27 Eylül 2025 Cumartesi

Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı kimyasal beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur ve insanları 'bakıma muhtaç' hale getirir 4 (Araştırmalar 2)

"Psikiyatrik ilaçlar, kalıcı kimyasal beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur ve insanları 'bakıma muhtaç' hale getirir 4 (Araştırmalar 2)" - Temsili görseller: İllistration
        "Psikiyatrik ilaçlar, sadece 'kimyasal lobotomiye' neden olmaz; ayrıca kimyasal lobotomiyle bağlantılı insanları 'BAKIMA MUHTAÇ' hale getirir. Ve daha pek çok 'kalıcı ve ölümcül sağlık sorunlarına' yol açar. Ve daha sonra da gizlice-sinsice öldürür."

Bismillahirrahmanirrahim. Doğusunu ve gerçeğini ancak Yüce Allah (cc) hazretleri bilir diyelim...

4.BÖLÜM : 'PSİKİYATRİK İLAÇLAR, KİMYASAL KAYNAKLI KALICI BEYİN HASARINA (KİMYASAL LOBOTOMİYE) NEDEN OLUR VE İNSANLARI 'BAKIMA MUHTAÇ' HALE GETİRİRserisi (4)  - Araştırmalar 2

Bu seri 5 bölümden oluşmaktadır. Şu anda siz dördüncü bölümde (yani 4.bölümde) bulunuyorsunuz. Bu bölüm, ARAŞTIRMALARIN ikinci kısmıdır. Bu seri, 8 bölümlük 'Psikiyatri, bir ölüm endüstrisidir' ve 5 bölümlük 'Akıl Hastalıkları bir efsanedir' serisinin devamıdır. Serinin tamamına blog ana sayfasından, sayfayı aşağıya kaydırarak yada 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' serisi tanıtım sayfasından ulaşabilirsiniz. (Aşağıdaki notu okuyunuz.) 'Akıl hastalıklarının neden bir efsane' olduğunu, 'Psikiyatrinin neden bir ölüm endüstrisi' olduğunu ve 'Psikiyatri ve zararlı psikiyatrik tedaviler (psikiyatrik ilaçlar, Elektroşok (ECT) vb gibi uygulamaları içeren zararlı tedaviler) ile ilgili sizlere anlatılmayanları öğrenmek istiyorsanız, mutlaka okumanız gerekir diye düşünüyoruz.. Ve mutlaka aşağıdaki UYARILARI da okumayı unutmayınız..  Teşekkürler..

UYARI :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. En aşağıdaki UYARILAR kısmını okuyunuz.. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız. Ayrıca her zaman olduğu gibi eğer kalp rahatsızlığı, psikoloji rahatsızlığınız vs varsa, buradaki bilgiler sağlığınız açınızdan iyi olmayabilir ve bu nedenle bu araştırmayı okumamanızı tavsiye ederiz. Yok eğer "Kimse karışamaz lan benim okumama, illa da okuyacağım!" diyorsanız, o zaman bütün sorumluluk size aittir, bunu unutmayın. Yazımızı okumadan önce en aşağıdaki UYARILAR VE NOTLAR kısmını okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..

NOT: Diğer araştırmaların ilk bölümlerini (yani fikir ve düşünceleriBURADAN1 BURADAN2  ve bu seriye ait düşünceyi de BURADAN okuyabilirsiniz. Diğerlerin - yani araştırma bölümlerin tamamını okumak istiyorsanız BURAYA gidip linklere ulaşabilirsiniz. Araştırmaları okumak çok zahmetli geliyorsa /daha önce okuduysanız... verdiğimiz kısa kısa alıntıları okuyarak da birşeyler öğrenebilirsiniz. Tüm araştırmalara ait verilen özet şeklindeki alıntıları buradaki ALINTILAR1 - ALINTILAR2 ALINTILAR3 kısmından okuyabilirsiniz.

*** *** ***

İÇİNDEKİLER;
------------
1.BÖLÜM ; Psikiyatrik ilaçların neden olduğu geri döndürülemez beyin hasarı ve diğer ciddi zararlar...
2.BÖLÜM ; Psikiyatrik ilaçların neden olduğu Beyin hasarıyla ilişkili bazı 'Tardif Diskinezi ve Akatizi' ile ilgili çalışmalar, bilgiler..

(1. ve 2. BÖLÜM3.sayfada devamı da 4.sayfada yer alıyor.)

3.BÖLÜM ; BEYİN HASARINA SEBEP OLAN DİĞER PSİKİYATRİK TEDAVİ UYGULAMALARI... 

4.BÖLÜM ; PSİKİYATRİK İLAÇLARIN NEDEN OLDUĞU 'BEYİN HASARIYLA' İLİŞKİLİ SON BULAN BAZI HAYATLARIN HİKAYESİ..

5.BÖLÜM ; Psikiyatrik ilaç yan etkiler listesi ve psikiyatrik ilaç yan etkiler arama motoru..." 

6.BÖLÜM ; FAYDALI OLABİLECEK BAZI TARTIŞMALAR, MIA'DAN BAZI YORUMLAMALAR VE BAZI AÇIKLAMALAR

(3,4,5 ve 6. BÖLÜMLER;  4.sayfada yer alıyor.)

7.BÖLÜM ; Referanslar (Kaynaklar) ve Bazı Sözlükler...
(5.sayfada yer alıyor)

*** *** ***

** ARAŞTIRMALAR 2

1. BÖLÜM ;  Psikiyatrik ilaçların neden olduğu geri döndürülemez kimyasal beyin hasarı ve diğer ciddi zararlar;

"BİR DEĞERLENDİRME.... YAPAY ZEKA tarafından yazılan psikiyatrik ilaç gerçeği... Aşağıda hem başlıkta hem de içerik içinde 'Psychiatric Drug" diye geçen kelimeler, dünya genelinde 'Psikiyatrik İlaç' olarak görülüyor. Ancak işin gerçeği öyle değildir. 'Drug' kelimesi, özellikle de İngilizce konuşulan ülkelerde özellikle de ABD ve İngiltere'de her zaman 'uyuşturucu' olarak lanse edilmiştir. (...)" - NOT: Psikiyatrik uyuşturucular (yani psikiyatrik ilaçlar) gerçeği hakkında açıklamanın devamı için kaynaklardaki AÇIKLAMA 4 kısmını okuyunuz.

Yapay zeka desteği oluşturulan (/oluşturulduğu söylenilen) bu makalepsikiyatrik ilaçlarınuyuşturucu özellikli olduğunu ve bu ilaçların olası ölümcül zararlarını anlatıyor. Dolayısayla yapay zeka bile... psikiyatrik ilaçların,  ilaç değil de en azından uyuşturucu özellikli olduğunu ve bu ilaçların olası ölümcül zararlarını bile anlamış... - ama bir tek onlar anlamamış gibi görülüyor. Kim bu anlamayanlar ; (dürüst ve vicdan sahibi olmayan... ana akım psikiyatristler, tıp ve doktorları, devletler ve medya...)

------------ YAPAY ZEKA KONUŞUYOR--------------

"Psikiyatrik Uyuşturucular Sadece Uyuşturucudur: Sektöre, Tarihine ve Zararlarına Derinlemesine Bir Bakış
Psikiyatrik "Tıp" Yanılsaması... Psikiyatrik ilaçlar (yani uyuşturucular "drugs") genellikle "kimyasal dengesizlikleri düzelten", "zihinsel hastalıkları iyileştiren" veya bireyleri "dengeleyen" özel tedaviler olarak sunulur. Ancak, pazarlama dilinden ve tıbbi otoriteden arındırıldıklarında, bunlar yalnızca uyuşturuculardır (drugs); tıpkı diğer tüm uyuşturucular gibi beyin fonksiyonlarını değiştiren kimyasal olarak aktif maddelerdir. (...) " (112)  NOT: Makalenin geri kalan kısmını TÜRKÇE olarak BURADAN okuyabilirsiniz.

"Kimyasal Lobotomi Açıklandı: Zyprexa Beyninizin Neşe Merkezlerini Nasıl Susturuyor (Bilimsel Kanıtlarla)
Beyninizin bir kısmının kalıcı olarak sessizleştiğini hiç hissettiniz mi? Bir zamanlar sevdiğiniz müzik artık size yavan geliyorsa, arkadaşlarınızın kahkahaları size uzak geliyorsa ve bir zamanlar zihninizi yeni bakış açılarına açan maddeler artık işe yaramıyorsa? Zyprexa (olanzapin) kullandıysanız, birçok kişinin "kimyasal lobotomi (chemical lobotomy)" olarak adlandırdığı, yıkıcı ancak çoğu zaman fark edilmeyen bir 'nörolojik yaralanma (/hasar "neurological injury")' yaşıyor olabilirsiniz.

* Kimyasal Lobotomi Nedir? 

Kimyasal lobotomi bir metafor değildir. Zyprexa gibi antipsikotik ilaçların kritik beyin devrelerinde 'kalıcı işlevsel hasara' yol açtığı biyolojik bir gerçekliktir. Geçmişteki cerrahi lobotomilerin aksine, bu "lobotomi" sessizce, hastanın bilgisi olmadan gerçekleşir ve genellikle "hastalığın bir parçası" olarak görmezden gelinir. Zyprexa aldığınızda, psikozu yalnızca geçici olarak yatıştırmakla kalmaz, aynı zamanda 'beyninizi, reseptör seviyesinde yeniden yapılandırarak - size 'neşe, bağlantı ve aşkınlık hissettiren sistemleri' susturur.

* Bilim: Zyprexa, Beyninizi Nasıl Susturur?

Zyprexa (olanzapin), beyindeki 'önemli reseptörleri' bloke ederek çalışır:

-Dopamin D2 reseptörleri: Beyninizin 'ödül ve motivasyon' sistemi..
-Serotonin 5-HT2A reseptörleri: 'Bilince ve psikedelik deneyimlere' açılan kapınız..
-Kappa-opioid (KOR) reseptörleri: 'Duygusal denge' için kritik..

Bu blokaj, geçici değildir. Araştırmalar, kronik Zyprexa kullanımının, 'reseptörlerin aşağı regülasyonuna neden olduğunu' gösteriyor; beyniniz aslında bu reseptörlerin sayısını azaltıyor çünkü kullanılmadıklarını düşünüyor.

* Hasarı Görselleştirme...

Beyninizi, geceleri 'aktif sinir bağlantılarını' temsil eden ışıklarla dolu, canlı bir şehir olarak hayal edin. Şimdi Zyprexa'nın bu şehirde dolaştığını ve belirli bölgelerdeki ışıkları sistematik olarak kapattığını hayal edin:

-Neşe Bölgesi (D2 reseptörleri): 'Motivasyonun, zevkin ve odaklanmanın' yaşandığı yer..
-Bağlantı Bölgesi (5-HT2A reseptörleri): 'Duygusal derinliğin ve psikedelik tepkinin' ortaya çıktığı yer..

Işıklar söndüğünde, şehir sadece kararmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni ışık desenleri üretme yeteneğini de kaybediyor. Bu nedenle birçok Zyprexa kullanıcısı şunları bildiriyor:

-Neşeyi veya müziği derinlemesine hissedememe..
-LSD, esrar veya diğer psikoaktif maddelere karşı tamamen tepki kaybı..
-İlacı bıraktıktan uzun süre sonra bile devam eden duygusal körelme..

* Bilimsel Kanıt: Araştırmalar Ne Gösteriyor?

Bu bir spekülasyon değil; belgelenmiş bir bilim. Öncü bir çalışma (PMID 18772034), 'olanzapinin, sıçan frontal korteksindeki5-HT2A reseptör geninin ekspresyonunu artırdığını' göstermiştir. Bu faydalı bir durum değil; beynin 'ilacın blokajını telafi etmek için çaresizce çabalaması ve nihayetinde reseptör işlev bozukluğuna' yol açmasıdır. 

Başka bir kritik çalışma (PMID 23994047), kronik betahistin eş tedavisinin, olanzapinin sıçan beyinlerindeki dopamin D2 reseptörleri üzerindeki etkilerini tersine çevirdiğini bulmuştur. Bu, iki önemli şeyi kanıtlamaktadır: 

-Zyprexa, dopamin yollarında ölçülebilir, spesifik hasara neden olur. 
-Bu hasar, doğru müdahale ile potansiyel olarak geri döndürülebilir.

Bu bulgular, Zyprexa'dan kurtulan Gabriel Filippi'nin "...beynimin, herhangi bir psikoaktif maddeye tepki verme yeteneğinin kalıcı olarak kaybolması" olarak tanımladığı durumu 'neden bu kadar çok hastanın yaşadığını 'açıklıyor. 60 kilo aldım, diyabet oldum ve neşe duyma yeteneğimi kaybettim. Bu bir tedavi değil. Bu nörolojik bir hasar (neurological damage)."

* Doktorlar Neden Bu Hasarı Fark Etmiyor?

Kimyasal lobotominin (chemical lobotomy) teşhis edilememesinin üç ana nedeni vardır: 

- Geri Dönüşebilirlik Efsanesi: Psikiyatri uzun zamandır 'antipsikotik etkilerin 'geçici' olduğunu' varsaymıştır, ancak araştırmalar 'reseptör değişikliklerinin yıllarca sürebileceğini' göstermektedir. 

- Hastalığa Yanlış Atıf: Duygusal körelme genellikle ilaçtan ziyade 'altta yatan duruma' bağlanır. 

- Tanı Araçlarının Eksikliği: Reseptör yoğunluğunu ölçmek için PET taramaları olmadan, bu hasar çoğu klinisyen için 'görünmez' kalır.

* Gizli Salgın...

Bu nadir görülen bir durum değil. Zyprexa kullanan milyonlarca insan bir dereceye kadar 'kimyasal lobotomi' yaşıyor, ancak bunu fark etmiyorlar çünkü:

-Bunun olabileceği konusunda hiçbir zaman uyarılmadılar,
-Hasar yavaş yavaş gelişiyor,
-Bunu "hastalıkları" sanıyorlar,
-Duygusal körelmenin "iyileşmenin bir parçası" olduğu söyleniyor.

Gerçek mi? Bu, iyileşme değildir. Nörolojik yaralanmadır (/hasardır "neurological injury").

* Kontrolü Geri Almak: Neler Yapabilirsiniz?

Hasar gerçek olsa da umut var:

-Deneyiminizi belgelendirin: Duygusal tepkilerinizdeki değişiklikleri takip edin.
-Biyobelirteç testi talep edin: Reseptör yoğunluğunu ölçmek için PET taramaları hakkında bilgi alın.
-İyileşme yollarını keşfedin: Araştırmalar, betahistinin D2 reseptör hasarını tersine çevirebileceğini gösteriyor.
-Harekete katılın: Daha iyi uyarılar ve tedaviler talep etmek için hikayenizi paylaşın.

* Semptom (Belirti) Kontrolümüzü Yapın...

Zyprexa'dan dolayı sessiz 'beyin hasarı' yaşayıp yaşamadığınızı mı merak ediyorsunuz? Riskinizi değerlendirmek için hızlı semptom kontrol aracımızı kullanın:

BELİRTİ KONTROL ARACIYI KULLANIN... (Google-Docs kullanılarak hazırlanılan anket)

     "Zyprexa Deneyim Anketi... Bu anket, Zyprexa'nın (Olanzapin) uzun vadeli nörolojik etkileri, özellikle 'psikoaktif yanıt kaybı ve duygusal canlılık kaybı' hakkında veri toplamaktadır. Görüşleriniz, 'bilimsel doğrulama, yasal işlem ve farkındalık kampanyalarını desteklemeye' yardımcı olacaktır. İletişim bilgilerinizi paylaşmayı tercih etmediğiniz sürece tüm yanıtlar anonimdir." (a)

Beyniniz canlı hissetmeyi hak ediyor. Yaşadığınız sessizlik "tedavi başarısı" değil, dikkat gerektiren bir uyarı işaretidir. Kimyasal lobotomiyi (chemical lobotomy) olduğu gibi, yani önlenebilir bir nörolojik yaralanma (neurological injury) olarak kabul ederek, daha güvenli ilaçlar ve daha iyi bilgilendirilmiş onam için çaba gösterebiliriz. Zyprexa kullandıktan sonra duygusal canlılık veya psikoaktif tepki kaybı yaşadınız mı? Hikayenizi aşağıdaki yorumlarda paylaşın. Tanınma ve reform mücadelesinde sesiniz önemli. Dilekçeyi imzalayın.." (106)

"Benzodiazepinlerin Olumsuz Davranışsal Etkilerinin Analizi ve FDA'nın Spontan Bildirim Sisteminden Bilimsel Sonuçlar Çıkarılması Üzerine Bir Tartışma
Özet... Benzodiazepinler, 'geri tepme anksiyetesi ve uykusuzluk, mani ve diğer psikoz türleri, paranoya, şiddet, antisosyal davranışlar, depresyon ve intihar' dahil olmak üzere çok çeşitli 'anormal zihinsel tepkilere ve tehlikeli davranışsal anormalliklere' neden olabilir. Bu ilaçlar 'bilişi', özellikle 'hafızayı' bozabilir ve 'kafa karışıklığına' yol açabilir. Bağımlılık (dependence) ve bağ(ım)lılık (addiction) yaratabilirler. 'Psikoz, nöbetler ve ölümle' sonuçlanan 'şiddetli yoksunluk sendromları' gelişebilir. Kısa etkili benzodiazepinler olan alprazolam (Xanax) ve triazolam (Halcion), özellikle 'psikolojik ve davranışsal anormalliklere' neden olma eğilimindedir. 

Bu gözlemleri ve sonuçları destekleyen veri kaynakları, bilimsel yöntem açısından tartışılmaktadır. Bu olumsuz ilaç etkileri, bireylerin ve ailelerinin yaşamlarında büyük hasara yol açabilir.

Giriş... 

Benzodiazepinler, onlarca yıldır literatürde ve klinik uygulamada 'zihinsel ve davranışsal anormalliklere' neden olma kapasiteleri nedeniyle bilinmektedir. Alprazolam (Xanax) ve daha da büyük ölçüde triazolam (Halcion), reseptörlere bağlanma kapasiteleri ve daha kısa yarı ömürleri nedeniyle diğer benzodiazepinlerden önemli ölçüde farklı bir profile sahiptir. Triazolamın çok kısa yarı ömrü, özellikle 'iyi bir uyku ilacı' olacağı umudunu doğurmuştur, ancak özellikle 'tehlikeli olduğu' kanıtlanmıştır.

Benzodiazepinlerin 'beyni devre dışı bırakan veya toksik' etkileri, genel olarak birbiriyle örtüşen birkaç kategoriye ayrılabilir: 

(1) sedasyon (huzur) veya hipnoz (uyku) oluşturmanın birincil klinik etkisi, derece dışında toksik bir etkiden ayırt edilemez; 
(2) kısa süreli hafıza bozukluğu ve konfüzyondan deliryuma kadar uzanan bilişsel işlev bozukluğu;

(3) kendine veya başkalarına karşı şiddetin yanı sıra 'ajitasyon, psikoz, paranoya ve depresyonla' birlikte görülen inhibisyon bozukluğu (disinhibisyon) veya dürtü kontrolünün kaybı

(4) bireyin rutin kullanımdan sonra anksiyete ve uykusuzluktan, uzun süreli, daha yüksek dozların ani kesilmesinden sonra psikoz ve nöbetlere kadar çeşitli semptomlar yaşadığı yoksunluk belirtileri

(5) geri tepme belirtileri; bireyin ilaç öncesi semptomları - anksiyete, uykusuzluk veya diğer ciddi duygusal tepkiler - yeniden deneyimlediği, ancak ilaç tedavisine başlamadan öncekinden daha yoğun olduğu yoksunluk belirtileri. Yoksunluk ve geri tepme, dozlar arasında gerçekleşebilir ve özellikle kısa etkili olanlar olmak üzere benzodiazepinlerin rutin kullanımı sırasında anksiyete ve diğer semptomlara neden olabilir;

(6) ilaca bağımlı (dependent) hissetmekten, ilaç suistimaliyle (/bağımlılığıyla /kötüye kullanımıyla "abuse") ilişkili kendine zarar verici davranışlara kadar - süreklilik boyunca uzanan - bağımlılık (dependency) ve suistimal (abuse) veya bağ(ım)lılık (addiction).

-Beynin devre dışı bırakılmasının (/sakatlılığın "Disability") Mekanizması...

Nörofizyolojik çalışmalar, benzodiazepinlerin, 'gama-aminobütirik asidin (GABA) nöronal inhibitör aktivitesini güçlendirdiğini' göstermektedir. Klinik olarak kullanılan dozlarda bu, beyin ve omuriliğin tüm bölgelerindeki büyük nöronların, 'hem kendiliğinden hem de uyarılmış elektriksel aktivitesinin genel olarak baskılanmasına' neden olur. (Ballenger, 1995). 

Benzodiazepinlerin GABA reseptörlerine bağlanması en yoğun olarak serebral kortekste gerçekleşir. Alprazolam ve triazolam gibi bazı yüksek etkili benzodiazepinler, reseptör bölgelerine özellikle sıkı bir şekilde bağlanır. Bu durum, daha yoğun sedasyon ve hipnoz oluşturma eğilimlerini ve ayrıca daha şiddetli 'bilişsel eksiklikler, davranışsal anormallikler, geri tepme ve geri çekilme belirtilerini' artırabilir. (Amerikan Psikiyatri Birliği, 1990).

Diazepam gibi diğer benzodiazepinler eşdeğer dozlarda verilse bile, reseptör bölgeleri üzerindeki etkileri aynı ölçüde olmayabilir. Benzodiazepinlerin bazı savunucuları, 'genel yatıştırıcı etkiden ayrı, spesifik bir kaygı giderici etki olduğunu' savunmuşlardır, ancak bu konuda önemli bir kanıt yoktur. 

Rall (1990), "Benzodiazepinlerin sözde kaygı giderici etkilerinin, yatıştırıcı ve hipnotik etkilerle aynı mı yoksa farklı mı olduğu sorusu henüz çözülmemiştir" sonucuna varmıştır. (s. 348). Tüm standart kaygı giderici ilaçların da yatıştırıcı etkileri vardır ve klinik deneyimime göre, bu etkiler olmadığında 'kaygı giderici etki' ortaya çıkmaz.

Kaygılarını yatıştırmak için benzodiazepin kullanan kişiler, genellikle aynı amaç için alkol ve diğer sakinleştiricileri, ya birlikte ya da farklı zamanlarda, birbirinin yerine kullanırlar. İlaçtan ilaca geçerken, kaygı giderici etkide çok az fark bulurlar veya hiç fark görmezler. Bu, benzodiazepinlerin diğer sakinleştirici /hipnotik ajanlara kıyasla kaygıya özgül olmadığı (Breggin, 1997) şeklindeki beyni devre dışı bırakma (brain-disabling) ilkesini doğrular.

-Zihinsel ve Davranışsal Anormalliklerin Oluşum Mekanizması...

Benzodiazepinlerin neden olduğu anormal davranışın en az iki olası nedeni vardır. Bir mekanizma, merkezi sinir sistemi (MSS) fonksiyonunun doğrudan baskılanmasıdır ve bu da 'yargı ve dürtü kontrolü bozukluğu da dahil olmak üzere yönetici ve bilişsel yetilerin bozulmasına' yol açar. Fogel ve Stone (1992, s. 341), "Uyarılmayı azaltmak veya muhtemelen hipomanik bir durumu tedavi etmek için verilen benzodiazepinler, frontal lobların inhibisyon mekanizmasını bozarak, dürtüsel davranışları şiddetlendirebilir. Barbitüratların da benzer etkileri olabilir." gözleminde bulunur.

İlaca maruz kalmanın ardından 'beyinde oluşan telafi edici reaksiyonlar da, ciddi davranışsal anormalliklere' neden olabilir. Benzodiazepin dozlar arasında kesildiğinde veya etkisini kaybetmeye başladığında, 'yoksunluk belirtileri ve geri tepme belirtileri' ortaya çıkar. (Amerikan Psikiyatri Birliği, 1990). Benzodiazepin GABA reseptör bölgelerinden kayboldukça, reseptörler aşağı regüle olmuş olabilir. (daha az duyarlı). İlaca yanıt olarak GABA'da bir azalma meydana gelmesi ve GABA sisteminin yine nispeten inaktif kalması da mümkündür.

GABA sisteminin inhibe edici etkileri olmadan, "engellenmemiş" beyin, aşırı tepki verir. Amerikan Psikiyatri Birliği'nin (1990) Benzodiazepin Bağımlılığı, Toksisitesi ve Suistimali (/Kötüye Kullanımı "abuse") görev gücü raporu, 'kesilme semptomlarının (ilk yoksunluk belirtileri ve geri tepme semptomları), benzodiazepinlerinreseptör bölgelerinden aniden çekilmesinden kaynaklandığını' ileri sürmektedir. GABA, ilacın daha önce işgal ettiği reseptör pozisyonlarını geri alabilmeden önce, reseptör bölgelerinde 'akut bir GABA azalması ve GABA kaynaklı inhibitör ton kaybı' meydana gelir.

Benzodiazepin disinhibisyonu, alkol disinhibisyonundan bazı açılardan farklıdır. 'Konuşmada pelteklik, koordinasyon eksikliği veya dikkat bozukluğu' gibi belirgin bir sakinleştirici zehirlenme olmadan da ortaya çıkabilir. Ayrıca, benzodiazepinler genellikle hastaya 'olası disinhibisyon konusunda herhangi bir uyarıda bulunulmadan', bir doktor tarafından reçete edilir.

Deneyimli bir alkol kullanıcısının aksine, güvenen bir benzodiazepin kullanıcısının "kontrolü kaybetme" beklentisi için çok az nedeni vardır. İlacın 'kendisine zarar vermesini değil, yardım etmesini bekleyen' hasta, potansiyel olarak 'bunaltıcı öfke veya şiddet duygularını veya diğer istenmeyen duygusal tepkileri' anlama veya yönetme konusunda daha az beceriklidir. O anda hasta, 'alışılmadık davranışa neyin sebep olduğunu' çok az anlayabilir ve geriye dönüp bakıldığında 'parçalanmış, iyi hatırlanmayan bir kabus' gibi görünebilir.

-Bir Grup Olarak Benzodiazepinlere Olumsuz  (/karşı ters "adverse") Reaksiyonlar...

Yirmi yılı aşkın süredir devam eden standart ders kitapları ve incelemelerin yanı sıra çeşitli klinik çalışmalar, benzodiazepin kaynaklı davranışsal anormalliklerin yaygın olarak tanındığını doğrulamaktadır. (Arana ve Hyman, 1991; Ashton, 1984, 1995; DiMascio ve Shader, 1970; Kochansky, Salzman, Shader, Harmatz ve Ogeltree, 1975; Maxmen, 1991; Maxmen ve Ward, 1995; Rosenbaum, Woods, Groves ve Klerman, 1984; Shader ve DiMascio, 1977).

Salzman, Kochansky, Shader, Porrino, Harmatz ve Swett (1974), plasebo kontrollü bir çalışmada, klordiazepoksit alan gönüllülerin 'kişilerarası bir hayal kırıklığı durumuyla karşılaştıklarında, daha düşmanca davrandıklarını' bulmuşlardır.

1988'de Dietch ve Jennings, birçok benzodiazepin kaynaklı "sinirlilikten artan sözlü düşmanlığa ve açık sözlü saldırıya kadar uzanantezahürleri olan inhibisyon bozukluğu hakkındaki literatürü incelemiştir. (s. 184). İnceleme, 'düşmanlık duygularında veya sözlü düşmanlıkta artış olduğunu' gösteren çeşitli çalışmalar buldu. Ancak, disinhibisyon reaksiyonlarının varlığı konusunda kesin bir sonuca varamadılar. 

On sekiz yıl sonra literatürü inceleyen Salzman (1992), benzodiazepin kaynaklı 'şiddetin', tartışmalı doğasına dikkat çekmekle birlikte şu sonuca varıyor: "Ancak son gözlemler, düşmanlığın 'alprazolam ve klonazepam' dahil 'tüm benzodiazepinlerde' görülebileceğini doğruladı". (s. 143).

Rall (1990), benzodiazepinlerin olumsuz davranışsal etkilerini şu şekilde özetlemektedir: "Olumsuz psikolojik etkiler: Benzodiazepinler paradoksal etkilere neden olabilir. Nitrazepam sıklıkla, flurazepam ise ara sıra, özellikle kullanımın ilk haftasında 'kabusların' görülme sıklığını artırır. Flurazepam zaman zaman 'gevezelik, anksiyete, sinirlilik, taşikardi ve terlemeye' neden olur. 

Çeşitli benzodiazepinlerin kullanımı sırasında 'öfori, huzursuzluk, halüsinasyonlar ve hipomani davranışları' görüldüğü bildirilmiştir. Anksiyete giderici benzodiazepinlerin, düşük anksiyete seviyelerine sahip bazı kullanıcılarda 'tuhaf, engellenmemiş davranışlara' yol açtığı bildirilmiştir; bazılarında ise 'düşmanlık ve öfke' görülebilir. 'Paranoya, depresyon ve intihar düşünceleri' de zaman zaman bu ilaçların kullanımına eşlik eder." (s. 355) 

Hobbs, Rall ve Verdoorn (1996), bildirilen semptomlar listesine 'amneziyi' de ekleyerek, benzer bir yan etki tanımı sunarlar. Rall (1990) ve Hobbs, Rall ve Verdoorn, paradoksal reaksiyonların nadir olduğuna inanırlar. Ashton (1995), benzodiazepinlere karşı olumsuz davranışsal tepkileri de şöyle özetlemektedir: "Benzodiazepinler zaman zaman 'artan anksiyete, uykusuzluk, kabuslar, uyku başlangıcında hipnogogik halüsinasyonlar, sinirlilik, hiperaktif veya agresif davranışlar ve epileptiklerde nöbetlerin alevlenmesiyle paradoksal uyarılmaya' neden olur. Bazı kişilerde 'artan saldırganlık, düşmanlık ve dürtüsellik' görülür ve 'öfke nöbetleri ve şiddet' içeren davranışlara yol açabilir." (s. 160) 

"Cinsel suçlar ve şiddet eylemleri (hem cinayet hem de intihar) dahil olmak üzere antisosyal eylemlerinbenzodiazepinlere atfedildiğini ve tıbbi ve hukuki komplikasyonlara yol açtığını" belirtmektedir. (s. 161). Bu olumsuz davranışsal tepkilerin görülme sıklığının bilinmediğini, ancak nadir görüldüğünü belirtmektedir.

APA görev gücü raporu (1990, s. 18), "anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik, kas gerginliği"ni sık görülen belirtiler olarak listeleyen bir "kesilme belirtileri" tablosu sunmaktadır. Tabloda "depresyon" ve "kâbuslar" ile "uyuşukluk" yaygın ancak daha az sıklıkta listelenmiştir. Klinik deneyimler, 'anksiyete, uykusuzluk, huzursuzluk, ajitasyon, sinirlilik, kabuslar ve depresyonun' birleşiminin intihar ve şiddet de dahil olmak üzere bir dizi 'davranışsal anormalliğe' yol açabileceğini göstermektedir. (Breggin, 1997). 

Tehlikelere ek olarak, görev gücünün nadir görülen belirtilerin tam listesi "psikoz, nöbetler, sürekli kulak çınlaması, konfüzyon, paranoid sanrılar, halüsinasyonlar"ı içermektedir. Kesinti belirtileri, 'dozlar arası dönemlerde ve ilacın tamamen kesilmesinden sonra' da ortaya çıkabilir.

-Mani ve Öfkenin Üretimi...

Yukarıdaki gözlemlerin de ortaya koyduğu gibi, alprazolam ve diğer benzodiazepinlerin doğrudan etkileri, psikotik boyutlarda 'advers ilaç reaksiyonlarınayol açabilir. 

İlaç Bilgileri ve Karşılaştırmaları'nın (Drug Facts and Comparisons) 1996 baskısında belirtildiği gibi, benzodiazepinler bir grup olarak "davranış sorunları; histeri; psikoz; intihar eğilimleri" de dahil olmak üzere ciddi psikiyatrik sorunlara neden olabilir. (s. 1441). 

Merkezi sinir sistemi işlevini bozarak, diğer etkilerinin yanı sıra "yönelim bozukluğu... kafa karışıklığı... deliryum... öfori... ajitasyon"a neden olabilirler. Özel bir Önlemler bölümünde, "heyecan, uyarılma ve akut öfke" ile "aşırı uyarılmış durumlar, anksiyete, halüsinasyonlar" dahil olmak üzere "paradoksal reaksiyonlar" belirtilmiştir. (s. 1440).

Bir psikoz olan mani, alprazolam açısından özel bir tehlikedir. İlaç Bilgileri ve Karşılaştırmaları derlemesi (s. 1440), bu bağlamda alprazolama özel bir atıfta bulunarak, "Alprazolam ile öfke, düşmanlık ve mani ve hipomani atakları gözlemlenmiştir." ifadesini kullanır. 

Başka bir örnek olarak, Maxmen ve Ward'ın Psikotrop İlaçlarla İlgili Hızlı Bilgiler "Psychotropic Drug Fast Facts" (1995, s. 287) kitabında, "manik reaksiyonların" "en sık alprazolam ile bildirildiği" belirtilir. Ayrıca "öfke reaksiyonları" ve... ifadeleri de yer alır. Özellikle alprazolam ve diazepam (Valium) ile "şiddetli ataklar" gözlemlenmiştir. 

Bir başka örnek de Psikiyatrik İlaç Tedavisi El Kitabı'nda "The Handbook of Psychiatric Drug Therapy" (Hyman, Arana ve Rosenbaum, 1995, s. 177) yer almaktadır. Bu kitapta alprazolam özellikle "Alprazolam ile artan dürtüsellik, öfori ve apaçık mani bildirilmiştir." şeklinde belirtilmiştir.

İlaç Bilgileri ve Karşılaştırmaları, Psikotrop İlaçlar Hakkında Kısa Bilgiler ve Psikiyatrik İlaç Tedavisi El Kitabı (Drug Facts and Comparisons, Psychotropic Drug Fast Facts and the Handbook of Psychiatric Drug Therapy), hekimlerin 'advers ilaç reaksiyonları' (adverse drug reactions) konusunda onları uyarmaları için hazır bir referans olarak tasarlanmıştır. 

Bu üç çalışmanın da mani ve kontrol edilemeyen öfkeninalprazolam ile ilgili özel sorunlar olduğunu göstermesi, bu ilacın bu 'aşırı heyecanlı, agresif durumları' diğerlerinden daha fazla tetiklediği yönündeki kendi klinik gözlemlerimi doğrulamaktadır. 

J. Knudsen (1989) tarafından hazırlanan FDA'nın alprazolamın 'panik bozukluğu' tedavisi için "Klinik Verilerin Güvenlik İncelemesi ve Değerlendirmesi (Safety Review and Evaluation of Clinical Dat)", ilacın 'mani yaratma' eğilimini bir kez daha vurgulamaktadır. Aslında, alprazolam kaynaklı mani için literatür taraması da içermektedir. Panik bozukluğu klinik çalışmalarında ortaya çıkan birkaç mani vakasını açıklamakta ve on dört hipomani ve bir mani vakasını açıklayan iki tablo sunmaktadır. Bazı vakalarda, nispeten düşük dozlarda alprazolam ile tedavinin ilk haftasında manik ataklar gelişmiştir.

-Depresyon ve İntiharın Üretimi...

Yukarıda da belirtildiği gibi, klinik literatürde benzodiazepinlerin 'depresyona' neden olabileceğine dair göstergeler bulunmaktadır. Bazı derlemeler benzodiazepin kaynaklı depresyondan bahsetse de şüpheci yaklaşmakta, ancak yine de tehlikenin ciddiye alınması gerektiği konusunda uyarmaktadır. Örneğin Arana ve Hyman (1991) şöyle demektedir: "Depresyon: Tüm benzodiazepinler 'depresyonunortaya çıkması veya kötüleşmesiyle ilişkilendirilmiştir; depresyona neden olup olmadıkları veya depresyonu önlemede başarısız olup olmadıkları bilinmemektedir. Benzodiazepin tedavisi sırasında depresyon ortaya çıktığında, benzodiazepin tedavisini kesmek, akıllıca olacaktır." (s. 158)

Terapötik dozlara bağımlı hale gelen 12 hastayı kapsayan bir çalışmada Ashton (1984), "Benzodiazepin kullanımı sırasında depresyon yaygındı" iddiasında bulunmuştur. (s. 1138). Ayrıca, benzodiazepinlerin genel olarak 'duyguları köreltebileceğini ve "duygusal anestezi" yaratabileceğini' de belirtmektedir. 

Daha yakın tarihli bir makalede Ashton (1995), "Benzodiazepinlerin, merkezi monoamin aktivitesini azaltarak "depresyona neden olması veya depresyonu şiddetlendirmesi" mümkündür" diye bildirmektedir. (s. 161). Duygusal anestezinin varlığını bir kez daha teyit ederek, "Uzun süreli benzodiazepin kullanan eski kullanıcılar, ilaçları kullandıkları dönemde 'ailevi olaylara karşı duygusal tepki vermemelerinden' genellikle büyük pişmanlık duyarlar" demiştir. (s. 161). 

Vakalarının çoğunda, yoksunluk belirtilerinden 'iyileşme' tamamlanmamış olup, hastalar ilacı bıraktıktan birkaç ay veya daha uzun süre sonra bile 'belirtiler' bildirmeye devam etmektedir. Bazı hastalarda reseptörlerde 'geri dönüşü olmayan değişiklikler veya kalıcı nörolojik hasarlar' olup olmadığı konusunu gündeme getirmektedir.

APA görev gücü raporunda (1990), toksisite tartışmasında şu ifadeler yer almaktadır: "Benzodiazepinlerin 'depresyon semptomlarına' neden olduğu veya bunları şiddetlendirdiği de bildirilmiştir. Bu da sık görülen bir yan etki değildir, ancak depresif semptomlar potansiyel olarak ciddi olabilir." (s. 41) 

Büyük Britanya İlaç Güvenliği Komitesi 1988'de şu tavsiyede bulunmuştur: 'Benzodiazepinler, depresyon veya depresyonla ilişkili anksiyeteyitedavi etmek için tek başına kullanılmamalıdır.' Bu tür hastalarda intihar eğilimi artabilir". (s. 1). Long (1990), depresyonu 'triazolam ve alprazolamın olumsuz bir reaksiyonu' olarak listelerken, 'diazepamın, böyle bir reaksiyona sebep olmadığını' belirtir. 

Benzodiazepinlerin 'anksiyete ve depresyonu kötüleştirme' veya hem anksiyeteye hem de depresyona neden olma kapasitesi, 'depresyon ve mani' de dahil olmak üzere 'duygudurum bozukluklarında', GABAerjik sistemlerin rolüne olan ilginin artmasının bir kaynağıdır. (Bartholini, Lloyd ve Morselli, 1986; Kalpana, Musselman, Schatzberg ve Nemeroff, 1995; Paul, 1988; Roy-Byrne ve Nutt, 1991).

-Triazolam ve Alprazolam'ın Neden Olduğu Bilişsel, Duygusal ve Davranışsal Anormallikler...

Çeşitli çalışmalar, kısa etkili benzodiazepin triazolam ile birlikte, dozun alındığı gecede veya gün içinde 'geri tepme fenomeninin' görüldüğünü göstermektedir. Moon, Ankier ve Hayes (1985), 'uykusuzluğun ve gündüz anksiyetesinin' artmasının, triazolam gibi kısa etkili benzodiazepinlerle ilişkili sorunlar olduğunu doğrulamaktadır. 

De Tullio, Kirking, Zacardelli ve Kwee (1989), ayakta tedavi gören Gaziler İdaresi kliniğinde kronik olarak uykusuzluk nedeniyle triazolam kullanan 72 yetişkin erkek hastanın kayıtlarını incelemiştir. Hastaların otuz dokuzu telefon görüşmeleri için müsaitti. Hastaların çoğu yaşlıydı (60 yaş ve üzeri) ve neredeyse hepsi 0,25 mg doz aldı. Görüşülen 39 hastadan sadece dördü herhangi bir yan etki bildirmezken, 23 hasta birden fazla yan etki yaşadı. En sık görülen etkiler 'baş dönmesi, 
yeniden bağlanma (/geri tepme "rebound") uykusuzluğu ve kabuslardı.' 

Yazarlara göre, "Yeniden bağlanma uykusuzluğu, gece uyanma veya sabah çok erken uyanma ve tekrar uykuya dalmakta zorluk çekme olarak tanımlandı". (s. 291). Çalışmanın sonucunda, VA tesisi 'triazolam uygulama politikalarını' değiştirdi: "En önemlisi, triazolam, taburcu olduktan sonra otomatik olarak durdurulan yatan hastalarla sınırlıydı". (s. 292).

APA görev gücünün (1990) benzodiazepinler üzerine yaptığı çalışmada 'depresyon, anksiyete, düşmanlık ve paranoya' gibi çeşitli semptomlar tanımladığını ve bunların en azından kısmen 'ilacın kesilmesine veya bırakılmasına' bağlandığını daha önce belirtmiştik. Kısa etkili benzodiazepinlerle ilgili olarak, görev gücü aşağıdaki gözlemlerde bulunmuştur:

        "Kısa yarı ömürlü benzodiazepinlerin aniden kesilmesi, ilacın 'kandan ve beyinden hızla uzaklaştırılmasına, reseptör bölgesinin hızla açığa çıkmasına ve ilaç kesilmesi sonrası sendromların nispeten hızlı başlamasınayol açar. Yarı ömrüyle ilişkili semptomların şiddeti nedeniyle, anksiyete için verilen kısa yarı ömürlü benzodiazepinler sıklıkla yoğun ilaç kesilmesi sendromlarıyla ilişkilendirilir. Triazolam gibi çok kısa yarı ömürlü ilaçlarda, özellikle gece kullanıldığında, alım döneminde [yani dozlar arası aralıkta] geri tepme semptomları tanımlanmıştır." (s. 39-40)

Triazolamın özel tehlikeleri konusunda kamuoyu ve profesyonel farkındalık 1978'de başladı. O dönemde, Hollandalı bir psikiyatrist olan C. van der Kroef (1979, 1991), tedavi ettiği on bir hastanın dördünde triazolama karşı anormal reaksiyonlar fark etti. Van der Kroef, hastalarından birini şöyle anlatıyor (Dukes, 1980'den alıntı):

    "Uykusuzluğu hemen düzeldi, ancak ruhsal olarak hızla kötüye gitti. Yavaş yavaş paranoyaklaştı. Bana birkaç kez 'hipnozun ne içerdiğini' sordu - belki LSD? - çünkü 'psikozun eşiğinde olduğunu' hissediyordu. 'Kendini dünyadan kopmuş' hissediyordu; sanki 'artık topluma ait değilmiş' gibiydi. Arkadaşları ona 'ne olduğunu' sordular, davranışları o kadar tuhaftı ki... İki ay sonra ben de, özellikle daha önceki bir hastamla yaşadığım deneyimler ışığında,' tüm bunların triazolam almasının bir sonucu olabileceğinden' şüphelenmeye başladım. İlaç kesildi ve yerine nitrazepam verildi. Bir gün içinde, kendini tekrar hissetti. Çevresindeki insanlar farkı, fark etti ve eski halini yeniden tanıdılar. 'Paranoyak özellikler, aşırı hareketlilik dürtüsü ve aşırı duyarlılık' iki gün içinde kayboldu." (s. v)

M. N. G. Dukes (1980), uykuyu teşvik etmek için kullanılanlar (hipnotikler) da dahil olmak üzere 'tüm benzodiazepinlerin "açıkça psikotik" reaksiyonlara neden olduğunun' bilindiğini ileri sürmektedir. Dukes'e göre, yaygın olmamakla birlikte, "bu sınıftaki bilinen hemen hemen her ilaç" "halüsinasyonlar, sanrılar, paranoya, amnezi, deliryum, hipomani - yani psikotik deliliğin akla gelebilecek hemen her belirtisine..." neden olabilir. (s. vii). 

Dukes'a göre, kaygıyı kontrol etmek için kullanılan 'tüm benzodiazepinler, özellikle şiddete yol açmakla' ilişkilendirilmektedir: "Kişi - keyfi bir noktadan başlamak üzere - 'benzodiazepinlerin, saldırganlığı tetikleyebileceğine' dair kanıt bulmak için literatüre bakarsa, bulacaktır." 

Literatürde bir düzineden fazla makale, benzodiazepin sakinleştiricilerle tedavi edilen bazı hastalarda 'sinirlilik, meydan okuma, düşmanlık, saldırganlık, öfke veya ilerleyen bir nefret ve hoşlanmama' gelişiminden bahsetmektedir; yaygın olarak kullanılan tüm bu ürünler bir zamanlar suçlanmıştır. Bu olgu hayvan çalışmalarında gösterilmiş ve hatta insan gönüllülerde, bu ilaçların, özellikle 'aşırı kaygılı veya eylem odaklı' bireylerde, 'bastırılmış düşmanlığı' serbest bırakabildiğini göstermenin mümkün olduğu kanıtlanmıştır. (s. vii)

Dukes'e göre, triazolamın ortaya çıkışına kadar, uykuyu tetiklemek için yaygın olarak kullanılan benzodiazepinlerin 'şiddete' neden olduğu bilinmiyordu. Bu gözlemlerin daha sonra FDA'daki kurum içi çalışmalarla doğrulandığını göreceğiz. Bu çalışmalar, Halcion'un - ancak daha eski hipnotikler olan 'Dalmane (flurazepam) veya Restoril'in (temazepam), şiddet içeren eylemlerin' görülme sıklığını artırdığını gösteriyor. 

Triazolam kaynaklı psikozla ilgili klinik raporlara dayanarak, Einarson (1980) ve Einarson ve Yoder (1982), van der Kroef tarafından tanımlanana benzer bir triazolam sendromu olasılığını doğrulamaktadır. Denson (1987), 'mala zarar verilmesi ve cezai suçlamalarla' sonuçlanan triazolam kaynaklı bir psikoz vakasını ele almaktadır.

Hollanda İlaçlara Bağlı Olumsuz Reaksiyonları İzleme Merkezi'nden R. H. B. Meyboom (1992), Hollanda'nın triazolam ile ilgili deneyimlerinin tarihçesini anlatıyor. 1979 yılında kurumuna triazolam ile ilgili 1000 vaka raporu gönderdiğini belgeliyor. "Tepkilerin karmaşıklığına rağmen, bir 'sendrom'un varlığına dair bazı belirtiler vardı." diyor. (s. 160). Bu sendrom, 'anksiyete ve korkular, ajitasyon ve saldırganlık, depresyon ve paranoyak düşünceler, duyarsızlaşma ve gerçek dışılık, çeşitli anormal algılar (hiperakuzi ve fotofobi dahil) ve amneziyi' içeriyor. 

Meyboom, geriye dönüp baktığında, 'sendromun doğrudan toksik etkilerden ve yoksunluk etkilerinden kaynaklandığına' inanıyor. İlaç kaynaklı şiddet ve suç olasılığına değinerek, "Triazolamın suç potansiyeli korkutucu." diye uyarıyor. (s. 163). Meyboom, bu tehlikeli reaksiyonların sıklığını belirleyememektedir.

İlaç kaynaklı davranışsal anormallikleri son derece 'seçici, kısa ve kontrollü klinik çalışmalarda' göstermek zordur (aşağıdaki tartışmaya bakınız). Yine de, birkaç çalışma kısa etkili benzodiazepinlerle ilişkili tehlikeleri doğrulamaktadır. Gardner ve Cowdry (1985), çift kör, plasebo kontrollü bir çapraz çalışmada alprazolam kullanan sınırda hastalarda "kontrol bozukluğunda" artış bulmuştur. Kontrol bozukluğu şu davranışları içerir: 'aşırı doz, kendine zarar verme, kafayı vurma, arabanın önüne atlama ve bir çocuğa sandalye fırlatma.' Gardner ve Cowdry, alprazolam konusunda, "özellikle de önemli bir kontrol bozukluğu geçmişi olan bireylerin tedavisinde" "dikkatli" olunması gerektiği sonucuna varmıştır. (s. 99).

Bayer, Pathy ve Stoker (1986), uyku bozukluğu olan yaşlılarda triazolam ve bir başka hipnotik ilaç olan klormetiyazol üzerinde dokuz haftalık çift kör kontrollü bir çalışma yürütmüştür. Triazolamda 'gündüz yoksunluk etkileribulurken, klormetiyazolde bu etki görülmemiştir. Üçüncü haftada, klormetiyazol kullanan hastalara kıyasla önemli ölçüde daha fazla triazolam hastası 'gün içinde daha huzursuzolarak değerlendirilmiş ve "daha düşmanca, daha az rahat, daha sinirli ve daha endişeli" görünmüştür (s. 110). 

Triazolam kullanan hastalarda ayrıca 'merkezi sinir sistemiyle ilgili daha fazla yan etki' görülmüştür ve 22 hastadan dördünün çalışmadan çekilmesi gerekmiştir. İlacı bıraktıktan sonra üçü iyileşmiştir. Bir hasta, 'tabletlerin kendisini "gerginleştirdiğini" hissetmiştir. Diğer bireylerde 'paranoyak sanrılar, "artan kafa karışıklığı ve sinirlilik" ve mantıksız, sinirli ve uyumsuz davranışlar' gelişmiştir.

Adam ve Oswald (1989), her üç grupta da kırk katılımcıyla triazolam ve lormetazepam üzerine çift kör, plasebo kontrollü bir çalışma yürüttüler. Triazolam kullananların kendi değerlendirmelerinde 'daha kaygılı hale geldiklerini, bir gözlemci tarafından daha sık kötü tepki verdikleri yönünde yargılandıklarını, daha sık sıkıntı şikayetlerini yazdıklarını ve kilo kaybı yaşadıklarını' buldular. Yaklaşık on gün düzenli triazolam kullandıktan sonra 'panik ve depresyon' geliştirme eğiliminde oldular, kendilerini 'gerçek dışı ve bazen paranoyak' hissettiler. (s. 115). 

Yazarlara göre, "Deneklerin yazılı yorumları, triazolam kullanmaya başladıktan yaklaşık 10 gün sonra 'panik ataklara, umutsuzluk duygularına ve gerçek dışılık duygularına' yatkın hale geldiklerini gösteriyordu. Triazolam kullanımı sırasında yedi denekte 'halka açık yerlerde panik atakları' tarif edilirken, plasebo veya lormetazepam kullanımı sırasında böyle bir durum yaşanmadı. Birçoğu 'aile ilişkilerinin değiştiğini' bildirdi. Bazı triazolam denekleri paranoyaklaştı. İki erkekte paranoyak psikozlar gelişti." Çekilme döneminde, triazolam kullanan hastaların kaygı düzeyleri "hızla normal seviyelere düştü". (s. 118).

Soldatos, Sakkas, Bergiannaki ve Stefanis (1986), 0,5 mg triazolam ile yapılan plasebo kontrollü bir klinik çalışma sırasında beş psikiyatri hastasının tamamında 'ciddi advers ilaç reaksiyonları' bildirmiştir. 'Hastalar ve hemşireler, ilacın ve plasebonun uygulanması konusunda bilgisizdi, ancak tedavi eden doktorlar bilgisiz değildi.' Çalışma, bir hafta plasebo başlangıç seviyesi, iki hafta triazolam uygulaması ve bir hafta plasebo bırakma sürecinden oluşuyordu. Beş hastanın tamamı triazolama karşı ciddi reaksiyonlar geliştirdi. 

Birinci vakada "triazolam uygulamasının son iki gününde ve ilk bırakma gününde anksiyete ve halüsinasyonlar" gelişti. (s. 295). 

İkinci vakada anksiyetede ani bir artış oldu ve "sinirli, uyumsuz ve depresif" hale geldi. İçine kapandı, ağladı ve "hafıza ve yönelimde önemli bir bozulma" gösterdi. Triazolam kesildikten sonra, "tutarsızlaştı ve yaklaşık bir hafta boyunca devam eden paranoyak zulüm fikirleri ifade etti." "Sanrılarını" kontrol altına almak için Haldol'e ihtiyaç duydu. 

Üçüncü vaka, yoksunluk döneminde 'şiddetli uykusuzluk' geliştirdi ve "ölüm korkusuyla birlikte önemli ölçüde kaygı ve sinirlilik bildirdi; bu durum ertesi güne kadar devam etti ve sonrasında belirgin bir hafıza kaybı yaşadı." 

Dördüncü vaka, triazolam uygulamasının ikinci haftasının sonunda, artan sinirlilik ve düşmanlıkla birlikte daha depresif hale geldi. 

Beşinci vaka; triazolam uygulamasının ikinci haftasında, "gündüzleri artan anksiyete yaşadı ve kabulünden bu yana ilk kez sinirli, düşmanca ve ünite personeline karşı biraz temkinli ve paranoyak oldu". (s. 296).

Yazarlar, bazı semptomların 'inhibisyon bozukluğuyla' ilişkili olabileceğini öne sürüyorlar. Bu ciddi yan etkilerin, "ağır psikiyatrik rahatsızlıkları" olan hastalarda triazolam kullanıldığında nadir olmayabileceği konusunda uyarıyorlar. Rosenbaum, Woods, Groves ve Klerman (1984), ayaktan tedavi gören klinik ortamda alprazolam ile tedavi edilen 80 hastanın sekizinde (%10) 'aşırı öfke veya düşmanca davranışlar' geliştiğini tespit etmiştir. Bu, literatürde bildirilen en yüksek vakalardan biridir.

FDA'nın panik bozukluğunda alprazolam için "Klinik Verilerin Güvenlik ve İnceleme Değerlendirmesi", alprazolam kaynaklı disinhibisyonu ele almaktadır. (Knudsen, 1989). Raporda, "Alprazolam ile tedavi edilen hastalarda, genellikle 'ajitasyon, agresif davranış, öfke ve düşmanlık' ile karakterize, 'paradoksal bir disinhibisyon reaksiyonu' ortaya çıktığı bildirilmiştir" ifadesi yer almaktadır. (s. 134). Raporda ayrıca, nispeten düşük dozlarda tedavinin erken dönemlerinde ortaya çıkan "disinhibisyon, öfke ve düşmanlık" gibi çeşitli advers ilaç reaksiyonları da açıklanmaktadır. (s. 134). Bir doktor, üç farklı hastanın 'bu ataklardan muzdarip olduğunu' bildirmiştir.

-Benzodiazepin Kaynaklı Olumsuz İlaç Reaksiyonlarına İlişkin FDA'nın Spontan Bildirim Sisteminden (SRS) Elde Edilen Kanıtlar...

1987 yılında, Pennsylvania Eyalet Üniversitesi Tıp Fakültesi Uyku Araştırma ve Tedavi Merkezi ve Psikiyatri Bölümü'nden Bixler, Kales, Brubaker ve Kales, FDA'nın spontan raporlama sisteminde kaydedilen benzodiazepinlere bağlı advers reaksiyonları incelediler. Triazolamı, 'uykuyu' tetiklemek için yaygın olarak kullanılan diğer iki benzodiazepin olan temazepam ve flurazepam ile karşılaştırdılar. 

Üç ilacın her biri için reçete sayısını ve sayısını dikkate alarak şunları buldular: Genel olarak, triazolamın genel oranları diğer iki ilaca göre çok daha yüksekti. 'Aşırı uyarılabilirlik ve yoksunluk etkileri' triazolamda en yüksek, flurazepamda ise en düşüktü. Amnezi neredeyse yalnızca triazolamla bildirildi. Diğer 'bilişsel, duygusal ve davranışsal etkiler' de triazolam için çok daha yüksek, diğer iki ilaç içinse hemen hemen aynıydı. (s. 286) 

    "İlaç yan etkilerinin "duygusal ve diğer davranışsal bozukluklar" kategorisi, "depresyon, psikotik depresyon, duygusal dengesizlik, öfori, düşmanlık, kişilik bozukluğu ve libido azalması"nı içerir." (s. 288).

FDA'daki epidemiyolojik çalışmalar, alprazolamın ve özellikle triazolamın, diğer benzodiazepinlere kıyasla - 'şiddetli ve yaşamı tehdit eden davranış değişiklikleri' de dahil olmak üzere - 
daha sık ve daha ciddi 'olumsuz merkezi sinir sistemi etkilerine' yol açtığını tutarlı bir şekilde göstermektedir. Epidemiyoloji ve Gözetim Bölümü, FDA'nın spontan raporlama sisteminden (SRS "Spontaneous Reporting System") sorumludur. Ajansa gelen raporların çoğu, gözlemledikleri 'olası olumsuz ilaç etkileri' konusunda endişe duyan hekimler ve eczacılar tarafından gönderilmektedir. 

Bob Wise (1989b), bölüm için hazırladığı bir çalışma belgesinde, triazolam kullanımıyla ilişkili 'düşmanlık' raporlarının bir "yönetici özeti" hazırlamıştır. Wise, "öfke veya hiddet, saldırganlık ve bazı gerçek saldırı ve cinayetlerden oluşan" bir sendromu ele almaktadır. Şöyle diyor: 

"FDA, triazolam ve alprazolam için, Kurum tarafından düzenlenen diğer tüm ilaçlardan daha fazla bu tür rapor almıştır. Her bir ilacın kullanım oranındaki farklılıklara göre ayarlanan raporlama oranları, benzer endikasyonlara sahip diğer benzodiazepinlere kıyasla hem triazolam hem de alprazolam için ilaç satışlarına yönelik düşmanlık raporlarının çok daha yüksek oranlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu reaksiyonların halk sağlığı açısından önemi, her iki ilacın popülaritesi artmaya devam ederken, geniş popülasyonlarda maruziyet bağlamında zaman zaman ölümcül davranışlara yol açmaları ve şiddetlerinde yatmaktadır." (1989b, s. 1)

FDA'nın benzodiazepin kaynaklı artan düşmanlığa odaklanmasının kısa bir geçmişinden sonra Wise şöyle açıklıyor: 'Bu tür reaksiyonlarla ilgili endişemiz, '57 yaşında bir kadının, yarım miligram triazolam aldıktan iki saat sonra annesini ölümcül şekilde vurduğu bir reaksiyonu' içeren başka bir Artan Sıklık Raporu'nun yayınlanmasıyla triazolobenzodiazepin sınıfına da yayıldı. 1988 yılında alınan raporlara baktığımızda, triazolamın 1988 yılında düşmanlık reaksiyonları için bildirim oranının alprazolamınkinden iki kat daha yüksek olduğunu gördük.' (1989b, s. 2). 

Wise'a göre (1989b): "1989 Ağustos ayı başlarındaki tüm SRS'de, 'düşmanlık' olarak kodlanan 113 raporda şüpheli ilaç triazolamdı; bu, diğer tüm ilaçlardan daha fazlaydı. Bunu 78 raporla alprazolam takip etti. Her vakada ondan fazlasında sadece dokuz ilaçtan şüphelenildi. 318 ilaç ürününde ise daha az düşmanca davranış bildirimi vardı; çoğunlukla bir (318'in %60,4'ü) veya iki (318'in %14,8'i) rapor edildi. (s. 3)

SRS'ye triazolam için üç, alprazolam için ise bir ölüm vakası bildirildi. Alprazolam doz aşımına ilişkin beş rapor, ikisi 'cinayet' olmak üzere 'saldırılarla' ilişkilendirildi. Tepkiler, doz aralığında bildirildi. Erkekler (29) ve kadınlar (26) neredeyse eşit olarak dağılmıştı. Ayrıca, dört alprazolam vakasında doz azaltımıyla birlikte düşmanlık ve öfke tepkilerinde azalma görüldü ve bu da ilacın 'bu davranışı ortaya çıkarmadaki rolünü' doğruladı. Wise, "Triazolam ve alprazolam ile ilgili bu görünüşte aşırı öfke ve benzer raporlar, ilaç kullanım sıklığındaki farklılıklar ayarlandıktan sonra, nedensel bir ilişkinin ortaya çıkabileceği konusunda güçlü bir şüphe uyandırıyor" diye özetliyor. (1989b, s. 12). Birkaç vakada görülen doz bağımlılığı, nedenselliği daha da doğrulamaktadır.

2 Nisan 1989'da Wise, FDA için "alprazolam ve öfke" konusuyla ilgili bir Artan Sıklık Raporu yazdı. Wise, analizin "Upjohn'un 12 aylık bir süre boyunca alprazolam maruziyetinden sonra 'öfke, ajitasyon, kızgınlık, saldırganlık ve benzeri davranışsal ve duygusal semptomlarla' ilgili altı rapor alması" nedeniyle yapıldığını açıklıyor. (1989a, s. 1). Biri hariç hepsi "açık veya sözlü olarak ifade edilen cinayet dürtüleri" içeriyordu. 

Wise'a göre: "Sadece spontane raporlara dayanarak, alprazolam kaynaklı öfke reaksiyonlarının gerçek sıklığını tahmin edemeyiz. Ancak, genel olarak spontane gözetim sistemlerine ve özellikle FDA'nın SRS'sine yapılan yaygın olarak kabul edilen önemli ölçüde eksik raporlama ışığında, tek bir yıl içinde bu tür bir reaksiyona dair altı raporun gerçekte altmış veya daha fazlasını yansıtması tamamen olasıdır." (1989a, s. 2)

Upjohn ve FDA'ya yapılan tüm raporları inceledikten sonra Wise şu sonuca varıyor: "Alprazolam ile ilgili yıllık "öfke" bildirimlerinin sıklığındaki artış, bizi çeşitli anksiyolitik benzodiazepinler arasında 'düşmanlıkbildirimlerini daha genel olarak karşılaştırmaya yöneltti. Alprazolam, her bir ilacın kullanım oranındaki farklılıklar ayarlandıktan sonra bile "düşmanlık" olarak kodlanan olaylar için aşırı bir bildirim oranına sahip gibi görünüyor. Bu reaksiyonların sayıları ve potansiyel ciddiyetleri ile dozajla olası ilişkileri, mevcut etikette yer alan ve yalnızca "nadir durumlarda ve rastgele bir şekilde" ortaya çıkan "paradoksal etkiler" ifadesinin kısa tanımıyla çelişiyor gibi görünüyor." (s. 4)

17 Ekim 1988'de, Epidemiyoloji ve Biyoistatistik Ofisi Müdür Yardımcısı Charles Anello, FDA'nın triazolam ile ilgili spontan raporları, 'uykusuzluk' tedavisinde kullanılan diğer iki benzodiazepin olan temazepam (Restoril) ve flurazepam (Dalmane) ile karşılaştırdığı daha önceki bir çalışmaya atıfta bulundu. Karşılaştırma, triazolam ile ilgili anormal davranış raporlarının orantılı olarak arttığını ortaya koydu. Anello, triazolam ve temazepamı karşılaştıran daha ileri bir analiz hakkında yorum yaparak, FDA'nın triazolam için orantılı olarak daha fazla advers ilaç reaksiyonu raporu (ADRs "adverse drug reaction reports"), daha ciddi ADRs ve beş seçilmiş "davranışsal" ilaç reaksiyonu raporu aldığını gösteriyor.

Anello, 12 Eylül 1989'da "Triazolam ve Temazepam - Karşılaştırmalı Bildirim Oranları" başlıklı bir FDA muhtırası kaleme aldı. Triazolam ile istenmeyen ilaç reaksiyonlarının temazepam ile karşılaştırıldığında on bir kat daha sık bildirildiğini buldu. Amnezi için göreceli bildirim oranı 46'ya 1, "ajitasyon, anksiyete ve sinirlilik" için 9'a 1, psikoz için ("psikoz, halüsinasyonlar, paranoid reaksiyon ve akut beyin sendromu") 16'ya 1 ve "düşmanlık ve kasıtlı yaralama" için 19'a 1 idi. Anello'nun analizi, bu farklılıklar için gerçek ilaç etkileri dışında ikna edici bir açıklama olmadığını gösterdi; ancak nedensellik konusunda resmi bir tespit yapmadı.

11 Ağustos 1989'da Paul Leber ve Thomas Laughren, yaklaşan Psikofarmakolojik İlaçlar Danışma Komitesi (PDAC "Psychopharmacological Drugs Advisory Committee") Toplantısı'na  bir FDA iç yazısı yazdılar. İki FDA yetkilisi, "Amerika Birleşik Devletleri'nde triazolamın pazarlanmasının ardından kendiliğinden bildirilen advers olayların, Halcion için diğer iki belirgin benzodiazepin, hipnotikle karşılaştırıldığında sürekli olarak daha fazla olay bildirim modeli ortaya koyduğunu" belirtti. 

Nörofarmakolojik İlaç Ürünleri Bölümü direktörü Leber, triazolam dozunun azaltılmasına yönelik önerilerin bildirilen yüksek advers davranışsal reaksiyon oranlarında bir azalmaya yol açacağı yönündeki önceki umudu dile getirdi. Ancak bunun boş bir umut olduğu ortaya çıktı. Leber, "Halcion, davranışsal advers reaksiyonlar kümesi" açısından, bir karşılaştırma ajanı [Restoril] ile karşılaştırıldığında bildirilen advers olayların fazlalığını göstermeye devam ediyor" gözleminde bulundu.

1991 yılında, FDA Epidemiyoloji ve Gözetim Bölümü'nden Diane Wysowski ve David Barash, Dahiliye Arşivleri'nde (Archives of Internal Medicine) bir rapor yayınladılar. Bir dipnotta, "Bu makale yazarların profesyonel görüşlerini içermektedir ve Gıda ve İlaç Dairesi'nin resmi görüşünü oluşturmaz" ifadesi yer almaktadır. (s. 2003). FDA'nın spontan raporlama sistemini kullanan Wysowski ve Barash, 1985 yılına kadar triazolam ve temazepamı "konfüzyon, hafıza kaybı, tuhaf davranışlar, ajitasyon ve halüsinasyonlar" açısından karşılaştırdılar. Şu sonuca varıyorlar: "Kullanım kapsamı göz önüne alındığında, triazolam için raporlama oranları, reaksiyona bağlı olarak temazepam için olanların 22 ila 99 katıydı." (s. 2003).

Anello (1989) tarafından kurum içi rapora eklenen el yazısıyla yazılmış ifadeleri tekrarlayan Wysowski ve Barash şöyle özetlemektedir: "Triazolam ile olumsuz davranışsal reaksiyonlar arasında nedensel bir ilişki olduğunu gösteren faktörler arasında 'literatürdeki vaka raporları ve uyku laboratuvarı çalışmaları, normal kişilerdeki reaksiyon raporları, akut başlangıç ve başlangıç dozuyla reaksiyonların zamansal ilişkisi, kendiliğinden iyileşmeler ve ilacın kesilmesiyle normale dönüş ve pozitif tekrar kullanım vakaları' yer almaktadır. 

Ayrıca, triazolam ile yüksek benzodiazepin reseptör afinitesi olası bir biyolojik mekanizma olarak öne sürülmüştür." (1991, s. 2006) Wysowski ve Barash, "bazı seçilim faktörlerinin triazolam için daha yüksek bildirim oranları üretme olasılığını tamamen dışlayamasalar da", "kanıtların" triazolam ile temazepam'a kıyasla daha fazla görülme sıklığı olduğunu gösterdiğini bulmuşlardır. (s. 207). 

Andreadis ve Schirmer (1992), Upjohn adına Wysowski ve Barash'a (1992) metodolojilerini eleştiren bir mektup yazarak yanıt vermişlerdir. Andreadis ve Schirmer, esas olarak 'herhangi bir sonuca varmak için SRS verilerinin kullanılmasına' karşı çıkmaktadır.

-Amerikan ve İngiliz Tepkileri Farklılaşıyor...

Son olarak, Kasım 1991'de FDA (1992), Halcion için yeni bir etiket onayladı. Yeni etiket, 'triazolamın kısa süreli kullanım için endike olduğunu ve 7-10 gün sürdüğünü' vurgulamaktadır. 2-3 haftadan uzun süren tedavi, 'hastanın tamamen yeniden değerlendirilmesini' gerektirir. Ek olarak, etiket 'mümkün olan en düşük dozun kullanılmasını 'vurgulamaktadır. 

Örneğin, 1997 tarihli Hekimlerin Masa Referansı'nda (PDR "Physicians Desk Reference") bulunan Halcion etiketindeki yeni uyarı şöyledir: "HALCION dahil olmak üzere benzodiazepin hipnotiklerinin kullanımıyla ilişkili olarak çeşitli anormal düşünce ve davranış değişiklikleri bildirilmiştir. 

Bu değişikliklerden bazıları, alkol ve diğer MSS depresanlarında (örneğin, sakinleştirici/hipnotikler) görülenlere benzer şekilde aşırı görünen 'saldırganlık ve dışa dönüklük' gibi inhibisyon azalmasıyla karakterize edilebilir. 

'Tuhaf davranış, ajitasyon, halüsinasyonlar ve duyarsızlaşma' gibi başka davranış değişiklikleri de bildirilmiştir. Öncelikle depresyon hastalarında, benzodiazepin kullanımıyla ilişkili olarak 'intihar düşüncesi' de dahil olmak üzere 'depresyonun kötüleştiği' bildirilmiştir." (s. 2093)

Uyarı şu şekilde son bulmaktadır: "Bazı benzodiazepinlerde olduğu gibi, HALCION'un terapötik dozlarını takiben farklı şiddette 'anterograd amnezi ve paradoksal reaksiyonlar 'bildirilmiştir. Çeşitli kaynaklardan elde edilen veriler, 'anterograd amnezinin' HALCION ile diğer benzodiazepin hipnotiklere kıyasla daha yüksek oranda ortaya çıkabileceğini göstermektedir." (s. 2093) 

Son etiket değişikliği, Halcion'un ilk onayından sorumlu bölümün direktörü Paul Leber'in yetkisi altında müzakere edilmiş ve onaylanmıştır. Etiket, birçok yönden hem literatür hem de pazarlama sonrası gözetimden sorumlu bölüm tarafından ortaya konulan sonuçların çok gerisinde kalmaktadır.

FDA etiketi, amnezinin orantısız bir şekilde bildirildiğinden bahsetmektedir; ancak bu, ihmal edilmesi nedeniyle okuyucuyu 'davranışsal etkilerin artan sıklıkta ortaya çıkmadığı' düşüncesine yönlendirmektedir. Halcion'a 'şiddet, psikoz ve diğer son derece tehlikeli davranışsal anormallikler' için muazzam derecede artan riski doğrudan bağlamak yerine, etikette bu değişikliklerin "triazolam dahil benzodiazepin hipnotiklerin kullanımıyla ilişkili olarak bildirildiği" belirtilmektedir. 

Bu makalede daha önce de belirttiğimiz gibi, FDA yetkilisi Charles Anello, Halcion ve Restoril için advers ilaç reaksiyonu raporlarının karşılaştırılmasına dikkat çekmiştir. Halcion ve Restoril için "ajitasyon, anksiyete ve sinirlilik" için göreceli bildirim oranı 9'a 1; psikoz için 16'ya 1; ve "düşmanlık ve kasıtlı yaralama" için 19'a 1'dir.

Büyük Britanya, 'triazolamı yasaklayarak FDA'dan daha güçlü bir duruş' sergiledi. 1 Ekim 1991'de İlaç Güvenliği Komitesi (CSM "Committee on the Safety of Medicines"), özellikle 'hafıza kaybı ve depresyona' neden olmasıyla ilgili güvenlik endişeleri nedeniyle triazolamın piyasadan çekildiğini duyurdu. (Asscher, 1991; Brahams, 1991). 9 Aralık 1991'de komite, Upjohn'un itirazına, triazolamın tehlikeleri hakkında kesin bir bilimsel sonuçla yanıt verdi. (s. 1).

Triazolam ile olumsuz psikiyatrik etkiler arasında açıkça belirlenmiş bir nedensel ilişki buldu. CSM'ye göre, bu olumsuz etkiler, diğer benzodiazepinlere göre çok daha sık ortaya çıkıyor. İlaç Güvenliği Komitesi, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'den gelen verilerin kendiliğinden bildirim sisteminin triazolam ile 'çeşitli psikiyatrik yan etkiler' arasındaki bağlantıyı doğruladığını veya güçlendirdiğini savunuyor. FDA epidemiyolojik verileriyle ilgili olarak komite, FDA içindeki görüş ayrılıklarına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri verilerinin daha fazla araştırma gerektiren bir sinyal sağladığına inanıyor. (s. 10).

-İntiharın Araçları Olarak Benzodiazepinler...

"Temel Mesajlar" başlıklı kutulu bir ekte Buckley, Dawson, Whyte ve O'Connell (1995), "Benzodiazepinler genellikle aşırı dozda alınır ve genellikle güvenli oldukları varsayılır." ifadesini kullanmaktadır. Ancak yazarlar bu güvenlik varsayımına katılmamakta ve "Benzodiazepinlerin kendi kendine zehirlenme riski taşıyan hastalarda güvenli olduğu varsayılamaz." sonucuna varmaktadır. (s. 220). Bazı trisiklik antidepresanlar ve barbitüratlar, muhtemelen tek başına alınan benzodiazepinlerden daha toksiktir. Ancak benzodiazepinler 'alkol gibi diğer ilaçlarla birlikte kullanıldığında' öldürücülükleri artar.

1980'leri kapsayan Britanya'da yapılan bir araştırma, benzodiazepinlerin tek başına ve alkolle birlikte kullanımıyla çok sayıda başarılı intihar vakası olduğunu göstermiştir. (Serfaty ve Masterton, 1993; ayrıca bkz. Buckley ve ark. 1995). Serfaty ve Masterton, tek başına benzodiazepin kullanımıyla 891, alkolle birlikte kullanımıyla ise 591 ölüm vakası tespit etmiştir. Bu on yıllık dönemde benzodiazepinlere atfedilen toplam zehirlenme vakası 1576 olup, benzodiazepinler 1308 vakayla aspirin/salisilatların, amitriptilin [1083] ve dotiepin [981]'in önüne geçmiştir. Bu son iki ilaç, antidepresanlara atfedilen ölümcül zehirlenme vakalarının yarısından fazlasını oluşturmaktadır.

Serfaty ve Masterton'a göre benzodiazepinler arasında flurazepam (Dalmane) ve temazepam (Restoril), milyon reçete başına en fazla ölüme neden olan ilaçlardır [sırasıyla 15,0 ve 11,9]. Aynı yöntemlerle incelenen antidepresanların yaklaşık yarısından daha tehlikeliydiler. Triazolam (Halcion), Dalmane veya Restoril'e kıyasla milyon reçete başına çok daha az ölüme sahipti [5,1]; ancak yine de anksiyolitik benzodiazepinlerin ortalamasının üzerindeydi [3,2].

Milyon hasta başına tahmini ölümlerde, Britanya'daki tüm benzodiazepinler arasında sıralamada hipnotikler (uyku ilaçları) baskındı. Dalmane [milyonda 90] birinci; Restoril [71] ikinci; İngiliz hipnotik ilacı flunitzepam (Rohypnol) [49] üçüncü; ve Halcion dördüncü [30] oldu. Bir diğer İngiliz hipnotik ilacı nitrazepam (Mogadon ve diğerleri) [26] beşinci sırada yer aldı. Milyon hasta başına ölümlerde, kaygı giderici ilaçlar arasında prazepam (Centrax) [milyon hasta başına tahmini 25 ölüm] ve alprazolam (Xanax) [24], triazolam ve nitrazepamın hemen arkasındaydı.

-Benzodiazepin Kaynaklı Bilişsel İşlev Bozukluğu (Cognitive Dysfunction)...

Hafıza bozukluğu ve konfüzyon da dahil olmak üzere bilişsel bozukluk, benzodiazepinlerle ilişkili iyi bilinen bir olgudur. (APA, 1990; Ashton, 1995; Golombok, Moodley ve Lader, 1988; Hommer, 1991). Alprazolam ve triazolam özellikle 'bilişsel eksikliklere neden olmaya' yatkındır. Uçakta uyumak için triazolam alan kişiler, yolculukla ilgili anılarında bir "boşluk" hissedebilirler. Sınavlardan önce rahatlamak veya uyumak için benzodiazepin alan öğrenciler, çalıştıkları konuları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aynı dozda triazolam, sağlıklı yaşlı bireylerde sağlıklı genç bireylere göre daha fazla sedasyona ve psikomotor performansta daha fazla bozulmaya neden olur. (Greenblatt, Harmatz, Shapiro, Engelhardt, Gouthro ve Shader, 1991).

-Uyku ve EEG Üzerindeki Etkiler...

Benzodiazepinlerin EEG üzerindeki etkileri, 'alfa aktivitesinin azalması ve düşük voltajlı hızlı aktivitenin, özellikle beta aktivitesinin artması' gibi diğer sedatif-hipnotik ajanların etkilerine benzer. (Rall, 1990). Uyku üzerindeki etkileri de diğer MSS depresanlarının etkilerine benzer. Beyin bir veya daha fazla dozdan sonra telafi etmeden önce, benzodiazepinler uyku gecikmesini (uykuya dalma süresi) ve uyanma sayısını azaltır. REM uykusundaki toplam süre genellikle kısalır, ancak REM döngülerinin sayısı, uykunun ilerleyen dönemlerinde artabilir. Toplam uyku süresi genellikle artar. Rüya süreci üzerinde karmaşık etkileri vardır.

Triazolam kullanımına başlandıktan kısa bir süre sonra, rebound klinik tabloya hakim olmaya başlar ve uykusuzluk kötüleşir. Nishino, Mignot ve Dement (1995), kısa etkili benzodiazepinlerin başlangıçta yaşlı hastalar için tercih edildiğini belirtmektedir. Ancak, "kısa etkili benzodiazepinlerin daha sonra 'rebound uykusuzluğa (hipnotik ilacın kesilmesiyle uykunun başlangıç seviyelerinin ötesine kötüleşmesi), rebound anksiyeteye, anterograd amneziye ve hatta paradoksal öfkeye' neden olduğu bulunmuştur" diye belirtmektedirler. (s. 443). Genel olarak, benzodiazepinlerin uykusuzluktaki faydası en iyi ihtimalle geçicidir. İlaçlar 'normal uykuyu' sağlamaz, bunun yerine 'normal döngünün çeşitli yönlerinde bir bozulmaya' neden olur.

-Kalıcı Beyin Hasarının Olası Üretimi...

Benzodiazepin tedavisinin sonlandırılmasının ardından 'bilişsel eksikliklerin devam etmesi' üzerine nispeten az sayıda çalışma yapılmıştır. Benzodiazepinlerin ve alkolün benzer klinik ve farmakolojik etkilerine rağmen, çoğu inceleme, kronik alkol kullanımı gibi benzodiazepinlerin kronik kullanımının 'geri dönüşümsüz beyin hasarına (irreversible brain damage)' ve 'işlev bozukluğuna (dysfunction)' neden olup olmayacağı konusunu gündeme getirmemektedir. 

Daha önce de belirttiğim gibi (Breggin, 1991), yüksek doz benzodiazepin kullanan hastalarda 'kronik bilişsel bozukluklar' gelişir. (Golombok, Moodley ve Lader, 1988; daha düşük etkiler için bkz. Lucki, Rickels ve Geller, 1986). Ancak bu etkilerle ilgili çok az literatür bulunmaktadır. En az iki rapor, uzun süreli benzodiazepin kullanımıyla ilişkili 'beyin atrofisine' işaret etmektedir. (Lader ve Petursson, 1984; Schmauss ve Krieg, 1987). Bu kritik sorulara ilişkin herhangi bir takip çalışması bulunmuyor gibi görünüyor.

Ashton (1995), benzodiazepin kaynaklı kalıcı bilişsel eksiklikler veya olası beyin hasarı konusunda endişe duyan az sayıdaki değerlendiriciden biridir. Çalışma eksikliğine dikkat çekerek, "Uzun süreli benzodiazepin kullanıcılarında görülen nöropsikolojik bozuklukların altında ince, belki de geri döndürülebilir yapısal değişikliklerin yatması mümkündür" yorumunu yapmıştır. (s. 163-164). Psikiyatri mesleği, bugüne kadar milyonlarca hastayı etkileyebilecek bu sorunlar konusunda çok az endişe göstermiştir.

-Bağımlılık (dependence) ve Geri Çekilme (withdrawal)...

Benzodiazepinlerin uzun süreli kullanımından kaynaklanan alkol benzeri 'şiddetli yoksunluk semptomları' iyi bilinmektedir (Amerikan Psikiyatri Birliği, 1990). İlacın aniden kesilmesinden iki ila yirmi gün sonra, ilgili benzodiazepinin yarı ömrüne bağlı olarak yoksunluk belirtileri gelişebilir. Yoksunluğun ilk belirtileri 'uykusuzluk, anksiyete, ajitasyon, sinirlilik ve sinirlilik' olabilir. Kulaklarda kalıcı çınlama veya diğer anormal sesler (tinnitus) ve anormal görsel algılar gelişebilir.

Çekilme belirtileri arasında 'karın krampları, kas krampları (kalıcı, şiddetli boyun ağrısı dahil), bayılmaile birlikte 'ortostatik hipotansiyon, mide bulantısı veya kusma, ishal, iştahsızlık, kilo kaybı, titreme, ateş, terleme, çevresel uyaranlara karşı aşırı uyarılma ve aşırı duyarlılık, bulanık görme, başın içinde "vızıltı" veya "elektrik" hissi, kafa karışıklığı, duyarsızlaşma, anksiyete, korkutucu, rahatsız edici düşünceler, takıntılı durumlar ve halüsinasyonlar ve deliryum veya organik beyin sendromu ile birlikte psikoz, nöbetler ve ölüm' yer alabilir. (Jacobs, 1995; Nishino, Mignot ve Dement, 1995; Pecknold, Swinson, Kuch ve Lewis, 1988; Silver, Yudofsky ve Horowitz, 1994).

Çoğu vaka cevabı, 'yavaş bir bırakmanın bile ciddi yoksunluk belirtilerini ortadan kaldırmayabileceğini' öne sürmektedir. Kademeli bırakmanın, süreci sadece uzatıp uzatmadığı, üstesinden gelip gelmediği belirsizdir. (Noyes, 1992). 

Belirtilerin tamamen geçmesi genellikle haftalar veya aylar alır ve bu da hastada uzun süreli anksiyete veya depresyona neden olur. (Ashton, 1995). Aylarca veya yıllarca ilaçsız kaldıktan sonra 'benzodiazepin yoksunluk etkilerinden' tamamen kurtulamayan hastalar gördüm. 

Bu hastalar genellikle uzun yıllar, hatta belki de hayatlarının geri kalanında 'huzursuz, yorgun, endişeli ve depresif' hissederler. Geçmişe dair büyük hafıza blokları ortadan kaldırılabilir ve bu da 'kimlik kaybı ve kendine yabancılaşma' hissi yaratabilir. Anılar kısmen geri kazanıldığında veya fotoğraflar ve arkadaşlardan gelen anekdotlarla yeniden canlandırıldığında, anılar, rüya benzeri veya gerçek dışı bir nitelik taşıyabilir. Konsantrasyon, kısa süreli hafıza ve uyku, 'geri döndürülemez' şekilde bozulabilir. Bu etkilerin bazıları, yoksunluktan ziyade kalıcı beyin hasarı veya işlev bozukluğuyla ilişkili olabilir. 

Bu durum, bazı hastaların 'kronik benzodiazepin kullanımının etkilerinden, neden asla tam olarak kurtulamadıklarını' açıklayabilir. Benzer şekilde, bazı hastaların tekrarlanan çabalara rağmen benzodiazepinleri kalıcı olarak bırakamamalarının nedeni de bu olabilir.

Kales, Manfredi, Vgontzas, Bixler, Vela-Bueno ve Fee (1991), plasebo kontrollü bir uyku laboratuvarı çalışmasında, triazolamın ve daha az ölçüde temazepamın "kısa süreli, aralıklı uygulanması ve kesilmesi" durumunda bile hastaların geri tepme (rebound) uykusuzluğu yaşadığını göstermiştir. Bu yoksunluk belirtileri, hastaları "ilaç alma davranışına" ve artan ilaç bağımlılığı (drug dependence) potansiyeline yatkın hale getirir. (s. 468).

Bir yıldan uzun süre terapötik dozlarda benzodiazepin alan hastaların %50 veya daha fazlasının fiziksel olarak bağımlı (dependent) hale geleceği ve aniden kesildiğinde yoksunluk belirtileri göstereceği tahmin edilmektedir. (Ashton, 1995; Noyes, 1992; Jacobs, 1995'te tartışılmıştır). Alprazolamın klinik olarak kullanılan dozlarda, kısa süreli kullanımında bile aşırı yoksunluk (withdrawal) ve bağ(ım)lılık (addiction) riski vardır. 

Öncelikle anksiyete veya panik tedavisinde kullanılan benzodiazepinler arasında alprazolamın 'yoksunluk (withdrawal) ve 
bağ(ım)lılık (addiction)yaratma konusunda özellikle kötü bir geçmişi olduğu görülmektedir. İlaç bağ(ım)lılığı (drug addiction) alanında, alprazolam en sık suçlanan psikiyatrik ilaçtır. (Breggin, 1991). Genellikle alkol ve diğer sakinleştiricilerle 'çapraz bağ(ım)lılık (cross-addiction)' şeklinde ortaya çıkar.

Xanax'ın panik bozukluğu için FDA onayı için kullanılan önemli çalışmalarda, birçok hastada anksiyete ve panik ataklarının geri tepmesi sonucu kötüleştiği görülmüştür. (Pecknold ve ark. , 1988). Bazı hastalar ilacı bıraktıktan sonra çok daha sık 'panik atak' geçirmiştir. Verilerin yeniden değerlendirilmesi, birçok veya çoğu hastanın çalışmaların sonunda 'ilaca başlamadan öncekinden daha kötü durumda olduğunu' göstermektedir. (Breggin, 1991; Jacobs, 1995; Marks, De Albuquerque, Cottraux, Gentile, Griest, Hand, Liberman, Relvas, Tobena, Tyrer ve Wittchen, 1989). 

Bazı hastalar, her gece uyku için aldıkları 0,5 mg klonazepam gibi düşük dozları bile bırakmayı zor, hatta imkansız bulabilirler. Motive olmuş hastalar bile bazen 'benzodiazepinler olmadan uyumaya çalışmaktan o kadar korkarlar' ki, ciddi bir çaba gösteremezler. Bu korku kısmen psikolojiktir. Ama aynı zamanda 'geri tepme uykusuzluğu ve kaygının korkutucu deneyimine' de dayanıyor.

Doktorlar, artan uykusuzluk ve anksiyetenin, ilacın etkisinden kaynaklanan bir geri tepmeden ziyade 'hastanın psikiyatrik bozukluğundan kaynaklandığına' yanlışlıkla inanabilirler. Bu yanlış değerlendirme, doktorların benzodiazepinleri sürekli artan dozlarda reçete etmelerine yol açabilir. Doz önerilen aralıkta kalsa bile, hasta 'uykusuzluk, anksiyete veya diğer acı verici duygularla' dozlar arasında iniş çıkışlar yaşayabilir. Hastanın hayatı, "doğru ilacı bulma" veya "doğru zamanda alma" gibi umutsuz çabalara adanmış hale gelebilir.

Bazı bireylerin benzodiazepinlerden vazgeçmesi, bir hekimin sabrını ve anlayışını ve genellikle aylar süren bir süreci gerektirir. (İlaç bırakma sürecinin genel prensipleri hakkında bir tartışma için bkz. Breggin ve Breggin 1994). Bağ(ım)lılık (addiction) şiddetliyse, hastaneye yatış gerekebilir. Ne yazık ki, hastaneye yatış, hastayı "bağımlı (addict)" veya "akıl hastası (mental patient)" olarak etiketleme eğilimindedir ve bu da, ilaç bağımlılığı (drug addiction) ve suistimalle (/kötüye kullanımıyla "abuse") mücadele eden bireyin zaten deneyimlediği iatrojenik aşağılanma ve damgalanmaya (iatrogenic humiliation and stigmatisation) katkıda bulunur.

Önerilen 4-10 mg/gün dozlarında bile, hastalar "sarhoş (drunk)" göründükleri aşırı sedasyon dönemlerinden, - kısmi yoksunluk yaşadıklarında - aşırı uyarılma ve anksiyete dönemlerine geçiş yapabilirler. Arkadaşlar ve aile, örneğin hasta sarhoş (drunken) bir şekilde sendelemeye başlayana veya bir tatil yemeğinde tek bir alkollü içkiden sonra sersemleyip bayılana kadar semptomları "akıl hastalığına (mental illness)" bağlayabilir. Geriye dönüp bakıldığında, hastanın 'aylarca kendi durumunu doğru bir şekilde değerlendiremeyecek veya ilacın etkileri konusunda karar veremeyecek' kadar sarhoş (/alkol zehirlenmesi "intoxicated") olduğu ortaya çıkacaktır. Hastanın söz konusu süre boyunca hafızası, genellikle ciddi şekilde bozulur.

-FDA'nın Spontan Bildirim Sisteminden (MEDWATCH) Elde Edilen Verilerin Önemi...

Bu incelemenin de gösterdiği gibi, benzodiazepin kaynaklı advers ilaç etkileriyle ilgili çok sayıda bilgi, FDA'nın kendiliğinden bildirim sistemi tarafından üretilmiş veya doğrulanmıştır. (FDA, 1995; GAG, 1990). Bu sistem, genellikle eczacılardan ve doktorlardan gelen 'gönüllü bildirimlere' dayanmaktadır. Raporların çoğu, bunları FDA'ya ileten ilaç üreticisine gönderilir. Diğerleri ise doğrudan federal kuruma gönderilir.

-Pazarlama Öncesi Çalışmaların Sınırları...

Bir ilacın, piyasaya sürülmesinden önce yapılan çalışmalar, ilacın 'rutin klinik kullanımı sırasında ortaya çıkacak birçok advers ilaç reaksiyonunu ortaya çıkarmak' için yeterli değildir. Psikiyatrik ilaçların onayına temel teşkil eden kontrollü çalışmalar, genellikle yalnızca 4-6 hafta sürmektedir. (bkz. Breggin, 1997; Breggin ve Breggin, 1994}. FDA (1995j), "Pazarlama Öncesi Klinik Araştırmaların Sınırlamaları (Limitations of Premarketing Clinical Trials)" olarak adlandırdığı hususları şöyle özetlemektedir: 

"Kısa süreli - kronik kullanımla gelişen veya uzun bir latent dönemi olan etkilerin tespit edilmesi imkansızdır. Dar popülasyon - genellikle özel grupları (örneğin çocuklar, yaşlılar) büyük ölçüde içermez ve onaydan sonra ilaca maruz kalabilecek popülasyonu her zaman temsil etmez. Dar endikasyon kümesi - etkinliği araştırılan ve gerçekte gelişen kullanımı kapsamayan endikasyonlar. Küçük boyut (genellikle 3.000 ila 4.000 denek içerir) - nadiren ortaya çıkan etkilerin tespit edilmesi çok zordur." (s. 1)

Klinik çalışmalara birkaç bin hasta dahil edilebilirken, gerçek kontrollü çalışmalara yalnızca bin veya daha fazla hasta dahil edilecektir. Ayrıca, bunların çoğu kısa süreli çalışmalar tamamlanmadan önce çalışmayı bırakacaktır. İlaca maruz kalan bitiricilerin sayısı yalnızca yüzleri bulabilir. (Breggin, 1997; Breggin ve Breggin, 1994). FDA (1995), bir advers reaksiyon tespit etme olasılığı konusunda şu noktaya değinmektedir:

"Klinik araştırmalar, öncelikle etkililik ve risk-fayda oranını değerlendirmek için tasarlanmış etkili araçlardır, ancak çoğu durumda bir ilacın güvenliği hakkında tüm bilgileri sağlayacak kadar büyük veya uzun değildirler. Pazarlama onayı sırasında, yeni bir ilacın güvenlik veritabanı genellikle 3.000 ila 4.000 maruz kalmış bireyi içerir; bu sayı, nadir görülen advers olayları tespit etmek için yetersizdir. Örneğin, 10.000 hastada 1 görülme sıklığına sahip bir advers olayı tespit etme olasılığının %95 olması için, 30.000 hastadan oluşan bir maruz kalmış nüfus gereklidir." [orijinal metinde kalın yazı tipiyle yazılmıştır). (s. 1)

FDA'nın yeni MEDWATCH programının direktörü Dianne Kennedy (Kennedy ve McGinnis, 1993) şöyle diyor: "Bir ilacın güvenlik profili zaman içinde sürekli olarak gelişir. Ürün onayından önceki klinik araştırmalar genellikle yalnızca birkaç bin hastaya ait güvenlik verilerini içerir. Bir ilaç giderek daha geniş popülasyonlarda, klinik araştırmalar sırasında incelenmeyen alt gruplarda (örneğin hamile kadınlar, yaşlılar) veya çok sayıda tıbbi rahatsızlığı olan ve birden fazla ilaç kullanan hastalarda kullanıldıkça yeni bilgilerin keşfedilmesi beklenir." (s. 3) Kısacası, bir ilacın klinik kullanımı, ilacın test edildiği kontrollü araştırmalardan büyük ölçüde farklı olabilir.

FDA adına Amerikan Tabipler Birliği Dergisi'nde yazan David Kessler (1993) şöyle diyor: "Piyasaya sürülmeden önce onay almak için yürütülen büyük ve iyi tasarlanmış klinik araştırmalar bile, bir ürün yaygın olarak kullanılmaya başlandıktan sonra ortaya çıkabilecek tüm sorunları ortaya çıkaramaz. Belki de 5000 kullanıcıdan birinde, hatta 1000 kullanıcıdan birinde bir advers olay meydana gelirse, klinik araştırmalarda gözden kaçabilir, ancak piyasaya sürüldüğünde ciddi bir güvenlik sorunu oluşturabilir." (s. 2765) 

Bu nedenle FDA, bir ilacın 'halka, pazarlanmadan önce güvenli olduğunun kanıtlanmasını' beklemez. Ancak doktorlar genellikle bu tehdit edici gerçeklikten habersizdir. FDA, ciddi advers ilaç etkilerinin pazarlama sonrası dönemde ilk kez 'ne sıklıkta ortaya çıktığı' konusunda doktorları bilgilendirmek için çalışmalara başlamıştır. (FDA, 1995; Kennedy ve McGinnis, 1993; Kessler, 1993; Leber, 1992).

FDA yetkililerinin yorumlarında vurgulanmasa da, 'araştırmacı yanlılığı ve ilaç şirketlerinin veri manipülasyonu', klinik deneylerin olumsuz ilaç etkilerini ortaya koymamasında önemli bir rol oynamaktadır. Klinik deneylerin çoğu, 'ilaç endüstrisi ve biyolojik psikiyatri ile yakın bağları olan veya bu endüstri tarafından ücretlendirilen araştırmacılar' tarafından yürütülmektedir. Belirli bir ilacın veya genel olarak ilaçların 'kullanımını engelleyebilecek olumsuz ilaç etkilerinin' göz ardı edilmesi eğilimi vardır. (Breggin, 1997; Breggin ve Breggin, 1994; Moore, 1995).

-Spontan Raporlama Sisteminden Bilimsel Sonuçlar Çıkarmak...

FDA'ya veya üreticiye yapılan advers ilaç etkileri bildirimleri, ilaç ile advers etki arasında nedensel bir bağlantı olduğunu tek başına kanıtlamaz. Nedenselliği doğrulamak için aşağıdaki faktörlerden bazıları faydalıdır: 

(1) Diğer ilaçlarla karşılaştırıldığında, özellikle aynı veya benzer ilaç sınıfında, orantısız olarak yüksek sıklıkta veya çok sayıda bildirim
(2) Epidemiyolojik ve klinik verilerde yansıtıldığı gibi anlamlı veya yeterince güçlü bir ilişki
(3) Artan sıklık veya sayıda bildirim için alternatif açıklamaların olmaması; 
(4) Advers reaksiyonlar ile ilacın 'başlangıç veya artan dozları' arasında zamansal bir ilişki olduğunu gösteren raporlar;
(5) doza bağlı reaksiyon raporları, yani daha yüksek dozlarda advers reaksiyonların sıklığında veya sayısında artış; 
(6) pozitif de - meydana gelme raporları - ilacın kesilmesinden sonra reaksiyonun çözülmesi
(7) pozitif tekrar - meydana gelme raporları - reaksiyonun ilaca yeniden başlanmasıyla tekrar ortaya çıkması; 
(8) bireylerde advers reaksiyon raporları; 
(9) klinik deneyimi (yayınlanmış ve yayınlanmamış) doğrulayan; 
(10) kontrollü çalışmalar da dahil olmak üzere klinik çalışmalardan elde edilen veriler
(11) ilaç ile advers reaksiyon arasındaki nedensel bağlantıya dair rasyonel bir tıbbi ve/veya nörokimyasal açıklama ve buna bağlı olarak daha iyi bir açıklamanın bulunmaması.

Federal Yargı Merkezi (Bailey, Gordis, Green ve Rothstein, 1994), yukarıdaki noktaların çoğunu özetleyen bir dizi kriter önermiştir. Koch'un varsayımlarına dayanarak, raporun yazarları, "bir epidemiyolog, bir etken ile bir hastalık arasındaki ilişkinin, nedensel olup olmadığını belirlerken yedi faktörün dikkate alınması gerektiğini" belirtmektedir. Sorular halinde sorulduğunda, aşağıdaki faktörler listelenmiştir: 

1. Maruziyet ve hastalık arasındaki ilişki ne kadar güçlü? 
2. Zamansal bir ilişki var mı? 
3. İlişki diğer araştırmalarla tutarlı mı? 
4. İlişki biyolojik olarak makul mü (mevcut bilgilerle tutarlı mı)? 
5. Alternatif açıklamalar elendi mi? 
6. İlişki özgüllük gösteriyor mu? 
7. Doz-yanıt ilişkisi var mı? (s. 124)

Yukarıdaki bireysel kriterlerin hiçbiri, makul veya bilimsel bir sonuca varmak için mutlak bir gereklilik değildir. Tıp, bilim ve kamu güvenliği adına, mevcut en iyi kanıtları değerlendirmeli ve mümkün olduğunca sağlam bir sonuca varmalıyız. Genellikle, hatta tipik olarak, yüksek olasılıklı kararlar, eksik bir veri kümesiyle alınır.

-Spontan Raporlama Sisteminin Etkisi...

Kontrollü klinik çalışmalardan onay almak faydalı olsa da, bilinen veya kanıtlanmış birçok advers ilaç reaksiyonunu kontrollü klinik çalışmalarla göstermek genellikle imkansızdır. (FDA, 1995; GAO, 1990; Kennedy ve McGinnis, 1993; Kessler, 1993; Leber, 1992; Breggin, 1997'de incelenmiştir). Bir ilacı içeren kontrollü klinik çalışmalardan elde edilen olumsuz bulgular, ilaç ile advers reaksiyon arasında nedensel bir bağlantı olmadığını göstermek için kullanılamaz. Aslında, pazarlama sonrası aşamada ilaç etiketlemesinde yapılan değişikliklerin büyük çoğunluğu, spontan raporlama sistemi tarafından üretilen veri türüne dayanmaktadır ve değişikliklerin neredeyse hiçbiri kontrollü klinik çalışmalardan kaynaklanmamaktadır. İlaçlar piyasadan çekildiğinde bile, FDA genellikle kendiliğinden gelen bildirimlere dayanarak hareket eder. 

Spontan bildirim sisteminin etkisini açıklayan Kessler (1993), şöyle der: "Doktorların FDA'ya veya üreticilere gönüllü olarak bildirdikleri bildirimlere yanıt olarak FDA, 'uyarılar yayınlamış, etiket değişiklikleri yapmış, üreticilerin pazarlama sonrası çalışmalar yürütmesini zorunlu kılmış' ve nihayetinde hastaların ölümlerini ve acılarını önleyen ürünlerin piyasadan çekilmesini emretmiştir." (s. 2765)

FDA (FDA, 1995), kendiliğinden bildirim sisteminin, advers ilaç reaksiyonları hakkında pazarlama sonrası bilginin en önemli kaynağı olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu sistem, sıklıkla ilaç etiketlerinde değişiklik yapılması veya ilaçların piyasadan çekilmesi gerektiğine dair bilimsel tespitlere yol açmaktadır.

1990 tarihli bir Devlet Muhasebe Ofisi (GAO) raporuna göre, 1976 ile 1985 yılları arasında FDA tarafından onaylanan tüm ilaçların %50'sinden fazlasının pazarlama sonrası incelemelerde 'daha önce tespit edilmemiş "ciddi" yan etkileri olduğu ve bazen piyasadan çekilmesi gerektiği' tespit edildi. Bu dönemde on beş psikofarmasötik ilaç onaylandı ve bunlardan dokuzunun pazarlama sonrası incelemelerde ciddi riskler taşıdığı tespit edildi ve bir vakada piyasadan çekilmesine yol açtı. (s. 25, s. 74-78). Antidepresan nomifensinin, dünya çapında sekiz veya dokuz yıl piyasada kaldıktan sonra 'masif intravasküler hemolitik anemiye' neden olduğu bulundu. (Leber, 1992, s. 6).

Bu gözlemler, kontrollü klinik araştırmaların 'advers ilaç reaksiyonları açısından nedenselliği belirlemede en önemli bilimsel yöntem olmadığını' göstermektedir. GAO çalışmasında pazarlama sonrası dönemde tespit edilen psikiyatrik ilaçlara bağlı ciddi advers reaksiyonların tüm listesini inceledim. Her birinin, spontan raporlama sistemi ve genel klinik deneyimin bir kombinasyonu yoluyla keşfedilmiş ve doğrulanmış olması muhtemeldir. Bu advers reaksiyonlardan herhangi birinin öncelikli olarak kontrollü bir klinik araştırma yoluyla tespit edildiğine veya doğrulandığına dair hiçbir kanıt yoktur.

-Önceki Sonuçların (Consequences) Ciddiyeti

Benzodiazepin toksisitesinin ve yoksunluk sorunlarının psikolojik, mesleki ve sosyal sonuçlarının ciddiyeti, psikiyatri literatüründe nadiren veya hiç yeterince ele alınmamıştır. (Jacobs, 1995'te tartışılmıştır). Klinik ve adli tıp deneyimime göre, - benzodiazepin etkisi altındaki bireyler,  kendilerine hiç yakışmayan dolandırıcılık (fraud) ve şiddet (violence) içeren suçlar işleyebilirler. Aile varlıkları ve aile hayatı, ilaç istismarı (/kötüye kullanımı "abuse") ve bağ(ım)lılığı (addiction) uğruna feda edilebilir. 

David Jacobs (1995), 'birçok psikiyatristin, ilaçların yan etkilerine karşı aşırı kayıtsız göründüğüne' dikkat çekmektedir. Tıbbi ve bilimsel makalelerde, yan etki reaksiyonlarının genellikle 'diğer insanları ve bireyin genel yaşamını etkilemeyen izole olaylar' olarak rapor edildiğini belirtmektedir. Jacobs (1997) şöyle der: "Birçok kişi, bir kişi olumsuz bir ilaç reaksiyonu yaşadığında, ilacı almayı bırakıp olumsuz ilaç reaksiyonunu sonlandırabileceğini ve böylece ilaç reaksiyonunu sonlandırabileceğini varsayar. Benzodiazepinler söz konusu olduğunda ise tablo genellikle çok farklıdır." (s. 1)

Jacobs'un gözlemlediği gibi, sürekli benzodiazepin kullanımının sonuçları - 'uyuşukluk, duygusal durgunluk, inhibisyon bozukluğu, depresyon ve anksiyetenin kötüleşmesi' gibi - hastalar, aileleri veya doktorları tarafından ilaçla ilgili olarak anlaşılmayabilir. Hastalar ilacı azaltmaya veya bırakmaya çalıştıklarında, artan uykusuzluk veya anksiyetelerinin geri tepmenin bir sonucu olduğunu fark etmezler. 

İlacın neden olduğu fiziksel, bilişsel ve duygusal sorunlar nedeniyle hastanın kişisel ve iş ilişkileri bozulabilir. Yoksunluk 'işkence' olarak deneyimlenebilir ve yoksunluğun etkileri sosyal ve mesleki yaşamı bozabilir. Öfke, mani ve psikotik boyutlara ulaşan diğer ilaç kaynaklı reaksiyonlar, hayatları mahvedebilir ve sevdikleriniz ve masum çevrenizdekiler arasında büyük bir yıkıma yol açabilir." -Prof. Dr. Peter R. Breggin, MD (Psikiyatri ve Psikoloji Çalışmaları Merkezi 1998) (72)

* 'Gerçeğin Yetimleri: I. Psikoz ve Diğer İlkel Zihinsel Bozuklukların Nörobiyolojik ve Psikososyal Boyutlarına İlişkin Bazı Modern ve Postmodern Bakış Açıları. 
Psikanaliz ve türevi psikodinamik terapiler ile ilgili nörobiyolojik araştırma bulguları arasındaki gelişen arayüze ve psikososyal araştırma verilerinin bazı yönlerine, özellikle de bunların genel olarak psikozlar ve ilkel ruhsal bozukluklar ile özel olarak şizofreni ile ilişkisine değinmek istiyorum. Şimdi kesinlikle çift yönlü bir bakış açısının (Grotstein, 1978, 1995a) kullanılmasının zamanıdır; eğer "Siyam ikizliği" (Grotstein, 1988) imgesini kullanacak olursak, bu bakış açısı iki veya daha fazla disiplinin ayrılığı ve birbirine bağlılığı paradoksunu aynı anda kapsayabilir. Bu temayı geliştirirken, hem genel hem de özel olarak duygusal bozukluklara değinmek ve nörobiyolojik araştırmaların bu konulara nasıl ışık tuttuğunu, psikanalizin teorilerini ve tekniklerini genel ve özel olarak nasıl değiştirmesi gerektiğini ve nörobiyolojinin psikanalizden hangi dersleri çıkarabileceğini ele almak istiyorum. Ayrıca, hem nörobiyoloji hem de psikanalizin benimsediği geleneksel kavramlarla çelişen şizofreni hakkında bazı yeni metafizik /epistemolojik ve psikososyal fikirler sunmak istiyorum. (...)

Sonuç... Daha önceki bir yazımda (1978), matematiksel teoriyi psişik uzay kavramına uyguladım. Orada vardığım bazı sonuçların, bu konu için de geçerli olduğuna inanıyorum. Kısacası, uzayla ve uzayda oynamayı öğrenen normal bir çocuk (Winnicott, 1971), kendisini üçüncü boyutta ve ikili yolda bulur. Yani, çocuk fantezi (illüzyon) ile gerçeklik arasındaki farkı görebilir ve aynı zamanda gerçekliğin 'uzunluğu, genişliği ve eni arasındaki alternatifleri' görebilir. Tüm akıl hastalıkları, oyunun işlevsizliğini öngörür; yani, üçüncü boyut ve ikili yolun gelişiminde bir engel veya eksiklik vardır. (Grotstein, 1995a). Yani, hangi kategoriden olursa olsun akıl hastalığı olan hastalar, genellikle mutlak "ya o ya da bu"nun ilk boyutu olan üçten küçük psişik boyutlara hapsolmuşlardır. Paranoya birinci boyutu, psikoz ise psişik uzay ve zaman duvarlarının sonsuza kadar çöktüğü sıfır boyutunu karakterize eder. Bana göre Lacan'ın 'Gerçeklik Kaydı' ile kastettiği tam olarak buydu! (...) " -Allen, J.G. & Collins, D.T. (73)

"Tıbbi Model Eleştirisinin Sınırlamaları
Özet... Güçlendirilmiş bir eleştiri, tıbbi modeli tamamen çürütmüş olsa da açıklayıcı gücü sınırlı kalmıştır; hem bireysel sıkıntının hem de gücü azalmamış olan akıl sağlığı sisteminin meşruiyetinin analizinde daha geniş sosyo-politik boyutları dahil etmekte başarısız olmuştur. (...)

Giriş... 1960'larda, psikiyatrinin bir bilim ve akıl sağlığı sisteminin 'başarılı bir insani girişim olduğu' iddialarına karşı yeni sesler yükseldi. Bu sesler arasında Ernest Becker (1964), Erving Goffman (1961), R. D. Laing (1967; Laing ve Aaron Esterson, 1964), Thomas Scheff (1966) ve Thomas Szasz (1961) yer alıyordu. Bunların yazıları, Radikal Terapist "The Radical Therapist" (Agel, 1971, 1973) dergisindeki makaleler gibi diğerleriyle birlikte, felsefi görüşlerdeki büyük farklılıklara rağmen "antipsikiyatri" şemsiye etiketiyle anıldı. Bu eleştirel literatür, aktivist bir hareketle birlikte, tıbbi model 'psikiyatrinin 'hegemonyasını, sahte otorite kaynaklarını, insan sorunlarını' mistifiye etmesini ve istem dışı hastaneye yatırma, ilaç verme ve elektroşok gibi akıl sağlığı sisteminin daha baskıcı uygulamalarını' vurguladı. (...)

- Psikiyatrik İlaçlar... Son yıllarda psikiyatrik ilaçların anlaşılması alanında önemli ve eleştirel çalışmalar yapılmıştır. (bkz. özellikle Breggin, 1983, 1990, 1991; ayrıca bkz. Cohen ve Cohen, 1986; Coleman, 1984, s. 131-151; Fisher ve Greenberg, 1989; Lewontin ve ark. , 1984, s. 173-206; Richman, 1987; Sarbin ve Mancuso, 1980; Van Put ten, 1974, 1975; Van Put ten ve Marder, 1987; Van Put ten ve May, 1978; Van Put ten, May, Marder ve Wittman, 1981; Van Put ten, May ve Wilkins, 1980). Tüm eleştirel gözlemciler, 'çeşitli ilaç sınıflarının genel olarak 'duygu ve davranışları' bastırarak "işe yaradığını"' belirtir. 

Ana ilaç sınıflarının hiçbiri, adlarının ima ettiği etki özgüllüğüne sahip değildir (örneğin, antipsikotik, antidepresan vb. ): farklı tanıları olan bireyler genellikle aynı ilaca yanıt verirken, aynı tanıyı alan bireyler genellikle farklı ilaçlara yanıt verir. (Wiener, 1989, s. 305; 1991, s. 213). 

İlaçlar, 'kesin hedef noktaları vuran' sihirli mermiler değildir; daha çok "birçok yöne uçan şarapnel patlamaları" gibidirler. (Lewontin ve ark. , 1984, s. 193-194). İlaçlar, semptomları azaltarak ve istenmeyen davranışları bastırarak "işe yarayabilir", ancak etkililikleri hakkında kesin bir ifade kullanılamaz. 

Sonuç çalışmaları, 'yüksek nüks oranlarının sıklıkla göz ardı edilmesi (Fisher ve Greenberg, 1989, s. 309-334) ve ciddi yan etkilerin en aza indirilmesi (Cohen ve Cohen, 1986, s. 21) gibi metodolojide önyargılar ve ciddi kusurlar örüntüsü' göstermektedir. 

Ayrıca, çalışmalar nöroleptik ilaçların deneyimli kullanıcıların güçlerini ve kritik kaynaklarını, - yani hayata aktif katılım için gerekli enerji ve becerileri - geliştirmelerine yardımcı olmadığını ortaya koymaktadır. (Carson ve Sanislow, 1993, s. 323-324). Çeşitli psikotropik ilaç sınıflarının yan etkileri, akıl sağlığı uzmanları tarafından düzenli olarak en aza indirilmektedir. (Brown, 1985, s. 149-158; Brown ve Funk, 1986; Cohen ve McCubbin, 1990, s. 466). 

Nöroleptiklerin neden olduğu 'akatizi (huzursuzluk), akinezi (hareket yoksunluğu) ve bilişsel körelmenin yüksek insidansına' dair artan kanıtlar mevcuttur; ayrıca, bu 'davranışsal yan etkiler, - tardif diskineziye benzer şekilde, - geç ortaya çıkabilir ve geri döndürülemez' olabilir. (Breggin, 1990, 1991). Tüm tabloya "büyük bir iatrojenik felaket" demek doğru olabilir. (Cohen ve Cohen, 1986, s. 22). (...)" -Ken Barney, PHD (75)

"Psikiyatrik ilaçların uzun süreli kullanımı yarardan çok zarara mı yol açıyor?
Özet... Peter C Gøtzsche, zararları küçümseyen ve faydaları abartan deney tasarımlarını sorgulayarak, neredeyse 'tüm psikotropik ilaç kullanımını olumsuz bir etki yaratmadan durdurabileceğimizi' söylüyor. Allan H Young ve John Crace ise, 'kanıtların uzun süreli kullanımı desteklediğini 'savunarak bu görüşe katılmıyor.

Evet - Peter C. Gøtzsche... Aşağıda gösterdiğim gibi, 'psikiyatrik ilaçlar, batı dünyasında her yıl 65 yaş ve üzeri yarım milyondan fazla insanın ölümünden' sorumludur. Bunu haklı çıkarmak için faydalarının muazzam olması gerekir, ancak bu faydalar asgari düzeydedir. Abartılan faydalar ve küçümsenen ölümlerYapılan randomize çalışmalar, ilaçların etkilerini doğru bir şekilde değerlendirmemektedir. Neredeyse hepsi önyargılıdır çünkü halihazırda başka bir psikiyatrik ilaç kullanan hastaları içermektedir. Kısa bir arınma döneminden sonra plaseboya randomize edilen hastalar, aniden ilacı bırakır ve sıklıkla yoksunluk belirtileri yaşarlar. Bu tasarım, tedavinin faydalarını abartmakta ve plasebo grubundaki zararları artırmaktadır ve şizofreni çalışmalarında plasebo alan hastaları intihara sürüklemiştir.

Endüstri tarafından finanse edilen çalışmalarda ölümlerin 'eksik raporlanması' bir diğer büyük kusurdur. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 100.000 hasta üzerinde yapılan bir meta-analize dahil edilen bazı randomize çalışmalara dayanarak, 'antidepresan kullanan kişilerde, FDA tarafından bildirilenden 15 kat daha fazla intihar vakası olduğunu' tahmin ediyorum. Örneğin, fluoksetin ve paroksetin ile yapılan çalışmalarda 9956 hastada 14 intihar vakası varken, FDA'da 52960 hastada sadece 5 intihar vakası vardı. Bunun nedeni, FDA'nın 'hastaların ilacı almayı bırakmasından sonraki 24 saate kadar olan olaylarıdahil etmesiydi.

Toplam ölüm tahmini... Antipsikotikler için, randomizasyondan önce psikiyatrik ilaç alma olasılıklarının daha düşük olması nedeniyle demans hastalarında plasebo kontrollü çalışmaların meta-analizini kullandım. Mutlak ölüm oranı, tedavi grubunda %1 daha yüksekti. Şizofreni hastalarında ölüm oranına ilişkin Finlandiya kohort çalışması ve antipsikotiklerin, ölüm oranını düşürdüğü fikrini destekleyen diğer tüm çalışmalar güvenilir değildir. İlaç kullanmayan hastalardaki ölüm oranı çok yüksekti ve diğer Finlandiya verileriyle uyuşmuyordu; ölümlerin %64'ü hesaba katılmamıştı.

Ortalama yaşları 55 olan hastalar üzerinde yapılan iyi yürütülmüş bir kohort çalışması, 'benzodiazepinler ve benzeri ilaçların ölüm oranını iki katına çıkardığını; aşırı ölüm oranının yılda yaklaşık %1 olduğunu' ortaya koymuştur. Kendi kontrol grubu olan 65 yaş üstü hastalar üzerinde yapılan bir kohort çalışması, 'hastaların bir yıl boyunca yeni antidepresanlar kullandıklarında, tüm nedenlere bağlı ölüm oranının, antidepresan kullanmadıkları zamana göre %3,6 daha yüksek olduğunu' ortaya koymuştur. Bu üç ilaç sınıfının neden olduğu ölüm sayısını tahmin etmek için Danimarka reçete istatistiklerini kullandım. Yaşlılarda çok daha yaygın olan düşmeler, psikotrop ilaç kullanan kişilerde önemli bir ölüm nedeni olduğundan, yalnızca en az 65 yaşında olan kişileri dahil ettim ve muhafazakar ölüm oranlarını kullandım: antipsikotikler için %1, benzodiazepinler ve benzeri ilaçlar için %1 ve antidepresanlar için yalnızca %2. Danimarka'da bir yılda meydana gelen toplam ölüm sayısı (3693), ABD ve Avrupa Birliği'nde toplam 539.000'e denk geliyor. (....)" (6)

"Psikiyatri, sağlık hizmetlerinde odaklanmamız gereken bir felaket alanıdır
Psikiyatrik ilaçların serbestçe kullanılmasıyla, pratisyen hekimlerin psikiyatri hastalarıyla yaptığı çalışmalar da dahil olmak üzere psikiyatri, faydadan çok zarar vermektedir. Yine de, 'hastaların nöroleptiklerle zorla tedaviye tabi tutulmasının, etik veya bilimsel olarak en iyi çıkarlarına hizmet ettiğini' iddia etmek mümkün olmasa da, tek bir ülke bile 'BM'nin engellilik sözleşmesini' ciddiye almamıştır

Hâkim paradigmaya göre, psikiyatrik ilaçların belirli bozukluklara karşı belirli etkileri vardır; etkileri zarardan çok fayda sağlar ve genellikle bunları yıllarca, hatta belki de ömür boyu kullanmak gerekir. Dahası, birçok psikiyatrist hâlâ hastalarına 'kimyasal bir dengesizlikten muzdarip olduklarını ve psikiyatrik ilaç almanın - diyabet için insülin almaya benzediğini' söylemektedir.

Bu, klorpromazinin 1954'te piyasaya sürülmesinden bu yana psikiyatride geçerli olan paradigmadır. Ancak, paradigmayı destekleyen araştırmalar, eleştirel bir şekilde değerlendirildiğinde, 'paradigmanın sürdürülemez olduğu' ortaya çıkar. 

Öncelikle, psikiyatrik ilaçların etkileri, spesifik değildir. Yüksek beyin fonksiyonlarını bozarlar ve hastalarda, sağlıklı insanlarda ve hayvanlarda benzer etkilere neden olurlar; bu da belirli bozukluklarda spesifik etkilere neden olmaktan uzaktır.

