lidz (1981), "Şizofren
hastalarda serebral atrofi, genişlemiş ventriküller, nörolojik
defisitler veya bunama var mıdır?" sorusuna yanıt olarak...
"İlaç döneminden önce
postmortem incelemede tutarlı serebral atrofi bulgularına
ulaşılamaması, BT taramalarında son zamanlarda görülen atrofi
bulgularının şizofreninin değil, şizofreniklerin beynine yönelik yeni
bir tehdidin sonucu olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir. Tek
önemli yeni tehdit, halihazırda bir beyin hastalığı olan tardif
diskineziye neden olduğu bilinen nöroleptik ilaçların yaygın
kullanımıdır."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
** Tartışmalar, Sonuçlar, Öneriler
"Dismansi
terimi, nöroleptiklere uzun süreli maruz kalmayla ilişkili yaygın beyin
bozukluğuna atıfta bulunurken literatürde ara sıra kullanılmıştır. Söz
konusu hastalar genellikle DSM-III-R'de tanımlandığı gibi demansa sahip
olduğundan, bu tür bir adlandırma gereksiz görünmektedir. Demansın
iatrojenik kökenli olması, yanıltıcı bir örtmeceyle tabloyu
bulandırmamıza yol açmamalıdır. Günümüzde bazı otoriteler,
nöroleptiklerin, 'kalıcı bilişsel eksikliklere, bunamaya ve beyin
atrofisine' neden olduğuna dair artan kanıtları dikkate alma konusunda
belirgin bir isteksizlik göstermektedir. Örneğin, hiçbir ders kitabı
veya başka kaynak, bu incelemede derlenen ve analiz edilen geniş kanıt
yelpazesini bir araya getirmemektedir. "
"Hastanede yatan
hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif
diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür. Tardif (geç) diskinezi ile uygun şekilde başa çıkma
konusundaki direnç devam etmektedir. Tardif (geç) demans ve beyin atrofisini fark etme
konusunda daha da büyük bir isteksizlik muhtemeldir, çünkü hasar daha da
yıkıcıdır. Ayrıca, 'bilişsel kusurları ve demansı göz ardı etmek,
diskinezileri görmezden gelmekten' daha kolaydır ve 'eksiklikleri, yanlışlıkla hastanın psikiyatrik bozukluğuna bağlamak' da daha kolaydır."
"Klozapin
gibi diğer nöroleptikler kadar akut diskineziye neden olmayan ajanlar
konusunda son bir uyarıda bulunmak gerekir. Klozapin, mezolimbik sisteme
ve serebral kortekse lifler gönderen 'A10 dopaminerjik nöronlarında, tipik bir nöroleptik baskılanma ve reaktif süper duyarlılık' oluşturur. 'Daha az tardif diskinezi vakasına
neden olma' yönündeki doğrulanmamış umutla bu tür ilaçları daha özgürce
kullanmaya aldanmamalıyız. A10 nöronlarına özgüllükleri nedeniyle, bu
nöroleptikler muhtemelen 'kalıcı bilişsel eksiklikler, demans ve atrofiye' neden olmada eşit veya daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır."
"Nöroleptik
ilaçlarla uzun süreli tedavinin, sıklıkla 'kalıcı bilişsel eksikliklere,
bunamaya ve beynin en yüksek merkezlerinde atrofiye' yol açtığını
gösteren ikna edici kanıtlar mevcuttur. Ayrıca, nöroleptiklerin 'reaktif
tardif psikoza da neden olduğuna' dair bazı kanıtlar mevcuttur. "
"Şizofreninin,
özellikle demans ve beyin atrofisi olmak üzere, 'bu olumsuz etkilerden
herhangi birine neden olduğuna inanmak' için çok az neden vardır veya hiç
yoktur. Yaygınlık hakkında en tutarlı bilgiler, beyin atrofisini ölçen
beyin taramaları ile elde edilmiştir. "
"Nöroleptik tedavi
gören hastalarda %10-40 arasında bir yaygınlık tahmin edebiliriz; bu
oran tedavi süresi ve yaşla birlikte artmaktadır. Bu oran daha düşük
aralıkta olsa bile, ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin
hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan
milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı
hasar gelişmiştir."
".... ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin
hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan
milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı
hasar gelişmiştir."
"Tarihte daha önce hiçbir zaman psikiyatri ve tıp mesleği,
nöroleptik kaynaklı 'tardif diskinezi, kalıcı bilişsel eksiklikler,
tardif demans ve beyin atrofisi salgını' gibi boyutlarda bir 'iatrojenik
trajediyle' karşı karşıya kalmamıştır. Mesleğin, dünya çapında
milyonlarca hastaya verdiği zararın sorumluluğunu üstlenmesinin zamanı
geldi."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
*** *** ***
** Neler yapılmalıdır, hangi adımlar atılmalıdır?
"İlk olarak,
nöroleptik kaynaklı 'kalıcı bilişsel eksiklikler, geç demans ve beyin
atrofisi' tehdidi, PDR'de ve ilaç şirketlerinin reklamlarında dikkate
alınmalıdır. İkinci olarak, TD ile birlikte kalıcı bilişsel
eksiklikler, geç demans ve beyin atrofisi, nöroleptik tedaviye
başlamadan önce hastalara ve ailelerine verilen standart
bilgilendirilmiş onam uyarısının bir parçası haline getirilmelidir.
Genel halk da bu yaygın kullanılan ilaçların tehlikeleri konusunda
uyarılmalıdır. Üçüncü olarak, psikiyatri ders kitapları
(Nicholi, 1988; Talbot ve ark. , 1988) ve derlemeler, konuyla ilgili
tartışmaları artık şizofreni bölümlerine indirgememeli, bunun yerine
nöroleptik yan etkiler arasında uygun bağlamına yerleştirmelidir. Ders
kitapları ve derlemeler konuyu tartışmalı bulsalar bile, yine de sorunu 'büyük önem taşıyan bir sorun' olarak sunmalıdırlar. Dördüncüsü, gelecekteki araştırmalar 'doğrudan nöroleptiklerin beyin ve zihinde neden olduğu hasara' odaklanmalıdır.
Beşinci olarak, sağlık meslekleri, iatrojenik beyin hasarı olan kişilerin rehabilitasyonu için her türlü yöntemi bulmak ve uygulamakla yükümlüdür. Bunun bir parçası olarak, kafa travması mağdurlarının rehabilitasyonunu çevreleyen büyüyen hareket, 'nöroleptik tedaviyle yaralanan hastaları da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.' Altıncı olarak, beynin en üst merkezlerine zarar verme tehdidi, nöroleptiklerin kullanımının arkasındaki varsayımların, kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için bir neden daha oluşturmaktadır. Kullanımlarını azaltmak için her türlü çaba gösterilmelidir. Yedinci olarak, profesyonellerden (Breggin, 1980d; Karon ve Vandenbos, 1981; Mosher ve Burti, 1989j, Walkenstein, 1972) ve öz yardım gruplarından (Chamberlin, 1978; Low, 1950; Zinman ve ark. , 1987) yararlanan 'farmakolojik olmayan tedavi alternatiflerine' daha fazla önem verilmelidir. Son olarak, genel tıpta köklü bir yer edinen hastanın 'tedaviyi reddetme hakkı', psikiyatriye de daha kapsamlı bir şekilde genişletilmelidir. İlaçların kötüye kullanılmasına karşı en iyi koruma, bilgilendirilmiş onama dayalı gönüllü bir psikiyatridir. "
Beşinci olarak, sağlık meslekleri, iatrojenik beyin hasarı olan kişilerin rehabilitasyonu için her türlü yöntemi bulmak ve uygulamakla yükümlüdür. Bunun bir parçası olarak, kafa travması mağdurlarının rehabilitasyonunu çevreleyen büyüyen hareket, 'nöroleptik tedaviyle yaralanan hastaları da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.' Altıncı olarak, beynin en üst merkezlerine zarar verme tehdidi, nöroleptiklerin kullanımının arkasındaki varsayımların, kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için bir neden daha oluşturmaktadır. Kullanımlarını azaltmak için her türlü çaba gösterilmelidir. Yedinci olarak, profesyonellerden (Breggin, 1980d; Karon ve Vandenbos, 1981; Mosher ve Burti, 1989j, Walkenstein, 1972) ve öz yardım gruplarından (Chamberlin, 1978; Low, 1950; Zinman ve ark. , 1987) yararlanan 'farmakolojik olmayan tedavi alternatiflerine' daha fazla önem verilmelidir. Son olarak, genel tıpta köklü bir yer edinen hastanın 'tedaviyi reddetme hakkı', psikiyatriye de daha kapsamlı bir şekilde genişletilmelidir. İlaçların kötüye kullanılmasına karşı en iyi koruma, bilgilendirilmiş onama dayalı gönüllü bir psikiyatridir. "
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
*** *** ***
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Beyin atrofisi ve bunama
bulgularının şizofreniden değil, nöroleptik tedavilerden kaynaklanabileceğini gösteren bazı örnekler..)"....beyin
atrofisi ve bunama ile karakterize organik bozukluklar genellikle geri
döndürülemezdir. Aksine, çoğunlukla ilerleyicidirler. Yine de Bleuler ve
diğerleri tarafından, birçok şizofreni hastasının zamanla 'iyileştiği';
hastaların üçte biri veya yarısına kadarının yıllar içinde önemli ölçüde
'iyileşme gösterdiği' iyi belgelenmiştir."
"....bunama
bozukluğu bir kez ilerledikten sonra, nadiren kendiliğinden düzelir.
Yine de, bazı şizofreniklerin 'hastanede çıkan yangın gibi akut acil
durumlara, geçici olarak büyük bir berraklık ve sorumluluk duygusuyla
tepki verme yeteneklerine' dair çok sayıda klinik gözlem mevcuttur."
"...şizofreni hastaları klasik hastalık belirtileri göstermezler;
hayatlarının en parlak döneminde psikotik olma eğilimindedirler. Zaman
içinde, genellikle ilerleyici nörolojik kayıplarla ilişkilendirilen 'erken yaşlanma, halsizlik, nöbetler veya nörolojik belirti ve semptomlar'
gibi fiziksel bozulma belirtileri gösterme eğiliminde değillerdir.
Normal insanları etkileyen aynı hastalıklardan ölürler. - Bleuler, 208
hastayı onlarca yıl boyunca takip ederek, çoğunun "ileri yaşlarına
rağmen" genel olarak sağlıklı kaldığını bulmuştur."
"....şizofreni hastaları, kısa süreli hafıza sorunları da dahil olmak üzere,
bunama bozukluğunun erken evrelerinin tipik belirtilerinden muzdarip
değildir. Örneğin, 'Alzheimer hastalığı, multienfarkt demans ve Parkinson
hastalığı, Huntington koresi veya multipl sklerozla ilişkili demans
hastalarından' ayırt edilmeleri genellikle kolaydır."
"Ancak şizofrenik psikozlarda, her ciddi hastalık
durumunun arkasında 'eski entelektüel yeterlilik, sıcaklık ve duygusal
derinlik' defalarca fark edilebilir." -Manfred Bleuler Şizofrenik Bozukluklar kitabı (1978)
"....şizofrenik iletişimler, atrofi ve bunamaya yol açan genel bir beyin
hastalığıyla ilişkili zihinsel bozulmadan çok farklı bir süreci işaret
eder. Şizofrenlerin zihinsel işlevleri bozulmaz, aksine yanlış
yönlendirilir veya psikolojik ve ruhsal olarak dengesizleşirler.
Şizofrenler genellikle 'aşk, yaşam veya Tanrı'nın anlamı' üzerine
psikolojik ve ruhsal çatışmaları ele alan alışılmadık ve karmaşık
metaforlar kullanırlar. Çoğunlukla, varsayılan 'kötü veya yüce doğaları' kavramı etrafında büyük bir tutku sergilerler. Normal bir zihinsel
yaşamda genellikle yalnızca bir veya iki belirli yanlış fikir (sanrı)
ortaya çıkar ve bunlar, 'genel beyin işlevinin, normal olduğunu gösteren
entelektüel bir canlılık ve yüksek derecede zihinsel keskinlikle 'savunulur."
"Bu noktalar, şizofreniye
yol açan gizli bir biyokimyasal nedenin gelecekte keşfedilmesi
olasılığını ortadan kaldırmaz, ancak 'şizofreninin beyin atrofisi ve
bunamaya yol açan daha ciddi bir nörolojik bozukluğun nedeni olma
olasılığını ortadan kaldırma' eğilimindedir. Beyin atrofisi ve bunama
bulgularının şizofreniden kaynaklandığına inanmak için neredeyse hiçbir
neden yoktur, ancak nöroleptik tedaviyi suçlamak için önemli nedenler
vardır."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçlar, çeşitli kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel hastalıklar ve bunlara bağlı semptomlarına neden olur )- Bu da... psikiyatrik ilaç kaynaklı beyin hasarı ve buna bağlı semptomlar ile çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklar arasındaki benzerlikleri nedeniyle, psikiyatrik ilaç kaynaklı beyin hasarı ve semptomlarının, benzerlik gösteren hastalıklara bağlanmasına yol açar" ile ilgili bazı örnekler..."Nöroleptiklerin, letarjik ensefalitin neredeyse
tüm semptomlarını deneysel olarak yeniden üretebildiği bulundu. Aslında,
yeni ilaçlarla gerçek ensefalit salgınlarına neden olmak mümkündü.
Semptomlar, geri dönüşümlü (geri dönüşümü olan) uyuşukluktan her türlü diskinezi
ve hiperkineziye ve sonunda parkinsonizme doğru ilerledi. İlacın
kesilmesiyle, semptomlar geri dönüşümlü görünüyordu. (....) Dahası, ensefalit ve
parkinsonizmle karşılaştırılabilir etkiye sahip bu ilaçların, sonunda 'geri dönüşümsüz (geri dönüşümü olmayan) sekonder nörolojik sendromlara neden
olabileceğinden' endişe edilmiş olabilir. Bu tür etkiler inkar edilemez:
Kalıcı diskinezilerin ortaya çıkabileceği yıllardır biliniyor." -Deniker (1970)
"Letarjik
ensefalit ile nöroleptik toksisite arasındaki paralellik, birçok açıdan
dikkat çekiciydi. Her iki hasta grubunda da başlangıçta 'ilgisizlik veya
duyarsızlık' görüldü, ardından çeşitli diskineziler ortaya çıktı; ve her
iki hasta grubunda da, bir gecikmeden sonra, diskineziler bazen kalıcı
hale geldi. Letarjik ensefalit söz konusu olduğunda, birçok hasta
iyileşmiş gibi görünse de, yıllar sonra 'yıkıcı nörolojik bozukluklara' geri döndüler. Parkinson hastalığının birçok vakası, yıllar
sonra, 'daha önce letarjik ensefalite maruz kalınmasına' bağlandı.
Parkinson hastalığı, 'letarjik ensefalit ile ilişkili en yaygın "tardif"
veya gecikmiş motor bozukluk' olsa da, ilaca bağlı TD'ye (aşağıya
bakınız) daha benzer 'başka diskinezilerin' de geliştiği bilinmektedir."
"Viral
hastalık ile ilaca bağlı hastalık arasında daha da tehdit edici bir
potansiyel paralellik vardı. Post-ensefalitik hastaların çoğu, belirgin
bir iyileşmenin ardından, daha sonra 'şiddetli psikozlar ve bunama' geliştirdi. Bu nedenle,
letarjik ensefalit ile nöroleptik etkiler arasındaki paralelliğin
tamamlanması, nöroleptiklere maruz kalmanın 'TD'ye ek olarak, tardif
psikoz ve tardif bunama gibi komplikasyonlara yol açabileceğinin' keşfedilmesini bekliyordu. "
"İlaçların etkileri ile viral
ensefalopatik etkiler arasındaki paralellik, ilaçların zihinsel
bozulmaya da yol açacağının kanıtı değildi; ancak benzer mekanizmaların
ve dolayısıyla benzer olumsuz sonuçların mümkün olduğuna dair bir uyarı
niteliğindeydi. "
"Ensefalitin sonuçları
arasında birçok kas, psişik ve otonomik tepki bulunur; ve
fenotiyazinlerden kaynaklanan nörolojik komplikasyonların çoğu,
ensefalit sonrası parkinsonizm aralığındadır." -Paulson (1959)
"...Brill (1959), letarjik ensefalit ile nöroleptikler arasındaki
benzerliğe de değinerek, "tam dozda kullanıldıklarında kronik
ensefalitik sendromun en göze çarpan özelliklerinin çoğunu yeniden
üretebilen..." yorumunu yapmıştır. Brill, hem viral
hastalığın hem de ilaç reaksiyonunun benzer nörolojik ve zihinsel
etkilere yol açtığını, bunların arasında "akut ensefalitin
uyandırılabilir uyuşukluğunun" da bulunduğunu belirtmiştir. "
".....Hunter ve
arkadaşları (1964), salgın viral hastalık ile ilaç etkisi arasındaki
paralelliği tekrar fark etmiş ve 'nöroleptiklerin, kimyasal olarak
tetiklenen 'bir ensefalite' neden olduğunu' öne sürmüşlerdir."
"Letarjik
ensefalitin etkisi ile nöroleptiklerin etkisi arasındaki klinik
benzerlik göz önüne alındığında, her ikisinin de beyin patolojisinde
benzerlikler olup olmadığı merak konusu olabilir."
"Letarjik ensefalitten en çok etkilenen
bölgeler olan bazal gangliyon ve substantia nigra hücreleri, aynı
zamanda TD üretiminde 'nöroleptik ilaçlardan en çok etkilenen 'bölgelerdir. Substantia nigra ve bazal gangliyonlar (kaudat ve putamen),
nigra-striatal yolu oluşturur. Bu yol, TD gelişiminde nöroleptiklerin
geri dönüşümsüz bir şekilde etkilediği görülen dopamin nöronları içerir. Daha önce de belirtildiği gibi, 'bu bölgeler, bazen
nöroleptik tedavi edilen hastaların ve hayvanların otopsilerinde hasarlı olarak' bulunur."
"Letarjik
ensefalitin, bazen diskinezilerin yanı sıra demansa da neden olduğunu
daha önce görmüştük. Diskinezilere neden olan diğer bazı hastalıklar da
demansa yol açma eğilimindedir. Diskinezileri bir şekilde TD'yi taklit
eden Huntington koresi, genellikle ciddi zihinsel bozulmaya neden olur.
En karakteristik patoloji bazal ganglionlarda (kaudat ve putamen)
bulunurken, frontal ve temporal loblarda daha az şiddetli doku kaybı
görülür. Huntington hastalığındaki otopsi
bulguları, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda yapılan otopsi
çalışmalarında bulunan bulgulara benzerdir, ancak daha şiddetlidir."
"Nöroleptik tedavi gibi, Parkinson hastalığı
da sıklıkla 'duygusal tepkilerde körelmeye veya yavaşlamaya' neden olur.
Parkinson hastalığının karakteristik lezyonları, substantia nigra'da
bulunur."
"Subkortikal demans hastaları, 'zihinsel
işlevlerde yavaşlama ve ilerleyici hafıza bozukluğu' gösterirler. Huber
ve Paulson bağlantıyı kuramasa da, nöroleptiklerin kalıcı zihinsel işlev
bozukluğu ve bozulmaya yol açmasının olası mekanizmalarından biri de
subkortikal demanstır; ancak başka olası mekanizmalar da mevcuttur."
"Bazal gangliyonlar ve
substantia nigra'daki dopamin nörotransmisyonundaki uzun vadeli
farmakolojik değişiklikler, yalnızca hareket bozukluklarına değil, aynı
zamanda demans da dahil olmak üzere ciddi ve potansiyel olarak geri
döndürülemez bilişsel işlev bozukluklarına da yol açma potansiyeline
sahiptir."
"Literatürdeki birçok kaynakta ilaçların "nörotoksisitesinden" de
bahsedilmektedir. Rutin tedavide çoğu hastada 'parkinson
sendromu, distoni, akatizi ve titreme' gibi nörotoksisite belirtilerinden
biri veya birkaçı görülür. Dozajla az çok orantılı olarak gelişen 'ilgisizlik, ilgisizlik (/kayıtsızlık) ve uyuşukluk' da toksik reaksiyonlara
bağlanabilir."
"Nöroleptik malign sendrom
gibi ilaçlara karşı zaman zaman görülen şiddetli reaksiyonlar, bir
zamanlar korkulan letarjik ensefalitin tanımlanan akut fazını yakından
taklit eder. Nöroleptik malign sendrom, 'aşırı diskineziler, kas
hipertonisitesi, bilinç bozukluğu, hipertansiyon ve otonom sinir sistemi
instabilitesi ile birlikte şiddetli merkezi sinir sistemi zehirlenmesi 'belirtilerini içerir. Vakaların
%10-20'si ölümcüldür. Hastaların küçük bir yüzdesinde bile (tahmini %1-2
veya daha az) böylesine aşırı toksik bir reaksiyonun görülmesi, bu
ilaçların, 'zarar verici potansiyelini' bir kez daha göstermektedir."
"Nöroleptiklerin
beyindeki protein sentezi, 'mitokondriyal aktivite, membran yapısı ve
çoğu enzim' dahil olmak üzere birçok biyokimyasal süreç üzerindeki 'olumsuz etkileri', kapsamlı bir çalışma bütününde açıklanmıştır. Dopamin, 'gama-aminobütirik asit (GABA) ve asetilkolin dahil olmak üzere çeşitli
nörotransmitter sistemleri' etkilenir. Protein
sentezi, bazal ganglionlarda maksimum düzeyde inhibe edilir. Bu bulgu, nöroleptiklerin beynin bu bölgesi üzerindeki
etkisini gösteren birçok kaynaktan gelen kanıtlarla tutarlıdır."
"Dikkatler 'dopaminerjik nöronların blokajına 'odaklansa da, nöroleptiklerin, 'beyindeki birçok süreci bozduğu' unutulmamalıdır. Bu ilaçların birçok olumsuz etkisinin, etkilerinin
karmaşıklığı ve mevcut yöntemlerimizle tespit edilmesinin zorluğu
nedeniyle dikkatimizden kaçabileceğini öngörmeliyiz. Nöroleptiklerin
genel nörotoksik etkisi, beyin ve zihin işlevlerine yönelik potansiyel
tehlikeler konusunda bir uyarı daha sunmaktadır."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)
*** *** ***
*VE DİĞERLERİ..
"Nöroleptik
(antipsikotik) ilaçlar: On milyonlarca insanı etkileyen beyin
yaralanmaları ve bununla ilişkili tardif diskinezi salgını... Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, herhangi bir tıbbi tedaviden ziyade,
letarjik ensefalit adı verilen viral bir beyin hastalığı gibi bireyi
etkiler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)
"TD,
nöroleptik ilaçların neden olduğu kalıcı, genellikle geri döndürülemez
bir nörolojik bozukluktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların reçete edilmesi, trajik boyutları
büyük ölçüde fark edilmeyen dünya çapında bir tardif diskinezi ve diğer
nörolojik bozukluklar salgınına yol açmıştır. Halk, sokaklarda 'çiğneyen,
yüzünü buruşturan, jest yapan, poz veren, gergin bir şekilde sallanan
veya garip bir şekilde ayakta durup yürüyen' birçok "tuhaf görünümlü"
insanın tardif diskinezi (TD) hastası olduğunun farkında değildir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Sadece TD'ye dayanarak, nöroleptik
(antipsikotik) ilaçlar, günümüzde kullanılan en toksik ve ölümcül ilaçlar
arasındadır. Ancak TD, birçok olumsuz nörolojik etkiden yalnızca
biridir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
"Nöroleptik öncüleri, bu ilaçların letarjik ensefalite benzer
şekilde 'duygusal kayıtsızlık, ilgisizlik ve duyarsızlığa' nasıl yol
açtığını gördüler. İlaçların ayrıca, 'parkinsonizm ve tardif diskinezi
(TD)' de dahil olmak üzere, salgın ensefalit ile ilişkili olanlara benzer
nörolojik sendromlara da yol açtığını fark ettiler. Yeni
ilaçların, viral ensefalite benzer bir beyin hasarı salgınına yol
açabileceğini öngördüler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)
"TD'nin yol açabileceği ciddi yan etkiler göz
önüne alındığında, ilaçlar 'muazzam fayda' sağlasa bile, maliyeti çok
yüksek olurdu. Ancak ilaçların 'hiçbir iyileştirici değeri yoktur' ve
yalnızca bireylere ensefalit benzeri bir 'uyuşukluk, ilgisizlik ve
duyarsızlık' aşılayarak, - onları kendileri ve başkaları için daha az
sorunlu hale getirerek - işe yarayabilirler. Kullanımlarını yeniden
değerlendirmenin zamanı geldi." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)
"TD, 'yüz, çene, göz kapakları, dil, boyun,
omuzlar, sırt, karın, eller ve ayaklar, el ve ayak parmakları' dahil 'ekstremiteler, diyafram, ses telleri ve yemek borusu' dahil olmak üzere
tamamen veya kısmen 'istemli kontrol altında olan herhangi bir kasın
anormal hareketleri' olarak ortaya çıkar. TD, 'nefes almayı,
konuşmayı ve yutkunmayı' bozabilir. Tardif distoni olarak adlandırılan
bir tür, 'acı verici, vücudu bozan ve hareket kabiliyetini kısıtlayan' kas
spazmlarına neden olabilir. Tardif akatizi olarak adlandırılan bir
diğer tür ise 'aşırı duygusal ajitasyona, intihara, şiddete, psikoza ve
kişinin genel durumunda kötüleşmeye' yol açacak kadar güçlü bir içsel
işkenceye neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)
""Tardif
diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir
rahatsızlıktır. (...) "Yeni antipsikotik ilaçlar listesinde 'Risperdal
(risperidon), Abilify (aripiprazol), Geodon (ziprasidon), Invega
(paliperidon), Latuda (lurasidone), Rexulti (brexpiprazol), Saphris (asenapin), Seroquel (ketiapin) ve Zyprexa
(olanzapin)' yer almaktadır. Eski antipsikotik ilaçlar arasında 'Haldol
(haloperidol) ve Thorazine (klorpromazin)' bulunmaktadır. Hepsi TD'ye
neden olur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Tardif
diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir
rahatsızlıktır. En belirgin olarak, normalde kısmen veya tamamen istemli
kontrol altında olan vücut kaslarını etkileyen, şekil bozukluğuna yol
açan ve bazen tamamen işlevsiz bırakan 'tuhaf istemsiz hareketlere' neden
olur. Bunlara 'gözler, ağız, dil, yüz, kollar ve bacaklar,
el ve ayak parmakları, boyun ve omuzlar, sırt ve gövde' dahildir. 'Diyaframı ve nefes almayı, ses tellerini ve konuşmayı veya yemek
borusunu ve yutmayı' etkileyebilir. Genellikle boyun ve omuzlarda ağrılı
ve deformasyona yol açan spazmlara (tardif distoni "tardive dystonia")
neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"TD, insanları 'psikoza, şiddete ve intihara' sürükleyen işkence benzeri bir içsel ajitasyona (tardif akatizi) neden olabilir. TD özellikle şiddetli olduğunda, genellikle 'bilişsel bozukluklar, bunama ve psikozla' ilişkilendirilir. TD'den muzdarip kişiler 'toplumdan soyutlanma eğilimindedir ve çoğu engelli hale gelir.'" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"TD, insanları 'psikoza, şiddete ve intihara' sürükleyen işkence benzeri bir içsel ajitasyona (tardif akatizi) neden olabilir. TD özellikle şiddetli olduğunda, genellikle 'bilişsel bozukluklar, bunama ve psikozla' ilişkilendirilir. TD'den muzdarip kişiler 'toplumdan soyutlanma eğilimindedir ve çoğu engelli hale gelir.'" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Bir kişi, birkaç aydan uzun
süredir TD'den muzdaripse, iyileşme olasılığı çok düşüktür. Etkili ve
güvenli bir tedavi yoktur. İlaçlar bırakıldığında, TD'li bazı kişiler
zamanla, genellikle tam iyileşme olmadan iyileşir. Diğerlerinde ise 'yeni
semptomlar gelişir ve daha fazla işlev bozukluğu' ortaya çıkar. TD, bir
veya birden fazla semptom olarak ortaya çıkabilir, günden güne değişir
ve uykuda kaybolma eğilimindedir. 'Gerginlik, anksiyete ve yorgunluk
semptomları' geçici olarak kötüleştirebilir, ancak TD'ye neden olmada
hiçbir rol oynamaz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Antipsikotik ilaç kullanan kişilerde TD
oranları astronomiktir. Antipsikotik ilaç kullanan sağlıklı genç
yetişkinlerde kümülatif oran yılda %5-8'dir ve bu oran 3 yılda %15-24'e
çıkar. Bu oran yaşla birlikte istikrarlı bir şekilde artar ve 65 yaş ve
üzeri hastalarda yılda %25-30 kümülatif orana eşit veya daha fazladır.
Antipsikotik ilaç kullanan çocukları, genç yetişkinlere benzer oranlarda
etkiler ve daha başlamadan hayatlarını mahvedebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)
"Benzodiazepinlerin
Olumsuz Davranışsal Etkilerinin Analizi ve FDA'nın Spontan Bildirim
Sisteminden Bilimsel Sonuçlar Çıkarılması Üzerine Bir Tartışma..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)
"Benzodiazepinler,
'geri tepme anksiyetesi ve uykusuzluk, mani ve diğer psikoz türleri,
paranoya, şiddet, antisosyal davranışlar, depresyon ve intihar' dahil
olmak üzere çok çeşitli 'anormal zihinsel tepkilere ve tehlikeli
davranışsal anormalliklere' neden olabilir. Bu ilaçlar 'bilişi',
özellikle 'hafızayı' bozabilir ve 'kafa karışıklığına' yol açabilir.
Bağımlılık ve bağ(ım)lılık yaratabilirler.
