29 Eylül 2025 Pazartesi

Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı kimyasal beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur ve insanları 'bakıma muhtaç' hale getirir 2 (Alıntılar)

"Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı kimyasal beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur ve insanları 'bakıma muhtaç' hale getirir 2 (Alıntılar)", Temsili görseller; İllistration, (254)
         "Psikiyatrik ilaçlar, sadece 'kimyasal lobotomiye' neden olmaz; ayrıca kimyasal lobotomiyle bağlantılı insanları 'BAKIMA MUHTAÇ' hale getirir. Ve daha pek çok 'kalıcı ve ölümcül sağlık sorunlarına' yol açar. Ve daha sonra da gizlice-sinsice öldürür."

Bismillahirrahmanirrahim. Doğusunu ve gerçeğini ancak Yüce Allah (cc) hazretleri bilir diyelim...

2.BÖLÜM : 'PSİKİYATRİK İLAÇLAR, KİMYASAL KAYNAKLI KALICI BEYİN HASARINA (KİMYASAL LOBOTOMİYE) NEDEN OLUR VE İNSANLARI 'BAKIMA MUHTAÇ' HALE GETİRİRserisi (2)  - Alıntılar

Bu seri 5 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz ikinci bölümde (yani 2.bölümde) bulunuyorsunuz. Bu bölüm, araştırmalardan kısa kısa alınan ALINTILARDAN oluşmaktadır. Bu seri, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' ve 5 bölümlük 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin devamıdır. Serinin tamamına blog ana sayfasından, sayfayı aşağıya kaydırarak yada 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi tanıtım sayfasından ulaşabilirsiniz. (Aşağıdaki notu okuyunuz.) 'Akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu, 'Psikiyatrinin neden bir ölüm endüstrisi' olduğunu ve 'Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka aşağıdaki UYARILARI da okumayı unutmayınız..  Teşekkürler..

UYARI :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. En aşağıdaki UYARILAR kısmını okuyunuz.. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..

NOT: Diğer araştırmaların ilk bölümlerini (yani fikir ve düşünceleriBURADAN1 BURADAN2  ve bu seriye ait düşünceyi de BURADAN okuyabilirsiniz. Diğerlerin - yani araştırma bölümlerin tamamını okumak istiyorsanız BURAYA gidip linklere ulaşabilirsiniz. Araştırmaları okumak çok zahmetli geliyorsa /daha önce okuduysanız... verdiğimiz kısa kısa alıntıları okuyarak da birşeyler öğrenebilirsiniz. Tüm araştırmalara ait verilen özet şeklindeki alıntıları buradaki ALINTILAR1 - ALINTILAR2 ALINTILAR3 kısmından okuyabilirsiniz.

*** *** ***

*BAZI ALINTILARA GEÇMEDEN ÖNCE....

* BAZI NOTLAR, DİPNOTLAR;

* Psikiyatrik ilaçlar, tüm akıl hastalıklarını tedavi eder; bunu da bireyleri 'kimyasal beyin hasarına' uğratarak yapar...

- Konuya ironik olarak şu şekildeki kurgularla bir bakalım...

    "Psikiyatrik ilaçlar, tüm akıl hastalıklarını tedavi eder (tabii yersen!) - 'Peki, bunu nasıl yapar?' - Muhtemelen (genellikle uzun vadelerdebireyleri 'kimyasal beyin hasarına' uğratarak yapar. Eğer tedavi etmezse bu sefer... 'akıl hastalığı, tedaviye dirençlidir' YALANI devreye girer ve ya ilaçların dozu artırılır ve/veya farklı psikiyatrik ilaçlar reçete edilir. Bu, böyle devam eder. Eğer işe yararsa - yani kişi sakinleşirse - 'psikiyatrik ilaçlar, işe yarıyor; akıl hastalığını tedavi ediyor' YALANI devreye girer; böylece zehirli kimyasallar (psikiyatrik ilaçlar) muhtemelen ömür boyu böyle reçetelenmeye devam eder. Ve aslında psikiyatristler, psikiyatrik ilaçların 'gerçekte nasıl işe yaradığını, nasıl çalıştığını' hastalarına ve/veya ailelerine ya hiç anlatmazlar yada gerçeği çarpıtarak anlatırlar ve böylece... psikiyatrik ilaçların 'gerçekte nasıl çalıştığı ve kalıcı kimyasal beyin hasarlarına ve sonuçlarına sebep oldukları ile birlikte... ne gibi kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel sağlık sonuçlarına ve ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere de sebep olduklarına' dair bilgilerin (doğruların ve gerçeklerin) hasta ve aileleri tarafından öğrenilmesini engellemiş olurlar." -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)

  "Muhtemelen... psikiyatrik ilaçlar, 'şizofreni, psikoz, ,anksiyete, depresan, dehb' gibi tüm akıl hastalıklarını kökünden tedavi eder, iyileştirir; bunu da, (genellikle uzun vadelerdebeyin kanserine (yani kimyasal beyin hasarına) sebep olarak yapar. Beyin hasarına uğrayan kişilerin büyük çoğunluğunda genellikle akıl hastalıklarından eser bile kalmaz; çünkü artık normal bir şekilde düşünebilecekleri sağlıklı beyinlere (yani sağlıklı bir beyin kimyasına) sahip değildirler. Muhtemelen ana akım psikiyatristler de bu durumdan dolayı (yani hastalarının akıl hastalıklarını - kimyasal beyin hasarına sebep olarak - kökünden tedavi ettikleri ve iyileştirdikleri için) çok gurur duyarlarHastalarına, ailelerine ve tüm kamuoyuna 'psikiyatrik ilaçlarının, akıl hastalıklarını tedavi ettiğini' göğüslerini gere gere anlatırlar." -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)

  "Muhtemelen... ana akım psikiyatristler, (genellikle uzun vadelerdepsikiyatrik ilaçlar tarafından kalıcı kimyasal beyin hasarına yakalanan insanların... - kimyasal beyin hasarının olumsuz etkilerinden biri olan zombileşme benzeri - 'sakinleşme durumlarını'... 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığını tedavi ettiği' şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılarlar ve bunu hastalarına, aillerine ve kamuoyuna açıklayarak kendilerini savunma pozisyonuna almış olurlar. Eğer kimyasal beyin hasarının olumsuz etkilerinden biri olan 'semtomların şiddetlenmesi' durumunda ise... 'mevcut akıl hastalığının tedaviye dirençli olduğu' vb şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılanır ve psikiyatrik ilaçların sayısı ve/veya dozu artırırılır; böylece mevcut beyin hasarı, daha da ileri seviyeye (kalıcı beyin hasarı seviyesine) götürülür. Bu durumda hasta sakinleşirse (ki bu, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının oluştuğu anlamına gelir ki)... bu sakinleşme, 'psikiyatrik ilaçların işe yaradığı' vb şeklinde yanlış ve/veya kasıtlı bir şekilde algılanır ve psikiyatristler de 'akıl hastalıklarını tedavi ettiklerinden' dolayı çok gurur duymaya başlarlar."  -(Araştırmalardan çıkardığımız sonuçlardan tahmini bir değerlendirme)

-------------
      "Ünitede şizofreni teşhisi konmuş ve bir dizi psikiyatrik ilaca "yanıt vermemiş" bir hasta vardı. Ancak bu hasta kansere yakalandı (kesinlikle beyin hasarı teşhisi) ve şizofrenisi kalıcı olarak ortadan kalktı! Bu durumda bir hastalık (kanser), başka bir "hastalığı" (şizofreni) iyileştirdi!"  -Dr. Les Ruthven, (7)

      "Hastaneye yatırılan şizofreni hastalarında sıtmaya neden olmak, bu sıtmanın birçok hastanın ölümüne yol açmasına rağmen, bir doktora Nobel Ödülü kazandırdı."  -Dr. Les Ruthven, (7)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

ÖNEMLİ BİR NOT;

Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..

    "Kimyasal beyin hasarı - / sadece beyin hasarı -' demek, bir nevi 'bakıma muhtaç' hale gelmek demektir. İşte psikiyatrik ilaçların yaptığı şey de tam da budur. Psikiyatrik ilaçlar, 'beyin küçülmesi' de dahil 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye)' ve buna bağlı 'davranışsal bozukluklara' ve 'daha kısa yaşam süresine' ve daha pek çok 'kalıcı ve ölümcül sağlık sorunlarına' neden olur - genellikle uzun vadelerde... Ve bunlar da - hepsi olmasa da (onlar da şimdilik) insanların büyük çoğunluğunun -  bakıma muhtaç hale gelmesine neden olur. 'Hepsi olmasa da'nın içindeki insanlar için kullanılan (onlar da şimdilik) sözcüğünün nedeni... psikiyatrik ilaçların kullanımının devam edilmesi durumunda... onların da ileriki dönemlerde 'kimyasal beyin hasarına' yakalanma ve böylece bakıma muhtaç hale gelmeleri risklerinin olması nedeniyledir. Yani bu ölümcül risklerin olma olasılık ve tehlikeleri onlar için halen devam etmektedir, diyebiliriz. 

Muhtemelen bakıma muhtaç hale gelen bireylerin büyük çoğunluğunu zihinsel engelli bireylerin kaldığı 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde (/kurumlarında) görebilmek mümkündür. Bu tür akıl sağlığı birimleri, sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar (daha doğrusu psikiyatristler) tarafından 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' uğratılan insanlarla doludur - özellikle de akıl hastanaleri, psikiyatri hastaneleri.. Muhtemelen sayıları az olabilen diğer sakinlerin 'beyin hasarına' nasıl uğradıklarına dair kanıtlanabilir doğru bilgilerin olabileceğini pek sanmıyoruz - belki azı kanıtlanabilir o da belki...

Bakıma muhtaç zihinsel engelli bireylerin kaldığı 'bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde de, sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar (daha doğrusu psikiyatristler) tarafından 'kimyasal beyin hasarlarına' uğratılan insanlar da bulunmaktadır.

Muhtemelen - psikiyatrik ilaç tedavisi görenler de dahil - bakımevlerinde kalan bireylerin nerdeyse hepsinin 'ileri seviyede kurtarılamayacak derecede kalıcı kimyasal beyin hasarlarına' sahip olduklarını söylemek gerekir. Zaten bakımevlerine getirilen insanlar, muhtemelen genelde 'kalıcı beyin hasarına uğradıkları' ve bu nedenle 'bakıma muhtaç hale geldikleri' için getiriliyorlar. Ancak özellikle de psikiyatrik ilaç tedavisi gören ve kimyasal beyin hasarına uğratılan bu bireylerin o anki mevcut zihinsel (ve beyin) ve beden sağlığı durumlarının... sağlıklı beyinler ve sağlıklı bedenler için oldukça zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların kullanımın devam edilmesi nedeniyle... ileri dönemlerde 'daha da kötüye gitme' ve hatta 'ölme' olasılık riskleri de bulunabilmektedir. Şöyle ki...

Tüm akıl sağlığı birimlerinin ortak noktası - özellikle de psikiyatrik ilaç tedavisi gören ve (muhtemelen sivil hayattayken psikiyatrik ilaçlar - yani psikiyatristler - tarafından) bakıma muhtaç - yani kalıcı zihinsel engelli hale getirilen bireylere.... sözde 'akıl hastalıklarının tedavisi' bahanesi adı altında - psikiyatristlerin talimatları doğrultusunda - yine her gün psikiyatrik ilaçlar vermeleridir. 

Aslında psikiyatrik ilaçların hiç biri akıl hastalıklarını tedavi etmemektedir. Yaptıkları şey, semptomları bastırmaktır; bunu da insanların sağlıklı beyinlerini - sürekli olarak - uyuşturarak yapar. 'Semptomların bastırılması' demek, 'akıl hastalıklarının tedavi edilmesi' demek değildir. 'Semptomların bastırılması' demek, - insanların sağlıklı beyinlerini uyuşturarak - onları 'kontrol etmek, kontol altına almak' demektir. Psikiyatri, 'hiç bir zaman akıl hastalıklarını tedavi edemediği' için son çareyi 'insanların davranışlarını kontrol etmekte' bulmuş ve insanların normal doğal davranışlarını akıl hastalıkları olarak etiketleyerek ve onların sağlıklı beyinlerini uyuşturarak, sakinleşmesini sağlamışlar ve böylece 'psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiği' yalanını etrafa yaydırarak, hem toplumda hem de tıpda yer edinmeye çalışmışlardır ve bu aldatma ve yalanlarda da gayette başarılı olmuşlardır. İşte ana akım psikiyatri (ve akıl sağlığı birimlerinin) yaptığı şey de budur; sadece insanların davranışlarını 'kontrol etmek' için... sağlıklı beyinler için son derece zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları sürekli olarak her gün verirler ve böylece insanları 'kontrol altına almış' olurlar ve buna da 'akıl sağlığı / akıl hastalıkları tedavisi' derler. Ama bu, psikiyatrik ilaç verilen hastalar için oldukça ÖLÜMCÜL SAĞLIK SORUNLARINA yol açar. Şöyle ki...

Her gün verilen psikiyatrik ilaçlar ise bireylerin (genellikle uzun vadeler de) kimyasal beyin hasarına yakalanmasına ve bununla bağlantılı akıl hastalıklarının artmasına /kötüleşmesine ve diğer zihinsel ve fiziksel çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara ve rahatsızlıklara ve ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere yakalanmasına neden olur. Dolayısıyla...

Psikiyatrik ilaçların uzun vadeli kullanımlarının 'kimyasal kalıcı beyin hasarları' ve bu beyin hasarlarına bağlı 'çeşitli konuşma ve davranış bozukları' da dahil olmak üzere... (tardif diskinezi, akatizi, kalp ve damar sorunları, diyabet ve kanser vb gibi) çok sayıda zihinsel ve fiziksel kalıcı ve ölümcül hastalıklara ve rahatsızlıklara ve hatta ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlere de neden olduğu bilinmektedir. 

Bu durum da... muhtemelen bu bireylerin ileri seviyede kurtarılamayacak derecedeki mevcut kimyasal beyin hasarlarının... ileriki dönemler de daha da kötü hale gelmesine ve/veya hem zihinsel hem de fiziksel kalıcı ve ölümcül çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara yakalanmasına ve/veya hatta ani ölümler de dahil çeşitli iyatrojenik ölümlerle karşı karşıya kalmasına neden olabilecektir. 

Ve muhtemelen durumu daha da kötüye giden, çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara yakalanan ve hatta ölen bu zihinsel engelli bireyler... ana akım psikiyatristler ve ana akım tıp doktorları tarafından - her zaman yaptıkları örtbas etme tekniğini kullanarak - bu insanların yakalandıkları (psikiyatrik ilaçların neden olduğu) kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel hastalıkları ve rahatsızlıkları ve ölümlerini... 'başka başka sebeplerin, altta yatan bilmem ne nedenlerin' üzerine attıkları için... deyim yerindeyse KİM VURDUYA GİTMİŞ olacaklardır. 

Ve bu şekilde - sadece Türkiye'deki - akıl sağlığı birimlerinde... onlarca yıldır aynı örtbas etme teknikleri sayesinde KİM VURDUYA GİDEN bireyleri düşündüğümüz de... şimdiye kadar kaç yüz binlerce - belki de milyonlarca - masum insanın bu şekilde KİM VURDUYA GİTTİĞİNİ tahmin etmek hiç de zor olmayabilecektir. (Dünya genelinde ise bu sayı (iyatrojenik sakat bırakılan (yaralanan) ve öldürülen insan sayısı bakımından) muhtemelen sadece her yıl milyonlarca civarındadır.)

Psikiyatrik ilaçlar (yani psikiyatristler) tarafından kalıcı olan ve olmayan kimyasal beyin hasarına uğratılan diğer bireyleri ise sivil hayatta kendi çevremizde görebilir ve onlara rastlayabiliriz. Onların durumları da... akıl sağlığı birimlerindeki insanların durumlarından - yani psikiyatrik ilaç kullanımın devam edilmesi ile ortaya çıkabilecek olası kalıcı ve ölümcül risklerden - pek farklı değildir. Aralarındaki tek fark muhtemelen... akıl sağlığı birimlerindeki insanların 'bakım, tedavi ve bilişsel faaliyetlerin' kendilerine özel olarak verilmesidir ki... bu da kimyasal beyin hasarına uğratılan insanlar için hiç bir şey ifade etmemektedir - en azından kimyasal beyin hasarları daha da kötüye giden insanlar için.. Beyin, kimyasal olarak hasara uğratıldıktan sonra... yapılan /verilen bakım, tedavi ve bilişsel faaliyetlerin... o hasta için ne anlamı olabilir ki? Sadece acı çektiklerini düşünebilir ve aynı şekilde diğerlerinin de acı çektiklerinden emin olabilirsiniz..

İşte, yaptığımız bu çalışmalar da bu gerçekleri göz önüne sermek içindir. Sadece aşağıdaki alıntıları okuyarak bile... bu gerçekleri anlamınızda size yardımcı olabilecektir, diye umuyoruz. Çalışmaların tamamını BURADAN takip edebilir, diğer çalışmalara ait alıntıları BURADAN ve BURADAN okuyabilirsiniz.

BİLGİ : "Psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'beyin küçülmesi, beyin büzülmesi, beyin atrofisi, tardif diskinezi, akatizi' vb gibi nörolojik hasarlar... psikikatrik ilaç kaynaklı 'kimyasal beyin hasarlarıdır - yani diğer adıyla 'kimyasal lobotomidir.'"

*** *** ***

** ŞİMDİ ALINTILARA GİRELİM....

*BAZI ALINTILAR;

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir
- (Kalıcı kimyasal beyin hasarları ve kalıcı ve ölümcül sonuçları...)

"Tüm psikiyatrik ilaçlar size zarar verir ve kalıcı beyin hasarına neden olabilir." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (54)
"Antipsikotik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (55)
"Yeni bir araştırmaya göre antipsikotik ilaçlar, beyin hasarına neden olabilir." (58)
"Psikiyatrik İlaçlar, Beyin İşlev Bozukluğuna Neden Olarak "Yardımcı" Oluyor.-Dr. Les Ruthven, (7)
"Reçeteli İlaçlardan Kalıcı Hasar" (20)
"Antipsikotikler ve Beyin Küçülmesi: Güncelleme-Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)
"Nöroleptik Psikiyatrik İlaçların Neden Olduğu Beyin Hasarı(40)
"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik" Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor." (a) (40)
"Nöroleptikler maymunlarda beyinleri küçültüyor..." (b) (40)
"Nöroleptiklerin maymun beyinlerine nasıl zarar verdiğinin gösterilmesi .... maymun beyinlerindeki nöroleptik hasar ...." (f) (40)
"Nöroleptik psikiyatrik ilaçların beyin hücresi sayılarını etkilediği anlaşılıyor... (e) (40)
"Demans Hastalarında Antipsikotik Beyin Hasarı.... " (m) (40)
"Genel Psikiyatri Arşivleri: Nöroleptikler Beyin Hacmini Küçültüyor..." (j) (40)
"Antipsikotik ilaç kullananlarda beyin küçülmesi görülüyor..." (n) (40)
"Antipsikotik ilaçlar sıklıkla beyinde küçülmeye neden olur..." (41)
"Nöroleptikler maymunlarda beyinleri küçültüyor - Haldol ve Olanzapin Maymunlarda Beyin Küçülmesine Neden Oluyor." (42)

"Antipsikotik ilaçların bir çok patolojik etkisini belgeleyen araştırma literatürünün iyi bir incelemesi." (32)
"Psikiyatrik İlaç Kaynaklı Kronik Beyin Hasarı : Psikiyatrik ilaçlarla uzun süreli tedavinin etkileri" -Dr. Peter R. Breggin, MD (8)
"Akıl Hastalığının" Biyopsikiyatrik Modeli... "Eleştirel Bir Kaynakça", Dr. Loren R. Mosher (55)
"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik" Psikiyatrik İlaçlar Beyin Dokusunu Küçültüyor(41)
"Kimyasal dengesizlikler uydurma ve efsanedir." -Dr. Loren R. Mosher (55)
"Akıl hastasının beynindeki tek kimyasal dengesizlik, psikiyatristlerin ilaç yazarken yarattığı dengesizliktir.'" -Dr. Peter Breggin, MD (54)
"Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal dengesizliklere neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar, kullanıcıların klasik "ay yüzlü" görünümünde görülen diyabete neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar diyabete neden oluyor.' (54)

(....) Devamını hem aşağıda hem de diğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

"Sonuç: Akıl hastalığında nedensel öneme sahip olduğu düşünülen 'beyin anormallikleri' büyük olasılıkla nöroleptik ilaç tedavisinin bir sonucudur." -Dr. Loren R. Mosher (55), (43)

"İlk psikoz atağı geçiren hastaları içeren bir çalışma, 'psikoz haplarına 'kısa süreli maruz kalmanın', - hastalığın şiddetiyle hiçbir ilgisi olmaksızın, -  beyindeki gri cevherin küçülmesine yol açabileceğini' bulmuştur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik" Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor... Beyin Küçülmesi Sizin İçin İyi mi?" -Dr. Ron Unger (40)

"Nöroleptik (antipsikotik) psikiyatrik ilaçlar, bizi insan yapan kısım olan frontal lobların küçülmesine yol açabilir." -Nancy Andreasen, Robert Whitaker (k) (40)

"Psikoz haplarının beyne verdiği hasar ve diğer zararları... (...) Geri döndürülemez beyin hasarı ve diğer ciddi zararlar..."  -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"....reçeteli bazı psikiyatrik ilaçlar, normal vücut fonksiyonlarında uzun süreli ve bazen de kalıcı bir 'değişikliğe' neden olur." - Joanna Moncrieff, MD (20)

 "....araştırmacılar, "şizofreninin" beyin küçülmesine neden olduğunu kanıtlamaya kararlı görünüyorlar; ancak verileri bunu kanıtlayamıyor çünkü deneklerin hiçbiri uzun süre ilaç tedavisi görmemiş gibi görünüyor. -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

 "Şizofreni veya psikoz olarak adlandırılan bozuklukların, 'beyinde herhangi bir altta yatan anormallikle ilişkili olduğuna' dair kesin bir kanıtımız henüz yok, ancak bu rahatsızlıkları tedavi etmek için kullandığımız ilaçların beyinde değişikliklere neden olduğuna dair güçlü kanıtlarımız var."   -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

"'Antipsikotiklerin, beyin küçülmesine neden olduğuna' dair kanıtlar son birkaç yıldır birikiyor, ancak psikiyatri araştırma kuruluşları kendi sonuçlarını kabullenmekte zorlanıyor." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

"Psikoz haplarının beyin hasarını önleyebileceği belgelenmemiştir ve kanıta dayalı tıp, spekülasyonlarla değil, ortalama olarak 'ne kadar etkili olduklarıyla' ilgilidir. Psikoz haplarının, 'sinir hücrelerini o kadar etkili bir şekilde öldürdüğünü ve beyin tümörlerine karşı olası kullanımlarının araştırıldığını' hatırlamak düşündürücüdür."  -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Psikozun, 'beyne zarar verebileceğine' dair güvenilir bir kanıt yoktur ve büyük bir çalışma bunu iddia etse de, 'tedavinin etkilerini hastalığın olası etkilerinden ayıramamıştır' ve yazarlar da bunu kabul etmiştir."  -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Araştırmacılar Antipsikotik Reçete Edilen Çocuklarda "Beyin Atrofisi" Uyarısında Bulundu... ....araştırmacılar 'antipsikotik ilaçların - özellikle beyinleri hala gelişmekte olan - çocuklarda beyin atrofisine (brain atrophy) neden olabileceğine' dair kanıtları tartışıyorlar." (29)

"... hem maymunlar hem de sıçanlar üzerinde yapılan çalışmalar, 'sağlıklı hayvanların antipsikotiklere maruz kaldıklarında, özellikle frontal serebral kortekste beyin hacimlerinin ortalama %8-11'ini kaybettiklerini' göstermektedir." (29)

"Bilimsel makale: Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar hücre ölümüne neden olabilir. - Bu tıbbi araştırma, nöroleptiklerin (antipsikotikler olarak da bilinir) 'sadece beyni küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden olabileceğini' ortaya koymuştur. " (44)

"Ron Unger, "nöroleptik veya "antipsikotik" psikiyatrik ilaçların beyin dokusu küçülmesiyle nasıl bağlantılı olduğu" konusunda endişelerini dile getiren tam zamanlı bir ruh sağlığı danışmanıdır." (40)

".... antipsikotikler, nöroleptik malign sendrom (ölümcül olabilir) dahil olmak üzere hızlı ve önemli beyin değişikliklerine neden olabilir." (m) (40)

"Nöroleptik İlaç Tedavisiyle İlişkili Beyin Hasarı... Bunlar, 'nöroleptik psikiyatrik ilaçların (antipsikotik olarak da bilinir) kullanımının beyinde önemli yapısal hasara yol açabileceğini' belirten çok sayıda ana akım tıbbi makaleden birkaçıdır." (43)

"Nöroleptik İlaç Tedavisiyle İlişkili Beyin Hasarı: (Sakinleştirici etki istendiğinde, psikotik durumları tedavi etmek için kullanılan sakinleştiriciler)"  (55)

"...tıbbi araştırma, nöroleptiklerin (antipsikotik olarak da bilinir) sadece beyni küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden olabileceğini ortaya koydu." (d) (40)

"Genel Psikiyatri Arşivleri'nde yayınlanan bir makalede, 'antipsikotik ilaçların beyin küçülmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğuna' işaret eden bir çalışma anlatılıyor." -(j) (40)

".... Prof. Andreasen, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (aynı zamanda "antipsikotikler" olarak da bilinir) hastalarda önemli beyin atrofisine -veya küçülmesine- yol açtığına dair bulgularından bahsediyor." (g) (40)

"Psikotrop ilaçlar, beyinde 'yapısal yeniden yapılanmaya' yol açarak 'duyguları ve zihinsel işlevlerin diğer yönlerini' olumsuz etkileyebilir ve geri döndürülemez hale gelebilir." (46)

"Randomize Kontrollü Bir Çalışma, Antipsikotiklerin Beyne Zarar Verdiğini Doğruluyor. - JAMA Psikiyatri'de yayınlanan yeni bir çalışma, 'antipsikotiklerin, beynin birçok bölgesinde hasara yol açtığını' ortaya koyuyor.(19)

"Psikiyatristler, ister psikotropik ilaçlar ister elektroşok olsun, 'bir psikiyatrik işlemden kaynaklanan "beyin hasarını" kanıtlamak için, çok sayıda beyin hücresinin öldüğünü' kanıtlamamız gerektiğini sıklıkla savunurlar. Belirli psikiyatrik işlemlerin toplu beyin hücresi ölümüne yol açtığına dair çalışmalar olsun ya da olmasın...." -(l) (40)

"Yeni bir araştırma, 'şizofreni' hastalığında beyin anormalliklerinin antipsikotiklerden kaynaklanabileceğini öne sürüyor. Çalışmada, 'şizofreni' ile ilişkili 'korteks kalınlığının ve beyin yüzey alanının azalmasının, antipsikotik ilaç kullanımından kaynaklanabileceği' bulundu."   (34)

"...yeni bir çalışma, 'korteks kalınlığının ve beyin yüzey alanının azalmasının, şizofreni tanısıyla ilişkili olduğunu, ancak bu farklılıkların antipsikotik ilaçların yaygın kullanımıyla açıklanabileceğini' ortaya koydu." (34)

"Araştırmacılar ayrıca, daha yüksek ilaç dozlarının beynin "hemen hemen tüm" bölgelerinde "daha ince korteksle anlamlı bir korelasyona sahip olduğunu" belirtiyorlar." (34)

"Nüks/Antipsikotiklere Bağlı Beyin Dokusu Kaybının Göreceli Riski..." (35)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

*İLAÇ DÖNEMİNDEN ÖNCE ve SONRA KİMYASAL DENGESİZLİK 

"Şu anda, tipik psikiyatri hastalarının 'beyinlerinde, - psikiyatrik ilaçlar verilene kadar - bilinen bir biyokimyasal dengesizlik bulunmamaktadır."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"...nöroleptik kullanımından önce şizofreni hastaları üzerinde yapılan yüzlerce otopsi çalışmasında tutarlı bir beyin atrofisi bulgusuna rastlanmamıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"İlaç döneminden önce postmortem incelemede tutarlı serebral atrofi bulgularına ulaşılamaması, BT taramalarında son zamanlarda görülen atrofi bulgularının şizofreninin değil, şizofreniklerin beynine yönelik yeni bir tehdidin sonucu olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir. Tek önemli yeni tehdit, halihazırda bir beyin hastalığı olan tardif diskineziye neden olduğu bilinen nöroleptik ilaçların yaygın kullanımıdır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Noyes ve Kolb'un Modern Klinik Psikiyatri (1958) adlı eserinde, nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, beyin atrofisi gibi ciddi bir sorundan bahsetmeye bile gerek kalmadan, herhangi bir türde tutarlı bir nöropatolojik sorun bulunamaması incelenmiş ve "mevcut görüş eğiliminin" şizofreniyi "yaşam koşullarına verilen hatalı bir tepkiye" bağladığı sonucuna varılmıştır. Yine nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, Amerikan Psikiyatri El Kitabı (1959) adlı eserinde Arieti, şizofreninin nöropatolojisine dair umutların "yetersiz kaldığını" tespit etmiştir. Daha sonraki ders kitapları, şizofreniklerin 'beyinlerinde büyük patolojik değişiklikler' olma olasılığından bahsetmeye tenezzül etmeyecektir, çünkü bu soru, herhangi bir bulguya ulaşılamaması nedeniyle rafa kaldırılmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
(Hamlelikte (fetüste) ve çocuklarda psikiyatrik ilaç kullanımı ve etkileri..)

"Araştırmacılar, Paroksetinin Gelişmekte Olan Beyne Zarar Verdiğini Buldu... (....) ....araştırmacılar, paroksetini 'gelişmekte olan beyin hücreleri üzerinde test etti ve çok sayıda nörotoksik etki' keşfetti." (37)

"....araştırmacılar, 'seçici serotonin geri alım inhibitörü paroksetininçok sayıda nörotoksik etkiye sahip olduğunu' buldular. Çalışmalarının, SSRI'ların 'gelişmekte olan fetüs üzerindeki zararlı etkilerini gösterdiğini' belirtiyorlar. Bu sonuçlar, paroksetinin potansiyel bir 'insan gelişimsel nörotoksik olduğunu' ortaya koyuyor ve kullanımına yönelik kontrendikasyonların değerlendirilmesi ve muhtemelen gebeliğin ilk üç ayından çok daha uzun süre kullanılması gerektiğini gösteriyor." (37)

"Çok sayıda çalışma, 'rahimdeyken, SSRI'lara maruz kalan çocuklarda, 'kalp sorunları, doğum kusurları ve otizm' görülme sıklığının artması gibi fetüs üzerinde zararlı etkiler olduğunu' göstermiştir. Ancak, SSRI'lar hamile kadınlar tarafından hala yaygın olarak kullanılmaktadır. (....) ....çalışmada gözlemlenen zararlar, gelişmekte olan beyindeki serotonin sisteminin bozulmasıyla tutarlıdır ve SSRI kullanan annelerin çocuklarında otizmin artan yaygınlığını açıklayabilir." (37)

"Bu ilaçların gelişmekte olan insan beyinleri üzerindeki etkileri üzerine kontrollü çalışmalar geliştirmek zordur ve bu da bu zararlara dair kesin kanıtlar bulmayı zorlaştırır. İlacın kemirgenler üzerinde test edilmesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir, ancak pahalıdır, 'binlerce hayvanın öldürülmesini' gerektirir ve kemirgen beyni her zaman insan beyninin karmaşık yapısını doğru bir şekilde yansıtmaz." (37)

"Valproat, Bipolar Bozukluk Tanısı Alan Çocuklarda Beyin Hacminin Azalmasıyla İlişkili... Araştırmacılar, valproatın tüm katılımcılarda 'duygu işlemeyle ilişkili bir bölgedeki beyin hacmini azalttığını' buldu." (33)

"....yeni bir çalışma, pediatrik bipolar bozukluk teşhisi konan çocuklarda valproat adlı ilacın, beyin hacmi üzerindeki etkilerini inceledi.(...) ...bulguları, 'altı haftalık bir süre boyunca duygu işleme işlevleriyle ilişkili bir bölge olan amigdaladaki beyin hacminin azaldığını' göstermektedir. (...) Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, valproatın 'hafıza ile ilişkili bölgelerdeki beyin hücresi büyümesini azaltabileceğini ve bilişsel bozukluğa yol açabileceğini' bulmuştur." (33)

"On uzman yazara göre, SSRI'lar ve antipsikotik olarak bilinen ağır sakinleştiriciler gibi ilaçlar çoğu insan için plasebodan daha iyi olmamakla kalmıyor, aynı zamanda - bazıları çocuklarda ve yetişkinlerde - intihar riskini de artırıyor. Ayrıca 'libidoyu düşürüyor ve tardif diskinezi adı verilen son derece rahatsız edici bir kas rahatsızlığına' neden olabiliyorlar. Ayrıca, 'bu ilaçların hasta ilacı almayı bıraktıktan sonra bile devam eden uzun vadeli hasara yol açabileceğini' iddia ediyorlar." (56)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
(BAZI ÇALIŞMALAR ve BAZI GÖRÜNTÜLEME (MR vs) ÇALIŞMALARI...)

"...çalışmada, hem eski bir nöroleptik (Haldol veya "haloperidol") hem de yeni bir atipik nöroleptik (Zyprexa veya "olanzapin"), maymunların 'beyinlerinin üst seviye kısımlarında, önemli bir küçülmeye' neden olmuştur. (...) İlaçla tedavi edilen her iki grupta da, sham'a kıyasla ortalama taze beyin ağırlıklarında ve sol serebrum taze ağırlık ve hacimlerinde %8-11'lik bir azalma görüldü. Farklılıklar tüm ana beyin bölgelerinde (frontal, parietal, temporal, oksipital ve serebellum) gözlendi, ancak hem gri hem de beyaz cevherde frontal ve parietal bölgelerde artış görüldü. İlaçla tedavi edilen maymunlarda sham'a kıyasla daha fazla olan benzer bir hacim küçülmesi görüldü." (42)

"... hem maymunlar hem de sıçanlar üzerinde yapılan çalışmalar, 'sağlıklı hayvanların antipsikotiklere maruz kaldıklarında, özellikle frontal serebral kortekste beyin hacimlerinin ortalama %8-11'ini kaybettiklerini' göstermektedir. Araştırmacılar hem haloperidol hem de olanzapini test ettiler; bu da bu etkinin hem birinci nesil hem de daha yeni, ikinci nesil antipsikotikler için bulunduğu anlamına geliyor. Bu bulgular, çocuklara herhangi bir psikotik semptom olmaksızın ve çoğu durumda herhangi bir akıl sağlığı teşhisi konmadan antipsikotik reçete edildiğine dair son kanıtlar ışığında özellikle endişe vericidir." (29)

"Son yirmi yılda yapılan sayısız tıbbi çalışma, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (antipsikotik olarak da bilinir) kullanımının, özellikle uzun süre yüksek dozlarda alındığında, beyinde yapısal değişikliklerle ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu beyin değişiklikleri, beynin üst seviye kısımlarında gerçek bir küçülmeyi de içerebilir. Bu küçülme, beyin taramalarında ve otopsi çalışmalarında görülebilir. Bu küçülmenin "akıl hastalığı"ndan kaynaklandığını iddia eden endüstri savunucularına yanıt olarak, çalışmalar 'nöroleptiklerin hayvanlarda da benzer beyin değişikliklerine yol açtığını' göstermektedir." (40)

"Araştırmacılar, "şizofreni'nin beyni küçülttüğünü" gösteren kanıtlar bulduklarında, bunun kötü olmayabileceğini nedense hiç düşünmezler. Ancak burada, "hastalığın" şiddetinin küçülmeye neden olmadığını, ilaçların ise 'küçülmeye neden olduğunu' buldular. (....) Umarım bu haber, ilaç dışı alternatif yaklaşımlar için çok daha fazla baskı yaratır. Ve bu ilaçlara bağımlı olan kişilerin, 'iyi bir destekle, güvenli yollarla ve dikkatlice' aşamalı olarak bırakmayı denemelerine yardımcı olacak programlar." (41)

"MindFreedom International, nöroleptik (antipsikotik) psikiyatrik ilaçların neden olduğu beyin hasarı (beyin büzülmesi ve kalıcı istemsiz kas hareketleri dahil) hakkında tıp literatüründeki birçok çalışmadan bazılarını içeren bir klasör tutmaktadır." (41)

"....antipsikotik ilaçlara maruz bırakılan maymunların sol parietal lobunda %14,6 daha küçük bir gri cevher hacmini doğruladı. Gri cevherdeki her hücre tipinin sayısını tahmin etmek için optik fraksiyonlama yönteminin kullanılması, glial hücre sayısında %14,2'lik önemli bir düşüş ve buna bağlı olarak %10,2'lik daha yüksek bir nöron yoğunluğunu ortaya koydu. Nöron ve endotel hücre sayıları gruplar arasında farklılık göstermedi." (44)

"Hem canlı hem de ölüm sonrası araştırmalar, şizofreni hastalarında tüm beynin ve belirli beyin bölgelerinin hacimlerinin daha küçük olduğunu göstermiştir. Bu hacimlerin ne ölçüde hastalıktan veya antipsikotik ilaç tedavisinin etkilerinden kaynaklandığı belirsizdir. (....) Antipsikotik ilaçlara maruz kalan maymunlarda toplam nöron sayısında bir fark olmaksızın daha küçük gri madde hacmi, daha düşük glial hücre sayısı ve daha yüksek nöron yoğunluğu bulguları, ölüm sonrası şizofreni çalışmalarının sonuçlarıyla paralellik göstermekte ve şizofreni hastalarında görülen bu tür gözlemlerin en azından kısmen antipsikotik ilaç etkilerinden kaynaklanabileceği olasılığını gündeme getirmektedir." (44)

"Psikiyatrik ilaçlarbeyin ve diğer dokulardaki mitokondriyal işlevi etkiliyor... (....) ... veriler, APD'lerin (antipsikotik ilaçların) 'Kompleks I aktivitesini ve ATP üretimini ve mitokondri membran potansiyelinin dağılımını' azaltarak mitokondri fonksiyonunu bozduğunu göstermektedir. (....) ... psikiyatrik ilaçların mitokondri üzerindeki etki mekanizmaları hem doğrudan hem de dolaylıdır; APD'lerin mitokondri üzerindeki etkilerinin hem terapötik hem de metabolik yan etkilerine katkıda bulunabileceği sonucuna varıyoruz." (39)

"Önceki çalışmalar, APD'lere ek olarak kullanılan psikotropik ilaçların Kompleks I aktivitesinin bozulmasına yol açtığını ve SZ (şizofreni) hastalarının sıklıkla antidepresanlar, anksiyolitikler ve diğer psikoaktif ilaçlarla eş zamanlı tedavi gördüğünü bulmuştur. (....) Şizofrenide hem farmakoterapinin hem de psikiyatrik hastalıkların mitokondriyi düzenlediği bildirilmektedir; bu örtüşmeler solunum zinciri aktivitesindeki düşüşlerde ve ROS ve MMP'deki değişikliklerde görülmektedir." (39)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

* BAZI 'MIR, BT, PET,  Otopsi' vb ÇALIŞMALARI;

"....araştırmacılar, ilk kez 'şizofreni' atağı teşhisi konulan 211 hastayla ilgili çalışmalarının takip verilerini raporladılar. Takip süresi boyunca kişinin aldığı "antipsikotik tedavi düzeyi ile tekrarlanan MRI taramalarıyla ölçülen 'beyin dokusundaki küçülme miktarı' arasında güçlü bir korelasyon" buldular. Grup, "antipsikotiklerin beyin dokusu kaybı üzerinde ince ama ölçülebilir bir etkisi olduğu" sonucuna vardı. Bu çalışma, 'antipsikotiklerin, beyni küçülttüğüne' dair diğer kanıtları doğruladı."  -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

 "Peter Breggin, daha az hassas BT taramaları kullanılarak yapılan bu ve daha eski çalışmalarda 'şizofreni teşhisi konan kişilerde gözlenen daha küçük beyinlerin ve daha büyük beyin boşluklarının antipsikotik ilaçların bir sonucu olduğunu' öne sürdü, ancak kimse onu ciddiye almadı. Bu bulguların, şizofreniyi oluşturduğu düşünülen 'beyin anormalliklerini ortaya çıkardığı' varsayılmış ve 'uzun süre tedavinin etkilerine' pek dikkat edilmemiştir. Ancak antipsikotiklerin etkileri araştırıldığında, 'ilaçların, beyin hacmi üzerinde olumsuz bir etkisi olabileceğine' dair bazı belirtiler ortaya çıkmıştır."  -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

"Beyin görüntüleme çalışmalarındaki büyük önyargı potansiyeline rağmen (bkz. Bölüm 3), bu tür çalışmalar ve meta-analizler - makalelerinden anlaşıldığı kadarıyla, 'bulgularından hoşlanmayan kişiler' tarafından gerçekleştirilen çalışmalar - 'psikoz haplarının, beyni küçülttüğünü' ikna edici bir şekilde göstermiştir. Bunu doza bağlı bir şekilde yaparlar ve psikozdan muzdarip olmayan primatlarda da beyni küçültürler. Buna karşılık, hastalığın şiddetinin çok az etkisi vardır veya hiç etkisi yoktur."  -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Araştırmacılar, antipsikotik kullanan ve kullanmayan hastalarda beyin değişikliklerini inceleyen manyetik rezonans görüntüleme çalışmalarını inceledi.26 çalışmanın yarısından fazlası, antipsikotik kullanan hastaların, 'beyinlerinin küçüldüğünü' göstermiştir. Antipsikotik kullanmayan hastalarla yapılan 21 çalışmanın beşinde, 'beyin boyutunda azalma olduğu öne sürülmüştür. Ancak, uzun süredir hasta olan ve ilaç kullanmayan ('ilaç kullanmamış' olarak da bilinir) hastalarla yapılan üç çalışmada herhangi bir fark bildirilmemiştir. (...) .... araştırmacılar, "İlaç kullanmamış hastalarla yapılan çoğu çalışmada, hastalar ve kontrol grupları arasında 'toplam beyin hacmi, küresel gri madde veya BOS hacimlerinde' fark bildirilmemiş veya tespit edilmemiştir" ifadelerini kullanmıştır. (...)... Araştırmacılar, "Genel olarak, antipsikotik ilaç tedavisinin 'beyin hacmini azaltmada ve beyin omurilik sıvısı (BOS) veya ventriküler boşlukları artırmada' rol oynayabileceğini düşündüren yeterli kanıt var gibi görünüyor" diye yazdı." (58)

"Neredeyse tamamı nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da 'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir. Ventriküller, kafatası sınırları içindeki 'doku küçülmesine' orantılı olarak genişleme eğilimindedir. Sulkuslar, 'serebral korteks' küçüldüğünde derinleşir veya genişler. Şizofreni hastalarında ilaç tedavisi uygulanan BT çalışmalarında en sık görülen bulgu lateral ventrikül genişlemesidir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Johnstone ve meslektaşları, şizofreni hastalarının BT taramalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' gösteren ilk araştırmacılar arasındaydı. Ayrıca Withers ve Hinton Testi ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel bozukluk' buldular. Weinberger, Cannon-Spoor, Potkin ve Wyatt (1980) ve Weinberger, Torrey, Neophytides ve Wyatt (1979), neredeyse tamamı ilaç tedavisi görmüş şizofreni hastalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' buldular."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Famuyiwa, Eccleston, Donaldson ve Garside (1979), TD'li ve TD'siz şizofreni hastalarında BT taramasında 'serebral atrofi' bulmuş ve ayrıca özellikle TD hastalarında, kontrollerle karşılaştırıldığında 'demans' oranında artış' tespit etmişlerdir. Withers ve Hinton ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel işlev bozukluğunda artış' bulmuşlardır. Golden, Moses, Zelazowski, Graber, Zatz, Horvath ve Berger (1980), nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında BT taramasında 'beyin atrofisi' bulmuş ve bunu Luria-Nebraska grubundaki 'zihinsel işlev bozukluğuyla' ilişkilendirmişlerdir. (...)"  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"PET, nöroleptiklerin 'dopamin nörotransmitter sistemini bloke ederek işlev bozukluğuna' neden olduğu bilinen 'beynin, belirli bölgelerini incelemek' için kullanılmıştır; bunlara bazal gangliyonlar da dahildir. Çeşitli çalışmalar, nöroleptik tedavi gören hastaların 'bazal gangliyonlarındadopaminle ilişkili anormallikler gelişebileceğini' göstermektedir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Tedavi görmemiş şizofreni hastalarında yapılan PET çalışmaları çelişkili sonuçlar vermiştir. İlaç kullanmayan hastaları içeren bir PET çalışmasında frontal hipoaktivite bulunmamıştır. Çalışmaya, daha önce hiç nöroleptik almamış altı (6) hasta ve 1 ila 4 tek doz almış dört (4) hasta olmak üzere bir düzine hasta dahil edilmiştir. Ne PET, ne MRI ne de BT tarama çalışmaları, nöroleptik tedaviden önce 'beyin anormalliklerinin' varlığı konusunda henüz kesin bir sonuca varamamıştır."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....PET, MRI ve BT taramalarından elde edilen artan radyolojik kanıtlar, nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında kronik beyin disfonksiyonu (PET taramaları) ve beyin atrofisi (MR ve BT taramaları) varlığını doğrulamaktadır. İlgili BT tarama çalışmalarının toplam sayısının 90'ın üzerinde olduğu tahmin edilmektedir ve bunların çoğu 'hasarı' göstermektedir. Diğer çalışmalar, yaşam boyu toplam nöroleptik alım miktarını da hesaba katmaktadır, ancak bu sıklıkla tekrarlanan bir bulgu değildir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Nöroleptik tedavi gören hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler, beyin işlev bozukluğu, demans ve beyin hasarı - özellikle atrofi -' varlığını doğrulayan önemli kanıtlar bulunmaktadır. En tutarlı ve ikna edici kanıtlar, yeni beyin görüntüleme teknikleri (BT, MR ve PET taramaları) tarafından elde edilmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Kesin olmasa da, ölüm sonrası bulgular nöroleptik tedaviden beklenen etkileri doğrulama eğilimindedir: bazal gangliyonlarda ve substantia nigra'da bozulma ve daha genel bir patoloji. Hayvan araştırmaları ayrıca 'nöroleptik tedavinin kalıcı beyin hasarına yol açabileceğini' güçlü bir şekilde göstermektedir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Psikiyatrik ilaçların neden olduğu bazı kimyasal beyin hasarları (kimyasal lobotomi) ile ilgili bazı çalışma sonuçları...)

- "Psikiyatrik hastalarda daha yüksek mortalite ile ilişkili tardif diskinezi: Yedi bağımsız çalışmanın meta-analizinin sonuçları." (1)
- "TD hastalarında bazal gangliyonlarda yapısal anormallikler, genişlemiş ventriküller ve sulkal işaretler bulunur." (2)
"Bilişsel bozuklukla ilişkili TD." (3,4)
- "TD ile bilişsel bozukluk arasındaki ilişki. "İlişki doğrusal görünüyor: Bozukluğun şiddetli formlarına sahip bireyler, bilişsel olarak en fazla bozukluğa sahip olanlar." (5)
"TD, bilişsel bozulma ve negatif semptomların kötüleşmesiyle ilişkilidir." (6)
- "Bu çalışma, şizofreni hastalarının daha kısa yaşam beklentisine sahip olmasının bir nedeninin nöroleptik ilaç tedavisi olduğunu bulmuştur." (7)
- "TD, bilişsel bozuklukla ilişkilidir. Araştırmacılar şu sonuca varmıştır: "TD hem motor hem de bunama bozukluğunu temsil edebilir." (8)
- "TD, yürüyüş, konuşma güçlükleri ve psikososyal bozuklukla ilişkilidir." (9)
- "TD hastaları "bilinç yol haritalarının" motor kısmını kaybederler. TD, "larval demansı" temsil edebilir." (10)
- "Kronik şizofreni hastalarında tardif diskinezi ve nöroleptiklerin dikkat/bilgi işleme bozukluğuna etkisi - TD, bilişsel bozukluğu şiddetlendirir." (11)
- "TD, bilişsel işlev bozukluğuyla ilişkilidir." (12)
- "1979-1991 yılları arasında TD'li hastaların öğrenme, hafıza, bilişsel işlev, entelektüel işlev, görsel hatırlama, yönelim gibi çeşitli ölçütlerde bilişsel olarak bozulmuş olduğu sonucuna varan 22 çalışmayı incelemektedir." (13)

- "Tardif diskinezinin şiddetiyle ilişkili faktörler - Bir araştırma incelemesi, "TD ile ilişkili biyokimyasal ve nöropatolojik değişikliklerin, benzer değişikliklerin Hungtington hastalığı ve/veya Parkinson ile ilişkili olduğunu gösterdiğini" göstermektedir. Kendi araştırmalarında ise, "sözel olmayan işlevlerde bozulma ile karakterize kortikal işlev bozukluğu, TD şiddetiyle ilişkilidir." (14)

- "Tardif diskinezisi olan genç şizofreni hastalarında organik beyin disfonksiyonu ve bilişsel eksiklikler - Bu, 40 yaşın altındaki hastalar üzerinde yapılan bir çalışmadır. TD'nin serebral disfonksiyonla ilişkili olduğunu ve bunun da nöroleptik ilaçlara maruz kalmayla ilişkili olduğunu bulmuşlardır." (15)

- "Tardif akatizinin, Parkinson, Huntington ve Wilson gibi bazal ganglionların bir hastalığı olarak düşünülebileceğini belirtmektedir. MR çalışmaları, TD hastalarında, özellikle kaudat çekirdekte bazal ganglion lezyonları göstermiştir. Bazal ganglion hastalıklarının tümü davranışsal dengesizliğe ve zihinsel bozukluğa (hatta psikoz ve demansa) neden olur."  (16)

- "lk Epizod Şizofreni Hastalarında Antipsikotik İlaç Kullanımının Kaudat Çekirdek Hacimlerinde Artış - Nöroleptikler, ilk epizod şizofreni hastalarında tedavinin ilk 18 ayında kaudat hacimlerini %5,7 oranında artırır. Daha yüksek dozlar, kaudat hacimlerinde daha büyük artışla ilişkilidir." (17)

- "TD'li ve TD'siz şizofreni hastalarında bilişsel işlevi karşılaştıran 31 çalışmanın gözden geçirilmesi. 24 çalışmada, TD hastalarının daha kötü performans gösterdiği bulunmuştur. TD ne kadar şiddetliyse, bilişsel işlevdeki bozulma da o kadar büyük olur. "TD, hem motor hem de bilişsel kontrolü etkileyen bir beyin fonksiyonu değişikliğini içerir" sonucuna varmışlardır." (18)

- "Hem tardif akatizi hem de tardif diskinezi daha fazla bilişsel eksiklik ve negatif semptomlarla ilişkilidir. Bu ilişki, TD'den ziyade TA ile daha güçlüdür. Bunun anlamı, TA ve TD'de görülen hareket bozukluklarının "motor ve bilişsel özellikleri içeren karmaşık sendromların yalnızca bir özelliği olduğudur. Nöropsikolojik eksikliklerin ve hatta subkortikal demansın görüldüğü Parkinson ve Huntington hastalığı gibi diğer hareket bozukluklarıyla bir karşılaştırma yapılmalıdır." (19)

- "Kronik şizofrenide bilişsel işlev bozukluğunun 10 yıl boyunca prospektif olarak izlenmesi ve tardif diskinezinin ortaya çıkışıyla uzunlamasına ilişkisi - Bilişsel işlevlerde ilerleyici bozulma, şizofreni hastalığının kronik evresinin geç dönemlerinde bile görülür. Bu bozulma öncelikle TD'nin ortaya çıkışından kaynaklanır. Bilişsel işlevlerde belirgin bozulmanın, hareket bozukluğunun ortaya çıkışıyla aynı anda meydana geldiğini bulmuşlardır."  (20)

- "Nöroleptik kullanan demans hastalarında bilişsel işlevlerdeki gerileme, ilaç kullanmayan hastalara göre iki kat daha fazladır." (21)

- "Şizofreni Hastalarında Nöroleptik Tedavi Görmemiş ve Tedavi Görmüş Hastalarda Subkortikal MRI Hacimleri - İlaçlar, "reseptör blokajına yapısal adaptasyon" olduğu düşünülen kaudat, putamen ve talamusta hipertrofiye neden olur. İlaç kaynaklı hipertrofi ayrıca "hem negatif hem de pozitif semptomların daha şiddetli olmasıyla hafif ilişkilidir." (22)

- "Şizofrenide manyetik rezonans görüntüleme çalışmasının takibi - Nöroleptik kullanımı, frontal ve temporal lobların hacim azalması (veya atrofisi) ile ilişkilidir. Beyin bu şekilde atrofiye uğradığından, sanrılar ve düşünce bozukluklarında iyileşme olduğu söylenmektedir (beyne zarar veren prensip). Hacimdeki azalma oranının daha yüksek olması, daha yüksek dozla ilişkilidir. Aynı zamanda, hacimdeki azalma bazı nörodavranışsal işlevlerde gerileme ile ilişkilidir." (23)

- "Psikiyatrik hastalıklarda ilerleyici yapısal beyin anormalliklerinde nöroleptikler - Nöroleptik kullanımı, serebral korteks atrofisi ile ilişkilidir. Atrofi riski, her 10 gram ek nöroleptik ilaç için %6,4 oranında artmaktadır." (24)

- "Bu çalışma, nöroleptiklerin oksidatif stres sonucu nöronal hasara neden olduğunu ve bunun TD'ye yol açan dejeneratif süreç olduğunu ileri sürmektedir." (25)" -Dr. Loren R. Mosher (55) , (43)

*** *** ***

- "Tıbbi Çalışma Doğruluyor: "Antipsikotik" Psikiyatrik İlaçlar, Beyin Dokusunu Küçültüyor." (a)

- "Nöroleptikler maymunlarda beyinleri küçültüyor... Bu çalışmada, hem eski bir nöroleptik (Haldol veya "haloperidol") hem de yeni bir atipik nöroleptik (Zyprexa veya "olanzapin"), maymunlarda beynin üst seviye kısımlarında önemli bir küçülmeye neden oldu." (b)

- "Nöroleptik beyin hasarıyla ilgili tıbbi makaleler... Bunlar, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (antipsikotikler olarak da bilinir) kullanımının önemli yapısal beyin hasarına yol açabileceğini belirten çok sayıda yaygın tıbbi makaleden birkaçıdır." (c)

- "Bilimsel makale: Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar 'hücre ölümüne' neden olabilir... Bu tıbbi araştırma, nöroleptiklerin (antipsikotik olarak da bilinir) sadece beyni küçültmekle kalmayıp aynı zamanda hücre ölümüne de neden olabileceğini ortaya koydu." (d)

- "Nöroleptik psikiyatrik ilaçların beyin hücresi sayılarını etkilediği anlaşılıyor... İşte nöroleptik verilen maymunlar üzerinde yapılan diğer çalışmanın devamı niteliğinde bir çalışma (...) 'Antipsikotik İlaçlara Kronik Maruziyetin Makak Maymunlarının Parietal Korteksindeki Hücre Sayıları Üzerindeki Etkisi'" (e)

- "Nöroleptiklerin maymun beyinlerine nasıl zarar verdiğinin gösterilmesi hakkında.... Biol Psychiatry 2008 15 Nisan: "Makak maymunlarında kronik antipsikotik maruziyetinin astrosit ve oligodendrosit sayıları üzerindeki etkisi" adlı makaleden maymun beyinlerindeki nöroleptik hasar hakkında...." (f)

- "Nancy C. Andreasen ile Bir Söyleşi... New York Times, psikiyatrist ve sinirbilimci Nancy C. Andreasen ile (...) ... söyleşide Prof. Andreasen, nöroleptik psikiyatrik ilaçların (aynı zamanda "antipsikotikler" olarak da bilinir) hastalarda önemli beyin atrofisine -veya küçülmesine- yol açtığına dair bulgularından bahsediyor." (g)

- "Robert Whitaker, Nöroleptik "Beyin Hasarı" Tartışması Üzerine... "İklim krizi" tartışmasında, sera etkisi hakkındaki tartışmayı gölgelemek için yanlış bilgi yayan inkârcılar var. Aynı şey, 'antipsikotik olarak da bilinen nöroleptik ilaçların neden olduğu beyin hasarı' tartışmasında da geçerli. Bazı bilim insanları, nöroleptiklerin neden olduğu büyük beyin değişiklikleriyle ilgili birçok çalışma konusunda halkı uyarmak yerine, 'parçalı ve çelişkili araştırmalara' dayanarak, 'nöroleptiklerin bir şekilde beyin hasarını önlemeye yardımcı olduğu' hipotezini ortaya atıyor." Robert Whitaker, Mad in America blogunda, PBS ulusal televizyon programı PBS'de yayınlanan bu iddialardan bazılarını analiz ediyor." (h)

- "Antipsikotiklerden Kaynaklanan Kalıcı Kas Seğirmesi: Tardif Diskinezi ve Tardif Distoni... (...)" (i)
- "Genel Psikiyatri Arşivleri: Nöroleptikler Beyin Hacmini Küçültüyor... (...)" (j)

- "Bob Whitaker, Nancy Andreasen'in nöroleptiklerin (antipsikotiklerin) beyin küçülmesine yol açtığı bulgusuyla ilgili... Gazeteci Robert Whitaker, Psychology Today web sitesinde, araştırmacı Nancy Andreasen'in "bomba etkisi" olarak adlandırdığı konu hakkında yazıyor: Nöroleptik (antipsikotik) psikiyatrik ilaçlar, bizi insan yapan kısım olan frontal lobların küçülmesine yol açabilir." (k)

- "Travma Geçiren Beyin: Yaralanma, İyileşme ve Onarımın İncelenmesi... (...)" (l)

- "Demans Hastalarında Antipsikotik Beyin Hasarı.... Demans teşhisi konan kişiler, nöroleptiklere (antipsikotikler olarak da bilinir) karşı özellikle hassastır. Bir bakıma, bu kişiler "maden ocağındaki kanarya" gibidir, çünkü antipsikotikler, nöroleptik malign sendrom (ölümcül olabilir) dahil olmak üzere hızlı ve önemli beyin değişikliklerine neden olabilir. (...)" (m)

- "Antipsikotik ilaç kullananlarda beyin küçülmesi görülüyor. ....'nöroleptik psikiyatrik ilaçların (aynı zamanda 'antipsikotik' olarak da bilinir) beyinde küçülmeye yol açabileceğini' gösteren bilimsel bir çalışma hakkında bir makale..." (n) (40)

*** *** ***

"... ilaca bağlı beyin işlev bozukluğunu belgeleyen birkaç çalışma....
- "Majör Nöroleptiklerle Tedavi Edilen Hastalarda Tardif Diskinezi...
- "20. Yılında Klinik Psikofarmakoloji...
- "Tardif diskinezide fonksiyonel bozukluk...
- "Tardif diskinezide dikkat ve duygudurum bozukluğunun merkezi belirleyicileri...
- "Şizofrenide Bilişsel İşlev Bozukluğu...
- "Atipik ve Tipik Antipsikotiklerin TardiveDiskinezi Üzerindeki Etkisi...
- "Antipsikotik ilaçların nöropatolojik etkileri..." (32)

*** *** ***

- "Prefrontal bağlantılı azalmalar: Dinlenme sırasında yapılan fMRI çalışmalarından elde edilen kanıtlar, 'antipsikotik tedavi sonucunda beynin prefrontal bölgesindeki bağlantıların azaldığını' göstermektedir. Bağlantı sayısının azalması, 'karmaşık düşünme, planlama, dikkat, duygusal düzenleme ve hafızada azalmalara' yol açabilir."