İkinci olarak, paradigmayı destekleyen araştırmalar kusurludur. Üçüncüsü, psikiyatrik ilaçların yaygın kullanımı hastalar için zararlı olmuştur. Bu ilişkinin incelendiği her ülkede, 'psikiyatrik ilaç kullanımının artmasına, kronik hasta ve engelli maaşı alan kişi sayısında artış' eşlik etmiştir. Bu durum, belirli bozukluklar için belirli ilaçların kullanılması fikrine şiddetle karşı çıkmaktadır. 

Dördüncüsü, psikiyatrik bozuklukların 'beyin taramalarında görülebilen beyin hasarına' neden olduğunu gösterme girişimlerinin tümü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu araştırma alanı son derece kusurludur ve araştırmacılar çoğu zaman 'gözlemledikleri herhangi bir beyin değişikliğininhastalarının yıllardır kullandığı psikiyatrik ilaçlardan kaynaklanmış olabileceği olasılığını' bile düşünmemişlerdir. 

    "Aksine, birçok güvenilir çalışmada - özellikle nöroleptik ilaçlar için - psikiyatrik ilaçların kalıcı beyin hasarına neden olabileceği gösterilmiştir."

Psikiyatrik ilaç deneylerinde dört temel sorun vardır: 

1) Neredeyse tüm plasebo kontrollü çalışmalar, aniden bırakma tasarımları nedeniyle kusurludur. Halihazırda tedavi gören hastalar, öncelikle herkesin daha önce kullandığı ilacın kesildiği ve ardından plasebo veya ilaca randomize edildiği bir arınma döneminden geçerler. Arınma dönemi, plasebo grubunda yoksunluk belirtilerinden kaçınmak için çok kısadır. Bu yoksunluk belirtileri, bozukluğu tanımlayan belirtilerle aynı olabilir, örneğin depresyon deneylerinde 'depresyon ve yoksunluk etkileriçok belirgin olabilir. Sertralin veya paroksetin ile uzun süreli tedavi gören ve depresyonlarının remisyonundan sonra 4 ila 24 ay boyunca iyi durumda olan hastaların üçte birinde, ilacın plasebo ile değiştirildiği 5-8 günlük bir süre boyunca Hamilton skorlarında en az 8 artış görülmüştür.

2) Denemeler yeterince körleştirilmemiştir. İlaçların belirgin yan etkileri vardır ve bu nedenle birçok hasta ve doktor ilacın etkili mi yoksa plasebo mu olduğunu tahmin etmek zorunda kalmıştır. Bu, sonuçların öznel olduğu durumlarda önemli bir sorundur; psikiyatrik ilaç denemelerinde neredeyse her zaman özneldirler

3) Psikiyatristler, hastalar için önemi genellikle belirsiz olan derecelendirme ölçekleri kullanarak etkiyi değerlendirir.

4) Sonuçların seçici olarak raporlanması çok yaygındır ve çok ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin, intiharların yalnızca yaklaşık yarısı ve toplam ölüm sayısının yarısı, araştırma kayıtlarındaki mevcut verilerle karşılaştırıldığında, yayınlanmış ilaç araştırmalarında raporlanmaktadır ve araştırmamızda, araştırma kayıtlarındaki verilerin de eksik olabileceğini tespit ettik. 

Psikiyatrinin bir devrime ihtiyacı var. Reformlar yeterli değil. Psikoterapiye odaklanmalı ve neredeyse hiç psikiyatrik ilaç kullanmamalıyız. Sorumluluk reddi: Bunlar, psikiyatrik ilaçlar üzerine on yıllık araştırmaya dayanan benim görüşlerimdir. Ancak birçok hasta tarafından paylaşılmaktadır." (53)

"Psikiyatrik ilaçların beyin yapısı üzerindeki etkileri
Kronik psikotropik ilaç tedavisinin, 'beyinde yapısal yeniden yapılanmaya' yol açabileceği giderek daha fazla kabul görmektedir. Gerçekten de, insanlarda yapılan klinik çalışmalar ilgi çekici bir tablo sunmaktadır: Şizofreni ve psikoz tedavisinde kullanılan antipsikotikler, hastalarda 'kortikal gri cevher kaybına' katkıda bulunabilirken, bipolar bozukluk ve mani tedavisinde kullanılan lityum, hastalarda gri cevheri koruyabilir

Ancak, bu 'yapısal değişikliklerin' klinik önemi henüz net değildir. Bu konuyu insanlarda değerlendirmek için 'uzunlamasına, kontrollü ve randomize çalışmalaryürütmenin birçok zorluğu vardır; özellikle de hastalar incelenirken 'hastalık şiddeti, hastalık süresi ve diğer ilaçlar' gibi birçok karıştırıcı faktör de mevcuttur.

Bu nedenle, klinik araştırmalara bilgi sağlamak için hayvan modelleri geliştirmek kritik öneme sahiptir. Bunu başarmak için, King's College London'dan Dr. Shitij Kapur liderliğindeki bir grup araştırmacı, klinik olarak anlamlı ilaç maruziyeti ve eşleştirilmiş klinik dozajı uzunlamasına manyetik rezonans görüntüleme ile birlikte kullanarak bir sıçan modeli geliştirdi. Sıçanlara, insanların aldığı dozlara eşdeğer dozlarda lityum veya haloperidol (yaygın bir antipsikotik) uyguladılar. 

Sıçanlar bu tedaviyi sekiz hafta boyunca, - yani 5 insan yılına eşdeğer süreyle - günlük olarak aldılar ve tedaviden önce ve sonra beyin taramalarından geçtiler. Dr. Kapur bulgularını şöyle açıkladı: "Bu yaklaşımı kullanarak, haloperidol ile kronik tedavinin kortikal gri cevherde azalmaya, lityumun ise artışa neden olduğunu ve bu etkilerin ilaç kesildikten sonra geri dönüşümlü olduğunu gözlemledik." Gri cevher, haloperidol tedavisinden sonra %6 azalırken, lityum tedavisinden sonra %3 arttı.

Biyolojik Psikiyatri Editörü Dr. John Krystal, "Bu önemli gözlemler, kafa karıştırıcı etkilerin çoğunu ortadan kaldırarak klinik çalışmalardan elde edilen çelişkili bulguları netleştiriyor," yorumunu yaptı. "Beyin yapısındaki bu değişikliklerin, bu ilaçların faydalarının mı yoksa yan etkilerinin mi altında yattığı henüz belli değil. Ancak, bunlar, henüz tam olarak anlaşılmamış, ancak yeni tedavi yaklaşımlarına dair ipuçları içerebilecek, yerleşik ilaçların beyin üzerindeki etkilerine işaret ediyor."

Kapur, "Bu ilgi çekici bulgular mevcut klinik verilerle tutarlı olsa da, bu çalışmaların şizofreni veya bipolar bozukluğun doğuştan gelen patolojisini yansıtmayan normal sıçanlar üzerinde yapıldığı unutulmamalıdır," diye ekledi. "Üstelik, bu ilaç etkilerinin mekanizması /mekanizmaları henüz bilinmediğinden, daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır ve klinik çıkarımlarda bulunurken dikkatli olunmalıdır. Yine de, çalışmamız psikotrop ilaç tedavisinin beyin morfolojisi üzerindeki etkilerinin daha ileri düzeyde araştırılması için yeni ve güçlü bir model sistemi ortaya koymaktadır." (64)

"Yüzlerce ölüme yol açan antipsikotik ilacın daha iyi izlenmesi çağrısı
Antipsikotik ilaç alırken ölen kişilerin aileleri Channel 4 News'e, 'bunun nasıl izlendiği konusunda, toptan bir değişiklik yapılması gerektiğini' söyledi. İngiltere'de yaklaşık 37.000 kişiye, esas olarak ilaca dirençli şizofreniyi tedavi etmek için kullanılan klozapin reçete ediliyor. (...)" 
(260)

"Reçetelediği İlaçlar Tarafından Yaralanan Psikiyatrist Tüm Mesleğe Meydan Okuyor
Bugün, bir zamanlar yazdığı ilaçlar yüzünden acı çeken ve şimdi tüm mesleğe meydan okuyan psikiyatrist Mark Horowitz'le röportaj yapıyorum..
(...)" (261)

*** *** ***

2. BÖLÜM ;  Psikiyatrik ilaçların neden olduğu Beyin hasarıyla ilişkili bazı 'Tardif Diskinezi ve Akatizi' ile ilgili çalışmalar, bilgiler..

"Tardif Diskinezinin Politik Ekonomisi: Güç ve Sorumluluktaki Asimetriler
Özet... Tardif diskinezi, uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından kaynaklanan ciddi ve kamuoyunda iyi bilinen bir yan etkidir. Ancak, son yirmi yılda, bu ilaçların 'gerekli dikkatle reçete edilmesini sağlama' konusunda çok az ilerleme kaydedilmiştir. Nöroleptik reçete edilmesine yol açan karar alma sürecindeki ana katılımcılar (hastalar, aileler, doktorlar, kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerindeki teşvikler ve kısıtlamalar, ilaçların 'faydalarının abartılması ve yan etkilerinin en aza indirilmesi' olasılığını artırmaktadır. 

Güç dengesizlikleriyle birleştiğinde, bu faktörler 'reçete yazma kararını verme' konusunda çok az güce ve bilgiye sahip olan kişilerin, bu kararın maliyetinin çoğunu üstlenmesine neden olmaktadır. Bu durum, yetersiz sonuçlar vermesi beklenen verimsiz bir sistemin işleyişine işaret etmektedir. Sorumluluğu 'maliyetle daha uyumlu hale getirerek, karar sürecini daha verimli hale getirmenin yollarını' öneriyoruz. Karar alma sürecinde, gücü elinde bulunduranlar, - başkalarına yükledikleri istenmeyen risklerden sorumlu tutulurlarsa, - hem nöroleptiklerin kullanımı hem de bunun kaçınılmaz iatrogenezi muhtemelen azalacaktır.

Giriş... Tardif diskinezi (TD), nöroleptik ilaçların neden olduğu ve ilk olarak 1957'de tanımlanan bir hareket bozukluğu olup, psikiyatride en çok tartışılan konulardan biri olmuştur, - 1970'lerin başından beri kapsamlı bir şekilde incelenmiş (studied), müzakere edilmiş (debated) ve tartışılmıştır (discussed). 

TD'yi tedavi etmek için etkili bir yöntem olmamasına ve çoğu durumda geri döndürülemez olmasına rağmen, rahatsız edici (disturbing) ve rahatsız olmuş (disturbed) kişileri süresiz olarak nöroleptik ilaçlara maruz bırakma uygulaması, Mosher ve Burti'nin (1989) ifade ettiği gibi, yalnızca yeni bir türün, "tardif diskinezinin gizlenmesi imkânsız, kozmetik bozukluğuyla damgalanan tardif diskinezi"nin büyümesini sağlamıştır." (s. 3). Bir tahmine göre, Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda 625.000'e kadar kişi TD belirtileri göstermektedir. (Dewan ve Koss, 1989).

Bu halk sağlığı sorununa ilişkin artan endişelere yanıt olarak, Amerikan Psikiyatri Birliği (AP A), 1979 ve 1985 yıllarında TD'yi önleme ve yönetmeye yönelik kılavuzlar sunmuştur. (APA, 1985; Baldessarini, Cole, Davis, Gardos, Preskorn, Simpson ve Tarsy, 1979). Bunlar arasında 'nöroleptiklerin minimum dozda kullanılması, yan etkilerin izlenmesi, hastalar ve aileleriyle yan etkilerin tartışılması ve TD ortaya çıkarsa ilaçların azaltılması veya kesilmesi' yer almaktadır. 

Ayrıca, 1980 ve 1988 yılları arasında kamuoyunda geniş yer bulan bir düzine davada, hastalar 'TD sonucu yaşadıkları yaralanmalar için tazminat davası' açmışlardır. (Slaw ve Kalachnik, 1988). Mahkemeler, 'hastayı izlemeden ilaç yazmanın, TD'yi doğru bir şekilde teşhis edememenin, TD belirtilerine uygun şekilde tepki vermemenin ve hastayı TD riskleri konusunda bilgilendirmemenin' ihmalkar uygulama örnekleri olduğuna karar verdi. (bkz. Gualitieri, Sprague ve Cole, 1986; Mills ve Eth, 1987; Mills, Norquist, Shelton, Gelenberg ve Van Putten, 1986; Slaw ve Kalachnik, 1985'in özetleri ve yorumları). 

En büyük karar olan Hedin - Amerika Birleşik Devletleri (1984) davasında davacıya 2.000.000 doların üzerinde tazminat ödendi. 1982'de Pirodsky, 'TD'nin önlenmesi' konusunda ortaya çıkan fikir birliğini şöyle özetledi: "Şu anda tardif diskineziyle başa çıkmanın en iyi yolu birincil önlemedir. Bu, daha az ilaç kullanmak veya belki de hiç kullanmamak anlamına gelir." (s. 170).

Ne yazık ki, 'on yıl sonra, TD insidansının azalmaya yakın olduğuna' dair hiçbir belirti göremiyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'nde ayaktan nöroleptik reçeteleri 1976-1985 yılları arasında yılda yaklaşık yüzde bir oranında azalmış olsa da (21 milyondan 19 milyona) [Wysowsky ve Baum, 1989], bu eğilime, daha önce popüler olan fenotiyazinlerden çok daha yüksek klorpromazin eşdeğeri dozlarda reçete edilen daha güçlü ilaçlara (örneğin haloperidol) geçiş eşlik ediyor. Reardon, Rifkin, Schwartz, Myerson ve Siris (1989), kurumsal ve toplumsal ortamlarda reçete edilen nöroleptiklerin ortalama günlük klorpromazin eşdeğeri dozlarının, 1973 ile 1982 yılları arasında iki katına çıktığını göstererek bu eğilimi doğrulamaktadır. 

Mosher ve Burti (1989), "T.D. 'de yıllık yaklaşık %5'lik bir insidansa rağmen (yani, dört yıl içinde nöroleptik kullanan hastaların %20'sinde bu hastalık gelişiyor), kamu sistemindeki psikiyatristlere 'yoksunluk veya nöroleptik dozunun azaltılması' sorusunu sormanın bile zorlaşması bizim için özellikle acı verici" olduğunu belirtmektedir. (s. 3). Aynı zamanda, iyi eğitimli klinisyenler tarafından bile, on vakadan dokuzunda T.D, yanlış teşhis edilmektedir. (Dixon, Weiden, Frances ve Rapkin, 1989; Weiden, Mann, Haas, Mattson ve Frances, 1987). Ayrıca, "çok az kurum APA yönergelerini benimsemiştir ve benimseyenlerde de birçok uzman bunları aşmaya çalışmaktadır. 

Psikiyatrik tedavi konusunda bilgilendirilmiş onam ciddi bir şekilde ele alınsa bile, hastalara yan etkiler hakkında çok az bilgi verilmektedir. Yan etkilerden bahsedildiğinde, tardif diskinezi sıklıkla bahsedilenler arasında yer almamaktadır." (Wolf ve Brown, 1988, s. 284, referanslar çıkarılmıştır). Bu kafa karıştırıcı gerçekler, nöroleptiklerin kullanımından kaynaklanan maliyet ve fayda dengesini tam olarak dikkate almayan nöroleptik uygulama kararlarındaki dinamiklerle açıklanabilir.

TD, yalnızca bu hastalıktan 'fiziksel' olarak etkilenebilecek hastaların değil, birden fazla tarafın aldığı kararlardan kaynaklandığı için karmaşık bir sorundur. Ayrıca, nöroleptik ilaç kullanımının maliyetleri ve faydaları, nöroleptik reçete etme kararlarına dahil olan tarafların 'göreceli gücüne' göre dağıtılmayabilir. Örneğin, reçeteyi yazan hekim tarafından 'TD'nin riskleri' konusunda 'tam olarak bilgilendirilmemiş gönüllü bir akıl hastası, zorla ilaç verilen istemsiz bir hasta veya nöroleptik reçete edildiği söylenmemiş yaşlı bir huzurevi sakini' TD geliştirebilir. Reçeteyle ilgili karar verme yetkisi ve bilgisi az olan hastalar, genellikle bu karardan kaynaklanan maliyetlerin çoğunu üstlenmek zorunda kalırlar. TD'nin oluşumuna ilişkin 'ahlaki sorumluluk' konusunu göz ardı ederek, bu olguların salt ekonomik bir bakış açısıyla analizi, 'yetersiz sonuçlar' vermesi beklenen verimsiz bir 'karar alma sisteminin' işleyişine işaret eder.

Bu makalede, nöroleptik ilaçların reçetelenmesine yol açan karar alma sürecinde yer alan çeşitli taraflar (hastalar, aileler, sağlık çalışanları ve diğer profesyoneller, kurumlar, ilaç şirketleri, toplum) üzerinde etkili olan teşviklerden bazılarını ve bu aktörlerin karar alma özgürlüğünü kısıtlayan 'bazı kısıtlamaları' ele alıyoruz. Bu süreçteki yapısal önyargılar, karara katılanların nöroleptik kullanmayı 'tercih etme, risklerini küçümseme ve faydalarını abartma' olasılığını artırır. Bu önyargılar, güç ve sorumluluk dengesizlikleriyle birleştiğinde, maliyetlerin çoğunun, bu maliyetleri 'dayatma teşviki veya gücü olmayan' katılımcılar tarafından karşılanması anlamında verimsiz davranışlara yol açar.

Nöroleptik reçetesi ve sonuçlarıyla ilgili bir dizi alanda (tedaviye ilişkin bilgilendirilmiş onam, TD tazminatı için hukuki davalar ve reçete yazanlara sağlanan ilaç bilgileri dahil), sorumluluğu, maliyetle daha yakın bir şekilde uyumlu hale getirerek, karar vermeyi daha verimli hale getirmenin yollarını öneriyoruz. Nöroleptik kullanarak 'tedavi kararı verme yetkisine' sahip olanlar, bu ilaçların getirdiği riskler konusunda bilgilendirilir ve sorumlu tutulursa, nöroleptik kullanımı azalacak ve buna bağlı olarak 'nöroleptik kaynaklı iatrogenezde' de azalma sağlanacaktır.

-Nöroleptiklerin Terapötik ve İatrojenik Etkileri...

Otuz beş yıllık kullanımdan sonra, nöroleptik ilaçların 'sınırlılıkları 'apaçık ortaya çıkmış ve birçok tartışmanın konusu olmuştur. Bazı yazarlar, nöroleptik etkiler için kullanılan "terapötik" teriminin herhangi bir anlamı olup olmadığını sorgulamaktadır (Breggin, 1983; Cohen, 1988, 1989; Fisher ve Greenberg, 1989; Lidz, 1987); bazıları, 'psikiyatrinin "şizofrenik" hastaları 'kontrol etmek' için ilaçlara aşırı güvenmesini ve psikososyal alternatiflerden, sistematik olarak kaçınmasını' eleştirmektedir (Easton ve Link, 1987; Haley, 1989; Karon, 1989; Kiesler ve Sibulkin, 1987, s. 245-248; Mosher ve Burti, 1989); diğerleri ise yan etkilerin görünür ve gizli maliyetlerini ayrıntılı olarak açıklamaktadır (Dewan ve Koss, 1989; Van Put ten ve Marder, 1987). 

Doggett ve Mercurio'ya (1989) göre, "şizofreni" daha az yıpratıcı olsaydı, nöroleptikler "toksisite nedeniyle muhtemelen kesilirdi". (s. 121). Sadece nörolojik etkiler arasında 'parkinsonizm, akatizi, distonik reaksiyonlar, potansiyel olarak ölümcül nöroleptik malign sendrom', ilacın kesilmesiyle ortaya çıkan 'aşırı duyarlılık psikozu, geç demans ve geç diskinezi' bulunur. Hastaların %75 ila %95'i tedavi süresince ekstrapiramidal semptomlar geliştirir. (Casey, 1989, s. 47).

Uzun süreli nöroleptik tedavi gören hastaların yaklaşık beşte biri, TD semptomları göstermektedir (Gerlach ve Casey, 1988) ve vakaların çoğu hafif olarak derecelendirilmiştir (Baldessarini ve ark. , 1979). Yaşlılar ve kurumlarda yaşayanlar arasında yaygınlık yaklaşık %40 olabilir. (Yassa, Nastase, Camille ve Belzile, 1988). Dewan ve Koss (1989, s. 218-219), 

Amerika Birleşik Devletleri'nde her yıl nöroleptik reçete edilen iki milyon yetişkini kullanarak, belirli bir yılda 90.000 ila 625.000 arasında insanın geri döndürülemez TD'den muzdarip olduğunu tahmin etmektedir. Bu rakamlar, toplumda en çok ilaç kullanan iki grup olan 'huzurevi sakinlerini ve zihinsel engellileri' içermemektedir (Aman ve Singh, 1988; Cluxton ve Hurford, 1987); Bu nedenle, bugün bir milyondan fazla Amerikalının 'kalıcı TD'den muzdarip olması' muhtemel görünüyor. 

TD'nin yaygınlığını doğru bir şekilde tahmin etmek zordur çünkü nöroleptikler TD'yi de maskeleyebilir: anormal hareketler yalnızca 'doz azaltımı veya ilaç kesilmesisırasında ortaya çıkabilir. Artık bazı doktorların, bunun sonucunda 'anormal hareketlerin ortaya çıkacağından korktukları için nöroleptik dozunu azaltmadıkları' bilinmektedir. (Belanger, 1990).

Diğer doktorlar, TD'nin varlığından şüphelenseler veya bilseler bile, TD'nin neden olduğu 'tıbbi komplikasyonlar' nedeniyle nöroleptikleri kesmeye isteksizdirler. Chouinard (1986), "özellikle 65 yaş üstü olan önemli sayıda hasta, nöroleptik ilaç kesilirse 'yutma veya solunumla ilgili komplikasyonlar' nedeniyle ölecektir" demektedir. (s. 3). Yine de bazı yazarlar, TD hakkındaki çok fazla tartışmanın "alarmist" veya "aşırı tepki" olduğunu öne sürmektedir. (Munetz ve Schultz, 1986). 

Nöroleptiklerin bilinen risklerine rağmen, çoğu psikiyatrist bu ilaçları reçete etmeye devam etmektedir çünkü "nöroleptiklerin benzersiz terapötik faydalarının çarpıcı ve kanıtlanmış olduğuna... alternatif tedavilerin etkinliği ise henüz kanıtlanmamış olduğunainanmaktadırlar. (Baldessarini ve Cohen, 1986, s. 750). 

Bununla birlikte, kontrollü, rastgele atama çalışmalarından elde edilen önemli kanıtlar, 'uygun sosyal ortam sağlandığında, yeni teşhis edilen çoğu "şizofreninin" çok az psikotrop ilaçla veya hiç kullanmadan başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini' açıkça göstermektedir. Ayrıca, açık çalışmalar, 'bu tür sosyal ortamların deneyimli danışanlarla kullanıma başarıyla uyarlanabileceğini' tutarlı bir şekilde göstermektedir. (Karon, 1989 ve Mosher ve Burti, 1989, s. 109-168 tarafından yapılan kapsamlı inceleme ve tartışmalara bakınız; ayrıca Elizur ve Minuchin, 1989'a bakınız).

Nöroleptiklerin "çarpıcı" ve "benzersiz" faydaları, bu ilaçların 'aşırı heyecanlı kişileri, uykuya daldırmadan hızla sakinleştirme' gibi sıra dışı bir yeteneğe sahip olmalarıdır. Karon (1989), bu kısa vadeli etkiyi ve etkilerini şöyle açıklar: "Hastalar genellikle daha az korkar ve ürkerler. Ayrıca genellikle daha az öfkelenirler. Halüsinasyonlar gibi dramatik "pozitif" semptomlarından bazılarını kaybedebilirler. Diğer durumlarda halüsinasyonlar ve sanrılar devam eder, ancak hastalar bunlardan o kadar rahatsız olmazlar. Emirleri daha iyi alır ve başkalarının taleplerine daha iyi uyarlar. 

Şiddetli hastalar genellikle kontrol altına alınabilir hale gelirler, ancak bazen sadece hastayı neredeyse uyanık bırakacak doz seviyeleriyle. Servis personeli, tedavi eden doktor ve aile, 'kendilerini, güçsüz hissetmezler.' Hastalar, diğer insanların korkudan dolayı şizofreni hastalarına hem hastane içinde hem de dışında sıklıkla yaptıkları yıkıcı şeylerden kurtulurlar." (s. 145)

Uzun süreli kullanımda, nöroleptiklerin avantajlarını ayırt etmek daha zordur. Hastaların oral veya enjeksiyon nöroleptik tedavisine devam edip etmemelerine bakılmaksızın, uyum sağlandığı durumlarda, rastgele atamalı çift kör çalışmalarda iki yıllık nüks oranları, plasebo tedavi edilen hastalarda yaklaşık %70-80, nöroleptik tedavisi alan hastalarda ise %40-50 civarındadır. 

Son grupta 'yıllık %5 oranında tardif diskinezi görülme sıklığı' da göz önüne alındığında, 'risk /fayda oranı, uzun süreli idameyi desteklemiyor' gibi görünmektedir. (Mosher ve Burti, 1989, s. 44). Easton ve Link (1987), "yüksek doz, düşük doz veya hiç doz almayan hastalarda nüks eden ve etmeyen hastalar üzerinde uzun süreli gözlemler yaptıklarını ve klinik olarak nöroleptik alımı ile nüks azalması arasında belirli bir ilişki olmadığını" belirtmektedir. (s. 49). 

   "Şizofreni"de uzun vadeli sonuçlar, nöroleptiklerin kullanılmaya başlanmasından önceki döneme göre bugün daha iyi değildir. O dönemde "şizofreni" hastalarının üçte ikisi ilaçsız iyileşiyordu. (bkz. Haley, 1989; Mosher ve Burti, 1989, s. 3).

Bu nedenle, Karon'un (1989) "şizofrenikler" için psikososyal tedavilere dair kendi detaylı incelemesinin sonunda vardığı şu sonucu makul buluyoruz: "Ne yazık ki, bilimsel bulgulardan ziyade siyasi ve ekonomik faktörler ve kısa vadeli maliyet etkinliğine odaklanma, şu anda tedavi türünü belirliyor gibi görünüyor." (s. 146). 

"Şizofrenleri" nöroleptiklerle süresiz idame tedavisine tabi tutmanın ve onları bu kimyasalların bilinen toksisitelerine maruz bırakmanın mantığı ve pratiği sorgulanabilir. Bununla birlikte, akıl sağlığı sisteminin yapısındaki yetersizlikler, 'ilaç tedavilerine alternatiflerin dürüstçe değerlendirilmesini ve uygulanmasını' engellemeye devam etmektedir. İlaçların uygulanması kolaydır; destekleyici ve iyi personele sahip 'sosyal ortamlar' oluşturmak ve sürdürmek zor ve pahalıdır. 

Nöroleptik ilaçların kullanımı, hastaların, doktorların, ailelerin ve diğer tarafların sürekli olarak karşılaştığı zorlu ikilemlere yol açar. TD'nin sorumluluğunu üstlenmek ve mağdurlarına tazminat ödemek, bu katılımcıların ve toplumun geri kalanının yakında ele alması gereken sorunlardır. (Appelbaum, Schaffner ve Meisel, 1985).

-İdeal Reçete Yazma Durumu...


Analizimizin temelinde bir etik varsayım yatmaktadır: Bir kişinin, eğer bu kararlar onu somut olarak etkilemiyorsa, başka bir kişinin kararlarına müdahale etme hakkı yoktur. Bu ilke göz önüne alındığında, Adam Smith'in refahı maksimize eden serbest piyasa (Smith, 1924, s. 400) ilkesinde örtük olarak yer alan koşullar mevcut olsaydı, 'ilaç kaynaklı hastalıkların' toplumsal düzeyde sorunlu olduğunu düşünmezdik. 

Bu koşullar şunlardır: Bireyler "rasyoneldir", yani refahlarını, maksimize etmeye çalışırlar; tüm kişiler 'ilaçlarla ilgili tüm mevcut bilgilere' eşit erişime sahiptir; tüm kişiler 'bu bilgileri ve bunların etkilerini anlama konusundaeşit yeteneğe sahiptir; bir kişinin 'nöroleptik' kullanma veya kullanmama kararından hiçbir dışsallık doğmaz, yani bu kararın yalnızca o kişi üzerinde olumlu veya olumsuz 'somut bir etkisi' vardır; ve son olarak, tüm vatandaşlar 'ilaca, serbest piyasa fiyatından' eşit erişime sahiptir. 

Tüm bu koşullar karşılansaydı, nöroleptik kullanma kararında hiçbir aracıya ihtiyaç duyulmayan bir durum ortaya çıkardı. Dolayısıyla, bu durumda ilaç kullanımının sonuçlarının sorumluluğu, ilaç alma kararını 'tek başına elinde bulunduran' bireye aittir. Toplumsal düzeyde, bu soyut durum politika müdahalesiyle iyileştirilemezdi.

Gerçekte, elbette, bu koşullar tam olarak geçerli değildir. Nöroleptik kullanma kararı, yukarıdaki "ideal" koşullara farklı düzeylerde bağlı kalınarak farklı bağlamlarda verilir. Nöroleptiklerin kullanıldığı bazı tipik bağlamları inceliyor, nöroleptik reçete etme kararına katılanların 'başkalarına ne ölçüde dışsallıklar yüklediğini' değerlendiriyor ve "ideal"den bu sapmaların nasıl 'optimum olmayan sonuçlara' yol açtığını ileri sürüyoruz. Sonraki politika önerileri, 'karar alma sürecini daha verimli hale getirmek, yani maliyetleri aşan faydalar sağlama' olasılığını artırmak için tasarlanmıştır.

Karar alma sürecinde nöroleptiklerin kullanımına veya bunlardan kaçınılmasına yol açan 'ahlaki sorunları' doğrudan ele almaktan kaçınıyoruz ve bunun yerine bir verimlilik kriterine odaklanıyoruz. Ahlaki bir sorun ile teknik bir sorun arasındaki farkı, göz ardı etmiyoruz, ancak 'kötülüğe karşı ahlaki sorumluluk konusunda bir fikir birliğine varmanın gerçekten çok zor olabileceğine' inanıyoruz. Ayrıca, TD'nin sosyo-yasal etkilerine ilişkin teknik tartışmaların çoğunun, bazı ahlaki ikilemleri aydınlatabilecek teknik sorunları ele almadığını görüyoruz. (ancak bkz. Appelbaum ve ark. , 1985; Breggin, 1983; Brown ve Funk, 1986; Crane, 1982; Wolf ve Brown, 1988).

Nöroleptiklerin reçete edildiği koşulları açıklamak için "politik ekonomi" yaklaşımını kullanıyoruz; ekonomik yaklaşım, bireylerin eylem ve işlemlerinin, belirlenmiş çıkarlar (güvenlik, para, güç, statü vb. ) göz önüne alındığında anlaşılabilir olduğu anlamına gelirken, politik yaklaşım, 'bireylerin ve grupların, ilgili kararların alındığı teşvik ve kısıtlama yapısını değiştiren kuralların belirlenmesini etkilemek için hareket ettiklerini kabul etmek' anlamına gelir. Bu iki terim, 'aynı kişilerin politik ve ekonomik alanlarda hareket ettiği ve iki alan arasında dinamik bir ilişki olduğu kabul edilerek' bir araya getirilmiştir. Bunlar, esasen Buchanan'ın (1972) "kamu seçimi teorisi"ni tanımlama şeklidir. Bu teori, uygulayıcılarının yaklaşımlarını sıklıkla "politik ekonomi" olarak adlandırdığı yeni bir alandır ve sınıf yapısı analizini benimseyen Marksist yazarların kullandığından daha geniş ve daha geleneksel bir anlamda kullanır.

-Nöroleptik İlaçların Reçetelenmesinde Güç, Bilgi ve Teşvikler...

Nöroleptik ilaçlar, kabaca "psikiyatri hastaları" ve "kurumsal bakıma muhtaçlar" olarak tanımlanabilecek iki geniş ve birbiriyle örtüşen kategoriye mensup kişilere reçete edilir. İlk kategori, nöroleptiklerin resmi olarak endike olduğu 'akut veya kronik psikotik bozukluk' teşhisi konmuş kişileri içerir (bu kategoriye manik-depresyon teşhisi konmuş kişiler de dahildir; 1976-1985 yılları arasında, bu hasta alt grubu için reçete edilen nöroleptik sayısında dokuz kat artış olmuştur [Wysowsky ve Baum, 1989]). 

İkinci kategori, 'huzurevlerindeki yaşlılar, toplum destekli bakım evlerindeki zihinsel engelliler ve pansiyon ve bakım evlerindeki yoksul eski hastalar gibi, - psikiyatrik teşhisi olsun veya olmasın - az çok çaresiz ve kurumsal bakıma muhtaç kişileri' içerir. Bugün, yaklaşık otuz yıllık psikiyatrik kurumlararasılaşmanın ardından, nöroleptik reçete edilen kişilerin çoğu ikinci kategoriye girmektedir.

Bu bölümde, psikiyatri hastaları ve huzurevi sakinlerini örnek olarak kullanarak, nöroleptik ilaçların reçete edildiği durumları, ilaçlama sürecindeki başlıca katılımcılar (örneğin hastalar, doktorlar, kurumlar ve personeli, aileler, ilaç şirketleri, toplum/hükümet) açısından güç /kısıtlama, bilgi ve teşvik özelliklerine dikkat ederek açıklıyoruz. Argümanlarımız, nöroleptik alan diğer gruplar için de geçerlidir, ancak bazı değişikliklerle. Örneğin, zihinsel engelliler için bakımevlerinde kalanlar arasında nöroleptik kullanım düzeyi çok yüksek olsa da (Buck ve Sprague, 1989), bu düzeyin son on yılda önemli ölçüde düştüğü görülmektedir. (Aman ve Singh, 1988; Beyer, 1988; Schroeder, 1988 analizlerine bakınız). (4)

-Psikiyatrik Hastalar İçin Nöroleptikler...

Hastalar... 

Şizofreni teşhisi konmuş hastanede yatan hastaların %90'ından fazlasına nöroleptik ilaçlar reçete edilmektedir. (Ban, Guy ve Wilson, 1984). 'İlaçlar hangi nedenlerle verilir?' Diamond (1985), ilaçların 'hastaların 'acı ve ızdıraplarının bir kısmınıhafiflettiğini, hastaları 'dayanılmaz streslerden' koruduğunu, hastaların 'uyumasına veya çalışmasına' yardımcı olduğunu ve hastaların 'rahatsız edici düşünceleri dışarıda bırakmasına' yardımcı olduğunu' belirtmektedir. Nöroleptik ilaçların sağladığı faydalar hakkında birkaç birinci ağızdan anlatım yayınlanmıştır. Örneğin, şizofreni teşhisi konmuş bir yüksek lisans öğrencisi olan Bockes (1985), 'ilk başta ilaç almaya direnmiş, ancak birkaç kez hastaneye yattıktan sonra ilacı kabul etmiştir. Periyodik olarak halüsinasyonlar görmektedir, ancak bunların ne zaman geleceğini bilir ve "işler kontrolden çıkmadan önce" nöroleptikleri kullanır.' (s. 489). Özetle, nöroleptik ilaçlar, diğer ilaçlar gibi, 'bunların kullanımından belirgin faydalar elde etmeyi öğrenmiş' belirli kişiler tarafından aranmaktadır.

Diğer hastalar nöroleptikleri, psikofiziksel faydalarını takdir ettikleri için değil, bu ilaçların 'engellilik iddialarını desteklemek' için 'üstlenmeleri gereken bir rol' içerdiği için alırlar (belki de sahip oldukları birkaç kariyer seçeneğinden biri). Diğer bazı hastalar ise nöroleptik almak istemezler, ancak 'örtük veya açık tehditler nedeniyle almak zorunda olduklarını' hissederler. Bu hastalar 'yeni veya uzun süreli hapis cezası, maddi yardımların kaybı (bazı sosyal yardım kuruluşları yalnızca nöroleptiklerin enjekte edildiğinin kanıtlanması durumunda para verir), konaklama yerlerinden atılma, aile sevgisinin yok edilmesi ve sonsuza dek "akıl hastası" kalacakları' inancıyla tehdit edilebilirler. Ayrıca, "dopamin reseptörleri aç kaldığı veya psikozun alevlenmesinin başlangıcı gibi görünen gerçek bir bağımlılık benzeri yoksunluk sendromu" nedeniyle nöroleptiklerden vazgeçemeyen belirsiz sayıda eski hasta da vardır. (Mosher ve Burti, 1989, s. 47; ayrıca bkz. Breggin, 1989). 

Son olarak, bazı psikiyatri hastaları nöroleptik ilaçları almayı reddeder. Uzmanlar genellikle bu hastaların "sanrısal" olduklarını veya "hastalıklarını inkar ettiklerini" iddia ederler; ancak hastalara 'nedenlerini ifade edebilecekleri' bir platform sağlandığında, genellikle 'yan etkilerin nahoşluğundan' bahsederler. (Burstow ve Weitz, 1988; Van Putten, 1974). Nöroleptik kullanan kaç kişinin 'bunları almak istemediğini' tahmin etmek zordur. 1980 yılında, Amerika Birleşik Devletleri'nde 'yatan psikiyatri hastalarının %26'sının, istemsiz olarak sınıflandırıldığını' biliyoruz. (Roth, 1989'dan alıntı). Bu istatistik elbette yanıltıcıdır, çünkü hastalara yönelik daha az resmi ama aynı derecede etkili zorlama biçimleri, akıl sağlığı sisteminin tamamında bir arada bulunmaktadır.

Aileler... 


Hastaların ailelerininnöroleptik ilaç kullanımını teşvik etmek için çok sayıda nedeni vardır. Aileler, 'engellilik' iddiasını desteklemek ve böylece yakınlarını /hastalarını desteklemek için devletin yardımını resmen talep etmek istedikleri için ilaç kullanımını destekleyebilirler. Birçok hasta, temel iş ve eğitim becerilerinden yoksun oldukları için "başarısızdır.

Başka bir açıdan bakıldığında, aile üyelerinin, özellikle de bu kişi 'onlarla yaşıyorsa, onlara bağımlıysa ve 'öfkeli, içine kapanık veya öngörülemeyen davranışlarıyla' onları rahatsız ediyorsa', kendi içlerinden birinin psikoz belirtilerini bastırma konusunda güçlü ve belirgin çıkarları vardır. Anlaşılmaz veya dengesiz davranan biriyle akraba olmanın 'damgası, utancı, stresi ve üzüntüsü' son derece dayanılmazdır. (Lefley, 1989).

Aileler ayrıca, akrabaları hakkında söylenenlere, - yani nöroleptik ilaçlarla tedaviye yanıt veren bir 'beyin hastalığından' muzdarip olduklarına - inanmaya başlarlar. (bkz. Johnson, 1989; Rose, 1988). Bu nedenle ilaç tedavisi, psikolojik sıkıntıya aydınlanmış ve sevgi dolu bir tepki olarak görülür. 

Geçmişte, "şizofreni"nin "nedenleri"nin psikososyal formülasyonları, aileleri 'dolaylı veya dolaysız olarak "şizofrenik" olarak etiketlenen davranışların ortaya çıkmasından sorumlu' tutuyordu. Bugün, akıl hastalığı olan kişilerin ailelerinin - "şizofreni"nin bir beyin hastalığı olduğu fikrini temel bir ilke olarak benimsemelerinin temel nedeninin - 'bu görüşün aileyi suçlamaması olduğu' kabul edilmektedir. (Buie, 1989; Johnson, 1989). 

Akıl sağlığı alanında belki de en etkili, en iyi örgütlenmiş ve etkili lobi grubu, yaklaşık 80.000 psikiyatri hastasının yakınlarından oluşan bir kuruluş olan Ulusal Akıl Hastalıkları İttifakı'dır (NAMI "National Alliance for the Mentally Ill"). Bu kuruluş, kamu tarafından finanse edilen araştırmaları, '"şizofreni"yi bir 'beyin hastalığı' olarak tanımlamaya başarıylayönlendirmiştir. (bkz. McLean, 1990). NAMI, 1990 mali yılı için "NIMH için en az 500 milyon dolarlık bir bütçe" için aktif olarak lobi faaliyetlerinde bulunmaktadır ve özellikle 'beyin araştırmalarına' odaklanmaktadır. (Buie, 1989, s. 26).

Toplum...

Kötü davranış ve mutsuzluğun akıl sağlığı sorunları olarak tanımlanması ve yönetilmesi, toplumumuzun önemli bir özelliğini oluşturmaktadır. Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra, tıp uygulayıcılarının 'hastalık' olarak sınıflandırdıkları 'çeşitli rahatsızlıkları' teşhis ve tedavi etme konusunda 'tekelci lisanslamasında' da kendini göstermektedir. Toplumsal bir bakış açısından, ilaç tedavisi diğer tüm alternatiflerden çok daha az maliyetli, hatta belki de alternatif araştırmaların finansmanından bile daha ucuz görünmektedir. İlaç kullanımının bazı politik avantajları, 'politikanın kendisinin basitliği ve karar vericilere ve halka kolayca iletilebilmesi, geniş bir reçete yazan hekim ağının varlığı ve bu reçete yazan hekimlerin eğitiminin kolaylığıdır.' (bkz. Kiesler ve Sibulkin, 1987, s. 246).

Brown ve Cooksey (1989) ve Morreim (1990), Amerika Birleşik Devletleri'nde psikiyatri ve akıl sağlığı alanındaki 'yeni ekonomide iki önemli eğilimi' ele almışlardır: 'Ürün, hizmet ve müşteri portföyünü' genişleterek gelir elde etmeyi amaçlayan kurumsal girişimcilik faaliyetlerinin büyümesi; ve maliyetleri kontrol altına almaya yönelik karşılıklı baskılar. - "Yatakları doldurma yönündeki ekonomik baskı, 'meslek üzerinde psikiyatrik hastalık kavramını ve bununla birlikte hastaneye yatış ve diğer kapsamlı (gelir getiren) bakım kriterlerini genişletmeyönünde orantılı bir baskıya dönüşür. Tersine, maliyet kontrolüyle... psikiyatristler 'yalnızca belgelendirilmesi en kolay ve sunumu en ucuz olan bakım biçimlerine vurgu yapma baskısı' altında kalabilirler". (Morreim, 1990, s. 98).

Hükümet ve üçüncü taraflar 'sağlık hizmetlerinin maliyetinikarşıladıkları ölçüde, 'ilaçla tedavi edilip edilmeyeceği kararınıetkilemekte haklıdırlar. Ancak hükümetler genellikle dar görüşlüdür ve politika kararlarında, 'önemli sayıda hastada TD gelişmesi durumunda nöroleptik tedavinin uzun vadeli maliyetlerinin bir kısmını' dikkate almazlar. Açıkçası, nöroleptik tedavi kısa vadede 'kurumsallaşma, profesyonel hizmetler ve sapkın polislik maliyetlerindentasarruf sağlar, ancak uzun vadede bu maliyetlerin yine de ödenmesi gerekebilir.

Şiddetli TD, muhtemelen tardif psikoz ve tardif demans da dahil olmak üzere 'ciddi zihinsel ve fiziksel engellilik' anlamına gelir (Engle, Whall, Oimond ve Babel, 1985; Gardos, Cole, Salomon ve Schneilbock, 1987). Bu da kurumsallaşma veya kapsamlı evde bakım desteği anlamına gelir. Nöroleptik kullanımının kısa ve uzun vadeli maliyetlerine ilişkin tartışmalar nadirdir (ancak bkz. Dewan ve Koss, 1989) ve TD vakalarının sayısına rağmen bu maliyetler henüz araştırılmamıştır.

Uzun vadeli maliyetler üzerine yapılan tartışmaların yetersizliği, 'ilaçların tedavi ettiği iddia edilen sorunların 'tıbbi niteliği' nedeniyle haklı olduğuna' dair inancı yansıtıyor olabilir. Bu inanç - kabaca "tıbbi model" olarak tercüme edilebilir - modern çağımızın ideolojik temellerinden birini oluşturur ve zorunlu olarak TD'ye olası tepkileri şekillendirir. Örneğin, TD'ye dengeli ve rasyonel bir yaklaşım benimsediklerini iddia eden Munetz ve Schultz (1986), "şizofreni ciddi bir beyin hastalığıdır" önermesinin "TD'ye nesnel bir şekilde yanıt verilmeden önce kabul edilmesi gerektiğini" belirtir. (s. 168). 

Benzer şekilde, Rose (1988, s. 1), yalnızca "şizofreninin Amerika'da algılanma biçiminde bir değişikliğin, antipsikotik ilaçları daha kabul edilebilir kılmaya yardımcı olacağına" inanır. Bu alışılmadık bir iddiadır, çünkü reçete yazanlar, aileler, kurumlar, ilaç şirketleri ve toplum 'nöroleptikleri yaygın olarak övmekte, desteklemekte, kullanmakta, reklamını yapmakta ve kabul etmektedir.' Şu anda olduğundan daha fazla nöroleptik almaya ihtiyaç duyan varsa, hastaların kendileri 'öncelikli aday' gibi görünüyor.

Beklendiği gibi, hastalar 'kamu politikası tartışmalarında ve lobicilikteen az temsil edilen' taraflardır. Bu kısmen, grup büyüklüğü arttıkça artan "bedavacılık" sorununun bir sonucudur. (
yani, insanlar bireysel olarak lobiciliğe daha az kaynak ayırma eğiliminde olduklarından, bu tür lobicilikten elde edilen faydalar daha dağınıktır.) Bu nedenle, yalnızca sayılara dayanarak, hasta savunuculuğu gruplarının daha az üyeye sahip rakip gruplara göre bir avantaj elde etmesini bekleyemeyiz. (Katz, Nitzan ve Rosenberg, 1990). 

İlaç endüstrisi, hasta gruplarına kıyasla 'daha az bedavacılık' sorununa sahiptir çünkü nispeten az sayıda firma, 'kamuoyu algılarını ve hükümet politikalarını' etkilemek için yatırım yapmaktan doğrudan fayda sağlar. 

Psikiyatri dernekleri ise, üyelik zorunluluğunu (yasal yaptırımlarla) uygulayarak, üyeleri arasındaki 'bedavacılık' sorununu ortadan kaldırmışlardır; grup 'bir bütün' olarak, lobicilik amacıyla üyelerden 'bağış toplama' yetkisine sahiptir. 

Aileler de hastalara benzer bir bedavacılık sorunu yaşarken, aile dernekleri aileleri 'lobi gruplarına katılmaya ve üyelik katkısı yapmaya teşvik etmede' oldukça başarılı olmuştur. Hasta gruplarına kıyasla elde ettikleri başarının bir kısmı, hastaların sınırlı 'sosyo-politik becerilerine, eğitimlerine ve finansal kaynaklara' erişimlerine bağlanabilir.

Hastaların çıkarlarını temsil eden gruplar çok küçük, gevşek bir şekilde örgütlenmiş ve en iyi ihtimalle gelişigüzel fon alıyorlar. Toronto'daki mevcut ve eski psikiyatri hastalarından oluşan bir dernek olan Kendi Başımıza (On Our Own), Kanada'da psikiyatride 'biyolojik tedavilerin kullanımı' konusunda sürekli olarak kılavuzlar sunan tek gruptur. Ancak, dergileri 
Anka Kuşu Yükseliyor (Phoenix Rising), yetersiz fonlama nedeniyle düzenli olarak kapatılma tehdidiyle karşı karşıyadır. Hasta gruplarının yoksunluğu, kamu politikası tartışmalarına katılma yeteneklerini zayıflatmakta ve ilgili diğer taraflara daha büyük bir rol bırakmaktadır. 

İki eski On Our Own aktivisti bunu şöyle ifade ediyor: "[Nöroleptik] kullananlar, tıp kurumları ve müttefikleri tarafından üretilen propagandayla mücadele edecek kaynaklara nadiren sahiptir; Toronto Transit Komisyonu araçlarında bulunan 'aldatıcı şizofreni posterlerine' karşı bir 'reklam kampanyası' başlatamazlar." (Burstow ve Weitz, 1990, s. 8). 

Akıl hastaları, diğer görece çaresiz ve güçsüz insanlar gibi, 'kamu çıkarlarını korumak' için sıklıkla başkalarına güvenmek zorundadır. Ailelerin bu rol için en uygun kişiler olduğunu düşünmek doğaldır, ancak 'hastaların çıkarları ile ailelerin çıkarlarının örtüştüğünü' varsaymak için hiçbir neden yoktur. Aksine, sağduyu 'hasta ve ailelerin endişelerinin çatışabileceğini' gösterir ve kişisel gözlemler de genellikle 'çatıştıklarını' doğrular. Bu basit gerçek nadiren kabul edilir ve bu da 'neden bu kadar az ilgili kişinin, 'hastalara özgü bakış açılarının', kamusal tartışmalara yansıtılmasını sağlamak' için çaba gösterdiğini açıklar.

Hekimler... 

Psikiyatristlerin nöroleptik reçete etmeleri için en güçlü teşvik, hekim olarak 'mesleki kimliklerinden' kaynaklanmaktadır. Pratik uygulayan çoğu psikiyatrist için "fonksiyonel" psikozlar, yakında keşfedilecek beyin hastalıkları veya bu hastalıkların belirtileridir. Uygulayıcılar, tedavi ettikleri birçok rahatsızlığın nedenleri, seyri ve sonuçları üzerinde 'sosyal, psikolojik ve çevresel faktörlerin' öneminin farkında olsalar da, uygulamaları neredeyse tamamen 'psikotrop ilaçlara' dayanmaktadır. 

Mosher ve Burti'ye (1989) göre, "şizofreninin ilaç tedavisi, en yoğun dogmatizme maruz kalmaktadır. [B]u etikete sahip kişilerden nöroleptikleri geri çekmek son derece zordur. Şizofreninin 'yalnızca ilaçla tedavi edilebilen kronik bir hastalık olduğu' yönündeki genel kanı, bu alanda kesin bir şekilde hakimdir." (s. 40).

Brown ve Funk (1986) da ilaç etkinliğinin algılanmasında hekim-hasta farklılıklarının önemine dikkat çekmişlerdir: "Doktorlar genellikle 'ilacı semptomların azaltılması ve/veya hastalığın iyileştirilmesi 'açısından algılarken, hastalar genellikle 'günlük yaşam rutinleri üzerindeki etkileriyle' daha fazla ilgilenirler." Bu yazarlar, hekimlerin "geniş sosyomedikal konular yerine dar tıbbi konularla ilgilenmesinin... [tıbbi] eğitimin bazı önemli eksikliklerini", özellikle de "hastalık deneyiminin sosyal bileşenlerini dikkate almadan bireysel patolojiye vurgu yapmasını" gösterdiğine inanmaktadır. (s. 126-127).

Benzer şekilde, Szasz (1977), 'psikiyatristlerin, yoksul hastalarına para veya yalnızlara arkadaşlık vermediğini' belirtmiştir. Bugün, iyileştirme güçlerinin tek görünür işareti, ilaç ve ilacın reçete edildiği rejimdir. (Montagne, 1988). Munetz'in (1985) öne sürdüğü gibi, bir klinisyenin reçete ettiği ilacın 'ciddi veya geri döndürülemez zararlara' yol açabileceğini fark etmesinin psikolojik olarak 'neden acı verici olduğunu' anlamak zor değildir.

Ancak böyle bir kabul gerçekleşse bile, tıbbi modelde eğitim almış sıradan, iyi niyetli bir hekim ne yapabilir? İyi organize edilmiş 'psikososyal iyileşme ortamları' o kadar nadir veya erişilemezdir ki, 'uygulanabilir bir alternatif' olarak bile değerlendirilmezler. (Elizur ve Minuchin, 1989). Şu anda, hastaneye yatış ve nöroleptik ilaçlar dışında, "şizofrenik" bir hastanın tedavisinde 'tek gerçek seçenek' hiçbir şey yapmamaktır. Ancak hiçbir şey yapmamak veya nöroleptikleri kesmek; bir araştırma projesinde bile olsa, hekimi 'etik dışı uygulama suçlamalarıyla' karşı karşıya bırakabilir. (Engstrom, 1988). 

   "Nöroleptiklerin tehlikesiyle ilgili görüş belirtmek bile ciddi sonuçlara yol açabilir. "Bir psikiyatrist (Dr. Peter Breggin) bir televizyon röportajında... 'hastaların [TD] ile ilgili endişelerinin haklı olduğunu, bunun ciddi bir sorun olduğunu ve hastaların 'kendilerini anlamalarına yardımcı olmakla ilgilenen profesyonelleri aramaları gerektiğini', sadece 'ilaç vermekle ilgilenen profesyonelleri aramamaları gerektiğini' kabul ettiğinde, onu susturmaya çalıştılar." (Karon, 1989, s. 107) NAMI, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin de yardımıyla, 'Dr. Breggin'in tıp lisansının iptaliiçin Maryland Tıp Lisans Kurulu'na dava açtı (suçlamalar sonunda reddedildi)."

Dolayısıyla, uygulayıcıda tespit edebildiğimiz her genel önyargı, ilaç reçete etme olasılığını artırır. Ayrıca, doktorun zihninde 'hastaya ilacın riskleri hakkında verilen bilgi, hastanın ilacı almayı reddetmesine yol açıyorsa, doktorun da bilgilendirmeme yönünde' bir teşviki vardır. Benson (1984), psikiyatristlerin üçte birinin nöroleptik kullanan hastalarda 'önemli yan etkiler ve TD riskleriniaçıkladığını ve onda birinin 'bunu, hastalarla tartışmamanın daha iyi olduğunu düşündüğünü' bildirmiştir. 

Ancak son zamanlardaki bir eğilim, TD'yi önlemek için potansiyel bir teşvik oluşturmaktadır: malpraktis davaları tehdidi. Son zamanlarda kamuoyunda iyi bilinen davalar, emsal teşkil etmiş ve - en azından teoride - psikiyatri pratiğini kısıtlamıştır. Ancak, gördüğümüz gibi, APA'lar gibi yerleşik yönergeler "uygulamanın korunmasından ziyade ihlal edilmesiyle daha fazla dikkate alınmıştır". (Gualtieri ve diğerleri, 1986, s. 206).

Genellikle doktorların, hastalarının "en iyi çıkarları doğrultusunda" hareket ettikleri varsayılır. Bizim görüşümüze göre bu, hastanın 'tam yetkinliğe ve doktorun sahip olduğu bilgiye sahip olması' durumunda davranacağı gibi davranması anlamına gelmelidir. Ancak doktor, karara varırken bilgisinden fazlasını ortaya koyar. Doktor ayrıca, - hastanınkiyle örtüşüp örtüşmediği belli olmayan - kendi değerlerini de ortaya koyar. Bu değerlere, bir teoriden daha fazlasını oluşturan, ancak aslında meslek için çıkarcı bir tutum /paradigma olabilen tıbbi model de dahildir. (bkz. Engel, 1977).

İlaç şirketleri... 

İlaç şirketleri, ilaç satışlarından kâr elde eder ve 'ürünlerinin tüketimini artırmayı hedeflemek' dışında bir teşvike sahip olmaları beklenemez. İlaç şirketleri, tıp dernekleri ve düzenleyici kurumlar arasındaki 'simbiyotik ilişki' kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. (Silverman ve Lee, 1974). 

İlaç şirketleri, 'doktorlara sağladıkları bilgiler ve profesyonel psikiyatri derneklerine sağladıkları fonlar aracılığıyla' ilaç reçeteleme kararında doğrudan rol oynarlar. Bu bilgiler, psikiyatri dergilerindeki 'reklamları, prospektüsleri ve diğer etiketleme ve tanıtım biçimlerini' içerir. 

Çoğu araştırmacının 'reçete uygulamalarının kalitesini değerlendirdiği' standart olan Hekimlerin Başvuru Rehberi'nde (Physicians Desk Reference), Gıda ve İlaç Dairesi (FDA "Food and Drug Administration") tarafından onaylanması gereken 'listeler, etiketleme ve tanıtım biçimleri' veya 'doktorlara ücretsiz olarak dağıtılan ücretli bir reklam' biçimidir. (Silverman, 1976). 

İlaç tanıtımının son örneklerinden biri, Sandoz İlaç Şirketi'nin, Avrupa'da on yıldır kullanılan ve yakın zamanda ABD'ye de getirilen nöroleptik klozapin (Clozaril) için, Amerikan Psikiyatri Dergisi (American Journal of Psychiatry) ve diğer dergilerin Ocak 1990 sayısında yayınladığı, eşi benzeri görülmemiş on sayfalık reklamıdır.

Gazete ekine benzeyen reklam, Özgürlük Heykeli'nin "Binlerce sorunlu şizofreni hastası ve psikiyatristleri için bir umut ışığı" (klozapinin, tedaviye yanıt vermeyen hastalar için tipik nöroleptiklerden daha üstün olduğu ve neredeyse ekstrapiramidal semptomlardan arınmış olduğu düşünülmektedir)' başlığıyla duyurulmasıyla tamamlanmaktadır. 

Çok uluslu ilaç şirketlerinin 'reklama 'harcayabileceği para miktarı, hekimlerin maruz kaldığı bilgi türünde bir dengesizlik yaratmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, bağımsız gözlemciler ve ilaç karşıtı savunucular tarafından sağlanan bilgiler neredeyse hiç duyurulmamaktadır. (ayrıca bkz. McDonnell, 1986; Mintz, 1985).

-Yaşlı Bakımevi Sakinleri (Nursing Home Residents) İçin Nöroleptikler...

Huzurevlerinde  nöroleptiklerin temel kullanımı iyi belgelenmiştir. (Bishop, 1989; Cluxton ve Hurford, 1987). Medicaid alan 33.351 Illinois'li uzun süreli yetişkin huzurevi sakininin tamamını kapsayan yakın tarihli bir çalışmada, Buck (1988), '%45'inin nöroleptik ilaç aldığını' tespit etmiştir. Nöroleptiğin çoğunun ortalama uygulama süresi altı ay veya daha uzundu; bu da "bireylerin bu tür ilaçlara başladıktan sonra bunları almaya devam ettikleri anlamına geliyor". (s. 417). Huzurevlerinde nöroleptik kullanımının yaygınlık oranını muhafazakâr bir şekilde %20 olarak tahmin edersek, Amerika Birleşik Devletleri'nde bakımevinde yaşayan 
yaklaşık 400.000 yaşlı bu ilaçları almaktadır.

Çoğu uzman, nöroleptiklerin huzurevi sakinlerine verilmesinin nedeninin, ilaçların yıkıcı ve ajite davranışları 'etkili bir şekilde kontrol etmesi olduğu' konusunda hemfikirdir. (Fauteux, 1988). Yaşlı huzurevi sakinlerinin beşte biri, günlük olarak 'yönelim bozukluğu, saldırganlık, gezinme ve gürültü' gibi "sorunlu davranışlar" sergileyebilir. (Rockwood, Stolee ve Robertson, 1989). 

Bir çalışma, nöroleptiklerin "fiziksel olarak engelli kişilere, dolaşan (/gezinen, volta atan vs "wandering") ve agresif (/saldırgan, sinirli vs  "aggressive") kişilere" daha sık reçete edildiğini ortaya koymuştur. (Nygaard, Bakke ve Breivik, 1990, s. 170). 'Bu uygulama ne ölçüde haklı?' Resmi olarak huzurevlerine bağlı çok az kişinin olduğunu ve bu nedenle tedavinin çoğu sakin için görünüşte "gönüllü" olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla, yalnızca birkaç durumda, ikamet edenin genel çaresizliğini telafi etmek için uygulanabilecek bazı yasal denetimler mevcut olabilir.

Sakinler (Residents)... 

Huzurevi sakinlerinin çoğu - hatta belki de sıradan bir sakinin bile - zihinsel kapasitesi tam olarak yeterli değildir ve yetersiz birçok hasta, mahkeme tarafından 'yetersizlikleri tanınmadan' nöroleptik ilaçlar almaktadır. (Hoffman, 1989). Bu kişilerin çoğunun, nöroleptik almak için 'herhangi bir teşvike sahip olmadığını' varsaymak mantıklıdır. Nöroleptiklerin kendilerini fiziksel olarak 'daha iyi hissettirdiğini' düşünemeyiz. Genel olarak, nöroleptiklerin bu bireyler için 'herhangi bir fayda sağlama' olasılığını görmüyoruz. Ancak, nöroleptiklerin bir maliyeti vardır: TD'nin başlangıcı - ki bu durumda en yaygın kabul gören risk faktörü artan yaştır. (Gerlach ve Casey, 1988).

Mevcut kanıtlar, 'huzurevi sakinlerinin genellikle 'ilaçların riskleri konusunda bilgilendirilmediği ve ilaçların reçetelenmesi için sunulan gerekçenin - eğer varsa - basit veya yanıltıcı olduğu' sonucunu' açıkça desteklemektedir. Reçete yazanların huzurevi hastalarından 'nasıl bilgilendirilmiş onam aldıklarını' belirlemeye çalışan bir çalışmadaki araştırmacılar, bulgularının bir kısmını şu şekilde özetlemiştir: "Sonuçlar, huzurevlerindeki doktorların 'hastalarını nöroleptiklerin riskleri konusunda bilgilendirmediğini, onam almadığını ve yeterliliği bir sorun olarak bile görmediğini' göstermektedir." (Gurian, Baker, Jacobson, Lagerbom ve Watts, 1990, s. 37).

Kurumlar... 

1980 yılına gelindiğinde, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinin %81'i özel mülkiyete aitti. (Hawes ve Phillips, 1986). Bu tesisler, giderek 'büyük mülkiyet zincirlerinin hakim olduğu, oldukça rekabetçi bir pazarda' faaliyet göstermektedir. Bu kurumların rekabetçi kalmaları için en güçlü teşvik, muhtemelen maliyetlerini - yasal olarak mümkün olan - en düşük seviyede tutmalarıdır. (bkz. Grimaldi, 1985, s. 80-81). Hizmet rekabeti, nispeten varlıklı müşterilerden veya ailelerden - asgari ücretin üzerinde ücret alan - rekabetçi birkaç elit huzureviyle sınırlıdır. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 'huzurevi harcamalarının %50'sinden fazlasıdoğrudan veya dolaylı olarak devlet fonlarıylafinanse edilmektedir. (Eckholm, 1990). Bu kurumlar için gelirlerin çoğu - yasal olarak - sabittir ve kâr, maliyetleri düşürmekten gelir.

Üçüncü taraf ödeyicilerin, müşteriden ziyade hizmete daha az, fiyata daha fazla önem vermeleri beklenebilir. Bu nedenle, asgari yasal gerekliliklerin ötesinde personel ve standartları sürdürebilecek nadir kurumlardan biri olabilir. Hasta-personel oranı çok yüksektir ve asgari standartlar aslında ortalama bakım standartları olarak işlemektedir. (Waxman, Klein ve Carner, 1985). Yakın tarihli bir çalışma, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki huzurevlerinde '100 hasta başına yalnızca 1,5 lisanslı hemşire personeli bulunduğunu, akut bakımda ise 4,5 hastaya bir kayıtlı hemşire düştüğünü' tahmin etmektedir. ("Hastaneye Yatış (Hospitalisation)", 1989).

Waxman ve diğerlerine (1985) göre, "psikotropik ilaçlar, rahatsız (/hasta "ailing") hastaların tedavisinde, bir hasta kurumun (
ailing institution) - uzun süreli bakım sektörünün - tedavisinden daha az kullanılmaktadır". (s. 886) Ücretler düşüktür, fiziksel koşullar genellikle kötüdür, iş yorucu ve sıklıkla onur kırıcıdır. Bu nedenle huzurevi personeli, - diğer sağlık hizmeti ortamlarındaki personele göre - daha az niteliklidir. Doktorlar genellikle orada bulunmaz

Huzurevindeki hasta bakımının %90'ından fazlası, 'eğitim ve ücret açısından huzurevi hiyerarşisinin en altında yer alan hemşire yardımcıları' tarafından sağlanır; Amerika Birleşik Devletleri'nde yardımcılar arasında yıllık ortalama işten ayrılma oranı yaklaşık %40'tır. (s. 886-887). Bu koşullar altında, "psikotropik ilaçların, özellikle de nöroleptiklerin, 'personel üzerindeki yükü azaltmada ne kadar etkili olduğunu' anlamak zor değil. Uykulu, uykuda veya halsiz hastalar, daha az yönetim sorunu teşkil ediyor." (s. 887). Diğer çalışmalara göre, özellikle hafta sonları, bakım evlerinde 'personel sıkıntısı yaşanmaya' meyilli olduğu zamanlarda, aşırı ilaç kullanımı yaygındır. (Bishop, 1989; ayrıca bkz. Lempinen, 1987).

Personel sorumlulukları, personelin psikotrop ilaçlar hakkındaki bilgisiyle nasıl ilişkilidir? 

Avorn, Dreyer, Connelly ve Soumerai (1989), Massachusetts'teki 55 huzurevinde yaptıkları bir ankette, 'personel yeterliliğini' değerlendirmiş ve yaygın olarak kullanılan 'psikotrop ilaçların, amacı ve yan etkileri' konusunda 'düşük bir anlayış' düzeyine ulaşmışlardır. Nöroleptik klorpromazin (Torazin, Largactil), %47 tarafından hafif bir sakinleştirici ve %12 tarafından antidepresan olarak tanımlanırken, %19'u amacını bilmiyordu. Düzgün bir klinik vaka incelemesine yanıt olarak, katılımcıların neredeyse yarısı TD'nin birincil belirtisini fark edememiş, semptomları 'inmeye (yüzde 15), akıl hastalığına (yüzde 12), kalp rahatsızlığına (yüzde 6) veya tansiyon sorunlarına (yüzde 3)' bağlamış veya hiçbir yanıt vermemiştir (yüzde 12). Anketörler tarafından yapılan muayenede 'hareket bozukluğu' tespit edilen sakinlerin yalnızca %17'sinin kayıtlarında TD'den bahsediliyordu.

Engle ve ark. (1985), koruyucu bakım evlerinde nöroleptik kullanan sakinler arasında, hastalık belirtilerinin sayısı arttıkça, 'aktivitelerini yerine getirme becerisindede buna bağlı bir azalma olduğunu göstermiştir. Bu durum, bakım evi sakinlerine bakım süresini kısaltmak için ilaç verilmesinin, bu sakinlerin 'artan engelliliği ve dolayısıyla onlara hizmet etme çabalarının artmasıhakkındaki bilgilerle tam olarak dengelenemeyen bir seçenek olduğunu göstermektedir.

Doktorlar, ikamet eden kişi, kurum, bir devlet kurumu, aileler veya sigorta şirketleri tarafından ücretlendirilebilir, ancak kurum tarafından işe alınırlar. Huzurevi sakinlerinin, 'doktorlarının kim olacağı' konusunda pek söz sahibi olmaları pek olası değildir. Doktorun 'ikamet edenler' hakkında edindiği bilgilerin çoğu, zorunlu olarak personelden gelecektir. 

Hemşirelerin ve diğer personelin gücü önemlidir: Avorn ve ark. (1989), nöroleptik reçetelerinin neredeyse yarısının "ihtiyaç duyulduğunda" yazıldığını ve böylece 'uygulama kararının, hemşirelerin eline bırakıldığını' tespit etmiştir. 

Ray, Blazer, Schaffner ve Federspiel (1987), huzurevi hekimleri tarafından reçete edilen nöroleptik sayısını azaltmayı amaçlayan bir 'eğitim ziyaretinin başarısızlığını' rapor ederek, "huzurevinde, hemşirelik personeli tedavi kararlarında önemli bir rol oynayabilir" sonucuna varmıştır. Alternatif davranış yönetimi yöntemleri, hemşireler ve hekimler tarafından daha fazla zaman veya kurum tarafından daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirebilir; bu da günümüz huzurevi ortamında gerçekleştirilmesi zor bir taahhüt olabilir." (s. 1449).

Belirtildiği gibi, huzurevlerine giren birçok kişinin kapasitesi sınırlıdır ve bu durum, bir kurumda ikamet eden kişilerle daha da belirginleşir. Böyle bir durumdaki hekimlerin, onam sürecini hafife alması kolaydır ve çoğu huzurevinde durum böyle görünmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, kurumsal baskılara ek olarak kendi önyargıları da, TD gibi riskleri veya bir nöroleptik ilacın neden gerekli olduğunu açıklamaktan alıkoyabilir. Malpraktis korkusu, daha gözetimli ortamlara göre çok daha düşük olacaktır ve TD belirtileri ortaya çıktığında, personel tarafından bunlar, 'sakinin genel engelli durumuna' bağlanabilir.

Kurumsal baskılar, sağlık hizmeti sorumluluklarının kurum personeline devredilmesi ve TD riskinin yeterince tanınmaması, bizi 'huzurevlerindeki hekimlerin, nöroleptik reçete uygulamalarının etkisinin, sakinlerden ziyade kurumların çıkarlarını yansıttığısonucuna götürmektedir. En azından kısa vadede, bir huzurevinde nöroleptik kullanma kararı, sakine bir maliyet, kuruma ise bir fayda getirir. 

Kurum genellikle, sözde sakin adına hareket eden üçüncü taraflarca, 'barınma, bakım ve gözetim' sağlamak için finanse edilir. Bu tür bir finansman, 'sakinin, nöroleptikler verilerek değiştirilmesini' haklı çıkarmaz. Ne yazık ki, 'nöroleptiklerin ayrım gözetmeksizin kullanımını teşvik etmeyen bir kurumun, bunu teşvik eden bir kuruma göre rekabette dezavantajlı olduğunu' düşünebilir; çünkü bu uygulama, maliyetleri düşürebilir ve potansiyel ödeyiciler için daha cazip olabilir. Ancak, nöroleptik kullanımı büyük ölçüde azaltılır ve tüm kurumlar uygulamalarını değiştirirse, maliyetler herkes için eşit bir şekilde artacaktır. Dolayısıyla nöroleptiklerin uygulanmasının düzenlenmesi, 'düzenlemeler uygulandığı ve kurumlara artan bakım maliyetleri için tazminat sağlandığı' sürece kurumsal bir muhalefetle karşılaşmayabilir.

-Politika Önerileri...

Nöroleptik ilaçların reçete edildiği bağlamlara ilişkin kısa incelememiz, katılımcıların nöroleptikleri kullanımlarının getirdiği maliyetlere yeterince dikkat etmeden tercih etmelerine yol açan 'sistematik baskıları, kısıtlamaları ve önyargıları' ortaya koymaktadır. Görüşümüze göre bu durum, 'dengeleyici baskılar ve politika müdahaleleri' gerektirmektedir.

-Tıbbi Model..

Tıbbi modelin meşruiyeti (yani, "akıl hastalıkları" olarak adlandırılan olguların, akıl sağlığı uzmanları tarafından ortadan kaldırılması veya yönetilmesi gereken gerçek hastalıklar olduğu) konusunda kamuoyunda acil bir tartışmaya ihtiyaç vardır. [Engel, 1977]) Görüşümüze göre toplum, 'kötü davranış' tanımıyla ilgili tartışmaların, daha fazla farkına varır ve biyolojik psikiyatrinin iddialarını eleştirel bir şekilde yeniden düşünmeye çalışırsa, çıkarlarını en iyi şekilde temsil edebilir. (bkz. Fisher ve Greenberg, 1989). 

Bu amaçla, ilk adım olarak, hastaların ve hasta savunucusu gruplarının, 'görüşlerini' kamuoyuna temsil etmeleri ve sunmaları için çok daha fazla yardım almalarını öneriyoruz. Bu tür bir yardım, özellikle mesleki tekelleri onaylayan hükümet düzenlemeleri nedeniyle 'bedavacılıksorunlarını azaltan meslek birlikleri gibi, 'rekabet eden' bakış açılarına sahip grupların 'sahip olduğu avantajları' dengelemeye yardımcı olacaktır. (bkz. örneğin, Kilbane ve Beck, 1990).

-Bakımın Standardı...

Kurumların ve doktorların karşı karşıya olduğu teşvikler, TD hakkındaki bilginin tek başına nöroleptik reçete uygulamalarında büyük değişiklikler yaratmaya yetmeyeceği şekildedir. Kuşkusuz, Amerikan Psikiyatri Birliği'nin 1979 tarihli yönergelerine uyulması, TD ve diğer yan etkilerin görülme sıklığını ve yaygınlığını azaltacaktır. Daha az kişi nöroleptiklerle tedavi edilecek ve daha az kişi yüksek doz alacaktır. Düzenli doz azaltımı veya ilacın kesilmesi yoluyla TD'nin sürekli izlenmesi, erken belirtileri ortaya çıkaracak ve durumun, uygun şekilde yönetilmesine ve önlenmesine yol açacaktır. Şimdiye kadarki davaların sonuçları, nöroleptiklerin uygulanması için yargısal olarak oluşturulmuş standartlar açısından çok az şey ortaya koymuştur.

Amerikan Psikiyatri Birliği (APA "American Psychiatric Association") yönergelerinin, 
derhal bu 'standardın temelini' oluşturması gerektiğine inanıyoruz. Görüşümüze göre, geçerli bir sebep olmaksızın bu yönergelere uyulmaması, malpraktis davası açılması için gerekçe teşkil eder. Nöroleptik kullanımının belirli yönleriyle ilgili özel düzenlemeler dikkate alınmalıdır: örneğin, "gerektiğinde" reçeteler tamamen yasaklanmıyorsa, bunlara 'zaman kısıtlaması' getirilmelidir. 

APA, bir şikayetin doğrulanması halinde, ihlal edenlerin disiplin cezasına (örneğin, lisansın askıya alınması veya iptali, para cezası, yeniden eğitim, reçete ayrıcalıklarının kaldırılması) maruz kalabileceği konusunda bir uyarıyla, yönergelerini her yıl yeniden yayınlamalıdır. İlaçları reçete etme ve uygulamada rolü olan tüm kişiler - özellikle huzurevi personeli ve yardımcıları - TD'nin izlenmesinde rol almalıdır.

-Bilgilendirilmiş Onam (Informed Consent)...

Bilgilendirilmiş onam
, 'etik tıp' uygulamasının merkezinde yer almaya devam etmektedir. Bizim görüşümüze göre, tıbbi tedavi için ahlaki açıdan haklı tek dayanak, 'hastalığın varlığı' değil, 'onamdır.' Bir hasta, 'yetersiz' görünüyorsa, sağlık çalışanının 'tedavi etmemesi' ve bunun için 'mahkeme kararı' alması gerekir. 

TD gibi ciddi bir durum için, imzalı bir onam formu, asgari gereklilik olmalıdır. Bir onam formu, bazı durumlarda 'gerçek bilgilendirilmiş onamın alınamaması' durumunu örtbas etmek için kullanılabilir, ancak bir onam formunun yalnızca nöroleptiklerin risklerini ve faydalarını açıklaması gerekmez. Bir onam formu, APA yönergelerinde belirtildiği gibi 'hekimin görevlerini belirtmeli ve reçete yazan kişi tarafından imzalanmalıdır.'

Onam formu ayrıca, reçete yazan kişinin 'mesleki faaliyetlerinin uygun şekilde izlendiğini' belirtmeli ve yönetici tarafından imzalanmalıdır. (örneğin, Kalachnik ve Slaw'ın [1986, s. 5] 'yazılı bilgilendirilmiş onam politikası değişkenleri' tartışmasına bakınız). Onam formlarının koşullarına uyulmaması, hafifletici nedenlerin bulunmaması durumunda, mahkemelerin malpraktis bulması için yeterli gerekçe teşkil edecektir.

-Hukuk Davaları (/tüm hukuki süreçler "Civil Litigation")... 

Hukuk davaları, istenmeyen maliyetleri başkalarına yükleyenlerin, etkilenen kişileri tazmin etmek zorunda kalmasını sağlayarak, dışsallıkları azaltmanın bir yoludur. Bu bağlamda, örneğin hastanın - tam bilgilendirilmiş onayı olmadan - nöroleptik tedavileri uygunsuz bir şekilde uygulayan veya sürdüren hekimlerin ve kurumların, sonuç olarak TD geliştiren hastayı tazmin etmesi gerektiği anlamına gelir. Ancak, dava açma olanağı çok az kişi için mevcut olduğundan, 'mahkeme kararlarının etkisi' sınırlıdır. Öte yandan, mahkeme kararları 'hastaları ve ailelerini, TD riskleri' konusunda bilgilendirir ve hekimleri ve yöneticileri, hasta TD geliştirirse, 'karşılaşabilecekleri riskler 'konusunda uyarır. 

Yargı sürecini gözlemleyen bazı kişiler, malpraktis davaları kavramını desteklerken, 'davacılara verilen tazminatların "aşırı" olduğunusavunmaktadır. Herhangi bir bireysel davada bu tür tazminatlar aşırı olabilir, ancak genel olarak, tüm TD mağdurları dava açsaydı "haklı olarak" verilecek olanın çok küçük bir kısmına denk gelmektedir. Malpraktis tazminatları, meslek mensuplarının sigorta şirketleri tarafından ödenir ve sigorta ücretlerine yansıtılır. Bu ücretler, 'uygun şekilde tedavi edilmeyen veya bilgilendirilmeyen' hastaların katlandığı TD maliyetine yaklaştığı ölçüde, doktorların ve yöneticilerin 'nöroleptik kullanımını sınırlamaları' beklenebilir. 

Potansiyel olarak başarılı davacıların büyük çoğunluğu asla mahkemeye gitmeyeceğinden, bireysel tazminatlar, başarılı davacıların 'kazanç kaybı, yaşamdan zevk alamama, mağdur ve aile üyeleri tarafından katlanılan arkadaşlık kaybı' gibi tüm tanımlanabilir maliyetleri fazlasıyla telafi etmelidir. İhmal vakalarında, cezai tazminat da verilmelidir. Hiç değilse (/herşeyden önce "if anything") , bu tür davalar 'teşvik edilmeli ve ilgili davaları izlemek ve davacı adaylarına emsal oluşturmak için hukuki yardım ve/veya adalet bakanlığı fonu 'sağlanması gibi mevcut devlet finansman mekanizmaları kullanılmalıdır.

-İlaç Bilgileri...

Mesleki tıp ve psikiyatri dernekleri, resmi dergilerinde 'ücretli ilaç reklamlarının' yanı sıra mesleki ve bilimsel faaliyetlerinin finansal olarak desteklenmesinde de 'açık bir çıkar çatışması' olduğunu kabul etmelidir. Herhangi bir uygulayıcı, bu tür ilaç şirketi sübvansiyonlarının (
drug company subsidies) - kendi muayenehanesindeki etkisini - vicdanen inkar edebilir; ancak bu sübvansiyonlar, hekimler tarafından yüksek oranda psikotrop ilaç reçete edilmesiyle birleştiğinde, en azından sistematik veya bilinçsiz bir önyargı izlenimi yaratmaktadır. 

Hekimler, tamamen finansal bir teşvikle faaliyet gösteren ilaç şirketlerinden son derece büyük miktarda bilgiye (reklamlar, numuneler, broşürler ve diğer tanıtım materyalleri şeklinde) maruz kalmaktadır. 'Hekimler, muhaliflerden de bilgi almamalı mıdır?' Gönüllü uyum veya düzenleme yoluyla, ilaç şirketi bilgileri, nöroleptiklerin terapötik ve yan etkileriyle ilgili tartışmalara atıflar eklenerek daha dengeli hale getirilmelidir.

-Çözüm (/sonuç "
Conclusion")...

Tavsiyelerimizin, uygulanması halinde, bu makalede 'özetlediğimiz sorunların' azaltılmasına yardımcı olacağına inansak da, karar vericilerin bunları yalnızca bilimsel ve mesleki sorumluluğa ve bireysel özerkliğe bağlılığı yansıtan bir sosyal ve ekonomik ortamda değerlendireceklerinin farkındayız. (bkz. Mosher ve Burti, 1989). 

Bu nedenle, "şizofreni" hastalarının - ilaç tedavisine 'psikososyal alternatifler' yaygın olarak mevcut olmadığı sürece, - ilaç tedavisi kaçınılmazdır. 

Tıp dışı (/tıbbi olmayan "non-medical") sağlık profesyonelleri, 'ilaç kararları' düşünülürken hekimlere danışmaya ve ilaç tedavisinin belgelenmiş değerleri ve sınırlamaları hakkında daha fazla bilgi edinmekten kaçınmaya devam ettikleri sürece
, reçete kötüye kullanımı (prescription abuses) devam edecektir. 

Akıl sağlığı müdahaleleri akıl hastanesine yatış tarafından domine edilmeye devam ettiği sürece, hastaların kişisel güçlerinin korunması aşınacak ve daha fazla bağımlılığa ve iatrojenik yaralanmaya yol açacaktır." -Prof. Dr. David Cohen, MD (74)

*** *** ***

3. BÖLÜM ; BEYİN HASARINA SEBEP OLAN DİĞER PSİKİYATRİK TEDAVİ UYGULAMALARI...

"Gerçek Olmak İçin Fazla İyi: TMS Beynime Nasıl Zarar Verdi?
37 yaşında, iki çocuk babasıyım ve 15 yıldır harika bir eşe sahibim. En az bir o kadar zamandır, anksiyete ve depresyonla ara ara mücadele ediyorum. Bunlarla danışmanlık, diyet ve egzersizle başa çıktım. Antidepresan ilaçları birkaç kez denedim, ancak bunlar durumu daha da kötüleştirmekten başka hiçbir işe yaramadı. Ruh sağlığı sorunlarıma rağmen, üst düzey bir kurumsal işte aileme, topluluğuma ve işime anlamlı bir şekilde katkıda bulunabildim.

Yaklaşık bir buçuk yıl önce, istikrarım için en büyük tehdit anksiyete ve depresyonumdan değil, transkraniyal manyetik stimülasyon veya TMS (transcranial magnetic stimulation) adı verilen yeni bir tedavi yönteminden kaynaklanıyordu. Mayo Clinic web sitesi, TMS'yi "depresyon semptomlarını iyileştirmek için beyindeki sinir hücrelerini uyarmak üzere manyetik alanlar kullanan invaziv olmayan bir prosedür" olarak tanımlıyor. 

Bunu oldukça basit bir şekilde anlatıyorlar: "Alnınızın yakınına, kafa derinize bir elektromanyetik bobin yerleştirilir. Elektromıknatıs, beyninizin ruh hali kontrolünden sorumlu bölgesindeki sinir hücrelerini uyaran manyetik bir darbeyi ağrısız bir şekilde iletir..."

Deneyimlerime dayanarak, gerçeklerden bu kadar uzak bir şey olamaz. TMS sadece ruh sağlığımı iyileştirmedi, aynı zamanda beni hayattaki en önemli şeylerden bazılarından da mahrum etti. Şu an itibarıyla, TMS'nin yol açabileceği olumsuz yan etkiler hakkında çok az araştırma veya farkındalık var. Bu durum değişmeli ve bu tedavi popülerliğini artırmaya devam ettikçe her zamankinden daha önemli hale geliyor.

- Bir "Çığır Açma" umudu...  TMS ile tanışmam, aile hekimimle yaptığım düzenli bir kontrol sırasında tesadüfen gerçekleşti. Kontrol kapsamında depresyonla ilgili bir anket doldurdum. Görüşmenin sonunda bana "Ne kadar süredir depresyondasınız? " diye sordu. Tarihçemi anlattıktan sonra, TMS'den bahsetti ve bunu hap almayı gerektirmeyen çığır açıcı bir tedavi olarak tanımladı.

Bana, yakında her doktor muayenehanesinde bu cihazlardan bir tane olacağına ve hastalarının depresyonlarını basit ve etkili bir şekilde tedavi edebileceklerine inandığını söyledi. İlaçların dehşetine bizzat tanık olduğum için, toksik bir ilaç kullanmadan beyni olumlu yönde etkileyebilecek bir tedavi fikri beni çok meraklandırdı ve heyecanlandırdı. Doktorum bana Neurostar'ı araştırmamı söyledi çünkü TMS cihazları için "altın standart"tı.

O gün ofisten, uzun süredir devam eden depresyon mücadelemden kurtulabileceğime dair beklenmedik bir umutla ayrıldım. Eve gittim ve hemen TMS ve Neurostar'ı araştırmaya başladım, böylece tedaviyi daha iyi anlayabilir ve eşimle konuşabilirdim. Bulduğum ilk şey, şehrin diğer tarafında yeni açılmış bir TMS kliniğiydi.

Bu, aşılması gereken bir engeldi. Sonra, prosedürün kendisi hakkında oldukça fazla bilgi buldum; hepsi olumluydu ve depresyondan mucizevi ve uzun süreli bir iyileşmenin nasıl mümkün olduğuna dair birçok belge ve referans vardı. Bulduğum başarı oranları %80'e kadar çıktı; diğerleri ise %60 civarındaydı. Doktorumdan öğrendiklerimi doğruluyor gibiydi.

Daha sonra olası yan etkileri araştırdım. Neurostar'ın ana sayfası da dahil olmak üzere birkaç farklı siteyi ziyaret ettim. Listelenen yan etkiler bana oldukça önemsiz geldi: baş ağrısı, baş dönmesi, kafa derisinde yanma hissi ve aşırı durumlarda nöbetler. Ancak bunların hepsinin geçici olduğu ve tedaviden sonra iki ila dört haftadan fazla sürmemesi gerektiği söylendi. O öğleden sonra, tüm bulgularımı eşimle konuştum. Endişeli olduğunu itiraf etti, ancak gönülsüzce de olsa gidip bir konsültasyon yaptırabileceğimi kabul etti.

Ertesi gün kliniği aradım ve ilk randevumu ayarladım. İlk randevuda, bana mevcut ve geçmiş ruh sağlığı sorunlarım, kullandığım ilaçlar ve denediğim farklı tedaviler hakkında sorular soran bir psikiyatristle görüştüm. Geçmişimi konuştuktan sonra, TMS için iyi bir aday olabileceğimi söyledi. Nöbet riskini sordum. Nöbet riskinin tek gerçek riskinin, Neurostar cihazındaki ilk "haritalama" seansında, elektromıknatısın vücudunuzdan fiziksel bir tepki aldığı nokta olan "motor eşiğimi" keşfettiklerinde ortaya çıktığını söyledi. Ayrıca, nöbetlerin son derece nadir olduğunu ve TMS hastalarında ne duyduğunu ne de karşılaştığını söyledi.

Sonra beni personel ve teknisyenlerle tanıştırdı. Onlara yan etkilerle ilgili aynı soruları sordum ve hepsi internette okuyup psikiyatristle görüştüğüm risklerin aynısını bağımsız olarak doğruladılar. Ayrıca, başka hiçbir riskten bahsetmeden bu riskleri kabul ettiğimi belirten açıklamalar içeren belgeleri imzaladım. Personel bana ertesi gün ilk randevumu ayarlamayı teklif etti ve ben de kabul ettim. Biraz gergin olsam da, çok az riskle kendimi depresyondan kurtarma potansiyeli beni heyecanlandırıyordu. İtiraf etmeliyim ki, gerçek olamayacak kadar iyi görünüyordu. Ancak şüphelerimi, modern tıbbın artık o kadar ilerlediğini ve bu tür bir tedavinin mümkün olduğunu düşünerek bir kenara ittim.

- Şimdiye kadar, çok iyi... İlk tedavi bir haritalama seansıydı. Beni, sol tarafında büyük bir hareketli kolu olan ve monitörü ve kullanıcı arayüzü olan büyük bir bilgisayara bağlı bir dişçi koltuğuna benzer bir yere oturttular. Sonra hareketli kolu sol şakağıma, başımın birkaç milimetre uzağına yerleştirdiler, bana işitme koruyucusu verdiler ve haritalamaya başladılar. Cihaz çalıştırıldı ve sol temporal lobumu işaret eden kolun ucundan elektromanyetik enerji darbeleri geçirdi. Cihaz birkaç saniye boyunca çalışırken yüksek tıkırtı sesleri çıkardı, ardından birkaç saniye daha durdu ve sonra tekrar çalışmaya başladı. Nabızı her çalıştırdıklarında, irkilip irkilmediğimi veya tutukluk yapıp yapmadığımı görmek için ellerimi gözlemlediler. Bunu yaparak, vücudumdan herhangi bir motor tepkisi gelmemesi için cihazın başıma en uygun kol yerleşimini arıyorlardı. Hissettiğim irkilme hissi rahatsız ediciydi ama çok da rahatsız edici değildi, bu yüzden endişelenmedim. Yaklaşık 20 dakika sonra teknisyenler memnun kaldı ve bilgisayarın özel ayarları benim için hatırlayacağını, böylece ertesi gün geri döndüğümde oturup çalışmaya başlayabileceğimi söylediler. Bu noktadan sonra her seans yaklaşık 25 dakika sürecekti. Sonraki üç ay boyunca haftada beş gün seanslar planladık. Çok zaman alıcıydı, ancak önerilen getiriye değdi.

Ertesi gün, biraz gergin ve tam bir tedavi görmenin nasıl bir şey olacağından emin olamayarak gittim. Ayrıca o gece eve daha iyi hissedebileceğime dair biraz umut da vardı içimde. Personel güler yüzlüydü ve kendimi çok rahat hissetmemi sağladı. Eşleştirme seansında olduğu gibi, işitme koruyucumla sandalyeye yerleştirilirken sohbet ettik. Cihazı çalıştırdılar ve eklemli kolu sol şakağımdaki aynı noktaya yerleştirdiler. Teknisyen başlayacağını söyledi, ben de kabul ettim ve cihaz kafamda tıkırdamaya başladı. Dürüst olmak gerekirse, kolumun kafama en yakın olduğu yerde hafif bir karıncalanma veya çıtırtı hissi dışında hiçbir şey hissetmedim. Seansın sonunda kayda değer bir şey hissetmediğim için memnun oldum. 

Teknisyen bana "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Düşündüm ve "Harika hissediyorum... biraz başım dönüyor ama fena değil." diye cevap verdim. "Harika." dedi. Şimdi, eğer bu konuda rahat hissediyorsan, bir dahaki sefere yoğunluğu artıracağız. %50'desin ve seni terapötik doz olan %110'a çıkarmamız gerekiyor. " "Burada neler oluyor? " diye düşündüm. Bana bu şeyin yoğunluğunu artırmam gerektiği konusunda hiçbir şey söylememişlerdi. 

Yine de teknisyene tamam dedim ve biraz tedirgin hissederek ayrıldım. Ama sonra şöyle düşündüm: O seans o kadar kötü değildi, o yüzden bir sonraki iyi olur. İkinci seans bir öncekiyle aynıydı ama yoğunluğu %5 "artırdılar." 

Temkinli olma içgüdümle %5'te karar kıldık. Aslında bana ne kadar açmak istediğimi sordular ve her seansta %10'a kadar çıkabileceklerini ve motor eşiğimin %110'una ne kadar hızlı ulaşırsam, "tam terapötik dozu" daha uzun süre almış olarak kendimi o kadar iyi hissedeceğimi söylediler. Bu mantıklıydı ve tam 10'u yapmak istedim ama bunun ne kadar farklı hissettireceğini bilmiyordum. İçgüdülerim beni rahatsız etti ve geriye dönüp baktığımda içgüdülerimin şunu söylediğini fark ettim: "Yüzde 10 artırmak kolay olsaydı, sana uygun olup olmadığını sormazlardı. Sadece yaparlardı."

Aynı işlemi %5'lik ek yoğunlukla tekrarladık. Sonunda tekrar "Nasıl hissediyorsun? " diye sordular. Bu sefer cevabım biraz daha tedirgindi. "Kendimi oldukça sersemlemiş hissediyorum... Daha da kötüleşecek mi?" dedim. Herkeste bu kadar sersemlik olur mu?" Bunun normal, geçici olduğunu ve endişelenecek bir şey olmadığını söylediler. Ayrıca hissin genellikle ilk iki haftadan sonra geçtiğini söylediler. Bir an düşündüm ve hissi birkaç bira içmiş olmaya benzettim ve "Önemli değil, muhtemelen haklılar." diye karar verdim. 

Yine de eve kendim araba kullanacaktım ve böyle hissetmenin iyi bir fikir olup olmayacağını düşündüm. Kendimi farklı hissettim. Bir gece derin bir uyku çektikten sonra bir sonraki seans için geri döndüm. Hala biraz başım dönüyordu ama bana söylenenlerin doğru olduğundan ve TMS'nin ilk birkaç haftasını atlattıktan sonra tüm bunların geçeceğinden emindim.

- Kalan Sorular... Bu sefer eşimin beni tedavi merkezine götürmesini sağladım. Tedaviyi tekrarladık ve yoğunluğu sadece %5 artırdık. O noktada, teknisyenle mükemmel bir uyum sağlamıştım. Daha önce hiç tedavinin çok tatsız olduğu için bırakan var mı diye sormaya karar verdim. Bana tedavi sırasında işten izin alamadığı için bırakan tek bir beyefendiden bahsetti. Kendi durumumu düşündüm. Gerektiğinde işten izin alabiliyordum, bu yüzden bunun bir sorun olacağını düşünmedim. Ayrıca, bahsedilmeyen herhangi bir yan etki görüp görmediğini veya şüpheli bir durum olup olmadığını da sordum. "Hayır" dediğinde ona inandım. Bir aylık tedaviden sonra fayda görmediğini söyleyerek bırakan başka bir hastası daha olmuştu, ama hepsi bu kadardı.

Seansım bittiğinde teknisyen bana her zamanki soruyu sordu: "Nasıl hissediyorsun?" Her zamanki cevabı verdim. Kendimi başımın döndüğünü ve neredeyse sarhoş olduğumu söyledim. Bunu yine normalmiş gibi geçiştirdi ve ona inanarak ayrıldım. Eşim beni eve bıraktı ve iyi ki de öyle yapmış çünkü artık böyle bir durumda araba kullanmamam gerektiğini anlamıştım. O zamanlar baş dönmesi hissini yoğun, uhrevi, sarhoş, bulanık veya baygın gibi kelimelerle tarif ederdim. Bazen de kendimi aptal hissettiğimi söylerdim. 

Bir sonraki bir iki seans aynı şekilde devam etti, ta ki "terapötik" doza zamanında ulaşabilmemiz için yoğunluğu yüzde 10 artırmam şiddetle tavsiye edilene kadar. Kabul ettim ve dozu artırdık. Baş dönmesi hissi yoğunlaştı. Çok rahatsız ediciydi ama böyle hissetmek beni bir tür vızıltı haline soktu. Kendimi daha iyi hissedene kadar hayatın rutinlerini yaşamaya devam edeceğimi düşündüm.

Sonunda tam terapötik doza ulaştım ve personele yaşadığım bu baş dönmesinden ne zaman kurtulacağımı sordum. Bu dozda yaklaşık bir hafta sonra normale dönmeye başlayacağımı söylediler. Söylediklerine güvendim ve normale dönmeyi sabırsızlıkla bekledim. Bir hafta daha tedavi gördüm ama her seanstan sonra aynı hissediyordum. 

Baş dönmesi, Fortune 10 şirketlerinden birinde evden tamamlamayı başardığım işim de dahil olmak üzere hayatımın her anında ve her anında devam etti. İş yerinde işler yavaştı, bu da gerçekten yardımcı oldu. İşler tam hızda ilerleseydi, bir yazılım ve veritabanı yöneticisi olarak normal görevimi yerine getiremeyeceğimi biliyordum. İşler kötüye giderse, yöneticime tıbbi tedavi gördüğümü ve ciddi yan etkiler yaşarsam işten izin almam gerekebileceğini bildirdim. Yine de çok endişelenmedim; Şirkette yaklaşık 15 yıldır çalışıyordum ve mükemmel değerlendirmeler alıyordum.

O hafta geçtiğinde bile hâlâ aynı hissediyordum ve tedavi ekibiyle yan etkilerimin ne zaman azalabileceği konusunda aynı konuşmayı yaptım. Bu sefer hikayelerini biraz değiştirdiler ve bazı hastaların tedavinin sonunda baş dönmesi hissettiğini, ancak bunun her zaman geçici olduğunu ve yakında geçeceğini söylediler. Bu haber bende bazı kırmızı alarmlar uyandırdı, ancak okuduğum her şey ve konuştuğum herkes sayesinde onlara gerçekten inandım. Ne de olsa, beynimin nöron aktivitesini uyaran bir manyetik darbe alıyordum. Bu nasıl uzun vadeli sorunlara yol açabilirdi ki?

- Rahatsız Edici Yeni Belirtiler... Sonraki birkaç hafta boyunca yan etkilerden hiçbir rahatlama olmadan tedaviye devam ettim. Sonra bir gece uyurken evimde yangın alarmının çaldığını duydum. Yatağımda korkudan sıçradım. Eşim hala derin uykudaydı. Odayı çılgınca taradım, yangından duman veya ışık aradım ama olağandışı bir şey göremedim. 

Eşimi hemen uyandırdım ve ona bağırmaya başladım: "Ayağa kalk, lanet olası yangın alarmı çalıyor!" Gözleri fal taşı gibi açıldı ve "Tatlım, sorun yok! Yangın yok, yangın alarmı çalmıyor." dedi. "Neyin var senin? " diye sordum. Bunu duyamıyor musun? Sağır mısın?" Korkmuştum çünkü içgüdülerim içimde bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başlamıştı, ancak bilincim henüz bunu anlamamıştı. "Ne duyuyorsun?" diye sordu. "Orada hiçbir şey yok." "Ne? Duymuyor musun?" diye cevapladım. Bu çığlık sesi, inanılmaz derecede yüksek bir çınlama gibi. "Hayır, orada bir şey yok." dedi. Sorun değil, kulakların çınlıyor. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamadın mı? Bana sürekli oluyor." 

Bulmacanın parçaları yerine oturmaya başlamıştı ama artık çok korkuyordum. Yoğun bir kulak çınlaması yaşıyordum. Bir süre sonra sakinleşip tekrar uykuya dalmayı başardım. Ertesi sabah hala kulak çınlaması yaşıyordum ama eskisi kadar yoğun değildi. O gün tedavi seansımda sesi oradaki klinisyenlere anlattım. Olabileceğini söylediler ama yine de geçici olacağına dair güvence verdiler. Çok minnettar hissettim. Eşim daha önce kulak çınlaması yaşadığı için bunun önemli bir sorun olmadığını düşündüm. Bununla başa çıkmayı öğrendim ve yoluma devam ettim. 

Tinnitus geliştikten sonra, başka küçük semptomlar da gelip geçti. Daha önce hiç yaşamadığım baş dönmeleri ve mide bulantısı nöbetleri yaşıyordum. Bundan önce, başım sadece çocuklarımla oyun oynarken veya lunaparka giderken dönüyordu. Bulantıyı sadece kötü beslenme veya grip olduğumda yaşıyordum. Bunlar TMS'nin yan etkileriydi ve tedavi sırasında bundan bahsettiğimde, bunun geçici olduğunu, ancak en geç tedaviden sonra geçeceğini söylediler.

- Bağları Koparmak... Tedavimin sonlarına doğru bu semptomlar ortaya çıktıktan kısa bir süre sonra, iş yerimdeki patronumla düzenli olarak telekonferans görüşmesi yaptım. Resmi işlemleri atlayarak ve hiçbir uyarıda bulunmadan beni işten çıkaracağını söyledi. Bir hata yapıp yapmadığımı sorduğumda, hayır dedi; bir sebep yoktu. Sonra birkaç soruya kısaca cevap verip telefonu kapattı. Bu beni sersemletti. Hayatımın en güzel yıllarını özenle geçirdiğim bir işi beş dakikadan kısa bir sürede kaybettiğimi fark ettim. Kendimi, departmanımdaki birçok kişinin işten çıkarılmasının bir parçası olarak düşünerek avuttum, bu yüzden hala orada çalışan birkaç arkadaşıma sordum. Hepsi tek işten çıkarılanın ben olduğumu doğruladı. Daha sonra yaklaşık bir hafta sonra yerime başka birinin getirildiğini öğrendim. Yönetim ekibimin engelliliğimi fark ettiği ve sorunu çözmek için hızla harekete geçtiği açıktı.

Oldukça pragmatik bir karakterim var ve kovulmanın ilk şokunu atlattıktan sonra, artık iş konusunda endişelenmek zorunda olmadığım için mutluydum ve depresyondan uzak bir hayatın yeni olasılıklarını dört gözle bekliyordum. Bu yüzden, beni ilk başta TMS'ye götüren semptomlardan hala bir rahatlama yaşamamış olsam da, yan etkilerimde hiçbir değişiklik olmadan TMS tedavilerini tamamladım. TMS tedavilerim tamamlandığında, merkezin psikiyatristiyle bir çıkış görüşmesi yaptım ve bu görüşmede marjinal sonuçlarımı konuştuk. Tedaviden sonra haftalarca iyileşmeye devam edebileceğimi düşünüyor gibiydi. 

Bu noktada, ona sormak istediğim önemli bir soru vardı. Yan etkilerim ne zaman geçecekti? Depresyonumun iyileşmemiş olmasından bile endişelenmiyordum. Son üç aydır her günün her dakikasında baş dönmesi ve halsizlik hissetmekten o kadar yorulmuştum ki; düşünebildiğim tek şey buydu. Bana tüm literatürün ve teknisyenlerin söylediği şeyi söyledi: "İki ila dört hafta içinde geçmesi gerekir."

Sonra ona "Ya olmazsa ne olur?" diye sordum. Bunun tek sebebinin, tedavi sırasında TMS ile ilgisi olmayan farklı bir nörolojik sorun geliştirmiş olmam olduğunu söyledi. Eğer böyle bir şey olursa, bir nöroloğa görünmeliyim. Başından beri kafamın arkasında dalgalanan küçük kırmızı bayrak, zihnimin artık çoraklaşmış manzarasında rüzgarda dalgalanmaya başladı. Dikkat dağıtıcı hiçbir şey yoktu, hiç şüphe yoktu, işte buydu: Benden ellerini çekiyorlardı. Muhtemelen, ruh sağlığımı onlara emanet ederek hayatımın en büyük hatasını yapmıştım.

- Daha Fazla Bozulmalar... Bu yüzden bekledim. Haftalarca, normal beyin fonksiyonlarımın geri dönmesini bekledim. Hayata yeniden başlayabilmek için keskin ve esprili zihniyetime geri dönmek istedim. Geri dönmedi ve sürekli sarhoş veya akşamdan kalma hissetmenin yanı sıra kendimde daha tuhaf şeyler fark etmeye başladım. Kısa süreli hafızam çökmüştü. Örneğin, bir sabah dondurucudaki dağıtıcıdan bir bardağa buz koyarken aşırıya kaçtım. Buz küpleri döküldü ve buzdolabının ön tarafındaki dış tepsiyi doldurdu. Bardağımı bırakıp arkamı dönüp buzları temizlemem gerektiğini düşündüm. Bunun yerine dikkatim dağıldı, buzu unuttum ve hatırladığımda erimiş ve mutfak zeminini batırmıştı. 

Eşim fark etti ve "Burada ne oldu?" dedi. Ona anlattım ve şimdi temizleyeceğimi söyledim. Birkaç kağıt havlu alıp suyu emmeye başladım. Sonra bir anlığına oradan ayrılıp başka bir şey yaptım. Yaklaşık bir saat sonra eşim buzdolabının önündeki dağınıklıkla ilgili tekrar yanıma geldi ve ona "Ne dağınıklığı?" diye sordum.

TMS tedavimden önce "A Tipi" bir kişiliğe sahiptim. 10 yaşımdan beri tek bir dağınıklık bile bırakmamıştım, bu yüzden bu önceki davranış ve bilişsel yeteneklerimden aşırı bir sapmaydı. Diğer bir değişiklik ise artık aynı anda birden fazla işi aynı anda yapamıyor olmam. Bir şey yaparken biri benimle konuşursa, ne yaptığımı unutuyorum. Bir kişi benimle konuşurken, aynı anda başka biri gelip konuşmaya başlarsa, ne kadar odaklansam da ikisinin de ne dediğini anlayamıyorum. Çevremde dikkat dağıtıcı unsurlar varsa, artık odaklanmam imkansız olmasa da son derece zor. 

İki ay sonra, bu semptomların azalmayacağından emin olduğumda, bir nörologla randevu ayarladım. TMS'nin ne olduğunu çok iyi biliyordu ve bu konuda bir konferansa katılmıştı. Ancak o da semptomlarımın geçeceğini düşünüyordu. Ancak diğer faktörleri elemek için başımın MR'ını istedi. Temiz çıkınca EEG, kan tahlili ve nöropsikolojik test istedi. Hafif bilişsel bozukluk (MCI "mild cognitive impairment") gösteren nöropsikolojik test dışında tüm sonuçlar normal çıktı. Zihinsel süreçlerimin neredeyse tamamı artık ortalamanın altındaydı: Hikaye anlatma, hatırlama ve bilişsel değişimler (çoklu görev) bozulmuştu. En azından artık kanıtım vardı.

Zihnimin ne durumda olduğunu daha iyi anladıktan sonra bir KBB (kulak burun boğaz uzmanı) ve bir odyologa gittim. Daha fazla test yapıldı ve doktorlar bana tinnitus ve yüksek frekanslı işitme kaybı teşhisi koydu. Ayrıca, ciddi bir işitme kaybına sadece bir havai fişek gösterisi kadar uzakta olduğumu söylediler. Çözümleri, gürültülü ortamlarda bulunduğumda iki tür işitme koruyucu takmam gerektiğiydi. Bu noktaya kadar neredeyse yarım yıl geçmişti ve hiçbir iyileşme hissetmedim. 

Eyaletimdeki en iyilerden bazıları da dahil olmak üzere birçok farklı doktorla görüştükten sonra, elim boş döndüm. Modern tıbbın engelleyici etkilerine karşı kesin bir çözümü olmayan yeni bir tedaviden kendimi iyileştirmenin ve kurtulmanın yollarını aramaya devam ediyorum. Antidepresan veya başka ilaçlar kullanıyorsanız, hapı almayı bırakabilirsiniz ve vücudunuz zamanla kimyasalları doğal olarak sisteminizden atacaktır. TMS'de ise sisteminizin bunu yapmasının bir yolu yoktur. Yapabileceğiniz tek şey, beyninizin elektromanyetik darbelerin verdiği hasarı onarmaya çalışırken uyum sağlamasını beklemek. Bu sürecin nasıl işleyebileceği hakkında çok az şey biliniyor, hatta nasıl hızlandırılacağı bile bilinmiyor. Başıma gelenlerin mümkün olduğunu inkar eden birçok tıp uzmanıyla konuştum.

- Diğer bulgular... TMS'nin verdiği zararı öğrendikten sonra kendimi çaresizce yalnız hissettim. Aklım, bu "tedavinin" birçok kişiye uygulandığı ve bazılarının muhtemelen benim gibi hasarlı olduğu gerçeğine kaydı. İnternette sık sık arama yaptım ama benim durumumda olan başka birini veya yaşadığım yan etkilerle ilgili herhangi bir belge bulamadım. Hatta TMS'nin hafızayı ve bilişsel işlevi iyileştirmek için kullanılabileceğini gösteren bir araştırma bile buldum. Bu can sıkıcıydı ama bu konuda yapabileceğim bir şey düşünemiyordum. Bir gün sonunda doğru ifadeyi kullanarak arama yaptım ve sonuçlarımda hafıza kaybıyla ilgili özel bir konu başlığı olan bir TMS forumu çıktı. İşte oradaydı: Yıllar önce biri, TMS aldıktan sonra hafıza sorunları yaşadığını ve eşinin adını bile hatırlayamadığını yazmıştı. Okumaya devam ettim ve bizim gibi hafıza sorunları yaşayan ve taşikardi (hızlı kalp atışı), vücutlarında uyuşma, karıncalanma ve yanma hissi, retina dekolmanı ve yüz kaslarının kontrolünün kaybı gibi diğer fizyolojik semptomlardan da muzdarip birçok kişi olduğunu gördüm. Ayrıca yeni ve kötüleşen bir depresyon teması ve intiharla sonuçlanacak kadar şiddetli yeni bir aşırı anksiyete de vardı.

Bu hikayeleri okuduktan sonra, çok yanlış bir şeylerin yaşandığını ve örtbas edilmeye çalışıldığını anladım. Bu semptomlar yıkıcıydı, ancak potansiyel hastalara açıklanmıyordu. Ek araştırmalar yaptıktan sonra, bu tür semptom ve olayların yıllardır FDA'ya bildirildiğini keşfettim. Ayrıca, FDA bu olayları cihaz üreticilerine bildirmiş olmasına rağmen, üreticiler hastaları bunlar hakkında bilgilendirmek için hiçbir şey yapmamış. İmzalamamız istenen onam formlarında açıklanmamışlar veya herhangi bir literatürde sunulmamışlar. Üreticilerin web sitelerinde, cihazları kullanan kliniklere sağlanan materyallerde veya baktığım başka hiçbir yerde yok. 

Açıkça belirtelim: Üreticiler, cihazlarının bazı hastalarının hayatlarını mahvettiğinin gayet iyi farkındalar, ancak bu tür bir zararın ne kadar uzak olduğu düşünülürse düşünülsün, bu işlemin riskleri konusunda onları bilgilendirmiyorlar. TMS'yi risksiz veya çok düşük riskli bir tedavi seçeneği olarak tanıtıyorlar ve hatta sözde tarafsız tıp sitelerinde bile bu şekilde tanımlanıyor. Bu kesinlikle doğru değil ve zarar her geçen gün artıyor.

Bugünkü görevim, TMS tedavisini düşünen herkesi tedavinin gerçek olası yan etkileri konusunda bilgilendirmek. Ayrıca, üyelere özel bir Facebook grubu olan TMS Mağdurları Eylem Grubu (VTAG "Victims of TMS Action Group") aracılığıyla TMS'nin belgelenmemiş veya çok az belgelenmiş yan etkilerinden muzdarip olanlar için bir topluluk oluşturmaya çalışıyorum. Daha fazla bilgiden faydalanabilecek birini tanıyorsanız, lütfen onlara bizden bahsedin. TMS deneyimimden öğrendiğim en önemli ders, ruh sağlığı topluluğunun ilaç ve cihaz tedavilerine mümkün olan en yüksek düzeyde şüpheyle yaklaşması ve kendi bakımımızla ilgili kararlar alırken içgüdülerimize güvenmesi gerektiğidir. Riskler çok yüksek ve toplumlarımızın sağlığını korumak için gereken korumalar henüz mevcut değil.

TMS Kaynakları... Benim hikayem, bazıları gerçekten yürek burkan birçok hikayeden sadece biri. TMS'nin VTAG üzerindeki olumsuz etkileri hakkında daha fazla referansın yanı sıra bu Reddit tartışma sayfasını ve psikolog Phil Hickey'nin bu blog yazısını okuyabilirsiniz. Ayrıca FDA'nın MAUDE veritabanında da arama yapabilirsiniz: "Marka" alanına "Transkraniyal Manyetik Stimülasyon (Transcranial Magnetic Stimulation)" yazın ve arama tarihlerini 01.01.2004 ile güncel tarih arasında olacak şekilde ayarlayın." (25)

"ECT Dava Güncellemesi: Hastalar Beyin Hasarı Riski Konusunda Uyarılıyor mu?
DK Hukuk Grubu (“DKLG -DK Law Group”), ECT (EKT)'den zarar görenler adına yeni davalar açmaya devam ediyor. Ekim 2018'de, Riera v. Somatics, LLC davasında, Kaliforniya Merkez Bölgesi Amerika Birleşik Devletleri Bölge Mahkemesi, önde gelen EKT cihazı üreticisi Somatics, LLC'nin, tedavi eden hekimlerini EKT ile ilişkili beyin hasarı riski konusunda uyarmaması ve ayrıca EKT'den kaynaklanan beyin hasarı ve ölüm şikayetlerini araştırıp FDA'ya bildirmemesi nedeniyle davacıların beyin hasarına neden olduğuna dair makul bir jürinin karar vermesi için yeterli kanıt bulunduğuna karar verdi. 

Karar artık yayınlanmış olup, EKT uygulayanların, FDA'nın advers olay veritabanında yer alan yaralanma şikayetlerini hastalara bildirmeleri ve bu şikayetlerin farkında olmaları gerektiğini desteklemek için alıntı yapılabilir. Üretici belirli bir advers olay veya riskle ilgili şikayetleri bildirmezse ve hasta tedaviye onay verirken bu risk konusunda uyarı almazsa, hem üretici hem de doktorlar/EKT sağlayıcıları potansiyel olarak sorumlu tutulacaktır.

     "Riera davasının sonuçlanmasının hemen ardından Somatics, LLC web sitesinde şu açıklamayı yayınladı: "ECT, anterograd veya retrograd amneziye neden olabilir. Tedavi sonrası bu durum genellikle zamanla ortadan kalkar, ancak tam iyileşme olmayabilir. Nadir durumlarda, hastalar kalıcı hafıza kaybı veya kalıcı beyin hasarı yaşayabilir.""

1984'ten bu yana ürettikleri cihazların kullanımıyla ortaya çıkan güvenlik veya etkililik sorularında herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen (tüm EKT cihazları, yalnızca 1984'ten önce piyasaya sürülen EKT cihazlarına "önemli ölçüde eşdeğer" olmaları nedeniyle, bir "eskiden kalma" boşluğundan yararlanarak piyasada bulunmaktadır), Somatics yine de bu "yeni" açıklamayı yayınladı. Soru şu: Neden ve neden şimdi? Muhtemelen yeni açıklamanın, neden oldukları beyin hasarına ilişkin gelecekteki maruz kalma risklerini ortadan kaldıracağına inanan Somatics, şimdi bu açıklamanın yeterli olup olmadığı ve EKT hastalarına gerçekten böyle bir uyarı yapılıp yapılmadığı sorusuyla karşı karşıya. Somatics Thymatron cihazlarını satın alanlar, potansiyel EKT hastalarına EKT'den kaynaklanan "travmatik beyin hasarı" veya "beyin hasarı" riski olduğuna dair herhangi bir uyarıda bulundular mı? DKLG tarafından elde edilen yeni EKT hasta alım bilgilerine dayanarak, cevap kesin bir "HAYIR"dır.

EKT uygulandıktan sonra kalıcı bilişsel bozukluk yaşayan kişilerden alınan yüzlerce "bilgilendirilmiş" onam formunun incelenmesi sonucunda, onam formlarının büyük çoğunluğunun hastaya "doğru uygulansın ya da uygulanmasın, EKT'nin potansiyel olarak beyin hasarına yol açabileceği bir risk" şeklinde bir açıklama sunmadığı görülmüştür. Onam formları, EKT'nin güvenliği ve etkinliği konusunda tıp alanında devam eden tartışmayı da açıklamamaktadır. Açıkçası, yeni Somatik açıklamaları, ileride EKT ile ilişkili yaralanmalara ilişkin iddialara karşı bir kalkan oluşturmayı amaçlamaktadır. Ancak açıklamalar, geçmişte EKT uygulanan TÜM EKT hastaları için bilinen bu riski açıklamamalarından dolayı üreticilerin sorumluluğunu pekiştirebilir. EKT sektörünün EKT'nin neden olduğu herhangi bir uzun vadeli hasarı (son elli yıldır) kararlılıkla reddetmesi göz önüne alındığında, "yeni" açıklama artık tüm potansiyel EKT Davacıları için bir nimet gibi görünmektedir.

Ufukta görünen hukuki sorun, geçmişte EKT uygulanmış beyin hasarı görmüş EKT hastaları için zamanaşımının uygun şekilde "durdurulmasıdır". Riera davasında adı geçen diğer davacılar, zamanaşımı gerekçesiyle işten çıkarıldılar ve EKT'den kaynaklanan "beyin hasarının ihmalkarlık nedeninin" geç keşfedildiğini iddia ederek şikayetlerini düzeltme hakları reddedildi. Şikayetlerini düzeltme hakkını ele alan bir temyiz başvurusu, Dokuzuncu Daire Temyiz Mahkemesi önünde karara bağlanmayı beklemektedir. Temyiz, EKT'den kaynaklanan beyin hasarı nedeniyle EKT sonrası bilişsel bozukluk yaşayan EKT mağdurlarının, hasarlarının ihmalkarlık nedeni öğrenilene kadar şikayette bulunmayı erteleme hakkını ele almaktadır. Şimdiye kadar hiç kimse EKT'nin beyin hasarına neden olabileceğini kabul etmediği veya kanıtlamadığı için, EKT tedavisinin ne kadar zaman önce gerçekleştiğine bakılmaksızın davaların yasal olarak devam etmesine izin verilmelidir.

Bekleyen temyiz kararının ardından, karar, Riera davasındaki diğer davacılara, gecikmiş keşif ve zamanaşımı süresinin uzatılması taleplerini içeren şikayetlerini değiştirme hakkı tanıyabilir. Temyizde başarı sağlanırsa, bu beklenen karar, EKT'nin ne kadar uzun zaman önce uygulandığına bakılmaksızın, EKT'nin neden olduğu zararlar için hak ettikleri tazminatı elde edebilecek çok daha fazla EKT davacısının önünü açabilir. Yakın zamanda EKT uygulanan EKT hastaları için, DKLG, EKT üreticilerine ve belirli EKT sağlayıcılarına karşı açılan ürün sorumluluğu davası kapsamında, EKT mağdurları adına yeni şikayetler sunmak için aktif olarak çalışmaktadır. Yeni davalar, EKT ile ilişkili beyin hasarının neden olduğu kalıcı bilişsel hasar riskleri konusunda uyarıda bulunulmaması nedeniyle oluşan yaralanmaları ele almak için ABD genelinde açılmaktadır.

İddiaların hak ettiği desteği sağlamak amacıyla DKLG, tüm diğer EKT davalarını yürütmek üzere Baum Hedlund Aristei ve Goldman, P. C. ("BH") ile iş birliği yaptı. BH, son zamanlarda benzer ürün sorumluluğu davalarında (289 milyon dolar ve 2 milyar dolar) verdiği "Roundup" kararlarıyla tanınıyor. Bu doğrultuda, DKLG ve BH şu anda ülke çapındaki avukatlardan yardım alıyor. 

Bilinen ve bilinebilir riskler konusunda uyarı yapılmadan elektrokonvülsif tedavi gören ve travmatik beyin hasarı nedeniyle kalıcı bilişsel bozukluk yaşayan EKT hastaları adına tüm eyaletlerde yeni davalar açılıyor. Bu yeni davaların sonraki turları çoktan başladı ve davalar şu anda Kaliforniya, Oregon ve Illinois eyalet mahkemelerinde görülüyor. Benzer şekilde şikayette bulunan yüzlerce EKT mağduru, EKT sonrası aynı kalıcı bilişsel bozukluk ve beyin hasarı belirtilerini bildirdi ve DKLG ile dava değerlendirme sürecine başladı. Amaç, hem ECT cihazı üreticilerinin federal yasalara uygun şekilde uymasını hem de ECT alan kişilerin gerçek bilgilendirilmiş onamı almasını sağlamak için bu davaların her birini karara bağlamaktır.