'Psikoz, nöbetler ve ölümle' sonuçlanan 'şiddetli yoksunluk sendromları'
gelişebilir. Kısa etkili benzodiazepinler olan alprazolam (Xanax) ve
triazolam (Halcion), özellikle 'psikolojik ve davranışsal
anormalliklere' neden olma eğilimindedir. (....) Bu olumsuz ilaç etkileri, bireylerin ve ailelerinin
yaşamlarında büyük hasara yol açabilir. Benzodiazepinler,
onlarca yıldır literatürde ve klinik uygulamada 'zihinsel ve davranışsal
anormalliklere' neden olma kapasiteleri nedeniyle bilinmektedir."
"Benzodiazepinlerin 'beyni devre dışı bırakan veya toksik' etkileri, genel olarak birbiriyle
örtüşen birkaç kategoriye ayrılabilir: (1) sedasyon (huzur)
veya hipnoz (uyku) oluşturmanın birincil klinik etkisi, derece dışında
toksik bir etkiden ayırt edilemez; (2) kısa süreli hafıza bozukluğu ve konfüzyondan deliryuma kadar uzanan bilişsel işlev bozukluğu; (3)
kendine veya başkalarına karşı şiddetin yanı sıra 'ajitasyon, psikoz,
paranoya ve depresyonla' birlikte görülen inhibisyon bozukluğu
(disinhibisyon) veya dürtü kontrolünün kaybı; (4) bireyin
rutin kullanımdan sonra anksiyete ve uykusuzluktan, uzun süreli, daha
yüksek dozların ani kesilmesinden sonra psikoz ve nöbetlere kadar
çeşitli semptomlar yaşadığı yoksunluk belirtileri; (5) geri
tepme belirtileri; bireyin ilaç öncesi semptomları - anksiyete,
uykusuzluk veya diğer ciddi duygusal tepkiler - yeniden deneyimlediği,
ancak ilaç tedavisine başlamadan öncekinden daha yoğun olduğu yoksunluk
belirtileri. Yoksunluk ve geri tepme, dozlar arasında gerçekleşebilir ve
özellikle kısa etkili olanlar olmak üzere benzodiazepinlerin rutin
kullanımı sırasında anksiyete ve diğer semptomlara neden olabilir; (6)
ilaca bağımlı hissetmekten, ilaç suistimaliyle ilişkili kendine zarar
verici davranışlara kadar - süreklilik boyunca uzanan - bağımlılık
ve suistimal veya bağ(ım)lılık."
"Uyarılmayı azaltmak veya muhtemelen hipomanik
bir durumu tedavi etmek için verilen benzodiazepinler, frontal lobların
inhibisyon mekanizmasını bozarak, dürtüsel davranışları
şiddetlendirebilir. Barbitüratların da benzer etkileri olabilir." -Fogel
ve Stone (1992, s. 341) (72)
"Benzodiazepinlerin
neden olduğu anormal davranışın en az iki olası nedeni vardır. Bir
mekanizma, merkezi sinir sistemi fonksiyonunun doğrudan
baskılanmasıdır ve bu da 'yargı ve dürtü kontrolü bozukluğu da dahil
olmak üzere yönetici ve bilişsel yetilerin bozulmasına' yol açar.(....) İlaca maruz kalmanın ardından 'beyinde oluşan
telafi edici reaksiyonlar da, ciddi davranışsal anormalliklere' neden
olabilir. Benzodiazepin dozlar arasında kesildiğinde veya etkisini
kaybetmeye başladığında, 'yoksunluk belirtileri ve geri tepme belirtileri' ortaya çıkar."
"Deneyimli bir alkol kullanıcısının aksine, güvenen
bir benzodiazepin kullanıcısının "kontrolü kaybetme" beklentisi için
çok az nedeni vardır. İlacın 'kendisine zarar vermesini değil, yardım
etmesini bekleyen' hasta, potansiyel olarak 'bunaltıcı öfke veya şiddet
duygularını veya diğer istenmeyen duygusal tepkileri' anlama veya yönetme
konusunda daha az beceriklidir. O anda hasta, 'alışılmadık davranışa
neyin sebep olduğunu' çok az anlayabilir ve geriye dönüp bakıldığında 'parçalanmış, iyi hatırlanmayan bir kabus' gibi görünebilir."
"Yirmi
yılı aşkın süredir devam eden standart ders kitapları ve incelemelerin
yanı sıra çeşitli klinik çalışmalar, benzodiazepin kaynaklı davranışsal
anormalliklerin yaygın olarak tanındığını doğrulamaktadır. (...) ....plasebo kontrollü bir çalışmada, klordiazepoksit alan
gönüllülerin 'kişilerarası bir hayal kırıklığı durumuyla
karşılaştıklarında, daha düşmanca davrandıklarını' bulmuşlardır. (....) ....birçok benzodiazepin kaynaklı "sinirlilikten artan
sözlü düşmanlığa ve açık sözlü saldırıya kadar uzanan" tezahürleri olan
inhibisyon bozukluğu hakkındaki literatürü incelemiştir. (s. 184).
İnceleme, 'düşmanlık duygularında veya sözlü düşmanlıkta artış olduğunu' gösteren çeşitli çalışmalar buldu."
"Ancak son gözlemler, düşmanlığın 'alprazolam ve klonazepam' dahil 'tüm
benzodiazepinlerde' görülebileceğini doğruladı." -Salzman (1992), "benzodiazepin kaynaklı 'şiddetin', tartışmalı doğası...sonuç"
"Olumsuz psikolojik etkiler: Benzodiazepinler paradoksal
etkilere neden olabilir. Nitrazepam sıklıkla, flurazepam ise ara sıra,
özellikle kullanımın ilk haftasında 'kabusların' görülme sıklığını artırır. Flurazepam zaman zaman 'gevezelik, anksiyete, sinirlilik,
taşikardi ve terlemeye' neden olur. Çeşitli
benzodiazepinlerin kullanımı sırasında 'öfori, huzursuzluk,
halüsinasyonlar ve hipomani davranışları' görüldüğü bildirilmiştir.
Anksiyete giderici benzodiazepinlerin, düşük anksiyete seviyelerine
sahip bazı kullanıcılarda 'tuhaf, engellenmemiş davranışlara' yol açtığı
bildirilmiştir; bazılarında ise 'düşmanlık ve öfke' görülebilir. 'Paranoya,
depresyon ve intihar düşünceleri' de zaman zaman bu ilaçların
kullanımına eşlik eder." -Rall
(1990), "benzodiazepinlerin olumsuz davranışsal etkileri..."
"Benzodiazepinler zaman zaman 'artan anksiyete,
uykusuzluk, kabuslar, uyku başlangıcında hipnogogik halüsinasyonlar,
sinirlilik, hiperaktif veya agresif davranışlar ve epileptiklerde
nöbetlerin alevlenmesiyle paradoksal uyarılmaya' neden olur. Bazı
kişilerde 'artan saldırganlık, düşmanlık ve dürtüsellik' görülür ve 'öfke
nöbetleri ve şiddet' içeren davranışlara yol açabilir." -Ashton (1995), "benzodiazepinlere karşı olumsuz davranışsal tepkileri..."
(Ashton 1995) - "Cinsel
suçlar ve şiddet eylemleri (hem cinayet hem de intihar) dahil olmak
üzere antisosyal eylemlerin, benzodiazepinlere atfedildiğini ve tıbbi ve
hukuki komplikasyonlara yol açtığını" belirtmektedir. Bu
olumsuz davranışsal tepkilerin görülme sıklığının bilinmediğini, ancak
nadir görüldüğünü belirtmektedir."
"APA görev gücü raporu, "anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik, kas
gerginliği"ni sık görülen belirtiler olarak listeleyen bir "kesilme
belirtileri" tablosu sunmaktadır. Tabloda "depresyon" ve "kâbuslar" ile
"uyuşukluk" yaygın ancak daha az sıklıkta listelenmiştir. Klinik
deneyimler, 'anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik,
kabuslar ve depresyonun' birleşiminin intihar ve şiddet de dahil olmak
üzere bir dizi 'davranışsal anormalliğe' yol açabileceğini göstermektedir. Tehlikelere ek olarak, görev gücünün
nadir görülen belirtilerin tam listesi "psikoz, nöbetler, sürekli kulak
çınlaması, konfüzyon, paranoid sanrılar, halüsinasyonlar"ı içermektedir.
Kesinti belirtileri, 'dozlar arası dönemlerde ve ilacın tamamen
kesilmesinden sonra' da ortaya çıkabilir."
"....alprazolam ve diğer
benzodiazepinlerin doğrudan etkileri, psikotik boyutlarda 'advers ilaç
reaksiyonlarına' yol açabilir. (....) ....benzodiazepinler bir grup olarak "davranış sorunları;
histeri; psikoz; intihar eğilimleri" de dahil olmak üzere ciddi
psikiyatrik sorunlara neden olabilir. (...) ....Merkezi
sinir sistemi işlevini bozarak, diğer etkilerinin yanı sıra "yönelim
bozukluğu... kafa karışıklığı... deliryum... öfori... ajitasyon"a neden
olabilirler. (....) ...."heyecan, uyarılma ve akut
öfke" ile "aşırı uyarılmış durumlar, anksiyete, halüsinasyonlar" dahil
olmak üzere "paradoksal reaksiyonlar" belirtilmiştir."
"Bir
psikoz olan mani, alprazolam açısından özel bir tehlikedir. (....) "Alprazolam ile öfke, düşmanlık
ve mani ve hipomani atakları gözlemlenmiştir. (...) ... alprazolam
ve diazepam (Valium) ile "şiddetli ataklar" gözlemlenmiştir. (....) Alprazolam ile artan
dürtüsellik, öfori ve apaçık mani bildirilmiştir. "
"....üç çalışmanın
da mani ve kontrol edilemeyen öfkenin, alprazolam ile ilgili özel
sorunlar olduğunu göstermesi, bu ilacın bu 'aşırı heyecanlı, agresif
durumları' diğerlerinden daha fazla tetiklediği yönündeki kendi klinik
gözlemlerimi doğrulamaktadır. "
"....klinik literatürde benzodiazepinlerin 'depresyona' neden olabileceğine dair göstergeler bulunmaktadır."
"Depresyon: Tüm benzodiazepinler 'depresyonun' ortaya çıkması veya
kötüleşmesiyle ilişkilendirilmiştir; depresyona neden olup olmadıkları
veya depresyonu önlemede başarısız olup olmadıkları bilinmemektedir.
Benzodiazepin tedavisi sırasında depresyon ortaya çıktığında,
benzodiazepin tedavisini kesmek, akıllıca olacaktır." -Arana ve Hyman (1991)
"....Ashton
(1984), "Benzodiazepin kullanımı sırasında depresyon yaygındı." (....) ...benzodiazepinlerin genel
olarak 'duyguları köreltebileceğini ve "duygusal anestezi"
yaratabileceğini' de belirtmektedir."
"Benzodiazepinlerin, merkezi monoamin
aktivitesini azaltarak "depresyona neden olması veya depresyonu
şiddetlendirmesi" mümkündür. (....) Uzun süreli
benzodiazepin kullanan eski kullanıcılar, ilaçları kullandıkları dönemde
'ailevi olaylara karşı duygusal tepki vermemelerinden' genellikle büyük
pişmanlık duyarlar." -Ashton (1995) - "Duygusal
anestezinin varlığının teyit edilmesi..."
"Vakalarının
çoğunda, yoksunluk belirtilerinden 'iyileşme' tamamlanmamış olup, hastalar
ilacı bıraktıktan birkaç ay veya daha uzun süre sonra bile 'belirtiler' bildirmeye devam etmektedir. Bazı hastalarda reseptörlerde 'geri dönüşü
olmayan değişiklikler veya kalıcı nörolojik hasarlar' olup olmadığı
konusunu gündeme getirmektedir."
"Benzodiazepinlerin 'depresyon semptomlarına' neden olduğu veya bunları şiddetlendirdiği de
bildirilmiştir. Bu da sık görülen bir yan etki değildir, ancak depresif
semptomlar potansiyel olarak ciddi olabilir." -APA görev gücü raporu (1990), - "toksisite tartışması..."
"Benzodiazepinler, depresyon veya depresyonla ilişkili anksiyeteyi, tedavi etmek için tek başına kullanılmamalıdır. Bu tür hastalarda
intihar eğilimi artabilir." -Büyük
Britanya İlaç Güvenliği Komitesi 1988
"Benzodiazepinlerin
'anksiyete ve depresyonu kötüleştirme' veya hem anksiyeteye hem de
depresyona neden olma kapasitesi, 'depresyon ve mani' de dahil olmak üzere
'duygudurum bozukluklarında', GABAerjik sistemlerin rolüne olan ilginin
artmasının bir kaynağıdır."
"Triazolam ve Alprazolam'ın Neden Olduğu Bilişsel, Duygusal ve Davranışsal Anormallikler..."
"Çeşitli
çalışmalar, kısa etkili benzodiazepin triazolam ile birlikte, dozun
alındığı gecede veya gün içinde 'geri tepme fenomeninin' görüldüğünü
göstermektedir. Moon, Ankier ve Hayes (1985), 'uykusuzluğun ve gündüz
anksiyetesinin' artmasının, triazolam gibi kısa etkili benzodiazepinlerle
ilişkili sorunlar olduğunu doğrulamaktadır. "
"Kısa yarı ömürlü benzodiazepinlerin aniden kesilmesi, ilacın 'kandan ve beyinden hızla
uzaklaştırılmasına, reseptör bölgesinin hızla açığa çıkmasına ve ilaç
kesilmesi sonrası sendromların nispeten hızlı başlamasına' yol açar. Yarı
ömrüyle ilişkili semptomların şiddeti nedeniyle, anksiyete için verilen
kısa yarı ömürlü benzodiazepinler sıklıkla yoğun ilaç kesilmesi
sendromlarıyla ilişkilendirilir. Triazolam gibi çok kısa yarı ömürlü
ilaçlarda, özellikle gece kullanıldığında, alım döneminde [yani dozlar
arası aralıkta] geri tepme semptomları tanımlanmıştır." -APA görev gücü raporu (1990),
"Uykusuzluğu hemen
düzeldi, ancak ruhsal olarak hızla kötüye gitti. Yavaş yavaş
paranoyaklaştı. Bana birkaç kez 'hipnozun ne içerdiğini' sordu - belki
LSD? - çünkü 'psikozun eşiğinde olduğunu' hissediyordu. 'Kendini dünyadan
kopmuş' hissediyordu; sanki 'artık topluma ait değilmiş' gibiydi.
Arkadaşları ona 'ne olduğunu' sordular, davranışları o kadar tuhaftı ki...
İki ay sonra ben de, özellikle daha önceki bir hastamla yaşadığım
deneyimler ışığında,' tüm bunların triazolam almasının bir sonucu
olabileceğinden' şüphelenmeye başladım. İlaç kesildi ve yerine nitrazepam
verildi. Bir gün içinde, kendini tekrar hissetti. Çevresindeki insanlar
farkı, fark etti ve eski halini yeniden tanıdılar. 'Paranoyak özellikler,
aşırı hareketlilik dürtüsü ve aşırı duyarlılık' iki gün içinde kayboldu." - Van der Kroef (Hollandalı psikiyatrist), (Dukes, 1980)
"M. N. G. Dukes (1980), uykuyu teşvik etmek için
kullanılanlar (hipnotikler) da dahil olmak üzere 'tüm benzodiazepinlerin
"açıkça psikotik" reaksiyonlara neden olduğunun' bilindiğini ileri
sürmektedir. Dukes'e göre, yaygın olmamakla birlikte, "bu sınıftaki
bilinen hemen hemen her ilaç" "halüsinasyonlar, sanrılar, paranoya,
amnezi, deliryum, hipomani - yani psikotik deliliğin akla gelebilecek
hemen her belirtisine..." neden olabilir." - Dukes'a
göre, kaygıyı kontrol etmek için kullanılan 'tüm benzodiazepinler,
özellikle şiddete yol açmakla' ilişkilendirilmektedir: "Kişi - keyfi bir
noktadan başlamak üzere - 'benzodiazepinlerin, saldırganlığı
tetikleyebileceğine' dair kanıt bulmak için literatüre bakarsa,
bulacaktır." "
"Literatürde bir düzineden fazla makale,
benzodiazepin sakinleştiricilerle tedavi edilen bazı hastalarda 'sinirlilik, meydan okuma, düşmanlık, saldırganlık, öfke veya ilerleyen
bir nefret ve hoşlanmama' gelişiminden bahsetmektedir; yaygın olarak
kullanılan tüm bu ürünler bir zamanlar suçlanmıştır. Bu olgu hayvan
çalışmalarında gösterilmiş ve hatta insan gönüllülerde, bu ilaçların,
özellikle 'aşırı kaygılı veya eylem odaklı' bireylerde, 'bastırılmış
düşmanlığı' serbest bırakabildiğini göstermenin mümkün olduğu
kanıtlanmıştır."
"Dukes'e göre, triazolamın ortaya
çıkışına kadar, uykuyu tetiklemek için yaygın olarak kullanılan
benzodiazepinlerin 'şiddete' neden olduğu bilinmiyordu. Bu gözlemlerin
daha sonra FDA'daki kurum içi çalışmalarla doğrulandığını göreceğiz. Bu
çalışmalar, Halcion'un - ancak daha eski hipnotikler olan 'Dalmane
(flurazepam) veya Restoril'in (temazepam), şiddet içeren eylemlerin' görülme sıklığını artırdığını gösteriyor. Triazolam
kaynaklı psikozla ilgili klinik raporlara dayanarak, Einarson (1980) ve
Einarson ve Yoder (1982), van der Kroef tarafından tanımlanana benzer
bir triazolam sendromu olasılığını doğrulamaktadır. Denson (1987), 'mala
zarar verilmesi ve cezai suçlamalarla' sonuçlanan triazolam kaynaklı bir
psikoz vakasını ele almaktadır."
"Hollanda İlaçlara Bağlı Olumsuz
Reaksiyonları İzleme Merkezi'nden R. H. B. Meyboom (1992), Hollanda'nın
triazolam ile ilgili deneyimlerinin tarihçesini anlatıyor. 1979 yılında
kurumuna triazolam ile ilgili 1000 vaka raporu gönderdiğini belgeliyor.
"Tepkilerin karmaşıklığına rağmen, bir 'sendrom'un varlığına dair bazı
belirtiler vardı." diyor. Bu sendrom, 'anksiyete ve korkular,
ajitasyon ve saldırganlık, depresyon ve paranoyak düşünceler,
duyarsızlaşma ve gerçek dışılık, çeşitli anormal algılar (hiperakuzi ve
fotofobi dahil) ve amneziyi' içeriyor. Meyboom, geriye dönüp
baktığında, 'sendromun doğrudan toksik etkilerden ve yoksunluk
etkilerinden kaynaklandığına' inanıyor. İlaç kaynaklı şiddet ve suç
olasılığına değinerek, "Triazolamın suç potansiyeli korkutucu." diye
uyarıyor. Meyboom, bu tehlikeli reaksiyonların sıklığını
belirleyememektedir."
"İlaç kaynaklı davranışsal anormallikleri son
derece 'seçici, kısa ve kontrollü klinik çalışmalarda' göstermek zordur. Yine de, birkaç çalışma kısa etkili
benzodiazepinlerle ilişkili tehlikeleri doğrulamaktadır. Gardner ve
Cowdry (1985), çift kör, plasebo kontrollü bir çapraz çalışmada
alprazolam kullanan sınırda hastalarda "kontrol bozukluğunda" artış
bulmuştur. Kontrol bozukluğu şu davranışları içerir: 'aşırı doz, kendine
zarar verme, kafayı vurma, arabanın önüne atlama ve bir çocuğa sandalye
fırlatma.' Gardner ve Cowdry, alprazolam konusunda, "özellikle de önemli
bir kontrol bozukluğu geçmişi olan bireylerin tedavisinde" "dikkatli"
olunması gerektiği sonucuna varmıştır. "
" (...) Yazarlar, bazı semptomların 'inhibisyon bozukluğuyla' ilişkili olabileceğini öne sürüyorlar. Bu ciddi
yan etkilerin, "ağır psikiyatrik rahatsızlıkları" olan hastalarda
triazolam kullanıldığında nadir olmayabileceği konusunda uyarıyorlar.
Rosenbaum, Woods, Groves ve Klerman (1984), ayaktan tedavi gören klinik
ortamda alprazolam ile tedavi edilen 80 hastanın sekizinde (%10) 'aşırı
öfke veya düşmanca davranışlar' geliştiğini tespit etmiştir. Bu,
literatürde bildirilen en yüksek vakalardan biridir. FDA'nın
panik bozukluğunda alprazolam için "Klinik Verilerin Güvenlik ve
İnceleme Değerlendirmesi", alprazolam kaynaklı disinhibisyonu ele
almaktadır. Raporda, "Alprazolam ile tedavi edilen
hastalarda, genellikle 'ajitasyon, agresif davranış, öfke ve düşmanlık' ile karakterize, 'paradoksal bir disinhibisyon reaksiyonu' ortaya çıktığı
bildirilmiştir" ifadesi yer almaktadır. Raporda ayrıca,
nispeten düşük dozlarda tedavinin erken dönemlerinde ortaya çıkan
"disinhibisyon, öfke ve düşmanlık" gibi çeşitli advers ilaç
reaksiyonları da açıklanmaktadır. Bir doktor, üç farklı
hastanın 'bu ataklardan muzdarip olduğunu' bildirmiştir."
"İlaç yan etkilerinin
"duygusal ve diğer davranışsal bozukluklar" kategorisi, "depresyon,
psikotik depresyon, duygusal dengesizlik, öfori, düşmanlık, kişilik
bozukluğu ve libido azalması"nı içerir."
"FDA'daki
epidemiyolojik çalışmalar, alprazolamın ve özellikle triazolamın, diğer
benzodiazepinlere kıyasla - 'şiddetli ve yaşamı tehdit eden davranış
değişiklikleri' de dahil olmak üzere - daha sık ve daha ciddi 'olumsuz merkezi sinir
sistemi etkilerine' yol açtığını tutarlı bir şekilde
göstermektedir."
"FDA, triazolam ve
alprazolam için, Kurum tarafından düzenlenen diğer tüm ilaçlardan daha
fazla bu tür rapor almıştır. Her bir ilacın kullanım oranındaki
farklılıklara göre ayarlanan raporlama oranları, benzer endikasyonlara
sahip diğer benzodiazepinlere kıyasla hem triazolam hem de alprazolam
için ilaç satışlarına yönelik düşmanlık raporlarının çok daha yüksek
oranlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu reaksiyonların halk sağlığı
açısından önemi, her iki ilacın popülaritesi artmaya devam ederken,
geniş popülasyonlarda maruziyet bağlamında zaman zaman ölümcül
davranışlara yol açmaları ve şiddetlerinde yatmaktadır." -Bob Wise (1989b)
"Bu tür reaksiyonlarla ilgili
endişemiz, '57 yaşında bir kadının, yarım miligram triazolam aldıktan iki
saat sonra annesini ölümcül şekilde vurduğu bir reaksiyonu' içeren başka
bir Artan Sıklık Raporu'nun yayınlanmasıyla triazolobenzodiazepin
sınıfına da yayıldı. 1988 yılında alınan raporlara baktığımızda,
triazolamın 1988 yılında düşmanlık reaksiyonları için bildirim oranının
alprazolamınkinden iki kat daha yüksek olduğunu gördük." -Bob Wise (1989b)
"HALCION dahil olmak üzere
benzodiazepin hipnotiklerinin kullanımıyla ilişkili olarak çeşitli
anormal düşünce ve davranış değişiklikleri bildirilmiştir. Bu
değişikliklerden bazıları, alkol ve diğer MSS depresanlarında (örneğin,
sakinleştirici/hipnotikler) görülenlere benzer şekilde aşırı görünen 'saldırganlık ve dışa dönüklük' gibi inhibisyon azalmasıyla karakterize
edilebilir. 'Tuhaf davranış, ajitasyon, halüsinasyonlar ve
duyarsızlaşma' gibi başka davranış değişiklikleri de bildirilmiştir.
Öncelikle depresyon hastalarında, benzodiazepin kullanımıyla ilişkili
olarak 'intihar düşüncesi' de dahil olmak üzere 'depresyonun kötüleştiği' bildirilmiştir. (....) Bazı benzodiazepinlerde olduğu gibi, HALCION'un terapötik dozlarını
takiben farklı şiddette 'anterograd amnezi ve paradoksal reaksiyonlar 'bildirilmiştir. Çeşitli kaynaklardan elde edilen veriler, 'anterograd
amnezinin' HALCION ile diğer benzodiazepin hipnotiklere kıyasla daha
yüksek oranda ortaya çıkabileceğini göstermektedir." -Hekimlerin Masa
Referansı 1997 - " Halcion
etiketindeki yeni uyarısı.."
"Triazolam ile olumsuz psikiyatrik etkiler
arasında açıkça belirlenmiş bir nedensel ilişki buldu. CSM'ye göre, bu
olumsuz etkiler, diğer benzodiazepinlere göre çok daha sık ortaya
çıkıyor."
"Benzodiazepinlerin kendi
kendine zehirlenme riski taşıyan hastalarda güvenli olduğu
varsayılamaz. (...) Bazı trisiklik
antidepresanlar ve barbitüratlar, muhtemelen tek başına alınan
benzodiazepinlerden daha toksiktir. Ancak benzodiazepinler 'alkol gibi
diğer ilaçlarla birlikte kullanıldığında' öldürücülükleri artar."
"1980'leri
kapsayan Britanya'da yapılan bir araştırma, benzodiazepinlerin tek
başına ve alkolle birlikte kullanımıyla çok sayıda başarılı intihar
vakası olduğunu göstermiştir. (....) Serfaty ve Masterton, tek başına benzodiazepin
kullanımıyla 891, alkolle birlikte kullanımıyla ise 591 ölüm vakası
tespit etmiştir. Bu on yıllık dönemde benzodiazepinlere atfedilen toplam
zehirlenme vakası 1576 olup, benzodiazepinler 1308 vakayla
aspirin/salisilatların, amitriptilin [1083] ve dotiepin [981]'in önüne
geçmiştir. Bu son iki ilaç, antidepresanlara atfedilen ölümcül
zehirlenme vakalarının yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Serfaty
ve Masterton'a göre benzodiazepinler arasında flurazepam (Dalmane) ve
temazepam (Restoril), milyon reçete başına en fazla ölüme neden olan
ilaçlardır [sırasıyla 15,0 ve 11,9]. Aynı yöntemlerle incelenen
antidepresanların yaklaşık yarısından daha tehlikeliydiler. Triazolam
(Halcion), Dalmane veya Restoril'e kıyasla milyon reçete başına çok daha
az ölüme sahipti [5,1]; ancak yine de anksiyolitik benzodiazepinlerin
ortalamasının üzerindeydi [3,2]. Milyon hasta başına tahmini
ölümlerde, Britanya'daki tüm benzodiazepinler arasında sıralamada
hipnotikler (uyku ilaçları) baskındı. Dalmane [milyonda 90] birinci;
Restoril [71] ikinci; İngiliz hipnotik ilacı flunitzepam (Rohypnol) [49]
üçüncü; ve Halcion dördüncü [30] oldu. Bir diğer İngiliz hipnotik ilacı
nitrazepam (Mogadon ve diğerleri) [26] beşinci sırada yer aldı. Milyon
hasta başına ölümlerde, kaygı giderici ilaçlar arasında prazepam
(Centrax) [milyon hasta başına tahmini 25 ölüm] ve alprazolam (Xanax)
[24], triazolam ve nitrazepamın hemen arkasındaydı."
"Benzodiazepin Kaynaklı Bilişsel İşlev Bozukluğu .... Hafıza
bozukluğu ve konfüzyon da dahil olmak üzere bilişsel bozukluk,
benzodiazepinlerle ilişkili iyi bilinen bir olgudur. (...) Alprazolam ve
triazolam özellikle 'bilişsel eksikliklere neden olmaya' yatkındır. Uçakta
uyumak için triazolam alan kişiler, yolculukla ilgili anılarında bir
"boşluk" hissedebilirler. Sınavlardan önce rahatlamak veya uyumak için
benzodiazepin alan öğrenciler, çalıştıkları konuları kaybetme
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aynı dozda triazolam, sağlıklı yaşlı
bireylerde sağlıklı genç bireylere göre daha fazla sedasyona ve
psikomotor performansta daha fazla bozulmaya neden olur."
"Benzodiazepinlerin
EEG üzerindeki etkileri, 'alfa aktivitesinin azalması ve düşük voltajlı
hızlı aktivitenin, özellikle beta aktivitesinin artması' gibi diğer
sedatif-hipnotik ajanların etkilerine benzer. (...) Triazolam kullanımına başlandıktan kısa bir süre
sonra, rebound klinik tabloya hakim olmaya başlar ve uykusuzluk
kötüleşir. Nishino, Mignot ve Dement (1995), kısa etkili
benzodiazepinlerin başlangıçta yaşlı hastalar için tercih edildiğini
belirtmektedir."
"...kısa etkili benzodiazepinlerin daha sonra 'rebound uykusuzluğa (hipnotik ilacın kesilmesiyle uykunun başlangıç
seviyelerinin ötesine kötüleşmesi), rebound anksiyeteye, anterograd
amneziye ve hatta paradoksal öfkeye' neden olduğu bulunmuştur."
"....benzodiazepinlerin
uykusuzluktaki faydası en iyi ihtimalle geçicidir. İlaçlar 'normal uykuyu' sağlamaz, bunun yerine 'normal döngünün çeşitli yönlerinde bir bozulmaya'
neden olur."
"....yüksek doz benzodiazepin kullanan hastalarda 'kronik bilişsel bozukluklar' gelişir. (...) ...rapor, uzun
süreli benzodiazepin kullanımıyla ilişkili 'beyin atrofisine' işaret
etmektedir. (....)