- "Genel beyin hacmi kaybı: Çalışmalar, 'antipsikotiklerin genel beyin hacmini azalttığını' göstermiştir. Bu, yıllarca antipsikotik tedavisi (özellikle yüksek dozlarda) görmüş şizofreni hastasının 'beyninin, nörodejenerasyon belirtileri gösterebileceği' anlamına gelir. Genel beyin hacmindeki azalmalar, beyin işlevlerinin neredeyse her yönünün 'bozulma potansiyeli taşıdığı' anlamına gelir." 

- "Gri madde hacmi kaybı: Gri maddenin, 'duyusal algı, duygular, öz kontrol, konuşma, karar verme ve kas kontrolünden' sorumlu beynin çeşitli bölgelerini içerdiği bilinmektedir. Antipsikotik ilaç kullanan bireylerde 'gri madde hacminde azalmalar' meydana gelir ve bu da 'belirli işlevleriyerine getirmeyi zorlaştırır." 

- "Beyaz madde hacim kaybı: Beyaz madde, beyninizin merkezi sinir sistemiyle iletişim kurmasını sağlayan dokudur. Beyin içindeki 'kimyasal mesajları' kolaylaştıran 'miyelin ve aksonlardan' oluşur. Antipsikotik kullanan kişilerde 'beyaz maddede azalmalar' meydana geldiğinden, beyinlerindeki iletişim sistemi bozulur."  (a) (65)

*** *** ***

-""Şizofreninin Beyin Üzerindeki Uzun Vadeli Etkisi: Erken Bunama mı?") (a)
- "Antipsikotik ilaçlara kronik maruziyetin doku fiksasyonu öncesi ve sonrası beyin büyüklüğü üzerindeki etkisi: Makak maymunlarında haloperidol ve olanzapinin karşılaştırılması..."  (b)
"Birinci dönem psikozda antipsikotik ilaçların beyin morfolojisi üzerindeki etkileri..."  (c) 
- "Antipsikotik ilaçlar beyin yapısını etkiler mi? MRI bulgularının sistematik ve eleştirel bir incelemesi..."  (d)
"Antipsikotik ilaçların beyin hacmi üzerindeki etkilerinin sistematik bir incelemesi..." (e)
- "Uzun süreli antipsikotik tedavi ve beyin hacimleri: İlk atak şizofreni üzerine uzunlamasına bir çalışma..." (f) 
- "Şizofrenide antipsikotik tedaviye bağlı ilerleyici beyin değişiklikleri? Uzunlamasına MRI çalışmalarının bir meta-analizi..." (g 
- "Şizofrenide nüks süresi, tedavi yoğunluğu ve beyin dokusu kaybı: prospektif uzunlamasına bir MRI çalışması..."(h) (65)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Psikiyatrik ilaçların bilinen diğer bazı ciddi yan etkileri...)

"Psikoz haplarının zararları arasında, ders kitaplarında 'distoni, diskinezi, akatizi, Parkinsonizm, malign nöroleptik sendrom, cinsel işlev bozukluğu, erektil disfonksiyon, retrograd ejakülasyon, libido azalması, kardiyometabolik zararlar, kalp ritmi üzerindeki etki, QT uzaması, torsade de pointes, ölümcül ventriküler taşikardi, ortostatik hipotansiyon, sinüs taşikardisi, metabolik sendrom, tip 2 diyabet, kilo alımıyla iştah merkezinin uyarılması, prolaktin artışı, galaktore, jinekomasti, amenore, osteoporoz, muhtemelen meme kanseri, burun darlığı, hafıza ve biliş üzerindeki etki, ağız kuruluğu, kabızlık, idrar retansiyonu ve bulanık görme' yer almaktadır. Ders kitaplarındaki zarar listelerinin çoğunda dikkat çeken bir husus da tardif diskineziydi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Psikotrop ilaçlar, tedaviye uyumu ve genel tedavi başarısını etkileyen bir dizi yan etkiyle ilişkilidir. Yaygın yan etkiler arasında 'kilo alımı, sedasyon, gastrointestinal rahatsızlıklar, cinsel işlev bozukluğu ve metabolik sendrom' bulunur. Benzer şekilde, atipik antipsikotikler 'diyabet ve hiperlipidemi' gibi metabolik sorunlara yol açabilir ve düzenli metabolik takip gerektirir. Hafıza kaybı, antidepresan kullanıcıları arasında önemli bir endişe kaynağıdır." (38)

""Tardif diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir rahatsızlıktır. (...) "Yeni antipsikotik ilaçlar listesinde 'Risperdal (risperidon), Abilify (aripiprazol), Geodon (ziprasidon), Invega (paliperidon), Latuda (lurasidone), Rexulti (brexpiprazol), Saphris (asenapin), Seroquel (ketiapin) ve Zyprexa (olanzapin)' yer almaktadır. Eski antipsikotik ilaçlar arasında 'Haldol (haloperidol) ve Thorazine (klorpromazin)' bulunmaktadır. Hepsi TD'ye neden olur.-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

TD, 'yüz, çene, göz kapakları, dil, boyun, omuzlar, sırt, karın, eller ve ayaklar, el ve ayak parmakları' dahil 'ekstremiteler, diyafram, ses telleri ve yemek borusu' dahil olmak üzere tamamen veya kısmen 'istemli kontrol altında olan herhangi bir kasın anormal hareketleri' olarak ortaya çıkar. TD, 'nefes almayı, konuşmayı ve yutkunmayı' bozabilir. Tardif distoni olarak adlandırılan bir tür, 'acı verici, vücudu bozan ve hareket kabiliyetini kısıtlayan' kas spazmlarına neden olabilir. Tardif akatizi olarak adlandırılan bir diğer tür ise 'aşırı duygusal ajitasyona, intihara, şiddete, psikoza ve kişinin genel durumunda kötüleşmeye' yol açacak kadar güçlü bir içsel işkenceye neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Uluslararası ilaç düzenleme kurumlarının uyarılarına göre, psikiyatrik ilaçların yan etkileri arasında 'mani, psikoz, halüsinasyonlar, depresyonun kötüleşmesi, intihar düşüncesi, kalp krizi, felç, ani ölüm ve daha birçok ciddi ve genellikle ölümcül yan etki' yer almaktadır." (48)

"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA "Drug Enforcement Administration"), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle' aynı kategoride değerlendirmektedir. DEA, bu ilaçların kullanımının "şiddetli psikolojik veya fiziksel bağımlılığa" yol açabileceğini ve "bu ilaçların, aynı zamanda tehlikeli kabul edildiğini" belirtmektedir. DEHB ilaçlarının 'bağımlılık, depresyon, uykusuzluk, uyuşturucu bağımlılığı, mani, psikoz, kalp sorunları, felç ve ani ölüme' neden olduğu kanıtlanmıştır." (48c) (48)

"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinleaynı derecede bağımlılık yapan ilaçlar' sınıfına dahil eder ve "ciddi psikolojik bağımlılığa" neden olabilir. DEHB ilaçları olarak da bilinen yaygın markalı uyarıcılar arasında 'Ritalin, Concerta, Adderall, Metadate, Vyvanse ve Provigil 'bulunur. (...)" (48c) (48)

"Antidepresanlar 'depresyon, anksiyete, panik ataklar, düşmanlık, saldırganlık, psikoz, şiddet ve intihar' eğiliminin kötüleşmesine neden olabilir. Ayrıca, çok sayıda çalışma bunların 'plasebodan daha etkili olmadığını' göstermektedir. Uluslararası ilaç düzenleme kuruluşlarına göre antidepresanların belgelenmiş yan etkileri arasında 'intihar davranışı, kalp sorunları, mani, psikoz, düşmanlık, saldırganlık, yoksunluk reaksiyonları, doğum kusurları ve daha fazlası' yer alıyor. (...)" (48d) (48)

""Antipsikotikler 'obezite, diyabet, felç, kalp rahatsızlıkları, solunum problemleri, sanrısal düşünce ve psikoza' neden olur. O kadar güçlüdürler ki 'beyin küçülmesine' bile yol açabilirlerAntipsikotik ilaçlar, iyi belgelenmiş yan etkilerin yanı sıra 'obezite, diyabet, felç, kalp rahatsızlıkları, solunum problemleri, sanrısal düşünme ve psikoza' neden olur. Yaygın markalı antipsikotikler arasında Abilify, Clozaril, Geodon, Invega, Risperdal, Seroquel, Zyprexa ve Fanapt bulunur." (48e) (48)

"Kaygı giderici ilaçlar 'halüsinasyonlara, sanrısal düşüncelere, kafa karışıklığına, saldırganlığa, şiddete, düşmanlığa, ajitasyona, sinirliliğe, depresyona ve intihar düşüncelerine' neden olabilir. Ayrıca, bırakılması en zor ilaçlardan bazılarıdır. Yan etkileri arasında 'halüsinasyonlar, sanrısal düşünme, kafa karışıklığı, saldırganlık, şiddet, düşmanlık, depresyon ve intihar düşüncesi' bulunur. Yaygın markalı anksiyete giderici ilaçlar arasında Xanax, Valium, Halcion, Klonopin, Ambien ve Ativan bulunur. Benzodiazepinler olarak bilinen ilaç sınıfını da içerir." (48f) (48)

"Bu broşür, sahte akıl hastalığı teşhisi konmuş milyonlarca erkek, kadın ve çocuğa reçete edilen ilaçların tehlikeli ve ölümcül yan etkilerini belgeleyen basit bir rehberdir." (51)

"Psikiyatrik ilaçların yan etkilerini ararken, bir ilacın markasına veya jenerik ismine (örneğin Adderall, Ritalin, Prozac, Paxil, Risperdal veya Seroquel) veya tüm ilaç sınıfına (Antidepresanlar, DEHB İlaçları, Antipsikotikler, Anti-Anksiyete İlaçları veya Duygudurum Düzenleyiciler) göre arama yapabilirsiniz. Her iki durumda da, aramanız belgelenmiş psikiyatrik ilaç riskleri hakkında aşağıdaki üç farklı veri kaynağının özetini verecektir." (49)

"Akıl sağlığı için ilaç dışı yaklaşımlar konusunda dünyanın en büyük sitesine hoş geldiniz. Dünya çapında binlerce insan, akıl sağlığı sorunlarından kurtuldu ve artık ilaçsız bir hayatın basit zevklerinin tadını çıkarıyor. Çoğuna 'bunun imkansız olduğu' söylendi. Ancak bu kişilerden düzenli olarak haber alıyoruz. Birçok kişi de psikiyatrik ilaçlara bağımlılıklarını önemli ölçüde azaltabildi. (...)" (50)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Daha kısa yaşam süresi, intihar ve beklenmedik ani ölüm riskleri...)

"....antipsikotik ilaç tedavisi, geri döndürülemez beyin patolojisinin (azalmış entelektüel ve anormal motor fonksiyonlara yol açan) ve daha kısa yaşam beklentisinin ortaya çıkmasıyla ilişkilidir." -Dr. Loren R. Mosher (55)

"2014 yılında Danimarka'da 2.429 intihar vakasını inceleyen bir kayıt çalışması, psikiyatri personeliyle ne kadar yakın temas kurulursa - ki bu genellikle zorla tedavi gerektirir - sonuçların o kadar kötü olduğunu göstermiştir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Kötü huylu nöroleptik sendrom geliştirme riski uzun yıllar boyunca büyük ölçüde göz ardı edildi, ancak 20 yıllık bir süre içinde 100.000 Amerikalının bu hastalıktan öldüğü ve doktorlar 'uyarılmış' olsaydı 80.000 kişinin 'hayatta kalabileceği' tahmin ediliyor. Bir ders kitabı, QTc uzamasına karşı uyarıda bulunuyordu, ancak yalnızca hastalar bu tür etkilere sahip başka ilaçlar alıyorsa. Bu tavsiye ölümcüldür. Bazı kişilerde doğal olarak uzun bir QTc aralığı vardır ve tek ilaç olarak psikoz ilacı ile tedavi edilirlerse aniden ölebilir. Klozapin ve olanzapinin 'obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalık riskini' en yüksek oranda taşıdığı söyleniyor; bu da bu ilaçların neden bu kadar popüler olduğunu anlamayı zorlaştırıyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Araştırmacılar, (...) ... antipsikotiklerin bir dizi tehlikeli yan etkiye sahip olduğunu, bunların en önemlisi de 'ani ölüm riskinin' bulunduğunu doğruluyorlar - "Beklenmedik ölüm riski hem çocuklarda hem de yaşlı bireylerde önemli ölçüde daha yüksektir.""  (19)

"Antipsikotik kullanan çocuklarda 'beyin atrofisi' bildirilmiştir ve antipsikotik kullanımı çocuklarda 'ölüm riskinin' artmasıyla ilişkilidir. Antipsikotikler ve antipsikotikler, demans geliştirme riskinin artmasıyla ilişkilendirilmiştir." (19)

"Şu anda milyonlarca hastaya potansiyel olarak ciddi derecede zararlı ilaçlar reçete ediliyor. (....) İntihar riskinin artmasının yanı sıra bazı hastalarda yoksunlukla birlikte ortaya çıkan ciddi sorunlar, kalıcı beyin değişiklikleri riski de bulunmaktadır. Hastalar, özellikle baş ve boyun çevresi ile kol ve bacaklarındaki kasların kontrolünü kaybederler." (56)

"....işe yaramayan ve bir hastaya zarar verebilecek ilaçlar açıkça derin bir endişe yaratıyor. İntihar riskinin artmasına ve bazı hastaların yoksunlukla birlikte yaşadıkları ciddi sorunlara ek olarak, uzun süreli antidepresan kullanımına bağlı olarak nadir de olsa tardif diskinezi (TD) adı verilen, kalıcı beyin değişikliklerine yol açan son derece rahatsız edici bir yan etki riski de vardır." (56)

"SSRI'ları bırakmaya çalışmak, Dr. Breggin'in 'hastaların hareketsiz duramadığı ve intihar ve cinayete yatkınlık yarattığı aşırı bir huzursuzluk biçimi' olarak tanımladığı akatizi olarak bilinen benzer bir duruma yol açabilir." (56)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Kimyasal Beyin hasarı ile ilişkili diğer bazı davranışsal bozukluklar..)

"Psikotrop ilaçların sürekli kullanımıyla hastalar 'pasifhale gelir ve içinde bulundukları durumun 'nedenlerini ve sonuçlarını' anlayıp yüzleşemez hale gelirler." -Dr. Jose Luis Turabian (46)

"Psikotrop ilaçlar duyguların ifadesini engeller, problem çözme sürecini etkiler ve kişiyi pasifleştirir."  -Jose Luis Turabian, M.D., Ph.D (46)

"Psikotropik ilaçlar, düşüncelerde, duygularda ve davranışlarda zamanla yapısal /organik ve kalıcı hale gelen işlevsel değişikliklere neden olur." -Dr. Jose Luis Turabian (46)

"Psikotrop ilaçlar esas olarak psikolojik süreçleri baskılamak için etki gösterir. Baskılama, yan etki değildir, etkileri için olmazsa olmazdır." -Dr. Jose Luis Turabian (46)

"Nöroleptikler [antipsikotik ilaçlar], motivasyonu ve hayal gücünü baskılar ve vücut şekli ve hareketinin düzenlenmesine müdahale eder; benzodiazepinler, davranış kontrolünü ve ayrımcılığı baskılar; SSRI'larerotik [cinsel] çekirdeği baskılar." -Dr. Jose Luis Turabian (46)

"....'uzun süreli antidepresan kullanımı, kendine özgü bir nörotoksisiteye' neden olabilir ve bu da şunlara yol açabilir: Apati  (ilgisizlik, kayıtsızlık, duyarsızlık vb), Ayrışma (kendinden ayrışma, yabancılaşma vb), Kronik düşük enerji (halsizlik, yorgunluk vb), Ajitasyon (şiddetli huzursuzluk, iç gerginlik hali vb). Bu durum tıp literatüründe geç disfori olarak bilinmektedir." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Hasarlı bir beyin, 'daha fazla ilaca' öngörülebilir bir şekilde yanıt vermez. Bu nedenle, bu vakalarda 'ilaç eklemek' genellikle semptomları hafifletmek yerine şiddetlendirir." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Araştırmacılar, Psikiyatrik İlaçların 'Kalıcı Biyolojik Değişikliklere, Duyguları Körleştirmeye ve İyileşmeyi Engellemeye' Neden Olabileceğini Söyledi." -CCHR (46)

"Uzun vadede, neredeyse tüm psikiyatrik ilaçlar gibi antidepresanlar da ilgisizliğe, kayıtsızlığa ve ilgisizliğe yol açar. (...) ... Duygusal yaşam körelir ve ilişkilerde empati ve sevgi eksikliği yaşanır." -Dr. Peter Breggin, MD (46)

"Yıllar içinde, bireylerin psikiyatrik ilaçlar kullanmaktan kaynaklanan ciddi ve bazen kalıcı zihinsel bozukluklar yaşadığı 'düzinelerce klinik ve hukuki vakayı' değerlendirdim. Bu vakaların çoğunda, bireyler 'tamamen karakterlerine uymayan korkunç eylemlerde' bulundular. " -Dr. Peter R. Breggin, Dr. David Cohen (54)

"Antipsikotikler, uyarıcılar, sakinleştiriciler, antidepresanlar ve duygudurum dengeleyiciler de dahil olmak üzere tüm psikiyatrik ilaçlar, kişinin 'etrafındaki herkes tarafından çok belirgin olmasına rağmen', bozukluğunun farkında olmamasına neden olacak şekilde yönetici işlevleri bozar. (....) 'Zihinsel işlevibozan ilaçlar, aynı zamanda kişinin 'bu işlev bozukluğunu fark etme yeteneğini' de bozar." -Dr. Peter R. Breggin, Dr. David Cohen (54)

"... 'tüm psikoaktif ilaçların, ilaç etkisi veya daha teknik olarak zehirlenme anosognozisi olarak adlandırılabilecek bir etkiye sahip olduğunu' fark ettim. Anosognozi, 'kişinin, kendisindeki hastalığı fark edememesi' anlamına gelir." -Dr. Peter R. Breggin, Dr. David Cohen (54)

".... antipsikotik ilaçlar ikinci gruba girer. Bu ilaçların 'ciddi metabolik ve nörolojik hasara neden olduğu' açıktır. Sözde psikotik hastalıkları tedavi etmek için kullanılan çoğu psikotrop ilaç, 'ekstrapiramidal motor sistemine' zarar verir ve 'karmaşık metabolik bozukluklara' neden olur." -Dr. Thomas Szasz (54)

"Psikiyatrik ilaçlara uzun süreli maruz kalmanın yol açtığı tehlikeleri anlamak çok önemlidir, ancak bilimsel literatürde ve klinik uygulamada nadiren vurgulanmaktadır. Yazar, bilimsel literatür ve klinik deneyimlerden yararlanarak, Travmatik Beyin Hasarı, elektrokonvülsif tedavi ve psikiyatrik ilaçlara uzun süreli maruz kalma dahil olmak üzere, beyindeki herhangi bir travmanın neden olabileceği Kronik Beyin Bozulması sendromunu açıklamaktadır." -Dr. Peter R. Breggin, MD (8)

"...bir doktor bize 'Prozac'ın biyokimyasallarımızı dengelediğini' söylediğinde, fena halde yanılıyoruz. Aslında Prozac, beynin işlevlerini derinden bozmaktadır." -Dr. Peter R. Breggin, Dr. David Cohen (54)

"....modern antipsikotik ilaçlar ve bunların birçok olumsuz yan etkisi, özellikle de sedasyon ve bilişsel bozukluk, psikotik süreci kısa vadede aksatma eğilimindedir. -Dr. Les Ruthven, (7)

".... antidepresan ilaçların .... 'beyin fonksiyonlarını bozmak' da dahil olmak üzere bir dizi olumsuz yan etkisi olduğunu biliyoruz. Hastamızın beyni, eşinin itirafına tepki olarak zaten bozulmuştu ve şimdi antidepresan nedeniyle beyin fonksiyon bozukluğu önemli ölçüde arttı." -Dr. Les Ruthven, (7)

" .... opioidler gibi beyni etkileyen bu ilaçların bazıları, tıpkı "saçmalık"taki alkol gibi, "iyi hissettiren" ilaçlardır." -Dr. Les Ruthven, (7)

"Reçeteli ilaçların neden olduğu kalıcı hastalıklar ve işlev bozuklukları gibi iatrojenik sorunların araştırma camiasında bu kadar az ilgi görmesi şaşırtıcıdır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Hastaları antidepresanla önemli ölçüde iyileşme göstermediğinde, doktorlar karışıma bir antipsikotik ilaç eklerler; ("Abilify" reklamlarını hiç gördünüz mü?) Her iki ilaç da beyin fonksiyonlarını bozar, ancak antipsikotikler antidepresanlardan daha fazla zihinsel bozulmaya neden olur." -Dr. Les Ruthven, (7)

"Reçeteli İlaçlardan Kalıcı Hasar.... (...) Tarihsel olarak tıp camiası, ilaçların hem öngörülebilir hem de öngörülemez şekillerde normal beyin ve vücut işlevlerini, 'ne ölçüde etkileyebileceğini ve değiştirebileceğini' anlamakta yavaş davranmıştır."  - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Amerika Birleşik Devletleri'ndeki reçeteli opioid salgını, ilaçların kronik ağrıyı hafifletmek yerine şiddetlendirebileceğine dair artan kanıtlara rağmen devam ediyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"'SSRI'ların uzun süreli kullanımının yaşlı yetişkinlerde hafıza hatırlama becerilerinde orta düzeyde bir düşüşle ilişkili olduğunu' göstermiştir." - Smith ve ark. (2022) (38)

"'TCA'ların bozulmuş çalışma belleğine ve daha yavaş bilişsel işlem hızlarına katkıda bulunabileceğini' belirtmiştir." -Johnson ve ark. (2022) (38)

".... bir çalışma, uzun süreli SSRI tedavisi gören yaşlı hastalarda, orta yaşlı yetişkinlerde ilaç kullanmayanlara kıyasla sözel bellek performansında bir düşüşle bağlantılı olan bilişsel gerileme oranlarının önemli ölçüde daha yüksek olduğunu bulmuştur." -Wang ve ark. (2023) (38)

"....Dr. Jose Luis Turabian, tıp literatürünü inceliyor ve psikotrop ilaçların "beyindeyapısal yeniden yapılanmaya" yol açabileceği, bunun da 'duyguları ve zihinsel işlevin diğer yönlerini olumsuz etkileyerek geri döndürülemez hale gelebileceği' görüşünü desteklemek için klinik deneyimlerine atıfta bulunuyor." (46)

"Turabian'a göre 'ilaçlar, insan duygularını köreltiyor ve bilişsel işlevleri bulanıklaştırıyor'; bu da hastaların 'zihinsel semptomlara' yol açan 'altta yatan sorunları' ele almasını zorlaştırıyor. "Psikotropik ilaçlar ,duyguların ifadesini engelliyor, problem çözme sürecini etkiliyor ve kişiyi pasifleştiriyor" diye yazıyor. Psikotropik ilaçların esas olarak psikolojik süreçleri bastırmak için etki ettiğini ve "bastırmanın etkilerinin bir yan etki değil, olmazsa olmaz olduğunu" açıklıyor." (46)

"Popüler 'benzo' ilaçlar, intihar ve beyin hasarıyla bağlantılı - almayı bıraksanız bile: Çalışma - (...) ....yaygın olarak kullanılan bu ilaç sınıfı, insanlar ilaçları bıraktıktan sonra bile yıllarca sürebilen ciddi yan etkilere ve yaşamsal etkilere yol açıyor. ... Araştırmacılar, benzodiazepin kullanımının uzun süreli etkilerini tanımlamak için BIND veya benzodiazepin kaynaklı nörolojik işlev bozukluğu terimini ortaya attılar. (...) ....çalışmanın yazarları bunun benzodiazepin kullanımından kaynaklanan beyin değişikliklerinin bir sonucu olabileceğine inanıyor." (27)

"Psikiyatrist Dr. Peter Breggin, antidepresanları nörotoksik olarak tanımlıyor çünkü bunlar beynin işlevlerine zarar veriyor ve onları bozuyor, 'anksiyete, sinirlilik, düşmanlık, saldırganlık, muhakeme yeteneğinin kaybı, dürtüsellik ve mani' gibi anormal düşünce ve davranışlara yol açıyor ve bu da şiddete ve intiharlara yol açabiliyor. Antidepresanlar aynı zamanda 'hayattan alınan keyfi' de yok edebilir." (46)

"Psikotropik ilaç kullanıcılarında bilişsel ve hafıza gerilemesinin biyobelirteçleri... Antidepresan kullananlarda hafıza ve bilişsel gerileme..." (38)

"Çeşitli çalışmalar, özellikle seçici serotonin geri alım inhibitörleri ve trisiklik antidepresanlar olmak üzere bazı antidepresanların hafıza da dahil olmak üzere bilişsel işlevleri olumsuz etkileyebileceğini göstermiştir." (38)

"Antidepresanlar, özellikle SSRI'lar, (...) .... uzun süreli kullanımı, 'hafıza, dikkat ve yürütücü işlevler' gibi bilişsel işlevler üzerindeki potansiyel etkileri konusunda endişelere yol açmıştır." (38)

"....araştırmalar, antidepresan kullanımının bazı bireylerde bilişsel gerilemeyle ilişkili olabileceğini (....) ...., kronik antidepresan kullanımının bazı hastalarda hafif bilişsel bozukluğa yol açabileceğini göstermiştir." (38)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Kimyasal Beyin hasarı ile ilişkili bazı davranışsal bozukluklar TD, Akatizi vs...)

"Akatizi intihar riskini artırmaz, aksine riskin artmasına neden olur. İntiharların gerçekleşmesi için nedensel zincirde başka hiçbir faktöre ihtiyaç yoktur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Bazı psikiyatrik ilaçların 'beyin fonksiyonlarında kalıcı ve zararlı değişikliklere' neden olabileceğini onlarca yıldır biliyoruz. Bir dereceye kadar 'bilişsel bozuklukla' ilişkili 'anormal hareketler sendromu' olan tardif diskinezinin, 1960'larda nöroleptik kullanımının bir sonucu olduğu anlaşılmıştı. Nöroleptikler kesildikten sonra bile, bazen kişilerin - ne kadar süre takip edildiğine bağlı olarak - aylarca hatta yıllarca devam ettiği kaydedildi." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Tardif diskinezinin genellikle insanlar halen nöroleptik kullanırken ortaya çıkması, beynin dopamin bloke edici ilaçların etkilerini aşırı telafi ettiğini düşündürmektedir. Vücut, etkilerini dengelemeye çalışırken aşırıya kaçar ve hareket kontrolü için normal mekanizmaların yanı sıra bilişsel işlevleri etkileyen daha genel işlevleri de bozar." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

 "Psikiyatristlerin 'tardif diskinezinin, nöroleptiklerden kaynaklandığını' kabul etmeleri' uzun zaman aldı ve bunu 'başka bir şeye (şizofreni) bağlamak' için çok uğraştılar. Antidepresanların yoksunluk etkilerinin ciddiye alınması otuz yıl sürdü."  - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Görüntüleme çalışmaları her zaman tartışılabilir, ancak 'psikoz haplarınınekstrapiramidal zararlarına gelirsek, kalıcı beyin hasarına neden olduklarına' şüphe yoktur. Bu zararlar, 'akatizi, distoni (ağrılı kas spazmları), Parkinsonizm (titreme, düşünceleri tamamlamada veya konuşmada zorluk, yüz kaslarında sertlik ve yürüme zorluğu) ve tardif diskinezi (ağızda emme veya çiğneme hareketleri, dili dışarı çıkarma, gözleri sık sık kırpma ve ekstremitelerin sürekli hareketleriyle birlikte oturamama veya yatamama gibi yüz hareketleri)' gibi çeşitli istemsiz hareketlerden oluşur. Tardif diskinezi hastalarında ölüm oranları daha yüksektir ve bu zarar doza bağlıdır."  -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Bir ders kitabı, tardif diskinezinin genellikle geri dönüşümlü olduğunu belirtmiştir. Bu yanlıştır ve 'geri dönüşümsüz hareket bozukluklarındanbahseden başka bir kitap tarafından çürütülmüştür." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Sadece bir ders kitabı, ciddi zararlar hakkında dürüstçe bilgi vermiştir. Ekstrapiramidal zararların doza bağlı olduğunu ve tardif diskinezinin ciddi bir zarar olduğunu, geri döndürülemez olabileceğini ve birinci nesil ilaçlarla yılda yaklaşık %5 oranında görülme sıklığına sahip olduğunu, ancak ikinci nesil ilaçlarla da görülebileceğini belirtmiştir. Akatizinin, şiddetli vakalarda intihar riskini artırabileceği ve psikotik duruma bağlı olarak psikomotor ajitasyonla karıştırılabileceği, doz artışına yol açarak durumu kötüleştirebileceği belirtilmiştir. Akatizinin, birinci nesil ilaçlar kullanan hastaların %25'inde, ikinci nesil ilaçlar kullanan hastaların ise daha az bir kısmında görüldüğü belirtilmiştir." Bu kitap bile sorunları anlamsal olarak küçümsemekten kendini alamadı. Akatizi intihar riskini artırmaz, aksine riskin artmasına neden olur. İntiharların gerçekleşmesi için nedensel zincirde başka hiçbir faktöre ihtiyaç yoktur. İki kitap da tehlikeli derecede sahtekârdı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Akatizi ve tardif diskinezisi olan çocuk ve yetişkinlerin videoları, bu beyin hasarlarının ne kadar korkunç olabileceğini gösteriyor. Psikiyatrinin tardif diskineziyi iatrojenik bir hastalık olarak tanıması 20 yıl sürdü; oysa bu, psikoz haplarının en kötü zararlarından biri ve aynı zamanda en yaygın olanlarından biri olup, her yıl hastaların yaklaşık %4-5'ini etkiliyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"1984 yılında, FDA'dan Poul Leber verileri genelleştirerek, 'tüm hastalarda  yaşam boyu tardif diskinezi gelişebileceği' sonucuna vardı. Üç yıl sonra, Amerikan Psikiyatri Birliği başkanı bir Oprah Winfrey programında 'tardif diskinezinin ciddi veya sık görülen bir sorun olmadığını' söyledi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Nörologlar, tardif diskineziyi tespit etmede psikiyatristlerden çok daha iyidir ve aynı durum araştırmacılar için de geçerlidir. Akut psikoz nedeniyle ardışık olarak hastaneye yatırılan ve 48'i en az bir hafta psikoz ilaçları ile tedavi edilen 58 hasta arasında, araştırmacılar '10 hastada tardif diskinezi' tespit etmiş, ancak psikiyatristler bu tanıyı yalnızca birine koymuştur. Akatizi tanısı da, özellikle semptomlar yüz yerine ekstremiteleri etkilediğinde, sıklıkla gözden kaçırılmakta veya yanlış yorumlanmaktadır. Aynı çalışmada, araştırmacılar 27 hastada akatizi teşhisi koyarken, klinisyenler yalnızca 7 hastada akatizi teşhisi koymuştur. Şizofreni hastalarından oluşan bir toplum örnekleminde yaygınlık %19'dur." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Kuzey Amerika'da her yıl birkaç milyon kişi nöroleptik ilaçlarla (majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler) tedavi edilmektedir. Bu hastaların büyük bir yüzdesi, 'istemli kasların anormal hareketleriyle karakterize kronik bir nörolojik bozukluk' olan 'tardif diskinezi' geliştirmektedir. Vakaların çoğu kalıcıdır ve bilinen bir tedavisi yoktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)

"Nöroleptiklerin beynin en yüksek merkezlerine de zarar vererek 'kronik zihinsel işlev bozukluğu, tardif demans ve tardif psikoza' yol açtığına dair kanıtlar artmaktadır. (....) Nöroleptiklerin beynin daha yüksek merkezlerine zarar verebileceği, bilinen nörotoksisiteleri ve nörofizyolojik etkileri, 'hayvan otopsileri ve Huntington koresi ve letarjik ensefalit' gibi nöroleptik etkileri taklit eden hastalıklarla yapılan karşılaştırmalarla doğrulanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)

"Hastalar ve halk, hem tardif diskinezi hem de tardif demansın tehlikeleri konusunda bilgilendirilmelidir. Akıl sağlığı uzmanları, nöroleptiklerin kullanımını ciddi şekilde sınırlamalı ve bu tehlikeli maddelere daha güvenli ve daha iyi alternatifler geliştirmelidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)

"Bir kişi, birkaç aydan uzun süredir TD'den muzdaripse, iyileşme olasılığı çok düşüktür. Etkili ve güvenli bir tedavi yoktur. İlaçlar bırakıldığında, TD'li bazı kişiler zamanla, genellikle tam iyileşme olmadan iyileşir. Diğerlerinde ise 'yeni semptomlar gelişir ve daha fazla işlev bozukluğu' ortaya çıkar. TD, bir veya birden fazla semptom olarak ortaya çıkabilir, günden güne değişir ve uykuda kaybolma eğilimindedir. 'Gerginlik, anksiyete ve yorgunluk semptomları' geçici olarak kötüleştirebilir, ancak TD'ye neden olmada hiçbir rol oynamaz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Antipsikotiklerden Kaynaklanan Kalıcı Kas Seğirmesi: Tardif Diskinezi ve Tardif Distoni..." (i) (40)

"Antipsikotikler ve İlerleyici Beyin İşlev Bozukluğu... Beyinde üç ana dopaminerjik yol vardır. (...) Antipsikotikler, bu üç yol boyunca dopamin reseptörlerini bloke ederek çalışır ve uzun vadede bu yollar giderek daha işlevsiz hale gelir (en azından hastaların yüksek bir yüzdesinde). 'Bazal gangliyonlardaki işlev bozukluğu tardif diskineziye yol açar. Limbik sistem ve frontal loblardaki işlev bozukluğu tardif psikoza ve tardif demansa yol açar.'" (32)

"Eski standart nöroleptiklerle, tedavinin ilk yılı içinde hastaların yüzde beşinde tardif diskinezi ortaya çıktığı ve - bu durumdan etkilenenlerin oranının - her bir yıllık maruziyetle yüzde beş daha arttığı bulunmuştur." (32)

"Atipiklerdeki hastaların yüzde yirmisi, 'beş yıldan daha kısa bir süre içinde' geç diskinezi geliştirdi, bu da standart nöroleptiklere benzer bir oran. Şiddetli TD, atipiklerde standart nöroleptiklere göre daha fazla sorun olabilir." (32)

"1950'lerden beri antipsikotikler olarak da bilinen nöroleptikler adı verilen psikiyatrik ilaç ailesinin, genellikle kalıcı olabilen 'istemsiz kas hareketlerine' yol açabileceği bilinmektedir. Bunlar arasında, hem Tardif Diskinezi hem de Tardif Distoni anlamına gelen "TD'ler" de bulunmaktadır." -(i) (40)

   "1990'lardan beri psikiyatri endüstrisi, 'yeni nöroleptiklerin çok daha az TD'ye neden olduğu' konusunda halkı rahatlatmaktadır. Ancak, veriler artık elimizde olduğundan, daha yeni tıbbi çalışmalar, 'yeni antipsikotiklerin neden olduğu TD oranının, - tıp camiasının genel olarak inandığından - daha eski antipsikotiklerin oranına "daha benzer" olduğunu' göstermektedir. Bu, akıl sağlığı sektörünün 1990'lardan beri milyonlarca insana 'TD riskinin gerçeklerden daha düşük olduğuna' dair yanlış bir güvence verdiği anlamına geliyor. TD, 'hafif seğirmelerden son derece çirkinleştirici spazmlara' kadar değişebilir." -(i) (40)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir 
-(Akıl hastalığı, damgalama, artan psikiyatrik ilaç reçetelenmesi, artan akıl hastalıkları ve akıl hastası sayıları vs vs)

".... 'akıl hastalığı'nda sözde "kroniklik", muhtemelen 'hastalığın tıbbileştirilmesinin, sosyal ağ bozulmasıyla birlikte kurumsallaşmasının, marjinalleştirilmesinin, ayrımcılığın ve bu süreçlere eşlik eden daha az spesifik sosyal sonuçlarının (örneğin yoksulluk)' bir sonucudur." -Dr. Loren R. Mosher (55)

"TD vakalarının  toplam sayısını belirlemek zordur. Van Putten, yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde 400.000 - 1.000.000 vaka tahmininde bulunmuştur. Benim tahminim daha yüksek olup, birkaç milyon civarındadır. Tardif diskineziyi 'yaygın bir salgın ve muhtemelen tarihin en kötü tıbbi felaketi' olarak adlandırmak abartı olmaz."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"2014 yılında Danimarka'da 2.429 intihar vakasını inceleyen bir kayıt çalışması, psikiyatri personeliyle ne kadar yakın temas kurulursa - ki bu genellikle zorla tedavi gerektirir - sonuçların o kadar kötü olduğunu göstermiştir. Önceki yıl herhangi bir psikiyatrik tedavi görmemiş kişilerle karşılaştırıldığında, yalnızca psikiyatrik ilaç alan kişilerde intihar için düzeltilmiş oran 6, psikiyatrik ayaktan tedavi gören kişilerde psikiyatrik acil servis temaslı kişilerde 28 ve psikiyatri hastanesine yatırılmış kişilerde 44'tür. Hastaneye yatırılan hastaların, diğerlerinden daha hasta oldukları için (endikasyona göre kafa karıştırıcı) elbette intihar riskinin en yüksek olması beklenir, ancak bulgular sağlamdı ve çalışmadaki olası önyargıların çoğu muhafazakardı, yani hiçbir ilişki olmadığı yönündeki sıfır hipotezini destekliyordu. Eşlik eden bir başyazıda, intiharın hem damgalanma hem de travmayla ilişkili olduğuna dair çok az şüphe olduğu ve psikiyatrik tedavinin doğasında bulunan damgalanma ve travmanın - özellikle istemsizse - intihara yol açmasının tamamen olası olduğu belirtildi. Başyazı yazarları, hastaneye yatış sırasında veya sonrasında intihar eden bazı kişilerin, bunu 'hastaneye yatışa özgü koşullar nedeniyle' yaptıklarına inanıyordu. Bir ders kitabında intihar için 10 risk faktöründen bahsedildi, ancak 'psikiyatri koğuşuna yatış', en büyük risk gibi görünse de bunlar arasında yer almadı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Birleşik Krallık nüfusunun yaklaşık %16'sının şu anda antidepresan kullandığı tahmin ediliyor ve Amerika Birleşik Devletleri'nden 2011-2014 yılları arasındaki en son veriler bu rakamı %12 olarak gösteriyor. Bu kişilerin küçük bir kısmı bile uzun süreli yoksunluk veya SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğu yaşıyorsa, bu ciddi bir sorundur! Dahası, İngiltere'den gelen son rakamlar, reçetelerin son on yılda iki katına çıktığını ve 56 milyonluk bir nüfusa sahip ülkede 70 milyonu aştığını gösteriyor. Tıp mesleğinin önde gelen isimlerinin bu durumdan bu kadar kayıtsız kalması inanılmaz; zira Kraliyet Pratisyen Hekimler Koleji başkanı, 'reçetelerdeki artışı "kötü bir şey" olarak görmemek konusunda uyardı."- Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"ABD nüfusunun %17'si şu anda psikiyatrik ilaç kullanıyor - bunların milyonlarcası 'ilaca bağlı nörotoksisite' riski altında olabilir. Bu kişilerin çoğu, ilaç tedavisinde başarısız olduktan sonra "tedaviye dirençli" olarak etiketlenecek ve durumlarını muhtemelen kötüleştirecek daha fazla ilaç alacak." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Ders kitaplarında tamamen eksik olan şey, psikiyatristlerin hastalarına verdikleri, ilaç kaynaklı olmayan zararlardı. Psikiyatristlerin hastalarına 'şizofreni hastası olduklarını ve bunun ömür boyu süren bir hastalık olduğunu, bazen de psikoz haplarıyla ömür boyu tedavi gerektirdiğini' söyleyerek damgalamaları ve onları 'bu ilaçlarla zorla tedavi ettirmeleri' sonucunda ortaya çıkan umutsuzluktan eser yoktu. Anlaşılabilir bir şekilde, bu durum intihar riskini önemli ölçüde artırıyor." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Çocuklarda antipsikotik ilaç kullanımı hızla artıyor: Araştırmacılar, 1995'ten 2002'ye beş kat artış olduğunu buldu.(54)

"Antidepresanlar gerçekten beyin hasarına yol açabilir mi? Uzmanlar, bu hapların 'çoğu insanda işe yaramadığını ve hatta KALICI zarara yol açabileceğini' ortaya koyuyor. Günümüzde milyonlarca kişiye potansiyel olarak son derece zararlı ilaçlar reçete ediliyor " (56)

"Nöroleptik tedavi gören hastalarda %10-40 arasında bir yaygınlık tahmin edebiliriz; bu oran tedavi süresi ve yaşla birlikte artmaktadır. Bu oran daha düşük aralıkta olsa bile, ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı hasar gelişmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Tarihte daha önce hiçbir zaman psikiyatri ve tıp mesleği, nöroleptik kaynaklı 'tardif diskinezi, kalıcı bilişsel eksiklikler, tardif demans ve beyin atrofisi salgını' gibi boyutlarda bir 'iatrojenik trajediyle' karşı karşıya kalmamıştır. Mesleğin, dünya çapında milyonlarca hastaya verdiği zararın sorumluluğunu üstlenmesinin zamanı geldi." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar: On milyonlarca insanı etkileyen beyin yaralanmaları ve bununla ilişkili tardif diskinezi salgını... Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, herhangi bir tıbbi tedaviden ziyade, letarjik ensefalit adı verilen viral bir beyin hastalığı gibi bireyi etkiler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)

"TD, nöroleptik ilaçların neden olduğu kalıcı, genellikle geri döndürülemez bir nörolojik bozukluktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Sadece TD'ye dayanarak, nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, günümüzde kullanılan en toksik ve ölümcül ilaçlar arasındadır. Ancak TD, birçok olumsuz nörolojik etkiden yalnızca biridir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların reçete edilmesi, trajik boyutları büyük ölçüde fark edilmeyen dünya çapında bir tardif diskinezi ve diğer nörolojik bozukluklar salgınına yol açmıştır. Halk, sokaklarda 'çiğneyen, yüzünü buruşturan, jest yapan, poz veren, gergin bir şekilde sallanan veya garip bir şekilde ayakta durup yürüyen' birçok "tuhaf görünümlü" insanın tardif diskinezi (TD) hastası olduğunun farkında değildir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

**  'Kaç mağdur var?' ;

"Antipsikotik ilaç kullanan kişilerde TD oranları astronomiktir. Antipsikotik ilaç kullanan sağlıklı genç yetişkinlerde kümülatif oran yılda %5-8'dir ve bu oran 3 yılda %15-24'e çıkar. Bu oran yaşla birlikte istikrarlı bir şekilde artar ve 65 yaş ve üzeri hastalarda yılda %25-30 kümülatif orana eşit veya daha fazladır. Antipsikotik ilaç kullanan çocukları, genç yetişkinlere benzer oranlarda etkiler ve daha başlamadan hayatlarını mahvedebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Daha da kötüsü, gerçek oranlar daha da yüksektir çünkü incelenen hastalar genellikle 'çalışma' sırasında antipsikotik ilaçlar almaktadır ve bu ilaçlar, TD belirtileri gelişirken onları maskelemektedir. - 'Kaç mağdur var?' - Son birkaç on yılda ilaç şirketleri ve psikiyatristler bu konuda herhangi bir tahminde bulunmamıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"...2011 yılında ABD'de 3 milyondan fazla hastaya antipsikotik ilaç verildiği bilgisi edinilmiştir. Bu kadar yüksek TD oranları göz önüne alındığında, her yıl yeni ilaç tedavisine başlayan hastaların yaklaşık %10'unun (veya 300.000'inin) tardif diskinezi geliştireceği yönünde mütevazı bir tahminde bulunabiliriz. (Hastaların çoğu huzurevlerinde olduğundan, birçoğunda TD oranları yılda %30'a kadar çıkabilir.) İlaç kullanmaya devam edenler, çoğu gibi, gelecekte artan risklerle karşı karşıya kalacaktır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Yıllar önce TD ile yaşayan ve şu anda yılda %25-30'a varan bir riske sahip olan birçok insanı hesaba katarsak, milyonlarca Amerikalının TD hastası olduğu kesindir. İlaçların ilk kez piyasaya sürüldüğü 1954 yılından bu yana muhtemelen on milyonlarca insan bu hastalığa yakalanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Uzun vadede, antipsikotik ilaç kullanan kişiler fiziksel ve zihinsel olarak bozulma eğilimindedir. 'İnsanlar 'salgına, boyun eğmeyi reddedene kadar' halkı, eğitmeye devam etmeliyiz.-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Tardif Diskinezi Kaynak Merkezi, hem halkı hem de meslek sahiplerini eğitme yolunda atılan bir adımdır. Tardif Diskinezi Kaynak Merkezi, ilaç kaynaklı bozukluğa dair basit ama kapsamlı bir giriş, sorun yaratan ilaçların bir listesi ve açıklayıcı videolar sunmaktadır. Yaklaşık 150 bilimsel makalenin PDF'leri, yetişkinler, çocuklar ve yaşlılar için oranlar; yeni ilaçların, eskileri kadar kötü olduğuna dair kanıtlar; beyin hasarı ve bilişsel işlev bozukluğunu gösteren çalışmalar ve bir düzineden fazla konu gibi konulara göre düzenlenmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçların sürekli kullanımıyla ilişkili kalıcı hasar riskinin artması ve akıl sağlığı birimlerinin, hastaların durumlarını daha da kötüye getirmesi olasılıkları ile ilgili bazı veriler /bilgiler...)

* Uzun süreli psikiyatrik ilaç tedavisinin bazı ciddi sonuçları - bazı kalıcı beyin hasarları ve diğer ciddi sağlık sorunları...

"İlaçların sürekli kullanımıyla hastalarda 'kalıcı hasar' riski artar ve 'uzun süreli kullanımın yeterince araştırılmadığını' belirtiyor. (Dr. Jose Luis Turabian) "Genel olarak, yetişkinlerde 'semptomları tedavi etmek' için kullanılan psikotrop ilaçların 'uzun vadeli etkileri' hakkında iyi bir literatür yok" diye yazıyor. (....) Sürekli psikotrop ilaç kullanımıyla zaman içinde gözlemlenebilen şey, 'durumlarının nedenlerini ve sonuçlarını anlayamayan ve bunlarla yüzleşemeyen pasif hastalar olduğunu' söylüyor. 'Onlar iyileşmeleri mümkün olmayan hastalar.' Yaşam boyu süren bu 'olumsuz etki riski' göz önüne alındığında, psikiyatrik ilaçların hastalara çok az faydası olabilir veya hiç olmayabilir." (46)

"Yaşlı huzurevi hastaları üzerinde yapılan yakın tarihli bir çalışma, 'hastaların %41'inin yalnızca yirmi dört aylık bir süre içinde tardif diskinezi geliştirdiğini ve hiçbirinin tamamen iyileşmediğini' ortaya koydu. Uzun süreli çalışmalarda, 'yaşlılarda kendiliğinden diskinezi görülme sıklığının %1-5 arasında olduğu' bulunmuş olmasına rağmen, ilaç tedavisi almayan kontrollerin hiçbirinde iki yıl boyunca kendiliğinden diskinezi gelişmedi. Görev Gücü oranları ne kadar yüksek olursa olsun, bir dizi çalışma, özellikle 'yaygınlığın %50'yi aşabileceği yaşlı ve uzun süreli hastalarda oranların aslında daha da yüksek olabileceğini' göstermektedir. Ayrıca, literatürde, 'bilinmeyen nedenlerletardif diskinezi genel oranlarının son yıllarda arttığı' konusunda genel bir fikir birliği vardır; bu, Görev Gücü rakamlarının, 'artan oranlar tarafından gölgede bırakıldığını' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Psikotropik ilaç kullanımı, duyguları körelten ve içine kapanık, "iyileşmesi mümkün olmayan hastalara" yol açan "beynin yapısal olarak yeniden şekillenmesine" neden olabilir. Yeni bir araştırma makalesi, ironik bir şekilde 'zihinsel semptomları uzatan ve çözümlerini engelleyen' psikotrop ilaçların neden olduğu nörobiyolojik değişiklikleri inceliyor ve bu 'olumsuz etkilerin zamanla kalıcı hale gelebileceği' konusunda uyarıyor." (46)

"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı artıracak veya daha da kötüleştirecektirMevcut biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarınıbozarlarBu nedenle, bir hasta bilinen bir fiziksel beyin rahatsızlığından muzdaripse, biyopsikiyatrik tedavi bunu yalnızca kötüleştirebilir veya daha da kötüleştirebilir. -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"Hastaların büyük bir yüzdesinde, 'nöroleptik ilaçlar, tardif diskinezi [TD] adı verilen nörolojik bir bozukluğa' neden olur. Anormal istemsiz hareketlerle karakterize olan hastalık, birkaç hafta veya ay sonra kendini gösterebilir. Daha sıklıkla altı ay ila iki yıl veya daha uzun süreli tedaviden sonra gelişir. Vakaların çoğunda 'geri döndürülemez  ve etkili bir tedavisi' yoktur. Erken teşhis edilir ve ilaçlar kesilirse, hastaların yaklaşık %20-50'sinde önemli ölçüde iyileşme veya toparlanma görülebilir. Ancak yakın tarihli bir raporda, 5 yıl boyunca takip edilen kalıcı TD'li hastaların %82'sinde genel olarak anlamlı bir değişiklik görülmediği, %11'inde iyileşme ve %7'sinde kötüleşme olduğu belirtilmiştir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

".... her türlü rahatsızlığı tedavi etmek için çok çeşitli beyin fonksiyonlarını bozan ilaçlar kullanılıyor ve her tedavi sayısız beyin fonksiyonunu bozuyor. Gerçekte, mevcut tüm biyopsikiyatrik müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"Nöroleptikler, aynı zamanda majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler olarak da bilinir ve psikiyatride en yaygın kullanılan ilaçlar arasındadır. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da, milyonlarca yetişkin ve çocuk bu ilaçları 'genel hastanelerde, özel ve kamu akıl hastanelerinde, pansiyon ve bakım evlerinde, gelişimsel engelliler kurumlarında, huzurevlerinde, hapishanelerde, kliniklerde ve özel muayenehanelerde' almaktadır. Bu ilaçlar çoğunlukla şizofreni veya mani teşhisi konmuş hastalar için önerilse de, aslında yaygın olarak bir 'sosyal kontrol yöntemi' olarak kullanılmaktadır. Birçok kurumda, mahkumların çoğu bu ilaçları almaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Nöroleptiklerin, önemli sayıda hastada, büyük ölçüde 'geri döndürülemez bir nörolojik hastalık olan tardif diskineziye neden olduğu' artık yaygın olarak kabul edilmektedir. Aynı ilaçların, beynin en yüksek merkezlerinde 'kalıcı hasara veya işlev bozukluğuna' yol açarak tardif demans ve tardif psikoz da dahil olmak üzere 'geri döndürülemez zihinsel ve duygusal bozukluklara' neden olabileceğine dair yeni kanıtlar birikmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"İlaçlar, bir rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti (1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Andreasen, 'hastalığın şiddeti ve süresi arttıkça, daha yüksek oranların bildirildiğini' belirtmiştir. Bu durum aynı zamanda nöroleptiklerle tedavinin süresi ve yoğunluğuyla da ilişkilidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Mesleki bir toplantıda sunulan makalenin yayımlanmamış bir versiyonunda (Grant, Adams, Carlin, Rennick, Judd ve Schooff, 1978), yazarlar tardif diskinezi ile bilişsel eksiklikler arasındaki bağlantıyı vurgulamış ve sonuç cümlelerinde şu uyarıda bulunmuşlardır: "Antipsikotik ilaçların aşırı tüketimlerinin genel serebral disfonksiyona neden olma olasılığı açısından incelenmeye devam edilmesi gerektiği de açıktır."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada, birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir. Zihinsel anormallikler, AIMS'de ölçülen TD semptomlarıyla pozitif korelasyon göstermiştir. Ayrıca, nöroleptik tedavinin süresi, üç demans ölçütüyle - dengesiz ruh hali, yüksek sesle konuşma ve öfori - korelasyon göstermiştir. (...) .....bu semptomlar genellikle birçok çalışmada bulunan bilişsel eksiklikleri de içeren daha kapsamlı bir organik beyin sendromunun parçasıdır ve tardif demans terimi daha uygun görünmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Hastanede yatan hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür. Tardif (geç) diskinezi ile uygun şekilde başa çıkma konusundaki direnç devam etmektedir. Tardif (geç) demans ve beyin atrofisini fark etme konusunda daha da büyük bir isteksizlik muhtemeldir, çünkü hasar daha da yıkıcıdır. Ayrıca, 'bilişsel kusurları ve demansı göz ardı etmek, diskinezileri görmezden gelmekten' daha kolaydır ve 'eksiklikleri, yanlışlıkla hastanın psikiyatrik bozukluğuna bağlamak' da daha kolaydır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....ikna edici bir literatür, 'nöroleptiklerle uzun süreli tedavi gören' hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler ve demans geliştiğini' göstermektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Genel olarak, nöroleptiklerin uzun süreli kullanımının, önemli ancak henüz belirlenemeyen bir hasta yüzdesinde kalıcı bilişsel eksikliklere ve bunamaya neden olduğu veya bunlarla güçlü bir şekilde ilişkili olduğu ve tardif diskinezi hastalarının, - belki de vakaların çoğunda -, özellikle etkilendiği' yönünde kanıtlar artmaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Bazı raporlar, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda, başlangıçtaki psikiyatrik bozukluklarından daha şiddetli hale gelebilen, ilaca bağlı geç psikozlar geliştiğini göstermektedir. (....) Ne yazık ki, hastalar çok daha kısa bir doğal geçmişi olabilecek bir bozukluk için ömür boyu ilaç tedavisine ihtiyaç duyabilirler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Çok sayıda klinik ve nöropsikolojik çalışma, nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, tardif psikoz ve tardif demans' bildirmiştir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

".... 'beyin görüntüleme, klinik değerlendirmeler, nöropsikolojik testler ve insan ölümlerinden' elde edilen kanıtlar, 'nöroleptiklerin birçok hastada bulunan bilişsel işlev bozukluğu ve beyin hasarının olası nedeni olduğunu' göstermektedir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....insan çalışmalarından elde edilen veriler, - çeşitli araştırmalarda bildirilen - 'nöroleptiklerin, üst beyin ve zihin hasarının nedeni olduğunu' göstermektedir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Neredeyse tamamı nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da 'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Forrest, Forrest ve Roizin (1963), uzun süreli nöroleptik tedavisi gören bir vakanın otopsi değerlendirmesini bildirmiş ve bu vakada serebral kortekste nöron kaybı ve substantia nigra'da dejeneratif değişiklikler 'görülmüştür. En çarpıcı değişiklikler, bazal ganglionların putamenindeydi. Hastaya ayrıca şok tedavisi de uygulanmıştı."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Uzun süreli nöroleptik tedavi, striatal dopamin reseptörü etkisinde görünüşte kalıcı bir değişikliğe neden olabiliyorsa, aynı şeyin mezolimbik kortikal dopamin reseptörlerinde de meydana gelebileceği varsayılmalıdır. (Marsden. Lancet'e yazdığı bir mektuptan)"  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Nielsen ve Lyon (1978), otuz altı haftalık nöroleptik tedaviden sonra sıçanların striatumunda hücre kaybı tespit etmişlerdir. "Sonuçlar ayrıca, uzun süreli nöroleptik tedavinin kalıcı, geri dönüşümsüz anatomik değişikliklere yol açabileceğini göstermektedir" sonucuna varmışlardır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....nöroleptiklere daha uzun süreli maruz kalma içeren hayvan çalışmaları - bir yıl ve 36 hafta - bazal gangliyonlarda beklenen nöronal bozulmayı göstermiştir. Bu bulgular, nöroleptiklerin kronik uygulamadan sonra bazal gangliyon fonksiyonunda kalıcı değişiklikler üretme kapasitesini ortaya koymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar bildirmektedir. Nöroleptiklere daha uzun süreli maruziyetten sonra, hasarın beklenen lokalizasyonu genellikle bazal gangliyonlarda ve substantia nigra'da görülür. Hayvan çalışmalarındaki bu bulgular, tedavi sürelerinin nispeten kısa olması ve bazı raporlardaki nispeten düşük dozlar göz önüne alındığında özellikle dikkat çekicidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Bir yıl "uzun vadeli" olarak kabul edilir. İnsanlar genellikle nöroleptiklere 'uzun yıllar, bazen on yıllarca, bazen de çok yüksek dozlarda' maruz kalmaktadır. Ayrıca, küçük kemirgenlerin beyinlerinin, çoğu toksik ajanın neden olduğu hasara karşı büyük memelilere göre 'çok daha dirençli olduğu' iyi bilinmektedir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Nöroleptik ilaçlarla uzun süreli tedavinin, sıklıkla 'kalıcı bilişsel eksikliklere, bunamaya ve beynin en yüksek merkezlerinde atrofiye' yol açtığını gösteren ikna edici kanıtlar mevcuttur. Ayrıca, nöroleptiklerin 'reaktif tardif psikoza da neden olduğuna' dair bazı kanıtlar mevcuttur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

*Akıl sağlığı birimlerinin kişilerde bıraktığı bazı beyin hasarları ve diğer ciddi sağlık sorunları..