Davayı güçlendirmek için üzerinize düşeni yapmak istiyorsanız ve siz veya tanıdığınız biri elektrokonvülsif tedaviden zarar gördüyse, FDA'ya bir advers olay raporu gönderin: ECT Yaralanmalarını Bildirin Kısmen tamamlanmış bir rapor örneği için: Medwatch Örnek Raporu Üreticilerin soruşturmadığı ve takip etmediği her şikayet, tüm EKT davalarında potansiyel olarak kullanılabilecek bir başka kanıttır. Daha ileri gelişmeler ve EKT riskleri konusunda farkındalığı artırma ve EKT'den zarar görenlerin zararlarını tazmin etme yönündeki devam eden çabalar kapsamında, "ECTJustice. com" sitesi DK Hukuk Grubu'na bağışlanmıştır. Site, EKT davaları, EKT farkındalığı ve yeni gelişmelerle ilgili tüm güncel bilgilerin yayınlanmasına olanak sağlamak için çalışmaya devam edecektir. Siz veya sevdiğiniz biri, EKT ile ilişkili beyin hasarı konusunda yeterli uyarı olmadan yaralanma yaşadıysa veya EKT davalarının durumu hakkında bilgi almak için şu adrese başvurabilirsiniz: ECT@dk4law. com." (26)

*** *** ***

4. BÖLÜM ;  
PSİKİYATRİK İLAÇLARIN NEDEN OLDUĞU 'BEYİN HASARIYLA' İLİŞKİLİ SON BULAN BAZI HAYATLARIN HİKAYESİ..

"Joey Marino'nun Ölümü
Benim adım Carly McCarter. Çoklu ilaç kullanımı sonucu hayatını kaybeden arkadaşım hakkında yazıyorum. Joey ile Instagram aracılığıyla tanıştık. Çok sevilen tıp programı ER'daydı ve altı yıl önce program için bir hayran sayfası oluşturmuştum. Dört yıl boyunca bu program aracılığıyla mesajlaştık ve Los Angeles'a geri döndüğünde daha sık konuşmaya başladık. Joey, anksiyetesi için ilaç verilene kadar temiz ve sade bir hayat yaşadı. İşte hikayesi.

Joseph Salvadore Marino Jr. , arkadaşları tarafından Joey olarak bilinirdi. Louisiana, New Orleans'ta doğup büyüdü ve dört çocuğun en büyüğüydü. Joey'nin tiyatroya, basketbola ve sağlıkla ilgili her şeye karşı derin bir tutkusu vardı. Bu, onu tanıyan herkes tarafından biliniyordu. Joey, 1976'da New Orleans Jazz takımında top toplayıcıydı ve Pete Maravich, nam-ı diğer Pistol Pete ile tanışmıştı. Joey'nin ilk kahramanı oydu ve vefatına kadar ondan bahsetmeye devam etti. Joey kişisel antrenördü ve insanların fitness hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olmayı severdi. Her gün ağırlık kaldırmayı ve kendine meydan okumayı severdi. NO Üniversitesi'nde (The University of Nottingham) tiyatro ve iletişim okudu ve Gold's Gym'de antrenman yaptı.

Joey, 1984'te Hollywood'u ziyaret etti ve orada kariyer yapmaya kararlıydı. 1992'de Anthony Edwards ile tanıştı ve Delta Heat filminde dublörlüğünü yaptı. Bu sayede 1997'den 2009'a kadar hit tıp dizisi ER'de Anthony'nin dublörü olarak kalıcı bir rol elde etti. Joey ayrıca dizide bir hademe ve hemşireyi canlandırdı. Bu, hayatını değiştiren bir kariyerdi.

Joey'nin sette günde yaklaşık 12-18 saat geçirdiği arkadaşları, setten ayrılma konusunda kaygılı olduğunu söylerdi. Sette panik ataklar geçirirdi. Joey'nin babasının kalp rahatsızlığı vardı ve bu da Joey'de kaygıya yol açıyordu. Joey hayatı boyunca hep kaygılıydı. 

Katrina Kasırgası yaşandığında, ailesinin ve arkadaşlarının yaşadığı stresle Joey doktora gitti ve beta bloker tedavisine başlandı. Acil Servis bittikten sonra Joey, Kathy Bates ile Harry's Law programına devam etti ve ayrıca Robin Williams ve Sarah Michelle Gellar ile Çılgın Olanlar (The Crazy Ones) programında yer aldı. Los Angeles'taki işi bittikten sonra annesinin yaşadığı Mississippi'ye geri dönmek zorunda kaldı. Joey orada kendini hiçbir zaman rahat hissetmedi.

Joey 2015 yılında ilaç kullanmaya başladı. İlk olarak Prozac verildi ve bu da birkaç gün içinde 'intihara meyilli hissetmesine' neden oldu. Prozac işe yaramayınca Propranolol, Trazodon, Klonopin ve Valium gibi başka ilaçlara başladı. Avukat olarak çalışan arkadaşı, Joey'nin randevularında yanındaydı ve Joey'nin alması gereken bir sonraki ilaç konusunda doktorlarla hemfikir oluyordu. Joey ilk önce parmaklarının titrediğini ve telefonunu düşürmeden tutmak gibi basit şeyleri bile yapamadığını fark etmeye başladı. 

Ailesine ve doktorlara anlatmaya çalıştı ve onlar da sadece 'iyi olacağını' söylediler. Joey'e ayrıca Seroquel de verildi. Neler olduğunu anlamaya başladıkça ilacı bırakmaya başladı; ilk kez sadece Seroquel değil, Valium da kullanıyordu. 

Joey, 2021 civarında 'akatizi, tardif diskinezi ve distoni' geliştirdi. Kimse ona ne olduğunu söyleyemedi. Ta ki Los Angeles'taki acil servise gidene kadar, bir doktor 'bunun ilaç zararı olduğunu ve yaşadığı şeyin yan etkiler olduğunu' kabul edene kadar.

Joey'nin hayatı bu ilaçlar yüzünden sekteye uğradı. Ciddi bir hareket bozukluğu geliştirmişti ve ellerinde, parmaklarında, kollarında ve vücudunun her yerinde sürekli dönme hissi yaşıyordu. Spor yapabilmek ve bunun bedelini ağır hareketler ve dönmelerle ödemek zorunda kalmamak istiyordu. Yemek yemeye gelince bile, dopamini azaldığı için bu durum ona ters geliyordu. Pizza gibi kırmızı bir şey yediğinde, akatizisi alevleniyordu. Uyumayı çok sevmesine rağmen, uyku onun için bir zorluktu. Uyumak için her zaman bir sistem bulmak zorundaydı. 

2022'de yardım almak için kendini hastaneye yatırdı. Ocak 2022'den Şubat sonuna kadar Mississippi'deki hastanede kaldı, ta ki bir arkadaşı onu alıp tedavi için Los Angeles'a geri getirene kadar. Joey iyileşmenin farklı yollarını araştırmıştı. Los Angeles ve Mississippi'de birçok farklı nöroloğa gitmişti. Joey alternatif tıp denemiş, kök hücre tedavisi görmüş, miyofasyal gevşeme yöntemini denemiş ama bunlar ona hiçbir fayda sağlamamıştı. Joey, bu ilaçların kendisine neler yaptığını duyurmak için yanında kaldığı bir arkadaşıyla videolar çekmişti. Mesajı duyurmak için medya kuruluşlarına başvurmaya çalıştık.

Sürekli korku ve acı içinde yaşadığı hayatı anlatan bir belgesel çekmek istiyordu. Ailesinin onu görmezden gelmesi, acil servisteki doktorlar ve nörologların hastalığının tedavi edilemez olduğunu söylemesi Joey'nin umutlanmasına pek yardımcı olmadı. Sadece iyileşmek istiyordu. Geçen yılın Mart ayında Joey'nin vekaletini devraldım. Mart ayında hastanedeydi ve Ocak ayında kullanmaya başladığı Klonopin'e ek ilaçlar verildi. Diğer iki ilaç, nöbetleri hafifletmek için kullanılan Karbamazepin (hiçbir zaman işe yaramadı) ve tardif diskineziyi hafifletmek için kullanılan Triheksifenidil'di (Trihexyphenidyl); bu da ona tam olarak yardımcı olmadı. Biraz daha iyi yürüyebildi, ayakta durabildi ve gün boyunca biraz daha iyi hissedebildi.

Hastanedeki doktor, başka bir sorun olup olmadığını anlamak için Joey'nin omurilik sıvısı almasını istedi. Bunu yapmak son derece tehlikeliydi ve Joey sonunda yaptırmadı. Doktor onu olduğu gibi bıraktı. Daha önce gittiği her yerde olduğu gibi Joey de görmezden gelindi. Bundan sonra kullandığı ilaçları almak zorlaştı. Gittiği hastanelerde aile hekimine görünmesi gerektiğini söylüyorlardı. Sonra doktor bir nöroloğa görünmen gerektiğini söylüyordu. Bazen ilacı bitmek üzereydi ve aniden bırakmak üzereydi. Kimse bizi ve endişelerimizi dinlemiyordu. Aslında, hiçbir işe yaramayan daha fazla ilaç ekliyorlardı. Joey, 2015 ile 2024 yılları arasında neredeyse otuz farklı ilaç kullandı.

Ekim 2023'te Joey, Klonopin, Karbamazepin ve Triheksifenidil'i yavaş yavaş azaltmaya başladı. Ancak zaman geçtikçe işler daha da zorlaştı. Sonunda bunun çok zor olduğuna ve artık burada acı çekmek istemediğine karar verdi. Bu zordu çünkü hayatı çok seviyordu. Aslında ayrılmak istemiyordu ve arkadaşları da ayrılmasını istemiyordu. Ama tüm bunları yaşamaya devam etmek istemiyordu. 

Aralık 2023'te Joey, kendi isteğiyle yemek yemeyi ve içmeyi bırakmaya karar verdi. Hospice hemşiresi almaya uygun değildi. Biraz araştırdıktan sonra, birkaç gün yemek yemeyi ve içmeyi bıraktığında hospice (darülaceze bakımı) için uygun olacağı söylendi. 29 Aralık'ta buna başladı. 2 Ocak'ta biraz içmeye başladı ve 5'inde tekrar yemeye başladı. Ancak hareketleri eskisinden daha da kötüleşmişti. Bu yüzden Joey tekrar yememeye ve içmemeye karar verdi. 

Joey vefat etmeden birkaç gün önce bana çok şiddetli göğüs ağrıları çektiğini söyledi. Kalp yetmezliği çekiyor gibiydi. Joey, on yıllık zorlu bir mücadelenin ardından 14 Ocak sabahının erken saatlerinde hayata veda etti. Hayatının geri kalanını yatağa bağımlı bir şekilde ve bir zamanlar sahip olduğu ve çok sevdiği hayatın tadını çıkaramayacak şekilde yaşamak istemiyordu.

Günün sonunda, arkadaşları onun gerçek ailesiydi. Joey bunu bana her zaman söylerdi. Ne olursa olsun arkadaşlarının yanında olduğunu hissederdi. Onun için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını. Arkadaşları olan ve ona büyük bir destek olanlara. . . Gerçekten onlara ne kadar teşekkür etsem az. Ne yapacağımı, kime başvuracağımı bilemediğim çok zaman oldu ve onu tanıyan birçok kişi en çok ihtiyacım olduğunda tereddüt etmeden yardıma koştu. 

Joey, yakın zamanda vefat eden Christy Huff ile de arkadaştı. Joey üzerinde büyük bir etkisi vardı. İlaç dozunu azaltma konusunda ona yardımcı olmaya çalışıyordu. İçinde birçok korku belirirken, bana yardımcı olmak için yaptığı şey için minnettar ve minnettardım. Joey'nin kullandığı birçok ilaç varken, bu kadar uzun süre nasıl dayanabildiğini bilmiyorum. Güçlüydü, daha iyi olmak için çabalamaya istekliydi.

Joey, onu tanıma fırsatı bulan birçok kişi tarafından çok seviliyordu. Harika bir adamdı, hayat doluydu. Tüm acılarına rağmen insanları güldürmeye çalışırdı ve tam zamanında espri yapmayı bilirdi. Ses taklitleri, onu tanıyan herkesin onda sevdiği birçok şeyden biriydi. Joey ses taklitleri konusunda uzmandı, yapamayacağı neredeyse hiçbir şey yoktu. 

Bu ilaçlarla ilgili daha fazla bilgilendirilmiş onam alınması gerekiyor. Joey, en başından itibaren olası yan etkilerin daha fazla farkında olsaydı, bugün hala burada olacağını düşünüyorum. Her zaman pişmanlıkları vardı ve ben ona hep sadece yardım almaya çalıştığını söylerdim. Joey seviliyor ve çok özleniyor. Onu tanımak gerçek bir onurdu." (14)

"Oliver McGowan'ın Hikayesi

Arka Plan... Oliver doğduğu andan itibaren özel olduğunu biliyorduk ve ona olan sevgimiz çok büyüktü. Oliver bir ay erken doğdu ve üç haftalıkken bakteriyel menenjit geçirdi. Çok hastaydı ve doktorlar hayatta kalmasını beklemediklerini söylediler. Ancak iyileşmeye başladı. Oliver ile temas kuran herkes ona ısındı ve bu bebekle vakit geçirmeye karşı koyamadı. Oliver'da insanları ona çeken bir şey vardı ve bu hayatı boyunca sürdü. 

Ne yazık ki Oliver ikinci bir menenjit atağı geçirdi ve yine inanılmaz derecede hastalandı. İnanılmaz bir şekilde, tüm zorluklara ve aylarca süren hastane tedavisine rağmen Oliver'ın gücü ve kararlılığı ortaya çıktı ve her zamanki gibi herkesi kendine çeken o güzel, iç ısıtan gülümsemesiyle bir kez daha hayatta kalmayı başardı. Menenjitin neden olduğu bir enfarktüs sonucu Oliver, hafif hemipleji, fokal parsiyel epilepsi, hafif öğrenme güçlüğü ve daha sonra yüksek işlevli otizm teşhisi aldı. Oliver'ın engelleri onu engellemedi. Her şeyi başarabilecek bir tutuma sahipti ve başarılarıyla herkesi hayrete düşürdü. İngiltere Gelişim Futbol Takımları'nda oynadı. Kayıtlı bir atletti ve 200 metre koşusunda ülke çapında en iyi 3. sırada yer aldı. Oliver, Team Bath'ın bir üyesiydi ve Paralimpik sporcu olmak için eğitim alıyordu.

Oliver doğuştan bir liderdi ve okulda sınıf başkanı oldu. Birkaç GCSE ve BTEC sınavından başarıyla geçti. Cheltenham'daki National Star College'a devam etti. Oliver hakkındaki görüşleri çok övgü doluydu; yazıları, ne kadar arkadaş canlısı ve nazik olduğu, kendisinden daha az yetenekli öğrencileri desteklediği, muzip mizah anlayışı ve yerel bir kayak merkezinde spor kursu açması için duydukları istekler.

Oliver hayatımıza o kadar çok mutluluk ve eğlence kattı ki; her zaman her şeyin en iyisini gördü ve hepimize olaylara farklı bakmayı öğretti. Kahkahasıyla her zaman bir odayı aydınlatırdı. Herkesi mutlu etmek isterdi ve bunu başarmak için elinden gelenin en iyisini yapardı. Sınırlılıklarına rağmen asla şikayet etmez veya "Neden ben? " diye sormazdı. Her şeyi ve her zaman gülümseyerek kabul ederdi. Cesareti ve coşkusu ilham vericiydi. Nörolog bize Oliver'ın beklenen ömrünün uzun olduğunu ve biraz destekle bağımsız bir hayat sürmesinin beklendiğini söyledi.

Oliver, 15 Ekim'de bir Çocuk Hastanesi'ne kaldırıldı. Ailesi ve üniversite personeli, Oliver'ın basit parsiyel fokal nöbetler geçirdiğini tespit etti. Bu nöbetler Oliver'ın korkmasına ve kafasının karışmasına neden oldu. 

Birkaç haftalık testlerin ardından Oliver taburcu edildi ve anksiyetesini tedavi etmek için antidepresan ilaçlar verildi. Oliver'ın depresyonda olmaması bizi şaşırttı. Hayatı seviyordu ve hayat da onu seviyor gibiydi.

Bu ilaç dozu artırıldığında Oliver'ın ruh hali değişti ve nöbetleri büyük ölçüde arttı. Sonuç olarak, 15 Aralık'ta aynı hastaneye tekrar yatırıldı, ancak bu sefer kendisine antipsikotik ilaçlar verildi. Oliver'a psikoz veya akıl hastalığı teşhisi konmamıştı. Doktorların Oliver'ın normal otistik davranışlarını yanlış anladığına kuvvetle inanıyorduk.

Oliver üzerindeki etkisi felaketti. Oliver'ın nöbet eşiği ve ajitasyonu kötüleşti, bir zamanlar enerjik olan oğlumuzu tanıyamaz hale geldik. Oliver'daki ani değişiklikler bizi dehşete düşürdü ve sonunda Akıl Sağlığı Yasası'nın 2. maddesi uyarınca değerlendirme için iradesi dışında tutuldu. Oliver'ın 'ruh halindeki değişikliklere ve nöbetlerindeki artışa ilaçların neden olduğunu' düşündüğümüzü belirterek bu duruma defalarca itiraz ettik.

Psikiyatri yatağı bulunamadı ve doktorlar antipsikotik ilaçları kesmeye karar verdi. Birkaç gün içinde Oliver'ın ruh hali ve nöbet aktivitesi normale döndü ve taburcu edilerek bizim bakımımıza alındı. Taburcu eden psikiyatrist, Oliver'ın antipsikotik ilaçlara duyarlı olduğunu yazdı. 

15 Nisan'da Oliver, basit parsiyel nöbetler geçirerek aynı hastaneye tekrar yatırıldı. İnanılmaz bir şekilde Oliver'a tekrar antipsikotik ilaçlar verildi. Bu çocuk koğuşuna daha önce yatırılmasından alınan dersler çıkarılmamıştı. Bir gün Oliver'ın odasına girdiğimizde, gözlerinin yukarı doğru kaymasına neden olan ciddi bir distonik yan etki olan Okülojirik Kriz geçirdiğini gördük. Doktor ilk başta bunun davranışsal olduğunu düşündüğü için altı saat boyunca bu şekilde bırakıldı. Bu reaksiyonu önlemek için prosiklidin verilmesi gerekti.

Oliver'ın ruh hali yine önemli ölçüde değişti. Halüsinasyon görüyordu, daha önce hiç görmediğimiz günde 30'a kadar nöbet geçiriyordu, idrar yapma sorunları, aşırı yüksek tansiyon, terleme gibi sorunlar yaşıyordu; bunların hepsi kullandığı ilaçlarla bağlantılı olabilirdi. İlaçların Oliver'ın ruh hali bozukluklarının azalmasına neden olduğuna inanıyorduk. Doktorların ve hemşirelerin otizm ve otizmli davranışların devam eden nöbetleri olan bir kişide nasıl ortaya çıkabileceği konusunda çok az veya hiç bilgisi olmadığı açıktı. 

Nöbet geçirdiğinde Oliver her zaman tamamen bilinçliydi ve nöbetleri kontrol edemediği için bu nöbetler onu hayal kırıklığına uğratıyor ve korkutuyordu. Bir gün bana bunun, kafanızın içinde sürekli vızıldayan binlerce eşek arısı varmış gibi olduğunu ve bunu durduramadığınızı anlattı. Otizm ve epilepsi konusunda uzmanlaşmış bir nöropsikiyatrist, kendi epilepsisi ve otizmi hakkında Oliver gibi bu kadar bilgili başka bir hastayla daha önce hiç karşılaşmadığını yazmıştı.

Oliver, benim isteğim üzerine, Oliver'ın epilepsisini daha iyi anlayacağını düşündüğüm yetişkin bir hastaneye sevk edildi. Oliver'a önceki ilaçlarına verdiği tepkileri belirten bir mektup verilmişti. Bu hastane, Oliver'ın otistik ve öğrenme güçlüğü çeken davranışlarına karşı çok hoşgörüsüzdü. Duyusal kriz veya aşırı yüklenme konusunda hiçbir anlayışları yoktu. Bizden veya öğrenme güçlüğü hemşiresinden herhangi bir talimat almayı reddettiler. 

Ne yazık ki, sekiz personele kadar müdahale edilmesiyle fiziksel kısıtlama kullanımı artırıldı. Oliver'ın kişisel bakımı konusunda aniden hiçbir mahremiyeti kalmadı. Yatağının etrafında üç personel oturuyordu ve karanlık bir odada tutuluyordu. Oliver çok korkmuştu ve bana personelin onu ne kadar korkuttuğunu anlattı. Unutmayın, bu her zaman her şeyi kabullenen ve akışına bırakan genç bir gençti, bu yüzden bana bunu söylemesi çok alışılmadıktı.

Oliver'a tekrar farklı antipsikotik ilaçlar verildi ve bunun sonucunda 2. madde uyarınca iradesi dışında değerlendirme için gözaltına alındı ve uzman bir ruh sağlığı yoğun bakım ünitesine nakledildi. 

Uzman personelin farklı yaklaşımı, Oliver'ın neredeyse anında iyileşmesini sağladı. Oliver için makul düzenlemeler yapıyorlardı. Birimdeki doktorlar da dahil olmak üzere personelin sözleri, Oliver'ın psikotik veya akıl hastası olmadığı ve oraya yerleştirilmesinin ruh sağlığı yasasını tamamen kötüye kullanmak olduğu yönündeydi. 

Tüm antipsikotik ilaçlar azaltıldı ve Oliver, birkaç gün sonra yine antipsikotiklere ve benzodiazepin ilaçlarına duyarlı olduğunu belirten bir mektupla, uzman bir öğrenme güçlüğü ekibinin bakımında kaldıktan sonra taburcu edildi.

Topluluk öğrenme güçlüğü ekibi, otizm ve öğrenme güçlüğü çeken bireyler konusunda oldukça destekleyiciydi ve uzmanlaşmıştı. Toplum danışmanı psikiyatrist, öğrenme güçlüğü konusunda Oliver'ın psikotik veya akıl hastası olmadığını yazdı. Oliver'ın davranışlarının otizm, hafif öğrenme güçlüğü ve ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde uyarlanmamış yoğun bir ortamdan kaynaklandığına inanıyordu. Otizm Yasası'nın, sağlık çalışanlarının otizmli ve öğrenme güçlüğü çeken bireyler için makul düzenlemeler yapması gerektiğini belirten bir yasa olduğunu unutmamak önemlidir.

16 Ekim'de Oliver, bir dizi kısmi nöbet geçirdi ve farklı bir genel hastaneye kaldırıldı. Doktorlara, Oliver'ın antipsikotik ilaçlara verdiği önceki tepkileri belirten bir Hastane Pasaportu da dahil olmak üzere destekleyici mektupların dosyalarını verdik ve daha sonra Oliver'ın tıbbi bakım ve ilaç kayıtlarına, tüm antipsikotik ilaçlara karşı intoleransı olduğu kalın kırmızı mürekkeple yazıldı. Acil Servis'te Oliver'ı tedavi eden nörolog, durumu tedavi eden tüm doktorlara bir e-posta göndererek takip etti.

Oliver entübe edildi, ancak daha sonra zatürreye yakalandı. Sağlık görevlisine, sedasyon azaltıldığında Oliver'ın kaygısının nasıl yönetileceği konusunda danışıldı. Doktorlara tavsiyesi, ilaç dışı bir yaklaşım olan yumuşak kelepçeler kullanmalarıydı ve onu rahatlatıp rahatlatabileceğimiz için yanında olmamız gerektiği söylendi. Bu tavsiye dinlenmedi ve sedasyon, bizim yokluğumuzda azaltıldı. Uyandığında boğazında tüpler ve tanıdık yüzlerin olmadığı, yabancı bir ortamda olduğunu görüp korkmuş olmalı.

Oliver ile toplulukta iki kez 10 dakikalık randevular için görüşmüş olan bir nöropsikiyatrist bize danıştı. Oliver'a antipsikotik ilaç verip vermememiz gerektiğini sordu. Oliver'ın bu tür ilaçlara verdiği önceki tepkileri açıkça belirttik ve herhangi bir antipsikotik ilaç vermek için iznimiz YOKTU. Oliver, ambulans personeline ve acil servisteki doktorlara, "Beynimle oynuyorlar ve gözlerimi deviriyorlar" diyerek, antipsikotik ilaç verilmesini istemediğine dair önceden sözlü bir karar vermişti. Birkaç ay önce çocuk hastanesinde yaşadığı distonik reaksiyonu hatırlayabiliyordu.

Buna rağmen Oliver'a o akşam antipsikotik bir ilaç verildi. Tüm doktor ve hemşirelere, bunu uygulamak için bizim veya Oliver'ın izninin olmadığını tekrar açıkça belirttik. İlerleyen birkaç gün içinde Oliver'ın ateşi 42 dereceye çıktı. Doktorlar karaciğer fonksiyonlarının yüksek olduğunu söyledikleri için, soğuk hava dolu şişme bir yatak dışında ateşi kontrol altına almak için herhangi bir ilaç verilmedi. Bu etkili olmadı.

Doktorlar, zatürreesi iyileştiği ve çok daha az oksijene ihtiyaç duyduğu için Oliver'ın durumundaki kötüleşmeyi anlayamadılar. Oliver'ı karaciğer ve akciğer taramasına gönderdiler. Oliver, yoğun sakinleştirici ve felç ilaçlarına rağmen tonik klonik nöbetler geçiriyordu. Oliver'ın bu tür nöbetleri olmadığı için çok endişeliydik ve tam bu noktada doktorlardan beyninin daha fazla hasar görmesini göze alamayacağını açıklayarak beyin taraması yapmalarını rica ettik, ancak endişeli olmadıklarını söylediler.

İki gün sonra doktorlar, göz bebeklerinden birinin çok yavaş tepki vermesi nedeniyle Oliver'ı acil beyin MR'ı için göndereceklerini söylediler. Oliver döndüğünde, yoğun bakım ünitesindeki uzmanın yüzündeki endişeli ifadeyi hemen fark ettik. Daha sonra yan odaya alındık, kimse girmek istemiyordu ve Oliver'ın beyninin çok şiştiği, kafatasının tabanından dışarı doğru çıkıntı yaptığı söylendi. Beyin cerrahları ve acil servis doktorları, antipsikotik ilaçların ciddi bir yan etkisi olan NÖROLEPTİK MALİGN SENDROM'dan şüphelendiler. 

Oliver'ın beyninin artık o kadar kötü hasar gördüğü, ciddi şekilde engelli olacağı, konuşamayacağı, dili anlayamayacağı ve iletişim kuramayacağı söylendi. Trakeotomiye bağımlı kalacak ve hayatının geri kalanında tüple beslenecekti. Oliver artık felçliydi, artık ülkesini atletizmde veya futbolda temsil edemiyordu. O güzel gülümsemesi, mizah anlayışı ve bilgelik dolu sözleri sonsuza dek gitmişti.

Bir hafta sonra Oliver'ın yaşam destek cihazlarının kapatılmasına karar verildi. Oliver, birkaç gün sonra, 11 Kasım 2016'da, Ateşkes Günü'nde vefat etti. Bu, Oliver'ın asker çocuğu olması ve Kraliyet Hava Kuvvetleri Ailesi'nin bir parçası olarak yaşamış olması göz önüne alındığında, yürek parçalayıcı bir olaydı. 

Bu doktorların, onu iyi tanıyan ve hastaneyle günlük temas halinde olan ailesi ve diğer uygulayıcılarla etkili bir şekilde iletişim kurmaması nedeniyle boşa giden bir hayat. Doktorların kibirli ve cahil olduklarına ve Oliver'ı ailesinden daha iyi tanıdıklarına inandıklarına inanıyoruz. Bunu yapmak için yeterli fırsat varken, daha geniş bir görüşe başvurmadılar. O zamandan beri, antipsikotik ilacı uygulayan doktor, Oliver'ın yararına olduğuna inandığı için bizim isteklerimiz ne olursa olsun ilacı vereceğini söyledi.

Birçok kişinin, çoğunlukla bir akıl sağlığı sorununu yönetmek için Oliver'a verilen ilaçları aldığını ve Oliver'ın yaşadığı etkilerden etkilenmediğini biliyoruz. Oliver'ın durumunda, bu ilaçlara karşı hassas olduğunu açıkça anladık ve bunların reçete edilmemesi gerektiğine inanıyoruz. Oliver'ın ölümünün önlenebilir olduğuna inanıyoruz. Tıbbi personelin nöbet aktivitesinden etkilenen otizmi anlamaması nedeniyle Oliver'a aşırı miktarda ilaç verildiğine inanıyoruz. Çevreyi ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde uyarlamaya hiç çalışmadılar, ancak aşırı kısıtlama yöntemleri kullandılar. Oliver ile günlük olarak çalışan ve onu iyi tanıyan toplum temelli profesyonellerle herhangi bir iletişim kurmadılar.

NHSE STOMP projesinin yönergeleri ve ilkeleri, sağlık çalışanlarının 'ailelerini ve uzman meslektaşlarını' DİNLEYEBİLMESİ ile takip edilseydi, Oliver'ın bugün hala burada olacağına inanıyoruz. Oliver'ın erken ölümünün kamu yararına olması gerektiğine inanıyoruz ve bugün, öğrenme güçlüğü ve/veya otizmi olan kişileri destekleyecek ve tedavi edecek uygulayıcılar olarak sizi şu konularda uyarıyorum:

-Öğrenme güçlüğü, otizm veya her ikisi birden olan kişilere, ailelerine ve bakıcılarına tedavileri hakkındaki görüşlerini ve endişelerini sorun.
-Katılımcıların hepsini DİNLEYİN ve bu görüşlere ve endişelere saygı gösterin.
-Bu konuda bir şeyler yapın ve onlarla iş birliği içinde çalışın.

Özellikle öğrenme güçlüğü ve otizm bakımı sağlayan kişiler olarak: Bu, yalnızca öğrenme güçlüğü hemşiresinin değil, her bir sağlık çalışanının sorumluluğudur. Zihinsel Yeterlilik Yasası, Otizm Yasası ve İnsan Hakları Yasası, Eşitlik Yasası'nı (Mental Capacity Act, Autism Act and the Human Rights Act, Equality Act) anladığınızdan emin olun. Bunlar, uyulmaması durumunda sorumlu tutulabileceğiniz yasalardır.

-Tüm karar alma süreçlerinin merkezine insanları koyun.
-Onların bakış açılarına saygı gösterin.
-Onlar olmadan karar vermeyin.

Karmaşık kararları herkes için geçerli bir şekilde anlamalarını sağlayın ve bilgi ve açıklama sağlayın. Öğrenme güçlüğü, otizm ve STOMP ilkeleri konusunda farkındalık ve anlayış yaratmak için sağlık çalışanlarıyla iletişim kurun. Oliver'ınki gibi bir hikayenin tekrar anlatılmasını önlemek için elinizden gelen her şeyi yapın." (109)

"'Aşağılayıcı' akıl sağlığı ilaçları konusunda uyarıda bulunan Forest Hill sanatçısı asılmış halde bulundu

Akıl sağlığı sorunları yaşayan Forest Hill'li bir sanatçı, "köleliğe" benzettiği "aşağılayıcı" bir ilaç rejimine zorlandıktan sonra hayatını kaybetti. Eski Blackheath kütüphanecisi Jean Cozens, 6 Mayıs'ta Southwark Adli Tıp Mahkemesi'nde görülen duruşmada, 2012 Noel Günü'nde Kemble Road'daki evinde boynunda pembe ipek bir eşarpla asılı halde bulundu.

Depresyondan muzdarip 54 yaşındaki kadın, poposuna antipsikotik enjeksiyonu da dahil olmak üzere "insan haklarını ihlal eden" ilaçlara karşı yorulmadan mücadele etmişti. Kraliyet Sanat Koleji'nden yüksek lisans derecesi olan Cozens, bir YouTube videosunda, kendisine şizofreni ve duygudurum bozukluklarının bir kombinasyonu olan şizoaffektif bozukluk teşhisinin yanlışlıkla konulduğunu iddia etti. Kendisine yaratıcılığını ve enerjisini çalan ilaçlar verildiğini söyledi.

Bir çocuk annesi şöyle dedi: "Beni o kadar çok yere yatırıp ilaç verdiler ki hatırlamıyorum bile. Gerçekten korkunç, aşağılayıcı. Pantolonunu indirip iğne yaptırman gerekiyor. İğrenç ve keşke yapmak zorunda olmasaydım. Kendimi köle gibi hissediyorum. Kendi zihnim, sağlığım ve refahım üzerinde kontrolüm yok, vücuduma ne koyacağım konusunda bir seçeneğim yok. "

Yaklaşık 20 yıl boyunca South London ve Maudsley NHS Vakıf Güveni'nin (SLaM) hastasıydı ve akıl sağlığı sorunları nedeniyle birkaç kez hastaneye yattıktan sonra, 2010 yılında ilaç ve bir bakım koordinatörüyle düzenli görüşmeler gerektiren bir Toplum Tedavi Emri (CTO "Community Treatment Order") aldı. Psikiyatriye Karşı Konuşun (SOAP "Speak Out against Psychiatry") kampanya grubunun aktif bir üyesiydi ve teşhisine ve tedavisine karşı mücadele etti.

Depo enjeksiyonu sanatçının yaratıcılığını elinden alıyor

"Hiçbir zaman psikotik olmadım" dedi. "Teşhisten kaçamıyorum, kendimi hiç iyi hissetmedim, sadece daha kötü hissetmeme neden oldu."

Jean'in danışman psikiyatristi Dr. Amanda Hukin, mahkemeye, onu bir CTO'ya yerleştirme konusunda "isteksiz" olduğunu ve psikoterapi de dahil olmak üzere birçok seçenek denendikten sonra bunu yaptığını söyledi. Dr. Hukin şunları söyledi: "Genellikle stresli yaşam olayları ve ilaçlara uyumsuzluğun tetiklediği birden fazla hastaneye yatışı olmuştu. Jean, CTO'da ve depoda (enjeksiyon) olmak istemiyordu. Onun görüşlerini bildiğim için bu yola girmek konusunda çok isteksizdim, ancak [ilaçları bırakmak] başarılı olmadı ve aslında bu onun için de aynı derecede tatsızdı. Bayan Cozens'ın daha önce birkaç intihar girişimi yaşadığını ve sanrısal inançlar gibi psikotik belirtiler gösterdiğini de ekledi." "İlaçları reddetseydi, muhtemelen durumu oldukça hızlı bir şekilde kötüleşir ve hastaneye kaldırılırdı." diye ekledi. 

Otopsi incelemesinde, Bayan Cozens'ın ölümünden en az birkaç gün önce ilaçlarını almadığı tespit edildi. Bayan Cozens'ın kızı Francesca Puglianini, annesine sık sık nüksettiği Noel döneminde neden daha fazla destek verilmediği, bakım koordinatörünün ve ilaçlarının yakın zamanda değişmesi gibi endişelerini dile getirdi.

Adli Tıp Uzmanı Henrietta Hill, intihar notu olmadığı için açık bir karar verdi ve ölüm nedeninin ertelenmesiyle birlikte bunun bir "yardım çığlığı" olabileceğini söyledi. Bayan Hill şunları ekledi: "Daha geniş bir soru olarak beni rahatsız eden şey, Jean'in tanıya katılmayıp intihar etmiş olması. Rejime duyulan hayal kırıklıklarının onun hayal kırıklığına ve depresyonuna yol açmış olması mümkün. Bu sadece bir olasılık." Arkadaşları ve destekçileri mahkeme salonunu doldurdu ve Bayan Cozens'ın akıl sağlığı tedavisini eleştirdi.

20 yıl ruh sağlığı alanında çalışan arkadaşı Sian Whitehead şöyle dedi: "Çok güzel bir ruhu vardı ama ona yardım ettiğini iddia edenler tarafından tuzağa düşürülmüş ve baskı altında hissediyordu. İnsan duygularını patolojikleştiriyorlar ve insanları iradeleri dışında uyuşturuyorlar. Birisi ilaç almak istemiyorsa ve bunun kendisine zarar verdiğine inanıyorsa, ilaç ona fayda sağlamaz. Çok tatlıydı, çok cesurdu. Kimse onu dinlemezdi. Şizofrenlerle çalıştım ve onda hiçbir belirti görmedim." 

  "İlacın fiziksel bağımlılık yaptığını ve ilacı hemen bırakmanın, insanlar yoksunluk sendromuna girdikçe sorunlara yol açtığını da söyledi."

Sanatçı ve arkadaşı Wendy Rose da akıl sağlığı sorunları yaşıyordu ve ilaçların yaratıcılığını kısıtladığını fark etmişti. Rose, bunlardan kurtulmayı başardı. Şöyle dedi: "En kötüsü yaratıcılığı kaybetmekti - bu en yıkıcı şeydi. "Sadece sınırları zorlayan insanlarla birlikte olduğunuzda, TLC devreye girmiyor, birinin umursadığını bilmeniz gerekiyor." Mahkemede, SLaM'ın iç soruşturmasında, Jean'in CTO'ya "güçlü muhalefetinin" intiharında "karar verici bir faktör" olabileceği ortaya çıktı.

SlaM sözcüsü şunları söyledi: "Vakıf, Jean Cozens'ın ailesine ve arkadaşlarına içten taziyelerini sunar. Bayan Cozens kapsamlı bir risk değerlendirmesine tabi tutuldu ve kendisine verilen bakımın durumu için en uygun ve uygun olduğu değerlendirildi. Ölümünün ardından kapsamlı bir iç soruşturma yürütüldü, bir dizi öneri sunuldu ve bir eylem planı oluşturuldu. Rapordaki tüm adımlar izlendi. Bu bulgular aileyle paylaşıldı." (110)

"Depo enjeksiyonu sanatçının yaratıcılığını elinden alıyor
Yıllardır antipsikotik ilaç depo enjeksiyonları yaptırmaya zorlanan ve psikotik teşhisinden kurtulamadığını hisseden bir psikiyatri hastası hakkında bir video. Bu ilacı kullandıktan sonra, sanatçı olma ilhamını ve motivasyonunu kaybettiğini hissediyor ve kendisine söylenenleri yapmazsa hastaneye geri götürülme korkusuyla yaşıyor. 

Bunu filme alıp buraya koyduğumdan beri, bu kadın ilacı bırakmaya çalıştıktan sonra çok daha yüksek dozda ilaç almaya başladı, ancak ciddi yoksunluk belirtileri yaşadı ve tekrar hastaneye kaldırıldı. Dışarı çıkmasına izin verildikten sonra daha da depresif hale geldi, sisteme daha fazla hapsolmuş hissetti ve kendisine çok zarar verdiğini ve herhangi bir şey yapmak için enerjisini veya motivasyonunu kaybettiğini hissettiği ilaçları almak zorunda kaldı. Çok üzücü bir şekilde Noel zamanı intihar etti. Birçok kişi tarafından özlenecek ve ölümü onu tanıyanlar tarafından yas tutulacak. 

Psikiyatri ona yardımcı olamadı çünkü ona potansiyeli olan bir birey olarak davranmadılar. Onu bir birey olarak tanımıyorlardı ve neredeyse hiçbir şey hakkında gerçekten ne hissettiğini bilmiyorlardı. Ona teşhis koydular, uyuşturdular, görmezden geldiler ve ihmal ettiler. Onu bir sanatçı veya insan olarak takdir etmediler çünkü onu tanımaya veya ona saygı duymaya zahmet etmediler. Çok üzücü bir kayıp ve birinin hayatının, yardım etmesi gereken ve hatta yardım ettiklerine inanan bir sisteme kapıldığında nasıl daha da kötüleşebileceğine dair çok iç karartıcı bir bakış açısı... ve Jean'in dediği gibi bu ciddi bir yanılsama..." (111)

"Modern Psikiyatrist İstismarı


"Evdeki herhangi bir anlaşmazlık, aile üyesinin yetkilileri aramasına (herhangi bir şiddet, asayişsizlik vb. kanıtı olmamasına rağmen) ve rızası dışında ilaç tedavisi gördüğü psikiyatri kliniğine gönderilmesine yol açıyordu; ancak sonunda "uyumlu" ve aile üyesini memnun edecek kadar uysal hale geldiğinde serbest bırakılıyordu.

Hapishanedeki olaylar yalnızca "bir sağlık çalışanına saldırı" suçlamalarından kaynaklanıyordu ve "Hemşireler onu engellemeye çalıştığında direndi" ve "Bir hemşirenin yüzünden gözlüklerini düşürdü" gibi olaylar örnek gösteriliyordu.

Zamanla, bu suçlamaların sıklığı arttı çünkü psikiyatri hastanesi personelini bilerek kızdırıp hapse attırıyordu; çünkü "sonraki mektuplarına göre" orada daha insanca muamele görüyordu ve daha fazla özgürlüğe sahipti.

Hakimler, onun yalvarışlarını defalarca görmezden geldi ve psikiyatri uzmanlarının yönlendirmelerini izledi; psikiyatristler ise, "on sekiz yaşında" bu kadar genç olduğuna karar veren ilk mahkeme kararının yönlendirmesini izliyorlardı." 

Psikiyatristlerinizi doktor (hekim) olarak savunurken bunu unutmayın." -Psychiatric_research, KrusMatrieya (84)

"Zorla Antipsikotik Enjeksiyon
Canberra'daki City Mental Health'te zorla uygulanan antipsikotik enjeksiyonumu kaydettim. Zorunlu tedavi emrim var (PTO/CTO) ve 7 yıldan uzun süredir olanzapin enjeksiyonlarıyla zorla zehirlendim, bu da korkunç yan etkiler yaşamama neden oldu, en kötüsü şiddetli akatiziydi. Ruh sağlığı uzmanlarının cinsel saldırı iddialarımı psikotik sanrılar olarak yanlış teşhis etmesi nedeniyle paranoyak şizofreni olarak yanlış teşhis edildim. Birkaç kez evimden kaçırıldım ve polis araçları ve ambulanslarla hastaneye kaldırıldım. Geçtiğimiz birkaç ayda silahlı polisler kapımı kırarak zorla uygulanan antipsikotik enjeksiyonları reddettiğim için beni tutukladılar, bunun sonucunda Garran'daki Canberra hastanesine götürüldüm, burada birkaç personel tarafından götürüldüm ve yerdeki bir şilteye şiddetle bastırıldım, burada isteğim dışında bana büyük dozlarda olanzapin ve diğer ilaçlar enjekte edildi.

Olanzapin depoları bana şiddetli akatizi yaşatıyor, bu da yeryüzündeki cehennem ve beni günde 20 saate kadar uyutuyor. Toplamda 10 yıldan fazla bir süre boyunca zorla antipsikotik enjeksiyonlarla (paliperidon ve olanzapin) işkence gördüm ve benim için kaçış yok. Lütfen yürek parçalayıcı hikayemi dinleyecek herkesle paylaşın. Psikiyatri bir sahte bilimdir ve insanlığa karşı bir suçtur." 
(258)

"Psikiyatri koğuşunda mahsur kaldım: 'Kendimi kaçırılmış gibi hissettim.' Yeni hasta 7 raporun ardından konuşuyor
7 soruşturma, Şubat ayında hastaların psikiyatri hastanelerinde kendi istekleri dışında tutulduklarını veya ihtiyaç duymadıkları bir tedavi için kalmaya zorlandıklarını iddia ettiklerini gösteren ilk kişilerdi. O zamandan beri, benzer hikayeleri olan hastalardan ve aile üyelerinden yüzlerce telefon ve e-posta aldık. Şimdi, başka bir yerel hasta, iradesi dışında tutulduğunu söylediği hikayesini paylaşmak için ortaya çıktı." 
 (259)

*** *** ***

5. BÖLÜM ;  Psikiyatrik ilaç yan etkiler listesi ve psikiyatrik ilaç yan etkiler arama motoru...

BİLGİ: "PSİKİYATRİK İLAÇLARIN YAN ETKİLERİNİN LİSTESİ ve 'Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri Arama Motoru hakkında'... "Eğer siz  ve/veya aile üyelerinizden / tanıdık yakınınızdan herhangi birisi... bir /birden fazla psikiyatrik ilaç kullanıyorsanız... psikiyatristlerin, genellikle sizlere söylemedikleri 'psikiyatrik ilaç yan etkilerini', bu 'psikiyatrik ilaç yan etkileri arama motorundan' bulup-öğrenebilirsiniz. Arama motoru içerisinde olan ilaç yan etki verilerinin 'ne sıklıkla güncellendiğini' ve kullandığınız psikiyatrik ilacın listede olup-olmadığını da bilmiyoruz. O yüzden muhtemelen bu ilaç yan etki verileri güncel olmayabilir. Ancak piyasada bulunan tüm psikiyatrik ilaçların listede olabileceğini tahmin edebiliriz. Çünkü psikiyatrik ilaçların yan etkileri ve zararları ile ilgili - ~ 60'lı yıllardan beriçalışmalar, araştırmalar yapıp veriler toplayan uluslararası insan hakları komisyonu CCHR'nin'piyasadaki tüm psikiyatrik ilaçlar' hakkında da veriler toplamış hatta halen bile topluyor olabileceğini düşünmebiliriz, herhalde..."

***

"Antipsikotiklerin uzun vadeli yan etkilerinin listesi
Bu, Antipsikotik (nöroleptik) ilaçlarla ilişkili uzun vadeli yan etkilerin genel bir listesidir. Antipsikotik kullanımına bağlı risklerin önemli bir olasılığı olmasına rağmen, birçok hastada bu yan etkiler görülmez. Tardif diskinezi gibi 'yan etkilerden etkilenen hastaların oranı oldukça yüksektir ve %20-50 oranında yaygın olduğu' tahmin edilmektedir.

Bu yan etkiler ciddidir ve bazıları kalıcıdır. Birçoğu şirketler ve sağlık profesyonelleri için önemli bir endişe kaynağı olmaya devam etmektedir ve daha fazla klinik çalışma ve ilaç geliştirme yoluyla gelecekteki antipsikotiklerin potansiyel risklerini azaltmak için önemli çabalar teşvik edilmektedir. Uzun vadeli yan etkiler hakkında hala çok şey keşfedilmekte ve bu uzun vadeli yan etkilerin mekanik nedenlerini ve şiddetini doğrulamak için yeterli araştırma yapılmamıştır. Demanslı yaşlılarda antipsikotiklerin aşırı reçete edildiği, yan etkilere rağmen belirgindir.

Potansiyel uzun vadeli yan etkilerin listesi...

      "Alzheimer hastalığı, Akatizi, Anhedoni, Anksiyete, Bilişsel işlev bozukluğu, Erken demans ve bunama, Demansın kötüleşmesi, Diyabet, Jinekomasti, Hiperglisemi, Hiperprolaktinemi erkeklerde iktidarsızlığa neden olur, Hiponatremi düşük sodyum kan seviyeleri, Metabolik sendrom, Nöroleptik kaynaklı eksiklik sendromu, Nöroleptik malign sendrom, Okülojirik kriz, Parkinsonizm, Somnolans, Tardif diskinezi, Kilo alımı."

Antipsikotiklerin olası 'kortikal yeniden yapılandırma ve gri cevher kaybıyla' ilişkili olduğunu öne süren bir çalışma mevcuttur, ancak korelasyonel veriler ayrıca şizofreni hastaları gibi antipsikotik kullanan hastaların - sigara içmek gibi sağlıksız alışkanlıklar edinme eğiliminde olduklarını ve bunun - gri cevher kaybını şiddetlendirebileceğini göstermektedir. Sağlıklı kontroller üzerinde çok az çalışma bulunmaktadır. Hayvan kontrolleri üzerinde uzun vadeli etkiler üzerine de çok az çalışma bulunmaktadır. Polifarmasinin (aynı anda birden fazla antipsikotik reçete etmek) uzun vadeli etkileri üzerine herhangi bir çalışma bulunmamaktadır, ancak uygulama yaygınlaşmıştır." (47)

"Psikiyatrik İlaçların Yan Etkileri
Uluslararası ilaç düzenleme kurumlarının uyarılarına göre, psikiyatrik ilaçların yan etkileri arasında 'mani, psikoz, halüsinasyonlar, depresyonun kötüleşmesi, intihar düşüncesi, kalp krizi, felç, ani ölüm ve daha birçok ciddi ve genellikle ölümcül yan etki' yer almaktadır.

Belirli yan etkiler için aramaları özelleştirmek üzere "psikiyatrik ilaç yan etkileri arama motorunu" (48a) ziyaret edin.

'Antidepresanlar, DEHB ilaçları, antipsikotikler ve anti-anksiyete ilaçları' dahil olmak üzere psikiyatrik ilaçların tüm yan etkilerinin özetlerini sunan bağlantıları görmek için aşağı kaydırın. Bu özetler, 409 ilaç düzenleme uyarısından, 553 çalışmadan ve ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) sunulan 400.000'den fazla advers reaksiyon raporundan alınmıştır. Bu ilaçların riskleri, halkın bilinçli ve bilinçli kararlar alabilmesi için sunulmaktadır. 

-Sayılarla: IMS Health'in ABD'de psikiyatrik ilaç kullanan kişi sayısına ilişkin toplam rakamlarını görmek için buraya (48b) tıklayın. 

-Lütfen dikkat: Hiç kimse, doktor gözetimi olmadan psikiyatrik ilaçları bırakmaya çalışmamalıdır.

Aşağıda dört ana psikiyatrik ilaç sınıfının (Antidepresanlar, Antipsikotikler, Kaygı Giderici İlaçlar ve DEHB İlaçları) uyarıları, çalışmaları ve belgelenmiş yan etkilerinin özetleri yer almaktadır.

- "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu İlaçları (DEHB /ADHD): Ritalin, Adderall, Concerta gibi uyarıcı ilaçlar (DEHB ilaçları) ile ilgili 61 ilaç düzenleyici uyarısının ve 40 çalışmanın özetleri."

-----------
Resim yazısı;
      "ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA "Drug Enforcement Administration"), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinle' aynı kategoride değerlendirmektedir. DEA, bu ilaçların kullanımının "şiddetli psikolojik veya fiziksel bağımlılığa" yol açabileceğini ve "bu ilaçların, aynı zamanda tehlikeli kabul edildiğini" belirtmektedir. DEHB ilaçlarının 'bağımlılık, depresyon, uykusuzluk, uyuşturucu bağımlılığı, mani, psikoz, kalp sorunları, felç ve ani ölüme' neden olduğu kanıtlanmıştır." (48c)

ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA), DEHB ilaçlarını 'kokain ve morfinleaynı derecede bağımlılık yapan ilaçlar' sınıfına dahil eder ve "ciddi psikolojik bağımlılığa" neden olabilir. DEHB ilaçları olarak da bilinen yaygın markalı uyarıcılar arasında 'Ritalin, Concerta, Adderall, Metadate, Vyvanse ve Provigil 'bulunur. (...)" (48c)

Daha fazla yan etki için - DEHB İlaçları Yan Etkileri

- "Antidepresan İlaçlar: Prozac, Zoloft, Paxil, Cymbalta, Wellbutrin gibi antidepresanlar hakkında 151 ilaç düzenleyici uyarısının ve 279 çalışmanın özetleri."

-----------
Resim yazısı;
"Antidepresanlar 'depresyon, anksiyete, panik ataklar, düşmanlık, saldırganlık, psikoz, şiddet ve intihar' eğiliminin kötüleşmesine neden olabilir. Ayrıca, çok sayıda çalışma bunların 'plasebodan daha etkili olmadığını' göstermektedir." (48d)

Uluslararası ilaç düzenleme kuruluşlarına göre antidepresanların belgelenmiş yan etkileri arasında 'intihar davranışı, kalp sorunları, mani, psikoz, düşmanlık, saldırganlık, yoksunluk reaksiyonları, doğum kusurları ve daha fazlası' yer alıyor. (...)" (48d)

Daha fazla yan etki için - Antidepresan İlaçların Yan Etkileri

- "Antipsikotik İlaçlar: Risperdal, Seroquel, Abilify, Fanapt gibi Antipsikotikler hakkında 113 ilaç düzenleyici uyarısının ve 212 çalışmanın özetleri."

-----------
Resim yazısı;
"Antipsikotikler 'obezite, diyabet, felç, kalp rahatsızlıkları, solunum problemleri, sanrısal düşünce ve psikoza' neden olur. O kadar güçlüdürler ki 'beyin küçülmesine' bile yol açabilirler." (48e)

"Antipsikotik ilaçlar, iyi belgelenmiş yan etkilerin yanı sıra 'obezite, diyabet, felç, kalp rahatsızlıkları, solunum problemleri, sanrısal düşünme ve psikoza' neden olur. Yaygın markalı antipsikotikler arasında Abilify, Clozaril, Geodon, Invega, Risperdal, Seroquel, Zyprexa ve Fanapt bulunur." (48e)

Daha fazla yan etki için - Antipsikotik İlaçların Yan Etkileri

- "Kaygı Giderici İlaçlar: Klonopin, Xanax, Ativan gibi kaygı giderici ilaçlarla ilgili 39 ilaç düzenleyici uyarısının ve 79 çalışmanın özetleri."

-----------
Resim yazısı;
"Kaygı giderici ilaçlar 'halüsinasyonlara, sanrısal düşüncelere, kafa karışıklığına, saldırganlığa, şiddete, düşmanlığa, ajitasyona, sinirliliğe, depresyona ve intihar düşüncelerine' neden olabilir. Ayrıca, bırakılması en zor ilaçlardan bazılarıdır." (48f)

"Yan etkileri arasında 'halüsinasyonlar, sanrısal düşünme, kafa karışıklığı, saldırganlık, şiddet, düşmanlık, depresyon ve intihar düşüncesi' bulunur. Yaygın markalı anksiyete giderici ilaçlar arasında Xanax, Valium, Halcion, Klonopin, Ambien ve Ativan bulunur. Benzodiazepinler olarak bilinen ilaç sınıfını da içerir." (48f)

Daha fazla yan etki için - Kaygı giderici İlaçların Yan Etkileri" (48)

** Buna da göz atın ve PDF olarak indirin, okuyun, değerlendirin ve bilgilenin.

"Yaygın Psikiyatrik İlaçların Yan Etkileri
Bu broşür, yaygın psikiyatrik ilaçların yan etkilerine genel bir bakış sunmakta ve ilaç düzenleyici kurumların 'uyarıları, çalışmalarıve ilaçların ambalaj bilgilerinde yer almayan 'diğer raporlar' hakkında bilgi içermektedir. Bu broşür, sahte akıl hastalığı teşhisi konmuş milyonlarca erkek, kadın ve çocuğa reçete edilen ilaçların tehlikeli ve ölümcül yan etkilerini belgeleyen basit bir rehberdir. Kitapçığı buradan indirin." 

Yaygın Psikiyatrik İlaçların Yan Etkileri kitabı (51a)

Ayrıca, belirli psikiyatrik ilaçlar hakkında gelişmiş aramalar için 'Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri Arama Motorunu' yada buradan ziyaret edin.. (51)

"Psikiyatrik Yan Etkiler Arama Motoru
CCHR'nin Psikiyatrik İlaç Yan Etkileri Arama Motoru Hakkında... Psikiyatrik ilaçların yan etkilerini ararken, bir ilacın markasına veya jenerik ismine (örneğin Adderall, Ritalin, Prozac, Paxil, Risperdal veya Seroquel) veya tüm ilaç sınıfına (Antidepresanlar, DEHB İlaçları, Antipsikotikler, Anti-Anksiyete İlaçları veya Duygudurum Düzenleyiciler) göre arama yapabilirsiniz. Her iki durumda da, aramanız belgelenmiş psikiyatrik ilaç riskleri hakkında aşağıdaki üç farklı veri kaynağının özetini verecektir:

- Uluslararası ilaç düzenleme uyarıları.
- Dünya çapındaki tıp dergilerinde yayınlanan çalışmalar.
- Doktorlar, eczacılar, sağlık hizmeti sağlayıcıları, avukatlar ve tüketiciler tarafından 2004-2012 yılları arasında ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) sunulan advers reaksiyon raporları.

CCHR, psikiyatrik ilaçların belgelenmiş riskleri hakkında halka, kolay anlaşılır bilgiler sağlamak için bu 'psikiyatrik ilaç yan etkileri arama motorunu' oluşturmuştur. CCHR International tarafından ücretsiz bir kamu hizmeti olarak sunulmaktadır.

LÜTFEN OKUYUN: Hiç kimse bir tıp doktorunun yardımı olmadan psikiyatrik ilaçları kullanmayı bırakmamalıdır. 
Kaynaklar için buraya (49a) tıklayın. - Alternatif Akıl Sağlığı Yaklaşımları (49a) "  (49)

"Akıl Sağlığı Konusunda Alternatif İlaç Dışı Yaklaşımlar
Akıl sağlığı için ilaç dışı yaklaşımlar konusunda dünyanın en büyük sitesine hoş geldiniz. Dünya çapında binlerce insan, akıl sağlığı sorunlarından kurtuldu ve artık ilaçsız bir hayatın basit zevklerinin tadını çıkarıyor. Çoğuna 'bunun imkansız olduğu' söylendi. Ancak bu kişilerden düzenli olarak haber alıyoruz. Birçok kişi de psikiyatrik ilaçlara bağımlılıklarını önemli ölçüde azaltabildi. Genellikle bu kişiler, "zihinsel" bozukluklarının altında 'tıbbi sorunlar, alerjiler, toksik durumlar, beslenme dengesizlikleri, kötü beslenme, egzersiz eksikliği veya tedavi edilebilir diğer fiziksel rahatsızlıkların' yattığını fark ederler.  Sitemizde referanslar, 100'den fazla makale ve web'in ilk alternatif akıl sağlığı uygulayıcıları dizini bulunmaktadır. Ayrıca destek gruplarımızdan ve ücretsiz bültenimizden de bilgi alabilirsiniz. Umarız aradığınız cevapları bulursunuz. (....)" (50)

*** *** ***

6. BÖLÜM ;  FAYDALI OLABİLECEK BAZI TARTIŞMALAR, MIA'DAN BAZI YORUMLAMALAR VE BAZI AÇIKLAMALAR

-BAZI TARTIŞMALAR

"Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur mu? (61)
-- "Psikiyatrik ilaçlar beyne kalıcı zarar verebilir/beyni değiştirebilir mi? Anksiyete nedeniyle birkaç yıldır antipsikotik ilaçlar kullanıyorum. Tüm ilaçları bırakalı üç ay oldu ama hala duygusal uyuşukluk yaşıyorum. Umudum var mı?" (a)

   "Bunlar biraz ayrık sorulardır... Bu ilaçların beyne kalıcı hasar verebileceği veya beyni değiştirebileceği bilimsel olarak şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanmıştır. Bu, bebekler, çocuklar, yetişkinler ve hem insanlar hem de diğer hayvanlar için geçerlidir. Nöroleptikler, beyin üzerinde son derece zararlı etkileri olan, özünde toksik ilaçlardır. İlaç üreticileri bu riskleri kabul etmektedir. 

Ancak, hasarlar ve diğer değişiklikler derecelere göre değişir ve bunların nasıl işlediğini veya bir hasta için ne anlama geldiğini nadiren anlarız. Ayrıca, hangi hastaların belirli hasar ve değişikliklerden en çok veya en az etkilendiğini de nadiren biliriz. İlaç reaksiyonlarını karakterize etmemizin çoğu, hastaların bildirdiği deneyimlere veya dışarıdan gözlemlenebilenlere dayanır.

Bu, bir kişinin sağlığını veya semptomlarını izlemek için kullanabileceğimiz beyindeki belirgin fiziksel değişikliklere karşılık gelmeyebilir. İlk ve en önemli detay, kişinin gerçekte ne hissettiğidir; nasıl düşündüğü, duygularında neler olup bittiği, vücudunun nasıl hissettiği, nasıl davrandığı vb. Bu, beyinde neler olup bittiğine dair sahip olduğumuz en iyi penceredir; ancak felç veya beyin kanaması gibi beyinde çok hızlı bir şekilde çok belirgin fiziksel değişikliklere neden olabilen sınırlı bir ilaç etkileri alt kümesi hariç. 

Bir hasta ilaç kullanıyor olsun veya bırakmış olsun, beyinde hasar veya büyük ölçekli değişiklikler açısından değerlendirmenin standart yöntemleri, ilaçların neden olduğu hasar ve değişikliklerin çoğunu ayırt etmede çok faydalı olmayacaktır. Bir hasta antipsikotikleri bırakabilir ve ömür boyu ilaç kullanımında bozulmalar yaşayabilir, ancak tipik beyin görüntüleme tekniklerini kullanan doktorlara hala "normal" görünebilir.

Dolayısıyla, bu ilaçların zarar verebileceğini ve verdiğini kesin olarak biliyoruz ve hastaların bunun sonucunda uzun süreli, hatta kalıcı semptomlar yaşayabileceğini biliyoruz. Ancak bu, ilaç kesildikten aylar sonra bile semptomlar yaşayan hastaların kalıcı olarak hasar görmesi gerektiği veya ilaç kesildikten yıllar sonra bile iyileşme umudu olmadığı anlamına gelmez. 

Ne yazık ki, bazı hastaların hayatlarının geri kalanında bazı zararlarla mücadele edeceğini biliyoruz. Bazı ilaç etkileri ölümcül olabilir veya başka nedenlerden dolayı erken ölüme yol açabilir. 

İyi haber şu ki, daha fazla hastanın birçok ilaç semptomundan, hatta şiddetli olanlardan bile kısmen veya tamamen kurtulabildiğini biliyoruz. Sinir sistemi, birçok ilaç zararını onarma veya yeniden yapılandırma konusunda doğuştan gelen bir yeteneğe sahiptir.

Bu haftalar, aylar, yıllar veya on yıllar sürebilir, ancak çeşitli alanlarda her zaman iyileşmeler yaşanma olasılığı vardır. Nöroplastisite, ilaç kullanımının etkilerini ortadan kaldırmaz ve semptomların olmaması, beynimizin tamamen sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Ancak, bu iyileşme ve uyum sağlama yeteneği, hastaların ilaçların günlük deneyimleri üzerindeki olumsuz etkilerinin üstesinden gelmelerine yardımcı olabilir. 

Uzun süreli psikiyatrik ilaç kullanımından sonra beyinde kalıcı bir iz kalır, ancak birçok kişi iyileşmek için yeterli zaman ve bunu destekleyen bir yaşam tarzı sağlandığında ilaç semptomlarında önemli bir azalma yaşar. Bu ilaçları bıraktığımızda yeni bir beyin durumu yaratıyoruz. İlaçlardan önceki halimize geri dönmüyoruz, ancak ilaçların yarattığı tüm değişikliklere de takılıp kalmıyoruz. Bazı şeyleri onarma ve diğerlerine tepki olarak plastik olarak değişme yeteneğimiz var.

Bu, bazı ilaç zararlarının üstesinden gelmek için yeterli olmayacaktır ve bahsettiğiniz gibi uzun süreli nöroleptik ilaç kullanımından sonra hastaların deneyimlerinde yıllarca veya ömür boyu fark edilir değişiklikler yaşamaları tipiktir. Ancak, beynin iyileşme ve yeniden yapılanma yeteneğinin umutlu olmak için çok önemli bir sebep olduğunu düşünüyorum. Özellikle de üç ay, uzun yıllar süren ilaç kullanımından sonra çok kısa bir süre olduğu için. 

Duygusal işlevlerinin çoğunu geri kazanan hastalarda bile nöroleptikleri bıraktıktan sonra bir yıl veya daha uzun süre devam eden uyuşukluk hissi oldukça yaygındır. Üç ay genellikle çok uzun bir süre gibi gelebilir, ancak iyileşme süreci yıllar veya daha uzun sürebilir, bu nedenle hala uyuşuk olmanız sonsuza dek böyle hissedeceğiniz anlamına gelmez. Bıraktıktan sonra da öncelikle yoksunluk belirtilerini atlatmanız gerekir; bu da iyileşme sürecini ortalama aylarca, daha az şanslı hastalarda ise yıllarca geciktirebilir." - Mark Dunn, Yazar, (bir doktor veya bilim adamı değilim, sadece tıbbi dergilerin ve deneyimlerin bir karışımıyım), 1y (b)

-- "* Beyin İşlev Bozukluğu (Brain Dysfunction)... Psikiyatrik ilaçlar beyinde ve vücutta anormal fiziksel ve işlevsel değişikliklere neden olur. Bu değişiklikler, onlara neden olan ilacı bıraksanız bile ortadan kalkmaz. Bu değişiklikler sonucunda, artık o ilacı kullanmıyor olsanız bile, güçten düşürücü, sakatlayıcı veya ölümcül "yan etkiler" yaşayabilirsiniz. Buna "beyin hasarı" deyip dememeniz, bu değişikliklerin ve işlev bozukluklarının meydana gelip gelmemesinden daha az önemli görünüyor. 

Psikiyatrik ilaçların tek yönlü olarak "nöroprotektif" olduğuna dair bilimsel bir kanıt yoktur; antipsikotikler gibi ilaçlar üzerinde yapılan doğru yapılandırılmış çalışmaların sonuçları tam tersini göstermektedir. Ve eğer nörogenezden koşulsuz bir fayda belirtisi olarak bahsetmek istiyorsanız, beynimizin antidepresanlar gibi ilaçlara, kimyasal olmayan beyin hasarlarına tepki verdiği gibi tepki verdiğini hatırlatmak isterim.

* Beyin Hasarı (Brain Damage)... Wikipedia, tıbbi literatürü ve görüşleri özetlerken "beyin hasarını" "beyin hücrelerinin yıkımı veya dejenerasyonu" olarak tanımlar ve "genel olarak beyin hasarı, travma kaynaklı belirgin ve ayrım gözetmeyen hasarı ifade ederken, nörotoksisite tipik olarak seçici, kimyasal olarak indüklenen nöron hasarını ifade eder" diye açıklar. 

Psikiyatrik ilaçlar, hastaların ve doktorların olmasını istediklerinden kesinlikle daha az ayrımcı olsalar da, tamamen ayrım gözetmez değildirler. Ancak, anlayabildiğimizden daha karmaşık bir şekilde etkileşime giren ve hastaları tedavi edemeyeceğimiz şekillerde etkileyebilen öngörülemeyen etkileri vardır. Daha da önemlisi, klinik dozlarda bile nörotoksisite ajanları olarak açıkça belirtilmiştir. 

Açıklık sağlamak için tekrar alıntı yapacak olursak, "Nörotoksiklik, nörotoksin adı verilen doğal veya yapay toksik maddelere maruz kalmanın, sinir sisteminin normal aktivitesini sinir dokusuna zarar verecek şekilde değiştirmesi durumunda ortaya çıkar."

Antidepresanlar (SSRI'lar, SNRI'lar, NDRI'lar vb. ), anksiyolitikler (Buspar gibi), antipsikotikler (tipik ve atipik) ve hatta psikiyatrik olmayan ilaçlar gibi ilaçların serotonin sendromu, nöroleptik malign sendrom ve tedavinin diğer nörotoksik sonuçları gibi potansiyel yan etkileri vardır. Bu riskler, birden fazla ilacın aynı anda alınması durumunda artabileceği gibi, tek başına alınan tek ilaçlardan da kaynaklanabilir.

* Beyin Bozulması (Brain Impairment)... Bazı doktorlar psikiyatrik ilaçlarla ilişkili değişiklikleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan işlev bozukluklarını "Kronik Beyin Bozukluğu (Chronic Brain Impairment)" veya "organik beyin sendromu (organic brain syndrome)" gibi birleşik başlıklar altında topluyor... ve psikotropik tedaviler ile çeşitli diğer beyin travmaları ve bozuklukları arasındaki etki ve hasta deneyimleri benzerliklerini ayrıntılı olarak açıklıyorlar.

Psikotrop ilaçların bazı yan etkilerinin, beyinde belirli türde bozulmalara (impairment) yol açtığı da söylenebilir; örneğin: büyüme, gelişme ve olgunlaşmada gerileme, psikolojik sorunlar (mani, psikoz, depresyon, anksiyete), amnezi ve diğer hafıza güçlükleri, duyusal ve bilişsel işleme becerilerinde değişiklik, nöbetler, bozulmuş homeostaz. Bu tür yan etkiler, ciddi fiziksel ve işlevsel dejenerasyonları (anormal, azalmış veya tamamen bozulmuş işlevsellik ve potansiyel olarak onarılamaz fiziksel değişiklikler, önceki büyüme ve gelişimin tersine dönmesi de dahil olmak üzere normal büyüme ve rejenerasyonda bozulmalar veya sorunlu değişiklikler) içerebilir.

* Beyin Plastisitesi (Brain Plasticity)... Sonuçları tanımlamanın zorluklarından biri, beyinlerin plastik organlar (plastic organs) olmasıdır; sürekli olarak ekleme, çıkarma, dönüştürme ve yeniden şekillendirme yaparız. Beynimiz bir nevi canlı bir varlıktır ve parçaları birbiriyle etkileşim halindedir ve geri dönüşüm, yenileme ve yeniden düzenleme aşamalarından geçer. 

Psikotropik ilaçlar kullansak da kullanmasak da değişiklikler ve işlevsel değişimler meydana gelecektir, ancak ilaçlar doğal süreçlere yabancı ve anormal etki eden bir faktör sokar. Normal beyin işlevlerini, yalnızca anormal beyin işlevlerine neden olabilen maddelerle elde edemeyiz.

Bazı bilim insanları, ilaçların normal işlevselliğe getirdiği zorlukların ve bozulmaların, ilaçların etkililiğinin dolaylı mekanizması olduğunu (bu ilaçların yeterince fayda sağladığını hisseden azınlıktaki kişilerde) öne sürüyor. Yani, beynin doğal esnekliği ve adaptif yetenekleri, psikiyatrik ilaçların işlevsiz uygulanmasına, yenilenmiş bir homeostaz sağlamak için olağan öz düzenleme mekanizmalarını kullanarak tepki veriyor olabilir. Vücudumuzdaki diğer bazı öz düzenleme sistemlerinde, örneğin bağışıklık tepkimizde de benzer sonuçlar gözlemliyoruz, ancak bunu analojiyle açıklayamayız.

İlaçlar yalnızca anormal beyin davranışlarına neden olabildiğinden ve akıl hastalığının nedeni olarak herhangi bir "kimyasal dengesizlik" gösterilemediğinden, akıl sağlığı ve tedavi seçenekleri konusunda daha açıklayıcı ve doğru bir modele duyulan ihtiyaç acildir. "Karşıtlık toleransı" yöntemi bunu sağlasa da, beyinler veya akıl hastalıkları hakkında, hasta deneyimlerini açıklamada belirli bir teoriyi nihai söz veya tek yöntem olarak kabul edecek kadar bilgimiz yok." - Mark Dunn, Yazar, Update 9y (c)

-- "Psikiyatrik ilaçlar beyne zararlı mıdır?" (f)
   "Psikiyatrik ilaçlar beyne zararlı mıdır?... Evet. Bu kesin. Psikiyatrik ilaçlar yalnızca işlev bozukluğuna neden olur. Bu işlev bozukluğu kısa veya uzun vadeli olabilir, hafif, orta, ciddi veya ölümcül etkiler içerebilir ve sağlık veya refahı yapıcı bir şekilde düzeltmekle doğal veya açık bir bağlantısı yoktur. Ancak, bu özellik, bu ilaçların faydasını ölçebileceğimiz tek yöntem değildir. Örneğin, birinin göğsünü açıp kalbine hayat kurtarıcı bir ameliyat yapmak kesinlikle göğüs sağlığı için kötüdür, ancak daha geniş endişeler de söz konusudur.

Ardından gelen soru şudur: "Psikiyatrik ilaçlar beyne yapabilecekleri göz önüne alındığında hastalar için kötü müdür?" Bu sorunun cevabı daha az kesindir ve öznel ve psikososyal kriterler yerine nesnel veya bilimsel kriterlerle açıklanması daha az olasıdır. "Ruhsal bozuklukların" "tedavisi" söz konusu olduğunda, değerlendirmeler mutlak değildir veya fiziksel tıbbi değerlere dayanmaz. Daha ziyade, belirli fiziksel durumlarla bağlayıcı bir korelasyonu olmayabilecek psikolojik iyilik hali yorumlarıdır. Psikiyatrik ilaçların psikolojik iyilik halini nasıl etkilediğini doğrudan veya güvenilir bir şekilde ölçemeyiz. Çalışmalar ve klinisyenler analoglar ve karşılaştırmalar kullanır ve bu, hasta deneyimlerinin kültür merkezli bir açıklamasını ve tedavilerinin dolaylı ve hatta mecazi bir yorumunu gerektirir.

Kısacası, bazı insanlar ilaç kullanmanın, kullanmamaktan daha iyi olduğunu söylüyor. Bu, psikiyatrik ilaçların beyin için kötü olsa bile insanlar için iyi olabileceğini söylemek için elimizdeki en iyi gerekçedir. Çoğu insan, farmakolojik-pozitif varsayımlara oldukça hoşgörülü olan klinik yöntemler ve standartlara göre bile bu kategoriye girmez. Ancak, ne kadar az sayıda olursa olsun, bazı hastalar için olası bir sonuç olarak göz ardı edilemez. Bazen bu insanlar fikirlerini değiştirir, ancak çoğu değiştirmez. Çağdaş tıp modelindeki geleneksel tedavilerin çoğu, birine zarar vererek yardım etme girişimleridir. Yardım etmenin zarar vermekten daha ağır bastığı umudu vardır; bu da, uygun kullanımı ve yetkin, hesap verebilir değerlendirmeleri, ilaç kullanımının ciddi zararlar verip vermeyeceğinden daha önemli kılar.

Başkalarının da açıkça belirttiği gibi, asıl mesele maliyet/fayda oranında yatmaktadır. Ancak çoğu hasta bu konuda bir sorunla karşılaşmaktadır. Çalışma, bilgilendirilmiş onam gibi genellikle sınırlıdır. Birçok ilaç uygunsuz bir şekilde kullanılmakta ve önemli yan etkiler genellikle yanlış teşhis edilmekte, göz ardı edilmekte veya tamamen fark edilmemektedir. Bu etik kusurları ve önlenebilir hasta zararlarına pratik katkıları işbirlikçi bir şekilde destekleyen bir kültür ve endüstriyel model mevcuttur. Bu durum, birçok hastanın psikiyatrik ilaçların riskleri ve potansiyel faydaları hakkında yüksek kaliteli bir değerlendirmeye erişememesine neden olur ve bu erişim eksikliği çoğu zaman ilk reçetelemenin ötesine geçer; genellikle tedavi sırasında gelişen ve kötüleşebilen, yeniden ortaya çıkabilen veya ilaç değişiklikleri veya kesilmesinden sonra süresiz olarak devam edebilen yan etkilere de yansır.

Günümüzde psikiyatrik ilaçlar faydadan çok zarar veriyor. Bu durumun yakın gelecekte hastalar lehine önemli ölçüde değişmesi pek olası değil ve birçok etkili taraf ya sorunu daha da derinleştiriyor ya da ciddiyet ve anlayışla ele almayı ihmal ediyor. Bazı hastalar fayda görebilir, ancak daha da fazlası yaralanıyor, sakat kalıyor veya ölüyor. Bu, ilaçların doğası gereği mevcut olmasından kaynaklanmıyor; onları nasıl kullandığımızla ilgili. Beyin için iyi değiller, ancak insanların, potansiyel tehlikeleri veya kişi veya kurumların onaylayıp onaylamamasına bakılmaksızın, başka yollarla çözülemeyen semptomlar veya zorluklarla karşılaştıklarında, faydalı olabileceğini düşündükleri yöntemleri keşfetmekte özgür olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Psikiyatrik ilaçların tıbbi kullanımı için bilimsel araştırmaların güçlü bir şekilde öne sürdüğü risk azaltma ve zarar önleme düzeyinden yoksun kalıyoruz. Bu, ilaçların kendisinden çok daha büyük bir tehdittir; çünkü bilgilendirilmiş onam, tedavi kararları alınırken bir güvenlik bariyeri olarak kabul edilir ve hastalar, doktorların ve tedavilerin kendilerine verebileceği zararlara karşı bu temel savunmadan genellikle mahrum bırakılır.

Psikolojik refahın "akıl hastalığı" teorisinin geçerliliği, yaygın olarak pazarlanan nörokimyasal ve fizyolojik modellemenin tutarlılığı, klinik deneylerde ve diğer çalışmalarda gösterildiği gibi psikotrop ilaçların etkinliği ve benzeri konular bu tür tartışmalar için önemli bir bağlamdır. Ancak, bunlar başlı başına kapsamlı tartışmalardır ve sorulan daha spesifik soruyu ele alırken olabildiğince doğrudan olmak zorunda kaldım. 

Son olarak özetlemek gerekirse: Evet, psikiyatrik ilaçlar beyin için zararlıdır. Bu, genel olarak bir birey için zararlı olabilir veya olmayabilir, ancak genel eğilim, insanların onları hiç kullanmadan daha iyi durumda olmaları yönündedir. Ayırt etme ve taktiksel kullanıma çok ihtiyaç duyulmaktadır ve yeterince sağlanmadıkları için önlenebilir zararlar devam etmektedir." -Mark Dunn, Yazar, 8y (f1)

-- "2 aydan az kullanılan psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur mu?" (k)
   ""Yapabilirler mi?" Evet. "Yapabilirler mi?" Sadece bazen, en azından ölçebildiğimiz kadarıyla. Kullanıcı-10326638590266865663'ün de belirttiği gibi, psikiyatrik bir ilacın ilk dozu bile beyin hasarına neden olabilir. Ancak bu nispeten nadir görülen bir sonuçtur.

Psikiyatrik ilaçların beyin hasarına yol açabileceği birçok yol vardır; toksik sendromlar (serotonin sendromu, nöroleptik malign sendrom vb. ), nöbetler, felçler vb. Bu tehlikelerin hepsi doğal olarak tüm hastalarda beyin hasarına yol açmasa da, bir olasılıktır.

İlaçların sakinleştirici ve denge ve koordinasyonu azaltıcı etkisi nedeniyle düşme sonucu oluşan travma, beyne baskı yapan iç kanama veya ilaçların tetiklediği intihar girişimi veya diğer şiddet olaylarından kaynaklanan zararlar gibi beyne daha az doğrudan zararlar da mümkündür. Psikiyatrik ilaç kullanan hamile annelerin çocuk sahibi olması durumunda da beyin hasarı olasılığı vardır; doğum kusurları, büyüme sorunları, anormallikler ve düşükler, hamilelik sırasında psikiyatrik ilaç kullanımının veya kesilmesinin olası sonuçlarıdır ve fetüslerde beyin hasarı, yetişkinlerdeki beyin hasarına göre çok daha az nadirdir.

İlaçların hem doğrudan hem de dolaylı beyin hasarına ne sıklıkla neden olduğu ne belgelenmiş ne de özellikle incelenmiştir; özellikle de yan etkiler yeterince tanınmadığı, yeterince raporlanmadığı ve çoğu zaman yanlış teşhis edilip yanlış atfedildiği için. İntihar gibi tekil ciddi yan etki kategorileri bile genellikle doğru bir şekilde tanımlanmadığı veya takip edilmediği için, görülme oranlarını belirlerken kullanabileceğimiz çok fazla kaliteli kanıtımız yoktur.

Daha büyük endişe, toksik olmayan değişiklikler ve işlev bozukluğudur. Psikiyatrik ilaçlar herkeste bu tür değişikliklere neden olur; her hasta bu ilaçları alırsa kötü şeyler yaşar. Bir azınlık, çoğu zaman çok küçük bir azınlık, bu anormallikleri ve işlev bozukluklarını genel olarak olumsuzdan ziyade olumlu olarak deneyimlese de, bunlar yine de sorunlu, riskli ve hastanın ilaçları kullanmaya başladıktan sonra bile yan etkilere ve hatta hasara sonsuza dek neden olma potansiyeline sahiptir.

Birçok değişiklik ve hasar, kalp yetmezliği gibi bir soruna yol açmadıkça gözle görülmez ve yan etki olarak yıkıcı şeyler yaşandığında, her zaman bunlara neden olan ilaçlara kadar uzanmaz. Psikiyatrik ilaçların neden olabileceği fiziksel, sistemik ve kalıcı değişikliklerin bazılarını henüz görmeye başlıyoruz ve bunlar homeostatik düzenlemeden organ işlevlerine, fiziksel beyin özelliklerine ve epigenetiğe kadar her şeyi ilgilendiriyor.

  "Psikiyatrik ilaçların tek bir dozu bile aylarca hatta yıllarca süren yan etkilere yol açabilir. Hepsi fiziksel bağımlılık ve yoksunluk sendromuna neden olur ve binlerce yan etkiye ek olarak ciddi yan etki riski de vardır."

Herkes bu tür ilaçlarla aynı deneyimi yaşamayacaktır; yan etkiler ve bunların şiddeti veya süresi de dahil olmak üzere, ancak ciddi veya hatta ölümcül reaksiyonlar için minimum maruz kalma süresi tek dozdur. İki ay veya daha azı, iki yıldan daha güvenli olabilir, ancak bu, tek hastalar için anlık olasılıklardan ziyade ortalamalardan bahsediyor. Bir aylık tedavi sırasında, bir yıllık tedavi boyunca mevcut olan yan etki riskleri aynıdır.

Bu ilaçları sorumlu bir şekilde mümkün olduğunca az ve en düşük dozlarda, mümkün olan en kısa sürelerle kullanmak, gereksiz yere ciddi risklere maruz kalmayı azaltmanın en iyi yoludur, ancak bunlar "güvenli" ilaçlar değildir ve sınırlı ve sıkı bir şekilde izlenen kullanımla bile güvenli olma potansiyeli yoktur; özellikle de tüm bu ilaçların yol açtığı fiziksel bağımlılığın tedavisi veya önlenmesi olmadığı için.

Psikiyatrik ilaçlar güçlüdür ve işlev bozukluğuna yol açarak etki gösterir. Bu ilaçları birkaç ay kullandıktan sonra beyin hasarı, toksik olmayan bir güçsüzlük, sakatlık veya ölüm yaşayıp yaşamayacağınız tahmin edilemez. Bazı ilaçlara verilen daha dramatik reaksiyonların bazı risk faktörleri bilinmektedir, ancak kimin hangi ilaçlara, dozlara veya tedavi sürelerine olumlu ve olumsuz yönde yanıt vereceğini söylemek büyük ölçüde imkansızdır.

Bu ilaçların bazıları, antipsikotikler ve hipnotik uyku yardımcıları gibi, sadece 1-2 aylık kullanımdan sonra ciddi sorunlara neden olma olasılığı daha yüksektir; ancak yoksunluk sendromu, beyin (ve diğer türler) hasarı, kısa ve uzun vadeli güçsüzlük veya sakatlık ve ölüm riskleri tüm psikiyatrik ilaçlarda mevcuttur. Bunlar genellikle nadir görülen yan etkiler değildir ve bazı kategoriler, ilaçları kullanan hastaların çoğunu etkileyen yan etkileri içerir (örneğin, SSRI'larda cinsel işlev bozukluğu ve yoksunluk sendromu gibi).

Psikiyatrik ilaçların sorumlu, taktiksel ve bilinçli kullanımı, destekleyici ve duyarlı tedavi ortamları ve tüm hastalar için bilgilendirilmiş onam, önlenebilir riskleri ve zararları azaltmanın en iyi yoludur. Birçok risk ve zarar önlenemez, ancak hepimiz psikotropik ilaçlara farklı tepkiler veririz ve bu belirtilmemiş psikiyatrik ilaçları nasıl deneyimlediğiniz, hastaların karşılaşabileceği olası sorunlara işaret etmenin ötesinde genelleştirilemez.

DÜZENLEME: Psikiyatrik ilaçlar ve beyin hasarı hakkında daha fazla ayrıntı ve bir sürü kaynak içeren başka bir Quora cevabı: Mark Dunn'ın "Psikiyatrik ilaçlar beyin hasarına neden olur mu?" (k2) sorusuna cevabı..." -Mark Dunn, Yazar, Update 9y (k1)

-- "Antipsikotikler beyne nasıl zarar verir?" (d)
   "Antipsikotikler, nöronların birbirleriyle bağlantı kurma yeteneğini engelliyor gibi görünüyor. Düşünme şeklimiz bu olduğundan, antipsikotikler düşünmenin önüne geçiyor. Antipsikotiklerin bunu tam olarak nasıl yaptığından emin değilim, ancak Mark Dunn'ın nöron hücrelerini öldürebileceklerinden bahsettiğine inanıyorum. Bu beyin için iyi bir şey değil, ancak görünüşe göre bazı insanlarda rahatsız edici düşünceler düşünme yeteneğini azaltabiliyor. Yani sanırım bazı insanlar rahatsız edici düşünceleri sınırlamak için beyin hücrelerini öldürmekten çekinmiyor.

Benim için, beni intihara meyilli hale getiren son derece kötü bir deneyimdi. Düşünme yeteneğimi kaybettiğimi hissedebiliyordum ve beni psikiyatrik yardım almaya iten deneyimler daha da rahatsız ediciydi. Psikiyatrik tedavi benim için felaketle sonuçlandı. İşimi kaybettim. Sonra eşimi ve arkadaşlarımı kaybettim. Yalnızdım ve kendime bakamıyordum. Artık düşünemediğim ve entelektüel bir iş yaptığım için işimi kaybettim. İşimi yapamamamın intihara meyilli hissetmemde rol oynadığından eminim. Sonunda bu ilaçları almayı bıraktım. Sanırım yaklaşık beş yıl sürdü, ancak ilaçlar beyin hücrelerimi öldürmeyi bıraktığında, hücrelerim geri geldi ve intihara meyilli olduğum zamankinin dörtte biri kadar düşünürken, eskiden olduğumdan belki de yarısı kadar düşünür olduğumu hissediyorum." -David Ford, Yazar (beyninin işleyişini gözlemler), 1y (e)

-- "Antipsikotikler nörolojik sorunlara yol açar mı?" (l)
   "Elbette yapabilirler ve eğer bulabilirsem, bu ilaçların kullanımının tüm zararlı etkilerini ve sonuçlarını ortaya koyan belgesele bağlantı vereceğim ama bir düşünün, bunlar insan yapımı ve laboratuvarda yaratılmış ilaçlar. Doğal değiller ve doğal olarak yetişen ve organik olan sebzelerin, bitkilerin ve otların aksine, bilim insanları insan tüketimi için üretilmemiş ama görünüşe göre ilaç/"ilaçlar" olarak adlandırılan inorganik bileşenleri/kimyasalları bir araya getiriyorlar. 

Bu ilaçların beyinde neden olduğu beyin hasarının/nörolojik yıkımın gerçek kanıtı/delilleri için beyin taramalarına bakabilirsiniz. Ancak bu ilaçları birkaç yıldan uzun süredir kullananlara, özellikle de 10-15 yıldır kullananlara bakarsanız, hepsinin ciddi nörolojik sorunları olduğunu görürsünüz. Çoğu, özellikle "ilaçları" vb. olmadan bir işte çalışamaz, işlev göremez ve basit günlük işlerini yapamaz. Ama evet, psikiyatriyi ölüm endüstrisi olarak ifşa eden bu videoyu izleyin." -Chris Goguen, Yazar, 1y (l1)

Psikiyatri bir ölüm endüstrisi  (l1)

ÖLÜM NEDENİ BİLİNMİYOR... Büyük İlaç Şirketleri ve Akıl Hastalıklarının Satışı  (l1)

-- "Psikiyatrik ilaçlar fiziksel beyin hasarına yol açmıyorsa etkileri geri döndürülebilir olmamalı mı?" (g)
    "Bu ilaçların, özellikle benzodiazepinlerin veya hafif sakinleştiricilerin (Xanax, Klonopin, Ativan, Valium vb. ) neden olduğu fiziksel beyin hasarı moleküler ve hücresel düzeylerde gerçekleşir. Benzosteroidler, beyinde anksiyeteyi düzenleyen organ olan amigdaladaki GABA reseptörlerine zarar verir. 

Ayrıca, her nöronun içindeki küçük beyin veya fırın olan mitokondriye de önemli hasar verirler. Nadiren kullanılan beyin tarama teknolojileri hasarı moleküler ve hücresel düzeylerde inceleyebilse de (g1-a), pudmed. com'da "nörogörüntüleme psikiyatrik ilaçlar hasar (neuroimaging psychiatric medications damage)" anahtar kelimeleri altında bu konuyu doğrudan ele alan yalnızca bir çalışma buldum. Bu çalışma, antipsikotiklerin yaşlılar üzerindeki etkisini genetik düzeyde ele almaktadır; "Epigenetik Saatin Tik Takları: Yaşlılıkta Antipsikotik İlaçlar (g1-b)" 

Ayrıca, beyin tarama teknolojileri artık eski güvenilirliklerinden yoksun. 499 kontrol grubu veya "boş düşünür"ün üç milyon simülasyonuna dayanan, çığır açan yeni bir İsviçre araştırması, fMRI'da %70'lik bir yanlış sinyal oranı buldu ve dünya çapında 40.000 çalışmanın sonuçlarını sorguladı. 

Görünüşe göre, bilgisayar programcıları sinirbilim hakkında hiçbir şey bilmiyor; sinirbilimciler ise beyin hakkında iddia ettiklerinden çok daha az şey biliyor ve bu da çeviride çok fazla bilginin kaybolmasına, milyonlarca satırlık kodda çatlaklardan sıyrılmasına neden oluyor. 

Yukarıdaki araştırma, fMRI sonuçlarını yorumlamak için tasarlanmış en popüler üç bilgisayar algoritmasını kullandı. Eğer yoksunluk sendromundan sağ kurtulursanız, iyi haber şu ki, beyne iyileşmesi için ihtiyaç duyduğu kaynakları sağlarsanız, GABA reseptörleri ve hatta mitokondriyal hasar bile çeşitli ölçülerde tersine çevrilebilir." -Robert Pfaff, Yazar, Psikiyatrik kurtulanı, update 8y (g1)

-- "Antipsikotikler beyne nasıl zarar verir?" (h)
   "Genel olarak, ölçeğe göre düzenlemek en basit yol olabilir: 

* Hücre altı toksisite (Subcellular toxicity)... Çoğu psikiyatrik ilaç gibi, antipsikotikler de beyindeki hücrelerin mitokondri, sitoplazma ve DNA gibi çeşitli kısımları için toksiktir. Tüm ilaçlar her açıdan eşit derecede toksik değildir, ancak yine de hepsi toksiktir. Bu hasarların bazıları potansiyel olarak onarılabilir veya iyileştirilebilir olduğundan, herkes bunları "beyin hasarı" olarak değerlendirmez. Bir kişinin günlük deneyimi üzerindeki etkileri de net olmayabilir, ancak doğal olarak bunların hepsi vücut için ve özellikle de beyin sağlığı için kötüdür. 

Bu hasarların antipsikotik verilen hastalarda ne kadar yaygın olduğu henüz belirlenmemiştir ve ölçülmesi çok zor olabilir.

* Hücresel toksisite (Cellular toxicity)... Psikiyatrik ilaçlarda sıklıkla gördüğümüz gibi, antipsikotikler de nöronların ölümü de dahil olmak üzere hücre ölümüne neden olur. Bunun gerçekleşmesinde birden fazla mekanizma olabilir ve belirli ilaçlar, kullanılan dozlar ve maruz kalma süreleri arasında farklılıklar vardır. Belirgin semptomlar ortaya çıkabilir veya çıkmayabilir, ancak tehlikeye giren bağlantılar ne kadar kritikse veya doku kaybı ne kadar fazlaysa, sağlık ve yaşam kalitesi üzerinde olumsuz bir etkiyi o kadar önceden tahmin edebiliriz. 

Sorun şu ki, ciddi şekilde sakat bırakan hasarlar bile, beyin görüntüleme gibi standart inceleme yöntemlerini kullanan doktorlar tarafından kolayca görülemeyebilir.

* Diğer ilaç etkilerine bağlı hasar... İnme, nöbet, düşme, enfeksiyonlar, kronik uyku yoksunluğu, toksik etkiler, otoimmün reaksiyonlar ve diğer ilaç etkileri beyin hasarına neden olabilir. Araçlar ve mekanizmalar, ilacın belirli etki türüne ve duruma göre farklılık gösterecektir, ancak bu genel olarak en endişe verici kategoridir ve kısa sürede meydana gelen ve kalıcı bozukluklara veya daha kötü sonuçlara yol açan yıkıcı hasarları içerme olasılığı en yüksek olan kategoridir. Bahsedilen daha küçük ölçekli toksik etkilerin aksine, bu tür bir hasarın, koşullara ve bazen de tetikleyici olayın şiddetine bağlı olarak görüntüleme veya diğer testlerde ortaya çıkma olasılığı oldukça yüksektir.

Özünde, antipsikotikler vücudun normal işleyişine müdahale eder ve sağlığın korunması için gerekli süreçleri engellemenin yanı sıra vücut parçalarının fiziksel ve kimyasal yapılarına zarar verebilir. Bazen belirli türden zararlardan sorumlu mekanizmalar keşfedilir, ancak bazen belirli sorunların neden ortaya çıktığını henüz anlayamayız. Bu ilaçların beyin hasarına yol açan yolları, ne kadar çok şeye müdahale ettikleri ve vücudun homeostatik mekanizmalarının ve daha geniş işleyişinin karmaşıklığı ve birbirine bağımlılığı nedeniyle biraz çeşitlilik gösterir.

Belirgin bir şekilde, semptom üreten tüm müdahaleler beyin hasarına işaret etmez. Kalıcı semptomlar bile, ilaç kaynaklı işlev bozukluğu veya dokulara, hücrelere veya hücre parçalarına zarar vermeyi gerektirmeyen diğer değişiklikler etrafında dönebilir. Yıllarca veya daha uzun süren semptomları olan tipik vakalar, hasarlı ve hasarsız değişikliklerin bir kombinasyonundan oluşuyor olabilir, ancak çok fazla araştırma yapılmamaktadır ve beyin sağlığını ve buna katkıda bulunan faktörleri ölçmek, başlı başına tıbbi bilgi seviyemizin biraz ötesinde olan devasa bir görevdir.

Ayrıca, hasar devam etse bile bazen semptomlarda rahatlama sağlanabileceğinden de bahsetmek gerekir; çünkü nöroplastik adaptasyon yine de faydalı olabilir. İlaç tedavisinin tamamı hasarlı parçaların değiştirilmesi veya onarılmasıyla ilgili değildir ve beyin hasarının çoğu, geleneksel tıpta temelde onarılamaz olabilir. Mitokondri potansiyel olarak değiştirilebilir, ancak örneğin önemli doku kaybı olan biri asla eskisi gibi olmayacaktır. Neyse ki, vücudun hasar devam etse bile işlevselliğini iyileştirmenin birçok yolu vardır ve rehabilitasyon genellikle yalnızca genel sağlığın veya beyin sağlığının geri kazanılmasını değil, yeniden yapılanmayı ve yeniden eğitimi de içerebilir." -Mark Dunn, Yazar, 1y (h1)

-- "Antipsikotikler nörolojik sorunlara neden olur mu?" (i)
   "Maalesef evet. Şizofrenik veya manik sorunları olan biri uzun süre antipsikotik ilaç kullandığında (3 aydan fazla), Parkinson benzeri titremeler geliştirebilir. Bu kişilerde Parkinson hastalığı yoktur, ancak nörotransmitter dopamine yanıt veren sinaptik reseptörlerin aktivitesi azalmıştır, çünkü ilacın amacı budur. Psikotik bireylerde limbik dopamin sinapslarında aşırı aktivite görülme eğilimindedir; bu nedenle ilaç, bu aşırı aktif etkiyi azaltmak için tasarlanmıştır. Ancak, bir antipsikotik ilaç sadece limbik sistemdeki aşırı dopaminerjik aktiviteyi azaltmakla kalmaz, aynı zamanda bazal gangliyonlardaki normal dopaminerjik aktiviteyi de azaltır ve bu da bazal gangliyonların difonksiyonel olarak az aktif hale gelmesine neden olur. Bu etki beyindeki ekstrapiramidal yollarda çok işlevsiz hale gelirse, kişi antipsikotik ilacını almalıdır." -Terry Oleso, Yazar, (Nörobilim Doktorası, Klinik Psikolog, Profesör), 1y (i1)

-- "Benzodiazepinler beyin hasarına neden olur mu?" (j)
   "Aslında, benzodiazepin ilaçlarının olası zararlarını değerlendiren çalışmalarda uzun süreli tedaviler kullanılmaktadır. Bunların 6 ayı aşan sürekli tedaviler olduğu anlaşılmaktadır (bazıları en az 5 yıllık kullanım olduğunu düşünmektedir), ancak bunları (reçeteli veya reçetesiz) Kılavuzlara aykırı olarak bile yaşamları boyunca kullanan çok sayıda hasta vakası bilinmektedir. Benzodiazepinlerin var olduğu 50 yılı aşkın süre içinde yapılan araştırmalar (ilk ilaç olan klordiazepoksit 1960 yılında sentezlenmiştir), özellikle Diazepam (Valium) gibi kötü şöhretli temsilcilerin kullanımı göz önüne alındığında, bazı dikkat çekici sonuçları ortaya koymaktadır. Bu nedenle, bazı bilimsel makaleler, bezodiazepinlerin uzun süreli kullanımından kaynaklanan en büyük beyin hasarının şu olduğu konusunda hemfikirdir:

1- Bilişsel Bozukluk (Cognitive Impairment): Kısa süreli yan etkiler olarak baş dönmesi, gecikmiş reaksiyonlar, ataksi, motor koordinasyon bozukluğu ve anterograd amneziye neden olduğu bilinmesine rağmen, uzun süreli kullanımda bilişsel yeteneklerde azalma görülür. Bu durum yaşlı hastalarda daha da kötüleşir ve kullanımın kesilmesiyle bile düzelmez.

2- Reflekslerde bozulma (Impaired reflexe): Söz konusu benzodiazepine bağlı olarak az veya çok yoğun sakinleştirici etkisi nedeniyle bu durum biraz açık bir sorudur, ancak uzun süreli kullanımının refleksleri etkilediği ve bunun bazı araba kazalarıyla bağlantılı olduğu bilinmektedir. Kullanım sırasında dikkat gerektiren işlerin yapılmaması tavsiye edilir, ancak ne yazık ki bu her zaman uygulanmaz ve uzun vadede hasar kaçınılmazdır.

3- Bağımlılık, yoksunluk ve ruh hali değişiklikleri (Dependence, abstinence and mood changes): Uzun süreli kullanım, bağımlılık, tolerans ve sıklıkla doz ayarlaması ihtiyacı yaratma eğilimindedir. Yoksunluk belirtileri genellikle sinirlilik, taşikardi, ruh hali dalgalanmaları ve huzursuzlukla kendini gösterir. Daha agresif davranışların, uzun süreli kullanıcılarda daha fazla görüldüğü ve yoksunluğun artmasının bu kişilerde daha fazla görüldüğü düşünülmektedir.

Benzodiazepin kullanan birçok kişi neredeyse yaşlandığından, uzun vadeli zararlı etkileri küçümseme kültürü yaygındır. İlaç duyarlılığı arttıkça, nöroreseptör ve nörotransmitterlerde azalma olur ve bu nedenle demans bir "sahte demans"tır. Bu konu çok tartışılsa da, daha fazla açıklama için bilimsel makalelerin okunmasını da hak ediyor. Zaten var olan bir gerçeklik hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç duyanlara şunları okumalarını tavsiye ederim: (...)" -Augusto Aragão de Barros, Yazar, (Farmakognozi ve Doğal Ürün Kimyası Yüksek Lisansı, Rio De Janeiro Federal Üniversitesi (UFRJ) (2011'de mezun oldu)), 5y (j1)" 

-- "Psikiyatri ilaçları beyin hasarına neden oluyor mu? Bunu duyan var mı?" (m)
   "Mark Dunn'ı görmezden gelin, o bir misyon adamı. Psikiyatrik ilaçlar beyinde değişikliklere neden olur. Bu mantıklı, çünkü ruhsal hastalıklar beyinde ortaya çıkar. Bazı ilaçlar beyinde diğerlerinden çok daha fazla değişikliğe neden olur. Kötü şöhretli olanlar atipik antipsikotiklerdir. Bazıları aslında tüm beynin şeklini değiştirebilir, ancak nöronların hacim veya miktar kaybına veya buna benzer şeylere neden olmaz. Şu anda atipik kullanıyorum ve 35 yıl önce teşhis konulduğundan beri elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Bazı ilaçlar aslında koruyucudur, lityum bununla ünlüdür. 

Tüm ilaçların, hepsinin kötü yanları vardır. Aspirin de dahil. Aradaki fark, onlara bireysel olarak nasıl tepki verdiğinizdir. Görüşlerinizi dinleyen bir doktorla çalışmanız gerekir. Görüş aldığınızdan emin olmanın bir yolu, hastalığınız ve endişe duyduğunuz ilaç hakkında araştırma yapmaktır. Pubmeddotcom ve Google Akademik'te hakemli makaleler bulabilirsiniz. Psikiyatristinizin aklına gelmeyen, denemek isteyebileceğiniz bir şey bile bulabilirsiniz. Randevunuza, denemek istediğiniz şeyi destekleyen her makaleyle gidin.

WebMD'den bahsetmiyoruz, hakemli araştırma makalelerinden bahsediyoruz. Ancak bazen başlangıçta farklı ilaçları denemenin amacı, doktorunuzun tanıyı daraltmasına yardımcı olmaktır. Birkaç yıl boyunca %100 stabil olmayabilirsiniz, ancak daha iyi olmalısınız. Bu aşamada, herhangi bir iyileşme ararsınız. Unutmayın, tedavi diye bir şey yoktur." -Naomi Himmelhoch Tiscione, (Bipolar 1, GAD, PTSDMichael Soso, Nörobilimci ve Nörolog, U Pitt Nöroloji Fakültesi'nden Emekli tarafından oylandı · Yazar) 1y  (m1)

-- "Antipsikotikler beyin hasarına neden olabilir mi?" (n)
   "Evet, beyin hasarına neden olabilirler. İşin aslı, bu ilaçlar halüsinasyonlar gibi pozitif semptomların yanı sıra "dünyadaki herkes bana karşı" gibi diğer sanrı türlerini hafifletmede de etkilidir. Çoğu, dopamin reseptör antagonisti olarak çalışır; dopamin reseptörlerine bağlanır ve hatalı ateşlemelerini engeller. Halüsinasyon ve sanrıları azaltmaya yardımcı olan şey budur. Ancak yan etkileri de vardır. Ne yazık ki. Nasıl? 

-Hacim kaybı ve küçülme (n1-a)...  Sadece şizofreni için olanları bildiğim için, bundan bahsedeceğim. Bu elbette yüksek dozlarda uzun süreli kullanımdır. Şizofrenlere yardımcı olmak için kullanılan ilaçlar prefrontal bağlantı azalmasına neden olabilir. Bu, "karmaşık düşünme, dikkat, hafıza ve duygu düzenleme" becerilerini etkiler. Beyincik hariç tüm beyin bölgelerinin gri madde hacimleri zamanla azalır. Gri madde "duyusal algı, konuşma, kas kontrolü" ve diğer birkaç şeyden sorumlu olduğundan, bu durum insanların belirli şeyleri yapmasını zorlaştırabilir.

Ancak neyse ki, beyaz cevher hacmi ortalama olarak değişmedi. Ve genel olarak bir beyin hacmi kaybı var. Bu, nörodejenerasyon belirtilerinin ortaya çıkmasına yol açabilir; nöronların yapısının veya işlevinin ilerleyici kaybı, nöronların ölümü de dahil. (n1-b)" -Natali Jakarian, Evde araştırmacı, Yazar, 7y (n1)

-"Psikiyatri ilaçları beyin hasarına neden oluyor mu? Bunu duyan var mı?" (o)
  "Evet, öyle. Bu, psikiyatri tıbbının pek konuşulmayan kirli sırrıdır. Etkileri derin ve yıkıcı olabilir, ayrıca genellikle ST ve MR taramalarında da görülebilir. Tardif diskinezi çok yaygındır, bir diğer türü de Parkinson'dur. Cinsel isteğinizi yok edebilir, sizi intihara meyilli hale getirebilir, kendinize zarar vermeye yöneltebilirler. Sadece aşırı durumlarda kullanılmalıdırlar." -Judith Willothewisp, PhD, Yazar, 1y (o1)

--"Benzodiazepinler beyin hasarına neden olur mu?" (p)
   "Evet. Bunlardan dolayı beynimde hasar oluştu ve artık geçmesini beklemiyorum. Şu anda 100. ayımı dolduruyorum ve bu durum çok kötü, iyileşmeye de benzemiyor. Henüz 51 yaşında olmama rağmen yaşam beklentimin çok daha uzun olabileceğini hayal edemiyorum. Cevap kesinlikle evet. 

İnternette benzodiazepin yoksunluğundan 30 yıl uzakta olan ve asla iyileşmeyen insanlar tanıyorum. Bu, Batı tıbbının iyi sakladığı bir sır ve gerçeğin ortaya çıkmasına izin vermemek için her şeyi yapacaklar. 

Bastır, bastır, bastır ve daha fazla ilaç sat. Örtbas etme tamamen büyük ilaç şirketlerinin itibarıyla ilgili. İlaçlarının çoğu da bunu yapabiliyor. Antidepresan kullanan ve yıllarca uzakta olan insanlar da tanıyorum ve eminim ki biraz iyileşecekler, ama kesinlikle tamamen değil. 

Google'da "psikiyatri ilaçları ve beyin hasarı" diye aratın, kanıtlar orada olacak ve kesinlikle doğru. Başlangıç olarak benzodiazepinler ve tıbbi felaketi deneyin, ama unutmayın, mesele sadece benzodiazepinler değil." -Robb Zeno, insan hakları aktivisti, Yazar, 4y (p1)

--"Psikiyatrik ilaçlar fiziksel beyin hasarına yol açmıyorsa etkileri geri döndürülebilir olmamalı mı?" (r)
   "Beyin dokusunun tahrip olması anlamında bir "hasar" değil, beynin kimyasında ve diğer işlevlerinde kalıcı değişiklikler olabilir. Örneğin, uzun süre boyunca beyindeki serotonin seviyelerini artıran bir ilaç kullandığınızı varsayalım. Beyin artık eskisi kadar serotonin üretmeyebilir. Yine bir örnek. Bu nedenle, özellikle ilaç etkileşimlerini ve yan etkilerini anlamak için kullandığınız ilaçlar hakkında iyi bilgi sahibi olmanız çok önemlidir." -Andy Wilkinson, (Tıp ve Sağlık Hizmetleri'nde çalıştı), Yazar, 8y (r1)

-"Antipsikotikler beyin hasarına neden olur
Antipsikotiklerin beyin hasarına neden olup olmadığını değerlendirmek için kullanılan çeşitli çalışma türleri vardır. 

1. Rastgele kontrollü Primat ve diğer hayvanlar 
2. Rastgele olmayan 
3. Rastgele kontrollü 
4. Demans çalışmaları

1. Rastgele kontrollü primat ve diğer hayvan çalışmaları...  Bir çalışmada primatlar eski antipsikotiklere, yeni antipsikotiklere veya plaseboya maruz bırakıldı. Sonuçlar şöyleydi:

   "Maruziyetten sonra, ortalama taze beyin ağırlıklarında %8-11 oranında bir azalma gözlemledik. Ayrıca, hem yeni hem de eski antipsikotik ilaçla tedavi edilen gruplarda, yaklaşık %20 oranında belirgin bir genel küçülme etkisi ve beyin bölgeleri arasında küçülmede oldukça önemli bir değişiklik gözlemledik."

Bu çalışma Pittsburgh Üniversitesi Psikiyatri Bölümü'nde yapıldı. Primatlar üzerinde yapılan ikinci bir çalışma şunları buldu:

   "Sol parietal lobda %11,8-15,2 daha küçük gri madde hacmi de dahil olmak üzere, toplam beyin ağırlığı ve hacmi önemli ölçüde daha küçüktü. Gri maddedeki her hücre tipinin sayısı, glial hücre sayısında önemli ölçüde %14,2 daha düşük olduğunu ortaya koydu."

Primatlar üzerinde yapılan üçüncü çalışmada, hem yeni hem de eski antipsikotiklerde şu sonuçlar elde edildi:

   "Antipsikotik ilaçlara maruz kalan maymunlarda astrosit sayısında anlamlı %20,5, oligodendrosit sayısında ise anlamlı olmayan %12,9 oranında bir düşüş bulduk."

Son hayvan çalışması sıçanlar üzerinde yapıldı ve şunlar bulundu:

   "Hem haloperidole hem de olanzapine kronik (8 hafta) maruz kalma, taşıyıcıyla tedavi edilen kontrol deneklerine kıyasla tüm beyin hacminde önemli azalmalara (%6 ila %8) neden oldu."

Bu çalışma, King's College London'daki Psikiyatri Enstitüsü tarafından yapılmıştır.

2. Randomize olmayan kontrollü çalışmalar... Bu çalışmanın yazarlardan biri, 13 yıl boyunca Amerikan Psikiyatri Dergisinin editörlüğünü yapan Nancy Adreason'dı. Yıllarca antipsikotiklerin beyin hasarına neden olduğunu inkar etti ve bunun sorumlusunun mesleğinin bu ilaçları zorladığı ve dayattığı insanlar olduğunu söyledi. İşte sonuçlar:

   "Diğer 3 öngörücünün etkileri kontrol edildikten sonra, antipsikotik tedavinin daha yoğun olması, genel ve spesifik beyin dokusu azalması göstergeleriyle ilişkilendirildi. Hastalığın şiddeti, doku hacmi azalmasıyla nispeten mütevazı korelasyonlara sahipti ve diğer değişkenlerin etkileri ayarlandığında alkol/yasadışı uyuşturucu kullanımı ile anlamlı bir ilişki bulunmadı."

Bu çalışma, hemen hemen her psikiyatrik çalışma gibi, birden fazla ilaç yanlısı kusur içeriyordu. Bunlardan bazıları şunlardı: 

A) Çalışma, daha önce antipsikotik ilaç kullanmış kişilerle başladı. Antipsikotik kullanmadığı belirtilen kişiler, ilaçları ortalama 43 yıldır kullanıyordu ve yoksunluk belirtileri gösteriyordu/yaşıyor olabilirlerdi.

B) İlaçların başka olumsuz etkilerinin olmadığı varsayılmış ve bu nedenle veriler, bu etkilerin ilaçlarla hiçbir bağlantısı yokmuş gibi düzeltilmiştir. Bu, tütün ve kanser ölüm oranı üzerine yapılan bir çalışmada tütün bağımlılığının kalp hastalığına neden olmadığı varsayılmasına benzer. En iyi kalp sağlığına sahip tütün kullanıcılarını, en kötü kalp sağlığına sahip tütün kullanmayan kullanıcılarla karşılaştırarak ilacın daha az zararlı görünmesini sağlar.

C) Belirtilerin şiddeti, ilaçları kimin alıp kimin almadığını bilen, çıkar çatışması olan kişiler tarafından değerlendirildi. 

Başka bir çalışmada da benzer sonuçlar bulundu:

  "Takip süresince antipsikotik ilaç miktarı (günlük 100 mg klorpromazine eşdeğer doz yılı) beyin hacmi kaybını öngördü (semptom düzeyi, alkol kullanımı ve kilo alımı için ayarlanmış p=0,003)."

Bu çalışma, ilk çalışmayla benzer ilaç yanlısı kusurlara sahipti. İlaçlar obeziteye neden oluyor. Bu çalışma, bu ilaç zararının ilaçlardan değil, "şizofreni"den kaynaklandığını iddia etti. Sonuç olarak, ilaçların neden olduğu bazı zararlar giderildi. Semptom şiddetinin beyin hasarı/kaybı ile hiçbir ilişkisi yoktu.

Bu çalışma, kısmen ilaç çıkar çatışması olan gruplar tarafından finanse edildi ve yazarlar psikiyatristlerdi; yani bu ilaçları zorlayan, dayatan ve satan kişilerdi. Üçüncü bir çalışma da benzer sonuçlar verdi. Bu çalışma da psikiyatristler tarafından yapıldı ve kısmen birden fazla ilaç şirketi tarafından finanse edildi. 

Geçmişte antipsikotik kullanımının: "beyin kaybı için etki büyüklüklerinin, antipsikotik ilaç kullanan bireylerde ilaç kullanmayan bireylere göre iki ila üç kat daha büyük olmasıyla anlamlı şekilde ilişkili olduğu" bulundu.

56. sayfadaki ek verilerde, ilaç kullanmayan şizofreni hastalarının sağlıklı kontrollerle karşılaştırılması sonuçları gösterilmektedir. İstatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiştir. İlaç kullanmayanlarda önemli beyin kaybı/hasarı görülmemiştir. Sadece antipsikotik kullananlarda beyin hasarı görülmüştür.

-3. Randomize Kontrollü Çalışmalar... Randomize kontrollü çalışma, bu ilaçları satan birden fazla ilaç şirketinde çalışan birden fazla psikiyatrist tarafından yürütüldü. Çalışma yöntemi, ilaçlara bağımlı kişileri rastgele seçip yarısını ilaç bırakma sürecine sokmak ve 9 ay sonra beyin sonuçlarını kaydetmekti.

Sonuçlar şöyleydi: "Maruziyet, plasebo maruziyetine kıyasla korteks kalınlığında önemli bir azalmayla ilişkilendirilmiştir. Bu, bir kişinin korteksinin yaklaşık %1,2'sinin kaybına eşdeğerdir. Yetişkin yaşam süresi boyunca korteks kalınlığındaki ortalama yıllık değişim %0,35'tir."

Bu randomize 9 aylık çalışmada, antipsikotik ilaçlar 3 yılda meydana gelenlerden 3,5 kat daha fazla beyin yaşlanmasına neden oldu. Antipsikotik ilaç reçete edilen herhangi bir kişiye, ilacın beyin hasarına neden olduğu konusunda bilgilendirilmiş onam verildi mi? İlacın beyin hasarını önlediği size yalan söylendi mi? Psikiyatristlerin bilgilendirilmiş onam ilkesini ihlal etmesinin ahlaki sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-4. Demans çalışmaları... Antipsikotik ilaçlar ve çoğu psikiyatrik ilaç, bunamayı artıran antikolinerjik etkilere sahiptir. Bu ilaçları satan ilaç şirketlerinden ücret alan psikiyatristler tarafından yapılan bir çalışma, bu ilaçların bunamayı artırdığını ortaya koymuştur. Bu çalışmada, çıkar çatışması hariç, ilaç yanlısı bazı önyargılar bulunmaktadır. Bunlar şunlardır: 

1) Karışıklık yaratan etkenlerin düzeltilmesi, psikiyatrik ilaç kullanımının başlangıcında gerçekleşmez. Psikolojik ilaçlar, obezite, kalp hastalığı, diyabet, bilişsel bozukluk vb. gibi uzun bir olumsuz etki listesine neden olur. Bu düzeltme, tütünün kalp hastalıkları üzerindeki etkileri üzerine, kanserin tütün kullanımıyla ilgisi olmadığını varsayan ve bu nedenle bu etkileri ortadan kaldıran bir çalışma gibidir. 

2) Parkinson benzeri ve psikiyatrik ilaçların neden olduğu diğer bazı hastalıklar teşhisi konan kişileri hariç tutar. Bu, ilaçlardan en çok zarar gören birçok kişinin hariç tutulmasıyla sonuçlanır. 

3) Çalışma, çalışmadan önceki dönemdeki psikiyatrik ilaç kullanımını kapsamamıştır. Bu durum, hayatta kalma yanlılığına yol açar ve 10 yıl boyunca ilaç kullanıp olumsuz etkileri nedeniyle bırakan bir kişiyi "kullanıcı olmayan" olarak sınıflandırabilir.

Bu çalışmanın 4. tablosunda, antipsikotik ilaçlar, ilaç şirketinin psikiyatristlere ödediği doz ve ayarlamalara bağlı olarak demansı %42-245 oranında artırmaktadır. JAMA'da yayınlanan bir incelemede, yazarlar randomize çalışmaların bu ilaçların bilişsel bozukluğa neden olduğunu kanıtladığını bildirmektedir. Şizofreni tanısı almış kişilerde demans oranları 11 kat daha yüksektir. Yazarlar, antipsikotiklerin demansa neden olduğu kanıtlanmış üç mekanizmasını açıklamaktadır.

1- İlaç kaynaklı metabolik hastalık.
2- İlaç kaynaklı beyin devrelerinin "dejenerasyonu" ve,
3- Antikolinerjik etkiler. Tüm bu beyin hasarı söz konusu olduğunda, yazarlar "Bu ilişki hastalık süresi veya semptom şiddetiyle açıklanamamaktadır" demektedir.