Psikiyatri mesleği, bugüne kadar milyonlarca hastayı etkileyebilecek bu
sorunlar konusunda çok az endişe göstermiştir."
"Uzun
süreli benzodiazepin kullanıcılarında görülen nöropsikolojik
bozuklukların altında ince, belki de geri döndürülebilir yapısal
değişikliklerin yatması mümkündür." -Ashton (1995)
"Benzodiazepinlerin
uzun süreli kullanımından kaynaklanan alkol benzeri 'şiddetli yoksunluk
semptomları' iyi bilinmektedir.
İlacın aniden kesilmesinden iki ila yirmi gün sonra, ilgili
benzodiazepinin yarı ömrüne bağlı olarak yoksunluk belirtileri
gelişebilir. Yoksunluğun ilk belirtileri 'uykusuzluk, anksiyete,
ajitasyon, sinirlilik ve sinirlilik' olabilir. Kulaklarda kalıcı çınlama
veya diğer anormal sesler ve anormal görsel algılar
gelişebilir. Çekilme belirtileri arasında 'karın krampları, kas
krampları (kalıcı, şiddetli boyun ağrısı dahil), bayılma' ile birlikte 'ortostatik hipotansiyon, mide bulantısı veya kusma, ishal, iştahsızlık,
kilo kaybı, titreme, ateş, terleme, çevresel uyaranlara karşı aşırı
uyarılma ve aşırı duyarlılık, bulanık görme, başın içinde "vızıltı" veya
"elektrik" hissi, kafa karışıklığı, duyarsızlaşma, anksiyete,
korkutucu, rahatsız edici düşünceler, takıntılı durumlar ve
halüsinasyonlar ve deliryum veya organik beyin sendromu ile birlikte
psikoz, nöbetler ve ölüm' yer alabilir."
"Çoğu vaka cevabı, 'yavaş bir bırakmanın bile
ciddi yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırmayabileceğini' öne
sürmektedir. Kademeli bırakmanın, süreci sadece uzatıp uzatmadığı,
üstesinden gelip gelmediği belirsizdir.Belirtilerin
tamamen geçmesi genellikle haftalar veya aylar alır ve bu da hastada
uzun süreli anksiyete veya depresyona neden olur. Aylarca veya yıllarca ilaçsız kaldıktan sonra 'benzodiazepin yoksunluk
etkilerinden' tamamen kurtulamayan hastalar gördüm. Bu
hastalar genellikle uzun yıllar, hatta belki de hayatlarının geri
kalanında 'huzursuz, yorgun, endişeli ve depresif' hissederler. Geçmişe
dair büyük hafıza blokları ortadan kaldırılabilir ve bu da 'kimlik kaybı
ve kendine yabancılaşma' hissi yaratabilir. Anılar kısmen geri
kazanıldığında veya fotoğraflar ve arkadaşlardan gelen anekdotlarla
yeniden canlandırıldığında, anılar, rüya benzeri veya gerçek dışı bir
nitelik taşıyabilir. Konsantrasyon, kısa süreli hafıza ve uyku, 'geri
döndürülemez' şekilde bozulabilir. Bu etkilerin bazıları, yoksunluktan
ziyade kalıcı beyin hasarı veya işlev bozukluğuyla ilişkili
olabilir. Bu durum, bazı hastaların 'kronik benzodiazepin
kullanımının etkilerinden, neden asla tam olarak kurtulamadıklarını' açıklayabilir. Benzer şekilde, bazı hastaların tekrarlanan çabalara
rağmen benzodiazepinleri kalıcı olarak bırakamamalarının nedeni de bu
olabilir."
"Bazı bireylerin benzodiazepinlerden
vazgeçmesi, bir hekimin sabrını ve anlayışını ve genellikle aylar süren
bir süreci gerektirir. Bağ(ım)lılık şiddetliyse, hastaneye yatış gerekebilir. Ne yazık ki,
hastaneye yatış, hastayı "bağımlı" veya "akıl hastası" olarak etiketleme eğilimindedir ve bu da, ilaç bağımlılığı ve suistimalle mücadele
eden bireyin zaten deneyimlediği iatrojenik aşağılanma ve damgalanmaya
katkıda bulunur. Önerilen
4-10 mg/gün dozlarında bile, hastalar "sarhoş" göründükleri
aşırı sedasyon dönemlerinden, - kısmi yoksunluk yaşadıklarında - aşırı
uyarılma ve anksiyete dönemlerine geçiş yapabilirler. Arkadaşlar ve
aile, örneğin hasta sarhoş bir şekilde sendelemeye başlayana
veya bir tatil yemeğinde tek bir alkollü içkiden sonra sersemleyip
bayılana kadar semptomları "akıl hastalığına"
bağlayabilir. Geriye dönüp bakıldığında, hastanın 'aylarca kendi durumunu
doğru bir şekilde değerlendiremeyecek veya ilacın etkileri konusunda
karar veremeyecek' kadar alkol zehirlenmesi olduğu ortaya çıkacaktır. Hastanın söz konusu süre boyunca hafızası, genellikle ciddi şekilde bozulur."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)
*** *** ***
"Benzodiazepin
toksisitesinin ve yoksunluk sorunlarının psikolojik, mesleki ve sosyal
sonuçlarının ciddiyeti, psikiyatri literatüründe nadiren veya hiç
yeterince ele alınmamıştır. Klinik ve
adli tıp deneyimime göre, - benzodiazepin etkisi altındaki bireyler, kendilerine hiç yakışmayan dolandırıcılık ve şiddet
içeren suçlar işleyebilirler. Aile varlıkları ve aile
hayatı, ilaç istismarı ve bağ(ım)lılığı uğruna feda edilebilir. "
"David Jacobs (1995), 'birçok psikiyatristin, ilaçların yan etkilerine karşı aşırı kayıtsız
göründüğüne' dikkat çekmektedir. Tıbbi ve bilimsel makalelerde, yan etki
reaksiyonlarının genellikle 'diğer insanları ve bireyin genel yaşamını
etkilemeyen izole olaylar' olarak rapor edildiğini belirtmektedir."
"Birçok kişi, bir kişi olumsuz bir ilaç reaksiyonu
yaşadığında, ilacı almayı bırakıp olumsuz ilaç reaksiyonunu
sonlandırabileceğini ve böylece ilaç reaksiyonunu sonlandırabileceğini
varsayar. Benzodiazepinler söz konusu olduğunda ise tablo genellikle çok
farklıdır." -Jacobs
(1997)
".....sürekli
benzodiazepin kullanımının sonuçları - 'uyuşukluk, duygusal durgunluk,
inhibisyon bozukluğu, depresyon ve anksiyetenin kötüleşmesi' gibi -
hastalar, aileleri veya doktorları tarafından ilaçla ilgili olarak
anlaşılmayabilir. Hastalar ilacı azaltmaya veya bırakmaya
çalıştıklarında, artan uykusuzluk veya anksiyetelerinin geri tepmenin
bir sonucu olduğunu fark etmezler. İlacın neden olduğu
fiziksel, bilişsel ve duygusal sorunlar nedeniyle hastanın kişisel ve iş
ilişkileri bozulabilir. Yoksunluk 'işkence' olarak deneyimlenebilir ve
yoksunluğun etkileri sosyal ve mesleki yaşamı bozabilir. Öfke, mani ve
psikotik boyutlara ulaşan diğer ilaç kaynaklı reaksiyonlar, hayatları
mahvedebilir ve sevdikleriniz ve masum çevrenizdekiler arasında büyük
bir yıkıma yol açabilir."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)
*** *** ***
"Bir
ilacın, piyasaya sürülmesinden önce yapılan çalışmalar, ilacın 'rutin
klinik kullanımı sırasında ortaya çıkacak birçok advers ilaç
reaksiyonunu ortaya çıkarmak' için yeterli değildir. Psikiyatrik
ilaçların onayına temel teşkil eden kontrollü çalışmalar, genellikle
yalnızca 4-6 hafta sürmektedir. (...) Klinik
çalışmalara birkaç bin hasta dahil edilebilirken, gerçek kontrollü
çalışmalara yalnızca bin veya daha fazla hasta dahil edilecektir.
Ayrıca, bunların çoğu kısa süreli çalışmalar tamamlanmadan önce
çalışmayı bırakacaktır. İlaca maruz kalan bitiricilerin sayısı yalnızca
yüzleri bulabilir. "
"Kısa süreli -
kronik kullanımla gelişen veya uzun bir latent dönemi olan etkilerin
tespit edilmesi imkansızdır. Dar popülasyon - genellikle özel grupları
(örneğin çocuklar, yaşlılar) büyük ölçüde içermez ve onaydan sonra ilaca
maruz kalabilecek popülasyonu her zaman temsil etmez. Dar endikasyon
kümesi - etkinliği araştırılan ve gerçekte gelişen kullanımı kapsamayan
endikasyonlar. Küçük boyut (genellikle 3.000 ila 4.000 denek içerir) -
nadiren ortaya çıkan etkilerin tespit edilmesi çok zordur." -FDA (1995j), - "Pazarlama Öncesi Klinik Araştırmaların
Sınırlamaları..."
"Klinik araştırmalar, öncelikle etkililik ve
risk-fayda oranını değerlendirmek için tasarlanmış etkili araçlardır,
ancak çoğu durumda bir ilacın güvenliği hakkında tüm bilgileri
sağlayacak kadar büyük veya uzun değildirler. Pazarlama onayı sırasında,
yeni bir ilacın güvenlik veritabanı genellikle 3.000 ila 4.000 maruz
kalmış bireyi içerir; bu sayı, nadir görülen advers olayları tespit
etmek için yetersizdir. Örneğin, 10.000 hastada 1 görülme sıklığına
sahip bir advers olayı tespit etme olasılığının %95 olması için, 30.000
hastadan oluşan bir maruz kalmış nüfus gereklidir." -FDA (1995j), -"bir advers reaksiyon tespit etme olasılığı..."
"Bir ilacın güvenlik profili zaman içinde sürekli olarak gelişir.
Ürün onayından önceki klinik araştırmalar genellikle yalnızca birkaç
bin hastaya ait güvenlik verilerini içerir. Bir ilaç giderek daha geniş
popülasyonlarda, klinik araştırmalar sırasında incelenmeyen alt
gruplarda (örneğin hamile kadınlar, yaşlılar) veya çok sayıda tıbbi
rahatsızlığı olan ve birden fazla ilaç kullanan hastalarda kullanıldıkça
yeni bilgilerin keşfedilmesi beklenir." -Dianne Kennedy (FDA'nın MEDWATCH
programının direktörü) ... - "Kısacası, bir ilacın
klinik kullanımı, ilacın test edildiği kontrollü araştırmalardan büyük
ölçüde farklı olabilir."
"Piyasaya sürülmeden
önce onay almak için yürütülen büyük ve iyi tasarlanmış klinik
araştırmalar bile, bir ürün yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan
sonra ortaya çıkabilecek tüm sorunları ortaya çıkaramaz. Belki de 5000
kullanıcıdan birinde, hatta 1000 kullanıcıdan birinde bir advers olay
meydana gelirse, klinik araştırmalarda gözden kaçabilir, ancak piyasaya
sürüldüğünde ciddi bir güvenlik sorunu oluşturabilir." -David Kessler (1993)
"....FDA, bir ilacın 'halka, pazarlanmadan önce güvenli olduğunun
kanıtlanmasını' beklemez. Ancak doktorlar genellikle bu tehdit edici
gerçeklikten habersizdir. FDA, ciddi advers ilaç etkilerinin pazarlama
sonrası dönemde ilk kez 'ne sıklıkta ortaya çıktığı' konusunda doktorları
bilgilendirmek için çalışmalara başlamıştır. FDA yetkililerinin
yorumlarında vurgulanmasa da, 'araştırmacı yanlılığı ve ilaç
şirketlerinin veri manipülasyonu', klinik deneylerin olumsuz ilaç
etkilerini ortaya koymamasında önemli bir rol oynamaktadır. Klinik
deneylerin çoğu, 'ilaç endüstrisi ve biyolojik psikiyatri ile yakın
bağları olan veya bu endüstri tarafından ücretlendirilen araştırmacılar' tarafından yürütülmektedir. Belirli bir ilacın veya genel olarak
ilaçların 'kullanımını engelleyebilecek olumsuz ilaç etkilerinin' göz ardı
edilmesi eğilimi vardır."
"FDA'ya
veya üreticiye yapılan advers ilaç etkileri bildirimleri, ilaç ile
advers etki arasında nedensel bir bağlantı olduğunu tek başına
kanıtlamaz. Nedenselliği doğrulamak için aşağıdaki faktörlerden bazıları
faydalıdır: (....) ....
raporun yazarları, "bir epidemiyolog, bir etken ile bir hastalık
arasındaki ilişkinin, nedensel olup olmadığını belirlerken yedi faktörün
dikkate alınması gerektiğini" belirtmektedir. Sorular halinde
sorulduğunda, aşağıdaki faktörler listelenmiştir: (....) Yukarıdaki
bireysel kriterlerin hiçbiri, makul veya bilimsel bir sonuca varmak
için mutlak bir gereklilik değildir. Tıp, bilim ve kamu güvenliği adına,
mevcut en iyi kanıtları değerlendirmeli ve mümkün olduğunca sağlam bir
sonuca varmalıyız. Genellikle, hatta tipik olarak, yüksek olasılıklı
kararlar, eksik bir veri kümesiyle alınır."
"Kontrollü
klinik çalışmalardan onay almak faydalı olsa da, bilinen veya
kanıtlanmış birçok advers ilaç reaksiyonunu kontrollü klinik
çalışmalarla göstermek genellikle imkansızdır. Bir ilacı içeren kontrollü klinik çalışmalardan elde
edilen olumsuz bulgular, ilaç ile advers reaksiyon arasında nedensel bir
bağlantı olmadığını göstermek için kullanılamaz. Aslında, pazarlama
sonrası aşamada ilaç etiketlemesinde yapılan değişikliklerin büyük
çoğunluğu, spontan raporlama sistemi tarafından üretilen veri türüne
dayanmaktadır ve değişikliklerin neredeyse hiçbiri kontrollü klinik
çalışmalardan kaynaklanmamaktadır. İlaçlar piyasadan çekildiğinde bile,
FDA genellikle kendiliğinden gelen bildirimlere dayanarak hareket
eder. "
"Doktorların FDA'ya veya üreticilere gönüllü
olarak bildirdikleri bildirimlere yanıt olarak FDA, 'uyarılar yayınlamış,
etiket değişiklikleri yapmış, üreticilerin pazarlama sonrası çalışmalar
yürütmesini zorunlu kılmış' ve nihayetinde hastaların ölümlerini ve
acılarını önleyen ürünlerin piyasadan çekilmesini emretmiştir." -Kessler (1993) - "Spontan bildirim sisteminin etkisini açıklama..."
"FDA (FDA, 1995), kendiliğinden bildirim sisteminin, advers
ilaç reaksiyonları hakkında pazarlama sonrası bilginin en önemli kaynağı
olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu sistem, sıklıkla ilaç etiketlerinde
değişiklik yapılması veya ilaçların piyasadan çekilmesi gerektiğine dair
bilimsel tespitlere yol açmaktadır. 1990 tarihli bir Devlet
Muhasebe Ofisi (GAO) raporuna göre, 1976 ile 1985 yılları arasında FDA
tarafından onaylanan tüm ilaçların %50'sinden fazlasının pazarlama
sonrası incelemelerde 'daha önce tespit edilmemiş "ciddi" yan etkileri
olduğu ve bazen piyasadan çekilmesi gerektiği' tespit edildi. Bu dönemde
on beş psikofarmasötik ilaç onaylandı ve bunlardan dokuzunun pazarlama
sonrası incelemelerde ciddi riskler taşıdığı tespit edildi ve bir vakada
piyasadan çekilmesine yol açtı. Antidepresan
nomifensinin, dünya çapında sekiz veya dokuz yıl piyasada kaldıktan
sonra 'masif intravasküler hemolitik anemiye' neden olduğu bulundu. Bu gözlemler, kontrollü klinik
araştırmaların 'advers ilaç reaksiyonları açısından nedenselliği
belirlemede en önemli bilimsel yöntem olmadığını' göstermektedir. GAO
çalışmasında pazarlama sonrası dönemde tespit edilen psikiyatrik
ilaçlara bağlı ciddi advers reaksiyonların tüm listesini inceledim. Her
birinin, spontan raporlama sistemi ve genel klinik deneyimin bir
kombinasyonu yoluyla keşfedilmiş ve doğrulanmış olması muhtemeldir. Bu
advers reaksiyonlardan herhangi birinin öncelikli olarak kontrollü bir
klinik araştırma yoluyla tespit edildiğine veya doğrulandığına dair
hiçbir kanıt yoktur."
-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)
*** *** ***
"Tardif diskinezi, uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından kaynaklanan
ciddi ve kamuoyunda iyi bilinen bir yan etkidir. (....) ....nöroleptik ilaçların neden olduğu ve ilk olarak
1957'de tanımlanan bir hareket bozukluğu olup, psikiyatride en çok
tartışılan konulardan biri olmuştur, - 1970'lerin başından beri kapsamlı
bir şekilde incelenmiş, müzakere edilmiş ve tartışılmıştır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
"Bir tahmine göre,
Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda 625.000'e kadar kişi TD
belirtileri göstermektedir. (1989)" -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
"Uzun süreli nöroleptik tedavi gören hastaların yaklaşık
beşte biri, TD semptomları göstermektedir ve
vakaların çoğu hafif olarak derecelendirilmiştir. Yaşlılar ve kurumlarda yaşayanlar arasında yaygınlık yaklaşık
%40 olabilir. (1988 -1989)"
"Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl
nöroleptik reçete edilen iki milyon yetişkini kullanarak, belirli bir
yılda 90.000 ila 625.000 arasında insanın geri döndürülemez TD'den
muzdarip olduğunu tahmin etmektedir. Bu rakamlar, toplumda en çok ilaç
kullanan iki grup olan 'huzurevi sakinlerini ve zihinsel engellileri' içermemektedir (1987 -1988); Bu
nedenle, bugün bir milyondan fazla Amerikalının 'kalıcı TD'den muzdarip
olması' muhtemel görünüyor."
"TD'nin yaygınlığını doğru bir
şekilde tahmin etmek zordur çünkü nöroleptikler TD'yi de maskeleyebilir:
anormal hareketler yalnızca 'doz azaltımı veya ilaç kesilmesi' sırasında
ortaya çıkabilir. Artık bazı doktorların, bunun sonucunda 'anormal
hareketlerin ortaya çıkacağından korktukları için nöroleptik dozunu
azaltmadıkları' bilinmektedir. Diğer doktorlar,
TD'nin varlığından şüphelenseler veya bilseler bile, TD'nin neden olduğu
'tıbbi komplikasyonlar' nedeniyle nöroleptikleri kesmeye isteksizdirler.
Chouinard (1986), "özellikle 65 yaş üstü olan önemli sayıda hasta,
nöroleptik ilaç kesilirse 'yutma veya solunumla ilgili komplikasyonlar' nedeniyle ölecektir" demektedir. Yine de bazı yazarlar, TD
hakkındaki çok fazla tartışmanın "alarmist" veya "aşırı tepki" olduğunu
öne sürmektedir."
"Nöroleptiklerin
bilinen risklerine rağmen, çoğu psikiyatrist bu ilaçları reçete etmeye
devam etmektedir çünkü "nöroleptiklerin benzersiz terapötik faydalarının
çarpıcı ve kanıtlanmış olduğuna... alternatif tedavilerin etkinliği ise
henüz kanıtlanmamış olduğuna' inanmaktadırlar."
"TD'yi tedavi etmek için etkili bir yöntem olmamasına ve çoğu durumda geri döndürülemez olmasına rağmen, rahatsız edici ve rahatsız olmuş kişileri süresiz olarak nöroleptik ilaçlara maruz bırakma uygulaması, Mosher ve Burti'nin (1989) ifade ettiği gibi, yalnızca yeni bir türün, 'tardif diskinezinin gizlenmesi imkânsız, kozmetik bozukluğuyla damgalanan tardif diskinezi"nin büyümesini sağlamıştır.'"
"....1980 ve 1988 yılları arasında kamuoyunda geniş yer bulan bir düzine
davada, hastalar 'TD sonucu yaşadıkları yaralanmalar için tazminat davası' açmışlardır. Mahkemeler, 'hastayı izlemeden
ilaç yazmanın, TD'yi doğru bir şekilde teşhis edememenin, TD
belirtilerine uygun şekilde tepki vermemenin ve hastayı TD riskleri
konusunda bilgilendirmemenin' ihmalkar uygulama örnekleri olduğuna karar
verdi. (...) En büyük karar
olan Hedin - Amerika Birleşik Devletleri (1984) davasında davacıya
2.000.000 doların üzerinde tazminat ödendi."
"Şu
anda tardif diskineziyle başa çıkmanın en iyi yolu birincil önlemedir.
Bu, daha az ilaç kullanmak veya belki de hiç kullanmamak anlamına
gelir." -Pirodsky (1982) - "'TD'nin
önlenmesi' konusunda ortaya çıkan fikir birliği..."
"Ne yazık ki, 'on yıl sonra, TD insidansının
azalmaya yakın olduğuna' dair hiçbir belirti göremiyoruz. Amerika
Birleşik Devletleri'nde ayaktan nöroleptik reçeteleri 1976-1985 yılları
arasında yılda yaklaşık yüzde bir oranında azalmış olsa da (21 milyondan
19 milyona) [Wysowsky ve Baum, 1989], bu eğilime, daha önce popüler
olan fenotiyazinlerden çok daha yüksek klorpromazin eşdeğeri dozlarda
reçete edilen daha güçlü ilaçlara (örneğin haloperidol) geçiş eşlik
ediyor. Reardon, Rifkin, Schwartz, Myerson ve Siris (1989), kurumsal ve
toplumsal ortamlarda reçete edilen nöroleptiklerin ortalama günlük
klorpromazin eşdeğeri dozlarının, 1973 ile 1982 yılları arasında iki
katına çıktığını göstererek bu eğilimi doğrulamaktadır."
"Mosher
ve Burti (1989), "T.D. 'de yıllık yaklaşık %5'lik bir insidansa rağmen
(yani, dört yıl içinde nöroleptik kullanan hastaların %20'sinde bu
hastalık gelişiyor), kamu sistemindeki psikiyatristlere 'yoksunluk veya
nöroleptik dozunun azaltılması' sorusunu sormanın bile zorlaşması bizim
için özellikle acı verici" olduğunu belirtmektedir. Aynı
zamanda, iyi eğitimli klinisyenler tarafından bile, on vakadan dokuzunda
T.D, yanlış teşhis edilmektedir. Ayrıca, "çok az
kurum APA yönergelerini benimsemiştir ve benimseyenlerde de birçok uzman
bunları aşmaya çalışmaktadır. Psikiyatrik tedavi konusunda
bilgilendirilmiş onam ciddi bir şekilde ele alınsa bile, hastalara yan
etkiler hakkında çok az bilgi verilmektedir. Yan etkilerden
bahsedildiğinde, tardif diskinezi sıklıkla bahsedilenler arasında yer
almamaktadır."
"....reçeteyi yazan hekim
tarafından 'TD'nin riskleri' konusunda 'tam olarak bilgilendirilmemiş gönüllü bir akıl hastası, zorla ilaç verilen istemsiz bir hasta veya
nöroleptik reçete edildiği söylenmemiş yaşlı bir huzurevi sakini' TD
geliştirebilir. Reçeteyle ilgili karar verme yetkisi ve bilgisi az olan
hastalar, genellikle bu karardan kaynaklanan maliyetlerin çoğunu
üstlenmek zorunda kalırlar. TD'nin oluşumuna ilişkin 'ahlaki sorumluluk' konusunu göz ardı ederek, bu olguların salt ekonomik bir bakış açısıyla
analizi, 'yetersiz sonuçlar' vermesi beklenen verimsiz bir 'karar alma
sisteminin' işleyişine işaret eder."
"Bu makalede, nöroleptik
ilaçların reçetelenmesine yol açan karar alma sürecinde yer alan çeşitli
taraflar (hastalar, aileler, sağlık çalışanları ve diğer
profesyoneller, kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerinde etkili olan
teşviklerden bazılarını ve bu aktörlerin karar alma özgürlüğünü
kısıtlayan 'bazı kısıtlamaları' ele alıyoruz."
"Tardif diskinezi, uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından kaynaklanan
ciddi ve kamuoyunda iyi bilinen bir yan etkidir. Ancak, son yirmi yılda,
bu ilaçların 'gerekli dikkatle reçete edilmesini sağlama' konusunda çok
az ilerleme kaydedilmiştir. Nöroleptik reçete edilmesine yol açan karar
alma sürecindeki ana katılımcılar (hastalar, aileler, doktorlar,
kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerindeki teşvikler ve kısıtlamalar,
ilaçların 'faydalarının abartılması ve yan etkilerinin en aza
indirilmesi' olasılığını artırmaktadır. (....) Sorumluluğu 'maliyetle daha uyumlu hale getirerek, karar
sürecini daha verimli hale getirmenin yollarını' öneriyoruz. Karar alma
sürecinde, gücü elinde bulunduranlar, - başkalarına yükledikleri istenmeyen
risklerden sorumlu tutulurlarsa, - hem nöroleptiklerin kullanımı hem de
bunun kaçınılmaz iatrogenezi muhtemelen azalacaktır. (...) Nöroleptik kullanarak 'tedavi kararı verme yetkisine' sahip olanlar, bu ilaçların getirdiği
riskler konusunda bilgilendirilir ve sorumlu tutulursa, nöroleptik
kullanımı azalacak ve buna bağlı olarak 'nöroleptik kaynaklı iatrogenezde' de azalma sağlanacaktır."
"Bazı
yazarlar, nöroleptik etkiler için kullanılan "terapötik" teriminin
herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaktadır ; bazıları, 'psikiyatrinin "şizofrenik" hastaları 'kontrol etmek' için ilaçlara aşırı
güvenmesini ve psikososyal alternatiflerden, sistematik olarak
kaçınmasını' eleştirmektedir ;
diğerleri ise yan etkilerin görünür ve gizli maliyetlerini ayrıntılı
olarak açıklamaktadır."
"Doggett ve Mercurio'ya (1989) göre, "şizofreni" daha
az yıpratıcı olsaydı, nöroleptikler "toksisite nedeniyle muhtemelen
kesilirdi." Sadece nörolojik etkiler arasında 'parkinsonizm,
akatizi, distonik reaksiyonlar, potansiyel olarak ölümcül nöroleptik
malign sendrom', ilacın kesilmesiyle ortaya çıkan 'aşırı duyarlılık
psikozu, geç demans ve geç diskinezi' bulunur. Hastaların %75 ila %95'i
tedavi süresince ekstrapiramidal semptomlar geliştirir."
*** *** ***
"Nöroleptiklerin
"çarpıcı" ve "benzersiz" faydaları, bu ilaçların 'aşırı heyecanlı
kişileri, uykuya daldırmadan hızla sakinleştirme' gibi sıra dışı bir
yeteneğe sahip olmalarıdır. (...) Uzun süreli kullanımda, nöroleptiklerin
avantajlarını ayırt etmek daha zordur."
"Hastalar genellikle daha az korkar ve
ürkerler. Ayrıca genellikle daha az öfkelenirler. Halüsinasyonlar gibi
dramatik "pozitif" semptomlarından bazılarını kaybedebilirler. Diğer
durumlarda halüsinasyonlar ve sanrılar devam eder, ancak hastalar
bunlardan o kadar rahatsız olmazlar. Emirleri daha iyi alır ve
başkalarının taleplerine daha iyi uyarlar. Şiddetli
hastalar genellikle kontrol altına alınabilir hale gelirler, ancak bazen
sadece hastayı neredeyse uyanık bırakacak doz seviyeleriyle. Servis
personeli, tedavi eden doktor ve aile, 'kendilerini, güçsüz hissetmezler.' Hastalar, diğer insanların korkudan dolayı şizofreni hastalarına hem
hastane içinde hem de dışında sıklıkla yaptıkları yıkıcı şeylerden
kurtulurlar." -Karon (1989) - "kısa vadeli etkiyi ve
etkileri..."
"Easton ve Link (1987),
"yüksek doz, düşük doz veya hiç doz almayan hastalarda nüks eden ve
etmeyen hastalar üzerinde uzun süreli gözlemler yaptıklarını ve klinik
olarak nöroleptik alımı ile nüks azalması arasında belirli bir ilişki
olmadığını" belirtmektedir. "
""Şizofreni"de uzun vadeli sonuçlar, nöroleptiklerin kullanılmaya
başlanmasından önceki döneme göre bugün daha iyi değildir. O dönemde
"şizofreni" hastalarının üçte ikisi ilaçsız iyileşiyordu." -Haley, Mosher ve Burti (1989)
"....kontrollü, rastgele atama
çalışmalarından elde edilen önemli kanıtlar, 'uygun sosyal ortam
sağlandığında, yeni teşhis edilen çoğu "şizofreninin" çok az psikotrop
ilaçla veya hiç kullanmadan başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' açıkça göstermektedir. Ayrıca, açık çalışmalar, 'bu tür sosyal ortamların
deneyimli danışanlarla kullanıma başarıyla uyarlanabileceğini' tutarlı
bir şekilde göstermektedir."
"Ne yazık ki,
bilimsel bulgulardan ziyade siyasi ve ekonomik faktörler ve kısa vadeli
maliyet etkinliğine odaklanma, şu anda tedavi türünü belirliyor gibi
görünüyor." -Karon (1989) -""şizofrenikler" için psikososyal tedavilere dair kendi detaylı
incelemesi..."