"Psikiyatri hastalarında, özellikle de uzun süreli akıl hastanelerinde yatanlarda 'zihinsel bozulma' çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir ve bu da belirli bir vakada 'kesin nedenler' bulma girişimlerini karmaşıklaştırır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....akıl hastanelerinde ve bakım evlerinde uzun süreli kalışlar, tamamen psikososyal temelde ciddi ve kısmen 'geri döndürülemez zihinsel kapasite kayıplarına' neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....psikoaktif ilaçlar zihinsel işlevleri uzun bir süre boyunca baskıladığında, birey beyninde hasar olmadan zihinsel işlevlerini geliştiremeyebilir veya kaybedebilir. Gelişimsel geriliği olanlarla ilgilenenler, özellikle nöroleptik tedaviden kaynaklanan kalıcı olgunlaşma baskılanması konusunda endişe duymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....kronik psikiyatri hastalarında zihinsel kayıplar ve hatta beyin hastalıkları, Marsden (1976), Jellineck (1976) ve diğerlerinin de belirttiği gibi, çeşitli gizli fiziksel nedenlerden kaynaklanabilir. Bu nedenler arasında 'yetersiz beslenme ve öz ihmal veya personel ihmali nedeniyle yetersiz tıbbi bakım, dayaktan kaynaklanan kafa travması, yetersiz hijyen ve fark edilmeyen kronik hastalıklar' yer alır. Birçok kronik hasta, 'sigara, alkol, kafein ve uyuşturucu maddelerin' aşırı derecede bağımlısıdır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Zamanın geçmesi ve kayıtların yetersiz veya kayıp olması nedeniyle, birçok kronik hasta, 'metrazol, insülin ve elektrik şoku' gibi beyin hasarına neden olabilecek bir veya daha fazla 'fiziksel tedavinin; psikocerrahinin; ve önceki on yıllarda psikiyatride kullanılan çeşitli toksik ajanların' beklenmedik alıcıları olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Şizofreniyi 'beyin hasarı veya bunama' ile ilişkilendirdiği belirtilen birçok çalışma, deneklerini kronik hastalar arasından seçmiştir. Şizofreninin etkilerini, bu hastaların 'yaşamlarındaki diğer birçok stresten' tam olarak ayıramazlar." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Hastanede yatan hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Huzurevi sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. (....) Mevcut kanıtlar, 'huzurevi sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin - eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. (....) .... Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının %50'sinden fazlasıdoğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıylafinanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

"Çoğu uzman, nöroleptiklerin huzurevi sakinlerine verilmesinin nedeninin, ilaçların yıkıcı ve ajite davranışları 'etkili bir şekilde kontrol etmesi olduğu' konusunda hemfikirdir. Yaşlı huzurevi sakinlerinin beşte biri, günlük olarak 'yönelim bozukluğu, saldırganlık, gezinme ve gürültü' gibi "sorunlu davranışlar" sergileyebilir. Bir çalışma, nöroleptiklerin "fiziksel olarak engelli kişilere, dolaşan ve agresif kişilere" daha sık reçete edildiğini ortaya koymuştur. - 'Bu uygulama ne ölçüde haklı?' - Resmi olarak huzurevlerine bağlı çok az kişinin olduğunu ve bu nedenle tedavinin çoğu sakin için görünüşte "gönüllü" olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, yalnızca birkaç durumda, ikamet edenin genel çaresizliğini telafi etmek için uygulanabilecek bazı yasal denetimler mevcut olabilir." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

"Huzurevi sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. Bu kişilerin çoğunun, nöroleptik almak için 'herhangi bir teşvike sahip olmadığını' varsaymak mantıklıdır. Nöroleptiklerin kendilerini fiziksel olarak 'daha iyi hissettirdiğini' düşünemeyiz. Genel olarak, nöroleptiklerin bu bireyler için 'herhangi bir fayda sağlama' olasılığını görmüyoruz. Ancak, nöroleptiklerin bir maliyeti vardır: TD'nin başlangıcı - ki bu durumda en yaygın kabul gören risk faktörü artan yaştır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

"Waxman ve diğerlerine (1985) göre, "psikotropik ilaçlar, rahatsız hastaların tedavisinde, bir hasta kurumun - uzun süreli bakım sektörünün - tedavisinden daha az kullanılmaktadır." Ücretler düşüktür, fiziksel koşullar genellikle kötüdür, iş yorucu ve sıklıkla onur kırıcıdır. Bu nedenle huzurevi personeli, - diğer sağlık hizmeti ortamlarındaki personele göre - daha az niteliklidir. Doktorlar genellikle orada bulunmazHuzurevindeki hasta bakımının %90'ından fazlası, 'eğitim ve ücret açısından huzurevi hiyerarşisinin en altında yer alan hemşire yardımcıları' tarafından sağlanır; Amerika Birleşik Devletleri'nde yardımcılar arasında yıllık ortalama işten ayrılma oranı yaklaşık %40'tır. Bu koşullar altında, "psikotropik ilaçların, özellikle de nöroleptiklerin, 'personel üzerindeki yükü azaltmada ne kadar etkili olduğunu' anlamak zor değil. Uykulu, uykuda veya halsiz hastalar, daha az yönetim sorunu teşkil ediyor." Diğer çalışmalara göre, özellikle hafta sonları, bakım evlerinde 'personel sıkıntısı yaşanmaya' meyilli olduğu zamanlarda, aşırı ilaç kullanımı yaygındır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçların, yasadışı sokak uyuşturucuları ile aynı etkiye sahip olması ve onlardan daha tehlikeli olmasına bir örnek /örnekler..)

"....çalışma, yedi yıl boyunca "süre ve yoğunluk da dahil olmak üzere daha fazla antipsikotik ilaç tedavisinin beyin hacminde daha büyük düşüşlerle bağlantılı olduğunu" ortaya koydu. Hastalığın şiddeti, alkol ve yasadışı uyuşturucu kullanımının hiçbir etkisi olmadı. " (41)

  "Genel Psikiyatri Arşivleri'nde yayınlanan bir makalede, 'antipsikotik ilaçların beyin küçülmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğuna' işaret eden bir çalışma anlatılıyor. Çalışma, 7 ila 14 yıl boyunca, "Süre ve yoğunluk da dahil olmak üzere 'daha fazla antipsikotik ilaç tedavisinin, beyin hacminde daha büyük düşüşlerle bağlantılı olduğu' bulundu. Hastalığın şiddeti, alkol ve yasadışı uyuşturucu kullanımının ise hiçbir etkisi olmadı." -(j) (40)

"Tıp camiası, 'keyif verici uyuşturucuların neden olduğu kalıcı beyin yaralanmasını' rahatlıkla kabul ediyor, ancak konu ilaçlar olduğunda sessiz kalıyor. (...) ...konu farmasötik ilaçlar /uyuşturucular (pharmaceutical drugs) olduğunda, sadece reçete edildikleri için bir şekilde '"daha temiz" olduklarını' varsayarız. Ama beyniniz için uyuşturucu (drug), uyuşturucudur (drug). Ve psikiyatrik ilaçlar (medications) - özellikle uzun süreli kullanıldıklarında - ciddi nörotoksik etkilere sahip olabilir." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Ulusal bir araştırma projesi, sokak uyuşturucuları da dahil olmak üzere çoklu ilaç kullanımının neden olduğu beyin işlev bozukluğunu değerlendirdi. (...) Gerçekten de nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır. (Grant, Adams, Judd, Rennick, Schooff, Reed 1978) (Breggin 1983)"  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA "Drug Enforcement Administration"), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle' aynı kategoride değerlendirmektedir. DEA, bu ilaçların kullanımının "şiddetli psikolojik veya fiziksel bağımlılığa" yol açabileceğini ve "bu ilaçların, aynı zamanda tehlikeli kabul edildiğini" belirtmektedir. DEHB ilaçlarının 'bağımlılık, depresyon, uykusuzluk, uyuşturucu bağımlılığı, mani, psikoz, kalp sorunları, felç ve ani ölüme' neden olduğu kanıtlanmıştır." (48c) (48)

"ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinleaynı derecede bağımlılık yapan ilaçlar' sınıfına dahil eder ve "ciddi psikolojik bağımlılığa" neden olabilir. DEHB ilaçları olarak da bilinen yaygın markalı uyarıcılar arasında 'Ritalin, Concerta, Adderall, Metadate, Vyvanse ve Provigil 'bulunur. (...)" (48c) (48)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(VE DİĞERLERİ - BAZI KANITLAR VE/VEYA YORUMLAMALAR, ELEŞTİRİLER vs vs.)

 "SSRI'ların genellikle alındıkları süre boyunca cinsel işlevi bozduğu iyi bilinmektedir, ancak ilaçların kesilmesinden sonra bazı zorlukların aylarca, hatta bazen yıllarca devam ettiğine dair artan sayıda rapor bulunmaktadır. Ergenlik döneminde SSRI'larla tedavi edilen erkek sıçanlarda da kalıcı cinsel işlev bozukluğu gösterilmiştir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Bazı psikiyatristlerin, SSRI sonrası cinsel işlev bozukluğunun "psikolojik" olduğunu ve 'altta yatan bir depresyonun yeniden ortaya çıkan bir belirtisi olduğunu' ileri sürdüğünü duydum; ancak bunun SSRI'ların bilinen akut etkileri ve kalıcı etkiler üzerine yapılan hayvan araştırmalarıyla tutarlı olması, bu görüşü savunmayı zorlaştırmaktadır. Bunun, reçeteli bazı psikiyatrik ilaçların neden olduğu, normal vücut fonksiyonlarında uzun süreli ve bazen de kalıcı bir değişikliğe başka bir örnek olması daha olası görünüyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

".... bilişsel bozukluk (BB /CI) pandemisi, çoğu hekim de dahil olmak üzere genel halk ve sağlık sistemi tarafından büyük ölçüde göz ardı edildi.  Hastalar olası BB sorunlarından şikayet ettiklerinde, genellikle bu şikayetler başka bir nedene bağlanarak örtbas edilir; en sık rastlananlardan biri de depresyondur ve belki de hekim, hastanın zihinsel bozukluk şikayetini "tedavi etmek" için bir antidepresan reçete eder! CI tespit edilmediğinde veya nedeni yanlış teşhis edildiğinde, tedavi uygunsuz olabilir, hasta için potansiyel olarak zararlı olabilir ve sağlık kaynaklarının israfına yol açabilir." -Dr. Les Ruthven, (7)

"Aşağıdakilerin ortak noktası nedir: antidepresanlar, steroidler, antipsikotikler, opioidler, elektroşok, lobotomiler, lökotomiler, "akıl hastanesindeki" hastalara basınçlı yıkama ve kemer takma ve şizofreniyi tedavi etmek için sıtmaya neden olma? Hepsi beyin fonksiyonlarını bozar ve "başarılarının" sebebi bu olabilir."  -Dr. Les Ruthven, (7)

"Tıbbi bakımın odak noktası, "beyin yaralanmaları, felçler, ilerleyici beyin hastalıkları, nöbet bozuklukları" ve diğerleri gibi yapısal beyin hasarlarının teşhisine yönelik olmuştur, ancak yukarıda belirtilen nedenlerden bazılarından ve özellikle 'psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan geri dönüşümlü beyin hasarıvakalarına neredeyse hiç dikkat edilmemiştir." -Dr. Les Ruthven, (7)

"Şu anda beyin fonksiyonlarını bozan, hem psikiyatrik hem de psikiyatrik olmayan ilaçlar da dahil olmak üzere on sınıf reçeteli ilaç bulunmaktadır. Bir dizi 'ilaç dışı "tedavi" de' aynı şeyi yapar. -Dr. Les Ruthven, (7)

"Psikiyatristler, 'antipsikotiklerin özünde zararsızmış gibi davranmaya ve altta yatan toksik bir beyin hastalığını önlemek için gerekli olduklarını' savunmaya devam ettiler. -Dr. Joanna Moncrieff, MD (28)

  "Beyin fonksiyonlarını uzun vadede değiştiren ilaçların kullanımının içerdiği riskleri anlamada büyük çaplı bir başarısızlık söz konusu. (...) SSRI'ların ve depresyon ve anksiyete için kullanılan diğer yeni ilaçların yoksunluk sendromlarına yol açabileceğini öngörebilmeliydik, ancak bir kez daha hazırlıksız yakalandık ve ilaçlar piyasaya sürülmeden önce bu olasılık üzerine hiçbir araştırma yapılmamış gibi görünüyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

  "Bu (ilaç) etkileri bilim ve meslek camiasının dikkatine sunmak için, çoğu ilgili ilaçları kullanan, 'kararlı ve azimli kampanyacılarıngörev alması utanç verici ve tıp mesleğinin saflığını gözler önüne seriyor." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Bir kitap, lityumun 'şizoaffektif bozukluklarda profilaktik bir etkiye sahip olduğunu ve saldırganlığı azaltabileceğini' iddia etmiş, ancak hiçbir referans vermemiştir. Ancak, şizofreni için lityumla yapılan 22 denemenin sistematik bir incelemesi, lityumun işe yaradığına dair güvenilir bir kanıt bulamamıştır." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Bir ders kitabında, ajitasyonun 'intihar ve personele ve diğer hastalara karşı saldırgan davranış riskini artırdığı' ve bunun psikoaktif maddelerle 'zehirlenme, yoksunluk' veya 'psikiyatrik ilaçların zararlarından' kaynaklanabileceği belirtilmiştir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"İlaç endüstrisi elbette oldukça pahalı psikoz haplarını, neredeyse ücretsiz olarak temin edilebilen patenti alınmış benzodiazepinlerle karşılaştırmaktan kaçınmıştır ve psikiyatristler bu tür deneyleri 'kendileri yapmayı ihmal ederek' mesleki sorumluluklarını yerine getirmemişlerdir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Ve bu sadece psikiyatrik ilaçlarla ilgili değil.  (....) Beyin işlev bozukluğunun birçok başka kaynağı da var; örneğin 'genel anesteziklerle yapılan bazı büyük ameliyatlar, kirlilik, yutulan metaller, herbisitler ve elbette Alzheimer hastalığı ve diğer ilerleyici beyin hastalıkları' gibi hem geri dönüşümlü hem de geri dönüşümsüz onlarca nörolojik bozukluk. -Dr. Les Ruthven, (7)

"İşkenceden kaynaklanan acı, bireyde ciddi beyin işlev bozukluğuna neden olur ve bu da hastanın 'sanrısal veya halüsinasyonlu' bir duruma odaklanmasını ve bu durumu sürdürmesini engelleyebilir. Eğer öyleyse, akıl hastanesi personelinin bir kısmı, hastalarının bir kısmı istismara tepki olarak iyileşmiş gibi göründüğü için, fiziksel cezanın bir 'iyileşme eylemi' olduğuna inanmış olabilir!"  -Dr. Les Ruthven, (7)

"...antidepresanların nasıl çalıştığı bilinmemektedir. Bildiğimiz şey, bu ilaçların vücudun 'normal biyokimyasını' tam olarak anlaşılamayan şekillerde bozduğudur. " (46)

"SSRI antidepresanlar, insan vücudunun evrimsel adaptasyonları sırasında 'duyguyu, gelişimi, sinir hücrelerini, pıhtılaşma sürecini, dikkati, elektrolit dengesini ve üremeyi' düzenleyen bir nörotransmitter olan serotonini hedef alır. (...) ...araştırmacıların bulguları açıktı: 'İncelememiz, antidepresanların genellikle serotonin tarafından düzenlenen bir dizi adaptif süreci bozarak, faydadan çok zarar verdiği sonucunu destekliyor.(46)

"'Antidepresan ilaçların hem güvenli hem de etkili olduğuna yaygın olarak inanılıyor; ancak bu inanç, yeterli bilimsel doğrulama olmadan oluşmuştur.'  .... 'Mevcut kanıtların ağırlığı, antidepresanların genel olarak ne güvenli ne de etkili olduğunu; faydadan çok zarar verdiklerini gösteriyor.' " (46)

   ".....Irak ve Afganistan'daki askerlere "doğaçlama patlayıcı cihazlar" tarafından yapılan muazzam patlamaların ardından beyin hasarının mekanizmasına dair en son teorilerden biri. Görünüşe göre, büyük bir bombadan kaynaklanan beyin hasarı bile, bilinen evrendeki en karmaşık ağlardan biri olan beyinde hücre ölümünden çok daha karmaşık değişikliklere yol açabiliyor." -(l) (40)

   "....Bir patlama sırasında, hızlı bir basınç dalgası havayı yarar; asıl soru, bu dalga beyin dokusuyla karşılaştığında ne olacağıdır. Parker, birçok kişinin patlama kaynaklı TBI'nin, 'beyin hücrelerinde küçük delikler açarak beyne zarar verdiğini ve bu hücrelerin ölmesine neden olduğunu' varsaydığını söylüyor. Parker'ın farklı bir teorisi vardı: 'Patlamanın mekanik kuvvetleri, hücre yüzeyindeki integrin adı verilen proteinler tarafından başlatılan, hücreler içinde kimyasal bir sarsıntıya neden olabilir.'" -(l) (40)

".... araştırmalar, 'antidepresanların beyin hücreleri arasındaki bağlantıları küçültebildiğini ve ilaçlar bırakıldıktan sonra bunların tekrar oluşmadığını' ortaya koymuştur." (56)

"....SSRI'lar ve antipsikotik olarak bilinen ağır sakinleştiriciler gibi ilaçlar, çoğu insan için plasebodan daha iyi değil." (56)

"... Prozac üzerine kitaplar yazan psikiyatrist Dr. Peter Breggin'e göre, 'sakinleştirici içermeyen Prozac'ın faydasının plasebodan daha iyi olmadığını' hesapladı." (56)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

* BAZI ELEŞTİRİLER

   "Kurumsal medya, psikiyatri ilaçları ve şiddet içeren davranışlar arasındaki bağlantıyı gösteren bilimsel kanıtları görmezden geliyor çünkü psikiyatri, ana akım medyanın dini ve psikiyatrik olarak reçete edilen ilaçların tehlikelerinden bahsetmemeyi seçiyor." -Psikiyatrist Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (breggin. org)

  "Psikiyatri insan hakları istismarı yapmaz. Bu bir insan hakları istismarıdır." -Dr. Thomas Szasz, Psikiyatride Emekli Profesör ve CCHR'nin Kurucu Ortağı

"Psikiyatri camiası hâlâ bu [antipsikotik ilaçların beyin üzerindeki olası etkileri] konusunda endişeli görünmüyor ve 'şizofrenininbeyin hasarına neden olduğu' fikrine odaklanmaya devam ediyor." -Dr. Joanne Moncrieff  (58)

"Turabian, klinik araştırmalara ilişkin meta-analizlerin, "psikotropik ilaçların plasebolara kıyasla yalnızca marjinal düzeyde etkili olduğunu" ve bunun da ancak - "görünürdeki etkinliklerini artıran derin bir yayın yanlılığı" göz ardı edildiğinde - mümkün olduğunu gösterdiğini belirtiyor. Yayın yanlılığı, 'klinik araştırmaların olumsuz sonuçları yayınlanmadığında' ortaya çıkar." (46)

"Psikiyatri /ilaç endüstrilerinin, bebekler ve çocuklar da dahil olmak üzere hastalara ön tanı koyma ve şizofreniyi bir beyin anormalliği veya hastalığı (ki bu hiçbir zaman kanıtlanmamıştır) olarak doğrulamaya çalışmak için hatalı ve yanıltıcı araştırmalar kullanma yönündeki dünya çapındaki mevcut baskısı göz önüne alındığında, bu çalışmanın önemi yeterince vurgulanamaz." - CCHR (58)

"Psikiyatristi ziyaret etmek tehlikeli bir şeydir; çünkü size elektrik şoku verirler, ilaç verirler veya isteğiniz dışında sizi bir akıl hastanesine kapatırlar." (54)

"Suç Öncesi mi? Teşhis Öncesi ve İlaç Öncesi deneyi: Psikiyatristler, akıl hastaları olarak bebekleri hedef alırlar."   (58)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(BAZI İLAÇ DIŞI TEDAVİLER, İLAÇ YOKSUNLUK ETKİLERİ VE TEDAVİLERİ VE DİĞER BİLGİLER..)

* İLAÇ DIŞI TEDAVİLER

"Antipsikotik kullanmayı bırakanlarda da daha iyi sonuçlar bildirilmiştir. Yakın tarihli bir çalışma, ilk psikoz atağı için 'psikoterapiye antipsikotik eklemenin herhangi bir iyileşme sağlamadığını' göstermiştir. Antipsikotik kullanımının kesilmesi de 'bilişsel işlevlerde iyileşme' ile ilişkilendirilmiştir. (19)

"Araştırmacılar, "antipsikotik ilaç alan bireylerde etki büyüklüklerinin, ilaç almayan bireylere göre iki ila üç kat daha büyük olduğunu" bildirdi. Araştırmacılar, şizofreni tanısı almış ve ilaç kullanmayan katılımcıların, korteks kalınlığı açısından sağlıklı kontrol deneklerinden önemli ölçüde farklı olmadığını buldular." (34)

"İlaçlar, bir rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti (1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"...milyonlarca Amerikalının gereksiz yere ilaçlanmasına yol açtı; bu kişiler toksik ve potansiyel olarak ölümcül ilaçlar kullanılmadan teşhis edilebilir, tedavi edilebilir ve iyileştirilebilirdi." -Dr. Sydney Walker III (54)

"Bu beyin bozukluklarının bazıları, belki de 'madde azaltılıp kişinin beyni müdahale öncesi durumuna geri döndürüldüğünde' geri döndürülebilir. Öte yandan, yeterince uzun süre devam ederse, bu bozukluklar beyinde kalıcı hasara yol açabilir. -Dr. Les Ruthven, (7)

"....birçok hafif depresyon atağı zamanla kendiliğinden iyileşir ve ilaç tedavisinin faydadan çok zarar vermesi mümkündür. -Dr. Les Ruthven, (7)

"İzlandalı bir psikiyatrist, Londra'daki bir psikoz koğuşunda çalışırken, meslektaşlarıyla birlikte yeni yatırılan hastalara psikoz ilacı vermeye başlamadan önce ortalama iki hafta beklediklerini söyledi. Çoğu kişi ilaç almayı tercih etti, ancak genellikle çok küçük dozlarda. Bu nedenle hastalara yardımcı olan şeyin "tedavi eşiğinin altındaki dozlar" değil, 'saygı, zaman ve barınma' olması çok olası." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Psikiyatristler, hastalarla bulundukları yerde buluşarak ve mümkün olan tüm saygı ve empatiyi göstererek, zorla ilaç vermeden çok daha iyisini yapabilirler." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

".... psikoterapi genellikle 'tek başına bir tedavi seçeneği' değil, 'haplara ek bir tedaviyöntemiydi. Bu ciddi bir hatadır." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"Mosher, tamamı psikoz ilacı alan 55 hastane hastasını, %67'si psikoz ilacı almayan - hastane dışı bir ortamda tedavi gören - 45 hastayla karşılaştırdı ve altı hafta sonra sonuçlar neredeyse aynıydı. Mosher, psikoz ilaçlarının kullanımına karşı değildi. 1971'de, akut psikotik insanları 'insancıl bir şekilde, empati ve şefkatle tedavi etmek istediği' için 12 odalı bir 'Soteria evi' açtı. Kapılarda kilit yoktu ve amaç 'insanlara saygılı davranmaktı.Ekibi akıl sağlığı uzmanları değil, 'sosyal becerilere ve empatiye sahip, hastaların sıklıkla istismar ve aşırı sosyal başarısızlıkla ilgili travmalarını ortaya koyan, hikayelerini dinleyen' kişilerdi. Böylece Mosher, Açık Diyalog yaklaşımının yolunu açtı. Mosher'ın, randomize çalışmadan sonra da 'psikoz ilaçlarını kullanmaktan kaçınarak elde ettiği iyi sonuçlar', diğer psikiyatristler için fazlasıyla tehdit ediciydi. Hastaları, ilaç kullananlara kıyasla 'daha az nüksetme yaşıyor ve toplumda iş bulma ve okula gitme konusunda daha iyi işlev görüyorlardı.' Sıradan insanların, psikiyatristlerin ilaçlarıyla delilere 'daha fazla yardım edebileceğini ' öne sürmesi, psikiyatristleri rahatsız ediyordu. Ancak Mosher, ABD Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'ndeki Şizofreni Çalışmaları Merkezi'nin başkanıydı, bu yüzden onun 'nasıl durdurulabileceği' belli değildi." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"NIMH klinik proje komitesi, araştırma ekibinin bilimsel titizliği konusunda şüphe uyandırdı ve Mosher'ın projesine ayrılan fonu, o kadar düşük bir seviyeye indirdi ki, bu durum mali bir ölüm öpücüğü haline geldi. Bu, bir projenin sonuçları 'statükoyu ve özenle budanmış öz imajlarını' tehdit ettiğinde, 'sağlık hizmetlerinde gücü elinde tutanların' kullandığı standart bir yöntemdir. Mosher, sosyal hizmetlerle ilgilenen NIMH bölümünden fon başvurusunda bulunarak bu engeli aşmaya çalıştı ve akran değerlendirme komitesi oldukça istekliydi. Ancak klinik projeler komitesi, 'ilaç tedavisinin tıbbi modeliyle akademik psikiyatrinin güvenilirliğini tehdit ettiği' için projesini hemen sonlandırdı. Bu, çalışmanın varsayılan "ciddi kusurları" hakkında aşağılayıcı ifadelerle ve 'daha fazla fonun ancak Mosher istifa edip komitenin, - projeyi başka bir araştırmacıyla yeniden tasarlaması - durumunda gelebileceği' ölümcül darbesiyle yapıldı. Bu, hastalar için bir hazine olan üst düzey bir araştırmacıya karşı kullanılan en çirkin manevralardan biriydi ve Mosher 25 yıl sonra şöyle dedi: "Eğer bu kadar iyi sonuçlar alıyorsak, o zaman dürüst bir bilim insanı değilim demektir."  NIMH, Mosher'ı dışlanmış bir insan yaptı ve üç yıl sonra onu NIMH'den kovdu. Amerika'da psikoz haplarının faydalarını sorgulayan diğerleri, - bunun kariyerlerini ilerletmeyeceğini - çabucak anladılar ve NIMH bu tür projelere daha fazla fon ayırmadı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"2012 tarihli bir NICE kılavuzuna göre, ekonomik kanıtların sistematik bir incelemesi, 'bilişsel davranışçı terapinin klinik sonuçları ek bir maliyet olmaksızın iyileştirdiğini ve ekonomik modellemenin daha az hastane yatışı nedeniyle maliyet tasarrufu sağlayabileceğini' göstermiştir. Şizofreni hastalarında ilaç kullanmayan ilk psikoterapi denemesi 2014 yılına kadar yayınlanmamıştı. Hastaların tamamı ilaç tedavisini reddetmişti. Etki büyüklüğü, normal tedaviye kıyasla 0,46 idi; bu da psikoz haplarını plasebo ile karşılaştıran ciddi kusurlu denemelerde görülen ortalama 0,44'lük değerle hemen hemen aynıydı. Bu, psikoterapinin etkisinin muhtemelen hapların etkisinden daha iyi olduğu anlamına gelir." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"ABD'li Psikiyatrist Peter Breggin, 'empati, ilgi ve anlayışın' şiddetli şizofreni hastalarında 'ne kadar olağanüstü bir etkiye sahip olabileceğini' anlattı. Akıl sağlığı eğitimi almamış 18 yaşında bir üniversite birinci sınıf öğrencisi olan Breggin, bir eyalet akıl hastanesinde gönüllü olarak çalıştı ve hastalara, 'kendisine nasıl yaklaşılmasını istiyorsa öyle, özen ve ilgiyle, hastaları tanıma ve neye ihtiyaç duyduklarını ve ne istediklerini' öğrenme arzusuyla yaklaştı. Hastaların 'otoriter ve bazen şiddet yanlısı personel tarafından nasıl istismar edilip aşağılandığını' ve 'insülin koma terapisi, elektroşok ve lobotomi gibi beyin hasarına yol açan tedavi yöntemlerini' görünce dehşete düştü; bu arada, bu tedavilerin "kötü beyin hücrelerini öldürdüğü (killed bad brain cells)" söylendi ve elbette bunun doğru olma ihtimali düşüktü. Breggin, 15 öğrencinin, 'henüz klorpromazinle etkisiz hale getirilmemiş, yardım edilemeyecek durumdaki kronik hastalar - tükenmişlik sendromu şizofreni hastaları - arasından kendilerine birer hasta tahsis edildiği 'bir yardımcı program geliştirdi. 15 hastadan 11'inin 'eve dönmesine' veya 'toplumda daha iyi bir yer bulmasına' yardımcı olabildiler. Sonraki bir ila iki yıl içinde sadece üç hasta hastaneye geri döndü. Breggin'in programı ulusal manşetlere taşındı ve 1961'de Akıl Hastalıkları ve Sağlık Ortak Komisyonu tarafından önemli bir yenilik olarak övüldü. Bu, Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü (NIMH "National Institute of Mental Health") tarafından yayınlanan son psikososyal odaklı belgeydi. O zamandan beri, biyokimyasal açıklamaları ve ilaçları tanıtmak için ilaç endüstrisiyle iş birliği çabalarına odaklanıldı." -Peter C. Gøtzsche, MD (31)

"....beyin atrofisi ve bunama ile karakterize organik bozukluklar genellikle geri döndürülemezdir. Aksine, çoğunlukla ilerleyicidirler. Yine de Bleuler ve diğerleri tarafından, birçok şizofreni hastasının zamanla 'iyileştiği'; hastaların üçte biri veya yarısına kadarının yıllar içinde önemli ölçüde 'iyileşme gösterdiği' iyi belgelenmiştir."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"....bunama bozukluğu bir kez ilerledikten sonra, nadiren kendiliğinden düzelir. Yine de, bazı şizofreniklerin 'hastanede çıkan yangın gibi akut acil durumlara, geçici olarak büyük bir berraklık ve sorumluluk duygusuyla tepki verme yeteneklerine' dair çok sayıda klinik gözlem mevcuttur."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"...şizofreni hastaları klasik hastalık belirtileri göstermezler; hayatlarının en parlak döneminde psikotik olma eğilimindedirler. Zaman içinde, genellikle ilerleyici nörolojik kayıplarla ilişkilendirilen 'erken yaşlanma, halsizlik, nöbetler veya nörolojik belirti ve semptomlar' gibi fiziksel bozulma belirtileri gösterme eğiliminde değillerdir. Normal insanları etkileyen aynı hastalıklardan ölürler. - Bleuler, 208 hastayı onlarca yıl boyunca takip ederek, çoğunun "ileri yaşlarına rağmen" genel olarak sağlıklı kaldığını bulmuştur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Bu noktalar, şizofreniye yol açan gizli bir biyokimyasal nedenin gelecekte keşfedilmesi olasılığını ortadan kaldırmaz, ancak 'şizofreninin beyin atrofisi ve bunamaya yol açan daha ciddi bir nörolojik bozukluğun nedeni olma olasılığını ortadan kaldırma' eğilimindedir. Beyin atrofisi ve bunama bulgularının şizofreniden kaynaklandığına inanmak için neredeyse hiçbir neden yoktur, ancak nöroleptik tedaviyi suçlamak için önemli nedenler vardır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** YOKSUNLUK ETKİLERİ

"Yoksunluk etkileri, başlı başına, 'vücudun, bir ilacın alımıyla değiştiğinin' bir göstergesidir. Yoksunluk etkilerini uzun süreli kullanımla ilişkilendiririz, ancak aslında vücut, tek bir doz ilaçtan sonra bile geçici olarak değişebilir. "  - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"....uyku haplarını sadece bir veya iki gün almak, başlangıçta uykuyu en azından biraz iyileştirir, ancak hap bırakıldığında, insanlar ilacı almadan önce olduğundan daha da fazla uyumakta zorlanırlar."  - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"İlaçlar uzun süre kullanıldığında, yoksunluk belirtileri daha şiddetli ve uzun süreli olabilir. İlaçlar kademeli olarak azaltılsa bile, genellikle haftalarca sürer. Ancak bazı ilaçların kesilmesinden sonra etkileri bazen aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bu durumlarda, vücudun ilaç öncesi durumuna dönmesi uzun zaman alır ve bazı durumlarda bu tam olarak gerçekleşmez ve ilaca bağlı değişiklikler kalıcıdır."  - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"....bir analiz, Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri kullanımının azaltılması veya kesilmesinin ardından ortaya çıkan yoksunluk belirtilerinin ortalama iki yıl (91 hafta) sürdüğünün, Serotonin ve Noradrenalin Geri Alım İnhibitörleri ile ilişkili olanların ise ortalama bir yıldan biraz daha kısa (51 hafta) sürdüğünün bildirildiğini ortaya koydu." -Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Çoğu rapor, benzodiazepin ve antidepresan yoksunluk belirtilerinin, ilaçlar bırakıldıktan yıllar sonra bile genellikle kademeli olarak iyileştiğini göstermektedir. Ancak endişe verici bir şekilde, Ashton'ın uzun süreli benzodiazepin yoksunluğuna dair ilk tanımı, yoksunluktan yıllar sonra bile belirtilerin hala sorunlu olduğu bir veya iki vakayı içermektedir; hatta bazı durumlarda, kişiler benzodiazepinlere yeniden başlamış olsalar bile. Bu, ilaçların zaman zaman 'beyin işlevlerinde kalıcı değişikliklere neden olabileceğini' düşündürmektedir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"....kalıcı yoksunluk durumları tanımı çoğunlukla yavaş bir azaltma sürecinden geçen veya bu süreci tamamlamış kişileri kapsadığından, aniden kesmenin daha riskli olması muhtemel olsa da, kademeli olarak azaltmanın karmaşık ve uzun süreli bir yoksunluk yaşamayı her zaman engellemeyebileceği düşünülebilir." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Bazı ilaçların kesilmesinin 'mani veya psikoz gibi altta yatan bir psikiyatrik bozukluk atağı geçirme riskini artırabileceğini' öne süren araştırmalar, bazı reçeteli ilaçların uzun süreli kullanımının 'beyin süreçlerinde önemli değişikliklere neden olabileceğini' de göstermektedir. " - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Hızlı azaltmanın 'uzun süreli yoksunluk riskini artırıp artırmadığını' veya çok kademeli azaltmanın 'bu durumun ortaya çıkmasını engelleyip engelleyemeyeceğini' kesin olarak bilmiyoruz."- Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"Uzun Süreli Psikiyatrik İlaç Kullanımının Etiği ve Neden Daha İyi Bir Yönteme İhtiyacımız Var?-Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Uzun süreli psikiyatrik ilaç kullanmak Rus ruleti oynamaya benzer. Bu acı bir gerçek, ancak çoğu hasta bundan haberdar değil. Gerçek şu ki, bu ilaçlarzamanla hayatınızı önemli ölçüde kötüleştirebilir." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Gualtieri ve meslektaşlarının raporları, birçok kurum bakımı altındaki çocuk ve genç yetişkinin nöroleptik ilaçları bıraktıktan sonra psikiyatrik semptomlarında 'kötüleşme dönemi geçirdiğini' göstermiştir. Bu durum, şizofrenik bir sürecin komplikasyonu olmayan gelişimsel engelli hastalarda görülür." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Araştırmacılar, yoksunluk sorunlarını, ilaca bağlı bir bunama sürecine bağlamaktadır. Bazı hastalar ilaçsız kaldıklarında 'durumları stabilize' olur veya iyileşirken, bazıları ilaçlar nedeniyle kalıcı olarak kötüleşmiş gibi görünmekte ve yetişkin vakalarda olduğu gibi, ilaca bağlı semptomlarını kontrol altına almak için daha fazla ilaca ihtiyaç duymaktadır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"İki çalışmanın yazarları, 'ilaçların bırakılmasından sonra psikotik semptomların alevlenmesinin, ilaçların beyinde oluşturduğu hasardan kaynaklandığına' inanmaktadır. Hastalığa, TD ile paralelliğini vurgulamak için tardif psikoz adını vermişlerdir. Geri döndürülemez olabilir ve TD gibi, ilacın neden olduğu semptomları bastırmak için 'sürekli artan dozda ilaç kullanımı' gerektirebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"İlaçların kesilmesi ayrıca geçici veya kalıcı diskinezilere, disforiye ve otonomik dengesizliklere yol açarak 'mide bulantısı ve kilo kaybına' neden olabilir. Nöroleptik yoksunluğuna verilen bu tepkiler, bu ilaçların "bağımlılık yapıcı" olarak sınıflandırılması konusunda tartışmalara yol açmıştır."  -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

"Psikiyatri stajyeriyken, bana 'bu ilaçların güvenli ve etkili olduğu' söylendi. Bunun 'uzun vadeli güvenlik ve etkinlik anlamına geldiğini' de varsaydım; sonuçta, profesörlerimin ve meslektaşlarımın onlarca yıl boyunca hastalara bu ilaçları reçete ettiğini gördüm. Bunlar, mütevazı etkileri olan faydalı araçlar olarak sunuldu. Bazen işe yarıyorlardı ve bazen de hastanın "altta yatan ruhsal hastalığı" ilaçların etkisini bastırıyordu. Bu durumlarda, 'dozu artırmamız, daha fazla ilaç eklememiz ve - eğer bu işe yaramazsa - ketamin, transkraniyal manyetik stimülasyon veya hatta elektrokonvülsif terapiye geçmemiz' öğretildi. Tedavi ettiğimiz durumlar gizemli görünüyordu; sürekli değişiyor, kötüleşiyor ve hastaları giderek daha fazla engelli bırakıyordu. Eğitim aldığım paradigma buydu. Ancak zamanla, bu sözde "tedaviye dirençli" durumların çoğunun 'altta yatan bir hastalık olmadığını', - ilaçların kendisinden kaynaklandığını - fark ettim." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Psikiyatrik ilaç yoksunluğundan zarar görenler hakkında çoğu insanın anlamadığı şey, beyin hasarına - uzun süreli yoksunluk olarak da bilinir - maruz kalmış olmalarıdır. Beyin hasarının belirleyici özelliği, kişi ilacı tekrar kullanmaya başlasa bile iyileşmemesidirUzun süreli yoksunluk sendromunu bu kadar yıkıcı kılan da budur. Birçok hasta, ilacı bıraktıktan sonra şiddetli semptomlar geliştirirlerse, ilaca tekrar başladıklarında acılarının ortadan kalkacağını varsayar. Ama durum böyle değil. Zarar zaten oluşmuştur ve ilaca tekrar başlamak her zaman durumu tersine çevirmez." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Psikiyatrik İlaçların Nörotoksisitesi - Çekilme Olmadan Bile... Bu toplulukta bu rahatsızlığı fark eden bir doktor olarak tanındıktan sonra, hastalar kliniğimden yardım almak için randevu almaya başladılar. Başlangıçta, bu toksik reaksiyonların yalnızca ilaçları hızla bırakan kişilerde meydana geldiğini varsaydım. Ancak kısa süre sonra endişe verici bir şey fark ettim: Birçok hasta, uzun süreli yoksunlukta görülen aynı semptomları geliştiriyordu - ancak henüz ilaç dozunu azaltmaya bile başlamamışlardı. Bu durum özellikle benzodiazepin kullanıcıları arasında yaygındı. Şimdiye kadar, perimenopozal uykusuzluk için benzodiazepin reçete edilen ve - sadece 6-12 aylık kullanımdan sonra tam teşekküllü nörotoksisite gelişen - birden fazla kadını tedavi ettim. Bu hastalar asla doz azaltmayı denemediler; 'ilaçlar tek başına ciddi ve kalıcı nörolojik hasara' neden oldu. O zamandan beri, reçete edildiği gibi alınan psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanan uzun vadeli nörotoksisiteyi araştırıyorum. Ve bulduğum şey son derece rahatsız edici." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Bu hastalara ne oluyor? Durumlarını 'antidepresan kaynaklı nörotoksisite' olarak tanımlamak yerine, 'tedaviye dirençli depresyon teşhisi' konuyorlar. Bu da şu sonuçlara yol açıyor: 'Daha yüksek dozda ilaç kullanımı.. Daha fazla ilaç kombinasyonu.. Ketamin, TMS veya EKT'ye geçiş.. Bazı durumlarda, klozapin gibi ağır antipsikotiklere geçilmesi..' Bunun nedeni, ana akım psikiyatrinin bu hastaların' tedaviye dirençli olmadığını' kabul etmeyi reddetmesi - ilaçların neden olduğu beyin hasarından muzdarip olmaları. Ne yazık ki, kliniğime gelen hastaların çoğu bu şekilde geliyor - inanılmaz derecede acı çekiyorlar ve durumlarını daha da kötüleştiren, akıl almaz psikiyatrik ilaç karışımları kullanıyorlar. Bu vakaları 'ilaç toksisitesi' olarak doğru bir şekilde tespit edersek, tedavi yaklaşımı tamamen değişir. Bu hastaların daha fazla ilaç kullanmak yerine şunlara ihtiyacı vardır: '-Sorunlu ilacın yavaş ve dikkatli bir şekilde azaltılması.. -İyileşme için sinir sistemi desteği.. -Ek psikiyatrik ilaçların genellikle durumu kötüleştirdiğinin kabul edilmesi..'" -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

-(Psikiyatrik ilaçların ciddi nörotoksik etkileri...) "Bu konu ana akım psikiyatride neredeyse hiç tartışılmaz çünkü: 1) İlaç endüstrisi için doğrudan bir tehdittir. Bu ilaçların 'geri dönüşü olmayan nörolojik hasara yol açabileceği' yaygın olarak bilinirse, reçeteler düşer. ; 2) Doktorların bunu kabul etmesi rahatsız edicidir. Bir hastaya şunu söylediğinizi düşünün: "Bu ilacı uzun süreli kullanırsanız, durumunuzu kötüleştirme ve asla geçmeyecek kalıcı nörolojik hasara yol açma olasılığı küçük ama gerçektir." ; 3) 15 dakikalık ilaç yönetimi modelini bozar. Doktorlar bu riskleri kabul etselerdi, kısa süreli vizitlerde reçete yazmak çok daha karmaşık hale gelirdi." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"Psikiyatrik bir ilacın size ne kadar süre etki edeceğini tahmin etmenin bir yolu yoktur. İşte bu yüzden bu ilaçları 'uzun süre kullanmak beyninizle Rus ruleti oynamak' gibidir. Hastaları bu riskler hakkında bilgilendirmeye başlamalıyız - çünkü onlar da giderek artan psikiyatrik ilaç kaynaklı zarar krizinde gereksiz yere bir kurban daha olabilirler." -Dr. Josef Witt-Doerring (30)

"İlaçların faydalı olduğunu düşünen kişilerden alacağım eleştirilerin bir kısmını tahmin etmek için, bu ilaçların 'asla dikkate alınmaması gerektiğini' söylemiyorum. Örneğin, küçük dozlarda benzodiazepin kullanarak zararlı miktarda alkol almayı bırakan kişilere kesinlikle rastladım ve bu durumda benzodiazepinler kesinlikle en az tehlikeli seçenektir. Ayrıca, nöroleptiklerin, birçok zararlı etkisine rağmen, bazen şiddetli ve tedavisi zor bir psikoza tercih edilebileceğine inanıyorum. Ancak insanların tüm gerçeklere sahip olması gerekir. Doktorlar, ilaçların beyni ve vücudun diğer kısımlarını, bizim tam olarak anlayamadığımız, neredeyse her zaman bir dereceye kadar zararlı ve geri döndürülemez olabilen şekillerde değiştirdiğini anlamalı ve açıklamalıdır." - Dr. Joanna Moncrieff, MD (20)

"UYARI: Bir psikiyatrik ilacı bırakmak veya dozunu değiştirmek isteyen herkesin, potansiyel olarak tehlikeli yoksunluk belirtileri nedeniyle bunu yalnızca bir doktor gözetiminde yapması önerilir. İnsan Hakları Yurttaş Komisyonu, tüketicileri psikiyatrik ilaçların ciddi yan etkileri konusunda bilinçlendirmeye devam ediyor, böylece ilaçlara başlamadan veya bırakmadan önce tamamen bilinçli kararlar verebiliyorlar. CCHR ayrıca, hükümetin akıl sağlığı ve ilaç kurumlarına bu riskler hakkında daha fazla uyarıda bulunmaları için baskı yapmaya devam ediyor." (46)

(....) Devamını hem aşağıda hem dediğer sayfalardaki araştırma içeriklerinden okuyabilirsiniz.

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(DİĞER ÇALIŞMALAR, MAKALELER, BİLGİLER vs vs..)

"Psikiyatride Devredışı Bırakılan Beyin Tedavileri: 'İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü'... Psikiyatrik Tedavinin 'Devredışı Bırakılan Beynin' İlkeleri..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"Tüm biyopsikiatrik tedavilerin ortak etki mekanizması normal beyin fonksiyonlarının bozulmasıdır." 
"Tüm biyopsikiyatrik müdahaleler yaygın beyin işlev bozukluğuna neden olur." 

"....neredeyse tüm antidepresanlar öfori ve maniye neden olabilir. Aynı zamanda, bu ilaçları alan bazı kişilerin bu zihinsel durumları geliştirme eğilimleri vardır."

"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı artıracak veya daha da kötüleştirecektirMevcut biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarınıbozarlar."

"Şok tedavisi ve psikocerrahi her zaman belirgin yaygın işlev bozukluğuna neden olur. Bazı ilaçlar, minimum doz aralıklarında bu etkileri açıkça göstermeyebilir, ancak bu aralıkta önemli bir terapötik etkiden de yoksun olabilirler." 

"Biyopsikiyatrik tedaviler, 'duygusal tepki verme, sosyal duyarlılık, öz farkındalık veya öz içgörü, özerklik ve öz-kararlılık' gibi daha yüksek insan işlevlerini bozarak terapötik etki gösterir. Daha ciddi etkiler arasında ilgisizlik, öfori ve lobotomi benzeri kayıtsızlık yer alıyor." 

"Biyopsikiatrik müdahaleler, genel beyin işlev bozukluğunun yanı sıra 'frontal loblar, limbik sistem ve diğer yapılar' üzerindeki spesifik etkiler nedeniyle daha yüksek zihinsel, psikolojik ve ruhsal işlevlerde bozulmaya neden olur. Bazen kendine ve başkalarına karşı lobotomi benzeri bir kayıtsızlık, deaktivasyon adını verdiğim bir sendrom görülür."  

"Biyopsikiyatrik tedaviler, hekim ve/veya hasta, 'zihinsel kapasite veya duygusal ifade aralığının daraldığı, beyin fonksiyonlarının azaldığı' bir durumu tercih ettiğinde etkili kabul edilir. (....)"

"Her biyopsikiyatrik tedavi, - normal gönüllüler ve farklı psikiyatrik tanıları olan hastalar da dahil olmak üzere - tüm insanlar üzerinde temel veya birincil devre dışı bırakılan beyin etkisini gösterir. "

"İlaç savunucularının köklü inançlarına rağmen, belirli zihinsel bozukluklar için spesifik psikoaktif ilaç tedavileri yoktur. (...)"

"Hastalar, beyin fonksiyonlarını bozan tedavilere, 'ilgisizlik, öfori, uyum veya kızgınlık' gibi kendi psikolojik tepkileriyle yanıt verirler."

"Bireylerin ilaçlara tepki verme biçimleri arasında bazı farklılıklar vardır. Örneğin, aynı antidepresan bir kişiyi uykulu, bir diğerini enerjik yapabilir. Ritalin birçok çocuğu sakinleştirirken, diğerlerini ajitasyona uğratır. İlaç kaynaklı tepkileri, psikolojik kaynaklı tepkilerden ayırmak çok zor olabilir. Örneğin, neredeyse tüm antidepresanlar öfori ve maniye neden olabilir. Aynı zamanda, bu ilaçları alan bazı kişilerin bu zihinsel durumları geliştirme eğilimleri vardır."

"Biyopsikiatrik müdahalelerle rutin olarak tedavi edilen 'zihinsel ve duygusal acıların' bilinen bir genetik veya biyolojik nedeni yoktur."

"İki yüz yılı aşkın süren yoğun araştırmalara rağmen, 'şizofreni, majör depresyon, manik-depresif bozukluk, çeşitli anksiyete bozuklukları ve dikkat eksikliği hiperaktivite' gibi çocukluk çağı bozuklukları da dahil olmak üzere, yaygın olarak teşhis edilen hiçbir psikiyatrik bozukluğun genetik veya biyolojik kökenli olduğu kanıtlanmamıştır."

"Şu anda, tipik psikiyatri hastalarının 'beyinlerinde, - psikiyatrik ilaçlar verilene kadar - bilinen bir biyokimyasal dengesizlik bulunmamaktadır."

"...psikiyatristler tarafından rutin olarak tedavi edilen sorunların büyük çoğunluğu 'beyin hastalıklarına' uzaktan bile benzemez. Örneğin, beyin bozukluklarının karakteristik özelliği olan hafıza veya soyut akıl yürütmede bilişsel eksikliklere neden olmazlar. Ateş veya laboratuvar hastalık belirtileriyle birlikte görülmezler. Aksine, nörolojik ve nöropsikolojik testler genellikle normal, hatta üstün beyin fonksiyonunu gösterir ve vücut sağlıklıdır. Rutin olarak tedavi edilen psikiyatrik sorunların herhangi birinin, normal beyinli bireylerin - yaşam deneyimlerinden ziyade - beyin işlev bozukluğuna dayanması olasılığı düşüktür."

"Majör depresyon veya şizofreni teşhisi konmuş bazı hastalarda hafif biyokimyasal dengesizlikler ortaya çıkarsa, bu durum mevcut biyopsikiatri uygulamalarını haklı çıkarmaz. Bu varsayılan dengesizlikler henüz tespit edilemediğinden, mevcut antidepresanlar ve nöroleptikler de dahil olmak üzere, beyin fonksiyonlarını ciddi şekilde bozan toksik ilaçlar vermek anlamsızdır. Mantıksız veya duygusal olarak 'sıkıntılı bir durumun başlı başına beyin fonksiyonlarında bozulmaya' yol açtığını iddia etmek tamamen yanlıştır. "

"....hiçbir çağdaş biyopsikiatrik müdahale, 'bir elektronik uzmanının, bir televizyonu tamir edebildiği gibi bir beyin arızasını düzeltebileceğini' doğru bir şekilde iddia edemez. Bunun yerine, bir televizyondan çok daha sinsi ve zarar görmeye açık bir beyne körü körüne toksik maddeler uygularız. Hatta televizyon tamircilerini veya müşterilerini dehşete düşürecek şekilde beyni şok eder veya sakat bırakır, televizyonlarını mahvederiz."

"Bir ilacın işe yaraması, - yani beyni ve zihni görünüşte olumlu yönde etkilemesi, - kişinin altta yatan biyolojik bir rahatsızlıktan muzdarip olduğunu doğrulamaz. Kayıtlı tarih boyunca bireyler, daha yüksek bir bilinç düzeyi arayışından hayatı daha katlanılabilir kılma arzusuna kadar çeşitli ruhsal ve psikolojik nedenlerle kendilerini ilaçla tedavi etmişlerdir. Alkollü içecekler, kahve ve çay, tütün ve esrar, insanlar tarafından refah duygularını iyileştirmek için yaygın olarak tüketilir. Ancak elde ettikleri sonuçların, altta yatan bir biyokimyasal dengesizlikten kaynaklandığına inanmak için hiçbir neden yoktur."

"Bireyde halihazırda bir 'beyin veya zihin rahatsızlığı' varsa, mevcut biyopsikiyatrik müdahaleler, rahatsızlığı artıracak veya daha da kötüleştirecektirMevcut biyopsikiyatrik tedaviler, bilinen 'herhangi bir beyin rahatsızlığına' özgü değildir. Hepsinden önemlisi, herhangi bir 'beyin anormalliğini düzeltmeden normal beyin fonksiyonlarınıbozarlar. Bu nedenle, bir hasta bilinen bir fiziksel beyin rahatsızlığından muzdaripse, biyopsikiyatrik tedavi bunu yalnızca kötüleştirebilir veya daha da kötüleştirebilir. Klasik bir örnek, duygusal olarak üzgün Alzheimer hastalarına Haldol verilmesidir. İlaç, davranışlarını bastırırken demanslarını kötüleştiriyor."

".... mevcut tüm biyopsikiyatrik müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor."

"İlaç şirketleri tarafından psikiyatrik ilaçlar geliştirilip pazarlandıktan sonra, 'varsayılan biyokimyasal dengesizlikleri düzelttikleri' gerekçesiyle kullanımları haklı gösterilmeye çalışılıyor.(....)  Bu müdahalelerin biyokimyasal bir dengesizliği düzeltme olasılığı yoktur.  Prozac'tan Xanax'a, depresyon için elektroşoka kadar her türlü rahatsızlığı tedavi etmek için çok çeşitli beyin fonksiyonlarını bozan ilaçlar kullanılıyor ve her tedavi sayısız beyin fonksiyonunu bozuyor. Gerçekte, mevcut tüm biyopsikiyatrik müdahaleler, bilinen herhangi bir bozukluğu düzeltmeden, beyne ve dolayısıyla zihne doğrudan zarar veriyor."

"Bireysel biyopsikiatrik tedaviler 'belirli zihinsel bozukluklaraözgü değildir. Psikiyatrinin 'belirli tanı kategorileri için özel tedavileri olduğu' sıklıkla söylenir: örneğin şizofreni için nöroleptikler, depresyon için antidepresanlar, anksiyete için minör sakinleştiriciler, mani için lityum ve DEHB için Ritalin gibi uyarıcılar. (...) ...depresyondaki hastalar zaten duygusal ve fiziksel olarak yavaşlamışsa, onlara psikomotor gerilemeye neden olan bir nöroleptik vermek, daha kötü görünmelerine neden olabilir. (...) .... şizofreni hastaları ajite ve kontrol edilmesi zorsa, onlara uyarıcı vermek mantıklı olmayacaktır. Genel duygusal tepkilerini 'azaltan veya düzleştiren' bir nöroleptik aldıklarında 'iyileşme' olarak değerlendirilme olasılıkları daha yüksektir. Ancak bu büyük davranışsal etkiler, belirli bir hastalık için sihirli bir değnek olmaktan çok uzaktır."

"Beyin, biyopsikiyatrik müdahalelerin 'engelleyici etkilerini' fiziksel olarak telafi etmeye çalışır ve bu da sıklıkla 'ek yan etkilere ve yoksunluk sorunlarına' neden olur."

"Beyin, psikiyatrik ilaçları besin olarak kabul etmez. Bunun yerine, beyin onlara 'toksik ajanlar' olarak tepki verir ve yıkıcı etkilerinin üstesinden gelmeye çalışır. Örneğin, Prozac 'sinaptik aralıktaaşırı serotonin' oluşturduğunda, beyin sinir uçlarındaki serotonin çıkışını ve sinapstaki serotonini alabilen reseptör sayısını azaltarak bunu telafi eder. Benzer şekilde, Haldol 'dopaminerjik sistemdeki reaktiviteyi' azalttığında, beyin bunu telafi eder ve 'dopamin reseptörlerinin sayısını ve duyarlılığınıartırarak, aynı sistemde 'hiperaktiviteye' neden olur."

"Psikiyatrik ilaç kullanan bir kişinin 'altta yatan psikolojik durumunu 'doğru bir şekilde belirlemek zor, hatta imkansızdır. İlacın 'beyni devre dışı bırakan etkisi, beynin telafi edici reaksiyonları ve hastanın ilaca verdiği psikolojik tepkiler' gibi birçok karmaşık faktör vardır. Beyin çoğu psikoaktif ilacın etkilerini telafi etmeye çalıştığı için, hastalar çoğu psikiyatrik ilaçtan çekilmede zorluk çekebilir. Fiziksel olarak beyin, ilacın etkisinden ilacın kesilmesiyle aynı hızda kurtulamaz; bu nedenle telafi edici mekanizmanın iyileşmesi, ilacın kesilmesinden sonra haftalar veya aylar sürebilir. Bazen, tardif diskinezide olduğu gibi, beyin iyileşmeyi başaramaz."

"Psikolojik olarak, bireyler 'ilaç olmadan duygusal acılarının daha da kötüleşeceğinden 'korkarlar. Psikiyatristler tarafından 'hayatlarının geri kalanında ilaca ihtiyaç duyacakları' söylenmiş olabilir. Bu durum, yoksunluk sendromunu daha da zorlaştırabilir."

"Biyopsikiyatrik müdahalelere maruz kalan hastalar, tedavinin işlevleri üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri konusunda genellikle zayıf bir muhakeme sergilerler."