2022'de yayınlanan ve 1 yıl önce Covid geçirmiş yaşlılar üzerinde yapılan bir çalışma, ilaçların bu grupta demansı artırdığını bulmuştur. Covid-19 psikiyatrik ilaçları kullanmaya başladıktan bir yıl sonra, kullanıcıların %15'inde başlangıç seviyesinin üzerinde demans gelişti. Psikiyatrik ilaçlar ve antipsikotikler, demans riskini yaklaşık 3 kat artırdı." -Psychiatric_research, 3y (78)

-"Psikiyatrik ilaçlar ve beyin hasarı
   "Bildiğim kadarıyla antipsikotikler beyin hasarına neden olabilir. Ayrıca etkinlikleri hakkında çok az sağlam çalışma var. Bildiğim kadarıyla SNRI'lar ve SSRI'lar geri dönüşü olmayan hasara neden olmaz ve yalnızca birkaç vakada iyileşmesi yıllar süren hasara neden olur. Bu yüzden büyük ölçüde riske değer ve çok faydalı olabilirler. Daha güvenli olmanın yolları da var. Örneğin, yıllarca ara vermeden kullanmak yerine aylarca kullanıp ardından kısa bir ara vermek gibi. Ya da beyni yeniden yapılandırmaya çalışmak ve hayatta ve zihinsel olarak hiçbir şeyi değiştirmemek yerine, buna yardımcı olacak ilaçlar kullanmak. Beynimiz aslında iyileşme, yeniden öğrenme ve uyum sağlama konusunda büyük bir güce sahip." -freshcoffeecake, 3y (83-1))

   "Rastgele insan çalışmaları, hayvan çalışmaları ve rastgele olmayan çalışmalar, "antipsikotiklerin" beyin hasarına neden olduğunu kesin olarak göstermektedir. "Antipsikotikler beyin hasarına neden olur" (a) Beyindeki bu hasar o kadar yaygın ki, uzun süreli kullanıcıların neredeyse yarısında Parkinson benzeri beyin hastalıkları gelişiyor. "Antipsikotiklerin neden olduğu Parkinson benzeri hastalıklar çok yaygındır" (b) SSRI türü ilaçlar, kısa süreli kullanımda bile beyin hücrelerinde şekil bozukluğuna ve beyin hücrelerinin ölümüne neden olur. Bu, demansa neden olmalarının bir nedenidir. Ön-ilaç (/İlaç yanlısı "pro-drug") birçok önyargının olduğu 4,5 yıllık prospektif bir çalışmada, ilaçlar yaşlıların yaklaşık %10'unda demans gelişmesine neden olmuştur. -"Antidepresanlar demansa neden olur" (c)" -Teawithfood, 3y (83-2)" -radicalmentalhealth (83)

-"FDA, hiçbir faydası olmayan ancak 'beyinde, kanamaya neden olan' bunama ilacını onayladı
- Giriş: FDA, yakın zamanda Demans için Aduhelm (aducanumab) adlı yeni bir ilacı onayladı. İlacın hastalara/sağlık sigortacılarına kişi başı yıllık maliyetinin 20.000 dolardan fazla olacağı tahmin ediliyor. Devam etmeden önce, ilacın yıllık ne kadarlık faydasını 20.000 dolara değer buluyorsunuz? Bunu, şirketin kendi klinik deneylerinde belirtilen fayda ve zararlarla karşılaştırabilirsiniz.

-Faydalar Hakkında Veriler... Şirket, ilacının onaylanması için FDA'ya 2 klinik çalışma sundu. Başlangıçta, kurumsal klinik çalışmalar istatistiksel olarak anlamlı bir fayda göstermediği için onaylanmadı. Ancak FDA, verileri "yeniden analiz etmek" için şirketle birlikte çalıştı ve ardından ilacı onayladı. Bu, verilere ilaç yanlısı bir önyargı ekler.

Birincil sonlanım noktası, CDR-SB ile ölçülen bilişsel gerilemedeki değişimdi. Tablo 3'te iki klinik çalışmanın etkililik sonuçlarını görüyoruz. 301 numaralı klinik çalışma, düşük veya yüksek dozda herhangi bir fayda göstermedi. 302 numaralı klinik çalışma, düşük dozda hiçbir fayda göstermezken, yüksek dozda istatistiksel olarak anlamlı küçük bir fayda gösterdi (istatistiksel anlamlılığın, faydanın hasta veya çevresindekiler tarafından fark edilebilecek kadar büyük olduğu anlamına gelmediğini unutmayın). Şirketin kendi çalışmalarındaki 4 birincil sonlanım noktasından 3'ü, ilacın hiçbir faydası olmadığını gösterdi. İkincil sonlanım noktalarından (Tablo 3) toplam 13 farklı sonuç vardı. 13 sonuçtan 10'u hiçbir fayda göstermezken, 3'ü istatistiksel olarak anlamlı sonuçlara ulaştı.

-İstatistiksel inceleme ve çalışma kusurları... FDA bölümü tarafından yapılan istatistiksel inceleme ve değerlendirmede, "FDA, mevcut verilerin etkinliği destekleyecek yeterli kanıt sağlamadığını belirtiyor" denildi. İlaç yine de onaylandı. Çalışmalarda ilaç yanlısı başka kusurlar da vardı. 

1- Her iki çalışma da fayda göstermediği için erken sonlandırıldı (4 faydadan 1'i, veriler "yeniden analiz edildikten" sonra ortaya çıktı). 

2- Katılımcıların bazılarının körlüğünün kasıtlı olarak kaldırılması söz konusuydu. Körlüğün kaldırılması, özellikle değerlendiriciler ilaçtan milyarlarca dolar kazanma potansiyeline sahip kişiler olduğunda, ilaç yanlısı bir kusurdur (pro-drug flaw). Bu körlüğün kaldırılması, faydalarda istatistiksel olarak farklılık gösteren 1 birincil sonuçta daha sık meydana gelir. Sonuçlar ayrıca p-hacking'den de muzdariptir. Bu, çok sayıda farklı sonucun test edildiği ve istatistiksel olarak farklılık gösterenlerin ilacın faydalı olduğunu iddia etmek için seçildiği yerdir.

-Olumsuz ilaç etkileri ve bildirilen zararlar... Tablo 6, ilacın neden olduğu bazı yan etkileri göstermektedir. En sık görülen olumsuz etkiler beyin kanaması, beyin iltihabı, beyin kanaması ve beyin şişmesiydi. (Bunlar amiloidle ilişkili görüntüleme anormallikleri olarak kodlanmıştır). Düşük doz, kullanıcıların %24'ünde bu yan etkilerin görülmesine neden olurken, yüksek doz, kullanıcıların %45'inde bu yan etkilerin görülmesine neden olmuştur. İlaçların diğer olumsuz etkileri arasında düşmeler, sinir sistemi siderozu ve baş ağrıları yer almaktadır.

-Özet: İlacın hasta başına yıllık maliyeti 20.000 doların üzerindedir. Şirketin kendi çalışmalarına göre, veriler özenle seçilmediği sürece ilacın hiçbir faydası görülmemiştir. Bu durum, veriler ve çalışmalarda bilinen birkaç yan etki bulunmasına rağmen böyledir. İlaç, kullanıcıların %24-45'inde beyin kanaması gibi olumsuz etkilere neden olmaktadır." -Teawithfood, 2y,

   ""Modern devletin yürütme organı, tüm burjuvazinin ortak işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir." -Marx

Başka bir deyişle, FDA ilaç şirketleri için çalışır. Serbest piyasacılar, devlet kurumlarının zararlı olduğu görüşüne katılırlar." -Teawithfood, 2y (95-1)" (95)

-"Antidepresanlar bunamaya (demansa) neden olur
Psikiyatri: 'Demansın 'sizin için iyi olduğunu' bilecek içgörüye sahip değilsiniz.'

- İşte ilk meta-analiz: "Başlangıçtan 1 Aralık 2017'ye kadar, antidepresan kullanımı ile demans riski arasındaki ilişkiyi raporlayan makaleleri MEDLINE, EMBASE, Google ve Google Akademik'te taradık. Her çalışmadan bağımsız olarak veriler toplandı ve çalışma tekrarları, standart bir protokole göre en az üç kıdemli araştırmacı tarafından kontrol edildi. Özetin göreceli riski (RR), %95 GA ile rastgele etkiler modeli kullanılarak hesaplandı. Önceden belirlenmiş seçim kriterlerimizi kullanarak 754 özgün özet arasından 9'unu tam metin incelemesi için seçtik ve 53. 955 katılımcıyı kapsayan bu 9 çalışmadan 5'i tüm dahil etme kriterlerimizi karşıladı. SSRI'lar için demansın genel birleşik RR'si 1,75 (95% CI: 1,033-2,964) iken, trisiklik kullanım için demansın genel birleşik RR'si 2,131 (95% CI: 1,427-3,184) idi. Ayrıca, MAOI'ler önemli bir heterojenlikle yüksek bir artış oranı gösterdi. Bulgularımız, antidepresan kullanımının demans geliştirme riskini önemli ölçüde artırdığını göstermektedir." -Antidepresan Kullanan Hastalarda Demans Riskinin Artması: Gözlemsel Çalışmaların Meta-Analizi (a)

-İşte psikiyatri bölümlerinde çalışan yazarlar tarafından yapılan ikinci bir meta-analiz: "Antidepresan ilaç kullanımı, bir tür bilişsel bozukluk veya bunama olasılığında önemli ölçüde iki kat artışla ilişkilendirilmiştir (OR = 2,17). Bu meta-analiz, kullanılan çalışmalardaki ilaçları destekleyen çeşitli önyargılar olduğunu bildirmiştir. Tüm çalışmalar körleştirilmemiştir. Bir çalışma hariç hepsinde başka bir kayıtlı önyargı vardı. Hiçbir kayıtlı önyargı olmayan bu çalışma, "antidepresanların" bunamayı 3,25 kat artırdığını göstermiştir." -Antidepresan ilaç kullanımının Alzheimer hastalığı da dahil olmak üzere bilişsel bozukluk veya bunama ile ilişkisi: Sistematik bir inceleme ve meta-analiz (b)

-Son çalışmamız 60 yaş üstü kişiler üzerinde yapıldı. Çalışma, bu ilaçları toplu olarak reçete eden kişiler ve ruh sağlığı tesisleri tarafından yapıldı ve finanse edildi. "Antidepresanlara maruz kalan grupta, maruz kalmayan gruba kıyasla demans gelişme riskinde önemli bir fark vardı (düzeltilmiş HR, 3,43; özellikle bu sonuç tüm duyarlılık analizlerinde tekrarlandı. Çalışma, önceki gözlemsel çalışmalardan elde edilen sonuçları doğruladı." -Yaşlılarda Antidepresan Monoterapisi Demans İnsidansını Artırıyor (c)

- Bu ilaçların demans ve bilişsel gerilemeye neden olmasının biyolojik mekanizmalarından biri, beyin hücrelerinin şekil bozukluğuna ve ölümüne yol açmasıdır. Bu, birçok farklı çalışma tarafından doğrulanmıştır. "HT22 hücrelerinde hücre sağkalımını olumsuz yönde etkiler. Bu ilaçların HT22 hücrelerine eklenmesi, hücre içi peroksitlerde artışa yol açmıştır. Antidepresan ilaçlar hem oksidatif strese hem de antioksidan kapasitede değişikliklere neden olarak NF-κB aktivitesinde değişikliğe ve nihayetinde hücre ölümüne yol açabilir." -Antidepresanların klonal hipokampal hücrelerin canlılığı üzerindeki farklı etkileri (d)

- (Antidepresanlar) hücre ölümüne neden olur. "Antidepresanlar tarafından tetiklenen nöronal hücre ölümü." -Antidepresanların neden olduğu nöronal hücre ölümü: Egr-1, NF-κB ve hücre dışı sinyalle düzenlenen protein kinaz aktivasyonu ile korelasyon eksikliği (e)

-"Bu veriler antidepresanların hipokampal nöronların dönüşümünü (yani ölümünü) artırdığını göstermektedir." -Beyinden Türetilen Nörotrofik Faktör ve Antidepresan İlaçların Yetişkin Dentat Girusta Nöronal Dönüşüm, Proliferasyon ve Sağkalım Üzerinde Farklı Ancak Koordineli Etkileri Vardır (f)

-"Fluoksetin, olgun granül hücre belirteci kalbindin ekspresyonunu önemli ölçüde azalttı. Fluoksetin tedavisi, olgunlaşmamış granül hücrelerine benzeyen aktif somatik membran özelliklerini indükledi." -Serotonerjik antidepresanlar tarafından hipokampal nöronal olgunlaşmanın tersine çevrilmesi (g)

-"Fluoksetin, sibutramin ve sertralin tedavisi morfolojik (beyin) anormalliklerine neden oldu" -Serotonin immünohistokimyası kullanılarak fluoksetin, sibutramin, sertralin ve deksfenfluraminin serotonerjik sinir terminallerinin morfolojisi üzerine karşılaştırmalı çalışması (h)

Psikiyatristlerin insanları içgörü eksikliğiyle aşağılayarak, bunamaya ve beyin hasarına yol açan ilaçları kullanmaya zorlaması o kadar ironik/psikopatça ki, kendi ağırlığını kazanmış ve toplumu da beraberinde aşağı çekiyor." -Psychiatric_research, 3y (76)

-"Araştırmaya göre Benzo'lar bunamaya neden oluyor
Bölüm 1: Çalışmalar, Benzo türü ilaçların kullanımının bilişsel bozukluğu ve Demansı artırdığını göstermektedir:

Cardiff Üniversitesi ve Birleşik Krallık'taki çeşitli hastaneler tarafından yürütülen 22 yıllık prospektif (Bu, retrospektif çalışmalardan daha kalitelidir) bir kohort çalışması... "psikolojik sıkıntı ve diğer yardımcı değişkenler için yapılan ayarlamalara rağmen devam eden belirgin bir demans insidansı artışı (OR=3,50) (Benzo kullanımı için) bulmuştur. Daha önceki aşamalarda maruz kalan erkekler, daha yakın zamanda maruz kalan erkeklere göre daha büyük bir ilişki göstermiştir; bu, ters nedensellikten kaynaklanması durumunda beklenenin aksinedir."

-"Benzodiazepin kullanımı ve demans riski: Caerphilly Prospektif Çalışmasından (CaPS "Caerphilly Prospective Study") elde edilen kanıtlar" (a)

Fransa'da 15 yıllık prospektif bir çalışma yürütüldü. Benzodiazepinlerin nedenselliğini test etmek için katılımcılardan benzodiazepin kullanımına başlamadan 3 yıl önce veriler toplandı. Çalışma, "benzodiazepin kullanımının demans risk oranının 1,6 oranında artmasıyla ilişkili olduğunu" buldu. Depresyonu kurucu ortak olarak ele alan bir analiz, benzodiazepin kullanımının demans riskini biraz daha artırdığını ortaya koydu. Yazarlar, "yaygın kullanıma karşı dikkatli olunması gerektiği" sonucuna varıyor.

-"Benzodiazepin kullanımı ve demans riski: prospektif popülasyona dayalı çalışma" (b)

Quebec'te çeşitli hastaneler ve üniversiteler tarafından yürütülen 6 yıllık bir vaka kontrol çalışması şunları ortaya koymuştur: "Benzodiazepin kullanımı, Alzheimer hastalığı riskinin artmasıyla ilişkilidir. Uzun süreli maruziyetlerde gözlemlenen daha güçlü ilişki, olası doğrudan bir ilişki şüphesini güçlendirmektedir, 180'den fazla (>180) reçete edilen günlük doz için 1,84 (artmış demans oranı)."

Çalışma, Potansiyel Karıştırıcılar bölümünde belirtilen uzun bir potansiyel karıştırıcılar listesini inceledi. Bunlar arasında fiziksel sağlık, anksiyete, uykusuzluk ve diğer sağlık faktörleri yer almaktadır. Tablo 3, doza bağlı güçlü bir ilişki göstermektedir ve daha yüksek kullanım daha fazla demansa yol açmaktadır.

-"Benzodiazepin kullanımı ve Alzheimer hastalığı riski: vaka kontrol çalışması" (c)

Potansiyel kurucu ortakları da içeren 6 yüksek kaliteli çalışmanın meta-analizi, benzodiazepin kullanımını ve gelecekteki demans oranlarını inceledi: "Demans riski, yılda tanımlanan her 20 ek günlük doz için %22 arttı. Benzodiazepin kullanımı ve demans arasında önemli bir doz-yanıt ilişkisi bulduk."

-"Benzodiazepin Kullanımı ve Demans Arasındaki İlişki: Bir Meta-Analiz" (d)

Bölüm 2: Etki mekanizmalarını gösteren çalışmalar "Yaygın olarak reçete edilen bir benzodiazepin olan diazepam, dendritik dikenlerin yapısal esnekliğini bozarak bilişsel bozukluğa neden olur. Diazepam, bu eksiklikleri mitokondriyal 18 kDa translokatör protein (TSPO "translocator protein") aracılığıyla tetikler. Bulgularımız bir mekanizmayı göstermektedir."

Kısa versiyonu: "Benzodiazepinler beyin hücrelerine zarar vererek bilişsel bozukluğa yol açar."

-"Uzun süreli diazepam tedavisi, mikroglial omurga yutulmasını artırır ve mitokondriyal 18 kDa translokatör protein (TSPO) yoluyla bilişsel performansı bozar" (e)

    "Midazolamın akut uygulanması beyinde tau fosforilasyonunda anlamlı ve kalıcı bir artışla ilişkilendirilmiştir. Kronik midazolam uygulaması tau fosforilasyonunu artırmıştır."

-"Benzodiazepin midazolamın uygulanması fare beyninde tau fosforilasyonunu artırır" (f)" -Psychiatric_research, Teawithfood, 2y (94)

-"Antipsikotiklerin neden olduğu Parkinson benzeri hastalıklar çok yaygındır
Çeşitli psikiyatrik ilaçlara bağlı Parkinson benzeri hastalıklar için kullanılan terimler şunlardır: Akatizi, Tardif diskinezi ve distoni. Akatizi genellikle huzursuzluk, hareketsiz oturamama, fiziksel rahatsızlık ve/veya ajitasyon/sinirlilik olarak deneyimlenir. Tardif diskinezi (TD), kontrol edilemeyen kas hareketleri, seğirmeler ve koordinasyon bozukluğudur. Distoni, tekrarlayan kas hareketleri, ani hareketler, fiziksel ağrı ve/veya anormal duruştur. Bunların hepsi sinir sistemine verilen hasardan kaynaklanan nörolojik hastalıklardır.

- Tardif diskinezi... Antipsikotik ilaçların neden olduğu TD prevalansı üzerine yapılan eski bir çalışma, kullanıcıların %40'ından fazlasının bu hastalığa yakalandığını ortaya koymuştur. Daha uzun süreli kullanım ve daha yüksek dozlar prevalans oranını artırmıştır. 

    "İlaç tedavisi geçmişi olan hastalarda diskinezi insidansı, nöroleptik ilaçlara hiç maruz kalmamış benzer hastalara göre önemli ölçüde daha yüksekti."

Psikiyatri, "daha yeni" ilaçların Parkinson benzeri hastalıklara neden olma olasılığının daha düşük olduğunu savunuyor. Bu pazarlama, kusurlu kurumsal çalışmalara dayanıyor. En büyük kusur, yeni ilaçların düşük dozlarını eski ilaçların yüksek dozlarıyla karşılaştırmalarıydı. Bu kurumsal çalışmaların bir incelemesinde ve meta-analizinde, aynı dozajdaki ilaçları karşılaştıran araştırmacılar şunları buldular: 

    "Yeni nesil ilaçlar arasında yalnızca klozapin, önemli ölçüde daha az EPS (TD vb.) ile ilişkilendirilmiştir. Klorpromazin veya eşdeğerinin günde 600 mg'dan daha düşük dozları, yeni nesil ilaçlara kıyasla daha yüksek EPS riski taşımamaktadır. Konvansiyonel antipsikotikler, yeni nesil ilaçlara kıyasla daha fazla EPS oluşturmayabilir."

Daha yeni çalışmalar, Parkinson benzeri hastalıkların yaygınlığının, daha kaliteli eski çalışmalarla benzer olduğunu ortaya koymuştur. 619 hastayı kapsayan 4 yıllık bir çalışmada, gelişen TD yaygınlığı kaydedilmiştir. Çalışma popülasyonu, antipsikotik hastaların %35'ini, ilaçlardan dolayı zaten TD geliştirdikleri için hariç tutmuştur. Takip edilen kalan hastalar arasında çalışma şunları bulmuştur:

   "Önceki ziyaretten bu yana sadece atipik antipsikotik kullananlarda, sadece konvansiyonel antipsikotiklerle tedavi edilen deneklerle benzer oranda TD gelişti. 52 yeni kalıcı TD vakası tespit edildi. 3,9 yıllık takipten sonra TD riski (kümülatif insidans) %19,7 idi."

Zaten TD geliştirmiş oldukları için hariç tutulan kişilerin %35'i de yeni kalıcı vakalarla birlikte değerlendirildiğinde, yaklaşık %55'inde TD geliştiği görülmektedir. 1 ila 12 ay arasında değişen bir süre boyunca antipsikotik reçete edilen çocuk ve ergenler üzerinde yapılan bir çalışmada, ilaca bağlı TD'nin şu şekilde olduğu bulunmuştur:

   "Kısa süreli tedavi grubundaki hastaların %21,7'sinde ve uzun süreli tedavi grubundaki hastaların %37,9'unda hafif diskinetik hareketler görüldü."

Kısa dönemli ve kurumsal çalışmalar da dahil olmak üzere 41 çalışmanın meta-analizinde yazarlar, bu çalışmaların ortalama olarak ilaçların şunları indüklediğini bildirdiğini buldu:

   "küresel ortalama TD yaygınlığı %25,3'tü"

-Akatizi... Psikiyatrik ilaçlara bağlı akatizi üzerine yapılan bir incelemede şunlar bulundu.

  "Aslında, kronik akatizi ve "psödoakatizi (pseudoakathisia)" yaygınlığı sırasıyla %24 ve %18 olarak tahmin edilmiştir. Başka bir raporda, klozapin ile tedavi edilen hastalarda akatizi oranlarının %39, birinci nesil antipsikotiklerle (FGA) tedavi edilen hastalarda ise %45 olduğu bildirilmiştir. Yakın tarihli bir çalışmada, akatizi oranları %15 ila %35 arasında değişmektedir."

Dikkat edilmesi gereken bir nokta, bu çalışmaların yaşam boyu yaygınlık oranları olmadığıdır. Örneğin, 17. çalışma, en az bir aydır ilaç kullanan kişileri kapsamıştır. Bu çalışma ayrıca, ilaç kullanan en hasta kişileri de kapsam dışı bırakmıştır." -Psychiatric_research, 3y (77)

-"Çalışma, uyarıcıların DEHB'deki depresyondan sorumlu olduğunu buldu
Kore'de yapılan bir araştırma, uyarıcı ilaçların DEHB'li hastalarda uzun vadeli depresyon oranlarındaki artışın büyük olasılıkla sebebi olduğunu ortaya koydu. 3 yazardan 2'si "Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Bölümü"nde çalışan psikiyatristlerdir. Çalışma "Kore Nöropsikiyatri Derneği" tarafından finanse edilmiştir. İlaç yanlısı çıkar çatışması diyebilir misiniz, çünkü ben diyebiliyorum?

Çalışmada, eş zamanlı kullanım ve depresyon oranları analiz edildi. Bu, öz kontrollü bir vaka serisi çalışmasıydı. Her çocuk, uyarıcı ilaç reçete edilmeden hemen önce, uyarıcı ilaç kullandıkları dönemde ve uyarıcı ilaçları bıraktıktan sonra kendileriyle karşılaştırıldı. Sonuçlar tablo 2-4'te görülebilir.

  "Çocuklar ve yetişkinler için, DEHB tanısı konmamış kişilerle karşılaştırıldığında: Eş zamanlı kullanımdan hemen önce depresyon oranları 12 kat daha yüksekti. Uyarıcı ilaçlara başladıktan sonra depresyon oranları 18 kata çıktı."

Uyarıcı kullanımını bıraktıktan 1-2 ay sonra, DEHB'li ve DEHB'siz kişiler arasında depresyon oranları istatistiksel olarak farklı değildi. Ancak nominal olarak daha yüksektiler. Çalışma, DEHB tanısı konulduktan bir yıl sonra uyarıcı kullanmaya başlayan çocuklar için bu verilerin benzer olduğunu buldu.

-"Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu İlaçları ve Depresyon Arasındaki İlişki: 10 Yıllık Takipli Öz Kontrollü Bir Vaka Çalışması" (a)

Bu çalışma, uyarıcıların depresyon, anksiyete ve psikiyatri hastanelerine yatış oranlarını artırdığını tespit eden uzun vadeli çalışmaları tekrarlamaktadır. Bu çalışmaların ayrıca uzun vadeli uyarıcı kullanımının DEHB'yi kötüleştirdiğini de ortaya koyması, şu soruyu akla getirmektedir: Çocuklara veya herhangi birine bu ilaçları vermenin amacı nedir?

-"Uyarıcılarla uzun vadeli sonuçlar" (b)" -Teawithfood, 2y (96)

-"Uyarıcılarla uzun vadeli sonuçlar
NIMH, DEHB tanısı almış kişilerde uyarıcı madde kullanımının etkileri üzerine 8 yıllık bir çalışma yürüttü. Yazarlar, ilaçların güvenli ve etkili olduğuna inanan kişilerdi. Bu kişiler, ilaç yanlısı çıkar çatışması yaşayan kişilerdi. Çalışma, çocukları rastgele 4 farklı tedavi grubuna ayırarak başladı. 14 ay sonra çocuklar tedavi yöntemlerini değiştirebildiler. Tablo 1'de, uzun süredir ilaç kullanmayanlar ile ilaç kullananlar arasındaki farklı sonuçlar belirtilmiştir. İlaç kullananların sonuçları daha kötüydü. İlaç grubunda artış vardı.

İlaç grubu,
-DEHB (ADHD) semptomlarını %26 - 575,
-ODD semptomlarını %407, 
-Saldırganlığı %264, 
-Polisle temasları %644, 
-Tutuklama sayısını %357, 
-Fonksiyonel bozukluğu %351, 
-Depresyonu %619, 
-Anksiyeteyi %966, 
-Psikiyatri hastanelerine yatışları %77, 
-Kazaları %56, 
-Eğitim sonuçlarını ise %56" oranında artırmıştır.

-"8 Yılda MTA: Çok Merkezli Bir Çalışmada Kombine Tip DEHB İçin Tedavi Edilen Çocukların Prospektif Takibi" (a)

Psikiyatride yaygın bir klişe, "ilaç kullanan grup başlangıçta daha hasta olmalı"dır. Bu çalışmanın çıkar çatışması yazarları bile bu hipotezi paylaşıyordu. Bilimle ve çocukların refahıyla ilgilenenler için şanslı olan, çalışmanın bu hipotezi çürütecek veya kanıtlayacak verilere sahip olmasıydı.

Bir takip çalışmasında yazarlar şunları belirtmektedir: "Belirti şiddeti, bu takip aralığındaki ilaç kullanımının kötüleşmeyle (belirti şiddetinde artış) ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. (Sayfa 31 Kanıt: ITT ve moderatör analizleri) Hipotezimizin aksine, DEHB belirtilerinin şiddeti 36 aylık değerlendirmede ilaç kullanımıyla ilişkili değildi: 36 aylık değerlendirmede ilaç kullanma olasılığı en yüksek olan vakaların DEHB belirtileri için daha yüksek (başlangıç) puanları yerine daha düşük puanları vardı. (sayfa 31'in sonu) Eğilim puanı analizleri, temel hipotez için istatistiksel destek sağlamamıştır. (sayfa 32) Seçim önyargılarının ilaçlardan uzun vadeli fayda sağlanamamasını "taşıdığı" hipotezini destekleyen hiçbir şey bulamadık. (sayfa 34, bölüm 3 Nitelikler:)"

İlaç kullananlar aslında daha az semptomla başladılar. İlaç kullanmayanlar ise daha kötü demografik özellikler, daha kötü sağlık durumu ve daha kötü DEHB ile başladılar. Buna rağmen, Tablo 1'de görebileceğiniz gibi, ilaç kullananların sonuçları korkunç derecede kötüydü. Bu çalışma ayrıca, çocuklarda uyarıcı kullanımının büyümeyi azaltmadığı yönündeki psikolojik yayılım efsanesini de çürüttü. Uyarıcılar büyümeyi engeller ve fiziksel sağlığa zarar verir.

-"Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocukların Multimodal Tedavi Çalışması'ndaki (MTA) uzun vadeli sonuçlara ilişkin çok sayıda rapordan elde edilen kanıtlar, yorumlar ve nitelemeler: Bölüm II: destekleyici ayrıntılar" (b)

Quebec'te, eyaletin uyarıcı madde kullanım yaygınlığını diğer Kanada eyaletlerine kıyasla artırmasıyla doğal bir deney gerçekleşti. Uzun vadeli sonuçlar, NIMH çalışmasını tekrarladı ve uyarıcıların sonuçları kötüleştirmekten başka bir işe yaramadığını ortaya koydu. 

   "Ölçülen tüm sonuçlar üzerinde DEHB puanının tutarlı bir olumsuz etkisi olduğunu bulduk. Etki büyük ve büyüklükleri önceki çalışmalarla tutarlı. Anksiyete ve depresyon puanında artış, Mutsuzluk puanında artış ve ilişki kalitesinde düşüş. Genel olarak herhangi bir iyileşmeye dair kanıt yok. Genel olarak, hem davranışsal hem de eğitimsel sonuçlarda önemli bir düşüşe dair önemli kanıtlar bulduk." (c)

Batı Avustralya hükümeti tarafından yürütülen uzun vadeli bir başka çalışma da benzer sonuçlar buldu. Uzun vadeli uyarıcı kullanımının etkileri şunlardı:

-Uyarıcılar, bir sınıf geride kalma olasılığını 10,5 kat artırdı.
-Kötüleşen DEHB belirtileri
-Kan basıncının yükselmesi gibi kalp ve akciğer sağlığında kötüleşme.
-Zamanla öz saygının, depresyonun ve sosyal işlevselliğin kötüleşmesi" (d)
-Boyda kısalma" (d) (97)

-"Çalışma, antidepresanların kendine zarar vermeye neden olduğunu buldu
- Çalışma yöntemi: "2017-2022 yılları arasında antidepresan tedavisine ilk başlandığında kendine zarar verme veya intihar girişimi öyküsü olmayan 8.402.030 hasta ve ilk kez kendine zarar verme olayı yaşayan 1.039.745 hasta analiz edildi."

-Sonuçlar: "Kendine zarar verme olayı riski, ilk antidepresan ilaç reçetesinden hemen sonra en yüksektir ve haftalık maksimum oran, antidepresan ilacın kesilmesinden sonra yeni kendine zarar verme riskinden 20 kat daha fazladır."

Karşılaştırma grubu, önce ilaçlardan zarar gören ve ardından ilaç bırakma sürecine giren bir grup olmasaydı, ilaçların neden olduğu kendine zarar vermedeki olası artış daha da yüksek olurdu. Artan kendine zarar verme oranları, verilerin toplandığı 100 hafta boyunca devam etti. PDF'de, 100.haftaya kadar antidepresanlar, 12-17 yaş arası kişilerin yaklaşık %10'unun yeni kendine zarar verme davranışında bulunmasına neden oluyor. Risk, 12-24 yaş aralığında en yüksek düzeydeydi, ancak tüm yaş gruplarında devam etti;

-"Kendine Zarar Verme Riski En Büyük Depresyon Tedavisinin Erken Döneminde Ortaya Çıkıyor" (a)

Bu çalışma, FDA ve Avrupa Tıp Ajansı'na sunulan ve antidepresanların intihar ve şiddet olaylarını yaklaşık 2 kat artırdığını tespit eden kurumsal randomize çalışma verileriyle örtüşmektedir. Doğrudan ilaç şirketleri tarafından yapılmayan diğer çalışmalar, ilaçların intihar oranını 4,6 kat, cinayet oranını ise %25'ten fazla artırdığını ortaya koymuştur;

-"Klinik deney verileri antidepresanların şiddete ve intiharlara neden olduğunu gösteriyor" (b)" -Psychiatric_research, Teawithfood, 2y

   "Bilgilendirilmiş onam etiğini ihlal eden ve yalan söyleyen psikiyatristler, ilaç verdikleri kişilerde kendilerine verdikleri zarardan maddi ve hukuki olarak sorumlu tutulmalı mıdır? Belki de etik dışı davranarak zarar veren kişilerin, bunun tüm olumsuz sonuçlarından kaçınmalarına izin verilmeseydi sistem daha iyi olurdu." -Teawithfood, 2y (92.1)

  "Evet, ancak nesnel biyolojik belirteçler olmadan ve "ruh sağlığı sorunu olan sensin" düşüncesiyle, bu neredeyse tüm vakalarda gerçekçi bir sonuç değildir. Bağlantıyı koparma ve alternatif yardım yöntemlerinin (örneğin, akranlar arası veya klinik psikoloji, psikedelik tedaviler) ileriye giden yol olduğunu düşünüyorum." -Chronotaru, 2y (92.2)

  "Psikiyatristler, hastaları etiketleri görmezden gelmeye zorlayacak, hastaneler hastaların etiketleri okumasına izin vermeyecek, ihtiyacınız olduğunda size gözlük verecek ve psikiyatristler, bilgili göründüğünüzde ve bunu onun yerine sizin yaptığınızı herkese söylediğinizde çılgına dönecekler." -Far_Pianist2707, 2y (92.3)" (92)

-"Klinik deney verileri antidepresanların şiddete ve intiharlara neden olduğunu gösteriyor
Avrupa İlaç Ajansı'na sunulan kurumsal randomize klinik çalışmalardan elde edilen veriler şunları göstermektedir: 

   "SSRI'lar, plasebo ile karşılaştırıldığında çocuklarda ve ergenlerde saldırganlığı artırmaktadır; olasılık oranı 2,79'dur. Antidepresanlar, FDA'nın intihar ve şiddetin olası öncüleri olarak tanımladığı olayların görülme sıklığını iki katına çıkarmaktadır. Sağlıklı bir yetişkine zarar vermek için tedavi edilmesi gereken kişi sayısı yalnızca 16'dır."

-"Antidepresanlar ve cinayet: dava kapanmadı" (a)

FDA'ya sunulan kurumsal randomize klinik çalışmalardan elde edilen veriler şunları göstermektedir:

   "Bunlar, ilaç endüstrisi tarafından yürütülen tüm faz II ve III çalışmalar için FDA tarafından sağlanan entegre güvenlik özetlerine dayanmaktadır. İntihar oranı antidepresan grubunda plasebo grubuna göre daha yüksekti (OR = 2,83), intihar girişimi oranı ise antidepresan kollarında plaseboya göre daha yüksekti (OR = 2,38)."

-"Yeni Nesil Antidepresanlar ve Rastgele Kontrollü Çalışmalarda İntihar Riski: FDA Veritabanının Yeniden Analizi" (b)

Şirket destekli araştırmacılar İsveç'te bir çalışma yaptı. Antidepresan kullanan kişilerde şiddet içeren suç oranlarını karşılaştırdılar. Kişiler ilaçları kullandıklarında, kullandıkları sürece şiddet içeren suç oranları %25'ten fazla arttı. Bu artan suç oranı, ilaçları bırakanlarda yoksunluk döneminin ilk 12 haftası boyunca devam etti.

-"SSRI'lar Şiddet Suçlarında 'Küçük Ama Önemli' Artışla Bağlantılı" (c)

238.000'den fazla kişiyi kapsayan ve uyuşturucu yanlısı bir önyargıya sahip olan, uyuşturucunun birçok zararını dışarıda bırakan bir kohort çalışması, uyuşturucuların intihar oranlarını artırdığını (ortalama olarak yaklaşık 2,6 kat daha fazla) buldu.

-"20-64 yaş arası kişilerde antidepresan kullanımı ve intihar, intihar girişimi veya kendine zarar verme riski: Birincil bakım veritabanını kullanan kohort çalışması" (d)

Vaka- çapraz bir çalışmanın sonuçları şu şekildedir: "SSRI kullanımına başlandıktan sonra intihar olasılığı kadınlarda 2,7 (95% GA: 1,6-44) ve erkeklerde 4,3 (95% GA: 3,0-6,1) olarak bulunmuştur."

-"Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörlerinin Başlaması ile İntihar Arasındaki İlişki - Ülke Çapında Kayıt Tabanlı Vaka Çaprazlama Çalışması" (e)

Cinayet, saldırganlık ve şiddetin artmasının bir mekanizması, bu ilaçların empati kurma yeteneğini azaltması ve zayıflatmasıdır. Empati testleri, "antidepresan" tedavisinden önce ve sonra gerçekleştirildi. 

   "Antidepresan tedavisine başlamadan önce akut MDD'li hastalarda "normal" empatik tepki. 3 aylık tedaviden sonra hastalar, (Empati tepkisinde birçok farklı şekilde) azalma gösterdi."

-"Depresyon değil, Antidepresan tedavisi ağrıya empatiyle verilen davranışsal ve sinirsel tepkilerin azalmasına yol açıyor" (f)" -Psychiatric_research, Teawithfood, 3y (93)

-"VMAT2 inhibitörleri: İlaçlar farklı, aldatmacalar aynı
Tardif diskinezi ve diğer Parkinson benzeri hastalıklar neredeyse tüm psikiyatrik ilaçların etkileridir. "Antipsikotikler" bunlara neden olma olasılığı en yüksek olanlardır ve kullanıcıların %55'inden fazlasında bu hastalıklardan birine yol açarken, antidepresanlar, benzodiazepinler/hipnotikler ve hatta uyarıcılar daha küçük bir kullanıcı yüzdesinde bunlara neden olur. 

İlaç-psikoloji endüstrisi artık VMAT2 inhibitörlerini, ilaçlarının neden olduğu hastalıklara bir çözüm olarak pazarlıyor. Reklamlar, herkese nörolojik hastalıklara neden olan ilaçları almaya devam etmelerini söylerken, mutlu, sağlıklı ve üretken aktörler VMAT2 inhibitörlerinin ne kadar etkili ve hayat kurtarıcı olduğunu anlatıyor. 

VMAT2 inhibitörlerinin farmakolojik etkisi, dopamin, serotonin ve Norep'i azaltmaları açısından "antipsikotiklere" benzer. Eğer bu size ilk soruna neden olan aynı hatayı tekrarlamak gibi geliyorsa, öyledir. Eğer bu, sorunun ortadan kalktığını göstermek için sadece sedasyonu ve bozukluğu artırmak gibi görünüyorsa, öyledir.

-Yan etkiler: Yaygın yan etkiler şunlardır: "yorgunluk, sedasyon, uyuşukluk, uykusuzluk, depresyon, huzursuzluk (akatizi), ajitasyon ve bulantı." 

Nadir görülen yan etkiler şunlardır: "şiddetli depresyon, intihar eğilimi, semptomatik hipotansiyon, QTc aralığının uzaması ve nöroleptik malign sendrom."

* Deutetrabenazin (Austedo): Bu ilaçlardan biri Deutetrabenazin'dir (Austedo). İşte Şirketin 12 haftalık randomize çalışmasının kısa bir özeti.

-Ön-ilaç (pro-drug) kusurları: Tüm psikiyatri çalışmalarında olduğu gibi, bu çalışmada da aktif plasebo etkisi, çoklu çıkar çatışması gibi ilaç yanlısı kusurlar vardı. Öznel değerlendirmeyi yapan psikiyatristler, yayın yanlılığı vb. Bu çalışmadaki kurumsal psikiyatristler de p-hacking yaptı. P-hacking, istatistiksel olarak anlamlı olanı seçmek için bir dizi test yaptığınız bir işlemdir.

-Etkinlik değerlendirmesi: İstatistiksel fayda göstermeyen testler arasında CGIC, PGIC, LS, mITT ve mCDQ-24 yer almaktadır. İstatistiksel fayda gösteren tek test AIMS'dir. AIMS testindeki puanlar 0-44 arasındadır. İlaçsız gruba kıyasla yalnızca 1,5 puanlık bir iyileşme sağladığı için fayda klinik öneme ulaşmamıştır. Bu klinik olarak değersiz fayda, tamamen belirtilen diğer tasarım kusurlarıyla açıklanabilir.

-Olumsuz etkiler: Çeşitli nedenlerle, özellikle psikiyatri alanındaki kurumsal çalışmalar, ilaçlarının olumsuz etkilerini büyük ölçüde eksik saymaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır: "yanlış kodlama, öz bildirim sistemi kullanımı ve çalışmaların kısa süreli olması." Çalışma, 12 hafta içinde Deutetrabenazin'in kullanıcıların %5'inden fazlasında akatizi adı verilen ikinci bir Parkinson benzeri hastalığa neden olduğunu buldu. İlaç ayrıca, antipsikotik kaynaklı TD'li hastaların %10'unda bir psikiyatrik olumsuz olaya neden olmaktadır.

* Valbenazin (Ingrezza): VMAT-2 inhibitörü ilaçlardan bir diğeri de Valbenazin (Ingrezza) olarak adlandırılır. İşte şirketin 6 haftalık randomize çalışmasının (3) kısa bir özeti: Diğer şirket çalışması gibi, bu çalışma da p-hacking ile ilgiliydi ve diğer tüm tipik ilaç yanlısı kusurları içeriyordu.

Çalışma, p-hacking sonrasında AIMS üzerinde küçük bir fayda buldu. Daha yüksek dozda fayda, Deutetrabenazin kurumsal çalışmasına kıyasla daha büyüktü (3 puan, 1,5 puana karşı). Listelenen olumsuz etkiler şunlardır: "Kullanıcıların %1,3'ünde 6 haftada ölüm. Kullanıcıların %5,5'inde yeni bir Parkinson benzeri hastalık gelişti. Kullanıcıların %3'ünde şiddetli eklem ağrısı gelişti." -Psychiatric_research (80)

*** *** ***

     "Antidepresanlar tamamen, tümüyle, tartışmasız %100 güvenli !" - Tabii yersen!

UYARI: "İlaç şirketlerinin sizden saklamaya çalıştıklarına bakmak çok tehlikelidir. Ne kadar sorumsuzca olduğu için (bu bir) akıl hastalığı belirtisidir!"

-"Antidepresanlar tamamen, tümüyle, tartışmasız %100 güvenli!
10 üzeri 5 bağımsız incelemenin yazarları, bu ilaçların tamamen güvenli olduğunu söylüyor. (İlk bağlantı bir haber raporu, ikinci bağlantı ise yayınlanmış tam inceleme). 

Psikiyatrist yazarların kesinlikle bağımsız olduklarını biliyoruz çünkü birçok farklı ilaç şirketinden para aldılar. Bunlardan bazıları şunlardır: Allergan, AstraZeneca, Bristol-Myers Squibb, Dainippon Sumitomo Pharma, Farmindustria, Ferrer, Galenica, Gedeon Richter, GlaxoSmithKline, Janssen, Lundbeck, Otsuka, Pfizer. Tüm listeyi eklerdim ama yarım sayfa daha gereksiz görünüyor.

Bu kadar çok çıkar çatışması varken.. hiç çıkar çatışması olmadığını mı düşünüyorsunuz? Ben düşünüyorum! Seçilmiş çalışmaları incelediler - Bu seçmecilik değil çünkü bunu sadece anti-psikiyatristler yapar - hayırsever ilaç şirketleri tarafından finanse edilen diğer psikiyatristler tarafından yapılmış çalışmalar. 

İlaçların ne kadar güvenli olduğunu belirleyebildiler. Her neyse, yazarlar bu ilaçların güvenli olduğunu bildiriyor. Bu ilaçları satarak para kazanan dahi uzmanlara güvenecek içgörünüz yoksa, sonuç tablolarına bakıp "güvenli"nin ne olduğunu görebilirsiniz.

* Antidepresanlar şunlarda artışa neden oldu:
-Kemik hastalıkları ve kırıklar %31 - %207
-Gastrointestinal kanama gibi çeşitli kanamalar %35 - %78
-Katarakt %19
-Kadın çocuklarında otizm, DEHB ve doğum kusurları %21 - %244

Eğer bir komplo teorisyeniyseniz, ek sonuçlar bölümüne bakabilirsiniz.

UYARI: "İlaç şirketlerinin sizden saklamaya çalıştıklarına bakmak çok tehlikelidir. Ne kadar sorumsuzca olduğu için (bu bir) akıl hastalığı belirtisidir!"

* Antidepresanlar şunlarda artışa neden oldu:
-Kan damar hastalıkları %26
-Çeşitli kalp hastalıkları %14 - 61
-Solunum sıkıntısı %33
-Demans %75 - 279
-İnmeler %32 - 48
-Titreme (Akatizi veya Parkinson benzeri hastalıklar olarak da bilinir) %790
-Kanserler %5
-Sinir sistemi hastalıkları %43
-Sindirim sistemi hastalıkları %23
-Kısa süreli kullanımda ölüm oranında %15 artış

Aman Tanrım, bu güvenli ilaçları alıp sağlığımıza o muhteşem faydalarını görmemiz gerek! Bu ilaçların ne kadar güvenli olduğunu herkese anlatmayı unutmayın. Şirketlerin ücretli yazarlarının antidepresanların ne kadar güvenli olduğuna dair açıklama yaparken neden uzun vadeli ölüm oranlarını içeren çalışmalardan hiçbirini dahil etmediklerini sormaya gerek yok. Okula gittiler ve çok çalıştılar. Bu duyarlı insanlar ne yaptıklarını biliyorlar. Bilim karşıtı olmak istiyorsanız, bu çalışmalara 3. bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

1.Antidepresan ilaçların genel olarak güvenli olduğu, yapılan bir araştırmayla ortaya çıktı (a)
2.Antidepresan Kullanımının Olumsuz Sağlık Sonuçlarıyla İlişkisi Sistematik Bir Genel İnceleme (b)
3."Antidepresanlar" ölüm oranını %86'dan fazla artırıyor (c)" -Psychiatric_research (81)

-"'Antidepresanlar' ölüm oranını %86'dan fazla artırıyor
2022'de yayınlanan 10 yıllık bir çalışma, herhangi bir "antidepresan" kullanımının tüm nedenlere bağlı ölüm oranını %86 - %223 oranında artırdığını buldu. Bu çalışma, önceden ilaç tedavisi uygulanan depresyon düzeyleri ayarlandığında, ilaçların tüm nedenlere bağlı ölüm oranını SSRI'lar için %49, diğerleri için %75 ve TCA'lar için %26 oranında artırdığını bulan bir meta-analizi tekrarlamaktadır. Bu meta-analiz, kurumsal olarak finanse edilen çalışmaları içermektedir. 2022 çalışması, 220.000'den fazla kişiyi kapsayan çok büyük bir çalışmadır.

-İlaç yanlısı (/ön-ilaç "pro-drug") önyargılar/kusurlar...

1- Antidepresan politerapisi gören katılımcılar hariç tutuldu. 

2- Şekil 1'de, "antidepresanlara" maruz kaldıktan sonra "antipsikotik" alan kişilerin hariç tutulduğu görülmektedir. Ayrıca "antimanik" ilaçlar kullananlar da hariç tutulmuştur. 

3- 10 yıllık çalışmada kullanılan "başlangıç" değeri, 5 yıllık antidepresan kullanımından sonra ortaya çıkmıştır (tablo 1).

- Karıştırıcı faktörler için düzeltme yapıldı: "depresyon, yaş; cinsiyet; vücut kitle indeksi (VKİ); bel/kalça oranı; sigara ve alkol tüketim durumu; fiziksel aktivite; ebeveynlerin sonuç geçmişi; biyokimyasal ve hematolojik biyobelirteçler (apolipoproteinler A ve B, D vitamini, trigliseritler, hemoglobin A1c); sosyoekonomik durum (konaklama durumu, hane başına düşen araç sayısı, istihdam durumu, yardım durumu, kentsel/kırsal durum, eğitim, hane geliri) ve kendi beyanına göre uzun süreli hastalık, sakatlık veya güçsüzlük."

-Sonuçlar: "Her türlü ölüm nedeni için doz-yanıt etkisine dair kanıt (Tablo 4), daha yüksek dozların artan riskle ilişkili olduğu görülmüştür." 

Tablo 3 sonuçları: Herhangi bir "antidepresan" kullanımı, 5 yıllık başlangıç ayarlamaları kullanıldığında ölüm oranını %86 artırmıştır. Sadece yaş ve cinsiyete göre ayarlandığında herhangi bir antidepresan kullanımı ölüm oranını %223 artırmıştır. Karşılaştırma için, tütün kullanımı tüm nedenlere bağlı ölüm oranını yaklaşık %79 artırmıştır ve sigara içenlerin yaşam süreleri genellikle 10 yıldan fazla kısadır. 65 yaş ve üzeri kişilerde yapılan başka bir çalışma da bu yeni çalışmayı tekrarlamıştır." -Psychiatric_research (82)

-"Psikiyatrik ilaçların mortalite (ölüm oranları) üzerine çalışmalar
Amerika'da 2018 yılında ölüm oranı 1.000 kişide 8,68 kişiydi. Ülkede yaklaşık 325 milyon insan yaşıyor. Nüfusun %1,6'sı nöroleptik ilaç kullanıyor. 

Nöroleptik ilaçlar, her türlü nedene bağlı ölüm oranını yaklaşık %250 artırıyor. Bu çalışmalar, fiziksel sağlığa göre ayarlamalar yapıyor. Bu çalışmalar ayrıca, yoksunluk dönemlerini "ilaçsız dönemler" olarak da dahil etti. Bu nedenle, obezite ve yoksunluk ölümleri tam olarak sayılmadığı için ölüm oranlarını eksik sayıyorlar. Bu ilaçlar yılda 110.000 Amerikalıyı öldürüyor.

İnsanların %13,2'si "antidepresan" kullanıyor. En sık kullanılan "antidepresanlar" olan SRI'lar, tüm nedenlere bağlı ölüm oranını %49 artırırken, diğer ilaçlar daha az artırırken, bazıları daha fazla artırıyor. Bu meta-analiz, en yaygın kullanılan ilaçların daha ölümcül olduğunu ortaya koydu. Ayrıca, depresyon belirtilerinin başlangıcına göre ayarlama yapıldığında ilaçların daha da ölümcül olduğu bulundu. Bu ilaçlar yılda 185.000 Amerikalıyı öldürüyor.

Nüfusun %7'si psikiyatri nedeniyle uyarıcı ilaç kullanıyor. Uyarıcı ilaçlar, her nedene bağlı ölüm oranını %75 artırıyor. Bu ilaçlar yılda 150. 000 Amerikalıyı öldürüyor. İnsanların %12,6'sı Benzodiazepin türü bir psikiyatri ilacı kullanıyor. Benzodiazepin benzeri ilaçlar, her nedene bağlı ölüm oranını "antidepresanlar"dan daha yüksek olmasa da benzer oranlarda artırıyor. 

Bu ilaçlar yılda 180.000 Amerikalıyı öldürüyor. Sadece Amerika'da psikiyatrik ilaçların yılda öldürdüğü kişi sayısının kabaca 625.000 olduğu tahmin ediliyor. Bu, 2020'de Covid'den ölen kişi sayısından daha fazla ve 1 numaralı ölüm nedeni olmaya aday." Teawithfood, 3y

   "Bunu paylaştığınız için teşekkür ederim. İddia ediyorum, psikiyatri savunucuları hakaret ederek, psikiyatri mağdurlarının yanlış bilgilendirildiğini iddia ederek veya kaynak talep edip sonra da verilen kaynakların "güvenilir olmadığını" söyleyerek bizi yerin dibine sokacaklardır. NIMH, BMJ ve diğer seçkin tıp dergileri, 1980'lerden beri piyasaya sürülen (güvenli ve etkili olarak lanse edilen) psikiyatri ilaçlarının olumsuz sonuçlara yol açtığını ve yaşam süresini kısalttığını bildiriyor." -delete, 3y (104-1)" -Psychiatric_research, 3y (104)

-"Araştırmalar "Antipsikotiklerin" çok ölümcül olduğunu gösteriyor
Bu gönderide 2 bölüm bulunmaktadır:

-Rastgele plasebo çalışmaları
-Diğer ölüm oranı çalışmaları

1- Rastgele plasebo çalışmaları... Antipsikotikler için randomize ölüm oranlarına ilişkin çalışmalar bulmanın birkaç önemli zorluğu vardır. İlk olarak, "plasebo" grubunun aslında ani bir bırakma grubu olmasıdır. İkincisi ise, çalışmalar genellikle gençlerle ve o kadar kısa sürelidir ki, anlamlı veri elde etmek için yeterli ölüm gerçekleşmez. Ancak ilaç şirketleri, demanslı yaşlılar üzerinde randomize plasebo klinik çalışmaları yürütmüş ve bu da her iki sorunu da ortadan kaldırmıştır. Bu çalışmalara girmeden önce, kurumsal klinik çalışmaların ölümler de dahil olmak üzere olumsuz etkileri gizlediğini hatırlamak önemlidir. Önceki kurumsal psikiyatrik ilaç klinik çalışmalarında ölümlerin yalnızca %38'i bildirilmiştir. Yeni "antipsikotik" ilaçlar ve demans hastalarında ölüm oranları üzerine 10 haftalık bir meta-analiz yapılmış ve şunlar bulunmuştur: 

   "İlaçlara randomize edilen hastalarda ölüm daha sık meydana geldi (118 [3,5%) - 40 [2,3%)."

FDA raporunda, ölüm verilerinin eksik bildirildiğini görüyoruz. 4. sayfanın başında belirtildiği gibi:

   "Tipik bir 10 haftalık kontrollü deney süresince, ilaçla tedavi edilen hastalarda ölüm oranı yaklaşık %4,5 iken, plasebo grubunda bu oran yaklaşık %2,6 idi."

Bu ilaçları satan şirketler tarafından yapılan araştırmalara göre, 10 haftalık kullanımda demans hastalarının %2'si ölüyor.

2- Diğer ölüm oranları üzerine çalışmalar... Finlandiya'da bir psikiyatri profesörü tarafından yürütülen 17 yıllık bir çalışma, "antipsikotiklerin" ölüm riskini 2,5 kat artırdığını ortaya koydu. Katılımcıların fiziksel sağlıkları, ruh sağlıkları, ilaç kullanımı, fiziksel aktiviteleri, eğitimleri ve diğer faktörler başlangıçta kaydedildi.

   "17 yıllık takip süresince şizofreni hastası 99 kişiden 39'u (%40) hayatını kaybetti. Yaş, cinsiyet, somatik hastalıklar ve erken ölüm için diğer potansiyel risk faktörleri dikkate alındığında, göreceli risk, bir nöroleptik dozun her artışı için 2,50 idi."

Bir sonraki çalışma, İrlanda'da Klinik Farmakoloji Bölümü tarafından yürütülen 10 yıllık prospektif bir çalışmadır. Prospektif çalışmalar, mevcut en yüksek kaliteli çalışma türlerinden biridir. Antipsikotik kullanımında ölüm riskinin arttığı %2,46 olarak bulunmuştur.

  "On yıl boyunca 88 hastanın 39'u (%44) öldü,"

Üçüncü randomize olmayan çalışmamız, Birleşik Krallık'ta yapılan çok büyük bir çalışmadır. Çalışmada "antipsikotik" kullanan yaklaşık 180.000 kişi vardı. (3.sayfadaki tablo). Bu çalışma, ilaç şirketi Eli Lilly (Açıklama bölümü) tarafından finanse edilmiştir. Çalışma yazarlarının 7'de 4'ü Eli Lilly'de çalışmıştır.

Çalışmada, ölüm verileri geniş bir değişken yelpazesine göre ayarlandı: (sayfa 5 istatistiksel analizler)... "yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum, sigara içme öyküsü, alkol kullanımı ve vücut kitle indeksi. Yaş, cinsiyet, VKİ, psikiyatrik hastalık süresi, kardiyovasküler hastalık öyküsü, alkol veya uyuşturucu (/ilaç "drug") bağımlılığı, diabetes mellitus, intihar girişimi öyküsü, daha önce psikiyatrik hastalık nedeniyle hastaneye yatış ve son 3 ay içinde statin veya fibrat, antihipertansif ilaçlar, varfarin, antiplatelet ilaçlar, nitratlar, lityum, antiepileptikler, antidepresanlar ve anksiyolitikler reçete edilmesi."

Tablo 4-5, çeşitli gruplar için fiziksel ölüm oranlarını göstermektedir. İlaçlar ölüm oranını %2,72 artırmıştır. Bu çalışma, psikiyatrik rahatsızlığı olmayan ve ilaçları kullanan kişilerin, uzun süreli ilaç kullanmayan şizofreni hastalarına kıyasla daha yüksek ölüm oranlarına sahip olduğunu bulmuştur. Tablo 8, doza bağlı bir ilişkiyi göstermektedir; yüksek dozlar, düşük dozlara göre ölüm oranını daha fazla artırmaktadır." -Teawithfood, 2y (98)

-"İlaç eleştirileri 
 - "Merhaba, Tez konusu belirliyorum....
   "Merhaba, Tez konusu belirliyorum. Tedavi edici ilaçlar ve araştırma yöntemleri hakkındaki eleştiriler hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorum. Antipsikotikler (uzun vadeli sonuçlar, yoksunluk vb. ) hakkında eleştiriler duydum, Whitaker vakası da dahil. Psikiyatrik ilaçlar hakkında güçlü eleştirileri, şüpheleri vb. olan var mı?" -pinkdictator, 2y

   "1- Psikiyatrik ilaçların kısa süreli klinik deneyleri, ilaç grubunda yalnızca istatistiksel olarak farklılıklar göstermektedir. Bu çalışmalar, ilaçların klinik bir faydası olmadığını göstermektedir. Yani: Fark o kadar küçüktür ki, istatistiksel ölçümler dışında anlamsızdır ve fark edilemez. 

-Psikiyatrinin "antipsikotikler etkilidir" derken kastettiği nedir? (a)
-İlaç şirketlerine göre antidepresanların belirtilen tüm faydaları (b)

2- Kısa süreli klinik çalışmalar, bir ilaç grubu ile bir grup dışı grup arasındaki farkları göstermez. Aslında bunlar, bir ilaç idame grubu ile ani ilaç bırakma grubu arasındaki farkları gösterir. Aslında, gerçek bir plasebo grubu kullanan her randomize çalışma, antipsikotiklerin hiçbir faydası olmadığını göstermektedir.

-Antipsikotikler: Yalnızca gerçek plasebo çalışmalarında zarara neden olur (c)
-Psikiyatri çalışmalarında geri çekilme (d)" -Teawithfood, 2y (86-1)" (86)

-"Antipsikotikler: Yalnızca gerçek plasebo çalışmalarında zarara neden olur
Psikozlu, ilaç kullanmamış hastalarda antipsikotik ilaçların yararları ve zararları: Sistematik bir inceleme. "Bu çalışma, plasebo kontrollü çalışmaların sistematik bir incelemesi ve meta-analizidir."

Psikiyatrik ilaçların etkili olduğu iddialarının temeli tamamen yoksunluk araştırmalarının sonucudur. Bu araştırmalar, ilaca bağımlı kişileri alıp aniden yoksunluk sendromuna sokuyor ve ardından bunun ilaçların "etkili ve güvenli" olduğunu gösterdiğini iddia ediyor/yalan söylüyor. Bu tür araştırma tasarımları, alkol bağımlılığının yalnızca güvenli olmadığını, aynı zamanda yaşam süresini de artırdığını ortaya koyacaktır.

2013 Çin araştırması: Psikiyatrik bağımlılığı olmayan kişilerde yapılan yalnızca 1 randomize kontrollü gerçek plasebo denemesinde antipsikotiklerin faydalı olduğu iddia edildi. Ancak gerçek sonuçlar, ilacın semptomları plaseboya kıyasla 2 katın üzerinde artırdığını gösterdi. "Olanzapin grubunda skor 12 hafta sonra 71,3'e (SD 23,7), plasebo grubunda ise 29,4'e (17,4) yükseldi."

Yazarlar, bu çalışmanın çok fazla tutarsızlık içermesi, kötü bir tasarıma sahip olması ve her iki grupta da semptom puanlarında inanılmaz derecede büyük değişiklikler olması nedeniyle güvenilir olmadığını belirtiyorlar.

Güvenilir gerçek plasebo randomize kontrollü her çalışma, ilaçların yalnızca klinik bir faydası olmadığını, aynı zamanda istatistiksel olarak hiçbir faydasının da olmadığını bulmuştur.

2008 prodrom çalışması (alıntı 15): "Esasen aynı seyirleri gösteren gruplar (plasebo dönüştürücüler, olanzapin dönüştürücüler ve olanzapin dönüştürücü olmayanlar)."

2009 Pfizer İlaç Şirketi çalışması: "Bu ilaçları satan bir ilaç şirketi tarafından 2009 yılında yapılan bir başka çalışma (kaynak 16), "faydasız" olduğu gerekçesiyle erken sonlandırıldı. Bunu A ve B grafiklerinde görebilirsiniz. İlaç grubu daha iyi başlıyor, ancak 5-6. haftalarda plasebo grubundan nominal olarak daha kötü durumdalar. Çalışma erken sonlandırıldı çünkü ilaç şirketleri, ilaçlarının sonuçları kötüleştirdiğine dair kesin bir kanıt istemediler. Tablo 4'te kaydedilen olumsuz ilaç etkileri gösterilmektedir:

6 haftalık kullanımda bazı seçilmiş ilaç etkileri şunlardır:
-%0,8'i aşırı doz aldı
-%13,7'sinde Parkinson benzeri nörolojik hastalık (Ekstrapiramidal bozukluk ve akatizi) gelişti
-%6,7'sinde Parkinson benzeri nörolojik hastalık belirtileri (titreme) gelişti
-%5,6'sında baş ağrısı gelişti
-%25,6'sında uyku hali, baş dönmesi veya yorgunluk gelişti.

İlaç ayrıca QTcF uzamasına ve diğer olumsuz kalp ve fiziksel sağlık sorunlarına yol açtı.

-%4,5'inde intihar girişimi gibi ciddi yan etkiler görüldü.

Tartışılan iki randomize çalışma, ilaçların sonuçları kötüleştirdiğini buldu.

7 yıllık Wunderink randomize geri çekilme çalışması: "İki randomize çalışma, ilaçların sonuçları kötüleştirdiğini buldu. Bu, tartışma bölümünde yer almaktadır. İlk çalışma, ilaçların bırakılmasının tam iyileşme oranlarını 2 kattan fazla artırdığını bulan tek uzun vadeli (7 yıllık) geri çekilme çalışmasıdır (Cite 22-23)."

3 yıllık Rappaport randomize çalışması: "Diğer çalışma, ilaçların hastaneye yatışları 2 kattan fazla ve psikotik semptomları benzer miktarlarda artırdığını bulan 3 yıllık bir randomize çalışmaydı (alıntı 24). "-Psikozlu, ilaç kullanmamış hastalarda antipsikotik ilaçların yararları ve zararları: Sistematik bir inceleme (a)" -Psychiatric_research, 2y (88)

-"Psikiyatri çalışmalarında geri çekilme
Psikiyatri çalışmalarını inceleyen bir meta-analiz, kullanılan geri çekilme süresini rapor etmiştir. Simulant'ın %85'i, "antidepresan" grubunun %78'i ve nöroleptik psikiyatr çalışmalarının %58'i, "plasebo" grubunu 2 hafta içinde geri çekmiştir. Antidepresan ve nöroleptik çalışmalarının %10'u ve %20'si ise azaltma için 8 hafta veya daha uzun süre kullanmıştır. "-Çekilme Belirtileri, Psikiyatrik İlaç Çalışmalarının Bulgularını Rutin Olarak Karıştırıyor (a)"

Bu durum şu soruları akla getiriyor: Kusurlu kurumsal araştırmalardan elde edilen "belirtilen" ilaç faydasının ne kadarı yoksunlukla açıklanabilir? Psikiyatrik ilaç yoksunluğu, keyif verici madde yoksunluğuna kıyasla ne kadar kötü? İlk soruyu cevaplamak için, ilaçların iddia edilen faydasını bilmemiz gerekiyor. "ABD Gıda ve İlaç Dairesi'ne (FDA) sunulan (ilaçları tercih edecek şekilde özenle seçilmiş) klinik deney verilerinin meta-analizi, Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği'nde ilaç-plasebo arasındaki iyileşme puanlarındaki ortalama farkın 1,80 puan olduğunu ortaya koydu." Örnek olarak "Ben akıl hastasıyım (I am mentally ill)" denildiğinde 2 puanlık bir iyileşme sağlanabilir. "-İlk Şiddet ve Antidepresan Faydaları: Gıda ve İlaç Dairesi'ne Sunulan Verilerin Meta-Analizi (b)"

İşte kurumsal fonlu çalışmaları da içeren "antidepresan" yoksunluğuna ilişkin bir incelemeden alıntılar. "Tüm çalışmaların birleşik medyanı (ilaç bırakma sıklığı) %55'tir. %86,7'si en az 2 ay, %58,6'sı en az bir yıl ve %16,2'si üç yıldan fazla (ilaç bırakma süresi) yanıt vermiştir. SSRI'lar için yoksunluk belirtilerinin ortalama süresi 90,5 haftadır. En uç şiddet seviyesini (ilaç bırakma belirtileri için) seçenlerin yüzdesi %45,7'dir."

Antidepresanların belirtilen ilaç faydasının, birinin "Ben Akıl hastasıyım (I am mentally ill)" diye cevap vermesiyle ortaya çıktığını unutmayın. İnsanların %45'i en aşırı yoksunluk seviyesini yaşıyor ve bu faydayı ortadan kaldırmaya yetiyor mu? "-Antidepresan yoksunluk etkilerinin sıklığı, şiddeti ve süresine ilişkin sistematik bir inceleme: Kılavuzlar kanıta dayalı mı? (c)"

İşte Eroin yoksunluğuyla ilgili bir makaleden kabaca bir karşılaştırma yapabilmeniz için alıntılar. "Çoğu vakada, ilacın kesilmesinden sonraki 5-10 gün içinde semptomların düzelmesi. APA, eroin kullanan tüm bireylerin yaklaşık %60'ının bir miktar yoksunluk semptomu geliştireceğini bildirirken, opioid ilaçlardan yoksunluğun genel yaygınlığının %25 ila %50 arasında olduğu tahmin edilmektedir." "-Opioid Çekilmesi: Belirtiler, İlaçlar ve Detoks (d)

Buna göre antidepresanların opioid ilaçlara göre daha yaygın, daha uzun süreli ve daha kötü yoksunluk belirtilerine neden olması muhtemeldir."

   "Şekil 3'te ilaçların yoksunluk yaşamayan kişilerde istatistiksel bir faydasının olmadığı görülmektedir. "-Depresyon ve Anksiyete Tedavisinde Plasebo Etkisi (e)" -Teawithfood, 2y (89-1)" -Psychiatric_research, 3y (89)

-"Psikiyatri, 'antipsikotikler etkilidir' derken neyi kastediyor?
Belirtilen faydanın, kısa vadeli kurumsal çalışmalardaki yarım düzineden fazla ilaç yanlısı (/ön-ilaç "pro-drug") kusur ve önyargı için düzeltmeler yapmadığını unutmayın. Kısa vadeli (yaklaşık 6 hafta) kurumsal antipsikotik çalışmalarının meta-analizi, çalışmaların 2009 sonrası ve 2009 öncesi dönemde plasebo ve ilaç gruplarında PANSS puanlarındaki değişimi ortaya koyduğunu ortaya koymuştur. İlaç grubundaki puan değişiminden plasebo grubundaki puan değişimi çıkarıldığında, 2009 öncesi değişim -8,6 idi. 2009 sonrası değişim -5,8 idi. "-Şizofreni Deneylerinde Plasebo Yanıtının Artması ve Tedavi Etkisinin Azalması Eğilimi Devam Ediyor: ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nden Güncelleme (a)"

İşte bir kişinin puanlarının nasıl düştüğüne dair bazı örnekler. (b)
-Kişinin psikiyatristin mantıksız bulduğu bir veya iki belirsiz inancı artık yoksa 3 puan.
-Psikiyatrist artık kişiyi övüngen bulmuyorsa 3 puan.
-Psikiyatrist artık kişiyi güvenilmez bulmuyorsa 4 puan.
-Kişi artık sinirli değilse ve psikiyatriste karşı kızgınlık ifadeleri gösteriyorsa 4 puan.
-Kişi artık psikiyatriste karşı kişilerarası mesafe göstermiyorsa 4 puan. 
-Psikiyatrist, yeterli gördüğü yanıtları alabilmek için yönlendirici sorular sormaya artık ihtiyaç duymuyorsa 4 puan.
-Psikiyatrist, kişinin artık "inanç ve tutumlarında bir miktar katılık" olmadığını tespit ederse 3 puan. 
-Kişi artık psikiyatriste sağlık durumundan şikayet etmiyorsa 4 puan.
-Hasta artık psikolojik "tedaviye" ihtiyacı olduğunu kabul ediyorsa 6 puan.

Kelimenin tam anlamıyla, bu ilaçların belirtilen tüm faydaları, onları almanız gerektiğini kabul etmenize eşdeğerdir. Bu, ilaçları satan kurumsal psikiyatristler tarafından yapılan çalışmalara göredir. İlaç yanlısı kusurların ve önyargıların çoğunun listesi: "plasebo grubunda geri çekilme, aktif plasebo etkisi, hasta değerlendirmesi yerine psikiyatrist değerlendirmesi, olumsuz etkileri yanlış kodlama, yayın önyargısı, olumsuz etkileri gizlemek için başka ilaçlar kullanma, kısa süreli tedavi süresi, çıkar çatışması önyargısı ve başlangıç hastalarını seçme." 

"hahaha yaptıkları muamele beni psikopat yaptı: 

-Daha güvensiz hale geldim ve artık psikiyatristlere veya terapistlere güvenmiyorum (+4 puan)
-Artık tedaviye ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum (+6 puan)
-Psikiyatristlere ve terapistlere giderek daha fazla yabancılaşıyorum (+4 puan)
-Artık psikiyatrinin gerçek bir bilim olmadığına ve terapistlerin çoğu zaman yardım etmek istemediğine ikna oldum (+3 puan)
- Onların gerçekten neler olup bittiği hakkında hiçbir fikirleri olmadığına ve umursamadıklarına dair inancım giderek daha katı hale geldi (+3 puan)
-Günümüzde hiçbir terapist artık yeterli olduğuna inandığı bir yanıt alamıyor (+4 puan)
-Artık onlardan gerçekten daha iyi olduğuma ikna oldum, bu yüzden çok övüngen oldum (+3 puan)
-Psikiyatristlere karşı çok sinirli ve kırgın oldum (+4 puan)

Yani, bu +31 puan yapar. Psikoz için sınır nerede olduğunu bilmiyorum ama beni çok psikotik yaptıklarından eminim. Yani, sağlıklı kalmak istiyorsanız, onlardan uzak durun. Ve eğer birinin onların yardımına ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız, başka bir yerden yardım arayın." -ghostzombie3, 3y, (87-1)" -Psychiatric_research, 3y (87)

-"İlaç şirketlerine göre antidepresanların belirtilen tüm faydaları
Belirtilen faydanın, kısa vadeli kurumsal çalışmalardaki yarım düzine ilaç yanlısı kusur ve önyargıyı düzeltmediğini unutmayın. Kurumsal kısa vadeli çalışmaların meta-analizlerinde (mevcut en fazla ilaç yanlısı önyargıya sahip* çalışmalar), antidepresan olarak pazarlanan ilaçların faydası "ilaç gruplarında HRSD'de ortalama iyileşme 9,60 puan, plasebo gruplarında ise 7,80 puandı ve HRSD iyileşme puanlarında ortalama ilaç-plasebo farkı 1,80'di". "-Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDRS "Hamilton Depression Rating Scale") (b)

HRSD ölçeğinde akıl hastası olduğunuzu yanıtlamak 2 puanlık bir iyileşme anlamına gelir. "-İlk Şiddet ve Antidepresan Faydaları: Gıda ve İlaç Dairesi'ne Sunulan Verilerin Meta-Analizi (a)" 

Gerçekten de, bu ilaçları satan şirketlere göre, akıl hastası olduğunuzu kabul ediyorsanız, ilaçların tüm faydasından daha büyük bir iyileşme sağlamışsınız demektir. İlacın tüm faydasını elde etmenin bir başka yolu da kilo almaktır. Ciddi anlamda, psikiyatri obeziteye neden olmayı depresyon/anksiyete için bir "çözüm" olarak değerlendirir.

İlaç yanlısı kusurların ve önyargıların çoğunun listesi: "Plasebo grubunda geri çekilme, aktif plasebo etkisi, hasta değerlendirmesi yerine psikiyatrist değerlendirmesi, olumsuz etkilerin yanlış kodlanması, yayın önyargısı, olumsuz etkileri gizlemek için başka ilaçların kullanılması, kısa süreli çalışma süresi, çıkar çatışması önyargısı ve başlangıç hastalarının seçilmesi." -Psychiatric_research, 3y (90)

-"Antipsikotik Eleştirmenleri - 
"Merhaba, Antipsikotikler hakkında tez yazmak isteyen bir lisans öğrencisiyim....
"Merhaba, Antipsikotikler hakkında tez yazmak isteyen bir lisans öğrencisiyim. Sınıflarımda şimdiye kadar tartışılmamış birçok kanıt/araştırma var gibi görünüyor: yan etkiler, etkililik kanıtı eksikliği, yoksunluk ve uzun vadeli sonuçlar. Bu konuda yazmaya değer mi? Antipsikotik eleştirmenlerinin ikna edici kaynakları var mı? (Robert Whitaker davasını (a) zaten inceliyorum)" -pinkdictator, 2y

  "Beyin hacmini küçültürler. (b) Çocuk ve ergen beynine etkileri üzerine yapılmış çalışmaları da incelerdim. Ayrıca, psikiyatristler genel olarak zorlamaya (örneğin, medeni gözetim altında tutmak veya hayır kelimesinin tehlikeli olduğu koğuşlarda insanları uyuşturmak gibi) inandıkları için, makalenizin kapsamına giriyorsa, zorla tedaviye karşı kanıtları paylaşabilirim. (Zorla/mecburi uyuşturma, rızaya dayalı uyuşturmadan tamamen farklı etkilere sahiptir.) Listelenen etkilere ve Cochrane incelemesinin bunlar hakkında neler söylediğine bir göz atabilirim." -delete, 2y (79-1)

  "Antipsikotikler beyin hacminin küçülmesine neden olur. Bu artık bir ton kanıt ve bazı ana akım psikiyatristler bunu kabul ediyor. Bir sürü kaynak ekleyeceğim. İşte Dr. Garrett Rossi'nin antipsikotiklerin beyni küçülttüğünü itiraf ettiği bir video. Antipsikotik kullanımını savunuyor AMA videosunu eklememin nedeni, ana akım bir psikiyatristin antipsikotiklerin beyin hacminin küçülmesine neden olduğunu kabul etmesinin nadir olması. (...) İşte antipsikotik beyin küçültme hakkında birkaç kaynak daha. (d)

Oliver McGowan, Olanzapin olarak da bilinen Zyprexa'dan ÖLDÜ. Aşağıda bulabileceğiniz hikayesini herkes okumalı. (e) Oliver'ın Hikayesi, sayfanın üst kısmındaki resminin altında. Kaydırarak inceleyebilirsiniz. Oliver'ın Hikayesi'ni okurken şunları aklınızda bulundurun. "Otizmli kişiler ilaçlara karşı çok hassas olma eğilimindedir, ancak çoğu reçete yazanın özellikle de eşlik eden hastalıklar varsa bunu önemsediğini sanmıyorum. Ayrıca antipsikotikler nöbet eşiğini düşürür." Tezinizde Oliver'ın Eğitiminden de bahsedebilirsiniz. Oliver'ın annesiyle Twitter üzerinden iletişime geçebilirsiniz. Size özel mesaj atmanın da sorun olmayacağından eminim. Açıkçası, soru sorarken Oliver ile ilgili duruma karşı duyarlı olun. Paula tam bir melek ve benim kahramanlarımdan biri." -delete, 2y (79-2)

  "Joanna Moncreiff'in YouTube'daki röportaj videolarını da izlemek isteyebilirsiniz. Joanna'nın ayrıca kendi web sitesi var. Twitter'da @TraceyHiggins92 adresinde Tracey Higgins adında, 19 yıl şizofreni hastası olan ve hiç antipsikotik kullanmadan bu hastalığın üstesinden gelen bir kadın da var. Ayrıca "Köprüdeki Kız" adlı bir kitabı da var. Tracey, kendisiyle benzer hikayeleri paylaşan başka şizofreni hastaları da tanıyor." -delete, 2y (79-3)

  "1- Yaklaşık yarım düzine ilaç yanlısı kusur/önyargı içeren kısa vadeli çalışmalarda bile ilaçlar klinik bir fayda göstermemektedir. Bu ilaç yanlısı kusurlardan bazıları şunlardır: İlaç dışı (non-drug) grubun bir ilaç bırakma grubu olması, yayın yanlılığı, çalışmaları finanse eden ve yürütenler için çıkar çatışması, psikiyatrist değerlendirmesi ile hasta değerlendirmesinin karşılaştırılması, dışlama kriterleri (yani ilaç şirketi yalnızca zarar görme olasılığı daha düşük olanları dahil ediyor) ve aktif plasebo etkisi. Tüm randomize plasebo çalışmalarının incelenmesinde, gerçek bir plasebo grubuna sahip olan tüm çalışmalar (yani aniden ilaç kesilmesine tabi tutulmayan grup) ilaçların hiçbir işe yaramadığı ve yalnızca zarar verdiği görülmüştür.

2- İlaçların yaygın yan etkileri, beyin hasarına neden olan ilaçlar nedeniyle Parkinson benzeri hastalıklardır. Yaygınlık çalışmaları, bu ilaçların kullanıcıların %20-60'ında Tardif Diskinezi'ye neden olduğunu göstermektedir. Yaygınlık çalışmaları, ilaçların kullanıcıların %15-45'inde Akatizi veya benzeri durumlara neden olduğunu göstermektedir. Bu yaygınlık oranlarının gerçek oranları olduğundan düşük gösterdiği, çünkü bu çalışmaların yaşam boyu kullanıma ilişkin olmadığı güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır. Bazıları yalnızca birkaç aylık kullanıma ilişkindir.

3- Bu ilaçlar ölüm riskini artırır. Bu, kurumsal randomize çalışmalarda, kurumsal randomize olmayan çalışmalarda ve diğer çalışmalarda gösterilmiştir. Çeşitli çalışmalardan bazı önemli noktalar: Yaşlı demans hastalarında: "Tipik bir 10 haftalık (kurumsal) kontrollü çalışma boyunca, ilaç tedavisi gören hastalarda ölüm oranı yaklaşık %4,5 iken, plasebo grubunda bu oran yaklaşık %2,6'dır."

Şizofreni tanısı almış hastalarda: "Yaş, cinsiyet, somatik hastalıklar ve erken ölüm için diğer potansiyel risk faktörleri dikkate alındığında, göreceli risk, bir nöroleptik dozun her artışı için 2,50'dir." Tütün içen kişilerde erken ölüm riskinin %85 daha fazla olduğu unutulmamalıdır." -Teawithfood, 2y (79-4)

  "Bu da sizin için faydalı olabilir. Bu arada, 'Güzel Bir Zihin (A Beautiful Mind)' filminde hayatı anlatılan John Forbes Nash Jr. , filmin yeni antipsikotik ilaçlara yanlış bir şekilde iyileşmesinde katkıda bulunduğunu söyledi. Yönetmen Ron Howard, bunun şizofreni hastalarını Nash gibi ilaçlarını bırakmaya teşvik etmek için yapılmadığını söyledi. Kaynak aşağıda (f)" -delete, 2y (79-5)

  "Bunun hakkında yazmaya değer mi? " EVET! Bu makaleyi okumanızı ve Jean Cozens'ın 17 dakikalık videosunu izlemenizi rica ediyorum. (g) Jean öldü çünkü ayaktan antipsikotik ilaçlardan kurtulmasının tek yolu buydu. Elbette ölümü hastalıklarına bağlanabilirdi ama öyle olsaydı, ayaktan antipsikotik ilaçlara maruz kalmadan yıllar önce kendini tamamen perişan edeceğinden şüpheleniyorum. Depresyonla özdeşleşiyordu. Sanırım kendisine şizoaffektif tanısı konuldu çünkü Psikiyatri Koğuşu'nda yüksek sesle konuşurken bulunmuştu ve bu, psikotik seslere yanıt verdiği şeklinde yorumlanmadı. Ayrıca yoga yapıyordu ve garip hareketleri onu psikotik gösteriyordu. Döner kapı hastasıydı ve sanırım insanlar bundan bıktı. Lütfen tedavi nedeniyle acı çeken ve ölenler için tezinizi yazın. Sesiniz onların sesi olabilir. Size ihtiyaçları var. Lütfen farkındalık yaratın." -delete, 2y (79-6)" -Psychiatric_research (79)

-"Benim hipotezim, psikiyatri servislerinin taburcu olduktan sonra intihar girişimlerini artırmak için kasıtlı olarak korkunç yerler olduğudur; bu da onları daha karlı hale getirir çünkü ateşli silah kullanmayan girişimlerin neredeyse hepsi başarısız olur ve insanlar tekrar yatırılabilir.
     Bunu akademik bir çalışmada da test etmeyi ve değişkenleri kontrol etmeyi planlıyorum. Düzenleme: Bunu düşük maliyetli bir şekilde yapmayı planlıyorum; 1 ila 10 yıl önce psikoz, akıl hastalığı/sıkıntısı nedeniyle önemli bir engellilik veya aktif bir intihar atağı geçirmiş kişileri hedefleyen anket verileri kullanarak. Daha sonra, bir psikiyatri kurumuna yatırılıp yatırılmadıklarını ve o sırada yatırılmalarına onay verip vermediklerini veya iradeleri dışında zorla/zorla mı bırakıldıklarını sorardım. İntihar girişiminde bulunanlara, girişimin/atakların yöntemi ve şiddeti hakkında sorular sorardım; örneğin, girişimden sonra fiziksel sağlıkları için acil tıbbi yardım alıp almadıkları veya herhangi bir noktada bilinçlerini/nefes alma yeteneklerini kaybedip kaybetmedikleri gibi.." -delete, 2y

   "Katılımcıların yüzde altmış dokuzu en az bir hastaneye yatışı travmatik veya aşırı sıkıntı verici olarak algıladı. "-Psikotik bozukluğu olan bireylerde hastaneye yatışla ilişkili travma ve tedaviye katılım algıları (a)" 
   
   Taburcu olduktan sonraki ilk 3 ayda intihar oranı, küresel intihar oranının yaklaşık 100 katıydı ve intihar düşünceleri veya davranışlarıyla hastaneye yatırılan hastalarda bu oran küresel oranın yaklaşık 200 katıydı. Taburcu olduktan yıllar sonra bile, daha önce psikiyatrik tedavi gören hastaların intihar oranları, tipik küresel oranlardan yaklaşık 30 kat daha yüksektir. "-Psikiyatri Kliniğinden Taburcu Olduktan Sonra İntihar Oranları. Sistematik Bir İnceleme ve Meta-Analiz (b)"
   
   %67'si psikiyatri hastanesine yatırılmaya zorlanma algısını onayladı. Zorlama intihar girişimlerini %29 oranında artırdı "-Psikiyatri Hastanesine Yatış Sırasında Algılanan Zorlama, Taburcu Olduktan Sonra İntihar Girişimi Riskini Artırıyor (c)"
   
Elbette psikiyatri her zaman zarar verdikleri insanları suçlayacaktır çünkü konu onlara geldiğinde insanların hayatlarından çok kendi gelirlerini, egolarını ve sosyal statülerini önemserler." -Teawithfood, 2y (85-1)

   ""Gerçekten çok gerçek bir zorlama varken "algılanan zorlama" demeleri bile bana iğrenç geliyor. Uymazsan şiddete başvuracaklar. Bu "algılanan" değil. Tanrım, psikiyatristlerin insanları kandırmasından nefret ediyorum. Şiddet, cinsel saldırı ve mahkûmlardan daha az hakla hapse atılmak işleri çok daha kötü hale getiriyor. İnsanların bunun herhangi bir sorunu çözeceğini düşünmesi gerçekten çılgınca, özellikle de aynı aile üyesine, tıpkı benim annemle yaşadığım gibi, bunu tekrar tekrar yapanlar. Ondan bugün bile nefret ediyorum." -delete, 2y (85-2)" -Psychiatric_research, delete, 2y (85)

-"Kurumsal klinik deneyler, "ölümleri ve intihar" girişimlerini gizliyor
Kaydedilen olumsuz ilaç etkileri raporlanmamıştır. Bu çalışmada yazarlar, 2002'den sonra yayınlanan antidepresanlar ve antipsikotikler için kurumsal klinik çalışmalarda bildirilen ve kaydedilen olayları karşılaştırmıştır. "Deneme özeti-dergi makalesi çiftlerinde raporlamanın tutarlılığı" bölümünde şunları bulmuşlardır: 

    "İlaç tedavisi gören katılımcıların yaşadığı Ciddi Yan Etkilerin yalnızca %56,8'i raporlanmıştır. Başka bir deyişle, gerçekleştiği kaydedilen tüm olumsuz ilaç etkilerinin %44'ü gerçekleştiği şeklinde raporlanmamıştır."

Tablo 3'te, yayınlanan çalışmalarda ilaçların neden olduğu ölümlerin yalnızca %38'inin, intihar olaylarının yaklaşık %50'sinin ve psikiyatrik semptomların %48'inin bildirildiğini görüyoruz. Toplamda, ilaç kaynaklı olumsuz olayların yalnızca %46'sının yaşandığı kaydedildi.

-Antidepresanlar klinik deneylerde intiharlara neden oluyor... Tüm veriler göz önüne alındığında, antidepresanlar şirketlerin kendi randomize çalışmalarında intihar ve cinayet davranışlarını 2 kat artırıyor. Bu zararlar, psikiyatrinin yapmaya devam ettiği gibi, özenle seçilmiş veriler kullanılarak gizlenebilir. Bu çalışmalarda ilaçların olumsuz etkilerinin gizlenmesinin başka önemli yolları da var.

-Pasif olumsuz olay bildirimi ile aktif bildirim... Bu çalışmalarda aktif bir sistem yerine pasif bir advers olay raporlama sistemi kullanılmaktadır. Önceki çalışmalarla iş birliği yapan bir çalışma, pasif advers olay raporlamasının, aktif advers olay raporlama sisteminin tespit ettiği olayların yalnızca %4,3'ünü tespit ettiğini ortaya koymuştur.

-İlaç grubu, ani bırakma grubuyla karşılaştırıldı... "Plasebo" grubu, aslında ilacı bırakma sürecine sokulan ve bu nedenle bu ilaçların zararlarının, ilaçların faydaları olarak yanlış bir şekilde iki katına çıkarılmasına neden olan bir gruptur. Yoksunluk etkileri bir yıl sürebilir ve psikiyatrik ilaçlardan yoksunluk, opioid ilaçlardan yoksunluğa göre daha uzun süreli, daha yaygın ve daha şiddetlidir. 

Alkoliklerin aniden yoksunluğa maruz bırakıldığı ve ardından alkol bağımlılığının etkili ve hayat kurtarıcı olduğunu iddia eden bir çalışma hayal edin. Psikiyatrinin tüm ilaçlarla yaptığı şey budur." -Psychiatric_research, Teawithfood (99)

-"Transkraniyal manyetik stimülasyon plaseboyu yenemez
   "Depresyonu olan 164 ABD gazisinin katıldığı bu randomize klinik çalışmada, genel remisyon oranı %39 olarak bulundu ve aktif ve sahte gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı."

Bu çalışma psikiyatristler tarafından yürütülmüştür. Çift kör bir çalışma olup, aktif plasebo etkisini azaltmak için sahte plasebo kullanılmıştır. Çalışmaya, çeşitli sinir sistemi sorunları, psikotik bozukluklar, madde kullanımı, kalp hastalığı ve diğer faktörler gibi zararlı etkilere maruz kalma olasılığı en yüksek olan kişiler dahil edilmemiştir; 

-"Tekrarlayan Transkraniyal Manyetik Stimülasyonun ABD Gazilerinde Tedaviye Dirençli Majör Depresyon Üzerindeki Etkisi... Rastgele Klinik Bir Çalışma" (a)

   "Aktif iTBS'nin sahte (/taklit "sham") iTBS'ye göre antidepresan üstünlüğüne dair bir kanıt yoktur ve güvenliği belirsizdir."

Bu çalışma yalnızca psikiyatristler tarafından değil, aynı zamanda TMS/TBS konusunda uzmanlaşmış birçok kişi tarafından da yapılmıştır. Bu çalışma aynı zamanda TMS'den zarar görme riski daha yüksek olması beklenen çeşitli insan gruplarını da kapsam dışı bırakmıştır. Çift-kör faz sonuçlarında bildirildiği gibi, katılımcıların yarısı körlemeden kurtulmuştur; bu da aktif plasebo etkisine rağmen herhangi bir fayda sağlanmadığı anlamına gelir;

-"Bipolar Depresyon Hastalarında Aktif ve Sahte Aralıklı Teta Patlaması Transkraniyal Manyetik Stimülasyonunun Etkinliği... Rastgele Klinik Bir Çalışma" (b)

    "Aktif ve sahte (TMS) uyarım arasında depresyon derecelendirme ölçeği puanlarında veya yanıt oranlarında ortalama azalma açısından anlamlı bir fark görülmedi."

Açıklama bölümünde yazarlardan ikisinin TMS üreticileriyle bağlantıları olduğu belirtiliyordu. Çalışma, TMS'yi sahte TMS ile karşılaştıran randomize bir çalışmaydı. Bu çalışma sırasında (2016), bipolar bozukluk geçmişi olan depresyon hastaları üzerinde yapılan en büyük çalışmaydı;

-"Bipolar depresyon tedavisinde ardışık bilateral rTMS'nin negatif çift kör kontrollü çalışması" (c)" -Psychiatric_research, Teawithfood, 2y (91)

-"Genetiğin, şizofreni ile hiçbir ilgisi yoktur
Genellikle insanlar, aileler arasındaki yaygınlık üzerine yapılan çalışmaları kullanarak ruhsal "hastalığın" genetik olduğunu iddia ederler. Bu çalışmalar, genler ile ortak aile ortamı arasında ayrım yapamadıkları için sıfır hipotezini çürütmektedir. Genetik bir nedeni belirlemek için yalnızca genleri inceleyen çalışmalar kullanılabilir. Hollanda'da 2020 yılında yapılan 8. 901 kişilik bir araştırma şu sonuçlara ulaşmıştır: 

    "Ailesel ve çevresel faktörler, ruh sağlığındaki varyansın yaklaşık %17'sini açıklamıştır; bunun yaklaşık %3'ü şizofreni için PRS (genetik) ile açıklanmaktadır. Bipolar bozukluk, çapraz bozukluk ve depresyon için PRS, ruh sağlığındaki varyansı PRS-SZ'ye göre daha az açıklamıştır."

%17'nin %3'ü %0,5'tir. Genleri ve diğer faktörleri inceleyen bir model, şizofreninin en fazla %0,5'inin genlerle açıklanabileceğini buldu.

Kısa versiyon: Çalışma, genlerin şizofreniye veya diğer zihinsel "hastalıklara" neden olmadığını ortaya koydu. -"Mevcut Poligenik Ruhsal Bozukluk Riski Ölçümleri Ruh Sağlığındaki Popülasyon Varyansına Katkıda Bulunuyor mu? Açık Erişim" (a)

2019 yılında yapılan bir meta-analiz de benzer sonuçlar buldu. Bu meta-analiz, yalnızca belirli gen/gen setlerinin şizofreni ile ilişkili olduğunu tespit eden çalışmaları içeriyordu. Tablo 1, bu çalışmalarda hiçbir gen setinin tekrarlanmadığını göstermektedir. En yüksek ilişkiye sahip gen seti, hiçbir ilişkisi olmadığını gösteren çalışmaların %25'ine sahipti. Çoğaltma, bilimin temel ilkelerinden biridir. Hiçbir ilişki göstermeyen çalışmalar ayıklandığında bile, genetik bir ilişki yine de tekrarlanamamaktadır.

Şekil 3, toplam ilişkinin %2,3 olduğunu göstermektedir. Şizofreninin en fazla %2,3'ü genetikle açıklanabilir. Başka bir deyişle, şizofreninin en az %97,7'sinin genetikle hiçbir ilgisi yoktur. Yazarlar ayrıca, bu sonuçların bile yalnızca deneysel ve/veya örnekleme hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığını görmek için rastgele genleri de test ettiler. "Genlerin her rastgele alt kümesinde" bir ilişki buldular. Bu, sıfır hipotezini desteklemektedir. Sıfır hipotezi, bu küçük genetik ilişkinin hata/şansa bağlı olduğu ve hiçbir şekilde nedensel olmadığıdır (ek şekil 2). -"Şizofrenide omnigenik model bağlamında poligenik risk puanı gen seti analizinin rolü (b)" -Teawithfood, 2y (100)

  "Harika bir paylaşım. Büyükannem "şizofreni" hastasıydı ve şarlatanlar bu teşhisi bana zorla kabul ettirdi. Gerçek şu ki, ailemin her iki tarafı da nesillerdir ciddi şekilde işlevsizdi. Bu ortamda büyümek beni hasta etti, genlerin bununla hiçbir ilgisi yoktu. Çevresel faktörleri görmezden gelip yok saydıklarında, acı çeken insanlara gerçekten kötülük yapıyorlar. Akıl sağlığım için tek ihtiyacım olan şey, berbat ailemden uzaklaşmakken, büyük ve kötü bir ŞizoFren hastası olarak, ilaçsız, gayet iyi işleyebilmem çok komik. Doğumdan itibaren, kendi paranoyaları/rahatsızlıkları yüzünden sosyal gelişimimi ve gelişimimi kasıtlı olarak sabote eden sorunlu yetişkinlerin bakımı altında olmak, herkesi rahatsız ederdi." -Benzotropine, 2y (100-1)

  "'Çevresel faktörleri görmezden gelip yok saydıklarında, acı çeken insanlara gerçekten büyük bir kötülük yapıyorlar.' Evet, ama bu çevresel faktörlere neden olan ve/veya bunlardan kâr sağlayan insanlara --bilerek veya aptalca davranarak-- paha biçilmez bir hizmette bulunuyorlar." -Teawithfood, 2y (100-2)

   "Yakın zamanda ikizler üzerinde yapılan bir çalışmada psikozun genetikten ziyade travmadan kaynaklanma olasılığının çok daha yüksek olduğu sonucuna varılmamış mıydı? O salaklar bana OKB'nin aileden geldiğini ve mükemmeliyetçi ebeveynleriniz varsa OKB olma olasılığınızın yüksek olduğunu söylediler. Saçmalama Sherlock, sürekli mükemmeliyetçilikle işkence görürseniz elbette takıntılı olursunuz. Hepsinin devasa bir travma kör noktası var ve bu da onları hiçbir şeyi çözmekten alıkoyuyor. İnsanlara yardımcı olabilecek anlamlı bir şey. O kadar benciller ki sizi tedavi ediyormuş gibi yapıyorlar ama sizi daha da kötüleştiriyorlar ki hayatınız boyunca yaşamaya devam edebilesiniz. Tabii ki ölene kadar, çünkü OKB yüzünden işlevsizsiniz." -InSearchOfGreenLight, 2y (100-3)

   ""Mükemmeliyetçi ebeveynleriniz varsa, muhtemelen OKB'niz vardır." Bir bakıma, insanların "kimyasal seviyelerini, genlerini ve beyinlerini" kötü ortamların etkileri için günah keçisi ilan ettiklerinin farkındalar gibi görünüyorlar. Ama ne yazık ki ilaç satmak için para alıyorlar ve bu uyuşturucuları tüm gerçeği söyleyerek satmak daha zor olurdu. "Sorunu çözemem ama size bu ölümcül, sakatlayıcı, fiziksel bağımlılık yapan ilacı satabilirim."" -Teawithfood, 2y (100-4)" -Psychiatric_research (100)

-"İstatistiklerle yalan söylemek: Uyarıcılar ve kalp hastalığı
Makalenin başlığı: "Yeni Bulgular: DEHB İlaçları Hiçbir Yaşta Kardiyovasküler Riskle İlişkili Değil" (a)

Bu, şu sonuca varan bir meta-analize dayanmaktadır: "Bu meta-analiz, DEHB ilaçları ile kardiyovasküler hastalık riski arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir."

-"Dikkat Eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğunda Kullanılan İlaçlarla İlişkili Kardiyovasküler Hastalık Riski... Sistematik Bir İnceleme ve Meta-analiz" (b)

Çalışmaya gidip her şeyi incelerseniz ne olacağını tahmin edebilir misiniz? Sonuçlar bölümünün sonunda şöyle yazıyor: 

   "Uzun süreli takipli sadece 2 çalışma (11,40) yüksek risk gösterdi (RR, 2,01; %95 GA, 1,98-2,06 ve RR, 3,07; %95 GA, 1,09-8,64)"

- Uzun vadeli olan tek 2 çalışma, uyarıcı ilaçların neden olduğu kalp hastalıklarında istatistiksel olarak anlamlı 2-3 kat artış olduğunu göstermiştir. Bu, tütün bağımlısı olan kişilerde görülen artışa benzerdir...

Çok sayıda kısa vadeli çalışma ekleyerek uzun vadeli sonuçları geçersiz kılmayı başardılar. Bu, 4 aylık çalışmaların tütünün kansere neden olmadığını göstermesi nedeniyle tütünün kansere neden olmadığını ilan etmek gibi olurdu. Kısa vadeli veriler bile ilaçların kalp hastalığını artırdığını gösterdi. Ancak, sonuçların istatistiksel anlamlılığı karşılayacak tipik p değerine ulaşması için yeterli veri yoktu. 

Kısa süreli çalışmaların açıklanan sonuçları şöyledir: "Çocuklar ve ergenlerde kardiyovasküler hastalık (RR, 1,18; %95 GA, 0,91-1,53)", "Kalp durması veya aritmi (RR, 1,60; %95 GA, 0,94-2,72)"

IE: Kısa vadede kardiyovasküler hastalık %18, kalp krizi ise %60 daha yüksekti. Çıkar çatışması bölümünde, yazarların birden fazla ilaç şirketi tarafından doğrudan ödeme aldığı belirtiliyor. Çalışma ayrıca, ilaç şirketleri tarafından kısmen finanse edilen bir enstitü tarafından yürütüldü." 

  "Ayrıca, çıkar çatışması olan yazarların özellikle tüm randomize çalışmaları hariç tuttuğunu ve meta-analize hangi çalışmaların dahil edileceğini seçenlerin kendileri olduğunu belirtmek gerekir." -Teawithfood, 2y (102-1)" -Psychiatric_research, 2y (102)

-"İstatistiksel anlamlılık psikiyatrinin iddia ettiği gibi değildir
Anlamlılığın sıradan bir kişi tarafından tanımı, istatistiksel tanımdan çok farklıdır. İstatistikte anlamlı, bir ilişkinin rastgele şans eseri meydana gelme olasılığının tahmini anlamına gelir. Kan şekerinde %0,0001'lik bir düşüşle ilişkilendirilen bir ilacın oldukça anlamlı bir faydası olduğu söylenebilir. Psikoloji, bu tanım farklılıklarını, insanları anlamsız farklılıkların önemli olduğuna inandırmak için kullanır.

Antidepresan olarak pazarlanan ilaçlar için yapılan kısa vadeli kurumsal çalışmalarda, ilaçlar istatistiksel olarak anlamlı bir "fayda" ile ilişkilendirilmiştir. Bunun özel anlamı, 54 puanlık Ham-D ölçeğinde, bu çalışmalardaki ilaç grubunun 2 puan daha iyi bir puana sahip olmasıdır. Referans olarak, akıl hastası olduğunuzu söylemek 2 puanlık bir iyileşmedir. Aynı semptomlara sahip olmak ancak psikiyatriste daha az şikayet etmek 4 puandan fazla iyileşmeye eşdeğer olabilir. Kilo almak 2 puanlık bir iyileşmeye eşdeğer olabilir. Psikiyatrist daha az kıpırdandığınızı düşünüyorsa, bu da 2 puandan fazla bir iyileşmeye eşdeğer olabilir. İlaç yanlısı en önyargılı kısa vadeli çalışmalar 2 puanlık bir iyileşme bulmuştur. Uzun vadeli çalışmalar ise ilaçların anksiyete/depresyonu %50-300 oranında artırdığını bulmuştur.

Bir diğer örnek genetiktir. Psikologlar, etiketlerinin genetik kaynaklı olduğunu iddia ediyor. Şizofreni, genlerle en yüksek bağlantıya sahip olduğu iddia edilen etikettir. Gen çalışmaları, genlerin şizofreni ile etiketlenme olasılığının %0-2 oranında artmasıyla istatistiksel olarak yüksek oranda ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Hiçbir dürüst insan, bir özelliğin görülme olasılığının %0-2 oranında artmasıyla ilişkili bir genin, o özelliğin nedeni olduğunu söylemez." -Teawithfood, 3y (103)

-"Dünyanın 2 Numaralı Nöroloğu: "Psikiyatrinin en temel özelliği cehaletidir"
Dünyanın en iyi 2. nöroloğu Raymond Dolan, psikiyatri ve "akıl hastalığı"nın biyolojik temelleri üzerine bilimsel literatürün bir incelemesinin ortak yazarıdır. İşte söyledikleri: 

    "Hâlâ herhangi bir psikiyatrik rahatsızlık için nörobiyolojik bir açıklamadan yoksunuz. Psikiyatrinin en temel özelliğinin cehalet olduğu yönündeki eleştiriyi çürütmek hâlâ zor. Bu girişim, herhangi bir psikiyatrik rahatsızlık için nörobiyolojik bir açıklama (yani mekanik bir açıklama) sunmamıştır."

-"Psikiyatride fonksiyonel nörogörüntüleme ve daha iyiye ulaşmada başarısız olma durumu" (a)
-"Psikiyatrinin Kabus Gibi 2022'si ve Eleştirilere Karşı Histerik Savunması" (b)" -Psychiatric_research, 3y (101)

-"Psikiyatristler nasıl bu kadar aptal ve iğrenç olabiliyorlar?
Ben bu kadar cahil (çoğu ayrıcalıklı ve korunaklı) veya bilerek duygusuz/insanlıktan uzak durarak hayatta kalamazdım ve bunu nefes aldıkları kadar doğal bir şekilde yapıyorlar. Sanki tacizci olmaya çalışıyorlar. Sadece umursamayan kötü otoriterler.

İnsanlara, yetki sahibi karmaşık insanlar gibi değil, arızalı bir yazılım gibi davranmak üzere eğitilmişlerdir. Çok performatif geliyor, hastayla bağlantı kurmanız gerekmiyor, sadece teşhis koyup yönetmeniz gerekiyor. Onlar için bir insan değilsiniz; semptomlarla sarmalanmış bir vaka numarasısınız. 

Sadece bozuk bir sisteme katılmıyorlar, sistemin ta kendisiler. Bu bir kaza (bir hata değil, bir özellik). Birisi yıllarca şefkati bastırıp üstünlük duygusunu şişirdiği için ödüllendirildiğinde olan budur. Tıp fakültesi duygusal zekayı öğretmez, kontrolü, uyumu ve tanrı kompleksini öğretir. Sahaya çıktıklarında, birinin acısını küçümsemenin veya bunu bir DSM kontrol listesine dönüştürmenin sadece kabul edilebilir değil, beklenen bir şey olduğunu öğrenmişlerdir. 

Birine tepeden baktıklarını anlarlar. Acıyı görmezden geldiklerini, kelimeleri çarpıttıklarını veya birini itaat etmeye zorladıklarını anlarlar. Sadece bunu işin bir parçası olarak akılcılaştırdılar. "Kendi iyiliğin için." "En iyi uygulama." "Sınırlar." Hepsi aynı hastalıklı mantık, üstelik üstüne bir de tıp lisansı eklenmiş bir şekilde." -leon385, 6daysago

   "Tıp camiası genel olarak böyledir. Birincisi, tıp fakültesine kabul edilmek ve mezun olmak, istatistiksel olarak bir kişinin en azından üst-orta sınıf bir ailede yetiştiğini gösterir; bu da daha az varlıklı bölgelerde çok daha yaygın olan zorlukları ve işlev bozukluklarını hiç yaşamadıkları anlamına gelir. Bu yüzden empati kurmaları için hiçbir temelleri yoktur. İkincisi, bu insanların daha istikrarlı ve ayrıcalıklı ortamlarda büyümüş olmaları, işlev bozukluğundan muaf oldukları anlamına gelmez. Zengin ebeveynler yine de öfkeli, talepkar, soğuk ve mesafeli olabilirler. Tüm bunlar, özellikle de hasarlı ve farklı bir kasttan olarak gördükleri kişilerle duygusal bir kopukluğa yol açar. Son olarak, Kapitalist güdü. Tıp camiası bir endüstridir ve biz sadece geliri yatırımcıların eline aktaran kanallarız. Bir psikiyatrist daha fazla reçete yazdığında daha fazla para kazanır. İyileştiğinizde ve artık onlara ihtiyacınız kalmadığında daha az para kazanırlar." -ForkFace69, 6daysago (107-1)

   "Bence başkalarının davranışlarını yargılama ve kontrol etme konusunda o kadar güçlüler ki, bu meslek polisler ve siktir git polislerle aynı kişilik tiplerini kendine çekiyor. En azından polisler genellikle size kimyasal işkence yapmaz. Polislerin de öyle bir zihniyeti var ki, yerde kıvrılmış yatıp durmaları için yalvarırken sizi elektrik şokuyla dövüyorlar ve size böyle şiddet uygulamak İSTEMEDİKLERİNİ, onları şiddet kullanmaya ZORLADIĞINIZI, bunun sizin iyiliğiniz için olduğunu, eğer sadece itaat etseydiniz size bunu yapmak zorunda kalmayacaklarını söylüyorlar. Dr. Josef bile dürüst olmak gerekirse hala çok iğrenç görünüyor, berbat bir sunucu olmasına rağmen laboratuvar önlüğünü giydiği süper şık bir YouTube influencer stüdyosu var. Hâlâ çok egoist görünüyor." -Acceptable_Stop_3090, 6daysago (107-2)" -Antipsychiatry (107)

-"Bu sadece psikiyatri değil. Tüm tıp kurumu.
Psikiyatri, ilaç karteli tarafından ele geçirilen ilk "tıp" (eğer buna tıp diyebilirsek) alanıydı. Ele geçirilmesi en kolay olanıdır çünkü psikiyatrideki neredeyse her şey tamamen özneldir ve ilaçları olumlu gösteren çalışmalar yapmak, tıbbın diğer alanlarına göre çok daha kolaydır. "Sinirlilik", "saplantılı davranış", "ruh hali" veya benzeri zihinsel olguları parametrelendirmeyi amaçlayan belirteçler o kadar özneldir ki, bu tedavilerin "faydalarını" abartmak çok kolaydır. Birçok insanın farkına varması gereken bir şey, bu olgunun tüm sektörde meydana geldiğidir. FDA ve diğer düzenleyici kurumlar, yalnızca psikiyatrik ilaçların test edilmesi ve onaylanmasında kullanılan uygulamalar söz konusu olduğunda değil, aslında tüm ilaçlar (/medikal ilaçlar "medication") /tedaviler (treatment) /uyuşturucu (/medikal olmayan uyuşturucu türü ilaçlar "drug") söz konusu olduğunda tamamen yozlaşmış durumdadır.

Doktorların ne yaptığını belirleyen kılavuzlar ve protokoller, "müşterilerden" mümkün olduğunca fazla para koparmak için tasarlanmıştır; sağlığınız ve refahınız o kadar da önemli değildir ve çoğu durumda sonradan akla bile gelmez. Bu "kılavuzlardan" ve "protokollerden" sapmak, bazı durumlarda bunlara uyulmaması gerektiği aşikar olsa bile, doktorlar için çok maliyetli olabilir. 

Çoğu kişi, hasta (müşteri) için olumsuz sonuçlar doğursa bile, kolay yolu seçer. Şaşırtıcı bir şekilde bir doktor tarafından hazırlanmış, yerleşik düzene karşı çıkan ve bu sorunların çoğunu ele alan bir YouTube kanalı var. "Açıklama" bölümünde şunları söylüyor: "Amacım, kendinizin en sağlıklı versiyonu olmanız - ideal olarak reçeteli ilaçsız. Optimal metabolik sağlığa ve uzun ömre ulaşmanız ve umarım doktorlardan ve tıbbi-endüstriyel kompleksten uzak durmanız."

İzlediğim videolardan hoşuma giden şey, izleyicileriyle eşitleri gibi konuşması, hatta onlara (size) sorular sorması ve belirli şeyler hakkında ne düşündüklerini vs. öğrenmesi. Onu izleyebilmeniz için aşağıya bağlantısını bırakıyorum. (a)" -taotico, 4daysago

   "Evet, şu anda tam olarak bu noktadayım. Hâlâ bilim yanlısıyım, sadece "yerleşik bilime" ne kadar az güvenebileceğimi fark ediyorum. Hakemli saygın dergilerdeki bilgiler bile, diğer her şey gibi kâr amaçlı sahtekârlıklar olabilir ve bilim camiası psikiyatrinin ve tüm araştırmalarının ne kadar bilim dışı olduğunu göremiyorsa, ben de onlara başka hiçbir konuda gerçeğin hakemi olarak güvenemem. Bilim, paranın gücüne karşı bağışık değildir ve aslında kolayca silaha dönüştürülebilir. Tıp pratiğinin kapılarını, dışarıdan bir otoritenin kendi bedeninizle ve ona neler yapabileceğinizi ve hatta kendi bedeninizin işleyişi hakkında ne bilebileceğinizi dikte etmesi gibi düşündüğünüzde biraz tuhaf geliyor. Bence bu, psikiyatrinin kendine özgü bir istismar türü; insanları bedenlerinin onlara verdiği içsel sinyallere güvenmekten veya onları anlamaktan alıkoyuyor. Ve insanların "Sanırım X'te bir sorun var" diyerek doktora gitmesi, bazı testler yaptırması ve "Her şey normal görünüyor, belki de psikosomatik? " demesi ne sıklıkla oluyor? İnsanlara kendi bedenleri hakkında bilgi vermek gibi, akıl almaz derecede korkunç." -Acceptable_Stop_3090, 4daysago, (108-1)

   ""Yerleşik bilim"e gelince, büyük bir kısmının bilim olarak kabul edilemeyeceğini söyleyebilirim. Bilimin ve bilimsel yöntemin özünde, gerçek ne olursa olsun, yalnızca gerçeği istemek yatmalıdır. FDA tarafından yeni ilaçları incelemek/onaylamak için kullanılan bu çalışmalar ilaç şirketleri tarafından yapılır. Akıllarında bir amaç vardır ve bu, ilaç hakkında mutlak gerçeği öğrenmek değil, onaylatmaktır. Bu yüzden sisteme körü körüne güvenen insanlar genellikle "sadece bilime güvenin" derler. Bilime güvenme niyetlerine katılıyorum. Birinin "bilime güvenmediğini" söyleyerek, tartıştıkları kişinin gerçekle ilgilenmediğini ima ediyorlar. Şahsen, çoğu zaman kolayca kabul ettikleri "bilimin" aslında hiç de bilim olmadığını düşünüyorum. Bozulmuş, çıkar çatışmaları var, belirli sonuçlara ulaşmak için veriler atlanmış veya çarpıtılmış, bu kesinlikle bilim değil." -taotico, 4daysago, (108-2)

   "Evet, ne demek istediğini tamamen anlıyorum. İnsanlar bilimin mekanizmasına - epistemoloji ilkelerine, deney tasarımına, test sürecine - güveniyorlar ve ben de bunun hâlâ iyi olduğunu düşünüyorum. Ancak testin çift kör olması, çalışmanın tarafsız olduğu anlamına gelmez, çünkü dediğiniz gibi, önemli olan doğuştan gelen amaçtır. Eğer amacınız "dünyanın nasıl işlediğini anlamak" ise, o zaman iyi olmalısınız. Ancak tıbbi araştırmalardaki amacınız "psikoz hastalarına en iyi nasıl yardım edilir"in ötesine, "şizofreninin pozitif semptomlarını en iyi nasıl azaltılır"a doğru genişlerse, çok farklı, tartışmasız hepsi mekanik olarak bilimsel olan çalışmalarla karşılaşırsınız; ancak biri insanların yaşam deneyimlerini kötüleştirmeyi ve sonra önemsizleştirmeyi başarırken, diğeri Soteria evleri yaratır." -Acceptable_Stop_3090, 4daysago, (108-3)" (108)

*** *** ***

  "Psikiyatri, duygusal manipülatiftir ve tarikat benzeri davranışlar sergiler."

-"Kültlerin ve duygusal manipülatörlerin yönleri ve taktikleri
İşte Margaret Singer'ın tarikat kontrolünün 5 yönü (kendisi tarikatlar konusunda uzmanlaşmış bir terapistti).

1-Kişiyi neler olup bittiğinden ve nasıl değiştirildiğinden habersiz tutun.
2-Yeni üyeler, içeriğin tamamından haberdar olmadan adım adım bir davranış değiştirme programına yönlendirilir.
3-Kişinin çevresini ve zamanını kontrol edin.
4-Yeni üyeyi tarikat içeriği ve ideolojisi hakkında düşünmeye ve meşgul tutmaya devam etmek için çeşitli yöntemler kullanılır.
5-Güçsüzlük hissi yaratın.

6- Grup davranışını ve ideolojisini yerleştirmek için ödüller, cezalar ve diğer manipülasyon araçları kullanın. Yeni üyeye yeni bir kimlik aşılanır. Tarikat ideolojisini sorgulamak ve ona karşı çıkmak cezalandırılırken, ona katılmak ödüllendirilir. Yeni üyelere, tarikat ideolojisini sorguladıkları için kendilerinde bir sorun varmış gibi hissettirilir. 

7-Kanıt, mantık veya eleştiriye kapalı, otoriter ve kapalı bir mantık sistemi yaratın. Hiyerarşinin tepesindekiler kontroldedir ve sorgulanamazlar.

Tarikat kontrolünün diğer bir boyutu da tarikata karşı toplumsal, fiziksel ve duygusal bağımlılık yaratmaktır. 

-"Margaret Thaler Singer'ın zihin kontrolünün altı koşulu" (a)

İşte duygusal manipülasyon taktiklerinden bazılarının kısa bir listesi (daha geniş bir listeye bağlantıdan ulaşabilirsiniz).

1-Yoğun tek taraflı duygusal bağ kurmak.
2-Birinin güvensizliklerini kullanmak ve onlarla oynamak.
3-Yalan söylemek, bilgi saklamak ve geçmişteki zararları ve davranışları inkar etmek.
4-Abartma ve aşırı genellemeler yapmak.
5-Konu tarikat eylemleri ve davranışları olduğunda konuyu değiştirmek.
6-Kale direklerini hareket ettirmek.
7-Korkuyu kullanmak ve kişinin emirlerini izleyerek bu korkuyu hafifletmek.
8-Uyum sağlamak için sosyal eşitsizlikleri sopa olarak kullanmak.
9-Suçluluk psikolojisi yaratmak gibi pasif agresif davranışlarda bulunmak.
10-Kişinin etrafındakileri kendisine karşı saf tutmaya zorlamak.

-"Kırmızı Bayraklar: Duygusal Olarak Manipüle Ediliyor Musunuz?" (b)

Psikiyatri tüm bu davranışları, taktikleri ve özellikleri sergiler. Psikiyatrinin duygusal manipülatif olduğunu ve tarikat benzeri davranışlar sergilediğini düşündüğünüz yolları paylaşmaktan çekinmeyin. Bu konunun tartışıldığı bazı Reddit bağlantıları aşağıdadır; 

-"Geçtiğimiz günlerde bir akıl hastanesindeydim ve bu bana BITE modelini çok hatırlattı (temelde bir şeyin tarikat olup olmadığını belirliyor). İşte ilk bölüm için analizim: Davranış Kontrolü." (c),

-"Psikiyatri koğuşu BITE modeli analizi 2. kısım: Bilgi Kontrolü" (d), 

-"Akıl hastaneleri gerçekten de birer tarikat gibidir. BITE model analizi, bölüm 3/4: Düşünce Kontrolü ve Duygu Kontrolü" (e)" -Psychiatric_research (105)

*** *** ***

** VE DİĞERLERİ..

* İLAÇ YANLISI BAZI CEVAPLAR...  ("Psikiyatrik ilaç yanlısı olanların cevaplarını yayınlamıyor", diyenler için... İlaç yanlıların cevapları, psikiyatristlerin kendi muayenelerinde hastalarına ve ailelerine verdikleri yalan, yanlış ve/veya aldatıcı olması muhtemel cevaplardan farklı olmayacaktır.
Cevapları verenler arasında 'psikiyatristlerin /psikiyatrik ilaç /psikiyatri yanlılılarının' olması açıkçası bizi hiç şaşırtmadı. (...)" - NOT: Kaynaklar sayfasında (AÇIKLAMA 2) kısmını okuyunuz...

-"Depresyon ve anksiyete beynimi kalıcı olarak mahveder mi?" (u)
   "Not: Başlangıçta bu durumların "beynimi kalıcı olarak yok edip edemeyeceği" soruluyordu... bu soruyu yanıtladığımdan beri bu soru değiştirildi. 

Muhtemelen beyninizi yok etmez, ancak araştırmalar tedavi edilmeyen majör depresif hastalığın beyin hasarı olan hipokampüse gerçekten zarar verebileceğini kesin olarak göstermiştir. 

'Şizofreninin tedavi edilmediğinde, Parkinson, Huntington koresi, multipl skleroz ve tümörler gibi belirgin beyin hasarına neden olduğunu biliyoruz.' Bir hekimin bakış açısından, bu bozuklukların beyne de zarar vermesi şaşırtıcı değildir. Hekim olmayanlar, bizim gibi tüm beyin hastalıklarını göremeyebilir. Psikiyatrik bozukluklar, tıbbi hastalıkların bir uzantısı olarak görülür ve beyne ve vücuda benzer zararlar verebilir." -Alan Koenigsberg, (Psikiyatrist, Psikoterapist, Profesör), Yazar (u1)

-"Bir ilacın fiziksel beyin hasarına yol açması nasıl mümkün olabilir?" (s)
  "Çoğu ilaç beyin hasarına neden olmaz. Bazı ilaçlar beyinde işlev bozukluğuna neden olur, ancak ilaç bırakıldığında bu durum hızla düzelir. Bazı ilaçlar beynin ilaca uyum sağlamasına neden olur, ancak ilaç bırakıldığında beynin yeniden uyum sağlaması ve yoksunluk sendromu yaşaması gerekir. Bazı kişiler yoksunluk sendromunun haftalarca veya aylarca sürdüğünden şikayetçi olmuştur. Yine de beyin hasarı oluşmaz. 