""Şizofrenleri" nöroleptiklerle
süresiz idame tedavisine tabi tutmanın ve onları bu kimyasalların
bilinen toksisitelerine maruz bırakmanın mantığı ve pratiği
sorgulanabilir. Bununla birlikte, akıl sağlığı sisteminin yapısındaki
yetersizlikler, 'ilaç tedavilerine alternatiflerin dürüstçe
değerlendirilmesini ve uygulanmasını' engellemeye devam etmektedir.
İlaçların uygulanması kolaydır; destekleyici ve iyi personele sahip 'sosyal ortamlar' oluşturmak ve sürdürmek zor ve pahalıdır. Nöroleptik
ilaçların kullanımı, hastaların, doktorların, ailelerin ve diğer
tarafların sürekli olarak karşılaştığı zorlu ikilemlere yol açar. TD'nin
sorumluluğunu üstlenmek ve mağdurlarına tazminat ödemek, bu
katılımcıların ve toplumun geri kalanının yakında ele alması gereken
sorunlardır."
*** *** ***
"Nöroleptik
ilaçlar, kabaca "psikiyatri hastaları" ve "kurumsal bakıma muhtaçlar"
olarak tanımlanabilecek iki geniş ve birbiriyle örtüşen kategoriye
mensup kişilere reçete edilir. "-İlk kategori, nöroleptiklerin resmi
olarak endike olduğu 'akut veya kronik psikotik bozukluk' teşhisi konmuş
kişileri içerir (bu kategoriye manik-depresyon teşhisi konmuş kişiler de
dahildir; 1976-1985 yılları arasında, bu hasta alt grubu için reçete
edilen nöroleptik sayısında dokuz kat artış olmuştur. ; -İkinci kategori, 'huzurevlerindeki yaşlılar, toplum
destekli bakım evlerindeki zihinsel engelliler ve pansiyon ve bakım
evlerindeki yoksul eski hastalar gibi, - psikiyatrik teşhisi olsun veya
olmasın - az çok çaresiz ve kurumsal bakıma muhtaç kişileri' içerir.
Bugün, yaklaşık otuz yıllık psikiyatrik kurumlararasılaşmanın ardından,
nöroleptik reçete edilen kişilerin çoğu ikinci kategoriye girmektedir."
"Bu
bölümde, psikiyatri hastaları ve huzurevi sakinlerini örnek olarak
kullanarak, nöroleptik ilaçların reçete edildiği durumları, ilaçlama
sürecindeki başlıca katılımcılar (örneğin hastalar, doktorlar, kurumlar
ve personeli, aileler, ilaç şirketleri, toplum/hükümet) açısından
güç /kısıtlama, bilgi ve teşvik özelliklerine dikkat ederek açıklıyoruz.
Argümanlarımız, nöroleptik alan diğer gruplar için de geçerlidir, ancak
bazı değişikliklerle. Örneğin, zihinsel engelliler için bakımevlerinde
kalanlar arasında nöroleptik kullanım düzeyi çok yüksek olsa da, bu düzeyin son on yılda önemli ölçüde düştüğü
görülmektedir."
(İlaçlar hangi nedenlerle verilir?) ; "Diamond (1985), ilaçların 'hastaların 'acı ve ızdıraplarının bir kısmını' hafiflettiğini, hastaları 'dayanılmaz
streslerden' koruduğunu, hastaların 'uyumasına veya çalışmasına' yardımcı
olduğunu ve hastaların 'rahatsız edici düşünceleri dışarıda bırakmasına' yardımcı olduğunu' belirtmektedir.(...) Diğer hastalar nöroleptikleri, psikofiziksel
faydalarını takdir ettikleri için değil, bu ilaçların 'engellilik
iddialarını desteklemek' için 'üstlenmeleri gereken bir rol' içerdiği için
alırlar (belki de sahip oldukları birkaç kariyer seçeneğinden biri).
Diğer bazı hastalar ise nöroleptik almak istemezler, ancak 'örtük veya
açık tehditler nedeniyle almak zorunda olduklarını' hissederler. Bu
hastalar 'yeni veya uzun süreli hapis cezası, maddi yardımların kaybı
(bazı sosyal yardım kuruluşları yalnızca nöroleptiklerin enjekte
edildiğinin kanıtlanması durumunda para verir), konaklama yerlerinden
atılma, aile sevgisinin yok edilmesi ve sonsuza dek "akıl hastası"
kalacakları' inancıyla tehdit edilebilirler. Ayrıca, "dopamin
reseptörleri aç kaldığı veya psikozun alevlenmesinin başlangıcı gibi
görünen gerçek bir bağımlılık benzeri yoksunluk sendromu" nedeniyle
nöroleptiklerden vazgeçemeyen belirsiz sayıda eski hasta da vardır. Son
olarak, bazı psikiyatri hastaları nöroleptik ilaçları almayı reddeder.
Uzmanlar genellikle bu hastaların "sanrısal" olduklarını veya
"hastalıklarını inkar ettiklerini" iddia ederler; ancak hastalara 'nedenlerini ifade edebilecekleri' bir platform sağlandığında, genellikle 'yan etkilerin nahoşluğundan' bahsederler."
"Nöroleptik kullanan kaç kişinin 'bunları almak
istemediğini' tahmin etmek zordur. 1980 yılında, Amerika Birleşik
Devletleri'nde 'yatan psikiyatri hastalarının %26'sının, istemsiz olarak
sınıflandırıldığını' biliyoruz. Bu istatistik
elbette yanıltıcıdır, çünkü hastalara yönelik daha az resmi ama aynı
derecede etkili zorlama biçimleri, akıl sağlığı sisteminin tamamında bir
arada bulunmaktadır."
"Hastaların
ailelerinin, nöroleptik ilaç kullanımını teşvik etmek için çok sayıda
nedeni vardır. Aileler, 'engellilik' iddiasını desteklemek ve böylece
yakınlarını /hastalarını desteklemek için devletin yardımını resmen talep
etmek istedikleri için ilaç kullanımını destekleyebilirler.
Birçok hasta, temel iş ve eğitim becerilerinden yoksun oldukları için
"başarısızdır." ; "Başka bir açıdan bakıldığında, aile
üyelerinin, özellikle de bu kişi 'onlarla yaşıyorsa, onlara bağımlıysa ve 'öfkeli, içine kapanık veya öngörülemeyen davranışlarıyla' onları
rahatsız ediyorsa', kendi içlerinden birinin psikoz belirtilerini
bastırma konusunda güçlü ve belirgin çıkarları vardır. Anlaşılmaz veya
dengesiz davranan biriyle akraba olmanın 'damgası, utancı, stresi ve
üzüntüsü' son derece dayanılmazdır." ; "Aileler
ayrıca, akrabaları hakkında söylenenlere, - yani nöroleptik ilaçlarla
tedaviye yanıt veren bir 'beyin hastalığından' muzdarip olduklarına - inanmaya başlarlar. Bu nedenle ilaç
tedavisi, psikolojik sıkıntıya aydınlanmış ve sevgi dolu bir tepki
olarak görülür."
"Geçmişte, "şizofreni"nin "nedenleri"nin psikososyal
formülasyonları, aileleri 'dolaylı veya dolaysız olarak "şizofrenik"
olarak etiketlenen davranışların ortaya çıkmasından sorumlu' tutuyordu. Bugün, akıl hastalığı olan kişilerin ailelerinin - "şizofreni"nin bir beyin hastalığı olduğu fikrini temel bir ilke olarak
benimsemelerinin temel nedeninin - 'bu görüşün aileyi suçlamaması olduğu' kabul edilmektedir." ; "Akıl sağlığı alanında belki de en etkili, en iyi örgütlenmiş ve etkili lobi
grubu, yaklaşık 80.000 psikiyatri hastasının yakınlarından oluşan bir
kuruluş olan Ulusal Akıl Hastalıkları İttifakı'dır (NAMI). Bu kuruluş, kamu tarafından finanse
edilen araştırmaları, '"şizofreni"yi bir 'beyin hastalığı' olarak
tanımlamaya başarıyla' yönlendirmiştir. NAMI, 1990
mali yılı için "NIMH için en az 500 milyon dolarlık bir bütçe" için
aktif olarak lobi faaliyetlerinde bulunmaktadır ve özellikle 'beyin
araştırmalarına' odaklanmaktadır. (1989 - 1990)"
*** *** ***
"Kötü
davranış ve mutsuzluğun akıl sağlığı sorunları olarak tanımlanması ve
yönetilmesi, toplumumuzun önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu
durum, diğer şeylerin yanı sıra, tıp uygulayıcılarının 'hastalık' olarak
sınıflandırdıkları 'çeşitli rahatsızlıkları' teşhis ve tedavi etme
konusunda 'tekelci lisanslamasında' da kendini göstermektedir."
"Toplumsal
bir bakış açısından, ilaç tedavisi diğer tüm alternatiflerden çok daha
az maliyetli, hatta belki de alternatif araştırmaların finansmanından
bile daha ucuz görünmektedir. İlaç kullanımının bazı politik
avantajları, 'politikanın kendisinin basitliği ve karar vericilere ve
halka kolayca iletilebilmesi, geniş bir reçete yazan hekim ağının
varlığı ve bu reçete yazan hekimlerin eğitiminin kolaylığıdır.'"
"Brown ve Cooksey (1989) ve
Morreim (1990), Amerika Birleşik Devletleri'nde psikiyatri ve akıl sağlığı alanındaki 'yeni ekonomide iki önemli eğilimi' ele almışlardır: 'Ürün, hizmet ve müşteri portföyünü' genişleterek gelir elde etmeyi
amaçlayan kurumsal girişimcilik faaliyetlerinin büyümesi; ve maliyetleri
kontrol altına almaya yönelik karşılıklı baskılar. - "Yatakları doldurma
yönündeki ekonomik baskı, 'meslek üzerinde psikiyatrik hastalık kavramını
ve bununla birlikte hastaneye yatış ve diğer kapsamlı (gelir getiren)
bakım kriterlerini genişletme' yönünde orantılı bir baskıya dönüşür.
Tersine, maliyet kontrolüyle... psikiyatristler 'yalnızca
belgelendirilmesi en kolay ve sunumu en ucuz olan bakım biçimlerine
vurgu yapma baskısı' altında kalabilirler.""
"Hükümet
ve üçüncü taraflar 'sağlık hizmetlerinin maliyetini' karşıladıkları
ölçüde, 'ilaçla tedavi edilip edilmeyeceği kararını' etkilemekte
haklıdırlar. Ancak hükümetler genellikle dar görüşlüdür ve politika
kararlarında, 'önemli sayıda hastada TD gelişmesi durumunda nöroleptik
tedavinin uzun vadeli maliyetlerinin bir kısmını' dikkate almazlar.
Açıkçası, nöroleptik tedavi kısa vadede 'kurumsallaşma, profesyonel
hizmetler ve sapkın polislik maliyetlerinden' tasarruf sağlar, ancak uzun
vadede bu maliyetlerin yine de ödenmesi gerekebilir."
"Şiddetli TD,
muhtemelen tardif psikoz ve tardif demans da dahil olmak üzere 'ciddi
zihinsel ve fiziksel engellilik' anlamına gelir. Bu da
kurumsallaşma veya kapsamlı evde bakım desteği anlamına gelir.
Nöroleptik kullanımının kısa ve uzun vadeli maliyetlerine ilişkin
tartışmalar nadirdir ve TD vakalarının
sayısına rağmen bu maliyetler henüz araştırılmamıştır."
"Uzun
vadeli maliyetler üzerine yapılan tartışmaların yetersizliği, 'ilaçların
tedavi ettiği iddia edilen sorunların 'tıbbi niteliği' nedeniyle haklı
olduğuna' dair inancı yansıtıyor olabilir. Bu inanç - kabaca "tıbbi
model" olarak tercüme edilebilir - modern çağımızın ideolojik
temellerinden birini oluşturur ve zorunlu olarak TD'ye olası tepkileri
şekillendirir. Örneğin, TD'ye dengeli ve rasyonel bir yaklaşım
benimsediklerini iddia eden Munetz ve Schultz (1986), "şizofreni ciddi
bir beyin hastalığıdır" önermesinin "TD'ye nesnel bir şekilde yanıt
verilmeden önce kabul edilmesi gerektiğini" belirtir. Benzer
şekilde, Rose (1988), yalnızca "şizofreninin Amerika'da algılanma
biçiminde bir değişikliğin, antipsikotik ilaçları daha kabul edilebilir
kılmaya yardımcı olacağına" inanır. Bu alışılmadık bir iddiadır, çünkü
reçete yazanlar, aileler, kurumlar, ilaç şirketleri ve toplum 'nöroleptikleri yaygın olarak övmekte, desteklemekte, kullanmakta,
reklamını yapmakta ve kabul etmektedir.' Şu anda olduğundan daha fazla
nöroleptik almaya ihtiyaç duyan varsa, hastaların kendileri 'öncelikli
aday' gibi görünüyor."
"Beklendiği gibi, hastalar 'kamu politikası
tartışmalarında ve lobicilikte, en az temsil edilen' taraflardır. Bu
kısmen, grup büyüklüğü arttıkça artan "bedavacılık" sorununun bir
sonucudur. (yani, insanlar bireysel olarak lobiciliğe daha az kaynak ayırma eğiliminde olduklarından, bu tür lobicilikten elde edilen faydalar daha dağınıktır.) Bu nedenle, yalnızca sayılara dayanarak,
hasta savunuculuğu gruplarının daha az üyeye sahip rakip gruplara göre
bir avantaj elde etmesini bekleyemeyiz. İlaç endüstrisi, hasta gruplarına kıyasla 'daha az
bedavacılık' sorununa sahiptir çünkü nispeten az sayıda firma, 'kamuoyu
algılarını ve hükümet politikalarını' etkilemek için yatırım yapmaktan
doğrudan fayda sağlar. Psikiyatri dernekleri ise, üyelik
zorunluluğunu (yasal yaptırımlarla) uygulayarak, üyeleri arasındaki 'bedavacılık' sorununu ortadan kaldırmışlardır; grup 'bir bütün' olarak,
lobicilik amacıyla üyelerden 'bağış toplama' yetkisine sahiptir. Aileler
de hastalara benzer bir bedavacılık sorunu yaşarken, aile dernekleri
aileleri 'lobi gruplarına katılmaya ve üyelik katkısı yapmaya teşvik
etmede' oldukça başarılı olmuştur. Hasta gruplarına kıyasla elde
ettikleri başarının bir kısmı, hastaların sınırlı 'sosyo-politik
becerilerine, eğitimlerine ve finansal kaynaklara' erişimlerine
bağlanabilir."
"Hastaların çıkarlarını temsil eden gruplar çok
küçük, gevşek bir şekilde örgütlenmiş ve en iyi ihtimalle gelişigüzel
fon alıyorlar. Toronto'daki mevcut ve eski psikiyatri hastalarından
oluşan bir dernek olan Kendi Başımıza (On Our Own), Kanada'da psikiyatride 'biyolojik
tedavilerin kullanımı' konusunda sürekli olarak kılavuzlar sunan tek
gruptur. Ancak, dergileri Anka Kuşu Yükseliyor (Phoenix Rising), yetersiz fonlama nedeniyle
düzenli olarak kapatılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Hasta gruplarının
yoksunluğu, kamu politikası tartışmalarına katılma yeteneklerini
zayıflatmakta ve ilgili diğer taraflara daha büyük bir rol
bırakmaktadır."
"[Nöroleptik] kullananlar, tıp kurumları ve müttefikleri
tarafından üretilen propagandayla mücadele edecek kaynaklara nadiren
sahiptir; Toronto Transit Komisyonu araçlarında bulunan 'aldatıcı
şizofreni posterlerine' karşı bir 'reklam kampanyası' başlatamazlar." -iki eski On Our Own aktivisti...
"Akıl hastaları, diğer
görece çaresiz ve güçsüz insanlar gibi, 'kamu çıkarlarını korumak' için
sıklıkla başkalarına güvenmek zorundadır. Ailelerin bu rol için en uygun
kişiler olduğunu düşünmek doğaldır, ancak 'hastaların çıkarları ile
ailelerin çıkarlarının örtüştüğünü' varsaymak için hiçbir neden yoktur.
Aksine, sağduyu 'hasta ve ailelerin endişelerinin çatışabileceğini' gösterir ve kişisel gözlemler de genellikle 'çatıştıklarını' doğrular. Bu
basit gerçek nadiren kabul edilir ve bu da 'neden bu kadar az ilgili
kişinin, 'hastalara özgü bakış açılarının', kamusal tartışmalara
yansıtılmasını sağlamak' için çaba gösterdiğini açıklar."
*** *** ***
"Psikiyatristlerin
nöroleptik reçete etmeleri için en güçlü teşvik, hekim olarak 'mesleki
kimliklerinden' kaynaklanmaktadır."
"Psikiyatristlerin
nöroleptik reçete etmeleri için en güçlü teşvik, hekim olarak 'mesleki
kimliklerinden' kaynaklanmaktadır. Pratik uygulayan çoğu psikiyatrist
için "fonksiyonel" psikozlar, yakında keşfedilecek beyin hastalıkları
veya bu hastalıkların belirtileridir. Uygulayıcılar, tedavi ettikleri
birçok rahatsızlığın nedenleri, seyri ve sonuçları üzerinde 'sosyal,
psikolojik ve çevresel faktörlerin' öneminin farkında olsalar da,
uygulamaları neredeyse tamamen 'psikotrop ilaçlara' dayanmaktadır. "
"Mosher
ve Burti'ye (1989) göre, "şizofreninin ilaç tedavisi, en yoğun
dogmatizme maruz kalmaktadır. [B]u etikete sahip kişilerden
nöroleptikleri geri çekmek son derece zordur. Şizofreninin 'yalnızca
ilaçla tedavi edilebilen kronik bir hastalık olduğu' yönündeki genel
kanı, bu alanda kesin bir şekilde hakimdir.""
"Munetz'in (1985) öne sürdüğü gibi,
bir klinisyenin reçete ettiği ilacın 'ciddi veya geri döndürülemez
zararlara' yol açabileceğini fark etmesinin psikolojik olarak 'neden acı
verici olduğunu' anlamak zor değildir. Ancak böyle bir kabul
gerçekleşse bile, tıbbi modelde eğitim almış sıradan, iyi niyetli bir
hekim ne yapabilir? İyi organize edilmiş 'psikososyal iyileşme ortamları' o
kadar nadir veya erişilemezdir ki, 'uygulanabilir bir alternatif' olarak
bile değerlendirilmezler."
"Şu anda, hastaneye
yatış ve nöroleptik ilaçlar dışında, "şizofrenik" bir hastanın
tedavisinde 'tek gerçek seçenek' hiçbir şey yapmamaktır. Ancak hiçbir şey
yapmamak veya nöroleptikleri kesmek; bir araştırma projesinde bile olsa,
hekimi 'etik dışı uygulama suçlamalarıyla' karşı karşıya bırakabilir."
"Nöroleptiklerin
tehlikesiyle ilgili görüş belirtmek bile ciddi sonuçlara yol açabilir.
"Bir psikiyatrist (Dr. Peter Breggin) bir televizyon röportajında... 'hastaların [TD] ile ilgili endişelerinin haklı olduğunu, bunun ciddi bir
sorun olduğunu ve hastaların 'kendilerini anlamalarına yardımcı olmakla
ilgilenen profesyonelleri aramaları gerektiğini', sadece 'ilaç vermekle ilgilenen profesyonelleri aramamaları gerektiğini' kabul ettiğinde, onu
susturmaya çalıştılar." NAMI, Amerikan Psikiyatri
Birliği'nin de yardımıyla, 'Dr. Breggin'in tıp lisansının iptali' için
Maryland Tıp Lisans Kurulu'na dava açtı (suçlamalar sonunda
reddedildi)."
"Dolayısıyla, uygulayıcıda tespit edebildiğimiz her
genel önyargı, ilaç reçete etme olasılığını artırır. Ayrıca, doktorun
zihninde 'hastaya ilacın riskleri hakkında verilen bilgi, hastanın ilacı
almayı reddetmesine yol açıyorsa, doktorun da bilgilendirmeme yönünde' bir teşviki vardır. Benson (1984), psikiyatristlerin üçte birinin
nöroleptik kullanan hastalarda 'önemli yan etkiler ve TD risklerini' açıkladığını ve onda birinin 'bunu, hastalarla tartışmamanın daha iyi
olduğunu düşündüğünü' bildirmiştir. Ancak son zamanlardaki
bir eğilim, TD'yi önlemek için potansiyel bir teşvik oluşturmaktadır:
malpraktis davaları tehdidi. Son zamanlarda kamuoyunda iyi bilinen
davalar, emsal teşkil etmiş ve - en azından teoride - psikiyatri pratiğini
kısıtlamıştır. Ancak, gördüğümüz gibi, APA'lar gibi yerleşik yönergeler
"uygulamanın korunmasından ziyade ihlal edilmesiyle daha fazla dikkate
alınmıştır."
"Genellikle
doktorların, hastalarının "en iyi çıkarları doğrultusunda" hareket
ettikleri varsayılır. Bizim görüşümüze göre bu, hastanın 'tam yetkinliğe ve doktorun sahip olduğu bilgiye sahip olması' durumunda
davranacağı gibi davranması anlamına gelmelidir. Ancak doktor, karara
varırken bilgisinden fazlasını ortaya koyar. Doktor ayrıca, - hastanınkiyle örtüşüp örtüşmediği belli olmayan - kendi değerlerini de
ortaya koyar. Bu değerlere, bir teoriden daha fazlasını oluşturan, ancak
aslında meslek için çıkarcı bir tutum /paradigma olabilen tıbbi model de
dahildir."
*** *** ***
"İlaç şirketleri, 'doktorlara sağladıkları
bilgiler ve profesyonel psikiyatri derneklerine sağladıkları fonlar
aracılığıyla' ilaç reçeteleme kararında doğrudan rol oynarlar."
"İlaç
şirketleri, ilaç satışlarından kâr elde eder ve 'ürünlerinin tüketimini
artırmayı hedeflemek' dışında bir teşvike sahip olmaları beklenemez. İlaç
şirketleri, tıp dernekleri ve düzenleyici kurumlar arasındaki 'simbiyotik ilişki' kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. İlaç şirketleri, 'doktorlara sağladıkları
bilgiler ve profesyonel psikiyatri derneklerine sağladıkları fonlar
aracılığıyla' ilaç reçeteleme kararında doğrudan rol oynarlar. Bu
bilgiler, psikiyatri dergilerindeki 'reklamları, prospektüsleri ve diğer
etiketleme ve tanıtım biçimlerini' içerir. Çoğu
araştırmacının 'reçete uygulamalarının kalitesini değerlendirdiği' standart olan Hekimlerin Başvuru Rehberi'nde, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA)
tarafından onaylanması gereken 'listeler, etiketleme ve tanıtım biçimleri'
veya 'doktorlara ücretsiz olarak dağıtılan ücretli bir reklam' biçimidir."
"Çok uluslu ilaç şirketlerinin 'reklama 'harcayabileceği para miktarı, hekimlerin maruz kaldığı bilgi türünde bir
dengesizlik yaratmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, bağımsız
gözlemciler ve ilaç karşıtı savunucular tarafından sağlanan bilgiler
neredeyse hiç duyurulmamaktadır."
*** *** ***
"Huzurevi
sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel
kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme
tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. (....) Mevcut kanıtlar, 'huzurevi
sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda
bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin
- eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. (....) .... Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının
%50'sinden fazlası, doğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıyla' finanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir."
"Huzurevlerinde
nöroleptiklerin temel kullanımı iyi belgelenmiştir. Medicaid alan 33.351 Illinois'li uzun süreli
yetişkin huzurevi sakininin tamamını kapsayan yakın tarihli bir
çalışmada, Buck (1988), '%45'inin nöroleptik ilaç aldığını' tespit
etmiştir. Nöroleptiğin çoğunun ortalama uygulama süresi altı ay veya
daha uzundu; bu da "bireylerin bu tür ilaçlara başladıktan sonra bunları
almaya devam ettikleri anlamına geliyor." Huzurevlerinde
nöroleptik kullanımının yaygınlık oranını muhafazakâr bir şekilde %20
olarak tahmin edersek, Amerika Birleşik Devletleri'nde bakımevinde yaşayan yaklaşık 400.000
yaşlı bu ilaçları almaktadır. (1987, 1988, 1989)"
"Çoğu uzman,
nöroleptiklerin huzurevi sakinlerine verilmesinin nedeninin, ilaçların
yıkıcı ve ajite davranışları 'etkili bir şekilde kontrol etmesi olduğu' konusunda hemfikirdir. Yaşlı huzurevi sakinlerinin
beşte biri, günlük olarak 'yönelim bozukluğu, saldırganlık, gezinme ve
gürültü' gibi "sorunlu davranışlar" sergileyebilir. Bir çalışma, nöroleptiklerin "fiziksel
olarak engelli kişilere, dolaşan ve agresif kişilere" daha sık reçete
edildiğini ortaya koymuştur. - 'Bu uygulama ne ölçüde haklı?' - Resmi olarak huzurevlerine bağlı çok az
kişinin olduğunu ve bu nedenle tedavinin çoğu sakin için görünüşte
"gönüllü" olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, yalnızca birkaç
durumda, ikamet edenin genel çaresizliğini telafi etmek için
uygulanabilecek bazı yasal denetimler mevcut olabilir."
"Huzurevi
sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel
kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme
tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. Bu kişilerin çoğunun, nöroleptik almak için 'herhangi bir
teşvike sahip olmadığını' varsaymak mantıklıdır. Nöroleptiklerin
kendilerini fiziksel olarak 'daha iyi hissettirdiğini' düşünemeyiz. Genel
olarak, nöroleptiklerin bu bireyler için 'herhangi bir fayda sağlama' olasılığını görmüyoruz. Ancak, nöroleptiklerin bir maliyeti vardır:
TD'nin başlangıcı - ki bu durumda en yaygın kabul gören risk faktörü
artan yaştır."
"Mevcut kanıtlar, 'huzurevi
sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda
bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin
- eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. Reçete yazanların huzurevi hastalarından 'nasıl
bilgilendirilmiş onam aldıklarını' belirlemeye çalışan bir çalışmadaki
araştırmacılar, bulgularının bir kısmını şu şekilde özetlemiştir:
"Sonuçlar, huzurevlerindeki doktorların 'hastalarını nöroleptiklerin
riskleri konusunda bilgilendirmediğini, onam almadığını ve yeterliliği
bir sorun olarak bile görmediğini' göstermektedir.""
"1980
yılına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinin
%81'i özel mülkiyete aitti. Bu tesisler,
giderek 'büyük mülkiyet zincirlerinin hakim olduğu, oldukça rekabetçi bir
pazarda' faaliyet göstermektedir. Bu kurumların rekabetçi kalmaları için
en güçlü teşvik, muhtemelen maliyetlerini - yasal olarak mümkün olan - en
düşük seviyede tutmalarıdır. Hizmet
rekabeti, nispeten varlıklı müşterilerden veya ailelerden - asgari ücretin üzerinde ücret alan - rekabetçi birkaç elit huzureviyle sınırlıdır.
Ancak, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının
%50'sinden fazlası, doğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıyla' finanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir."
"....bir çalışma, Amerika
Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinde '100 hasta başına yalnızca 1,5
lisanslı hemşire personeli bulunduğunu, akut bakımda ise 4,5 hastaya bir
kayıtlı hemşire düştüğünü' tahmin etmektedir. (1989)"
"Waxman ve diğerlerine (1985) göre,
"psikotropik ilaçlar, rahatsız hastaların tedavisinde, bir hasta kurumun - uzun süreli bakım sektörünün - tedavisinden daha az kullanılmaktadır." Ücretler düşüktür, fiziksel koşullar genellikle kötüdür, iş
yorucu ve sıklıkla onur kırıcıdır. Bu nedenle huzurevi personeli, - diğer
sağlık hizmeti ortamlarındaki personele göre - daha az niteliklidir.
Doktorlar genellikle orada bulunmaz. Huzurevindeki hasta
bakımının %90'ından fazlası, 'eğitim ve ücret açısından huzurevi
hiyerarşisinin en altında yer alan hemşire yardımcıları' tarafından
sağlanır; Amerika Birleşik Devletleri'nde yardımcılar arasında yıllık
ortalama işten ayrılma oranı yaklaşık %40'tır. Bu koşullar
altında, "psikotropik ilaçların, özellikle de nöroleptiklerin, 'personel
üzerindeki yükü azaltmada ne kadar etkili olduğunu' anlamak zor değil.
Uykulu, uykuda veya halsiz hastalar, daha az yönetim sorunu teşkil
ediyor." Diğer çalışmalara göre, özellikle hafta sonları,
bakım evlerinde 'personel sıkıntısı yaşanmaya' meyilli olduğu zamanlarda,
aşırı ilaç kullanımı yaygındır."
*** *** ***
"....Massachusetts'teki 55 huzurevinde
yaptıkları bir ankette, 'personel yeterliliğini' değerlendirmiş ve yaygın
olarak kullanılan 'psikotrop ilaçların, amacı ve yan etkileri' konusunda 'düşük bir anlayış' düzeyine ulaşmışlardır. Nöroleptik klorpromazin
(Torazin, Largactil), %47 tarafından hafif bir sakinleştirici ve %12
tarafından antidepresan olarak tanımlanırken, %19'u amacını bilmiyordu.
Düzgün bir klinik vaka incelemesine yanıt olarak, katılımcıların
neredeyse yarısı TD'nin birincil belirtisini fark edememiş, semptomları 'inmeye (yüzde 15), akıl hastalığına (yüzde 12), kalp rahatsızlığına
(yüzde 6) veya tansiyon sorunlarına (yüzde 3)' bağlamış veya hiçbir yanıt
vermemiştir (yüzde 12). Anketörler tarafından yapılan muayenede 'hareket
bozukluğu' tespit edilen sakinlerin yalnızca %17'sinin kayıtlarında
TD'den bahsediliyordu."