"Genel beyin işlev bozukluğu, bireyin 'işlev bozukluğunu algılama yeteneğini azaltmaeğilimindedir. Bozukluk yaşayan bireyler, işlev bozukluklarını, en aza indirme eğiliminde olmakla kalmaz, aynı zamanda kendilerini 'her zamankinden daha iyi performans' gösterirler. Örneğin, alkol bağımlısı bireyler, 'araba kullanma veya mantıklı bir konuşma yürütme kapasitelerini' değerlendirme konusunda genellikle zayıf bir muhakeme sergilerler. Kronik olarak esrar içen birçok kişi, 'bunun, genel psikolojik ve sosyal işlevlerini iyileştirdiğine' inanır; ancak uyuşturucuyu bıraktıklarında, - uyuşturucuyu kullanırken - 'hafızalarının, zihinsel uyanıklıklarının, duygusal duyarlılıklarının ve sosyal becerilerinin' bozulduğu görülebilir. Amfetamin gibi uyarıcıların etkisi altındaki kişiler, genellikle ciddi şekilde zayıfladıklarında, 'üstün, hatta insanüstü yeteneklere sahip olduklarını' hissedebilirler. 

Aynı durum tüm psikiyatrik ilaçlar için de geçerlidir. Hasta, ilacı bir süre bırakana ve beynin iyileşmesi için zaman tanınana kadar, 'zihinsel veya duygusal bozukluğun derecesini' genellikle pek fark edemez. Bir klinisyen ve adli tıp uzmanı olarak deneyimime göre, hastaların farkında olmadan bir veya daha fazla psikiyatrik ilaçtan kaynaklanan 'şiddetli zehirlenme' durumlarında yıllarca kaldıklarını gördüm. Durumlarını 'kendi duygusal tepkilerine veya ortamdaki strese' bağlayarak, daha fazla ilaç isteyebilirler. Şok tedavisi ve psikocerrahi sonrasında hastalar, zihinsel işlev bozukluklarının iatrojenik kaynağını anlayamayabilir ve bunun yerine 'daha fazla müdahaleye ihtiyaç duyduklarına' inanabilirler. "

"Neredeyse tüm biyopsikiyatrik müdahaleler zaman zaman kafa karışıklığına neden olarak 'hastanın, ilaca bağlı zihinsel işlev bozukluğunun farkında olmasınıengelleyebilir. "

"Biyopsikiatrik müdahaleleri reçete eden hekimler, genellikle bu müdahalelerin riskleri ve faydaları konusunda 'gerçekçi olmayan bir değerlendirmeye' sahiptir."

"Araştırmacılar çoğu zaman 'bilinçli veya bilinçsiz ön yargılarından' etkilenirler. Klinik ve bilimsel çalışmalar, önyargılar nedeniyle çarpıtılabiliyorsa, rutin klinik uygulamanın reçeteyi yazan hekimin, 'umut ve beklentilerinden etkilenme olasılığı' daha da yüksektir. Çok sayıda doktor, ilaçların 'işe yaramaz veya kabul edilemez derecede tehlikeli olduğu' kanıtlanana kadar, yıllarca 'sınırsız bir coşkuyla' ilaç reçete etti."

"Biyopsikiyatrik müdahalelerin 'temel ilkesini' belirtmek için iatrojenik çaresizlik ve inkar terimini ortaya attım. Biyolojik psikiyatristin, devredışı bırakılan beynin müdahalelerle uygulanan otoriter teknikleri kullanarak, hastada artan 'çaresizlik ve bağımlılık yarattığını' açıklar. İatrojenik çaresizlik ve inkar, hastanın ve doktorunun 'tedavinin zararlı etkisini' ve hastanın 'altta yatan psikolojik ve durumsal sorunlarını' karşılıklı olarak inkar etmesini içerir. Genel olarak, iatrojenik çaresizlik ve inkar, psikiyatrinin 'elektroşok ve psikocerrahi gibi beyne zarar veren teknolojileri ve toksik ilaçları kullanma sıklığını' açıklar."

"İatrojenik çaresizlik ve inkar, hastanın ve doktorunun 'tedavinin zararlı etkisini' ve hastanın 'altta yatan psikolojik ve durumsal sorunlarını' karşılıklı olarak inkar etmesini içerir. .... psikiyatrinin 'elektroşok ve psikocerrahi gibi beyne zarar veren teknolojileri ve toksik ilaçları kullanma sıklığını' açıklar. (....) İyatrojenik çaresizlik ve inkâr, nispeten zararsız telkinin (örneğin, tıpta ve psikiyatride fiziksel acı veya bağımlılığın üstesinden gelmek için kullanıldığı gibi) çok ötesine geçer."

"İlk olarak, iatrojenik çaresizlik ve inkârda, psikiyatrist, 'hastanın beynini tehlikeye' atar ve hastanın 'zihinsel ve fiziksel işlev bozukluğu yoluyla telkine boyun eğmesini' sağlar. İkinci olarak, iatrojenik çaresizlik ve inkârda psikiyatrist, 'tedavinin zararlı etkilerinin' yanı sıra 'hastanın devam eden psikolojik veya durumsal sorunlarını' da inkâr eder. İnkâra sıklıkla konfabülasyon eşlik eder; hastanın 'zihinsel işlev bozukluğunun boyutunu' gizlemek için 'akılcı gerekçeler' ve çeşitli 'örtbas hikayeleri' kullanması. Konfabülasyon psikiyatri ve nörolojide iyi bilinir, ancak 'tedavi kaynaklı etkiler' açısından genellikle göz ardı edilir. Birçok hasta, 'ilaç tedavisinden açıkça etkilenmişken, iyi sonuçlar aldıklarınıkonfabülasyon olarak anlatır. İnkâr, kayıtsızlıkla yakından bağlantılıdır. Bazen 'hastanın umursamadığını' mı yoksa 'zihinsel ve fiziksel işlev bozukluğuyla yüzleşmeye dayanamayacak kadar' çok mu önemsediğini anlamak zordur."

"Kazalar ve hastalıklar da dahil olmak üzere herhangi bir nedenden kaynaklanan beyin hasarı ve işlev bozukluğu sıklıkla çaresizlik ve inkar yaratır; ancak yalnızca psikiyatride hasar ve işlev bozukluğu bu engelleyici etkileri üretmek için "tedavi" olarak kullanılır."

"...."akıl hastalığı" ve "zihinsel bozukluk" kavramlarının yanıltıcı olduğuna ve psikiyatristler tarafından yaygın olarak tedavi edilen 'sorunların hiçbirinin genetik veya biyolojik kökenli olmadığına' inanıyorum. Örneğin "şizofreni" ve "majör depresyon" terimleri, 'geçerliliği kolayca sorgulanabilen kavramlara' dayanmaktadır. Ancak, tedavi edilen bazı zihinsel olguların genetik veya biyolojik bir temeli olduğu ortaya çıksa bile, beyni devre dışı bırakan ilkeler geçerliliğini korumaktadır. Mevcut tüm biyopsikiyatrik tedaviler - ilaçlar, elektroşok ve psikocerrahi - birincil veya terapötik etkilerini normal beyin fonksiyonlarını bozarak veya devre dışı bırakarak göstermektedir."

"Mevcut tüm biyopsikiyatrik tedaviler - ilaçlar, elektroşok ve psikocerrahi - birincil veya terapötik etkilerini normal beyin fonksiyonlarını bozarak veya devre dışı bırakarak göstermektedir."

"Psikiyatride kullanılan öfori terimi, 'abartılı, mantıksız veya gerçekçi olmayan' bir iyi olma hissini ifade eder. Kökeni psikolojik olabilir, ancak genellikle beyin hasarı veya ilaç toksisitesinden kaynaklanır. Öfori, nöroleptiklerle tedavi edilen hastalarda, merkezi sinir sistemi üzerindeki baskılayıcı etkileri nedeniyle nadirdir. Antidepresanlar, uyarıcılar ve hafif sakinleştiricilerle tedavi edilen hastalarda daha yaygındır."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

*** *** ***

"Nöroleptik İlaçlarla İlişkili Beyin Hasarı, Demans ve Kalıcı Bilişsel İşlev Bozukluğu: Kanıtlar, Etiyoloji, Sonuçlar..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)

"Kuzey Amerika'da her yıl birkaç milyon kişi nöroleptik ilaçlarla (majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler) tedavi edilmektedir. Bu hastaların büyük bir yüzdesi, 'istemli kasların anormal hareketleriyle karakterize kronik bir nörolojik bozukluk' olan 'tardif diskinezi' geliştirmektedir. Vakaların çoğu kalıcıdır ve bilinen bir tedavisi yoktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)

"Nöroleptiklerin beynin en yüksek merkezlerine de zarar vererek 'kronik zihinsel işlev bozukluğu, tardif demans ve tardif psikoza' yol açtığına dair kanıtlar artmaktadır. (....) Nöroleptiklerin beynin daha yüksek merkezlerine zarar verebileceği, bilinen nörotoksisiteleri ve nörofizyolojik etkileri, 'hayvan otopsileri ve Huntington koresi ve letarjik ensefalit' gibi nöroleptik etkileri taklit eden hastalıklarla yapılan karşılaştırmalarla doğrulanmıştır." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45)

"Hastalar ve halk, hem tardif diskinezi hem de tardif demansın tehlikeleri konusunda bilgilendirilmelidir. Akıl sağlığı uzmanları, nöroleptiklerin kullanımını ciddi şekilde sınırlamalı ve bu tehlikeli maddelere daha güvenli ve daha iyi alternatifler geliştirmelidir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (24), (45) (66)

*** *** ***

"Nöroleptikler, aynı zamanda majör sakinleştiriciler veya antipsikotikler olarak da bilinir ve psikiyatride en yaygın kullanılan ilaçlar arasındadır. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da, milyonlarca yetişkin ve çocuk bu ilaçları 'genel hastanelerde, özel ve kamu akıl hastanelerinde, pansiyon ve bakım evlerinde, gelişimsel engelliler kurumlarında, huzurevlerinde, hapishanelerde, kliniklerde ve özel muayenehanelerde' almaktadır. Bu ilaçlar çoğunlukla şizofreni veya mani teşhisi konmuş hastalar için önerilse de, aslında yaygın olarak bir 'sosyal kontrol yöntemi' olarak kullanılmaktadır. Birçok kurumda, mahkumların çoğu bu ilaçları almaktadır."

"Nöroleptiklerin, önemli sayıda hastada, büyük ölçüde 'geri döndürülemez bir nörolojik hastalık olan tardif diskineziye neden olduğu' artık yaygın olarak kabul edilmektedir. Aynı ilaçların, beynin en yüksek merkezlerinde 'kalıcı hasara veya işlev bozukluğuna' yol açarak tardif demans ve tardif psikoz da dahil olmak üzere 'geri döndürülemez zihinsel ve duygusal bozukluklara' neden olabileceğine dair yeni kanıtlar birikmektedir."

"Nöroleptiklerin 'beynin en yüksek merkezlerinde neden olduğu hasara' ilişkin endişeler, on yıldan uzun süredir dile getirilse de, konu ancak 1983 yılında derinlemesine incelenebilmiştir. O zamandan beri, konuyla ilgili önemli miktarda kanıt yayınlanmıştır."

"Demansın temel özelliği, 'soyut düşünmede bozulma, yargılama bozukluğu, üst korteks işlevlerinde diğer bozukluklar veya kişilik değişikliği' ile ilişkili kısa ve uzun süreli hafıza bozukluğudur. DSM-III-R, "Tüm Organik Zihinsel Sendromlarda olduğu gibi, altta yatan organik bir etkenin her zaman varsayıldığı"nı belirtir. Nöroleptik malign sendrom veya toksik psikozlar gibi 'beyin hasarına ve zihinsel işlevlerde bozulmaya' neden olabilen akut ilaç kaynaklı bozukluklar, nöroleptiklere kronik maruziyetle ilişkili giderek artan 'kalıcı beyin hasarı ve işlev bozukluğunu' ele alan bu makalede ele alınmayacaktır."

"Nöroleptiklerin, herhangi bir zihinsel bozukluk üzerinde 'spesifik bir iyileştirici etkisinin olmadığını ve kısmen limbik ve frontal lob yollarında dopamin nörotransmisyonunu bozarak 'kimyasal lobotomi' gerçekleştiren, spesifik olmayan beyni devre dışı bırakan ajanlar olduklarını' belgeledim."

"İlaçlar, bir rahatsızlığı tedavi etmez, bunun yerine 'duyguları yatıştırır, ilgisizlik veya duyarsızlık yaratır ve uysallığı güçlendirir.' Mosher ve Burti (1989), kontrollü bir çalışmada, 'ilk şizofreni atağı geçiren hastaların neredeyse tamamının... nöroleptikler olmadan, nöroleptiklerle olduğundan daha başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' göstermiştir."

"....sözde tıbbi bir hastalık olan 'şizofreninin, bu hastaların beyinlerinde bulunan fiziksel bozukluklara neden olduğuna' inanma yönünde bir önyargı yaratmaktadır. Bu yerleşik önyargı, hasarın etyolojisini doğru bir şekilde değerlendirmemizi engellememelidir. Benim görüşüme göre şizofreni ne genetik ne de fiziksel kökenlidir. Bu psikososyal olgu için halk arasında kullanılan 'delilik' terimi daha uygundur. Başka yerlerde alternatif açıklamalar önerdim."

"Hastaların büyük bir yüzdesinde, 'nöroleptik ilaçlar, tardif diskinezi [TD] adı verilen nörolojik bir bozukluğa' neden olur. Anormal istemsiz hareketlerle karakterize olan hastalık, birkaç hafta veya ay sonra kendini gösterebilir. Daha sıklıkla altı ay ila iki yıl veya daha uzun süreli tedaviden sonra gelişir. Vakaların çoğunda 'geri döndürülemez  ve etkili bir tedavisi' yoktur. Erken teşhis edilir ve ilaçlar kesilirse, hastaların yaklaşık %20-50'sinde önemli ölçüde iyileşme veya toparlanma görülebilir. Ancak yakın tarihli bir raporda, 5 yıl boyunca takip edilen kalıcı TD'li hastaların %82'sinde genel olarak anlamlı bir değişiklik görülmediği, %11'inde iyileşme ve %7'sinde kötüleşme olduğu belirtilmiştir."

"TD genellikle 'dil, dudaklar, ağız ve yanaklar' dahil olmak üzere 'yüzün kontrolsüz hareketleriyle' başlar; ancak hemen hemen her kas grubunda başlayabilir. En yaygın erken belirti, 'dilin titremesi veya kıvrılmasıdır.' Dil çıkıntıları ve çiğneme hareketleri de yaygındır ve dişlere zarar verecek kadar ciddi olabilir. 'Eller ve ayaklar, kollar ve bacaklar, boyun, sırt ve gövde' etkilenebilir. Gösterilen hareketler oldukça değişkendir ve 'kıvranma, tikler, spazmlar ve titremeleri' içerir. Kişinin yürüyüşü, ciddi şekilde bozulabilir. Daha ince işlevler etkilenebilir ve kolayca gözden kaçabilir: solunum (diyaframı içerir), yutma (farenks ve yemek borusu kaslarını içerir), öğürme refleksi ve konuşma. Hareketlerin uyku sırasında kaybolması. Bazen irade gücüyle kısmen bastırılabilirler ve sıklıkla kaygıyla daha da kötüleşirler. Zaman zaman değişiklik gösterebilirler. Birçok TD vakası nispeten hafif seyreder ve genellikle 'dil, ağız, çene, yüz veya göz kapaklarının hareketleriyle' sınırlıdır. Yine de, şekil bozukluğuna yol açar ve çoğu zaman utanç vericidir. Nadir görülen bir vaka tamamen sakat bırakıcıdır ve hastaların intihar ettiği bilinmektedir. Tardif distoni ve tardif akatizi olmak üzere TD'nin iki ilişkili varyantı hakkında farkındalık artmaktadır. Tardif distoni, "genellikle yavaş olan ve uzuvları, gövdeyi, boynu veya yüzü etkileyebilen, sürekli istemsiz bükülme hareketlerini" içerir. Kişinin normal aktivitelerini geçici olarak yapmasını engelleyen kramp benzeri, ağrılı spazmlara neden olabilir. Tardif akatizi, bireyi volta atma gibi huzursuz aktivitelere iten içsel bir gerginlik veya kaygı hissini ifade eder."

"1980 yılında APA, Görev Gücü Raporu : Tardif Diskinezi'de hastalığın ayrıntılı bir analizini yayınladı. TD'nin 'nöroleptiklerle tedaviden kaynaklanan, ciddi, genellikle geri döndürülemez, tedavi edilemez ve oldukça yaygın bir hastalık olduğunu' açıkça ortaya koydu. Görev Gücü, rutin tedavide (birkaç aydan iki yıla kadar) TD yaygınlık oranını minimal hastalıktan daha yüksek olanlar için en az %10-20 olarak tahmin etti. Yaşlı ve kronik olarak maruz kalan hastalarda, minimal hastalıktan daha yüksek olanlar için oran en az %40 idi."

"Yaşlı huzurevi hastaları üzerinde yapılan yakın tarihli bir çalışma, 'hastaların %41'inin yalnızca yirmi dört aylık bir süre içinde tardif diskinezi geliştirdiğini ve hiçbirinin tamamen iyileşmediğini' ortaya koydu. Uzun süreli çalışmalarda, 'yaşlılarda kendiliğinden diskinezi görülme sıklığının %1-5 arasında olduğu' bulunmuş olmasına rağmen, ilaç tedavisi almayan kontrollerin hiçbirinde iki yıl boyunca kendiliğinden diskinezi gelişmedi. Görev Gücü oranları ne kadar yüksek olursa olsun, bir dizi çalışma, özellikle 'yaygınlığın %50'yi aşabileceği yaşlı ve uzun süreli hastalarda oranların aslında daha da yüksek olabileceğini' göstermektedir. Ayrıca, literatürde, 'bilinmeyen nedenlerletardif diskinezi genel oranlarının son yıllarda arttığı' konusunda genel bir fikir birliği vardır; bu, Görev Gücü rakamlarının, 'artan oranlar tarafından gölgede bırakıldığını' göstermektedir."

"Genellikle daha yüksek yaygınlık tahminlerine bir istisna olarak, Jeste ve Wyatt (1982) yalnızca %13'lük bir yaygınlık oranı tahmin ettiler; ancak bu düşük tahmini, verilerde oldukça 'sıra dışı iki manipülasyon' yaparak elde ettiler. İlk olarak, tüm minimal ve hafif vakaları hariç tuttular ve yalnızca orta ve şiddetli vakaları dahil ettiler, ancak çoğu çalışma vakaların büyük çoğunluğunun aslında minimal veya hafif olduğunu göstermektedir. Bu nedenle çoğu vakayı, değerlendirme dışı bıraktılar. İkinci olarak, yazarlar, 'kalan vakaların dörtte birinin, ilaca bağlı diskinezileri olmadığını' varsaydılar, ancak kendileri de 'ilaç öncesi dönemde diskinezi oranının, %0,5 kadar düşük olduğunu' gösteren çalışmalara atıfta bulundular. Verileri ciddi şekilde budamasalardı, Jeste ve Wyatt'ın verilerinden elde edilen yaygınlık oranları %25'i önemli ölçüde aşacaktı. Öte yandan, 'orta ve ağır düzeyde tedaviye bağlı nörolojik hastalıkta %13'lük bir oran bile iatrojenik bir felaket' oluşturmaktadır."

"....APA'nın Tardif Diskinezi Görev Gücü, Jeste ve Wyatt ve diğerleri, TD sendromunun 'ilaç çağının bir ürünü olduğu' sonucuna varmışlardır."

"Tüm çağdaş psikiyatri ders kitaplarında 'TD, nöroleptiklerin neden olduğu bir hastalık' olarak kabul edilmektedir."

"TD vakalarının  toplam sayısını belirlemek zordur. Van Putten, yakın zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nde 400.000 - 1.000.000 vaka tahmininde bulunmuştur. Benim tahminim daha yüksek olup, birkaç milyon civarındadır. Tardif diskineziyi 'yaygın bir salgın ve muhtemelen tarihin en kötü tıbbi felaketi' olarak adlandırmak abartı olmaz."

"Nöroleptiklerin neden olduğu, beynin 'en yüksek merkezlerinde' kalıcı veya sürekli hasar... Limbik sistem ve frontal loblarda hasar ve buna bağlı 'kalıcı zihinsel işlev bozukluğu' şeklinde TD'nin 'daha yüksek beyin ve zihinsel işlev eşdeğerleriolduğuna dair kanıtlar birikmektedir."

"Beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen beyin atrofisi ve ilişkili zihinsel eksiklikler...

"Nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında 'serebral atrofiyi' ölçmeyi amaçlayan en eski çalışmalardan birinde, Sabuncu, Sabacin, Saygill, Kumral ve Ornek (1977), genişlemiş ventrikülleri göstermek için pnömoensefalografi kullanmışlardır. Diğer PEG çalışmaları da benzer bulgular göstermiştir..."

"Neredeyse tamamı nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da 'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir. Ventriküller, kafatası sınırları içindeki 'doku küçülmesine' orantılı olarak genişleme eğilimindedir. Sulkuslar, 'serebral korteks' küçüldüğünde derinleşir veya genişler. Şizofreni hastalarında ilaç tedavisi uygulanan BT çalışmalarında en sık görülen bulgu lateral ventrikül genişlemesidir."

"Johnstone ve meslektaşları, şizofreni hastalarının BT taramalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' gösteren ilk araştırmacılar arasındaydı. Ayrıca Withers ve Hinton Testi ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel bozukluk' buldular. Weinberger, Cannon-Spoor, Potkin ve Wyatt (1980) ve Weinberger, Torrey, Neophytides ve Wyatt (1979), neredeyse tamamı ilaç tedavisi görmüş şizofreni hastalarında 'ventrikül boyutunun arttığını' buldular. "

"Famuyiwa, Eccleston, Donaldson ve Garside (1979), TD'li ve TD'siz şizofreni hastalarında BT taramasında 'serebral atrofi' bulmuş ve ayrıca özellikle TD hastalarında, kontrollerle karşılaştırıldığında 'demans' oranında artış' tespit etmişlerdir. Withers ve Hinton ve Inglis Eşleştirilmiş İlişkilendirme Öğrenme Testi'nde 'zihinsel işlev bozukluğunda artış' bulmuşlardır. Golden, Moses, Zelazowski, Graber, Zatz, Horvath ve Berger (1980), nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında BT taramasında 'beyin atrofisi' bulmuş ve bunu Luria-Nebraska grubundaki 'zihinsel işlev bozukluğuyla' ilişkilendirmişlerdir. (...)"

"..."nispeten genç" ifadesinin genellikle 'birden fazla hastaneye yatışı olan kırk beş (45) yaşın altındaki hastalar' anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. "

"PET, nöroleptiklerin 'dopamin nörotransmitter sistemini bloke ederek işlev bozukluğuna' neden olduğu bilinen 'beynin, belirli bölgelerini incelemek' için kullanılmıştır; bunlara bazal gangliyonlar da dahildir. Çeşitli çalışmalar, nöroleptik tedavi gören hastaların 'bazal gangliyonlarındadopaminle ilişkili anormallikler gelişebileceğini' göstermektedir."

"Tedavi görmemiş şizofreni hastalarında yapılan PET çalışmaları çelişkili sonuçlar vermiştir. İlaç kullanmayan hastaları içeren bir PET çalışmasında frontal hipoaktivite bulunmamıştır. Çalışmaya, daha önce hiç nöroleptik almamış altı (6) hasta ve 1 ila 4 tek doz almış dört (4) hasta olmak üzere bir düzine hasta dahil edilmiştir. Ne PET, ne MRI ne de BT tarama çalışmaları, nöroleptik tedaviden önce 'beyin anormalliklerinin' varlığı konusunda henüz kesin bir sonuca varamamıştır. "

"....PET, MRI ve BT taramalarından elde edilen artan radyolojik kanıtlar, nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında kronik beyin disfonksiyonu (PET taramaları) ve beyin atrofisi (MR ve BT taramaları) varlığını doğrulamaktadır. İlgili BT tarama çalışmalarının toplam sayısının 90'ın üzerinde olduğu tahmin edilmektedir ve bunların çoğu 'hasarı' göstermektedir. Diğer çalışmalar, yaşam boyu toplam nöroleptik alım miktarını da hesaba katmaktadır, ancak bu sıklıkla tekrarlanan bir bulgu değildir."

"Andreasen, 'hastalığın şiddeti ve süresi arttıkça, daha yüksek oranların bildirildiğini' belirtmiştir. Bu durum aynı zamanda nöroleptiklerle tedavinin süresi ve yoğunluğuyla da ilişkilidir."

"Nöroleptik tedaviyle ilişkili zihinsel bozulmaya dair kanıtlar artmaktadır. Daha önceki bir inceleme, TD'li birçok hastanın, aynı zamanda 'ciddi zihinsel bozulmadan da muzdarip olduğunu' ortaya koymuştur."

".... etken madde ortadan kaldırıldıktan sonra demansta 'tam iyileşme olmaksızın' kısmi bir iyileşme beklenir. Hastanın psikolojik testlerinde ciddi ve kalıcı zihinsel bozukluğu devam etmiştir."

"Ulusal bir araştırma projesi, sokak uyuşturucuları da dahil olmak üzere çoklu ilaç kullanımının neden olduğu beyin işlev bozukluğunu değerlendirdi. Halstead-Reitan kullanılarak yapılan çalışma, beklenmedik bir şekilde şizofreni hastalarında genel beyin işlev bozukluğu ile toplam yaşam boyu psikiyatrik ilaç tüketimi arasında anlamlı bir korelasyon ortaya çıkardı. Nöroleptik tedavi gören hastaların dörtte birinden fazlasında 'kalıcı beyin işlev bozukluğu' görüldü. İstatistiksel analiz, kronik beyin işlev bozukluğunu ,şizofreniden ziyade yaşam boyu nöroleptik alımıyla ilişkilendirdi: "Nöropsikolojik anormallik, daha fazla antipsikotik ilaç deneyimiyle ilişkiliydi." Gerçekten de nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır." (Grant, Adams, Judd, Rennick, Schooff, Reed 1978) (Breggin 1983)

"Nöroleptik tedavi gören hastaların dörtte birinden fazlasında 'kalıcı beyin işlev bozukluğu' görüldü. İstatistiksel analiz, kronik beyin işlev bozukluğunu ,şizofreniden ziyade yaşam boyu nöroleptik alımıyla ilişkilendirdi:"

"....nöroleptik kullanmak yerine sokak uyuşturucularını kötüye kullanan şizofreni hastalarında, şizofreni ile beyin işlev bozukluğunun artması arasında bir ilişki görülmedi. Hastaların hiçbiri beş yıldan uzun süredir nöroleptiklere maruz kalmamıştır."

"Nöropsikolojik anormallik, daha fazla antipsikotik ilaç deneyimiyle ilişkiliydi."

"Mesleki bir toplantıda sunulan makalenin yayımlanmamış bir versiyonunda (Grant, Adams, Carlin, Rennick, Judd ve Schooff, 1978), yazarlar tardif diskinezi ile bilişsel eksiklikler arasındaki bağlantıyı vurgulamış ve sonuç cümlelerinde şu uyarıda bulunmuşlardır: "Antipsikotik ilaçların aşırı tüketimlerinin genel serebral disfonksiyona neden olma olasılığı açısından incelenmeye devam edilmesi gerektiği de açıktır.""

"Nöroleptiklerden kaynaklanan 'beyin hasarı ve işlev bozukluğu' tartışmasında, atıfta bulunulan çalışmaları hiç görmedim. (...)  Literatürde, belki de bir örtmece arayışında olan eğilim, tam gelişmiş bir "bunama sendromu" tanımlandığında bile tardif dismansi terimini kullanmak olmuştur."

"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada, birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir."

"Daha yakın zamanda, hastanede yatan ve ilaç tedavisi gören hastalar üzerinde yapılan bir klinik çalışmada, birçok hastanın kronik organik beyin sendromuna özgü 'zihinsel gerileme' yaşadığı tespit edilmiştir. Zihinsel anormallikler, AIMS'de ölçülen TD semptomlarıyla pozitif korelasyon göstermiştir. Ayrıca, nöroleptik tedavinin süresi, üç demans ölçütüyle - dengesiz ruh hali, yüksek sesle konuşma ve öfori - korelasyon göstermiştir. Yazarlar şöyle demiştir: "Bizim hipotezimiz, şizofreni hastalarında zaman içinde gözlemlenen bazı davranış değişikliklerinin, tardif diskinezinin davranışsal eşdeğerini temsil ettiğidir; biz buna tardif dismansi (tardive dysmentia) diyeceğiz." Ancak, bu semptomlar genellikle birçok çalışmada bulunan bilişsel eksiklikleri de içeren daha kapsamlı bir organik beyin sendromunun parçasıdır ve tardif demans terimi daha uygun görünmektedir. Literatürde, belki de bir örtmece arayışında olan eğilim, tam gelişmiş bir "bunama sendromu" tanımlandığında bile tardif dismansi terimini kullanmak olmuştur."

".... Şizofreni Bülteni, nöroleptiklerin neden olduğu "tardif dismansi"yi tartışan yorumlar içeren birkaç makale yayınlamıştır. Jones, bu tür ilaçların neden olduğu iki tür kalıcı beyin hasarı arasında ayrım yapmıştır: biri apatiye, diğeri öforiye neden olur. Goldberg de benzer bir mantık yürütmüş ve literatürü incelemiştir."

"....beyin hasarı ve işlev bozukluğunu tespit etmede en hassas testler arasında kabul edilen Luria-Nebraska ve Halstead-Reitan testleri, ventriküler genişleme ile nöropsikolojik eksiklikler arasında bir ilişki olduğunu gösterme eğilimindedir. Genel olarak, eğilim kesinlikle BT taraması atrofi indeksleri ile 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu ve demans nöropsikolojik indeksleriarasında bir korelasyona doğru ilerlemektedir."

"....TD hastalarında, TD'si olmayan nöroleptik tedavi gören kontrollere kıyasla 'soyut muhakeme yeteneğinde bir kayıp' bulmuştur. (...) .... hafıza bozukluğu da dahil olmak üzere bilişsel eksiklikler ile yüz tardif diskinezisi arasında güçlü bir korelasyon bulmuşlardır. Yüz diskinezisi olan hastalarda eksiklik derecesinin, yaşam boyu toplam nöroleptik alımıyla ilişkili olduğunu öne sürmüşlerdir. (...) ... Parkinson ve Huntington hastalarında bilişsel eksiklikleri gösteren çeşitli testler kullanarak, tardif diskinezi vakalarında benzer bilişsel bozukluklar buldular. Daha şiddetli TD'si olan bireylerde daha şiddetli bilişsel kayıplar vardı. Tardif diskinezinin, daha büyük bir "kronik nöroleptik kaynaklı nörotoksik sürecin" bir ifadesi olduğu sonucuna vardılar. "

"Gualtieri ve meslektaşlarının raporları, birçok kurum bakımı altındaki çocuk ve genç yetişkinin nöroleptik ilaçları bıraktıktan sonra psikiyatrik semptomlarında 'kötüleşme dönemi geçirdiğini' göstermiştir. Bu durum, şizofrenik bir sürecin komplikasyonu olmayan gelişimsel engelli hastalarda görülür."

"Araştırmacılar, yoksunluk sorunlarını, ilaca bağlı bir bunama sürecine bağlamaktadır. Bazı hastalar ilaçsız kaldıklarında 'durumları stabilize' olur veya iyileşirken, bazıları ilaçlar nedeniyle kalıcı olarak kötüleşmiş gibi görünmekte ve yetişkin vakalarda olduğu gibi, ilaca bağlı semptomlarını kontrol altına almak için daha fazla ilaca ihtiyaç duymaktadır. "

"Gualtieri ve Barnhill (1988), çeşitli açıklamaları tartışmakta ve en olası hipotezin nöroleptiklerin üst düzey zihinsel işlevleri bozduğu sonucuna varmaktadır. "Bu soruyu ele alan hemen hemen her klinik araştırmada, TD hastalarının TD olmayan hastalara kıyasla demans açısından daha fazla risk taşıdığı bulunmuştur" diye belirtiyorlar."

"....ikna edici bir literatür, 'nöroleptiklerle uzun süreli tedavi gören' hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler ve demans geliştiğini' göstermektedir."

"Genel olarak, nöroleptiklerin uzun süreli kullanımının, önemli ancak henüz belirlenemeyen bir hasta yüzdesinde kalıcı bilişsel eksikliklere ve bunamaya neden olduğu veya bunlarla güçlü bir şekilde ilişkili olduğu ve tardif diskinezi hastalarının, - belki de vakaların çoğunda -, özellikle etkilendiği' yönünde kanıtlar artmaktadır."

"Bazı raporlar, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda, başlangıçtaki psikiyatrik bozukluklarından daha şiddetli hale gelebilen, ilaca bağlı geç psikozlar geliştiğini göstermektedir. (....) Ne yazık ki, hastalar çok daha kısa bir doğal geçmişi olabilecek bir bozukluk için ömür boyu ilaç tedavisine ihtiyaç duyabilirler."

"İki çalışmanın yazarları, 'ilaçların bırakılmasından sonra psikotik semptomların alevlenmesinin, ilaçların beyinde oluşturduğu hasardan kaynaklandığına' inanmaktadır. Hastalığa, TD ile paralelliğini vurgulamak için tardif psikoz adını vermişlerdir. Geri döndürülemez olabilir ve TD gibi, ilacın neden olduğu semptomları bastırmak için 'sürekli artan dozda ilaç kullanımı' gerektirebilir."

"İlaçların kesilmesi ayrıca geçici veya kalıcı diskinezilere, disforiye ve otonomik dengesizliklere yol açarak 'mide bulantısı ve kilo kaybına' neden olabilir. Nöroleptik yoksunluğuna verilen bu tepkiler, bu ilaçların "bağımlılık yapıcı" olarak sınıflandırılması konusunda tartışmalara yol açmıştır." 

"...bazı çalışmalar nöroleptik tedaviden beklenen patolojik değişiklikleri göstermiştir: bazal gangliyonlarda hücresel kayıp veya dejenerasyon."

"....Brown ve diğerlerinin (1986) inceleme çizelgesinin de gösterdiği gibi, ilaç kullanmayan şizofrenikler üzerinde yapılan tek modern postmortem çalışmada beyin atrofisi saptanmamıştır."

"Kesin olmasa da, ölüm sonrası bulgular nöroleptik tedaviden beklenen etkileri doğrulama eğilimindedir: bazal gangliyonlarda ve substantia nigra'da bozulma ve daha genel bir patoloji. Hayvan araştırmaları ayrıca 'nöroleptik tedavinin kalıcı beyin hasarına yol açabileceğini' güçlü bir şekilde göstermektedir."

"...TD ile ilişkili spesifik değişiklikler bir bilmece olmaya devam ederken, genel olarak nöroleptik tedaviyle ilişkili çeşitli patolojik değişikliklerin bulunması giderek daha iyi anlaşılıyor ve birçok çalışma, bulguları - en büyük etkinin beklenebileceği - bazal gangliyonlarda lokalize ediyor."

"Nöroleptik tedavi gören hastalarda 'kalıcı bilişsel eksiklikler, beyin işlev bozukluğu, demans ve beyin hasarı - özellikle atrofi -' varlığını doğrulayan önemli kanıtlar bulunmaktadır. En tutarlı ve ikna edici kanıtlar, yeni beyin görüntüleme teknikleri (BT, MR ve PET taramaları) tarafından elde edilmiştir."

"Çok sayıda klinik ve nöropsikolojik çalışma, nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarında 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, tardif psikoz ve tardif demans' bildirmiştir."

".... 'beyin görüntüleme, klinik değerlendirmeler, nöropsikolojik testler ve insan ölümlerinden' elde edilen kanıtlar, 'nöroleptiklerin birçok hastada bulunan bilişsel işlev bozukluğu ve beyin hasarının olası nedeni olduğunu' göstermektedir."

"....insan çalışmalarından elde edilen veriler, - çeşitli araştırmalarda bildirilen - 'nöroleptiklerin, üst beyin ve zihin hasarının nedeni olduğunu' göstermektedir."

"Neredeyse tamamı nöroleptik tedavi gören şizofreni hastalarının bilgisayarlı aksiyel tomografisini (BT taramaları) içeren birçok çalışmada, 'genişlemiş lateral ventriküller' ve bazen de 'genişlemiş sulkuslar' bulunmuştur; bu da 'beynin, küçüldüğünü veya atrofisini' göstermektedir."

"Nöroleptiklerin, hem TD hem de tardif demansın oluşumunda 'potansiyel olarak kritik bölgeler olan bazal ganglionlara zarar verebileceğine' dair otopsi kanıtları mevcuttur. Roizin, True ve Knight, 1959 gibi erken bir tarihte, nöroleptik tedavi gören birkaç hastanın 'bazal ganglionlarında, ölüm sonrası dejenerasyon' bildirmiş ve bu bulguları 'ilaçların neden olduğu ilgili nörolojik işlev bozukluklarıyla' ilişkilendirmiştir. Forrest, Forrest ve Roizin (1963), uzun süreli nöroleptik tedavisi gören bir vakanın otopsi değerlendirmesini bildirmiş ve bu vakada serebral kortekste nöron kaybı ve substantia nigra'da dejeneratif değişiklikler 'görülmüştür. En çarpıcı değişiklikler, bazal ganglionların putamenindeydi. Hastaya ayrıca şok tedavisi de uygulanmıştı. Gross ve Kaltenbach (1968), üç otopsiden 'kaudat çekirdeğinde 'onarılamaz hasara' dair kanıtlar' elde ettiler. Nöroleptik tedavinin 'geri dönüşümlü doku lezyonlarına ve kaudat çekirdeğinde onarılamaz hasara yol açabileceğini' öne sürdüler. Christensen, Moller ve Faurbye (1970), TD'li hastalarda, kontrollerine kıyasla substantia nigra'da ve diğer patolojik bulgularda önemli ölçüde daha yüksek derecede hücre dejenerasyonu buldular. Jellinger (1977), literatürü inceledi ve kendi araştırmasında, kronik nöroleptik tedaviye tabi tutulan hastaların %46'sında "kaudat çekirdeğindeki büyük nöronlarda hasar, artan satellitoz ve hafif glial reaksiyon" buldu. Patolojik değişiklik gösteren hastaların yüzdesi, tardif diskineziden muzdarip olanlarda daha yüksekti (%57'ye karşı %37,5). Etkilenen bölgeler, nöroleptiklerden en doğrudan etkilenen bölgeler arasındaydı."

"TD hastalarındabeyindeki yüksek merkezlerde hasara dair bir başka klinik kanıt kaynağı daha vardır: TD hastalarında inkar veya anosognoziye dair klinik raporlar. Literatür taraması, tardif diskinezi hastalarının çoğunun 'semptomlarından şikayet etmediğini ve hatta bunlarla karşı karşıya kaldıklarında varlıklarını kabul etmeyi reddettiğiniortaya koymuştur." Myslobodsky, Tomer, Holden, Kempler ve Sigol (1985), TD hastalarının %88'inin "istemsiz hareketleriyle ilgili olarak tamamen kayıtsız veya anosognozili" olduğunu bulmuşlardır. Çalışma ayrıca bu hastalarda bilişsel eksikliklere dair bazı belirtiler de buldu. Myslobodsky (1986), TD hastalarının %95'inde "duygusal kayıtsızlık veya anormal hareketlerde belirgin anosognozi" olduğunu bildirmiştir. En olası nedenin, "muhtemelen dopaminerjik devrelerdeki nöroleptik kaynaklı bir eksiklikten kaynaklanan, bunama bozukluğuyla ilişkili bir tür bilişsel gerileme" olduğu sonucuna varmıştır. "

"Geç psikoz, klinik olarak daha yerleşik bir durum olan geç demansla örtüşmektedir. Gualtieri ve meslektaşlarının (1984, 1986) çalışmaları, hastalarının 'artmış disfori, psikotik semptomlar ve demans karışımından muzdarip olduğunu' göstermektedir. Klinisyenler, kısmen geç psikoz gibi görünen bir durum nedeniyle, hastaları nöroleptiklerden ayırmanın zorluğunun giderek daha fazla farkına varmaktadır. "

"Kronik nöroleptik tedaviyi takiben şaşırtıcı derecede az sayıda otopsi raporu bulunmaktadır ve bunlar da bir dereceye kadar kesin sonuçlar vermemiştir."

"...bazı çalışmalar nöroleptik tedaviden beklenen patolojik değişiklikleri göstermiştir: bazal gangliyonlarda hücresel kayıp veya dejenerasyonBazal gangliyon terimi, striatum (kaudat, putamen ve globus pallidus) ve nöroleptiklerden güçlü bir şekilde etkilendiği bilinen kara maddeyi (substantia nigra) belirtmek için kullanılacaktır."

"Hastaların ortalama hastalık süresi 31 yıl olduğu ve birçoğu kurum dışılaştırmadan önceki dönemde hastanede öldüğü için, çoğu veya tamamı - muhtemelen kafa travması ve tespit edilemeyen hastalıklar da dahil olmak üzere - beyin hasarına neden olabilecek, çok sayıda başka strese maruz kalmış uzun süreli mahkûmlardı. Görünüşe göre neredeyse tüm hastalar o kadar çok zararlı strese maruz kalmıştı ki, bulguları şizofreniye bağlamak veya tedavi de dahil olmak üzere diğer nedenleri dışlamak imkansızdı."

"TD, kısmen 'substantia nigra'nın A9 bölgesindeki dopaminerjik nöronların nöroleptik kaynaklı kronik inhibisyonu sonucu' oluşur.Bu A9 nöronları, 'dopamin salınımını uyardıkları striatal çekirdeklere (kaudat ve putamen), projeksiyonyapar. A9 nöronlarının 'nöroleptik blokajının' ardından, striatumdaki 'postsinaptik dopamin reseptör' hedefleri, hem 'dopamin reseptörlerinin sayısında hem de duyarlılıklarındatelafi edici bir artışa uğrar. Striatumdaki bu dopamin reseptörü aşırı duyarlılığı veya hiperreaktivitesi, TD'ye neden olur."

"TD için dopamin modeli, nöroleptiklerin ilk etkisinin 'Parkinson hastalığını (motor yavaşlama) taklit ederken, ilaçların gecikmiş etkilerinin (hiperkineziler) Huntington koresini taklit ettiğini' göstermektedir. Parkinson hastalığının 'karakteristik lezyonlarısubstantia nigra'da bulunur. Substantia nigra, nöroleptikler tarafından 'işlevi hızla engellenen, dopamin nöronlarının bulunduğu' yerdir. Huntington koresinin karakteristik lezyonları striatumda [kaudat ve putamen] bulunur. Striatum, 'kronik nöroleptik inhibisyondan kaynaklanan gecikmiş TD aşırı duyarlılığının ortaya çıktığı' yerdir. Bu, daha önce belirttiğimiz bir noktayı vurgular: nöroleptik etkiler, 'hem motor bozukluğa hem de ciddi bilişsel işlev bozukluğuna neden olan nörolojik hastalıklarla' paralellik gösterir."

"...nöroleptik etkiler, 'hem motor bozukluğa hem de ciddi bilişsel işlev bozukluğuna neden olan nörolojik hastalıklarla' paralellik gösterir."

"Marsden (1976), beynin en yüksek merkezlerinde geri döndürülemez nöroleptik kaynaklı hasarın - tardif diskineziye benzer şekilde - tehlikesine işaret eden az sayıdaki kişiden biriydi. "

"Uzun süreli nöroleptik tedavi, striatal dopamin reseptörü etkisinde görünüşte kalıcı bir değişikliğe neden olabiliyorsa, aynı şeyin mezolimbik kortikal dopamin reseptörlerinde de meydana gelebileceği varsayılmalıdır." -Marsden. Lancet'e yazdığı bir mektuptan...

"En yüksek zihinsel merkezlere yönelik nöroleptik tehdit, benzer nöroleptik inhibisyona duyarlı dopaminerjik nöronların, 'duygusal ve zihinsel aktiviteleri düzenleyen mezolimbik sistem ve korteks de dahil olmak üzere beynin en yüksek merkezlerinde bulunduğu' fark edildiğinde belirginleşir. Bu nöronların gövdeleri ventral orta beyin tegmentumundan (A10) kaynaklanır ve aksonlarını, 'nucleus accumbens (çekirdek akumbens), septal çekirdekler, amgydala ve frontal ve singulat korteks' dahil olmak üzere limbik ve kortikal yapılara yansıtır ve burada dopamin salınımını uyarır."

"Hayvan araştırmaları, 'dopamin reseptörlerinin aşırı duyarlılığının, - striatumda olduğu gibi - mezolimbik ve serebral korteks bölgelerinde' de geliştiğini ve nöroleptik tedavinin sonlandırılmasından sonra kronikleşebileceğini doğrulamıştır."

"Nöroleptik ilaçlar, 'yükselen retiküler aktive edici oluşum' üzerindeki etkileriyle karakterize edilir ve bu da dış ve iç uyaranlara karşı tepkiselliğin ve spontan aktivitenin azalmasına neden olur. Ayrıca, limbik sistem üzerindeki etkileri duygusal uyarılmanın körelmesine yol açar." -Lehmann (1975)

"Nöroleptiklerin şu anda A10 bölgesindeki nöronların aktivitesini, daha yüksek beyin merkezlerine projeksiyonlarıyla baskıladığı, rutin klinik kullanımda nöroleptiklerin ürettiği 'ilgisizlik, kayıtsızlık veya apati' ile klinik olarak doğrulanmaktadır. Daha önce ayrıntılı olarak analiz edildiği gibi, bu etki, lobotomi ve yeni psikocerrahi yöntemleriyle limbik sistem liflerinin, cerrahi olarak kesilmesinin klinik etkisiyle yakından paralellik göstermektedir. Nöroleptiklerin etkisini 'kimyasal lobotomi' olarak nitelendirmek abartı olmaz."

"....dopamin nöronları 'bazal gangliyonların, limbik ve serebral kortikal bölgelerin' işleyişinde önemli bir rol oynar ve bireyin en yüksek zihinsel yaşamında kritik öneme sahiptir. İnsan ve hayvan araştırmalarından elde edilen kanıtlar, nöroleptiklerin dopamin nörotransmitter sistemlerini baskıladığını doğrulamaktadır. Nöroleptiklerin zihin üzerindeki etkisi, bu nöronal sistemlerin inhibisyonuyla açıklanabilir. "

"....hayvan deneyleri, kronik nöroleptik tedavisinin 'limbik-kortikal sistemi, striatumda olduğu gibi etkilediğini ve dopamin reseptörlerinde kalıcı bir reaktif aşırı duyarlılık yarattığını' ortaya koymaktadır. Bu tür gözlemlerden, nöroleptik tedavi edilen hastalarda 'kalıcı bilişsel eksikliklere, tardif demansa ve beyin atrofisine' neden olabilen tardif diskinezinin 'limbik ve kortikal eşdeğerini' bekleyebiliriz."

"....substantia nigra'daki (A9) bazı dopamin nöronları, striatum yerine kortekse projeksiyon yapar. Bu nöronlar, nöroleptikler tarafından bloke edilir ve bu kortikal projeksiyonlardaki işlev bozukluğunun, en üst düzey zihinsel işlevler üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olması beklenebilir. .... striatumun 'kendisinin salt motor bir alan olmadığı ve daha üst düzey zihinsel işlevlerle ilişkili olduğu' bir süredir bilinmektedir. Striatum, limbik sistem ve serebral korteks arasında birden fazla bağlantı vardır."

"Kalıcı TDmuhtemelen geri döndürülemez striatal hasarın bir sonucudur. Ancak korpus striatum, motor kontrolünden daha fazlasından sorumludur; çok çeşitli karmaşık insan davranışlarını etkileyen karmaşık bir organdır. Striatal dokuyu etkileyen hiçbir hastalığın, yalnızca motor sonuçları olduğu bilinmemektedir; Parkinson ve Huntington hastalıkları bunlardan sadece iki örnektir." -Gualtieri ve Barnhill (1988)

"....nöroleptik kaynaklı 'kalıcı bilişsel işlev bozukluğu, geç psikoz ve geç demansın' gelişiminde birkaç ilişkili mekanizma vardır: Dopamin nöronlarında hasar ve mezo-limbik ve kortikal bölgelerdeki dopamin reseptörlerinin aşırı duyarlılığı ve beynin en üst kısımlarıyla zengin bağlantıları olan striatumun kendisinde benzer hasar ve işlev bozukluğu. Nöroleptiklerin, lobotomi benzeri apati veya ilgisizlik de dahil olmak üzere, daha yüksek zihinsel işlevlere kalıcı zarar vermesi kaçınılmaz görünmektedir."

"Nöroleptik Maruziyetinden Kaynaklanan Beyin Yapısal Hasarı... Hayvanlarda nöroleptik tedavinin bir sonucu olarak ortaya çıkan kalıcı biyokimyasal değişikliklere (dopamin aşırı duyarlılığı) dair kanıtları kısaca inceledik. Sinir hücrelerinde kalıcı hasara dair de benzer kanıtlar mevcuttur."

"Hayvanlarda kronik nöroleptik uygulamasından sonra bazal gangliyonlarda 'hücre dejenerasyonu ve ölümü' de dahil olmak üzere 'yapısal beyin hasarına' dair kanıtlar bulunmuştur."

"Şizofreni serebral atrofiye neden olsun ya da olmasın, nöroleptikler de buna neden olabilir. Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi, nöroleptik öncesi otopsiler, ilaç döneminden önceki şizofreni hastalarında tutarlı bir atrofi bulgusu ortaya koymamıştır."

"Nielsen ve Lyon (1978), otuz altı haftalık nöroleptik tedaviden sonra sıçanların striatumunda hücre kaybı tespit etmişlerdir. "Sonuçlar ayrıca, uzun süreli nöroleptik tedavinin kalıcı, geri dönüşümsüz anatomik değişikliklere yol açabileceğini göstermektedir" sonucuna varmışlardır."

"....nöroleptiklere daha uzun süreli maruz kalma içeren hayvan çalışmaları - bir yıl ve 36 hafta - bazal gangliyonlarda beklenen nöronal bozulmayı göstermiştir. Bu bulgular, nöroleptiklerin kronik uygulamadan sonra bazal gangliyon fonksiyonunda kalıcı değişiklikler üretme kapasitesini ortaya koymaktadır."

"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar bildirmektedir. "

"....tardif psikozun tanımlanması, 'nöroleptiklerin, kalıcı bilişsel işlev bozukluğuna neden olabileceğine' dair daha sağlam kanıtlar desteklemektedir. Bu çalışmaların yazarları, nedenselliği şizofreniye değil, nöroleptiklere bağlamaktadır. Tardif psikozun 'ilaç tedavisinin uzunluğu ve ilaç kesilmesiyle' ilişkisi ikna edicidir. "

"...hastalar sıklıkla 'toksik ilaç reaksiyonlarından kaynaklandığı bilinen ancak şizofreniden kaynaklanmayan, organik bir beyin sendromundan' muzdariptir."

"Yaygın 'bilişsel işlev bozukluğu ve bunama' genellikle toksik ilaçlar gibi 'beyne, organik bir hasar verilmesinden' kaynaklandığından, bilişsel işlev bozukluğu ve bunama üzerine çalışmalar yapanlar, genellikle şizofreni yerine 'nöroleptikleri' olası neden olarak tanımlarlar."

"Yaşlılıkta psikoz bazen hareket bozukluklarıyla birlikte kendiliğinden ortaya çıkar ve ikisi arasındaki ilişki muhtemelen beyindeki dopamin sisteminin bozulmasıyla ilişkilidir. Bu bozukluklarilaçlardan ziyade yaşlanmayla ortaya çıksa da, bu bulgu 'dopamin sistemindeki anormalliklerin hem hareket bozukluklarına hem de zihinsel işlev bozukluğuna neden olduğu' gerçeğini daha da doğruluyor ve nöroleptik tedavinin de 'dopamin nörotransmisyonu bozukluklarına' yol açtığını ve aynı 'olumsuz kombinasyonun' makul bir şekilde beklenebileceğini gösteriyor."

"...çoğu hayvan çalışması, nöroleptiklere nispeten kısa süreli maruziyetten sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere geri döndürülemez nöronal hasar bildirmektedir. Nöroleptiklere daha uzun süreli maruziyetten sonra, hasarın beklenen lokalizasyonu genellikle bazal gangliyonlarda ve substantia nigra'da görülür. Hayvan çalışmalarındaki bu bulgular, tedavi sürelerinin nispeten kısa olması ve bazı raporlardaki nispeten düşük dozlar göz önüne alındığında özellikle dikkat çekicidir."

"Bir yıl "uzun vadeli" olarak kabul edilir. İnsanlar genellikle nöroleptiklere 'uzun yıllar, bazen on yıllarca, bazen de çok yüksek dozlarda' maruz kalmaktadır. Ayrıca, küçük kemirgenlerin beyinlerinin, çoğu toksik ajanın neden olduğu hasara karşı büyük memelilere göre 'çok daha dirençli olduğu' iyi bilinmektedir."

"Genellikle daha kısa süreli bazı hayvan çalışmalarında bazal gangliyonlarda hasar bildirilmemiştir; ancak bunların neredeyse tamamı, daha yaygın nitelikte ciddi ve kalıcı hasar tespit etmiştir. Sıçan korteksinde, 1-5 haftalık trifluoperazin uygulamasından sonra değişiklikler tespit edilmiştir. "Bazı damarların duvarlarında homojenleşme" ve "hiperkromik ve buruşuk sinir hücrelerinin" sayısında artış gibi birçok anormallik tespit edilmiştir. Tedavinin kesilmesinden bir ay sonra, bazı hayvanlarda herhangi bir anormallik görülmemiştir; ancak sayısı belirtilmeyen bazı hayvanlarda görülmüştür: "Bazı deney hayvanlarında kontrol grubuna göre daha fazla hiperkromik sinir hücresi bulunmuştur." Buna karşılık gelen biyokimyasal anormallikler de vardı. Özette, "sadece hafif değişiklikler olduğu ve morfo-histokimyasal çalışmamıza göre bunların geri döndürülebilir olduğu" belirtiliyordu. Bu sonuç, başlangıçtaki ciddi değişiklikleri ve tedavinin kesilmesinden bir ay sonra bazı kalıcı patolojileri doğrulayan verilerle desteklenmiyordu."

"Kobaylarda, günde 10 mg klorpromazin ile 4-13 haftalık tedaviden sonra hücre ölümü de dahil olmak üzere yaygın nöropatoloji tespit edildi. "Nöronlarda kronik değişikliklerin oldukça yaygın olduğu" ve "hücre gövdesinde vakuolizasyon, nöronofaji ve eşlik eden glial reaksiyon"u içerdiği bulundu. Retiküler formasyon özellikle etkilenmiş ve hasar, tedavi süresiyle birlikte artmıştır. Kilogram başına 0,5 ila 5 mg'lık "nispeten düşük" bir klorpromazin dozundan sonra, Popova (1967), sıçan beyinlerinde 'duyusal-motor korteks, orta beyin, hipotalamus, talamus ve retiküler formasyon' da dahil olmak üzere birçok bölgede "sinir hücresi gövdelerinin şişmesi, kromatoliz ve vakuolizasyonu" gibi yapısal değişiklikler bulmuştur. Retiküler formasyondaki değişiklikler, fizyologlar tarafından fark edilen işlevlerinin inhibisyonuyla ilişkiliydi. Coin (1975), dört haftalık bir tedavinin sona ermesinden iki ay sonra sıçanlarda kortikal beyin hücrelerinin nükleer hacminde bir azalma bulmuştur. Haloperidol ile tedavi süresi. Hasarın, serebral korteksin ötesinde lokalize edilmesi için herhangi bir girişimde bulunulmadı."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

*** *** ***

"Psikiyatrik bozukluğun süresi (aslında ölçülen değişken!) ile hasar arasında bir korelasyon yoksa, psikiyatrik bozukluğun neden olması pek olası görünmemektedir."

"Şizofreninin atrofiye neden olduğunu savunanlar, tedavi edilmeyen şizofreni hastalarının da 'atrofi' gösterdiği iddialarını savunmak için bazen bir veya iki çalışmaya atıfta bulunurlar. Bu çalışmaları inceledik ve ikna edici olmadıklarını ve birkaç başka çalışmayla çeliştiklerini gördük. Nispeten tedavi görmemiş hastalarda atrofiyi gösterdiği zaman zaman belirtilen bir başka çalışmanın, çoğu birden fazla hastaneye yatış geçirmiş ve uzun yıllar tedavi görmüş kırk beş yaşın altındaki hastaları kapsadığı ortaya çıktı. Ayrıca, bu argüman beyin bozukluklarının nedenine dair pek fazla ışık tutmuyor, çünkü nöroleptiklere maruz kalmanın veya şizofreninin zararlı etkisini göstermesi muhtemelen zaman alacaktır. (...) ... yaşam boyu nöroleptik alımı ile tardif diskinezi arasında hiçbir zaman iyi bir korelasyon kurulmamış olsa da, nöroleptiklerin 'tardif diskineziye neden olduğunu' biliyoruz. Bu nedenle, yaşam boyu nöroleptik alımı ile atrofi veya demans arasında daha kesin bir korelasyon kurmanın zorlaşması şaşırtıcı değildir. Genel olarak, 'şizofreninin, beyin atrofisine ve kalıcı bilişsel kayıplara neden olduğunu' varsayan araştırmacılar, ikna edici bir kanıt veya rasyonel bir gerekçe sunmamaktadır."

"....BT taramalarında bulunan 'atrofinin, şizofreninin ürünü olamayacağına' inanmak için oldukça ikna edici bir neden bulunmaktadır."

"...nöroleptik kullanımından önce şizofreni hastaları üzerinde yapılan yüzlerce otopsi çalışmasında tutarlı bir beyin atrofisi bulgusuna rastlanmamıştır."