Bir yoksunluk türü daha uzun sürer: Antipsikotik ilaç verilen hastaların küçük bir kısmında ağızlarında ve diğer bölgelerinde aşırı hareketler görülür. Artık bu ilaçların dopamin reseptörlerini bloke ettiği, ancak daha sonra beynin daha fazla dopamin reseptörü ürettiği ve dopamine karşı aşırı duyarlı hale geldiği anlaşılmıştır (bu duruma tardif diskinezi denir). Çoğu vaka, ilacı haftalar veya aylar boyunca bıraktıktan sonra iyileşir, ancak bazıları iyileşmemiştir. Günümüzde doktorlar bu konuda daha dikkatli davranıyor.

Kokain kullanımı felç riskini artırır ve bu da beyin hasarına neden olur. Mekanizması net değildir. Aşırı alkol tüketimi beyin hasarına neden olabilir. Dolaylı nedenlerden biri şudur: İçki içip yemek yemeyen kişilerde hafıza fonksiyonunu bozan bir vitamin eksikliği görülür. Bazı kişilerde beyincik hasarı meydana gelir ve bu da denge ve koordinasyonu etkiler. Mekanizması net değildir, en çok içenlerde görülmez, bu nedenle yine beslenme sorunları neden olabilir. Yıllar önce insanlar MPPP adı verilen bir tür narkotik ikamesi geliştirdiler. MPTP adı verilen bir safsızlık, dopamin hücrelerinin ölmesine ve kalıcı parkinsonizme neden olur. Multipl skleroz için bir ilaç olan natalizumab (Tysabri), bağışıklık sistemini etkiler. Nadir durumlarda, bu durum normalde zararsız bir virüs olan JC virüsünün kontrolden çıkmasına ve ciddi bir beyin hastalığı olan PML'ye neden olmasına neden olmuştur. Bunlar rastgele örnekler, ancak burada tek bir model olmadığını görebilirsiniz. Tıbbi ilaçlar nadiren beyin hasarına neden olur ve olduğunda da tek bir mekanizma yoktur." -William Braden, Psikiyatri, Yazar, 7y (s1)

-"Antipsikotikler nörolojik sorunlara yol açar mı?" (v)
   "Genellikle hayır. Uygulamamda hastalarımla birlikte, yaşlı bir kadında Parkinson benzeri semptomlar gelişti ve ilacı bıraktığımda bu semptomlar ortadan kalktı. Antipsikotiklerin uzun süreli kullanımı, iyi bilinen bir endişe olan tardif diskinezi riskini taşır. Akıllıca ve uygun şekilde kullanıldığında, faydalarının risklerinden daha ağır bastığına inanıyorum." -Koenigsberg Alan, (Tıp ve Sağlık Hizmetleri alanında M.D., Teksas Güneybatı Üniversitesi Tıp Merkezi (UT Southwestern) (Mezuniyet 1979)), Yazar, 1y (v1)

-"Depresyon ve anksiyete beynimi kalıcı olarak mahveder mi?" (t)
   "Moleküler Psikiyatri (Molecular Psychiatry) dergisinde yayınlanan bir çalışmada, araştırmacılar, insanların tekrarlayan depresyon nöbetleriyle karşılaştıklarında hipokampüslerinde belirgin bir fiziksel küçülme olduğunu bulmuşlardır. Beynin hafıza oluşturmaktan sorumlu kısmı olan hipokampüs, aynı zamanda sağlıklı duygusal davranışların geliştirilmesine de yardımcı olur. Hipokampüsünüz, hayatınızın tüm duygusal yönlerini barındıran beyninizin bölgesi olan limbik sisteminizin bir parçasıdır. Kendimizi nasıl gördüğümüzü ve dünyada kendimizi nasıl algıladığımızı belirler.

Araştırmacılar, tekrarlayan depresyon atakları yaşayan kişilerde hipokampüsün ortalama %10'a kadar küçüldüğünü bulmuşlardır. Stockholm'deki Psikiyatri Araştırma Merkezi'ndeki çalışmalar, depresyondaki kişileri 10 yıl boyunca takip etmiş ve elde edilen sonuçlar, kronik depresyonun hipokampüs üzerindeki olumsuz etkilerinin tersine çevrilebileceğini göstermiştir. Doğru ve kişiye özel tedavi, özellikle hipokampüsün en yenileyici bölgelerden biri olduğu göz önüne alındığında, bu etkileri tersine çevirebilir. Yeni sinirleri onarma ve oluşturma yeteneği -nörogenez ve nöroplastisite- beyninizi değiştirebileceğinizi, küçülen hipokampüsü tersine çevirebileceğinizi ve tekrarlayan depresif atakların oluşmasını önleyebileceğinizi kanıtlamaktadır. Depresyon ne kadar erken tedavi edilirse, hipokampüse o kadar az hasar verilir.

Kaygı beyin hasarına neden olabilir mi? Kaygı bozuklukları, amigdalada tehdide yanıt veren "aşağıdan yukarıya" süreçlerin abartılması ve bu süreçlerin prefrontal korteks (PFC) ve hipokampüs tarafından düzenlenmesinin bozulması gibi korku nörodevrelerinde değişikliklerle ilişkilidir. Kronik strese maruz kalma da benzer şekilde amigdalanın işlevini artırarak korku nörodevrelerini değiştirirken, PFC ve hipokampüste yapısal dejenerasyona neden olarak PFC/hipokampüsün stres tepkisi üzerindeki kontrolünü engeller.

"Farmakolojik (örneğin antidepresanlar) ve farmakolojik olmayan müdahaleler (bilişsel-davranışçı terapi, egzersiz) stres kaynaklı beyin hasarını tersine çevirebilir." (Mah, 2016) Gördüğünüz gibi, hem depresyon hem de anksiyete kişinin beynini etkiler, ancak bunlar kalıcı veya geri döndürülemez değildir." -Juanita Agboola, Yazar, update 5y (t1) (61)

*** *** ***

* "İlaç kimyasallarının 'kanda, organlarda, otopside' tespiti...
     "Doktorlar kan testi yaptırırken her türlü ilacı görebilir mi? - Kan testi, vücuttaki belirli uyuşturucu ve ilaçların varlığını tespit edebilir, ancak tespit edilebilecek spesifik ilaçlar, yapılan testin türüne bağlıdır. Tam kan sayımı (CBC "complete blood count") olarak da adlandırılan standart bir kan testi, bazı antidepresanlar, antipsikotikler ve kan sulandırıcılar gibi bazı ilaçları tespit edebilir. Ancak, CBC özellikle ilaçları tespit etmek için tasarlanmamıştır ve kokain, esrar ve opioidler gibi çoğu yasadışı uyuşturucuyu tespit edemez.

Kan yoluyla yapılan ilaç testleri ilaçları daha spesifik olarak tespit edebilir, örnekler şunlardır:
-Kan alkol seviyesi testi (BAC "blood alcohol concentration/content - kan alkol konsantrasyonu/içeriği"), kandaki alkol varlığını tespit edebilir.
-Tedavi amaçlı ilaçların takibi için yapılan kan testleri, digoksin, lityum ve teofilin gibi ilaçların terapötik seviyelerini tespit edebilir.
-Toksikoloji için yapılan kan testleri, kokain, esrar, opioidler, amfetaminler ve benzodiazepinler gibi ilaçları (/uyuşturucuları "drugs") tespit edebilir.

Kan testlerinde ilaç tespit aralığının genellikle idrar testlerinden daha kısa olduğunu ve bu nedenle kan testinin, testten birkaç gün hatta hafta önce kullanılan ilaçları tespit edemeyebileceğini unutmamak önemlidir. Ayrıca, bazı ilaçlar kan testlerinde hiç tespit edilemeyebilir; bu nedenle doktorların bunları tespit etmek için idrar veya saç testi gibi başka yöntemler kullanması gerekebilir." -Mathematician Princess, 2y (271)

     "Evet, doktorlar bazen kan testinde uyuşturucu tespit edebilirler. Birçok uyuşturucu kan testinde tespit edilebilir ve bazen yakın zamanda uyuşturucu kullanımını doğrulamak veya kişinin sistemindeki uyuşturucu miktarını ölçmek için kullanılabilirler." -Bikash Chandra Jena, 2y (272)

     "Hem reçeteli hem de yasadışı birçok ilaç kan testinde görünür, ancak bunun için belirli bir test türü (toksikoloji veya ilaç taraması) olması ve ardından belirli ilaçların veya ilaç sınıflarının belirtilmesi gerekir. Bu nedenle, tam kan sayımı, metabolik panel, böbrek veya karaciğer fonksiyon testleri gibi rutin laboratuvar testleri sistemde ilaç varlığını göstermeyecektir. Ancak, kan testlerinin ilaçları taramanın tek yolu olmadığını unutmamak önemlidir. İdrar ilaç taraması (veya ÜDS) adı verilen ve alınan ilaçların metabolize olmuş ve vücut tarafından atılan metabolitlerini veya yıkım ürünlerini arayan bir test vardır. Örnek: Bir opioid ağrı kesici alınır ve ilaç vücudunuz tarafından metabolize edildiği ve artık işlevini yerine getiremediği için etkisi geçmiştir. Ancak, doza, metabolizma hızına, böbrek fonksiyonuna ve diğer çeşitli faktörlere bağlı olarak idrarınızda saatlerce veya günlerce opioidin yıkım ürünleri kalacaktır." -Aileen Staller, doçent, yardımcı profesör 2024, 3y (273)

     "Temel olarak, yalnızca ilaçları özellikle araştırırsanız. Normal kan testleri (karaciğer, böbrek, şeker, yağ, hemoglobin vb.) kanınızda herhangi bir ilaç tespit etmez.  Doktorunuza ne test ettiğini sorma ve hangi kan testlerinin istendiğini belirten belgeyi gösterme hakkınız vardır. Neden endişelendiğinizi sorarsa, ona söyleyebilirsiniz ve hasta gizliliğini korumak zorundadır. İlaçların yan etkileri hakkında size nutuk çekebilir. Reçeteli ilaç kullanıyorsanız, başka ilaçlar kullanıyorsanız doktorunuza bildirmeniz gerekir, çünkü olumsuz etkileşimler olabilir." -Bill Phillips, Melbourne Üniversitesi Biyokimya ve Mikrobiyoloji ve Patoloji alanında Lisans (Onur) Doktora (Mezuniyet 1978), 6y (274)

    "Hemen hemen tüm klinik laboratuvarlarda "toksin taraması" olarak bilinen bir prosedür mevcuttur. Bu prosedür, yaygın olarak kullanılan tüm ilaçları ve toksinleri araştırır. Tüm ilaçlar test edilmez. Toksin taraması rutin olarak yapılmaz. Biraz şüphe duyulması gerekir. Birçok laboratuvar, testin yapılabilmesi için yazılı onam ister." -Glenn Herman, Anne ve Fetal Tıp Uzmanı, 5y (275)

    "Standart ilaç (/uyuşturucu "drug") bağımlılığı testlerini kullanırken, yalnızca bu testlerin tasarlandığı amacı görebilirler (alkol, morfin, esrar, metamfetamin vb. varlığını ölçmek). Yıllık fizik muayeneler ve diğer teşhisler için kullanılan diğer standart testler, düzinelerce testin tasarlandığı amacı yerine getirir ve 50'den fazla kimyasal seviyenin ölçümünü sağlar: kalsiyum, glikoz, sodyum, potasyum, bikarbonat, klorür, kan üre azotu (BUN), kreatinin, insülin, östrojen, testosteron, K vitamini, kırmızı kan hücreleri, beyaz kan hücreleri, belirli bakteriler, viral antikorlar, DHEA, enzimler, demir, belirli karaciğer enzimleri ve daha fazlası. Sağlıklı bir vücudun ne içermesi gerektiğini ve belirli ilaçların nasıl metabolize edildiğini bilen bir biyokimyacı, belirli bir ilacın üreteceği kimyasal seviyelerdeki bilinen değişiklikleri araştırmak için özel bir test tasarlayabilir. Yani evet, 1000 testten herhangi birinin 1000 farklı ilacı test etmek için oluşturulması mümkün, ancak hayır, standart testler tasarlanma amaçları dışında bir şey yapamazlar." -Jeff Lee, 1y (276)

     "Vücudunuzda hiç kullanmadığınız veya asla kullanmak istemeyeceğiniz ilaçların olup olmadığını öğrenmek için doktorunuzdan kan testi istediniz mi? Evet ise, ne oldu? - "Pekala, bunun cevabı şudur:

1- Çok az kişi (bazı kemoterapi uzmanları hariç) bunu talep ederdi, en azından Orta Avrupa'da.
2- Kolayca ulaşılabilen DOĞRUDAN kan testlerinin mevcut olduğu çok az sayıda ilaç vardır. Bunlar şunlardır: "lityum, amiodaron, bazı antiepileptikler, günümüzde nadiren kullanılan digitalis varyantları, teofilin (tıpkı digitalis gibi, günümüzde neredeyse yok olmuştur), LMW-heparin sınıfından sadece enjeksiyonla kullanılan bazı antikoagülanlar, vankomisin veya gentamisin gibi dar bir güvenlik marjına sahip bazı antibiyotikler."

3- Ancak bazı durumlarda, kan testleri DOLAYLI kanıt gösterebilir. Özellikle aşırı dozda antikoagülanların veya karaciğer ya da böbrekler gibi belirli sistemleri zehirleyen ilaçların kan testleri.

4- Dolayısıyla hastaya cevabım, bu tür testlerin az çok işe yaramayacağı ve yalnızca istisnai durumlarda hastane veya sigorta tarafından ödeneceği yönünde olacaktır; tabii ABD'de "Cadillac tipi" bir araç olmadığı sürece.

-Esasen, başka bir olası açıklaması olmayan kalp ritim bozukluklarında. Sonuçta, digitalis ilaçları bitki özleridir, bu yüzden bir katil bunları eczaneden, doktordan veya hastaneden satın almaya veya çalmaya gerek kalmadan kurban üzerinde deneyebilir.
-Ya da "şüpheli" görünen pıhtılaşma bozukluklarında. Kumarin de bitki kökenlidir.

5- Çoğu durumda daha mantıklı olan, İDRAR incelemesidir. Opioidler, benzodiazepinler ve benzeri ilaçlar da dahil olmak üzere yasadışı uyuşturucuları tespit etmek için." -Wolfgang Maleck, 5y (278)

   "İlaçlar kan testinde görünür mü? "
Alkol : 3-5 gün idrarda, 10-12 saat kanda
Amfetaminler : İdrarda 1-3 gün, kanda yaklaşık 12 saat
Barbitüratlar : İdrarda 2-4 gün, kanda 1-2 gün
Benzodiazepinler : İdrarda 3-6 hafta ve kanda 2-3 gün
Esrar : İdrarda 7-30 gün ve kanda 2 haftaya kadar
Kokain : İdrarda 3-4 gün, kanda 1-2 gün
Kodein : 1 gün idrarda ve 12 saate kadar kanda
Eroin : İdrarda 3-4 gün ve kanda 12 saate kadar
LSD : İdrarda 1-3 gün, kanda 2-3 saate kadar
MDMA (ecstasy): İdrarda 3-4 gün, kanda 1-2 gün
Metamfetamin (kristal metamfetamin): İdrarda 3-6 gün, kanda 24-72 saat
Metadon : İdrarda 3-4 gün, kanda 24-36 saat..." -Mattie Rowe  (277)

    "Özellikle antidepresan kullanımınız için test ediliyorsa, bu, trisiklik antidepresan (TCA "tricyclic antidepressant") taraması yoluyla yapılacaktır. Bu test, idrarınızda veya kanınızda trisiklik antidepresan (TCA) varlığını kontrol eder." (267)

    "İlaçlar veya herhangi bir uyarıcı madde vücuda girdikten sonra kanın yapısına katılır. Bu nedenle, bu maddelerin varlığını tespit etmek için kan testleri kullanılabilir. Sonuçların doğruluğu, maddenin türüne ve kan dolaşımındaki süresine bağlı olarak değişir. (....) Nitekim, bağımlılık yapan maddeler veya uyarıcılar, alındıktan sonra kanın bileşiminin bir parçası haline gelir. Dolayısıyla, ilaç tespiti için yapılan kan testleri, hematolojik bozukluklar ve kan bileşenleri testleri altında sınıflandırılır. Maddelerin tespiti, kan dolaşımında ne kadar süre kaldıklarına bağlıdır ve sonuçların doğruluğu buna göre değişebilir." (268)

     "İlaçlar, vücudunuzun ve zihninizin çalışma şeklini değiştirebilen kimyasal maddelerdir. İlaç testi, kötüye kullanılabilecek bir veya daha fazla yasadışı uyuşturucunun veya belirli reçeteli ilaçların belirtilerini arar. Test genellikle idrarınızdan (idrarınızdan) bir örnek alınarak yapılır. Daha az yaygın olarak, ilaç testi kanınızdan, tükürüğünüzden (tükürük), saçınızdan, terinizden, tırnaklarınızdan veya nefesinizden bir örnek kullanır. İlaç testinin amacı, aşağıdakileri içeren ilaç kullanımını ve kötüye kullanımını tespit etmektir: Yasadışı uyuşturucular ve reçeteli ilaçlar... (...)" (269)

  "Adli otopsiler genellikle vücudun her yerini inceleyen oldukça kapsamlı işlemlerdir. Ayrıca genellikle olay yeri incelemesi ve toksikolojiyi de içerirler; vücuttaki zehirlerin, ilaçların ve kimyasalların tespiti." (270)

* "İlaç kaynaklı hastalıklar (DIDs "Drug-induced diseases"): Hindistan'daki üçüncü basamak bir eğitim hastanesinin deneyimi
(...) Şüpheli advers ilaç reaksiyonları (ADİ), ilaç ve hastalıkla ilişkili değişkenler açısından değerlendirildi ve nedensellik açısından sınıflandırıldı. - ADİ oranı %38,80 idi. ADİ'lerin gelişme süresi ortalama 26,05 ± 9,6 gündü; hastaların %25,16'sında birden fazla eşlik eden hastalık vardı. En fazla Dİ'nin geriatrik popülasyonda (%53,99) görüldüğü, bunu yetişkin (%37,79) ve pediatrik (%8,21) takip ettiği görüldü. En fazla olay olası (%93,98) ve ardından olası (%6,04) olarak gerçekleşti. Tüm Dİ'ler müdahale gerektirdi. Gastrit (%7,43), ishal (%5,92), anemi (%4,79), hipotansiyon (%2,77), karaciğer fonksiyon bozukluğu (%2,69), hipertansiyon (%1,51), miyalji (%1,05) ve böbrek fonksiyon bozukluğu (%1,01) DID'lerden bazılarıydı. Tüberküloz karşıtı tedavi (ATT), antiretroviral tedavi (ART), seftriakson enjeksiyonu, steroidler, steroid olmayan antiinflamatuar ilaçlar, antimikrobiyaller ve antikanser ilaçları yaygın olarak görülen ilaçlar olarak bulundu.

"Bulgularımız DIDs'lerin ülkemizde önemli bir sağlık sorunu olduğunu ve daha fazla ilgiye ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir."  - Advers ilaç reaksiyonu (ADR "adverse drug reaction"), dünya çapında önemli morbidite ve mortalitenin önde gelen nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. ADR'lerin yaygınlık oranının %0,16 ile %15,7 arasında değiştiği bildirilmiştir. ADR'lere bağlı morbidite de iyi bilinmektedir ve çok sayıda hastaneye yatışa neden olmaktadır. Ayrıca, acil ve yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ /ICU "intensive care units") ADR kaynaklı yatışlar, birden fazla eşlik eden hastalığı olan yaşlı nüfus gibi yüksek riskli popülasyonlarda çok yüksektir. ADR'lere bağlı morbidite, bazen yoğun bakım ünitesine yatışların %20,4'üne varan kalıcı olabilir. Ayrıca, ADR'lerin birey, toplum ve genel olarak ulus üzerinde büyük bir ekonomik yük oluşturduğu bilinmektedir.

İlaç kaynaklı hastalıklar (İKB /DID "drug-induced diseases"), iatrojenik hastalıklar olarak da bilinir, iyi bilinen ancak en az çalışılan hastalıklardır. İKB'lerin risk faktörlerinden bazıları; birden fazla kronik hastalık, birden fazla doktor, hastaneye yatış, tıbbi veya cerrahi müdahaleler, uzun süreli ilaç kullanımı, ilerleyen yaş, kadın cinsiyeti ve belirli bir ilaç sınıfıdır. Bu İKB'lerin çoğu, sıkı bir dikkat ve uygun periyodik klinik ve tanısal izleme yapılırsa büyük ölçüde önlenebilir. İKB'ler hakkında Batı'da çalışmalar mevcuttur, ancak Hindistan'dan bilgi eksikliği vardır. Bu nedenle, mevcut çalışma Hindistan, Jammu'daki üçüncü basamak bir eğitim hastanesinde İKB profilini analiz etmek için yürütülmüştür. (...)" (279)

*** *** ***

** MIA'DAN BAZI YORUMLAMALAR

      1) - "Psikiyatri ve psikiyatristler ile birlikte ECT uygulamasına izin veren polikacılar, bu yorumu iyi okusun.. Neden akıl hastalıklarını tedavi edemediklerini öğrensinler..

Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal beyin hasarına neden olurken, ECT uygulaması da, fiziksel kalıcı beyin hasarına neden olur. Her ikisi de beyne ciddi oranda zarar verir ve insanları öldürür. Ve zaten bunları yapıyor da.

Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değil, ruhta olan birşeydir. Bu nedenden dolayı, beyne verilen hiç bir 'kimyasal ilaç ve ECT' işe yaramaz. Ve zaten işe yaramıyor da.. Psikiyatri ve ilaç sektörleri ve psikiyatristler, akıl hastalıklarını tedavi edememektedir. Neden? Düşünmüyorlar mı? Yoksa bilerek mi yapıyorlar?

İnsanda beyin vardır ancak akıl yoktur. Akıl, insanın kendi ruhun da (yani ruhsal) olan bir şeydir. Tüm dinler, bunu bilir. Ancak psikiyatri ve ilaç sektörleri, bu gerçeği rededer. Bunun nedenlerinden biri de, Nörolog ve Beyin cerrahlarının 'akıl beyindedir' safsatası yüzündendir. Bu yanılgı yüzünden.. Yani..

Nörologlar ve beyin cerrahları, 'akıl beyindedir' safsatası yüzünden, psikiyatrinin milyonlarca insana zarar vermesine yol açmıştır. (onlarca yıldır) Onlarca yıldır, insanlara zarar vermekten başka faydalı bir şey yapmamışlardır. Yaptıkları şey, sadece insanların sağlıklı beyinlerine zarar vermektir.

Akıl hastalıkları, insanın kendi ruhundan kaynaklanan doğal psikolojik sorunlardır. Psikiyatri ve ilaç sektörleri (ve psikiyatristler), ruh kavramına inanmazlar. İnanmadıkları için de akıl hastalıklarını tedavi edemiyorlar.

Ruh ile beyin kimyası arasında özel bir bağlantı vardır. Bu bağ, ruh ile beyin arasındaki iletişimi sağlayan bir bağdır. Ruh, enerjisi olan ve duygusal (aklı olan ve düşünen) bir varlıktır. İnsan bedeninde ve beyinde, enerji yoktur. Beden ve beyin, enerjisini ruhtan alır. Ruh... Düşünür, duygulanır.. Ve bu düşünce ve duygularını, fiziksel ortama aktarabilmek (konuşmak, düşünmek ve hareket etmek) için, insan bedenini kullanır. (Ruh) insan bedenini harekete geçirmek için, beyni kullanır. Beyni kontrol eder. Bedeni harekete geçirmek için, beyin kimyası ile vücut arasındaki, iletişim (sinir) sinyallerini kullanır. Konuşmak, düşünmek ve hareket etmek için, beyne komutlar verir. Bu komutlar, ruhun enerjisi sayesinde elektiriksel sinyallere dönüşür. Beyin sinirleri de, bu komutları elektiriksel sinyallere çevirir ve vücudun sinirlerine yollar. İnsan bedeni (vücut), bu sinyaller ile harekete geçer; (konuşur, düşünür ve hareket eder..) 

Burada temel kural şudur; 'Ruh, beyni kontrol eder. Beyin de, bedeni kontrol eder.' Ruh, bu şekilde beyne ve bedene (vücuda) sahip olur; (beyni ve bedeni kontrol eder..)

Nörologlar ve beyin cerrahlarının, 'akıl beyindedir' teorisi, safsatadan başka bir şey değildir. Ruh, olmazsa, 'akıl' diye bir şey de olmaz. Beyin de, enerji yoktur. Enerjisi olmayan bir beyin, bir hiçtir. Enerjisi olsa da, yine bir hiçtir. Çünkü, beyinde 'akıl' yoktur. Ruh olmadan, beyin (tek başına) hiç bir işe yaramaz. Beyni (ve bedeni) yönlendiren, enerjisi ve aklı olan ruhun kendisidir. Ruh yoksa, beyin ve beden çürümeye mahkumdur. Ruh ile beyin kimyası arasındaki bağ, bundan ibarettir. Yani.. 

Ruh, kendi duygusal hallerini dışarıya yani fiziksel ortama aktarabilmek için, beyni kullanır. Onu kendi ruhsal enerjisi ile kontrol eder. Ona, istediğini yaptırır. Konuşturur, düşündürür ve bedeni harekete geçirir. Beyin, tek başına bunu yapamaz. Dışarıdan müdahale ile de yapamaz. Örneğin psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi uygulamalar ile, ruhun duygusal hallerini değiştirmek pek mümkün değildir. Beyin kimyasına dışarıdan yapılan bir müdahale, beynin doğal kimyasını bozar. Ve bu ruhun duygusal hallerinin, sağlıklı bir şekilde dışarıya aktarılamamasına neden olur. Bu durum da, 'akıl hastalıkları' denen bir olgunun ortaya çıkmasına neden olur. Ruhun duygusal hallerinin dışarıya aktarılamaması, 2 şekilde olur;

1) Doğal yollardan
2) Kimyasal yollardan

Doğal yollardan (çevresel etkenler) olan duygusal hallerin dışarıya aktarılamaması, doğal psikolojik sorunlardır. Bu doğal psikolojik sorunlar, bir takım ilaçsız tedavi yöntemlerle tedavi edilebilir.

Kimyasal yollardan (kimyasal etkenler) olan duygusal hallerin dışarıya aktarılamaması, doğal olmayan psikolojik sorunlardır. Bu doğal olmayan psikolojik sorunlar, bu kimyasal etkenler (en kısa zamanda) ortadan kalktığında tedavi edilebilir. Kimyasal etkenler; (psikiyatrik ilaçlar, uyuşturucular, diğer medikal ilaçlar, ECT vb uygulamalar, kimyasal açıdan güçlü bazı yiyecek ve içecekler, hava, gaz vb gibi; ağızdan, burundan ve deriden alınan objeler)

Ancak bu kimyasal etkenler devam ettiğinde, (özellikle uzun vadede yani aylarca ve/veya yıllarca kullanıldığında) bu doğal olmayan psikolojik sorunlar, kalıcı hale gelebilir. Örneğin psikiyatrik ilaçların, uzun vadede kullanıldığında kalıcı beyin hasarı ile birlikte, buna bağlı olarak kalıcı akıl hastalıklarına yol açabildiği bilinen bir şeydir.

Öyleyse psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi uygulamalar bir an önce yasaklanmalıdır. Çok geç olmadan.. (....)" (169)

       2) - "Psikiyatrik ilaçlar, insanları şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirir. Bunu da beyin kimyasını değiştirerek yapar. Kullanıcı, bir psikiyatrik ilaç aldığında... Aslında beynine (kimyasal) bir mermi almış gibi olur. Kimyasal mermiler, beyinde çoğaldıkça (biriktikçe) kimyasal lobotomi denen bir sürece girer. Kimyasal lobotomi, Frontal lobotominin kimyasal versiyonudur. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, zamanla beyin hasarına yol açar. Ve bu hasara bağlı olarak kalıcı akıl hastalığı oluşur. (Doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesi..)

Psikiyatrik ilaçların etken kimyasalları, beynin doğal kimyasını istila eder (ele geçirir). Beynin doğal kimyası, buna karşı gelir ve bir süre sonra normal düzeye gelir. Ancak psikiyatrik ilaçlar sürekli alınmaya devam edince.. Beynin kimyasal yapısı, bu mücadeleyi kaybediyor. Psikiyatrik ilaçlar, beynin doğal kimyasını devredışı bırakıyor. Beyin kimyasını ele geçiriyor ve kontrol etmeye başlıyor.

Kullanıcıdaki psikolojik sorunlar, doğal kaynaklı olduğu için... Beyindeki ilaç kaynaklı kimyasallar, bu psikolojik sorunları daha da artırıyor. Bunu, beyindeki kimaysal reseptörleri tetikleyerek yapıyor. Beyindeki kimyasal sinyal reseptörler, kullanıcının doğal psikolojik sorunlarla başa çıkmasına neden oluyor. Beyindeki ilaç kaynaklı kimyasal sinyal reseptörleri, kullanıcının doğal psikolojik sorunlarla baş edememesine neden oluyor.

Kulanıcı, karar verme yetisini kaybediyor. (Karar verme yetisi, akıl ile ilgilidir. Akıl (ve akıl hastalıkları) da beyinde değildir. Yani.. Beyinle alakalı olan birşey değildir. Ruh ile yakından ilgilidir. İnsan beyninde akıl yoktur, akıl ruhta olan birşeydir. Psikiyatri ve ilaç sektörleri, bu gerçeği kabullenemediği için, akıl hastalıklarını bir türlü tedavi edemiyor.)

Kullanıcı, karar verme yetisini kaybettiği için, psikiyatrik ilaçların kimyasalları, doğal psikolojik sorunları daha da kötüleştiriyor. Bu nedenden dolayı.. Kulanıcıyı şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getiriyor. Eğer çok kuvvetli psikiyatrik ilaçlar verilirse, o zaman kullanıcı zaten beyin hasarı ile karşı karşıya kalır. Tıpkı, normal psikiyatrik ilaçların devamlı verilmesinde yaşanan beyin hasarı gibi..

Özetle.. Psikiyatrik ilaçlar sadece şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirmez, ayrıca kimyasal kaynaklı beyin hasarına da yol açar. Bu da olasılıkla kalıcı akıl hastalıklarına neden olur. Ve ayrıca psikiyatrik ilaçlar insan vücudunda da çeşitli hasarlara da yol açar.

Ve muhtemelen psikiyatri ve ilaç sektörleri ile psikiyatristler de bu gerçekleri biliyorlar. Ve bu nedenle olasılıkla (bile bile göz göre göre) insanlarda 'beyin hasarına' sebep oluyorlar. 

Artık bu zulme DUR denmesi gerekiyor. Dünya genelinde tahmini milyonlarca (psikiyatrik ilaç kullanan) insanın, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanmış olma ihtimali korkutuyor. Araştırılması gerekir." 
(168)

      3) -  "Anlamıyorum! Bu, nasıl bir şey? Psikiyatrik ilaçlar, oldukça zararlıdır. Bunun tartışılması bile mantıksız. Psikiyatrik ilaçların en büyük faydası, psikiyatri ve ilaç firmalarınadır. Sayın Dr. Robert Whitaker . . . SSRI vb tüm psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır. 

Psikiyatrik ilaçların hiçbiri, akıl sağlığını düzeltmez ve düzeltemez. Bunun nedeni ise, akıl ve akıl hastalıklarının (beyinde değil), ruhta olmasından kaynaklanır. Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değildir. Ruhta olan birşeydir. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi edemez.

 Psikiyatrik ilaçların en iyi yaptıkları şey, insanların beyinlerine hasar vermektir. Yani, psikiyatrik ilaçlar, (genellikle uzun vadelerde; aylarca /yıllarca) insanlar da kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. Sadece uzun vadelerde değil. Bazen de, bünyesi zayıf olan insanlar da, kısa vadelerde (anında /günler /haftalar sonrasında) gerçekleşebilir. 

Benim korkunç bir tahminim var. Psikiyatrik ilaçların bu özelliğinden dolayı, dünya genelinde milyonlarca insanın, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantı kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmış olmasından endişe duyuyorum. 

Bu kimyasal kaynaklı beyin hasarı, herhangi bir medikal test araçları (MR, Röntgen, kan vb labarotuvar testleri) ile tespit edilememektedir. Tespit edilememesi, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin işine gelen birşeydir. Bu, psikiyatrik ilaçların her insana reçete edilmesine olanak sağlar. 

Bu durum da, dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın, tespit edilemeyen kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmasına sebep olur. 

Özetle. . Psikiyatrik ilaçlar, doğal psikolojik sorunları, kalıcı hale getirir. Bu nedenle. . SSRI vb tüm psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır. Akıl hastalıklarının tedavisinde, ilaçsız davranış terapi ve tedavi yöntemleri kullanılmalıdır. (...)"  (157)

     4) - "Psikiyatrik ilaçlara yönelik eleştirinize tamamen katılıyorum, ancak "zihinsel hastalıkların tedavisinde ilaçsız davranış terapisi ve tedavi yöntemlerinin kullanılması gerektiği" sonucunuza şiddetle karşı çıkıyorum. Sözde zihinsel bozuklukların ve davranış bozukluklarının büyük çoğunluğunun teşhis ve tedavisine yönelik kriterler, DSM panelleri tarafından keyfi olarak oylanan kanıtlanmamış hipotezlere dayandığı için (üyelikleri ilaç şirketleri ve EKT cihazı üreticileriyle olan bağları nedeniyle tehlikeye girmiştir), psikoterapiden yalnızca mecazi anlamda bahsetmek anlamsızdır." (158)

     5) -  "Biraz farklı kelimelerle ifade etsem de, yorumunuza tamamen katılıyorum ve teşekkür ederim. Durumunuzda haklı görünen ifadelerinizde oldukça netsiniz." (159)

     6 - "Merhaba. . Sayın Michael Hamilton and sayın Steve McCrea.. Akıl hastalığı tedavilerinde yüzlerce alternatif var. Devletler, istese bu alternatifleri kullanabilir ama kullanmıyorlar. Bu da, psikiyatri ve ilaç firmalarının işine geliyor. Herkese psikiyatrik teşhis ve ilaç reçete etmeleri kolaylaşıyor. Şuraya bir göz atabilirsiniz.. (...) "Alternatifler.. Bilgilendirilme Hakkı.. AKIL SAĞLIĞINA İLAÇ DIŞI YAKLAŞIMLAR VE/VEYA PSİKİYATRİK İLAÇLARI GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE BIRAKMA HAKKINDA BİLGİ.." (160-1)" (160)

     7) - "Kesinlikle. Sahte olanı terk edin ve bunun bizi nereye götürdüğüne bakın, ve açıkça bize sorunun gerçeğini görüp ona akıllıca ve insanca yanıt verebilmemiz için daha fazla netlik ve kapasite bırakıyor."  (161)

     8) - "DSM'de yer alan bozuklukların neredeyse hepsi, birbirleri ile bağlantılıdır. Şöyle ki. . Her DSM bozukluğu, psikiyatrik ilaçlarla tedavi edilirse, başka başka bozukluklar ortaya çıkar. Bu da DSM'ye ilişkilendirilecek başka (yeni) bozuklukların ortaya çıkması demektir. 

Yani. . Psikiyatrik ilaçlar, her DSM bozukluğunu, başka (yeni) bozuklukları ortaya çıkarmak reçete edilir. . (Tedavi etmek için değil. ) Bu yeni bozukluklar, DSM kriterlerine 'yeni bir bozukluk' diye eklenir. Bu durum, DSM, Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç üreticilerin döner kapı sermayesidir. Yani bu 3 sektör, bu şekilde akıl hastalıklarının sayısını ve bununla ilişkili ilaçların sayısını artırır. Ve bundan oldukça mali kazanç elde ederler. DSM, Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç üreticilerin döner kapı sermayesi, bu şekilde çalışır. 

Ancak dünya genelinde DSM'nin bu oyununu, psikiyatristlerin çoğu bilmez. Sadece dünyaca tanınmış psikiyatristler bu gerçeği bilir. Ve uluslararası kuruluşlar. . Örneğin CCHR'nin bu gibi konularda oldukça geniş bir bilgi ağı vardır. CCHR'nin psikiyatrik ilaçlar ile birlikte DSM, Psikiyatri ve psikiyatrik ilaç üreticileri hakkındaki araştırmalarını, yayınları bulunur. Saygılarımla. Araştırmalarınıza CCHR yayınlarını okuyarak, devam etmenizi tavsiye ederim. (....) Kimyasal dengesizlik efsanesi. . . DSM, psikiyatri ve ilaç firmalarının 'döner kapı sermayesini' geliştirmek ve devamını sağlamak için uydurdukları bir terimdir. .  (....) " (162)

     9) - "Yapısal yeterliliğin, 'akıl hastalığı' anlayışına meydan okumamasının 'altında yatan neden' çok açık değil mi? DSM, psikiyatri ve ilaç sektörleri, akıl hastalıklarını ırkçılık, şiddet ve yoksulluk gibi sistemsel sorunların üzerine atıyor. Ve buna da 'yapısal yeterlilik' yada 'yapısal yetersizlik' hikayesi diyor. Yapısal yeterlilik, akıl hastalıklarında yer almaz. Tartışılmaz. Çünkü, tartışılırsa, akıl ve akıl hastalıkları ile ilgili gerçekler ortaya çıkar. Bu da, DSM, psikiyatri ve ilaç firmalarının, işine gelmez. Mali çıkarların örtüşmesi gerekir. DSM, psikiyatri ve ilaç firmaları arasındaki 'döner kapı sermayesi'ne zarar gelmemesi gerekir. Yapısal yeterlilik, belki bu nedenle "akıl ve akıl hastalıklarına" misafir olarak gelmiyor olabilir. ." (163)

      10) - "Bunlar çok öenmli bilgiler. Antidepresanların bırakılması sonrası yaşanan ilaç yoksunluk semptomları. . Aslında bize her şeyi açıklıyor. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmez, edemez. Beyinde olmayan birşeyi tedavi edemez. (Akıl ve akıl hastalıkları ruhsaldır) 

Psikiyatrik ilaçların en iyi yaptığı şey, insan beynine kimyasal olarak zarar vermektir. Psikiyatrik ilaçların en büyük faydası, DSM, Psikiyatri ve ilaç şirketlerinedir. (Döner kapı sermayesinin korunması) Psikiyatrik ilaçların hiçbiri, bunları kullanan hastalara hiç bir faydası yoktur. Aksine çok büyük zararı vardır. 

Psikiyatrik ilaçlar, kimyasallar nedeniyle beyni uyuşturur. Tıpkı, yasadışı sokak uyuşturucuları gibi etki gösterir. (Psikiyatrik ilaçlar, gerçekte yasal 'sokak' uyuşturuculardır) Bu beyin uyuşması, hastada 'olumlu etkiye' neden olur. Hasta sakin olur. Ancak, kimyasallar sürekli alındığında, beyin buna alışmaya başlar (Bağımlı hale gelir. ) Ve yavaş yavaş beyinde kimyasal hasar (beyin hasarı) oluşmaya başlar. 

Hasta, ilaç bırakmak istediğinde, beyin kimyasalları buna karşı çıkar. Şok yaşar. İlaç yoksunluk semptomları oluşur. Ancak hasta, yine de faydalı olduğunu düşünür. Psikiyatrik ilaç kullanmaya devam eder. Genellikle aylar /yıllar sonra ilaç kullanım sonrası, adeta beyin stop eder. (Kimyasal beyin hasarı) Doğal psikolojik sorunlar, kimyasallar nedeniyle kalıcı hale gelir. (Kalıcı akıl hastalıkları oluşur. ) 

Özetle. . Psikiyatrik ilaçlar, doğal psikolojik sorunları (kimyasal kaynaklı) kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürür. Önce kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı oluşur. (Kimyasal lobotomi) Sonra doğal psikolojik sorunlar, kalıcı hale gelir. 

Günümüzde akıl hastanelerinde ölene kadar kalmak zorunda kalan insanların, bu hale gelmelerine sebep olan şey de işte budur. Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal lobotomidir. Frontal lobotominin kimyasal versiyonudur. 

Günümüzde akıl hastenelerinde ve hatta evlerde bile kimyasal lobotomi sessiz sedasız gerçekleşiyor. (Yaygın psikiyatrik ilaç kullanımı. ) Ama kimse bunun farkında bile değil. Psikiyatrik ilaç kullanamn milyonlarca insanın, bir şekilde kimyasal lobotomiye maruz kaldığını düşünebilirsiniz. . Öncelikli olarak bu vahim konu ele alınmalıdır. (...)" (164)

       11) - "Psikiyatrik ilaçların neredeyse tamamı (en azından uzun vadede 'aylarca /yıllarca ilaç kullanım sonrasında), kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. Psikiyatrik ilaçların bu özelliğinden dolayı. . İstemsiz psikiyatrik yatış ve tedavi, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratmak demektir. Ayrıca psikolojik sorunlar, kalıcı hale gelmektedir. 

Bu nedenden dolayı, bir nevi. . Psikiyatristler, sağlıklı insanlara koymuş oldukları akıl hastalığı teşhislerini DOĞRULAMAK için psikiyatrik ilaçları reçete ediyorlar. Günümüzde psikiyatri kurumlarında yaşanan şey budur. 

Psikiyatri, psikiyatrik ilaçları 'akıl sağlığını tedavi etmek' için değil, yaratmak için reçete ediyor. (Beyindeki kimyasal dengesizliği yaratmak için) Bu, aslında bilinen birşeydir. Psikiyatrik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmez, tam tersine yaratır. Yani. . Psikiyatrik ilaçlar, insanların psikolojik sorunlarını düzeltmez aksine daha kötü hale getirir. Yani bir nevi. . Kimyasal lobotomi uygular. Kimyasal lobotomi, psikiyatrik ilaçların kimyasal kaynaklı beyin hasarına verilen isimdir. 

Özetle. . İstemsiz psikiyatrik tedaviler, beyinleri sağlıklı olan insanların beyinlerini kimyasal olarak hasara uğratıyor. Ve muhtemelen kimyasal kaynaklı 'beyin hasarı' ile bağlantılı, 'kalıcı akıl hastalıklarına' da sebep olur. 

İlginç ve üzücü olan şu ki. . Günümüzde mahkemeler, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, adeta sağlıklı beyinlere sahip insanların beyinlerini 'kimyasal hasara' uğratmak için kararlar alıyorlar. Mahkemeler, herhalde psikiyatrik ilaçların kimyasal lobotomi (yani kimyasal beyin hasarı) özelliğini bilmiyor. Kısaca. . İstemsiz psikiyatrik tedaviler, beyinleri sağlıklı olan insanların beyinlerini kimyasal olarak hasara uğratır. Ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. (doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi. . )(...)" (165)

      12) - "Psikiyatri'nin makineleşme ile bağlantısını pek çözemedim. Ama felsefi açıdan oldukça önemli bir makale. Bu felsefi açıdan bakıldığında psikiyatri, yeni dünya düzeninde (tek dünya devletinde), oldukça önemli bir yere sahip olacaktır. 

Herkesi akıl hastası olarak etiketleme çabası çok yaygın hale gelecektir. Düzene karşı çıkanlar, akıl hastası olarak etiketlenebilecek. (Bu aslında günümüzde yaygın olarak kullanılıyor. Ancak yeni dünya düzeninde doruğa çıkacak) İnsanları, anında şoka sokan (beyin hasarına uğratan) çok güçlü psikiyatrik ilaçlar üretilecek. (Bunların örnekleri günümüzde var ama bunlar yavaş bir şekilde etkiliyor) 

Bu ilaçlar, düzene karşı çıkanlara uygulanacak. Psikiyatri, tek dünya devletinde oterieter bir güce sahip olacak. Ve bunlar gerçekleşecek. Ancak insanlar şimdi bunları komplo teorisi olarak adlandıracak. Komplo teorilerinin gerçekleşmesi gibi garip bir huyu vardır. Komplo teorisi olarak görülen çok sayıda teori gerçekleşti. Ama insanlar bunlara da tesadüf dedi.(166)

       13) - "Aslında her insanda bir şizofreni (geni) vardır. İnsanlar bunu gerçekten bilmezler. Her insan normal olduğunu düşünür, ama aslında normal olan hiçbir şey yoktur. İnsanlar doğası gereği şizofrendir. Şizofreni sonradan gelişmez; her insanda doğuştan mevcuttur. Ateistlerdeki şizofreni, inananlardaki şizofreniden daha tehlikelidir. Çünkü akıllarını ve ruhsal hastalıklarını para ve güç için kullanırlar (insanları kontrol etmek için). 

Akıl ve ruhsal hastalıkların beyinde bulunduğu hipotezini ortaya attılar. İnsanların sağlıklı beyinlerini toksik (psikiyatrik) ilaçlarla zehirlediler. Sağlıklı beyinleri kimyasal hasara maruz bıraktılar. Doğal psikolojik sorunları kalıcı hale getirdiler. Bu yüzden insanlara her gün ve ölene kadar psikiyatrik ilaçlar aldırdılar. Ve bundan çok para kazandılar. 

Daha sonra ortaya çıkan şizofreni, herkesin bildiği doğal bir psikolojik sorundur. Bu doğal psikolojik sorunlar kimyasal ilaçlarla (psikiyatrik ilaçlar gibi) tedavi edilirse, bu kimyasal olarak tetiklenen zihinsel hastalığa (şizofreni) dönüşür. . Bu nedenle, kimyasal olarak tetiklenen bu gerçek şizofreni kalıcı hale gelir. 

Psikiyatrik ilaçlar, ilaçsız alternatif tedavi yöntemleriyle düzeltilebilen doğal psikolojik sorunları kalıcı zihinsel hastalıklara dönüştürür. Başka bir deyişle, gerçek kimyasal olarak tetiklenen şizofreni. . Bunun böyle olduğuna dair çok sayıda kanıt var. "Tanrı ile konuşursanız, dua ediyorsunuz; Tanrı sizinle konuşursa, şizofreniniz var. " -Thomas Szasz. . Peygamberlere şizofren diyenler aslında ateist şizofrenlerdir. Thomas Szasz'ın aslında bunu söylemek istediği anlaşılıyor. ." (167)

       14) - "Bu vb hikayeler, psikiyatrik tedavilerin, insanların akıl sağlıklarının daha da bozulmasını (kötüleşmesini) ortaya koyan hikayelerdir. Psikiyatrik tedaviler, 'psikiyatrik ilaçlar, ECT vb gibi psikiyatrik yan tedavi uygulamalarından' oluşur.  (Hepsine 'Psikiyatrik Tedaviler' diyoruz.) Ve 'polisler, mahkemeler, psikiyatristler, hemşireler ve diğer akıl sağlığı çalışanları' da buna (psikiyatrik tedavilere) dahil olurlar.  (Bunlara sözde 'akıl sağlığı uygulayıcıları' diyoruz.)

Psikiyatrik tedaviler, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratır ve akıl sağlıklarını daha da kötü hale getirir. Ve buna dahil olan 'uygulayıcılar', 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, insanları 'tedaviye' zorlarlar. Böylece bilerek ve/veya bilmeden insanların sağlıklı beyinlerini hasara uğratırlar.  (Yani.. Kimyasal kaynaklı beyin hasarı..)  Ve genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca), olasılıkla bu kimyasal kaynaklı beyin hasarına bağlı olarak, kalıcı akıl hastalığına sebep olurlar. (Yani.. Doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesi..)
--------------
Psikiyatrik tedaviler, insanların 'akıl hastalığını' düzeltemezler; (tedavi edemezler).  Aksine akıl hastalığını (beyindeki kimyasal dengesizliği) yaratırlar. (Genellikle uzun vadede)

Doğal psikolojik sorunlar, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanmaz. Çevresel şartlardan (yollardan) kaynaklanır;  (yaşadığımız gerçeklerden, gözle gördüğümüz, tanık olduğumuz olumsuz görsellerden ve işitsel gerçeklerden vb kaynaklanan ŞOK geçirme, travma yaşama gibi..) 

Bunlar (yani çevresel etkenlerden dolayı oluşan doğal psikolojik sorunlar), 'alternatif ilaçsız davranış terapi tedavi yöntemleri' ile düzeltilebilir.  Norveç örnekleri ve Storia Evleri gibi yöntemler, en güzel örnek yöntemlerdir. (Robert Whitaker bunlarla ilgili bilgi vermişti)

Norveç örneğini okudum. Hastalar, bir kaç hafta /ay sonra evlerine dönüyor.  Ancak, toplumun kendi 'doğal ortam psikolojisi' ağır basınca, tekrar Norveç ilaçsız yönteminin uygulandığı evlere geri dönüyorlar. Kendi istekleri ile.. Eğer ilaç tedavisi uygulansaydı, muhtemelen geri dönmeyeceklerdi. İlaçsız tedavi yöntemleri ve personellerin davranışları, hastaların geri dönmesini sağlıyor. Çünkü, ortam çok iyi.. İlaçsız tedavi yöntemleri de öyle..
--------------
Doğal psikolojik sorunlar, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanmaz. Ancak bu doğal psikolojik sorunları, psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye çalışırsanız... doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesine neden olursunuz.  Bu, 'akıl hastalığı' denen fenomenin ortaya çıkmasına sebep olur.. 

Şöyle ki.. Akıl hastalıkları, ilk başta beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanmaz. Ancak doğal psikolojik sorunlar, psikiyatrik ilaçlarla tedavi edilmeye başladığında, 'akıl hastalıkları' fenomeni ortaya çıkar. Bu durum, akıl hastalıklarının, 'kimyasal dengesizlikten kaynaklandığı' varsayımını (teori /fenomenin) ortaya çıkmasına neden olur. Bu da, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin (ve psikiyatristlerin) işine gelir. Psikiyatrik ilaçları, insanlara reçete etmelerini kolaylaştırır.

Ne kadar çok psikiyatrik ilaç reçete edilirse, (insanlarda) o kadar çok 'kimyasal dengesizlik' ortaya çıkar. Bu da, hem akıl hastası sayısının hem de akıl hastalıkları sayısının artmasına olanak sağlar. (DSM kriterlerinin bu kadar çok artmasının sebebi budur.)

DSM kriterlerini hazırlayan sözde psikiyatristler, psikiyatrik ilaç kaynaklı yeni ortaya çıkan akıl hastalıklarını, 'yeni akıl hastalığı kriterleri' olarak DSM'ye ekliyorlar. Bu, psikiyatrik ilaç reçete edilen insan sayısını ve buna bağlı olarak akıl hastalığı (yeni akıl hastalıklarının sayısını) artmasına neden olur. Psikiyatri ve ilaç sektörlerinin (ve psikiyatristlerin), döner kapı sermayesi bu şekilde çalışır. (Ruh sağlığı sektörünün 'mali çıkar ilişkileri' bu şekilde çalışır.)
------
Son söz olarak.. İnsan bedeni (ve beyni), et ve kemik parçalarından oluşan BİYOLOJİK BİR ROBOTTUR. Beyin, içi boş bir et parçasıdır. Beyni çalıştıran, kontrol eden ve ona enerji veren tek şey, insanın kendi ruhudur.

Devletler, akıl sağlığı sektörleri, psikiyatri ve psikiyatristler... Ruh kavramını, kabul etmedikleri (ve buna bağlı özel ilaçsız tedavi yöntemleri uygulanmadıkları sürece, akıl hastalıklarının tedavi etmeleri mümkün değildir.)

Psikiyatrik ilaçlar, ECT vb gibi psikiyatrik yan tedavi uygulamaları gibi tüm zararlı psikiyatrik tedaviler, insanlara açıkça zarar verir. Beyin hasarına ve buna bağlı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur.  Ayrıca, insan vücudunda çok sayıda çeşitli hastalıklara da sebep olur.  (Fiziksel ve zihinsel sakat kalmalarına (iyatrojenik hasarlara) sebep olur.) (....)"
 (170)

        15) -  "Kesinlikle.. Eşitsizlik, farklı düşüncelere sahip insanların 'akıl hastası' olarak etiketlenmesi demektir. Maalesef farklılıklar, 'akıl hastalığı' olarak etiketleniyor. Toplum, farklı düşünce ve davranışlara sahip olan insanları, dışlıyor. Bu da, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin işine geliyor. Farklı düşüncelere sahip insanları, zehirli psikiyatrik ilaçlarla ilaçlamaya başlıyorlar. 'Eşitsizlik ve adaletsizlik' kavramı burada başlıyor.

Fakat.. Benim dediğim... Doğal psikolojik sorunlar, bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir. Bunu dememin sebebi, insanları zehirli psikiyatrik ilaçlardan kurtarmak amacıyladır. Yoksa senin dediğin, eşitsizlik (ve adaltsizlik) kavramı, çok farklı bir şeydir.  Bunun için toplumların (ve devletlerin) eğitilmesi gerekiyor.

Senin dediğin şudur aslında. Her insan, farklı düşüncelere sahiptir. Herkesin, 'aynı düşüncelere' sahip olması gerekmiyor. Ancak.. Toplum, 'Eğer benim düşüncem de (/düşüncemiz de) değilsen, sen akıl hastasısın diyor? Bu, yanlış birşeydir.

Kimin 'akıl hastası' olduğuna kim karar veriyor? Aile bireyleri, komşular, akrabalar, arkadaşlar vb ve ayrıca polisler, mahkemeler ve psikiyatristler.. (Toplumların ve devletlerin eğitilmesi gerekiyor.)

Farklılıklar, 'akıl hastalığı' olarak etiketleniyor. İnsanlar, farklı düşüncelerde olabilir. Önemli olan şey bu.

Doğal psiokolojik sorunların, ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilmesinin istenmesi, insanları, zehirli psikiyatrik ilaçlardan ve zararlı psikiyatrik tedavilerden kurtarmak amacıyladır. Bunlar, kesinlikle yapılmalıdır..

Tahmini olarak.. Olasılıkla, dünya genelinde...  Psikiyatrik ilaçlar, ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavi uygulamaları, her yıl milyonlarca insanın,kimyasal kaynaklı beyin hasarına ve olasılıkla bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına sebep oluyor gibi görülüyor. (Bunlar tahminidir. Ama dürüst bir şekilde araştırılmıyor. Yaralanmalar ve ölümler, farklı sebeplere bağlanıyor. Bu yüzden doğru bir şekilde tespit edilemiyor.)

Ayrıca, bununla beraber.. İnsan vücuduna da oldukça zararlar veriyor. Çeşitli hastalıklara yakalanmasına sebep oluyor. Ve bu insanların büyük çoğunluğunun da öldüğünü düşünürsek..  Onlarca yıldır milyarlarca insan ölmüş olabilir. Ölen insanları da sayarsak, milyarlarca insanın psikiyatrik ilaçlardan, ECT gibi psikiyatrik tedavi uygulamalarından zarar gördüklerini rahatlıkla tahmin edebiliriz. 

İnsanlar, 'kim vurdu?' ya gidiyor; ('Kim vurduya gitti.' gibi)  Ve devletler de bu olup-bitenlere hiçbirşey yapmıyor. Birşeyler yapılması gerekiyor. Psikiyatrik ilaçlar, ECT gibi zararlı psikiyatrik yan tedavi uygulamaları YASAKLANMALIDIR.. (....)" (171)

      16) -  "Psikiyatri, ilaç üreticileri, psikiyatristler... Ve psikiyatrik ilaçların ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin zararlarını vurgulayan düşünceler.. İşte bu.. Aynı düşüncelere sahibiz.  Demek ki yanlız değiliz. Dünya genelinde aynı düşüncede olan milyonlarca (hatta belki de milyarlarcaI insanın olduğunu da düşünebiliriz.. Bu çok önemli bir gelişme..  Demek ki, bilinçleniyoruz.. :)
----------
Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal lobotomidir.  Frontal lobotominin kimyasal versiyonu. Sadece beyin hasarı yapmaz, beyin hasarına bağlı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. Ayrıca vücuda da oldukça hasar verir. Çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara sebep olur. İnsanlar psikiyatrik ilaçlardan ve tedavilerden zarar görür. Ve hatta ölürler.

Sağlık sistemleri de, bunların hepsini (örneğin ilaç kaynaklı yaralanma ve ölümleri) başka şeylerin üzerine atfeder. Gerçekler ortaya çıkarılmaz. İnsanlar, boşu boşuna yaralanır, sakat kalır, özürlü olur ve ölürler.

Tüm bunlar da, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin (ve psikiyatristlerin) işine gelir. Bu, insanlara daha çok zehirli psikiyatrik ilaç, reçete etmelerini kolaylaştırır.

Üzücü bir durum.. "Dünya genelinde psikiyatrik tedavilerden (özellikle de psikiyatrik ilaçlardan) sakat kalan (yaralanan, özürlü kalan) ve ölen kaç on/yüz milyon insan var?" Bilinmiyor.. Çünkü ilaç kaynaklı ölümler ve yaralanmalar saklanılıyor. Maalesef..
-----------
Psikiyatrik ilaçlar, her insan için tehlikelidir. Ve öldürür. Bu açıdan.. Çocuklara (ve yaşlılara) verilmesi, aslında çok ciddi bir suçtur.

Şöyle ki.. Çocuklara, psikiyatrik ilaç vermek, çocukların beynine 'kimyasal bir mermi' koymak gibidir. Bu kimyasal mermiler, zamanla birikir ve çok kolay ve hızlı bir şekilde kimyasal kaynaklı beyin hasarına neden olur. (Kimyasal lobotomi) Çocuklar, (hayatları boyunca) kimyasal kaynaklı 'akıl hastası' olarak kalabiliyorlar. (psikiyatrik ilaçlara devam ettikleri sürece..)

Bu durum, psikiyatristlerin çocuklara psikiyatrik ilaç reçete etmelerini kolaylaştırır. (satın alınan ve hergün kullanılan bir ilaç, psikiyatri ve ilaç sektörleri için birer mali kazanç demektir.)

Daha önce de dediğimiz gibi.. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, tüm insanlarda beyin hasarına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklara sebep olur. (Genellikle uzun vadelerde)

Çocuklar da (ve yaşlılarda) ise, bu durum daha hızlı gerçekleşir. Çocukların ve yaşlıların beyinleri, diğer yetişkinlerin beyinlerinden daha hassastır. Olasılıkla psikiyatrik ilaçlardan daha hızlı bir şekilde olumsuz etkilenmeleri mümkündür.

Psikiyatri ve ilaç sektörleri (ve psikiyatristler), olasılıkla bu gerçeği biliyorlar. Çocukların 'akıl hastası' olarak kalması, onların para kaynaklarının çoğalmasına olanak sağlar. "Ne kadar çok ilaç reçete edilirse, o kadar çok mali kazanç demektir."
-----------
Psikiyatrik ilaçlarla ilgili, kimsenin bilmediği bir başka gerçek daha vardır. Bunlar yaşanıyor. Evlerde ve akıl sağlığı birimlerinde.. (Özellikle de İngiltere'de BBC'nin ve Guardian gibi ana akım medyanın gündeme getirdiği haberlerde ön planda.) Fakat bunlar başka nedenlere atfediliyor. (Akıl hastalarına şiddet.. gibi..) Bu, çok ayrı bir durum. Fakat şu olasılık da mümkün olabilir.

Şöyleki.. Psikiyatrik ilaçlar, insanların özellikle de çocuk ve yaşlıların 'cinsel istismara' uğramasına neden olabilir. Yani.. Özellikle de.. Çocuklara ve yaşlılara, 'tecavüz' edilmeyi kolaylaştırabilir.

Peki, bunu nasıl yapar? Bunu, beyni uyuşturarak yapar. Psikiyatrik ilaçlar, tıpkı yasadışı sokak uyuşturucuların yaptığı etkiye benzer bir etki gösterir. Beyni uyuşturur, sersemletir. Çocuk ve yaşlıların, hiç bir tepki vermemesine neden olur. Yani...Olasılıkla.. Biri tecavüz ederse, buna tepki veremezler.. Tecavüze uğrarlar ancak bunun farkında olmazlar.

Bu, aslında çok korkunç birşey. Düşünsenize.. Ne yaptığını bilmeyen özürlü bir hasta düşünün.. Zihinsel engelli bir çocuk, yaşlı veya yetişkin.. Tecavüze uğrayan hasta 'kız' ise hamile kalma olasılığı yüksek olur. (Tecavüzcüler, hastaların hamile kalmaması için tıbbi tedbirler alabilir, tecavüzü örtpas edebilir.)

Anal ve/veya oral yollardan tecavüze uğramışlarsa... Kadın /erkek olsun hiç farketmez.. Bu durum, ortaya çıkarılmaz ise... Hastalar (özellikle de çocuklar ve yaşlılar), hayatları boyunca tecavüze uğramaya devam edilirler. 

"Bu korkunç vakalar, nerelerde yaşanabilir?" Olasılıkla.. Bu durum, genellikle 'psikiyatri ve akıl hastanelerinde, rehabilitasyon merkezlerinde, bakımevi ve huzurevlerinde' ve diğer akıl sağlığı birimlerinde 'gizlice' yaşanabilir. Aile içi yaşamlarda da (yani evlerde de) yaşanabilir.

Bunlar olmayacak şeyler değil.. Eğer psikiyatrik ilaçların, beyni uyuşturucu etkisi varsa, bu olasılıklar da olabilir. Bunları düşünmeliyiz.. Ya, gerçekten bunlar yaşanıyorsa?

Psikiyatrik ilaçların, (beyni) uyuşturucu etkisi yaptığını bilen psikiyatristler ve diğer herkes, hastaları bu şekilde istismar (özellikle de cinsel istismar) edebilir. Hastalara tecavüz edebilir. Rahatlıkla delilleri saklayabilir, tecavüzleri örtpas edebilir. (İngiltere'deki akıl hastaneleri ve bakımevlerinde, hzurevlerinde yaşananlar, bunların olabileceğini bize gösteriyor.)

Peki, dünyanın geri kalan diğer ülkelerinde durum ne?  Bilinmiyor.. Kaç milyon masum insan, zarar gördü? Tecavüze uğradı, bilinmiyor..
--------------------
Düşünün bir kere.. Psikiyatrik ilaçlar, on yıllardır piyasada..  Psikiyatrik ilaçları, 'akıl hastalıklarını tedavi ediyor!' diyerek piyasaya sürdüler. Sonra bunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Robert Whitaker, David Healy, Peter Breggin, Peter C. Gøtzsche gibi dünyaca ünlü (dürüst) psikiyatristler, doktorlar, yazarlar, gazeteciler vb gibi araştırmacılar, bunun doğru olmadığını ortaya çıkardılar.

Yani... Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarını tedavi etmediği, tam tersine yarattığı (akıl hastalığına sebep olduğu) ortaya çıkardılar. İnsanların bu psikiyatrik ilaçlardan dolayı fiziksel ve zihinsel hasarlara uğradıklarını ispat ettiler. Ölen (ve hatta öldürülen) insanların olduğunu ortaya çıkardılar. Psikiyatrik ilaçların, şiddete, cinayete ve intiharlara sebep olduğunu ortaya çıkardılar.

Ancak bu gerçeklere rağmen, psikiyatrik ilaçlar halen piyasada... İnsanlara oldukça zararlar vermesine ve hatta öldürmesine rağmen, piyasadan toplatılmıyor. İnsanlar, göz göre göre sakat kalıyorlar ve ölüyorlar. Yazık, günah değil mi?
-------------
Bu açıdan bakıldığında.. Bana göre... Dürüst Psikiyatristler hariç... "Psikiyatrik ilaç reçete eden neredeyse tüm psikiyatristler şarlatandır. Ve ne yazık ki, insanlara zarar verdikleri için de psikopattırlar. (Bu zararları bildikleri halde, ilaç yazmaya devam ettikleri için.)"

Üzücü olan tarafı şu ki.. İnsanlara zarar verme eylemini 'yasal' olarak gerçekleştiriyorlar. Devletler, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, bunu yapmaları için psikiyatristlere 'yasal' yetki veriyor.

Bu, gerçekten çok üzücü ve tehlikeli bir durumdur. Bu nedenle... Akıl hastalıklarının tedavisi, psikiyatrik ilaçlar ile sağlanmaz. Psikiyatrik ilaçlar, akıl sağlığını tedavi etmez.  Aksine akıl hastalığını yaratır. Ve çok sayıda fiziksel ve zihinsel zarara ve hatta ölümlere yol açar. Ve açıyorda zaten.

Yapılması gereken şey... Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır. Psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır. İlaçsız tedavi yöntemleri devreye girmeli. Psikiyatristler ve psikologlar,  akıl sağlığı doktorları olarak görev yapmalılar. Akıl ve ruh sağlığı bakanlığı kurulmalıdır. Akıl hastalıkları, ruh kavramı üzerinden, ilaçsız tedavi yöntemleri kullanılarak tedavi edilmeye çalışılmalıdır.

Bunun başka çaresi yoktur. Çünkü akıl hastalığı, yüzyıllardır ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılmış ancak başarılı olunamamıştır. Bunun nedeni, akıl ve akıl hastalıklarının beyinde değil, ruhta olan birşey olmasındandır. Akıl ve akıl hastalıkları, ruhsaldır. Beyinde değildir. Artık bu gerçeğin farkına varmalıyız. (...)" (172)

       17) - "Bu makale, şimdiye kadar gördüğüm en gerçekçi araştırmalardan biri..  Sizi ve sizin gibi araştırmalar yapan diğer araştırmacıları kutluyorum. (Peter C. Gøtzsche, Robert Whitaker, Thomas Szasz, Peter Breggin, Marcia Angell, Devad Healy, David Cohen, Jose Luis Turabian, Loren R. Mosher, Steven Hyman, Sydney Walker III vs ve diğerleri..) İyi ki varsınız..
------
Thomas Szasz, intihar ve cinayeti, 'gönüllü eylemler' olarak niteliyor. Akıl hastalığının ve psikiyatrik ilaçların, 'intihara ve cinayete' neden olmadığını... Ancak psikiyatrik ilaçların 'istemsiz hareketlere, iç gerginliklere ve çeşitli huzursuzluklara vb' sebep olduğunu da dile getiriyor. İntihar ve cinayeti, gönüllü eylemler olduğunu izah ediyor.
-------
Evet... İntihar ve cinayet, gönüllü eylemlerdir.  Bu gönüllü eylemleri ateşleyen de, psikiyatrik ilaçlardı. Thomas Szasz, bu gerçeği biliyordu. Buna rağmen, gönüllü eylemlerde ısrar etti. Neden? 

Çünkü... Thomas Szasz'ın bu şekilde davranmasının tek bir nedeni vardı. O da, intihar eden ve aslında özellikle de cinayet işleyen kişilerin, bir akıl hastanesine değil, bir hapse gönderilmesini istemesiydi. Cinayet işleyen bir akıl hastası, akıl hastanesine değil, hapse gönderilmeli idi. Bu açıdan bakarak, intihar ve cinayeti 'gönüllü eylemler' olarak niteledi.
-------
Ancak.. Thomas Szasz'ın bu görüşleri, psikiyatrik ilaçların daha yeni piyasaya sürülmesi ile aynı zamana denk gelmişti. Yani.. Aradan geçen onlarca yıl sonrasında... Çok sayıda araştırmalar gösterdi ki, psikiyatrik ilaçlar 'şiddete, cinayete ve intihara' sebep olduğu kanıtlandı.

Dolayısıyla... Psikiyatrik ilaçlar, insanları şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirir. Muhtemelen, bunu, düşünceyi bozarak yapar. Karar verme yeteneğini bozar. Anlık olaylarda, DOĞRU kararlar veremez. Ne yapacağını bilemez. Ancak birşeyler yapması gerektiğini düşünür. Hatta yanlış bir şey yapmamak için çalışır. O nedenle doğru bir şey yapmak ister. Yapar da.. Ancak yaptığı şeyin DOĞRU olduğunu bilmez. Sadece DOĞRU olarak bilir. Şiddet, cinayet ve intiharlar, bu düşüncelerle başlar.

İşte bu nedenle.. Psikiyatrik ilaçlar, bu karar verme yeteneğini altüst eder. Bunu, muhtemelen beyni uyuşturarak yapıyor. Beyin kimyası, uyuşur, sersemletir. Ancak bu, her insan için geçerli değildir. Öyle olsaydı, psikiyatrik ilaç kullanan her insan intihar ederdi. Şiddet ve cinayet işlerdi.

Ancak, psikiyatrik ilaç kullanan her insanın kimyasal kaynaklı beyin hasarına yakalanma olasılığı bulunuyor. Ve muhtemelen bu beyin hasarına bağlı, kalıcı akıl hastalığı oluşur. (Doğal psikolojik sorunların , kalıcı hale gelmesi..) İstisnasız her psikiyatrik ilaç kullanıcısı... Genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanımda...
----
Psikiyatrik ilaçlar, zehirdir. Beyin hasarına ve buna bağlı kalıcı akıl hastalığına neden olur. Ve öldürür. Şiddete, cinayete ve intihara sebep olur. Ve çok sayıda fiziksel hastalıklara sebep olur.

Ayrıca psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin, şiddete uğramak da dahil, cinsel istismara ve tecavüze uğramasına da neden olur.  (İngiltere'deki akıl hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, huzurevleri, bakımevleri vb gibi akıl sağlığı birimlerinde yaşananlar, bize bunu gösteriyor. (Akıl hasalarına şiddet' haberleri gibi..) Medyaya yansımayanlarla birlikte sayı korkunç olabilir. Ve maalesef bu istismar, aile içinde evlerde de yaşanabilir.

Peki, psikiyatrik ilaçlar bunu nasıl yapar? Psikiyatrik ilaçların, uyuşturucu etkisini bilen herkes (en azından kötü karakterli insanlar), bunu kötü niyetlerle kullanabilir. Psikiyatrik ilaçlar, bir silah gibi kullanılabilir. Ve kullanılıyor da zaten. Şiddet, cinayet ve intiharlar başta olmak üzere, hastaların şiddete uğrama, cinsel istismar ve tecavüzlere uğrama olasılıkları da bulunuyor. 

Maalesef.. Artık bu psikiyatrik vahşetlere son verilmelidir.
------
Bence.. Bana göre.. Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır. Tıp fakülteleri, insanlara zarar veren ve hatta öldüren psikiyatriyi, kendi bünyesinde barındırmamalıdır. Bu, (tıp camiası açısından) utanç verici bir durumdur. İnsanlık suçu işleniyor ama kimse buna ses çıkarmıyor.

Bir an önce.. Akıl ve ruh sağlığı bakanlıkları kurulmalıdır. Psikiyatristler ve psikologlar, akıl ve ruh sağlığı doktorları olarak görev yapmalılar. Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi zararlı ve öldürücü psikiyatrik yan tedavi uygulamaları YASAKLANMALIDIR. Akıl ve ruh sağlığı tedavilerinde, ilaçsız tedavi yöntemleri devreye girmelidir. Vs vs.. Bunlar, benim düşüncelerimdir. Bunların daha iyileri de olabilir. Konunun uzmanları bunları değerlendirebilir.
--------
Ve son söz olarak.. Yüzyılardır, akıl hastalığı ilaçlarla tedavi edilmeye çalışıldı. Ancak başarılı olunamadı. Hiçbir ilaç, akıl hastalıklarını tedavi edemedi. Çünkü, akıl hastalığı beyinde değildi. İnsanın kendi ruhunda olan birşeydi. Ruhsal problemler, psikiyatrik ilaçlarla düzelmez (yani tedavi edilemez).

Davranış terapileri, doğa terapileri vs gibi ilaçsız tedavi yöntemleri... (Günümüzde Norveç örnekleri, Storia evleri vb gibi) Bunların, akıl hastalıklarının norm düzeye gelmesinde yardımcı oldukları biliniyor. Akıl sağlığı paradigmasında, bu tür yeniliklere ve değişimlere ihtiyaç vardır.

Aslında, bu tür ilaçsız tedavi yöntemleri, peygamberler döneminde vardı. Ne oldu? Unutuldu. Sonra, devreye şarlatanlar çıktı. (Günümüzde psikiyatristler) Beyinde olmayan birşeyi, sanki varmış gibi davrandılar. Ve 'akıl hastalıklarını' tedavi etmeye çalıştılar. 

Ne oldu? Başaramadılar. İnsanların beyinlerine zarar verdiler. İşkence ettiler. Onların acı çekmelerine ve ölümlerine sebep oldular. Ve bu şarlatanlar, bundan oldukça keyif aldılar. Bu şekilde,  psikopat haline geldiler.

Günümüzdeki psikiyatristler de öyle değil mi? Onlar da aynısını yapıyorlar. Bu nedenle, günümüz psikiyatristleri de, insanlara zarar verdikleri ve bundan oldukça keyif aldıkları için birer psikopat haline gelmişlerdir.

Maalesef.. Eskiden akıl hastalıklarını tedavi edenler şarlatan ve psikopattılar. Ve şimdi de aynılar. Değişmediler. Yani.. "Eskiden şarlatanlardı, şimdi de şarlatanlardır."

Tabii bu şarlatanlık ve psikopatlık, tüm psikiyatristler için değil. Aralarında dürüst olan psikiyatristler var. Psikiyatrik ilaçların zararlarını ortaya çıkartan psikiyatristler. Ve psikiyatrik ilaçların zaralarını bilen ve bu nedenle hastalarına bu zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmeyen psikiyatristler. Bunlar hariç.. Bunlar dürüst psikiyatristlerdir. Ancak sayıları azdır. Burası üzücüdür.

Sözlerim ağır olabilir. Lakin.. Benim sözlerimin ağır olması mı önemli yoksa dürüst olmayan psikiyatristlerin milyonlarca insana zarar vermesi mi?  "Psikiyatrik ilaçlardan ve ECT gibi diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamalarından, şimdiye kadar kaç milyon insan zarar gördü? (Sakat kaldı, yaralandı ve hatta öldü? Dünya genelinde..)" Bilinmiyor.  Çünkü yeterince üzerinde durulmuyor. Araştırılmıyor.

Psikiyatrik ilaçlardan dolayı yaralanan ve ölen insanların sağlık ve ölüm raporlarına başka nedenler işleniyor. Bu da, psikiyatrik ilaçlardan dolayı yaralanan ve ölen insanların, gerçek yaralanma ve ölüm sebeplerinin ne olduğunun bilinmemesine neden oluyor. Tıp dünyasında örtpas etme tekniği bu şekilde çalışıyor.

Bunların vebali kimin üzerine olacak? Yazık, günah değil mi? Politikacılar, birşeyler yapmalı.. Dürüst psikiyatristler, psikologlar, diğer doktorlar, gazeteciler, aydınlar vb diğer araştırmacılar, biraraya gelmeli.. Akıl hastalıklarında ilaçsız tedavi yöntemlerine bağlı yeni paradigmalar gündeme gelmelidir. Aklıma başka bir şey gelmiyor.  Şimdilik bu kadar, diyelim. (....)" 
(173)

      18) - "Psikiyatrik istemsiz yatış ve tedavi.. Bu, aslında...  Zorla ve zorbalıkla...(Psikiyatrik istemsiz yatış ve tedavi) bir insanın sağlıklı beyninin hasara (yani kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratılması demektir.

Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikyatrik yan tedavi uygulamalar, (genellikle uzun vadelerde), kimyasal kaynaklı kaynaklı kalıcı beyin hasarına neden olur. Ve muhtemelen bu beyin hasarı, kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. (Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi..)

Doğal psikolojik sorunlar, insanların kendi ruhundan kaynaklanır. İlaçsız tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir. Düzeltilebilir.

Ancak.. Doğal psikolojik sorunları, psikiyatrik ilaçlarla düzeltmeye çalışırsanız... Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesine sebep olursunuz. Çünkü, psikiyatrik ilaçlar beyin için oldukça zehirli kimyasallar içerir. Beyin kimyasını bozar.

Ayrıca... Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değildir. Ruhta (ruhsal) olan bir şeydir. Beyinde olmayan bir şeyi, (sanki beyindeymiş gibi) psikiyatrik ilaçlarla tedavi etmeye çalışmak, beyin içine kimyasal bir bomba koymak gibidir. Psikiyatrik ilaçlar, beyinde olmayan 'akıl hastalığını' tedavi edemez. Düzeltemez.

Psikiyatrik ilaçların yaptığı tek şey, sağlıklı beyinlere zarar vermektir. Kimyasal beyin hasarına sebep olur. Bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına sebep olur. Bu nedenle.. Psikiyatrik ilaçlar, beyin için oldukça zehirli, tehlikeli ve öldürücüdür.
-------------
Dolayısıyla... Zorla ve zorbalıkla istemsiz psikiyatrik yatış ve tedaviler, kimyasal beyin hasarının başlıca sebebidir. Mahkemeler, bir kişi için istemsiz psikiyatrik yatış ve tedavi kararı alırsa, bu, kalıcı beyin hasarının başlıca sebebidir.

Dolayısıyla... Mahkeme kararları (ve polis zoru) ile istemsiz psikiyatrik yatış ve tedaviler, (genellikle uzun vadelerde) kalıcı beyin hasarına sebep olur. Ve muhtemelen bu beyin hasarı ile bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına da sebep olur.

Yani.. 'Akıl sağlığı tedavisi' adı altında yapılan zorla ve zorbalıkla yapılan istemsiz psikiyatrik yatış ve tedaviler,... sağlıklı beyinlerin hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratılması demektir. Ve muhtemelen bu kimyasal kaynaklı beyin hasarı ile bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanılması da demektir.

Öyleyse.. Mahkemeler, muhtemelen psikiyatrik ilaçların ve diğer psikiyatrik tedavilerin, sağlıklı beyinleri hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğrattığını bilmiyor. Bilseydi, acaba zorunlu olarak istemsiz psikiyatrik yatış ve tedavi kararlarını alır mıydı? Burası tartışılır..
 
İstemsiz psikiyatrik yatış ve tedaviler... Mahkemeler (devletler) tarafından, zorla ve zorbalıkla beyin hasarına (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratılması anlamına geliyor..

Düşünsenize... Sağlıklı bir beyne sahipsiniz.. Muhtemelen, farklı görüşlere sahip olduğunuz için, size 'akıl hastası' muamelesi yapılıyor. Ve sizi, 'akıl sağlığının tedavisi' adı altında, zorunlu olarak bir psikiyatrik hastaneye yatışınız yapılıyor.

Burada zehirli psikiyatrik ilaçlarla tedaviniz yapılıyor. Ve sağlıklı beyniniz, kimyasallarla dolduruluyor. Ve bu uzun süre devam ederse.. Muhtemelen.. Kimyasal kaynaklı beyin hasarına uğruyorsunuz. Ve bu beyin hasarı ile bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanıyorsunuz. Yani doğal psikolojik sorunlarınız, kalıcı hale geliyor.

Ve sağlık sistemleri buna 'akıl sağlığı tedavisi' diyor.. Yani... İnsanların sağlıklı beyinlerinin hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğramasına ve bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanılmasına 'akıl sağlığı tedavisi' diyorlar. Ne trajikomik ama çok korkunç bir hadise..

Devlet (mahkemeler) tarafından kimyasal kaynaklı beyin hasarına uğramak.. ve muhtemelen bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığına yakalanmak.. Buna, 'akıl sağlığı tedavisi' diyorlar. Doğal psikolojik sorunlar, ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilirken, zehirli psikiyatrik ilaçlarla kalıcı hale getiriliyor.

İşte, yapılan şey bu.. Gerçekten çok üzücü ve korkunç bir durum. Artık bu vahşete son verilmesi gerekiyor. (....)"
 (174)

    19) - “Bu ne zaman bitecek?” … Dürüst psikiyatristlerin, psikologların, diğer doktorların, bilim insanlarının, gazetecilerin, yazarların, politikacıların ve diğer hassas insanların (toplumların) sayısının artmasıyla bitebilir… Hastanelerdeki örtbas sistemi ortadan kaldırılmalıdır. Bilim dünyası psikiyatrinin insanlığa karşı bir suç işlediğini fark etmelidir. Devletler (yönetimler) üzerindeki baskı bu yönde artırılmalıdır. Vb. vb. “Her hatanın düzeltilmesi dürüst insanların sayısının artmasıyla mümkündür…” (...)" (175)

    20) - "Farklı bakış açılarından bakılan güzel bir ilaç bırakma (ilaç yoksunluk) makalesi.. Psikiyatrik ilaçların bırakılması gerekiyor. Çünkü çok tehlikeliler. Kalıcı beyin hasarına ve muhtemelen bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalığıan sebep oluyor. Ayrıca... Çeşitli fiziksel hastalıklara ve hatta ölümlere de sebep oluyor.

"Peki, ilaç bırakma girşimi nasıl olacak? Ama bunu nasıl yapacaklar?" Nasıl yapılacağı' makalede anlatılmış. Ama kim bunları okuyor? Yada kim uygulayacak?

Psikiyatrik ilaç bırakmak o kadar kolay değil. Bir kere çevresi buna karşı çıkıyor. 'Sen delisin! Psikiyatrik ilacını bırakamazsın!' diyor. Halbu ki, onu deli yapan, psikiyatrik ilaçlar. Ve onun daha da kötü duruma düşmesine sebep olan da yine psikiyatrik ilaçlar. (Ama onlar, bunu bilmiyor.) Ve hasta 'farklı bir görüş' beyan ettiğinde yada 'bir suç işlediğinde', 'Yoksa ilacını almadın mı?' deniyor. Muhtemelen.. Bilmiyorlar ki, işlenen bu suçun nedeni psikiyatrik ilaçlar.

"Çevre bozuk olursa, ilaç bırakma işi de zora düşüyor. Çevresel şartlar, psikiyatrik ilaç bırakmayı zorlaştırıyor." Bu nedenle.. Bireylerin büyük çoğunluğu, psikiyatrik ilaçları tek başına bırakamaz. Çevresinin de yardımcı olması lazım. Ama çevresi buna yardımcı olmuyor. Çünkü, onu 'deli' olarak görüyor. 'Psikiyatrik ilaçlarını kullanması gerektiğini' düşünüyor.

Veya tam yersi oluyor. Çevresi yardımcı olmaya çalışıyor. Ancak, ilaç bırakma yoksunluk belirtileri, o kadar ağır geçiyor ki... Çevresi, buna dayanamıyor. 'Psikiyatrik ilaçlarını kullanmaya devam et!' diye emrediyor.

Bu nedenle... Bir birey, psikiyatrik ilaçları tek başına bırakamaz. Bırakanlar yok mu? Var. Ancak.. Bırakanlar şanslı insanlar. Muhtemelen iradeleri kuvvetliydi. Peki ya diğerleri? Herkesin iradesi o kadar kuvvetli değil ki.. Neden şiddet, cinayet ve intiharlar da artış var? İşte bu yüzden..

Bu nedenle... Çevresi de ona yardımcı olamaz. Çünkü, çevrenin kendisi de bozuk. Çevre, kendi derdinde.

O zaman yapılması gerekenler.. Devletler, 'psikiyatrik ilaç bırakma girişimleri' için özel çalışmalar yapmalı. Bunlara 'özel mekanlar (örneğin 'ilaç bırakma sağlık birimleri' gibi..)' kurulmalı. Örneğin.. İlaçsız tedavi yöntemleri devreye girmeli. Doğa terapileri, davranışsal terapiler vb gibi.. 'Norveç örneği, Storia evleri' örnekleri gibi mekanlar, tedavi merkezleri çoğalmalı. Çoğaltılmalı.

Tüm sağlık birimleri, ilaç bırakma konusunda ciddi şekilde eğitilmeli. Hastaneler de, ilaç bırakma mekanları kurulmalı. Aile hekimleri, ilaç bırakma girşiminde aktif olmalı. Bireyleri ve aileleri (çevreyi) desteklemeli.

Ayrıca.. Akıl ve ruh sağlığı bakanlığı kurulmalı. Psikiyatri ve psikologlar, akıl ve ruh sağlığı doktorları olarak görev yapmalı. Psikiyatrik ilaçlar, yasaklanmalı. (Bu, yavaş yavaş olmalı. Uzun vadelere yayılmalı. Tüm ilaç kullanıcısının, ilaç bırakma girişimleri bitene kadar. Sonra, psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalı.) Ayrıca.. ECT vb gbi diğer zararlı psikiyatrik yan tedavi uygulamaları da yasaklanmalı.

Bunların hiçbiri 'akıl sağlığını' düzeltmez. Yanii.. Akıl hastalıklarını tedavi edemez. Etmiyor da zaten.. Yaptıkları tek şey, sağlıklı beyinlere zarar vermek. Yanii.. Beyin hasarına uğratmak.

Ayrıca psikiyatrik ilaçlar ve ECT gbi diğer psikiyatrik yan tedavi uygulamaları.. Sadece beyin hasarına sebep olmuyor. Muhtemelen bu beyin hasarına bağlı kalıcı akıl hastalıklarına da sebep oluyor. Yani.. Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesine neden oluyor. Genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında.)

Öyleyse... Bunları kullanmaya devam etmeye ne gerek var? Tehlikeli zararları bilindiği halde, bunları kullanmaya devam etmek 'delilik alametidir.' Değil mi? Gerçek delilik bu.
-----
Ancak.. Psikiyatrik ilaç kullanıcıları, bunda suçlu değil. Suçlu olan, devletlerdir. Sağlık sistemleridir. Bireylere, başka alternatifler sunmuyorlar. İnsanları, beyin için zehirli olan psikiyatrik ilaçlara ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilere muhtaç ediyorlar. Ve sonları.. 

Tahmini olarak.. Dünya genelinde on/yüz milyonlarca insan, piskiyatrik ilaç kullanıyor.  (Gerçi psikiyatrik ilaç kullanan insan sayısı, tam belli değildir. Bunda belirsizlik hakim. Araştırılması gerekiyor. Muhtemelen, Dünya sağlık örgütü de, psikiyatrik ilaç kullanan insan sayısını tam olarak bilmiyor. Ve psikiyatrik ilaçlardan zarar gören (yaralanan ve ölen) insan sayısını da bilmiyor gibi görülüyor.) Aslında bu durum, psikiyatri ve ilaç firmalarının işine gliyor. Psikiyatri ve ilaç firmaları arasındaki 'mali çıkar ilişkilerini' artırmasına yardımcı oluyor gibi görülüyor. Her neyse..

Tahmini olarak.. Muhtemelen, dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın zarar gördüğünü (yaralandığını ve öldüğünü) tahmin etmek zor olmayacaktır.

Bir düşünün.. Bugün, dünya çapında psikiyatrik ilaç kullanılan evler de, sessiz sedasız 'kimyasal lobotomi' gerçekleşiyor. Kimyasal lobotomi, frontal lobotominin kimyasal versiyonudur.

Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal lobotomiye sebep olur. Yani.. Kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına neden olur. Ve muhtemelen, buna bağlı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. (Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi..) Ayrıca.. Psikiyatrik ilaçlar, çeşitli fiziksel hastalıklara da sebep olur. Psikiyatrik ilaçlar, insanları şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirebilir.

Bir düşünün.. Bugün.. Günümüzdeki akıl hastanelerinde, rehabilitasyon merkezlerinde, huzur evlerinde, bakım evlerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde... hayatları boyuunca (yani ölene kadar) buralarda kalmak zorunda kalan insanların, bu hale gelmelerine sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçlar olabileceğini bir düşünün...

Buralarda ölene kadar kalmak zorubnda kalan hastalara, 'deli' diyoruz. Ancak, bunların burada kalmasına sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçlar (ve ECT gibi diğer psikiyatrik yan etdavi uygulamaları) olabileceğini pek düşünmüyoruz. Sağlıklı beyinleri, psikiyatrik ilaçlarla hasara uğratılıyor. Ve bu yüzden, ölene kadar buralarda kalmak zorunda kalıyorlar.

Ne kadar korkunç bir durum, değil mi? Kendinizi, onların yerine koyun.. Beyniniz sağlıklı.. Ancak size, 'deli' muamelesi yapılıyor. Mahkeme kararı ve polis zoru ile 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, bir akıl hastanesine yatırlıyorsunuz.

Ve orada.. Akıl sağlığı tedavisi diye, size psikiyatrik ilaçlar veriliyor. Psikiyatrik ilaçlarla, sağlıklı beyniniz hasara (beyin hasarına) uğratılmaya çalışılıyor. (Akıl sağlığı tedavisi adı altında.) Ve bu bu şekilde uzun süre devam ettiğinde, (gelellikle uzun vadelerde) sağlıklı beyniniz, kimyasal olarak hasara (beyin hasarına) uğratılmış olunuyor.

Sağlıklı beyninizin, kimyasal olarak hasara uğratıldığını bir düşünün.. Ve üstelik, bunun mahkeme kararları ile yapıldığını da bir düşünün.. Ne kadar korkunç bir durum, değil mi? Yazık, günah değil mi?

Tahminime göre.. Dünya çapında, akıl sağlığı birimlerinde ölene kadar kalmak zorunda kalan insanların, psikiyatrik ilaçlar nedeniyle beyin hasarına uğratılmış olabileceklerini düşünüyorum.

Aslında en korkuncu bu değil.. En korkuncu, bu kimyasal beyin hasarının günümüzde evlerde gerçelşiyor olmasıdır. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, günümüzde milyonalarca evlerde sessiz sedasız gerçekleşiyor. Ve kimin, ne zaman bu kimyasal lobotomiye (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) maruz kalacağı belli değil..

"Hayatları boyunca psikiyatrik ilaç kullanmak zorunda kalan insanların, bir şekilde kimyasal lobotomiye maruz kaldığını tahmin ediyorum."

Kimyasal beyin hasarı, fiziksel beyin hasarı gibi (röntgen, MR, kan testleri vb gibi) bir takım tıbbi test araçları ile tespit edilemez. Tespit edilemediği için de, psikiyatristler rahatlıkla milyonlarca insana psikiyatrik ilaç reçete ederler.

Kimyasal beyin hasarının tespiti, muhtemelen ancak 'kişilerin davranışlarının nasıl değiştiğine' bakılarak fark edilebilir. Örneğin.. Uzun süre psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin, genellikle yüz hataları (ay yüzlü, down sendrom yüzlü) vb gibi şekillere bürünür. Tardif diskineskiye maruz kalabilirler. Şiddet, cinayet ve intihar düşüncelerinde meyillilik olmaya başlar. İlaçlara bağımlılık oluşur. Karar verme yetenekleri bozulabilir. Karar verme yeteneği, konuşma ve davranışları etkileyebilir. VS VS..

Tüm bu davranış şekillerindeki değişiklikler, psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin, kimyasal lobotomiye maruz kaldıklarının bir işareti olabilir. Yani, kimyasal kaynaklı beyin hasarının birer göstergeleri olabilir. 

Tüm bunlar, (bu belirleyicler, işaretler), dürüst psikiyatristler, psikologlar, diğer doktorlar, bilim adamları ve araştırmacılar tarafından araştırılması ve değerlendirilmesi gerekir. Bir an önce yapılması gerekir diye düşünüyorum. Aklıma başka birşey gelmiyor.  (...)" (176)

      21) - "Makaleyi okuyunca, Thomas Szaszın 'akıl hastalıkları bir efsanedir' düşüncesi aklıma geldi.. Makale, bu açıdan önemli.

'Akıl hastalıklarını' anlayabilmek için, 'akıl' kavramının 'ne olduğunu ve nerede bulunduğunu' iyi anlayabilmek gerekir. 'Akıl' kavramını, beyinde olduğunu düşünüyorsanız, 'akıl hastalıklarının' da beyinde olduğu varsayımına sahipsiniz demektir. Ancak... Bu yanlış ve tehlikeli bir teoremdir.

Şöyle ki.. Muhtemelen, nörologlar ve beyin cerrahları, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğu' varsayımını ortaya atarak, psikiyatrinin milyonlarca insana zarar vermesine ve ölmesine neden oldular. Yani... Psikiyatrinin insanlık suçuna ortak oldular.

Akıl ve akıl hastalıkları beyinde olsaydı, psikiyatrik ilaçlar işe yarardı. Sadece psikiyatrik laçlar değil, yasadışı sokak uyuşturucuları ve diğer kimyasallar da işe yarardı. Ama bunların hiçbiri (psikiyatrik ilaçlar da dahil), işe yaramadı. Akıl hastalıklarını tedavi edemediler. (Düzeltemediler).

Aksine tam tersine, akıl hastalıklarını tedavi edemedikleri gibi, bu akıl hastalıklarını yarattılar. Yani.. (Beyinde kimyasal dengesiliğe sebep oldular. Ve böylece doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesine neden oldular.)

Özetle... Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı beyin hasarına ve muhtemelen bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep oluyor. (Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi..) Ayrıca psikiyatrik ilaçlar, insan vücuduna da oldukça zararlar veriyor. Ve ölümlerine sebep oluyor. Psikiyatrik ilaçlar, faydadan çok zarar veriyor.

Özetle... 'Akıl ve akıl hastalıkları', beyinde değildir. İnsan da beyin vardır ancak beyin de akıl yoktur. Beyinde akıl olsaydı, beyin kendi başına bu akıl hastalıklarını tedavi ederdi. 

Aslında tedavi ediyor. Ama çok farklı bir yöntemle. Psikiyatrik ilaçlar vb diğer kimyasallarla değil. Bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile akıl hastalıklarını onarıyor. Davranış terapileri, orman ve gezi terapileri vb gibi ilaçsız davranış tedavi yöntemleri.. Norveç örneği, Stoira evleri örnekleri vb gibi..

Özetle.. Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler, akıl hastalıklarını tedavi edemez. Tedavi etmediği gibi akıl hastalıklarını üretir. (yaratır, oluşturur.) Ve daha fazla zarar da verir. Beyin hasarına sebep olur. İnsan vücudunda çok sayıda hastalıklara ve ölümlere de sebep olur. Psikiyatrinin anlamadığı şeyler, işte bunlar..(...)"
 (177)

     22) - "Muhtemelen Thomas Szasz'da Richard Rorty gibi düşündüğü için, 'akıl' kavramını bu şekilde tanımlamış olabilir. Ben, 'akıl' kavramına maneviyat (dinsel) açıdan bakıyorum. Tüm dinler, 'akıl' kavramının 'ruh'ta olduğunu bilir.

Psikiyatri (ve ilaç sektörü) sektörü ise (ve hatta sözde bilim dünyası bile) 'ruh' kavramına inanmaz. 'Akıl' kavramının, beyinde olduğunu iddia eder. Çünkü, 'mali çıkar ilişkiler' sözde bilim dünyasında ağır basar. Ve insanların sağlıklı beyinlerini, bu şekilde 'zehirli psikiyatrik ilaçlar' ile zehirle doldururlar.
------
Thomas Szasz, Richard Rorty gibi düşünürler ise, 'akıl' kavramına, felsefi açıdan bakarlar. Ve sizin de dediğiniz gibi, pragmatist ve düalizmin eleştirmeni olarak, zihin (veya ruh) kavramını reddetmişlerdir. Yani.. 'Akıl ve ruhu', metafizik (manevi boyuttaki) bir madde olarak görmemişlerdir. Ancak bu görüş...  İnsan bedeninin (ve beynin) fiziksel boyutta (dünyada) çalışma şekli açısından... tek başına 'bağlam ve geçerlilik' içermiyor.

Çünkü, burada 'enerji' dediğimiz bir kavram (varlık) devreye giriyor. 'Enerji' kavramı, bu konudaki felsefi görüşleri bile çürütüyor gibi görülüyor.. Bunu anlayabilmek için de... İnsan bedeni ve ruh arasındaki etkileşimi anlamak gerekir.. (Tabii önce inanmak gerekir. İnanmıyorsak, anlamak da pek mümkün olmayacaktır.)
--------
"İnsan bedeni ve Ruh arasındaki 'enerji etkileşimi' ne?" Muhtemelen, insan bedeni (ve evrendeki diğer tüm canlı bedenler), et ve kemik parçalarından oluşan birer BİYOLOJİK ROBOT görünümde. (Her türlü 'hayvan ırkı' ve 'uzaylı' olarak görülen fenomenler de öyledir.  Uzaylılar da, et ve kemik parçalarından oluşan BİYOLOJİK ROBOTLARDIR.)

"Bu teoriye nereden varıyoruz?" Şöyle ki.. 'Ruh' kavramı olmazsa, bu biyolojik robotlar hiç bir işe yaramaz. Bu biyolojik robotların, fiziksel boyutta 'ortamda' (yani dünyada /evrende herhangi bir yerde), hareket edebilmesi için bir 'enerjiye' ihtiyaçları vardır. (Tıpkı mekanik bir robot olan SOPHİA gibi.. 
SOPHİA mekanik robota 'hayat' veren şey, elektriktir; (enerji)..  Konuşmasını, düşünmesini, yürümesini, hareket etmesini sağlayan şey de, elektronik cihazlardır; (akıl).. Bunlar olmazsa, mekanik robot SOPHİA, hiç bir işe yaramaz. Demir yığınından oluşan 'hurda bir çöp yığınına' sahip olur.)
------
"Bir enerji, yoktan var olmaz. Mutlaka bir kaynağı vardır."

Özetle.. Et ve kemik parçalarından oluşan bu biyolojik robotlarda, 'enerji' diye bir şey yoktur. Evrende, et ve kemik parçalarından oluşan tüm biyolojik robotların (canlı bedenlerin), 'canlı' olarak kalmasının (yani hayat bulmasının) yegane şartı, bir 'enerjiye' ihtiyaç duymalarıdır. Enerji olmadan, ölü bedenlerin (biyolojik robotların), canlanması (hayat bulması) pek mümkün değildir.
------
Peki.. Kritik bir soru; "Bu biyolojik robotlar, enerjilerini nereden alıyorlar?" 'Enerji, yoktan var olan bir şey değildir.' Bir maddede, bir enerji varsa, bu enerjinin kaynağının da olması gerekir. Kaynağı olmayan bir enerji olmaz. (olabilir mi?!) Pek mümkün değil..

Öyleyse.. Canlı bedenlerdeki (biyolojik robotlardaki) 'enerjinin' de bir kaynağı olmalıdır. Enerji olmadan, biyolojik robotlar 'hayat' bulamayacağına (yani canlanamayacağına) göre...

Muhtemelen.. Et ve kemik parçalarından oluşan biyolojik robotlar, enerjilerini metafizik (manevi boyut) alanından gelen bir nesneden (yani ruhsal bir varlıktan) alıyor olmaları gerekir.

"Bunu da, nereden öğreniyoruz?" Bunun böyle olduğunu, semavi dinlerden öğreniyoruz. Yahudilik, Hristiyanlık, İslamiyet ve diğer semavi dinler.. Budizm, Konfüçyüsçülük, Hinduizm, Şintoizm, Şamanizm vb..  Dünya genelindeki neredeyse tüm dini temalar (görüşler), bir 'ruh' kavramından bahseder. İnsan bedeninde, bir ruhun olduğunu (ve bu ruhun), insan bedenini canlandırdığını bize söyler. Ve bu ruhun, insan bedeninden çıkması ile, insan bedeninde 'ölüm' denen bir olayın gerçekleştiğini realize eder. (Ruh, bedenden çıkınca, ölüm gerçekleşir. Yani, ölüm gerçekleşince, ruh bedenden ayrılır. Ve beden, 'cansız' hale gelir. Ruh, geldiği yere (metafizik /manevi boyuta) gider. Beden ise, toprak olur (toprağa gömülür) ve çürümeye başlar.)
----------
Öyleyse... Biyolojik robotların (insan, hayvan ve diğer et ve kemik parçalarından oluşan canlı bedenlerin), canlanabilmesi için bir enerjiye ihtiyaçları vardır. (Tek başlarına bunu yapamazlar.) O enerjinin de, 'ruh' dediğimiz kavram (varlık) olduğunu biliyoruz. Yani.. Ruh'un enerjisi ile, cansız biyolojik robotlar (örneğin cansız insan bedenleri), canlanıyor; (hayat buluyor)..
-------
'Akıl' kavramının ortaya çıkışı.. Peki.. "Ruhun enerjisi ile canlanan (hayat bulan) biyolojik robotlar, nasıl konuşuyor, düşünüyor ve hareket ediyorlar?"

İşte burada, 'akıl' dediğimiz kavram devreye giriyor. Bir enerjiye sahip olmadığı için canlanamayan (hayat bulamayan) biyolojik robot insan bedeninin, bir 'akıla' sahip olduğunu düşünebilir miyiz?

Öyleyse.. 'Ruh' dediğimiz kavram, bir 'enerjiye' sahip olduğu gibi, bir 'akıla' da sahiptir. Ruhlar, hem metafizik (manevi) boyutta hem de fiziksel boyutta (dünyada /evrende herhangi bir yerde), (düşünen, konuşan ve hareket edebilen) bir özelliğe sahiptir. Bu özellikler, ruhun kendi duygusal özellikleridir; (konuşma, düşünme ve hareket etme gibi akılsal özellikler..) Bu özelliklerden, ruhun bir 'akıla' sahip olduğunu anlıyoruz.
-------
Ancak... Ruhlar, tek başına bu duygusal özelliklerini dışarı ortama (metafizik ve fiziksel boyuta) aktaramaz. 'Ruh' kavramı, elle dokunabilen ve gözle görülebilen bir nesne (varlık) değildir. Ruhlar, elle dokunulabilen ve gözle görülebilen bir varlık olmadığı için, kendi duygusal özelliklerini dışarıya (metafizik ve fiziksel ortama) aktaramazlar.

Bu durum, sadece fiziksel boyutta (dünyada ve evrende herhangi bir yerde) değil, metafizik boyutta (manevi boyutta, ahiret ortamında) da böyledir. Ruhlar, metafizik ortamda da, kendi duygusal (akılsal) özelliklerini, dışarı ortama aktaramazlar.

Bunun için hem metafizik hem de fiziksel ortama uygun olarak yaratılan (et ve kemik parçalarından oluşan) biyolojik robotlara ihtiyacı olacaktır. Yani... Örneğin bir insan bedenine.. Bir hayvan bedeni.. Bir uzaylı bedeni..
------
"Peki, beden (insan bedeni) ve ruh, nasıl yaratılmıştır?" Yaratıcı kavramına inandığımız için... 'İnsanın (ve ruhun) yaratılışı' tasvirini şöyle açıklayabiliriz;

"Yaratıcı Tanrı, ilk önce insan bedenini yarattı. Fakat bu insan bedeni henüz cansızdır. Hayat bulması lazımdır.  Canlanması gerekir. Tek başına bunu yapamaz. Çünkü, enerjisi yoktur. Temel prensip; (Enerjisiz canlı madde yoktur. Olmaz, olamaz..)

Öyleyse... Hayat bulabilmesi için de, yaratıcı Tanrı kendi ruhunu, insan bedenine üflemesi gerekir. Ve öyle de oldu. Böylece, insan bedeni canlanmış (hayat bulmuş) oldu.
------
Yaratıcı Tanrı'nın cansız insan bedenini canlandırmak (hayat bulmak) için, kendi ruhundan üflemesi, bize ruhun bir 'akıla' sahip olduğunu gösteriyor. "Bu sonuca nereden varıyoruz?" İnsan bedeni, ruh ile canlanınca, 'konuşmaya başlıyor, düşünüyor ve hareket ediyor.' (ruhun duygusal (akılsal) özellikleri)

"Bunları beyin mi yapıyor yoksa ruh mu?" (Tartışılır..)

Bizce.. "Bunları beyin (yani insan bedeni) yapsaydı, beynin öncelikli olarak doğal bir enerjiye ihtiyacı olmaz mıydı?" (Burası da tartışılır..)

Ancak.. Beyinde bir akıl olmadığını gösteren bazı örnekler vardır.. Örneğin beyinde 'akıl' olsaydı, psikiyatrik ilaçlar 'akıl hastalıklarını' tedavi etmez miydi? Tam tersine, psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor, onları yaratıyor. Beyne zarar veriyor; (Beyin hasarına sebep oluyor)..

Örneğin, beyin 'akıl hastalıklarını' kendi kendine düzeltmez miydi? Evet, aslında düzeltiyor.. (Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedaviler ile değil..) İlaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebiliyor.

Bunlar ne demek oluyor? Fark edebiliyor musunuz?

1) Eğer, akıl hastalıkları (daha doğrusu doğal psikolojik sorunlar), ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebiliyorsa...
2) Ve psikiyatrik ilaçlar başta olmak üzere, ECT vb gibi zararlı psikiyatrik tedavi yöntemleri beyne oldukça zararlar veriyorsa...
3) ve ruh' dediğimiz kavram, insan bedeni ölünce, bedenden ayrılıp, başka boyuta geçiyor ve insan bedeni de (fiziksel boyutta) çürümeye başlıyorsa...

Tüm bunlar, 'akıl' denen kavramın, aslında beyinde olmadığını, tam tersine insanın kendi ruhunda olduğunu bize göstermez mi? Öyle değil mi?
-----------
Olaya farklı açılardan bakalım.. Daha detaylı anlayalım..

"Beynin (ve bedenin) asıl görevi ne?" Beynin görevi, ruhun duygusal özelliklerinin dışarıya (metafizik ve fiziksel ortama) yansıtmaya yardımcı olmaktır. Beyin (beyin kimyası) ile ruh arasında özel bir bağlantı mevcuttur.

Ruh, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama aktarabilmesi için, beyni kullanır. Beyni kontrol eder. Beyin ile beden arasında sinirler bulunur. Bu sinirlerde, bedenin (konuşmasını, düşünmesini ve hareket etmesini) sağlayan, sinyaller (mesajlar, emirler, komutlar) bulunur. Saniyenin çok altında hızla hareket eden bu sinyaller ile beyin ve beden arasında iletişim sağlanır. Beyinden gönderilen bir mesaj ile beden (konuşur, düşünür ve hareket eder..)
--------
Beyin, bu mesajı kendi üretemez. (emir ve komut veremez.) Buna yetkisi yoktur. Çünkü, bunu yapabilmesi için bir 'enerjiye' ve bir de 'akıl' dediğimiz kavrama (varlığa) ihtiyacı vardır. Bu enerji ve akıl ise sadece ruhta bulunur. İnsan bedeni ile bütünleşik olarak yaratılan ruh, insan beynini kontrol eder.

Bu sayede, (beyin aracılığı ile), bedeni de kontrol etmiş olur. Beyni kontrole eden ruh, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama aktarabilmesi için, beyin sinirlerinde 'elektriksel sinyaller' üretir. Bu sinyaller de mesajlar (emirler, komutlar) bulunur. 

Örneğin... Ruh, 'konuşmak' istiyorsa, önce 'konuşma' mesajlarını içeren (emirler, komutlar) üretir.  Ve bunu beyin sinirlerine gönderir. (Bunu, saniyenin çok çok altında yapar..)

Beyin sinirleri, bu mesajları beden sinirlerine gönderir. İnsan kafası da bir beden olduğu için, bedendeki (kafadaki) sinirler, kafada bulunan ağız sinirlerine mesajı gönderir. Ağız sinirlerindeki mesaj, ağız çevresindeki kaslara gider ve kasların hareket etmesini sağlar. Muhtemelen 'konuşma' refleksi bu şekilde çalışır. Muhtemelen 'el, kol, ayak, bacak ve diğer vücut hareketleri' de bu şekilde çalışır.
-----------
Buradan, beynin (ve bedenin) asıl görevinin ne olduğunu anlayabiliyoruz. Yani.. Buradan insan bedeninin (ve beynin), sadece ruhun duygusal özelliklerini dışarı ortama (metafizik ve fiziksel boyuta) aktarabilmek için yaratılmış olan 'biyolojik bir robot' olduğunu anlayabiliyoruz..

Ruh, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama aktarabilmek için insan bedenini (ve beyni) kullanır. Yani.. Önce.. "Beyni kontrol eder.. Beyin de bedeni kontrol eder.." Ruh, beyni kontrol ederek, bedenin (konuşma, düşünme ve hareket etme) gibi özelliklere sahip olmasını sağlar. Bu özellikler, insan bedeninin duygusal özellikleri değil, ruhun duygusal özellikleridir.
-------
Ancak.. Ruh ile insan bedeni birbirleri ile bütünleşik olarak yaratıldıkları için, bu duygusal özelliklerin 'insan bedenine' (yani insana) ait olduğu varsayımına yol açmıştır. İşte yanlış olan şey bu...

Ruh ile insan bedeni birbirleri ile bütünleşik olarak yaratıldıkları için... 'Akıl ve akıl hastalıklarının' insan bedenin de (yani beyinde) olduğu varsayımı ortaya atılmıştır. Yanlış bir şekilde.. Bu da insanların sağlıklı beyinlerine hasar veren (beyin hasarına yol açan) psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedvailerin verilmesine neden olmuştur.
----
Doğal psikolojik sorunların ortaya çıkışı.. Ve doğal psikolojik sorunların, kalıcı akıl hastalıklarına dönüştürülmesi..

"Doğal psikolojik sorunlar nedir?" Doğal psikolojik sorunlar ile 'akıl hastalıkları' aynı kavramlar gibi gözükür. Ve öyle de kullanılır. Fakat... Doğal psikolojik sorunlar, 'kalıcı akıl hastalıklarından' çok daha farklı bir yapıya sahiptir.

Yukarıda ruhun kendi duygusal özellklerini, dışarı ortama aktarabilmesi için insan bedenini (ve beyni) kullandığını belirtmiştik.. Ruh ile beyin (beyin kimyası) arasında, özel bir iletişim ve bağlantı vardır. Beyin kimyasının bozulması, tek başına doğal psikolojik sorunlara sebep olmaz..

Şöyle ki... Ruhun, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama sağlıklı bir şekilde aktarabilmesi için...

1) İnsan bedeninin (özellikle de beyin kimyasının) sağlıklı olması gerekir.
2) Beyin kimyasından ayrı (ve farklı) olarak, ruhun 'duygusal' olarak sağlıklı olması da gerekir..

Yani...

a) Beyin kimyası bozulursa, ruh, duygusal özelliklerini sağlıklı bir şekilde dışarı ortama aktaramaz.. Bu kimyasal kaynaklı beyin hasarı ile gerçekleşir. Bu kimyasal kaynaklı beyin hasarı, 'kimyasal saldırılar' en kısa zamanda son bulduğunda kendi kendine ve/veya ilaçsız tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir düzeydedir. Fakat uzun süre devam ederse, bu kimyasal beyin hasarı kalıcı hale gelebilir. Ve zaten bunun, böyle olduğuna dair çok sayıda kanıt da bulunuyor. Ve bu şekilde, kalıcı hale gelen beyin hasarı nedeniyle, muhtemelen akıl hastalıkları da kalıcı hale geliyor.

Beyin kimyasının bozulması, dışarıdan beyne verilen bir takım kimyasallar ile olur; Örneğin psikiyatrik ilaçlar, ECT gibi beyni (ve beyin kimyasını) hedef alan zararlı psikiyatrik tedavi uygulamaları..  Yine beyin kimyasını hedef alan diğer güçlü kimyasallar; (kimyasal açıdan kuvvetli içecekler, gıdalar, gazlar vs vs..) Tüm bunlar, beyin kimyasını (beynin doğal kimyasını) bozan, 'kimyasal etkenlerdir'.. Beyin kimyası bu kimyasal etkenlerden dolayı bozulursa, ruh kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama sağlıklı bir şekilde aktaramaz.

b) Ruh, 'duygusal' olarak olumsuz etkilenirse de, ruh, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama sağlıklı bir şekilde aktaramaz.. Ruh, kimyasal kaynaklı 'beyin hasarı' nedeniyle de 'duygusal' olarak etkilenir. Ve bu nedenle, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama sağlıklı bir şekilde aktaramaz.

Ancak.. Kimyasal kaynaklı (beyin hasarı) olmayan durumlarda, ruhun kendi duygusal özelliklerini sağlıklı bir şekilde aktarılamamasına neden olabiliyor. Örneğin... Görme ve duyma (işitme) ile bir şeye tanık olursunuz ve ŞOK yaşadığınızda, bir travma yaşarsınız.. Bu durum, ruhun duygusal olarak olumsuz etkilenmesine neden olur. Beyin (ve beyin kimyası) sağlıklıdır ancak ruhun, olumsuz etkilenmesi nedeniyle... Ruh, kendi duygusal özelliklerini dışarı ortama aktaramaz..

İşte, ruhun duygusal özelliklerini aktaramama durumuna 'doğal psikolojik sorunlar' diyoruz.. Ruhun kendisinden kaynaklanan 'doğal psikolojik sorunlar', kimyasal kaynaklı beyin hasarından kaynaklanan 'akıl hastalıklarından' çok farklıdır.. Aynı gibi gözükür ama aslında farklıdır. Biri kimyasal diğeri doğal sorunlar.
--
Doğal psikolojik sorunları, psikiyatrik ilaçlar gibi kimyasallar ile düzeltmeye çalışırsanız, bu doğal psikolojik sorunları kalıcı hale getirirsiniz. (Doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesi..)

Kimyasal kaynaklı beyin hasarlarını da, eğer uzun süre devam ettirirseniz, kimyasal beyin hasarlarından kaynaklanan psikolojik sorunları da kalıcı hale getirirsiniz. (Kimyasal kaynaklı beyin hasarı ile oluşan psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi..)
----
Burada önemli olan şey, herhalde.. İnsan da var olan psikolojik sorunları hiç bir şekilde kimyasallar ile tedavi etmeye çalışmamaktır.

Psikiyatrik ilaçlar... Doğal psikolojik sorunları kalıcı hale getirir. Beyin hasarına sebep olur. ECT vb gibi diğer psikiyatrik tedavilerde zararlıdır. Onlar da kalıcı beyin hasarına sebep olur. Psikolojik sorunları kalıcı hale getirebilir. Hem psikiyatrik ilaçlar hem de ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler.. Vücutta çeşitli hastalıklara ve sakatlanmalara da sebep olur. Ölümlere de sebep olur. Ve oluyor da zaten..
--------
Bunlar benim görüşlerim.. Akıl hastalıkları, akıl kavramı, Psikiyatri, psikiyatrik ilaçlar, ilaç firmaları vb gibi konularla ilgili yaptığım araştırmalardan çıkardığım sonuçlar..

Komplo teorisi... Bunlar hakkında bilimsel çalışmalar olmadığı için, komplo teorisi olarak görülebilir.. Ancak.. Psikiyatrik ilaçların işe yaramadığı ve sağlıklı beyinlere zarar verdiği ve ölümlere de sebp olduğu da çok açık..

Psikiyatri, gerçekten bir insanlık suçu işliyor. Dünya çapında milyonlarca insan kendi evlerinde, psikiyatrik ilaçlardan dolayı sessizce kimyasal lobotomiye maruz kalıyor. Ancak kimse bunun farkında bile değil.. Sakat kalanlar, hastalıklara yakalananlar ve hatta sessizce ölenler..

Deyim yerindeyse eğer.. Yaralandıkları ve öldükleri ile ortada kaldılar. Tek başlarına kaldılar. Kimse onlara sahip çıkmadı. Ve bu halen bile devam ediyor. Dünyanın gözü önünde.. İşte durum bu.. Yazık, gerçekten.. (....)" (178)

        23) - "Makalede yazılanlar doğru. Bence... Bu etkiler (özellikle de eyin hasarı), sadece uzun vadede değil, (bazen) kısa vadede de olabilir. Bünyesi zayıf olanlar için geçerli olabilir. Bünyesi kuvvetli olanlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz.  Ancak bu herkes için geçerli olmayabilir.

Muhtemelen, tahminimce.. Psikiyatrik ilaçların tamamı 'kimyasal kaynaklı beyin hasarına' sebep olur. Ve muhtemelen bu beyin hasarıyla bağlantılı 'kalıcı akıl hastalıklarına' sebep olur. Çünkü.. Tüm psikiyatrik ilaçlar, direkt beyni (beyin kimyasını) hedef alacak şekilde üretilir. Kaçış ve kurtuluş yok. Beyin kimyasını değiştimek için tasarlanırlar. Akıl hastalıklarının, beyindeki 'kimyasal dengesizlikten' kaynaklandığını düşünürler. Ve beyin kimyasını değiştirerek, sözde 'akıl hastalıklarını' tedavi edeceklerini varsayarlar. 

Yani.. Beyinde olmayan bir şeyi (akıl hastalıklarını), düzelteceklerini hayalini kurarak, bu zehirli psikiyatrik ilaçları üretirler. Ancak.. Tam tersine, bu psikiyatrik ilaçlar akıl hastalıklarını tedavi etmiyor. Onları (akıl hastalıklarını) yaratıyor. Doğal psikolojik sorunları, kalıcı hale gelmesine neden oluyor. Muhtemelen, bunu 'kimyasal kaynaklı beyin hasarı' ile yapıyor gibi görülüyor.
------
Kişisel olarak yaptığım araştırmalardan öğrendiğim ve öngördüğüm şeyler..

Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın, (kendi evlerinde) bir çeşit 'kimyasal lobotomiye' maruz kaldıklarını tahmin ediyorum. Milyonlarca evde, sessiz sedasız bir şekilde 'kimyasal lobotomi' gerçekleşiyor gibi görülüyor. Ama kimse bunun farkında değil. Büyük olasılıkla.. Muhtemelen.. Psikiyatri ve ilaç firmaları, bu gerçeğin farkında. Biliyorlar.

Kimyasal lobotomi, frontal lobotominin kimyasal versiyonudur. Kalıcı beyin hasarına sebep olur. Muhtemelen bununla bağlantılı kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur. (Doğal psikolojik sorunların, kalıcı hale gelmesi..)

Psikiyatrik ilaç kaynaklı 'kimyasal kalıcı beyin hasarı' muhtemelen, uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra) gerçekleşen bir durum. Ancak bu 'kimyasal beyin hasarının' belirtileri, psikiyatrik ilaçların ilk kullanılmaya başladıktan sonra da başlıyor gibi görülüyor.

Psikiyatrik ilaçlar, beyin (beyin kimyası) için çok zehirli toksik maddeler içerir. (Bu nedenle.. Hiç bir psikiyatrik ilaç güvenli değildir. Güvenlidir diyen yalancının tekidir.)

Psikiyatrik ilaçlar, direkt olarak beyni (beyin kimyasını) hedef alarak üretildiği için, beynin kimyasını bu zehirli toksik kimyasal maddelerle doldurmaya başlar. Ve beyin kimyasını istila ederek olumsuz yönde değiştirir ve bozar; (beyin kimyasını bozmaya başlar.)

Bu durum, aslında kimyasal kaynaklı beyin hasarının en önemli belirleyicisidir. Bir başlangıç da olabilir. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal saldırılar devam ederse, muhtemelen bu 'kimyasal beyin hasarı' kalıcı hale gelecektir.