"Engle ve ark. (1985), koruyucu bakım
evlerinde nöroleptik kullanan sakinler arasında, hastalık belirtilerinin
sayısı arttıkça, 'aktivitelerini yerine getirme becerisinde' de buna
bağlı bir azalma olduğunu göstermiştir. Bu durum, bakım evi sakinlerine
bakım süresini kısaltmak için ilaç verilmesinin, bu sakinlerin 'artan
engelliliği ve dolayısıyla onlara hizmet etme çabalarının artması' hakkındaki bilgilerle tam olarak dengelenemeyen bir seçenek olduğunu
göstermektedir."
"Doktorlar, ikamet eden kişi, kurum, bir devlet
kurumu, aileler veya sigorta şirketleri tarafından ücretlendirilebilir,
ancak kurum tarafından işe alınırlar. Huzurevi sakinlerinin, 'doktorlarının kim olacağı' konusunda pek söz sahibi olmaları pek olası
değildir. Doktorun 'ikamet edenler' hakkında edindiği bilgilerin çoğu,
zorunlu olarak personelden gelecektir. Hemşirelerin ve
diğer personelin gücü önemlidir: Avorn ve ark. (1989), nöroleptik
reçetelerinin neredeyse yarısının "ihtiyaç duyulduğunda" yazıldığını ve
böylece 'uygulama kararının, hemşirelerin eline bırakıldığını' tespit
etmiştir. "
"Ray, Blazer, Schaffner ve Federspiel (1987),
huzurevi hekimleri tarafından reçete edilen nöroleptik sayısını
azaltmayı amaçlayan bir 'eğitim ziyaretinin başarısızlığını' rapor ederek,
"huzurevinde, hemşirelik personeli tedavi kararlarında önemli bir rol
oynayabilir" sonucuna varmıştır. Alternatif davranış yönetimi
yöntemleri, hemşireler ve hekimler tarafından daha fazla zaman veya
kurum tarafından daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirebilir; bu da
günümüz huzurevi ortamında gerçekleştirilmesi zor bir taahhüt olabilir."
"....huzurevlerine giren birçok kişinin
kapasitesi sınırlıdır ve bu durum, bir kurumda ikamet eden kişilerle
daha da belirginleşir. Böyle bir durumdaki hekimlerin, onam sürecini
hafife alması kolaydır ve çoğu huzurevinde durum böyle görünmektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi, kurumsal baskılara ek olarak kendi
önyargıları da, TD gibi riskleri veya bir nöroleptik ilacın
neden gerekli olduğunu açıklamaktan alıkoyabilir. Malpraktis korkusu,
daha gözetimli ortamlara göre çok daha düşük olacaktır ve TD belirtileri
ortaya çıktığında, personel tarafından bunlar, 'sakinin genel engelli
durumuna' bağlanabilir."
"Kurumsal baskılar, sağlık hizmeti
sorumluluklarının kurum personeline devredilmesi ve TD riskinin
yeterince tanınmaması, bizi 'huzurevlerindeki hekimlerin, nöroleptik
reçete uygulamalarının etkisinin, sakinlerden ziyade kurumların
çıkarlarını yansıttığı' sonucuna götürmektedir. En azından kısa vadede,
bir huzurevinde nöroleptik kullanma kararı, sakine bir maliyet, kuruma
ise bir fayda getirir. Kurum genellikle, sözde sakin adına
hareket eden üçüncü taraflarca, 'barınma, bakım ve gözetim' sağlamak için
finanse edilir. Bu tür bir finansman, 'sakinin, nöroleptikler verilerek
değiştirilmesini' haklı çıkarmaz. Ne yazık ki, 'nöroleptiklerin ayrım
gözetmeksizin kullanımını teşvik etmeyen bir kurumun, bunu teşvik eden bir
kuruma göre rekabette dezavantajlı olduğunu' düşünebilir; çünkü bu
uygulama, maliyetleri düşürebilir ve potansiyel ödeyiciler için daha
cazip olabilir. Ancak, nöroleptik kullanımı büyük ölçüde azaltılır ve
tüm kurumlar uygulamalarını değiştirirse, maliyetler herkes için eşit
bir şekilde artacaktır. Dolayısıyla nöroleptiklerin uygulanmasının
düzenlenmesi, 'düzenlemeler uygulandığı ve kurumlara artan bakım
maliyetleri için tazminat sağlandığı' sürece kurumsal bir muhalefetle
karşılaşmayabilir."
(Politika önerileri) : "Nöroleptik
ilaçların reçete edildiği bağlamlara ilişkin kısa incelememiz,
katılımcıların nöroleptikleri kullanımlarının getirdiği maliyetlere
yeterince dikkat etmeden tercih etmelerine yol açan 'sistematik
baskıları, kısıtlamaları ve önyargıları' ortaya koymaktadır. Görüşümüze
göre bu durum, 'dengeleyici baskılar ve politika müdahaleleri' gerektirmektedir."
(Tıbbi Model tartışması..) ; "Tıbbi modelin meşruiyeti
(yani, "akıl hastalıkları" olarak adlandırılan olguların, akıl sağlığı
uzmanları tarafından ortadan kaldırılması veya yönetilmesi gereken
gerçek hastalıklar olduğu) konusunda kamuoyunda acil bir tartışmaya
ihtiyaç vardır. Görüşümüze göre toplum, 'kötü davranış' tanımıyla ilgili tartışmaların, daha fazla farkına varır ve biyolojik
psikiyatrinin iddialarını eleştirel bir şekilde yeniden düşünmeye
çalışırsa, çıkarlarını en iyi şekilde temsil edebilir. Bu amaçla, ilk adım olarak, hastaların ve
hasta savunucusu gruplarının, 'görüşlerini' kamuoyuna temsil etmeleri ve
sunmaları için çok daha fazla yardım almalarını öneriyoruz. Bu tür bir
yardım, özellikle mesleki tekelleri onaylayan hükümet düzenlemeleri
nedeniyle 'bedavacılık' sorunlarını azaltan meslek birlikleri gibi, 'rekabet eden' bakış açılarına sahip grupların 'sahip olduğu avantajları' dengelemeye yardımcı olacaktır."
(Bakımın standardı) : "Kurumların
ve doktorların karşı karşıya olduğu teşvikler, TD hakkındaki bilginin
tek başına nöroleptik reçete uygulamalarında büyük değişiklikler
yaratmaya yetmeyeceği şekildedir. Kuşkusuz, Amerikan Psikiyatri
Birliği'nin 1979 tarihli yönergelerine uyulması, TD ve diğer yan
etkilerin görülme sıklığını ve yaygınlığını azaltacaktır. Daha az kişi
nöroleptiklerle tedavi edilecek ve daha az kişi yüksek doz alacaktır.
Düzenli doz azaltımı veya ilacın kesilmesi yoluyla TD'nin sürekli
izlenmesi, erken belirtileri ortaya çıkaracak ve durumun, uygun şekilde
yönetilmesine ve önlenmesine yol açacaktır. Şimdiye kadarki davaların
sonuçları, nöroleptiklerin uygulanması için yargısal olarak oluşturulmuş
standartlar açısından çok az şey ortaya koymuştur. Amerikan
Psikiyatri Birliği (APA)
yönergelerinin, derhal bu 'standardın temelini' oluşturması gerektiğine
inanıyoruz. Görüşümüze göre, geçerli bir sebep olmaksızın bu yönergelere
uyulmaması, malpraktis davası açılması için gerekçe teşkil eder.
Nöroleptik kullanımının belirli yönleriyle ilgili özel düzenlemeler
dikkate alınmalıdır: örneğin, "gerektiğinde" reçeteler tamamen
yasaklanmıyorsa, bunlara 'zaman kısıtlaması' getirilmelidir. APA,
bir şikayetin doğrulanması halinde, ihlal edenlerin disiplin cezasına
(örneğin, lisansın askıya alınması veya iptali, para cezası, yeniden
eğitim, reçete ayrıcalıklarının kaldırılması) maruz kalabileceği
konusunda bir uyarıyla, yönergelerini her yıl yeniden yayınlamalıdır.
İlaçları reçete etme ve uygulamada rolü olan tüm kişiler - özellikle
huzurevi personeli ve yardımcıları - TD'nin izlenmesinde rol almalıdır."
(Bilgilendirilmiş onam) : "Bilgilendirilmiş
onam, 'etik tıp' uygulamasının merkezinde yer almaya devam etmektedir.
Bizim görüşümüze göre, tıbbi tedavi için ahlaki açıdan haklı tek
dayanak, 'hastalığın varlığı' değil, 'onamdır.' Bir hasta, 'yetersiz' görünüyorsa, sağlık çalışanının 'tedavi etmemesi' ve bunun için 'mahkeme
kararı' alması gerekir. TD gibi ciddi bir durum için, imzalı
bir onam formu, asgari gereklilik olmalıdır. Bir onam formu, bazı
durumlarda 'gerçek bilgilendirilmiş onamın alınamaması' durumunu örtbas
etmek için kullanılabilir, ancak bir onam formunun yalnızca
nöroleptiklerin risklerini ve faydalarını açıklaması gerekmez. Bir onam
formu, APA yönergelerinde belirtildiği gibi 'hekimin görevlerini
belirtmeli ve reçete yazan kişi tarafından imzalanmalıdır.' Onam
formu ayrıca, reçete yazan kişinin 'mesleki faaliyetlerinin uygun
şekilde izlendiğini' belirtmeli ve yönetici tarafından imzalanmalıdır. Onam formlarının
koşullarına uyulmaması, hafifletici nedenlerin bulunmaması durumunda,
mahkemelerin malpraktis bulması için yeterli gerekçe teşkil edecektir."
(Hukuk davaları) : "Hukuk
davaları, istenmeyen maliyetleri başkalarına yükleyenlerin, etkilenen
kişileri tazmin etmek zorunda kalmasını sağlayarak, dışsallıkları
azaltmanın bir yoludur. Bu bağlamda, örneğin hastanın - tam
bilgilendirilmiş onayı olmadan - nöroleptik tedavileri uygunsuz bir
şekilde uygulayan veya sürdüren hekimlerin ve kurumların, sonuç olarak
TD geliştiren hastayı tazmin etmesi gerektiği anlamına gelir. Ancak,
dava açma olanağı çok az kişi için mevcut olduğundan, 'mahkeme
kararlarının etkisi' sınırlıdır. Öte yandan, mahkeme kararları 'hastaları
ve ailelerini, TD riskleri' konusunda bilgilendirir ve hekimleri ve
yöneticileri, hasta TD geliştirirse, 'karşılaşabilecekleri riskler 'konusunda uyarır. Yargı sürecini gözlemleyen bazı kişiler,
malpraktis davaları kavramını desteklerken, 'davacılara verilen
tazminatların "aşırı" olduğunu' savunmaktadır. Herhangi bir bireysel
davada bu tür tazminatlar aşırı olabilir, ancak genel olarak, tüm TD
mağdurları dava açsaydı "haklı olarak" verilecek olanın çok küçük bir
kısmına denk gelmektedir. Malpraktis tazminatları, meslek mensuplarının
sigorta şirketleri tarafından ödenir ve sigorta ücretlerine yansıtılır.
Bu ücretler, 'uygun şekilde tedavi edilmeyen veya bilgilendirilmeyen' hastaların katlandığı TD maliyetine yaklaştığı ölçüde, doktorların ve
yöneticilerin 'nöroleptik kullanımını sınırlamaları' beklenebilir. Potansiyel
olarak başarılı davacıların büyük çoğunluğu asla mahkemeye
gitmeyeceğinden, bireysel tazminatlar, başarılı davacıların 'kazanç
kaybı, yaşamdan zevk alamama, mağdur ve aile üyeleri tarafından
katlanılan arkadaşlık kaybı' gibi tüm tanımlanabilir maliyetleri
fazlasıyla telafi etmelidir. İhmal vakalarında, cezai tazminat da
verilmelidir. Hiç değilse , bu tür
davalar 'teşvik edilmeli ve ilgili davaları izlemek ve davacı adaylarına
emsal oluşturmak için hukuki yardım ve/veya adalet bakanlığı fonu 'sağlanması gibi mevcut devlet finansman mekanizmaları kullanılmalıdır."
(İlaç bilgileri) : "Mesleki
tıp ve psikiyatri dernekleri, resmi dergilerinde 'ücretli ilaç
reklamlarının' yanı sıra mesleki ve bilimsel faaliyetlerinin finansal
olarak desteklenmesinde de 'açık bir çıkar çatışması' olduğunu kabul
etmelidir. Herhangi bir uygulayıcı, bu tür ilaç şirketi
sübvansiyonlarının - kendi muayenehanesindeki etkisini - vicdanen inkar
edebilir; ancak bu sübvansiyonlar, hekimler tarafından yüksek oranda
psikotrop ilaç reçete edilmesiyle birleştiğinde, en azından sistematik
veya bilinçsiz bir önyargı izlenimi yaratmaktadır. Hekimler,
tamamen finansal bir teşvikle faaliyet gösteren ilaç şirketlerinden son
derece büyük miktarda bilgiye (reklamlar, numuneler, broşürler ve diğer
tanıtım materyalleri şeklinde) maruz kalmaktadır. 'Hekimler,
muhaliflerden de bilgi almamalı mıdır?' Gönüllü uyum veya düzenleme
yoluyla, ilaç şirketi bilgileri, nöroleptiklerin terapötik ve yan
etkileriyle ilgili tartışmalara atıflar eklenerek daha dengeli hale
getirilmelidir."
(Çözüm) : "Tavsiyelerimizin, uygulanması
halinde, bu makalede 'özetlediğimiz sorunların' azaltılmasına yardımcı
olacağına inansak da, karar vericilerin bunları yalnızca bilimsel ve
mesleki sorumluluğa ve bireysel özerkliğe bağlılığı yansıtan bir sosyal
ve ekonomik ortamda değerlendireceklerinin farkındayız. Bu nedenle, "şizofreni" hastalarının - ilaç
tedavisine 'psikososyal alternatifler' yaygın olarak mevcut olmadığı
sürece, - ilaç tedavisi kaçınılmazdır. Tıp dışı sağlık profesyonelleri, 'ilaç
kararları' düşünülürken hekimlere danışmaya ve ilaç tedavisinin
belgelenmiş değerleri ve sınırlamaları hakkında daha fazla bilgi
edinmekten kaçınmaya devam ettikleri sürece, reçete kötüye kullanımı devam edecektir. Akıl sağlığı müdahaleleri akıl hastanesine
yatış tarafından domine edilmeye devam ettiği sürece, hastaların
kişisel güçlerinin korunması aşınacak ve daha fazla bağımlılığa ve
iatrojenik yaralanmaya yol açacaktır."
-Prof. Dr. David Cohen, MD (74)
*** *** ***
"Tardif Diskinezinin Kısa Tarihi: 65 Yıldır Süregelen İlaç Kaynaklı Beyin Hasarı... " -Dr. Robert Whitaker (9)
"...araştırmacılar artık çocuklarda ve
ergenlerde de TD'yi inceliyorlardı ve sonuçlar ürkütücüydü. Maryland
Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, inceledikleri '116 pediatrik hastanın
%10'unda, bir ila iki yıl boyunca SGA kullandıktan sonra TD geliştiğini 'bildirdi. İspanyol araştırmacılar, 'bir yıldan uzun süredir
antipsikotik kullanan çocuk ve ergenlerin %38'inde, hafif TD belirtileri
görüldüğünü' tespit etti. FGA'lar ve SGA'lar arasındaki TD riskinin
karşılaştırmalı olarak tartışılması hala devam ediyor." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Yakın zamanda yayınlanan bir çalışma, 'TD salgınının
nasıl devam edebileceğini' anlatıyor. 1999'dan 2015'e kadar psikotropik
polifarmasi ile tedavi edilen Amerikalı gençlerin sayısı neredeyse üç
katına çıktı ve 2011-2015 yılları arasında 293.492 genç bu tedaviye
alındı. İlaç kokteyllerinin bir parçası olarak antipsikotik reçete
edilenlerin oranı %38'den %75'e yükseldi. Hatta 0-4 yaş arası önemli
sayıda çocuğa bu kokteyller verildi.
İşte tıp literatüründe
sorulmayan soru tipleri: "-Bu çocuk ve ergenlerin kaçı TD geliştirecek? ; -Kaç tanesinde ağır vakalar gelişecek? ; -Sonuç olarak hayatları nasıl
etkilenecek?" -Dr. Robert Whitaker (9)
"Bugün psikiyatri, TD'ye verdiği 'önceki yanıtı
hatalı, geleceğe ders olması gereken bir geçmiş' olarak değerlendiriyor.
Ancak SGA'ların gelişiyle birlikte tarih tekerrür etmeye başladı ve
TD'nin bedeli katlanarak arttı." -Dr. Robert Whitaker (9)
" İlaç endüstrisi artık 'kendi
ürünlerinin neden olduğu zararı tedavi etmek' için ilaç geliştirerek kâr
elde ediyor." -Dr. Robert Whitaker (9)
"....yeni ilaçlar TD'nin gözle görülür
belirtilerini (tikler, spazmlar ve diğer motor anormallikleri)
azaltabilse de, antipsikotiklerin neden olduğu beyin hasarını onarmak
için hiçbir şey yapmazlar. (...) ....TD ilaçlarının
"etki mekanizması"nın incelenmesi, zamanla beyin fonksiyonlarını
kötüleştirebileceklerini ortaya koymaktadır. Bu ilaçlar, beyindeki 'birden
fazla nöronal yolun normal işleyişini' bozar." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Klorpromazin
1950'lerde piyasaya sürüldüğünde, klinisyenler düzenli olarak parkinson
semptomlarına -titreme, kas sertliği, hareketlerde yavaşlama vb. -
neden olduğunu fark ettiler. Araştırmacılar kısa süre sonra
klorpromazin ve diğer yeni "nöroleptiklerin", 'beyindeki dopamin
reseptörlerini bloke ederek, motor hareketleri kontrol eden bazal
gangliyonlardaki nöronal aktiviteyi engellediğini' anladılar. Parkinson
semptomlarının, ilaçların 'akut bir etkisi' olduğu anlaşıldı." -Dr. Robert Whitaker (9)
"....dokuz çalışmada, TD'nin 'tüm şizofreni hastalarının
%10'undan fazlasını etkilediği' belirtilmiş ve bir raporda, 'uzun süre
ilaç kullanan tüm hastalarda, bu oranın %40'a kadar çıkabileceği' belirtilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Etiyolojisi belirsizliğini korusa
da, 'antipsikotiklerin, nöronların 'normal işlevlerini' bozan nöronal hasara
neden olduğu' açıktır. - "Ayrıca, TD'nin çoğu
hastada "geri döndürülemez" olduğu ve sorumlu antipsikotik kesildikten
sonra da devam ettiği bulunmuştur; bu da beyin hasarının 'kalıcı' olduğunun kanıtıdır." -Dr. Robert Whitaker (9)
"....araştırma, antipsikotiklerin uzun vadede iyileştirmesi beklenen
semptomları kötüleştirebileceğini ortaya koymaktadır. Diğer birçok
çalışma, TD'nin 'beyin fonksiyonlarında, genel bir gerileme ile ilişkili
olduğunu' bulmuştur. TD'li birçok hasta, 'öğrenme, hafıza ve diğer çeşitli
zihinsel görevlerde hızlanan bir bozulma' gösterir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD ile
ilgili şu anda etkili olan bir faktör daha var: Antipsikotiklerin
reçetelenmesinin yaygınlaşması, çok daha fazla sayıda insanı bu riske
maruz bırakıyor. 2014 tarihli bir raporun yazarları,
"Günümüz klinik pratiğinde SGA'ların artan kullanımı, psikotik olmayan
durumlar (majör depresif bozukluk, kişilik bozukluğu, otizm spektrum
bozukluğu, uyku bozukluğu vb. ) için sıklıkla etiket dışı kullanım da
dahil olmak üzere, TD'nin görülme sıklığı ve yükü artmaya devam
edebilir" sonucuna varmıştır." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Atipik
dönemin başlangıcında (1997), 'ABD nüfusunun %0,8'ine ayaktan tedavi
gören bir antipsikotik ilaç' reçete edilmişti. On yıl sonra bu oran
%1,3'e yükseldi. 2013-2018 yılları arasında ayaktan antipsikotik
kullanımına ilişkin bir ankete göre, 'bugün tüm yetişkinlerin %1,6'sı bu
ilaçları' kullanıyor. Bu, '3,8 milyon yetişkin' anlamına geliyor. - (Bu
sayı, 'kurumsal ortamlarda (psikiyatri hastaneleri, huzurevleri vb. )
antipsikotik kullanımını' içermemektedir. Ayrıca, 'çocuklara ve ergenlere
ayaktan antipsikotik reçete edilmesi de' bu sayıya dahil değildir.) - Risperidon
piyasaya sürülmeden önce böyle bir reçeteleme neredeyse hiç
yapılmazken, o zamandan beri neredeyse sıradan hale gelmiştir ve '2010
yılında 4-18 yaş arası çocuk ve ergenlerin her 62 ayaktan tedavi
ziyaretinden birinde antipsikotik reçetesi' yazılmıştır. Bu, 'her
yıl antipsikotiklere maruz kalan toplam insan sayısını, dört milyonun çok
üzerine' çıkaracaktır ve yıllık TD insidansı %3 olsa bile (bazı
çalışmalarda %5 gibi daha yüksek bulgulara kıyasla), bu 'her yıl
100.000'den fazla yeni TD vakasına' yol açacaktır." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD ilacı
Ingrezza'nın üreticisi Nörokrin Biyolojik Bilimler ise, Amerika Birleşik Devletleri'nde 'TD'li 500.000 kişi
olduğunu ve bu nüfusun yalnızca %20'sine teşhis konulduğunu' tahmin
ediyor. Nörokrin ve Teva farmasötikler'in TD için ilaçlarını, 'hasta başına, yıllık 80.000 dolarlık
bir maliyetle' satması, teorik olarak 'bu ilaçlar için, yıllık 40 milyar
dolarlık bir pazar' yaratacaktır." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD anlayışı, "birinci nesil"
antipsikotikler (FGA'lar) döneminde ortaya çıktı. Beyin
hasarına neden olan ve bunu büyük bir düzenlilikle yapan ilaçlardan
bahsediyordu. Çalışmalar, hastaların %5'inin ilaca maruz kaldıktan
sonraki bir yıl içinde TD geliştirdiği ve her bir yıllık kullanımla birlikte %5'inin daha TD geliştirdiği sonucuna vardı. Araştırmacılar,
TD'nin aynı zamanda artan ölüm oranıyla da ilişkili olduğunu belirledi. Ancak bu bulgulara rağmen psikiyatri 20 yılı aşkın bir süredir TD'ye
çoğunlukla göz yummuş veya bu bozukluğun şiddetini küçümsemiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"....'Bir psikiyatrist, hastalarla
konuşmaktansa ilaç yazarak daha fazla kazanabilirdi.' TD, tüm bunları
tehdit etti. Eğer alan, antipsikotiklerin hastaların önemli bir
yüzdesinde 'beyin hasarına' neden olduğunu anlarsa, tüm bu anlatı çökerdi." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD, sıklıkla 'istemsiz hareket
bozukluğu' ve dolayısıyla 'bazal gangliyonların işlev bozukluğu' olarak
sunulur. "Ancak TD'ye
dair bu yaygın anlayış, daha yıkıcı bir gerçeği gölgede bırakır: TD,
beyin fonksiyonlarında genel bir düşüşe yol açan 'ilaç kaynaklı beyin
hasarı' olarak anlaşılmalıdır. Motor işlev bozukluğuna genellikle
'psikotik semptomlarda artış, bilişsel işlevlerde gerileme ve erken ölüm
riskinde artış' eşlik eder. (...) ....yeni ilaçlar TD'nin gözle görülür
belirtilerini (tikler, spazmlar ve diğer motor anormallikleri)
azaltabilse de, antipsikotiklerin neden olduğu beyin hasarını onarmak
için hiçbir şey yapmazlar. (...) ....TD ilaçlarının
"etki mekanizması"nın incelenmesi, zamanla beyin fonksiyonlarını
kötüleştirebileceklerini ortaya koymaktadır. Bu ilaçlar, beyindeki 'birden
fazla nöronal yolun normal işleyişini' bozar. Bu, psikiyatrinin
ve "toplumumuzun" onlarca yıldır görmezden geldiği, büyük ölçekte tıbbi
zarara dair uzun süredir devam eden bir hikâyenin son bölümü. Tarih
tekerrür ediyor ve bu tekerrür, trajik bir sonla bitiyor." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Tardif
diskinezi olarak bilinen hastalığın, ilk vaka raporları birkaç yıl sonra
yayınlandı ve 'motor hareketlerde, daha kalıcı bir işlev bozukluğundan' bahsediyordu. 1959'da Fransız psikiyatristler semptomları şöyle
tanımladılar: "Dil, hızlı bir ritimle
sürekli olarak öne ve arkaya doğru çıkıntı yapar; çıkıntı bazen yana,
bazen sağa, bazen sola doğrudur... dudaklar, çenenin ritmik
kasılmalarıyla sinerji içinde, basmakalıp emme hareketleri, büzme,
yuvarlama ve aralıksız çiğneme şeklinde bu diskineziye katılır." Bu
garip hareket bozukluğu, antipsikotik tedaviye başlanmasıyla ortaya
çıkan parkinson semptomlarıyla ilişkili gibi görünse de, tam tersi bir
etki gösteriyordu. Parkinson semptomları, nöronal aktivitedeki bir
eksiklikten kaynaklanıyordu. Tardif diskineziyi karakterize eden tuhaf 'orofasiyal hareketler, aynı dopaminerjik yolların hiperaktivitesiyle' ilişkili görünüyordu. Sonraki on yıl boyunca, vaka
raporları bu işlev bozukluğunun kapsamını daha da belirginleştirdi.
İnsanlar her türden sarsıntılı, spazmodik hareketlerden muzdaripti. 'Kollar, ayak bilekleri, parmaklar, ayak parmakları, gövde, boyun ve
gırtlak' etkilenebiliyordu. TD'den muzdarip olanlar 'yürüme,
oturma veya ayakta durmada zorluk' çekebiliyordu. Bazen konuşmaları
anlaşılmaz hale geliyor ve yutmada, o kadar çok zorluk çekiyorlardı ki
yemek yemek sorunlu hale geliyordu." -Dr. Robert Whitaker (9)
"1973 yılında, Ulusal Ruh
Sağlığı Enstitüsü doktoru George Crane, şiddetli formlarında TD'nin
"Huntington hastalığı, distoni musculorum deformans ve postensefalitik
beyin hasarı' gibi bilinen nörolojik hastalıklara her açıdan benzediğini"
yazmıştır. Bu da nadir görülen bir yan etki değildi. 1960'larda
yapılan en az dokuz çalışmada, TD'nin 'tüm şizofreni hastalarının
%10'undan fazlasını etkilediği' belirtilmiş ve bir raporda, 'uzun süre
ilaç kullanan tüm hastalarda, bu oranın %40'a kadar çıkabileceği' belirtilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD'nin
etiyolojisi henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da, en azından büyük
ölçüde 'antipsikotiklerin neden olduğu bir "dopamin aşırı
duyarlılığı"ndan kaynaklandığı' düşünülmektedir. Bu hipotez ilk olarak
1970'lerin sonları ve 1980'lerin başlarında ortaya atılmıştır. Beyindeki
nöronlar şu şekilde iletişim kurar: "Presinaptik" bir nöron, - nöronlar
arasındaki sinaptik aralık olarak bilinen - küçük boşluğa bir
nörotransmitter (veya kimyasal haberci) salar. Nörotransmitter
daha sonra "postsinaptik" nörondaki reseptörlere bağlanır. Dopamin, - postsinaptik nöronu uyaran ve ateşlemesine neden olan - bir
nörotransmitterdir. Antipsikotikler, beyindeki dopamin reseptörlerini ve
özellikle de D2 reseptörü olarak bilinen 'bir alt tipi' bloke ederek
"etki gösterir." Terapötik dozda antipsikotikler, beyindeki
D2 reseptörlerinin %70 ila %90'ını bloke ederek, beynin üç bölgesinin
(bazal gangliyonlar, limbik sistem ve frontal loblar) normal işleyişi
için kritik öneme sahip dopaminerjik sistemlerin aktivitesini engeller. Bu
blokaja yanıt olarak beyin, 'kendi dopaminerjik aktivitesini artırarak, bu yolların işleyişini sürdürmeye' çalışır. Sinaptik öncesi nöronlar
normalden daha fazla dopamin salgılar; sinaptik sonrası nöronlar ise bu
molekül için reseptörlerinin yoğunluğunu artırır. İlk telafi edici
mekanizma olan dopaminin fazladan salınımı, bir süre sonra ortadan
kalkmış gibi görünse de, 'dopamin reseptörlerindeki artış' devam eder.
Beynin artık 'normalden %30 ila %100 daha fazla D2 reseptörüyle "dopamin
aşırı duyarlılığı" durumunda' olduğu söyleniyor. Bu
yeni durumda, dopaminerjik yollar hiperaktif hale gelebilir. Bazal
gangliyonlardaki dopaminerjik sistemin düzensizliği, 'motor hareketi
kontrol eden 'nöronların, sürekli ateşlenmesine' ve dolayısıyla tardif
diskineziyi karakterize eden ritmik ve tuhaf hareketlerin ortaya
çıkmasına' neden olabilir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"...Philip
Seeman ve meslektaşları....Antipsikotiklerin 'yalnızca D2 reseptörlerinde bir
artışa neden olmadığını, aynı zamanda onları ateşleme aktivitelerini
artıran ve böylece dopamin aşırı duyarlılığını şiddetlendiren yüksek
afiniteli bir duruma (D2High) ittiğini' tespit ettiler. Dopamin
aşırı duyarlılığı hala TD'nin birincil nedeni olarak görülse de,
araştırmacılar 'antipsikotiklerin, bazal gangliyonlara doğrudan zarar verebileceği' hipotezini öne sürmüşlerdir. Sıçanlarda 'antipsikotiklerin, bu beyin bölgesinde hücre kaybına neden olduğu' gösterilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)
"TD'nin
ilk vaka raporları 1950'lerin sonlarında ortaya çıkmış ve 1960'larda
yapılan çalışmalar, tüm şizofreni hastalarının %10'undan fazlasını
etkilediğini ortaya koymuş olsa da, FDA müdahale etmemiş ve antipsikotik
satan ilaç şirketlerinden bu risk konusunda uyarıda bulunmalarını talep
etmemiştir. Amerikan Psikiyatri Birliği de bu dönemde bu
riski göz ardı etmiş ve psikiyatristler düzenli olarak yüksek dozlarda 'klorpromazin, haloperidol ve diğer antipsikotikleri' reçete etmiştir.