"Noyes ve Kolb'un Modern Klinik Psikiyatri (1958) adlı eserinde, nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, beyin atrofisi gibi ciddi bir sorundan bahsetmeye bile gerek kalmadan, herhangi bir türde tutarlı bir nöropatolojik sorun bulunamaması incelenmiş ve "mevcut görüş eğiliminin" şizofreniyi "yaşam koşullarına verilen hatalı bir tepkiye" bağladığı sonucuna varılmıştır. Yine nöroleptik öncesi çalışmalara dayanarak, Amerikan Psikiyatri El Kitabı (1959) adlı eserinde Arieti, şizofreninin nöropatolojisine dair umutların "yetersiz kaldığını" tespit etmiştir. Daha sonraki ders kitapları, şizofreniklerin 'beyinlerinde büyük patolojik değişiklikler' olma olasılığından bahsetmeye tenezzül etmeyecektir, çünkü bu soru, herhangi bir bulguya ulaşılamaması nedeniyle rafa kaldırılmıştır."

"...100 yıldır araştırmacılar, şizofreninin nöropatolojik veya fizyopatolojik bir nedenini bildirmektedir. Sorun şu ki, böyle bir bulgu tekrarlanmamıştır. Hasta bunamadan muzdaripse, tanı şizofreni değildir.” -Lidz (1981), "Şizofren hastalarda serebral atrofi, genişlemiş ventriküller, nörolojik defisitler veya bunama var mıdır?" sorusuna yanıt olarak...

"İlaç döneminden önce postmortem incelemede tutarlı serebral atrofi bulgularına ulaşılamaması, BT taramalarında son zamanlarda görülen atrofi bulgularının şizofreninin değil, şizofreniklerin beynine yönelik yeni bir tehdidin sonucu olduğunu güçlü bir şekilde göstermektedir. Tek önemli yeni tehdit, halihazırda bir beyin hastalığı olan tardif diskineziye neden olduğu bilinen nöroleptik ilaçların yaygın kullanımıdır."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

*** *** ***

** Tartışmalar, Sonuçlar, Öneriler

"Dismansi terimi, nöroleptiklere uzun süreli maruz kalmayla ilişkili yaygın beyin bozukluğuna atıfta bulunurken literatürde ara sıra kullanılmıştır. Söz konusu hastalar genellikle DSM-III-R'de tanımlandığı gibi demansa sahip olduğundan, bu tür bir adlandırma gereksiz görünmektedir. Demansın iatrojenik kökenli olması, yanıltıcı bir örtmeceyle tabloyu bulandırmamıza yol açmamalıdır. Günümüzde bazı otoriteler, nöroleptiklerin, 'kalıcı bilişsel eksikliklere, bunamaya ve beyin atrofisine' neden olduğuna dair artan kanıtları dikkate alma konusunda belirgin bir isteksizlik göstermektedir. Örneğin, hiçbir ders kitabı veya başka kaynak, bu incelemede derlenen ve analiz edilen geniş kanıt yelpazesini bir araya getirmemektedir. "

"Hastanede yatan hastaların büyük bir kısmını etkilemesine rağmen, psikiyatrinin tardif diskineziyi 'iatrojenik bir hastalık' olarak tanıması yirmi yıl sürmüştür. Tardif (geç) diskinezi ile uygun şekilde başa çıkma konusundaki direnç devam etmektedir. Tardif (geç) demans ve beyin atrofisini fark etme konusunda daha da büyük bir isteksizlik muhtemeldir, çünkü hasar daha da yıkıcıdır. Ayrıca, 'bilişsel kusurları ve demansı göz ardı etmek, diskinezileri görmezden gelmekten' daha kolaydır ve 'eksiklikleri, yanlışlıkla hastanın psikiyatrik bozukluğuna bağlamak' da daha kolaydır."

"Klozapin gibi diğer nöroleptikler kadar akut diskineziye neden olmayan ajanlar konusunda son bir uyarıda bulunmak gerekir. Klozapin, mezolimbik sisteme ve serebral kortekse lifler gönderen 'A10 dopaminerjik nöronlarında, tipik bir nöroleptik baskılanma ve reaktif süper duyarlılık' oluşturur. 'Daha az tardif diskinezi vakasına neden olma' yönündeki doğrulanmamış umutla bu tür ilaçları daha özgürce kullanmaya aldanmamalıyız. A10 nöronlarına özgüllükleri nedeniyle, bu nöroleptikler muhtemelen 'kalıcı bilişsel eksiklikler, demans ve atrofiye' neden olmada eşit veya daha büyük bir tehdit oluşturmaktadır."

"Nöroleptik ilaçlarla uzun süreli tedavinin, sıklıkla 'kalıcı bilişsel eksikliklere, bunamaya ve beynin en yüksek merkezlerinde atrofiye' yol açtığını gösteren ikna edici kanıtlar mevcuttur. Ayrıca, nöroleptiklerin 'reaktif tardif psikoza da neden olduğuna' dair bazı kanıtlar mevcuttur. "

"Şizofreninin, özellikle demans ve beyin atrofisi olmak üzere, 'bu olumsuz etkilerden herhangi birine neden olduğuna inanmak' için çok az neden vardır veya hiç yoktur. Yaygınlık hakkında en tutarlı bilgiler, beyin atrofisini ölçen beyin taramaları ile elde edilmiştir. "

"Nöroleptik tedavi gören hastalarda %10-40 arasında bir yaygınlık tahmin edebiliriz; bu oran tedavi süresi ve yaşla birlikte artmaktadır. Bu oran daha düşük aralıkta olsa bile, ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı hasar gelişmiştir."

".... ciddi sonuçları olan büyük oranda 'iatrojenik beyin hasarı salgınıyla' karşı karşıyayız. Tardif diskinezisi olan ve olmayan milyonlarca hastada, 'yüksek beyin ve zihinsel süreçlerde' ilaca bağlı hasar gelişmiştir."

"Tarihte daha önce hiçbir zaman psikiyatri ve tıp mesleği, nöroleptik kaynaklı 'tardif diskinezi, kalıcı bilişsel eksiklikler, tardif demans ve beyin atrofisi salgını' gibi boyutlarda bir 'iatrojenik trajediyle' karşı karşıya kalmamıştır. Mesleğin, dünya çapında milyonlarca hastaya verdiği zararın sorumluluğunu üstlenmesinin zamanı geldi."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

*** *** ***

** Neler yapılmalıdır, hangi adımlar atılmalıdır?

"İlk olarak, nöroleptik kaynaklı 'kalıcı bilişsel eksiklikler, geç demans ve beyin atrofisi' tehdidi, PDR'de ve ilaç şirketlerinin reklamlarında dikkate alınmalıdır. İkinci olarak, TD ile birlikte kalıcı bilişsel eksiklikler, geç demans ve beyin atrofisi, nöroleptik tedaviye başlamadan önce hastalara ve ailelerine verilen standart bilgilendirilmiş onam uyarısının bir parçası haline getirilmelidir. Genel halk da bu yaygın kullanılan ilaçların tehlikeleri konusunda uyarılmalıdır. Üçüncü olarak, psikiyatri ders kitapları (Nicholi, 1988; Talbot ve ark. , 1988) ve derlemeler, konuyla ilgili tartışmaları artık şizofreni bölümlerine indirgememeli, bunun yerine nöroleptik yan etkiler arasında uygun bağlamına yerleştirmelidir. Ders kitapları ve derlemeler konuyu tartışmalı bulsalar bile, yine de sorunu 'büyük önem taşıyan bir sorun' olarak sunmalıdırlar. Dördüncüsü, gelecekteki araştırmalar 'doğrudan nöroleptiklerin beyin ve zihinde neden olduğu hasara' odaklanmalıdır. 

Beşinci olarak, sağlık meslekleri, iatrojenik beyin hasarı olan kişilerin rehabilitasyonu için her türlü yöntemi bulmak ve uygulamakla yükümlüdür. Bunun bir parçası olarak, kafa travması mağdurlarının rehabilitasyonunu çevreleyen büyüyen hareket, 'nöroleptik tedaviyle yaralanan hastaları da kapsayacak şekilde genişletilmelidir.' Altıncı olarak, beynin en üst merkezlerine zarar verme tehdidi, nöroleptiklerin kullanımının arkasındaki varsayımların, kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi için bir neden daha oluşturmaktadır. Kullanımlarını azaltmak için her türlü çaba gösterilmelidir. Yedinci olarak, profesyonellerden (Breggin, 1980d; Karon ve Vandenbos, 1981; Mosher ve Burti, 1989j, Walkenstein, 1972) ve öz yardım gruplarından (Chamberlin, 1978; Low, 1950; Zinman ve ark. , 1987) yararlanan 'farmakolojik olmayan tedavi alternatiflerine' daha fazla önem verilmelidir. Son olarak, genel tıpta köklü bir yer edinen hastanın 'tedaviyi reddetme hakkı', psikiyatriye de daha kapsamlı bir şekilde genişletilmelidir. İlaçların kötüye kullanılmasına karşı en iyi koruma, bilgilendirilmiş onama dayalı gönüllü bir psikiyatridir. "

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Beyin atrofisi ve bunama bulgularının şizofreniden değil,  nöroleptik tedavilerden kaynaklanabileceğini gösteren bazı örnekler..)

"....beyin atrofisi ve bunama ile karakterize organik bozukluklar genellikle geri döndürülemezdir. Aksine, çoğunlukla ilerleyicidirler. Yine de Bleuler ve diğerleri tarafından, birçok şizofreni hastasının zamanla 'iyileştiği'; hastaların üçte biri veya yarısına kadarının yıllar içinde önemli ölçüde 'iyileşme gösterdiği' iyi belgelenmiştir." 

"....bunama bozukluğu bir kez ilerledikten sonra, nadiren kendiliğinden düzelir. Yine de, bazı şizofreniklerin 'hastanede çıkan yangın gibi akut acil durumlara, geçici olarak büyük bir berraklık ve sorumluluk duygusuyla tepki verme yeteneklerine' dair çok sayıda klinik gözlem mevcuttur."

"...şizofreni hastaları klasik hastalık belirtileri göstermezler; hayatlarının en parlak döneminde psikotik olma eğilimindedirler. Zaman içinde, genellikle ilerleyici nörolojik kayıplarla ilişkilendirilen 'erken yaşlanma, halsizlik, nöbetler veya nörolojik belirti ve semptomlar' gibi fiziksel bozulma belirtileri gösterme eğiliminde değillerdir. Normal insanları etkileyen aynı hastalıklardan ölürler. - Bleuler, 208 hastayı onlarca yıl boyunca takip ederek, çoğunun "ileri yaşlarına rağmen" genel olarak sağlıklı kaldığını bulmuştur." 

"....şizofreni hastaları, kısa süreli hafıza sorunları da dahil olmak üzere, bunama bozukluğunun erken evrelerinin tipik belirtilerinden muzdarip değildir. Örneğin, 'Alzheimer hastalığı, multienfarkt demans ve Parkinson hastalığı, Huntington koresi veya multipl sklerozla ilişkili demans hastalarından' ayırt edilmeleri genellikle kolaydır."

"Ancak şizofrenik psikozlarda, her ciddi hastalık durumunun arkasında 'eski entelektüel yeterlilik, sıcaklık ve duygusal derinlik' defalarca fark edilebilir." -Manfred Bleuler Şizofrenik Bozukluklar kitabı (1978)

"....şizofrenik iletişimler, atrofi ve bunamaya yol açan genel bir beyin hastalığıyla ilişkili zihinsel bozulmadan çok farklı bir süreci işaret eder. Şizofrenlerin zihinsel işlevleri bozulmaz, aksine yanlış yönlendirilir veya psikolojik ve ruhsal olarak dengesizleşirler. Şizofrenler genellikle 'aşk, yaşam veya Tanrı'nın anlamı' üzerine psikolojik ve ruhsal çatışmaları ele alan alışılmadık ve karmaşık metaforlar kullanırlar. Çoğunlukla, varsayılan 'kötü veya yüce doğaları' kavramı etrafında büyük bir tutku sergilerler. Normal bir zihinsel yaşamda genellikle yalnızca bir veya iki belirli yanlış fikir (sanrı) ortaya çıkar ve bunlar, 'genel beyin işlevininnormal olduğunu gösteren entelektüel bir canlılık ve yüksek derecede zihinsel keskinlikle 'savunulur."

"Bu noktalar, şizofreniye yol açan gizli bir biyokimyasal nedenin gelecekte keşfedilmesi olasılığını ortadan kaldırmaz, ancak 'şizofreninin beyin atrofisi ve bunamaya yol açan daha ciddi bir nörolojik bozukluğun nedeni olma olasılığını ortadan kaldırma' eğilimindedir. Beyin atrofisi ve bunama bulgularının şizofreniden kaynaklandığına inanmak için neredeyse hiçbir neden yoktur, ancak nöroleptik tedaviyi suçlamak için önemli nedenler vardır."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D (66)

*** *** ***

** Psikiyatrik ilaçlar, insanları bakıma muhtaç hale getirir..
(Psikiyatrik ilaçlar, çeşitli kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel hastalıklar ve bunlara bağlı semptomlarına neden olur )- Bu da... psikiyatrik ilaç kaynaklı beyin hasarı ve buna bağlı semptomlar ile çeşitli zihinsel ve fiziksel hastalıklar arasındaki benzerlikleri nedeniyle, psikiyatrik ilaç kaynaklı beyin hasarı ve semptomlarının, benzerlik gösteren hastalıklara bağlanmasına yol açar" ile ilgili bazı örnekler...

"Nöroleptiklerin, letarjik ensefalitin neredeyse tüm semptomlarını deneysel olarak yeniden üretebildiği bulundu. Aslında, yeni ilaçlarla gerçek ensefalit salgınlarına neden olmak mümkündü. Semptomlar, geri dönüşümlü (geri dönüşümü olan) uyuşukluktan her türlü diskinezi ve hiperkineziye ve sonunda parkinsonizme doğru ilerledi. İlacın kesilmesiyle, semptomlar geri dönüşümlü görünüyordu. (....) Dahası, ensefalit ve parkinsonizmle karşılaştırılabilir etkiye sahip bu ilaçların, sonunda 'geri dönüşümsüz (geri dönüşümü olmayan) sekonder nörolojik sendromlara neden olabileceğinden' endişe edilmiş olabilir. Bu tür etkiler inkar edilemez: Kalıcı diskinezilerin ortaya çıkabileceği yıllardır biliniyor." -Deniker (1970)

"Letarjik ensefalit ile nöroleptik toksisite arasındaki paralellik, birçok açıdan dikkat çekiciydi. Her iki hasta grubunda da başlangıçta 'ilgisizlik veya duyarsızlık' görüldü, ardından çeşitli diskineziler ortaya çıktı; ve her iki hasta grubunda da, bir gecikmeden sonra, diskineziler bazen kalıcı hale geldi. Letarjik ensefalit söz konusu olduğunda, birçok hasta iyileşmiş gibi görünse de, yıllar sonra 'yıkıcı nörolojik bozukluklara' geri döndüler. Parkinson hastalığının birçok vakası, yıllar sonra, 'daha önce letarjik ensefalite maruz kalınmasına' bağlandı. Parkinson hastalığı, 'letarjik ensefalit ile ilişkili en yaygın "tardif" veya gecikmiş motor bozukluk' olsa da, ilaca bağlı TD'ye (aşağıya bakınız) daha benzer 'başka diskinezilerin' de geliştiği bilinmektedir."

"Viral hastalık ile ilaca bağlı hastalık arasında daha da tehdit edici bir potansiyel paralellik vardı. Post-ensefalitik hastaların çoğu, belirgin bir iyileşmenin ardından, daha sonra 'şiddetli psikozlar ve bunama' geliştirdi. Bu nedenle, letarjik ensefalit ile nöroleptik etkiler arasındaki paralelliğin tamamlanması, nöroleptiklere maruz kalmanın 'TD'ye ek olarak, tardif psikoz ve tardif bunama gibi komplikasyonlara yol açabileceğinin' keşfedilmesini bekliyordu. "

"İlaçların etkileri ile viral ensefalopatik etkiler arasındaki paralellik, ilaçların zihinsel bozulmaya da yol açacağının kanıtı değildi; ancak benzer mekanizmaların ve dolayısıyla benzer olumsuz sonuçların mümkün olduğuna dair bir uyarı niteliğindeydi. "

"Ensefalitin sonuçları arasında birçok kas, psişik ve otonomik tepki bulunur; ve fenotiyazinlerden kaynaklanan nörolojik komplikasyonların çoğu, ensefalit sonrası parkinsonizm aralığındadır.-Paulson (1959)

"...Brill (1959), letarjik ensefalit ile nöroleptikler arasındaki benzerliğe de değinerek, "tam dozda kullanıldıklarında kronik ensefalitik sendromun en göze çarpan özelliklerinin çoğunu yeniden üretebilen..." yorumunu yapmıştır. Brill, hem viral hastalığın hem de ilaç reaksiyonunun benzer nörolojik ve zihinsel etkilere yol açtığını, bunların arasında "akut ensefalitin uyandırılabilir uyuşukluğunun" da bulunduğunu belirtmiştir. "

".....Hunter ve arkadaşları (1964), salgın viral hastalık ile ilaç etkisi arasındaki paralelliği tekrar fark etmiş ve 'nöroleptiklerin, kimyasal olarak tetiklenen 'bir ensefalite' neden olduğunu' öne sürmüşlerdir."

"Letarjik ensefalitin etkisi ile nöroleptiklerin etkisi arasındaki klinik benzerlik göz önüne alındığında, her ikisinin de beyin patolojisinde benzerlikler olup olmadığı merak konusu olabilir."

"Letarjik ensefalitten en çok etkilenen bölgeler olan bazal gangliyon ve substantia nigra hücreleri, aynı zamanda TD üretiminde 'nöroleptik ilaçlardan en çok etkilenen 'bölgelerdir. Substantia nigra ve bazal gangliyonlar (kaudat ve putamen), nigra-striatal yolu oluşturur. Bu yol, TD gelişiminde nöroleptiklerin geri dönüşümsüz bir şekilde etkilediği görülen dopamin nöronları içerir. Daha önce de belirtildiği gibi, 'bu bölgeler, bazen nöroleptik tedavi edilen hastaların ve hayvanların otopsilerinde hasarlı olarak' bulunur."

"Letarjik ensefalitin, bazen diskinezilerin yanı sıra demansa da neden olduğunu daha önce görmüştük. Diskinezilere neden olan diğer bazı hastalıklar da demansa yol açma eğilimindedir. Diskinezileri bir şekilde TD'yi taklit eden Huntington koresi, genellikle ciddi zihinsel bozulmaya neden olur. En karakteristik patoloji bazal ganglionlarda (kaudat ve putamen) bulunurken, frontal ve temporal loblarda daha az şiddetli doku kaybı görülür. Huntington hastalığındaki otopsi bulguları, nöroleptik tedavi gören bazı hastalarda yapılan otopsi çalışmalarında bulunan bulgulara benzerdir, ancak daha şiddetlidir."

"Nöroleptik tedavi gibi, Parkinson hastalığı da sıklıkla 'duygusal tepkilerde körelmeye veya yavaşlamaya' neden olur. Parkinson hastalığının karakteristik lezyonları, substantia nigra'da bulunur."

"Subkortikal demans hastaları, 'zihinsel işlevlerde yavaşlama ve ilerleyici hafıza bozukluğu' gösterirler. Huber ve Paulson bağlantıyı kuramasa da, nöroleptiklerin kalıcı zihinsel işlev bozukluğu ve bozulmaya yol açmasının olası mekanizmalarından biri de subkortikal demanstır; ancak başka olası mekanizmalar da mevcuttur."

"Bazal gangliyonlar ve substantia nigra'daki dopamin nörotransmisyonundaki uzun vadeli farmakolojik değişiklikler, yalnızca hareket bozukluklarına değil, aynı zamanda demans da dahil olmak üzere ciddi ve potansiyel olarak geri döndürülemez bilişsel işlev bozukluklarına da yol açma potansiyeline sahiptir."

"Literatürdeki birçok kaynakta ilaçların "nörotoksisitesinden" de bahsedilmektedir. Rutin tedavide çoğu hastada 'parkinson sendromu, distoni, akatizi ve titreme' gibi nörotoksisite belirtilerinden biri veya birkaçı görülür. Dozajla az çok orantılı olarak gelişen 'ilgisizlik, ilgisizlik (/kayıtsızlık) ve uyuşukluk' da toksik reaksiyonlara bağlanabilir."

"Nöroleptik malign sendrom gibi ilaçlara karşı zaman zaman görülen şiddetli reaksiyonlar, bir zamanlar korkulan letarjik ensefalitin tanımlanan akut fazını yakından taklit eder. Nöroleptik malign sendrom, 'aşırı diskineziler, kas hipertonisitesi, bilinç bozukluğu, hipertansiyon ve otonom sinir sistemi instabilitesi ile birlikte şiddetli merkezi sinir sistemi zehirlenmesi 'belirtilerini içerir. Vakaların %10-20'si ölümcüldür. Hastaların küçük bir yüzdesinde bile (tahmini %1-2 veya daha az) böylesine aşırı toksik bir reaksiyonun görülmesi, bu ilaçların, 'zarar verici potansiyelini' bir kez daha göstermektedir."

"Nöroleptiklerin beyindeki protein sentezi, 'mitokondriyal aktivite, membran yapısı ve çoğu enzim' dahil olmak üzere birçok biyokimyasal süreç üzerindeki 'olumsuz etkileri', kapsamlı bir çalışma bütününde açıklanmıştır. Dopamin, 'gama-aminobütirik asit (GABA) ve asetilkolin dahil olmak üzere çeşitli nörotransmitter sistemleri' etkilenir. Protein sentezi, bazal ganglionlarda maksimum düzeyde inhibe edilir. Bu bulgu, nöroleptiklerin beynin bu bölgesi üzerindeki etkisini gösteren birçok kaynaktan gelen kanıtlarla tutarlıdır."

"Dikkatler 'dopaminerjik nöronların blokajına 'odaklansa da, nöroleptiklerin, 'beyindeki birçok süreci bozduğu' unutulmamalıdır. Bu ilaçların birçok olumsuz etkisinin, etkilerinin karmaşıklığı ve mevcut yöntemlerimizle tespit edilmesinin zorluğu nedeniyle dikkatimizden kaçabileceğini öngörmeliyiz. Nöroleptiklerin genel nörotoksik etkisi, beyin ve zihin işlevlerine yönelik potansiyel tehlikeler konusunda bir uyarı daha sunmaktadır."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, M.D  (66)

*** *** ***

*VE DİĞERLERİ..

"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar: On milyonlarca insanı etkileyen beyin yaralanmaları ve bununla ilişkili tardif diskinezi salgını... Nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, herhangi bir tıbbi tedaviden ziyade, letarjik ensefalit adı verilen viral bir beyin hastalığı gibi bireyi etkiler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)

"TD, nöroleptik ilaçların neden olduğu kalıcı, genellikle geri döndürülemez bir nörolojik bozukluktur." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların reçete edilmesi, trajik boyutları büyük ölçüde fark edilmeyen dünya çapında bir tardif diskinezi ve diğer nörolojik bozukluklar salgınına yol açmıştır. Halk, sokaklarda 'çiğneyen, yüzünü buruşturan, jest yapan, poz veren, gergin bir şekilde sallanan veya garip bir şekilde ayakta durup yürüyen' birçok "tuhaf görünümlü" insanın tardif diskinezi (TD) hastası olduğunun farkında değildir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Sadece TD'ye dayanarak, nöroleptik (antipsikotik) ilaçlar, günümüzde kullanılan en toksik ve ölümcül ilaçlar arasındadır. Ancak TD, birçok olumsuz nörolojik etkiden yalnızca biridir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

"Nöroleptik öncüleri, bu ilaçların letarjik ensefalite benzer şekilde 'duygusal kayıtsızlık, ilgisizlik ve duyarsızlığa' nasıl yol açtığını gördüler. İlaçların ayrıca, 'parkinsonizm ve tardif diskinezi (TD)' de dahil olmak üzere, salgın ensefalit ile ilişkili olanlara benzer nörolojik sendromlara da yol açtığını fark ettiler. Yeni ilaçların, viral ensefalite benzer bir beyin hasarı salgınına yol açabileceğini öngördüler." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)

"TD'nin yol açabileceği ciddi yan etkiler göz önüne alındığında, ilaçlar 'muazzam fayda' sağlasa bile, maliyeti çok yüksek olurdu. Ancak ilaçların 'hiçbir iyileştirici değeri yokturve yalnızca bireylere ensefalit benzeri bir 'uyuşukluk, ilgisizlik ve duyarsızlık' aşılayarak, - onları kendileri ve başkaları için daha az sorunlu hale getirerek - işe yarayabilirler. Kullanımlarını yeniden değerlendirmenin zamanı geldi." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23)

"TD, 'yüz, çene, göz kapakları, dil, boyun, omuzlar, sırt, karın, eller ve ayaklar, el ve ayak parmakları' dahil 'ekstremiteler, diyafram, ses telleri ve yemek borusu' dahil olmak üzere tamamen veya kısmen 'istemli kontrol altında olan herhangi bir kasın anormal hareketleri' olarak ortaya çıkar. TD, 'nefes almayı, konuşmayı ve yutkunmayı' bozabilir. Tardif distoni olarak adlandırılan bir tür, 'acı verici, vücudu bozan ve hareket kabiliyetini kısıtlayan' kas spazmlarına neden olabilir. Tardif akatizi olarak adlandırılan bir diğer tür ise 'aşırı duygusal ajitasyona, intihara, şiddete, psikoza ve kişinin genel durumunda kötüleşmeye' yol açacak kadar güçlü bir içsel işkenceye neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (23.1)

""Tardif diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir rahatsızlıktır. (...) "Yeni antipsikotik ilaçlar listesinde 'Risperdal (risperidon), Abilify (aripiprazol), Geodon (ziprasidon), Invega (paliperidon), Latuda (lurasidone), Rexulti (brexpiprazol), Saphris (asenapin), Seroquel (ketiapin) ve Zyprexa (olanzapin)' yer almaktadır. Eski antipsikotik ilaçlar arasında 'Haldol (haloperidol) ve Thorazine (klorpromazin)' bulunmaktadır. Hepsi TD'ye neden olur.-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Tardif diskinezi, tüm antipsikotik ilaçların neden olduğu korkunç bir rahatsızlıktır. En belirgin olarak, normalde kısmen veya tamamen istemli kontrol altında olan vücut kaslarını etkileyen, şekil bozukluğuna yol açan ve bazen tamamen işlevsiz bırakan 'tuhaf istemsiz hareketlere' neden olur. Bunlara 'gözler, ağız, dil, yüz, kollar ve bacaklar, el ve ayak parmakları, boyun ve omuzlar, sırt ve gövde' dahildir. 'Diyaframı ve nefes almayı, ses tellerini ve konuşmayı veya yemek borusunu ve yutmayı' etkileyebilir. Genellikle boyun ve omuzlarda ağrılı ve deformasyona yol açan spazmlara (tardif distoni "tardive dystonia") neden olabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"TD, insanları 'psikoza, şiddete ve intihara' sürükleyen işkence benzeri bir içsel ajitasyona (tardif akatizi) neden olabilir. TD özellikle şiddetli olduğunda, genellikle 'bilişsel bozukluklar, bunama ve psikozla' ilişkilendirilir. TD'den muzdarip kişiler 'toplumdan soyutlanma eğilimindedir ve çoğu engelli hale gelir.'" -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Bir kişi, birkaç aydan uzun süredir TD'den muzdaripse, iyileşme olasılığı çok düşüktür. Etkili ve güvenli bir tedavi yoktur. İlaçlar bırakıldığında, TD'li bazı kişiler zamanla, genellikle tam iyileşme olmadan iyileşir. Diğerlerinde ise 'yeni semptomlar gelişir ve daha fazla işlev bozukluğu' ortaya çıkar. TD, bir veya birden fazla semptom olarak ortaya çıkabilir, günden güne değişir ve uykuda kaybolma eğilimindedir. 'Gerginlik, anksiyete ve yorgunluk semptomları' geçici olarak kötüleştirebilir, ancak TD'ye neden olmada hiçbir rol oynamaz." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

"Antipsikotik ilaç kullanan kişilerde TD oranları astronomiktir. Antipsikotik ilaç kullanan sağlıklı genç yetişkinlerde kümülatif oran yılda %5-8'dir ve bu oran 3 yılda %15-24'e çıkar. Bu oran yaşla birlikte istikrarlı bir şekilde artar ve 65 yaş ve üzeri hastalarda yılda %25-30 kümülatif orana eşit veya daha fazladır. Antipsikotik ilaç kullanan çocukları, genç yetişkinlere benzer oranlarda etkiler ve daha başlamadan hayatlarını mahvedebilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (22)

*** *** ***

"Benzodiazepinlerin Olumsuz Davranışsal Etkilerinin Analizi ve FDA'nın Spontan Bildirim Sisteminden Bilimsel Sonuçlar Çıkarılması Üzerine Bir Tartışma..." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)

"Benzodiazepinler, 'geri tepme anksiyetesi ve uykusuzluk, mani ve diğer psikoz türleri, paranoya, şiddet, antisosyal davranışlar, depresyon ve intihar' dahil olmak üzere çok çeşitli 'anormal zihinsel tepkilere ve tehlikeli davranışsal anormalliklere' neden olabilir. Bu ilaçlar 'bilişi', özellikle 'hafızayı' bozabilir ve 'kafa karışıklığına' yol açabilir. Bağımlılık ve bağ(ım)lılık yaratabilirler. 'Psikoz, nöbetler ve ölümle' sonuçlanan 'şiddetli yoksunluk sendromları' gelişebilir. Kısa etkili benzodiazepinler olan alprazolam (Xanax) ve triazolam (Halcion), özellikle 'psikolojik ve davranışsal anormalliklere' neden olma eğilimindedir. (....) Bu olumsuz ilaç etkileri, bireylerin ve ailelerinin yaşamlarında büyük hasara yol açabilir. Benzodiazepinler, onlarca yıldır literatürde ve klinik uygulamada 'zihinsel ve davranışsal anormalliklere' neden olma kapasiteleri nedeniyle bilinmektedir." 

"Benzodiazepinlerin 'beyni devre dışı bırakan veya toksik' etkileri, genel olarak birbiriyle örtüşen birkaç kategoriye ayrılabilir:  (1) sedasyon (huzur) veya hipnoz (uyku) oluşturmanın birincil klinik etkisi, derece dışında toksik bir etkiden ayırt edilemez; (2) kısa süreli hafıza bozukluğu ve konfüzyondan deliryuma kadar uzanan bilişsel işlev bozukluğu; (3) kendine veya başkalarına karşı şiddetin yanı sıra 'ajitasyon, psikoz, paranoya ve depresyonla' birlikte görülen inhibisyon bozukluğu (disinhibisyon) veya dürtü kontrolünün kaybı; (4) bireyin rutin kullanımdan sonra anksiyete ve uykusuzluktan, uzun süreli, daha yüksek dozların ani kesilmesinden sonra psikoz ve nöbetlere kadar çeşitli semptomlar yaşadığı yoksunluk belirtileri; (5) geri tepme belirtileri; bireyin ilaç öncesi semptomları - anksiyete, uykusuzluk veya diğer ciddi duygusal tepkiler - yeniden deneyimlediği, ancak ilaç tedavisine başlamadan öncekinden daha yoğun olduğu yoksunluk belirtileri. Yoksunluk ve geri tepme, dozlar arasında gerçekleşebilir ve özellikle kısa etkili olanlar olmak üzere benzodiazepinlerin rutin kullanımı sırasında anksiyete ve diğer semptomlara neden olabilir; (6) ilaca bağımlı hissetmekten, ilaç suistimaliyle ilişkili kendine zarar verici davranışlara kadar - süreklilik boyunca uzanan - bağımlılık ve suistimal veya bağ(ım)lılık."

"Uyarılmayı azaltmak veya muhtemelen hipomanik bir durumu tedavi etmek için verilen benzodiazepinler, frontal lobların inhibisyon mekanizmasını bozarak, dürtüsel davranışları şiddetlendirebilir. Barbitüratların da benzer etkileri olabilir." -Fogel ve Stone (1992, s. 341) (72)

"Benzodiazepinlerin neden olduğu anormal davranışın en az iki olası nedeni vardır. Bir mekanizma, merkezi sinir sistemi fonksiyonunun doğrudan baskılanmasıdır ve bu da 'yargı ve dürtü kontrolü bozukluğu da dahil olmak üzere yönetici ve bilişsel yetilerin bozulmasına' yol açar.(....) İlaca maruz kalmanın ardından 'beyinde oluşan telafi edici reaksiyonlar da, ciddi davranışsal anormalliklere' neden olabilir. Benzodiazepin dozlar arasında kesildiğinde veya etkisini kaybetmeye başladığında, 'yoksunluk belirtileri ve geri tepme belirtileri' ortaya çıkar."

"Deneyimli bir alkol kullanıcısının aksine, güvenen bir benzodiazepin kullanıcısının "kontrolü kaybetme" beklentisi için çok az nedeni vardır. İlacın 'kendisine zarar vermesini değil, yardım etmesini bekleyen' hasta, potansiyel olarak 'bunaltıcı öfke veya şiddet duygularını veya diğer istenmeyen duygusal tepkileri' anlama veya yönetme konusunda daha az beceriklidir. O anda hasta, 'alışılmadık davranışa neyin sebep olduğunu' çok az anlayabilir ve geriye dönüp bakıldığında 'parçalanmış, iyi hatırlanmayan bir kabus' gibi görünebilir."

"Yirmi yılı aşkın süredir devam eden standart ders kitapları ve incelemelerin yanı sıra çeşitli klinik çalışmalar, benzodiazepin kaynaklı davranışsal anormalliklerin yaygın olarak tanındığını doğrulamaktadır. (...) ....plasebo kontrollü bir çalışmada, klordiazepoksit alan gönüllülerin 'kişilerarası bir hayal kırıklığı durumuyla karşılaştıklarında, daha düşmanca davrandıklarını' bulmuşlardır. (....) ....birçok benzodiazepin kaynaklı "sinirlilikten artan sözlü düşmanlığa ve açık sözlü saldırıya kadar uzanantezahürleri olan inhibisyon bozukluğu hakkındaki literatürü incelemiştir. (s. 184). İnceleme, 'düşmanlık duygularında veya sözlü düşmanlıkta artış olduğunu' gösteren çeşitli çalışmalar buldu."

"Ancak son gözlemler, düşmanlığın 'alprazolam ve klonazepam' dahil 'tüm benzodiazepinlerde' görülebileceğini doğruladı." -Salzman (1992), "benzodiazepin kaynaklı 'şiddetin', tartışmalı doğası...sonuç"

"Olumsuz psikolojik etkiler: Benzodiazepinler paradoksal etkilere neden olabilir. Nitrazepam sıklıkla, flurazepam ise ara sıra, özellikle kullanımın ilk haftasında 'kabusların' görülme sıklığını artırır. Flurazepam zaman zaman 'gevezelik, anksiyete, sinirlilik, taşikardi ve terlemeye' neden olur. Çeşitli benzodiazepinlerin kullanımı sırasında 'öfori, huzursuzluk, halüsinasyonlar ve hipomani davranışları' görüldüğü bildirilmiştir. Anksiyete giderici benzodiazepinlerin, düşük anksiyete seviyelerine sahip bazı kullanıcılarda 'tuhaf, engellenmemiş davranışlara' yol açtığı bildirilmiştir; bazılarında ise 'düşmanlık ve öfke' görülebilir. 'Paranoya, depresyon ve intihar düşünceleri' de zaman zaman bu ilaçların kullanımına eşlik eder." -Rall (1990), "benzodiazepinlerin olumsuz davranışsal etkileri..."

"Benzodiazepinler zaman zaman 'artan anksiyete, uykusuzluk, kabuslar, uyku başlangıcında hipnogogik halüsinasyonlar, sinirlilik, hiperaktif veya agresif davranışlar ve epileptiklerde nöbetlerin alevlenmesiyle paradoksal uyarılmaya' neden olur. Bazı kişilerde 'artan saldırganlık, düşmanlık ve dürtüsellik' görülür ve 'öfke nöbetleri ve şiddet' içeren davranışlara yol açabilir." -Ashton (1995), "benzodiazepinlere karşı olumsuz davranışsal tepkileri..." 

(Ashton 1995) - "Cinsel suçlar ve şiddet eylemleri (hem cinayet hem de intihar) dahil olmak üzere antisosyal eylemlerinbenzodiazepinlere atfedildiğini ve tıbbi ve hukuki komplikasyonlara yol açtığını" belirtmektedir. Bu olumsuz davranışsal tepkilerin görülme sıklığının bilinmediğini, ancak nadir görüldüğünü belirtmektedir."

"APA görev gücü raporu, "anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik, kas gerginliği"ni sık görülen belirtiler olarak listeleyen bir "kesilme belirtileri" tablosu sunmaktadır. Tabloda "depresyon" ve "kâbuslar" ile "uyuşukluk" yaygın ancak daha az sıklıkta listelenmiştir. Klinik deneyimler, 'anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik, kabuslar ve depresyonun' birleşiminin intihar ve şiddet de dahil olmak üzere bir dizi 'davranışsal anormalliğe' yol açabileceğini göstermektedir. Tehlikelere ek olarak, görev gücünün nadir görülen belirtilerin tam listesi "psikoz, nöbetler, sürekli kulak çınlaması, konfüzyon, paranoid sanrılar, halüsinasyonlar"ı içermektedir. Kesinti belirtileri, 'dozlar arası dönemlerde ve ilacın tamamen kesilmesinden sonra' da ortaya çıkabilir."

"....alprazolam ve diğer benzodiazepinlerin doğrudan etkileri, psikotik boyutlarda 'advers ilaç reaksiyonlarınayol açabilir. (....) ....benzodiazepinler bir grup olarak "davranış sorunları; histeri; psikoz; intihar eğilimleri" de dahil olmak üzere ciddi psikiyatrik sorunlara neden olabilir. (...) ....Merkezi sinir sistemi işlevini bozarak, diğer etkilerinin yanı sıra "yönelim bozukluğu... kafa karışıklığı... deliryum... öfori... ajitasyon"a neden olabilirler. (....) ...."heyecan, uyarılma ve akut öfke" ile "aşırı uyarılmış durumlar, anksiyete, halüsinasyonlar" dahil olmak üzere "paradoksal reaksiyonlar" belirtilmiştir."

"Bir psikoz olan mani, alprazolam açısından özel bir tehlikedir. (....) "Alprazolam ile öfke, düşmanlık ve mani ve hipomani atakları gözlemlenmiştir. (...) ... alprazolam ve diazepam (Valium) ile "şiddetli ataklar" gözlemlenmiştir. (....) Alprazolam ile artan dürtüsellik, öfori ve apaçık mani bildirilmiştir.    "

"....üç çalışmanın da mani ve kontrol edilemeyen öfkeninalprazolam ile ilgili özel sorunlar olduğunu göstermesi, bu ilacın bu 'aşırı heyecanlı, agresif durumları' diğerlerinden daha fazla tetiklediği yönündeki kendi klinik gözlemlerimi doğrulamaktadır. "

"....klinik literatürde benzodiazepinlerin 'depresyona' neden olabileceğine dair göstergeler bulunmaktadır."

"Depresyon: Tüm benzodiazepinler 'depresyonunortaya çıkması veya kötüleşmesiyle ilişkilendirilmiştir; depresyona neden olup olmadıkları veya depresyonu önlemede başarısız olup olmadıkları bilinmemektedir. Benzodiazepin tedavisi sırasında depresyon ortaya çıktığında, benzodiazepin tedavisini kesmek, akıllıca olacaktır."  -Arana ve Hyman (1991)

"....Ashton (1984), "Benzodiazepin kullanımı sırasında depresyon yaygındı."  (....) ...benzodiazepinlerin genel olarak 'duyguları köreltebileceğini ve "duygusal anestezi" yaratabileceğini' de belirtmektedir."

"Benzodiazepinlerin, merkezi monoamin aktivitesini azaltarak "depresyona neden olması veya depresyonu şiddetlendirmesi" mümkündür. (....) Uzun süreli benzodiazepin kullanan eski kullanıcılar, ilaçları kullandıkları dönemde 'ailevi olaylara karşı duygusal tepki vermemelerinden' genellikle büyük pişmanlık duyarlar." -Ashton (1995) - "Duygusal anestezinin varlığının teyit edilmesi..."

"Vakalarının çoğunda, yoksunluk belirtilerinden 'iyileşme' tamamlanmamış olup, hastalar ilacı bıraktıktan birkaç ay veya daha uzun süre sonra bile 'belirtiler' bildirmeye devam etmektedir. Bazı hastalarda reseptörlerde 'geri dönüşü olmayan değişiklikler veya kalıcı nörolojik hasarlar' olup olmadığı konusunu gündeme getirmektedir."

"Benzodiazepinlerin 'depresyon semptomlarına' neden olduğu veya bunları şiddetlendirdiği de bildirilmiştir. Bu da sık görülen bir yan etki değildir, ancak depresif semptomlar potansiyel olarak ciddi olabilir." -APA görev gücü raporu (1990), - "toksisite tartışması..."

"Benzodiazepinler, depresyon veya depresyonla ilişkili anksiyeteyitedavi etmek için tek başına kullanılmamalıdır. Bu tür hastalarda intihar eğilimi artabilir." -Büyük Britanya İlaç Güvenliği Komitesi 1988

"Benzodiazepinlerin 'anksiyete ve depresyonu kötüleştirme' veya hem anksiyeteye hem de depresyona neden olma kapasitesi, 'depresyon ve mani' de dahil olmak üzere 'duygudurum bozukluklarında', GABAerjik sistemlerin rolüne olan ilginin artmasının bir kaynağıdır."

"Triazolam ve Alprazolam'ın Neden Olduğu Bilişsel, Duygusal ve Davranışsal Anormallikler..."

"Çeşitli çalışmalar, kısa etkili benzodiazepin triazolam ile birlikte, dozun alındığı gecede veya gün içinde 'geri tepme fenomeninin' görüldüğünü göstermektedir. Moon, Ankier ve Hayes (1985), 'uykusuzluğun ve gündüz anksiyetesinin' artmasının, triazolam gibi kısa etkili benzodiazepinlerle ilişkili sorunlar olduğunu doğrulamaktadır. "

"Kısa yarı ömürlü benzodiazepinlerin aniden kesilmesi, ilacın 'kandan ve beyinden hızla uzaklaştırılmasına, reseptör bölgesinin hızla açığa çıkmasına ve ilaç kesilmesi sonrası sendromların nispeten hızlı başlamasınayol açar. Yarı ömrüyle ilişkili semptomların şiddeti nedeniyle, anksiyete için verilen kısa yarı ömürlü benzodiazepinler sıklıkla yoğun ilaç kesilmesi sendromlarıyla ilişkilendirilir. Triazolam gibi çok kısa yarı ömürlü ilaçlarda, özellikle gece kullanıldığında, alım döneminde [yani dozlar arası aralıkta] geri tepme semptomları tanımlanmıştır." -APA görev gücü raporu (1990),

"Uykusuzluğu hemen düzeldi, ancak ruhsal olarak hızla kötüye gitti. Yavaş yavaş paranoyaklaştı. Bana birkaç kez 'hipnozun ne içerdiğini' sordu - belki LSD? - çünkü 'psikozun eşiğinde olduğunu' hissediyordu. 'Kendini dünyadan kopmuş' hissediyordu; sanki 'artık topluma ait değilmiş' gibiydi. Arkadaşları ona 'ne olduğunu' sordular, davranışları o kadar tuhaftı ki... İki ay sonra ben de, özellikle daha önceki bir hastamla yaşadığım deneyimler ışığında,' tüm bunların triazolam almasının bir sonucu olabileceğinden' şüphelenmeye başladım. İlaç kesildi ve yerine nitrazepam verildi. Bir gün içinde, kendini tekrar hissetti. Çevresindeki insanlar farkı, fark etti ve eski halini yeniden tanıdılar. 'Paranoyak özellikler, aşırı hareketlilik dürtüsü ve aşırı duyarlılık' iki gün içinde kayboldu."  - Van der Kroef (Hollandalı psikiyatrist), (Dukes, 1980)

"M. N. G. Dukes (1980), uykuyu teşvik etmek için kullanılanlar (hipnotikler) da dahil olmak üzere 'tüm benzodiazepinlerin "açıkça psikotik" reaksiyonlara neden olduğunun' bilindiğini ileri sürmektedir. Dukes'e göre, yaygın olmamakla birlikte, "bu sınıftaki bilinen hemen hemen her ilaç" "halüsinasyonlar, sanrılar, paranoya, amnezi, deliryum, hipomani - yani psikotik deliliğin akla gelebilecek hemen her belirtisine..." neden olabilir." - Dukes'a göre, kaygıyı kontrol etmek için kullanılan 'tüm benzodiazepinler, özellikle şiddete yol açmakla' ilişkilendirilmektedir: "Kişi - keyfi bir noktadan başlamak üzere - 'benzodiazepinlerin, saldırganlığı tetikleyebileceğine' dair kanıt bulmak için literatüre bakarsa, bulacaktır." "

"Literatürde bir düzineden fazla makale, benzodiazepin sakinleştiricilerle tedavi edilen bazı hastalarda 'sinirlilik, meydan okuma, düşmanlık, saldırganlık, öfke veya ilerleyen bir nefret ve hoşlanmama' gelişiminden bahsetmektedir; yaygın olarak kullanılan tüm bu ürünler bir zamanlar suçlanmıştır. Bu olgu hayvan çalışmalarında gösterilmiş ve hatta insan gönüllülerde, bu ilaçların, özellikle 'aşırı kaygılı veya eylem odaklı' bireylerde, 'bastırılmış düşmanlığı' serbest bırakabildiğini göstermenin mümkün olduğu kanıtlanmıştır."

"Dukes'e göre, triazolamın ortaya çıkışına kadar, uykuyu tetiklemek için yaygın olarak kullanılan benzodiazepinlerin 'şiddete' neden olduğu bilinmiyordu. Bu gözlemlerin daha sonra FDA'daki kurum içi çalışmalarla doğrulandığını göreceğiz. Bu çalışmalar, Halcion'un - ancak daha eski hipnotikler olan 'Dalmane (flurazepam) veya Restoril'in (temazepam), şiddet içeren eylemlerin' görülme sıklığını artırdığını gösteriyor. Triazolam kaynaklı psikozla ilgili klinik raporlara dayanarak, Einarson (1980) ve Einarson ve Yoder (1982), van der Kroef tarafından tanımlanana benzer bir triazolam sendromu olasılığını doğrulamaktadır. Denson (1987), 'mala zarar verilmesi ve cezai suçlamalarla' sonuçlanan triazolam kaynaklı bir psikoz vakasını ele almaktadır."

"Hollanda İlaçlara Bağlı Olumsuz Reaksiyonları İzleme Merkezi'nden R. H. B. Meyboom (1992), Hollanda'nın triazolam ile ilgili deneyimlerinin tarihçesini anlatıyor. 1979 yılında kurumuna triazolam ile ilgili 1000 vaka raporu gönderdiğini belgeliyor. "Tepkilerin karmaşıklığına rağmen, bir 'sendrom'un varlığına dair bazı belirtiler vardı." diyor. Bu sendrom, 'anksiyete ve korkular, ajitasyon ve saldırganlık, depresyon ve paranoyak düşünceler, duyarsızlaşma ve gerçek dışılık, çeşitli anormal algılar (hiperakuzi ve fotofobi dahil) ve amneziyi' içeriyor. Meyboom, geriye dönüp baktığında, 'sendromun doğrudan toksik etkilerden ve yoksunluk etkilerinden kaynaklandığına' inanıyor. İlaç kaynaklı şiddet ve suç olasılığına değinerek, "Triazolamın suç potansiyeli korkutucu." diye uyarıyor. Meyboom, bu tehlikeli reaksiyonların sıklığını belirleyememektedir."

"İlaç kaynaklı davranışsal anormallikleri son derece 'seçici, kısa ve kontrollü klinik çalışmalarda' göstermek zordur. Yine de, birkaç çalışma kısa etkili benzodiazepinlerle ilişkili tehlikeleri doğrulamaktadır. Gardner ve Cowdry (1985), çift kör, plasebo kontrollü bir çapraz çalışmada alprazolam kullanan sınırda hastalarda "kontrol bozukluğunda" artış bulmuştur. Kontrol bozukluğu şu davranışları içerir: 'aşırı doz, kendine zarar verme, kafayı vurma, arabanın önüne atlama ve bir çocuğa sandalye fırlatma.' Gardner ve Cowdry, alprazolam konusunda, "özellikle de önemli bir kontrol bozukluğu geçmişi olan bireylerin tedavisinde" "dikkatli" olunması gerektiği sonucuna varmıştır. "

" (...) Yazarlar, bazı semptomların 'inhibisyon bozukluğuyla' ilişkili olabileceğini öne sürüyorlar. Bu ciddi yan etkilerin, "ağır psikiyatrik rahatsızlıkları" olan hastalarda triazolam kullanıldığında nadir olmayabileceği konusunda uyarıyorlar. Rosenbaum, Woods, Groves ve Klerman (1984), ayaktan tedavi gören klinik ortamda alprazolam ile tedavi edilen 80 hastanın sekizinde (%10) 'aşırı öfke veya düşmanca davranışlar' geliştiğini tespit etmiştir. Bu, literatürde bildirilen en yüksek vakalardan biridir. FDA'nın panik bozukluğunda alprazolam için "Klinik Verilerin Güvenlik ve İnceleme Değerlendirmesi", alprazolam kaynaklı disinhibisyonu ele almaktadır. Raporda, "Alprazolam ile tedavi edilen hastalarda, genellikle 'ajitasyon, agresif davranış, öfke ve düşmanlık' ile karakterize, 'paradoksal bir disinhibisyon reaksiyonu' ortaya çıktığı bildirilmiştir" ifadesi yer almaktadır. Raporda ayrıca, nispeten düşük dozlarda tedavinin erken dönemlerinde ortaya çıkan "disinhibisyon, öfke ve düşmanlık" gibi çeşitli advers ilaç reaksiyonları da açıklanmaktadır. Bir doktor, üç farklı hastanın 'bu ataklardan muzdarip olduğunu' bildirmiştir."

"İlaç yan etkilerinin "duygusal ve diğer davranışsal bozukluklar" kategorisi, "depresyon, psikotik depresyon, duygusal dengesizlik, öfori, düşmanlık, kişilik bozukluğu ve libido azalması"nı içerir."

"FDA'daki epidemiyolojik çalışmalar, alprazolamın ve özellikle triazolamın, diğer benzodiazepinlere kıyasla - 'şiddetli ve yaşamı tehdit eden davranış değişiklikleri' de dahil olmak üzere - daha sık ve daha ciddi 'olumsuz merkezi sinir sistemi etkilerine' yol açtığını tutarlı bir şekilde göstermektedir."

"FDA, triazolam ve alprazolam için, Kurum tarafından düzenlenen diğer tüm ilaçlardan daha fazla bu tür rapor almıştır. Her bir ilacın kullanım oranındaki farklılıklara göre ayarlanan raporlama oranları, benzer endikasyonlara sahip diğer benzodiazepinlere kıyasla hem triazolam hem de alprazolam için ilaç satışlarına yönelik düşmanlık raporlarının çok daha yüksek oranlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu reaksiyonların halk sağlığı açısından önemi, her iki ilacın popülaritesi artmaya devam ederken, geniş popülasyonlarda maruziyet bağlamında zaman zaman ölümcül davranışlara yol açmaları ve şiddetlerinde yatmaktadır." -Bob Wise (1989b)

"Bu tür reaksiyonlarla ilgili endişemiz, '57 yaşında bir kadının, yarım miligram triazolam aldıktan iki saat sonra annesini ölümcül şekilde vurduğu bir reaksiyonu' içeren başka bir Artan Sıklık Raporu'nun yayınlanmasıyla triazolobenzodiazepin sınıfına da yayıldı. 1988 yılında alınan raporlara baktığımızda, triazolamın 1988 yılında düşmanlık reaksiyonları için bildirim oranının alprazolamınkinden iki kat daha yüksek olduğunu gördük." -Bob Wise (1989b)

"HALCION dahil olmak üzere benzodiazepin hipnotiklerinin kullanımıyla ilişkili olarak çeşitli anormal düşünce ve davranış değişiklikleri bildirilmiştir. Bu değişikliklerden bazıları, alkol ve diğer MSS depresanlarında (örneğin, sakinleştirici/hipnotikler) görülenlere benzer şekilde aşırı görünen 'saldırganlık ve dışa dönüklük' gibi inhibisyon azalmasıyla karakterize edilebilir. 'Tuhaf davranış, ajitasyon, halüsinasyonlar ve duyarsızlaşma' gibi başka davranış değişiklikleri de bildirilmiştir. Öncelikle depresyon hastalarında, benzodiazepin kullanımıyla ilişkili olarak 'intihar düşüncesi' de dahil olmak üzere 'depresyonun kötüleştiği' bildirilmiştir. (....) Bazı benzodiazepinlerde olduğu gibi, HALCION'un terapötik dozlarını takiben farklı şiddette 'anterograd amnezi ve paradoksal reaksiyonlar 'bildirilmiştir. Çeşitli kaynaklardan elde edilen veriler, 'anterograd amnezinin' HALCION ile diğer benzodiazepin hipnotiklere kıyasla daha yüksek oranda ortaya çıkabileceğini göstermektedir." -Hekimlerin Masa Referansı 1997 - " Halcion etiketindeki yeni uyarısı.."

"Triazolam ile olumsuz psikiyatrik etkiler arasında açıkça belirlenmiş bir nedensel ilişki buldu. CSM'ye göre, bu olumsuz etkiler, diğer benzodiazepinlere göre çok daha sık ortaya çıkıyor."

"Benzodiazepinlerin kendi kendine zehirlenme riski taşıyan hastalarda güvenli olduğu varsayılamaz. (...) Bazı trisiklik antidepresanlar ve barbitüratlar, muhtemelen tek başına alınan benzodiazepinlerden daha toksiktir. Ancak benzodiazepinler 'alkol gibi diğer ilaçlarla birlikte kullanıldığında' öldürücülükleri artar."

"1980'leri kapsayan Britanya'da yapılan bir araştırma, benzodiazepinlerin tek başına ve alkolle birlikte kullanımıyla çok sayıda başarılı intihar vakası olduğunu göstermiştir. (....) Serfaty ve Masterton, tek başına benzodiazepin kullanımıyla 891, alkolle birlikte kullanımıyla ise 591 ölüm vakası tespit etmiştir. Bu on yıllık dönemde benzodiazepinlere atfedilen toplam zehirlenme vakası 1576 olup, benzodiazepinler 1308 vakayla aspirin/salisilatların, amitriptilin [1083] ve dotiepin [981]'in önüne geçmiştir. Bu son iki ilaç, antidepresanlara atfedilen ölümcül zehirlenme vakalarının yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Serfaty ve Masterton'a göre benzodiazepinler arasında flurazepam (Dalmane) ve temazepam (Restoril), milyon reçete başına en fazla ölüme neden olan ilaçlardır [sırasıyla 15,0 ve 11,9]. Aynı yöntemlerle incelenen antidepresanların yaklaşık yarısından daha tehlikeliydiler. Triazolam (Halcion), Dalmane veya Restoril'e kıyasla milyon reçete başına çok daha az ölüme sahipti [5,1]; ancak yine de anksiyolitik benzodiazepinlerin ortalamasının üzerindeydi [3,2]. Milyon hasta başına tahmini ölümlerde, Britanya'daki tüm benzodiazepinler arasında sıralamada hipnotikler (uyku ilaçları) baskındı. Dalmane [milyonda 90] birinci; Restoril [71] ikinci; İngiliz hipnotik ilacı flunitzepam (Rohypnol) [49] üçüncü; ve Halcion dördüncü [30] oldu. Bir diğer İngiliz hipnotik ilacı nitrazepam (Mogadon ve diğerleri) [26] beşinci sırada yer aldı. Milyon hasta başına ölümlerde, kaygı giderici ilaçlar arasında prazepam (Centrax) [milyon hasta başına tahmini 25 ölüm] ve alprazolam (Xanax) [24], triazolam ve nitrazepamın hemen arkasındaydı."

"Benzodiazepin Kaynaklı Bilişsel İşlev Bozukluğu .... Hafıza bozukluğu ve konfüzyon da dahil olmak üzere bilişsel bozukluk, benzodiazepinlerle ilişkili iyi bilinen bir olgudur. (...) Alprazolam ve triazolam özellikle 'bilişsel eksikliklere neden olmaya' yatkındır. Uçakta uyumak için triazolam alan kişiler, yolculukla ilgili anılarında bir "boşluk" hissedebilirler. Sınavlardan önce rahatlamak veya uyumak için benzodiazepin alan öğrenciler, çalıştıkları konuları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aynı dozda triazolam, sağlıklı yaşlı bireylerde sağlıklı genç bireylere göre daha fazla sedasyona ve psikomotor performansta daha fazla bozulmaya neden olur."

"Benzodiazepinlerin EEG üzerindeki etkileri, 'alfa aktivitesinin azalması ve düşük voltajlı hızlı aktivitenin, özellikle beta aktivitesinin artması' gibi diğer sedatif-hipnotik ajanların etkilerine benzer. (...) Triazolam kullanımına başlandıktan kısa bir süre sonra, rebound klinik tabloya hakim olmaya başlar ve uykusuzluk kötüleşir. Nishino, Mignot ve Dement (1995), kısa etkili benzodiazepinlerin başlangıçta yaşlı hastalar için tercih edildiğini belirtmektedir."

"...kısa etkili benzodiazepinlerin daha sonra 'rebound uykusuzluğa (hipnotik ilacın kesilmesiyle uykunun başlangıç seviyelerinin ötesine kötüleşmesi), rebound anksiyeteye, anterograd amneziye ve hatta paradoksal öfkeye' neden olduğu bulunmuştur."

"....benzodiazepinlerin uykusuzluktaki faydası en iyi ihtimalle geçicidir. İlaçlar 'normal uykuyu' sağlamaz, bunun yerine 'normal döngünün çeşitli yönlerinde bir bozulmaya' neden olur."

"....yüksek doz benzodiazepin kullanan hastalarda 'kronik bilişsel bozukluklar' gelişir. (...) ...rapor, uzun süreli benzodiazepin kullanımıyla ilişkili 'beyin atrofisine' işaret etmektedir. (....)  Psikiyatri mesleği, bugüne kadar milyonlarca hastayı etkileyebilecek bu sorunlar konusunda çok az endişe göstermiştir."