Aslında muhtemelen.. Psikiyatrik ilaçların kısa /uzun vadelerde ortaya çıkardığı zihinsel ve fiziksel sorunlar, kimyasal beyin hasarının gerçekleşmeye başladığının bir göstergesi olabilir. İşte bu belirtiler... Bir çeşit kimyasal lobotomidir.. Muhtemelen.. Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın, bu şekilde bir çeşit kimyasal lobotomiye maruz kalmış olabileceğini tahmin ediyorum.

Kimyasal kaynaklı beyin hasarı (kimyasal lobotomi), (MR, röntgen, ultrason, kan, dna vb gibi) bir takım tıbbi test araçları ile tespit edilemiyor. Eğer bu kimyasal beyin hasarı, fiziksel olarak belirgenleşmişse, tıbbi test araçları ile bu tespit edilebilir.

Ancak yine de.. Tespit edilemeyen kimyasal beyin hasarı, ortaya çıkan zihinsel ve fiziksel sağlık sorunları yoluyla tespit edilebilir yada tahmin edilebilir. Dürüst psikiyatristlerin, diğer doktorların, araştırmacıların, gazetecilerin, yazarların, politikacıların ve diğer bağımsız araştırmacıların üzerinde durması gereken bir konudur.
-------
Psikiyatri ve ilaç sektörleri, onlarca yıldır 'akıl hastalıklarının, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklandığını' ileri sürdüler. Psikiyatrik ilaçları, bu teori ile rahat bir şekilde reçete ettiler.

Ne zaman, psikiyatrik ilaçlar, insanların sağlıklı beynine hasar (beyin hasarı) vermeye başladı. O zamandan beri, savundukları 'beyindeki kimyasal dengesizlik' teorisini red etmeye başladılar. Yani.. İnkar etmeye başladılar. Beyindeki 'kimyasal dengesizlik' teorisini saçma olarak görmeye başladılar.

Psikiyatrik ilaçlar, insanların sağlıklı beyinlerine çok ciddi zararlar veriyordu. Yani.. Genellikle uzun vadede.. Sağlıklı beyinlerde hasara  (beyin hasarına) sebep oluyordu. Doğal psikolojik sorunları kalıcı hale getiriyordu. Bu nededen dolayı da bu teoriyi inkar etmeye başladılar.

Ve psikiyatrik ilaçlar ayrıca insan vücuduna da çok ciddi zararlar veriyordu. Çeşitli hastalıklara ve ölümlere de sebep oluyordu.

Psikiyatri ve ilaç sektörleri, psikiyatrik ilaçların insanlara verdikleri zararların hepsini gayet çok iyi biliyor. Ancak yine de (beyindeki kimyasal dengesizliği inkar ettikleri gibi) inkar ediyorlar.

Çünkü... Başlarına geleceklerini çok iyi biliyorlar. Milyonlarca insanın açmış olacakları 'milyarlarca dolarlık tazminat davaları' ile karşı karşıya kalabileceklerini biliyorlar. Psikiyatri ve ilaç sektörlerinin sonu demektir bu gerçeklerin İTİRAF edilmesi.
--------
Benim görüşüme göre.. Yapılması gerekenler.. Psikiyatri sektörü, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır. Psikiyatri sektörü, bir 'tıp alanı' değildir. İnsanlara zarar veren bir sektör, nasıl 'bir tıp' olarak görülebilir? Psikiyatri sektörü, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak, para kazanan bir sektördür.

Psikiyatrinin, tıp camiası içerisinde olması, tıp camiası açısından UTANÇ VERİCİ bir durumdur. Psikiyatri, muhtemelen dünya genelinde milyonlarca insana iyatrojenik zarar vermiştir. Ve ölümlerine sebep olmuştur. Psikiyatrinin tıp camiasında kalması, (psikiyatrinin işlemiş olduğu) bu insanlık suçlarına ortak olmak demektir. Devletler (yönetimler) de öyle..

Kanımca.. Akıl sağlığı sektörü, psikiyatri (ve ilaç) sektörlerinin elinden kurtarılmalıdır. Akıl sağlığı sektörü kurtarılırsa, dünyada bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanan milyonlarca insanın da hayatı da kurtarılmış olacaktır.

Akıl sağlığı paradigması değişmelidir. Akıl ve ruh sağlığı bakanlıkları kurulmalıdır. Psikiyatristler ve psikologlar, 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdırlar..

Psikiyatrik ilaçlar, yasaklanmalıdır. İlaçsız tedavi yöntemleri devreye girmelidir. Norveç örneği ve Storia evleri gibi örnekler artırılmalıdır. Ve aklıma gelmeyen çok sayıda akıl sağlığı ile ilgili değişimler.. Konunun uzmanları değerlendirmeli.
------------
NOT: 'Amerika'da Deli' sitesinde, diğer sayfalarda da sürekli vurguladığım yorumsal düşünceler genelde hep aynıdır. Çünkü, bunları biliyorum. Farkındayım. Araştırmalarımdan biliyorum. Kardeşimden biliyorum. Çocukluğundan beri psikiyatrik ilaç kullandığından dolayı, tanımlayamadığımız (tespit edemediğimiz) kimyasal beyin hasarı yaşıyor. Bundan kaynaklı psikolojik sorunları kalıcı hale geldi. 

Bunların nedenini daha önce bilmiyordum. Psikiyatrik ilaçların buna sebep olacağını bilmiyordum. Araştırınca öğrenmeye başladım. Asıl sebebin psikiyatrik ilaçlar olduğunun farkına vardım. Aslında tek sebep psikiyatrik ilaçlar değildi. Devletlerin kirlenmiş sağlık sistemleri de buna sebep oluyordu.

Özellikle de akıl sağlığı sistemi bozuk olduğunda... Psikiyatri ve ilaç sektörü, akıl sağlığı sektörünün bozuk olmasından milyarlarca dolar gelir elde ediyor. Olan, psikiyatrik ilaçları kullanan insanlara oluyor. Beyinleri hasara uğruyor. Çeşitli hastalıklara yakalanıyorlar ve ölüyorlar.

Devletler, psikolojik sorunlar yaşayan insanlara başka alternatifler vermiyor. İnsanları, psikiyatri ve ilaç sektörünün tuzağına itiyor. Bu nedenden dolayı, insanlar çaresizlikten dolayı psikiyatriye başvuruyor. Ve sağlıklı beyinlerini hasara uğratan zehirli psikiyatrik ilaçları kullanmak zorunda kalıyorlar.
Ve devletler, muhtemelen bu gerçekleri biliyor.

Ve psikiyatristler de bu gerçeği biliyorlar. Bu nedenle, manevi olarak psikiyatistleri hiçbir zaman affetmeyeceğim.  (Özellikle zararlarını bildikleri halde (halen bile) psikiyatrik ilaç reçete eden psikiyatristleri affettmek mümkün değil. Tabii ki.. Dürüst psikiyatristler hariç..  Psikiyatrik ilaçların zararlarını ortaya çıkartan psikiyatristler.. Zararlarını bildikleri için hastalarına psikiyatrik ilaç reçete etmeyen psikiyatristler..) Buna izin veren devletleri de manevi olarak affetmeyeceğim. Kokuşmuş sağlık sistemlerini de.. 

Umarım dünya genelinde dürüst psikiyatristlerin, diğer doktorların, gazetecilerin, yazarların, politikacıların ve diğer bağımsız araştırmacıların sayıları artar da, bu kokuşmuş sağlık akıl sağlığı sistemlerinde değişim rüzgarları esmeye başlar. Diye umuyorum.. (....)" (179)

         24) - "Yapay zekanın 'ruh sağlığına' el atması 'gelecekte nasıl şekillenir' bilmiyorum.  Ancak... Muhtemelen... Zararlı ve öldürücü olduğu ortaya çıkan psikiyatrik ilaçlardan (ve psikiyatri ve ilaç sektörlerinden) daha kötü bir seviyede olmayabilir diye tahmin ediyorum. Ancak yine de temkinli davranmak gerekir. 'Giden, geleni aratır!' diye bir deyim vardır. Bununla karşılaşmamak için temkinli olmak gerekir.

Kanımca.. Akıl sağlığı sistemi, 'doğa, gezi, iş, sağlık' vb gibi davranış terapilerinden oluşmalıdır. Davranış terapileri, kişilerin 'yaşam biçimlerine ve kişiliklerine' göre farklılıklar gösterebilir. Ancak burada değişmeyen tek hikaye, akıl sağlığının davranış terapileri ile düzelebileceği inancının olmasıdır. Her zaman dediğimiz gibi.... Buna en güzel örnekler 'Norveç ve Storia evleri' gibi örneklerdir, diyebiliriz..

'Yapay zeka' odaklı ruh sağlığı sistemi, ruh sağlığı sistemine yardımcı olabilir.  En azından öldürücü olan 'zehirli psikiyatrik ilaç ve zararlı psikiyatri tedavi' odaklı ruh sağlığı sisteminden daha iyi olabilir.

Tabii ki temkinli olmak gerekir. Yapay zekanın 'ruh sağlığı sistemine' çok önemli katkı sağlayabilmesi için, daha çok gelişmesi ve geliştirilmesi gerekir. Yapay zeka şimdilik galiba biraz 'aptal yapay zeka' rolünü oynuyor gibi görülüyor.

Ben, kendi blogumda (yapay zekanın ilk çıktığında), özellikle de Google'nin yapay zekasına 'aptal yapay zeka' dediğimde kıyamet kopmuştu. Çünkü, herşeyi yanlış yorumluyordu. Ve aslında halen bile çoğu şeyi yanlış yorumluyor.

Günümüz de yapay zekanın geliştiği söyleniyor. Ama hayır.. Yapay zeka gelişmiş falan değil. Halen bile günümüzde soruları tam doğru cevaplayamıyor.
Çok tehlikeli bir şekilde yanlış yorumluyor. Yapay zekanın bu yanlış yorumlaması, özellikle de çocuk ve gençler için bir tehlike oluşturabilir mi? Burası tartışılır.

Akıl sağlığı paradigmasında, yapay zeka yer almalı mı? Bence almalı ama dediğmiz gibi temkinli yaklaşmalıyız. Yapay zeka odakli akıl sağlığı sisteminde, yapay zeka da insanlara zehirli psikiyatrik ilaçları tavsiye ederse... Bu yapay zekanın, birileri tarafından kontrol edildiğini anlamış oluruz. Sonuçta yapay zeka 'aptal' rolünü oynasa da, ileride her insan için ölümcül sonuçlar doğurabilir.. Yapay zekanın aptal rolü oynaması,biraz da onu kontrol eden insan zekasında saklı galiba.. (...)"
 (180)

         25) - "Bu hayat hikayesinden anladığım şey.. Aslında herkesin yaşamış olduğu bir durumdur. Ortak nokta; 

1)  Çevresel şartlardan dolayı yaşanan ruhsal problemler.. (Doğal pskolojik (ruhsal) sorunlar..)
2)  İnsanların, çaresizlikten psikiyatri ve ilaç sektörüne yönelmesi.. (tuzağa düşmesi)
3)  Psikiyatri ve ilaç sektörünün, bunu fırsata (paraya) çevirmesi..

Yani.. Bu doğal ruhsal sorunlar, psikiyatrik ilaçlarla daha da kötü hale getirilerek, insanlar'ilaç tuzağının' içine düşmeleri sağlanıyor. Başka alternatifler olmayınca, çaresizlik (insanlara) herşeyi yaptırıyor.

Psikiyatri ve ilaç sektörleri de, insanların bu çaresizliğini paraya çeviriyor. İnsanları, ilaç tuzağının içine çekiyorlar. Devletler (sağlık sistemleri) de, buna sessiz kalınca (onay verince), herşey yoluna girmiş oluyor.

Tabii ki.. Bunda en çok zarar gören de, yine çaresiz olan 'insanlar ve aileleri' oluyor. Psikiyatri (psikiyatrik ilaçlar), aile hayatını da parçalayan bir özelliğe sahip. Aileler parçalanınca, doğal olarak 'toplumun ale yapısı' da bozuluyor. Toplum bozuluyor.. Toplum bozulunca.. Toplum da, şiddet, cinayet ve intiharlar artıyor.. Suç oranları artıyor..

Yani.. Psikiyatri sektörü, (özellikle de psikiyatrik ilaçlar ile), toplumdaki suç oranlarını artıyor gibi görülüyor. Muhtemelen.. Silsile yolu ile.. Bir aile de, psikiyatrik ilaç kullanan bir birey varsa, bu diğer aile bireylerini de etkiyebiliyor. Etkilenen aile bireyleri de, diğer çevredeki aile bireylerini etkiliyor. Bu şekilde silsile yolu ile, toplumun aile yapısı bozuluyor. Hepsi olmasa da, genelde böyle gibi gözüküyor.
----------
İnsan, düşünemeden edemiyor.. "Psikiyatri sektörü (ve Psikiyatrik ilaçlar), dünya genelinde kaç milyon ailenin parçalanmasına sebep oldu?"

Psikiyatri sektörü (ve psikiyatrik ilaçlar), bu açıdan bakıldığında, ayrıca 'biyolojik bir silah' olarak da görülebilir. Muhtemelen.. Psikiyatri sektörü, İnsanların akıl sağlığını düzeltmek için değil.. Toplumların aile yapısını bozmak amacı ile de tıp camiasına alınmış gibi görülüyor.. Ne acı ve trajikomik bir durum.. Öyle değil mi? (...)" 
(181)

          26) - "Merhaba. Haklısınız.. Bu fikirler de mantıklı. Siz, moleküllerden, dna ve hücrelerden vb falan bahsedince.. Aklıma şu geldi.. :) Şu soruya bilim insanlarının cevap vermesi gerekir;

Ruh kavramını çıkardığımız da, canlı bedeni ile bedenin içindeki diğer canlı varlıklar (hücreler, dna'lar vb), yaşamaya devam eder mi? Bilimsel deneyler (ve bilimsel veriler) ne kadar gerçekçi bilemiyorum ama bir süre sonra bunlardaki enerjiler yok olacaktır. Belki de oluyor da, bilemiyoruz. Bilim dünyası, insanlıktan çok şey saklıyor.

Örneğin.. Muhtemelen.. Sadece kendilerinin bilinmesini istedikleri şeyleri, kamuoyuna (medyaya) sunuyorlar. Bilinmesini istemedikleri şeyleri (bilimsel deney sonuçlarını, bilimsel verileri vs) ise kamuoyuna sunmuyorlar. Bu açılardan baktığımızda.. Bilim dünyasındaki (özellikle de tıp dünyasındaki) bilimsel deneylere ve diğer bilimsel verilere ne kadar güvenilir? Artık bilemiyorum..

Bilim dünyası, özellikle de 'insan sağlığı' açısından gerçekçi olsaydı, bugün insanlığa çok zarar veren psikiyatriyi onaylamazdı. İnsanlara zarar veren hatta öldüren psikiyatrik ilaçların kullanılmasına ve piyasada kalmasına onay vermezlerdi.. Neyse..  Anlaşılan bu tartışma uzayıp gidecek gibi görülüyor. :) (....)" 
(182)

          27) - "Kedi ve köpeklere (hayvanlara) psikiyatrik ilaçlar verilmesi.. :( Zebra balıkları ile ilgili bir araştırma yapılmış. Zebra balıklarına, psikiyatrik ilaçlar verilmiş. Psikiyatrik ilaç verilen zebra balıkları yavrulamış. Yavru zebra balıklarında, psikolojik sendromlar oluşmuş.

"Ebeveynlerin antidepresanlara maruz kalmasının yavrular üzerinde kalıcı etkileri var mı? Zebra balığıyla ilgili bir vaka çalışması" (183-1)

"...benzodiazepinler nörobilişsel değişikliklere yol açabilir ve zebra balığında antidepresanlara erken maruz kalma, yavruların üç neslinde görülebilir."
 (183-2)
------
Yani, psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasalları 'genetik (kalıtsal)' olarak, yavrulara geçiyor. Olasılıkla, muhtemelen.. Zebra balıklarında (tanımlanamayan) bir kimyasal beyin hasarı oluştu. Ve bu beyin hasarı nesilden nesile yavrulara da aktarılan bir etki olmuş gibi görülüyor.

Yani..Muhtemelen.. İnsanlarda da durum böyle olabilir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını nesilden nesile aktarabilen 'biyolojik bir silaha' dönüşmüş durumda.. Bu biyolojik silah, psikiyatri ve ilaç sektörünün kazanç kapısı olmuş durumda. (Mümkünmüdür? Belki..)

Muhtemelen.. İnsanların sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratarak para kazanıyorlar. Toplumların aile yapısını bozarak da para kazanıyorlar. Toplumlarda artan 'akıl hastalıklarının' asıl nedeni de bu olabilir mi? Belki.. Muhtemelen..
----
Köpeklere (ve kedilere) gizli gizli psikiyatrik ilaçlar veriliyor mudur?  Bilemiyoruz.. Ama yasal bir şekilde verildiğini medyada okuyunca.. Adeta şok oluyoruz..

Anlaşılan, muhtemelen.. Psikiyatri (ve ilaç) sektörü, sadece insanlarda değil, hayvanlarda da 'akıl hastalıklarını' kalıcı hale getirmek için uğraşıyor. Yani.. Doğal psikolojik sorunları, kalıcı hale dönüştürmek ve nesilden nesile aktarmak için uğraşıyor gibi görülüyor.. Bunların hepsini, akıl sağlığı tedavisi adı altında yapıyorlar. Yani, hepsi YASAL..

Psikiyatrik ilaçlar sayesinde... YASAL bir şekilde 'akıl hastalıklarına' sahip oluyoruz! :( YASAL bir şekilde 'beyin hasarına' sahip oluyoruz! :( YASAL bir şekilde sakat kalıyoruz (yaralanıyoruz) ve öldürülüyoruz! :( Ne trajikomik ve üzücü bir durum.. Kötü bir eşek şakası gibi..
------
Muhtemelen.. Psikiyatrinin anlamadığı şey;

1)  Akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğuna inanıyorlar. (Ruhta olduğuna inanmıyorlar.)  Tıp dünyası, toplum ve devletler de, bu duruma sessiz kalınca.. Bu nedenle rahat bir şekilde zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmeye devam ediyorlar.

2)  Psikiyatrik ilaçların 'işe yaradığına ve zarar vermediğine' inanıyorlar. Yani... Psikiyatrik ilaçların 'işe yaramadığına ve zarar verdiğine' inanmıyorlar. Ancak.. İnsanlar psikiyatrik ilaçlardan zarar görüyor, sakat kalıyor (yaralanıyor) ve ölüyor. Tıp dünyası, toplum ve devletler, bu duruma sessiz kalınca.. Bu nedenle rahat bir şekilde zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmeye devam ediyorlar. Maalesef, ne yazık ki.. (...)" 
(183)

          28) - "Antideprasanlar (psikiyatrik ilaçlar) 'Diyabete, Tardif Diskineziye (TD)' ve şu an aklımıza gelmeyen pek çok fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarına neden olur. Muhtemelen.. Tüm bu sağlık sorunları, insanların tanımlanamayan (tespit edilemeyen) 'kimyasal beyin hasarına'da sahip olduklarını (/olabileceklerini) bize gösterebilir.

Ayrıca... 'Diyabet, TD' ile birlikte diğer oluşan fiziksel ve zihinsel sağlık sorunları... Psikiyatrik ilaçların, insanların 'DNA ve hücre yapılarına' zarar vermiş olabileceğine dair bize güzel ve anlamlı bir fikir de verir.
--------------
Psikiyatrik ilaçlar, muhtemelen insanların 'DNA ve hücre yapılarına' zarar veriyor. Ve bunun sonucunda da 'diyabet, TD' gibi fiziksel sağlık sorunları ortaya çıkıyor. Ayrıca 'beyin kimyasına'da hasar (beyin hasarı) veriyor. Ve muhtemelen bu 'beyin kimyası hasarı' nedeniyle, 'zihinsel sağlık sorunlarına' da yol açıyor gibi görülüyor. (Var olmayan doğal psikolojik sorunların ortaya çıkması;  varolan psikolojik sorunların kötüleşmesi; tüm doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesi..)
------------
Yüz şekillerinde belirgin değişimler..

1)  Tardif Diskinizi de oluşan yüz değişiklikleri zaten biliniyordu.. Bu (TD) bir çeşit, 'yüz felci' gibi bir şey.. Psikiyatrik ilaçlarla birlikte bazı nörolojik ilaçların da buna sebep olduğu söyleniyor. Ancak nedense psikiyatrik ilaç kullanan insanların TD'ye yakalanması, başka sebeplerin üzerine atılıyor gibi görülüyor. Genellikle hastaları suçluyorlar. 'Düzensiz ilaç kullandın, o yüzden oldu!' Yada.. 'Senin bünyen buna yatkın! / Bu kalıtsal, ailende varsa sende de olabilir! / Başka nedenlerden dolayı olabilir!'

Yani demek istiyorlar ki; 'Suç sende! Psikiyatrik ilaçlar masum! Hem sana kim dedi ki 'DELİ ol, psikiyatrik ilaç kullan!' diye?!'

2) Psikiyatrik ilaçlardan dolayı oluşan 'diyabet, TD' gibi fiziksel sağlık sorunlarında, insanların 'yüz' şekillerinde belirgin değişiklikler oluştuğunu görebiliyoruz.

Örneğin.. Psikiyatrik ilaçlardan dolayı 'diyabete' yakalanan hastaların (hepsi olmasa da çoğunun), 'ay yüzlü' dediğimiz bir 'yüz şekline'de sahip olduğunu fark ediyoruz. Psikiyatrik ilaçların insanlar da yol açmış olduğu 'yüz şekil değişiklikleri' genellikle oldukça belirgindir. Ve bu 'diyabetin' önemli işareti olabilir.

3) Ayrıca çok az kimsenin bildiği bir durumda söz konusu... Muhtemelen.. Psikiyatrik ilaç kullanan bazı insanlarda 'down sendrom' tipine benzer yüz şekillerinin olduğunu fark ediyoruz. (Bu benim fark ettiğim şey..) Psikiyatrik ilaçların, 'down sendromlu bebeklerin doğmasına neden olduğuna' dair bilgiler okumuştum.

Ancak bunun dışında... Psikiyatrik ilaçların özellikle de uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) kullanımı sonrasında, bazı insanlarda giderek belirgenleşen bir 'down sendrom' tipine benzer yüz şekillerinin oluştuğunu fark etmiştim. (Özellikle de hastanelerin psikiyatri polikliniklerine gelen bazı hastalarda gördüğüm özellikler.. 

Muhtemelen... Bu özellikler akıl hastanelerinde, psikiyatri hastanelerinde, zihinsel engelli bakım evleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezlerinde de olabilir. Sizler de gözlemleyebilirsiniz. Polikliniklere (yani muayenelere) gelen hastaları gözlemleyin. Yüz hatlarında belirgin değişiklikleri görebilirsiniz. Araştırılması gerekir..)

Bu durum muhtemelen, diyabete yakalanan insanların 'ay yüzlü' şekline benzerlik gösterdiği için, diyabet ile karıştırılıyor olunabilir. Ben, bunun çok farklı olduğunu /olabileceğini tahmin ediyorum. 'Down Sendrom' tipine ait yüz şekline sahip insanların, 'ay yüzlü' tipine sahip insanların durumundan daha kötü olabilir..

Bunun nedenini, muhtemelen..  Uzun dönemde (aylarca ve /veya yıllarca) kullanılan psikiyatrik ilaçların, hastaların 'DNA ve hücre yapılarına, kimyasal' olarak zarar (hasar) vermesi olabilir. Tahminime göre, psikiyatrik ilaçlar insanların 'DNA yapılarına ve hücrelerine' de ciddi zararlar veriyor gibi görülüyor.

Tabii ki, bununla ilgili literatürde bilimsel veriler ve araştırmalar var mı bilmiyorum. (Bunun ispat edilmesi biraz zor olabilir..) Kimyasal beyin hasarının tespit edilmesi nasıl zorsa, DNA ve hücre yapılarının psikiyatrik ilaçlardan dolayı zarar gördüğünü ispat etmek de oldukça zor olabilir.. Bunun için herhalde dürüst psikiyatristlere, diğer doktorlara, gazetecilere, yazarlara, politikacılara ve diğer araştırmacılara vb ihtiyaç olacaktır.

Muhtemelen.. Psikiyatri ve ilaç sektörleri, aslında bu gerçekleri biliyor ve farkında.. Psikiyatrik ilaca başlayan insanların, ilaca başladığı andan itibaren her türlü sağlık taramalarının yapılması ve kayıt altına alınması gerekiyor. 

Aslında bu yapılıyor. Ancak farklı bir şekilde yapılıyor.. Psikiyatri ve ilaç sektörünün 'kendilerine zarar vermeyecek' şekilde, bunları işlediklerini görüyoruz.
Bazı gerçekleri (örneğin psikiyatrik ilaçların olası zararlarını) işlemiyorlar. Tamamen 'aldatıcı ve yanıltıcı verileri' işliyorlar gibi görülüyor. Aslında bu durum genel tıp dünyası için de geçerli. Tıp dünyasında, tıbbi hataları 'örtpas etme' geleneği inanılmaz derece de hakim.

Ve... Aslında ne psikiyatri ne de tıp dünyası, 'akıl ve akıl hastalıkları' konusunda yeterince ciddi bilgilere sahip değiller. Yaptıkları şey muhtemelen... Yani 'bilimsel veri' diye sundukları argümanların neredeyse tamamı 'deneyim ve gözlemlerinden' oluşan 'hayali kurgusal' verilerdir. Bunların hiçbiri, gerçek 'akıl ve akıl hastalıkları' ile ilgili ciddi veriler değil. DSM ve DSÖ'deki 'akıl hastalıkları tanı ve teşhis koyma kriterleri' nasıl 'hayali' olarak üretildi ise, bu verilerde hayali olarak üretilen verilerdir, diyebiliriz. Öyle değil mi? (...)" 
(184)

          29) - " "Artık doktorlar değil, büyük ilaç şirketleri sorumlu. İlaçlarını pazarlıyorlar çünkü para orada ve kimin zarar göreceğini umursamıyorlar." - Bu tür hikayeler, dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın yaşamış olduğu hikayelerdir. Bundan emin olabilirsiniz.

Bizler de buna benzer bir hikayeye sahibiz. Örneğin... Kardeşim de çoçukluğundan beri psikiyatrik ilaç kullanıyor. Ve halen de kullanıyor. Şimdi bakımevinde. Kimyasal beyin hasarı nedeniyle 'akıl sağlığı' daha da bozuldu. Artık geri döndürülemez bir şekilde.. Onun bu hale gelmesinin nedeni, psikiyatrik ilaçlardı.

Bunun sorumluları ise... Psikiyatrik ilaçları ona reçete eden psikiyatristler... Psikiyatri ve ilaç sektörleri... Akıl sağlığı sistemlerini psikopat psikiyatri ve ilaç sektörlerine teslim eden, Devletlerin (ve hükümetlerin) sorumsuzluğudu..

Eminim ki.. Dünya çapında, tıpkı kardeşim gibi aynı durumda olan milyonlarca masum insan var. 
-Bu milyonlarca insanın, psikiyatrik ilaçlarla (ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerle) kalıcı beyin hasarına uğratıldığını bir düşünün.
-Akıl sağlıklarının, kalıcı olarak bozulduğunu (doğal psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesini) bir düşünün.. Ve ayrıca..  
-Hem fiziksel hem de zihinsel olarak sakat kaldıklarını ve hatta öldürüldüklerini de bir düşünün..

"Psikiyatrik ilaçlardan (ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden dolayı ölen ve) toprağa gömülen kaç milyon insan var?"

Muhtemelen dünyanın dört bir yanındaki akıl sağlığı sistemleri hep aynı. Akıl sağlığı sistemleri, akıl sağlığı sorunları yaşayan insanları 'hemen ilaçlamak' için programlanmış gibiydi. Devletler, zehirli psikiyatrik ilaçlarla insanları ilaçlayarak, onların akıl sağlıklarını daha da kötü hale getiriyordu.

Muhtemelen.. Buradaki temel amaç, akıl sağlığı kötü hale getirilen insanların, psikiyatrik ilaçları hergün almasını sağlamak gibi görülüyor. Bu şekilde.. Akıl sağlığı sisteminden milyonlarca dolar kazanç sağlayan psikiyatri ve ilaç sektörlerinin mali kazançları da garanti altına alınmış oluyordu.

"Psikiyatri ve ilaç sektörleri, beyinleri sağlıklı olan insanların beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak, her yıl milyonlarca (/milyarlarca) dolar kazanıyor." Görünen köy, kılavuz istemez! Devletler de (sağlık sistemleri de), bu pastadan kazanç elde ediyor. (Muhtemelen)

"İnsanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak para kazanan akıl sağlığı sistemleri (devletler), psikiyatri ve ilaç sektörleri.." - Ne trajikomik ve korkunç verici bir durum.

"Hangi politikacılar, psikiyatrik ilaçlarla (ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerle) insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak mali kazanç elde ediyor?"

Psikiyatrik ilaç sektörlerinin, ABD seçimlerindeki politikacıların seçim kampanyalarına milyonlarca dolar yardım yaptıklarını duymuştum. (Doğru mu, bilmiyorum) Eğer doğruysa.. ABD politikacıları, artık ilaç sektörlerinden (özellikle de seçim kampanyaları için) mali yardım almayı bırakmaları gerekiyor. 

İlaç sektörlerinin politikacılara ve seçim kampanyalarına mali yardım yapmaları YASAKLANMALI. Akıl sağlığı sistemleri, psikiyatri ve ilaç sektörlerinin elinden kurtarılmalı artık. Daha ne kadar insan, psikiyatriden zarar görecek? (...)" (185)

          30) - " "Harding: Daha önce de söylediğim gibi, Chicago ve Vermont çalışmalarında tamamen ve en önemli ölçüde iyileşen kişilerin hepsi ilaç kullanmıyordu. Burada öğrenilecek bir ders yok mu?" - Başka söze gerek yok. Psikiyatrik ilaçsız, insanlar daha iyi olabilir.. Psikiyatrik ilaçlar = Zehirdir

İlk başlarda kullanılan ve işe yaradığı söylenilen Klorpromazin (Torazin), muhtemelen beyni uyuşturarak (yani beyin hasarına uğratarak) bunu yapıyordu. Muhtemelen o dönemin psikiyatristleri, bu ilacın 'akıl sağlığına iyi geldiği' gibi yanlış ve aldatıcı bir inanışına sahip olmasını sağlamış gibi görülüyordu. Bunun böyle olduğuna dair, psikiyatrik ilaçların zararlarının ve aslında işe yaramadığının ortaya çıkmasından anlaşılabiliyor.

İlaçsız tedavi yöntemleri başarılı geçmiş gibi görülüyor.  Ve bundan psikiyatristlerin de pek hoşlanmadığı açık gibi..  Toplum ruh sağlığı doktorları da buna dahil.  Çünkü, onlar da neredeyse psikiyatrik ilaçlara tapar hale gelmişler.. :) Psiyatri için para çok tatlıdır.. Psikiyatristlerin Harding'a öfke duymaları da bu yüzden olamlı herhalde..

"Şizofreniden Kurtulma: Kanıtlar, Tarih ve Umut (Recovery from Schizophrenia: Evidence, History, and Hope)" kitabını Psikiyatristler ve Politikacılar okusun ve biraz kendilerine çekidüzen versinler.  Dürüst olsunlar. Artık insanların sağlıklı beyinleri ile oynamasınlar.

Psikiyatrik ilaçların işe yaramadığına hatta zarar verdiğine, ve insanların ölümlerine sebep olduğuna... Ve ilaçsız tedavi yöntemleri ile akıl sağlığının tedavi edilebildiğine dair Everest tepesi kadar kanıt olmasına rağmen... Halen bile psikiyatrik ilaçları göklere çıkartan bir akıl sağlığı zihniyetinin olması ne kadar mantıklı?

Aslında asıl 'deli' kavramına sahip insanların, gerçekte akıl sağlığını yöneten psikiyatri ve ilaç seköründe çalışanların ve buna izin veren politikacıların olduğunu anlayabiliyoruz..

"Akıl sağlığını (deliliği) tedavi etmeye çalışan, lisanslı deliler; (psikiyatristler).."

Neden?

1)  'Akıl ve akıl hastalıkları' beyinde olmamasına rağmen, bunları beyinde aramaya ve tedavi etmeye çalışmak ama buna başarılı olamamak;
(bunun adına 'lisanslı şarlatanlık' denir.)

2) 'Akıl hastalıklarını', 'beyin' için oldukça zehirli psikiyatrik ilaçlar (ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedaviler) ile tedavi etmeye çalışmalarına rağmen, tedavi edememek..  Ve buna rağmen üstelik... İnsanların sağlıklı beyinlerine oldukça zararlar vermek (beyin hasarına sebep olmak).. Ve bundan oldukça keyif almak; Ve tüm bunları YASAL bir zeminde yapmak. (Buna da 'lisanslı psikopatlık' denir.) (Tabii ki bazıları istisna.  Dürüst psikiyatristler hariç diyelim.  Onlar psikiyatrik ilaçların zararlarını biliyorlar ve onları hastalarına reçete etmiyorlar..) Söylesinler bakalım, aslında gerçekte kimmiş deli (akıl hastaları)? :)  

İyi ki varsınız böyle dürüst psikiyatristler...  İyi ki varsınız Robert Whitaker ve Courtenay Harding.. Ve MIA.. :) (....)" (186)

          31) - "Anosognozi, diğer sağlık koşullarını veya sahip olduğunuz sorunları tanıyamadığınız bir durumdur.  Uzmanlar genellikle bunu “açığın reddi” veya “içgörü eksikliği” olarak tanımlarlar. Beyniniz duyularınızın söylediklerini tanıyamadığında veya işleyemediğinde olan Agnosias ailesinin altına girer. 

Bu açıdan bakıldığında, anosognoziyi, 'kurumsal anosognozi' olarak nitelenmesi çok mantıklı. Ana akım 'akıl sağlığı' sistemlerindeki dogmatik görüşlü 'akıl sağlığı' uygulayıcıların (örneğin psikiyatristlerin, psikiyatri hemşirelerin ve diğer medikal doktorların) ve sahiplenicilerin (örneğin politikacıların) bir 'gizli ama yasal anosognoziye' sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Gizli ama yasal anosognozi, 'kurumsal anosognoziye' uygun bir tabir olabilir.

Çünkü... Akıl sağlığı tedavilerinde, gerçekte insanların 'akıl sağlığı' tedavi edilmiyor. Burada yapılan şey, sadece insanları 'kontrol altına' almak.. Psikiyatri ve ilaç endüstirisi... akıl sağlığının 'psikiyatrik ilaçlarla ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerle' tedavi edilemeyeceğini biliyorlar. Bundan dolayı da, yaptıkları tek şey... Sadece insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratmak.. (Psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi psikiyatrik tedavilerin yaptığı şeyde bu zaten..) 

Bunlar, sağlıklı beyinleri uyuşturup sersemleterek, sağlıklı beyinlerin hasar görmesine neden olur. Ve bundan dolayı da insanlar, sessiz sakin olurlar. Ancak.. Bu 'tedavi' değildir; açıkça beyni hasara uğratmaktır. Bu (psikiyatrik tedaviler aslında) hukuki açıdan da bir 'suçtur'. Ama garip şekilde, insanların beyin hasarına sebep olan tedaviler, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, YASAL olarak kabul ediliyor.

Günümüzde yapılan akıl sağlığı tedavileri, insanların sağlıklı beyinleri için oldukça tehlikeli tedavilerdir. Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin hiç biri, 'akıl sağlığını' tedavi edemez. Tam tersine mevcut akıl sağlığını kötüleştirebilir. Bunu da muhtemelen, sağlıklı beyinleri hasara (beyin hasarına) uğratarak yapıyor.

Bir kere... akıl ve akıl hastalıkları, beyinde değildir. İnsanın kendi ruhunda (yani ruhta) olan birşeydir. (Psikiyatrinin anlamak istemediği şey bu)

Bu nedenden dolayı... Yüzyıllar boyunca (hem geçmişte hem de günümüzde) akıl sağlığını beyinde olduğunu iddia ettikleri için psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavileri uygulamaya çalıştılar ama başarılı olamadılar. Başarılı olamadıkları gibi insanların sağlıklı beyinlerine ölümcül zararlar (örneğin 'beyin hasarı' gibi) verdiler..

Ve sadece sağlıklı beyinleri hasara uğratmadılar, aynı zamanda akıl sağlıklarını daha da kötüleştirdiler. Ve insanların vücut organlarına da zarar verdiler. (Onların çeşitli hastalıklara yakalanmalarına, sakat ve özürlü kalmalarına (yaralanmalarına) da sebep oldular.) Ve hatta ölümlerine bile sebep oldular. Ve maalesef bu zarar vermeler ve ölümler, halen bile devam ediyor.

Özetle.. Yüzyıllar boyunca (günümüzde bile), insanlara hem zihinsel hem de fiziksel olarak ciddi derecede zarar verdiler ve onların ölmelerine sebep oldular..

İşin ilginç ve üzücü olan yanı, psikiyatrik tedavilerle zarar vermeler ve öldürmeler, halen bile devam ediyor. Hem de YASAL olarak..

Günümüzde akıl sağlığı sorunu yaşayan insanlarımızın, psikiyatrik ilaçlardan (ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden) dolayı...

1) Kimyasal kaynaklı 'beyin hasarı' yaşaması...
2) Kimyasal kaynaklı beyin hasarı nedeniyle akıl sağlığının kötüleşmesi ve artması sorunlarına yakalanması gibi 'zihinsel zararlar' görmesi...
3) 'Beyin hasarı, kanser, şeker (diyabet), down sendromu' vb gibi çeşitli kalıcı ve ölümcül hastalıklara yakalanması gibi 'fiziksel zararlar' görmesi....

Bunların hepsi 'YASAL' olduğu için gayet normal! Kötü bir eşek şakası gibi. Ne kadar üzücü bir durum. Kimse de bu 'ölümcül psikiyatrik tedavilere' DUR diyemiyor.
----------
BİR ANI; Psikiyatrik ilaçların zararlarını ortaya çıkartan çok ünlü ve saygın bir psikiyatriste, "Psikiyatrik ilaçların yasaklanması gerektiğini" söylediğimde, bana 'bazı kimseler için yiyecek ve içecekler gibi psikiyatrik ilaçların da beyin kimyası için faydalı olabileceğine' dair gibi buna benzer bir söz söylemişti. Ona başka bir cevap yazdım ama cevap vermedi. Cevap verseydi, ona aşağıdaki soruyuda söyleyecektim; Kendisine 'Öyleyse, yasadışı sokak uyuşturucuları niye yasak? Onlar da bazı insanlara faydalı değil mi?' sorularını da yöneltecektim.

Bana göre, psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuşturucularından bile çok daha tehlikelidir. Bunun nedeni de, psikiyatrik ilaçların 'yasal' olmasından dolayı neredeyse 'her insana' ulaşmasıdır. Bugün, dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insan, bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanıyor.

Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal beyin hasarına sebep olur; (genellikle uzun vadede (aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanımda...)  Bu kimyasal beyin hasarı, birçeşit 'kimyasal lobotomidir.' Kimyasal lobotomi, frontal lobotominin kimyasal versiyonudur.

Dünya genelinde milyonlarca insanın (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullandığını düşündüğümüzde... Bu, dünya çapında milyonlarca insanın (kendi evlerinde) sessizce 'kimyasal lobotomiye' maruz kalmış olabileceğini bize gösterebilir.

Tahmini olarak, günümüzde dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca evde, (psikiyatrik ilaç kaynaklı) 'kimyasal lobotomi' sessizce gerçekleşiyor olabilir. Ama kimse bunu fark edemiyor. Çünkü, kimyasal lobotomi, frontal lobotomi gibi tespit edilebilir bir durum değil. (Tıp dünyası bile bunu tespit edemiyor. Ama isteseydi bunu yapabilirdi. İstemiyor.)

Muhtemelen... Kimyasal beyin hasarı, insanların 'davranışlarındaki olağandışı değişiklikler' ile tespit edilebilir. Mevcut akıl hastalıkların kötüleşmesi; olmayan akıl hastalıkların ortaya çıkışı; ve bu akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesi ,gibi... Yüz şekillerindeki değişklikler (ay yüzlü, down sendrom yüzlü, tardif diskinezi yüzü gibi) yüz şekil bozukluklarının (değişkliklerinin) olması gibi.. Vs vs..
-------------
Bence, bana göre... Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır. Akıl ve ruh sağlığı bakanlıkları kurulmalıdır. Psikiyatristler ve psikologlar, akıl ve ruh sağlığı doktorları olarak görev yapmalıdır. Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi tüm zararllı psikiyatrik tedaviler yasaklanmalıdır. Bir an önce akıl sağlığı sistemlerinde, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' devreye girmelidir. Norveç örneği ve Storia evleri gibi örnekler, tüm dünyada artırılmalıdır. Vs vs.. (...)" 
(187)

          32) - "'Makine' yada 'makine öğrenimi' dediğimiz şey, günümüzde kullanılan 'yapay zeka algoritmasından' başka birşey değil. Makinelerin koyduğu 'akıl hastalığı' teşhisi, psikiyatristlerin koyduğu teşhisten farklı olmayacaktır. Sonuçta psikiyatristlerin koydukları teşhis de hayalidir.

DSM ve ICD gibi 'akıl hastalığı tanı kriterlerini' hazırlayan lisanslı psikopat psikiyatristler, bu kriterleri sadece kendi deneyim ve gözlemlerine göre hazırlamışlardır. Bunların hiç biri, 'tıbbi medikal test araçlarıyla' tespit edilebilir özelliğe sahip değildir.

Akıl hastalıklarını hiçbir 'tıbbi medikal test araçları' tespit edemez. (Beyinde olmayan birşeyi tespit edemezsiniz.) Ancak çok sayıda varsayımda bulunur, teoriler üretirsiniz. İşte DSM ve ICD gibi akıl hastalığı teşhis kriterleri de bu hayali varsayımlar ve teorilerle üretilmiş içi boş kriterlerdir.

"Dünya genelindeki tüm psikiyatristlerin, kendi hastalarına koymuş oldukları 'akıl hastalığına' ait teşhislerde bile 'hayali' tanılar mevcuttur."

İşin ilginç olanı ise, psikiyatristlerin koymuş oldukları teşhislerin büyük çoğunluğu (belki de hepsi), DSM ve ICD akıl hastalığı tanı kritelerinden bile çok farklıdır. Yani.. DSM ve ICD'de yer alan tanı kriterleri 'hayali' ama psikiyatristlerin koymuş oldukları 'tanılar' ise bunlarla uyuşmayan başka 'hayali' teşhisler. 

"KORKUNÇ OLAN ŞEY İŞTE BURADA BAŞLIYOR" ; Muhtemelen.. Psikiyatristler, hastalarına koymuş oldukları 'hayali yanlış teşhisleri', DSM ve ICD tanı kriterlerine UYGUN HALE getirebilmek ve bunu DOĞRULAMAK için.. Bu koymuş oldukları teşhise ait 'akıl hastalığında' kullanılan psikiyatrik ilaçları kullanıyor.

Yani muhtemelen.. 
-Psikiyatristler, psikiyatrik ilaçları, hastalarına reçete ederek, hastaların bu ilaçları kullanmasını sağlıyor. 
- Hasta, kendisine reçete edilen bu psikiyatrik ilaçları kullanınca, psikiyatristin koymuş olduğu teşhisteki akıl hastalığına yakalanıyor.

"Peki, bu teoriye nereden varıyoruz?"

Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalığını düzeltmediğini aksine o akıl hastalığını yarattığı bilinmeyen birşey değil. Psikiyatrinin (ve ilaç) sektörlerinin ve psikiyatristlerin bu gerçeği bildiğini düşünürseniz.. Psikiyatristlerin, hastalarında 'akıl hastalığı' üretmek için.. Hastalarına koymuş oldukları 'hayali' akıl hastalığı teşhisini ÜRETMEK (yaratmak) için, psikiyatrik ilaçları (adeta birer silah gibi) kullanıyor olabileceklerini düşünebiliriz..

Bunlar, 'PARANOYAK DÜŞÜNCELER' gibi görülebilir.  Ama olmayacak şeyler de değildir. Psikiyatri ve ilaç sektörleri, psikiyatrik ilaçları birer silah gibi kullanabilir. Bu mümkündür.

- Psikiyatrik ilaçlar, insanların sağlıklı beyinlerini hasara uğratarak, insanlarda 'kalıcı akıl hastalıklarını' üretebilmektedir. Daha doğrusu.... 
-Psikiyatrik ilaçlar, tedavi etmesi için üretildikleri 'akıl hastalığını' üretmek (yaratmak) için kullanılabilir.

Ve kullanılıyorda...Ortaya çıkan kanıtlar, psikiyatrik ilaçların 'akıl hastalıklarını' tedavi etmediği, ürettiği (yarattığı) yönündedir.

Öyleyse... Psikiyatri ve ilaç sektörlerinin, psikiyatrik ilaçları birer silah gibi kullanarak... İnsanlarda var olmayan akıl hastalıklarını üretmek (yaratmak) için kullanabilmesi de büyük olasıdır.

Neden olmasın ki? Psikiyatri (ve ilaç) sektörleri masum değildir. Maalesef psikiyatristler de öyle... Psikiyatrik ilaçların, tedavi etmesi gerektiği akıl hastalıklarını ürettiklerini (yarattığını) biliyorlar. Ve bunu bir silah gibi kullanrak, dünyada 'akıl hastalığı ve hastası' sayısını artırmak için kullanıyor olabilirler. Bunlar mümkün olan şeylerdir.. 

"Neden akıl hastalıklarında ve hasta sayısında artış var?" - Robert Whitaker ve diğerleri, akıl hastalıklarında ve hasta sayılarının arttığını gösteren çok sayıda kanıt ortaya koymadılar mı? Öyleyse.. Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarını ve hasta sayılarını artırmak için de birer silah gibi kullanılıyor olma ihtimali de mümkündür diyebiliriz. Neyse, bunlar ayrıca atrtışılması gereken ciddi konular..
----------------
Bu gerçeklere baktığımızda.. Makine öğreniminin koymuş olduğu akıl hastalığı teşhisleri de bunlardan farklı olmayacaktır. Hatta akıl hastalığı ve hasta sayılarının daha da artmasına yol açabilir.

Bence makine öğrenimi (yani yapay zeka) odaklı akıl sağlığı sistemi, akıl hastalarını tespit etmek için değil, 'akıl hastalarının mevcut durumlarını 'doğa odaklı makine terapileri' için kullanılabilir. Bir psikologun, bir terapistin hastası ile 'davranış, doğa vb terapileri' yapması gibi birşey olabilir..

Tabii, yine de temkinli olmak gerekir. Yapay zeka, akıl hastalığı ve hasta sayısını hiç ummadığımızdan daha çok artırabilir.. En kötüsü ne olabilir? (....)"  
(188)

          33) - "Evet, haklısın. Zaten ben de Peter Breggin'in dediği şeyi söylüyorum. Psikiyatrik ilaçlar, beyin hasarına neden olur. Ve bu beyin hasarının yol açmış olduğu ruhsal semptomlar sergilerler. Bu, senin dediğin gibidir.. Sınırlı bir sözlü, duygusal ve davranışsal tepkiler sergilerler. Ve bu da 'akıl hastalığı' olarak yanlış teşhis edilir. Yani farklı değil, aynı şeyleri söylüyorum. Eğer bu kimyasal beyin hasarı kalıcı hale gelirse, sözkonusu olan ruhsal problemler de kalıcı hale gelecektir. Demek istediğim şey bu.. (....)"  (189)

          34) - "Akıl sağlığı hizmetlerinde, kamu hizmetinden özel uygulamaya geçişte 'sosyal hizmet mesleğinin' çöküşü mantıklıdır. Zaten 'akıl sağlığı' bakımında özel muayenelerin olması... Psikiyatristlerin, psikoterapistlerin ve diğer akıl sağlığı çalışanlarının... İnsanların akıl sağlıklarını 'iyileştirmek ve tedavi etmek' anlamında gerçekten de samimi olmadıklarını bize gösteriyor. Öyle değil mi?

Akıl sağlığında görevli bir akıl sağlığı hemşiresine, 'İnsanların akıl sağlığının bozulmasına, psikiyatrik ilaçlar sebep oluyor?' dediğimde, bana 'Sen hayal görüyorsun, öyle bir şey yok!' demişti. Akıl sağlığı birimlerinde, genellikle 'toplum ruh sağlığı birimleri' de bulunur. Bu birimlerde, genellikle 'akıl hastası' olarak görülen kişileri, 'rehabilite etmek ve topluma kazandırmak' için bir takım 'el işi, spor, müzik, sanat, tiyatro' vb gibi beceri faaliyetleri düzenlerler.

Bu durum, çok olumlu olarak gözükse de, yolunda gitmeyen bir şey vardır. O da, şudur.. Bu rehabilite çalışmaları ile birlikte zehirli psikiyatrik ilaçların kullanılması da teşvik edilir. 

"Peki, bunu aslında neden yapıyorlar?"

Muhtemelen... Bu şekilde, insanların sağlıklı beyinlerinin hasara (beyin hasarına) uğramasının üzeri örtülmüş olunur. Kamusal toplum ruh sağlığı birimlerindeki psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu 'biyolojik yaralanmayı' örtpas etme sistemi böyle çalışır.

Yani.. Muhtemelen.. Psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu 'kalıcı kimyasal beyin hasarı (kimyasal lobotomi)' ve bununla ilişkili 'kalıcı akıl hastalıklarının' oluşması durumunun üzerinin örtülmesidir (örtpas edilmesi)... Akıl sağlığı birimlerinde ve diğer rehabilitasyon merkezlerinde, rehabilite faaliyetleri ile üzerleri örtülmeye çalışılır. Şahsen ben öyle anladım.  Öyle değil mi?

Muhtemelen.. Rehabilite çalışmalarına katılan hastalar, psikiyatrik ilaçlardan dolayı beyinlerinin hasar gördüğünü (kalıcı kimyasal beyin hasarı yaşadıklarını) ve bu nedenle de 'kalıcı akıl hastalıklarına' yakalandıklarını pek anlayamazlar. Muhtemelen aileleri de anlayamaz.

Bence... Sosyal hizmet anlayışından önce, 'akıl sağlığı sistemi' sil baştan yeniden düzenlenmelidir, diye düşünüyorum. Akıl sağlığı sistemi, ilaçsız tedavi yöntemlerine yönelik değişim geçirirse, sosyal hizmet anlayışındaki paradigmada kendiliğinden düzelcektir, diye umuyoruz. 
(....)"  (190)

          35) - "Akıl hastası olarak görülen milyonlarca için çok anlamlı örnek bir hayat hikayesi.. "Avrupa'da Deli Kamp'a ihtiyacımız var... (We need Mad Camp in Europe...)" 'Deli Kamp (Mad Camp)' gibi faaliyetlerin her yere ve dünyaya yayılması gerektiğini düşünüyorum. Norveç örneği ve Storia evleri gibi örnekler de dünyaya yayılmalı. Ve keşke, bu faaliyetler benim ülkemde de olsa.

Burada akıl sağlığı olan insanlar çok zorda. Özellikle de 'akıl hastaneleri, bakım evleri, huzur evleri, rehabilitasyon merkezleri gibi akıl sağlığı birimlerinde kalan masum insanlar. Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da psikiyatrik tedavilerden dolayı 'yaralanan ve ölenler' var ama hepsi örtpas ediliyor. Yani... Psikiyatrik tedavilerden dolayı 'yaralanma ve ölümler' başka sebeplere atılıyor. Kardeşimin de aynı kaderi paylaşmasından endişe ediyorum. Hiç bir şey yapamıyorum.

Akıl sağlığı sistemleri, 'ilaçsız tedavi yöntemlerine' göre sil baştan düzenlenmezse... dünya genelinde 'akıl sağlığı bozuk' olan milyonlarca masum insanın, sesizce 'yaralanmasına ve ölmesine' sebep olunması kaçınılmaz olacaktır. Dünyanın akıl sağlığının kaderi, ABD'nin akıl sağlığı sisteminin ilaçsız tedavi yöntemlerine göre değişmesi ve sil baştan yenilenmesine bağlıdır. Bunu kimse unutmamalıdır.
 (....)"  (191)

          36) - "Buradaki akıl sağlığı hikayesi, dünya genelinde akıl sağlığı problemi olan milyonlarca masum insanın da yaşadığını umduğum korkunç hikayelerden biri. Bu tür yaşanmış gerçek hikayeler oldukça önemlidir.

Psikiyatrik ilaçların hiçbiri, 'akıl sağlığını' düzeltmez; (tedavi edemez.) Çünkü;

1) Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değil, ruhta olan birşeydir. (Beyinde olmayan birşeyi düzeltemezsiniz.)

2) Psikiyatrik ilaçlar, 'akıl sağlığını' düzeltmek için üretilmezler. İlaç firmaları, psikiyatrik ilaçları insanları 'kontrol altına almak' ve 'beyin kimyasına hasar (kimyasal beyin hasarı) vermek' için üretirler. Yani, insanları 'susturmak, sessiz kalmasını ve bir zombiye dönüşmesini' sağlamak için kullanılır.

Ancak.... İlaç şirketleri, psikiyatrik ilaçların 'akıl sağlığını' tedavi etmediğini biliyor. Ancak buna rağmen ilaç şirketleri, insanları 'kandırmak ve aldatmak' için prospektüslerinde 'akıl sağlığını tedavi eder' diye ibareler koyarlar.
----------------
Psikiyatrik ilaçların hepsi, beyin (ve vücut) için oldukça kimyasal zehirler içerir. İlk kullanıldığı andan itibaren beyni, bu kimyasal zehirler ile doldurmaya başlarlar. Ancak genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) kalıcı kimyasal beyin hasarına sebep olur. (Bazen de kısa vadede olabilir. İlk kullanıldığı andan itibaren beyin kimyasını kimyasallarla doldurmaya başlar. Ve beyin kimyasının 'doğal kimyasal yapısını' değiştirmeye çalışır. Böylece ilaç kaynaklı zehirli yapay kimyasallar, beynin doğal kimyasal yapısının yerine geçer.) Psikiyatrik ilaçlar nedeniyle oluşan kimyasal beyin hasarı, mevcut 'doğal psikolojik sorunları' kalıcı hale getirir.

Sorun şu ki... Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal beyin hasarı, bazen de ilk kullanıldığı andan itibaren de oluşabilir. Ve bu kimyasal beyin hasarı nedeniyle, istemsiz bir takım irade dışı hareketler ortaya çıkabilir. Psikiyatri ve ilaç şirketleri, bu kimyasal kaynaklı istemsiz irade dışı hareketleri, yanlış bir şekilde 'akıl hastalığı' olarak etiketleyebilirler.

(Ve zaten de bunu yapıyorlar. Çünkü işlerine geliyor. Böylece insanlara daha kolay zehirli psikiyatrik ilaç reçete edebiliyorlar. Bu da psikiyatri ve ilaç firmalarının kasalarının para ile dolması demektir.)

Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal beyin hasarı nedeniyle oluşan istemsiz irade dışı hareketlerden dolayı, 'şiddet, cinayet ve intihar' vakaları da oluşabiliyor. Bu gerçekleri ortaya çıkartanlar da yine dürüst psikiyatristler. Yıllarca mahekmelerde bilirkişi olarak görevler yapan 'Peter Breggin, David Heally' gibi psikiyatristlerin ve diğer uzmanların, araştırmacıların elde ettikleri bulgulardır..
---------
Dolayısyla.. Psikiyatrik ilaçlar, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal beyin hasarına) uğratır. Bir takım irade dışı istemsiz hareketlere sebep olur. Bu istemsiz hareketler, yanlış bir şekilde 'akıl hastalığı' olarak etiketlenir. İlaçlanmaya devam edildiğinde, bu istemsiz hareketler kalıcı hale gelir. Ve mevcut doğal psikolojik sorunları da kalıcı hale getirir.
------------
Bu nedenlerden dolayı... Psikiyatrik ilaçlar, ateşli silahlardan bile çok daha tehlikeli bir silah türüdür. (Biyolojik silah türüdür) Ateşli silahlar hızlıca insanları yaralar veya öldürür. Psikiyatrik ilaçlar ise insanları yavaş yavaş zehirleyerek yaralar ve sonra da öldürür.

"Ateşli silahlardan ölümden kurtulma şansınız vardır. Ancak psikiyatrik ilaçlardan ölümden kurtulma şansınız yoktur. Psikiyatrik ilaç kaynaklı ölüm kaçınılmazdır."

Bu nedenlerden dolayı.... Psikiyatrik ilaçlar, kesin bir şekilde insanları öldürür. Önce sakat bırakır (beyin hasarı, kanser, kalp sorunları vb gibi) ve sonra da öldürür; (yavaş yavaş zehirleyerek yaralar ve öldürür)

Psikiyatrik ilaçlar, ateşli silahlardan daha tehlikeli biyolojik silahlardır. Ve sokakta satılan yasadışı sokak uyuşturucularından bile daha tehlikelidir. (Çünkü, dünya genelinde her eve rahatlıkla girebilen bir özelliğe sahiptir. YASALDIR.) KESİNLİKLE YASAKLANMALIDIR.

Tüm bu gerçekler ortada iken.. Psikiyatrik ilaçların halen piyasada bulunması, dünya genelinde milyonalarca insanın psikiyatrik ilaçlardan dolayı yaralanmaya ve öldürülmeye devam etmesi demektir. Göz göre göre..

-Aslında 'psikiyatri ve ilaç şirketleri' suç işliyor. 
-'Mahkemeler ve polisler' de suç işliyor. 
-Bunlara izin veren 'hükümetler ve politikacılar' da suç işliyor.

Mahkeme kararları ve polis zoru ile insanları zehirli psikiyatrik ilaçlara maruz bırakmak, insanların kimyasal kaynaklı beyin hasarı yaşamasına neden olmaktır. Ve daha sonra da ileride çeşitli hastalıklara yakalanmasına ve ölmesine neden olmaktır.

"Akıl sağlığı tedavisi" adı altında... 
-Mahkeme kararları ile 'kimyasal beyin hasarına' uğramak, ne kadar korkunç bir durum. 
-Mahkeme kararları ile doğal psikolojik sorunlarınızın kalıcı hale getirilmesi, ne kadar korkunç bir durum. 
-Mahkeme kararları ile psikiyatrik ilaçlarla zehirlenerek yaralanmak ve sonra da öldürülmek, ne kadar korkunç bir durum.

'Mahkemeler, devletler ve politikacılar' artık psikiyatrik ilaçların korkunç gerçeğini bilmeleri gerekiyor. Psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır. Akıl sağlığı sistemlerinde 'ilaçsız tedavi yöntemlerine' geçilmelidir.

Ve son olarak... Yapılan bir araştırmaya göre, beyinde olağandışı plastiklere (plastik partiküllerine) rastlanılmış. Tahminime göre.. Beyin kimyasını istila (işgal) eden bu (psikiyatrik ilaç kaynaklı zehirli) yapay kimyasalların plastiğe dönüşme olasılığı da olabilir mi? Araştırılması gereken ciddi bir konu.. (...)" (192)

          37) - "Mükemmel araştırma, mükemmel vuruş.. Game Over.. Ve... Psikiyatrik ilaçlar, ne zaman 'zarar vermeye ve öldürmeye' başladı, psikiyatri dünyası 'akıl hastalığı, beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' teorisinden vazgeçmeye başladı..

Ama aslında tam olarak öyle değil. Bu araştırmada da belirtildiği gibi.. Psikiyatrik ilaçların zararlarını ortaya çıkartan (ve akıl hastalığının beyinde kimyasal dengesizlikten meydana geldiği teorisini çürüten) dürüst psikiyatristler tarafından bu başarı sağlandı.

Ancak yine de halen zehirli psikiyatrik ilaçlar piyasada.. Onlar bu zehirli ilaçları kullandığı sürece, dürüst insanlar da gerçekleri ortaya koymaya devam edecektir.. Mücadeleye devam..  (...)"
(193)

          38) - "Çok önemli detaylar.. "Sosyal anksiyete bozukluğu neden tam da bu anda salgın haline geldi? Nasıl oldu da aniden psikologlar ve psikiyatristler tarafından verilen üçüncü en yaygın teşhis haline geldi?"

Bu konuda benim de bir öngörüm olacak. Sosyal anksiyete /akıl hastalığının bu kadar çok salgın haline gelmesi... Muhtemelen.. Psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin), dünya genelinde bu kadar 'geniş bir ağa ve ağ kitlesine' sahip olmasının arkasında yatan başka bir gerçekte, 'engellilik' kavramının 'paraya' dönüştürülmesi olmuştur.

Psikiyatri sektörü (ve psikiyatristler), kendilerini ikna etmede zorluk yaşadıkları (sıkıştıkları) zamanlarda, ortaya 'engellik' kavramının 'paraya' dönüştürülmesi fikrini attılar. 'Engellilik' kavramının 'paraya' dönüştürülmesi terimi, yeni bir terim değildir. Çok uzun yıllardır var olan bir terimdir. Bu, psikiyatri sektörünün (ve psikiyatristlerin) dünya genelinde ayakta kalmasını sağlayan yegane 'temel ilke' olmuştur.

'Engellilik' kavramının 'paraya' dönüştürülmesi, zihinsel engelli insanların, devletler tarafından her ay düzenli olarak 'maaş' bağlanmasını içerir. Psikiyatri sektörü (ve psikiyatristler), o kada çok sayıda insanı 'zihinsel engelli' olarak gösterdi ki, devletin bu insanlara her ay düzenli olarak bir maaş bağlamasını sağladı.

Bu durum da, psikiyatri sektörünün (ve psikiyatristlerin) kendilerine 'engelli insan topluluğundan' oluşan çok büyük bir taraftar toplamasına neden oldu. Psikiyatri sektörünün (ve psikiyatristlerin), dünya genelinde bu kadar uzun sürede ayakta kalmasının en büyük nedenlerinden biri de budur;

Düşünsenize.. Bu durum.. Devletlerinden her ay düzenli maaş alan sayısı belirsiz tahmini milyonlarca zihinsel engelli insanın, 'pskiyatriye ve psikiyatrik ilaçların zararlarını görmemezlikten gelmesineneden oldu. Ve görmemezlikten gelmeler halen bile devam ediyor. (İnsanlar, her ay düzenli aldıkları maaşlarını kaybetmek istemiyorlar.) İnsanların sağlıklı beyinlerinin hasara (beyin hasarına) ve diğer çeşitli fiziksel hastalıklara yakalanmasına ve hatta ölmelerine rağmen.. Maalesef durum böyle... Ve bu psikiyatrinin psikopatik oyun süreci halen bile devam ediyor.. (...)"
(194)

          39) - "Yine müthiş bir inceleme.. Mad in America'yı işte bu nedenle seviyorum. :) 'Akıl sağlığı' hakkında ve 'psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler 'konusunda, 'bilimsel' şekilde araştırmalar, incelemeler yayınlıyor. Çok değerli araştırmacılar, bilim insanları, gazeteciler vs vs çalışıyorlar. Açık görüşlü ve 'yorumculara' ayrı bir saygı gösteriliyor.

Laura'nın kitabını temin etmeye çalışacağım. (Ziraa ülkemde işler biraz iyi değil.) Anladığım kadarıyla.. Bu kitap bile başlı başına 'psikiyatrik tedavilerin işe yaramadığına hatta çok zarar verdiğine' dair çok güzel örneklerden biri.

Ben de bir yazar olarak yakında 'Psikiyatrik ilaçlar akıl hastalıklarına sebep oluyor' başlığı altında bir kitap çıkarmayı düşünüyorum. İnsan bedeni ve ruh arasındaki gerçek ilişkiyi ortaya çıkartmaya çalışacağım. Bu kitapta, dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insanın evlerinde sessizce 'kimyasal lobotomiye' maruz kalmış olabileceğini de anlatmaya çalışacağım. Tabiii... Şu an hazırlık aşamasındayım. Henüz hazır değil.. Ve ne kadar başarılı olur, bilemeyeceğim. Ve şu an ülkemde ortalık biraz karışık. İnsanlar artık konuşamıyor. Siyasi iç çekişmeler var. Açıkçası endişeleniyorum. O yüzden pek fazla birşey söyleyemeyeceğim.

Son söz olarak... Psikiyatri'den insanlar sakat kalıyor (yaralanıyor) ve ölüyor. Ama bunlar başka sebeplerin üzerine atıldığı için hastaların hasta ve ölüm raporlarına işlenmiyor. Yaralanma ve ölümler başka başka sebeplerin üzerine atılıyor. Yani.. Psikiyatrik tedavilerden kaynaklanan yaralanma ve ölümlerin üzeri örtülüyor. Tıp dünyası da bu yaralanma ve ölümleri örtpas ediyor. Ne yazık ki..

Artık politikacılar ve gerçek tıp dünyası gözünü açmalıdır. Artık, psikiyatrik ilaçlardan ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden vazgeçilmelidir. Akıl hastalıklarının tedavisinde, 'ilaçsız tedavi davranış yöntemlerine' geçilmelidir. Hem de bir an önce. Hiç vakit kaybetmeden. (...)"
(195)

          40) - "Toplum ruh sağlığı merkezleri bizde de bulunuyor. Ama hiç bir işe yaramıyor. Aslında işe yarıyor! Tabii yersen!

-"İnsanların sağlıklı beyinlerini nasıl kolay bir şekilde hasara (beyin hasarına) uğratılır?" İşte, bunu çok iyi beceriyorlar. Yani.. Toplum ruh sağlığı merkezleri, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratmada çok iyi bir iş çıkarıyorlar!

-"Bir yandan insanları rehabilite çalışmaları ile topluma kazandırmaya çalışıyorlar.... Öte yandan zehirli psikiyatik ilaçlarla insanların sağlıklı beyinlerini zehirlemeye devam ediyorlar." Dahice bir fikir! Böylece... Bu işi, yani sağlıklı beyinleri hasara (beyin hasarına) uğratma işini çok iyi beceriyorlar! İnsanları, bu şekilde çok iyi kandırıyorlar.

Damgalamaya gelince.. İnsanları ilk önce damgalayan zaten psikiyatri ve psikiyatristlerdir. Bir kişiye 'akıl hastalığı teşhisi' koymakla, ilk damgalamayı yapıyor. Ve artık bu kişi, hayatı boyunca bu damgalama ile yaşamak zorunda kalıyor.

"Ama psikiyatri ne yapıyor?" 'Damgalama ile mücadele' adı altında faaliyetler düzenliyor. Neden böyle yapıyor?

Çünkü;
1) ilk damgalamayı psikiyatrinin yaptığını fark etmesinler,
2) psikiyatrik ilaçlarla sağlıklı beyinleri hasara (beyin hasarına) uğrattıklarını fark etmesinler,
3) kalıcı akıl hastalıklarına sebep olduklarını fark etmesinler,
4) çeşitli ölümcül fiziksel hastalıklara sebep olduklarını fark etmesinler diye yapıyorlar.

Yani.. Damgalamayı ve 'kalıcı beyin hasarının ve kalıcı akıl hastalığının' üzerlerini örtpas etmek için, 'damgalama ile mücadele' görünümü altında sinsice faaliyetler düzenliyorlar.

Son söz olarak... "Psikiyatri, bir tıp alanı değil, para kazanma sektörüdür." Psikiyatri ve psikiyatristler, insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak para kazanırlar; (İlaç firmalarından gelir elde ederler ve devletten de aylık maaş alırlar.) Psikiyatri ve psikiyatristler, iİlaç firmalarının hastanelerdeki 'ilaç satış temsilcileridir.'

- Psikiyatri sektörü, tıp fakultelerinden kaldırılmalıdır. (İnsanlığa zarar veren ve gizli soykırımın başmimarı olan psikiyatrinin, tıp fakültelerinde yer alması, tıp camiası açısından UTANÇ verici bir durumdur.)
-Psikiyatri sektörü kaldırılmalı, yerine akıl ve ruh sağlığı birimi gelmelidir.
-Psikiyatristler ve psikologlar, 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdır.
-Akıl hastalıklarında 'ilaçsız tedavi davranış yöntemleri' benimsenmelidir. 
-İlaçsız tedavi alternatifleri olan 'Norveç ve Storia evleri' örnekleri gibi faaliyetler yaygın hale gelmelidir. Vs vs.. (...)"
(196)

          41) - "A) RCT denince aklıma Psikiyatrist Prof.Dr. David Healy geldi.. Şöyle diyor;

-"'RCT'ler bize neden ve sonuç hakkında hiçbir şey söylemez; bize taban tabana zıt cevaplar verebilir.' Çünkü bunlar 'ilaç denemeleri' değildir. Bunlar 'Tedavi Denemeleri'dir ve herhangi bir klinik Denemede bu, ilaçların etkilerini çarpıtır."

-"RCT'leri oluşturan Tony Hill, 20 yıl sonra 'RCT'lerin bir ilacın yaptığı 100 şeyden birini değerlendirmeye yardımcı olabileceğini; bunun tedavi için kullanabileceğimiz bir şey olduğunu' söylüyor. Bu, tanımı gereği 'RCT'lerin bir ilacı değerlendirmenin iyi bir yolu olmadığı' anlamına geliyor."

-"Yalnızca RCT'lere güvenirsek, bir ilaç hakkında neredeyse hiçbir şey bilmeyebiliriz. Bir RCT'nin bir ilaç veya aşı için pozitif bir risk-fayda oranı gösterdiği fikri, yalnızca baktığımız şeyin aşının yaptığı en yaygın şey olması durumunda geçerlidir (örneğin paraşütle atlama gibi)."
-------------
B) RCT denince aklıma Covid aşı döneminde yaşananlar geldi.. 'Verdikleri zarar (yaralanma ve ölüm) açısından Covid aşıları ile psikiyatrik ilaçlar arasındaki benzerliklere bir bakalım. Covid aşılarında da RCT'ler yapıldı ama çok sayıda yanlış ve/veya aldatıcı sonuçlar, veriler ortaya çıktı. Bu nedenle, dünya genelinde milyarlarca insan cıvid aşılarının inanılmaz acılarına maruz kaldılar.

Milyonlarca belkide milyarlarca insan bu covid aşılarından dolayı zarar gördü; (yaralandılar ve öldüler.) Ama bunların hepsi örtpas edildi. Aşı kaynaklı ölüm ve yaralanmalar, başka sebeplerin üzerlerine atılarak örtpas edildi. Ve bu örtpas edilmeler halen bile devam ediyor. Halen bile covid aşılarının yol açmış olduğu zararlar (yaralanma ve ölümler) devam ediyor. (Gizli gizli sinsice)

Ve aynı şeyler, psikiyatrik ilaçlar için de geçerlidir. Hem de onlarca yıldır. Psikiyatrik ilaç kaynaklı yaralanma ve ölümlerin sayısı, tahiminime göre milyarlarca civarında olabilir. Bunun nedenleri (aslında çok basit);

1) Onlarca yıldır ölenlerin olması..
2) Ve halen bile psikiyatrik ilaç kullanan insanların olması..

"Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan insan sayısı kaç?" Bilinmiyor.. "Psikiyatrik ilaçlardan dolayı ölenlerin (ve yaralananların) sayısı kaç?" Bunlar da bilinmiyor.. (...)"
(197)

          42) - "Çok geçmiş olsun Jasmine.. Bu rahatsızlığı atlatmana sevindim. Senin gibi aynı durumda olan dünya genelinde milyonlarca insanın (ve mağdurun) olduğunu söyleyebiliriz.
--------
Aslında psikiyatrik ilaçlar da, yeme bozukluklarına sebep olabilir.. Ama bunu örtpas ediyorlar ve sorunun hasta da olduğunu söylüyorlar. Şöyle ki.. Muhtemelen.. Yeme bozuklukları da dahil pek çok sağlık sorunu, ciddi 'fiziksel bir hastalıkla' ilgili olabilir. Zİhinsel bir problem de olabilir. Ancak.. Bu sorunu çözmek, psikiyatrik ilaçların görevi değildir.

Çünkü.. Psikiyatrik ilaçlar, mevcut durumu daha da kötü hale getirebilir. Rahatsızlığın kronik ve kalı hale gelmesine sebep olabilir. Maalesef.. Psikiyatri dışındaki fiziksel branşlardaki (mide, beyin vb gibi alanlardaki) doktorlar, araştırmacılar... Bu tür fiziksel rahatsızlıkları, yeterince üzerinde durmadıkları için 'nedenlerini' tam olarak tespit edememektedirler.

Fiziksel alanlardaki hekimler ve araştırmacılar, kendi alanlarındaki rahatsızlıklar konusunda yeterince bir bilgi ve deneyime sahip değiller. Yeterli bilgi ve deneyime sahip olmadıkları için de, 'yeme bozuklukları' gibi fiziksel sağlık sorunlarının asıl nedenlerini ortaya çıkartamıyorlar. Nedenleri ortaya çıkartamadıkları için de, bu sorunun nedenin 'psikolojik' olduğu yanılgısına düşüyorlar. Ve hastalarını da, psikiyatri denen bir ölüm endüstrisinin kucağına itiyorlar.

Yani.. Hastalarına bir nevi 'Senin sorunun psikolojik'.. Yani, bir nevi diyorlar ki, 'Sen DELİ olmuşsun, hemen bir psikiyatriye git.' diyorlar. Muhtemelen.. Psikiyatri, yeme bozukluklarını çözemez. Ve şimdiye kadar da hiç çözememiştir. Aksine mevcut hastalığı daha da 'kronik ve kalıcı' hale getirmesine neden olmuştur. Muhtemelen.. Çünkü, bu beyinde olan birşey değil. Fiziksel bir problemin neticesidir. Belki çok az bir durum, psikolojik sorunlar olabilir. Ama bu psikiyatrik ilaçların çözebeileceği bir sorun değildir. Psikiyatrik ilaçlar, bu sorunları daha da kötüleştirebilir ve kalıcı hale gelmesine neden olabilir.

Sorunun çözümü, 'ilaçsız tedavi ve ilaçsız davranış terapileri' gibi görülüyor. Sen buna güzel örneksin. Kurtulmuşsun. Psikiyatrinin bu konuda yaptığı en iyi şey, sağlıklı beyinleri hasara (beyin hasarına) uğratmaktır. Sağlıklı beyinler hasara uğrayınca, 'yeme bozuklukları' da 'kalıcı' hale gelebiliyor. Tıpkı, akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesi gibi.. (...)"
(198)

          43) - ""Bununla birlikte, psikiyatristler zihinsel hastalıklara, doktorların fiziksel hastalıklara yaklaştığı şekilde yaklaşırlar (unutmayın, psikiyatristler nihayetinde tıp doktorlarıdır ve aynı temel eğitimden geçmeleri gerekir)."

Maalesef.. Psikiyatristler, tıp doktorları değildir. (Bazı dürüst psikiyatristler istisnadır. Bunlar, psikiyatrinin insana açıkça zarar verdiğini bilirler. Zararlı ve öldürücü olan zehirli psikiyatrik ilaçları, hastalarına reçete etmezler. ECT gibi zararlı ve öldürücü zararlı psikiyatrik tedavileri uygulamazlar. Hastalarına, genellikle 'ilaç dışı tedavilerini' önerirler ve/veya bu ilaç dışı tedavileri kendileri uygularlar. Vs vs..)

Dolayısıyla... Gerçek tıp doktorları, insana zarar vermez. Ancak psikiyatristler, bunun tam tersini yapıyor. İnsana açıkça zarar veriyor. Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerle bu zararı veriyorlar.

Unutulmamalıdır ki...
-Psikiyatri, bir tıp alanı (bilimi) değil, 'para kazanma' sektörüdür.
-Psikiyatri, ilaç şirketleri ile bağlantılı çıkar ilişkilerine dayalı bir sektördür.
-Psikiyatri, ilaç şirketlerinin 'hastane ve diğer akıl sağlığı birimlerinde' çalışan 'ilaç satış temsilciliğini' üstlenir.
-Psikiyatristler de, (bu temsilciliklerde görev yapan) ilaç firmalarının 'ilaç satıl temsilcileridir.' 

Ve.. Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılması gereken bir 'ölüm endüstrisidir.'

Muhtemelen... Dünya genelinde tahmini on/yüz milyonlarca insana gizli zararlara (yaralanma ve ölümlere) sebep olmuş olabileceğini düşünebiliriz. Onlarca yıldır devam ettiğini düşünürsek... Ölenlerle birlikte bu zarar gören insan sayısı milyarlarca civarında dahi olabilir.

Muhtemelen... Psikiyatri'ye boşuna 'soykırımcı bir örgüt' denilmiyor. Psikiyatri, gerçekten de şimdiye kadar adı konulmamış gizli bir soykırımın başmimarıdır. Adolf Hitler ve diğer soykırımcı liderleri bir araya toplayın, bunların hiçbiri, psikiyatrinin (işlemiş olduğu soykırımların) eline bile su dökemez. Psikiyatri, bu gizli soykırımları, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, kendisine tanınan YASAL HAKLAR ile yapmaktadır. Yani, YASAL bir şekilde yapmaktadır. Hukuki yaptırımlara sahip değildir. Psikiyatrik tedavilerden dolayı zarar gören (yaralanan ve ölen) milyonlarca insanın akibeti belli değildir. Psikiyatri, bu nedenle çok tehlikeli bir örgüttür. Ancak insanlar ve hükümetler, bunu bilmezler.

Son söz olarak..
-Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır.
-Tıp fakültelerinde, ilaçsız tedavi yöntemlerini sunan, 'akıl ve ruh sağlığı birimleri' kurulmalıdır.
-Akıl ve ruh sağlığı bakanlıkları kurulmalıdır.
-Psikiyatristler ve psikologlar, 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdırlar.
-Akıl sağlığı sistemleri, ilaçsız tedavi yöntemlerine göre yeniden dizayn edilmelidir. Vs. vs.. (...)"
(199)

          44) - "Dediklerinize aynen katılıyorum. Ben de bazı şeyler eklemek istiyorum. Evet.. Gerçek doktorlar da, psikiyatristler kadar ciddi suçlar işlediler. Tıbbi hataları örtpas ettiler.  Dediğiniz gibi, birçok "tıbbi" rahatsızlığın da kökleri zihin ve ruhtadır. (Tabii hepsi değil.) Ancak 'akıl hastalıkları' öyle değil. Akıl hastalıklarının hiç biri beyinle ilgisi yok. Hepsi tamamen 'ruhta' olan birşey.

Gerçek doktorlar, tıbbi hatalar işleseler de, fiziksel hastalıkları yok sayamayız. Akıl hastalıklarının da beyinde olduğunu iddia edemeyiz. Psikiyatri, bunu yaptı ve milyarlarca insana zarar verdi. Ölümlerde dahil.

Psikiyatristleri, gerçek doktorlardan ayıran özellik "zihinsel hastalıkların' kanıta dayalı olmamasıdır. Akıl hastalıklarını test edebilecek, ölçebilecek vb kanıt ortaya çıkartabilecek herhangi bir özellik yoktur.

Evet, gerçek (fiziksel) doktorlar psikiyatristler kadar suçludur. Ancak psikiyatrinin işlemiş olduğu gizli soykırımın karşısında, gerçek doktorların işlemiş olduğu tıbbi hataların yanında bir hiçtir. (...)"
(200)

          45) - ""Benzer şekilde, Mayo Clinic (Citation2024) web sitesi, beyin kimyasalları bozulduğunda sinir reseptörlerinin işlevinin değiştiğini ve depresyona ve diğer "duygusal bozukluklara" yol açtığını teyit etmektedir."

Makaleyi okudum.  Evet, bu kısım çok doğru. Beyin kimyasalları bozulduğunda, sinir reseptörlerinin işlevi değişir (ve depresyona ve diğer duygusal bozukluklara yol açar.) Yani, beyin kimyası bozukluğu 'akıl hastalıklarına' sebep olur.

Psikiyatrik ilaçlar da, işte tam da buna sebep olur. Psikiyatrik ilaçlar, bu 'kimyasal dengesizliği' düzeltmek bahanesiyle (üretilirler ve) hastalara verilir ancak işe yaramaz. Tam tersine, psikiyatrik ilaçlar, bu kimyasal dengesizliği yaratır ve akıl hastalıklarına sebep olur.

Psikiyatrik ilaçlar, işe yaramaz.  Çünkü, akıl hastalıkları beyinde olan birşey değil. Beynin 'kimyasal dengesizliğinin' bozulması ile ortaya çıkan akıl hastalıkları, sadece ruh ile ilgili (yani ruhsal) olan bir şeydir. 'Akıl hastalıkları' dediğimiz kavram, beyni ve/veya bedeni ilgilendiren bir kavram değildir. Akıl hastalıkları, insanın kendi ruhunu ilgilendiren bir kavramdır.
-----------
Beyin reseptörleri ile ruh arasında, 'kimyasal ve elektiriksel (enerji açısından) bir bağlantı vardır. Beyin reseptörleri, bir nevi yaşam enerjisini 'beyin kimyasından' alır. Beyin reseptörleri, beyin kimyasına bağımlıdır. Bu her ikisinin asıl görevi, fiziksel olarak 'insan bedenini' sağlıklı tutmaktır. Zihinsel açıdan ise, bu, sadece ruhu (insan ruhununu) ilgilendiren bir şeydir.

Ruh, insan bedeninin 'hareket etme, konuşma, yürüme, düşünme vb gibi' fiziksel ve zihinsel işlevlerini yerine getirebilmek için 'beyin reseptörlerini (ve dolayısyla beyin kimyasını) kullanır. Bu işlevlere, 'ruhun duygusal özellikleri' diyoruz. Yani.. Bu işlevler, ruhun, duygusal özelliklerinin, insan formuna dönüşmesidir.

Ruh, insan bedenine enerjisini vererek 'yaşam' verir.  Duygusal özelliklerini dışarıya aktarmak için ise insan bedenini kullanır. İnsan bedeninin fiziksel ve zihinsel işlevlerini yerine getirmesi görevini üstlenir. Bunun için, beyni (beyin kimyasını ve reseptörlerini) kullanır. Yani, ruh, beyni kontrol eder. Bu sayede, ruh, beyni kullanarak, insan bedenine kendi duygusal özelliklerini aktarır. İnsan bedenine istediği herşeyi yaptırmış olur.

Buradaki temel kural; "ruh, beyni kontrol ederken, beyin de insan bedenini kontrol eder." Ne kadar fütüristik bir durum öyle değil mi?  Aman dikkat! Psikiyatri, bunlara komplo teorisi gözüyle bakabilir.. Neyse devam edelim..

İnsan bedeni (konuşma, hareket etme ve düşünme) gibi fiziksel ve zihinsel işlevlerini yerine getirebilmek için beyin kimyasını ve resptörlerini kullanır. Ancak bunları tek başına yapmaz. Daha doğrusu yapamaz. Bunları yapabilmesi için bir 'akıla' ve bir enerjiye ihtiyacı vardır. İnsan bedeninde ve beyinde, ne akıl ne de enerji vardır. Bunların ikisi de yoktur. Bunların ikisi sadece insanın kendi ruhunda bulunur.

"Akıl ve enerji, sadece ruhta olan birşeydir. Ruh, akıl ve enerjisini, 'insan bedeninin canlanmasında ve işlevlerini yerine getirmesinde' kullanır."

Ruh, beyni kontrol ederek, insan bedenini harekete geçirir. Beyin kimyası ile beden arasında sinirsel bir ağ bulunur. Bu sinirsel ağ, beyinden gelen mesajları (komutları), beden sinirlerine taşır. Yani.. Ruh, kendi duygusal özelliklerini insan formuna dönüştürebilmek için, insan beyninin kimyasal süreçlerini kontrol eder. Ruh, hangi duygusal özelliğini dışarı forma aktarmak istiyorsa, o özelliğe ait mesajları (komutları), elektiriksel sinyallere dönüştürür.

Bu sinyaller, beyin sinirleri aracılığı ile beden sinirlerine aktarılır. Bu, saniyenin çok altında bir sürede gerçekleşir. Beden sinirleri, bu sinyalleri alınca, bedeni gelen komutlara göre harekete geçirir.

Örneğin.. 
-Mesaj, 'konuşma' sinyali (komutu) içeriyorsa, ağız ve çene kasları hareket etmeye başlar ve konuşma formu gerçekleşir.
-Mesaj, 'yürüme' sinyali (komutu) içeriyorsa, ayak ve bacak kasları hareket etmeye başlar ve yürüme formu gerçekleşir.

Tabii, bunlar bu kadar basit şekilde gerçekleşmiyor. Çok karma karışık şekilde gerçekleşiyor. Herneyse.. Kısaca.. Beyin resptörleri (ve beyin kimyası) arasındaki ilişki hemen hemen bu şekildedir.

Yani... 'Akıl hastalıkları' dediğimiz kavram da, aslında 'ruhun, kendi duygusal özelliklerinin, dışarıya (fiziksel ortama) sağlıklı bir şekilde aktarılamamasından' ibarettir.

İnsan beyninin kimyası bozulduğunda, beyin reseptörlerinin işlevsel özellikleri de bozulur. Beyin, bedeni kontrol ettiğinden dolayı, ruhun beden üzerinde bir etkisi yoktur. Beyin de, bedeni tek başına kontrol etmiyor. Bunu da, kendisine yaşam veren 'ruhun enerjisi' ve 'ruhun aklı' ile yapıyor. Tekrar edelim ki... Ne beyin de nede insan bedenin de ne akıl nede enerji vardır. Akıl ve enerji, sadece ruhta olan birşeydir.

Beyin, bunları tek başına yapıyorsa eğer.. "ruh, insan bedeninden ayrıldığında (yani ölüm gerçekleştiğinde), beyin bu fiziksel ve zihinsel işlevleri yerine getirmesi gerekir." Ama bunu yapamaz. Yapamıyor da zaten. "Ruh, bedenden ayrıldığında, insan bedeni çürümeye mahkumdur."

Son söz olarak.. "Psikiyatrik ilaçlar, beyindeki kimyasal dengesizliği düzeltmez, tam tersine yaratır. Beyin kimyasını düzeltebilecek tek şey, ilaçsız tedavi ve davranış yöntemleridir."

Bu gerçek, insan tarihi boyunca yüzyıllardır devam edegelen bir gerçek olmuştur. Hiçbir kimyasal, insan beyninin kimyasını düzeltmez ve düzeltemez. Tüm bunlar denenmiştir. Her türlü kimyasallar, beyin kimyasını ve beyin sağlığını bozar. Akıl hastalıklarına sebep olur. Daha ne söyeleyelim ki? Söylenecek söz kalmadı. Nokta.. (...)" (201)

          46) - "Teşekkür ederiz, katkılarınız için Lydia Green.. Psikiyatri (ve psikiyatristler) ile ilaç sektörleri arasındaki mali (monetary) çıkar ilişkileri gözler önüne seren çok sayıda araştırma ve deneyim var. Bu yazınızdaki bilgilerde bunlardan biri.
 
Ünlü bir psikiyatrist (ismini unuttum şimdi), 'psikiyatristler, ilaç şirketlerinin ilaç satış temsilcileridir' diyordu. Yani, onların bir doktor falan olmadığını ve insanlara açıkça zarar verdiklerini ima ediyordu, diyebiliriz. Bana göre de.... psikiyatristler ilaç şirketlerinin hastanelerde ve diğer ruh sağlığı birimlerinde görev yapan ilaç satış temsilcileridir.

"Psikiyatri ve psikiyatristlerin, 'gerçek tıp ve doktorluk' ile yakından hiç bir ilişkisi, bağı yoktur."

Yaptıkları tek şey, insanların 'sağlıklı beyinlerine' zarar vermek (yani beyin hasarına sebep oluyorlar). Sağlıklı beyinleri hasara (beyin hasarına) uğratarak 'para' kazanıyorlar. Böylece... Akıl hastalıklarını kalıcı hale getiriyorlar. (Yani.. Doğal psikolojik sorunları kalıcı hale getiriyorlar.)

-Akıl hastalıklarında, dünya genelinde neden çok sayıda artış var?
-İntihar, şiddet ve cinayetler de neden artış var?
-Fiziksel ve zihinsel kronik hastalıklarda neden artış var?

İşte en büyük nedenlerinden biri de bu. Bu gerçeği Robert Whitaker, Peter Gotszche gibi dünyaca ünlü hekimler, araştırmacılar, gazeteciler ortaya çıkarmışlardı. (Tabii hepsi değil ama büyük çoğunluğu öyle gibi gözüküyor.) Ve kanıtlar halen bile ortaya çıkmaa devam ediyor.

"Kim buna 'DUR' diyecek?" Burası merak konusu. 
-Dürüst hekimler, gazeteciler ve politikacılar, bu konuda birşey yapacaklar mıdır?
-Toplumlar, meydanlara çıkıp seslerini yükseltecekler midir?
-Trump yönetimi bu konuda ne yapacak?
-Robert Jr.Kenedy ne yapacak? ... Bakalım, sonucunu bekleyip göreceğiz. (...)"
(202)

          47) - "İngiltere'deki MHRA'ya bildirim yaptığınız için çok teşekkürler  Peter C. Gøtzsche.. Böyle uyarılara ve bilgilendirmelere ihtiyaç var. Yanlış hatırlamıyorsam, mahkemelerde yıllarca bilirkişi olarak görev yapmış olan Psiyatrist Profesör Peter Breggin; "Bir akıl hastasının beynindeki tek kimyasal dengesizlik, psikiyatristlerin ilaç reçete ederken koydukları dengesizliktir." demişti.

Devlet kurumlarının 'kimyasal dengesizliği' ciddiye alması akıl alacak bir durum değil. Bana göre... Orta da bir kimyasal dengesizlik varsa, o da psikiyatristlerin kendilerinde olan bir kimyasal dengesizliktir.

Aslında kimsenin bilmediği ve fark etmediği birşeyi söyleyeyim.  Psikiyatristler, aslında akıl sağlığı sisteminde şu kurnaz oyunu oynuyorlar; (Bu, bir komplo teorisi olarak görülebilir. Psikiyatrik ilaçlar hakkında ortaya çıkartılan gerçeklerden gözlemlediğim bir durum.)

Örneğin...
- Sağlıklı bir beyne sahip olan bir bireye, psikiyatristler, 'kimyasal dengesizlik' bahanesi ile bir /birden fazla psikiyatrik ilaç yazıyor.
-Kişi, bu psikiyatrik ilaçları içince, gerçekten de beyin kimyasında 'kimyasal dengesizlikler' oluşmaya başlıyor.
- Beyindeki bu psikiyatrik ilaç kaynaklı 'kimyasal dengesizlikler', ileriki dönemlerde kişide 'kalıcı akıl hastalıklarına' yol açıyor. (Yani, doğal psikolojik sorunlar, kalıcı hale geliyor.)
-Böylece, psikiyatristler de, hastasına koymuş olduğu 'kimyasal dengesizlik ve akıl hastalığı' teşhisini DOĞRULAMIŞ oluyorlar.

Şu kurnazlığa bakar mısınız? Bu kurnazlık, onlarca yıldır devam ediyor. Psikiyatrik ilaçların ortaya çıktığı yaklaşık 50'li yıllardan beri devam ediyor.

-"Psikiyatristler, akıl sağlığı sisteminde, DOĞRULAMA oyunu ile sağlıklı beyinleri piskiyatrik ilaçlarla hasara uğratıyorlar ve böylece akıl hastalıklarını kalıcı hale getirmiş oluyorlar.

-Bu da, daha çok akıl hastası üretmek ve daha çok psikiyatrik ilaç reçe reçete etmek demek oluyor.
-Bu da, psikiyatristler ile ilaç firmalarının cüzdanlarının para ile dolması anlamına geliyor.

Yani.. "Kimyasal dengesizlik bahanesi ile psikiyatrik ilaçlarla sağlıklı beyinlerde bir 'kimyasal dengesizlik' yaratılıyor ve bu da sağlıklı beyinlerin hasara uğramasına neden oluyor." Bu durum da, doğal psikolojik osrunların, kalıcı hale gelmesine neden oluyor. Genellikle uzun vadelerde... Ama kısa vadelerde de olduğuna yada olabileceğine dair içimde bir his var nedense..

 Son söz olarak..  "Aslında 'Kimyasal Dengesizlik', dürüst olmayan psikiyatristlerin beyinlerindeki kimyasal dengesizliktir." Nokta... (...)"
(203)

          48) - ""İnsan sıkıntısı bir bozukluk, düzeltilmesi gereken bir dengesizlik veya ortadan kaldırılması gereken bir hastalık değildir. Bu hayattır. Ve ona saygı duyanların sohbeti geri alma zamanı geldi. Çünkü tıp, ilk başta bu işte asla yer almamalıydı."

Aynen, katılıyorum. Akıl sağlığı sisteminde bu yönde ciddi değişiklilere ihtiyaç vardır. Frontal Lobotomi... Günümüzde bu yöntem yok yada var ama belki gizli yapılıyor olunabilir. Günümüz de, frontal lobotominin yerini ECT almış gibi görünüyor. Psikiyatrik ilaçlar ise 'kimyasal lobotomi' olduğu, artık herkes tarafından bilinen bir gerçek.

Modern psikiyatrinin dahice fikirlerinden biri; "ECT lobotomisi'.  Yani.. Aslında.. ECT, insan beynini 'elektiriksel ısı ile haşat etme, pişirme yöntemidir.' ECT ile 'beyin hasarı' kaçınılmazdır. Ama psikiyatri, bunu bile inkar etmeye devam ediyor. Psikiyatri, 'beyne çok az bir elektirik veriliyor' bahanesinin arkasına saklanıyor. Ve psikiyatri, insanların beynini 'pişirme yönteminden' çok gurur duyuyor olmalı.

Aslında.. Psikiyatrinin anlamadığı şey, ne kadar düşük olursa olsun, 'insan beyninin elektiriksel akımlar ile çok kolay bir şekilde bozulabileceğini' düşünememesidir.

İnsan beyni, çok hassas bir yapıya sahiptir. 1 voltun çok ama çok altında tanımlanamayan bir enerji türü ile çalışır. Ancak bu enerji, şu an dünyanın kullandığı 'elektrik' enerjisinden çok farklı bir 'enerji türüne' sahiptir. İnsan ve hayvanlar da dahil, tüm canlıların beyinleri, herkesin bildiği 'elektirik enerjisi akımı' ile çalışmaz.

Ne ile çalışır? Ruhsal enerji ile çalışır. Ruhsal enerji, elektirik enerjisinden çok farklı bir enerji türüdür. Şu an kullanılan elektrik enerjisi ile ruhsal enerjiyi taklit etmek mümkün değildir.

Ama maalesef bu yapılıyor. 'Akıl sağlığı tedavisi' adı altında... Şu an kullanılan elektrik enerjisi ile sağlıklı beyinlere saldırılıyor. Neticesi, sağlıklı beyinlere zarar (beyin hasarı) olarak sonuçlanıyor. Her ne kadar psikiyatri, bu gerçeği red etse de, gerçekler bu yönde. Sağlıklı beyinlere elektrik vermek, o sağlıklı beyinleri haşat etmek demektir.

Bilim ve tıp dünyasında 'akıl tutulması' yaşanıyor.. Psikiyatri, 'akıl ve akıl hastalıkları' beyinde olmadığı halde... Akıl hastalıklarını, (ECT ve psikiyatrik ilaçlarla) beyinde aramaya çalışıyor. Bu, psikiyatri için bir 'akıl tutulmasıdır.' Bu, sadece psikiyatri için değil, gerçek bilim ve tıp dünyası için de bir 'akıl tutulmasıdır.'

Bir bilim ve tıp dünyası düşünün ki, beyinde olmayan bir şeyi, sanki beyindeymiş gibi aramaya çalışıyor ama hiçbirşey bulamıyor. Beyinde 'akıl hastalıklarını' bulamadığı gibi sanki bulmuş gibi davranıyor ve (insan) beynine (psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerle) saldırı düzenliyor. Bunu da sözde 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında yapıyor.
--------
Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal lobotomidir. Frontal lobotominin, kimyasal versiyonudur. Her ikisi de beyne hasar verir; (kimyasal kaynaklı beyin hasarına neden olur.) ECT gibi psikiyatrik ilaçlar da, akıl hastalıklarını tedavi etmez. Ve onlarca yıldır da tedavi edemedi. (Beyinde olmayan birşeşyi tedavi edemezsiniz. Nokta.)

"Peki, psikiyatrik ilaçlar ne yaptı?
-Sağlıklı beyinleri bozdu, hasara uğrattı. (kimyasal kaynaklı beyin hasarı) Yani.. 
-Sağlıklı beyinler de 'kimyasal dengesizlik' oluşturdu. 
-Psikiyatrik ilaçların sebep olduğu 'kimyasal dengesizlik', mevcut psikolojik sorunları daha da kötüleştirdi. 
-Olmayan psikilojik sorunların ortaya çıkmasına neden oldu.
- Bu kimyasal dengesizlik sonucu, doğal psikolojik sorunlar 'kalıcı' hale gelmiş oldu. (genellikle uzun vadelerde; aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında)

Ancak tüm bu olumsuz gelişmelere sağmen.. 
-Psikiyatri, bu olumsuz gelişmeleri inkar etti ve 'psikiyatrik ilaçların işe yaradığını' yaydırmaya devam etti.
-Psikiyatrik ilaç firmaları, işe yaramayan psikiyatrik ilaçlarını, yeni güncellemelerle 'bu psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor!' diye, başka markalar altında satmaya çalıştı.
-Ana akım medya da, buna balıklama dalarak 'Bu psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor!' yanıltıcı bilgiyi yaydırmaya çalıştı. (Ve maalesef bu 'ilaç propagandasını' her 'güncel psikiyatrik ilaçlar' için yapıyorlar.)

Ne zaman bir psikiyatrik ilaç işe yaramasa, onun yerine başka bir isim /marka adı altında, yeni psikiyatrik ilacı piyasaya sürüyorlar. Ve yukarıdaki oyunu oynuyorlar. İşe yaramadıkları bilindikleri halde, yeni psikiyatrik ilaçları 'sanki işe yarıyormuş gibi' piyasaya sürüyorlar ve buna yönelik bir 'algı operasyonu' yapıyorlar.

Son söz olarak... Evet, akıl sağlığı sistemlerinde sil-baştan çok ciddi düzenlemeler,değişiklikler vs vs gerekiyor. Hem de hemen, zaman kaybetmeden.. (...)"
(204)

          49) - "Çok geçmiş olsun. İzniniz olursa, bir ekleme de ben yapayım. Akatizi ve tardif diskinezi, aynı semptomları içeren bir hareket rahatsızlıklarıdır.  Bunlara sebep olan etkenler çok değişiklik gösterse de, bu rahatsızlıklara en çok psikiyatrik ilaçlar (ve ECT'de dahil diğer zararlı psikiyatrik tedaviler) sebep olabilmektedir.

Günümüzde... 'Akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, 'zihinsel engelli' rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri ve huzur evlerinde' kalan sakinlerin arasında 'akatizi ve tardif diskinezi' olan insanlar bulunuyor.

"Bu insanların 'akatizi ve tardif diskinezi' olmalarının arkasında yatan neden de muhtemelen psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerdir. Ama en çok psikiyatrik ilaçlar sebep olabilmektedir."

"Dünya genelinde sayısı belirsiz, on/yüz milyonlarca insan psikiyatrik ilaç kullanıyor. Ve bu insanların hepsi muhtemelen sessiz bir şekilde (kendi evlerinde), kimyasal lobotomiye maruz kalıyor."

Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, çok ciddi beyin hasarının birincil nedenidir. (Genellikle uzun vadede aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında.) Kimyasal beyin hasarı, 'akatizi ve tardif diskinezi' gibi son derece kritik fiziksel beyin ve vücut rahatsızlıklarının ve zihinsel rahatsızlıkların birincil nedenidir. 

Kimyasal Lobotomi, sadece beyne (beyin kimyasına) değil, aynı zaman da, vücüda da ciddi derecede zararlar da verebilmektedir.(Örneğin, çeşitli hastalıklara sebep olabiliyor.) Ve dünyada halen bile yaşanan korkunç olasılıklar..

Tahminime göre... Muhtemelen zihinsel engelli insanların (belki hepsi değil ama büyük çoğunluğunun) 'akıl hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri ve huzur evleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde... hayatları boyunca (ölene kadar) burada yaşamak zorunda kalmalarına sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçlar (ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler) olabileceğini... muhtemelen tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır. Bu insanları bu hale getiren (beyin hasarı yaşamasına) ve burada ölene kadar kalmasına sebep olan şeyler, psikiyatrik ilaçlardır.  Bu, çok açık bir şekilde belli olmaktadır.

-"Bunların 'hukuki ve insan haklarını' kim savunacak?" : 'Biz savunuruz!' yada 'biz savunuyoruz, ya!' diyenler olabilir. Ama aslında savunmuyorlar.  Çünkü, onlara kimse sahip çıkmıyor. Aileleri bile onları terk etmiş durumda. Devletler ve hükümetler ise, adeta onların ölmelerini bekliyor gibi.

Son söz olarak.. İnsanların bu hale gelmesi durumu, bitmiş değil. Muhtemelen dünyada her yıl on/yüz binlerce insan, bu kötü duruma düşüyor. Artık beyinleri çalışamayacak kadar iflas etmiş durumda.  (Kimyasal kaynaklı ciddi beyin hasarı. Ve bu beyin hasarı halen bile yaşanıyor. (Kimyasal lobotomi) Sessiz sedasız bir şekilde.)

Öyle ki.. "Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan saysıı belirsiz milyonlarca insanın da, kendi evlerinde bir çeşit kimyasal lobotomiye maruz kalmış olabileceklerini" de tahmin etmemiz gerekir. Bu, böyle devam ederse... Yakında 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri ve zihinsel engelli rehabilitasyon merkezleri, bakım ve huzur evleri', tıka basa dolup taşacaktır, diye düşünebiliriz.  Nereye doğru gidiyoruz? Politikacılar ne yapıyor? (...)"
(205)

          50) - "Bu katkılar, harika. Katkılarından dolayı teşekkür ederim. (...)" (205-1)

          51) - "Çok doğru.Teşekkür ederim. Bence de dediğiniz gibi. Ayrıca.. Mahkeme kararları, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında...
...akıl sağlığı sistemini 'çıkmaz sokağa' dönüştürüyor.
...aileleri parçalıyor.
...insanların hayatlarını çalıyor.
...insanların sağlıklı beyinlerinin hasar görmesine (beyin hasarına) sebep oluyor. (genellikle aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında)
...insanların, psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesine neden oluyor. (Doğal psiokoljik sorunların kalıcı hale gelmesine sebep oluyor.)
...aile içi şiddete sebep oluyor.
...toplumda şiddet, cinayet ve intiharlara sebep oluyor. (Toplum huzurunu bozar.)
...insanların vücutlarında çok sayıda çeşitli kalıcı fiziksel hastalıklara sebep oluyor. (Kanser, akatizi, tardf diskinizi, down sendromu, diyabet vb gibi..)
...insanların hem zihinsel hem de fiziksel rahatsızlıklardan dolayı ölümlerine sebep oluyor. Ve..
...insanların, kalıcı beyin hasarı nedeniyle, 'akıl hastanelerinde, psikiyatri hastanelerinde, zihinsel engelli rehabilitasyon merkezlerinde, bakım ve huzur evlerinde' ölene kadar (hayatı boyunca) kalmalarına sebep oluyor.

Daha sayalım mı? "Mahkemelerin (mahkeme kararlarının), bireye ve topluma verdiği zararlar, saymakla bitmez." Maalesef.. (...)"
(206)

          52) - "Tabii ki, down sendromunun çok çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan biri de psikiyatrik ilaçlardır. Ve... Down sendromu ile Otizm arasında pek bir fark yok gibi görülüyor. 

-"Aslında, Down sendromlu kişilerin yaklaşık %16-18'inde aynı zamanda otizm spektrum bozukluğu (OSB) da bulunmaktadır (Richards vd., 2015)." -(207-1) Ve... Psikoptrop ilaçlar, Otizme sebep oluyorsa, down sendromuna da sebep olabilir.. Neden olmasın ki?

-"Çeşitli psikoaktif maddelerin beyinde yapısal değişiklikler, dikkat dağınıklığı, Down sendromu, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, otizm spektrum bozukluğu, nörotransmitter düzeylerinde dengesizlik ve pek çok yapısal eksiklik gibi derin nörogelişimsel etkileri bulunmaktadır."

-"Gebelikte psikotropik ilaç kötüye kullanımı ve çocuk nörogelişimi üzerindeki etkisi: Bir inceleme" -(207-2)
 (...)" (207)

          53) - "Mükemmel bir yazı daha.. Teşekkür ederiz. İzin verirseniz, bir ekleme de ben yapmak istiyorum. Psikiyatrik ilaçlar, sadece Amerika'nın sorunu değil, dünyanın da sorunudur. Ayrıca, tıp dünyasının da birinci dereceden sorunudur.

1) Psikiyatrik ilaçlar, akıl sağlığının tedavisi konusunda hiç bir işe yaramadığı kesinlik kazanmıştır.
2) Psikiyatrik ilaçlar, fiziksel ve zihinsel olarak resmen insanları öldürdüğü ve sakat bıraktığı (yaraladığı) kesinlik kazanmıştır.

(Akıl ve akıl hastalıkları, beyinde değil; insanın kendi ruhunda olan birşeydir. Beyinde olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz. Zaten beyinde olmayan akıl sağlığını tedavi edemiyor da..  Psikiyatrik ilaçların yaptığı tek şey, insanların sağlıklı beyinlerine zarar vermektir; -yani kimyasal beyin hasarına sebep olmaktır. Ve zihinsel ve fiziksel çeşitli kalıcı hastalık ve rahatsızlıklara sebep olduğu gibi, ölümlere de sebep olabilmektedir. )

Tüm bunlara rağmen, psikiyatrik ilaçların YASAL şekilde piyasada satılması ve reçete edilmesi, tıp dünyasının kara bir lekesi olmuştur. Tüm bunlara sebep olan psikiyatri'nin tıp fakültelerinde yer alması da, ayrıca tıp dünyası açısından UTANÇ verici bir durumdur.

Psikiyatri, tüm dünyada çok ciddi bir insan hakları ihlalini de içerir. Çok sayıda ölümlere ve yaralanmalara (sakatlıklara) sebep olmuştur ve halen bile bunlara sebep olmaya devam etmektedir.

Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan, sayısı belirsiz tahmini on /yüz milyonlarca insan bulunuyor; (Bu sayı belki de 1 milyardan fazla da olabilir.)

a) Muhtenemelen her yıl on /yüz milyonlarca (en azından 1 milyondan fazla) insan, psikiyatri tarafından öldürülüyor ve sakat bırakılıyor.

b) Ve muhtemelen her gün dünya genelinde (psikiyatrik ilaç kullanan) on /yüz milyonlarca insan, psikiyatri tarafından kimyasal lobotomiye maruz kalıyor; (kendi evlerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde YATILI kalan hastalar da buna dahil.)  "Kimyasal lobotomi, forntal lobotominin kimyasal versiyonudur." 'Kimyasal kaynaklı beyin hasarının' birincil nedenidir.

c) Ve muhtemelen her gün on /yüz binlerce (en azından 1000'den fazla) insan, psikiyatri tarafından 'kimyasal kaynaklı beyin hasarına' uğratılıyor.

d) Muhtemelen günümüzde, YATILI 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, (zihinsel engelli) rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri ve huzur evleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde... hayatları boyunca (ölünceye kadar) buralarda kalmak zorunda olan insanların, bu hale düşmesine neden olan şeyin psikiyatrik ilaçlar (ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler) olabileceğini bilmek önemlidir.

Bu, ne kadar korkunç birşey, biliyor musunuz?  Farkında mısınız? Bir düşünün..

Örneğin...Bir sevdiğiniz, aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra akıl sağlığını iyice kaybediyor. Önce kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğruyor. Sonra da akıl sağlığını iyice kaybediyor; (Kalıcı akıl hastalıklarına yakalanıyor. Yani, doğal psikolojik sorunlar, kalıcı hale geliyor..)

Ve artık ona bakamadığınız ve onu kontrol edemediğiniz için... onu bir akıl hastanesine, psikiyatri hastanesine, rehabilitasyon merkezine, bakım evine yada huzur evine yerleştiriyorsunuz.

Ve siz, zannediyorsunuz ki... Sevdiğinizin bu duruma düşmesine sebep olan şeyin, hastanızın 'akıl sağlığının bozukluğu' olduğunu düşünüyorsunuz.

Ama aslında HAYIR. Aslında buna sebep olan şey, tamamen kişinin kullandığı psikiyatrik ilaçlardı. Psikiyatrik ilaçlar, onun akıl sağlığının tamamen kaybetmesine yol açtı. Önce kimyasal kaynaklı beyin hasarına, sonra da akıl sağlığının kaybedilmesine yol açtı. Ve, aynı durumda olan dünya genelinde milyonlarca insanın olduğunu da bir düşünün..

-Muhtemelen, (dünya genelinde milyarlarca insan gibi) siz de bu psikiyatrik ilaç gerçeğini bilmiyorsunuz.
- Muhtemelen.. Psikiyatrik ilaçların, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına ve kalıcı akıl hastalıklarına sebep olabileceğini bilmiyorsunuz.
-Muhtemelen.. Yatılı 'akıl sağlığı birimlerinde', ölene kadar kalmak zorunda kalan insanların büyük çoğunluğunun da, bu hale gelmelerine sebep olan şeyin de, psikiyatrik ilaçlar olabileceğini de bilmiyorsunuz.
-------
Orada siz de olabilirsiniz. Hatta psikiyatrist olmayan 'diğer tıp doktorları' da olabilir. 

"Psikiyatri tarafından, zorla ve mahkeme kararları ile - psikiyatrik ilaçlara ve psikiyatriye karşı gelen - tıp doktorları akıl hastanelerine kapatılabiliyor."

Psikiyatri, - kendisine karşı gelen ve psikiyatrik ilaçlar hakkında eleştiri yapan - diğer tıp doktorlarını bile 'akıl hastası' olarak etiketleyip, onları akıl hastanesine yatırmıştır.  Ve - onların akıl sağlığını kaybetmesini sağlayana kadar -, onlara psikiyatrik ilaçlar vermiştir.  Bu nedenle akıl sağlığını yitiren ve hatta ölen tıp doktorları vardır.
-----
Kısaca..  Psikiyatri (psikiyatrik ilaçlar ve ECT vb gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler) = ÖLÜM ve YARALANMA (sakat bırakma) demektir...

Çünkü, psikiyatrik ilaçların hepsi zehirdir. Yani kimyasaldır. İnsanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratmaktan (ve insanların akıl sağlıklarını kalıcı olarak tamamen bozmaktan, vücudunda çeşitli kalıcı hastalıklara sebep olmaktan ve insanları öldürmekten) başka hiçbir işe yaramazlar.

Kısaca istisnasız psikiyatrik ilaçların hepsi, zehirdir. Genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında... 
Ve hatta bazen de kısa vadelerde de (anında ve/veya günlerce ve/veya haftalarca) psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında da...

1) Kalıcı kimyasal beyin hasarına sebep olur.

2) Mevcut olan doğal psikolojik sorunları kötüleştirir (mevcut akıl hastalıklarını daha beter kötü hale getirir) ve daha önce olmayan psikolojik sorunları (akıl hastalıklarını) yaratır.

3) Muhtemelen kimyasal beyin hasarına bağlı olarak, kalıcı akıl akıl hastalıklarına sebep olur. (Doğal psikolojik sorunlar, kalıcı akıl hastalıklarına dönüşür. Yani, bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltiebilir olan doğal psikolojik sorunlar, kalıcı hale gelir.)

4) Ve öldürür. (Muhtemelen, sadece ABD ve AB'de her yıl 1 milyondan fazla insan psikiyatrik ilaçlardan hayatını kaybediyor. Peki ya, dünya genelinde?)

ACİLEN..

-Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır.
-Psikiyatrik ilaçlar (ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler) yasaklanmalıdır.
- Akıl sağlığı tedavilerinde, ilaçsız tedavi yöntemleri devreye girmelidir. (Norveç örneği gibi 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ve 'ilaçsız evler' yaygın hale getirilmelidir.)
-Akıl sağlığı sistemi, sil-baştan yeniden düzenmelidir. Vs vs..  (...)"
(208)

          54) - "Mükemmel bir makale daha... Teşekkürler.. Bu psikiyatrik istemsiz bağlılık (psikiyatrik tutuklulukla) ilgili çok sayıda endişe var. Anlaşılan bu endişeleri politikacılar ve mahkemeler, pek ciddiye almıyor gibi.. O zaman... Politikacılar ve mahkemeler (yargı mensubları -hakimler, savcılar ve avukatlar ordusu), şu gerçeği iyi bilmelidir.

Bir mahkeme, bir kişinin 'akıl sağlığı' hakkında, 'bir psikiyatri hastanesine yatması' ve 'psikiyatrik ilaç tedavisi /ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler görmesi gerekiyor' diye bir mahkeme kararı çıkartıyorsa... Aslında o mahkeme, o kişinin 'akıl sağlığının daha da kötü hale gelmesine' ve 'sağlıklı beyninin hasar (beyin hasarı) görmesine' neden olan bir mahkeme kararını çıkartıyor demektir.

Yani.. Aslında.. Mahkemeler, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında...
1) insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratmak ve...
2) muhtemelen buna bağlı olarak 'kalıcı akıl hastalıklara' yakalanmasına sebep olmak ve...
3) ayrıca kişinin hem fiziksel hem de zihinsel olarak 'SAKAT kalmasına (yaralanmasına)' ve 'çeşitli kalıcı hastalıklara yakalanmasına' sebep olmak için 'mahkeme kararlarını' çıkartıyor.

Kısaca...  İnsanların 'akıl sağlığının tedavisi' adı altında alınan her türlü 'mahkeme kararları', aslında o insanların 'sağlıklı beyinlerini hasara uğratmak için' alınıyor demektir.

Çünkü, psikiyatrik ilaçların hiçbiri, akıl hastalıklarını tedavi etmez; onları yaratır. Mevcut olan akıl hastalıklarını kötüleştirir, daha önce olmayan akıl hastalıklarını yaratır.

Psikiyatrik ilaçlar, beyinde olmayan akıl hastalıklarını tedavi edemez. Psikiyatrik ilaçların görevi, sağlıklı beyinleri uyuşturmaktır.  Yaptığı şey sadece budur.

Akıl hastalıklarını tedavi etmiyor, sadece sağlıklı beyinleri uyuşturuyor. (Hastalar, bu uyuşukluktan dolayı, yanlışlıkla bu ilaçların kendilerine iyi geldiğini düşünmesine yol açıyor. Ancak gerçekte, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor. Sağlıklı beyinler, ölümcül kimyasallarla ciddi derece de uyuşuyor.)

Ancak bu durum, (genellikle uzun vadelerde), insaların 'sağlıklı beyinlerinin ciddi şekilde hasara (kimyasal beyin hasarına) sebep olmasına' yol açıyor. Bu sayede, (genelikle uzun vadelerde), sağlıklı beyinler hasara uğratılıyor.

Psikiyatri, psikiyatristler ve ilaç şirketleri ise, bu gerçekleri saklıyor. Ve psikiyatrik ilaçların, insanlara iyi geldiği aldatmacısına sarılıyor. Bu 'psikiyatri, psikiyatristler ve ilaç şirketlerinin', toplumlara, kamuoyuna ve ana akım medyaya oynadığı bir, ÖLÜMCÜL ALDATMACADIR.

Politikacılar ve mahkemeler, artık bu psikiyatrik ilaç gerçeği fark etmek zorundadır. Akıl sağlığı sistemlerinde, ilaçsız tedavi yöntemleri devreye girmelidir. (...)"
(209)

          55) - ""Antidepresanların herhangi bir işe yaradığından emin değilim. Bunu tüm psikiyatrik ilaçlar için söylemezdim. Bence antipsikotiklerin bir yeri var, örneğin, bence birisi akut psikotik olduğunda, psikozu gerçekten başka şekillerde kontrol edilemez hale getirirse, onu bastırmak için yardımcı olabilirler. Ama antidepresanların bu kadar yararlı olduğuna ikna olmadım." -Moncrieff
-------
Peki ya, sonra? Hasta iyileşmezse, bu psikiyatrik ilaçlar verilmeye /alınmaya devam edecek. Sonra, beyin (kelimenin tam anlamıyla) HAŞAT olacak (beyin hasar görecek..)

'Psikoz' ve diğer tüm psikotik kavramlar, 'akıl sağlığını ve akıl hastalıklarını' işaret eder.  Ancak... Her türlü akıl hastalığı, 'iki kavram' üzerinde tartışılır;
1) Düşüncelerde bozukluk
2) Davranışlarda bozukluk

Sizce, bu iki bozukluk 'BEYİN' ile mi ilgili? Hayır! Tam olarak öyle değil.

- Düşüncelerde bozukluk, sadece 'akıl ve akıl sağlığını (akıl hastalıklarını)' işaret eder. Ancak, akıl ve akıl hastalıkları beyinde değil, insanın 'kendi ruhunda' olan birşeydir.

- Davranışlarda bozukluk, sadece 'beden sağlığını' işaret eder. Yani fizikseldir. Bazı davranış bozuklukları 'beyin sağlığı' ile yakından ilgilidir. Bu da fizikseldir. Beyin sağlığı bozulursa, bazı davranışlarda bozulur.

Ancak 'davranış bozuklukları', öyle düşünüldüğü gibi 'akıl ve akıl hastalıkları' ile ilgili değildir. "Davranış bozuklukları, fizikseldir. Düşünce bozuklukları, ruhsaldır."

İnsan ruhu, beyni kullanarak 'kendi duygusal ifadelerini', dışarıya yansıtmaya çalışır. Beyin sağlığının bozulması, ruhun duygusal ifadelerini de (yani düşünce sağlığını da) bozar. Beyin sağlığının bozulması, düşünce sağlığının bozulmasıdır. Ancak bu, düşüncenin (aklın) beyinde olduğunu göstermez.
---------
Şöyle anlatalım.. 
- Geçmişinde herhangi bir 'akıl hastalığı' olmayan ve sağlıklı bir beyne sahip herhangi bir insana, bir psikiyatrik ilaç verirseniz, o insanın beyin sağlığını (kimyasal olarak) bozarsınız. 
-'Beyin sağlığı' bozulan kişinin 'düşüncelerinde ve davranışlarında' bazı bozukluklar ortaya çıkar.
- Psikiyatri (ve psikiyatristler), bu 'düşünce ve davranışlardaki bozuklukları', yanlış bir şekilde 'akıl hastalıkları' olarak etiketler.
- Ve o insana, beyin sağlığını hasara uğratan ve hayatı boyunca (ölünceye kadar) kullanması gereken zehirli psikiyatrik ilaçlar reçete eder.