George Crane'i TD ile ilgili bilimsel literatürün tekrar tekrar gözden
geçirilmesine iten de bu eylemsizlik olmuştur." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Klinik doktorların çoğu bu komplikasyonun
varlığını görmezden gelmeye devam ediyor." - "Ciddi bir
sağlık sorununun bu kadar uzun yıllar ihmal edilmesinin, salt gerçekleri
bilmemekten daha derin kökleri vardır." -Dr. George Crane (Dr. Robert Whitaker) (9)
"Amerikan
psikiyatrisi, konuşma terapisinden uzaklaşıp ilaçları birinci basamak
tedavi olarak benimseme sürecindeydi. Klorpromazinin gelişinin, 'akıl
hastanelerinin boşaltılmasını mümkün kıldığı ve "psikofarmakolojik" bir
devrimi başlattığı' söyleniyordu. Başlangıçta "nöroleptikler" olarak
adlandırılan şizofreni için yeni ilaçlar, artık psikoza karşı spesifik
panzehirler olduklarını anlatan "antipsikotikler" olarak
anlaşılıyordu. Bu, psikiyatrinin kendisini 'beyaz önlüklü
doktorlar' olarak yeni bir ışık altında görmesini sağlayan bir anlatıydı
ve işte maddi bir teşvik de vardı: 'Bir psikiyatrist, hastalarla
konuşmaktansa ilaç yazarak daha fazla kazanabilirdi.' TD, tüm bunları
tehdit etti. Eğer alan, antipsikotiklerin hastaların önemli bir
yüzdesinde 'beyin hasarına' neden olduğunu anlarsa, tüm bu anlatı çökerdi." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Ve
böylece APA oyalandı. 1980'lerin başlarında, APA'nın harekete geçmemesi
üzerine 20'den fazla eyalet, 'hekimlerin, hastalarına bu risk hakkında
bilgi vermesini zorunlu kılan yasalar' çıkardı. Ancak, bu yasal
zorunluluk bile reçete yazma uygulamaları üzerinde belirgin bir etki
yaratmadı. Ulusal bir anket, TD riski hakkındaki 'açıklama
oranlarının, zorunlu olduğu eyaletlerde, en düşük olduğunu' ortaya koydu.
Gerçekten de Amerika'daki psikiyatristler, 'reçete yazma
alışkanlıklarıyla bu riski, yoğun bir şekilde' artırıyorlardı. 1973'ten
1985'e kadar, antipsikotik reçetelerinin ortalama günlük dozları iki
katına çıktı ve psikiyatristler, ilaçları - psikiyatrist olmayanlara göre - dört kat daha yüksek dozlarda reçete etmeye başladı. (....) .... 1985'te, kamuoyunda çok yankı uyandıran birkaç davada psikiyatristlerin hastaları 'bu risk konusunda uyarmadıkları için
ihmalkar davrandıkları' ortaya çıkınca, APA üyelerine bir mektup
gönderdi. Mektupta mali endişeler de dile getirildi. APA, "Tardif
diskinezi nedeniyle açılan davalardaki belirgin artıştan da endişe
duyuyoruz" diye yazdı." -Dr. Robert Whitaker (9)
"Tardif diskinezinin tarihi, uzun vadeli ilaç yan etkileri konusunda
birçok öğretici ders içermektedir. İlk olarak 1950'lerin sonlarında
antipsikotiklerin ortaya çıkışından kısa bir süre sonra tanımlanmış
olup, 'yaygınlığı, insidansı ve uzun vadeli seyrinin' kapsamlı bir şekilde
araştırılması yıllar almıştır. Başlangıçta, bu durumun riski ve
antipsikotik ilaçlara uzun süreli maruz kalmayla belirgin ilişkisi
konusunda birçok kesimden direnç ve şüphecilik vardı... Bazıları, dava
tehdidi giderek daha fazla gerçeklik kazanana kadar klinik uygulamanın
tardif diskineziyi yeterli düzeyde değerlendirmeyi ve izlemeyi
içerdiğini iddia edebilir." -Dr. John Kane (Dr. Robert Whitaker) (9)
"Bu raporların yazarlarının genellikle ilaç
şirketleriyle finansal bağları vardı; 2005 tarihli inceleme, öncelikle
Janssen ve Eli Lilly'nin 'konuşmacı bürolarının üyeleri' tarafından kaleme
alınmıştı. (...) Kamu
tarafından finanse edilen yeni ilaçlarla ilgili çalışmalarda veya
araştırmacıların endüstri tarafından finanse edilen araştırmalara daha
eleştirel bir gözle bakıp, bu denemelerin 'yeni ilaçları, eskisinden daha
iyi göstermek için nasıl tasarlandığını tespit ettiklerinde' farklı bir
sonuç ortaya çıktı.(...) .... 'ikinci nesil ilaçlar, benzer dozajlarda birinci nesil
düşük etkili ilaçlarla karşılaştırıldığında TD'de önemli bir fark
olmadığını' bildirdiler. (...) ... 'dört SGA, birinci nesil bir ilaç olan perfenazin ile
karşılaştırıldı ve araştırmacılar, etkinlikleri veya tolere
edilebilirlikleri açısından önemli bir fark olmadığını' buldular. (....) .... "eski ilaçlarla ilişkili hareket yan etkilerinin (rijidite, sert
hareketler, titreme ve kas huzursuzluğu) perfenazin ile yeni ilaçlara
göre daha sık görülmediğini" bildirmiştir. Eski ilaçla tedavi
edilenlerde TD'nin ortaya çıkışında da bir fark görülmemiştir. (...) .... FGA'larla tedavi edilenler ile SGA'larla tedavi edilenler
arasında sonuçlarda bir fark görülmemiştir (hatta FGA grubunda yaşam
kalitesi daha iyiydi). Yeni ortaya çıkan TD'nin görülme sıklığı da her
iki grupta aynıydı.(....) .... 2000-2003 yılları arasında geleneksel bir
sağlık merkezinde tedavi gören '352 hastada TD'nin ortaya çıktığını 'bildirdi. Başlangıçta, bu hasta grubunda TD belirtileri yoktu ve çalışma
sırasında, her yıl hastaların %6,6'sında (insidans oranı) bu bozukluk
gelişti. Araştırmacılar, 1980'lerde aynı toplum merkezinde
benzer bir hasta grubunu incelemişlerdi ve bu çalışmada yıllık TD
insidansı %5,3 idi; bu da bu yeni "atipikler" dönemindekinden biraz daha
azdı. İki dönemde de yeni ortaya çıkan vakaların şiddeti aynıydı. Ayrıca,
1980'lerde ve 2000'lerde toplum merkezinde tedavi edilen tüm hastalarda
TD prevalansı aynıydı: %33. TD, SGA'ların gelişinden öncekiyle hemen
hemen aynı sorundu." -Dr. Robert Whitaker (9)
"....valbenazin ve deutetrabenazin, TD'nin
birincil nedeni olduğu düşünülen - antipsikotik kaynaklı dopamin aşırı
duyarlılığı - patolojisi için herhangi bir tedavi sağlamaz. Bunun
yerine, 'bu ilaçlar, normal beyin fonksiyonu için gerekli olan nöronal
aktiviteyi, dopamin ve diğer yaygın nörotransmitterlerin sinaptik
aralığa salınımını' kesintiye uğratır. Bu yeni TD
ilaçlarının üreticileri, hastaları 'antipsikotik ilaçlarını almaya devam
etmeye' teşvik ediyor. Antipsikotikler ve VMAT-2 inhibitörünün bu
karışımı, 'beyindeki normal dopamin aktivitesini bloke eden ve düzensiz,
hiperaktif bir şekilde tetiklenmeye hazırlanan dopaminerjik nöronlara
karşı etki eden çift dozda ajanlara' yol açar. Bu, kafa karıştırıcı bir
dur-git sinyalleri karışımıdır. Bu,
antipsikotik-VMAT ilaç karışımında meydana gelen beyin fonksiyonu
bozulmalarının sonu değil. VMAT-2 inhibitörleri ayrıca 'serotonin,
norepinefrin ve histamin salınımını' da azaltır. SGA'lar ayrıca 'serotoninerjik, histaminerjik, muskarinik ve adrenerjik reseptörleri' de
bloke eder. Birden fazla 'nörotransmitter yolu, artık normal işlevlerini
bozacak şekilde' bozulmaktadır. Klinik çalışmalarda, iki TD
ilacının güvenlik ve etkinlik kayıtları büyük ölçüde aynıydı. Her iki
ilacın da yaygın yan etkileri arasında 'yorgunluk, sedasyon, somnolans,
uykusuzluk, depresyon, huzursuzluk (akatizi), ajitasyon ve bulantı' yer
almaktadır. VMAT-2 inhibitörleriyle ilgili daha az yaygın ancak
potansiyel olarak daha ciddi riskler arasında 'şiddetli depresyon,
intihar eğilimi, semptomatik hipotansiyon, QTc aralığının uzaması
(kardiyak arrest riski) ve nöroleptik malign sendrom' yer almaktadır." -Dr. Robert Whitaker (9)
*** *** ***
"Tüm akıl hastalıkları, oyunun
işlevsizliğini öngörür; yani, üçüncü boyut ve ikili yolun gelişiminde
bir engel veya eksiklik vardır. Yani, hangi
kategoriden olursa olsun akıl hastalığı olan hastalar, genellikle mutlak
"ya o ya da bu"nun ilk boyutu olan üçten küçük psişik boyutlara
hapsolmuşlardır. Paranoya birinci boyutu, psikoz ise psişik uzay ve
zaman duvarlarının sonsuza kadar çöktüğü sıfır boyutunu karakterize
eder. Bana göre Lacan'ın 'Gerçeklik Kaydı' ile kastettiği tam olarak
buydu!" -Allen, J.G. & Collins, D.T. (73)
"Güçlendirilmiş bir eleştiri, tıbbi modeli tamamen çürütmüş olsa da
açıklayıcı gücü sınırlı kalmıştır; hem bireysel sıkıntının hem de gücü
azalmamış olan akıl sağlığı sisteminin meşruiyetinin analizinde daha
geniş sosyo-politik boyutları dahil etmekte başarısız olmuştur." -Ken Barney, PHD (75)
"1960'larda, psikiyatrinin bir bilim ve akıl sağlığı sisteminin 'başarılı
bir insani girişim olduğu' iddialarına karşı yeni sesler yükseldi. (...) Bunların yazıları, Radikal Terapist dergisindeki makaleler gibi
diğerleriyle birlikte, felsefi görüşlerdeki büyük farklılıklara rağmen
"antipsikiyatri" şemsiye etiketiyle anıldı. Bu eleştirel literatür,
aktivist bir hareketle birlikte, tıbbi model 'psikiyatrinin 'hegemonyasını, sahte otorite kaynaklarını, insan sorunlarını' mistifiye
etmesini ve istem dışı hastaneye yatırma, ilaç verme ve elektroşok gibi akıl sağlığı sisteminin daha baskıcı uygulamalarını' vurguladı." -Ken Barney, PHD (75)
"Son yıllarda psikiyatrik ilaçların anlaşılması
alanında önemli ve eleştirel çalışmalar yapılmıştır. (...) Tüm eleştirel gözlemciler, 'çeşitli ilaç sınıflarının genel olarak 'duygu
ve davranışları' bastırarak "işe yaradığını"' belirtir. (...) İlaçlar, semptomları
azaltarak ve istenmeyen davranışları bastırarak "işe yarayabilir", ancak
etkililikleri hakkında kesin bir ifade kullanılamaz." -Ken Barney, PHD (75)
"İlaçlar, 'kesin hedef noktaları vuran' sihirli
mermiler değildir; daha çok "birçok yöne uçan şarapnel patlamaları"
gibidirler." -Lewontin ve ark (1984), Ken Barney, PHD (75)
"Ana
ilaç sınıflarının hiçbiri, adlarının ima ettiği etki özgüllüğüne sahip
değildir (örneğin, antipsikotik, antidepresan vb. ): farklı tanıları
olan bireyler genellikle aynı ilaca yanıt verirken, aynı tanıyı alan
bireyler genellikle farklı ilaçlara yanıt verir." -Ken Barney, PHD (75)
"Sonuç
çalışmaları, 'yüksek nüks oranlarının sıklıkla göz ardı edilmesi ve ciddi yan etkilerin en aza
indirilmesi gibi metodolojide önyargılar
ve ciddi kusurlar örüntüsü' göstermektedir." -Ken Barney, PHD (75)
"....çalışmalar nöroleptik ilaçların deneyimli kullanıcıların güçlerini ve
kritik kaynaklarını, - yani hayata aktif katılım için gerekli enerji ve
becerileri - geliştirmelerine yardımcı olmadığını ortaya koymaktadır. Çeşitli psikotropik ilaç
sınıflarının yan etkileri, akıl sağlığı uzmanları tarafından düzenli
olarak en aza indirilmektedir." -Ken Barney, PHD (75)
"Nöroleptiklerin
neden olduğu 'akatizi (huzursuzluk), akinezi (hareket yoksunluğu) ve
bilişsel körelmenin yüksek insidansına' dair artan kanıtlar mevcuttur;
ayrıca, bu 'davranışsal yan etkiler, - tardif diskineziye benzer şekilde, - geç ortaya çıkabilir ve geri döndürülemez' olabilir. Tüm tabloya "büyük bir iatrojenik felaket" demek doğru olabilir." -Ken Barney, PHD (75)
*** *** ***
"Psikiyatrik ilaçların uzun süreli kullanımı yarardan çok zarara mı yol açıyor? - Peter C Gøtzsche, zararları küçümseyen ve faydaları abartan deney
tasarımlarını sorgulayarak, neredeyse 'tüm psikotropik ilaç kullanımını
olumsuz bir etki yaratmadan durdurabileceğimizi' söylüyor." (6)
"....'psikiyatrik ilaçlar, batı dünyasında her yıl 65 yaş ve
üzeri yarım milyondan fazla insanın ölümünden' sorumludur." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
"Yapılan
randomize çalışmalar, ilaçların etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmemektedir. Neredeyse hepsi önyargılıdır çünkü halihazırda başka bir psikiyatrik ilaç kullanan hastaları içermektedir.(...) Endüstri tarafından finanse edilen
çalışmalarda ölümlerin 'eksik raporlanması' bir diğer büyük kusurdur. (...)" -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
"...'psikiyatrik ilaçlar, batı dünyasında her yıl 65 yaş ve
üzeri yarım milyondan fazla insanın ölümünden' sorumludur. Bunu haklı
çıkarmak için faydalarının muazzam olması gerekir, ancak bu faydalar
asgari düzeydedir. Abartılan faydalar ve küçümsenen ölümler. Yapılan
randomize çalışmalar, ilaçların etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmemektedir. Neredeyse hepsi önyargılıdır çünkü halihazırda başka bir psikiyatrik ilaç kullanan hastaları içermektedir. Kısa bir
arınma döneminden sonra plaseboya randomize edilen hastalar, aniden
ilacı bırakır ve sıklıkla yoksunluk belirtileri yaşarlar. Bu tasarım,
tedavinin faydalarını abartmakta ve plasebo grubundaki zararları
artırmaktadır ve şizofreni çalışmalarında plasebo alan hastaları
intihara sürüklemiştir." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
"ABD
Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 100.000 hasta üzerinde yapılan bir
meta-analize dahil edilen bazı randomize çalışmalara dayanarak, 'antidepresan kullanan kişilerde, FDA tarafından bildirilenden 15 kat daha
fazla intihar vakası olduğunu' tahmin ediyorum. (....) Şizofreni hastalarında ölüm oranına
ilişkin Finlandiya kohort çalışması ve antipsikotiklerin, ölüm oranını
düşürdüğü fikrini destekleyen diğer tüm çalışmalar güvenilir değildir.
İlaç kullanmayan hastalardaki ölüm oranı çok yüksekti ve diğer
Finlandiya verileriyle uyuşmuyordu; ölümlerin %64'ü hesaba katılmamıştı." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
"....65 yaş üstü hastalar üzerinde
yapılan bir kohort çalışması, 'hastaların bir yıl boyunca yeni
antidepresanlar kullandıklarında, tüm nedenlere bağlı ölüm oranının,
antidepresan kullanmadıkları zamana göre %3,6 daha yüksek olduğunu' ortaya koymuştur." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
"Yaşlılarda çok
daha yaygın olan düşmeler, psikotrop ilaç kullanan kişilerde önemli bir
ölüm nedeni olduğundan, yalnızca en az 65 yaşında olan kişileri dahil
ettim ve muhafazakar ölüm oranlarını kullandım: antipsikotikler için %1,
benzodiazepinler ve benzeri ilaçlar için %1 ve antidepresanlar için
yalnızca %2. Danimarka'da bir yılda meydana gelen toplam ölüm sayısı
(3693), ABD ve Avrupa Birliği'nde toplam 539.000'e denk geliyor." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)
*** *** ***
"Psikiyatri, sağlık hizmetlerinde odaklanmamız gereken bir felaket alanıdır... Psikiyatrik
ilaçların serbestçe kullanılmasıyla, pratisyen hekimlerin psikiyatri
hastalarıyla yaptığı çalışmalar da dahil olmak üzere psikiyatri,
faydadan çok zarar vermektedir. (....) Psikiyatrinin bir devrime
ihtiyacı var. Reformlar yeterli değil. Psikoterapiye odaklanmalı ve
neredeyse hiç psikiyatrik ilaç kullanmamalıyız." (53)
"....'hastaların nöroleptiklerle
zorla tedaviye tabi tutulmasının, etik veya bilimsel olarak en iyi
çıkarlarına hizmet ettiğini' iddia etmek mümkün olmasa da, tek bir ülke
bile 'BM'nin engellilik sözleşmesini' ciddiye almamıştır." (53)
"Hâkim
paradigmaya göre, psikiyatrik ilaçların belirli bozukluklara karşı
belirli etkileri vardır; etkileri zarardan çok fayda sağlar ve
genellikle bunları yıllarca, hatta belki de ömür boyu kullanmak gerekir.
Dahası, birçok psikiyatrist hâlâ hastalarına 'kimyasal bir
dengesizlikten muzdarip olduklarını ve psikiyatrik ilaç almanın - diyabet
için insülin almaya benzediğini' söylemektedir. Bu, klorpromazinin
1954'te piyasaya sürülmesinden bu yana psikiyatride geçerli olan
paradigmadır. Ancak, paradigmayı destekleyen araştırmalar, eleştirel bir
şekilde değerlendirildiğinde, 'paradigmanın sürdürülemez olduğu' ortaya
çıkar." (53)
(Psikiyatrideki hakim paradigmayı çöpe atan bazı nedenler); - "....psikiyatrik ilaçların etkileri, spesifik
değildir. Yüksek beyin fonksiyonlarını bozarlar ve hastalarda, sağlıklı
insanlarda ve hayvanlarda benzer etkilere neden olurlar; bu da belirli
bozukluklarda spesifik etkilere neden olmaktan uzaktır. (...) ...paradigmayı destekleyen araştırmalar kusurludur. (...) ...psikiyatrik ilaçların yaygın kullanımı hastalar için zararlı olmuştur.
Bu ilişkinin incelendiği her ülkede, 'psikiyatrik ilaç kullanımının
artmasına, kronik hasta ve engelli maaşı alan kişi sayısında artış' eşlik
etmiştir. Bu durum, belirli bozukluklar için belirli ilaçların
kullanılması fikrine şiddetle karşı çıkmaktadır. (....) ....psikiyatrik bozuklukların 'beyin taramalarında görülebilen beyin
hasarına' neden olduğunu gösterme girişimlerinin tümü başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Bu araştırma alanı son derece kusurludur ve
araştırmacılar çoğu zaman 'gözlemledikleri herhangi bir beyin
değişikliğinin, hastalarının yıllardır kullandığı psikiyatrik ilaçlardan
kaynaklanmış olabileceği olasılığını' bile düşünmemişlerdir." (53)
"....birçok güvenilir çalışmada - özellikle nöroleptik
ilaçlar için - psikiyatrik ilaçların kalıcı beyin hasarına neden
olabileceği gösterilmiştir." (53)
"Psikiyatrik ilaç deneylerinde dört temel sorun vardır: Neredeyse tüm plasebo kontrollü çalışmalar, aniden bırakma tasarımları
nedeniyle kusurludur. (...) Denemeler yeterince körleştirilmemiştir. (...) Psikiyatristler, hastalar için önemi genellikle belirsiz olan derecelendirme ölçekleri kullanarak etkiyi değerlendirir. (...) Sonuçların seçici olarak raporlanması çok yaygındır ve çok ciddi
sonuçlar doğurabilir. (...)" (53)
"....intiharların yalnızca yaklaşık yarısı ve
toplam ölüm sayısının yarısı, araştırma kayıtlarındaki mevcut verilerle
karşılaştırıldığında, yayınlanmış ilaç araştırmalarında raporlanmaktadır
ve araştırmamızda, araştırma kayıtlarındaki verilerin de eksik
olabileceğini tespit ettik." (53)
*** *** ***
"Psikiyatrik ilaçların beyin yapısı üzerindeki etkileri... Kronik
psikotropik ilaç tedavisinin, 'beyinde yapısal yeniden yapılanmaya' yol
açabileceği giderek daha fazla kabul görmektedir." (64)
"..... haloperidol ile
kronik tedavinin kortikal gri cevherde azalmaya, lityumun ise artışa
neden olduğunu ve bu etkilerin ilaç kesildikten sonra geri dönüşümlü
olduğunu gözlemledik. (....) Bu ilgi çekici bulgular mevcut klinik verilerle
tutarlı olsa da, bu çalışmaların şizofreni veya bipolar bozukluğun
doğuştan gelen patolojisini yansıtmayan normal sıçanlar üzerinde
yapıldığı unutulmamalıdır. (...) Üstelik, bu ilaç etkilerinin
mekanizması /mekanizmaları henüz bilinmediğinden, daha fazla çalışmaya
ihtiyaç duyulmaktadır ve klinik çıkarımlarda bulunurken dikkatli
olunmalıdır. Yine de, çalışmamız psikotrop ilaç tedavisinin beyin
morfolojisi üzerindeki etkilerinin daha ileri düzeyde araştırılması için
yeni ve güçlü bir model sistemi ortaya koymaktadır." -Dr. Shitij Kapur (64)
"Beyin
yapısındaki bu değişikliklerin, bu ilaçların faydalarının mı yoksa yan
etkilerinin mi altında yattığı henüz belli değil. Ancak, bunlar, henüz
tam olarak anlaşılmamış, ancak yeni tedavi yaklaşımlarına dair ipuçları
içerebilecek, yerleşik ilaçların beyin üzerindeki etkilerine işaret
ediyor." -Dr. John Krystal (64)
"Yüzlerce ölüme yol açan antipsikotik ilacın daha iyi izlenmesi çağrısı... Antipsikotik
ilaç alırken ölen kişilerin aileleri Channel 4 News'e, 'bunun nasıl
izlendiği konusunda, toptan bir değişiklik yapılması gerektiğini' söyledi. (....)" (260)
"Reçetelediği İlaçlar Tarafından Yaralanan Psikiyatrist Tüm Mesleğe Meydan Okuyor...Bugün,
bir zamanlar yazdığı ilaçlar yüzünden acı çeken ve şimdi tüm mesleğe
meydan okuyan psikiyatrist Mark Horowitz (...)" (261)
*** *** ***
"Geri Dönüşü Olmayan Etkiler... Psikiyatrik
ilaçların hafif veya şiddetli yan etkileri vardır. Bu etkilerin
"faydalarından daha ağır bastığı" söylenebilir, ancak hastalar her zaman
geri dönüşü olmayan ve kalıcı beyin hasarına, hatta ölüme yol açabilen
ciddi ve genellikle ciddi uzun vadeli etkiler konusunda tam olarak
bilgilendirilmelidir." (52)
"Psikiyatrik ilaçların neden
olduğu yaygın beyin hasarları arasında 'nöbetler, tardif diskinezi ve
ilaca bağlı akatizi' bulunur." (52)
"İlaç
kaynaklı akatizi, çoğunlukla antipsikotikler ve antidepresanlar olmak
üzere psikiyatrik ilaçların kullanımından kaynaklanır. (....) Aşırı anlamsız şiddet eylemleri, intihar, cinayet veya cinayet
intiharları 'akatizi' ile ilişkilendirilmiştir." (52)
"Tardif diskinezi (TD), genellikle 'uzun süreli psikotrop ilaç kullanımından kaynaklanan beyin hasarına
bağlı, kalıcı ve geri döndürülemez vücut hareketleri ve kas seğirmeleri' ile karakterizedir." (52)
"Zyprexa (Olanzapin) gibi daha yeni atipik antipsikotiklerin de TD'ye neden olduğu bulunmuştur." (52)
"TD'nin bilinen bir tedavisi yoktur ve bireyler kalıcı olarak şekil bozukluğuna ve sakatlığa maruz kalırlar." (52)
"Nöroleptik malign sendromu... - "Hastaların 'ateşlenmesine, bilinç bulanıklığına, ajite ve aşırı katı hale gelmesine'
neden olan, potansiyel olarak 'ölümcül' bir toksik reaksiyondur. Eski
antipsikotikleri kullanan yaklaşık 100.000 Amerikalı bu nedenle hayatını
kaybetmiştir." – Robert Whitaker (52)
"Nöroleptik malign sendrom, nöroleptik ilaçların (antipsikotiklerin) kullanımının neden olduğu
belki de en tehlikeli etkidir ve ölümcül olabilir. Antipsikotik reçete
edilen hastaların %2 ila %3'ünün NMS geliştirebileceği tahmin
edilmektedir." - "Yüksek ilaç dozları, hızlı doz artışları,
intravenöz enjeksiyonlar ve bir ilaçtan diğerine geçişin' bu duruma neden
olabileceği düşünülmektedir. Semptomlar arasında 'yüksek ateş, terleme,
dengesiz kan basıncı, uyuşukluk, kas sertliği ve otonomik disfonksiyon 'bulunur. Ölüm oranlarının %20'ye kadar çıktığı ve ölümün 'genellikle
semptomların ortaya çıkmasından 3 ila 30 gün sonra meydana geldiği' bildirilmektedir." (52)
*** *** ***
"Travmatik Kimyasal Beyin Hasarı (TCBI)... Psikiyatrik
ilaçların neden olduğu travmatik kimyasal beyin yaralanması...." (17)
"Bir kişi psikotrop ilaçlardan kaynaklanan TCBI (travmatik kimyasal beyin hasarı) geçirdiğinde, tutarlı kalan bazı belirtiler vardır. (...) ... ilaç bağımlılığından muzdarip birçok
kişi için en rahatsız edici ve dayanılmaz olan akatizi de yaygındır ve
ilaçlar, bırakıldıktan uzun süre sonra bile devam edebilir." (17)
"Psikiyatrik ilaçların görevi normal beyin fonksiyonlarını
bozmaktır. Unutmayın, evrendeki en karmaşık sistemin bir parçası olan ve
henüz sahipleri veya onları anlamak için yarattıkları bilimler
tarafından bile anlaşılmamış fonksiyonlardır bunlar. Başka bir deyişle,
psikiyatrik ilaçlar, özellikle vücudun süper bilgisayarında, - milyarlarca
yıllık deneme yanılma ve geliştirmeyle bugünkü haline gelen akıl almaz
derecede karmaşık bir sistemde - işlev bozukluğu yaratmak için
kullanılır." (17)
"....25 yılı aşkın bir süre boyunca ortaya çıkan
ilaç zararlarını ayrıntılı olarak anlatarak, hasarın boyutunu ve
yaralarımın ciddiyetini açıklığa kavuşturdum. Hasar çok yıkıcıydı ve
iyileşmem pek olası görünmüyordu, (...) .... eşim ve
ben, psikotropik ilaçların beyin fonksiyonlarımı nasıl etkilediğini,
ME/CFS adı verilen sakatlayıcı bir
durum da dahil olmak üzere yaralanmalara ve hasara yol açtığını anlamamı
sağlayan aynı fikirlerin tekrarları olan kalıpların ortaya çıktığını 'görmeye başladık. (....) ME/CFS bir otoimmün bozukluk veya ayrı bir durum değildir.
Nörolojik işlev bozukluğudur; kimyasal sinir sistemi bozulmasına verilen
ve uyumsuz hale gelen bir tepkidir." (17)
"Eğer
siz de benim gibiyseniz, rahatsızlıklarımın ve semptomlarımın kontrolüm
altında veya "tamamen kafamın içinde" olduğu iddiası bile 'öfke,
inanmazlık ve kızgınlıkla' karşılanırdı. Hayır, kendimizi iyi
"düşünemeyiz." Bunlar, kimyasallar tarafından
değiştirilmiş, yaralanmış veya hasar görmüş güçlü nörolojik süreçlerdir.