"Uzun süreli benzodiazepin kullanıcılarında görülen nöropsikolojik bozuklukların altında ince, belki de geri döndürülebilir yapısal değişikliklerin yatması mümkündür." -Ashton (1995)

"Benzodiazepinlerin uzun süreli kullanımından kaynaklanan alkol benzeri 'şiddetli yoksunluk semptomları' iyi bilinmektedir. İlacın aniden kesilmesinden iki ila yirmi gün sonra, ilgili benzodiazepinin yarı ömrüne bağlı olarak yoksunluk belirtileri gelişebilir. Yoksunluğun ilk belirtileri 'uykusuzluk, anksiyete, ajitasyon, sinirlilik ve sinirlilik' olabilir. Kulaklarda kalıcı çınlama veya diğer anormal sesler ve anormal görsel algılar gelişebilir. Çekilme belirtileri arasında 'karın krampları, kas krampları (kalıcı, şiddetli boyun ağrısı dahil), bayılmaile birlikte 'ortostatik hipotansiyon, mide bulantısı veya kusma, ishal, iştahsızlık, kilo kaybı, titreme, ateş, terleme, çevresel uyaranlara karşı aşırı uyarılma ve aşırı duyarlılık, bulanık görme, başın içinde "vızıltı" veya "elektrik" hissi, kafa karışıklığı, duyarsızlaşma, anksiyete, korkutucu, rahatsız edici düşünceler, takıntılı durumlar ve halüsinasyonlar ve deliryum veya organik beyin sendromu ile birlikte psikoz, nöbetler ve ölüm' yer alabilir."

"Çoğu vaka cevabı, 'yavaş bir bırakmanın bile ciddi yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırmayabileceğini' öne sürmektedir. Kademeli bırakmanın, süreci sadece uzatıp uzatmadığı, üstesinden gelip gelmediği belirsizdir.Belirtilerin tamamen geçmesi genellikle haftalar veya aylar alır ve bu da hastada uzun süreli anksiyete veya depresyona neden olur. Aylarca veya yıllarca ilaçsız kaldıktan sonra 'benzodiazepin yoksunluk etkilerinden' tamamen kurtulamayan hastalar gördüm. Bu hastalar genellikle uzun yıllar, hatta belki de hayatlarının geri kalanında 'huzursuz, yorgun, endişeli ve depresif' hissederler. Geçmişe dair büyük hafıza blokları ortadan kaldırılabilir ve bu da 'kimlik kaybı ve kendine yabancılaşma' hissi yaratabilir. Anılar kısmen geri kazanıldığında veya fotoğraflar ve arkadaşlardan gelen anekdotlarla yeniden canlandırıldığında, anılar, rüya benzeri veya gerçek dışı bir nitelik taşıyabilir. Konsantrasyon, kısa süreli hafıza ve uyku, 'geri döndürülemez' şekilde bozulabilir. Bu etkilerin bazıları, yoksunluktan ziyade kalıcı beyin hasarı veya işlev bozukluğuyla ilişkili olabilir. Bu durum, bazı hastaların 'kronik benzodiazepin kullanımının etkilerinden, neden asla tam olarak kurtulamadıklarını' açıklayabilir. Benzer şekilde, bazı hastaların tekrarlanan çabalara rağmen benzodiazepinleri kalıcı olarak bırakamamalarının nedeni de bu olabilir."

"Bazı bireylerin benzodiazepinlerden vazgeçmesi, bir hekimin sabrını ve anlayışını ve genellikle aylar süren bir süreci gerektirir. Bağ(ım)lılık şiddetliyse, hastaneye yatış gerekebilir. Ne yazık ki, hastaneye yatış, hastayı "bağımlı" veya "akıl hastası" olarak etiketleme eğilimindedir ve bu da, ilaç bağımlılığı ve suistimalle mücadele eden bireyin zaten deneyimlediği iatrojenik aşağılanma ve damgalanmaya katkıda bulunur. Önerilen 4-10 mg/gün dozlarında bile, hastalar "sarhoş" göründükleri aşırı sedasyon dönemlerinden, - kısmi yoksunluk yaşadıklarında - aşırı uyarılma ve anksiyete dönemlerine geçiş yapabilirler. Arkadaşlar ve aile, örneğin hasta sarhoş bir şekilde sendelemeye başlayana veya bir tatil yemeğinde tek bir alkollü içkiden sonra sersemleyip bayılana kadar semptomları "akıl hastalığına" bağlayabilir. Geriye dönüp bakıldığında, hastanın 'aylarca kendi durumunu doğru bir şekilde değerlendiremeyecek veya ilacın etkileri konusunda karar veremeyecek' kadar alkol zehirlenmesi olduğu ortaya çıkacaktır. Hastanın söz konusu süre boyunca hafızası, genellikle ciddi şekilde bozulur."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)

*** *** ***

"Benzodiazepin toksisitesinin ve yoksunluk sorunlarının psikolojik, mesleki ve sosyal sonuçlarının ciddiyeti, psikiyatri literatüründe nadiren veya hiç yeterince ele alınmamıştır. Klinik ve adli tıp deneyimime göre, - benzodiazepin etkisi altındaki bireyler,  kendilerine hiç yakışmayan dolandırıcılık ve şiddet içeren suçlar işleyebilirler. Aile varlıkları ve aile hayatı, ilaç istismarı ve bağ(ım)lılığı uğruna feda edilebilir. "

"David Jacobs (1995), 'birçok psikiyatristin, ilaçların yan etkilerine karşı aşırı kayıtsız göründüğüne' dikkat çekmektedir. Tıbbi ve bilimsel makalelerde, yan etki reaksiyonlarının genellikle 'diğer insanları ve bireyin genel yaşamını etkilemeyen izole olaylar' olarak rapor edildiğini belirtmektedir."

"Birçok kişi, bir kişi olumsuz bir ilaç reaksiyonu yaşadığında, ilacı almayı bırakıp olumsuz ilaç reaksiyonunu sonlandırabileceğini ve böylece ilaç reaksiyonunu sonlandırabileceğini varsayar. Benzodiazepinler söz konusu olduğunda ise tablo genellikle çok farklıdır." -Jacobs (1997)

".....sürekli benzodiazepin kullanımının sonuçları - 'uyuşukluk, duygusal durgunluk, inhibisyon bozukluğu, depresyon ve anksiyetenin kötüleşmesi' gibi - hastalar, aileleri veya doktorları tarafından ilaçla ilgili olarak anlaşılmayabilir. Hastalar ilacı azaltmaya veya bırakmaya çalıştıklarında, artan uykusuzluk veya anksiyetelerinin geri tepmenin bir sonucu olduğunu fark etmezler. İlacın neden olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal sorunlar nedeniyle hastanın kişisel ve iş ilişkileri bozulabilir. Yoksunluk 'işkence' olarak deneyimlenebilir ve yoksunluğun etkileri sosyal ve mesleki yaşamı bozabilir. Öfke, mani ve psikotik boyutlara ulaşan diğer ilaç kaynaklı reaksiyonlar, hayatları mahvedebilir ve sevdikleriniz ve masum çevrenizdekiler arasında büyük bir yıkıma yol açabilir."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)

*** *** ***

"Bir ilacın, piyasaya sürülmesinden önce yapılan çalışmalar, ilacın 'rutin klinik kullanımı sırasında ortaya çıkacak birçok advers ilaç reaksiyonunu ortaya çıkarmak' için yeterli değildir. Psikiyatrik ilaçların onayına temel teşkil eden kontrollü çalışmalar, genellikle yalnızca 4-6 hafta sürmektedir. (...) Klinik çalışmalara birkaç bin hasta dahil edilebilirken, gerçek kontrollü çalışmalara yalnızca bin veya daha fazla hasta dahil edilecektir. Ayrıca, bunların çoğu kısa süreli çalışmalar tamamlanmadan önce çalışmayı bırakacaktır. İlaca maruz kalan bitiricilerin sayısı yalnızca yüzleri bulabilir. "

"Kısa süreli - kronik kullanımla gelişen veya uzun bir latent dönemi olan etkilerin tespit edilmesi imkansızdır. Dar popülasyon - genellikle özel grupları (örneğin çocuklar, yaşlılar) büyük ölçüde içermez ve onaydan sonra ilaca maruz kalabilecek popülasyonu her zaman temsil etmez. Dar endikasyon kümesi - etkinliği araştırılan ve gerçekte gelişen kullanımı kapsamayan endikasyonlar. Küçük boyut (genellikle 3.000 ila 4.000 denek içerir) - nadiren ortaya çıkan etkilerin tespit edilmesi çok zordur." -FDA (1995j), - "Pazarlama Öncesi Klinik Araştırmaların Sınırlamaları..."

"Klinik araştırmalar, öncelikle etkililik ve risk-fayda oranını değerlendirmek için tasarlanmış etkili araçlardır, ancak çoğu durumda bir ilacın güvenliği hakkında tüm bilgileri sağlayacak kadar büyük veya uzun değildirler. Pazarlama onayı sırasında, yeni bir ilacın güvenlik veritabanı genellikle 3.000 ila 4.000 maruz kalmış bireyi içerir; bu sayı, nadir görülen advers olayları tespit etmek için yetersizdir. Örneğin, 10.000 hastada 1 görülme sıklığına sahip bir advers olayı tespit etme olasılığının %95 olması için, 30.000 hastadan oluşan bir maruz kalmış nüfus gereklidir."  -FDA (1995j), -"bir advers reaksiyon tespit etme olasılığı..."

"Bir ilacın güvenlik profili zaman içinde sürekli olarak gelişir. Ürün onayından önceki klinik araştırmalar genellikle yalnızca birkaç bin hastaya ait güvenlik verilerini içerir. Bir ilaç giderek daha geniş popülasyonlarda, klinik araştırmalar sırasında incelenmeyen alt gruplarda (örneğin hamile kadınlar, yaşlılar) veya çok sayıda tıbbi rahatsızlığı olan ve birden fazla ilaç kullanan hastalarda kullanıldıkça yeni bilgilerin keşfedilmesi beklenir."  -Dianne Kennedy (FDA'nın MEDWATCH programının direktörü) ... - "Kısacası, bir ilacın klinik kullanımı, ilacın test edildiği kontrollü araştırmalardan büyük ölçüde farklı olabilir."

"Piyasaya sürülmeden önce onay almak için yürütülen büyük ve iyi tasarlanmış klinik araştırmalar bile, bir ürün yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan sonra ortaya çıkabilecek tüm sorunları ortaya çıkaramaz. Belki de 5000 kullanıcıdan birinde, hatta 1000 kullanıcıdan birinde bir advers olay meydana gelirse, klinik araştırmalarda gözden kaçabilir, ancak piyasaya sürüldüğünde ciddi bir güvenlik sorunu oluşturabilir." -David Kessler (1993)

"....FDA, bir ilacın 'halka, pazarlanmadan önce güvenli olduğunun kanıtlanmasını' beklemez. Ancak doktorlar genellikle bu tehdit edici gerçeklikten habersizdir. FDA, ciddi advers ilaç etkilerinin pazarlama sonrası dönemde ilk kez 'ne sıklıkta ortaya çıktığı' konusunda doktorları bilgilendirmek için çalışmalara başlamıştır. FDA yetkililerinin yorumlarında vurgulanmasa da, 'araştırmacı yanlılığı ve ilaç şirketlerinin veri manipülasyonu', klinik deneylerin olumsuz ilaç etkilerini ortaya koymamasında önemli bir rol oynamaktadır. Klinik deneylerin çoğu, 'ilaç endüstrisi ve biyolojik psikiyatri ile yakın bağları olan veya bu endüstri tarafından ücretlendirilen araştırmacılar' tarafından yürütülmektedir. Belirli bir ilacın veya genel olarak ilaçların 'kullanımını engelleyebilecek olumsuz ilaç etkilerinin' göz ardı edilmesi eğilimi vardır."

"FDA'ya veya üreticiye yapılan advers ilaç etkileri bildirimleri, ilaç ile advers etki arasında nedensel bir bağlantı olduğunu tek başına kanıtlamaz. Nedenselliği doğrulamak için aşağıdaki faktörlerden bazıları faydalıdır: (....) .... raporun yazarları, "bir epidemiyolog, bir etken ile bir hastalık arasındaki ilişkinin, nedensel olup olmadığını belirlerken yedi faktörün dikkate alınması gerektiğini" belirtmektedir. Sorular halinde sorulduğunda, aşağıdaki faktörler listelenmiştir: (....) Yukarıdaki bireysel kriterlerin hiçbiri, makul veya bilimsel bir sonuca varmak için mutlak bir gereklilik değildir. Tıp, bilim ve kamu güvenliği adına, mevcut en iyi kanıtları değerlendirmeli ve mümkün olduğunca sağlam bir sonuca varmalıyız. Genellikle, hatta tipik olarak, yüksek olasılıklı kararlar, eksik bir veri kümesiyle alınır."

"Kontrollü klinik çalışmalardan onay almak faydalı olsa da, bilinen veya kanıtlanmış birçok advers ilaç reaksiyonunu kontrollü klinik çalışmalarla göstermek genellikle imkansızdırBir ilacı içeren kontrollü klinik çalışmalardan elde edilen olumsuz bulgular, ilaç ile advers reaksiyon arasında nedensel bir bağlantı olmadığını göstermek için kullanılamaz. Aslında, pazarlama sonrası aşamada ilaç etiketlemesinde yapılan değişikliklerin büyük çoğunluğu, spontan raporlama sistemi tarafından üretilen veri türüne dayanmaktadır ve değişikliklerin neredeyse hiçbiri kontrollü klinik çalışmalardan kaynaklanmamaktadır. İlaçlar piyasadan çekildiğinde bile, FDA genellikle kendiliğinden gelen bildirimlere dayanarak hareket eder. "

"Doktorların FDA'ya veya üreticilere gönüllü olarak bildirdikleri bildirimlere yanıt olarak FDA, 'uyarılar yayınlamış, etiket değişiklikleri yapmış, üreticilerin pazarlama sonrası çalışmalar yürütmesini zorunlu kılmış' ve nihayetinde hastaların ölümlerini ve acılarını önleyen ürünlerin piyasadan çekilmesini emretmiştir." -Kessler (1993) - "Spontan bildirim sisteminin etkisini açıklama..."

"FDA (FDA, 1995), kendiliğinden bildirim sisteminin, advers ilaç reaksiyonları hakkında pazarlama sonrası bilginin en önemli kaynağı olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu sistem, sıklıkla ilaç etiketlerinde değişiklik yapılması veya ilaçların piyasadan çekilmesi gerektiğine dair bilimsel tespitlere yol açmaktadır. 1990 tarihli bir Devlet Muhasebe Ofisi (GAO) raporuna göre, 1976 ile 1985 yılları arasında FDA tarafından onaylanan tüm ilaçların %50'sinden fazlasının pazarlama sonrası incelemelerde 'daha önce tespit edilmemiş "ciddi" yan etkileri olduğu ve bazen piyasadan çekilmesi gerektiği' tespit edildi. Bu dönemde on beş psikofarmasötik ilaç onaylandı ve bunlardan dokuzunun pazarlama sonrası incelemelerde ciddi riskler taşıdığı tespit edildi ve bir vakada piyasadan çekilmesine yol açtı. Antidepresan nomifensinin, dünya çapında sekiz veya dokuz yıl piyasada kaldıktan sonra 'masif intravasküler hemolitik anemiye' neden olduğu bulundu. Bu gözlemler, kontrollü klinik araştırmaların 'advers ilaç reaksiyonları açısından nedenselliği belirlemede en önemli bilimsel yöntem olmadığını' göstermektedir. GAO çalışmasında pazarlama sonrası dönemde tespit edilen psikiyatrik ilaçlara bağlı ciddi advers reaksiyonların tüm listesini inceledim. Her birinin, spontan raporlama sistemi ve genel klinik deneyimin bir kombinasyonu yoluyla keşfedilmiş ve doğrulanmış olması muhtemeldir. Bu advers reaksiyonlardan herhangi birinin öncelikli olarak kontrollü bir klinik araştırma yoluyla tespit edildiğine veya doğrulandığına dair hiçbir kanıt yoktur."

-Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (72)

*** *** ***

"Tardif diskinezi, uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından kaynaklanan ciddi ve kamuoyunda iyi bilinen bir yan etkidir. (....) ....nöroleptik ilaçların neden olduğu ve ilk olarak 1957'de tanımlanan bir hareket bozukluğu olup, psikiyatride en çok tartışılan konulardan biri olmuştur, - 1970'lerin başından beri kapsamlı bir şekilde incelenmiş, müzakere edilmiş ve tartışılmıştır.-Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

"Bir tahmine göre, Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda 625.000'e kadar kişi TD belirtileri göstermektedir. (1989)"  -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

"Uzun süreli nöroleptik tedavi gören hastaların yaklaşık beşte biri, TD semptomları göstermektedir ve vakaların çoğu hafif olarak derecelendirilmiştir. Yaşlılar ve kurumlarda yaşayanlar arasında yaygınlık yaklaşık %40 olabilir. (1988 -1989)

"Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl nöroleptik reçete edilen iki milyon yetişkini kullanarak, belirli bir yılda 90.000 ila 625.000 arasında insanın geri döndürülemez TD'den muzdarip olduğunu tahmin etmektedir. Bu rakamlar, toplumda en çok ilaç kullanan iki grup olan 'huzurevi sakinlerini ve zihinsel engellileri' içermemektedir (1987 -1988); Bu nedenle, bugün bir milyondan fazla Amerikalının 'kalıcı TD'den muzdarip olması' muhtemel görünüyor."

"TD'nin yaygınlığını doğru bir şekilde tahmin etmek zordur çünkü nöroleptikler TD'yi de maskeleyebilir: anormal hareketler yalnızca 'doz azaltımı veya ilaç kesilmesisırasında ortaya çıkabilir. Artık bazı doktorların, bunun sonucunda 'anormal hareketlerin ortaya çıkacağından korktukları için nöroleptik dozunu azaltmadıkları' bilinmektedir. Diğer doktorlar, TD'nin varlığından şüphelenseler veya bilseler bile, TD'nin neden olduğu 'tıbbi komplikasyonlar' nedeniyle nöroleptikleri kesmeye isteksizdirler. Chouinard (1986), "özellikle 65 yaş üstü olan önemli sayıda hasta, nöroleptik ilaç kesilirse 'yutma veya solunumla ilgili komplikasyonlar' nedeniyle ölecektir" demektedir. Yine de bazı yazarlar, TD hakkındaki çok fazla tartışmanın "alarmist" veya "aşırı tepki" olduğunu öne sürmektedir."

"Nöroleptiklerin bilinen risklerine rağmen, çoğu psikiyatrist bu ilaçları reçete etmeye devam etmektedir çünkü "nöroleptiklerin benzersiz terapötik faydalarının çarpıcı ve kanıtlanmış olduğuna... alternatif tedavilerin etkinliği ise henüz kanıtlanmamış olduğunainanmaktadırlar."

"TD'yi tedavi etmek için etkili bir yöntem olmamasına ve çoğu durumda geri döndürülemez olmasına rağmen, rahatsız edici ve rahatsız olmuş kişileri süresiz olarak nöroleptik ilaçlara maruz bırakma uygulaması, Mosher ve Burti'nin (1989) ifade ettiği gibi, yalnızca yeni bir türün, 'tardif diskinezinin gizlenmesi imkânsız, kozmetik bozukluğuyla damgalanan tardif diskinezi"nin büyümesini sağlamıştır.'"

"....1980 ve 1988 yılları arasında kamuoyunda geniş yer bulan bir düzine davada, hastalar 'TD sonucu yaşadıkları yaralanmalar için tazminat davası' açmışlardır. Mahkemeler, 'hastayı izlemeden ilaç yazmanın, TD'yi doğru bir şekilde teşhis edememenin, TD belirtilerine uygun şekilde tepki vermemenin ve hastayı TD riskleri konusunda bilgilendirmemenin' ihmalkar uygulama örnekleri olduğuna karar verdi. (...) En büyük karar olan Hedin - Amerika Birleşik Devletleri (1984) davasında davacıya 2.000.000 doların üzerinde tazminat ödendi."

"Şu anda tardif diskineziyle başa çıkmanın en iyi yolu birincil önlemedir. Bu, daha az ilaç kullanmak veya belki de hiç kullanmamak anlamına gelir." -Pirodsky (1982) - "'TD'nin önlenmesi' konusunda ortaya çıkan fikir birliği..."

"Ne yazık ki, 'on yıl sonra, TD insidansının azalmaya yakın olduğuna' dair hiçbir belirti göremiyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'nde ayaktan nöroleptik reçeteleri 1976-1985 yılları arasında yılda yaklaşık yüzde bir oranında azalmış olsa da (21 milyondan 19 milyona) [Wysowsky ve Baum, 1989], bu eğilime, daha önce popüler olan fenotiyazinlerden çok daha yüksek klorpromazin eşdeğeri dozlarda reçete edilen daha güçlü ilaçlara (örneğin haloperidol) geçiş eşlik ediyor. Reardon, Rifkin, Schwartz, Myerson ve Siris (1989), kurumsal ve toplumsal ortamlarda reçete edilen nöroleptiklerin ortalama günlük klorpromazin eşdeğeri dozlarının, 1973 ile 1982 yılları arasında iki katına çıktığını göstererek bu eğilimi doğrulamaktadır."

"Mosher ve Burti (1989), "T.D. 'de yıllık yaklaşık %5'lik bir insidansa rağmen (yani, dört yıl içinde nöroleptik kullanan hastaların %20'sinde bu hastalık gelişiyor), kamu sistemindeki psikiyatristlere 'yoksunluk veya nöroleptik dozunun azaltılması' sorusunu sormanın bile zorlaşması bizim için özellikle acı verici" olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda, iyi eğitimli klinisyenler tarafından bile, on vakadan dokuzunda T.D, yanlış teşhis edilmektedir. Ayrıca, "çok az kurum APA yönergelerini benimsemiştir ve benimseyenlerde de birçok uzman bunları aşmaya çalışmaktadır. Psikiyatrik tedavi konusunda bilgilendirilmiş onam ciddi bir şekilde ele alınsa bile, hastalara yan etkiler hakkında çok az bilgi verilmektedir. Yan etkilerden bahsedildiğinde, tardif diskinezi sıklıkla bahsedilenler arasında yer almamaktadır."

"....reçeteyi yazan hekim tarafından 'TD'nin riskleri' konusunda 'tam olarak bilgilendirilmemiş gönüllü bir akıl hastası, zorla ilaç verilen istemsiz bir hasta veya nöroleptik reçete edildiği söylenmemiş yaşlı bir huzurevi sakini' TD geliştirebilir. Reçeteyle ilgili karar verme yetkisi ve bilgisi az olan hastalar, genellikle bu karardan kaynaklanan maliyetlerin çoğunu üstlenmek zorunda kalırlar. TD'nin oluşumuna ilişkin 'ahlaki sorumluluk' konusunu göz ardı ederek, bu olguların salt ekonomik bir bakış açısıyla analizi, 'yetersiz sonuçlar' vermesi beklenen verimsiz bir 'karar alma sisteminin' işleyişine işaret eder."

"Bu makalede, nöroleptik ilaçların reçetelenmesine yol açan karar alma sürecinde yer alan çeşitli taraflar (hastalar, aileler, sağlık çalışanları ve diğer profesyoneller, kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerinde etkili olan teşviklerden bazılarını ve bu aktörlerin karar alma özgürlüğünü kısıtlayan 'bazı kısıtlamaları' ele alıyoruz."

"Tardif diskinezi, uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından kaynaklanan ciddi ve kamuoyunda iyi bilinen bir yan etkidir. Ancak, son yirmi yılda, bu ilaçların 'gerekli dikkatle reçete edilmesini sağlama' konusunda çok az ilerleme kaydedilmiştir. Nöroleptik reçete edilmesine yol açan karar alma sürecindeki ana katılımcılar (hastalar, aileler, doktorlar, kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerindeki teşvikler ve kısıtlamalar, ilaçların 'faydalarının abartılması ve yan etkilerinin en aza indirilmesi' olasılığını artırmaktadır. (....) Sorumluluğu 'maliyetle daha uyumlu hale getirerek, karar sürecini daha verimli hale getirmenin yollarını' öneriyoruz. Karar alma sürecinde, gücü elinde bulunduranlar, - başkalarına yükledikleri istenmeyen risklerden sorumlu tutulurlarsa, - hem nöroleptiklerin kullanımı hem de bunun kaçınılmaz iatrogenezi muhtemelen azalacaktır. (...) Nöroleptik kullanarak 'tedavi kararı verme yetkisine' sahip olanlar, bu ilaçların getirdiği riskler konusunda bilgilendirilir ve sorumlu tutulursa, nöroleptik kullanımı azalacak ve buna bağlı olarak 'nöroleptik kaynaklı iatrogenezde' de azalma sağlanacaktır." 

"Bazı yazarlar, nöroleptik etkiler için kullanılan "terapötik" teriminin herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaktadır ; bazıları, 'psikiyatrinin "şizofrenik" hastaları 'kontrol etmek' için ilaçlara aşırı güvenmesini ve psikososyal alternatiflerden, sistematik olarak kaçınmasını' eleştirmektedir ; diğerleri ise yan etkilerin görünür ve gizli maliyetlerini ayrıntılı olarak açıklamaktadır."

"Doggett ve Mercurio'ya (1989) göre, "şizofreni" daha az yıpratıcı olsaydı, nöroleptikler "toksisite nedeniyle muhtemelen kesilirdi." Sadece nörolojik etkiler arasında 'parkinsonizm, akatizi, distonik reaksiyonlar, potansiyel olarak ölümcül nöroleptik malign sendrom', ilacın kesilmesiyle ortaya çıkan 'aşırı duyarlılık psikozu, geç demans ve geç diskinezi' bulunur. Hastaların %75 ila %95'i tedavi süresince ekstrapiramidal semptomlar geliştirir."

*** *** ***

"Nöroleptiklerin "çarpıcı" ve "benzersiz" faydaları, bu ilaçların 'aşırı heyecanlı kişileri, uykuya daldırmadan hızla sakinleştirme' gibi sıra dışı bir yeteneğe sahip olmalarıdır. (...) Uzun süreli kullanımda, nöroleptiklerin avantajlarını ayırt etmek daha zordur."

"Hastalar genellikle daha az korkar ve ürkerler. Ayrıca genellikle daha az öfkelenirler. Halüsinasyonlar gibi dramatik "pozitif" semptomlarından bazılarını kaybedebilirler. Diğer durumlarda halüsinasyonlar ve sanrılar devam eder, ancak hastalar bunlardan o kadar rahatsız olmazlar. Emirleri daha iyi alır ve başkalarının taleplerine daha iyi uyarlar. Şiddetli hastalar genellikle kontrol altına alınabilir hale gelirler, ancak bazen sadece hastayı neredeyse uyanık bırakacak doz seviyeleriyle. Servis personeli, tedavi eden doktor ve aile, 'kendilerini, güçsüz hissetmezler.' Hastalar, diğer insanların korkudan dolayı şizofreni hastalarına hem hastane içinde hem de dışında sıklıkla yaptıkları yıkıcı şeylerden kurtulurlar." -Karon (1989) - "kısa vadeli etkiyi ve etkileri..."

"Easton ve Link (1987), "yüksek doz, düşük doz veya hiç doz almayan hastalarda nüks eden ve etmeyen hastalar üzerinde uzun süreli gözlemler yaptıklarını ve klinik olarak nöroleptik alımı ile nüks azalması arasında belirli bir ilişki olmadığını" belirtmektedir. "

""Şizofreni"de uzun vadeli sonuçlar, nöroleptiklerin kullanılmaya başlanmasından önceki döneme göre bugün daha iyi değildir. O dönemde "şizofreni" hastalarının üçte ikisi ilaçsız iyileşiyordu." -Haley, Mosher ve Burti (1989)

"....kontrollü, rastgele atama çalışmalarından elde edilen önemli kanıtlar, 'uygun sosyal ortam sağlandığında, yeni teşhis edilen çoğu "şizofreninin" çok az psikotrop ilaçla veya hiç kullanmadan başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' açıkça göstermektedir. Ayrıca, açık çalışmalar, 'bu tür sosyal ortamların deneyimli danışanlarla kullanıma başarıyla uyarlanabileceğini' tutarlı bir şekilde göstermektedir."

"Ne yazık ki, bilimsel bulgulardan ziyade siyasi ve ekonomik faktörler ve kısa vadeli maliyet etkinliğine odaklanma, şu anda tedavi türünü belirliyor gibi görünüyor." -Karon (1989) -""şizofrenikler" için psikososyal tedavilere dair kendi detaylı incelemesi..."

""Şizofrenleri" nöroleptiklerle süresiz idame tedavisine tabi tutmanın ve onları bu kimyasalların bilinen toksisitelerine maruz bırakmanın mantığı ve pratiği sorgulanabilir. Bununla birlikte, akıl sağlığı sisteminin yapısındaki yetersizlikler, 'ilaç tedavilerine alternatiflerin dürüstçe değerlendirilmesini ve uygulanmasını' engellemeye devam etmektedir. İlaçların uygulanması kolaydır; destekleyici ve iyi personele sahip 'sosyal ortamlar' oluşturmak ve sürdürmek zor ve pahalıdır. Nöroleptik ilaçların kullanımı, hastaların, doktorların, ailelerin ve diğer tarafların sürekli olarak karşılaştığı zorlu ikilemlere yol açar. TD'nin sorumluluğunu üstlenmek ve mağdurlarına tazminat ödemek, bu katılımcıların ve toplumun geri kalanının yakında ele alması gereken sorunlardır."

*** *** ***

"Nöroleptik ilaçlar, kabaca "psikiyatri hastaları" ve "kurumsal bakıma muhtaçlar" olarak tanımlanabilecek iki geniş ve birbiriyle örtüşen kategoriye mensup kişilere reçete edilir. "-İlk kategori, nöroleptiklerin resmi olarak endike olduğu 'akut veya kronik psikotik bozukluk' teşhisi konmuş kişileri içerir (bu kategoriye manik-depresyon teşhisi konmuş kişiler de dahildir; 1976-1985 yılları arasında, bu hasta alt grubu için reçete edilen nöroleptik sayısında dokuz kat artış olmuştur. ; -İkinci kategori, 'huzurevlerindeki yaşlılar, toplum destekli bakım evlerindeki zihinsel engelliler ve pansiyon ve bakım evlerindeki yoksul eski hastalar gibi, - psikiyatrik teşhisi olsun veya olmasın - az çok çaresiz ve kurumsal bakıma muhtaç kişileri' içerir. Bugün, yaklaşık otuz yıllık psikiyatrik kurumlararasılaşmanın ardından, nöroleptik reçete edilen kişilerin çoğu ikinci kategoriye girmektedir."

"Bu bölümde, psikiyatri hastaları ve huzurevi sakinlerini örnek olarak kullanarak, nöroleptik ilaçların reçete edildiği durumları, ilaçlama sürecindeki başlıca katılımcılar (örneğin hastalar, doktorlar, kurumlar ve personeli, aileler, ilaç şirketleri, toplum/hükümet) açısından güç /kısıtlama, bilgi ve teşvik özelliklerine dikkat ederek açıklıyoruz. Argümanlarımız, nöroleptik alan diğer gruplar için de geçerlidir, ancak bazı değişikliklerle. Örneğin, zihinsel engelliler için bakımevlerinde kalanlar arasında nöroleptik kullanım düzeyi çok yüksek olsa da, bu düzeyin son on yılda önemli ölçüde düştüğü görülmektedir."

"Şizofreni teşhisi konmuş hastanede yatan hastaların %90'ından fazlasına nöroleptik ilaçlar reçete edilmektedir."

(İlaçlar hangi nedenlerle verilir?) ; "Diamond (1985), ilaçların 'hastaların 'acı ve ızdıraplarının bir kısmını' hafiflettiğini, hastaları 'dayanılmaz streslerden' koruduğunu, hastaların 'uyumasına veya çalışmasına' yardımcı olduğunu ve hastaların 'rahatsız edici düşünceleri dışarıda bırakmasına' yardımcı olduğunu' belirtmektedir.(...) Diğer hastalar nöroleptikleri, psikofiziksel faydalarını takdir ettikleri için değil, bu ilaçların 'engellilik iddialarını desteklemek' için 'üstlenmeleri gereken bir rol' içerdiği için alırlar (belki de sahip oldukları birkaç kariyer seçeneğinden biri). Diğer bazı hastalar ise nöroleptik almak istemezler, ancak 'örtük veya açık tehditler nedeniyle almak zorunda olduklarını' hissederler. Bu hastalar 'yeni veya uzun süreli hapis cezası, maddi yardımların kaybı (bazı sosyal yardım kuruluşları yalnızca nöroleptiklerin enjekte edildiğinin kanıtlanması durumunda para verir), konaklama yerlerinden atılma, aile sevgisinin yok edilmesi ve sonsuza dek "akıl hastası" kalacakları' inancıyla tehdit edilebilirler. Ayrıca, "dopamin reseptörleri aç kaldığı veya psikozun alevlenmesinin başlangıcı gibi görünen gerçek bir bağımlılık benzeri yoksunluk sendromu" nedeniyle nöroleptiklerden vazgeçemeyen belirsiz sayıda eski hasta da vardır. Son olarak, bazı psikiyatri hastaları nöroleptik ilaçları almayı reddeder. Uzmanlar genellikle bu hastaların "sanrısal" olduklarını veya "hastalıklarını inkar ettiklerini" iddia ederler; ancak hastalara 'nedenlerini ifade edebilecekleri' bir platform sağlandığında, genellikle 'yan etkilerin nahoşluğundan' bahsederler."

"Nöroleptik kullanan kaç kişinin 'bunları almak istemediğini' tahmin etmek zordur. 1980 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nde 'yatan psikiyatri hastalarının %26'sının, istemsiz olarak sınıflandırıldığını' biliyoruz. Bu istatistik elbette yanıltıcıdır, çünkü hastalara yönelik daha az resmi ama aynı derecede etkili zorlama biçimleri, akıl sağlığı sisteminin tamamında bir arada bulunmaktadır."

"Hastaların ailelerininnöroleptik ilaç kullanımını teşvik etmek için çok sayıda nedeni vardır. Aileler, 'engellilik' iddiasını desteklemek ve böylece yakınlarını /hastalarını desteklemek için devletin yardımını resmen talep etmek istedikleri için ilaç kullanımını destekleyebilirler. Birçok hasta, temel iş ve eğitim becerilerinden yoksun oldukları için "başarısızdır." ; "Başka bir açıdan bakıldığında, aile üyelerinin, özellikle de bu kişi 'onlarla yaşıyorsa, onlara bağımlıysa ve 'öfkeli, içine kapanık veya öngörülemeyen davranışlarıyla' onları rahatsız ediyorsa', kendi içlerinden birinin psikoz belirtilerini bastırma konusunda güçlü ve belirgin çıkarları vardır. Anlaşılmaz veya dengesiz davranan biriyle akraba olmanın 'damgası, utancı, stresi ve üzüntüsü' son derece dayanılmazdır." ; "Aileler ayrıca, akrabaları hakkında söylenenlere, - yani nöroleptik ilaçlarla tedaviye yanıt veren bir 'beyin hastalığından' muzdarip olduklarına - inanmaya başlarlar. Bu nedenle ilaç tedavisi, psikolojik sıkıntıya aydınlanmış ve sevgi dolu bir tepki olarak görülür."

"Geçmişte, "şizofreni"nin "nedenleri"nin psikososyal formülasyonları, aileleri 'dolaylı veya dolaysız olarak "şizofrenik" olarak etiketlenen davranışların ortaya çıkmasından sorumlu' tutuyordu. Bugün, akıl hastalığı olan kişilerin ailelerinin - "şizofreni"nin bir beyin hastalığı olduğu fikrini temel bir ilke olarak benimsemelerinin temel nedeninin - 'bu görüşün aileyi suçlamaması olduğu' kabul edilmektedir." ; "Akıl sağlığı alanında belki de en etkili, en iyi örgütlenmiş ve etkili lobi grubu, yaklaşık 80.000 psikiyatri hastasının yakınlarından oluşan bir kuruluş olan Ulusal Akıl Hastalıkları İttifakı'dır (NAMI). Bu kuruluş, kamu tarafından finanse edilen araştırmaları, '"şizofreni"yi bir 'beyin hastalığı' olarak tanımlamaya başarıylayönlendirmiştir. NAMI, 1990 mali yılı için "NIMH için en az 500 milyon dolarlık bir bütçe" için aktif olarak lobi faaliyetlerinde bulunmaktadır ve özellikle 'beyin araştırmalarına' odaklanmaktadır. (1989 - 1990)"

*** *** ***

"Kötü davranış ve mutsuzluğun akıl sağlığı sorunları olarak tanımlanması ve yönetilmesi, toplumumuzun önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra, tıp uygulayıcılarının 'hastalık' olarak sınıflandırdıkları 'çeşitli rahatsızlıkları' teşhis ve tedavi etme konusunda 'tekelci lisanslamasında' da kendini göstermektedir."

"Toplumsal bir bakış açısından, ilaç tedavisi diğer tüm alternatiflerden çok daha az maliyetli, hatta belki de alternatif araştırmaların finansmanından bile daha ucuz görünmektedir. İlaç kullanımının bazı politik avantajları, 'politikanın kendisinin basitliği ve karar vericilere ve halka kolayca iletilebilmesi, geniş bir reçete yazan hekim ağının varlığı ve bu reçete yazan hekimlerin eğitiminin kolaylığıdır.'"

"Brown ve Cooksey (1989) ve Morreim (1990), Amerika Birleşik Devletleri'nde psikiyatri ve akıl sağlığı alanındaki 'yeni ekonomide iki önemli eğilimi' ele almışlardır: 'Ürün, hizmet ve müşteri portföyünü' genişleterek gelir elde etmeyi amaçlayan kurumsal girişimcilik faaliyetlerinin büyümesi; ve maliyetleri kontrol altına almaya yönelik karşılıklı baskılar. - "Yatakları doldurma yönündeki ekonomik baskı, 'meslek üzerinde psikiyatrik hastalık kavramını ve bununla birlikte hastaneye yatış ve diğer kapsamlı (gelir getiren) bakım kriterlerini genişletme' yönünde orantılı bir baskıya dönüşür. Tersine, maliyet kontrolüyle... psikiyatristler 'yalnızca belgelendirilmesi en kolay ve sunumu en ucuz olan bakım biçimlerine vurgu yapma baskısı' altında kalabilirler.""

"Hükümet ve üçüncü taraflar 'sağlık hizmetlerinin maliyetini' karşıladıkları ölçüde, 'ilaçla tedavi edilip edilmeyeceği kararını' etkilemekte haklıdırlar. Ancak hükümetler genellikle dar görüşlüdür ve politika kararlarında, 'önemli sayıda hastada TD gelişmesi durumunda nöroleptik tedavinin uzun vadeli maliyetlerinin bir kısmını' dikkate almazlar. Açıkçası, nöroleptik tedavi kısa vadede 'kurumsallaşma, profesyonel hizmetler ve sapkın polislik maliyetlerinden' tasarruf sağlar, ancak uzun vadede bu maliyetlerin yine de ödenmesi gerekebilir."

"Şiddetli TD, muhtemelen tardif psikoz ve tardif demans da dahil olmak üzere 'ciddi zihinsel ve fiziksel engellilik' anlamına gelir. Bu da kurumsallaşma veya kapsamlı evde bakım desteği anlamına gelir. Nöroleptik kullanımının kısa ve uzun vadeli maliyetlerine ilişkin tartışmalar nadirdir ve TD vakalarının sayısına rağmen bu maliyetler henüz araştırılmamıştır."

"Uzun vadeli maliyetler üzerine yapılan tartışmaların yetersizliği, 'ilaçların tedavi ettiği iddia edilen sorunların 'tıbbi niteliği' nedeniyle haklı olduğuna' dair inancı yansıtıyor olabilir. Bu inanç - kabaca "tıbbi model" olarak tercüme edilebilir - modern çağımızın ideolojik temellerinden birini oluşturur ve zorunlu olarak TD'ye olası tepkileri şekillendirir. Örneğin, TD'ye dengeli ve rasyonel bir yaklaşım benimsediklerini iddia eden Munetz ve Schultz (1986), "şizofreni ciddi bir beyin hastalığıdır" önermesinin "TD'ye nesnel bir şekilde yanıt verilmeden önce kabul edilmesi gerektiğini" belirtir. Benzer şekilde, Rose (1988), yalnızca "şizofreninin Amerika'da algılanma biçiminde bir değişikliğin, antipsikotik ilaçları daha kabul edilebilir kılmaya yardımcı olacağına" inanır. Bu alışılmadık bir iddiadır, çünkü reçete yazanlar, aileler, kurumlar, ilaç şirketleri ve toplum 'nöroleptikleri yaygın olarak övmekte, desteklemekte, kullanmakta, reklamını yapmakta ve kabul etmektedir.' Şu anda olduğundan daha fazla nöroleptik almaya ihtiyaç duyan varsa, hastaların kendileri 'öncelikli aday' gibi görünüyor."

"Beklendiği gibi, hastalar 'kamu politikası tartışmalarında ve lobicilikteen az temsil edilen' taraflardır. Bu kısmen, grup büyüklüğü arttıkça artan "bedavacılık" sorununun bir sonucudur. (yani, insanlar bireysel olarak lobiciliğe daha az kaynak ayırma eğiliminde olduklarından, bu tür lobicilikten elde edilen faydalar daha dağınıktır.) Bu nedenle, yalnızca sayılara dayanarak, hasta savunuculuğu gruplarının daha az üyeye sahip rakip gruplara göre bir avantaj elde etmesini bekleyemeyiz. İlaç endüstrisi, hasta gruplarına kıyasla 'daha az bedavacılık' sorununa sahiptir çünkü nispeten az sayıda firma, 'kamuoyu algılarını ve hükümet politikalarını' etkilemek için yatırım yapmaktan doğrudan fayda sağlar. Psikiyatri dernekleri ise, üyelik zorunluluğunu (yasal yaptırımlarla) uygulayarak, üyeleri arasındaki 'bedavacılık' sorununu ortadan kaldırmışlardır; grup 'bir bütün' olarak, lobicilik amacıyla üyelerden 'bağış toplama' yetkisine sahiptir. Aileler de hastalara benzer bir bedavacılık sorunu yaşarken, aile dernekleri aileleri 'lobi gruplarına katılmaya ve üyelik katkısı yapmaya teşvik etmede' oldukça başarılı olmuştur. Hasta gruplarına kıyasla elde ettikleri başarının bir kısmı, hastaların sınırlı 'sosyo-politik becerilerine, eğitimlerine ve finansal kaynaklara' erişimlerine bağlanabilir."

"Hastaların çıkarlarını temsil eden gruplar çok küçük, gevşek bir şekilde örgütlenmiş ve en iyi ihtimalle gelişigüzel fon alıyorlar. Toronto'daki mevcut ve eski psikiyatri hastalarından oluşan bir dernek olan Kendi Başımıza (On Our Own), Kanada'da psikiyatride 'biyolojik tedavilerin kullanımı' konusunda sürekli olarak kılavuzlar sunan tek gruptur. Ancak, dergileri Anka Kuşu Yükseliyor (Phoenix Rising), yetersiz fonlama nedeniyle düzenli olarak kapatılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Hasta gruplarının yoksunluğu, kamu politikası tartışmalarına katılma yeteneklerini zayıflatmakta ve ilgili diğer taraflara daha büyük bir rol bırakmaktadır."

"[Nöroleptik] kullananlar, tıp kurumları ve müttefikleri tarafından üretilen propagandayla mücadele edecek kaynaklara nadiren sahiptir; Toronto Transit Komisyonu araçlarında bulunan 'aldatıcı şizofreni posterlerine' karşı bir 'reklam kampanyası' başlatamazlar." -iki eski On Our Own aktivisti...

"Akıl hastaları, diğer görece çaresiz ve güçsüz insanlar gibi, 'kamu çıkarlarını korumak' için sıklıkla başkalarına güvenmek zorundadır. Ailelerin bu rol için en uygun kişiler olduğunu düşünmek doğaldır, ancak 'hastaların çıkarları ile ailelerin çıkarlarının örtüştüğünü' varsaymak için hiçbir neden yoktur. Aksine, sağduyu 'hasta ve ailelerin endişelerinin çatışabileceğini' gösterir ve kişisel gözlemler de genellikle 'çatıştıklarını' doğrular. Bu basit gerçek nadiren kabul edilir ve bu da 'neden bu kadar az ilgili kişinin, 'hastalara özgü bakış açılarının', kamusal tartışmalara yansıtılmasını sağlamak' için çaba gösterdiğini açıklar."

*** *** ***

"Psikiyatristlerin nöroleptik reçete etmeleri için en güçlü teşvik, hekim olarak 'mesleki kimliklerinden' kaynaklanmaktadır."

"Psikiyatristlerin nöroleptik reçete etmeleri için en güçlü teşvik, hekim olarak 'mesleki kimliklerinden' kaynaklanmaktadır. Pratik uygulayan çoğu psikiyatrist için "fonksiyonel" psikozlar, yakında keşfedilecek beyin hastalıkları veya bu hastalıkların belirtileridir. Uygulayıcılar, tedavi ettikleri birçok rahatsızlığın nedenleri, seyri ve sonuçları üzerinde 'sosyal, psikolojik ve çevresel faktörlerin' öneminin farkında olsalar da, uygulamaları neredeyse tamamen 'psikotrop ilaçlara' dayanmaktadır. "

"Mosher ve Burti'ye (1989) göre, "şizofreninin ilaç tedavisi, en yoğun dogmatizme maruz kalmaktadır. [B]u etikete sahip kişilerden nöroleptikleri geri çekmek son derece zordur. Şizofreninin 'yalnızca ilaçla tedavi edilebilen kronik bir hastalık olduğu' yönündeki genel kanı, bu alanda kesin bir şekilde hakimdir.""

"Munetz'in (1985) öne sürdüğü gibi, bir klinisyenin reçete ettiği ilacın 'ciddi veya geri döndürülemez zararlara' yol açabileceğini fark etmesinin psikolojik olarak 'neden acı verici olduğunu' anlamak zor değildir. Ancak böyle bir kabul gerçekleşse bile, tıbbi modelde eğitim almış sıradan, iyi niyetli bir hekim ne yapabilir? İyi organize edilmiş 'psikososyal iyileşme ortamları' o kadar nadir veya erişilemezdir ki, 'uygulanabilir bir alternatif' olarak bile değerlendirilmezler." 

"Şu anda, hastaneye yatış ve nöroleptik ilaçlar dışında, "şizofrenik" bir hastanın tedavisinde 'tek gerçek seçenek' hiçbir şey yapmamaktır. Ancak hiçbir şey yapmamak veya nöroleptikleri kesmek; bir araştırma projesinde bile olsa, hekimi 'etik dışı uygulama suçlamalarıyla' karşı karşıya bırakabilir."

"Nöroleptiklerin tehlikesiyle ilgili görüş belirtmek bile ciddi sonuçlara yol açabilir. "Bir psikiyatrist (Dr. Peter Breggin) bir televizyon röportajında... 'hastaların [TD] ile ilgili endişelerinin haklı olduğunu, bunun ciddi bir sorun olduğunu ve hastaların 'kendilerini anlamalarına yardımcı olmakla ilgilenen profesyonelleri aramaları gerektiğini', sadece 'ilaç vermekle ilgilenen profesyonelleri aramamaları gerektiğini' kabul ettiğinde, onu susturmaya çalıştılar." NAMI, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin de yardımıyla, 'Dr. Breggin'in tıp lisansının iptaliiçin Maryland Tıp Lisans Kurulu'na dava açtı (suçlamalar sonunda reddedildi)."

"Dolayısıyla, uygulayıcıda tespit edebildiğimiz her genel önyargı, ilaç reçete etme olasılığını artırır. Ayrıca, doktorun zihninde 'hastaya ilacın riskleri hakkında verilen bilgi, hastanın ilacı almayı reddetmesine yol açıyorsa, doktorun da bilgilendirmeme yönünde' bir teşviki vardır. Benson (1984), psikiyatristlerin üçte birinin nöroleptik kullanan hastalarda 'önemli yan etkiler ve TD risklerini' açıkladığını ve onda birinin 'bunu, hastalarla tartışmamanın daha iyi olduğunu düşündüğünü' bildirmiştir. Ancak son zamanlardaki bir eğilim, TD'yi önlemek için potansiyel bir teşvik oluşturmaktadır: malpraktis davaları tehdidi. Son zamanlarda kamuoyunda iyi bilinen davalar, emsal teşkil etmiş ve - en azından teoride - psikiyatri pratiğini kısıtlamıştır. Ancak, gördüğümüz gibi, APA'lar gibi yerleşik yönergeler "uygulamanın korunmasından ziyade ihlal edilmesiyle daha fazla dikkate alınmıştır."

"Genellikle doktorların, hastalarının "en iyi çıkarları doğrultusunda" hareket ettikleri varsayılır. Bizim görüşümüze göre bu, hastanın 'tam yetkinliğe ve doktorun sahip olduğu bilgiye sahip olması' durumunda davranacağı gibi davranması anlamına gelmelidir. Ancak doktor, karara varırken bilgisinden fazlasını ortaya koyar. Doktor ayrıca, - hastanınkiyle örtüşüp örtüşmediği belli olmayan - kendi değerlerini de ortaya koyar. Bu değerlere, bir teoriden daha fazlasını oluşturan, ancak aslında meslek için çıkarcı bir tutum /paradigma olabilen tıbbi model de dahildir."

*** *** ***

"İlaç şirketleri, 'doktorlara sağladıkları bilgiler ve profesyonel psikiyatri derneklerine sağladıkları fonlar aracılığıyla' ilaç reçeteleme kararında doğrudan rol oynarlar."

"İlaç şirketleri, ilaç satışlarından kâr elde eder ve 'ürünlerinin tüketimini artırmayı hedeflemek' dışında bir teşvike sahip olmaları beklenemez. İlaç şirketleri, tıp dernekleri ve düzenleyici kurumlar arasındaki 'simbiyotik ilişki' kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. İlaç şirketleri, 'doktorlara sağladıkları bilgiler ve profesyonel psikiyatri derneklerine sağladıkları fonlar aracılığıyla' ilaç reçeteleme kararında doğrudan rol oynarlar. Bu bilgiler, psikiyatri dergilerindeki 'reklamları, prospektüsleri ve diğer etiketleme ve tanıtım biçimlerini' içerir. Çoğu araştırmacının 'reçete uygulamalarının kalitesini değerlendirdiği' standart olan Hekimlerin Başvuru Rehberi'nde, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanması gereken 'listeler, etiketleme ve tanıtım biçimleri' veya 'doktorlara ücretsiz olarak dağıtılan ücretli bir reklam' biçimidir."

"Çok uluslu ilaç şirketlerinin 'reklama 'harcayabileceği para miktarı, hekimlerin maruz kaldığı bilgi türünde bir dengesizlik yaratmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, bağımsız gözlemciler ve ilaç karşıtı savunucular tarafından sağlanan bilgiler neredeyse hiç duyurulmamaktadır."

*** *** ***

"Huzurevi sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. (....) Mevcut kanıtlar, 'huzurevi sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin - eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. (....) .... Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının %50'sinden fazlasıdoğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıylafinanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir."

"Huzurevlerinde  nöroleptiklerin temel kullanımı iyi belgelenmiştirMedicaid alan 33.351 Illinois'li uzun süreli yetişkin huzurevi sakininin tamamını kapsayan yakın tarihli bir çalışmada, Buck (1988), '%45'inin nöroleptik ilaç aldığını' tespit etmiştir. Nöroleptiğin çoğunun ortalama uygulama süresi altı ay veya daha uzundu; bu da "bireylerin bu tür ilaçlara başladıktan sonra bunları almaya devam ettikleri anlamına geliyor." Huzurevlerinde nöroleptik kullanımının yaygınlık oranını muhafazakâr bir şekilde %20 olarak tahmin edersek, Amerika Birleşik Devletleri'nde bakımevinde yaşayan yaklaşık 400.000 yaşlı bu ilaçları almaktadır. (1987, 1988, 1989)"

"Çoğu uzman, nöroleptiklerin huzurevi sakinlerine verilmesinin nedeninin, ilaçların yıkıcı ve ajite davranışları 'etkili bir şekilde kontrol etmesi olduğu' konusunda hemfikirdir. Yaşlı huzurevi sakinlerinin beşte biri, günlük olarak 'yönelim bozukluğu, saldırganlık, gezinme ve gürültü' gibi "sorunlu davranışlar" sergileyebilir. Bir çalışma, nöroleptiklerin "fiziksel olarak engelli kişilere, dolaşan ve agresif kişilere" daha sık reçete edildiğini ortaya koymuştur. - 'Bu uygulama ne ölçüde haklı?' - Resmi olarak huzurevlerine bağlı çok az kişinin olduğunu ve bu nedenle tedavinin çoğu sakin için görünüşte "gönüllü" olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, yalnızca birkaç durumda, ikamet edenin genel çaresizliğini telafi etmek için uygulanabilecek bazı yasal denetimler mevcut olabilir."

"Huzurevi sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. Bu kişilerin çoğunun, nöroleptik almak için 'herhangi bir teşvike sahip olmadığını' varsaymak mantıklıdır. Nöroleptiklerin kendilerini fiziksel olarak 'daha iyi hissettirdiğini' düşünemeyiz. Genel olarak, nöroleptiklerin bu bireyler için 'herhangi bir fayda sağlama' olasılığını görmüyoruz. Ancak, nöroleptiklerin bir maliyeti vardır: TD'nin başlangıcı - ki bu durumda en yaygın kabul gören risk faktörü artan yaştır."

"Mevcut kanıtlar, 'huzurevi sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin - eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. Reçete yazanların huzurevi hastalarından 'nasıl bilgilendirilmiş onam aldıklarını' belirlemeye çalışan bir çalışmadaki araştırmacılar, bulgularının bir kısmını şu şekilde özetlemiştir: "Sonuçlar, huzurevlerindeki doktorların 'hastalarını nöroleptiklerin riskleri konusunda bilgilendirmediğini, onam almadığını ve yeterliliği bir sorun olarak bile görmediğini' göstermektedir.""

"1980 yılına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinin %81'i özel mülkiyete aitti. Bu tesisler, giderek 'büyük mülkiyet zincirlerinin hakim olduğu, oldukça rekabetçi bir pazarda' faaliyet göstermektedir. Bu kurumların rekabetçi kalmaları için en güçlü teşvik, muhtemelen maliyetlerini - yasal olarak mümkün olan - en düşük seviyede tutmalarıdır. Hizmet rekabeti, nispeten varlıklı müşterilerden veya ailelerden - asgari ücretin üzerinde ücret alan - rekabetçi birkaç elit huzureviyle sınırlıdır. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının %50'sinden fazlasıdoğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıylafinanse edilmektedir. Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir."

"....bir çalışma, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinde '100 hasta başına yalnızca 1,5 lisanslı hemşire personeli bulunduğunu, akut bakımda ise 4,5 hastaya bir kayıtlı hemşire düştüğünü' tahmin etmektedir. (1989)"

"Waxman ve diğerlerine (1985) göre, "psikotropik ilaçlar, rahatsız hastaların tedavisinde, bir hasta kurumun - uzun süreli bakım sektörünün - tedavisinden daha az kullanılmaktadır." Ücretler düşüktür, fiziksel koşullar genellikle kötüdür, iş yorucu ve sıklıkla onur kırıcıdır. Bu nedenle huzurevi personeli, - diğer sağlık hizmeti ortamlarındaki personele göre - daha az niteliklidir. Doktorlar genellikle orada bulunmazHuzurevindeki hasta bakımının %90'ından fazlası, 'eğitim ve ücret açısından huzurevi hiyerarşisinin en altında yer alan hemşire yardımcıları' tarafından sağlanır; Amerika Birleşik Devletleri'nde yardımcılar arasında yıllık ortalama işten ayrılma oranı yaklaşık %40'tır. Bu koşullar altında, "psikotropik ilaçların, özellikle de nöroleptiklerin, 'personel üzerindeki yükü azaltmada ne kadar etkili olduğunu' anlamak zor değil. Uykulu, uykuda veya halsiz hastalar, daha az yönetim sorunu teşkil ediyor." Diğer çalışmalara göre, özellikle hafta sonları, bakım evlerinde 'personel sıkıntısı yaşanmaya' meyilli olduğu zamanlarda, aşırı ilaç kullanımı yaygındır."

*** *** ***

"....Massachusetts'teki 55 huzurevinde yaptıkları bir ankette, 'personel yeterliliğini' değerlendirmiş ve yaygın olarak kullanılan 'psikotrop ilaçların, amacı ve yan etkileri' konusunda 'düşük bir anlayış' düzeyine ulaşmışlardır. Nöroleptik klorpromazin (Torazin, Largactil), %47 tarafından hafif bir sakinleştirici ve %12 tarafından antidepresan olarak tanımlanırken, %19'u amacını bilmiyordu. Düzgün bir klinik vaka incelemesine yanıt olarak, katılımcıların neredeyse yarısı TD'nin birincil belirtisini fark edememiş, semptomları 'inmeye (yüzde 15), akıl hastalığına (yüzde 12), kalp rahatsızlığına (yüzde 6) veya tansiyon sorunlarına (yüzde 3)' bağlamış veya hiçbir yanıt vermemiştir (yüzde 12). Anketörler tarafından yapılan muayenede 'hareket bozukluğu' tespit edilen sakinlerin yalnızca %17'sinin kayıtlarında TD'den bahsediliyordu."

"Engle ve ark. (1985), koruyucu bakım evlerinde nöroleptik kullanan sakinler arasında, hastalık belirtilerinin sayısı arttıkça, 'aktivitelerini yerine getirme becerisindede buna bağlı bir azalma olduğunu göstermiştir. Bu durum, bakım evi sakinlerine bakım süresini kısaltmak için ilaç verilmesinin, bu sakinlerin 'artan engelliliği ve dolayısıyla onlara hizmet etme çabalarının artması' hakkındaki bilgilerle tam olarak dengelenemeyen bir seçenek olduğunu göstermektedir."