-Kişi, bu psikiyatrik ilaçları kullanmaya devam ettikçe, ileride gerçek bir 'akıl hastası' olarak dönüşüm sağlar.
-Ve daha sonra da kalıcı beyin hasarına uğrar ve çeşitli kalıcı fiziksel hastalıklara yakalanır. 
-Ve daha sonra da kalıcı sakat kalır (yaralanır) ve ölür. 

"Neden sakat kalır ve ölür?" 'O, neden öldü?' yada 'Onu kim vurdu?' Bunu kimse bilmez. İşte psikiyatri ve ilaç firmaları, psikiyatrik ilaç kaynaklı yaralanma ve ölümleri, bu şekilde örtpas eder. Ana akım tıp dünyası da, bu psikiyatri ve ilaç firmalarının bu örtpas etme eylemine yardım eder.

Muhtemelen... Dünya genelinde her yıl milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçlardan dolayı sakat kalıyor (yaralanıyor) ve ölüyor.
------------
Antideprasanlar ve diğer tüm psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmezler. Yaptıkları iş, sağlıklı beyinleri uyuşturmaktır. Ve daha sonra da (genellikle uzun vadelerde) sağlıklı beyinleri kimyasal olarak hasara (beyin hasarına) uğratmaktır. Ve daha sonra da insanları fiziksel ve zihinsel olarak sakat bırakır (yaralar) ve öldürür. Psikiyatrik ilaçların hepsi, sadece sağlıklı beyinleri uyuşturur. Yaptıkları iş sadece budur; sağlıklı beyinleri uyuşturmak.
------------------
Psikiyatrik ilaçlar, 'akıl hastalıklarını' tedavi etmek için üretilmezler. (Fakat... Sanki akıl hastalıklarını tedavi ediyormuş gibi bir algı operayonu yürütülerek üretilirler.) Aslında gerçekte, insanların sağlıklı beyinlerini uyuşturmak için üretilirler. Çünkü, yaptıkları iş tam da budur; sadece bu.

İsitisnasız tüm psikiyatrik ilaçların tek yaptığı şey budur, -sağlıklı beyinleri uyuşturmaktır. Beyin uyuştuğunda, insan (sanki tecavüze uğramış gibi olur ve) bundan adeta zevk alır ve kendinden geçer. Psikiyatrik ilaç kullanan insanların, 'Bu psikiyatrik ilaçlar bana iyi geldi.  Eğer bu psikiyatrik ilaçlar olmasaydı, ben ölürdüm!' diye bu şekilde konuşması bu nedenledir.

Bu da ilaç firmalarının ve psikiyatrinin işine gelir. Gerçekler saklanır. İlaç firmaları, ALDATICI bir şekilde, psikiyatrik ilaç prospektüslerine, 'psikiyatrik ilaçların şu, şu, şu, akıl hastalıklarını tedavi ettiği' yalanını işler.

Halbu ki... Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor; sadece sağlıklı beyinleri uyuşturuyor. Bu uyuşma, psikiyatrik ilaçların zamanla artması ile adeta bir 'BEYİN KİMYASI KANSERİNE' (Kimyasal beyin hasarına) dönüşüyor. Ve psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu diğer fiziksel ve zihinsel hastalıklar ve rahatsızlıklar da cabası...

İlaç firmaları, çok çeştili markalarda ve dozlarda psikiyatrik ilaç üretir. Bunları piyasaya sürer. Psikiyatrik ilaç marka adlarının çok sayıda olması ve ilaç dozlarının (çok düşükten çok yüksek dozlarda) farklı olması... sadece insanların kafalarını karıştırmak ve insanları, toplumları ve kamuoyunu, bu uyduruk 'psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiğine' inandırabimek içindir.

Halbu ki... Tüm bu psikiyatrik ilaçların hiç biri gerçek akıl hastalıklarını tedavi etmez. Psikiyatrik ilaçların hepsi, aynı görevi yapar; (Beyin kimyasını uyuşturur.) Beyin kimyasını uyuşturarak, insanların sessizleşmesi ve sakinleşmesi sağlanır. Bu durumda, yanlış bir şekilde 'psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiği' yanılgısına yol açar.

Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan birşeydir. Beyinde olmayan birşeyi tedavi edemezsiniz. Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor; sadece sağlıklı beyinleri uyuşturuyor.

Ayrıca.. Psikiyatrik ilaçlar, 'beyin ve vücut' için oldukça zehirli kimyasallar içerir. Psikiyatrik ilaçlar, genellikle uzun vadelerde alınmaya devam ettiğinde, beynin doğal kimyasal yapısı, adeta KİMYASAL BİR ÇORBAYA döner. Bu kimyasal çorba, ileride KİMYASAL LOBOTOMİ'ye dönüşür. Kimyasal lobotomi, kimyasal beyin hasarının birincil nedenidir.

Psikiyatrik ilaçlar, sadece kimyasal beyin hasarına neden olmaz, ayrıca çok sayıda zihinsel ve fiziksel kalıcı hastalık ve rahatsızlıklara da sebep olur.
Ve insanların ölümlerine ve onların sakat kalmasına (yaralanamsına) neden olur.

Son söz olarak... Yukarıda da tekrar ettiğimiz gibi, yapılması gereken şey, ilaçsız tedavi yöntemlerini içeren 'Norveç örneği ve Storia evleri' gibi uygulamaları desteklemek ve yaygınlaştırmaktır. (...)"
 (210

          56) - "   "Retoriği bir kenara bırakırsak, tüm psikiyatrik ilaçlar dört basit kategoriye ayrılır: sakinleştiriciler, uyarıcılar, ağrı kesiciler ve halüsinojenler. Bu maddeler kimyasal dengesizlikleri düzeltmez, ruh halini düzenlemez veya beyin fonksiyonlarını dengelemez; sadece vücudun fonksiyonlarını değiştirirler. Ve tam olarak doğru çerçevelendiğinde, aynı etkiler ilaç olarak satılır."

Evet, bu görüşe katılıyorum. Antidepresanlar da dahil, tüm psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı beyinleri uyuştururlar. Yaptıkları şey sadece bu.

   "Ama Kendimi Daha İyi Hissediyorum” — Rahatlama Şifanın Yerini Aldığında.... Psikiyatrik ilaçların savunucuları sıklıkla, "Ama onları aldığımda kendimi daha iyi hissediyorum!" derler. (....) çünkü ilaçlar etki yaratır. Alkol sosyal kaygıyı azaltır. Morfin ağrıyı uyuşturur. Kokain enerjiyi artırır. Elbette insanlar fark eder—bir şeyler değişir. Vücut tepki verir. Kişi kendini farklı hisseder. Daha fazla hareketsizlik, daha az duygu, daha fazla uyum veya daha fazla enerji olabilir—ama bunlar sadece bir kimyasalı yutmanın geçici sonuçlarıdır. Bir ilacın bir etki yaratması, herhangi bir şeyi düzelttiği anlamına gelmez. Asıl soru şudur: İyileştirirler mi? İlaç pazarlamasından arındırılmış cevap hayırdır. Bu ilaçlar sıkıntıyı gidermez veya herhangi bir biyolojik işlev bozukluğunu düzeltmez—çünkü hiçbir psikiyatrik bozukluğun biyolojik bir nedeni bulunamamıştır. Bilinci ve bedensel işlevi öngörülebilir şekillerde değiştirirler. Ve psikiyatri bu etkileri tedavi olarak satarak koca bir endüstri kurmuştur.

Evet, aynen. Tüm psikiyatrik ilaçlar sağlıklı beyinleri uyuşturur. Beyin uyuştuğunda, bu uyuşukluk kişilerin düşünce ve davranışlarını etkiliyor. Bir nevi, 'zombi pozisyonuna' dönüşüyorlar. Zombi pozisyonu, yasadışı sokak uyuşturucularının neden olduğu etkilerdir. Zombi pozisyonuna sahip olan kişiler, ya hiç bir şey hissetmezler (durağan zombi pozisyonu), yada aşırı hislere kapılırlar (hareketli zombi pozisyonu). 

Ancak her iki durumun etkisi de aynıdır. Beyin uyuşunca, düşünce ve davranışlarda bozukluklar ortaya çıkar. Psikiyatri (ve psikiyatristler), bu düşünce ve davranış bozukluğunu yanlış bir şekilde 'akıl hastalığı' olarak etiketler. Tıpkı psikiyatrik ilaçlarda olduğu gibi.. Psikiyatrik ilaçların etkisi de, işte tam da budur. Psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuşturucularının neden olduğu 'zombi pozisyonuna' benzer etkilere sebep olurlar.

Bu nedenle, psikiyatrik ilaçlar, 'YASAL'  (yasadışı sokak uyuşturucuların evcil versiyonu) uyuşturuculardır. Psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuşturucularının evcilleştirilmiş versiyonudur. "Ne demek eviclleştirilmiş?" Psikiyatrik ilaçların eviclleştirilmesi, '(ilaçların) 'ölümcül olumsuz etkilerinin', ilaç firmaları tarafından genellikle uzun vadelere yaydırılmış' olmasıdır. Bu nedenden dolayı, psikiyatrik ilaçlar, sözde 'DAHA GÜVENLİ!' olarak tarif edilir.
-----------
Örneğin, Amerika'nın en önemli psikiyatri örgütlerinin son yapmış olduğu açıklamadaki gibi.. "Psikotropik ilaçların güvenliğine ilişkin federal endişelere ilişkin ortak açıklama" (211-1)

'RFK Jr.'ın psikiyatrik ilaçların aşırı reçetelenmesiyle ilgili bir soruşturma' çağrısına yanıt olarak, Amerika'nın en önemli psikiyatri örgütleri bir açıklama yayınladı. Ancak gerçek endişeleri kabul etmek yerine, yanlış bilgilendirmeyi ikiye katladılar. Açıklama çok trajikomik.. 

Amerika'nın en önemli psikiyatri örgütlerinin içine düştükleri bu durum, içler acısı. Açıklamada çok sayıda yanlış bilgilendirme var gibi gözüküyor. En azından bir dezanformasyonun yapıldığı açık gibi. Ve..

-Psikiyatrik ilaçların zararlarını görmezden gelme ve biraz da saklama güdüsü var gibi gözüküyor.
- Psikiyatrik ilaçlardan dolayı kararan hayatları, ölen ve sakat kalan milyonlarca insanları görmezden gelmek var.. Ve ben bunları fark ettim. 

-Yoksa bunların hepsi yalan mı? 
-Yoksa psikiyatrik ilaçlardan kimse zarar görmedi mi? 
-Ölen ve sakat kalan (yaralanan) insan olmadı mı?

Siz nasıl düşünürsünüz bilemem. Çok sayıda dürüst psikiyatristler ve diğer doktorlar, araştırmacılar vb 'Bakın, bu psikiyatrik ilaçlar çok tehlikelidir, öldürüyor ve sakat bırakıyor' gibi buna benzer gerçekleri 'bas bas bağırarak' ifade ediyorlar.

"Peki, pskiyatri örgütleri ne yapıyor?" Kimseye söz söyletmiyorlar, kimseyi dinlemiyorlar. 'Sadece bizim dediğimiz olur', diyorlar. Psikiyatri örgütleri, tıp camiasında sanki 'çete' kurmuşlar gibi.. Hukuk çerçevesinde, kim bunlara DUR diyecek? Yazık... (...)"
(211)

          57) - "Harika bir makale. Bence bu, Amerika'nın önde gelen psikiyatri örgütlerinin ortak bildirisine mükemmel bir yanıt gibi. Teşekkürler Bruce Levine.. (...)" (212)

          58) - "Makaleyi anladığımı sanıyordum. Aşağıda yorumları okuyunca, yanıldığımı anladım. 

Bence... Psikiyatri, bir 'tıp alanı' değil, bir sektördür. Yani, psikiyatri bir 'para kazanma' sektörüdür. Psikiyatri, bir 'tıp alanı' olmaktan çok uzaktır. Bunun nedeni de, insanlığa karşı vermiş olduğu ciddi zararlardan kaynaklanıyor;  (sayısı belirsiz, tahmini her yıl psikiyatrik ilaç kullanan milyonlarca insan sakat kalıyor ve ölüyor.  Ve bu sayının (belirsiz olduğundan dolayı), artma ihtimali de korkutuyor, diyebiliriz.)

Psikiyatri, hiç bir zaman 'tıp alanı' olarak faaliyet göstermedi. Faaliyet göstermediği için de... psikiyatrik tedavilerin zararları konusunda endişesi olanlar arasında da psikiyatri, hiçbir zaman bir 'tıp alanı' olarak da görülmedi.

"Psikiyatri, 21. yüzyılın en büyük 'gizli soykırımını' gerçekleştiriyor." 

Yukarıda da belirttiğim gibi... "Muhtemelen... psikiyatri (dünya genelinde) her yıl milyonlarca insanın ölümünden ve yaralanmasından sorumludur." Ve dahası da var.

"Muhtemelen... dünya genelinde her gün milyonlarca insan  (sadece psikiyatrik ilaçlardan dolayı) bir şekilde, 'kimyasal lobotomiye' maruz kalıyor.";  (bu durum, kimyasal kalıcı beyin hasarı yaşamadan önceki durumdur. Beyin kimyasının kimyasal çorbaya dönüşmesi durumu. Her gün alınan bir psikiyatrik bir ilaç, beynin doğal kimyasının, kimyasallarla çorbaya dönüşmesine neden olur. (ve oluyor da. Ama insanlar bunu bilmiyor. Hatta tıp bile bunu bilmekten çok yoksun. Şaka gibi.))

Bu kimyasal çorba, beyin kimyasında her gün biriktikçe, (genellikle uzun vadelerde -aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında), tam bir 'kimyasal lobotomi (kimyasal kalıcı beyin hasarı)' gerçekleşir.

"Muhtemelen... 'kimyasal lobotomiye' maruz kalan insanların büyük çoğunluğu, her yıl kimyasal kaynaklı 'kalıcı beyin hasarı' yaşıyor."

"Muhtemelen... dünya genelinde on /yüz milyonlarca insan psikiyatrik ilaç kullanıyor." (Belki de daha fazla... Psikiyatrik ilaç kullanan insan sayısı tam olarak belli olmasa da..  Muhtemelen WHO bile 'bu sayının ne olduğunu' tam olarak bilmiyor. Benim tahminim 1 milyarın üzerinde insanın psikiyatrik ilaç kullanıyor olabileceğidir.)

Küçük bir hesap yaparsak.. "On /yüz milyonlarca insanın, aylarca ve/veya yıllarca her gün bir /birden fazla psikiyatrik ilaç aldığını düşünürsek... Bu on /yüz milyonlarca insandan, en az 1 milyondan fazla kişinin, her yıl kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanıyor", diyebiliriz.

"Muhtemelen... tahminen her yıl 1 milyondan fazla kişi, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanıyor."

-Ve bu durum, 'bize, 'akıl hastanelerinde, psikiyatri hastanelerinde' ve zihinsel engelli diğer akıl sağlığı birimlerinde (rehabilitasyon merkezlerinde, bakım evleri ile huzur evlerinde) hayatları boyunca (ölene kadar) buralarda kalmalarının sebebini' açıklayabilir.

-Bu durum ayrıca, 'bize, insanları (hepsi olmasa bile, büyük çoğunluğunu) bu hale getiren (kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmalarına sebep olan) şeyin, psikiyatrik ilaçlar olduğunu' gösterebilir.

   "Etrafınızdaki 'akıl sağlığı' bozuk olan insanların, neden bu duruma düştüklerini hiç sorguladınız mı? Bu kişiler, hiç psikiyatrik ilaç kullanmış mı? Kullanıyorsa, ne zamandan beri kullanıyorlar?"

Bu sorulara, akıl sağlığı cidddi derecede bozuk olan -yani bu soruya cevap veremeyecek derecede 'kalıcı kimyasal beyin hasarı' yaşayan- insanlar cevap vermeyeceği için... bu durum psikiyatrinin işini kolaylaştırabiliyor. Bu nedenle, bu kişilerin 'tıbbi kayıtları'na bakılması gerekiyor.  Ki bu tür kişilere ait bu tıbbi kayıtların, tahrif edilmesi de söz konusu olabileceğinden dolayı, gerçekler ortaya çıkarılamayabilir.

Yukarıda da dediğimiz gibi... "Muhtemelen... psikiyatri, son 21.yüzyılın en büyük 'gizli soykırımını' sessiz sedasız bir şekilde gerçekleştiriyor." Ama muhtemelen kimse bunun farkında bile değil.
--------
Psikiyatri, bir tıp alanı olmaktan çok uzaktır. Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan birşeydir. Psikiyatrik ilaçların hiçbiri, bu akıl hastalıklarını tedavi edemez. Zaten tedavi etmiyor da. Yaptığı şey, sadece insanların sağlıklı beyinlerini uyuşturmak.

Beyin uyuşukluğu, beynin doğal kimyasının, psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasallarıyla doldurulmasından kaynaklanır. Tıpkı, yasadışı sokak uyuşturucuların yaptığı şey gibi. Yasadışı sokak uyuşturucuları (eroin, kokain gibi narkotik uyuşturucular), insanların sağlıklı beyinlerini anında uyuşturur. Bunları alan kişiler, yarı zombiye dönüşürler. Hisleri kaybolur. Sokak uyuşturucları, kısa bir süre daha alınırsa beyin kimyası iflas edebilir. Hatta kişileri öldürebilir.

Psikiyatrik ilaçlar da, yasadışı sokak uyuşturucların yapmış odluğu aynı etkiyi yapar. Ama bir farkla... Psikiyatrik ilaçlar ile yasadışı sokak (narkotik) uyuşturucuların -etki bakımından- herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de aynı ciddi ölümcül etkilere sahiptir. (Bunları nereden mi biliyoruz, okuyoruz araştrııyoruz.  Bunları araştıranlar bilirler.)

  "Psikiyatrik ilaçlar ile yasadışı sokak (narkotik) uyuşturucular arasındaki tek fark... psikiyatrik ilaçların bu zararlı ölümcül etkiyi, uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca kullanım sonrasında) yapmasıdır."

Yani.. Aslında...  "Psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak (narkotik) uyuşturucuların evcilleştirilmiş halidir", diyebiliriz. Evcilleştirme durumu, psikiyatrik ilaçların olası ölümcül yan etkilerinin uzun vadelere (aylar ve/veya yıllar sonrasına) indirilmesidir. 'Ölümcül yan etki' açısından aralarında hiçbir fark yoktur; fark, sürededir.
---------
Psikiyatrik ilaç alan bir kişinin sağlıklı beyni, (ilaçların kimyasallarından dolayı) uyuşur. Beyin uyuşunca, insanlar sessiz sakin kalıyor. Neye uğradığını şaşırıyor. Ya stabil kalıyor yada hareketli oluyor. Medya da 'zombi' denilen şeyi yaşıyorlar. Ben buna, 'zombi pozisyonu' diyorum. Psikiyatrik ilaç kullanan kişilerin beyni uyuşunca, 'zombi pozisyonuna' giriyorlar.

Bu bazen, insanların 'daha stresli, daha agresif, daha saldırgan, daha kendini bilmezlik' vb gibi 'garip davranışlar' içerinde olmasına yol açabiliyor. Bu, hareketli zombi pozisyonudur.

Psikiyatri (ve psikiyatristler), psikiyatrik ilaçlardan dolayı böyle 'garip davranışlar' içerisinde olmasını, yanlış bir şekilde 'akıl hastalığı' olarak etiketliyor; (psikiyatrik ilaç nedeniyle bozulan insan davranışlarının, yanlış şekilde akıl hastalığı olarak etiketlenmesi..) Bu durum, psikiyatristlerin (o kişiye, beyni daha da kimyasal çorbaya dönüştüren), başka psikiyatrik ilaçlar reçete etmesine izin verir.
---------
Muhtemelen... Psikiyatrik ilaç kullanan insanların bir kısmı (/büyük çoğunluğu)... (psikiyatrik ilaçların kimyasallarının) sağlıklı beyinleri uyuşturmasından dolayı, kendilerinde bir rahatlama hissediyorlar. Ve "Psikiyatrik ilaçlar bana iyi geldi. Psikiyatrik ilaçlar olmasaydı ben ölürdüm!" gibi buna benzer ifadeler kullanarak, psikiyatrik ilaçların faydalarını dile getiriyorlar.

Halbu ki.. Yukarıda da dediğimiz gibi.. Beyin uyuşukluğu,' akıl hastalıklarının tedavi edildiği bir durum' değildir. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor. Beyin uyuşması, sağlıklı beyinlerin, psikiyatrik ilaçların (oldukça zehirli olan) kimyasalları ile doldurulduğundan dolayı, beynin doğal kimyasal yapısının bozulmuş olmasını göstermektedir. Bu durum, akıl hastalıklarını tedavi eden bir durum değildir; beynin doğal kimyasal yapısının (psikiyatrik ilaç kimyasalları ile) doldurulması ve daha sonra da bozulmasıdır.
--------------------
Son söz olarak.. Tekrar etmeliyim ki, "psikiyatri bir tıp alanı değil, bir para kazanma sektörüdür." İnsanlara açıkça zarar veren psikiyatri, bir tıp alanı olarak nasıl gözükebilir?

Psikiyatristler (dürüst psikiyatristler hariç), 'gerçek tıp doktoru' değildirler. Bunlar, 'gerçek tıp doktoru' olmaktan çok uzaktırlar. Eğer psikiyatristler, gerçek tıp doktoru olmak istiyorlarsa...

1)  Psikiyatrinin (yani psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin) insanlara, onlarca yıldır verdiği inanılmaz zararı ve soykırımı kabul etmeleri gerekiyor.

2) Psikiyatriye ve zararlı psikiyatrik tedavilere (özellikle de psikiyatrik ilaçlar ve ECT'ye) karşı ciddi bir karşı duruş sergilemeleri (mücadele etmeleri) ve akıl sağılığında 'ilaçsız tedavi yöntemlerini' benimsemeleri gerekiyor.

3) Ve bunları kendilerinin de bir an önce uygulamaları gerekiyor. Psikiyatrik ilaçların ve ECT'nin yasaklanmasını sağlamaları gerekiyor.
4) Akıl sağlığı sistemlerinin, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' şeklinde yeniden düzenlenemsi gerekiyor.

5) Akıl ve ruh sağlığı bakanlığının kurulması gerekiyor. Ve 'Storia ve Norveç evleri' örnekleri gibi 'ilaçsız tedavi yöntemlerini' içeren uygulamaların yaygınlaştırılması gerekiyor.

"Psikiyatri, tıp fakültelerinden (bir tıp alanı olarak) kaldırılmalıdır." Bunun nedeni de, "21.yüzyılın en büyük 'gizli soykırımını işlemesi" yüzündendir. Ne üzücüdür ki, bu gizli soykırıma, tıp camiaları da dahil olmuştur. Burası üzücü verici bir durumdur.

Eminim ki, bu gizli soykırım, 'dürüst psikiyatristleri ve diğer tıp doktorlarını' da derinden etkileyecektir. Bu gizli soykırımdan dolayı, psikiyatrinin tıp fakültelerinde yer alması, tıp camiası açısından da 'utanç verici' bir durum olur.

-Tıp fakültelerinde, psikiyatri yerine 'akıl ve ruh sağlığı' birimleri oluşturulmalı.
-Akıl sağlığı sisteminde, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' benimsenmeli.
-Ve aklıma gelmeyen diğer akıl sağlığı değişimleri..

Umarım, bir an önce akıl sağlığı sistemlerinde bu yönlerde değişim rüzgarları eser. Yoksa, bu adı konmamış gizli soykırımlar devam eder durur. Yazık, bu masum insanlara..Tekrar teşekkürler Bruce Levine.. :) (...)"
(213)

          59) - "Merhaba Wyllhart Halle. Yorum ve konuyu açtığın için teşekkür ederim. Yorumun mantıklı ve olumlu. Yanlız bir konuda farklı düşüncem var. İzin verirsen açıklayayın.

"Psikiyatri'de 'bilgilendirilmiş onam' nedir?" Psikiyatrik 'bilgilendirilmiş onam' zaten yapılıyor. İnsanlar, açıkça zarar görüyor. Ölüyor ve sakat kalıyor (yaralanıyor).

Bu, 'bilgilendirilmiş onam', psikiyatrinin 'insanlara zarar vermenin' YASAL adıdır. İnsanlar, zaten YASAL bir şekilde psikiyatrik tedavilerle öldürülüyor ve sakat bırakılıyor. Zararlı (yaralayıcı ve öldürücü) psikiyatrik tedaviler, zaten YASAL. 

-Bilgilendirilmiş onam, bu öldürücü YASAL psikiyatrik teavilerin, ayaklarını yere daha sağlam basmasını sağlıyor. 
- Psikiyatrik tedavilerden ölen ve yaralanan milyonlarca insanın (ailelerinin), hukuki yollara başvurmasının önüne geçiyor.  
-Psikiyatriye ve psikiyatristlere, milyarlarca dolar tazminat davaları açmasına engel oluyor.

Psikiyatri'de 'bilgilendirilmiş onam', dünya genelinde milyonlarca insanın öldürülmesine ve yaralanmasına ONAY vermek demektir. Ve zaten böyle de oluyor.

Bu gibi nedenlerle... Her yıl sayısı belirsiz tahmini on /yüz milyonlarca insanın ölümüne ve yaralanmasına sebep olan psikiyatri, ortadan kaldırılmadan (ve psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedaviler yasaklanmadan) 'bilgilendirilmiş onama' karşı olduğumu belirtmek isterim..

Çünkü bunun önemli nedenleri var.
- Bilgilendirilmiş onam, 'zehirli psikiyatrik ilaçların satılması ve kullanılmasının' devamı anlamına gelecektir. (Zaten yapılıyor.)
-Bilgilendirilmiş onam, ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin uygulanmasının devamı demektir.
- Bilgilendirilmiş onam.... psikiyatri kurumunun adı henüz konulamamış 'gizli soykırımlarına', 'bilgilendirilmiş onam' ile devam etmesi demektir.

Çok merak ediyorum. Halihazırda bilgilendirilmiş onam zaten var. "Yenilenmiş (düzenlenmiş) bilgilendirilmiş onamı, psikiyatri, hasta ve hasta ailelerine karşı nasıl dürüst bir şekilde düzenleyecek ve anlatacak? Bunu, dürüst bir şekilde yapabilir mi?" Sanmıyorum..

Çünkü.... psikiyatriyi ilaç endüstrisi yönetiyor. İlaç endüstrisini bağımlı olan psikiyatriden, doğru ve dürüst bir bilgilendirilmiş onam beklemek, saflık olur. İlaç şirketlerinin muazzam gücü, psikiyatriyi adeta ele geçirmiş durumda.

"Psikiyatri'de 'para' konuşur.  Dürüstlük konuşmaz. Bilgilendirlmiş onam konuşmaz. Psikiyatri'de 'para' konuşur." Ne yazık ki, muhtemelen... dünya genelinde neredeyse psikiyatristlerin büyük çoğunluğu, 'psikiyatri kurumuna ve ilaç şirketlerine' bağımlıdır.

Psikiyatriye karşı gelmek, 'kendi ölüm fermanını' imzalamak demektir. Psikiyatri kurumu, psikiyatristleri afaroz edebilir. Onları kovabilir. Lisanslarını ellerinden alabilir. (Psikiyatrinin böyle yetikileri olabilir.  Bazı ülkelerde var.  Amerika'da nasıl?)

Bence... Öncelikle, psikiyatri kurumu (kendi içinde) temizlenmelidir. İlaç şirketleri ile bağlantıları olanlar ve para elde eden psikiyatristler, psikiyatriden temizlenmesi gerekiyor. Psikiyatristler, bu KİRLİ BAĞIMLILIKTAN kurtulmaları gerekiyor. Ancak bu yeterli değildir.

Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmiyor.  Ne yapıyor? Açıkça insanlara zarar veriyor. Öyleyse, öncelikle psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır.

Fakat... Bazı anti-psikiyatri 'uzman psikiyatristler', psikiyatrik ilaçların yasaklanmaması gerektiğini söylüyor. Oysa ki, pskiyatrik ilaçların 'akıl hastalıklarını tedavi etmediğini ve psikiyatrik ilaçların zararlarını biliyorlar.  Ve üstelik bunları ortaya çıkaranlar kendileri.

Bu, şaka gibi. Yani, adeta 'psikiyatrik ilaçlardan dolayı her yıl milyonlarca ölüm ve yaralanmalar gerçekleşiyor.  Ama öte yandan psikiyatrik ilaçların (en azından bazılarının), bazı kişiler için faydalı olabileceğini ima ediyorlar.  Ve psikiyatrik ilaçların yasaklanmaması gerektiğini ifade/ima ediyorlar.

Sanki, şunu demek istiyorlar gibi... "Önemli olan milyonlarca ölüm ve yaralanmalar değil, - bazı kişilerin fayda sağlamasıdır." Yani aslında "'ölüm ve yaralanmalar' devam etmeli" demek istiyorlar. 

Neden böyle davranıyorlar? 
Psikiyatri kurumundan mı korkuyorlar? 
Yoksa, psikiyatri kurumuna bağımlı olan diğer meslektaşlarının (psikiyatristlerinin) hışmına uğramaktan mı korkuyorlar? 
Zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedaviler (özellikle de zehirli psikiyatrik ilaçlar) ortada duruyorken, neden bu şekilde davranıyorlar? 
Meslektaşlarından mı korkuyorlar yoksa psikiyatri kurumundan mı? 
Psikiyatrik ilaçların zararları konusunda ne kadar dürüstler? Ne kadar samimiler?

Bence.. Psikiyatri ortadan kaldırılmalı. Tıp fakültelerinden kaldırılmalı. Psikiyatrik ilaçların tamamı yasaklanmalı.

Psikiyatrik ilaçlar, sadece çok şiddetli saldırgan insanları sakinleştirmek için kullanılabilir. O da belki.. Ama bu bile, insan için oldukça tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Psikiyatrik ilaçlar, 'şiddetin ve intiharın' ana kaynağını hedef almaz, onu durdurmaz; yok etmez. Beyinleri uyuşturarak, insanları sakinleştirir.

Muhtemelen.. Şiddetin ve intiharın' ana kaynağı, beyin değil, insanın kendi ruhudur; yani ruhsaldır. Yani insanın kendi ruhu ile ilgilidir. 

Psikiyatrik ilaçlar, 'ruhların düşüncelerini değiştirmede' etki etmezler. Sadece insanların davranışlarını  (beyinlerini uyuşturup-kişileri sakinleştrirerek), kısa bir süreliğine değiştirirler. Bu, akıl ve akıl hastalıklarının (düşüncelerin), beyinde olduğunu göstermez. Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıkalrını tedavi ettiği anlamına gelmez. Bu gibi nedenlerle, özellikle de 'şiddet ve intihar' gibi durumlarda psikiyatrik ilaçlar vermek mantıksızlıktır, saçmadır ve tehlikelidir. Hele de uzun vadelerde kullanım için..

Bence.. Akıl sağlığı sistemi, ilaçsız tedavi yöntemlerine göre yeniden düzenlenmelidir. 'Norveç örneği ve storia evleri' gibi 'ilaçsız tedavi yöntemlerini' uygulayan, 'ruh sağlığı bakım ve rehabilitasyon merkezlerinin' yaygınlaştırılması gerekir.

-Psikiyatri kurumu, tıp faültelerinden kaldırılmalıdır. 
-Yerine, ilaçsız tedavi yöntemlerini ele alan, 'akıl ve ruh sağlığı' birimleri oluşturulmalıdır. 
-Psikiyatristler ve psikologlar, 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdırlar. 
- Tüm akıl sağlığı birimleri, yeni akıl sağlığı sistemine göre dizayn edilmelidir. (yani akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri ve diğer zihinsel engelli akıl sağlığı birimleri 'rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri, huzur evleri' gibi..)

Çok mu hayal görüyorum? Bunlar olmayacak şeyler değil. Ne yazık ki, (psikiyatrinin, psikiyatristlerin, bazı politikacıların ve akıl sağlığı birimlerinin), ilaç şirketleri ile mali ilişkiler içerisinde olması olasılığı.... akıl sağlığı sisteminin 'ilaçsız tedavi yöntemlerine göre yeniden dizayn edimesini (düzenlemesini) engelleyen en büyük sorunlardan biri gibi görülüyor.

Dediğimiz gibi, psikiyatri de (ve akıl sağlığı birimlerinde) her zaman PARA konuşur.. Bilgilendirilmiş onam, ancak akıl sağlığı sistemlerinin, ilaçsız tedavi yöntemleri ile yeniden revize edilmesi ile faydalı olabilir. Şu anki psikiyatrinin hali le değil. Maalesef.. (...)"
(214)

          60) - "Bu makale, 'tam isabet' olmuş. Üstelik kaynaklı belirteçler de var. Aynı düşüncede olduğumu söylemek isterim. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var.

Ne yazık ki.. Psikiyatristler, 'normal insan' değildirler. Psikiyatristlerin 'normal insan', olmalarını isterdim ama maalesef 'normal' değiller. 'Deli' kelimesi, psikiyatristlerin yanında devede kulak kalır. Psikiyatristler, 'deli' olmayı bile aşmış durumdalar.

Bence,
 meslek olarak psikiyatristler, 'lisanslı şarlatan ve psikopatlardır.' (Dürüst psikiyatristler hariç.) 'Dürüst psikiyatrist' terimi nedir?

Dürüst psikiyatristler, (psikiyatrik ilaçlar, ECT vb gibi insana açıkça zarar veren, onu sakat bırakan (yaralayan) ve öldüren 'psikiyatrik tedavileri' hastalarına uygulamayan, önermeyen ve bunlara karşı çıkan... ve hastalarını 'ilaçsız tedavi yöntemlerine' yönlendiren ve/veya bunları bizzat kendileri uygulayan psikiyatristlerdir.

Dürüst psikiyatristler hariç, ana akım psikiyatristlerin 'lisanslı şarlatan ve psikopat' olmasının nedenleri vardır.

Ana akım psikiyatristler...

1) Akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olmadığını, insanın kendi ruhunda olduğunu biliyorlar.

2) Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi psikiyatrik tedavilerin, 'akıl hastalığını' tedavi etmediğini biliyorlar. Akıl hastalığını tedavi etmediği gibi 'mevcut hastalık semptomlarını' daha da kötü hale getirdiğini ve 'yeni yeni akıl hastalığı semptomlarına' sebep olduğunu da biliyorlar.

3) Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi psikiyatrik tedavilerin (özellikle de psikiyatrik ilaçların), insanlara zarar verdiğini (sakat bıraktığını 'yaraladığını' ve öldürdüğünü) biliyorlar.

4) Özellikle de psikiyatrik ilaçların, sadece beyni uyuşturduğunu ve başka bir işe de yaramadığını da biliyorlar.  (Aslında ECT'de aynı şeyi yapıyor. ECT'nin farkı, beyni (yağda kızaran bir balığın /tavuğun haşlanması gibi) pişirmesi..)

Ve şu an aklımıza gelmeyen, sayamadığımız çok sayıda zararlar, olumsuzluklar.. Psikiyatristler, bunları biliyorlar. Bunları bilen psikiyatristler, eğer bile bile örneğin psikiyatrik ilaçları hastalarına reçete edebiliyorsa... o zaman, o psikiyatristlerin 'aklı' ile ilgili ciddi bir sorunu olduğunu anlayabilirsiniz.

Ek olarak...

A) Psikiyatrik ilaçların (ve ECT gibi diğer psikiyatrik tedavilerin), işe yaramadığını (yani akıl hastalıklarını tedavi etmediğini) bildikleri halde... psikiyatrik ilaçları hastalarına reçete ettikleri için ŞARLATAN; (ECT gibi diğer yan psikiyatrik tedaviler de buna dahildir.)

B) Psikiyatrik ilaçların, hem fiziksel hem de zihinsel olarak insanlara zarar verdiğini (yani sakat bıraktığını (yaraladığını) ve öldürdüğünü) bildikleri halde... psikiyatrik ilaçları reçete ettikleri için PSİKOPAT; (ECT gibi diğer yan psikiyatrik tedaviler de buna dahildir.)

C) Ve bunları devletin kendilerine vermiş olduğu YASAL haklar (tıbbi lisanlar) ile yaptıkları için de, (psikiyatristler) LİSANSLI ŞARLATAN VE PSİKOPATTIRLAR.. (Zaten en tehlikeli olan da budur. Psikiyatristleri insanlara bu'zarar verme' eylemini YASAL yollardan (lisanslı olarak) yaptıkları için, dışarıdaki psikopatlardan bile daha tehlikeli hale geliyorlar. Maalesef ama gerçek budur.)

Daha da ileriye gidersek eğer... Sokaktaki, dışarıdaki bir psikopatı düşünün. Bu psikopat, psikiyatristlerin psikopatlığına toz bile konduramaz.

Soykırımcı Adolf Hitler'i bir düşünün. Adolf Hitler ile birlikte dünyadaki diğer soykrıımcıları biraraya getirseniz.... psikiyatrinin işlemiş olduğu adı henüz konmamış 'gizli soykırımlarının' yanına bile yaklaşamazlar. Adolf Hitler yaşasaydı ve bu günleri görseydi, psikiyatriyi 'sağ kolu' olarak ilan ederdi. (Gerçi Hitler, o dönemlerde de psikiyatriyi kullanmıştır ama günümüzde durum çok farklı.)

Şöyleki.. "Psikiyatri, adı henüz konmamış 21.yüzyılın en büyük 'gizli soykırımı'nı gerçekleştiriyor." Hem de YASAL olarak. (Gerçi 20.yüzyılın son yarısında (1950-1999) arasında) da bu 'gizli soykırımlar', YASAL olarak devam etmiştir. Üstelik, psikiyatri bu soykrımları gerçekleştirirken, 'gerçek tıp camiası' ile birlikte yaptı.  En azından gerçek tıp camiası, bu soykırımlara ses dahi çıkartmamıştır..)

Son söz olarak, şunu belirtmek isterim ki... Tıp fakültesine giden (/gitmek isteyen) öğrencilerden, 'psikiyatriyi' seçenler var. Psikiyatriyi seçen öğrencilere acıyorum.  Onlar için hiç iyi şeyler hissetmiyorum. Psikiyatrinin gizli soykırımlarını bildikleri halde, psikiyatriyi bile bile seçiyorlarsa, bu daha da kötü. Psikiyatristler, neden 'lisanslı şarlatan ve psikopattır' derken, aslında şunu da söylemek istemiştim.

"Tıp fakültelerinde psikiyatriyi seçen öğrenciler, psikiyatriye saf ve temiz bir insan olarak giriyorlar.... (mezun olduklarında ise) kelimenin tam anlamıyla birer 'lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatrist' olarak mezun oluyorlar." Ne yazık ki... Psikiyatri'de gerçek budur. Çok az insanın, psikiyatristlerin düşmüş oldukları bu üzücü durumu farkında olduğunu tahmin ediyorum.

Son söz olarak...

  "Psikiyatri yıkılmalı ve Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü'nün yakın zamanda önerdiği gibi psikososyal müdahalelere odaklanılarak sıfırdan inşa edilmelidir. Ve tüm tedaviler gönüllülük esasına dayanmalıdır."

Evet, bu da olabilir. Ama önce psikiyatrik ilaçların yasaklanması gerekir. Yoksa bu gizli soykırımlar devam edecektir. Bunun durdurulması gerekir.
-Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalı.
-Akıl sağlığı sistemleri, ilaçsız tedavi yöntemleri ile yeniden revize edilmelidir. vs vs.. (...)"
(215)

          61) - "Burada biraz ağır konuşmuş olabilirim. Bu nedenden dolayı özür dilerim.  Ancak sadece (yukarıda bahsettiğim ana akım psikiyatriye uymayan) dürüst psikiyatristlerden (ve MIA'dan ve diğer duyarlı vatandaşlarımızdan) özür diliyorum. Aslında sözlerim 'dürüst psikiyatristlere' değildir. Eminim onlar da bunu biliyordur. Son söz olarak, izin verirseniz, yukarıda yarım kalmış olan bir konuyu tamamlamak istiyorum.

    "Tıp fakültelerinde psikiyatriyi seçen öğrenciler psikiyatriye saf ve masum insanlar olarak giriyorlar… (ve mezun olduklarında) kelimenin tam anlamıyla ‘lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristler’ olarak mezun oluyorlar."

Maalesef tıp fakültelerinde psikiyatri bölümü, 'ana akım tıp ve ana akım psikiyatrinin' kontrolü altında gibi gözüküyor. Yukarıda bu saydığımız 'insana zarar verme eylemleri', tıp fakültelerindeki psikiyatri bölümlerinde, (öğrencilere) akıl sağlığının tedavisi' adı altında, tamamen saçma içeriklerle dolu 'bilimsel ders yöntemleriyle' verilerek yapılıyor.

Bunu nereden anlıyoruz?

1)  İnsanlara vermiş oldukları ciddi ölümcül zararlardan anlıyoruz. "Muhtemelen, dünya genelinde, psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden dolayı her yıl en az 1 milyondan fazla insan ölüyor ve sakat kalıyor (yaralanıyor)."  (Bu sayı, psikiyatrik tedavi gören hastaların ölümleri ve yaralanmalarının tıbbi kayıtları doğru bir şekilde tutulmadığı (hasta ve ölüm raporlarına ölüm nedenleri tam olarak doğru bir şekilde kayıt edilmediği) için, daha da fazla olabilir.)

Ve yine, "muhtemelen... dünya genelinde her gün on /yüz milyonlarca insan, (özellikle de psikiyatrik ilaçlardan dolayı), 'kimyasal lobotomiye' maruz kalıyor." (Her gün alınan bir /birden fazla psikiyatrik ilaç, o kişinin her gün (ileride kimyasal kaynaklı beyin hasarına sebep olabilecek) kimyasal lobotomiye maruz kalması demektir.)

"Muhtemelen... zamanı geldiğinde (her yıl), hergün kimyasal lobotomiye maruz kalan bu, on/yüz milyonlarca insandan en az 1 milyondan fazlası, 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' yakalanıyor."

Sadece kimyasal kaynaklı beyin hasarı değil tabii ki.. "Psikiyatrik ilaçlar, insan vücuduna da oldukça ciddi ölümcül zararlar da verebiliyor. (Kanser, diyabet, kalp hastalıkları, ani kalp ölümleri vb)"

Muhtemelen... Psikiyatrik ilaçlardan dolayı, neredeyse akla gelebilecek her türlü çeşitli kalıcı fiziksel hastalıklara yakalanma oranı... 1. ve 2.dünya savaşlarında ve savaş sonlarında günümüze değin gelen savaşlarda yaralanan insan sayısından bile daha fazladır diyebiliriz.. Değil mi? O zaman ispat etsinler. Hodri meydan. "DSÖ, dünyadaki psikiyatrik ilaç kullanan tüm insan sayısını açıklasın. Ve psikiyatrik ilaçlardan dolayı yaralanan ve ölen insan sayılarını da açıklasın." Ki bunu doğru bir şekilde yapamayacaktır. 

Çünkü, muhtemelen elinde bu yönlerde ciddi veriler pek bulunmuyor gibi görülüyor. Yani, akıl sağlığı sisteminin sil-baştan yeniden revize edilmesinden başka alternafi olduğunu sanmıyorum. Tabii araştırılması gerekir. Tıbbi kayıtlar doğru bir şekilde kayıt altına alınmadığı (kayıt edilmediği) için, bu araştırma biraz zor gibi gözüküyor. Yapılsa bile en azından doğru bir araştırma olma olasılığı çok düşük olabilir, diye düşünebiliriz..

2) Ve ayrıca.. İnsanlara vermiş oldukları bu ciddi zararları gören ve bunları ifşa eden (dürüst psikiyatristlerin, diğer tıp doktorlarının, gazetecilerin ve diğer araştırmacıların) ortaya koymuş oldukları 'zararlı psikiyatrik tedaviler ve psikiyatri gerçeklerinden' de anlıyoruz.

Bence.. "Psikiyatri bölümlerinde, psikiyatri öğrencilerine öğretilen şey açıkça 'insana zarar verme eylemleri'dir. Bir 'sağlık düzeltme eylemi' değildir. 'Akıl sağlığını tedavi etme yöntemleri' değildir." Psikiyatri'deki derslerin, psikiyatri öğrencilerine, 'gerçek bir doktor' olmalarını sağlayabilecek bir özelliğe sahip olduğunu söyeleyebilmek oldukça zordur. Tıp fakültelerindeki psikiyatri bölümleri, öğrencilere 'gerçek akıl sağlığının tedavilerini' değil, ana akım psikiyatrinin (muhtemelen ilaç firmaları le birlikte) 'ilaçlı tedavileri' içeren bir 'itaat kültürü ve insanları kontrol etme yapılanmasını' içeriyor.

Şöyle ki... Psikiyatri bölümleri, psikiyatriyi seçen öğrencilere öncellikli olarak 'ana akım psikiyatri'ye 'İtaat Etme Kültürünü' öğretiliyor. Ana akım psikiyatriye 'itaat etmezsen, burada barınamazsın!' imajı öğrencilere aşılanıyor.

Muhtemelen... Psikiyatri öğrencileri, 'psikiyatri' gibi toplum tarafından kabul görmeyen bir bölüme sadece 'doktor' olmak umuduyla girdikleri (ve bu 'doktor' ünvanlarından koparılmamak) için, ana akım psikiyatriye 'itaat kültürünü' kabul ediyorlar. (Aslında bu, biraz da mecburiyetten (psikiyatri öğrencilerinin) psikiyatri bölümünde kaldıklarını bize gösteriyor. Çünkü, psikiaytriye karşı çıkma lüksleri yok. "Ya ana akım psikiyatriye itaaat ederek 'doktor' olursun yada kovulursun." Umutların suya düşer. Sürünüp durursun. Bu da bir çeşit ana akım psikiyatrinin, öğrencilerine birer tehtididir diyebiliriz.) 

Aslında bu anlayıştan baktığımız da, ana akım psikiyatrinin, psikiyatri öğrencilerinin 'psikiyatride kalmaları ve ana akım psikiyatriye birer siper olabilmeleri' için eğittiğini de anlayabiliyorsunuz. Ve gerçekten de öyle.. Öğrenciler, sırf 'doktor' olma hayalleri nedeniyle, ana akım psikiyatrinin insanlığa nasıl zarar verdiğini görmezden gelebiliyorlar ve ana akım psikiyatriye birer siper oluyorlar. (Tabii hepsi değil.)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, "tıp fakultelerinde psikiyatri bölümlerini seçen öğrenciler... (mezun olduklarında),  ana akım psikiyatriden görmüş oldukları psikopatik eğitimlerden dolayı, lisanlı şarlatan ve psikopat olarak mezun oluyorlar." Ancak, hepsi değil. İçerinde 'dürüst psikiyatristliği' seçen öğrenciler de var. Bu öğrenciler, ana akım psikiyatrinin insanlığa ne denli kötülükler yaptığını bilen (ama maaalesef sayıları neredeyse parmakla sayılacak kadar az olan) ve bu nedenle buna karşı çıkan cesur yürekli öğrencilerdir. Ana akım psikiyatriden sıyrılıp, gerçek dürüst psikiyatrist olmaya karar vermişlerdir. Ama en azından yıllar sonra, hastanelerde piştikten (diz çürüttükten, yani bolca deneyimledikten) sonra.. Olsun bu da güzel bir anlam. Önemli olan, öğrencilerin ve psikiyatristlerin gerçekleri bilmesi ve ana akım psikiyatriye karşı mücadeleler başlatmalarıdır..

Umarım, bu dürüst psikiyatristlerin sayısı artar. Ve artmalıdır. "Artık tıp fakültelerinde psikiyatriyi seçen öğrencilerin beyinleri, ana akım psikiyatrinin insanlığa açıkça zarar veren 'zehirli içerikleri' ile zehirlenmemelidir." Maalesef, öğrencilerin beyinleri, psikiyatri bölümlerinde zehirli içeriklerle dolduruluyor. Artık buna son verilmelidir. İşte, bu yüzden diyoruz ya.. "Tıp fakültelerinde psikiyatri bölümlerinden mezun olan öğrenciler, birer lisanslı şarlatan ve psikopat olarak mezun oluyorlar", diye. (Her ne kadar ana akım psikiyatriye sırtını dönen az sayıda cesur yürekli öğrenciler olsa da..) 

-Psikiyatri, acilen tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır.
-Akıl sağlığı sistemleri, özellikle de 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ile yeniden revize edilmelidir. vs vs. 

Son söz olarak bazı bilgiler de paylaşayım..

--------
      "2012'de Tufts Üniversitesi psikiyatri profesörü Seyyed Nassir Ghaemi, M. D, M. P. H, "Genç Bir Psikiyatriste Mektup (Letter to a Young Psychiatrist)" adlı yazısında şunları söyledi: "Ben cehaleti öğretiyorum. Dört yıl tıp fakültesi; ve 4 yıl daha ihtisas. ... Ben bilmediğimizi öğretiyorum ... (...)"

     "Antipsikiyatri: Şarlatanlığın Karesi "Antipsychiatry: Quackery Squared" (Syracuse University Press 2009, s. ix) adlı kitabında psikiyatri profesörü Thomas Szasz, M.D., "psikiyatri -tıbbın bir taklidi- bir şarlatanlık biçimidir" diyor. 

Psikolog Bruce E. Levine, Ph.D.'nin şu sözü de çok ilginç aslında;

  "Psikiyatri Bir Kurum Olarak Yeniden Düzenlenebilir mi, Yoksa Kaldırılmalı mı?" konulu bir konferansta, psikiyatrinin tıbbi bir uzmanlık dalı olarak kaldırılmasını savunan psikolog Bruce E. Levine, Ph.D., "1970'lerde psikiyatri yeniden düzenlenebilirdi" ancak bugün "psikiyatrinin psikotik hale geldiği", psikiyatristlerin gerçeklikle bağlarını kaybetmeleri, psikiyatristlerin "başkaları için bir tehdit" haline geldiği ve psikiyatrinin bir meslek olarak "kaldırılması gerektiği" sonucuna varmıştır." (Ulusal Hak Koruma ve Savunuculuk Derneği konferansı, Cincinnati, Ohio, 8 Eylül 2012)."
------------

Levine, psikiyatrinin psikotik hale geldiğini söylüyor. Bence çok haklı. "Psikotik hale gelen ana akım psikiyatriyi devam ettiren psikiyatristlere ne denir?"

DİPNOT: Belki bu araştırmayı okumuş olabilirsiniz. Bu yazıyı okumanızı tavsiye ederim. "Psikiyatri Neden Tıbbi Bir Uzmanlık Dalı Olarak Kaldırılmalı" -Wayne Ramsay, J.D. 
(216-1) Saygılarımla. (...)" (216)

          62) - ""Tüm psikotropik ilaçları piyasadan kaldırırsak vatandaşlarımız çok daha iyi durumda olur, çünkü doktorlar bunları idare edemez. Bunların bulunabilirliğinin faydadan çok zarar yaratması kaçınılmazdır. Bu nedenle psikiyatristler psikotropik ilaçlarla mümkün olduğunca az, mümkün olduğunca kısa sürede veya hiç tedavi etmemek için ellerinden geleni yapmalıdır."

Aynen, katılıyorum. Hatta daha fazlası da var /olabilir. Bakın... Çocuk ve gençlere psikiyatrik ilaç vermek, (o çocuk ve gençlerin, en azından gelecekte) kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı yaşamasına neden olur.

Size gözlemlerimi anlatayım. Kızkardeşimi toplum ruh sağlığı birimine götürüyordum. Aslında burası, insanlara zehirli psikiyatrik ilaçlar reçete eden psikiyatri poliniğinden başka bir yere benzemiyordu. Ha psikiyatri polinikliğine gitmişsiniz ha ruh sağlığı birimine, fark etmiyor. Aynı işleve sahipler. Hastanelerin toplum ruh sağlığı birimleri, aldatmacadan başka birşey değil. Herneyse..

Bu birime geldiğmizde ve hastanelerin diğer ayakta tedavi ve muayene veren psikiyatri polikliniklerine geldiğimizde... Buralara gelen gençleri de görüyordum. Durumları içler acısı idi. Kimyasal olarak beyinleri kalıcı bir şekilde hasar görmüş gibiydi. Bu, fark edilebiliyordu. Konuşmalarından bunu anlayabiliyorsunuz. "Düzgün konuşamıyorlar. Sürekli bir dalgınlık var. Konuşma bozukluğu yaşıyorlar. Düzgün düşünemiyorlar. Vs vs."

Aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullandıkları belli oluyordu. Bu, her şeyi açıklıyor aslında. Sağlıklı beyinlerinin nasıl hasara uğradıklarının bir açıklaması bu. Sağlıklı beyinlerinin kimyasal olarak kalıcı beyin hasarına uğradıklarını bilmiyorlar. Bazıları, psikiyatrik ilaçları neden aldıklarını bile bilmiyor. Devletlerin, ailelerin ve diğer yakınlarının baskıları var gibi görülüyor ve çevre baskıları da buna dahil.

Maalesef.. Psikiyatristler, açıkça bu insanları zehirliyorlar. Sağlıklı beyinlerini hasara uğratıyorlar. Ve bunun adına da "akıl sağlığı tedavisi" diyorlar. Sadece çocuk ve gençler değil.. Diğer milyonlarca yetişkinde aynı durumdalar.

  "Ana akım psikiyatriye itaaat eden 'lisanslı şarlatan ve psikopat psikiyatristler' ile birlikte.... devletler, mahkemeler, sivil toplum örgütleri, toplumlar ve hatta ana akım tıp camiası bile.... artık 'insanların sağlıklı beyinlerini kimyasal olarak hasara uğratmayı, akıl sağlığı tedavisi' olarak görüyorlar."

Maalesef, neredeyse 'tüm dünya ülkelerindeki akıl sağlığı sistemleri, insanların 'sağlıklı beyinlerini kimyasal olarak kalıcı beyin hasarına uğratmayı', bir maharet sanıyorlar ve bunun adına da 'akıl sağlığı tedavisi' diyorlar.'

"İnsanların sağlıklı beyinlerinin, psikiyatrik ilaçlardan dolayı hasara uğraması, devletlerin, toplumların ve tıp camiasının umurunda bile değil." Sanki gözleri hiç bir şey görmüyor gibi. Ancak insanlar zarar görüyor.

-"Muhtemelen... psikiyatrik ilaçlardan dolayı (dünya genelinde) her yıl on /yüz milyonlarca (en azından 1 milyondan fazla) insan ölüyor ve sakat kalıyor (yaralanıyor)."

-"Muhtemelen... dünya genelinde on /yüz milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçlardan dolayı her gün kendi evlerinde bir 'kimyasal lobotomiye' maruz kalıyor." Kimyasal lobotomi, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının adıdır.

-"Muhtemelen... her gün alınan bir /birden fazla psikiyatrik ilaç, her yıl en az 1 milyondan fazla insanın (belki de daha fazla), kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı (kimyasal lobotomi) yaşamasına neden oluyor."

Bunları nereden mi biliyoruz? Şöyle bir etrafınıza bakın.

    "'Akıl hastaneleri, psikiyatri servisleri ve 'rehabilitasyon merkezleri, huzur evleri, bakım evleri' vb gibi akıl sağlığı sistemlerindeki diğer birimlerde... hayatları boyunca (ölene kadar) buralarda kalmak zorunda kalan insanların (hepsi olmasa bile en azından) büyük çoğunluğunun... bu duruma düşmesine neden olan şeyin psikiyatrik ilaçlar olabileceğini bilmek son derece önem taşımaktadır."

İsterseniz bir de etrafınıza bakın. Çevrenize bakın. Psikiyatrik ilaçlardan dolayı zarar gören insanları da göreceksinizdir; "Bir kişinin psikiyatrik ilaçlardan dolayı kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı yaşadığını (/yaşıyor olabileceğini), genellikle 'konuşmalarındaki bozukluktan (düzensizlikten)' anlayabilirsiniz." Bu, çok öznel bir belirgenliktir. "Dalgınlık, durgunluk ve/veya aşırı hareketlilik" gibi diğer nedenler de bulunur. "Konuşurken ve/veya dururken, el ve parmakların istemsiz bir şekilde oynatılması", bu kimyasal beyin hasarının da bir işareti olabilir. (Bu, kızkardeşimde fark ettiğim bir özellik.)

Ve aklımıza gelmeyen diğer nedenler.. Psikiyatrik ilaçların zararlarından bir tanesi de, kişilerin diğer çeşitli ölümcül fiziksel hastalıklara yakalanmasıdır..

"Muhtemelen... dünya genelinde her yıl en az 1 milyondan fazla kişi, psikiyatrik ilaçlardan dolayı sakat kalıyor (yaralanıyor, yani fiziksel ve zihinsel çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara yakalanıyor)." Ölümler hariç.. 'Psikiyatrik ilaç kaynaklı ölüm ve yaralanmalar', daha fazla olabilir.

Dünya genelinde yaşayan her sağlıklı bir insana karşılık, 1 ve daha fazla insanın psikiyatrik ilaç kullanıyor olabileceğini bilmek önemli olabilir. Bu, her 10 insandan birinin psikiyatrik ilaç kullanıyor olabileceğini bize gösterebilir.

Ana akım psikiyatriye itaaat eden psikiyatristler, gerçek bir doktor olsalardı, psikiyatrik ilaçların bu denli tehlikeli ve ölümcül olduklarını (ve hiç birişe yaramadıklarını) bildikleri halde.... bu zehirli ve ölümcül psikiyatrik ilaçları hastalarına reçete etmezler ve ana akım psikiyatriye karşı bir mücadele içerisinde olurlardı. Ancak ana akım psikiyatristlerinden, doktor olmadıkları için (ve kendilerinde bir acıma duygusu da olmadığı için), bu gibi 'psikotik davranışları' onlardan beklemek gayet normaldir.

Son söz olarak... Psikiyatrik ilaçlar, sadece çocuk ve gençler için değil, yetişkinler için de yasaklanmalıdır.

"Muhtemelen... 'Psikiyatri, her yıl 21.yüzyılın en büyük soykırımını gerçekleştiriyor.' Psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedavilerden dolayı, her yıl en az 1 milyondan fazla insan ölüyor ve yaralanıyor."

Tıp camiasına çağrım... psikiyatrinin bu soykırımına artık göz yummayın. Psikiyatrik ilaç kaynaklı ölüm ve yaralanmaları kaydedin ve belgelendirin. Bunları örtpas etmeyin. ABD yönetimine, politikacılara ve dürüst doktorlara, psikiyatristlere, gazetecilere, yazarlara ve diğer sağ duyulu vatandaşlara çağrım... Lütfen bu konuda bir şey yapınız. Teşekkürler Peter C. Gøtzsche... (...)"
(217)

          63) - "Bu, muhtemelen... Bu, 'zihinsel hastalıkların nesilden nesile 'kalıtımsal' aktarımının da bir açıklaması olabilir mi?' Bence evet.. Psikiyatri muhtemelen psikiyatrik ilaçların bu özelliğini, 'zihinsel hastalıklar kalıtımsaldır' diyerek ve insanları 'toksik psikiyatrik ilaçlar' kullanmaya zorlayarak kullanacaktır. Ve bunu onlarca yıldır yaptığından emin olabilirsiniz.

 "Psikiyatrik ilaçlar yüzünden kaç kişi ölüyor ve sakat kalıyor? Diğer psikiyatrik tedaviler yüzünden kaç kişi ölüyor ve sakat kalıyor? Psikiyatri her yıl kaç kişiyi öldürüyor ve sakat bırakıyor?" Sanırım insanlığın bir gün uyanacağını ve psikiyatrinin 'soykırım' suçundan yargılanacağını düşünüyorum. Bunun çok yakın olduğunu düşünüyorum. (...)"
(218)

          64) - ""Bilimsel veriler bize fiziksel hastalıkların fiziksel nedenleri olduğunu ve tıbbi olarak tedavi edilmesi gerektiğini söylerken, depresyonun (ve diğer yaygın görülen ruhsal bozuklukların) farklı olduğunu söylüyor. Çok sayıda bilimsel kanıt bize depresyonun psikolojik kökenli olduğunu ve antidepresan ilaçlarla tıbbi olarak değil, davranış terapisiyle psikolojik olarak tedavi edilmesi gerektiğini söylüyor."

Harika bir makale.Teşekkürler. Yukarıdaki bu son vurgulayıcı söze katılıyorum. Ayrıca, izin verirseniz ben de bir ekleme yapmak istiyorum. Depresyon'da dahil, tüm psikolojik sorunlar (ruhsal bozukluklar /akıl hastalıkları), insanın kendi ruhu ile ilgilidir. Ruhsal problemler, ruh ile ilgili olan bir şeydir. Beyin ile ilgili değildir. Fiziksel bir sorun değildir. 

Beyinde olmayan bir şeyi, fiziksel tedavilerle (psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi sözde fiziksel tedavilerle) düzeltemezsiniz. Zaten düzeltmiyorlar da. Aksine ruhsal sorunların daha da kötü hale gelmesine neden oluyorlar. Ayrıca.. İnsanları hem fiziksel hem de zihinsel olarak sakat bırakıyorlar (yaralıyorlar) ve hatta öldürüyorlar. Bunlar, kanıtlanmıştır.

Bilinmesi gereken şey şu; İnsan ruhu, duygusal bir varlıktır. Ancak insan bedeni (beyinde dahil), duygusal bir varlık değildir. Bu ikisi arasındaki ayrım gerçeği çok önemlidir.

İnsanlık, insanlık tarihi boyunca, insanın kendisinin (yani insan bedeninin), yanlış bir şekilde duygusal bir varlık olduğu yanılgısına sahip olmuştur. Bu nedenden dolayı da, her türlü psikolojik sorunları (akıl hastalıklarını) fiziksel tedavilerle tedavi etmeye çalışmışlardır. Ancak hiç bir şekilde başarılı olamamışlardır. Yani akıl hastalıklarını tedavi edememişlerdir.

Sonradan dinlerle gelen "maneviyat" ölçüsü, her türlü psikolojik sorunların, insanın kendi ruhundan kaynaklandığını ortaya koymuştur. Ve bu da, psikolojik sorunların tedavi edilebilmesinin şartı olarak, insanın kendi ruhunun tedavisine bağlı olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Yani... Eğer insanda varolan 'psikolojik sorunlar, tedavi edilmek isteniliyorsa', yapılması gereken şey sadece 'insanın kendi ruhunun tedavisi' olacaktır. 'İnsanın kendi ruhunu tedavi ederseniz, insandaki psikolojik sorunlarını (akıl hastalıklarını) da, tedavi etmiş olursunuz.' İnsanın 'kendi ruhunun tedavi edilmesi' de, ancak 'manevi ritüellerle' olur.

Bu manevi ritüeller, 'insan davranışlarının, manevi olarak düzeltilmesini' içerir. Davranış terapileri de denilen bu manevi ritüeller, insanlık tarihi boyunca başarılı bir şekilde uygulanmış ve insanın kendisinde olan her türlü psikolojik sorunların çözülmesinde (tedavi edilmesinde) çok büyük katkılar sağlamıştır.

Manevi ritüellere girmeyen (yani davranış terapilerini içeren, ilaç dışı tedavi yöntemlerine sahip olmayan) kişilerin, (ilaçlar, kimyasallar, günümüzde psikiyatrik ilaçlar, ECT gibi) çeşitli fiziksel tedavilerle psikolojik sorunlarını tedavi etmeye çalıştıkları ancak bunda başarılı olamadıkları ortaya çıkmıştır.

Özetle... Her türlü psikolojik sorunlar (akıl hastalıkları), tamamen insanın kendi ruhu ile ilgilidir. Ve bunlar, psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi fiziksel tedavilerle tedavi edilemezler, düzeltilemezler.. Her türlü psikolojik sorunların çözümü, manevi ritüellerdedir, - yani insani davranış terapileri gibi manevi tedavilerdedir. Kural şudur; "İnsanın kendi ruhunu tedavi ederseniz, insanın kendinde bulunan her türlü psikolojik sorunları da otomatik olarak tedavi etmiş olursunuz.."

İşte, psikiyatri'nin anlamadığı (daha doğrusu anlamak istemediği) şey de budur. Psikiyatri, Darwinizm yaklaşımı içerisinde olduğu için akıl hastalıklarını hiç bir zaman tedavi edememiş ve düzeltememiştir. Darwinizm yaklaşımı, insan bedenini temel bir araç olarak kullanır. İnsan beyninin, kimyasallarla düzeltilmesini öngören psikotik bir yaklaşıma sahiptir. En azından Darwinizm yanlısı psikotikleşmiş ana akım psikiyatristleri için böyledir.

Sonuç olarak... psikiyatri'de (yani akıl hastalıklarının tedavisinde) Darwinizm yaklaşımı, akıl hastalıklarının daha da kötüye gitmesine yol açmıştır.

Muhtemelen... her yıl (sayısı tam belli olmayan), on /yüz milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kalmasına (yaralanmasına) neden olmuştur: (Ve her yıl buna sebep oluyor.) En azından her yıl 1 milyondan fazla insan zarar görüyor; Öldürülüyor ve sakat bırakılıyor.

Yani şöyle diyelim.. Muhtemelen.. Psikiyatri'de Darwinizm yaklaşımı, her yıl en az 1 milyondan fazla insanın ölmesine ve yaralanmasına sebep oluyor. Aslında bu bir, SOYKIRIMDIR. "PSİKİYATRİNİN SOYKIRIMI." Adı henüz konmamış bir soykırım.

Merak edilen şey...
-Devletler, hükümetler, medya ve toplumlar bu acı ve üzücü gerçeği (psikiyatrinin soykırımını) ne zaman görecek?
-Her yıl daha kaç milyon masum insan psikiyatri tarafından (psikiyatrik tedavilerden dolayı) öldürülecek ve sakat bırakılacak?
-Ana kım tıp, bu acı gerçeği ne zaman görecek? (...)"
(219)

          65) - "Evet, zaman 'konuşma' zamanı.. Diyalog zamanı.. Teşekkürler Randy Cima.. Devletlerin (devleti yönetenlerin), psikiyatri dışındaki diğer tıp dünyasının (doktorların), gazetecilerin, medyanın, yazar ve sanatçıların, toplumun, sivil toplum örgütlerinin ve ana akım psikiyatristlerinin okuması, düşünmesi ve kendilerine çeki düzen vermesi için gereken hedef noktadaki bir makaledir.

Ayrıca bu makale, psikiyatri ve psikiyatrik ilaçlara karşı gelenlerin (en azından büyük çoğunluğunun), akıl hastalıklarının, biyolojik değil ruhsal (insanın kendi ruhunda) olduğunu gösteren ender yazılardan biridir. Ben de bu harika makaleye eklemeler yapayım..

'Akıl hastalıkları' ve 'akıl hastası' kavramının ortaya çıkış hikayesi ilginçtir. Aslında 'akıl hastası' ve 'akıl hastalıkları' diye bir kavram yoktur. Ancak bunlar insanlar tarafından yaratıldı. Oluşturuldu.

* Neden ve nasıl?

Ne zamandır bilinmez, herhangi bir tarihte... Toplumlar, kendi aralarında 'sosyal bir düzen' kurdular. Bu sosyal düzende, ilk önce 'insan davranışları' düzenlendi. İnsan davranışları, sosyal düzene itaat etmesi için şekillendi. Sosyal düzene itaat eden 'insan davranışları' alkışlandı. Sosyal düzene itaat etmeyen 'insan davranışları' (şiddet, cinayet, hırsızlık vb gibi 'suç içeren insan davranışları') dışlandı. Sosyal düzene bir tehtid olarak görüldü. Bunlar 'suç' kapsamına alındı. Cezalar getirildi. Sosyal düzene itaat etmeyen insanlar için hapishaneler (cezaevleri) kuruldu.

* Akıl hastası ve akıl hastalıklarının ortaya çıkışı..

Sosyal düzene itaat etmeyen sadece 'suç içeren insan davranışları' değildi. 'Kendi kendine konuşma, gayipten sesler duyma' vb gibi içeren, sosyal düzene uymayan bir takım 'garip davranışlar' sergileyenler de vardı. Bu garip insani davranışlar da, sosyal düzene bir tehtid olarak görüldü. Fakat fiziksel olarak suç kapsamına alınmadı. Bunun yerine... Bazı insanların, 'kendilerine özgü özel davranışları', akıl hastalıkları olarak etiketlendi.

Bu garip insani davranışlara önce 'ruhsal' dediler ve 'tedavi edilirse düzelir' diye düşündüler. Konuşma, davranış vb terapiler uyguladılar. Bu terapiler uzun vadede başarılı sonuçlar verdi. Ancak sosyal düzenin kurucuları 'uzun vadeli tedavilerin', sosyal düzene uymadığını düşündüler. Kısa vadede çözüm aradılar.

* Akıl hastanelerinin kuruluşu..

Sonra bu garip insani davranışlara önce 'şeytan ele geçirmiş' dediler ve tedavi olarak bir takım işkenceler kullandılar.  Bu işkence tedavilerini yapmak için 'akıl hastaneleri'ni oluşturdular. Hastalar, 'tedavi' adı verilen işkencelerle acı çektiler, yarı ölü yarı zombi gibi sessiz kalınca, buna 'büyük mucize tedavi' dediler. Hatta ölenler de olmuştu ama işe yaramıştı! Hastalar kuzu gibi sessizdi artık. Herkes şaşkındı ve 'bu, büyük bir mucize' dediler ve bunu onayladılar. Ve bu işkence tedavileri yüzyıllar boyunca sürdü.

* Kimyasal psikiyatrik ilaçların (yasal uyuşturucuların) ortaya çıkışı...

Sonra bir gün, ana akım psikiyatriye hizmet eden psikopat psikiyatristler tarafından, insanların beynini kimyasallarla saniyeler içinde uyuşturan ilaçlar (psikiyatrik ilaçlar) keşfettiler. Buna da mucize dediler. Çünkü hastaların beyni, saniyeler içerisinde uyuşuyordu ve insanlar, yarı ölü yarı zombiye dönüşüyordu.

Ana akım psikiyatri, geçmişte yapılan 'işkence tedavilerini' eleştirmeye başladılar ve kendilerinin buldukları bu mucizevi! ilaçları bol bol övdüler. Devletler, toplumlar ve ana akım tıp, bu tedaviye 'Vaav Harika' diyerek (gözü kapalı bir şekilde hiç sorgulamadan) hemen kabul ettiler.

Ana akım tıp, tıp fakültelerinde Psikiyatri için özel ders alanı oluşturdu. Bu alana öğrenciler alındı. Psikiyatristlere önce 'doktor' lisansı sonra da 'profesör' ünvanı verilmesi sağlandı. Böylece öğrenciler için bu psikiyatri alanı daha cazip kılındı.

Böylece öğrenciler, psikiyatri bölümlerinde ana akım psikiyatriye hizmet etmek için 'lisanslı şarlatan  ve psikopat nasıl olunur?' derslerini almaya başladılar. (Maalesef psikiyatri bölümlerinde şarlatanlık ve psikopatlık öğretiliyor. Akıl sağlığı tedavileri değil. Bunu daha önceki yorumlarımda da belirtmiştim.) Mezun olduklarında 'lisanslı şarlatan ve psikopatlık' ünvanı ile ödüllendirilmişlerdi.

* Psikiyatrinin mucizevi psikiyatrik ilaçlarına gelince...

Mucize olarak gözüken 'psikiyatrik ilaçların aslında 'akıl hastalıklarını' tedavi etmediği, sadece insanların sağlıklı beyinlerini uyuşturdukları' ortaya çıktı. Aradan geçen onlarca yıl boyunca, bu 'psikiyatrik ilaçlardan dolayı milyonlarca insanın öldüğü ve sakat kaldığı' da ortaya çıktı. 

-Muhtemelen 'her yıl milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçlardan ölüyor ve sakat kalıyor.' 
-Ayrıca.."Psikiyatrik ilaçların, 'akıl hastalıklarını tedavi etmediği aksine akıl hastalıklarını yarattığı' ve 'kalıcı beyin hasarına da yol açtığı' ortaya çıktı."

-"Muhtemelen (dünya genelinde) on /yüz milyonlarca insan, her yıl 
kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) maruz kalıyor." Kimyasal lobotomi, ilaç kaynaklı kalıcı kimyasal beyin hasarının nedenidir. 

-"Muhtemelen dünya genelinde milyonlarca insanın, psikiyatrik ilaç kaynaklı kalıcı beyin hasarı nedeniyle ortaya çıkan, 'tardif diskinezi ve akatizi' gibi korkunç titreme (hareket) bozukluğu tehlikesi ile karşı karşıya kalma riski vardır."

-Ayrıca..."Psikiyatrik ilaçların, insanları şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirdiği" de ortaya çıktı.
-Ayrıca 'psikiyatrik ilaçların, kalp sorunları, ani kalp durması, kanser, şeker gibi çok sayıda ölümcül kalıcı fiziksel hastalıklara da yol açtığı' ortaya çıktı.
-Ve ölümler...

* SONUÇ...

"Muhtemelen... Psikiyatrik ilaçlardan dolayı onlarca yıl boyunca (sayısı belirsiz), on /yüz milyonlarca insan, iyatrojenik olarak öldürüldü ve sakat bırakıldı (yaralandı)."

Ve yine muhtemelen.. 'her yıl psikiyatrik ilaçlardan dolayı on / yüz milyonlarca insan, kimyasal lobotomiye maruz kalıyor.' (Kendi evlerinde, akıl hastanelerinde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde..) Bu kimyasal lobotominin sonucu ise muhtemelen ilaç kaynaklı kalıcı beyin hasarı.. 'Kanser, kalp sorunları, diyabet' gibi ölümcül kalıcı fiziksel hastalıkları saymıyorum bile.. Ve bu sorunlara bağlı olarak, muhtemelen.. 'her yıl psikiyatrik ilaçlardan dolayı (en azından) 1 milyondan fazla insan öldürülüyor ve sakat bırakılıyor.'
-------------
Rakamlar ile ilgili konuşunca aklıma geldi.. 

* Psikiyatrinin 'akıl hastası' sayısını nasıl artırıyor?

Dünyadaki akıl hastası sayısının 1 ile 2 milyar civarında olduğu söyleniyor. Aslında bana göre bu rakam daha fazla olabilir. Ben bunun bir hesabını yaptım. Tahmini olarak. Bunu, bitince ileride paylaşırım, blog linkini yeniden buraya eklerim. Şimdilik üzerinde çalışıyorum. Bitti sayılır.

NIMH, 2022'de ABD'de 59 milyon akıl hastası olduğunu söylüyor. Başka veriler ise 62 ile 75 milyon civarında akıl hastasının olduğunu ortaya koyuyor. Bana göre bu sayı daha fazla olabilir. Çünkü, psikiyatrik tedaviler, ölümler ve yaralanmalar doğru düzgün kaydedilmiyor. Bu, sadece ABD için değil, diğer dünya ülkeleri içn de geçerlidir.
---------------
Son söz olarak.. Akıl ve akıl hastalıkları, insanın kendi ruhunda olan bir şeydir. Beyinde değildir. Yani.. Akıl hastalıkları sorunu, fiziksel değil ruhsaldır. Ruhları, fiziksel tedavilerle (yani kimyasallarla (psikiyatrik ilaçlar gibi) ve ECT gibi elektrik şoklarıyla) tedavi edemezsiniz.

Ruhların ihtiyacı olan şey, Randy Cima'nın dediği gibi, diyaloglar, konuşmalar...  Yani kısaca insan davranışlarını içeren 'davranış terapileri'dir. Sadece konuşma ve diyalog terapileri yeterli değildir. Bunalara 'doğa terapileri, müzik terapileri, dinsel terapiler' vb gibi yan 'davranış terapileri' de eklenmelidir. Başka türlü pek mümkün gözükmüyor gibi.. (...)"
(220)

          66) - "Söz verdiğim gibi hesaplamayı bitirdim ve yayınladım. Tahmin ettiğim gibi, ABD akıl hastası sayısı bakımından 3. sırada yer alıyor.

-HİNDİSTAN 1. sırada.
-ÇİN 2. sırada.
-ABD 3. sırada.

Bu tahmini hesaplama 4 seçenekten oluşuyor. "Psikiyatri akıl hastası sayısını nasıl artırır?"

1) DÜNYA ve ÜLKELER – Akıl hastası sayısı ve oranları – Tahmini hesaplamalar.. 2021
2021 oranı 2021 nüfusa dayalı tahmini hesaplamalar.. NOT: Bu tahmini hesaplamanın sonucu (SAĞ taraftaki SADECE ÜLKELER bölümü) doğru tahmine yakındır.

2) DÜNYA ve ÜLKELER – Akıl hastası insanların sayısı ve oranları – Tahmini hesaplamalar.. 2023
2021 oranı 2023 nüfusa dayalı tahmini hesaplamalar.. NOT: Bu tahmini hesaplama sonucu yanlış olabilir çünkü oranlar ve nüfuslar farklı yıllarda farklıdır.

3) SADECE ÜLKELER - En büyük nüfusla başlayarak.. Tahmini hesaplamalar.. 2021
2021 oranı 2021 nüfusa dayalı tahmini hesaplamalar.. NOT: Bu tahmini hesaplamanın sonucunda (SAĞ taraftaki ÜLKELER 2021 bölümü), tahmin doğru olana yakındır.

4) SADECE ÜLKELER - En büyük nüfusla başlayarak.. Tahmini hesaplamalar.. 2023 
2021 oranı 2023 nüfusa dayalı tahmini hesaplamalar.. NOT: Bu tahmini hesaplama sonucu yanlış olabilir çünkü oranlar ve nüfuslar farklı yıllarda farklıdır. 

-Bu, tahmini hesaplamanın bulunduğu blog sayfasıdır. İnceleyebilirsiniz. "Psikiyatri akıl hastası sayısını nasıl artırır : Tahmini hesaplamalar(221-1) 
-Bu da, blog sayfasında hesaplamayla ilgili 'açıklama' bölümüdür. "Psikiyatri akıl hastası sayısını nasıl artırır : Açıklamalar(221-2)  (...)" (221)

          67) - "Aslında bu, psikiyatrinin dünya çapında 'ruh sağlığı bozukluğu hastası' (yani akıl hastası/mental hasta) sayısını nasıl artırdığının kanıtıdır. Her şeye bir akıl hastalığı etiketi yapıştırmakta 1 numara olan psikiyatri, bu etiketlediği akıl hastalıklarını tedavi etmede neden bu kadar başarısız ve beceriksiz oluyor?
----
"Öpüşmek, depresyon sebebi ise, aşık olmak da depresyon sebebi olabilir mi?" Psikiyatri, bir insanın 'aşık olma' güdüsünü de akıl hastalığı olarak etiketleyebilir. Ama tedavi edebilir mi? Yani, bir insanın aşık olmasını 'engelleyebilir mi' yada 'sağlayabilir mi'?

Psikiyatrik ilaçlar bunu yapabilir (mi?) Belki... Bir insanın beynini (beyin kimyasını), dozları ayarlanmış kimyasallarla uyuşturursanız ve beyin hasarına uğratırsanız, bir insanın birisine ve/veya bir şeye aşık olmasını engelleyebilir /sağlayabilirsiniz. Bu, mümkün olabilir mi?

Bu, psikiyatrik ilaçların 'akıl hastalıklarını' tedavi ettiği anlamına mı gelir? Hayır.. Yapılan şey, sağlıklı beyinleri uyuşturmak... Beyin kimyası uyuştuğunda, sakinleşir ama insan yarı aptal pozisyonuna da girer. Beyin kimyası hasara uğradığında ise, o insana tecavüz bile edebilirsiniz. (Nasıl yani?) Çünkü, beyin hasarına uğrayan kişi tecavüzü pek hissetmeyecektir. Hissetse bile beyin kimyası ciddi hasara uğradığından dolayı hiç birşey yapamayacaktır. Belki gözyaşı dökecektir. Zaten bu durum hep aklıma hep gelmiştir. 

-'Akıl hastanelerinde ve  (rehabilitasyon merkezleri, huzur evleri ve bakım evleri gibi) diğer akıl sağlığı birimlerinde', psikiyatrik ilaçlar ile sağlıklı beyinleri hasara uğrayan insanlara, psikiyatristler, hemşireler, personeller ve hastalar tarafından tecavüz / en azından cinsel istismar yapılıyor mudur? Ya yapılıyorsa?

-Peki ya, psikiyatrik ilaç kullanılan dünya genelindeki on /yüz milyonlarca evlerde? Psikiyatrik ilaçlardan dolayı, sağlıklı beyinleri hasara uğrayan insanlara, aileler, komşular ve diğer çevre sakinleri tarafından tecavüz ediliyor / cinsel tacize maruz kalıyorlar mıdır? Ya yapılıyorsa?

Bence bunlar araştırılmalı. Kimse sessiz kalmamalı. Sessiz kalan, dilsiz şeytandır. (...)"
(222)

          68) - "70-75 yılın yeniden güzel bir değerlendirilmesi.. Özetle... Psikiyatrik ilaçların hiç biri faydalı değil; aksine zarar vericidir.. Düşünürsek...

A)  70 /75 yıl boyunca hastalara reçete edilen psikiyatrik ilaçların "faydalı" olduğuna ve "akıl hastalıklarını tedavi ettiğine" dair kanıtlar olmamasına rağmen...

B) Psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarına sebep olduğuna dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen..
C) Psikiyatrik ilaçların, hem zihinsel hem de fiziksel zararlara (iyatrojenik zihinsel ve fiziksel yaralanmalara) sebep olduğuna dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen...

D) Psikiyatrik ilaçların, insanları şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale getirdiğine dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen...
E) Psikiyatrik ilaçların, ölümlere sebep olduna dair çok sayıda kanıt olmasına rağmen... Vs vs...

Tüm bu zararlarına rağmen, psikiyatrik ilaçların halen bile psikiyatristler tarafından reçete edilmesi, piyasada satışta olması ve insanlara açıkça zarar vermesini (ölümlere ve iyatrojenik yaralanmalara sebep olmasını)... mantıklı bir şekilde açıklayabilmek pek mümkün değildir.

Aslında ölüm de dahil "ölümcül zararlarına, iyatrojenik fiziksel ve zihinsel yaralanmalarına" rağmen psikiyatrik ilaçların halen bile kullanılması... "devletler, ana akım tıp (gerçek doktorlar) ve toplumlar" açısından bir "DELİLİK" alametidir..

Muhtemelen... Politikacılar ve gerçek doktorlar delirince (yani sağlıklı bir düşünceye sahip olmamak gibi, bilimsel çalışmalarda bozukluğun (sahteciliğin) artması vb gibi normalleşmenin dışına çıkılması), doğal olarak toplumların da bunlardan etkilenerek bir "delilik alametine" maruz kaldığını görebiliyoruz.

Yani.. Bir ülkenin politikacıları ve doktorlarının normal olmaması, toplumlarında normal bir toplum olmamasına yol açabilen bir etkendir, diyebiliriz. İnsanlara açıkça zarar veren ve öldüren psikiyatrik ilaçların, halen bile kullanılması da bize, devletlerin, doktorların ve toplumların 'normal bir topluma' sahip olmadığını göstermektedir. İşte buna "göz göre göre ölüm" denir.
-------------
Psikiyatrinin devam eden gizli soykırımı...

-"Muhtemelen.. Psikiyatri, (psikiyatrik ilaçlardan dolayı) 20. yüzyılın son yarısı (1950-1999) boyunca her yıl tahmini en az 1 milyondan fazla insanın ölümüne ve iyatrojenik zihinsel ve fiziksel yaralanmasına sebep olmuştur.

Bu, 20.yüzyılın son 50 yılında  tahmini 50 milyondan fazla (belkide onlarca/yüz milyonlarca) insanın öldürülmesi ve sakat bırakılması anlamına da gelebilir.. Aynı ölümlerin ve yaralanmaların halen bile devam ettiğini düşünürsek, bu sayı daha da fazla olabilir.

-"Muhtemelen... Psikiyatri, 20. yüzyılın son yarısı (1950-1999) ve 21. yüzyılın ilk çeyreği (2000-2025) boyunca, toplamda on /yüz milyonlarca (belkide 1 milyardan fazla) insanın ölümüne ve iyatrojenik zihinsel ve fiziksel yaralanmasına sebep olmaktadır."

Günümüzde resmi olarak tarif edilen 1 milyardan fazla insanda "akıl hastalığı" olduğunu düşünürsek... bu, her yıl en az 1 milyondan fazla insanın ölmesi ve sakat kalması anlamına da gelebilir. Bu olasılık, 'psikiyatriyi, dünyanın en tehlikeli soykırımcısı' haline getirir.

-"Muhtemelen... Psikiyatri, dünya genelinde her yıl en az 1 milyondan fazla (belki de daha fazla) insanın öldürülmesine ve sakat bırakılmasına neden olarak, dünyanın en büyük soykırımını işliyor."

"Psikiyatri, 20. yüzyılda işlemiş olduğu SESSİZ SOYKIRIMI, 21. yüzyılda da devam ettiriyor, gibi görülüyor."

Burada sorulması gereken soru şu: "Buna kim DUR diyecek?" Ana akım tıbbın dışındaki DÜRÜST doktorların, bu gizli soykırımı ortaya çıkarması gerekir. Dürüst doktorlar, 'psikiyatrik ilaçlardan dolayı ölen (özellikle de zarar gören ve sakat kalan) insanların... ölümlerinin ve yaralanmalarının asıl sebeplerinin psikiyatrik ilaçlar olduğunu' ortaya çıkarması gerekiyor. Çünkü, ana akım tıp, bunları ortaya çıkarmakta pek isteksiz gibi görülüyor.

-"Bir cinayette, bir zehirlemede en ince detaylarına kadar araştırıp, buna sebep olan şeyleri ortaya çıkartan tıp dünyası... nedense, psikiyatrik ilaçların zararlarını ve ölüm sebeplerini ortaya çıkartamıyor."

Bu durum, çok garip bir durum. İsteseler ortaya çıkartabilirler. Ama yapmıyorlar. Çünkü, muhtemelen ortada PARA var. Psikiyatrik ilaç üreticilerinnden ana akım tıp dünyasına aktarılan bir gelir kaynağından bahsediyoruz. Bunlar, daha önce ortaya çıkarılmıştı. "Tıp dünyasında PARA konuşur." İnsanlar ölmüş, sakat kalmış ana akım tıbbın umrunda bile değil. Ama sanki umurlarındaymış gibi size sahte gülücükler verirler.

Bu nedenle 'dürüst doktorlara ve diğer dürüst bilim adamlarına' vs ihtiyaç var. Ana akım tıbba hizmet etmeyen dürüst doktorlar... ana akım psikiyatriye hizmet etmeyen dürüst psikiyatristler, psikologlar... ana akım medyaya hizmet etmeyen dürüst gazeteciler, yazarlar, aydınlar... ana akım bilime hizmet etmeyen dürüst araştırmacılar... ana akım siyasete hizmet etmeyen dürüst politikacılar... vb gibi dürüst insanlara ihtiyaç vardır.

Umarım dürüst psikiyatristler, doktorlar, psikologlar, gazeteciler, aydınlar, yazarlar, araştırmacılar ve politikacıların vs gibi dürüst insanların sayıları artar da, 'psikiyatrik ilaçların ölümcül zararlarıyla' ilgili tüm gerçekler ortaya çıkarılır diye umut ediyoruz. Son 70 yılı değerlendirdiğiniz için teşekkürler Robert Whitaker.. (...)"
(223)

          69) - "Merhaba Ted LaCroix.. Cevabın için teşekkür ederim. İzin verirsen ben de düşüncemi açıklayayım.. Bu dediğiniz 'tedavi yöntemi', aslında insanlık tarihi boyunca devam eden "akıl hastalıkları" olan insanları, tedavi etmek için uygulanan 'davranış terapileridir.'  Peygamberler dönemlerinde ve sonraki dönemlerde de bunlar başarıyla uygulanmıştır.

'Nazik davranmak, uygun beslenmek ve yapacak şeyler (işler) ile uğraşmak...' Bunlara 'temizliği'de ekleyebiliriz. Fiziki ve manevi temizlikler.. Fiziki temizlikler, beden ve çevre temizliğidir.  Bunlar akıl hastalıklarına yakalanmamak için önemli bir etkendir. Beden temizliğini sadece su ve sabunla bedeni yıkamak olarak görmemelidir. Yediğimiz ve içtiğimiz yiyecek, içecek ve hatta kullandığımız (özellikle de psikiyatrik) ilaçlara da dikkat etmemiz gerekir. Örneğin, psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmez; aksine onları yaratır.

Manevi temizlik ise 'nazik olmak, bir işle uğraşmak, iyi olmak' gibi manevi ritüellerle gerçekleşir. Tanrıya inanmak da buna dahildir. Ancak bu kıstas değildir; isteyen inanır isteyen inanmaz ama inanmak (Tanrıya inanmak), sizi ana akım psikiyatrinin tuzağına düşmenizi engelleyebilir. (Ancak bu, bazen çoğu inançlı insan için geçerli olmayabiliyor.  Çünkü, 'kandırılmış, aldatılmış ve çaresizlik' buna en büyük etkendir.)

Ana akım psikiyatri ile mücadele eden Thomas Szasz bile, ana akım psikiyatrinin etkisi altından kurtulamamıştır. Çünkü, inançsızlık onu bu tuzağa itmiştir. Çünkü, ana akım psikiyatri, 'inançsızlık' üzerine kuruludur. Bu nedenden dolayı, 'her yıl milyonlarca insanı, çok rahat bir şekilde öldürebiliyor ve sakat bırakabiliyor.' İnanç üzerine kurulu olsaydı, bu ölümler ve yaralanmalar belki de hiç olmayacaktı. 

Thomas Szasz, inançsızlığın kurbanı oldu ve ölmeden önce (ana akım psikiyatrinin değil ama sadece) 'normal psikiyatrinin hayatta kalması gerektiğine' dair bir imada bulunmuştu. Yani, muhtemelen Thomas... 'bir an önce psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin) 'normalleşmesi' gerektiğini ve bu normal psikiyatrinin hayatta kalması gerektiğini' ima etmiş olabilir.

Yani.. Şöyle düşünebiliriz; Psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin), ana akım yapılardan kurtularak, bir an önce 'normalleşmesi' gerekiyor. Psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin) normalleşebilmesi için, psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin)... ilk önce psikiyatrik ilaçların ölümcül zararlarını inkar etmeyi bırakmalı, bunu kabul etmeli ve yasaklanması gerektiğini dünyaya haykırması gerekir. (Psikiyatristler, gerçek bir doktor olmak (ve gerçek bir hekim gibi davranmak) istiyorlarsa, bunları yapmaları gerekir.)

Psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin) normalleşebilmesinin yegane tek çaresi budur. Bunlar olmadan, psikiyatrinin (ve psikiyatristlerin) normalleşmesi pek mümkün gözükmemektedir.  Bunlar olmadan, psikiyatristlerin de birer gerçek doktor ve hekim olarak kalmaları da pek mümkün gözükmemektedir. 

Yasal olarak doktor ünvanları vardır ama onların 'şarlatan' olduğu ve 'gerçek hekim' olmadıklarını ortaya çıkaran çok sayıda çalışmalar, araştırmalar da vardır. Ve bunları öğrenen milyarlarca toplum...

-Maalesef.. Muhtemelen... 'Ana akım psikiyatriye hizmet eden psikiyatristler, dünya genelinde her yıl on /yüz milyonlarca (en azından 1 milyondan fazla) insanın öldürülmesinden ve sakat bırakılmasından (iyatrojenik yaralanmasından) sorumludur.'

-Maalesef.. 
Muhtemelen... 'Devletler, (ana akım psikiyatriye hizmet eden) psikiyatristlere, insanların sağlıklı beyinlerini hasara uğrattıkları (ve her yıl ölmelerini ve sakat kalmalarını sağladıkları) için, her ay düzenli olarak 'doktor maaşı' ödemesi yapıyor.'

Bu durum ise psikiyatristlere, daha çok sayıda insanın 'sağlıklı beyinlerini hasara uğratmak ve onları öldürmek ve yaralamak' için tarif edilemez bir olanak ve imkan sağlayabiliyor. Maalesef, gerçek budur.

-'Muhtemelen... devletler ve ana akım tıp dünyası, psikiyatrinin her yıl düzenli bir şekilde işlediği bu 'gizli soykırımını' biliyor gibi görülüyor.' Biliyorlar ama ses çıkarmıyorlar. Neden?  Çünkü, işin ucunda PARA var gibi görülüyor. Aslında sadece para değil. 'İnsan nüfusunu azaltma girişimi' de var. Öyle görülüyor ki, 'devletler ve ana akım tıp dünyası, dünyanın insan nüfusunu azaltmak için, akıl hastası olarak gördükleri insanlardan başlamayı tercih etmişler.' Hem de son 75 yıldır. 

-"75 yıl boyunca kaç on/yüz milyon/milyar akıl sağlığı bozuk insan, psikiyatri tarafından öldürüldü ve sakat bırakıldı (yaralandı)?"
-------
 "Bugün, dünyada  'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri, huzur evleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde ölene kadar kalmak zorunda kalan 'zihinsel engelli on /yüz milyonlarca insanın (en azından) büyük çoğunluğunun, psikiyatrik ilaçlar tarafından sağlıklı beyinlerinin kimyasal olarak hasara (kimyasal beyin hasarına) uğratılmış olunabileceğini' bilmek önemlidir."

Zihinsel engelli bir bakım evinde çalışan bayan bir hemşireye, 'bu bakım evinde bulanan zihinsel engelli insanları bu hale getiren şeyin (yani beyin hasarı yaşamalarının nedeninin) 'psikiyatrik ilaçlar' olduğunu /olabileceğini' söylediğim de... bana, 'sen hayal görüyorsun, bu senin düşüncen, bunların hepsi komplo teorisi, yok öyle birşey...' gibi ifadeler kullanmıştı. Tabii, bir hemşireden ne cevap beklerdiniz ki? 'Psikiyatri'nin her yıl bir soykırım gerçekleştirdiğini' çevrenize anlatırsanız, hemen size 'komplocu (komplo teorisyeni)' yakıştırmasını yapacaklardır. Bundan emin olabilirsiniz.. (...)"
(224)

          70) - ""Eğer ilacı kesersek ve hasta daha da kötüleşirse, sonra tekrar ilaca başlarsak ve hasta iyileşirse, ilacın işe yaramadığını iddia etmek zor."

Bu cümlenin açılımını kısaca yapayım. Umarım fikriniz değişir.

1) Psikiyatrik ilaçlar, sağlıklı beyinleri sadece uyuşturur. 

(Yani, akıl hastalıklarının hiçbirini tedavi etmez, edemez; - sadece sağlıklı beyinleri uyuşturur. Çünkü psikiyatrik ilaçların tamamı yasadışı sokak uyuşturucuların etkilerine benzer etkilere sahiptir.  Psikiyatristlerin tatamı bu gerçeği bilir. Bunlar gerçek birer 'medikal ilaç' değil 'yasal' sokak uyuşturucularıdır. Sağlıklı beyinler uyuşunca, sonra ne mi olur?)

2) Sağlıklı beyinler, psikiyatrik ilaçlarla uyuştuğunda, insanlarda 'sahte bir iyileşmeye' benzer 'sakinleşme' yaşanır.
3) Hastalar, bu sakinleşmenin getirdiği etkiyle 'Oh be, dünya varmış! Bak bu psikiyatrik ilaç işe yaradı!' diye bir yanılsamaya kapılır.

(Bu durum daha çok, yasadışı sokak uyuşturucularını etkilerine benzer etkiyle hareket eden kişilerin durumlarına benzer.  Psikiyatristler de, mesleklerinin devam edebilmesi pahasına, "Evet, bak gördün mü işe yaradı. Bu psikiyatrik ilaçlar birer mucize!" diye buna benzer ifaderle insanları kandırarak ikna etmeye çalışır. Ama ileride olabilecek (psikiyatrik ilaçların çok ciddi) zihinsel ve fiziksel ölümcül zararlarını hastalarına ve ailelerine açıklamaz. Bunları gizler, saklar.

Hastanın beyni kimyasal olarak hasara uğradığında, suçu ya hastanın yada altta yatan herhangi bir rahatsızlığın /hastalığın üzerine atar. Psikiyatri ve psikiyatristler, bu şekilde kendilerini aklamış (ve korumuş) olurlar. Olan 'hastalara ve ailelerine' olur. Ölenler, öldükleri ile başbaşa kalır. Yaralananlar (sakat kalanlar), sakat kaldıkları ile başbaşa kalır.)

4) Hastalar, uzun vade boyunca (genellikle aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaçlara devam ettiğinde... sağlıklı beyinleri, kalıcı olarak kimyasal hasara (kalıcı kimyasal beyin hasarına) uğrar.

(Kalıcı kimyasal beyin hasarı, fiziksel beyin hasarından çok farklı birşeydir. Fiziksel beyin hasarını, (MR, ultrason, röntgen vb gibi) çeşitli radyolojik ve biyolojik testlerle ortaya çıkarmak mümkün olurken... kimyasal beyin hasarını bu gibi testlerle ortaya çıkarmak son derece zordur. Çünkü, sağlıklı beyinlerin doğal kimyasal yapıları, psikiyatrik ilaçların kimyasalları ile hasara uğrayarak, beynin doğal kimyasal yapısının değişimine neden olur.

Beynin doğal kimyasal yapısı, psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasalları ile dolarak, beynin doğal olmayan (yapay) kimyasallar ile işgal edilir. Bu kimyasal işgal, beynin doğal yapısını bozar ve genellikle uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında, beyin kimyasal yapısı STOP eder; yani beyin iflas eder.)

  "Muhtemelen akıl sağlığı birimleri - (akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, huzurevleri ve bakım evleri vb) gibi 
akıl sağlığı birimlerinde ölene kadar kalmak zorunda olan insanların büyük çoğunluğunda - yukarıda açıklanan kimyasal beyin hasarına uğramış (yani, beyinleri psikiyatrik ilaçlar nedeniyle iflas etmiş) insanlarla doludur." Yani.. "akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, bakım evleri, huzur evleri" gibi akıl sağlığı birimleri, buralarda ölünceye kadar kalmak zorunda olan (sağlıklı beyinleri psikiyatrik ilaçlarla iflas etmiş) - yani işte yukarıda tarif edilen kimyasal beyin hasarı yaşayan 'beyinleri psikiyatrik ilaçlardan dolayı iflas eden - insanlarla doludur, diyebiliriz.

Kimyasal beyin hasarı, fiziksel hasar gibi görünür değildir; görünmezdir. Yani... "Fiziksel beyin hasarı GÖRÜNÜRDÜR. Kimyasal beyin hasarı GÖRÜNMEZDİR."

Kimyasal beyin hasarı (kimyasal lobotomi), görünmez olduğu için radyolojik ve biyolojik testlerle ortaya çıkarılması pek mümkün olmayabiliyor. Bu da, hem ana akım psikiyatriye hem de buraya hizmet eden psikiyatristlerin işine gelir. Hastalarına daha çok zehirli psikiyatrik ilaç reçete etmesine olanak sağlar.
--------------
Son söz olarak.. Akıl ve akıl hastalıkları beyinde değildir; insanın kendi ruhunda olan birşeydir. Beyinde olmayan birşeyi tedavi edemezsiniz. Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını tedavi etmez, edemez; aksine onları yaratır. Ayrıca çeşitli ölümcül bedensel (fiziksel) ve zihinsel kalıcı hastalıklara ve rahatsızlıklara yakalanmalarına sebep olur.

ÖZEL BİR SORU; 

-"Psikiyatrik ilaçlar işe yarıyorsa, hastalar neden psikiyatrik ilaçlarını ölünceye kadar almak zorundalar?"

Bu soru, şimdiye kadar dünyada hiçbir psikiyatristin DOĞRU ve MANTIKLI bir şekilde cevaplayamadığı bir sorudur. Çeşitli çeşitli bahaneler üretiyorlar ama bunların hiçbiri DOĞRU ve MANTIKLI CEVAPLAR değildir. Sürekli bahane, sürekli baheneler.. (...)"
(225)

          71) - "Burada söylemeyi unuttuğum birşey var. "Kimyasal beyin hasarı görünmezdir ve radyolojik ve biyolojik testlerle tespit edilmez." Evet öyle ancak.. Öyleyse, 'psikiyatrik ilaçların beyin hasarı yaptığına dair çalışmalar, araştırmalar ve makaleler var, bunlar neyin nesidir?'

Yani.. "Psikiyatrist Prof. Peter Breggin gibi diğer dürüst psikiyatristler, doktorlar, araştırmacılar vs, neden 'psikiyatrik ilaçların kimyasal beyin hasarı yaptığını' iddia ediyorlar?"  Çünkü, olasılıkla ellerinde kanıtlar, görüntüler var. 

Muhtemelen... 'Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal beyin hasarı, fiziksel beyin hasarına dönüşmüş 'kimyasal beyin hasarı' olabilir.' Kimyasal beyin hasarı, fiziksel beyin hasarına dönüşürse, bu olasılık olabilir.  Yani... (MR, ultrason, röntgen gibi) radyolojik ve biyolojik testler ile bu beyin hasarı ortaya çıkabilir.

Şöyle anlatalım... Aslında, kimyasal beyin hasarı, 'radyolojik ve biyolojik testler (RB-T)' ile tespit edilebilir. Ancak bunun için 'iki aşamalı bir test dizisi' gerekiyor; 'Psikiyatrik ilaç kullanamdan önce ve sonra yapılan RB-T testlere ihtiyaç var.'

Psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra yapılan RB-T testler, doğru sonuçları vermeyecektir. Ondan önce psikiyatrik ilaç kullanamdan önceki RB-T testlerin yapılması gereklidir. İkisi arasında farklılıklar ve değişiklikler tespit edilir. Yani.. Aslında radyolojik ve biyolojik testler, beynin kimyasında olan değişiklikleri tespit edebiliyordu. (Aslında beyindeki kimyasal değişiklikler, kimyasal dengesizliktir.)

Bir araştırmada... (Bunu sizlerde biliyorsunuz.) "Psikiyatrik ilaç kullanmadan önce hastaların beyni (beyin kimyasal yapısı) sağlıklı görünüyordu. Psikiyatrik ilaç kullandıktan sonra, beynin kimyasal yapısında değişiklikler oluşmuştu."

Yani.. "Hastaların sağlıklı beyinleri (beynin doğal kimyasal yapısı), psikiyatrik ilaç kullanımından sonra, değişikliğe uğramıştı." (Beyindeki kimyasal değişiklik = Beyindeki kimyasal dengesizliktir.)

Muhtemelen... Ana akım psikiyatri ve psikiyatristler, psikiyatrik ilaçların beyinde kimyasal değişiklik (yani kimyasal dengesizlik) yarattığını çok uzun süre önce biliyorlardı. Ve bu bilgiyi, kendi çıkarları için kullandılar. Yani, 'akıl hastalığının beyindeki kimyasal değişiklikten (yani dengesizlikten) kaynaklandığını' ileri sürerek, bunu yanıltıcı bir şekilde uzun yıllar boyunca kullandılar.

Bu şekilde, insanları, devletleri, toplumları, hastaları ve ailelerini kandırdılar. Bu şekilde, dünya genelinde milyarlarca insana zehirli psikiyatrik ilaçları reçete ettiler. Milyarlarca insanın, sağlıklı beyinlerinde kimyasal dengesizlik yaratmaya çalıştılar ve bunda da başarılı oldular.

"1950 ile 2025 yılları arasında kimbilir kaç milyar insan, psikiyatrik ilaçlardan dolayı öldürüldü ve sakat bırakıldı (yaralandı)?" Gerçekten de "Psikiyatri bir ölüm endütrisidir." Nokta.. (...)"
(226)

          72) - "Cevabınız için tşkr ederim. Gördüğüm kadarıyla... 40 yıllık bir psikiyatrist olarak, buradaki her yorumcuya cevap vermeye de çalışmışsınız. Amacınız, 'psikiyatrik ilaçların çok faydalı olduğunu tüm insanlara anlatmak' ise, buna devam edin... sonunda 'nasıl bir yanılgı' içerisinde olduğunuzu fark edeceksinizdir. Umarım..

Yorumunuzda ne dediğinizi pek anlayamadım. Felsefi dilde konuşuyorsunuz. Ben psikiyatristlerin, doktorların ve diğer uzmanların konuştuğu gibi tıbbi dilde ve/veya bir filozof gibi konuşmayı pek beceremem. Ben, araştırmalarımda hangi gerçeği öğrendiysem, onu direkt söylerim. Bundan çekinmem. 'Kanıt' istiyorsanız... Peter Breggin, Peter Gotzsche, Robert Whitaker, Joanna Moncrieff ve diğer ana akım psikiyatriye hizmet etmeyen psikiyatristler, psikologlar, doktorlar, gazeteciler vb diğer tüm araştırmacıların, kitaplarında ortaya çıkarttıkları kanıtları, gerçekleri bol bol okuyabilir ve öğrenebilirsiniz.

Eğer okuduysanız ve bunların saçma olduğunu düşünüyorsanız... deneyimlerinizi ve bilgilerinizi MIA ile paylaşabilirsiniz ve/vey bir kitap çıkartabilirsiniz. Eğer bilimsel çalışmalarınız varsa, bunları bililmsel tıp dergilerinde yayınlayabilirsiniz. Bunları yaparsanız, eminim size cevap verebilecek çok sayıda (ana akım psikiyatriye hizmet etmeyen) psikiyatrist, doktor, psikolog, gazeteci, araştımacı vb bilim adamı olacaktır.  Muhtemelen, sizin bu verilerinizi çüretecek 'çok sayıda çalışmalar' ile karşı karşıya kalacaksınızdır. Bunlara hazırlıklı olmanızı tavsiye ederim.
----------
Dün kız kardeşimin kaldığı bakım evine gittim. Kardeşimin durumu git gide kötüye gidiyor gibiydi. Psikiyatrik ilaçlar, kardeşimin sağlıklı beynini daha da kötü hale getirmeye başlamıştı. Kardeşim, çocukluğundan beri psikiyatrik ilaç kullanıyor. Çocuklara psikiyatrik ilaç verilmesinin, çocukların ilerde kimyasal beyin hasarına yakalanmasını göreteren en büyük delil, benim kardeşimdir. Onu bu hale getiren  şey (yani kimyasal beyin hasarına yakalanmasına sebep olan şey), psikiyatrik ilaçlardır.

Sadece psikiyatrik ilaçlar değil, bunun sorumlusu psikiyatristler de bundan 1.ci dereden sorumludur. Çocukların 'çocukluk davranışları', bir takım ilaçsız tedavi yöntemleri ile düzeltilebilir iken, psikiyatristlerin hemen psikiyatrik ilaçlara sarılması ve işe yaramaması durumunda, farklı psikiyatrik ilaçları tekrar tekrar reçete etmesi nedeniyle... ileride çocukların sağlıklı beyinlerinin kimyasal hasara uğraması olasılığı çok yüksektir.

Muhtemelen... Ana akım psikiyatriye hizmet eden pikiyatristler, sadece çocukların değil yetişkinlerin de sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal beyin hasarına) uğratmak için canla başla çalışıyor gibiler.

* Akıl sağlığı birimlerinde kalan (en azından ölene kadar buralarda kalmak zorunda olan) insanların, beyin hasarı yaşamasına sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçların olması gerçeği...

Muhtemelen.. 40 yıllık bir psikiyatrist olarak... 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, zihinsel engelli rehabilitasyon merkezleri, huzur evleri ve bakım evleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde, 'ölene kadar' buralarda kalmak zorunda olan insanların (en azından büyük çoğunluğunun), bu hale gelmesine (yani kimyasal beyin hasarı yaşamasına) sebep olan şeyin, psikiyatrik ilaçlar olduğunu' biliyorsunuzdur. Bilmiyorsanız, öğrenmenizi tavsiye ederim.. Ana akım psikiyatri ve ana akım psikiyatriye hizmet eden psikiyatristlerin büyük çoğunluğunun bunları bildiğinden eminiz.
---------------
Aslında devletlerin akıl salığı birimlerinde kalan insanların bu duruma gelmesine sebep olan şeyin /şeylerin neler olabileceğini araştırması ve ortaya çıkartılması gerekir. Ancak bunun için... 

-Ana akım psikiyatriye hizmet etmeyen dürüst psikiyatristlere, psikologlara vs vs ihtiyaç vardır..
-Ana akım tıbba hizmet etmeyen dürüst doktorlara, araştırmacılara, bilim adamlarına vs vs ihtiyaç vardır.
-Ana akım medyaya hizmet etmeyen dürüst gazetecilere, araştırmacılara, yazarlara vs vs ihtiyaç vardır.
-Ana akım hukuka hizmet etmeyen avukatlara, savcılara, hakimlere vs vs ihtiyaç vardır..
-Ana akım siyasete hizmet etmeyen siyasetçilere, politikacılara, bürokratlara vs vs ihtiyaç vardır.
- Ana akım sivil toplum örgütlerine hizmet etmeyen dürüst insanlara, STÖ'lere, sivil araştrımacılara, aydınlara vs vs ihtiyaç vardır.

Bu dürüst insanların bir araya gelip, tüm akıl sağlığı birimlerinde kalan insanların, bu hale getiren şeylerin ne olduğunu tespit edip, kamuoyu ile paylaşmaları gerekir. Ortaya çıkacak sonucun beni ve bu durumu yıllardır dile getirmeye çalışan bilim adamlarını şaşırtmayacağını tahmin edebilirsiniz. Sonucun, en azından büyük çoğunluğunun 'psikiyatrik ilaçlar' olabileceğini düşünebiliriz. ECT ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerin de sonuca dahil olduğunu görebiliriz. Başka sebepler de çıkabilir. Ancak bunun için bu kişilerin beyin hasarı yaşamasına sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçlar kullanmadan önce mi ya da sonra mı olduğunun araştırlması ve ortaya çıkarılması gerekir.

Çok mu hayal görüyorum? 'Ana akım psikiyatristler de aynı hayali kursalardı, dünya genelinde milyarlarca insana iyatrojenik zarar vermemek için birşeyler yaparlardı', diye umuyorum.

Muhtemelen... Ana akım psikiyatri ve ana akım tıp, sonucun 'psikiyatrik ilaçlar' aleyhine çıkabileceğini bildiği için, akıl sağlığı birimlerin de bu tür araştırmalara izin vermeyecektir. Ana akım oluşumların hepsi de aynı fikirde olacaktır.

Çünkü suçlu, suçluğunun ortaya çıkmasını istemez. Eğer suçlunun vicdanı varsa, zaten bunu kendisi itiraf eder. Vicdanı yoksa, ya susar yada yalan söylemeye ve insanları kandırmaya devam eder. (...)"
(227)

          73) - "Cevaıbınız için teşekkür ederim.. -- ÖZEL BİR SORU; "Eğer psikiyatrik ilaçlar işe yarıyorsa, hastalar neden ölene kadar psikiyatrik ilaçlarını almak zorundalar?" --

Bu soruya cevap verecek kişi ben değilim, ana akım psikiyatristlerdir. Ancak yine de... bu soruya cevapları zaten verdim. Muhtemelen, okudunuz ama farkına varmadınız. Yukarıda psikiyatrik ilaçların her türlü ölümcül zararlarını dile getirdim. Ama gördüğüm kadarıyla, siz bu gerçekleri pas geçtniz /saçma olarak gördünüz ve "sanki cevabınız varmış gibi" ifadesini kullandınız. Eğer dikkatlice okusaydınız, psikiyatrik ilaçlarla ilgili ortaya kanulan bu gerçeklerin, bu soruyla alakalı olduğunu anlamış olurdunuz. Öyle değil mi?
----
   "Kişisel olarak, hastaların ölene kadar ilaçlarını almak zorunda oldukları varsayımına katılmıyorum. Ömür boyu ilaçların ne zaman -eğer- doğru yol olduğunu tartışmak, reçete yazanın ve hastanın sorumluluğudur."
----
Muhtemelen... 'Ana akım psikiyatri'nin "akıl sağlığında" BİR TEKEL olduğunu' biliyorsunuzdur. Psikiyatristlerin hastalarına 'başka ilaçsız tedavi alternatifleri' sunmadığını da biliyorsunuz. Peki, siz 'hastalarınıza, akıl sağlığının tedavisinde başka alternatiflerin olduğunu ve 'ilaçsız tedavi yöntemleri' konusunda bilgi veriyor musunuz?' Belki bilgi veriyorsunuzdur belki de vermiyorsunuzdur.

Muhtemelen... Akıl sağlığında TEKEL olan ana akım psikiyatrinin 'başka alternatifi olmadığı' için... hastalar, başka alternatiflere yönelemiyorlar. Yönelmiyorlar değil, yönelemiyorlar.. Öyleyse, "'psikiyatrik ilaçların bırakılmasınının' hastanın sorumluluğunda olduğunu" belirtmek, son derece saçma değil midir?
---
Benim ülkemde 'psikiyatristlerin nereseyse tamamı, ana akım psikiyatriye hizmet eden psikiyatristlerdir.' Akıl sağlığında tek tedavi yetkisi, ana akım psikiyatridir. Ana akım psikiyatri, dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi akıl sağlığı tedavisinde TEKEL haline gelmiştir. Bunun 'son derece çok tehlikeli olduğunu' zaman içerisinde 'her yıl on/yüz milyonlarca insanın ölmesi ve yaralanması' ile alayabiliyoruz. 

  "Ana akım tıp ile birlikte, ana akım psikiyatri, hastaların ölüm ve yaralanma dosyalarını, verilerini sürekli örtpas ettiği için, bu konularda sağlıklı bir veriye ulaşmak son derece zordur.." Bu da, körü körüne 'dünya genelinde milyonlarca insanın 'sağlıklı beyinlerininkimyasal beyin hasarına uğraması' demektir. Ülkem de dahil.. Ölümlerini ve ciddi fiziksel ve zihinsel sakat kalmalarının sayısını ise hiç saymıyorum.

Akıl sağlığının tedavisinde tek yetki (tekelleşme), ana akım psikiyatri de olduğu sürece, 'dünya genelinde her yıl milyonlarca insanın ölmesi ve sakat kalmasının devam etmesi' anlamına gelir. Ve ne yazık ki, bu psikiyatri vahşeti halen bile devam ediyor. Biz boşuna demiyoruz, 'ana akım psikiyatri her yıl bir soykırım işliyor' diye.. Dünyanın en büyük soykırımını, psikiyatri işliyor.

Muhtemelen.. 'Psikiyatri, 20. yüzyılın son yarısında (1950-1999) devam ettiği soykırımı, 21.yüzyılın ilk çeyreğinde (2000-2025) de devam ettiriyor' gibi görülüyor. Ve bu GİZLİ SOYKIRIM halen bile devam ediyor. Ama herşey gizli saklı bir şekilde. İnsanlık uyanırsa, ana akım psikiyatri mahkemelerde hesap vermeye hazır olsun o zaman... (...)"
(228)

          74) - ""İlaçları reddetmemekle birlikte, İsrail'deki Soteria modeli, psikiyatrik ilaçlara aşırı bağımlılıktan ziyade empatik ilişkilere, açık iletişime ("birlikte olma") ve bireyin benzersiz hikayesini anlamaya öncelik verir. İlaç kullanımı genellikle geleneksel hastane ortamlarına göre daha az sıklıkta görülür."

'İlaçları redetmemek', ne demek? Ben Storia evlerinin, 'ilaçsız tedavi yöntemlerini' benimseyen bir sivil toplum yapılanması sanıyordum. Eğer Storia evlerinde "ilaç ile tedavi" de varsa, o zaman Storia evleri hakkında 'çok yanılmışım' demektir. Merak etmeye başladım şimdi. "Storia evleri, ilaç firmalarından fon alıyor mu?" diye.

İlaç tedavisini, ilaçları 'yavaş yavaş bıraktırmak' için... yani  ilaçları 'yavaş yavaş azaltarak' uygulama için yapılıyorsa, o zaman bu durum değişirir. Ancak ilaç tedavisini, 'başka bir alternatif' olarak uyguluyorsanız, bu çok kötü bir şeydir. Eğer durum buysa... bundan sonra Storia evlerini, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' yönünde hiç kimseye tavsiye etmeyeceğim. 'İlaçsız tedavi yöntemleri' ile birlikte 'ilaç tedavilerini' de benimseyen hiçbir yapılanmaya destek vermem.

Psikiyatrik ilaçların, sağlıklı beyinler için oldukça 'zehirli' olduğu bilindiği halde, psikiyatrik ilaçları, ilaçsız tedavi yöntemleri içinde uygulamaya çalışmak son derece MANTIKSIZLIKTIR. PARA, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' uygulayan profesyonelleri de, 'kendi esiri haline getirmiş' gibi görülüyor. Paranın gücü, 'dürüst insan' olarak görülen insanları bile yoldan çıkartabiliyor. Yazık.. Çok yazık.. (...)"
(229)

          75) - "Randy Cima, bu çalışma için teşekkürler..  Yazınızı okuyunca 'akıl hastalıklarının bir efsene olduğu' yönünde yaptığım çalışmalar aklıma geldi. Sizin bu anlattıklarınız, 'akıl ve akıl hastalıklarının, beyinde olmadığını' gösteren nadir çalışmalardan biridir diyebilirim.

Her zaman diyorum...  Akıl ve akıl hastalıkları, beyin de değil, insanın kendi ruhundadır. İnsan ruhu, bedenden ayrılınca... beyin, hiç bir işe yaramaz. Metafor olarak görülen, 'beyin hiç bir şeyi saklamaz, depolamaz' teorileri aslında doğrudur. Bunu, 'insan ruhunun vücuttan ayrıldığında, beynin hiç bir işe yaramamasından' anlıyoruz.