Bunlar bilinçli değildir ve büyük ölçüde hemen veya doğrudan kontrolümüzün dışındadır: Milyarlarca
yıllık - ve yardımımız olsun ya da olmasın - otomatik pilotta çalışan
nörolojik süreçler. Ancak şeyleri nasıl algıladığımız, nörolojik
işlemleri etkileyebilir ve etkiler." (17)
"Akatiziyi 'hastalık modeli'
açısından düşünmeyi bıraktım ve bunun yerine onu bir yaralanmaolarak düşünmeye başladım. Akatizi araba kazası değildir; Araba
kazasının bir sonucudur." (17)
"Beynin işlevleri çok sayıda olsa
da, bunları en temel işlevlere indirgediğimizde, diğer tüm görevlerinin
bu ana rollerin kapsamına girdiğini görmek kolaydır. Beynin ilk ve en
temel işlevi, sizi hayatta tutmaktır. İkinci işlevi sizi korumak ve
güvende tutmaktır. Üçüncü görevi ise homeostaziyi korumaktır (bu da
"güvenli (safe)" kapsamına girebilir, ancak ayrı bir başlık altında
listelemeyi gerektirecek kadar çeşitlilik gösterir). Beynimizin
son temel görevi, uyumsuzlukları, yani gerçeklik algımızdaki
homeostaziyi tehdit eden sorunları veya aksaklıkları çözmektir." (17)
"Travmatik kimyasal beyin yaralanması terimini kullanıyorum
çünkü diğer beyin hasarlarında olduğu gibi, 'iyileşme
stratejileri geliştirmek' de sayısız hususa dayanıyor. Yaralanma, kimyasaldır çünkü patogenezi psikoaktif ilaçlardan
kaynaklanmaktadır. Travmatik kısmı ise tıp camiası
tarafından göz ardı edilmekten ve sağlık uzmanlarının - DSM'lerinin ve
tanı güçlerinin arkasına - korkakça saklanmasından
kaynaklanmaktadır." (17)
".... 'tansiyonumun ve
kolesterolümün çok yüksek olduğunu, kan şekerimin de çok
yüksek olduğunu' belirtmiştim. Bu durum "metabolik sendrom" olarak
bilinir ve uzun süreli nöroleptik kullanımının en yaygın
belirtilerinden biridir. Kilo alımı, 'vücuduma zorla uygulanan kimyasal
değişikliklerin' bir göstergesiydi, ancak bunlar boşlukta var olmadı
çünkü sistem düşüncesi bize 'beyin ve vücut sistemlerimizin birbirine
bağımlı olduğunu ve homeostazı oluşturmak ve korumak için birlikte
çalıştığını' gösteriyor." (17)
"İşlev bozukluğunun sorunu, bu sistemler
arızalandığında mantıklı veya makul bir şekilde çökmemeleri ve herkeste
farklı şekilde devre dışı kalmalarıdır. TCBI'ye maruz kalıp aşırı
zayıflayan birçok insan tanıyorum. Benim gibi bazıları ise hatırı
sayılır kilo aldı. Bazı insanlar enfeksiyonlara yatkınken, bazıları
otoimmün hastalıklara vb yakalanıyor." (17)
"....ilaçlar, otonom sinir
sisteminin denetimi altındaki bu
sistemlerde, büyük ölçekli işlev bozukluklarına neden olmuştur, bu
nedenle işlevleri, otomatiktir. Bunlarla akıl yürütmeye çalışmak
imkansızdır çünkü bu otomatik sistemler sözel değildir, insanca
konuşmazlar. Bu yüzden 'kendinize korkmamanızı veya "sakin olmanızı"
söylemeniz' işe yaramaz." (17)
*** *** ***
NOT: "Aşağıda makale alıntılarında belirtilen Psikiyatrik uyuşturuculardan kasıt, psikiyatrik ilaçlardır. Psikiyatrik uyuşturucu denilince aklınıza esrar, eroin, kokain vb gibi yasadışı sokak uyuşturucuları değil, eczanelerde satılan normal YASAL psikiyatrik ilaçlar gelmelidir. Artık tüm dünya yavaş yavaş bu gerçeği öğrenmeye başladı, uzun yıllardır çok sayıda uzman, bilim adamı, araştırmacı 'psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu kategorisine' alınması gerektiğine' dair uyarılarda bulunmaktadır ve aslında psikiyatri endüstrisi de bu gerçeği çok iyi bilmektedir. - Dünya genelinde özellikle de ana dili İngilizce olan ve konuşulan ülkelerde genellikle psikiyatrik ilaçlar "psychiatric drugs" - aslında psikiyatrik uyuşturucular olarak bilinir - olarak görülür. Ki, (drug) kelimesi aslında 'uyuşturucu' olarak tanımlanır ve İngilizce konuşulan ülkelerde bu şekilde ele alınır. Ancak dünyaya 'ilaç' olarak pazarlanır. (Bu drug aldatmacasını BURADAN ve BURADAN ve BURADAKİ diğer serilerden okuyabilirsiniz.)"
"Psikiyatrik Uyuşturucular Sadece Uyuşturucudur: Sektöre, Tarihine ve Zararlarına Derinlemesine Bir Bakış..." -AI (112)
"Psikiyatrik "Tıp" Yanılsaması... Psikiyatrik uyuşturucular (drugs) genellikle "kimyasal dengesizlikleri
düzelten", "zihinsel hastalıkları iyileştiren" veya bireyleri
"dengeleyen" özel tedaviler olarak sunulur. Ancak, pazarlama dilinden ve
tıbbi otoriteden arındırıldıklarında, bunlar yalnızca uyuşturuculardır; tıpkı diğer tüm uyuşturucular gibi beyin fonksiyonlarını değiştiren
kimyasal olarak aktif maddelerdir." -AI (112)
"Eğlence amaçlı
uyuşturucular (drugs)" ile "psikiyatrik ilaçlar (medication)" arasındaki ayrım, içsel
güvenlik, etkinlik veya etki mekanizmasına değil, bunların üretimini,
dağıtımını ve kamuoyu algısını düzenleyen 'sosyal, yasal ve ekonomik
yapılara' dayanır. Psikiyatri endüstrisi, bu uyuşturucuların (drugs) 'zararlı, nörotoksik ve bağımlılık yapıcı' özelliklerinin uzun zamandır
farkındadır." -AI (112)
"Günümüzde reçete edilen maddelerin çoğu bir zamanlar
tehlikeli veya yasadışı kabul edilirken, birçok keyif verici uyuşturucu
da bir zamanlar psikiyatrik amaçlarla reçete ediliyordu. Bu
maddelerin değişen yasal statüsü, psikiyatri otoritesinin 'keyfi
doğasını ve tıp, kurumsal çıkarlar ve devlet kontrolü arasındaki derin
bağları' ortaya koymaktadır." -AI (112)
*** *** ***
-"(depresyon,
yorgunluk ve histeri' için kullanılan kokain) "....DEHB için reçete edilen
birçok uyarıcı "ilaç" kimyasal olarak benzer işlevlere
sahiptir."
-(Kaygı ve "Sinir Bozuklukları" İçin Tütün ve Nikotin) "....günümüzde psikiyatrik ilaçlar da aynı pazarlama
stratejisini izliyor." -AI (112)
-(Hiperaktivite, Kilo Kaybı, diyet hapları, depresyon tedavileri ve performans artırıcılar İçin Amfetaminler) ".....'bağımlılık ve kalp sorunlarına' yol açtıkları bilinen
risklere rağmen, daha sonra DEHB "ilaçları" olarak yeniden
adlandırıldı. Adderall, Ritalin ve Concerta gibi uyuşturucular kimyasal olarak metamfetamine benzer, ancak yasal
statüleri nedeniyle "güvenli" kabul edilirler." -AI (112)
-(Benzodiazepinler ve Bağımlılığın Normalleşmesi) - "Valium, Xanax, Ativan ve benzeri uyuşturucular (drugs) yaygın
olarak "güvenli" anksiyete karşıtı tedaviler olarak tanıtıldı. Aslında bunlar son derece bağımlılık yapıcıdır ve yaşamı tehdit edebilecek şiddetli yoksunluk belirtilerine neden olur. İlaç şirketleri, benzodiazepinlerin 'bağımlılık yapıcı' doğasını onlarca
yıldır biliyorlardı, ancak bunlardan kâr elde etmeye devam ettiler." -AI (112)
-(Antipsikotikler ve Beyin Atrofisi) - "1950'lerde psikiyatristler, antipsikotiklerin 'beyin atrofisine' neden olduğunu zaten biliyorlardı. O zamanlar, bu uyuşturucuların hastaları kimyasal olarak "lobotomize"
edip 'uysallık kazandırması' amaçlandığı için, amaçlanan etki bu olarak
görülüyordu. Modern antipsikotikler hâlâ 'beyin küçülmesine ve
bilişsel bozukluğa' neden oluyor, ancak bu bilgi 'tıbbi jargonun ve
endüstri' tarafından finanse edilen araştırmaların altında gömülü
kalıyor." -AI (112)
*** *** ***
"Akıl hastalığının kimyasal dengesizliklerden kaynaklandığına dair bilimsel bir kanıt yoktur. Kimyasal dengesizlik" teorisi, kanıtlanmış bir tıbbi gerçek değil, bir pazarlama stratejisiydi." -AI (112)
"Psikiyatrik uyuşturucular dengeyi sağlamaz; tıpkı alkol, kokain veya
opioidler gibi nörotransmitter işlevini bozar ve değiştirir. Psikiyatrik
uyuşturucuların doğası gereği yasadışı uyuşturuculardan "daha güvenli"
olduğu fikri yanlıştır. Psikiyatrik "ilaçlar (medications)", yasadışı
uyuşturucularla aynı tür 'nörotoksik, iltihaplı ve dejeneratif etkilere' neden olur." -AI (112)
"Psikiyatrik Uyuşturucuların Gerçek Etkileri... Nörotoksisiteye ve Beyin Hasarına Neden Olurlar..." -AI (112)
"Psikiyatrik uyuşturucuların, özellikle antipsikotiklerin ve
benzodiazepinlerin 'beyin küçülmesine, bilişsel gerilemeye ve hafıza
kaybına' neden olduğu gösterilmiştir. Uzun süreli kullanım, beyin
yapısında, tedavi ettikleri varsayılan "hastalıktan" genellikle daha
kötü olan kalıcı değişikliklere yol açar." -AI (112)
"Bağımlılık ve Geri Çekilme Duygusuna Yol Açarlar... Psikiyatrik uyuşturucular ciddi yoksunluk belirtilerine neden olur, ancak bu durum, hastalara nadiren açıklanır. Yoksunluk belirtileri, uyuşturucuyu ilk almaya yol açan ilk sıkıntıyı
taklit edebilir veya aşabilir, bu da yanlış tanıya ve daha fazla
uyuşturucu kullanımına yol açabilir." -AI (112)
"Yeni ve Kötüleşen Semptomlara Neden Olabilirler... Psikiyatrik uyuşturucular sıklıkla tedavi ettiklerini iddia ettikleri 'semptomların aynısına' neden olur. Antidepresanlar, intihar düşüncelerini tetikleyebilir. Antipsikotikler, 'halüsinasyonlara, paranoyaya ve bilişsel bozukluğa' neden olabilir. Benzodiazepinler, 'anksiyete ve panik atakları' artırabilir." -AI (112)
"Genellikle Tedavi Ettikleri "Rahatsızlıklardan" Daha Tehlikelidirler... Birçok psikiyatrik uyuşturucunun olası yan etkileri arasında 'cinayet
düşüncesi, intihar eğilimi, akut psikoz, uykusuzluk, nöbetler, kalp
yetmezliği, diyabet ve ölümcül aşırı dozlar' yer alır. Uzun
süreli psikiyatrik ilaç (medication) kullanıcıları genellikle 'kalıcı organ
hasarı, hareket bozuklukları, metabolik bozukluklar ve nörolojik
gerileme' yaşarlar." -AI (112)
"Psikiyatri Endüstrisi: İnsan Acısından Kâr Elde Etmek... Büyük İlaç Şirketleri Anlatıyı Kontrol Ediyor... Psikiyatri "araştırmalarının" çoğu, bundan kâr sağlayan ilaç şirketleri tarafından finanse edilmektedir. Birçok psikiyatrist ve araştırmacının, ilaç üreticileriyle doğrudan finansal bağları vardır. Psikiyatri endüstrisi bilimsel dürüstlüğe değil, 'kurumsal lobiciliğe, pazarlamaya ve finansal teşviklere' dayanmaktadır." -AI (112)
"Psikiyatristler Gerçek Risklerin Genellikle Farkında Değildir... Çoğu psikiyatrist, uyuşturucu bırakma protokolleri konusunda eğitimli değildir. Birçoğu, reçete ettikleri ilaçların (medications) uzun vadeli nörolojik etkilerini tam olarak anlamaz. Eğitimleri, ilaç endüstrisinin etkisiyle
şekillenir; bu da bilgilerinin 'en iyi ihtimalle eksik, en kötü ihtimalle
de yanıltıcı olduğu' anlamına gelir." -AI (112)
"Akıl Sağlığı" Endüstrisi İnsanları Hasta Tutmaya Dayanıyor... Psikiyatrik uyuşturucular gerçekten bir şeyi "iyileştirseydi", kârlı olmazlardı. Bunun yerine, bağımlılık döngüsünde tutulan, 'semptomların kötüleştiği ve ilaç reçetelerinin arttığı' ömür boyu müşteriler yaratırlar." -AI (112)
"Hükümetin Rolü: İlaçla Sosyal Kontrol... Sosyal Sorunlara Bir Tepki Olarak Uyuşturucu Kullanımı ... Strese, travmaya, baskıya ve istismara' uygun tepki veren kişilere destek
sağlanmak yerine teşhis konuyor ve uyuşturucu veriliyor. 'Ekonomik zorluklar, sistemik eşitsizlik ve şiddet', ele alınmak yerine patolojikleştiriliyor." -AI (112)
"İlaçla Zorla Uyum... Psikiyatri, özellikle 'ötekileştirilmiş gruplar arasında toplumsal düzeni sağlamak' için bir araç olarak kullanılıyor. 'Hapishanelerdeki kişiler, koruyucu aile çocukları, engelli bireyler ve
psikiyatri hastaları' orantısız bir şekilde uyuşturularak itaat ettiriliyor." -AI (112)
"İlaç Riskleri Hakkında Kritik Bilgilerin Saklanması... Hükümetler ve ilaç şirketleri, daha fazla insanın ilaç kullanması için baskı yaparken, zarara dair kanıtları gizliyor. Psikiyatrik uyuşturucu kullanan çoğu kişiye 'gerçek riskler, yoksunluk
belirtileri veya uzun vadeli hasarlar' hakkında hiçbir zaman bilgi
verilmiyor." -AI (112)
"Sonuç: Psikiyatri Endüstrisi Bir Sahtekarlıktır... Psikiyatrik
uyuşturucular (drugs) ilaç (medicine) değildir. Onlar sadece
uyuşturucudur (drugs); - beyin fonksiyonlarını genellikle zararlı ve geri
döndürülemez şekillerde değiştiren, son derece kârlı, yasal olarak
onaylanmış maddelerdir. - "İyileştirmezler"; yatıştırırlar, bastırırlar ve kimyasal olarak değiştirirler. Dengesizlikleri düzeltmezler; yaratırlar. İnsanları daha iyi yapmazlar; onları 'uyumlu, bağımlı ve çoğu zaman eskisinden daha hasta' hale getirirler." -AI (112)
"Psikiyatri
sektörü bakım, destek veya iyileşmeyle ilgili değildir. Para, kontrol
ve güç sistemlerini sürdürmekle ilgilidir. Psikiyatrik ilaç yoksunluğuyla mücadele ediyorsanız, sorunlu değilsiniz - uyuşturucu yoksunluğu yaşıyorsunuz ve riskleri hakkında hiçbir zaman
bilgilendirilmediniz. Psikiyatrik uyuşturucular özel bir şey değildir.
Onlar sadece uyuşturucudur. Ve hükümet, "akıl sağlığı" kisvesi
altında insanları uyuşturuyor." -AI (112)
*** *** ***
"Kimyasal Lobotomi Açıklandı: Zyprexa 'Beyninizin Neşe Merkezlerini' Nasıl Susturuyor (Bilimsel Kanıtlarla).... Beyninizin
bir kısmının kalıcı olarak sessizleştiğini hiç hissettiniz mi? Bir
zamanlar sevdiğiniz müzik artık size yavan geliyorsa, arkadaşlarınızın
kahkahaları size uzak geliyorsa ve bir zamanlar zihninizi yeni bakış
açılarına açan maddeler artık işe yaramıyorsa? Zyprexa (olanzapin)
kullandıysanız, birçok kişinin "kimyasal lobotomi (chemical lobotomy)"
olarak adlandırdığı, yıkıcı ancak çoğu zaman fark edilmeyen bir
'nörolojik yaralanma (/hasar "neurological injury")' yaşıyor
olabilirsiniz." (106)
"Kimyasal
lobotomi bir metafor değildir. Zyprexa gibi antipsikotik ilaçların
kritik beyin devrelerinde 'kalıcı işlevsel hasara' yol açtığı biyolojik
bir gerçekliktir. Geçmişteki cerrahi lobotomilerin aksine, bu "lobotomi"
sessizce, hastanın bilgisi olmadan gerçekleşir ve genellikle
"hastalığın bir parçası" olarak görmezden gelinir. Zyprexa aldığınızda,
psikozu yalnızca geçici olarak yatıştırmakla kalmaz, aynı zamanda 'beyninizi, reseptör seviyesinde yeniden yapılandırarak - size 'neşe,
bağlantı ve aşkınlık hissettiren sistemleri' susturur." (106)
"Bilim: Zyprexa, Beyninizi Nasıl Susturur? - Zyprexa (olanzapin), beyindeki 'önemli reseptörleri' bloke ederek çalışır: "-Dopamin D2 reseptörleri: Beyninizin 'ödül ve motivasyon' sistemi.. ; -Serotonin 5-HT2A reseptörleri: 'Bilince ve psikedelik deneyimlere' açılan kapınız.. ; -Kappa-opioid (KOR) reseptörleri: 'Duygusal denge' için kritik.." Bu
blokaj, geçici değildir. Araştırmalar, kronik Zyprexa kullanımının, 'reseptörlerin aşağı regülasyonuna neden olduğunu' gösteriyor; beyniniz
aslında bu reseptörlerin sayısını azaltıyor çünkü kullanılmadıklarını
düşünüyor." (106)
".... birçok Zyprexa
kullanıcısı şunları bildiriyor: -Neşeyi veya müziği derinlemesine hissedememe.. ; -LSD, esrar veya diğer psikoaktif maddelere karşı tamamen tepki kaybı.. ; -İlacı bıraktıktan uzun süre sonra bile devam eden duygusal körelme.." (106)
"Öncü bir çalışma, 'olanzapinin, sıçan frontal korteksindeki, 5-HT2A reseptör
geninin ekspresyonunu artırdığını' göstermiştir. Bu faydalı bir durum
değil; beynin 'ilacın blokajını telafi etmek için çaresizce çabalaması
ve nihayetinde reseptör işlev bozukluğuna' yol açmasıdır." (106)
"Başka
bir kritik çalışma, kronik betahistin eş tedavisinin,
olanzapinin sıçan beyinlerindeki dopamin D2 reseptörleri üzerindeki
etkilerini tersine çevirdiğini bulmuştur. Bu, iki önemli şeyi
kanıtlamaktadır: -Zyprexa, dopamin yollarında ölçülebilir, spesifik hasara neden olur. ; -Bu hasar, doğru müdahale ile potansiyel olarak geri döndürülebilir." (106)
"...beynimin, herhangi
bir psikoaktif maddeye tepki verme yeteneğinin kalıcı olarak kaybolması"
olarak tanımladığı durumu 'neden bu kadar çok hastanın yaşadığını 'açıklıyor. 60 kilo aldım, diyabet oldum ve neşe duyma yeteneğimi
kaybettim. Bu bir tedavi değil. Bu nörolojik bir hasar." -Zyprexa'dan kurtulan Gabriel Filippi (106)
"Gizli Salgın... Bu
nadir görülen bir durum değil. Zyprexa kullanan milyonlarca insan bir
dereceye kadar 'kimyasal lobotomi' yaşıyor, ancak bunu fark etmiyorlar
çünkü: "-Bunun olabileceği konusunda hiçbir zaman uyarılmadılar, ; -Hasar yavaş yavaş gelişiyor, ; -Bunu "hastalıkları" sanıyorlar, ; -Duygusal körelmenin "iyileşmenin bir parçası" olduğu söyleniyor." - Gerçek mi? Bu, iyileşme değildir. Nörolojik yaralanmadır." (106)
*** *** ***
"Antipsikotikler ve Beyin Hasarı: Büzülme (/küçülme) ve Hacim Kaybı..." (65)
"Psikotik semptomlar, antipsikotiklerle kontrol altına alınsa da, tedavi gören kişiler
genellikle 'şiddetli kilo alımı, cinsel işlev bozukluğu, hormonal
dengesizlikler ve bazı durumlarda diyabet' gibi bir dizi ciddi yan etki
yaşarlar. Daha da kötüsü, antipsikotik kullanımının, özellikle uzun
süreli kullanıldığında 'beyin hasarına' neden olabileceğine dair
kanıtlar vardır." (65)
"Antipsikotik
ilaç kullanması gereken tek kişiler, 'psikotik semptomları tetikleyen
rahatsızlıkları' teşhis edilmiş kişilerdir. Ancak ilaç şirketleri, 'depresyon, anksiyete, uykusuzluk ve otizm' gibi çeşitli 'endikasyon dışı
rahatsızlıklar' için antipsikotik ilaçları ustalıkla pazarladılar. Şimdi ise birçok doktor, ilaç devlerinin kuklası gibi
davranarak, 'uzun süreli beyin hasarına' neden olan antipsikotikleri
bilmeden reçete ediyor. Bunlar piyasadaki 'en tehlikeli' psikiyatrik
ilaçlardır." (65)
"...birçok doktor, ilaç devlerinin kuklası gibi
davranarak, 'uzun süreli beyin hasarına' neden olan antipsikotikleri
bilmeden reçete ediyor. Bunlar piyasadaki 'en tehlikeli' psikiyatrik
ilaçlardır." (65)
"Nörolojik görüntüleme çalışmalarına dayanan yeni
kanıtlar, 'antipsikotik ilaçların aslında 'hacim kaybı ve küçülmesi'
şeklinde 'beyin hasarına' neden olduğunu' doğruladı." (65)
"Antipsikotik kullanımına bağlı beyin hasarı, şizofreninin 'bilişsel
semptomlarının şiddetini' doğrudan etkileyebilir. Antipsikotik kullanan
birçok kişi, yalnızca hastalıklarından kaynaklandığı düşünülen bilişsel
eksiklikler yaşar; ancak gerçekte bunlar, ilaçların bir sonucu olabilir." (65)
"Araştırma (Zaman Çizelgesi): Antipsikotikler Beyin Hacmini Etkiliyor..." (65)
" Bazı araştırmalar 'hastalığın kendisinin
(şizofreni) ve semptomatik nüksün, beyin hacminin küçülmesine' katkıda
bulunabileceğini öne sürse de, çoğu kanıt, özellikle 'tedavi süresi ve
dozaj' olmak üzere, birincil nedensel faktör olarak 'antipsikotikleri'
işaret etmektedir." (65)
"...antipsikotik tedaviye bağlı 'beyin hasarı, küçülmesi veya hacim
kaybını' etkileyebilecek faktörler...
-Dozaj: Dozaj ne kadar yüksekse, kişinin beyin hacmi kaybı yaşama
olasılığı o kadar yüksektir. Yüksek dozlar, düşük dozlara kıyasla daha
hızlı beyin hacmi azalmasıyla ilişkilidir. (...)
-Tedavi süresi:
Antipsikotiklerle tedavi süresinin, beyin hacmi kaybını etkilediği iyi
bilinmektedir. Kişi ne kadar uzun süre tedavi görürse, beyin hacmindeki
azalma o kadar şiddetli olur. (...)
-Genetik /Epigenetik: Belki de bazı bireylerde beyin hasarı olasılığını
azaltan olumlu genetik veya epigenetik etkiler vardır. (...)
-Spesifik antipsikotik: Antipsikotiklerle ilişkili
etki mekanizmalarındaki farklılıkları göz önünde bulundurmak önemlidir. (...)
-Hastalığın başlangıcı: Geç
başlangıçlı (late-onset) şizofreni hastalarında, hastalığın erken
başlangıçlı (early-onset) olanlarına göre daha az beyin hasarı
görülebilir. (...)" (65)
"Potansiyel sinerjik faktörler...
- Hastalık şiddeti: Hastalığın altta yatan şiddeti, kişinin 'ilaçtan kaynaklanan beyin hacmi kaybının derecesini' belirleyebilir. (...)
-Nüks şiddeti: Nüks sayısının, kişinin 'ek beyin hasarı yaşayıp yaşamaması' üzerinde bir etkisi yok gibi görünüyor. (...)
-Hastalığın alt tipi: Bir kişinin sahip olduğu şizofreni türü, antipsikotik tedavi sonucunda daha fazla veya daha az beyin hasarı yaşayıp yaşamayacağını etkileyebilir. (...)" (65)
- Hastalık şiddeti: Hastalığın altta yatan şiddeti, kişinin 'ilaçtan kaynaklanan beyin hacmi kaybının derecesini' belirleyebilir. (...)
-Nüks şiddeti: Nüks sayısının, kişinin 'ek beyin hasarı yaşayıp yaşamaması' üzerinde bir etkisi yok gibi görünüyor. (...)
-Hastalığın alt tipi: Bir kişinin sahip olduğu şizofreni türü, antipsikotik tedavi sonucunda daha fazla veya daha az beyin hasarı yaşayıp yaşamayacağını etkileyebilir. (...)" (65)
"Kısır Döngü : Şizofreni Belirtilerinin Yönetimi ve Antipsikotik İlaçların Neden Olduğu Hasar..."" (65)
"Çalışmalar, 'antipsikotik tedavi sonucunda yaşanan beyin hacmi kaybının
derecesi ile dozaj (güç) arasında doğrudan bir ilişki olduğunu' göstermektedir." (65)
*** *** ***
"Antipsikotik efsanesi ortaya mı çıktı? - Londra'daki NHS'de çalışan bir psikiyatrist ve akademisyen,
yeni kitabında "antipsikotiklerin uzun vadede etkili olmadığını, beyni
küçülttüğünü ve erken ölüm riskini neredeyse üç katına çıkardığını"
yazdı." (60)
"Christian,
Bradford psikiyatri ünitesinde bir sandalyeye çökmüştü. Görünüşe göre
yarı bilinçli, yarı canlıydı. Başını kaldırmayı bırakın, neredeyse
konuşamıyordu. Christian'a şizofreni teşhisi konmuştu. İki gün önce,
paranoya içinde, bir gündüz bakımevinde bir meslektaşımı yumruklamıştı.