"Doktorlar, ikamet eden kişi, kurum, bir devlet kurumu, aileler veya sigorta şirketleri tarafından ücretlendirilebilir, ancak kurum tarafından işe alınırlar. Huzurevi sakinlerinin, 'doktorlarının kim olacağı' konusunda pek söz sahibi olmaları pek olası değildir. Doktorun 'ikamet edenler' hakkında edindiği bilgilerin çoğu, zorunlu olarak personelden gelecektir. Hemşirelerin ve diğer personelin gücü önemlidir: Avorn ve ark. (1989), nöroleptik reçetelerinin neredeyse yarısının "ihtiyaç duyulduğunda" yazıldığını ve böylece 'uygulama kararının, hemşirelerin eline bırakıldığını' tespit etmiştir. "

"Ray, Blazer, Schaffner ve Federspiel (1987), huzurevi hekimleri tarafından reçete edilen nöroleptik sayısını azaltmayı amaçlayan bir 'eğitim ziyaretinin başarısızlığını' rapor ederek, "huzurevinde, hemşirelik personeli tedavi kararlarında önemli bir rol oynayabilir" sonucuna varmıştır. Alternatif davranış yönetimi yöntemleri, hemşireler ve hekimler tarafından daha fazla zaman veya kurum tarafından daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirebilir; bu da günümüz huzurevi ortamında gerçekleştirilmesi zor bir taahhüt olabilir."

"....huzurevlerine giren birçok kişinin kapasitesi sınırlıdır ve bu durum, bir kurumda ikamet eden kişilerle daha da belirginleşir. Böyle bir durumdaki hekimlerin, onam sürecini hafife alması kolaydır ve çoğu huzurevinde durum böyle görünmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, kurumsal baskılara ek olarak kendi önyargıları da, TD gibi riskleri veya bir nöroleptik ilacın neden gerekli olduğunu açıklamaktan alıkoyabilir. Malpraktis korkusu, daha gözetimli ortamlara göre çok daha düşük olacaktır ve TD belirtileri ortaya çıktığında, personel tarafından bunlar, 'sakinin genel engelli durumuna' bağlanabilir."

"Kurumsal baskılar, sağlık hizmeti sorumluluklarının kurum personeline devredilmesi ve TD riskinin yeterince tanınmaması, bizi 'huzurevlerindeki hekimlerin, nöroleptik reçete uygulamalarının etkisinin, sakinlerden ziyade kurumların çıkarlarını yansıttığı' sonucuna götürmektedir. En azından kısa vadede, bir huzurevinde nöroleptik kullanma kararı, sakine bir maliyet, kuruma ise bir fayda getirir. Kurum genellikle, sözde sakin adına hareket eden üçüncü taraflarca, 'barınma, bakım ve gözetim' sağlamak için finanse edilir. Bu tür bir finansman, 'sakinin, nöroleptikler verilerek değiştirilmesini' haklı çıkarmaz. Ne yazık ki, 'nöroleptiklerin ayrım gözetmeksizin kullanımını teşvik etmeyen bir kurumun, bunu teşvik eden bir kuruma göre rekabette dezavantajlı olduğunu' düşünebilir; çünkü bu uygulama, maliyetleri düşürebilir ve potansiyel ödeyiciler için daha cazip olabilir. Ancak, nöroleptik kullanımı büyük ölçüde azaltılır ve tüm kurumlar uygulamalarını değiştirirse, maliyetler herkes için eşit bir şekilde artacaktır. Dolayısıyla nöroleptiklerin uygulanmasının düzenlenmesi, 'düzenlemeler uygulandığı ve kurumlara artan bakım maliyetleri için tazminat sağlandığı' sürece kurumsal bir muhalefetle karşılaşmayabilir."

(Politika önerileri) : "Nöroleptik ilaçların reçete edildiği bağlamlara ilişkin kısa incelememiz, katılımcıların nöroleptikleri kullanımlarının getirdiği maliyetlere yeterince dikkat etmeden tercih etmelerine yol açan 'sistematik baskıları, kısıtlamaları ve önyargıları' ortaya koymaktadır. Görüşümüze göre bu durum, 'dengeleyici baskılar ve politika müdahaleleri' gerektirmektedir."

(Tıbbi Model tartışması..) ; "Tıbbi modelin meşruiyeti (yani, "akıl hastalıkları" olarak adlandırılan olguların, akıl sağlığı uzmanları tarafından ortadan kaldırılması veya yönetilmesi gereken gerçek hastalıklar olduğu) konusunda kamuoyunda acil bir tartışmaya ihtiyaç vardır. Görüşümüze göre toplum, 'kötü davranış' tanımıyla ilgili tartışmaların, daha fazla farkına varır ve biyolojik psikiyatrinin iddialarını eleştirel bir şekilde yeniden düşünmeye çalışırsa, çıkarlarını en iyi şekilde temsil edebilir. Bu amaçla, ilk adım olarak, hastaların ve hasta savunucusu gruplarının, 'görüşlerini' kamuoyuna temsil etmeleri ve sunmaları için çok daha fazla yardım almalarını öneriyoruz. Bu tür bir yardım, özellikle mesleki tekelleri onaylayan hükümet düzenlemeleri nedeniyle 'bedavacılıksorunlarını azaltan meslek birlikleri gibi, 'rekabet eden' bakış açılarına sahip grupların 'sahip olduğu avantajları' dengelemeye yardımcı olacaktır."

(Bakımın standardı) : "Kurumların ve doktorların karşı karşıya olduğu teşvikler, TD hakkındaki bilginin tek başına nöroleptik reçete uygulamalarında büyük değişiklikler yaratmaya yetmeyeceği şekildedir. Kuşkusuz, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 1979 tarihli yönergelerine uyulması, TD ve diğer yan etkilerin görülme sıklığını ve yaygınlığını azaltacaktır. Daha az kişi nöroleptiklerle tedavi edilecek ve daha az kişi yüksek doz alacaktır. Düzenli doz azaltımı veya ilacın kesilmesi yoluyla TD'nin sürekli izlenmesi, erken belirtileri ortaya çıkaracak ve durumun, uygun şekilde yönetilmesine ve önlenmesine yol açacaktır. Şimdiye kadarki davaların sonuçları, nöroleptiklerin uygulanması için yargısal olarak oluşturulmuş standartlar açısından çok az şey ortaya koymuştur. Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) yönergelerinin, derhal bu 'standardın temelini' oluşturması gerektiğine inanıyoruz. Görüşümüze göre, geçerli bir sebep olmaksızın bu yönergelere uyulmaması, malpraktis davası açılması için gerekçe teşkil eder. Nöroleptik kullanımının belirli yönleriyle ilgili özel düzenlemeler dikkate alınmalıdır: örneğin, "gerektiğinde" reçeteler tamamen yasaklanmıyorsa, bunlara 'zaman kısıtlaması' getirilmelidir. APA, bir şikayetin doğrulanması halinde, ihlal edenlerin disiplin cezasına (örneğin, lisansın askıya alınması veya iptali, para cezası, yeniden eğitim, reçete ayrıcalıklarının kaldırılması) maruz kalabileceği konusunda bir uyarıyla, yönergelerini her yıl yeniden yayınlamalıdır. İlaçları reçete etme ve uygulamada rolü olan tüm kişiler - özellikle huzurevi personeli ve yardımcıları - TD'nin izlenmesinde rol almalıdır."

(Bilgilendirilmiş onam) : "Bilgilendirilmiş onam, 'etik tıp' uygulamasının merkezinde yer almaya devam etmektedir. Bizim görüşümüze göre, tıbbi tedavi için ahlaki açıdan haklı tek dayanak, 'hastalığın varlığı' değil, 'onamdır.' Bir hasta, 'yetersiz' görünüyorsa, sağlık çalışanının 'tedavi etmemesi' ve bunun için 'mahkeme kararı' alması gerekir. TD gibi ciddi bir durum için, imzalı bir onam formu, asgari gereklilik olmalıdır. Bir onam formu, bazı durumlarda 'gerçek bilgilendirilmiş onamın alınamaması' durumunu örtbas etmek için kullanılabilir, ancak bir onam formunun yalnızca nöroleptiklerin risklerini ve faydalarını açıklaması gerekmez. Bir onam formu, APA yönergelerinde belirtildiği gibi 'hekimin görevlerini belirtmeli ve reçete yazan kişi tarafından imzalanmalıdır.' Onam formu ayrıca, reçete yazan kişinin 'mesleki faaliyetlerinin uygun şekilde izlendiğini' belirtmeli ve yönetici tarafından imzalanmalıdır. Onam formlarının koşullarına uyulmaması, hafifletici nedenlerin bulunmaması durumunda, mahkemelerin malpraktis bulması için yeterli gerekçe teşkil edecektir."

(Hukuk davaları) : "Hukuk davaları, istenmeyen maliyetleri başkalarına yükleyenlerin, etkilenen kişileri tazmin etmek zorunda kalmasını sağlayarak, dışsallıkları azaltmanın bir yoludur. Bu bağlamda, örneğin hastanın - tam bilgilendirilmiş onayı olmadan - nöroleptik tedavileri uygunsuz bir şekilde uygulayan veya sürdüren hekimlerin ve kurumların, sonuç olarak TD geliştiren hastayı tazmin etmesi gerektiği anlamına gelir. Ancak, dava açma olanağı çok az kişi için mevcut olduğundan, 'mahkeme kararlarının etkisi' sınırlıdır. Öte yandan, mahkeme kararları 'hastaları ve ailelerini, TD riskleri' konusunda bilgilendirir ve hekimleri ve yöneticileri, hasta TD geliştirirse, 'karşılaşabilecekleri riskler 'konusunda uyarır.  Yargı sürecini gözlemleyen bazı kişiler, malpraktis davaları kavramını desteklerken, 'davacılara verilen tazminatların "aşırı" olduğunusavunmaktadır. Herhangi bir bireysel davada bu tür tazminatlar aşırı olabilir, ancak genel olarak, tüm TD mağdurları dava açsaydı "haklı olarak" verilecek olanın çok küçük bir kısmına denk gelmektedir. Malpraktis tazminatları, meslek mensuplarının sigorta şirketleri tarafından ödenir ve sigorta ücretlerine yansıtılır. Bu ücretler, 'uygun şekilde tedavi edilmeyen veya bilgilendirilmeyen' hastaların katlandığı TD maliyetine yaklaştığı ölçüde, doktorların ve yöneticilerin 'nöroleptik kullanımını sınırlamaları' beklenebilir. Potansiyel olarak başarılı davacıların büyük çoğunluğu asla mahkemeye gitmeyeceğinden, bireysel tazminatlar, başarılı davacıların 'kazanç kaybı, yaşamdan zevk alamama, mağdur ve aile üyeleri tarafından katlanılan arkadaşlık kaybı' gibi tüm tanımlanabilir maliyetleri fazlasıyla telafi etmelidir. İhmal vakalarında, cezai tazminat da verilmelidir. Hiç değilse , bu tür davalar 'teşvik edilmeli ve ilgili davaları izlemek ve davacı adaylarına emsal oluşturmak için hukuki yardım ve/veya adalet bakanlığı fonu 'sağlanması gibi mevcut devlet finansman mekanizmaları kullanılmalıdır."

(İlaç bilgileri) : "Mesleki tıp ve psikiyatri dernekleri, resmi dergilerinde 'ücretli ilaç reklamlarının' yanı sıra mesleki ve bilimsel faaliyetlerinin finansal olarak desteklenmesinde de 'açık bir çıkar çatışması' olduğunu kabul etmelidir. Herhangi bir uygulayıcı, bu tür ilaç şirketi sübvansiyonlarının - kendi muayenehanesindeki etkisini - vicdanen inkar edebilir; ancak bu sübvansiyonlar, hekimler tarafından yüksek oranda psikotrop ilaç reçete edilmesiyle birleştiğinde, en azından sistematik veya bilinçsiz bir önyargı izlenimi yaratmaktadır. Hekimler, tamamen finansal bir teşvikle faaliyet gösteren ilaç şirketlerinden son derece büyük miktarda bilgiye (reklamlar, numuneler, broşürler ve diğer tanıtım materyalleri şeklinde) maruz kalmaktadır. 'Hekimler, muhaliflerden de bilgi almamalı mıdır?' Gönüllü uyum veya düzenleme yoluyla, ilaç şirketi bilgileri, nöroleptiklerin terapötik ve yan etkileriyle ilgili tartışmalara atıflar eklenerek daha dengeli hale getirilmelidir."

(Çözüm) : "Tavsiyelerimizin, uygulanması halinde, bu makalede 'özetlediğimiz sorunların' azaltılmasına yardımcı olacağına inansak da, karar vericilerin bunları yalnızca bilimsel ve mesleki sorumluluğa ve bireysel özerkliğe bağlılığı yansıtan bir sosyal ve ekonomik ortamda değerlendireceklerinin farkındayız. Bu nedenle, "şizofreni" hastalarının - ilaç tedavisine 'psikososyal alternatifler' yaygın olarak mevcut olmadığı sürece, - ilaç tedavisi kaçınılmazdır. Tıp dışı sağlık profesyonelleri, 'ilaç kararları' düşünülürken hekimlere danışmaya ve ilaç tedavisinin belgelenmiş değerleri ve sınırlamaları hakkında daha fazla bilgi edinmekten kaçınmaya devam ettikleri sürece, reçete kötüye kullanımı devam edecektir. Akıl sağlığı müdahaleleri akıl hastanesine yatış tarafından domine edilmeye devam ettiği sürece, hastaların kişisel güçlerinin korunması aşınacak ve daha fazla bağımlılığa ve iatrojenik yaralanmaya yol açacaktır."

-Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

*** *** ***

"Tardif Diskinezinin Kısa Tarihi: 65 Yıldır Süregelen İlaç Kaynaklı Beyin Hasarı... " -Dr. Robert Whitaker (9)

"...araştırmacılar artık çocuklarda ve ergenlerde de TD'yi inceliyorlardı ve sonuçlar ürkütücüydü. Maryland Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, inceledikleri '116 pediatrik hastanın %10'unda, bir ila iki yıl boyunca SGA kullandıktan sonra TD geliştiğini 'bildirdi. İspanyol araştırmacılar, 'bir yıldan uzun süredir antipsikotik kullanan çocuk ve ergenlerin %38'inde, hafif TD belirtileri görüldüğünü' tespit etti. FGA'lar ve SGA'lar arasındaki TD riskinin karşılaştırmalı olarak tartışılması hala devam ediyor." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Yakın zamanda yayınlanan bir çalışma, 'TD salgınının nasıl devam edebileceğini' anlatıyor. 1999'dan 2015'e kadar psikotropik polifarmasi ile tedavi edilen Amerikalı gençlerin sayısı neredeyse üç katına çıktı ve 2011-2015 yılları arasında 293.492 genç bu tedaviye alındı. İlaç kokteyllerinin bir parçası olarak antipsikotik reçete edilenlerin oranı %38'den %75'e yükseldi. Hatta 0-4 yaş arası önemli sayıda çocuğa bu kokteyller verildi. 
İşte tıp literatüründe sorulmayan soru tipleri: "-Bu çocuk ve ergenlerin kaçı TD geliştirecek? ; -Kaç tanesinde ağır vakalar gelişecek? ; -Sonuç olarak hayatları nasıl etkilenecek?"  -Dr. Robert Whitaker (9)

"Bugün psikiyatri, TD'ye verdiği 'önceki yanıtı hatalı, geleceğe ders olması gereken bir geçmiş' olarak değerlendiriyor. Ancak SGA'ların gelişiyle birlikte tarih tekerrür etmeye başladı ve TD'nin bedeli katlanarak arttı." -Dr. Robert Whitaker (9)

" İlaç endüstrisi artık 'kendi ürünlerinin neden olduğu zararı tedavi etmekiçin ilaç geliştirerek kâr elde ediyor." -Dr. Robert Whitaker (9)

"....yeni ilaçlar TD'nin gözle görülür belirtilerini (tikler, spazmlar ve diğer motor anormallikleri) azaltabilse de, antipsikotiklerin neden olduğu beyin hasarını onarmak için hiçbir şey yapmazlar. (...) ....TD ilaçlarının "etki mekanizması"nın incelenmesi, zamanla beyin fonksiyonlarını kötüleştirebileceklerini ortaya koymaktadır. Bu ilaçlarbeyindeki 'birden fazla nöronal yolun normal işleyişini' bozar." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Klorpromazin 1950'lerde piyasaya sürüldüğünde, klinisyenler düzenli olarak parkinson semptomlarına -titreme, kas sertliği, hareketlerde yavaşlama vb. - neden olduğunu fark ettiler. Araştırmacılar kısa süre sonra klorpromazin ve diğer yeni "nöroleptiklerin", 'beyindeki dopamin reseptörlerini bloke ederek, motor hareketleri kontrol eden bazal gangliyonlardaki nöronal aktiviteyi engellediğini' anladılar. Parkinson semptomlarının, ilaçların 'akut bir etkisi' olduğu anlaşıldı." -Dr. Robert Whitaker (9)

"....dokuz çalışmada, TD'nin 'tüm şizofreni hastalarının %10'undan fazlasını etkilediği' belirtilmiş ve bir raporda, 'uzun süre ilaç kullanan tüm hastalarda, bu oranın %40'a kadar çıkabileceği' belirtilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Etiyolojisi belirsizliğini korusa da, 'antipsikotiklerin, nöronların 'normal işlevlerini' bozan nöronal hasara neden olduğu' açıktır. - "Ayrıca, TD'nin çoğu hastada "geri döndürülemez" olduğu ve sorumlu antipsikotik kesildikten sonra da devam ettiği bulunmuştur; bu da beyin hasarının 'kalıcı' olduğunun kanıtıdır." -Dr. Robert Whitaker (9)

"....araştırma, antipsikotiklerin uzun vadede iyileştirmesi beklenen semptomları kötüleştirebileceğini ortaya koymaktadır. Diğer birçok çalışma, TD'nin 'beyin fonksiyonlarında, genel bir gerileme ile ilişkili olduğunu' bulmuştur. TD'li birçok hasta, 'öğrenme, hafıza ve diğer çeşitli zihinsel görevlerde hızlanan bir bozulma' gösterir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD ile ilgili şu anda etkili olan bir faktör daha var: Antipsikotiklerin reçetelenmesinin yaygınlaşması, çok daha fazla sayıda insanı bu riske maruz bırakıyor. 2014 tarihli bir raporun yazarları, "Günümüz klinik pratiğinde SGA'ların artan kullanımı, psikotik olmayan durumlar (majör depresif bozukluk, kişilik bozukluğu, otizm spektrum bozukluğu, uyku bozukluğu vb. ) için sıklıkla etiket dışı kullanım da dahil olmak üzere, TD'nin görülme sıklığı ve yükü artmaya devam edebilir" sonucuna varmıştır." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Atipik dönemin başlangıcında (1997), 'ABD nüfusunun %0,8'ine ayaktan tedavi gören bir antipsikotik ilaç' reçete edilmişti. On yıl sonra bu oran %1,3'e yükseldi. 2013-2018 yılları arasında ayaktan antipsikotik kullanımına ilişkin bir ankete göre, 'bugün tüm yetişkinlerin %1,6'sı bu ilaçları' kullanıyor. Bu, '3,8 milyon yetişkin' anlamına geliyor. - (Bu sayı, 'kurumsal ortamlarda (psikiyatri hastaneleri, huzurevleri vb. ) antipsikotik kullanımını' içermemektedir. Ayrıca, 'çocuklara ve ergenlere ayaktan antipsikotik reçete edilmesi de' bu sayıya dahil değildir.) - Risperidon piyasaya sürülmeden önce böyle bir reçeteleme neredeyse hiç yapılmazken, o zamandan beri neredeyse sıradan hale gelmiştir ve '2010 yılında 4-18 yaş arası çocuk ve ergenlerin her 62 ayaktan tedavi ziyaretinden birinde antipsikotik reçetesi' yazılmıştır. Bu, 'her yıl antipsikotiklere maruz kalan toplam insan sayısını, dört milyonun çok üzerine' çıkaracaktır ve yıllık TD insidansı %3 olsa bile (bazı çalışmalarda %5 gibi daha yüksek bulgulara kıyasla), bu 'her yıl 100.000'den fazla yeni TD vakasına' yol açacaktır." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD ilacı Ingrezza'nın üreticisi Nörokrin Biyolojik Bilimler ise, Amerika Birleşik Devletleri'nde 'TD'li 500.000 kişi olduğunu ve bu nüfusun yalnızca %20'sine teşhis konulduğunu' tahmin ediyor. Nörokrin ve Teva farmasötikler'in TD için ilaçlarını, 'hasta başına, yıllık 80.000 dolarlık bir maliyetle' satması, teorik olarak 'bu ilaçlar için, yıllık 40 milyar dolarlık bir pazar' yaratacaktır." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD anlayışı, "birinci nesil" antipsikotikler (FGA'lar) döneminde ortaya çıktı. Beyin hasarına neden olan ve bunu büyük bir düzenlilikle yapan ilaçlardan bahsediyordu. Çalışmalar, hastaların %5'inin ilaca maruz kaldıktan sonraki bir yıl içinde TD geliştirdiği ve her bir yıllık kullanımla birlikte %5'inin daha TD geliştirdiği sonucuna vardı. Araştırmacılar, TD'nin aynı zamanda artan ölüm oranıyla da ilişkili olduğunu belirledi. Ancak bu bulgulara rağmen psikiyatri 20 yılı aşkın bir süredir TD'ye çoğunlukla göz yummuş veya bu bozukluğun şiddetini küçümsemiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"....'Bir psikiyatrist, hastalarla konuşmaktansa ilaç yazarak daha fazla kazanabilirdi.' TD, tüm bunları tehdit etti. Eğer alan, antipsikotiklerin hastaların önemli bir yüzdesinde 'beyin hasarına' neden olduğunu anlarsa, tüm bu anlatı çökerdi." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD, sıklıkla 'istemsiz hareket bozukluğu' ve dolayısıyla 'bazal gangliyonların işlev bozukluğu' olarak sunulur. "Ancak TD'ye dair bu yaygın anlayış, daha yıkıcı bir gerçeği gölgede bırakır: TD, beyin fonksiyonlarında genel bir düşüşe yol açan 'ilaç kaynaklı beyin hasarı' olarak anlaşılmalıdır. Motor işlev bozukluğuna genellikle 'psikotik semptomlarda artış, bilişsel işlevlerde gerileme ve erken ölüm riskinde artış' eşlik eder.  (...) ....yeni ilaçlar TD'nin gözle görülür belirtilerini (tikler, spazmlar ve diğer motor anormallikleri) azaltabilse de, antipsikotiklerin neden olduğu beyin hasarını onarmak için hiçbir şey yapmazlar. (...) ....TD ilaçlarının "etki mekanizması"nın incelenmesi, zamanla beyin fonksiyonlarını kötüleştirebileceklerini ortaya koymaktadır. Bu ilaçlarbeyindeki 'birden fazla nöronal yolun normal işleyişini' bozar. Bu, psikiyatrinin ve "toplumumuzun" onlarca yıldır görmezden geldiği, büyük ölçekte tıbbi zarara dair uzun süredir devam eden bir hikâyenin son bölümü. Tarih tekerrür ediyor ve bu tekerrür, trajik bir sonla bitiyor." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Tardif diskinezi olarak bilinen hastalığın, ilk vaka raporları birkaç yıl sonra yayınlandı ve 'motor hareketlerde, daha kalıcı bir işlev bozukluğundan' bahsediyordu. 1959'da Fransız psikiyatristler semptomları şöyle tanımladılar: "Dil, hızlı bir ritimle sürekli olarak öne ve arkaya doğru çıkıntı yapar; çıkıntı bazen yana, bazen sağa, bazen sola doğrudur... dudaklar, çenenin ritmik kasılmalarıyla sinerji içinde, basmakalıp emme hareketleri, büzme, yuvarlama ve aralıksız çiğneme şeklinde bu diskineziye katılır." Bu garip hareket bozukluğu, antipsikotik tedaviye başlanmasıyla ortaya çıkan parkinson semptomlarıyla ilişkili gibi görünse de, tam tersi bir etki gösteriyordu. Parkinson semptomları, nöronal aktivitedeki bir eksiklikten kaynaklanıyordu. Tardif diskineziyi karakterize eden tuhaf 'orofasiyal hareketler, aynı dopaminerjik yolların hiperaktivitesiyle' ilişkili görünüyordu. Sonraki on yıl boyunca, vaka raporları bu işlev bozukluğunun kapsamını daha da belirginleştirdi. İnsanlar her türden sarsıntılı, spazmodik hareketlerden muzdaripti. 'Kollar, ayak bilekleri, parmaklar, ayak parmakları, gövde, boyun ve gırtlak' etkilenebiliyordu. TD'den muzdarip olanlar 'yürüme, oturma veya ayakta durmada zorluk' çekebiliyordu. Bazen konuşmaları anlaşılmaz hale geliyor ve yutmada, o kadar çok zorluk çekiyorlardı ki yemek yemek sorunlu hale geliyordu." -Dr. Robert Whitaker (9)

"1973 yılında, Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü doktoru George Crane, şiddetli formlarında TD'nin "Huntington hastalığı, distoni musculorum deformans ve postensefalitik beyin hasarı' gibi bilinen nörolojik hastalıklara her açıdan benzediğini" yazmıştır. Bu da nadir görülen bir yan etki değildi. 1960'larda yapılan en az dokuz çalışmada, TD'nin 'tüm şizofreni hastalarının %10'undan fazlasını etkilediği' belirtilmiş ve bir raporda, 'uzun süre ilaç kullanan tüm hastalarda, bu oranın %40'a kadar çıkabileceği' belirtilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD'nin etiyolojisi henüz tam olarak anlaşılmamış olsa da, en azından büyük ölçüde 'antipsikotiklerin neden olduğu bir "dopamin aşırı duyarlılığı"ndan kaynaklandığı' düşünülmektedir. Bu hipotez ilk olarak 1970'lerin sonları ve 1980'lerin başlarında ortaya atılmıştır. Beyindeki nöronlar şu şekilde iletişim kurar: "Presinaptik" bir nöron, - nöronlar arasındaki sinaptik aralık olarak bilinen - küçük boşluğa bir nörotransmitter (veya kimyasal haberci) salar.  Nörotransmitter daha sonra "postsinaptik" nörondaki reseptörlere bağlanır. Dopamin, - postsinaptik nöronu uyaran ve ateşlemesine neden olan - bir nörotransmitterdir. Antipsikotikler, beyindeki dopamin reseptörlerini ve özellikle de D2 reseptörü olarak bilinen 'bir alt tipi' bloke ederek "etki gösterir." Terapötik dozda antipsikotikler, beyindeki D2 reseptörlerinin %70 ila %90'ını bloke ederek, beynin üç bölgesinin (bazal gangliyonlar, limbik sistem ve frontal loblar) normal işleyişi için kritik öneme sahip dopaminerjik sistemlerin aktivitesini engeller. Bu blokaja yanıt olarak beyin, 'kendi dopaminerjik aktivitesini artırarak, bu yolların işleyişini sürdürmeye' çalışır. Sinaptik öncesi nöronlar normalden daha fazla dopamin salgılar; sinaptik sonrası nöronlar ise bu molekül için reseptörlerinin yoğunluğunu artırır. İlk telafi edici mekanizma olan dopaminin fazladan salınımı, bir süre sonra ortadan kalkmış gibi görünse de, 'dopamin reseptörlerindeki artış' devam eder. Beynin artık 'normalden %30 ila %100 daha fazla D2 reseptörüyle "dopamin aşırı duyarlılığı" durumunda' olduğu söyleniyor. Bu yeni durumda, dopaminerjik yollar hiperaktif hale gelebilir. Bazal gangliyonlardaki dopaminerjik sistemin düzensizliği, 'motor hareketi kontrol eden 'nöronların, sürekli ateşlenmesineve dolayısıyla tardif diskineziyi karakterize eden ritmik ve tuhaf hareketlerin ortaya çıkmasına' neden olabilir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"...Philip Seeman ve meslektaşları....Antipsikotiklerin 'yalnızca D2 reseptörlerinde bir artışa neden olmadığını, aynı zamanda onları ateşleme aktivitelerini artıran ve böylece dopamin aşırı duyarlılığını şiddetlendiren yüksek afiniteli bir duruma (D2High) ittiğini' tespit ettiler. Dopamin aşırı duyarlılığı hala TD'nin birincil nedeni olarak görülse de, araştırmacılar 'antipsikotiklerin, bazal gangliyonlara doğrudan zarar verebileceği' hipotezini öne sürmüşlerdir. Sıçanlarda 'antipsikotiklerin, bu beyin bölgesinde hücre kaybına neden olduğu' gösterilmiştir." -Dr. Robert Whitaker (9)

"TD'nin ilk vaka raporları 1950'lerin sonlarında ortaya çıkmış ve 1960'larda yapılan çalışmalar, tüm şizofreni hastalarının %10'undan fazlasını etkilediğini ortaya koymuş olsa da, FDA müdahale etmemiş ve antipsikotik satan ilaç şirketlerinden bu risk konusunda uyarıda bulunmalarını talep etmemiştir. Amerikan Psikiyatri Birliği de bu dönemde bu riski göz ardı etmiş ve psikiyatristler düzenli olarak yüksek dozlarda 'klorpromazin, haloperidol ve diğer antipsikotikleri' reçete etmiştir. George Crane'i TD ile ilgili bilimsel literatürün tekrar tekrar gözden geçirilmesine iten de bu eylemsizlik olmuştur." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Klinik doktorların çoğu bu komplikasyonun varlığını görmezden gelmeye devam ediyor." - "Ciddi bir sağlık sorununun bu kadar uzun yıllar ihmal edilmesinin, salt gerçekleri bilmemekten daha derin kökleri vardır." -Dr. George Crane (Dr. Robert Whitaker) (9)

"Amerikan psikiyatrisi, konuşma terapisinden uzaklaşıp ilaçları birinci basamak tedavi olarak benimseme sürecindeydi. Klorpromazinin gelişinin, 'akıl hastanelerinin boşaltılmasını mümkün kıldığı ve "psikofarmakolojik" bir devrimi başlattığı' söyleniyordu. Başlangıçta "nöroleptikler" olarak adlandırılan şizofreni için yeni ilaçlar, artık psikoza karşı spesifik panzehirler olduklarını anlatan "antipsikotikler" olarak anlaşılıyordu. Bu, psikiyatrinin kendisini 'beyaz önlüklü doktorlar' olarak yeni bir ışık altında görmesini sağlayan bir anlatıydı ve işte maddi bir teşvik de vardı: 'Bir psikiyatrist, hastalarla konuşmaktansa ilaç yazarak daha fazla kazanabilirdi.' TD, tüm bunları tehdit etti. Eğer alan, antipsikotiklerin hastaların önemli bir yüzdesinde 'beyin hasarına' neden olduğunu anlarsa, tüm bu anlatı çökerdi." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Ve böylece APA oyalandı. 1980'lerin başlarında, APA'nın harekete geçmemesi üzerine 20'den fazla eyalet, 'hekimlerin, hastalarına bu risk hakkında bilgi vermesini zorunlu kılan yasalar' çıkardı. Ancak, bu yasal zorunluluk bile reçete yazma uygulamaları üzerinde belirgin bir etki yaratmadı. Ulusal bir anket, TD riski hakkındaki 'açıklama oranlarının, zorunlu olduğu eyaletlerde, en düşük olduğunu' ortaya koydu. Gerçekten de Amerika'daki psikiyatristler, 'reçete yazma alışkanlıklarıyla bu riski, yoğun bir şekilde' artırıyorlardı. 1973'ten 1985'e kadar, antipsikotik reçetelerinin ortalama günlük dozları iki katına çıktı ve psikiyatristler, ilaçları - psikiyatrist olmayanlara göre - dört kat daha yüksek dozlarda reçete etmeye başladı. (....) .... 1985'te, kamuoyunda çok yankı uyandıran birkaç davada psikiyatristlerin hastaları 'bu risk konusunda uyarmadıkları için ihmalkar davrandıkları' ortaya çıkınca, APA üyelerine bir mektup gönderdi. Mektupta mali endişeler de dile getirildi. APA, "Tardif diskinezi nedeniyle açılan davalardaki belirgin artıştan da endişe duyuyoruz" diye yazdı." -Dr. Robert Whitaker (9)

"Tardif diskinezinin tarihi, uzun vadeli ilaç yan etkileri konusunda birçok öğretici ders içermektedir. İlk olarak 1950'lerin sonlarında antipsikotiklerin ortaya çıkışından kısa bir süre sonra tanımlanmış olup, 'yaygınlığı, insidansı ve uzun vadeli seyrinin' kapsamlı bir şekilde araştırılması yıllar almıştır. Başlangıçta, bu durumun riski ve antipsikotik ilaçlara uzun süreli maruz kalmayla belirgin ilişkisi konusunda birçok kesimden direnç ve şüphecilik vardı... Bazıları, dava tehdidi giderek daha fazla gerçeklik kazanana kadar klinik uygulamanın tardif diskineziyi yeterli düzeyde değerlendirmeyi ve izlemeyi içerdiğini iddia edebilir." -Dr. John Kane (Dr. Robert Whitaker) (9)

"Bu raporların yazarlarının genellikle ilaç şirketleriyle finansal bağları vardı; 2005 tarihli inceleme, öncelikle Janssen ve Eli Lilly'nin 'konuşmacı bürolarının üyeleri' tarafından kaleme alınmıştı. (...) Kamu tarafından finanse edilen yeni ilaçlarla ilgili çalışmalarda veya araştırmacıların endüstri tarafından finanse edilen araştırmalara daha eleştirel bir gözle bakıp, bu denemelerin 'yeni ilaçları, eskisinden daha iyi göstermek için nasıl tasarlandığını tespit ettiklerinde' farklı bir sonuç ortaya çıktı.(...) .... 'ikinci nesil ilaçlar, benzer dozajlarda birinci nesil düşük etkili ilaçlarla karşılaştırıldığında TD'de önemli bir fark olmadığını' bildirdiler. (...) ... 'dört SGA, birinci nesil bir ilaç olan perfenazin ile karşılaştırıldı ve araştırmacılar, etkinlikleri veya tolere edilebilirlikleri açısından önemli bir fark olmadığını' buldular. (....) .... "eski ilaçlarla ilişkili hareket yan etkilerinin (rijidite, sert hareketler, titreme ve kas huzursuzluğu) perfenazin ile yeni ilaçlara göre daha sık görülmediğini" bildirmiştir. Eski ilaçla tedavi edilenlerde TD'nin ortaya çıkışında da bir fark görülmemiştir. (...) ....  FGA'larla tedavi edilenler ile SGA'larla tedavi edilenler arasında sonuçlarda bir fark görülmemiştir (hatta FGA grubunda yaşam kalitesi daha iyiydi). Yeni ortaya çıkan TD'nin görülme sıklığı da her iki grupta aynıydı.(....) .... 2000-2003 yılları arasında geleneksel bir sağlık merkezinde tedavi gören '352 hastada TD'nin ortaya çıktığını 'bildirdi. Başlangıçta, bu hasta grubunda TD belirtileri yoktu ve çalışma sırasında, her yıl hastaların %6,6'sında (insidans oranı) bu bozukluk gelişti. Araştırmacılar, 1980'lerde aynı toplum merkezinde benzer bir hasta grubunu incelemişlerdi ve bu çalışmada yıllık TD insidansı %5,3 idi; bu da bu yeni "atipikler" dönemindekinden biraz daha azdı. İki dönemde de yeni ortaya çıkan vakaların şiddeti aynıydı. Ayrıca, 1980'lerde ve 2000'lerde toplum merkezinde tedavi edilen tüm hastalarda TD prevalansı aynıydı: %33. TD, SGA'ların gelişinden öncekiyle hemen hemen aynı sorundu." -Dr. Robert Whitaker (9)

"....valbenazin ve deutetrabenazin, TD'nin birincil nedeni olduğu düşünülen - antipsikotik kaynaklı dopamin aşırı duyarlılığı - patolojisi için herhangi bir tedavi sağlamaz. Bunun yerine, 'bu ilaçlar, normal beyin fonksiyonu için gerekli olan nöronal aktiviteyi, dopamin ve diğer yaygın nörotransmitterlerin sinaptik aralığa salınımını' kesintiye uğratır. Bu yeni TD ilaçlarının üreticileri, hastaları 'antipsikotik ilaçlarını almaya devam etmeye' teşvik ediyor. Antipsikotikler ve VMAT-2 inhibitörünün bu karışımı, 'beyindeki normal dopamin aktivitesini bloke eden ve düzensiz, hiperaktif bir şekilde tetiklenmeye hazırlanan dopaminerjik nöronlara karşı etki eden çift dozda ajanlara' yol açar. Bu, kafa karıştırıcı bir dur-git sinyalleri karışımıdır. Bu, antipsikotik-VMAT ilaç karışımında meydana gelen beyin fonksiyonu bozulmalarının sonu değil. VMAT-2 inhibitörleri ayrıca 'serotonin, norepinefrin ve histamin salınımını' da azaltır. SGA'lar ayrıca 'serotoninerjik, histaminerjik, muskarinik ve adrenerjik reseptörleri' de bloke eder. Birden fazla 'nörotransmitter yolu, artık normal işlevlerini bozacak şekilde' bozulmaktadır. Klinik çalışmalarda, iki TD ilacının güvenlik ve etkinlik kayıtları büyük ölçüde aynıydı. Her iki ilacın da yaygın yan etkileri arasında 'yorgunluk, sedasyon, somnolans, uykusuzluk, depresyon, huzursuzluk (akatizi), ajitasyon ve bulantı' yer almaktadır. VMAT-2 inhibitörleriyle ilgili daha az yaygın ancak potansiyel olarak daha ciddi riskler arasında 'şiddetli depresyon, intihar eğilimi, semptomatik hipotansiyon, QTc aralığının uzaması (kardiyak arrest riski) ve nöroleptik malign sendrom' yer almaktadır." -Dr. Robert Whitaker (9)

*** *** ***

"Tüm akıl hastalıkları, oyunun işlevsizliğini öngörür; yani, üçüncü boyut ve ikili yolun gelişiminde bir engel veya eksiklik vardır. Yani, hangi kategoriden olursa olsun akıl hastalığı olan hastalar, genellikle mutlak "ya o ya da bu"nun ilk boyutu olan üçten küçük psişik boyutlara hapsolmuşlardır. Paranoya birinci boyutu, psikoz ise psişik uzay ve zaman duvarlarının sonsuza kadar çöktüğü sıfır boyutunu karakterize eder. Bana göre Lacan'ın 'Gerçeklik Kaydı' ile kastettiği tam olarak buydu!" -Allen, J.G. & Collins, D.T. (73)

"Güçlendirilmiş bir eleştiri, tıbbi modeli tamamen çürütmüş olsa da açıklayıcı gücü sınırlı kalmıştır; hem bireysel sıkıntının hem de gücü azalmamış olan akıl sağlığı sisteminin meşruiyetinin analizinde daha geniş sosyo-politik boyutları dahil etmekte başarısız olmuştur."  -Ken Barney, PHD (75)

"1960'larda, psikiyatrinin bir bilim ve akıl sağlığı sisteminin 'başarılı bir insani girişim olduğu' iddialarına karşı yeni sesler yükseldi. (...) Bunların yazıları, Radikal Terapist dergisindeki makaleler gibi diğerleriyle birlikte, felsefi görüşlerdeki büyük farklılıklara rağmen "antipsikiyatri" şemsiye etiketiyle anıldı. Bu eleştirel literatür, aktivist bir hareketle birlikte, tıbbi model 'psikiyatrinin 'hegemonyasını, sahte otorite kaynaklarını, insan sorunlarını' mistifiye etmesini ve istem dışı hastaneye yatırma, ilaç verme ve elektroşok gibi akıl sağlığı sisteminin daha baskıcı uygulamalarını' vurguladı." -Ken Barney, PHD (75)

"Son yıllarda psikiyatrik ilaçların anlaşılması alanında önemli ve eleştirel çalışmalar yapılmıştır. (...) Tüm eleştirel gözlemciler, 'çeşitli ilaç sınıflarının genel olarak 'duygu ve davranışları' bastırarak "işe yaradığını"' belirtir. (...)  İlaçlar, semptomları azaltarak ve istenmeyen davranışları bastırarak "işe yarayabilir", ancak etkililikleri hakkında kesin bir ifade kullanılamaz."  -Ken Barney, PHD (75)

"İlaçlar, 'kesin hedef noktaları vuran' sihirli mermiler değildir; daha çok "birçok yöne uçan şarapnel patlamaları" gibidirler." -Lewontin ve ark (1984), Ken Barney, PHD (75)

"Ana ilaç sınıflarının hiçbiri, adlarının ima ettiği etki özgüllüğüne sahip değildir (örneğin, antipsikotik, antidepresan vb. ): farklı tanıları olan bireyler genellikle aynı ilaca yanıt verirken, aynı tanıyı alan bireyler genellikle farklı ilaçlara yanıt verir." -Ken Barney, PHD (75)

"Sonuç çalışmaları, 'yüksek nüks oranlarının sıklıkla göz ardı edilmesi ve ciddi yan etkilerin en aza indirilmesi gibi metodolojide önyargılar ve ciddi kusurlar örüntüsü' göstermektedir." -Ken Barney, PHD (75)

"....çalışmalar nöroleptik ilaçların deneyimli kullanıcıların güçlerini ve kritik kaynaklarını, - yani hayata aktif katılım için gerekli enerji ve becerileri - geliştirmelerine yardımcı olmadığını ortaya koymaktadır. Çeşitli psikotropik ilaç sınıflarının yan etkileri, akıl sağlığı uzmanları tarafından düzenli olarak en aza indirilmektedir." -Ken Barney, PHD (75)

"Nöroleptiklerin neden olduğu 'akatizi (huzursuzluk), akinezi (hareket yoksunluğu) ve bilişsel körelmenin yüksek insidansına' dair artan kanıtlar mevcuttur; ayrıca, bu 'davranışsal yan etkiler, - tardif diskineziye benzer şekilde, - geç ortaya çıkabilir ve geri döndürülemez' olabilir. Tüm tabloya "büyük bir iatrojenik felaket" demek doğru olabilir." -Ken Barney, PHD (75)

*** *** ***

"Psikiyatrik ilaçların uzun süreli kullanımı yarardan çok zarara mı yol açıyor? -  Peter C Gøtzsche, zararları küçümseyen ve faydaları abartan deney tasarımlarını sorgulayarak, neredeyse 'tüm psikotropik ilaç kullanımını olumsuz bir etki yaratmadan durdurabileceğimizi' söylüyor." (6)

"....'psikiyatrik ilaçlar, batı dünyasında her yıl 65 yaş ve üzeri yarım milyondan fazla insanın ölümünden' sorumludur." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

"Yapılan randomize çalışmalar, ilaçların etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmemektedir. Neredeyse hepsi önyargılıdır çünkü halihazırda başka bir psikiyatrik ilaç kullanan hastaları içermektedir.(...) Endüstri tarafından finanse edilen çalışmalarda ölümlerin 'eksik raporlanması' bir diğer büyük kusurdur. (...)" -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

"...'psikiyatrik ilaçlar, batı dünyasında her yıl 65 yaş ve üzeri yarım milyondan fazla insanın ölümünden' sorumludur. Bunu haklı çıkarmak için faydalarının muazzam olması gerekir, ancak bu faydalar asgari düzeydedir. Abartılan faydalar ve küçümsenen ölümlerYapılan randomize çalışmalar, ilaçların etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmemektedir. Neredeyse hepsi önyargılıdır çünkü halihazırda başka bir psikiyatrik ilaç kullanan hastaları içermektedir. Kısa bir arınma döneminden sonra plaseboya randomize edilen hastalar, aniden ilacı bırakır ve sıklıkla yoksunluk belirtileri yaşarlar. Bu tasarım, tedavinin faydalarını abartmakta ve plasebo grubundaki zararları artırmaktadır ve şizofreni çalışmalarında plasebo alan hastaları intihara sürüklemiştir." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

"ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 100.000 hasta üzerinde yapılan bir meta-analize dahil edilen bazı randomize çalışmalara dayanarak, 'antidepresan kullanan kişilerde, FDA tarafından bildirilenden 15 kat daha fazla intihar vakası olduğunu' tahmin ediyorum. (....) Şizofreni hastalarında ölüm oranına ilişkin Finlandiya kohort çalışması ve antipsikotiklerin, ölüm oranını düşürdüğü fikrini destekleyen diğer tüm çalışmalar güvenilir değildir. İlaç kullanmayan hastalardaki ölüm oranı çok yüksekti ve diğer Finlandiya verileriyle uyuşmuyordu; ölümlerin %64'ü hesaba katılmamıştı." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

"....65 yaş üstü hastalar üzerinde yapılan bir kohort çalışması, 'hastaların bir yıl boyunca yeni antidepresanlar kullandıklarında, tüm nedenlere bağlı ölüm oranının, antidepresan kullanmadıkları zamana göre %3,6 daha yüksek olduğunu' ortaya koymuştur." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

"Yaşlılarda çok daha yaygın olan düşmeler, psikotrop ilaç kullanan kişilerde önemli bir ölüm nedeni olduğundan, yalnızca en az 65 yaşında olan kişileri dahil ettim ve muhafazakar ölüm oranlarını kullandım: antipsikotikler için %1, benzodiazepinler ve benzeri ilaçlar için %1 ve antidepresanlar için yalnızca %2. Danimarka'da bir yılda meydana gelen toplam ölüm sayısı (3693), ABD ve Avrupa Birliği'nde toplam 539.000'e denk geliyor." -Prof. Dr. Peter C. Gøtzsche (6)

*** *** ***

"Psikiyatri, sağlık hizmetlerinde odaklanmamız gereken bir felaket alanıdır... Psikiyatrik ilaçların serbestçe kullanılmasıyla, pratisyen hekimlerin psikiyatri hastalarıyla yaptığı çalışmalar da dahil olmak üzere psikiyatri, faydadan çok zarar vermektedir. (....) Psikiyatrinin bir devrime ihtiyacı var. Reformlar yeterli değil. Psikoterapiye odaklanmalı ve neredeyse hiç psikiyatrik ilaç kullanmamalıyız." (53)

"....'hastaların nöroleptiklerle zorla tedaviye tabi tutulmasının, etik veya bilimsel olarak en iyi çıkarlarına hizmet ettiğini' iddia etmek mümkün olmasa da, tek bir ülke bile 'BM'nin engellilik sözleşmesini' ciddiye almamıştır." (53)

"Hâkim paradigmaya göre, psikiyatrik ilaçların belirli bozukluklara karşı belirli etkileri vardır; etkileri zarardan çok fayda sağlar ve genellikle bunları yıllarca, hatta belki de ömür boyu kullanmak gerekir. Dahası, birçok psikiyatrist hâlâ hastalarına 'kimyasal bir dengesizlikten muzdarip olduklarını ve psikiyatrik ilaç almanın - diyabet için insülin almaya benzediğini' söylemektedir. Bu, klorpromazinin 1954'te piyasaya sürülmesinden bu yana psikiyatride geçerli olan paradigmadır. Ancak, paradigmayı destekleyen araştırmalar, eleştirel bir şekilde değerlendirildiğinde, 'paradigmanın sürdürülemez olduğu' ortaya çıkar." (53)

(Psikiyatrideki hakim paradigmayı çöpe atan bazı nedenler); - "....psikiyatrik ilaçların etkileri, spesifik değildir. Yüksek beyin fonksiyonlarını bozarlar ve hastalarda, sağlıklı insanlarda ve hayvanlarda benzer etkilere neden olurlar; bu da belirli bozukluklarda spesifik etkilere neden olmaktan uzaktır.  (...) ...paradigmayı destekleyen araştırmalar kusurludur. (...) ...psikiyatrik ilaçların yaygın kullanımı hastalar için zararlı olmuştur. Bu ilişkinin incelendiği her ülkede, 'psikiyatrik ilaç kullanımının artmasına, kronik hasta ve engelli maaşı alan kişi sayısında artış' eşlik etmiştir. Bu durum, belirli bozukluklar için belirli ilaçların kullanılması fikrine şiddetle karşı çıkmaktadır. (....) ....psikiyatrik bozuklukların 'beyin taramalarında görülebilen beyin hasarına' neden olduğunu gösterme girişimlerinin tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu araştırma alanı son derece kusurludur ve araştırmacılar çoğu zaman 'gözlemledikleri herhangi bir beyin değişikliğininhastalarının yıllardır kullandığı psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanmış olabileceği olasılığını' bile düşünmemişlerdir." (53)

"....birçok güvenilir çalışmada - özellikle nöroleptik ilaçlar için - psikiyatrik ilaçların kalıcı beyin hasarına neden olabileceği gösterilmiştir." (53)

"Psikiyatrik ilaç deneylerinde dört temel sorun vardır: Neredeyse tüm plasebo kontrollü çalışmalar, aniden bırakma tasarımları nedeniyle kusurludur. (...) Denemeler yeterince körleştirilmemiştir. (...) Psikiyatristler, hastalar için önemi genellikle belirsiz olan derecelendirme ölçekleri kullanarak etkiyi değerlendirir. (...) Sonuçların seçici olarak raporlanması çok yaygındır ve çok ciddi sonuçlar doğurabilir. (...)" (53)

"....intiharların yalnızca yaklaşık yarısı ve toplam ölüm sayısının yarısı, araştırma kayıtlarındaki mevcut verilerle karşılaştırıldığında, yayınlanmış ilaç araştırmalarında raporlanmaktadır ve araştırmamızda, araştırma kayıtlarındaki verilerin de eksik olabileceğini tespit ettik." (53)

*** *** ***

"Psikiyatrik ilaçların beyin yapısı üzerindeki etkileri... Kronik psikotropik ilaç tedavisinin, 'beyinde yapısal yeniden yapılanmaya' yol açabileceği giderek daha fazla kabul görmektedir." (64)

"..... haloperidol ile kronik tedavinin kortikal gri cevherde azalmaya, lityumun ise artışa neden olduğunu ve bu etkilerin ilaç kesildikten sonra geri dönüşümlü olduğunu gözlemledik. (....) Bu ilgi çekici bulgular mevcut klinik verilerle tutarlı olsa da, bu çalışmaların şizofreni veya bipolar bozukluğun doğuştan gelen patolojisini yansıtmayan normal sıçanlar üzerinde yapıldığı unutulmamalıdır. (...) Üstelik, bu ilaç etkilerinin mekanizması /mekanizmaları henüz bilinmediğinden, daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır ve klinik çıkarımlarda bulunurken dikkatli olunmalıdır. Yine de, çalışmamız psikotrop ilaç tedavisinin beyin morfolojisi üzerindeki etkilerinin daha ileri düzeyde araştırılması için yeni ve güçlü bir model sistemi ortaya koymaktadır." -Dr. Shitij Kapur (64)

"Beyin yapısındaki bu değişikliklerin, bu ilaçların faydalarının mı yoksa yan etkilerinin mi altında yattığı henüz belli değil. Ancak, bunlar, henüz tam olarak anlaşılmamış, ancak yeni tedavi yaklaşımlarına dair ipuçları içerebilecek, yerleşik ilaçların beyin üzerindeki etkilerine işaret ediyor." -Dr. John Krystal (64)

"Yüzlerce ölüme yol açan antipsikotik ilacın daha iyi izlenmesi çağrısı... Antipsikotik ilaç alırken ölen kişilerin aileleri Channel 4 News'e, 'bunun nasıl izlendiği konusunda, toptan bir değişiklik yapılması gerektiğini' söyledi. (....)" (260)

"Reçetelediği İlaçlar Tarafından Yaralanan Psikiyatrist Tüm Mesleğe Meydan Okuyor...Bugün, bir zamanlar yazdığı ilaçlar yüzünden acı çeken ve şimdi tüm mesleğe meydan okuyan psikiyatrist Mark Horowitz (...)" (261)

*** *** ***

"Geri Dönüşü Olmayan Etkiler... Psikiyatrik ilaçların hafif veya şiddetli yan etkileri vardır. Bu etkilerin "faydalarından daha ağır bastığı" söylenebilir, ancak hastalar her zaman geri dönüşü olmayan ve kalıcı beyin hasarına, hatta ölüme yol açabilen ciddi ve genellikle ciddi uzun vadeli etkiler konusunda tam olarak bilgilendirilmelidir." (52)

"Psikiyatrik ilaçların neden olduğu yaygın beyin hasarları arasında 'nöbetler, tardif diskinezi ve ilaca bağlı akatizi' bulunur." (52)

"İlaç kaynaklı akatizi, çoğunlukla antipsikotikler ve antidepresanlar olmak üzere psikiyatrik ilaçların kullanımından kaynaklanır. (....) Aşırı anlamsız şiddet eylemleri, intihar, cinayet veya cinayet intiharları 'akatizi' ile ilişkilendirilmiştir." (52)

"Tardif diskinezi (TD), genellikle 'uzun süreli psikotrop ilaç kullanımından kaynaklanan beyin hasarına bağlı, kalıcı ve geri döndürülemez vücut hareketleri ve kas seğirmeleri' ile karakterizedir." (52)

"Zyprexa (Olanzapin) gibi daha yeni atipik antipsikotiklerin de TD'ye neden olduğu bulunmuştur." (52)

"TD'nin bilinen bir tedavisi yoktur ve bireyler kalıcı olarak şekil bozukluğuna ve sakatlığa maruz kalırlar." (52)

"Nöroleptik malign sendromu... - "Hastaların 'ateşlenmesine, bilinç bulanıklığına, ajite ve aşırı katı hale gelmesine' neden olan, potansiyel olarak 'ölümcül' bir toksik reaksiyondur. Eski antipsikotikleri kullanan yaklaşık 100.000 Amerikalı bu nedenle hayatını kaybetmiştir." – Robert Whitaker (52)

"Nöroleptik malign sendromnöroleptik ilaçların (antipsikotiklerin) kullanımının neden olduğu belki de en tehlikeli etkidir ve ölümcül olabilir. Antipsikotik reçete edilen hastaların %2 ila %3'ünün NMS geliştirebileceği tahmin edilmektedir." - "Yüksek ilaç dozları, hızlı doz artışları, intravenöz enjeksiyonlar ve bir ilaçtan diğerine geçişin' bu duruma neden olabileceği düşünülmektedir. Semptomlar arasında 'yüksek ateş, terleme, dengesiz kan basıncı, uyuşukluk, kas sertliği ve otonomik disfonksiyon 'bulunur. Ölüm oranlarının %20'ye kadar çıktığı ve ölümün 'genellikle semptomların ortaya çıkmasından 3 ila 30 gün sonra meydana geldiği' bildirilmektedir." (52)

*** *** ***

"Travmatik Kimyasal Beyin Hasarı (TCBI)... Psikiyatrik ilaçların neden olduğu travmatik kimyasal beyin yaralanması...." (17)

"Bir kişi psikotrop ilaçlardan kaynaklanan TCBI (travmatik kimyasal beyin hasarı) geçirdiğinde, tutarlı kalan bazı belirtiler vardır. (...) ... ilaç bağımlılığından muzdarip birçok kişi için en rahatsız edici ve dayanılmaz olan akatizi de yaygındır ve ilaçlar, bırakıldıktan uzun süre sonra bile devam edebilir." (17)

"Psikiyatrik ilaçların görevi normal beyin fonksiyonlarını bozmaktır. Unutmayın, evrendeki en karmaşık sistemin bir parçası olan ve henüz sahipleri veya onları anlamak için yarattıkları bilimler tarafından bile anlaşılmamış fonksiyonlardır bunlar. Başka bir deyişle, psikiyatrik ilaçlar, özellikle vücudun süper bilgisayarında, - milyarlarca yıllık deneme yanılma ve geliştirmeyle bugünkü haline gelen akıl almaz derecede karmaşık bir sistemde - işlev bozukluğu yaratmak için kullanılır."  (17)

"....25 yılı aşkın bir süre boyunca ortaya çıkan ilaç zararlarını ayrıntılı olarak anlatarak, hasarın boyutunu ve yaralarımın ciddiyetini açıklığa kavuşturdum. Hasar çok yıkıcıydı ve iyileşmem pek olası görünmüyordu, (...) .... eşim ve ben, psikotropik ilaçların beyin fonksiyonlarımı nasıl etkilediğini, ME/CFS adı verilen sakatlayıcı bir durum da dahil olmak üzere yaralanmalara ve hasara yol açtığını anlamamı sağlayan aynı fikirlerin tekrarları olan kalıpların ortaya çıktığını 'görmeye başladık. (....) ME/CFS bir otoimmün bozukluk veya ayrı bir durum değildir. Nörolojik işlev bozukluğudur; kimyasal sinir sistemi bozulmasına verilen ve uyumsuz hale gelen bir tepkidir." (17)

"Eğer siz de benim gibiyseniz, rahatsızlıklarımın ve semptomlarımın kontrolüm altında veya "tamamen kafamın içinde" olduğu iddiası bile 'öfke, inanmazlık ve kızgınlıkla' karşılanırdı. Hayır, kendimizi iyi "düşünemeyiz." Bunlar, kimyasallar tarafından değiştirilmiş, yaralanmış veya hasar görmüş güçlü nörolojik süreçlerdir. Bunlar bilinçli değildir ve büyük ölçüde hemen veya doğrudan kontrolümüzün dışındadır: Milyarlarca yıllık - ve yardımımız olsun ya da olmasın - otomatik pilotta çalışan nörolojik süreçler. Ancak şeyleri nasıl algıladığımız, nörolojik işlemleri etkileyebilir ve etkiler." (17)

"Akatiziyi 'hastalık modeli' açısından düşünmeyi bıraktım ve bunun yerine onu bir yaralanmaolarak düşünmeye başladım. Akatizi araba kazası değildir; Araba kazasının bir sonucudur." (17)

"Beynin işlevleri çok sayıda olsa da, bunları en temel işlevlere indirgediğimizde, diğer tüm görevlerinin bu ana rollerin kapsamına girdiğini görmek kolaydır. Beynin ilk ve en temel işlevi, sizi hayatta tutmaktır. İkinci işlevi sizi korumak ve güvende tutmaktır. Üçüncü görevi ise homeostaziyi korumaktır (bu da "güvenli (safe)" kapsamına girebilir, ancak ayrı bir başlık altında listelemeyi gerektirecek kadar çeşitlilik gösterir). Beynimizin son temel görevi, uyumsuzlukları, yani gerçeklik algımızdaki homeostaziyi tehdit eden sorunları veya aksaklıkları çözmektir." (17)

"Travmatik kimyasal beyin yaralanması terimini kullanıyorum çünkü diğer beyin hasarlarında olduğu gibi, 'iyileşme stratejileri geliştirmek' de sayısız hususa dayanıyor. Yaralanma, kimyasaldır çünkü patogenezi psikoaktif ilaçlardan kaynaklanmaktadır. Travmatik kısmı ise tıp camiası tarafından göz ardı edilmekten ve sağlık uzmanlarının - DSM'lerinin ve tanı güçlerinin arkasına - korkakça saklanmasından kaynaklanmaktadır." (17)

".... 'tansiyonumun ve kolesterolümün çok yüksek olduğunu, kan şekerimin de çok yüksek olduğunu' belirtmiştim. Bu durum "metabolik sendrom" olarak bilinir ve uzun süreli nöroleptik kullanımının en yaygın belirtilerinden biridir. Kilo alımı, 'vücuduma zorla uygulanan kimyasal değişikliklerinbir göstergesiydi, ancak bunlar boşlukta var olmadı çünkü sistem düşüncesi bize 'beyin ve vücut sistemlerimizin birbirine bağımlı olduğunu ve homeostazı oluşturmak ve korumak için birlikte çalıştığını' gösteriyor." (17)

"İşlev bozukluğunun sorunu, bu sistemler arızalandığında mantıklı veya makul bir şekilde çökmemeleri ve herkeste farklı şekilde devre dışı kalmalarıdır. TCBI'ye maruz kalıp aşırı zayıflayan birçok insan tanıyorum. Benim gibi bazıları ise hatırı sayılır kilo aldı. Bazı insanlar enfeksiyonlara yatkınken, bazıları otoimmün hastalıklara vb yakalanıyor." (17)

"....ilaçlar, otonom sinir sisteminin denetimi altındaki bu sistemlerde, büyük ölçekli işlev bozukluklarına neden olmuştur, bu nedenle işlevleri, otomatiktir. Bunlarla akıl yürütmeye çalışmak imkansızdır çünkü bu otomatik sistemler sözel değildir, insanca konuşmazlar. Bu yüzden 'kendinize korkmamanızı veya "sakin olmanızı" söylemeniz' işe yaramaz." (17)

*** *** ***

NOT: "Aşağıda makale alıntılarında belirtilen Psikiyatrik uyuşturuculardan kasıt, psikiyatrik ilaçlardırPsikiyatrik uyuşturucu denilince aklınıza esrar, eroin, kokain vb gibi yasadışı sokak uyuşturucuları değil, eczanelerde satılan normal YASAL psikiyatrik ilaçlar gelmelidir. Artık tüm dünya yavaş yavaş bu gerçeği öğrenmeye başladı, uzun yıllardır çok sayıda uzman, bilim adamı, araştırmacı 'psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu kategorisine' alınması gerektiğine' dair uyarılarda bulunmaktadır ve aslında psikiyatri endüstrisi de bu gerçeği çok iyi bilmektedir. - Dünya genelinde özellikle de ana dili İngilizce olan ve konuşulan ülkelerde genellikle psikiyatrik ilaçlar "psychiatric drugs" - aslında psikiyatrik uyuşturucular olarak bilinir - olarak görülür. Ki, (drug) kelimesi aslında 'uyuşturucu' olarak tanımlanır ve İngilizce konuşulan ülkelerde bu şekilde ele alınır. Ancak dünyaya 'ilaç' olarak pazarlanır. (Bu drug aldatmacasını BURADAN ve BURADAN  ve BURADAKİ diğer serilerden okuyabilirsiniz.)" 