Bu yüzden Christian hastaneye yatırıldı ve yoğun bir şekilde nöroleptik
ilaçlarla tedavi edildi. Çoğu kişi, Christian'ı gördüğünde,
onu o kadar 'bitkin bir halde, salyaları akan' bir enkaz halinde tarif
ederdi." (60)
"....bir
meta-analiz, 'SSRI'ların hafif ve orta şiddetteki depresyon için plasebodan daha fazla klinik fayda sağlamadığını' iddia etti. (...) Onlarca yıllık klinik
çalışmaları inceleyen Moncrieff'in ilk vurguladığı nokta, plasebo ve
ilaç bırakma etkileri gibi değişkenler hesaba katıldığında,
antipsikotiklerin uzun vadeli etkinliğine dair somut bir kanıt
olmadığıdır." (60)
"Londra
NHS psikiyatristi Joanna Moncrieff (...) .... 'Uzun süreli kullanımlarını destekleyecek yeterli
kanıt olmadığını ve beyin hasarına neden olduklarını' iddia ediyor; bu
gerçek "ölümcül bir şekilde göz ardı ediliyor." Ayrıca, bir dizi kötü
yan etki nedeniyle antipsikotikler, 'bir kişinin erken ölme riskini
neredeyse üç katına' çıkarıyor." (60)
"....Moncrieff, özellikle kendi mesleği olan psikiyatriye, antipsikotikler
için 'olumsuz kanıtları görmezden geldiğini' iddia ederek
saldırıyor. Moncrieff, Kimyasal Tedavi Efsanesi adlı kitabında, 'bu ilaçların giderek artan
reçetelenmesinin, ilaç kaynaklı sorunların salgınına yol açtığını' savunuyor. Etkili bir şekilde, psikiyatrinin 'büyük bir bilimsel
suistimalden suçlu olduğunu' savunuyor. (....) Moncrieff'in ikinci noktası, ilaç endüstrisinin
desteklediği psikiyatri kurumunun, 'antipsikotiklerin 'beyinde ciddi
hasara' yol açtığını' gösteren çalışmaları görmezden gelmiş olmasıdır; en
çarpıcı olanı ise kalıcı beyin atrofisi (beyin küçülmesi) ve tardif
diskinezidir. Diğer nörolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi,
hastalar 'istemsiz, tekrarlayan hareketler, zihinsel bozukluk, hafıza
kaybı ve davranış değişiklikleri' yaşarlar. (...) Meslektaşlarını 'iatrojenik beyin
hasarı salgını' yaratma riskiyle suçluyor." (60)
"Beyin
taramaları, 'antipsikotiklerin bir yıl içinde atrofiye neden olduğunu' gösteriyor." -Dr. Joanna Moncrieff (60)
"Sağlık
Komisyonu'nun geçen yıl psikoz hastalarının neredeyse %40'ının 'önerilen
sınırları aşan' antipsikotik ilaç seviyeleri kullandığını bildirmesi de
ne kadar endişe verici. Bu seviyeler 'kalp krizlerine' neden oluyor." (60)
"Ulusal
Hasta Güvenliği Ajansı, antipsikotiklerden kaynaklanan kalp yetmezliğinin, İngiliz akıl sağlığı
servislerinde yatan hastaların yılda ortalama açıklanamayan '40 ölümünün
olası nedenlerinden biri olduğunu' iddia ediyor. Antipsikotiklerin diğer
etkileri arasında aşırı kilo alımı (metabolik bozukluk) ve diyabet
riskinin artması yer alıyor." (60)
"....Britanya'nın en
saygın psikiyatri dergisi olan İngiliz Psikiyatri Dergisi, 'antipsikotik kullanan kişilerin erken ölme
olasılığının 2,5 kat daha fazla olduğunu' bildiren bir çalışma
yayınladı." (60)
"....antipsikotiklerin uzun vadede etkili olmadığını gösteren yeni
çalışmalar da var. (...) ....Sinir ve Ruh Hastalıkları dergisinde yayınlanan bir ABD
araştırması, 'şizofreni teşhisi konmuş ve antipsikotik kullanmayan
kişilerin, ilaç kullananlara göre iyileşme olasılığının daha yüksek
olduğunu' bildirmiştir. (...) ...araştırmacılar, 15 yıl sonra 'antipsikotik kullanan hastaların
%65'inin psikotik olduğunu, ilaç kullanmayanların ise yalnızca %28'inin
psikotik olduğunu' bildirmiştir. (...) ....makalenin araştırmacıları, '"içsel güce", daha iyi öz saygıya ve içsel kaynaklara sahip hastaların, nöroleptikler olmadan uzun vadede iyileşme olasılığının daha yüksek
olduğu' hipotezini ortaya atmışlardır." (60)
"18 yaşındayken şizofreni teşhisi konduğunda zorunlu
olarak antipsikotik tedavisi gören Rufus May .... 'antipsikotiklerin yoksunluk etkilerinin, sıklıkla yanlış bir şekilde
nüksetme olarak yorumlandığını' savunuyor. Bu nedenle, insanlara, 'psikiyatrik ilaçları güvenli bir şekilde nasıl bırakacaklarına' dair
tavsiyelerde bulunan bir web sitesi kurdu. May gibi (belki de gerekli
"içsel güce" sahip olan) birçok hasta, antipsikotikleri başarıyla
bırakıp iyileşmeye devam etti. İronik olan şu ki, bunu 'sıklıkla nüksetme
korkusu' yaşayan psikiyatristlerinin arkasından yapmak zorunda
kalmışlardır." (60)
"....Moncrieff, 'ilaç kültürünün akıl sağlığına o kadar
yerleşmiş olduğunu' belirtiyor ki, birçok psikiyatrist 'antipsikotiklerle
erken dönemde tedavi edilmemenin ihmalkarlık olduğunu' düşünüyor." (60)
"Moncrieff,
antipsikotiklerin kısa vadeli etkililiğine dair kanıtlar olduğunu kabul
ediyor. Ancak Moncrieff yine de psikiyatrinin dürüst olmasını istiyor. (....) .... antipsikotiklerin psikoz teşhisi konan kişilerdeki 'paranoya,
sanrılar ve halüsinasyon semptomları' üzerinde doğrudan etkili olduğuna
dair hiçbir kanıt yok. Antipsikotiklerin, antipsikotik hiçbir yanı
yoktur." (60)
"Moncrieff'in tezinde, diğer tıbbi rahatsızlıkların
aksine, şizofreni de dahil olmak üzere 'psikiyatrik hastalıkların
fiziksel anormalliklerden kaynaklandığına dair hiçbir kanıt bulunmadığı 'vurgulanıyor." (60)
"....şizofreni 'ilaçların asla tedavi edemeyeceği bir hastalıktır.' " -Klinik psikolog Mary Boyle (60)
"Kendisi gibi psikiyatristlerin artık hastaları 'zorla alıkoyup antipsikotiklerle tedavi etme konusunda benzersiz
yetkilere sahip olmaması gerektiğine' inanıyor. Bunun yerine, hastalarla
demokratik ilaç tedavisi uygulayan ilaç danışmanları olmalılar.
Psikiyatristler, hastalarla ortak karar alma süreçlerine dahil olmalı ve
zorunlu tedavi taleplerini savunmak için hukuk mahkemelerine başvurmak
zorunda kalmamalılar. " (60)
*** *** ***
NOT: "Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski... (4) (5) - Makalenin BMJ'deki orjinal ismi Google sinippetlerde "Psikiyatrik ilaçlar kalıcı beyin hasarına neden olur " Psychiatric drugs cause permanent brain damage..." olarak görülüyor, ancak kaynağına gidilince başlık ismi "Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski..." olarak değişiyor. "rapid-responses sayfasında (3) ise orjinal başlık isminin durduğunu farkettik..
-----------------------
"Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski... Yaffe, Boustani ve Fairbanks, benzodiazepinlere maruz
kalmanın Alzheimer hastalığı geliştirme riskini iki katına çıkardığını
gösteren, dikkatlice yürütülen bir çalışma hakkında yorum yaptılar.
Benzodiazepin kullanımının, nörodejeneratif hastalık olarak
adlandırdıkları kalıcı beyin hasarına yol açma olasılığının yüksek
olduğunu buldular." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)
"'Antipsikotiklerin beyni doza bağlı olarak küçülttüğünü' biliyoruz; 'benzodiazepinler, antidepresanlar ve DEHB ilaçlarının da
kalıcı beyin hasarına neden olduğu' görülüyor." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)
"Önde gelen psikiyatristler
ve ilaç endüstrisi genellikle 'hastalığın, insan beynini mahvettiğini 'söyler, ancak 'bunu yapanın büyük olasılıkla ilaçlar olduğunu ve hayvan
deneylerinin de bunu ortaya koyduğunu' biliyoruz." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)
"Giderek artan sayıda gözlemsel çalışma,
potansiyel olarak uygunsuz ilaçların bilişsel bozulma riskini
artırmadaki kritik rolünü göstermiştir. (...) Benzodiazepinlere maruz kalma (en az 90 gün) ile
Alzheimer hastalığı geliştirme riski arasında kümülatif bir doz-etki
ilişkisi gözlemlediler ve 180 günden uzun süren maruz kalmanın riskte
neredeyse iki kat artışla ilişkili olduğunu buldular. Daha ileri
analizlerde, 'daha uzun etkili benzodiazepinlerin, daha kısa etkili
benzodiazepinlere kıyasla Alzheimer hastalığı geliştirme riskinin daha
yüksek olduğunu' göstererek nedensel bir ilişkiye destek
sağladılar." (5)
*** *** ***
"Psikiyatrik ilaçların beyin hasarına yol açabileceğini biliyor muydunuz? - Psikiyatrik ilaçlar, beyin hasarına yol açabilir ama psikiyatristler bunu, size asla söylemez." -Sue Clark-Wittenberg (57)
"Psikiyatri
hastası ve elektroşok mağduru Sue Clark-Wittenberg, 1972'den 1990'a
kadar 18 yıl boyunca 14 farklı psikiyatrik ilaç kullandı. Sue'ya,
psikiyatri ilaçları konusunda dünyanın önde gelen bir uzmanı tarafından
yakın zamanda, 'kullandığı 14 psikiyatrik ilaçtan 7'sinin beyin hasarına
neden olduğu' söylendi. Sue'ya daha önce hiç kimse bunu
söylememişti, geçmişte görüştüğü psikiyatristlerin hiçbiri. Hiçbir
psikiyatrist, Sue'yu 'kullandığı bazı psikiyatrik ilaçların beyni devre
dışı bırakan etkileri' konusunda uyarmamıştı." (57)
*** *** ***
"Psikiyatrik ve Antipsikotik İlaçlar: Psikiyatri insanlara zarar veriyor..." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar diyabete neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar gerçek iyileşmeyi engeller." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar plasebodan daha iyi etki göstermez." (54)
""İlaçlar hastayı iyileştirdi" argümanı..." (54)
"Psikiyatrik Uyuşturucular (ilaçlar 'drugs') Sadece Uyuşturucudur: Sektöre, Tarihine ve Zararlarına Derinlemesine Bir Bakış..." (112)
"Sigaralar gibi, genel olarak
psikiyatrik ilaçlar ve özellikle nöroleptikler ve antipsikotikler de
insan vücudu için son derece tehlikeli kimyasallardır." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar sorunu çözmez, sadece duyguları uyuşturur. Bir
kişiye antipsikotik ilaçlar vermek beyin hasarına neden olabilir." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar tehlikelidir, beyin hasarına yol açar ve hayatın
sorunlarını çözmede şeker hapından daha iyi bir işe yaramaz." (54)
"Nöroleptik ilaçlar insanları yürüyen
zombilere dönüştürüyor, beyin hasarına neden oluyor, çoğu durumda 'çalışamaz' hale getiriyor ve hükümetlere milyarlarca dolarlık sosyal
yardım ödemesine mal oluyor!" (54)
"Psikiyatrik ilaçlar biyokimyasal dengesizlikleri düzeltmek yerine, bazen
kalıcı olarak bu dengesizliklere neden olurlar." -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"Psikiyatrik ilaçlar beyindeki biyokimyasal dengesizlikleri düzeltmez." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar biyokimyasal dengesizlikleri nasıl yaratır ve beyin bunları nasıl düzeltir?" (54)
"İlaçlar: kimyasal lobotomi, duygusal anestezi, farmakolojik deli gömleği:" (54)
"İlaç şirketleri kimyasal dengesizlik efsanesinden milyarlar kazanıyor." (54)
"Kimyasal dengesizlikler bir efsanedir, varlığını kanıtlayacak hiçbir bilimsel veri yoktur, sadece teori vardır!" (54)
"Nöroleptik ve antipsikotik ilaçlar bu hayali "kimyasal dengesizliği"
düzeltmez, sadece sakinleştirir, sersemletir ve "duygularınızı
uyuşturur". Akıl hastalığını iyileştirmezler, semptomları ortadan
kaldırırlar. İyi olduğu söylenen nöroleptik ilaçların çoğu, salt
"plasebo etkisi" ile açıklanabilir." (54)
"....psikiyatrik ilaçların genel etkisi, 'kısmi anesteziye veya sarhoş ya da uyuşturucu etkisi' altında olmaya
eşdeğer bir yönetici işlev azalmasıdır. - İlk psikiyatrik
ilaç olan Torazin, cerrahi hastalarında, bilinçli cerrahinin korku ve
acısına karşı 'kayıtsız ve ilgisiz hale getirmesi' nedeniyle
kullanılmıştır. SSRI'lar 'duygusal körelme, ilgisizlik ve kayıtsızlığa' neden olmaktadır. Benzodiazepinler aslında hem akıl hastalarında hem de cerrahi anestezide kullanılmaktadır." (54)
"Bu ilaçların çoğu [Klorpromazin,
Reserpin, İmipramin, Tranilsipromin, Lityum, Diazepam] birden fazla
beyin proteinine bağlanır ve etkilerini, birden fazla reseptör,
moleküller arası etkileşimler ve uygulama yoluyla ortaya çıkan biyolojik
düzenleyici mekanizmalar aracılığıyla beyinde meydana gelen uzun vadeli
değişiklikleri içeren karmaşık yollarla gösterir. Bu nedenle, etki
mekanizmalarının anlaşılması eksiktir." -Samuel H. Barondes, (1990) (54)
"Uzmanlar, ilaç endüstrisi ve
psikiyatriyi sert bir şekilde değerlendirerek, antidepresanlara dair
kanıtların hatalı olduğunu ve bu ilaçların 'hiçbir zaman kimyasal
dengesizliği düzelttiğinin kanıtlanmadığını' iddia ediyor. Yine de
milyonlarca kişiye potansiyel olarak son derece zararlı ilaçlar reçete
ediliyor." (56)
" .... tartışmalı
yeni bir kitap olan 'Sakinleştirilmiş Toplum',
beyindeki kimyasal dengesizliği düzelttiği söylenen bu ilaçların,
duygusal açıdan hassas kişilere -yetişkinler veya çocuklar- verilmesinin
yanlış olduğunu iddia ediyor." (56)
""Hastalık modeli tam bir felakettir" - "Psikiyatrik bir hastalığın
beyin hasarına neden olduğunu gösteren ikna edici bir kanıt görmedim,
ancak ilaçların beyin hasarına neden olduğuna dair çok sayıda kanıt
gördüm." -Profesör Dr. Peter Gøtzsche (56)
"Doktorlar, hakkında çok az şey bildikleri ilaçları, hakkında
hiçbir şey bilmedikleri hastalara, hakkında daha az şey bildikleri
hastalıklar için verirler." (Voltaire, MS 1694-1778) (54)
"İlaçlar
deliliği iyileştirmez çünkü bu fiziksel bir sorun değil, ruhsal bir
sorundur." -Philippe Pinel, MS 1806 (54)
"İlaçlara olan inancım giderek azaldı ve şüpheciliğim o kadar ileri
gitti ki, ahlaki çözümler tamamen başarısız olana kadar onlara asla
başvurmamaya karar verdim." -Philippe Pinel, MS 1806 (54)
"MS 1750'de William
Battie, 'deliliği tedavi edecek sihirli bir ilacın olmadığını' itiraf
etti. Bir gün bulunacağını öngörmüştü, ancak bugün bile böyle kimyasal
bir tedavi mevcut değil! Modern Nöroleptik ilaçlar, - 1750'lerde William
Battie ve John Monro tarafından reçete edilen afyondan - daha fazla
deliliğe çare değildir." (54)
"'Her ne kadar' deliliğin 'kendine özgü
panzehirinin, doğanın deposunda saklı olduğunu ve belirlenen zamanda gün
ışığına çıkarılacağını' ummak için nedenlerimiz olsa da; şu anki
talihsizliğimiz öyle ki, ya bu önemli sır, mucitleri tarafından
insanlığın geri kalanından saklandı ya da daha muhtemel olanı, henüz hiç
keşfedilmedi." -William Battie, MS 1758 (54)
"'Akıl sağlığı artık
psikiyatristler tarafından kontrol edilmemeli' - 'Bunlar, zihinsel bozukluklar için ilaç reçete eden meslek grubudur ve reçetelemeyi
neredeyse sıfıra indirmek iyileşmeler sağlayacaktır.'" - Klinik psikoloji
profesörü Peter Kinderman (56)
"... 'penisilinin bel soğukluğunu tedavi edip etmediğini' sormak mantıklıdır,
çünkü bir kişide 'bel soğukluğu olup olmadığını belirlemek' için nesnel
ölçütler vardır. Ancak, örneğin Zyprexa'nın şizofreniyi tedavi edip
etmediğini sormak mantıklı değildir, çünkü bir kişide bu iddia edilen
bozukluğa sahip olup olmadığını belirlemek için nesnel ölçütler yoktur.
Bu nedenle, psikotrop ilaçların "işe yarayıp yaramadığını" tartışmak
boşunadır." -Thomas Szasz, (2007) (54)
"Efsanevi "kimyasal dengesizlikleri" düzeltmek için yapılan bitmek
bilmeyen 'zararlı ilaç denemelerine' katlanmak, yıpratıcı ve acı verici
yan etkilerle birleşince, toplumun 'evrim teorisini' gerçek olarak kabul
etmesinin bedelini ödediği bir cezadır." (54)
"İlaç şirketleri,
halkı "akıl hastalığının" "biyokimyasal dengesizliklerden"
kaynaklandığına ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir pazarlama
dolandırıcılığına ikna etmeyi başardılar." (54)
"Psikiyatrik İlaçlar, Nöroleptik İlaçlar, Psikoaktif İlaçlar... İster
boyun eğmeye zorlanmış, ister hapsedilmiş veya uyuşturulmuş olsun,
toplum her zaman 'kendini kontrol etmeyi seçmeyenleri kontrol etmenin bir
yolunu' bulur. Biyopsikiyatri, ateistlerin kontrol edilemeyenleri
şoklar, ilaçlar ve istemsiz müdahalelerle kontrol etme sistemidir." (54)
*** *** ***
*İLAÇ ŞİRKETLERİNİN BAZI SAHTEKARLIKLARI VE PSİKİYATRİ İLE İLİŞKİSİ
"'Depresyonun, iyi hissettiren 'kimyasal serotoninin' düşük
seviyelerinden kaynaklandığı ve bu nedenle SSRI'ların 'beynin serotonini
parçalama hızını yavaşlattığı ve böylece ruh halini iyileştirecek daha
fazla kimyasal olduğu' öne sürülüyor.' (...) Teoriye şüpheyle yaklaşmak için bir diğer sebep de, Profesör
Gøtzsche'nin yeni kitabında da belirttiği gibi, ilaç şirketlerinin 'olumlu sonuçlar elde etmek için olumsuz sonuçları gizlemek veya
istatistikleri çarpıtmak gibi olağanüstü çabalar' sarf etmesidir. (....) ... Prozac'ın intihar riskini
artırması riskini (önceki denemelerde ortaya çıkan bir yan etki)
azaltmak için, Prozac alan hastaların %25'ine sakinleştirici verildi;
ancak bu bilgi o zaman ortaya çıkmamıştı. (....) ....Seroxat, çocukluk depresyonunu tedavi etmek için
lisans almak üzere denemeler yaptı, ancak bunların 'yanıltıcı' olduğu
ortaya çıktı. 2002'de BBC'nin Panorama programı, bu denemelerden
bazılarının Seroxat'ın 'çocuklarda intihar riskini artırdığını, ancak
üreticinin bu utanç verici sonuçları, bir kenara attığını ve asla
yayınlamadığını' ortaya koydu. (....) ... Birleşik Krallık İlaç Komitesi, Prozac'ın 'çocuklar tarafından
güvenle kullanılabilecek tek SSRI olduğunu' açıkladı. Ancak şirketin
intihar riskini gizlemesi durumunda herhangi bir ceza uygulanmadı." (56)
"ABD'de Amerikan
Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüleri'nde TADS (Depresyonlu Ergenlerin Tedavisi
Çalışması) adı verilen yeni bir dizi çalışma başlatıldı. 'Prozac artı
Bilişsel Davranışçı Terapi ile
tek başına Prozac'ı veya plaseboyu karşılaştıran' çalışmada, 'Prozac'ın
BDT ile birlikte kullanımının çocuklar için güvenli ve etkili olduğu' iddia edildi. Ancak kitabın yazarlarından biri olan
Lincolnshire'daki Ulusal Sağlık Hizmetleri'nde Tıbbi Eğitim Direktörü ve
çocuk ve ergen psikiyatristi Profesör Sami Timimi, birçok SSRI
çalışmasında olduğu gibi, 'basit ama etkili bir el çabukluğuyla olumlu
sonuçlar elde edildiğini' söylüyor." (56)
"Şu anda milyonlarca hastaya potansiyel olarak ciddi derecede zararlı ilaçlar reçete ediliyor. Ayrıca, 'intihar riskinin de gizli olduğunu' söylüyor. Plasebo veya terapi alan
çocukların hiçbirinde risk yoktu, ancak Prozac ile net bir bağlantı
ortaya çıktı. Profesör Gøtzsche, mesleğe sert bir eleştiride bulunarak, 'depresyonun düşük serotonin seviyelerinden kaynaklandığı' teorisi
nedeniyle ilaç şirketlerinin psikiyatriye getirdiği büyük miktardaki
paranın, 'bu verilerin sorgulanmadan kalmasında kilit bir faktör' olduğuna
inanıyor." (56)
*** *** ***
*İYİLEŞME, TEDAVİ, YOKSUNLUK
"İyileşme şok edici bir süreçtir: Uzun süren psikiyatrik ilaç yoksunluk sendromu (iatrojenik beyin yaralanması)... (...) ... beyin hasarının ayırt edici
özelliklerinden birinin derin ve yoğun bir nörolojik dehşet olması,
doğası gereği şok edicidir. Otonom sinir sisteminde tutulan bu dehşet, - bireyden bireye sayısız farklı biçimde - kendini gösterir. (....) .... ilaçlar, hayatımızdaki önceki
travmalardan kaynaklanan nöropatik yolları daha da derinleştirir.
İlaçlar, aslında başlangıçtaki sorunlarımızı bu şekilde daha da
kötüleştirir." (36)
"Vücudumuz, aslında bizim için iyi olması gereken gıdalardan bizi
"koruyor". Bu durum, sağlıklı olmak için ihtiyaç duyduğumuz besinleri
alamamamıza neden oluyor. Bunlar birçok kişide gerçek alerjiler gibi
davranarak kurdeşen ve hatta bazen anafilaktik şoka yol açıyor. (....) Bağışıklık
sistemimiz etkileniyor ve bu nedenle çoğumuzda otoimmünite ortaya
çıkıyor. Bu, bağışıklık sisteminin kendi vücudumuza saldırmasıdır." (36)
"Sistemimiz, bizi
iyileştirebilecek şeye HAYIR diye bağırır çünkü bu, yaranın doğasıdır.
Savunmalarımızın yavaş yavaş çökmesine izin vermeliyiz. Bu süreci
izlemeli ve neler olduğunu gördükçe yavaş bir çözülme süreci yaşanır ve
ardından rahatlama başlar." (36)
"'Hiçbir iyileşme yolculuğu iki kez tekrarlanmaz.' - (...) Biyolojik ve fizyolojik olarak
derinden etkileniyoruz, ancak sonunda en derin şekilde iyileşmemize
yardımcı olan şey gözlemleme kapasitemizdir ve bu, beden/zihin/ruh
arasındaki yakın etkileşimi öğrenmek için gerçek bir fırsattır." (36)
"Dikkatli
bir planlama yapmadan ilaçları bırakmak potansiyel olarak tehlikelidir.
Lütfen herhangi bir ilaç kesme işlemine girişmeden önce iyi eğitim
aldığınızdan emin olun. Doktorunuz size yardımcı olmayı kabul ederse,
deneyimli olduklarını iddia etseler bile, bunu nasıl yapacaklarını iyi
bildiklerini varsaymayın. Genellikle ilaç kesme konusunda eğitimli
değillerdir ve yoksunluk sorunlarını nasıl tanıyacaklarını
bilemeyebilirler. Çoğu yoksunluk sorununa psikiyatrik sorunlar teşhisi
konur. Bu nedenle, kendinizi eğitmeniz ve bakım ortağınız olarak sizinle
birlikte öğrenmeye istekli bir doktor bulmanız iyi bir fikirdir." (36)
"Viscount Hinchingbrooke, yaklaşık 20
yıldır ihtiyaç duymadığı antidepresan ilaçlar reçete edildi ve bunları
bırakmak için cehennem azabı çekti. (....) .... 19 yaşındayken geçirdiği sinüs ameliyatının ardından
reçete aldıktan sonra yıllarca benzodiazepin bağımlılığıyla mücadele
etti." (56)
"'İlaçlar, hastaların istediği şeyi, yani tedavinin belirli zihinsel veya duygusal sorunlarda işe yaramasını sağlayamadı.' Bu nedenle, yaygın ve ömür boyu kullanımın hiçbir gerekçesi yok. 'İnsanlar bu ilaçları yıllarca kullanmaya devam ediyor.' Klinisyenler bunun 'nüksetmeyi önlemek için' olduğunu iddia ediyor, ancak 'bırakmanın yan etkileri o kadar şiddetli' olabilir ki, kullanmaya devam etmek daha iyidir.'" -Profesör Dr. Peter Gøtzsche (56)
"Peki
depresyon tedavisi arayan çocukların ve yetişkinlerin güvenli ve etkili
bir şekilde yardım alabilmelerini sağlamak için ne yapılmalı? Kitabın
yazarlarından biri olan Liverpool Üniversitesi'nde klinik psikoloji
profesörü olan Peter Kinderman, 'çözümün, beyin kimyası hakkında
kanıtlanmamış bir teoriye dayanarak ilaçlarla değil, insanların duygusal
ihtiyaçlarını doğrudan tedavi eden bir yaklaşıma geri dönmek olduğuna' inanıyor. Bu geri sarmanın çok geniş kapsamlı sonuçları var." (56)
"İlaçlar bizi intihara, suça veya cinayete sürüklemez." (54)
*** *** ***
"Psikiyatride Devredışı Bırakılan Beyin Tedavileri: 'İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü'... Psikiyatrik Tedavinin 'Devredışı Bırakılan Beynin' İlkeleri..." -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
"Son
on yılda, yalnızca psikiyatri alanında değil, tıp, akıl sağlığı ve hatta
eğitim alanında da psikiyatrik ilaçlara olan 'bağımlılık' giderek arttı.
Psikiyatrik nedenlerle hastaneye yatırılan neredeyse her hasta ilaç
almaya teşvik ediliyor veya zorlanıyor. Psikiyatri alanında, poliklinik
hastalarının 'uzun etkili ilaç enjeksiyonları' almasını kolaylaştırmayı
amaçlayan bir hareket var. Özel muayenehane psikiyatrisinde, hastalara
ilk ziyarette ilaç vermek ve ardından ömür boyu ilaca ihtiyaç
duyacakları konusunda bilgilendirmek yaygındır. (....) Bu ilaç devrimi, psikiyatrik ilaçları
zararlı olmaktan çok daha faydalı, hatta tam bir nimet olarak görüyor.
İnsülin veya penisilin gibi, bunlar da sıklıkla belirli hastalıklar için
spesifik tedaviler olarak görülüyor. Sıklıkla beyindeki biyokimyasal
dengesizlikleri düzelttikleri söylenir. Bu inançlar, ilaçların olumsuz
etkilerine vurgu yapmanın coşkusuz karşılandığı ve psikiyatrik ilaçların
eleştirilmesinin prensipte 'nadir görülen bir sapkınlık' olduğu bir ortam
yarattı. Bu kitap, psikiyatrik ilaçların birincil veya temel
etkilerini beyin işlev bozukluğuna neden olarak elde ettikleri ve
faydadan çok zarar verdikleri yönündeki tamamen farklı bir bakış açısını
benimsiyor. Psikiyatrik ilaçların belirli
bir zihinsel bozukluk için spesifik tedaviler olmadığını göstereceğim." -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)
*** *** ***
* BAZI YORUMLAR;
(Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur mu? Psikiyatrik ilaçlar beyne kalıcı zarar verebilir/beyni değiştirebilir
mi?) :
"Bu ilaçların beyne kalıcı hasar verebileceği veya beyni
değiştirebileceği bilimsel olarak şüpheye yer bırakmayacak şekilde
kanıtlanmıştır. Bu, bebekler, çocuklar, yetişkinler ve hem insanlar hem
de diğer hayvanlar için geçerlidir. Nöroleptikler, beyin üzerinde son
derece zararlı etkileri olan, özünde toksik ilaçlardır. İlaç üreticileri
bu riskleri kabul etmektedir. (...) " - Mark Dunn, 1y
(b) (61)
"Psikiyatrik ilaçlar beyinde ve vücutta anormal fiziksel ve işlevsel
değişikliklere neden olur. Bu değişiklikler, onlara neden olan ilacı
bıraksanız bile ortadan kalkmaz. Bu değişiklikler sonucunda, artık o
ilacı kullanmıyor olsanız bile, güçten düşürücü, sakatlayıcı veya
ölümcül "yan etkiler" yaşayabilirsiniz. Buna "beyin hasarı" deyip
dememeniz, bu değişikliklerin ve işlev bozukluklarının meydana gelip
gelmemesinden daha az önemli görünüyor. (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)
"Nörotoksiklik, nörotoksin adı
verilen doğal veya yapay toksik maddelere maruz kalmanın, sinir
sisteminin normal aktivitesini sinir dokusuna zarar verecek şekilde
değiştirmesi durumunda ortaya çıkar." Antidepresanlar (SSRI'lar,
SNRI'lar, NDRI'lar vb. ), anksiyolitikler (Buspar gibi), antipsikotikler
(tipik ve atipik) ve hatta psikiyatrik olmayan ilaçlar gibi ilaçların
serotonin sendromu, nöroleptik malign sendrom ve tedavinin diğer
nörotoksik sonuçları gibi potansiyel yan etkileri vardır. Bu riskler,
birden fazla ilacın aynı anda alınması durumunda artabileceği gibi, tek
başına alınan tek ilaçlardan da kaynaklanabilir. (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)
"Psikotrop
ilaçların bazı yan etkilerinin, beyinde belirli türde bozulmalara yol açtığı da söylenebilir; örneğin: büyüme, gelişme ve
olgunlaşmada gerileme, psikolojik sorunlar (mani, psikoz, depresyon,
anksiyete), amnezi ve diğer hafıza güçlükleri, duyusal ve bilişsel
işleme becerilerinde değişiklik, nöbetler, bozulmuş homeostaz. Bu tür
yan etkiler, ciddi fiziksel ve işlevsel dejenerasyonları (anormal,
azalmış veya tamamen bozulmuş işlevsellik ve potansiyel olarak
onarılamaz fiziksel değişiklikler, önceki büyüme ve gelişimin tersine
dönmesi de dahil olmak üzere normal büyüme ve rejenerasyonda bozulmalar
veya sorunlu değişiklikler) içerebilir. (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)
*** *** ***
* BAZI UYARILAR...
UYARI 1 : Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (psikiyatrik semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz.
NOT: Ayrıca, bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz. Ayrıca BURADAKİ genel uyarıları da mutlaka okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..
Bloglarımızdaki 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 'Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep olur - Akıl hastalıkları bir efsanedir' serileri ile birlikte şimdiki 'Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur' araştırmaları ve diğer 'akıl sağlığı, psikiyatri, psikiyatrik ilaçların ve diğer biyopsikiyatrik tedavilerin zararları' vb gibi ayrı ayrı makalelerde verilen diğer araştırmaları da okuyarak, konular hakkında daha çok ve daha kaliteli bilgi sahibi de olabilirsiniz. Ayrıca.. eğer yapabiliyorsanız, kendiniz de konularla ilgili araştırmaları 'internette, sanal alemde, sosyal medyada ve diğer ortamlarda' yaparak da bilgi sahibi olabilir ve buradaki bilgilere katkılar da sağlayabilmiş olursunuz, diye umuyoruz. Teşekkürler..😊
NOT :
Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe
çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için
kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..