"Psikiyatrik Uyuşturucular Sadece Uyuşturucudur: Sektöre, Tarihine ve Zararlarına Derinlemesine Bir Bakış..." -AI (112)

"Psikiyatrik "Tıp" Yanılsaması... Psikiyatrik uyuşturucular (drugs) genellikle "kimyasal dengesizlikleri düzelten", "zihinsel hastalıkları iyileştiren" veya bireyleri "dengeleyen" özel tedaviler olarak sunulur. Ancak, pazarlama dilinden ve tıbbi otoriteden arındırıldıklarında, bunlar yalnızca uyuşturuculardır; tıpkı diğer tüm uyuşturucular gibi beyin fonksiyonlarını değiştiren kimyasal olarak aktif maddelerdir." -AI (112)

"Eğlence amaçlı uyuşturucular (drugs)" ile "psikiyatrik ilaçlar (medication)" arasındaki ayrım, içsel güvenlik, etkinlik veya etki mekanizmasına değil, bunların üretimini, dağıtımını ve kamuoyu algısını düzenleyen 'sosyal, yasal ve ekonomik yapılara' dayanır. Psikiyatri endüstrisi, bu uyuşturucuların (drugs) 'zararlı, nörotoksik ve bağımlılık yapıcı' özelliklerinin uzun zamandır farkındadır." -AI (112)

"Günümüzde reçete edilen maddelerin çoğu bir zamanlar tehlikeli veya yasadışı kabul edilirken, birçok keyif verici uyuşturucu da bir zamanlar psikiyatrik amaçlarla reçete ediliyordu. Bu maddelerin değişen yasal statüsü, psikiyatri otoritesinin 'keyfi doğasını ve tıp, kurumsal çıkarlar ve devlet kontrolü arasındaki derin bağları' ortaya koymaktadır." -AI (112)

*** *** ***

-"(depresyon, yorgunluk ve histeri' için kullanılan kokain) "....DEHB için reçete edilen birçok uyarıcı "ilaç" kimyasal olarak benzer işlevlere sahiptir."
-(Kaygı ve "Sinir Bozuklukları" İçin Tütün ve Nikotin) "....günümüzde psikiyatrik ilaçlar da aynı pazarlama stratejisini izliyor." -AI (112)

-(Hiperaktivite, Kilo Kaybı, diyet hapları, depresyon tedavileri ve performans artırıcılar İçin Amfetaminler) ".....'bağımlılık ve kalp sorunlarına' yol açtıkları bilinen risklere rağmen, daha sonra DEHB "ilaçları" olarak yeniden adlandırıldı. Adderall, Ritalin ve Concerta gibi uyuşturucular kimyasal olarak metamfetamine benzer, ancak yasal statüleri nedeniyle "güvenli" kabul edilirler." -AI (112)

-(Benzodiazepinler ve Bağımlılığın Normalleşmesi) - "Valium, Xanax, Ativan ve benzeri uyuşturucular (drugs) yaygın olarak "güvenli" anksiyete karşıtı tedaviler olarak tanıtıldı. Aslında bunlar son derece bağımlılık yapıcıdır ve yaşamı tehdit edebilecek şiddetli yoksunluk belirtilerine neden olur. İlaç şirketleri, benzodiazepinlerin 'bağımlılık yapıcı' doğasını onlarca yıldır biliyorlardı, ancak bunlardan kâr elde etmeye devam ettiler." -AI (112)

-(Antipsikotikler ve Beyin Atrofisi) - "1950'lerde psikiyatristler, antipsikotiklerin 'beyin atrofisine' neden olduğunu zaten biliyorlardı. O zamanlar, bu uyuşturucuların hastaları kimyasal olarak "lobotomize" edip 'uysallık kazandırması' amaçlandığı için, amaçlanan etki bu olarak görülüyordu. Modern antipsikotikler hâlâ 'beyin küçülmesine ve bilişsel bozukluğa' neden oluyor, ancak bu bilgi 'tıbbi jargonun ve endüstri' tarafından finanse edilen araştırmaların altında gömülü kalıyor." -AI (112)

*** *** ***

"Akıl hastalığının kimyasal dengesizliklerden kaynaklandığına dair bilimsel bir kanıt yoktur. Kimyasal dengesizlik" teorisi, kanıtlanmış bir tıbbi gerçek değil, bir pazarlama stratejisiydi." -AI (112)

"Psikiyatrik uyuşturucular dengeyi sağlamaz; tıpkı alkol, kokain veya opioidler gibi nörotransmitter işlevini bozar ve değiştirir. Psikiyatrik uyuşturucuların doğası gereği yasadışı uyuşturuculardan "daha güvenli" olduğu fikri yanlıştır. Psikiyatrik "ilaçlar (medications)", yasadışı uyuşturucularla aynı tür 'nörotoksik, iltihaplı ve dejeneratif etkilere' neden olur." -AI (112)

"Psikiyatrik Uyuşturucuların Gerçek Etkileri... Nörotoksisiteye ve Beyin Hasarına Neden Olurlar..." -AI (112)

"Psikiyatrik uyuşturucuların, özellikle antipsikotiklerin ve benzodiazepinlerin 'beyin küçülmesine, bilişsel gerilemeye ve hafıza kaybına' neden olduğu gösterilmiştir. Uzun süreli kullanım, beyin yapısında, tedavi ettikleri varsayılan "hastalıktan" genellikle daha kötü olan kalıcı değişikliklere yol açar." -AI (112)

"Bağımlılık ve Geri Çekilme Duygusuna Yol Açarlar... Psikiyatrik uyuşturucular ciddi yoksunluk belirtilerine neden olur, ancak bu durum, hastalara nadiren açıklanır. Yoksunluk belirtileri, uyuşturucuyu ilk almaya yol açan ilk sıkıntıyı taklit edebilir veya aşabilir, bu da yanlış tanıya ve daha fazla uyuşturucu kullanımına yol açabilir." -AI (112)

"Yeni ve Kötüleşen Semptomlara Neden Olabilirler... Psikiyatrik uyuşturucular sıklıkla tedavi ettiklerini iddia ettikleri 'semptomların aynısına' neden olur. Antidepresanlar, intihar düşüncelerini tetikleyebilir. Antipsikotikler, 'halüsinasyonlara, paranoyaya ve bilişsel bozukluğa' neden olabilir. Benzodiazepinler, 'anksiyete ve panik atakları' artırabilir." -AI (112)

"Genellikle Tedavi Ettikleri "Rahatsızlıklardan" Daha Tehlikelidirler... Birçok psikiyatrik uyuşturucunun olası yan etkileri arasında 'cinayet düşüncesi, intihar eğilimi, akut psikoz, uykusuzluk, nöbetler, kalp yetmezliği, diyabet ve ölümcül aşırı dozlar' yer alır. Uzun süreli psikiyatrik ilaç (medication) kullanıcıları genellikle 'kalıcı organ hasarı, hareket bozuklukları, metabolik bozukluklar ve nörolojik gerileme' yaşarlar." -AI (112)

"Psikiyatri Endüstrisi: İnsan Acısından Kâr Elde Etmek... Büyük İlaç Şirketleri Anlatıyı Kontrol Ediyor... Psikiyatri "araştırmalarının" çoğu, bundan kâr sağlayan ilaç şirketleri tarafından finanse edilmektedir. Birçok psikiyatrist ve araştırmacının, ilaç üreticileriyle doğrudan finansal bağları vardır. Psikiyatri endüstrisi bilimsel dürüstlüğe değil, 'kurumsal lobiciliğe, pazarlamaya ve finansal teşviklere' dayanmaktadır." -AI (112)

"Psikiyatristler Gerçek Risklerin Genellikle Farkında Değildir... Çoğu psikiyatrist, uyuşturucu bırakma protokolleri konusunda eğitimli değildir. Birçoğu, reçete ettikleri ilaçların (medications) uzun vadeli nörolojik etkilerini tam olarak anlamaz. Eğitimleri, ilaç endüstrisinin etkisiyle şekillenir; bu da bilgilerinin 'en iyi ihtimalle eksik, en kötü ihtimalle de yanıltıcı olduğu' anlamına gelir." -AI (112)

"Akıl Sağlığı" Endüstrisi İnsanları Hasta Tutmaya Dayanıyor...  Psikiyatrik uyuşturucular gerçekten bir şeyi "iyileştirseydi", kârlı olmazlardı. Bunun yerine, bağımlılık döngüsünde tutulan, 'semptomların kötüleştiği ve ilaç reçetelerinin arttığı' ömür boyu müşteriler yaratırlar." -AI (112)

"Hükümetin Rolü: İlaçla Sosyal Kontrol... Sosyal Sorunlara Bir Tepki Olarak Uyuşturucu Kullanımı ... Strese, travmaya, baskıya ve istismara' uygun tepki veren kişilere destek sağlanmak yerine teşhis konuyor ve uyuşturucu veriliyor. 'Ekonomik zorluklar, sistemik eşitsizlik ve şiddet', ele alınmak yerine patolojikleştiriliyor." -AI (112)

"İlaçla Zorla Uyum...  Psikiyatri, özellikle 'ötekileştirilmiş gruplar arasında toplumsal düzeni sağlamak' için bir araç olarak kullanılıyor. 'Hapishanelerdeki kişiler, koruyucu aile çocukları, engelli bireyler ve psikiyatri hastaları' orantısız bir şekilde uyuşturularak itaat ettiriliyor." -AI (112)

"İlaç Riskleri Hakkında Kritik Bilgilerin Saklanması... Hükümetler ve ilaç şirketleri, daha fazla insanın ilaç kullanması için baskı yaparken, zarara dair kanıtları gizliyor. Psikiyatrik uyuşturucu kullanan çoğu kişiye 'gerçek riskler, yoksunluk belirtileri veya uzun vadeli hasarlar' hakkında hiçbir zaman bilgi verilmiyor." -AI (112)

"Sonuç: Psikiyatri Endüstrisi Bir Sahtekarlıktır... Psikiyatrik uyuşturucular (drugs) ilaç (medicine) değildir. Onlar sadece uyuşturucudur (drugs); - beyin fonksiyonlarını genellikle zararlı ve geri döndürülemez şekillerde değiştiren, son derece kârlı, yasal olarak onaylanmış maddelerdir. - "İyileştirmezler"; yatıştırırlar, bastırırlar ve kimyasal olarak değiştirirler. Dengesizlikleri düzeltmezler; yaratırlar. İnsanları daha iyi yapmazlar; onları 'uyumlu, bağımlı ve çoğu zaman eskisinden daha hasta' hale getirirler." -AI (112)

"Psikiyatri sektörü bakım, destek veya iyileşmeyle ilgili değildir. Para, kontrol ve güç sistemlerini sürdürmekle ilgilidir. Psikiyatrik ilaç yoksunluğuyla mücadele ediyorsanız, sorunlu değilsiniz - uyuşturucu yoksunluğu yaşıyorsunuz ve riskleri hakkında hiçbir zaman bilgilendirilmediniz. Psikiyatrik uyuşturucular özel bir şey değildir. Onlar sadece uyuşturucudur. Ve hükümet, "akıl sağlığı" kisvesi altında insanları uyuşturuyor." -AI (112)

*** *** ***

"Kimyasal Lobotomi Açıklandı: Zyprexa 'Beyninizin Neşe Merkezlerini' Nasıl Susturuyor (Bilimsel Kanıtlarla).... Beyninizin bir kısmının kalıcı olarak sessizleştiğini hiç hissettiniz mi? Bir zamanlar sevdiğiniz müzik artık size yavan geliyorsa, arkadaşlarınızın kahkahaları size uzak geliyorsa ve bir zamanlar zihninizi yeni bakış açılarına açan maddeler artık işe yaramıyorsa? Zyprexa (olanzapin) kullandıysanız, birçok kişinin "kimyasal lobotomi (chemical lobotomy)" olarak adlandırdığı, yıkıcı ancak çoğu zaman fark edilmeyen bir 'nörolojik yaralanma (/hasar "neurological injury")' yaşıyor olabilirsiniz." (106)

"Kimyasal lobotomi bir metafor değildir. Zyprexa gibi antipsikotik ilaçların kritik beyin devrelerinde 'kalıcı işlevsel hasara' yol açtığı biyolojik bir gerçekliktir. Geçmişteki cerrahi lobotomilerin aksine, bu "lobotomi" sessizce, hastanın bilgisi olmadan gerçekleşir ve genellikle "hastalığın bir parçası" olarak görmezden gelinir. Zyprexa aldığınızda, psikozu yalnızca geçici olarak yatıştırmakla kalmaz, aynı zamanda 'beyninizi, reseptör seviyesinde yeniden yapılandırarak - size 'neşe, bağlantı ve aşkınlık hissettiren sistemleri' susturur." (106)

"Bilim: Zyprexa, Beyninizi Nasıl Susturur? - Zyprexa (olanzapin), beyindeki 'önemli reseptörleri' bloke ederek çalışır: "-Dopamin D2 reseptörleri: Beyninizin 'ödül ve motivasyon' sistemi.. ; -Serotonin 5-HT2A reseptörleri: 'Bilince ve psikedelik deneyimlere' açılan kapınız.. ; -Kappa-opioid (KOR) reseptörleri: 'Duygusal denge' için kritik.." Bu blokaj, geçici değildir. Araştırmalar, kronik Zyprexa kullanımının, 'reseptörlerin aşağı regülasyonuna neden olduğunu' gösteriyor; beyniniz aslında bu reseptörlerin sayısını azaltıyor çünkü kullanılmadıklarını düşünüyor." (106)

".... birçok Zyprexa kullanıcısı şunları bildiriyor: -Neşeyi veya müziği derinlemesine hissedememe.. ; -LSD, esrar veya diğer psikoaktif maddelere karşı tamamen tepki kaybı.. ; -İlacı bıraktıktan uzun süre sonra bile devam eden duygusal körelme.." (106)

"Öncü bir çalışma, 'olanzapinin, sıçan frontal korteksindeki5-HT2A reseptör geninin ekspresyonunu artırdığını' göstermiştir. Bu faydalı bir durum değil; beynin 'ilacın blokajını telafi etmek için çaresizce çabalaması ve nihayetinde reseptör işlev bozukluğuna' yol açmasıdır." (106)

"Başka bir kritik çalışma, kronik betahistin eş tedavisinin, olanzapinin sıçan beyinlerindeki dopamin D2 reseptörleri üzerindeki etkilerini tersine çevirdiğini bulmuştur. Bu, iki önemli şeyi kanıtlamaktadır:  -Zyprexa, dopamin yollarında ölçülebilir, spesifik hasara neden olur. ; -Bu hasar, doğru müdahale ile potansiyel olarak geri döndürülebilir." (106)

"...beynimin, herhangi bir psikoaktif maddeye tepki verme yeteneğinin kalıcı olarak kaybolması" olarak tanımladığı durumu 'neden bu kadar çok hastanın yaşadığını 'açıklıyor. 60 kilo aldım, diyabet oldum ve neşe duyma yeteneğimi kaybettim. Bu bir tedavi değil. Bu nörolojik bir hasar." -Zyprexa'dan kurtulan Gabriel Filippi (106)

"Gizli Salgın... Bu nadir görülen bir durum değil. Zyprexa kullanan milyonlarca insan bir dereceye kadar 'kimyasal lobotomi' yaşıyor, ancak bunu fark etmiyorlar çünkü: "-Bunun olabileceği konusunda hiçbir zaman uyarılmadılar, ; -Hasar yavaş yavaş gelişiyor, ; -Bunu "hastalıkları" sanıyorlar, ; -Duygusal körelmenin "iyileşmenin bir parçası" olduğu söyleniyor." - Gerçek mi? Bu, iyileşme değildir. Nörolojik yaralanmadır." (106)

*** *** ***

"Antipsikotikler ve Beyin Hasarı: Büzülme (/küçülme) ve Hacim Kaybı..." (65)

"Psikotik semptomlar, antipsikotiklerle kontrol altına alınsa da, tedavi gören kişiler genellikle 'şiddetli kilo alımı, cinsel işlev bozukluğu, hormonal dengesizlikler ve bazı durumlarda diyabet' gibi bir dizi ciddi yan etki yaşarlar. Daha da kötüsü, antipsikotik kullanımının, özellikle uzun süreli kullanıldığında 'beyin hasarına' neden olabileceğine dair kanıtlar vardır." (65)

"Antipsikotik ilaç kullanması gereken tek kişiler, 'psikotik semptomları tetikleyen rahatsızlıkları' teşhis edilmiş kişilerdir. Ancak ilaç şirketleri, 'depresyon, anksiyete, uykusuzluk ve otizm' gibi çeşitli 'endikasyon dışı rahatsızlıklar' için antipsikotik ilaçları ustalıkla pazarladılar. Şimdi ise birçok doktor, ilaç devlerinin kuklası gibi davranarak, 'uzun süreli beyin hasarına' neden olan antipsikotikleri bilmeden reçete ediyor. Bunlar piyasadaki 'en tehlikeli' psikiyatrik ilaçlardır." (65)

"...birçok doktor, ilaç devlerinin kuklası gibi davranarak, 'uzun süreli beyin hasarına' neden olan antipsikotikleri bilmeden reçete ediyor. Bunlar piyasadaki 'en tehlikeli' psikiyatrik ilaçlardır." (65)

"Nörolojik görüntüleme çalışmalarına dayanan yeni kanıtlar, 'antipsikotik ilaçların aslında 'hacim kaybı ve küçülmesi' şeklinde 'beyin hasarına' neden olduğunu' doğruladı." (65)

"Antipsikotik kullanımına bağlı beyin hasarı, şizofreninin 'bilişsel semptomlarının şiddetini' doğrudan etkileyebilir. Antipsikotik kullanan birçok kişi, yalnızca hastalıklarından kaynaklandığı düşünülen bilişsel eksiklikler yaşar; ancak gerçekte bunlar, ilaçların bir sonucu olabilir." (65)

"Araştırma (Zaman Çizelgesi): Antipsikotikler Beyin Hacmini Etkiliyor..." (65)

" Bazı araştırmalar 'hastalığın kendisinin (şizofreni) ve semptomatik nüksün, beyin hacminin küçülmesine' katkıda bulunabileceğini öne sürse de, çoğu kanıt, özellikle 'tedavi süresi ve dozaj' olmak üzere, birincil nedensel faktör olarak 'antipsikotikleri' işaret etmektedir." (65)

"...antipsikotik tedaviye bağlı 'beyin hasarı, küçülmesi veya hacim kaybını' etkileyebilecek faktörler...
-Dozaj: Dozaj ne kadar yüksekse, kişinin beyin hacmi kaybı yaşama olasılığı o kadar yüksektir. Yüksek dozlar, düşük dozlara kıyasla daha hızlı beyin hacmi azalmasıyla ilişkilidir. (...)
-Tedavi süresi: Antipsikotiklerle tedavi süresinin, beyin hacmi kaybını etkilediği iyi bilinmektedir. Kişi ne kadar uzun süre tedavi görürse, beyin hacmindeki azalma o kadar şiddetli olur. (...)
-Genetik /Epigenetik: Belki de bazı bireylerde beyin hasarı olasılığını azaltan olumlu genetik veya epigenetik etkiler vardır.  (...)
-Spesifik antipsikotik: Antipsikotiklerle ilişkili etki mekanizmalarındaki farklılıkları göz önünde bulundurmak önemlidir. (...)
-Hastalığın başlangıcı: Geç başlangıçlı (late-onset) şizofreni hastalarında, hastalığın erken başlangıçlı (early-onset) olanlarına göre daha az beyin hasarı görülebilir. (...)" (65)

"Potansiyel sinerjik faktörler...
- Hastalık şiddeti: Hastalığın altta yatan şiddeti, kişinin 'ilaçtan kaynaklanan beyin hacmi kaybının derecesini' belirleyebilir. (...)
-Nüks şiddeti: Nüks sayısının, kişinin 'ek beyin hasarı yaşayıp yaşamaması' üzerinde bir etkisi yok gibi görünüyor. (...)
-Hastalığın alt tipi: Bir kişinin sahip olduğu şizofreni türü, antipsikotik tedavi sonucunda daha fazla veya daha az beyin hasarı yaşayıp yaşamayacağını etkileyebilir. (...)"
 (65)

"Kısır Döngü : Şizofreni Belirtilerinin Yönetimi ve Antipsikotik İlaçların Neden Olduğu Hasar..."" (65)

"Çalışmalar, 'antipsikotik tedavi sonucunda yaşanan beyin hacmi kaybının derecesi ile dozaj (güç) arasında doğrudan bir ilişki olduğunu' göstermektedir." (65)

*** *** ***

"Antipsikotik efsanesi ortaya mı çıktı? - Londra'daki NHS'de çalışan bir psikiyatrist ve akademisyen, yeni kitabında "antipsikotiklerin uzun vadede etkili olmadığını, beyni küçülttüğünü ve erken ölüm riskini neredeyse üç katına çıkardığını" yazdı."  (60)

"Christian, Bradford psikiyatri ünitesinde bir sandalyeye çökmüştü. Görünüşe göre yarı bilinçli, yarı canlıydı. Başını kaldırmayı bırakın, neredeyse konuşamıyordu. Christian'a şizofreni teşhisi konmuştu. İki gün önce, paranoya içinde, bir gündüz bakımevinde bir meslektaşımı yumruklamıştı. Bu yüzden Christian hastaneye yatırıldı ve yoğun bir şekilde nöroleptik ilaçlarla tedavi edildi. Çoğu kişi, Christian'ı gördüğünde, onu o kadar 'bitkin bir halde, salyaları akan' bir enkaz halinde tarif ederdi.(60)

"....bir meta-analiz, 'SSRI'ların hafif ve orta şiddetteki depresyon için plasebodan daha fazla klinik fayda sağlamadığını' iddia etti. (...) Onlarca yıllık klinik çalışmaları inceleyen Moncrieff'in ilk vurguladığı nokta, plasebo ve ilaç bırakma etkileri gibi değişkenler hesaba katıldığında, antipsikotiklerin uzun vadeli etkinliğine dair somut bir kanıt olmadığıdır." (60)

"Londra NHS psikiyatristi Joanna Moncrieff  (...) .... 'Uzun süreli kullanımlarını destekleyecek yeterli kanıt olmadığını ve beyin hasarına neden olduklarını' iddia ediyor; bu gerçek "ölümcül bir şekilde göz ardı ediliyor." Ayrıca, bir dizi kötü yan etki nedeniyle antipsikotikler, 'bir kişinin erken ölme riskini neredeyse üç katına' çıkarıyor." (60)

"....Moncrieff, özellikle kendi mesleği olan psikiyatriye, antipsikotikler için 'olumsuz kanıtları görmezden geldiğini' iddia ederek saldırıyor. Moncrieff, Kimyasal Tedavi Efsanesi adlı kitabında, 'bu ilaçların giderek artan reçetelenmesinin, ilaç kaynaklı sorunların salgınına yol açtığını' savunuyor. Etkili bir şekilde, psikiyatrinin 'büyük bir bilimsel suistimalden suçlu olduğunu' savunuyor. (....) Moncrieff'in ikinci noktası, ilaç endüstrisinin desteklediği psikiyatri kurumunun, 'antipsikotiklerin 'beyinde ciddi hasara' yol açtığını' gösteren çalışmaları görmezden gelmiş olmasıdır; en çarpıcı olanı ise kalıcı beyin atrofisi (beyin küçülmesi) ve tardif diskinezidirDiğer nörolojik rahatsızlıklarda olduğu gibi, hastalar 'istemsiz, tekrarlayan hareketler, zihinsel bozukluk, hafıza kaybı ve davranış değişiklikleri' yaşarlar. (...) Meslektaşlarını 'iatrojenik beyin hasarı salgını' yaratma riskiyle suçluyor."  (60)

"Beyin taramaları, 'antipsikotiklerin bir yıl içinde atrofiye neden olduğunu' gösteriyor." -Dr. Joanna Moncrieff (60)

"Sağlık Komisyonu'nun geçen yıl psikoz hastalarının neredeyse %40'ının 'önerilen sınırları aşan' antipsikotik ilaç seviyeleri kullandığını bildirmesi de ne kadar endişe verici. Bu seviyeler 'kalp krizlerine' neden oluyor." (60)

"Ulusal Hasta Güvenliği Ajansı, antipsikotiklerden kaynaklanan kalp yetmezliğinin, İngiliz akıl sağlığı servislerinde yatan hastaların yılda ortalama açıklanamayan '40 ölümünün olası nedenlerinden biri olduğunu' iddia ediyor. Antipsikotiklerin diğer etkileri arasında aşırı kilo alımı (metabolik bozukluk) ve diyabet riskinin artması yer alıyor." (60)

"....Britanya'nın en saygın psikiyatri dergisi olan İngiliz Psikiyatri Dergisi, 'antipsikotik kullanan kişilerin erken ölme olasılığının 2,5 kat daha fazla olduğunu' bildiren bir çalışma yayınladı." (60)

"....antipsikotiklerin uzun vadede etkili olmadığını gösteren yeni çalışmalar da var. (...) ....Sinir ve Ruh Hastalıkları dergisinde yayınlanan bir ABD araştırması, 'şizofreni teşhisi konmuş ve antipsikotik kullanmayan kişilerin, ilaç kullananlara göre iyileşme olasılığının daha yüksek olduğunu' bildirmiştir. (...) ...araştırmacılar, 15 yıl sonra 'antipsikotik kullanan hastaların %65'inin psikotik olduğunu, ilaç kullanmayanların ise yalnızca %28'inin psikotik olduğunu' bildirmiştir. (...) ....makalenin araştırmacıları, '"içsel güce", daha iyi öz saygıya ve içsel kaynaklara sahip hastalarınnöroleptikler olmadan uzun vadede iyileşme olasılığının daha yüksek olduğu' hipotezini ortaya atmışlardır." (60)

"18 yaşındayken şizofreni teşhisi konduğunda zorunlu olarak antipsikotik tedavisi gören Rufus May .... 'antipsikotiklerin yoksunluk etkilerinin, sıklıkla yanlış bir şekilde nüksetme olarak yorumlandığını' savunuyor. Bu nedenle, insanlara'psikiyatrik ilaçları güvenli bir şekilde nasıl bırakacaklarına' dair tavsiyelerde bulunan bir web sitesi kurdu. May gibi (belki de gerekli "içsel güce" sahip olan) birçok hasta, antipsikotikleri başarıyla bırakıp iyileşmeye devam etti. İronik olan şu ki, bunu 'sıklıkla nüksetme korkusu' yaşayan psikiyatristlerinin arkasından yapmak zorunda kalmışlardır."  (60)

"....Moncrieff, 'ilaç kültürünün akıl sağlığına o kadar yerleşmiş olduğunu' belirtiyor ki, birçok psikiyatrist 'antipsikotiklerle erken dönemde tedavi edilmemenin ihmalkarlık olduğunu' düşünüyor."  (60)

"Moncrieff, antipsikotiklerin kısa vadeli etkililiğine dair kanıtlar olduğunu kabul ediyor. Ancak Moncrieff yine de psikiyatrinin dürüst olmasını istiyor. (....) .... antipsikotiklerin psikoz teşhisi konan kişilerdeki 'paranoya, sanrılar ve halüsinasyon semptomları' üzerinde doğrudan etkili olduğuna dair hiçbir kanıt yok. Antipsikotiklerin, antipsikotik hiçbir yanı yoktur."  (60)

"Moncrieff'in tezinde, diğer tıbbi rahatsızlıkların aksine, şizofreni de dahil olmak üzere 'psikiyatrik hastalıkların fiziksel anormalliklerden kaynaklandığına dair hiçbir kanıt bulunmadığı 'vurgulanıyor."  (60)

"....şizofreni 'ilaçların asla tedavi edemeyeceği bir hastalıktır.' " -Klinik psikolog Mary Boyle (60)

"Kendisi gibi psikiyatristlerin artık hastaları 'zorla alıkoyup antipsikotiklerle tedavi etme konusunda benzersiz yetkilere sahip olmaması gerektiğine' inanıyor. Bunun yerine, hastalarla demokratik ilaç tedavisi uygulayan ilaç danışmanları olmalılar. Psikiyatristler, hastalarla ortak karar alma süreçlerine dahil olmalı ve zorunlu tedavi taleplerini savunmak için hukuk mahkemelerine başvurmak zorunda kalmamalılar. " (60)

*** *** ***

NOT: "Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski... (4) (5) - Makalenin BMJ'deki orjinal ismi Google sinippetlerde "Psikiyatrik ilaçlar kalıcı beyin hasarına neden olur " Psychiatric drugs cause permanent brain damage..." olarak görülüyor, ancak kaynağına gidilince başlık ismi "Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski..." olarak değişiyor.  "rapid-responses sayfasında (3) ise orjinal başlık isminin durduğunu farkettik..
-----------------------

"Benzodiazepinler ve Alzheimer hastalığı riski... Yaffe, Boustani ve Fairbanks, benzodiazepinlere maruz kalmanın Alzheimer hastalığı geliştirme riskini iki katına çıkardığını gösteren, dikkatlice yürütülen bir çalışma hakkında yorum yaptılar. Benzodiazepin kullanımının, nörodejeneratif hastalık olarak adlandırdıkları kalıcı beyin hasarına yol açma olasılığının yüksek olduğunu buldular." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)

"'Antipsikotiklerin beyni doza bağlı olarak küçülttüğünü' biliyoruz; 'benzodiazepinler, antidepresanlar ve DEHB ilaçlarının da kalıcı beyin hasarına neden olduğu' görülüyor." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)

"Önde gelen psikiyatristler ve ilaç endüstrisi genellikle 'hastalığın, insan beynini mahvettiğini 'söyler, ancak 'bunu yapanın büyük olasılıkla ilaçlar olduğunu ve hayvan deneylerinin de bunu ortaya koyduğunu' biliyoruz." -Prof. Dr. Peter C Gøtzsche (4)

"Giderek artan sayıda gözlemsel çalışma, potansiyel olarak uygunsuz ilaçların bilişsel bozulma riskini artırmadaki kritik rolünü göstermiştir. (...) Benzodiazepinlere maruz kalma (en az 90 gün) ile Alzheimer hastalığı geliştirme riski arasında kümülatif bir doz-etki ilişkisi gözlemlediler ve 180 günden uzun süren maruz kalmanın riskte neredeyse iki kat artışla ilişkili olduğunu buldular. Daha ileri analizlerde, 'daha uzun etkili benzodiazepinlerin, daha kısa etkili benzodiazepinlere kıyasla Alzheimer hastalığı geliştirme riskinin daha yüksek olduğunu' göstererek nedensel bir ilişkiye destek sağladılar." (5)

*** *** ***

"Psikiyatrik ilaçların beyin hasarına yol açabileceğini biliyor muydunuz? - Psikiyatrik ilaçlar, beyin hasarına yol açabilir ama psikiyatristler bunu, size asla söylemez." -Sue Clark-Wittenberg (57)

"Psikiyatri hastası ve elektroşok mağduru Sue Clark-Wittenberg, 1972'den 1990'a kadar 18 yıl boyunca 14 farklı psikiyatrik ilaç kullandı. Sue'ya, psikiyatri ilaçları konusunda dünyanın önde gelen bir uzmanı tarafından yakın zamanda, 'kullandığı 14 psikiyatrik ilaçtan 7'sinin beyin hasarına neden olduğu' söylendi. Sue'ya daha önce hiç kimse bunu söylememişti, geçmişte görüştüğü psikiyatristlerin hiçbiri. Hiçbir psikiyatrist, Sue'yu 'kullandığı bazı psikiyatrik ilaçların beyni devre dışı bırakan etkileri' konusunda uyarmamıştı." (57)

*** *** ***

"Psikiyatrik ve Antipsikotik İlaçlar: Psikiyatri insanlara zarar veriyor..." (54)

"Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar diyabete neden olur." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar gerçek iyileşmeyi engeller." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar plasebodan daha iyi etki göstermez." (54)
""İlaçlar hastayı iyileştirdi" argümanı..." (54)

"Psikiyatrik Uyuşturucular (ilaçlar 'drugs') Sadece Uyuşturucudur: Sektöre, Tarihine ve Zararlarına Derinlemesine Bir Bakış..." (112)

"Sigaralar gibi, genel olarak psikiyatrik ilaçlar ve özellikle nöroleptikler ve antipsikotikler de insan vücudu için son derece tehlikeli kimyasallardır. (54)

"Psikiyatrik ilaçlar sorunu çözmez, sadece duyguları uyuşturur. Bir kişiye antipsikotik ilaçlar vermek beyin hasarına neden olabilir." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar tehlikelidir, beyin hasarına yol açar ve hayatın sorunlarını çözmede şeker hapından daha iyi bir işe yaramaz." (54)

"Nöroleptik ilaçlar insanları yürüyen zombilere dönüştürüyor, beyin hasarına neden oluyor, çoğu durumda 'çalışamaz' hale getiriyor ve hükümetlere milyarlarca dolarlık sosyal yardım ödemesine mal oluyor!" (54)

"Psikiyatrik ilaçlar biyokimyasal dengesizlikleri düzeltmek yerine, bazen kalıcı olarak bu dengesizliklere neden olurlar."  -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"Psikiyatrik ilaçlar beyindeki biyokimyasal dengesizlikleri düzeltmez." (54)
"Psikiyatrik ilaçlar biyokimyasal dengesizlikleri nasıl yaratır ve beyin bunları nasıl düzeltir?" (54)
"İlaçlar: kimyasal lobotomi, duygusal anestezi, farmakolojik deli gömleği:" (54)
"İlaç şirketleri kimyasal dengesizlik efsanesinden milyarlar kazanıyor." (54)
"Kimyasal dengesizlikler bir efsanedir, varlığını kanıtlayacak hiçbir bilimsel veri yoktur, sadece teori vardır!" (54)

"Nöroleptik ve antipsikotik ilaçlar bu hayali "kimyasal dengesizliği" düzeltmez, sadece sakinleştirir, sersemletir ve "duygularınızı uyuşturur". Akıl hastalığını iyileştirmezler, semptomları ortadan kaldırırlar. İyi olduğu söylenen nöroleptik ilaçların çoğu, salt "plasebo etkisi" ile açıklanabilir." (54)

"....psikiyatrik ilaçların genel etkisi, 'kısmi anesteziye veya sarhoş ya da uyuşturucu etkisi' altında olmaya eşdeğer bir yönetici işlev azalmasıdır. - İlk psikiyatrik ilaç olan Torazin, cerrahi hastalarında, bilinçli cerrahinin korku ve acısına karşı 'kayıtsız ve ilgisiz hale getirmesi' nedeniyle kullanılmıştır. SSRI'lar 'duygusal körelme, ilgisizlik ve kayıtsızlığa' neden olmaktadırBenzodiazepinler aslında hem akıl hastalarında hem de cerrahi anestezide kullanılmaktadır." (54)

"Bu ilaçların çoğu [Klorpromazin, Reserpin, İmipramin, Tranilsipromin, Lityum, Diazepam] birden fazla beyin proteinine bağlanır ve etkilerini, birden fazla reseptör, moleküller arası etkileşimler ve uygulama yoluyla ortaya çıkan biyolojik düzenleyici mekanizmalar aracılığıyla beyinde meydana gelen uzun vadeli değişiklikleri içeren karmaşık yollarla gösterir. Bu nedenle, etki mekanizmalarının anlaşılması eksiktir." -Samuel H. Barondes,  (1990) (54)

"Uzmanlar, ilaç endüstrisi ve psikiyatriyi sert bir şekilde değerlendirerek, antidepresanlara dair kanıtların hatalı olduğunu ve bu ilaçların 'hiçbir zaman kimyasal dengesizliği düzelttiğinin kanıtlanmadığını' iddia ediyor. Yine de milyonlarca kişiye potansiyel olarak son derece zararlı ilaçlar reçete ediliyor." (56)

" .... tartışmalı yeni bir kitap olan 'Sakinleştirilmiş Toplum', beyindeki kimyasal dengesizliği düzelttiği söylenen bu ilaçların, duygusal açıdan hassas kişilere -yetişkinler veya çocuklar- verilmesinin yanlış olduğunu iddia ediyor." (56)

"Depresyonun, iyi hissettiren 'kimyasal serotoninin' düşük seviyelerinden kaynaklandığı ve bu nedenle SSRI'ların 'beynin serotonini parçalama hızını yavaşlatarak, ruh halini iyileştirecek daha fazla madde sağladığı' öne sürülüyor. Ancak, beyindeki serotonin seviyeleri ile depresyon arasında bir bağlantı olduğunu gösteren hiçbir araştırma yok." (56)

""Hastalık modeli tam bir felakettir" - "Psikiyatrik bir hastalığın beyin hasarına neden olduğunu gösteren ikna edici bir kanıt görmedim, ancak ilaçların beyin hasarına neden olduğuna dair çok sayıda kanıt gördüm." -Profesör Dr. Peter Gøtzsche (56)

*** *** ***

"Doktorlar, hakkında çok az şey bildikleri ilaçları, hakkında hiçbir şey bilmedikleri hastalara, hakkında daha az şey bildikleri hastalıklar için verirler." (Voltaire, MS 1694-1778) (54)

"İlaçlar deliliği iyileştirmez çünkü bu fiziksel bir sorun değil, ruhsal bir sorundur." -Philippe Pinel, MS 1806 (54)

"İlaçlara olan inancım giderek azaldı ve şüpheciliğim o kadar ileri gitti ki, ahlaki çözümler tamamen başarısız olana kadar onlara asla başvurmamaya karar verdim." -Philippe Pinel, MS 1806 (54)

"MS 1750'de William Battie, 'deliliği tedavi edecek sihirli bir ilacın olmadığını' itiraf etti. Bir gün bulunacağını öngörmüştü, ancak bugün bile böyle kimyasal bir tedavi mevcut değil! Modern Nöroleptik ilaçlar, - 1750'lerde William Battie ve John Monro tarafından reçete edilen afyondan - daha fazla deliliğe çare değildir." (54)

"'Her ne kadar' deliliğin 'kendine özgü panzehirinin, doğanın deposunda saklı olduğunu ve belirlenen zamanda gün ışığına çıkarılacağını' ummak için nedenlerimiz olsa da; şu anki talihsizliğimiz öyle ki, ya bu önemli sır, mucitleri tarafından insanlığın geri kalanından saklandı ya da daha muhtemel olanı, henüz hiç keşfedilmedi." -William Battie, MS 1758 (54)

"'Akıl sağlığı artık psikiyatristler tarafından kontrol edilmemeli -  'Bunlar, zihinsel bozukluklar için ilaç reçete eden meslek grubudur ve reçetelemeyi neredeyse sıfıra indirmek iyileşmeler sağlayacaktır.'" - Klinik psikoloji profesörü Peter Kinderman (56)

"... 'penisilinin bel soğukluğunu tedavi edip etmediğini' sormak mantıklıdır, çünkü bir kişide 'bel soğukluğu olup olmadığını belirlemek' için nesnel ölçütler vardır. Ancak, örneğin Zyprexa'nın şizofreniyi tedavi edip etmediğini sormak mantıklı değildir, çünkü bir kişide bu iddia edilen bozukluğa sahip olup olmadığını belirlemek için nesnel ölçütler yoktur. Bu nedenle, psikotrop ilaçların "işe yarayıp yaramadığını" tartışmak boşunadır." -Thomas Szasz, (2007) (54)

"Efsanevi "kimyasal dengesizlikleri" düzeltmek için yapılan bitmek bilmeyen 'zararlı ilaç denemelerine' katlanmak, yıpratıcı ve acı verici yan etkilerle birleşince, toplumun 'evrim teorisini' gerçek olarak kabul etmesinin bedelini ödediği bir cezadır." (54)

"İlaç şirketleri, halkı "akıl hastalığının" "biyokimyasal dengesizliklerden" kaynaklandığına ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir pazarlama dolandırıcılığına ikna etmeyi başardılar." (54)

"Psikiyatrik İlaçlar, Nöroleptik İlaçlar, Psikoaktif İlaçlar... İster boyun eğmeye zorlanmış, ister hapsedilmiş veya uyuşturulmuş olsun, toplum her zaman 'kendini kontrol etmeyi seçmeyenleri kontrol etmenin bir yolunu' bulur. Biyopsikiyatri, ateistlerin kontrol edilemeyenleri şoklar, ilaçlar ve istemsiz müdahalelerle kontrol etme sistemidir." (54)

*** *** ***

*İLAÇ ŞİRKETLERİNİN BAZI SAHTEKARLIKLARI VE PSİKİYATRİ İLE İLİŞKİSİ

"'Depresyonun, iyi hissettiren 'kimyasal serotoninin' düşük seviyelerinden kaynaklandığı ve bu nedenle SSRI'ların 'beynin serotonini parçalama hızını yavaşlattığı ve böylece ruh halini iyileştirecek daha fazla kimyasal olduğu' öne sürülüyor.' (...) Teoriye şüpheyle yaklaşmak için bir diğer sebep de, Profesör Gøtzsche'nin yeni kitabında da belirttiği gibi, ilaç şirketlerinin 'olumlu sonuçlar elde etmek için olumsuz sonuçları gizlemek veya istatistikleri çarpıtmak gibi olağanüstü çabalar' sarf etmesidir. (....) ... Prozac'ın intihar riskini artırması riskini (önceki denemelerde ortaya çıkan bir yan etki) azaltmak için, Prozac alan hastaların %25'ine sakinleştirici verildi; ancak bu bilgi o zaman ortaya çıkmamıştı. (....) ....Seroxat, çocukluk depresyonunu tedavi etmek için lisans almak üzere denemeler yaptı, ancak bunların 'yanıltıcı' olduğu ortaya çıktı. 2002'de BBC'nin Panorama programı, bu denemelerden bazılarının Seroxat'ın 'çocuklarda intihar riskini artırdığını, ancak üreticinin bu utanç verici sonuçları, bir kenara attığını ve asla yayınlamadığını' ortaya koydu. (....) ... Birleşik Krallık İlaç Komitesi, Prozac'ın 'çocuklar tarafından güvenle kullanılabilecek tek SSRI olduğunu' açıkladı. Ancak şirketin intihar riskini gizlemesi durumunda herhangi bir ceza uygulanmadı.(56)

"ABD'de Amerikan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüleri'nde TADS (Depresyonlu Ergenlerin Tedavisi Çalışması) adı verilen yeni bir dizi çalışma başlatıldı. 'Prozac artı Bilişsel Davranışçı Terapi ile tek başına Prozac'ı veya plaseboyu karşılaştıran' çalışmada, 'Prozac'ın BDT ile birlikte kullanımının çocuklar için güvenli ve etkili olduğu' iddia edildi.  Ancak kitabın yazarlarından biri olan Lincolnshire'daki Ulusal Sağlık Hizmetleri'nde Tıbbi Eğitim Direktörü ve çocuk ve ergen psikiyatristi Profesör Sami Timimi, birçok SSRI çalışmasında olduğu gibi, 'basit ama etkili bir el çabukluğuyla olumlu sonuçlar elde edildiğini' söylüyor." (56)

"Şu anda milyonlarca hastaya potansiyel olarak ciddi derecede zararlı ilaçlar reçete ediliyor. Ayrıca, 'intihar riskinin de gizli olduğunu' söylüyor. Plasebo veya terapi alan çocukların hiçbirinde risk yoktu, ancak Prozac ile net bir bağlantı ortaya çıktı. Profesör Gøtzsche, mesleğe sert bir eleştiride bulunarak, 'depresyonun düşük serotonin seviyelerinden kaynaklandığı' teorisi nedeniyle ilaç şirketlerinin psikiyatriye getirdiği büyük miktardaki paranın, 'bu verilerin sorgulanmadan kalmasında kilit bir faktör' olduğuna inanıyor." (56)

*** *** ***

*İYİLEŞME, TEDAVİ, YOKSUNLUK

"İyileşme şok edici bir süreçtir: Uzun süren psikiyatrik ilaç yoksunluk sendromu (iatrojenik beyin yaralanması)... (...) ... beyin hasarının ayırt edici özelliklerinden birinin derin ve yoğun bir nörolojik dehşet olması, doğası gereği şok edicidir. Otonom sinir sisteminde tutulan bu dehşet, - bireyden bireye sayısız farklı biçimde - kendini gösterir. (....) .... ilaçlar, hayatımızdaki önceki travmalardan kaynaklanan nöropatik yolları daha da derinleştirir. İlaçlar, aslında başlangıçtaki sorunlarımızı bu şekilde daha da kötüleştirir."  (36)

"Vücudumuz, aslında bizim için iyi olması gereken gıdalardan bizi "koruyor". Bu durum, sağlıklı olmak için ihtiyaç duyduğumuz besinleri alamamamıza neden oluyor. Bunlar birçok kişide gerçek alerjiler gibi davranarak kurdeşen ve hatta bazen anafilaktik şoka yol açıyor. (....) Bağışıklık sistemimiz etkileniyor ve bu nedenle çoğumuzda otoimmünite ortaya çıkıyor. Bu, bağışıklık sisteminin kendi vücudumuza saldırmasıdır." (36)

"Sistemimiz, bizi iyileştirebilecek şeye HAYIR diye bağırır çünkü bu, yaranın doğasıdır. Savunmalarımızın yavaş yavaş çökmesine izin vermeliyiz. Bu süreci izlemeli ve neler olduğunu gördükçe yavaş bir çözülme süreci yaşanır ve ardından rahatlama başlar." (36)

"'Hiçbir iyileşme yolculuğu iki kez tekrarlanmaz.' - (...) Biyolojik ve fizyolojik olarak derinden etkileniyoruz, ancak sonunda en derin şekilde iyileşmemize yardımcı olan şey gözlemleme kapasitemizdir ve bu, beden/zihin/ruh arasındaki yakın etkileşimi öğrenmek için gerçek bir fırsattır."  (36)

"Dikkatli bir planlama yapmadan ilaçları bırakmak potansiyel olarak tehlikelidir. Lütfen herhangi bir ilaç kesme işlemine girişmeden önce iyi eğitim aldığınızdan emin olun. Doktorunuz size yardımcı olmayı kabul ederse, deneyimli olduklarını iddia etseler bile, bunu nasıl yapacaklarını iyi bildiklerini varsaymayın. Genellikle ilaç kesme konusunda eğitimli değillerdir ve yoksunluk sorunlarını nasıl tanıyacaklarını bilemeyebilirler. Çoğu yoksunluk sorununa psikiyatrik sorunlar teşhisi konur. Bu nedenle, kendinizi eğitmeniz ve bakım ortağınız olarak sizinle birlikte öğrenmeye istekli bir doktor bulmanız iyi bir fikirdir."  (36)

"Viscount Hinchingbrooke, yaklaşık 20 yıldır ihtiyaç duymadığı antidepresan ilaçlar reçete edildi ve bunları bırakmak için cehennem azabı çekti. (....) .... 19 yaşındayken geçirdiği sinüs ameliyatının ardından reçete aldıktan sonra yıllarca benzodiazepin bağımlılığıyla mücadele etti." (56)

"'İlaçlar, hastaların istediği şeyi, yani tedavinin belirli zihinsel veya duygusal sorunlarda işe yaramasını sağlayamadı.' Bu nedenle, yaygın ve ömür boyu kullanımın hiçbir gerekçesi yok. 'İnsanlar bu ilaçları yıllarca kullanmaya devam ediyor.' Klinisyenler bunun 'nüksetmeyi önlemek için' olduğunu iddia ediyor, ancak 'bırakmanın yan etkileri o kadar şiddetli' olabilir ki, kullanmaya devam etmek daha iyidir.'" -Profesör Dr. Peter Gøtzsche (56)

"Peki depresyon tedavisi arayan çocukların ve yetişkinlerin güvenli ve etkili bir şekilde yardım alabilmelerini sağlamak için ne yapılmalı? Kitabın yazarlarından biri olan Liverpool Üniversitesi'nde klinik psikoloji profesörü olan Peter Kinderman, 'çözümün, beyin kimyası hakkında kanıtlanmamış bir teoriye dayanarak ilaçlarla değil, insanların duygusal ihtiyaçlarını doğrudan tedavi eden bir yaklaşıma geri dönmek olduğuna' inanıyor. Bu geri sarmanın çok geniş kapsamlı sonuçları var." (56)

"İlaçlar bizi intihara, suça veya cinayete sürüklemez." (54)

*** *** ***

"Psikiyatride Devredışı Bırakılan Beyin Tedavileri: 'İlaçlar, Elektroşok ve FDA'nın Rolü'... Psikiyatrik Tedavinin 'Devredışı Bırakılan Beynin' İlkeleri..."  -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

"Son on yılda, yalnızca psikiyatri alanında değil, tıp, akıl sağlığı ve hatta eğitim alanında da psikiyatrik ilaçlara olan 'bağımlılık' giderek arttı. Psikiyatrik nedenlerle hastaneye yatırılan neredeyse her hasta ilaç almaya teşvik ediliyor veya zorlanıyor. Psikiyatri alanında, poliklinik hastalarının 'uzun etkili ilaç enjeksiyonları' almasını kolaylaştırmayı amaçlayan bir hareket var. Özel muayenehane psikiyatrisinde, hastalara ilk ziyarette ilaç vermek ve ardından ömür boyu ilaca ihtiyaç duyacakları konusunda bilgilendirmek yaygındır. (....)  Bu ilaç devrimi, psikiyatrik ilaçları zararlı olmaktan çok daha faydalı, hatta tam bir nimet olarak görüyor. İnsülin veya penisilin gibi, bunlar da sıklıkla belirli hastalıklar için spesifik tedaviler olarak görülüyor. Sıklıkla beyindeki biyokimyasal dengesizlikleri düzelttikleri söylenir. Bu inançlar, ilaçların olumsuz etkilerine vurgu yapmanın coşkusuz karşılandığı ve psikiyatrik ilaçların eleştirilmesinin prensipte 'nadir görülen bir sapkınlık' olduğu bir ortam yarattı. Bu kitap, psikiyatrik ilaçların birincil veya temel etkilerini beyin işlev bozukluğuna neden olarak elde ettikleri ve faydadan çok zarar verdikleri yönündeki tamamen farklı bir bakış açısını benimsiyor. Psikiyatrik ilaçların belirli bir zihinsel bozukluk için spesifik tedaviler olmadığını göstereceğim."  -Dr. Peter R. Breggin, M.D (62)

*** *** ***

* BAZI YORUMLAR;

(Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur mu? Psikiyatrik ilaçlar beyne kalıcı zarar verebilir/beyni değiştirebilir mi?) : 
  "Bu ilaçların beyne kalıcı hasar verebileceği veya beyni değiştirebileceği bilimsel olarak şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmıştır. Bu, bebekler, çocuklar, yetişkinler ve hem insanlar hem de diğer hayvanlar için geçerlidir. Nöroleptikler, beyin üzerinde son derece zararlı etkileri olan, özünde toksik ilaçlardır. İlaç üreticileri bu riskleri kabul etmektedir. (...) "  - Mark Dunn, 1y (b) (61)

  "Psikiyatrik ilaçlar beyinde ve vücutta anormal fiziksel ve işlevsel değişikliklere neden olur. Bu değişiklikler, onlara neden olan ilacı bıraksanız bile ortadan kalkmaz. Bu değişiklikler sonucunda, artık o ilacı kullanmıyor olsanız bile, güçten düşürücü, sakatlayıcı veya ölümcül "yan etkiler" yaşayabilirsiniz. Buna "beyin hasarı" deyip dememeniz, bu değişikliklerin ve işlev bozukluklarının meydana gelip gelmemesinden daha az önemli görünüyor.  (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)

  "Nörotoksiklik, nörotoksin adı verilen doğal veya yapay toksik maddelere maruz kalmanın, sinir sisteminin normal aktivitesini sinir dokusuna zarar verecek şekilde değiştirmesi durumunda ortaya çıkar." Antidepresanlar (SSRI'lar, SNRI'lar, NDRI'lar vb. ), anksiyolitikler (Buspar gibi), antipsikotikler (tipik ve atipik) ve hatta psikiyatrik olmayan ilaçlar gibi ilaçların serotonin sendromu, nöroleptik malign sendrom ve tedavinin diğer nörotoksik sonuçları gibi potansiyel yan etkileri vardır. Bu riskler, birden fazla ilacın aynı anda alınması durumunda artabileceği gibi, tek başına alınan tek ilaçlardan da kaynaklanabilir. (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)

  "Psikotrop ilaçların bazı yan etkilerinin, beyinde belirli türde bozulmalara yol açtığı da söylenebilir; örneğin: büyüme, gelişme ve olgunlaşmada gerileme, psikolojik sorunlar (mani, psikoz, depresyon, anksiyete), amnezi ve diğer hafıza güçlükleri, duyusal ve bilişsel işleme becerilerinde değişiklik, nöbetler, bozulmuş homeostaz. Bu tür yan etkiler, ciddi fiziksel ve işlevsel dejenerasyonları (anormal, azalmış veya tamamen bozulmuş işlevsellik ve potansiyel olarak onarılamaz fiziksel değişiklikler, önceki büyüme ve gelişimin tersine dönmesi de dahil olmak üzere normal büyüme ve rejenerasyonda bozulmalar veya sorunlu değişiklikler) içerebilir. (...)" - Mark Dunn, 9y (c) (61)

*** *** ***

* BAZI UYARILAR...

UYARI 1 :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (psikiyatrik semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. 

NOT: Ayrıca, bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz.  Ayrıca BURADAKİ genel uyarıları da mutlaka okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..

Bloglarımızdaki 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 'Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep olur - Akıl hastalıkları bir efsanedir' serileri ile birlikte şimdiki 'Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur' araştırmaları ve diğer 'akıl sağlığı, psikiyatri, psikiyatrik ilaçların ve diğer biyopsikiyatrik tedavilerin zararları' vb gibi ayrı ayrı makalelerde verilen diğer araştırmaları da okuyarak, konular hakkında daha çok ve daha kaliteli bilgi sahibi de olabilirsiniz. Ayrıca.. eğer yapabiliyorsanız, kendiniz de konularla ilgili araştırmaları 'internette, sanal alemde, sosyal medyada ve diğer ortamlarda' yaparak da bilgi sahibi olabilir ve buradaki bilgilere katkılar da sağlayabilmiş olursunuz, diye umuyoruz. Teşekkürler..😊

NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..

✔Researchs and Reviews Author by Ertuğrul Yıldırım 🙂💓

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..