'Akıl' dediğimiz kavram, beyinde depolanmaz, saklanmaz. İnsanın kendi ruhunda (bilinmeyen bir yerde) depolanır, saklanır. Ruh'taki depolama yeri tahmin edebileceğinizden daha fazla kapasiteye sahip bir saklama alanıdır yada sadece 'saklama alanı' olarak görebiliriz.
-----------
Kafası kıyak olan ana akım tıbba hizmet eden bazı psikopat zihniyetli nörologlar ve/veya beyin cerrahları... 'beyin, bilgileri nerede depoluyor, nerede saklıyor?' diye sözde bir takım gözlemlelere dayalı araştırmalar yapmışlar. Beynin bir takım yerlerini kesip biçerek... insanların, 'bilgileri, anlayıp anlamadıklarını ve saklayıp saklamadıklarınıgözlemlemeye çalışmışlar. İnsanlar, bilgileri 'anlayabildikleri ve saklayabildiklerine' dair işaretler verince...  'euraka, euraka sonunda bulduk!' diye dünyaya 'beynin, bilgileri depoladığı ve saklayabildiği' yalanını ilan etmişler.

Bu sözde beyin çalışması gözlemlerini, 'bilimsel çalışma' diyerek, bilimsel yayınlarda yayınlamışlar. Ve tüm dünya, sadece gözlemlere dayalı olan bu 'beyin çalışmalarını', 'büyük mucize, büyük icat!' diye kabul ederek, bunu ders kitaplarında okutmaya başlamışlardır.

Ama aslında bu KOSKOCA BİR YALANDI VE BÜYÜK BİR YANILGIYDI. Sadece gözlemlere dayalı olan bu beyin çalışmalarının sonuçlarının hiç bir gerçekliği yoktu.

Muhtemelen...
-Nörologlar ve beyin cerrahları, 'beynin nasıl çalıştığı' konusunda yarı oranda bilgi sahidirler ama henüz yeterince değil.
-Nörologlar ve beyin cerrahları, 'beynin bilgileri nasıl depoladığı, sakladığı' konusunda ise oldukça 'yanıltıcı ve aldatıcı bilgilere' sahiptir.

'Beynin nasıl çalıştığı' mekanizması ile 'beynin, bilgileri nasıl depoladığı, sakladığı' mekanizması aynı değildir. Beynin çalışması, fizikseldir yani mekanikseldir. Bunu, ortaya çıkartabilirsiniz.

Ancak... Beynin bilgileri depolaması ise tamamen hayalidir, hayal ürünüdür. Bunu, beyni kesip biçerek ortaya çıkaramazsınız. Bu tamamen nörologların ve beyin cerrahlarının gözlemlerine dayalı safsata görüşlerinden kaynaklanır. Gerçek bilimsel veri ve çalışmalarla hiç alakası yoktur. Tamamen gözlemlere dayalıdır.
---------
Bu safsata en çok kimin işine yaradı? "'Akıl' beyinde ise, 'akıl hastalıkları' da beyindedir." - Bu teorem, en çok psikiyatristlerin işine yarayan bir teoremdir. Psikiyatri sektörü, nörolog ve beyin cerrahlarının gözlemlerine dayalı 'akıl, beyindedir' şeklindeki beyin çalışmalarını bahane ederek... 'akıl hastalıklarının da, beyinde olduğunu' iddia etmişlerdir.  

"Böylece psikiyatri sektörü sayesinde nörolog ve beyin cerrahları... dünya genelinde her yıl milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kalmasına yol açacak bir soykırımın yolunu açmışlardır."

"'Akıl' beyinde olsaydı, 'akıl hastalıklarının' psikiyatrik ilaçlarla tedavi edilmesi gerekirdi.
-Ama akıl hastalıkları hiç bir şekilde tedavi edilemedi. 
-Aksine yeni yeni akıl hastalıklarının yaratılmasına sebep olundu.
-Akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesine sebep olundu.
-Sağlıklı beyinler hasar gördü; (yani kalıcı beyin hasarına sebep olundu.)
-İnsanlar, intihara, şiddete, cinayete meyilli hale getirildi.
-Ölümler ve sakatlanmalar (zihinsel ve fiziksel yaralanmalar) yaşandı.
-Ve bunlar halen bile yaşanmaya devam ediyor.

-"Muhtemelen... Nörolog ve beyin cerrahlarının, 'akıl beyindedir' safsatası yüzünden, her yıl milyonlarca insan (psikiyatri tarafından) öldürülüyor ve sakat bırakılıyor (yaralanıyor)." 

Nörolog ve beyin cerrahları, sebep oldukları bu soykırımdan umarım şimdi mutludurlar. (...)" (230)

          76) - "Psikiyatrist Prof. Dr. Peter Breggin'in, 'Kimyasal dengesizlik, psikiyatristlerin ilaçlarıyla birlikte oraya (beyne) koydukları dengesizliktir.' diye bir sözü vardı. Çok doğru.

Bir araştırma da, 'hayatında hiç psikiyatrik ilaç kullanmamış'akıl sağlığı sorunu' olan birisini... 

-...psikiyatrik ilaç kullanmadan önce MR, röntgen, ultrason, kan vb gibi biyolojik ve radyolojik testlere tabi tutmuşlar. Özellikle de MR, röntgen ve/veya ultrason gibi radyalojik testlerde... 'bireyin beyninin, son derece sağlıklı olduğu' gözlemlenmiş.

-Testlerden sonra bireye psikiyatrik ilaç verilmiş. Kısa süre sonra da yeniden biyolojik ve radyolojik testlere tabii tutulmuş. Bu sefer radyolojik testler de, 'bireyin beyninde, normal olmayan değişiklikler' gözlemlenmiş.

Beyindeki bu a-normal değişiklikler... 'psikopat ana akım psikiyatrinin' yıllardır dile getirdiği 'akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' teziyle 'ters oranda' örtüşmektedir. Bu, "psikiyatrinin ters terminolojik tepkisidir. Olayları ve nedenleri çarpıtmaktır."

"Ana akım psikiyatri... Psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'beyindeki kimyasal dengesizliği', 'akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' YALANINA dönüştürmüştür." 

Yani muhtemelen psikopat ana akım psikiyatri... 'psikiyatrik ilaçların, insanların sağlıklı beyinlerinde (ölçülebilir / test edilebilir şekilde) kimyasal dengesizlik yarattığını', çok daha önceleri biliyordu." Bu bilgiyi, çarpıtarak 'akıl hastalığı beyindeki kimyasal dengesizlikten kaynaklanıyor' YALANINA dönüştürdü.  Ve insanlık da her şeyden habersiz bir şekilde... psikiyatrinin bu tuzağına düştü.

Ve sonuç...  Muhtemelen... "Dünya genelinde her yıl milyonlarca insan psikiyatri tarafından ÖLDÜRÜLÜYOR ve SAKAT BIRAKILIYOR." 1950 ve 2025 tarihleri arasındaki ÖLÜM ve YARALANMALARI da sayarsak... muhtenelen bu sayı 1 milyardan fazla (belki de 1 ile 4/5 milyar arasında) insanın 'ÖLDÜRÜLMESİ' ve 'SAKAT BIRAKILMASI (yaralanması)' anlamına da gelebilir.

Ne yazık ki... Ana akım tıp ve ana akım psikiyatri de, ÖRTBAS ETME KÜLTÜRÜ çok yagın olduğu için, bu sayıların gerçekte ne oranda olduğunu bilebilmek, oldukça zor olacaktır. Araştırma için teşekkürler Peter Gotzsche... (...)"
(231)

          77) - "Bu makaleyi, 'düzen psikiyatrisi' hakkında yapılan ve son derece titizlikle hazırlanmış çok iyi siyasi - politik bir eleştiri olarak görebiliriz. Sağcı ve solcu psikiyatri eleştirmenlerinin 'aşırı düşüncelere' sahip olanları' da var, olmayanları' da... Bence burada asıl önemli olan şeyi atlamışsınız gibi görülüyor.

"Ana akım psikiyatri (/düzen psikiyatrisi), 1950 ile 2025 yılları arasında, şimdiye kadar kaç kişiyi ÖLDÜRDÜ ve SAKAT BIRAKTI (yaraladı)?"

Belki makale konunuz bu değil. Ama çoğu kimse kurumsal ana akım psikiyatriyi eleştirirken... hep bu 'iyatrojenik yaralanmalar ve ölümler' genelikle pas geçiliyor. Bu biraz haksızlık gibi geliyor. En azından' psikiyatri tarafından öldürülen ve yaralanan insanlar ve onların acılı aileleri' açısından..

Ana akım psikiyatri tarafından ÖLDÜRÜLEN ve SAKAT BIRAKILAN (iyatrojenik yaralanan) insanlar var. Ve bu bir gerçek. Ama bunları görmüyoruz ve/veya afrkında değiliz. Çünkü.. ana akım tıp dünyasında örtbas etme kültürü çok yaygın. Özellikle de 'psikiyatrik ilaçların neden olduğu iyatrojenik ölüm ve yaralanmalar... hep başka başka nedenlerin üzerine atılıyor.' Bu nedenle, insanlar 'hiç yoktan' ölüyor ve yaralanıyorlar.

Düzen psikiyatrisine 'politik eleştiriler' de bulunmak ne kadarv önemliyse... bu ana akım psikiyatrinin onlarca yıldır yol açmış olduu GİZLİ SOYKIRIMIN ortaya dökülmesi de o kadar önemlidir, diye düşünebiliriz. Bunlar ortaya çıkarılmadan... ana akım psikiyatriyi eleştirmenin hiç bir faydası olmayacaktır. Aksine ana akım psikiyatrinin, gizli soykırımlarının devam etmesine (istemeden de olsa) yardım bile edilebilecektir, diye düşünebiliriz. 

Dünyadaki tüm DÜRÜST psikiyatristlere ve politikacılara (ve diğer DÜRÜST meslek sahiplerine ve toplumlara, devletlere) çok büyük bir çağrım olacaktır. Biliyorsunuz... 

Muhtemelen genellikle 'kendi başlarına kendilerine bakamayacak' ve/veya 'aileleri tarafından bakılamayacak' durumda olan zihinsel engelli insanlar bulunur. Muhtemelen bunların büyük çoğunluğu... psikiyatrik ilaç kaynaklı hasara (kalıcı beyin hasarına) uğrayan insanlar. Ancak bu insanların, "psikiyatrik ilaçlardan dolayı bu hale geldiğihiç açıklanmaz." Bunlara sadece 'akıl hastası' etiketi yapıştırılır.

Ve sonra... Bu durumdaki zihinsel engelli bireyler genellikle 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri' gibi 'akıl sağlığı birimlerine'... hayatları boyunca (ölene kadar) buralarda kalmaları için yerleştirilir.

Kendilerine sadece 'akıl hastası' etiketi yapıştırılıp, bu akıl sağlığı birimlerinde hayatları boyunca (ölene kadar) kalmak zorunda olan bu insanların... 'neden bu hale düştükleriise hiç sorgulanmaz.

Muhtemelen... "Onları bu hale getiren (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı yaşamasına sebep olan) şeyin, psikiyatrik ilaçlar olduğu toplum tarafından hiç akıllara gelmez. Ve ana akım tıp ve ana akım psikiyatri tarafından hep örtbas edilir."

İşte... Dünyadaki tüm DÜRÜST psikiyatristlere ve politikacılara (ve diğer DÜRÜST meslek sahiplerine ve toplumlara, devletlere) çok büyük bir çağrım bu yöndedir.

Bu masum insanları.... 'bu hale getiren (yani kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanmasını sağlayan) şeyin ne olduğunu /olabileceğini' ortaya çıkartsınlar.

Muhtemelen... Bunları 'bu hale getiren (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğramasına sebep olan) şeyin, hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun... psikiyatrik ilaçlar olduğu /olabileceğiortaya çıkmış olacaktır.

Ancak... Düzen psikiyatrisinin, bu araştrmanın yapılmasına izin vereceğini pek sanmıyorum. O nedenle 'devletlerin ve toplumların ağır baskısı' gereklidir. 'Mahkemelerin devreye girmesi' söz konusu olabilir.

Çünkü... 'Psikiyatrik ilaçların sebep olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanan insanlar, sadece bu akıl sağlığı birimlerinde kalan insanlarla sınırlı değildir.'

Dünya genelinde 2021 yılına göre... tahmini 1 milyardan fazla insan 'akıl hastası' olarak etiketlenmiş. Dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan on/yüz milyonlarca (belki de daha fazla) insanın olduğunu düşünürsek... bu, hemen hemen 'her evde psikiyatrik ilaç kullanan insanların da, (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı 'yaşadığı /yaşıyor olabilmesi /yaşama riski ile karşı karşıya kalması -tehlikesi altında olduğu-)' anlamına gelir.

Pskiyatrik ilaçların, on yıllar boyunca kullanıldığını düşünürsek... bu sayı, ölenlerle birlikte belki de bir kaç MİLYAR insanın da 'zarar gördüğü - öldüğü ve yaralandığı' anlamına da gelebilir. Psikiyatrik ilaç ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerden dolayı.... 'psikiyatrik soykırımın' her yıl yaşandığını tahmin ediyorum.

Son söz olarak... Kesinlikle bu 'Gizli Psikiyatrik Sokırımların' ortaya çıkarılması gerekiyor. Hem de hiç vakit kaybetmeden. Bu böyle devam etmemelidir. Özellikle de psikiaytrik ilaçlardan dolayı kimin ne zaman kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı yaşayabileceğini tahmin edemezsiniz. Ancak bu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı yaşanıyor. Hem de sessiz bir şekilde. Gizli bir şekilde. Ve kimse de bundan haberdar değil.  Habersizler.

-"Muhtemelen.. dünya genelinde on/yüz milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçlardan dolayı 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı' yaşıyor olabileceğinin farkında bile değil."

Son söz olarak bir de şunu ifade edeyim.. Uzun yıllardır yaptığım kişisel bir gözlemim var. Tabii bu sadece basit bir gözlem. Ama belki dürüst bilim adamları, dürüst psikiyatristler için belki bir fikir verebilir. Yaptığım bu gözlemlerde fark ettiğim bir şey dikkatimi çekti. Şimdi onun üzerinde çalışıyorum. Bitince, bunu kendi blogumda yayınlamayı düşünüyorum. Gözlemimi kısaca şöyle açıklayayım...

Muhtemelen... 'Psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının 2 türünün ve bunların her birinin de 2'şer evrelerinin olduğunu /olabileceğini" farkettim. Yani kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının aslında 4 evresinin olduğunu tahmin ettim. '4.evrenin en tehlikeli evre' olduğunu da fark ettim. Çalışmam bitince blogumda yayınlıayacağım. Kurum düzen psikiyatri eleştiriniz için teşekkürler Bruce Levine...  (...)" (232)

          78) - "Akıl hastalıklarının ne olduğunu ve gerçek tedavisinin gizemli sırrını 'ÇÖZMEK' ve akıl hastalıklarının bir efsane olduğunu 'DOĞRULAMAK' istiyorsanız eğer... 'beden (beyin) ve ruh' arasındaki ilişkiyi (çalışma prensibini) bulmanız gerekir. Başka türlü bunların hiç birini (akıl hastalıklarının ne olduğu ve gerçek tedavileri hakkındaki her şeyi) bulamaz, çözemez ve doğrulayamazsınız. Çözüm, - 'beden (beyin) ve ruh arasındaki ilişkiyi (çalışma prensibini) - bulmakta gizlidir. Güzel makaleydi  Patrick Hahn, teşekkürler. (...)" (233)

          79) - "Merhaba Lary Cox.  Cevap için tşkrler. "Bunun yapıldığının farkında mısınız?" - Öyle bir soru sordun ki bunları da cevaplaman gerekecek.
"Nerede veya nerelerde yapılıyor? Kim veya kimler yapıyor? Hangi ülke veya ülkeler yapıyor? Akıl sağlığı sistemlerinde yapılıyor mu? Yapılıyorsa nasıl yapılıyor?" ABD'de yapılıyorsa ve/veya diğer ülkelerde de yapılıyorsa... dünya genelindeki akıl sağlığı sistemlerinde neden halen her yıl milyonlarca insan öldürülüyor ve sakat bırakılıyor (yaralanıyor)? 'Tercih' meselesi diyorsan... bu, yanlış bir önermedir. Öyleyse bu muhtemelen... İnsanlar, 'tercihleri' yüzünden öldürülüyor ve sakat bırakılıyor demektir ve bu da, dünyadaki akıl sağlığı birimlerinde ciddi sorunlar ve sıkıntıların olduğu anlamına gelir. Yanlış mı konuşuyorum Lary Cox... Teşekkürler.. (...)"
(234)

          80) - "Çok iyi cevap. Bu uygulamanın tüm ülkelerdeki akıl sağlığı sistemlerinde uygulanmaması çok kötü. Bazı ülkelerde var ama bu bile yetersiz.
İnsanlar sürekli kandırılıyor ve psikiyatrinin kucağına atılıyor. 'Yazık, günah' bu insanlara, psikiyatri tarafından öldürülüyorlar ve sakat bırakılıyorlar. Çoğu ülkelerde akıl sağlığı sisteminde tek yetki ana akım psikopat psikiyatrinin tekelinde. Benim ülkemde de akıl sağlığı sisteminde 'alternatif ilaçsız tedavi sistemleri' yok. Çünkü...  Akıl sağlığı sistemini ana akım psikopat psikiyatri ele geçirmiş durumda. Bu da insanlarımızın yok yere öldürülmesi ve sakat bırakılması anlamına geliyor. Artık buna DUR denmesi gerekiyor. Ana akım psikopat psikiyatri tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır. Teşekkürler Larry Cox.. (...)"
(235)

          81) - "Merhaba Richard Moldawsky... Makaleniz 'kimseyi kırmama, kimseyi incitmeme' üzerine hazırlanmış gibi görülüyor. Ne demek istediğinizi anladım. Makaleniz çok iyi hazırlanmış. Teşekkürler.

Ama psikiyatrik ilaçların 'kimseye reçete edilmemesi' ve 'zararları' konusunda sanki 'kararsız' gibi görünüyorsunuz. Benim buradan tüm psikiyatristlere çağrım olacak.

"Akıl hastalıklarının tedavisinde işe yaramayan ve insanların hem beyin hemde beden sağlığı için oldukça tehlikeli ve ölümcül olan zehirli psikiyatrik ilaçları reçete etmeyi bıraksınlar."

Psikiyatrik ilaçların zararlarını ve ölümcül olduğunu ortaya çıkartan 'Robert Whitaker, Joanna Mouncref, Peter Gozche' gibi ünlü psikiyatrist, doktor ve/veya gazateciler bile (psikiyatrik ilaçların ölümcül olduklarını bildikleri halde), 'bazı psikiyatrik ilaçlar bazı kişiler için faydalı olabilir' diyebiliyorlar. Aslında bu, mantıkdışı bir teori. "Bir yandan 'psikiyatrik ilaçların zararlarını' ortaya çıkartacaksınız... öte yandan 'bazı kişiler için faydalı olabilir' diyeceksiniz."

Ana akım psikopat psikiyatrinin, 'şimdiye kadar neden halen ayakta kaldığını ve insanları zehirlemeye ve öldürmeye devam ettiklerini' şimdi çok iyi anlıyorum. Eğer bir şeyin zararlarını ortaya çıkartıranız... o şeyin bazı kişiler için faydalı olduğunu iddia ederseniz... bundan sonra size kimse inanmayacaktır. Ana akım psikopat psikiyatrinin elindeki en büyük koz da zaten bu yaklaşımdır.

Öğrendiğim birşey var. "Dünyaca ünlü psikiyatrist olan ve kendisine 'psikiyatrinin vicdanı' ünvanı verilen Prof. Dr. Peter Breggin, 'psikiyatrik ilaçların korkunç zararlarını ortaya çıkarttıktan sonra... bir daha asla hastalarına psikiyatrik ilaç reçete etmemiştir.'"

İşte 'DÜRÜST PSİKİYATRİST' tanımı budur. Peter Breggin, 'psikiyatrik ilaçların ölümcül zararlarını' çok iyi bilen ve mahkemelerde yıllarca bilirkişi olarak görev yapan bir psikiyatristti. Şimdilerde 90'lı yaşlarda olan Peter Breggin'in en son sağlık durumunun ne olduğunu kimse bilmiyor.

Eğer 'dürüst psikiyatrist' arıyorsanız... O Peter Breggin ve onun gibi hastalarına psikiyatrik ilaç reçete etmeyen psikiyatristlerde arayıp bulabilirsiniz.

"Psikiyatrik ilaç reçete eden hiçbir psikiyatrist... dürüst psikiyatrist değildir." İstedikleri kadar mırın kırın etsinler, tatlı dille konuşsunlar sonuç değişmez.

1) Psikiyatrik ilaçların hiçbiri akıl hastalıklarını tedavi edemez, etmez ve etmiyor da zaten.

2) Psikiyatrik ilaçların hepsi yasadışı sokak uyuşturucuların yapmış olduğu netkiye benzer, etkiler yaratırlar. Beyni uyuştururlar. Psikiyatrik ilaçların yaptıkları tek şey 'sağlıklı beyinleri' uyuşturmak. Sonra da (genellikle uzun vadelerde aylarca ve/veya yıllarca kullanımdan sonra) uyuşturulan sağlıklı beyinleri hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratırlar.

Her psikiyatrist, psikiyatrik ilaçların nasıl çalıştığını bilir. Sağlıklı beyinleri 'uyuşturarak' çalışırlar. Bu uyuşma, bireylerde sakinleşmeye neden olur. Bu sakinleşme de 'psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiği, bazı hastalara iyi geldiği' yalanına dönüşür. Bu, çok büyük bir aldatmacadır. Zaten 'bu büyük aldatmaca nedeniyle... insanların sağlıklı beyinleri kasıtlı olarak hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratılıyor.'

'Bazı psikiyatrik ilaçlar, bazı kişiler için iyi geliyor' söylemi bir aldatmacadır. Bu aldatmaca, ana akım psikopat psikiyatrinin hoşuna giden birşeydir. İşine gelir. Çünkü... zehirli piskiyatrik ilaçlarını bol bol hastalarına reçete ederler. Ve onların sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratabilmek için... ileri bir adım daha atılmış olur.
-------------
"Psikiyatrik ilaçların hepsi YASAL UYUŞTURUCULARDIR." - Esrar, eroin, kokain gibi yasadışı sokak uyuşturucuların... HAP haline getirilmiş versiyonlarıdır. Eczanelerde YASAL olarak satılırlar. Halbu ki yasadışı sokak uyuşturucları ile nasıl mücadele ediliyorsa... 'yasal uyuşturucular' olan psikiyatrik ilaçlar ile de o şekilde mücadele edilmelidir.

'Psikiyatrik ilaçlar, yasadışı sokak uyuştrucularından daha tehlikelidir.' - Çünkü her eve rahatlıkla girer. Psikiyatrist ve/veya doktor reçetesi ile eczalerden satın alınabilir. Ve insanlar, bu zehirli psikiyatrik ilaçlar ile zehirlenir. Hem zihinsel hem de fiziksel olarak.
-----------
'Psikiyatrik ilaçların en iyi (aslında en kötü) yaptığı şey... insanların sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal kaynaklı beyin hasarına) uğratmaktır.' Çeşitli 'ölümcül hastalıklara yakalanma ve ölümleri' saymıyoruz bile.

-"Muhtemelen... Dünya genelinde HER GÜN yüzmilyonlarca insan... psikiyatrik ilaçlar nedeniyle kimyasal kaynaklı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) maruz kalıyor."

-"Ve muhtemelen... Bu yüz milyonlarca insandan - en az 1 milyondan fazlası - HER YIL psikiyatrik ilaçlar tarafından kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanıyor (uğruyor)."
------------
Şu gerçeği bilmek de önemlidir. Muhtemelen... Günümüzde hayatlarının geri kalanını 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakım evleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde geçirmek zorunda olan zihinsel engelli bireyler vardır. Bunların 'büyük çoğunluğunun kimyasal lobotomiye yakalanmasını sağlayan şeyin psikiyatrik ilaçlar olduğunu /olabileceğinibilmek önemlidir.

Ve ayrıca devlet ve üniversite hastanelerinin psikiyatri poliniklik ve servislerinde... ve toplum ruh sağlığı merkezlerinde de... insanları psikiyatrik ilaçlar ile 'kimyasal lobotomiye' maruz bırakma hızla devam ediyor.

"Bu aslında ne kadar korkunç bir durum biliyor musunuz?"

Bu insanların hepsi olmasa da... 'büyük çoğunluğunu bu hale getiren (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanmasına sebep olan) şeyin... psikiyatrik ilaçların olduğunu /olabileceğinirahatlıkla söyleyebiliriz.

Ve 'psikiyatrik ilaçların halen bile kullanımda olması' nedeniyle... pskiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarının (kimyasal lobotominin)... 'kimlere isabet edeceği' konusunda bir tahminde bulunabilmek zor olmayacaktır.

-'Bugün, psikiyatrik ilaç kullanan her insan.... yarın (genellikle uzun vadelerde) psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) yakalanmasına adaydır.' Kimyasal lobotomiye yakalanmaları an meselesidir.

-"Ve onların sonlarının da... 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri huzurevleri ve rehabilitasyon merkezlerinde' kalan diğer milyonlarca masum zihinsel engelli bireyler gibi olmaları kaçınılmaz olacaktır" diyebiliriz.

Ve buna sebep olanlar da... ana akım psikopat psikiyatri çetesi başta olmak üzere.... psikiyatrik ilaçları reçete eden psikiyatristlerdir... Ayrıca bunlara sessiz kalan 'doktorlar (ana akım tıp camiası), hükümetler, devletler, ana akım medya, politikacılar ve toplumun kendisi' olacaktır.
--------------
Son söz olarak... 'Psikiyatri bir tıp alanı değil, bir sektördür. Para kazanma sektörü.' İnsanlığa verdiği zararlar saymakla bitmez. Psikiyatri, insanlığa verdiği zarardan ve soykırımdan dolayı yargılanmalıdır. Psikiyatri, tıp fakültelerinden kaldırılmalıdır.

Richard Moldawsky makaleniz için teşekkürler. Kendi çalışmamda yardımcı olacak bilgiler de bulunuyor. Değerlendirmeye çalışacağım. Tekrar teşekkürler.. (...)"
(236)

          82) - "Çok geçmiş olsun Muhammed. Ana akım psikopat psikiyatri, dünyanın her yanında aynı. Muhtemelen... her yıl milyonlarca insanı sakat bırakıyor ve öldürüyor. Ana akım psikopat psikiyatri (ve psikopat psikiyatristler)... 21. yüzyılın en büyük vahşetini ve soykırımını HER YIL gizlice gerçekleştiriyor.

-"Muhtemelen... HER GÜN yüz milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) maruz kalıyor. HER YIL'da en az bir milyondan fazlası (belki de daha fazlası).... kimyasal lobotomiye yakalanıyor." Ana akım psikopat psikiyatristler tarafından...

Yani..."dünya genellinde psikiyatrik ilaç kullanan yüz milyonlarca insan... (hem de büyük çoğunluğu kendi evlerinde) psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına maruz kalıyor."

İlginç olan şey şu ki... kimse bu psikiyatrik vahşet ve soykırımın farkında değil. Muhtemelen... psikiyatrik ilaçların zararlarını ortaya çıkartan dünyaca ünlü araştırmacılar bile bunun farkında değil. Yada farkında ama muhtemelen ellerinde buna yönelik ortaya konulabilir kanıtlar yok gibi görülüyor.

Aslında ikna edici kanıtlar var. Mesela... 'Akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde... ölene kadar (buralarda) kalmak zorunda olan milyonlarca zihinsel engelli insan var.

- Aslında bunlar ortaya konulabilir en iyi kanıtlardır. - Bu masum insanların 'kimyasal beyin hasarına yakalanmasına sebep olan şeyin psikiyatrik ilaçlar olabileceğini' bilmek önemlidir. Bunlar, ortaya çıkarılabilir gerçek kanıtlardır. 

Bunlar ortaya çıkarılırsa... ana akım psikopat psikiyatrinin İŞİ BİTER. Ve ana akım psikopat psikiyatri... mahkemelerde hesap vermeye başlar. Yargılanır. Her yıl milyonlarca insanı öldürmekten ve sakat bırakmaktan yargılanırlar.

"Psikiyatri, tıp fakültelerinden acilen kaldırılmalıdır. Psikiyatrik ilaçlar yasaklanmalıdır. Akıl sağlığı tedavilerinde... ilaçsız tedavi yöntemleri ve insani davranış terapileri devreye girmelidir." Tekrar çok geçmiş olsun.  (...)"
(237)

          83) - "Cevabınız için tşkr ederim. Bu arada söylemeyi unuttuğum birşey daha var. Yanılmıyorsam... sizin başınıza gelenler 'mahkeme kararları ve polis zoru' ile yapılan zorbalıklar. Bu konuda uzun zamandır dile getirdiğim bir şey de bu.

-"Uzun yıllar boyunca... dünya genelinde milyonlarca masum insanların sağlıklı beyinleri... 'mahkeme kararları (ve polis zoru)' ile hasara (kimyasal ve/veya fiziksel beyin hasarına) uğratılıyor."

Yani... aslında 'yargıçlar (mahkemeler) uzun yıllar boyunca, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, insanların sağlıklı beyinlerini hasara uğratmak için 'mahkeme kararları' çıkartıyorlar.' Ve bunların hepsi sözde 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında yapılıyor.

(Devletler, yasa yapıcılar, politikacılar... tüm bunlardan (- ana akım psikopat psikiyatri ölüm endüstrisi kullanılarak, - insanların sağlıklı beyinlerini hasara uğratmaktan) 1. dereceden sorumludur.)

Yargıçlar, her ne kadar 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında 'mahkeme kararları' çıkartsalar da... aslında çıkarttıkları 'mahkeme kararları'... insanların sağlıklı beyinlerini hasara (kalıcı beyin hasarına) uğratmak ile ilgilidir.

Kısaca... "dünya genelinde yargıçlar... milyonlarca masum insanın sağlıklı beyinlerini hasara (kalıcı beyin hasarına) uğratmak için 'mahkeme kararları' çıkartıyorlar."

Bu mahkeme kararları, 'akıl sağlığı tedavisi kararları' değildir; insanların sağlıklı beyinlerini fiziksel /kimyasal hasara (beyin hasarına) uğratmak için alınan mahkeme kararlarıdır.

Muhtemelen... dünya genelinde ana akım psikopat psikiyatri tarafından etiketlenen 1 milyardan fazla SÖZDE akıl hastası var. Ve bunların on /yüz milyonlarcası 'psikiyatrik ilaç ve/veya ECT' gibi diğer zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedaviler görüyor.

Ve muhtemelen bunların arasında miyonlarca insanın 'sağlıklı beyinleri'de hasara (beyin hasarına) uğratılması için... sözde 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında 'mahkeme kararları' çıkartılıyor. Ve polis zoru ile 'sağlıklı beyinleri beyin hasarına uğratan'... akıl hastanelerine, psikiyatri hastanelerine yatırılıyorlar.

Buralarda masum insanların sağlıklı beyinlerine... hem beyin hem de vücut için oldukça zehirli ve öldürücü olan psikiyatrik ilaçlar (hap ve/veya iğne enjekte) veriliyor. ECT gibi sağlıklı beyinlere 420 /460 volta kadar elektrik (elektroşok) verilmesi de bunlardan biridir.

İşte bu tür zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedavilerle... zihinsel engelli bireylerin kaldığı 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi tüm akıl sağlığı birimlerinde kalan masum insanların sağlıklı beyinleri hasara (fiziksel /kimyasal beyin hasarına) uğratılıyor.

Aslında en korkuncu bu değil. Evet, bu da çok korkunçtur. Ancak en korkuncu.. En korkuncu... 'hem sağlıklı beyinler hem de sağlıklı bedenler için oldukça zehirli ve öldürücü olan özellikle de psikiyatrik ilaçların... günümüz de 'her evde kullanılıyor' olmasıdır.' Yukarıda ilk yorumda da belirttiğimiz gibi...

-"Muhtemelen... dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan yüz milyonlarca insan, HER GÜN kimyasal lobotomiye (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına) maruz kalıyor."

-"Ve bu maruz kalan yüz milyonlarca insandan - tahminen en az 1 milyondan fazlası (belki de dah fazlası) - HER YIL bu kimyasal lobotomilere yakalanıyor."

-"Ve bu masum insanların SONLARI ise... muhtemelen ya kıyıda köşede ölmeyi beklemek ya ölene kadar akıl sağlığı birimlerimde kalmak zorunda olmak yada ÖLMEK (yani ana akım psikiyatri tarafından öldürülmek) ile bitiyor."

"Muhtemelen... günümüz de 'akıl sağlığı birimlerinde ölene kadar kalmak zorunda olan bu masum insanları bu hale getiren şeyin (özellikle de) psikiyatrik ilaçların olabileceğini' bilmek önemlidir.ECT gibi diğer zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedaviler de buna dahildir. Tekrar çok geçmiş olsun.  (...)"
(238)

          84) - "'Toplumsal akıl sağlığı sorunlarının, devletler tarafından nasıl suistimal edildiğine' dair güzel bir makale... Bir eklemede ben yapayım.

Ana akım psikopat psikiyatri ve ana akım psikopat psikiyatristlerin 'hastalardan, ailelerinden, devletlerden, toplumlardan, medyadan ve kamuoylarından' gizledikleri saklı gerçekler. Bu saklı gerçekleri... sadece çok az insan biliyor.

* Psikiyatrik ilaçların sebep olduğu MADDİ ZARARLAR ve ÖLÜMCÜL SONUÇLAR...

Psikiyatrik ilaçlar (ilaç değil --> uyuşturucular (/narkotikler)) = 

1) = Psikiyatrik ilaç kullanan insanlar, kimyasal kaynaklı beyin hasarına (Kimyasal Lobotomiye) yakalanabiliyor.
2) = Psikiyatrik ilaç kullanan insanların doğal psikolojik sorunları (akıl hastalıkları) KALICI hale gelebiliyor ve artabiliyor.
3) = Psikiyatrik ilaç kullanan insanlar şiddete, cinayete ve intihara meyilli hale gelebiliyor.
4) = Psikiyatrik ilaç kullanan insanlar, çeşitli kalıcı ve ölümcül zihinsel ve fiziksel hastalıklara yakalanabiliyor.

5) = Psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'kimyasal lobotomiye' yakalanan insanların sonları, genellikle... 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde 'ölene kadar' kalmasıyla bitebiliyor.

6) Psikiyatrik ilaçlar = ÖLÜM

-"Muhtemelen... psikiyatrik ilaçlar tarafından her yıl (sayısı belirsiz) milyonlarca insan (sakat bırakılıyor ve) ÖLDÜRÜLÜYOR."

*  Devletlerin, maddi kayıpları (zararları)...

Psikiyatrik ilaçlar = 

1) = Devletlerin parasal kaynaklarının, psikiyatrik ilaçların yol açtığı 'bireylerin zihinsel ve fiziksel hastalık ve rahatsızlıklar, toplumsal ve kamusal bozulmalar 'toplumsal huzurun bozulması, ailelerin parçalanması' vb gibi 'toplumsal sosyolojik ve sağlık sorunları' için harcanması (yani devletin kaynaklarının, psikiyatrik ilaçların yol açmış olduğu zararların telafi edilmesi ve/veya bunun devam etmesi için israf edilmesi)

2) = Bir de devletler, parasal kaynaklarını... psikiyatrik ilaç endüstrilerine ve mevcut bozuk ve tehlikeli olan akıl sağlığı sistemlerine harcıyorlar. 

Yani... Devletler, mali kaynaklarını boşu boşuna 'toplumsal açıdan tehlikeli sorunlar çıkaran, insanları sakat bırakan ve öldüren mevcut 'akıl sağlığı sisteminin' devam etmesi için' harcıyorlar; - yani devletin parasal kaynaklarını israf ediyorlar. (aslında en büyük israf budur.) Muhtemelen dahası da vardır ama benim bildiklerim bunlar. Diğerlerini okuyucular yazabilirler. (...)" (239)

          85) - "Kesinlikle. "Psikiyatrik ilaçlar, ilaç değildir; 'esrar, eroin kokain' gibi yasadışı sokak uyuşturucularının 'hap haline getirilmiş' versiyonlarıdır." - Narkotiktirler. Eczanelerde satılırlar.  Ancak 'ilaç' olarak görülürler. 'Hastalar, aileleri, insanlar, toplumlar, devletler ve kamuoyu (medya)' kandırılır. Hastalar, bu psikiyatrik narkotiklerden sakat kalırlar ve ölürler. Psikiyatrik ilaç endüstirisi ile ana akım psikiyatrinin 'var olma sebebi' de zaten budur. Teşekkürler.  (...)" (240)

          86) - "Bence Cochrane araştırmacıları ve psikiyatristler... kendi ülkelerindeki 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerini bir ziyaret etsinler. Muhtemelen... onlar, oraları biliyorlar. Belki de çalışıyorlar.

'Akıl sağlığı' ile ilgili yapmış oldukları çalışmaların neden ÇÖP olduğuna dair 'gerçek kanıtları'... buralarda ölene kadar kalmak zorunda olan zihinsel engelli masum insanlarda görebilirler. Eğer oaralarda çalışıyorlarsa... muhtemelen bunun farkındadırlar.

-"Bu masum insanlar... muhtemelen sözde 'başarılı' olarak gösterilen antidepresanlar (ve diğer psikiyatrik ilaçların) neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) yakalanan insanlardır."

-"Bu insanların sağlıklı beyinleri... sözde 'başarılı' olarak gösterilen antidepresanlar (ve diğer psikiyatrik ilaçlar) tarafından 'kalıcı kimyasal beyin hasarına' uğradığından dolayı... sağlıklı beyinleri bir daha asla 'kendi doğal haline geri getirilemeyecek, geri kurtarılamayacak ve geri döndürülemeyecek' derecede zarar görmüştür." 

Muhtemelen... Cochrane ve psikiyatristler (ve psikiyatrik ilaç firmaları) bu gerçeği biliyorlar. Cochrane, psikiyatristler ve diğer akıl sağlığı araştırmacıları... önce bunun hesabını vermeli. Bu insanları bu hale getirdikleri (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına uğrattıkları) için utanç duymalıdırlar. Cochrane'nin yaptığı (ve akıl sağlığı ile ilgili yapılmış olan diğer) çalışmaların neden 'çöp' olduğunu gösteren kaynaklı, referanslı bir makale için Peter Gotzche teşekkürler.  (...)" (241)

          87) - "Güzel bir makale. Bence... akıl sağlığında sadece 'diyalog' ön planda olmamalı.. 'Davranış terapilerinde' olması gerken 4 KURAL bulunur. Bunları çoğu profesyoneller bilmez. Bunlar gözden kaçmamalıdır.

1)  Pozitif bir yaklaşım içinde olmak ('İlgi, alaka, sevgi, şefkat' vb gibi pozitif bir yaklaşım içinde bireylere yaklaşmak.) - Aslında bu, bireye 'manevi bir güç' vermektir. Herkez İSA peygamber gibi mucize yaratamaz ama 'pozitif bir yaklaşım' sergileyebilir. Pozitif yaklaşım da, bir mucizedir. Pozitif yaklaşım, her 4 kuralda uygulanır.

2)  İnsani davranış terapileri.. ("Konuşma (diyalog), gezi, orman, müzik, tiyatro, din (menviyat), mutfak, spor" vb gibi çok sayıda terapileri içerir.)  - Bireylere hangisi /hangileri uygunsa, onlar uygulanır. Pozitif yaklaşım, burada da uygulanır.

3)  Bir işle meşgul olmak... (Beyin ve beden sağlığı için, beynin bir işle meşgul edilmesi sağlanır.) - Bireye uygun olan iş hangisiyse.. o iş bireye verilir. Tabii zorla değil; zorla güzellik olmaz. Pozitif yaklaşım, burada da uygulanır.

4)  Temizlik...  (İşin en ilginç kısmı. Bunu kimse bilmez.) - Temizlik, çevresel ve bedensel temizliktir. Çevresel temizlik, 'kötü ruhların, mikropların' gelmesini engeller.  (Gülmeyin, şaka değil bu. Peygamberler dönemine bir göz atın. Temizliğin önemini göreceksiniz.) Bu da bireyin 'ruhsal' açıdan beyin sağlığı için önemlidir. Temizlik aslında 'ruhun ve bedenin' temizlenmesidir. Beyin ve beden sağlığı, çevresel ve bedensel temizlik ile sağlanır. Pozitif yaklaşım, burada da uygulanır. - Bence, bu diğer 'diyalog 'içeren makalelerle aynı oranda iyidir. Makale için teşekkürler Robert Whitaker ve Jaakko Seikkula. (...)"
(242)

          88) - "Yazıyı okuyunca... aklıma şimdi bakımevinde olan kız kardeşim aklıma geldi. Bu yazı, sanki onun hayatını anlatıyor. Kız kardeşim, küçük çocukluğundan beriana akım psikopat psikiyatristler tarafından zehirli kimyasallarla dolu olan psikiyatrik ilaçlarla zehirlendi. Küçük bir çocukken yaşamış olduğu ve tamamen doğal olan 'çocukluk çağı doğal sorunları' ve/veya 'çocukluk çağı doğal psikolojik sorunları'... bir takım 'alternatif ilaçsız tedavi yöntemleri ve insani davranış terapileri' ile düzelmesi mümkünken... 'ana akım psikopat psikiyatristler' tarafından yıllarca zehirli kimyasallarla dolu olan psikiyatrik ilaçlarla 'sözde tedavi edilmeye' çalışıldı.

Muhtemelen... Ya (80'li yılların sonları ve/veya 90'lı yılların başları /ortaları) olması lazım... o zamanlar biz de, (muhtemelen herkes gibi) 'psikiyatrik ilaçların ne kadar son derece 'tehlikeli ilaçlar' olduğunu ve 'insanların sağlıklı beyinlerini kimyasal hasara (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına)' sebep olduğunu' hiç bilmiyorduk.
-----------
Ana akım psikopat psikiyatri ve buna hizmet (itaat) eden ana akım psikopat psikiyatristler... 'psikiyatrik ilaçların ölümcül zararları' konusunda yıllar boyunca herkese YALAN söylediler ve herkesi KANDIRDILAR.

(Ve halen de yalan söylemeye ve kandırmaya devam ediyorlar. insanların sağlıklı beyinlerini kimyasal hasara uğratmalarına ve çeşitli ölümcül fiziksel ve zihinsel hastalıklara sebep olmalarına ve her yıl çok sayıda sakat bırakılan ve öldürülen insanların olmasına rağmen... sürekli yalan söylemeye ve insanları aldatmaya devam ediyorlar.)

Ana akım psikopat psikiyatrinin bu denli güçlü olmasının ve halen bile ayakta kalmasının nedenlerinden biri... maalesef psikiyatrik ilaç üreticilerinden mali gelir (kazanç) elde eden politikacılar yüzündendir. Psikiyatrik ilaç üreticilerinin... özellikle de ABD seçim kampanyalarına 'parasal yardımlar' yaptıkları, artık bilinmeyen birşey değil. 

Politikacılar (ve devletler), psikiyatrik ilaç firmalarından 'mali gelir' elde ettikleri sürece.... 'ana akım psikopat psikiyatrinin her yıl milyonlarca masum insanı 'sakat bırakmaya ve öldürmeye devam edeceği' konusunda bir fikir yürütmek, o kadar da zor olmayacaktır.
----------
Muhtemelen... "Kız kardeşim yaklaşık 80 /90'lı yıllardan itibaren kendisine verilen psikiyatrik ilaçların 'zehirli kimyasalları' nedeniyle... psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' yakalandı." En azından benim tahminim bu yönde. Öyle olmasaydı... bugün zihinsel engelli bakımevinde kalmazdı.
---------
Durum böyle olunca... ben de araştırmaya başladım. Ve sadece zihinsel engelli 'bakım evleri'nde değil... 'akıl hastaneleri psikiyatri hastaneleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri' gibi akıl sağlığı birimlerinde de fark ettim. Ve hatta 'devlet ve üniversite hastanelerinin psikiyatri poliklinik ve servislerinde ve (rehabilitasyon çalışmaları yapılan ve zehirli psikiyatrik ilaçlarında reçete edildiği) toplum ruh sağlığı birimlerinde (trsm)... şu gerçeği farkettim.

Buralarda özellikle de ölene kadar kalmak zorunda olan insanların büyük çoğunluğunun... muhtemelen sivil hayattayken (tıpkı kzı kardeşim gibi) uzun vadeler (aylar ve/veya yıllar) boyunca zehirl kimyasallarla dolu psikiyatrik ilaçları kullandıklarını farkettim.

Daha sonra bu zehirli kimyasallarla dolu psikiyatrik ilaçları kullanırken de... psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' yakalanmış olabileceklerini farkettim.

Bugün, bu insaların bu tür 'akıl sağlığı birimlerinde, ölene kadar kalmak zorunda olmasının' nedeninin zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların olduğunu /olabileceğini farkettim.

Şöyle düşünün... Sivil hayattayken uzun vadeler boyunca... sağlıklı beyinler ve sağlıklı bedenler için son derece zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları kullandığınızı bir düşünün. Aylarca ve/veya yıllarca sonra ise... bu zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların neden olduğu 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına' yakalanıyorsunuz.  Ve bir gün, bir de bakmışsınız ki... gözünüzü bir 'akıl hastanesinde' açmışsınız... hem de 'ölene kadar' burada kalmak üzere.

Ve siz, bunların hiç birinin farkında bile değilsiniz. Çünkü, zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar... sağlıklı beyninizi deyim yerindeyse 'kimyasal çorbaya' dönüştürmüş. Ve bu nedenden dolayı, hiç bir şeyin farkında değilsiniz.

İşte, psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına yakalanmak... bunun gibi birşeydir. Deyim yerindeyse ZOMBİ gibi olursunuz. Ölene kadar da böyle kalırsınız. Öldüğünüz de... muhtemelen 'psikiyatrik ilaçların zararları' örtbas edilecek ve ölümünüz 'başka sebeplerin üzerine atılacak'; - ana akım psikopat psikiyatri de olduğu gibi, ana akım tıp dünyasında da 'örtbas etme kültürü' oldukça yaygındır. Zaten bu nedenle... psikiyatrik ilaçlardan dolayı sakat kalan (yaralanan) ve ölen insanların akibeti tam olarak bilinmemektedir. Yani... Ölenler ve sakat kalanlar... kim vurduya gidiyor
--------------
İşte kız kardeşimin (ve kız kardeşim gibi dünya genelinde milyonlarca masum insanın) başına gelen şey de bu. Tabii, şu an kız kardeşim zombi durumunda değil. Muhtemelen.... kurtarılabilir ve düzeltilebilir bir kalıcı kimyasal beyin hasarına sahip. Bunun, böyle olduğunu umut ediyoruz. O yüzden birşeyler yapmaya çalışıyoruz. 

Onu kurtarmaya çalışıyoruz. Psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal beyin hasarının daha kötü (kalıcı) hale gelmesine... engel olmaya çalışıyoruz. Ama hiç bir şey yapamıyoruz.

Çünkü... ülkemizdeki akıl sağlığı sistemi, bu 'kimyasal beyin hasarının düzeltilmesini' içeren bir çaba içerisinde değil. Ülkemizdeki akıl sağlığı sistemi, ana akım psikopat psikiyatrinin TEKELİNDE. Bu nedenle.. İnsanlar, psikiyatri tarafından sakat bırakılmaya ve öldürülmeye mahkum ediliyorlar. Bunu durdurmaya çalışıyoruz.
-------------
Tekrarlarsak.. "Muhtemelen... Psikiyatrik ilaçlar tarafından her gün yüz milyonlarca insan, kimyasal lobotomiye (kimyasal beyin hasarına) maruz kalıyor. Bunlardan (tahminen) en az 1 milyondan fazlası (belkide daha fazlası) ise, her yıl kimyasal lobotomiye (kimyasal beyin hasarına) yakalanıyor. - Bunların az bir kısmının (aslında sayısı her yıl  milyonları buluyor) sonları ya psikiyatristler tarafından sakat bırakılmak ve öldürülmek ile sonuçlanıyor. - Yada sonları.. akıl sağlığı birimlerinde (beyin hasarına uğramış şekilde) ölene kadar geçirmek zorunda kalarak bitiyor."

Yazık değil mi bu milyonlarca masum insana? Sonra... ana akım psikiyatristlere 'PSİKOPAT' deyince kızıyorlar. Kızmaya hakları yok. Aksine bence yargılanmaları gerekiyor. Adalete hesap vermeleri gerekiyor.
-------------
Son söz olarak..." Ana akım psikopat psikiyatri, bir tıp alanı değildir; bir para kazanma sektörüdür." Ana akım psikopat psikiyatri ve buna hizmet (itaat) eden psikopat psikiyatristler... milyonlarca insanın sağlıklı beyinlerini hasara (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına) uğratarak PARA KAZANIYORLAR.

-"Muhtemelen... dünya genelinde psikiaytrik ilaç kullanan yüz milyonlarca insan... her gün psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) maruz kalıyor."

-"Muhtemelen... kimyasal lobotmiye maruz kalan yüz milyonlarca insandan (tahimenen) en azından 1 milyondan fazla (belki de daha fazla) insan da, bu kimyasal lobotomiye yakalanıyor."

-"Muhtemelen... Kimyasal lobotomiye yakalanan bu, milyonlarca insandan çok az bir kısmı (aslında belki de her yıl milyonlarcası) ise hayatlarının geri kalanını akıl sağlığı birimlerinde geçirmek zorunda kalıyorlar." (Günümüzde akıl sağlığı birimlerinde kalan milyonlarca masum insanların büyük çoğunluğunun bu grupta olduğunu /olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.)
------
"Ana akım psikopat psikiyatri, bir tıp alanı değildir, insanlara zarar veren bir 'soykırım sektörüdür.'"

-Bu nedenle psikiyatri, tıp fakultelerinden derhal (acilen) kaldırılmalıdır.
-Psikiyatrik ilaçlar kesinlikle yasaklanmalıdır.

-Tıp fakultelerinde... psikiyatri yerine, gerçek 'akıl ve ruh sağlığı birimleri' bulunmalı ve akıl sağlığı sistemleri bir takım 'ilaçsız tedavi yöntemleri ve insani davranış terapileri' ile donatılmalıdır.

-Tıp fakultelerinde akıl sağlığı sistemlerinde 'ilaçsız tedavi yöntemleri ve insani davranış terapileri' derslerine ağırlık verilmelidir.

- Psikiyatrik ilaçlar, kesinlikle yasaklanmalıdır. Zararları ve öldürücülüğü ortaya çıkan psikiyatrik ilaçların kullanımının devam etmesi... insanların bile bile kasıtlı olarak sakat bırakılması ve öldürülmesi anlamına gelir.

-"Psikiyatristler, doktor değildir." - İnsanlara kasıtlı 'zararlar veren, sakat bırakan ve öldüren' biri, 'doktor' ünvanına sahip olamaz. Buna izin verilmemelidir. İlla da doktor ünvanı verilecekse... Psikiyatristler ve psikologlar.. 'akıl ve ruh sağlığı doktorları' olarak görev yapmalıdırlar.
-------------
Melina Frankos, makalen beni düşündürdü. Bir kurtulan olarak bu masum insanlara da yardımcı olursunuz, umarım.

-"Dünya genelinde on /yüz milyonlarca masum insan... ana akım psikopat psikiyatri ve buna hizmet (itaat) eden psikopat psikiyatristlerin elinden KURTARILMAYI bekliyor." - Birileri (özellikle de devletler ve sivil toplum örgütleri), bu milyonlarca masum insanı, ana akım psikopat psikiyatrinin vahşetinden, zulmünden ve soykırımından kurtarmalıdır, diye umut ediyorum. Melina Frankos, makalen için teşekkürler.  (...)"
(243)

          89) - "Akıl sağlığı sisteminde ECT'nin halen devam etmesi... akıl alacak gibi değil. 'Akıl ve akıl hastalıkları' beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan bir şeydir. Onlarca yıldır ne zehirli kimyasallar olan psikiyatrik ilaçlar ne de beyne elektirk verilmesini içeren elektirk şokları... (beyinde olmayan) akıl hastalıklarını hiç bir zaman tedavi edememiştir.

Bu nedenden dolayı... günümüzde halen bile 'akıl hastalıklarını' beyinde aramaya ve tedavi etmeye çalışmak' son derece mantıksız bir yaklaşımdır; ayrıca 'aptallıktır, cahilliktir, deliliktir, vahşettir, soykırımdır  ve zorbalıktır.'

Ana akım tıp dünyasının da bu soykırıma ses çıkarmaması... ana akım tıp doktorlarının da, psikiyatrinin bu vahşet ve soykırımına 'ortak olması' anlamına gelir. Ayrıca poltikacılar, devletler, yerel yönetimler de... bu vahşet ve soykırımın ortağıdırlar.

"Ana akım psikopat psikiyatrinin işlemiş olduğu vahşet ve soykırım... toplumlar ve devletler tarafından ne zaman görülecek? Ana akım psikopat psikiyatri, mahkemeler de ne zaman hesap verecek?" Akıl sağlığı sistemi... yeniden dizayn edilmelidir. Teşekkürler Chris Harrop...  (...)"
(244)

          90) - ""Birinin elektrik şokuyla nöbet geçirmenin beyne zarar vermeyeceği fikrini nasıl hayal edebildiğini anlamak gerçekten güç!" - Çok doğru söyledin. Bunu söyleyince... aklıma bundan çok farklı olmayan mantıklı bir hikaye geldi. Aslında bunu, 'hukuki' açıdan uzun bir süredir düşünüyordum.

Hikaye şu...
-------------
-Herhangi biri yoldan bir taş alıp, birisinin kafasına atsa (aslında bu bir suçtur)... 
-o kişinin 'beyin hasarı' yaşamasına sebep olsa (bu da 2. ciddi bir suçtur)... 
- muhtemelen bu taşı atan kimse 'adam yaralamaya ve/veya öldürmeye teşebbüsten' yargılanacak ve sonra da tutuklanacaktır, belki de idam edilecektir.

Aynı 'beyin hasarına' sebep olma işini, psikiyatristlerin 'farklı yollarla, örneğin 'psikiyatrik ilaçlar ve ECT' gibi diğer zararlı ve öldürücü psikiyatrik tedavilerle' -  yaptığını düşünelim.

Muhtemelen o psikiyatrist (diğer psikiyatristler gibi)... 'beyin hasarına sebep olma' işini... 'akıl sağlığı /akıl hastalıkları tedavisi' adı altında yaptıkları için ceza falan almayacaktır.  Çünkü yaptığı 'beyin hasarına sebep olma' işi tamamen YASALDIR.

Yani... kısaca...  Birisine taş atıp, 'beyin hasarına' sebep olursan... 'ceza alırsın, tutuklanırsın' belki de idam edilirsin. Çünkü, 'taş atmak' çok kötü bir davranıştır, suç kapsamına girer ve cezayı gerektirebilir.

Ama 'beyin hasarına' sebep olma işini 'akıl sağlığı /akıl hastalıklarının tedavisi' adı altında 'doktor psikiyatrist' ünvanı ile yaparsan... ceza almaz, hapsedilmez ve idam edilmezsin. Çünkü, 'akıl sağlığı /hastalıkları tedavisi' çok iyi bir davranıştır, suç kapsamına girmez ve cezayı falan gerektirmez. Her yıl milyonlarca gizli beyin hasarına sebep olsa bile.

Bir kişi 'akıl sağlığı /hastalıkları tedavisi' adı altında, (psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi zararlı psikiyatrik tedavilerle) beyin hasarına yakalanmışsa.. bu psikiyatristlerin suçu değil, hastanın kendi suçudur. 'Muhtemelen... altta yatan bir neden vardı, o yüzden beyin hasarına yakalandın! Psikiyatrik ilaçların ve ECT'nin hiç bir suçu yoktur. Psikiyatristlerin, psikiyatrik ilaçların ve ECT gibi diğer psikiyatrik tedavilerin 'beyin hasarına sebep olduğuna' dair kanıt yoktur!' vb gibi buna benzer suçlamalarla karşılaşabilir.

Her ikisinin arasındaki fark... muhtemelen 'beyin hasarına' sebep olma işini yapan (taş atan) kişinin YASAL YETKİSİ olmaması... diğerinin ise 'doktor psikiyatrist' ünvanı ile akıl sağlığı /hastalıkları tedavisi' adı altında YASAL YETKİLERE sahip olması.

Ortak özellikleri aynıdır. Beyin hasarına sebep olurlar. Biri ceza alır, diğeri (psikiyatrist) ceza almaz - aksine 'birisinin beyin hasarına sebep olduğu için ÖVGÜLER alır. - Biri AÇIK bir şekilde herkesin gözü önünde, kimsenin kabul etmediği yollarla (taş atmak) 'beyin hasarına' sebep oluyor, diğeri GİZLİ bir şekilde 'beyin hasarına' sebep oluyor.

"HUKUK KİME GÖRE? YASALAR KİME GÖRE ÇALIŞIYOR?"
------------
Son söz olarak... Şimdi, şimdiye kadar kimsenin bilmediği yada fark etmediği bir şeyi açıklamama izin verin.

-Psikiyatrinin sebep olduğu fiziksel ve kimyasal beyin hasarlarının en güzel kanıtının ne olduğunu biliyor musunuz?
-Psikiyatrik ilaçların ve ECT'nin fiziksel ve kimyasal beyin hasarlarını ortaya çıkartmak zor olmasa gerek?

Aslında kimyasal ve fiziksel beyin hasarına uğratılan insanların, ellerinde KAPI gibi delilleri ve kanıtları var. 

Zihinsel engelli sağlık raporları..

Bu raporların ortak özellikleri... oranlara sahip olması. Muhtemelen %1 ile %100 arasındaki oranların hepsi... bu sağlık raporlarının, 'psikiyatrinin insanların beyinlerine hasar verdiğinin' en güzel kanıtıdır.

  "Eğer psikiyatrik ilaç ve ECT vb gibi psikiyatrik tedavileri görüyorsanız ve bu tedaviler sırasında fiziksel ve/veya kimyasal beyin hasarı yaşadıysanız... ve hastanelerden 'zihinsel engelli sağlık raporları' alma ihtimaliniz çok yüksektir."

"Bu sağlık raporları, 'psikiyatrik tedaviler sırasında fiziksel ve/veya kimyasal beyin hasarına yakalandığınızın' bir kanıtıdır, diyebiliriz."  - En azından biz öyle görüyoruz.  Dürüst psikiyatristler ve diğer dürüst doktorların bunu ortaya çıkarması lazım.

İnsanlar, bu raporları 'gerekçe' göstererek psikiyatriyi ve psikiyatristleri mahkemeye verebilirler. Tazminat davası açabilirler. Ancak.. Muhtemelen... 'bunu kanıtlayamacaklar ve mahkemelerde kazanma ihtimalleri olmayacaktır. ' Ama aslında bu çok önemli bir kanıttır.

-Ana akım psikiyatri ve ana akım psikiyatristler... hastalarına neden zihinsel engelli sağlık raporları veriyorlar? 
-Neden bu sağlık raporlarına oranlar koyuyorlar?

-Çünkü, kendi danışanlarını fiziksel ve kimyasal beyin hasarına uğrattıklarını biliyorlar. 
-Ve onların yaşadıkları beyin hasarlarından devletten sosyal (mali) gelir elde etmelerini sağlıyorlar. Bunu yaparak, kendilerinin işlemiş oldukları 'beyin hasarlarının' üzerini örtmeye çalışıyorlar.

Aslında bu açıdan bakıldığında..."zihinsel engelli sağlık raporları, psikiyatristlerin sebep olduğu fiziksel ve kimyasal beyin hasarlarının üzerini örtmenin (örtbas etmenin) başka bir yoludur." Onlarca yıl boyunca böyle olmuştur. Ve kimse de 'bu sağlık raporlarının... psikiyartistlerin sebep olduğu fiziksel ve kimyasal kalıcı beyin hasarlarının en güzel kanıtı olduğunu anlayamamıştır.'

İşte alın size en güzel ve en önemli bir kanıt. Ana akım psikiyatriyi ve psikiyatristleri, mahkemeye vermek için bundan daha iyi bir kanıt olabilir mi? Mahkemeyi kaybetseniz bile... bu kanıt her zaman geçerli bir kanıt olarak kalacaktır, diye düşünüyorum. (...)"
(245)

          91) - "Bu, bence çok önemli bir makale. Çok iyi bir araştırma ve özenle yazılmış bir makale. Makaleyi okuyunca aklıma geldi. Bir ekleme de ben yapayım. - Ana akım psikiyatri.. 'akıl hastalıkları kalıtsaldır, anneden bebeğe geçer' tezini yıllardır savunuyordu. Şimdi, bu araştırma... ana akım psikiyatrinin savunmuş olduğu bu  'akıl hastalıkları kalıtsaldır, anneden bebeğe geçer' çarpık tezine tuz biber oldu. Gerçekten de öyle mi? Ana akım psikiyatri bu araştırmayı kullarak 'bakın gördünüz mü, akıl hastalıkları kalıtsaldır' diye kendini savunmaya çalışacaktır. (Ama tabii yemezler!)

Dünyada 'psikiyatrik ilaç kullanan annelerden doğan bazı bebeklerin... ileriki yaşamlarında  'psikiyatrik sorunlarla' karşılaştığına' dair yaşamlar' bulunuyor. Muhtemelen ABD ve diğer dünya ülkelerinde de durum aynıdır.
---------------
Akıl hastalıkları kalıtsal değildir. Onu kalıtsal hale getiren şey, kimyasallardır - örneğin 'zehirli kimyasallar' içeren psikiyatrik ilaçların kullanılması ile akıl hastalıklarının 'kalıcı' hale geldiği biliniyor. Aslında kalıcı hale gelen şey, 'akıl hastalıkları' değil, insanların kendi 'doğal psikolojik sorunlarıdır.' Akıl hastalıkları /doğal psikolojik sorunlar, beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan birşeydir.

Ve beyinde olmayan bir şeyi hiç bir maddi nesneler ile tedavi edemezsiniz - zaten tedavi etmiyor da. Maddi nesneler - "kimyasallar, elektirk şokları" vb gibi beyne fiziksel etki eden nesnelerdir.

Eğer beyne kimyasallar verirseniz... bu kimyasallar, beyni önce uyuşturur daha sonra da (genellikle uzun vadelerde) kimyasal beyin hasarına neden olur. Artı ayrıca bu araştırmada olduğu gibi... bu kimyasallar anneden bebeğe geçer ve bebeğin, bu kimyasallardan etkilenmesine de sebep olur.

Kimyasalların anneden bebeğe geçme özelliği... sadece annenin psikiyatrik ilaç kullanımı ile sınırlı değil. Babanın da (genellikle uzun vadeli) psikiyatrik ilaç kulanımlarında da... anneden bebeğe geçen /gerçekleşen aynı "kimyasal reaksiyonlar" söz konusu olabiliyor.

Psikiyatrik ilaç kullanan erkek babaların spermlerinde de psikiyatrik ilaçların kimyasal kalıntıları vardır. Bu psikiyatrik ilaç kimyasal kalıntıları, erkek sperm yoluyla anne rahmine girerek... tıpkı araştırmada olmasına benzer şekilde.. rahim yumutalıklarında 'kimyasal reaksiyona' girer. Bebekler henüz 'fetüs' durumdayken... anne rahminde gerçekleşen 'kimyasal reaksiyondan' etkilenirler.

Bebeğin, doğduktan sonra akıl hastası olma olasılığı ise... annenin psikiyatrik ilaç kullanımdan sonra dünyaya getirdiği bebeklerin akıl hastası olma olasılığı ile aynıdır /aynı gibi gözükebilir. Kısaca... akıl hastalığı kalıtsal değildir ama psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasalları ile bu, nesilden nesile kalıcı hale getirilebilir.

"Her çocuk akıl hastası doğar /doğacak diye bir şey yok." Psikiyatrik ilaçların 'zehirli kimyasallarına' en çok maruz kalan fetüs, 'akıl hastası' olarak doğma olasılığı yüksek olan bir bebek /çocuk olabilir. Bu, 'kötü bir şans' meselesi. Diğer çocuklar sağlam, bu /bunlar niye akıl hastası - genellikle şizofren teşhisi konuluyor! İşte, sebep yukarıda anlattığımız gibi olabilir. Teşekkürler Robert Whitaker.  (...)"
(246)

          92) - "'Hamilelik sırasında antidepresan almanın potansiyel riskleri' hakkında iyi yazılmış bir makale. Robert Whitaker da buna benzer makale yayınladı. Orada yorum yaptım ama unuttuğum birşey vardı. Onu söyleyeyim.

-"Ana akım psikiyatri... halen bile neden hamile kadınlara psikiyatrik ilaçlar veriyor?" - ABD'de ve dünyanın diğer ülkelerinde akıl hastası yetişkin ve çocuk sayısının artmasına şaşmamak lazım. ABD Başkanı Trump, akıl hastalarını toplama kamplarına götüreceğine... ana akım psikiyatrinin 'yetişkin ve çocuk akıl hastası sayısını artıran' psikiyatrik ilaç reçete etmelerine engel olsun.

Tüm dünyada... psikiaytrik tedavi gören 'akıl hastası çocuk' sayısı artıyor. Neden? Bunun önemli nedenlerinden biri de... ana akım psikiyatrinin hamile kadınlara verdikleri psikiyatrik ilaçlardır.

Ana akım psikiyatri... hamile annelere psikiaytrik ilaçlar reçete ederek, gelecek nesillerin akıl hastası olarak doğmalarının nünü açıyor. Bu da ana akım psikiyatrinin daha çok çocuğun akıl hastası olarak etiketlenmesine ve psikiyatrik ilaçlanmasına neden oluyor.

"Ne kadar çok çocuk akıl hastası olarak etiketlenirse... ana akım psikiyatri ve ilaç firmalarının mali çıkar ilişkileri de o denli yüksek olur." - İşte, hamile annelere verilen psikiyatrik ilaç gerçeğinin arkasında yatan olası en önemli neden. Nüfusun çoğunluğu çocuklar... akıl hastası olarak etiketlenirse... ülkelerde yeni bir dünya düzeni kurulmaya başlanır. Devamı da var ama şimdilik bu kadar diyelim. Teşekkürler Joanna Moncrieff, MD ve Adam Urato, MD. (...)"
(247)

          93) - "Bence çok iyi hazırlanmış bir makale. Makaleyi okuyunca aklıma şunlar geldi. İzin verirseniz açıklayayım.

-"Psikiyatrik ilaçların bu kadar çok zararının olmasına rağmen halen bile kullanımda olması bir akıl tutulmasıdır. Ana akım tıp doktorları bile bu 'akıl tutulmasını' yaşıyor."

Ana akım tıp doktorları, psikiyatrik ilaçların neden olduğu ölümcül zararların (iyatrojenik yaralanmaları, sakatlanmaların) asıl nedenlerini görmezden geliyor ve başka sebeplerin üzerine atarak örtbas ediyor. Bu da, daha çok insanın psikiyatrik ilaçlardan dolayı sakat bırakılması (yaralanması) ve öldürülmesi anlamına geliyor.

Adli tıp birim doktorları da, psikiyatrik ilaçların neden olduğu ölümlerin asıl nedenlerini görmezden geliyor ve başka sebeplerin üzerine atarak örtbas ediyor. Bu da, daha çok insanın psikiaytrik ilaçlardan dolayı sakat bırakılması ve öldürülmesi anlamına geliyor.
-------------
Psikiyatrik ilaçların hiç biri akıl hastalıklarını tedavi edemez, edemez ve etmiyor da zaten. "Şimdiye kadar psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi ettiğine dair hiç bir kanıt yoktur." - Psikiyatrik ilaçların yaptığı tek şey, 'sağlıklı beyinleri' uyuşturmak... ve sonra da bu sağlıklı beyinleri hasara (kimyasal beyin hasarına) uğratmaktır.

-"Ayrıca zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar... insanlarda zihinsel ve fiziksel kalıcı ve öldürücü çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara neden olur."
-"Ani ölümler ile birlikte diğer iyatrojenik ölümlere de neden olur."

-"Muhtemelen dünya genelinde milyonlarca insan... sessiz sedasız bir şekilde psikiyatrik ilaçların neden olduğu kalıcı ve ölümcül fiziksel hastalıklara yakalanıyor ve bu hastalıklarla mücadele ediyor."

-"Muhtemelen dünya genelinde milyonlarca insan... sessiz sedasız bir şekilde psikiyatrik ilaçların neden olduğu ani ölümlere ve çeşitli iyatrojenik ölümlere yakalanıyor ve hayatları son buluyor."

-"Muhtemelen dünya genelinde on /yüz milyonlarca insan... sessiz sedasız bir şekilde psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı bir beyin hasarı (kimyasal lobotomi) yaşıyor."

Bunların en ağır olanlarını... zihinsel engelli 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi yataklı akıl sağlığı birimlerinde görebilirsiniz. Ve bu insanların büyük bir çoğunluğunu da... çevrenizde ve hatta ailenizde bile görebilirsiniz.

Ve bu insanların yaşam süreleri daha da kısadır. Çünkü... psikiyatrik ilaçlar, insanların yaşam sürelerini en az 20 yıl kısaltıyor. Akıl sağlığı birimlerinde kalan milyonlarca insan... buralarda 'ölmeyi bekliyorlar.' 

-"Akıl sağlığı birimlerinde zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar... bu insanlara verilmeye devam edildikçe... bu insanların çeşitli ölümcül hastalıklara ve ölümlere yakalanları an meselesidir."

-"Psikiyatrik ilaçların kullanımın devam etmesi... kimyasal beyin hasarının daha da kötüleşmesi anlamına gelebilir ve bu insanların yaşam süreleri sanıldığından daha da kısalabilir."

Bu saydıklarımız... sadece akıl sağlığı birimlerinde değil, 'sivil hayatta kendi evlerinde zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaç kullanan insanlar' için de geçerlidir. Akıl sağlığı birimlerindeki aynı tehlikeler, 'sivil hayatta psikiyatrik ilaç kullanan insanlar' için de geçerlidir.

Akıl sağlığı birimlerindeki insanların durumları çok daha kötüdür. Çünkü, bu insanların 'kendi istekleri ile' psikiyatrik ilaçları bırakma imkanları yoktur. Bunlara bu ilaçlar 'zorunlu' olarak verilmektedir. Yani... bu insanların 'ölüme çok yakın olmaları', sivil hayattaki insanların 'ölüme yakın olmalarından' çok daha yakındır. Psikiyatrik ilaçların kullanımı devam ettiği müddetçe... özellikle de akıl sağlığı birimlerindeki masum insanların ölümleri, çok daha hızlı olur. İşte, bu nedenle yaşam süreleri daha da kısadır.

-"Muhtemelen... dünya genelinde on /yüz milyonlarca insan... her yıl zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar tarafından ya sakat bıraılıyor yada öldürülüyor." - Ve hepsinin yaralanmaları ve öldürülmeleri başka sebeplerin üzerine atılarak, görmezden geliniyor ve örtbas ediliyor.
-----------------
ABD Başkanı Trump, sokaklarda yaşayan ve 'deli' olarak görülen evsizleri ve göçmenleri toplayarak, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında toplama kamplarına almaya hazırlanıyor. Bunlar doğru mu bilmiyorum.

Başkan Trump, bu insanları toplama kamplarına göndereceğine... bu insanları bu hale getiren zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar ve ana akım psikiyatri konusunda ciddi adımlar atmalıdır. Muhtemelen bu insanları bu hale getiren şey, psikiyatrik ilaçların taa kendisidir. Yani.. bu zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları reçete eden ana akım psikiyatristleridir.

-"Muhtemelen dünya genelinde milyonlarca insan... psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal beyin hasarı yaşıyor." - Bu insanları bu hale getirenler de ana akım psikiyatristleridir.
------------
Şahsen.. ben, ana akım psikiyatristlerini 'doktor' olarak görmüyorum.  Hastalarına psikiyatrik reçete yazmayan dürüst psikiyatristler hariç... Dünya genelinde yüz milyonlarca hatta - ölenler de dahil - milyarlarca insana bu kadar zarar veren (sakat bırakan "yaralayan" ve öldüren) psikiyatristleri 'doktor' olarak görmem mümkün değildir.

-"Diğer tıp alanlarındaki doktorlarda aynı zararı vermiyor mu?" - Evet, veriyor ama hiç değilse onlar tespit edilebilen fiziksel hastalıklar ile ilgileniyor ve onları tedavie tmeye çalışıyor. İyatrojenik yaralanmalar çok ayrı birşeydir.

Ana akım psikiyatristleri ise... beyinde olmayan bir şeyi (sözde akıl hastalıklarını) tedavi etmeye çalışıyor. Beyinde olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz. Psikiyatristler, insanların sağlıklı beyinleriyle oynamayı bıraksın artık.

Akıl hastalıkları denen kavram... beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan bir şeydir. İnsanlara beyinsel tedaviler değil... ruhsal tedaviler (ruhun tedavisi) gereklidir. Bunlar da 'kimyasallar, ilaçlar' vb ile değil, 'insani davranış terapileri' gibi 'ilaç dışı alternatif tedavi yöntemleri' ile yapılabilen şeylerdir. Bunlar, 'ruhun tedavisidir.'

-"Beyinle oynarsanız (örn. beyni, kimyasallar vb ile doldurursanız)... hem beyni hem de insanın kendi ruhunun karakterini BOZARSINIZ." - Psikiyatrinin yaptığı şeyde bu. İnsanın 'kendi ruhunun karakterini bozuyorlar' ve buna da 'akıl hastalıkları' diyorlar. Ve böylece adeta insanın 'kendi ruhuna tecavüz edebilmek (insanı kuklaya çevirebilmek)' için kimyasalları vermeye devam ediyorlar. "GELSİN PARACIKLAR." İyi bir makale idi Allan Leventhal, Teşekkürler . (...)"
(248)

          94) - "İyi bir makale. "Şizofreni üzerine yapılan genetik araştırmalardaki kusurları ortaya çıkarmanız" açısından iyi bir makale. - Şizofreni üzerine yapılan genetik araştırmaların hepsi kusurludur, içi boştur ve çöptür. Bunun nedeni de, şizofreni de dahil tüm akıl hastalıklarının beyinde değil, insanın kendi ruhunda olmasıdır. Sadece akıl hastalıkları değil, 'akıl' denilen kavram da beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan birşeydir.

Şöyle ki... Akıl hastalıkları beyinde olsaydı, zehirli psikiyatrik ilaçlar (bu akıl hastalıklarını) tedavi ederdi. Ve bir daha da, zehirli psikiyatrik ilaçlara ihtiyaç duyulmazdı.

Zehirli kimyasallar içeren pskiyatrik ilaçlar, 'akıl hastalıklarını' tedavi etmiş olsaydı... 'akıl hastalığı' denen kavram da olmazdı. Psikiyatri denen bir 'sözde tıp alanına'... psikiyatrist denen 'sözde doktorlara'da ihtiyaç olmazdı.

Çünkü muhtemelen... 'akıl hastalıkları' fiziksel bir hastalık ve çaresi de ilaçlar olsaydı... bunun tedavisini de nöroloji (nörologlar) yapardı. Psikiyatriye ve psikiyatristlere gerek kalmazdı.

Demek ki neymiş... akıl hastalıkları beyinde değil, insanın kendi ruhunda olan birşeymiş. 'Akıl hastalıkları' beyin olmadığı için... 'akıl' denen kavram da beyinde olmayacaktır. 'Akıl' denen kavram beyinde olsaydı.. akıl hastalıkları da beyinde olurdu. Ama değil; her ikisi de beyinde değil, insanın kendi ruhundadır.

Bu, basit şeyi bile (bilerek /bilmeden) anlayamayan ve algılayamayan kıt beyinli ana akım psikopat psikiyatri ve psikiyatristler... dünya genelinde milyonlarca insanı zehirli psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye (sakat bırakmaya ve öldürmeye) devam ediyorlar.
----------
Son söz olarak.. Ana akım psikiyatri ve psikiyatristler vardır, bu gerçektir ama onlar gerçek şizofreni hastalarıdır ve hayalperesttirler. Çünkü... Ana akım psikiyatri ve psikiyatristler, (kimyasal ilaçlarla) tedavi edilmesi imkansız olan ve beyinde olmayan 'HAYALİ AKIL HASTALIKLARI' ile uğraşıyor ve ona körü körüne inanıyorlar.

Şöyle düşünün. Ana akım psikopat psikiyatri ve psikiyatristler... eğer bir kişinin 'hayali bir şey /şeylere körü körüne inandığını' varsayarsa... o kişiye 'şizofreni' teşhisi koyması kaçınılmaz olur. Ve hemen onun sağlıklı beynini, zehirli psikiyatrik ilaçlarla zehirlemeye çalışır.

-"Normal sıradan bir insanın bu hayali saplantısına 'şizofreni' teşhisi konulabiliyorsa... ana akım psikiyatrsitlerin davranışlarına da (bu hayali akıl hastalığına inanmasına ve sözde tedavi etmesine de), 'şizofreni' teşhisi koymak kadar daha doğal ne olabilir ki?"

Bu nedenle... ana akım pikiyatristleri gerçek şizofreni hastaları ve hayalperesttirler.  Ve - 'psikiyatrik ilaçlar, elektroşok' gibi biopsiyatrik müdahalelerin sakat bırakıcı ve öldürücü özelliklerini, zararlarını bildikleri için - insanlara bilerek, kasıtlı olarak zarar verdikleri için de, 'psikopat ruhuna' sahiptirler. Yani, 'psikopatlık' ana akım psikiyatrsitlerin ruhlarına işlemiş gibi görülüyor. Bana kızabilirsiniz ama gerçek bu. Görünen köy kılavuz istemez. - Teşekkürler Jay Joseph... (...)" (249)

          95) - "Abiniz için üzgünüm, başınız sağolsun. Her insan hata yapar, 'hatasız insan olmaz'. Önemli olan insanın hatalarını farkına varması, bu hataları tekrarlamaması ve bu hatalardan ders çıkarmasıdır. Gördüğüm kadarıyla, siz hatalarınızın farkına varmışsınız ve dürüstçe burada olup bitenleri yazmışsınız. Tebrik ederim ve bu dürüstlüğe devam edin.

Çünkü... dünya genelinde yüz milyonlarca insanı, 'psikiyatrinin soykırımından kurtarabilirsiniz. "Muhtemelen... psikiyatri dünya genelinde her yıl milyonlarca insanı öldürüyor ve sakat bırakıyor." - Yani, psikiyatri, her yıl - adı henüz konmamış - gizli bir soykırım işliyor. Psikiyatrinin, bu gizli soykırımına DUR diyenlerden biri de siz olabilirsiniz.
------------
Bilgilendirilmiş onam...

Psikiyatri'de 'bilgilendirilmiş onam' çok saçmadır. Psikiyatri'de bilgilendirilmiş onamın geçerli olabilmesi için öncelikle şunları kabul etmesi gerekir.

1- Psikiyatrinin 'akıl hastalıklarının' beyinde olmadığını, insanın kendi ruhunda olduğunu kabul etmesi gerekir.
2- Psikiyatrik ilaçların akıl hastalıklarını tedavi etmediğini, sadece sağlıklı beyinleri uyuşturduğunu kabul etmesi gerekir.
3- Psikiyatrik ilaçların 'kalıcı ölümcül zararlarını' kabul etmesi gerekir.
4- Psikiyatrik ilaçların, dünya genelinde her yıl milyonlarca insanı sakat bıraktığını ve öldürdüğünü kabul etmesi gerekir. Onlarca yıl boyunca zarar gören ve ölen mliyarlarca insanda buna dahil.
5- Ve tüm bunları, hastalara, ailelerine, toplumlara, kamuoyuna, devletlere ve medyaya anlatması gerekir.

SONUÇ;
 Psikiyatri, bunların hiç birini kabul etmiyor. Yada kabul ediyor ama görmezlikten geliyor. Bu bilgilerin kabul edilmesi, psikiyatrinin sonu demektir.

-"Psikiyatri'nin varoluş nedeni, zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlar ve diğer zararlı psikiyatrik tedavilerdir."

BİR HİKAYE; Psikiyatristler, hastalarını 'psikiyatrik ilaçlar ile tedavi edemediklerinde' genellikle şuna benzer yalanları söylerler; 'Bak, senin hastalığın 'tedaviye dirençli. Bu yüzden psikiyatrik ilaçların iyi çalışabilmesi için beynine elektrik (elektoşok) verelim. O zaman psikiyatrik ilaçlar işe yarar."

ŞOK verdiklerinde, sağlıklı beyin sanki tecavüze uğramış gibi olur, kişi sakinleşir. Kişi, 'Oh be dünya varmış.' der. Psikiyatrist, 'Bak, gördün mü, psikiyatrik ilaçlar işe yarıyor' diye hastasını teselli eder. Aslında bu çok korkunç birşey.
-----------------------
Psikiyatrik ilaçlar, o kadar tehlikeli ilaçlardır ki... bu gerçekleri bile bile 'bilgilendirilmiş onamı' masum insanlara sunmak mantıklı değildir. Bu insanların, bilgilendirilmiş onama değil... ilgi, alaka, sevgi, şefkat davranışları içerisinde bir akıl sağlığı sistemine ihtiyaçları vardır. Akıl sağlığı sistemleri, 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ile tamamen değişmelidir. Psikiyatrinin her yıl işlemiş olduğu soykırıma DUR denmelidir. Bu makale gerçekten ilgi çekici teşekkürler Lydia Green. (...)"
(250)

          96) - "Yulia Mihaylova... Haklısın. Bence Lydia Green, harika bir insan. Çünkü, hikayesini paylaştı. Hikayesini paylaştığı için o dürüst bir insan. Lydia Green'in ilk makalesine yorum yapmadım ama diğer insanların yorumlarını okudum. Eleştiriler vardı.  Ama olumlu eleştiriler de vardı. Herkesin, kendine göre haklı bir gerekçesi olabilir. Orasını bilemeyiz. Eleştiriler, eleştirilen insanları daha güçlü ve daha azimli yapar. Tam tersini yapmamalı - onları soğutmamalı.

Eleştirileri dikkate alarak 'hatalardan' bahsettim. Herkes, hata yapabilir. Kimse, mükemmel değildir. Biz de hata yaptık. Tıpkı Lydia gibi 'eskiden yaşadıklarımız' konusunda bilgi sahibi değildik. Ana akım psikiyatri, ilaç şirketleri ve devletler... insanları hep kandırdılar, aldattılar. İşte bu nedenle insanlar kandırıldı ve bunun sonucunda sevdiklerini kaybettiler (öldüler).

Örneğin Psikiyatri, kız kardeşimde kimyasal beyin hasarına sebep oldu. Neden? Çünkü, bizde zamanında kandırıldık. Bilgi sahibi değildik. Diğer milyarlarca insanda, psikiaytri tarafından kandırılıyor. Ana akım psikiyatri ve devletler, kardeşime sebep oldukları kimyasal beyin hasarının aynısını milyarlarca insana da yapmaya çalışıyor.

Ve işte acı gerçek.

-"Muhtemelen... günümüzde 'akıl hastaneleri, psikiyatri hastaneleri, bakımevleri, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri' vb gibi akıl sağlığı birimlerinde kalan insanların büyük çoğunluğu... psikiyatri tarafından kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) uğratılan insanlarla dolu."

(Psikiyatrinin vicdanı prof Peter Breggin'in bir makalesinde buna benzer bir araştırmasını okumuştum.  O haklıydı. Şimdi, buna benzer çalışma yapıyorum. Kimyasal lobotomi (kimyasal beyin hasarı) ile ilgili..)

-"Ve muhtemelen... halen bile dünya genelinde yüz milyonlarca insan, psikiyatrik ilaçların sebep olduğu kimyasal lobotomiye maruz kalıyor."

-"Muhtemelen... her yıl yüz binlerce (belki de on /yüz milyonlarca) insan da, bu kimyasal lobotomiye yakalanıyor."

-"Ve yine muhtemelen... her yıl yüz binlerce (belki de on /yüz milyonlarca) insan da, kalıcı ve ölümcül fiziksel hastalıklara yakalanıyor - kanser, kalp ve damar sorunları, diyabet vb gibi.."

-"Ve yine muhtemelen... her yıl yüz binlerce (belki de on /yüz milyonlarca) insan da, hayatını kaybediyor - yani psikiyatri tarafından öldürülüyor."

Bu nedenle... Şimdi kavga etme zamanı değil. Psikiyatrinin ve ilaç şirketlerinin her yıl işlemiş olduğu 'gizli soykırıma' karşı birlik olma ve mücadele verme zamanıdır. (...)"
(251)

*** *** ***

* Psikiyatristlerin, psikopatlığı konusunda...

-"Bazı psikiyatristlerin psikopat/sosyopat olduğuna inanıyor musunuz?" 
    "Evet, cerrah, polis dedektifi, ordu çavuşu, hemşire yardımcısı, şirket CEO'su, psikolog, yazar, pilot gibi diğer mesleklerde veya iş kategorilerinde olduğu gibi, olduğuna inanıyorum, liste sonsuzdur. Bu mesleklerin hepsinde ve daha fazlasında onları gördüm. Bazı durumlarda normal korku eksikliği, toplumun hayat kurtarma veya topluma katkıları için ödüllendirdiği bir hayatı takip etmeyi amaçlayanlar için belirgin bir avantajdır." -Mike E. King, Psikoloji alanında doktora, siyaset alanında yüksek lisans, Yazar (a)


  "Sigmund Freud ve Carl Jung, bunun doğru olduğunu söylediler. Jung, hafif psikopatolojisi olan kişilerin psikiyatrist olmaya çekildiğini, çünkü hastalarının ne kadar hasta olduğunu gördüklerini ve bundan çok fazla olmadıkları için zevk aldıklarını açıkladı. Eğer bu psikopati değilse, ne olduğunu bilmiyorum." -Emil Kenderov, (d)


   "Bu soruyu ilginç buluyorum. Psikiyatristlerin de psikopat olamayacağını anlamıyorum. Empatinin meslek için zorunlu bir gereklilik olduğunu düşünmüyorum ve psikopat olmak zeka veya akademik yetenek eksikliği anlamına gelmiyor, ayrıca insan beyninin ve zihninin işleviyle ilgilenemeyecekleri anlamına da gelmiyor. Belki de psikopatlar ve sosyopatların işlevsiz olduğu konusunda çok fazla kötü basın var?" -Lil Jones, Psikoterapist (b)

   "Belki. CEO'lar, doktorlar, polisler, avukatlar ve rekabetçi ve kalpsiz işler bir sosyopatı cezbedecektir. Eğer can sıkıntısını yeterince uzun süre uzak tutabilirlerse, çalışmak isteyebilirler." -Patrick Greaney, Eğitmen, Yazar (c) 

  "Sahte bir bilimi inceleyip masum insanları hapse atıp binlerce insanın hayatını mahvederek para kazanmaya çalışan birinin sosyopat olması çok açık." -Kevin Lennart, Almanca biliyor, (f)

  "Hayır. Uzun eğitim ve psikiyatristin sahip olması gereken işbirliği ve öz muayene miktarı, ayrıca aşırı düzeyde denetim, Antisosyal Kişilik Bozukluğu olan kişilerin tüm eğitimi tamamlama olasılığının düşük olduğu anlamına gelir ('psikopat' diye bir bozukluk yoktur, buna en yakın olan ve çok da yakın olmayan şey Antisosyal Kişilik Bozukluğudur "Antisocial Personality Disorder")." -Susan Canaday, Ruh sağlığı alanında gönüllülüğün uzun geçmişine sahip (e)" (252)

-"Pek çok psikiyatristin psikolojik olarak hasta olduğu ve psikopatiye sahip olduğu doğru mu?"

  "Psikiyatristlerin intihar oranı yüksektir, bu yüzden mesleğin depresyonla ilgili bir sorunu olduğu açıktır. Peki ya psikopatlar? Meslek yüksek derecede empati gerektirir. Bu bir dereceye kadar sahte olabilir, ancak bu olmadan uygulayıcı tedaviye direnen danışanlara karşı çok sabırsız olacaktır. Hastaları uzun süre zorbalıkla, bağırarak, tehdit ederek veya istismar ederek kurtaramazsınız. İnsanlara işkence etmek ve hızla güçlenmek istiyorsanız, psikiyatri kötü bir seçimdir. Ve aslında araştırmalar psikopatların orduya, siyasete ve şirket yönetim kurullarına çekildiğini gösteriyor." -Gawaine Ross, Boston City Hospital Uygulamalı Hemşirelik Okulu'ndan LPN (1990 Mezunu), Yazar, (a)" (253)

-"Pek çok psikiyatrist kibirli mi? Neden?"
  "Evet, kesinlikle öyleler çünkü birçoğu en iyisini kendilerinin bildiğini düşünerek yapmacık bir tavır sergiliyor. Doktoralarının arkasına saklanıyorlar ve bir hak sahibi olma duygusuna sahipler. Bir hastanın endişelerini açıkça dinlemiyorlar ve bunun yerine onları klişeleştiriyor ve etiketliyorlar. Birçoğu empati ve şefkatten yoksun, bu da hastayı daha fazla mağdur bırakıyor. Özellikle sizi yanlış teşhis ettiklerinde ve muhtemelen size yanlış ilaç verdiklerinde ve sizin en iyi çıkarlarınızı gözetmediklerinde, böylece sağlığınızı ve refahınızı olumsuz etkilediklerinde onlara karşı temkinli ve kuşkuluyum." -Murray Wilkinson, Yazar, (a)

  "Bazı doktorlar zengin bir aileden veya yüksek bir tıp sınıfından doğmuştur, insanların somut ve üzücü gerçekliği hakkında çok az şey bilirler veya hiçbir şey bilmezler. Tıp fakültesi bu gerçekliği derinleştirir. Hasta hakkında spekülasyonlar yarattıkları, sadece akranlarıyla etkileşime girdikleri ve sürekli olarak cep telefonlarını ve diğer teknolojik çılgınlıkları kullandıkları bir balonun içinde yaşarlar. Seyahat etmeyi ve parti yapmayı severler." -Anonymous (b)

- "Bir psikoloğun psikopat olması yaygın mıdır?"
  "Bu yaygın bir durum olurdu. Burada narsistik ve psikopatik tacizi açıklamak için bir yaşam koçu olarak insanlarla çalışıyorum. Bir psikopat diğer insanlara karşı oldukça algılayıcıdır ve bu, bölümlendirmeden kaynaklanır. Bazı insanların sahip olabileceği aynı aşırı duygulara sahip değiliz. Paranoyak kişilik bozukluğumuz var ve bu, izomorfizmin size kişinin size anlatmadığı veya anlatamayabileceği şeyleri söylemesini sağlar. Bilişsel çarpıtma yaşamanıza veya depresyon veya kaygı yaşamanıza neden olan duygularınızı, bize anlattığınız şeye tepki vermeden atlatabiliriz. Bu, başa çıkma becerileri geliştirmemizi ve bunu yapmak için sabırlı olmamızı sağlar." -Katherine Michelle, Psikopat, Yazar (a)" (255)

- "Psikopati, sosyopati veya diğer ruh sağlığı bozuklukları teşhisi konulan psikologların yüzdesi nedir?"
  "Psikologlar arasında psikopati, sosyopati ve diğer ruh sağlığı bozukluklarının yaygınlığı kapsamlı bir şekilde belgelenmemiştir, bunun başlıca nedeni, ruhsal hastalıklarla ilgili damgalanma ve bu tür profesyonel gruplarda öz bildirimin karmaşıklığıdır.

Psikopati ve Sosyopati... Psikopati genellikle empati eksikliği, yüzeysel çekicilik, manipülatiflik ve antisosyal davranışla karakterize edilir. Genellikle belirli bir kişilik özelliği ve davranış kümesiyle ilişkilendirilir. Bunun aksine, Sosyopati benzerdir ancak genellikle içsel kişilik özelliklerinden ziyade çevresel faktörlerden kaynaklanan daha belirgin bir duygusal bağlanma kapasitesiyle ilişkilendirilme eğilimindedir. Yaygınlık açısından, hem psikopati hem de sosyopati, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı'nda (DSM-5 "Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders") 'Antisosyal Kişilik Bozukluğu' (ASPD "Antisocial Personality Disorder") altında sınıflandırılır. Genel nüfusta ASPD'nin yaşam boyu yaygınlığının yaklaşık %1 ila %4 olduğu tahmin edilmektedir. Çalışmalar, psikopatinin genel nüfusun yaklaşık %1'ini etkilediğini ancak oranların %15 ila %25'i aşabildiği hapis cezasına çarptırılmış bireyler gibi belirli nüfuslarda daha yüksek olabileceğini göstermektedir.

Psikologlar arasındaki ruh sağlığı bozuklukları açısından genel istatistik araştırmaları, psikologlar da dahil olmak üzere ruh sağlığı profesyonellerinin işlerinin stresi nedeniyle genel nüfusa eşit veya daha yüksek seviyelerde ruh sağlığı bozuklukları yaşayacağını göstermektedir. Amerikan Psikoloji Derneği (APA "American Psychological Association") tarafından yapılan bir anket, "dört psikologdan birinin" hayatlarının bir noktasında bir ruh sağlığı sorunu teşhisi konduğunu bildirdiğini göstermektedir. Psikologlar arasındaki yaygın sorunlar arasında kaygı, depresyon, tükenmişlik ve madde kullanım bozuklukları yer almaktadır.

Psikopati veya sosyopati teşhisi konulan psikologların yüzdesini doğru bir şekilde değerlendirmede, kendini damgalama potansiyeli ve psikiyatri mesleğinin doğası nedeniyle doğal bir zorluk vardır. Birçok ruh sağlığı uzmanı, mesleki sonuçlardan korktukları için belirli bozuklukları ifşa etmeyebilir veya yardım istemeyebilir. Psikologlar arasında psikopati veya sosyopatinin yaygınlığıyla ilgili belirli istatistikler nadir olsa da, ruh sağlığı bozuklukları alandaki profesyonellerin önemli bir bölümünü etkiler ve yaklaşık %25'i kariyerlerinin bir noktasında bu tür durumları bildirir. Bu demografide psikopati ve sosyopati gibi belirli bozuklukların oranlarını incelemek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır." -Wayne Hardy, Grad Dip Psych Sci Anormal Psikoloji ve Suç Psikolojisi, Yeni İngiltere Üniversitesi (2023 Mezunu), Yazar (a)" 
(256)

-"Psikiyatristler psikopat olabilir mi (Hannibal Lecter'ı düşünüyorum)?"
  "İşte başlıyoruz: Hannibal Lecter bir psikopatın doğru versiyonu değil. İyi işlenmiş bir karakter ama kesinlikle kötü bir psikopat değil. Ayrıca bir yamyam. Hadi canım, sadece akşam yemeğinde yemeye razı olduğunuz birine bakla, chianti ve tutti quanti ile davranmak zor olmalı! Ama şimdi, eğer sorunuz "Gerçek bir psikopat tıp doktoru olarak çalışabilir mi? " ise, cevabım "Evet, efendim". Ve psikopat eğilimleri gösteren bazı cerrahlarla çalışmanın oldukça şaşırtıcı olduğunu söylemeliyim. Özellikle bize şimdiye kadarki en korkunç ampütasyonları göstermekten hiç rahatsız olmayan bir öğretmeni hatırlıyorum. Sadist değildi - sadece umursamadı, sanki "aynı insanmışız" gibi. "Bağlanma" olgusunu duygusal bir bakış açısından ele alamıyor gibiydi. Biraz alaycı bir mizah anlayışı vardı ve şakalarını her zaman iyi zamanlayamıyordu. Ayrıca duygularla ilgili temel taklitleri geri döndürmede bazı sorunları vardı. Ancak bir şey doğruydu - hastalarıyla inanılmazdı, nazikti ve onları "bilişsel olarak" çok iyi anlıyordu. Serviste "biraz kalpsiz" ve "güvenilir bir cerrah" olarak tanınıyordu. Kesinlikle "çok kötü bir psikopat" olduğu için değil." -Anne Marquet, Psikiyatriye ilgi duyan tıp öğrencisi, Yazar (a)" (257)

"Psikiyatrist olarak psikopat
Özet.. "Bazı temel yönlerden kişilik sapmaları gösteren ancak toplumda iyi veya makul yüzeysel bir uyum sağlayan psikopatlar arasında bazen sorumlu pozisyonlarda bulunan erkeklerin bulunduğu belirtilmektedir. Bozukluğun oldukça belirgin özelliklerini gösteren avukatlar, iş yöneticileri, doktorlar ve mühendisler kişisel olarak gözlemlenmiştir. Belki de psikopatı gözlemleme fırsatı olan psikiyatristin tüm yollarından kaçınacağını düşünebilirsiniz. Ancak yazar, böyle bir kişide psikopatın özelliklerine dair bir bakış açısının verilebileceğine inanmaktadır. Yazar burada psikopatik eğilimleri olan bir psikiyatristin vakasını sunmakta ve kişilik bozukluğunun çeşitli tezahürlerini anlatmaktadır." (PsycInfo Veritabanı Kaydı (c) 2022 APA) - Alıntı.. Cleckley, H. (1955). Psikiyatrist olarak psikopat (The psychopath as psychiatrist). H. Cleckley, Akıl sağlığının maskesi: Sözde psikopatik kişilik hakkında bazı konuları açıklığa kavuşturma girişimi "The mask of sanity: An attempt to clarify some issues about the so-called psychopathic personality1" (3. basım, s. 236–250). C V Mosby Co." 
(262)

*** *** ***

** BAZI AÇIKLAMALAR

- AÇIKLAMA 1: 

** Psikiyatrik ilaçlar, ilaç değildir, yasal uyuşturuculardır... Neden? -   (Bunun cevabını diğer sayfalarda ve diğer araştırmalarda vermiştik, farklı bakış açılardan bakarak kısaca yeniden verelim.) 

   "Uyuşturucu özelliğine sahip psikiyatrik ilaçlar, neden dünyaya  - özellikle de İngilizcenin pek yaygın olmadığı ABD ve İngiltere dışındaki ülkelerde - 'psikiyatrik uyuşturucular' şeklinde değil de sadece 'ilaç' olarak gösterilmiştir?" - İngilizce'de 'drug' kelimesi... genellikle ve her zaman 'uyuşturucu' anlamında kullanılır. (Ancak çoğu çeviri (translate) sözlükler, 'drug' kelimesini muhtemelen 'yanlış ve kasıtlı' olarak 'ilaç' olarak kullanır. Bunun nedenleri vardır; muhtemelen tıbbi değil, psikiyatrik ilaç endüstrisi ile bağlantılı gibi gözüküyor.) 

Google translate (GT), çoğu zaman "psikiyatrik ilaç" terimini "psychiatric medication (ilaç)" olarak kullanırken, bazen de nadiren "psychiatric drug (uyuşturucu) olarak kullanır. Bundan bir kaç ay öncesine kadar GT, 'psikiyatrik ilaç' kelimesini sıklıkla  'psychiatric drug' olarak gösterirdi; sonra bunu değiştirdi, aldatıcı bir şekilde (psychiatric medication) olarak vermeye başladı. Aldatıcı çünkü 'psikiyatrik ilaç' kelimesinin asıl kullanımı  'psychiatric drug'dur. Bunu, kasıtlı olarak böyle yapmış olabilir mi, bilemiyoruz ama öyle gibi gözüküyor. 

Madication, tıbbi ilaç olarak görülür; drug ise tıbbi ilaç olarak değil, uyuşturucu özelliği olan haplar için kullanılır. Bu uyuşturucu özelliği olan hapların, tıbbi ilaç olarak gösterilmesinin muhtemel nedeni... olasılıkla bu hapların uyuşturucu özelliğinin olması ve (bu ilaçların bu nedenden dolayı) insanlara vermiş oldukları ölümcül zararların ortaya çıkarılması, bilinmesi vb nedenlerle... toplum tarafından kabul görmemesi, bu hapların satın alınmaması ve bunlara karşı mücadele verilmesi vb karşısında... ana akım psikiyatrinin, psikiyatristlerin ve olasılıkla bunlarla bağlantılı - genellikle mali çıkar ilişkileri - olabilen psikiyatrik ilaç firmalarının zarar görmesi vb gibi nedenlerden dolayı olabilir, diye bir tahminde bulunabiliriz.

Psikiyatrik ilaç olarak görülen bu uyuşturucu özellikli haplar... 'esrar, eroin, kokain' gibi yasadışı sokak uyuşturucuları yapmış olduğu 'uyuşturucu' etkilerine benzer etkilere etkilere sahiptir. Aynı etkilere sahip diğer bazı 'uyuşturucu etkisine sahip farmasotik haplar /ilaçlar'  (örneğin anestezik) için de 'drug' kelimesi kullanılır. Bu nedenle bunlar 'anestezik ve psikiyatrik uyuşturucular - anesthetic and psychiatric drugs' olarak anılır ve kullanılır; (özellikle de psikiyatrik ilaçlar, ilaç olarak değil de 'psikiyatrik uyuşturucular - psychiatric drugs" olarak kullanılması gibi..) 

Ancak bunlar yukarıda dediğimiz gibi muhtemelen... özellikle de psikiyatrik ilaçlar, 'uyuşturucu etkisine sahip farmasotik hap /ilaç' türünde oldukları için, 'psikiyatrik uyuşturucu' yerine 'psikiyatrik ilaç' olarak gösterilmiş olunabilir. Yani muhtemelen 'drug' kelimesi... özellikle de psikiyatrik ilaçların (/psikiyatrik uyuşturucuların) piyasaya sürülmesinden itibaren, (özellikle de ABD ve İngiltere dışında İngilizcenin pek yaygın olmadığı diğer dünya ülkelerinde)... olasılıkla kasıtlı olarak özellikle de psikiyatrik uyuşturucular, 'psikiyatrik ilaçlar - psychiatric medications' olarak gösterilmiş olabileceğini düşünebiliriz. 

Bunu neden böyle yapsınlar? - Diye düşündüğümüz de... akla ilk gelen şüphelerden biri muhtemelen bunun nedeni... sırf bu zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu' etkisini 'kimse öğrenmesin' diye olabilir. 

Neden? Muhtemelen özellikle de uyuşturucuların 'haram ve günah' olduğu (3 kutsal din olarak görülen) hem 'hristiyan, yahudi ve müslüman' ülkelerle birlikte... hem de 'diğer manevi dinlerin' bulunduğu ülkelerdeki... 'inançlı insanların ve toplumların' bu gerçeği öğrenmesi durumunda... bu psikiyatrik uyuşturucuları (yani psikiyatrik ilaçları) HİÇ KİMSENİN KULLANMAK İSTEMEMELERİ nedeniyle olabilir, diye tahminde bulunabiliriz.

Bu, aslında bu şekildeyse... bu, ÇOK BÜYÜK ÖLÜMCÜL BİR ALDATMACADIR. Muhtemelen bu zehirli kimyasallar içeren 'uyuşturucu' etkili psikiyatrik ilaçları kullanan dünya genelinde tahminen yüz milyonlarca insan var. Bu, yüz milyonlarca insanın büyük çoğunluğunun da 'İNANÇLI KESİM' olduğunu /olabileceğini düşündüğünüz de... hiç de yanılmış olmayız herhalde. Bu zehirli psikiyatrik ilaçları kullanan 'İNANÇSIZ KESİM' sayısının da fazla olabileceğine dair bir tahminde de rahatlıkla bulunabiliriz. (Aslında muhtemelen... 'inançsız kesimleri'de hiç bir şeye inanmadıkları için, onları 'inançlı kesim' olarak da görebiliriz.)

Muhtemelen ana akım psikopat ve soykırımcı psikiyatri sektörü... 'dünya nüfusunu azaltmayı planlayan küresel çetelerle' işbirliği içerisindeymiş gibi gözüküyor. Bunun böyle olduğuna /olabileceğine dair 2 kanıt var:

1.kanıt ana akım psikopat psikiyatrinin... muhtemelen her yıl milyonlarca insanı sakat bırakması ve öldürmesinin ortaya çıkarılması...

2.kanıt ise ana akım psikopat psikiyatrinin... her yıl işlediği bu BÜYÜK GİZLİ SOYKIRIMLARINA rağmen... halen bile tıp fakultelerinde 'bir tıp alanı' olarak okutulması ve ayakta kalmaya çalışmasıdır... Bu, dünya nüfusunu azaltmaya çalışan küresel çetelerin... ana akım psikopat psikiyatriyi koruduğuna dair önemli bir işaret olarak görülebilir.

Son söz olarak... İngilizcenin kullanıldığı ABD ve İngiltere'de... 'drug' kelimesi her zaman 'uyuşturucu' olarak anılır ve kullanılır. Bu nedenle anestezik ve psikiyatrik ilaçlar, yapmış oldukları 'uyuşturucu' etkileri nedeniyle... 'anesthetic drug, psychiatric drug - anestezik uyuşturucu, psikiyatrik uyuşturucu' şeklinde daha yaygın bir şekilde kullanılır, diyebiliriz. Bunların özellikle de psikiyatrik uyuşturucuların "ilaç (psikiyatrik ilaç -psychiatric medication)" olarak kullanılması... muhtemelen İngilizce'nin yaygın kullanılmadığı ülkelerde yaşayan 'inançlı insanları, toplumları' KANDIRMAK ve ALDATMAK amacıyla olabilir diye düşünebiliriz. vs vs (...)"

- AÇIKLAMA 2: 

** İlaç yanlısı bazı cevaplar hakkında... ("Psikiyatrik ilaç yanlısı olanların cevaplarını yayınlamıyor", diyen kuklalar için... İlaç yanlıların cevapları, psikiyatristlerin kendi muayenelerinde hastalarına ve ailelerine verdikleri yalan, yanlış ve/veya aldatıcı olması muhtemel cevaplardan farklı olmayacaktır. Tabii bazıları burada verilen cevapları bile verebilecek kapasiteye sahip bile değiller. Psikiyatrik ilaçların ÖLDÜRÜCÜ ZARARLARI - ve öldürdükleri ve yaraladıkları (sakat bıraktıkları) milyonlarca masum insanın varlığı ve kanıtları - bilindiği halde, bu tür yanıltıcı ve aldatıcı olması muntemel bilgilere inanmak, bu ölen ve sakat bırakılan masum insanların vebalini de üzerlerine almak demektir.)

    "Cevapları verenler arasında 'psikiyatristlerin /psikiyatrik ilaç /psikiyatri yanlılılarının' olması açıkçası bizi hiç şaşırtmadı." Yukarıda tartışma kısmında bir psikiyatri profesörü, 'Şizofreninin tedavi edilmediğinde, Parkinson, Huntington koresi, multipl skleroz ve tümörler gibi belirgin beyin hasarına neden olduğunu biliyoruz.' diye bir bilgi paylaşmış. (Muhtemelen bu vb bilgiler, psikiyatrik ilaç firmalarının fonlamalarıyla yapılan sözde bilimsel araştırmalarda ortaya çıkan sözde verilere dayanarak alınmış olunabilir. Bununla ilgili kanıtlar bulunmaktadır.) 

Aslında bu vb sözde bilgilerin tam tersi sonuçlar da mevcuttur. Örneğin psikiyatri profesörünün verdiği "şizofreninin beyin hasarına neden olduğu' yönündeki sorun (beyin hasarı)... tam tersine "psikiyatrik ilaç kullanıcılarında ortaya çıkan bir beyin hasarıdır. Profesörün burada, bu bilgilerden haberdar olduğunu varsayarsak... şizofreniyle ilgili bilgileri 'çarpıttığını' da düşünebilirsiniz.

Psikiyatrik ilaçların, bu ilaçları kullanan insanlarda sadece bunlar değil... hem zihinsel hem de fiziksel çok sayıda kalıcı ve ölümcül hastalıklara ve rahatsızlıklara sebep olduğuna dair çok sayıda kanıt bulunmaktadır. (Bunları, internette araştırırsanız rahatlıkla bulabilirsiniz. Veya nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, bloglarımızda bu konularda yeterince bilgileri bulabilir, okuyabilir ve öğrenebilirsiniz.)

Dolayısıyla... psikiyatristler başta olmak üzere ne yaptığını ve ne söylediğini bilmeyen 'ilaç yanlısı' ve/veya 'psikiyatri yanlısı' kişilerin... bu tür 'psikiyatrik ilaçlar ve hastalıklar' konusunda yanlış ve yanıltıcı bilgiler vermesine şaşamamak lazım. (Ya işin ucunda PARA vardır yada CEHALET. Psikiyatride ise herşeyi PARA döndürür.)

Muhtemelen... şizofreni, hiç bir şekilde fiziksel ve/veya zihinsel 'beyin hasarına' neden olmaz. Bunun nedenleri vardır. Kimyasal beyin hasarına neden olan şeyler, zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların taa kendisidir. Diğer kimyasallar da buna dahildir. Ama psikiyatristler, bu gerçekleri çarpıtmada oldukça başarılıdırlar.

Gerçekte 'şizofreni' diye bir şey yoktur. Şizofreni, ana akım psikopat psikiyatri ve psikiyatrik ilaç firmalarının ortaya attıkları (fifty fifty mali çıkar - PARA KAZANMA - ilişkilerine dayalı)... binlerce UYDURMA akıl hastalığı teşhislerinden sadece biridir. 

Bir kaç tane profesör kılıklı psikopat psikiyatrist, psikiyatrik ilaç fimalarının fonlamalarıyla düzenlenen bir panelde (ve daha sonraki panellerde dahil) bir araya geliyor ve sadece 'deneyim ve gözlemlerine' dayalı olarak sayıları binlerce olabilen HAYALİ ve UYDURMA 'sözde akıl hastalığı teşhis ve tanı kriterlerini' ortaya atıyorlar ve bu HAYALİ ve UYDURMA kriterleri... DSÖ (WHO) denen 'dünya sağlık çetesi'nin ve diğer 'uluslararası sağlık çetelerinin' destekleriyle kitaplaştırarak (bu kitapları satışa çıkartıyorlar ve) RESMİLEŞTİRİYORLAR. 

Böylece... sayıları binlerce olabilen HAYALİ ve UYDURMA sözde akıl hastalığı teşhis ve tanı kriterleri resmileşerek... tüm dünyada kabul edilen sözde 'akıl hastalığı teşhis ve tanı kriterleri' haline geliyor. (Psikiyatri ve sağlık alanında PARA KONUŞUR. Buraları döndüren şey de zaten PARADIR. Paranın nereden geldiği ise malumunuzdur; en büyük pasta ve fonlama psikiyatrik ilaç firmalarınındır. PARANIN satın almadığı sağlık alanı, neredeyse yok gibidir.)

-Sayıları binlerce olabilen HAYALİ ve UYDURMA sözde akıl hastalıkları tanı ve teşhis kriterleri resmileşince... Tıp fakultelerinde 'psikiyatri' adı altında alanlar oluşturuluyor, psikiyatri alanı öğrencilere daha cazip hale gelsin diye psikiyatristlere 'DOKTOR' ünvanı ve lisansı veriliyor, buralara öğrenciler alınıyor.

İşte, tam da burada psikiyatristlerin 'psikopatlığı' resmileşmeye başlıyor... "Öğrenciler, saf ve temiz bir şekilde girdikleri tıp fakultelerinin bu psikiyatri alanından... tam bir 'lisanslı psikopat psikiyatrist' olarak mezun oluyorlar." Nasıl mı? 

Çünkü, tıp fakultelerinin psikiyatri alanında bu öğrencilere öğretilen şey... gerçekte tam olarak 'akıl sağlığının /akıl hastalığının tedavisi' değildir. Psikiyatri alanlarında 'akıl sağlığının /akıl hastalığının tedavisi' adı altında öğrencilere verilen bilgilerin tamamı çöp bilgilerdir. 

Çünkü... akıl sağlığını /hastalıklarını tedavi edecek hiç bir kimyasal yoktur. Çünkü... 'kıl ve akıl hastalıkları' beyinde değil, insanın 'kendi ruhunda' olan birşeydir. Beyinde olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz, zaten tedavi etmiyor da..

Dolayısıyla... psikiyatrik ilaçların hiç biri akıl hastalıklarını tedavi etmez ve tedavi etmiyor da zaten. Tam tersine... insanlar, psikiyatrik ilaçlardan dolayı hem kalıcı hem de ölümcül hasarlar (beyin hasarı, kanser vb gibi) zihinsel ve fiziksel ölümcül kalıcı hastalıklara (sakat bırakılmalara, yaralanmalara) yakalanıyorlar. Ani ölümler ve diğer ölümler de buna dahildir.

Ayrıca... psikiyatrik ilaçlar, ilaç değil, sadece yasal uyuşturuculardır. Yaptıkları şey, sadece sağlıklı beyinleri UYUŞTURMAKTIR. (Tıpkı esrar, eroin, kokain gibi yasadışı sokak uyuşturucuların 'sağlıklı beyinlere' yapmış oldukları etkiye (uyuşturucu etkisine) benzer etkiler gibi çalışır.) 

Uyuşan beyin, insanı sakinleştirir. Bu sakinleşme, 'psikiyatrik ilaçların, akıl hastalıklarını tedavi ettiğine' dair oldukça YANLIŞ ve ALDATICI bir anlatıya dönüşür. Bu, YANLIŞ ve ALDATICI anlatıyı yaydıranlar da, genelde muhtemelen ana akım psikiyatri ve buna hizmet (itaat) eden ana akım psikopat psikiyatristlerin kendileridir. Neden böyle yapsınlar? Bunun pek çok sebebi olabilir.. Ancak en önemlisinin... sırf insanları bu şekilde kandırıp-aldatarak, insaları sağlıklı beyinler için son derece zehirli olan zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçlara musallat etmek için olduğunu /olabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. (Ana akım psikopat psikiyatriyi döndüren (ayakta kalmasını sağlayan) şeyin, sadece PARA olduğunu unutmamak lazımdır.)

Muhtemelen... insanları sakinleştiren (uyuşturucu özellikli) psikiyatrik ilaçların (sağlıklı beyinlerdeki) uyuşturucu etkisi... - psikiyatrik ilaç alınmadığında - kısa süre sonra geçer ve söz de akıl hastalığı semptomları yeniden nükseder. Bu durum da, 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığına, akıl hastalıklarını tedavi ettiğine' dair oldukça YANLIŞ ve ALDATICI başka bir anlatıya dönüşür. Bunun nedeni 'psikiyatrik ilaçların işe yaraması' falan değildir. 

Muhtemelen... uyuşan sağlıklı beyin, bir süre sonra uyuşukluk gidince... beyin, tekrar eski haline (doğal kimyasal formuna) dönmeye çalışır. Bu esnada, beynin doğal kimyasalları... psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasallarını temizlemeye çalışır. Bu da, muhtemelen insanların beyninde tanımlanamayan bir 'şok' yaşanmasına ve buna bağlı olarak da bir takım 'psikolojik sorunlara' neden olur. Bu pskolojik sorunlar da, mevcut ve/veya farklı 'akıl hastalığı' olarak yeniden tanımlanır. 

Ve muhtemelen... psikiyatrik ilaç bırakma girişimi sonrası gelişen şok ve psikolojik sorunlar bahane edilerek, psikiyatrik ilaç bırakma girişimi gerekçe gösterilerek... psikiyatrik ilaç alımı sırasında yaşanan 'sağlıklı beynin uyuşması ve insanların bu uyuşma ile sakinleşmesi' durumu... KASITLI olarak 'psikiyatrik ilaçların, işe yaradığına ve akıl hastalıklarını tedavi ettiğine' dair oldukça YANLIŞ, ALDATICI ve TEHLİKELİ bir anlatı haline dönüştürülür.

   "NOT: Buradaki bilgiler, çok basit ve anlaşılır bir şekilde verilmiş olmasına rağmen tam doğru olmayabilir. Psikiyatrik ilaçların nasıl çalıştığına ve nelere sebep olduğuna dair bilimsel olarak bilgileri.. bloglarımızda bulabilir ve okuyabilirsiniz. İnternet ormanında da araştırabilirsiniz ama ana akım tıbba ve ana akım psikiyatriye HİZMET (itaat) ETMEYEN - 'resmi ve özel' olabilen - sitelerden (ve bloglardan) bilgileri almanızı tavsiye ederiz. 

Eğer size, 'psikiyatrik ilaçların çok faydalı olduğuna' dair vb buna benzer bilgiler veren sitelere denk geldiyseniz, bilin ki yanlış bir siteye /bloga denk gelmiş olabilirsiniz. Bu tür siteler (ve bloglar) genellikle devlet kurumlarına ait resmi internet siteleri ve/veya ana akım tıp ve ana akım psikiyatri ve buna hizmet (itaat) eden resmi olan/olmayan kişilere ve birimlere ait siteler (ve bloglar) olabiliyor. 

Bu tür siteleri kolayca anlayabilmenin en önemli yolu... muhtemelen sitelerin (ve blogların) zehirli kimyasallar içeren ve insanları sakat bırakan ve öldüren 'psikiyatrik ilaçları' savunan (psikiyatrik ilaç yanlısı) içeriklere sahip olup-olmadığına bakmak ve buna dikkat etmektir."

Kaldığımız yerden devam edersek... Böylece... Psikiyatrik ilaçların hiç bir işe yaramadığını ve olası ölümcül zararlarını da öğrenmiş oluyoruz.

Ve muhtemelen tıp fakultelerindeki psikiyatri alanı da, psikiyatrik ilaçların hiç bir işe yaramadığını ve durumları daha kötüye çevirdiğini ve insanlara vermiş oldukları ölümcül zararları (zihinsel ve fiziksel kalıcı ölümcül hastalıkları, yaralanmaları (sakat kalmaları) ve ölümleri) biliyor.

Psikiyatri alanı, bunları bildikleri halde... öğrencilerine (sadece öğrencilerine değil, hasta ve ailelerine ve toplumlara, devletlere) halen psikiyatrik ilaçların ne kadar faydalı olduğuna /olabileceğine dair oldukça YANILTICI ve ALDATICI bilgileri vermeye devam ediyor.

Bu, tıp fakültelerinin psikiyatri alanından mezun olan öğrencilerin... burada öğrenmiş oldukları ve son derece tehlikeli olan ÇÖP bilgileri... asistan psikiyatrist ve/veya psikiyatrist olarak atandıkları hastanelerde ve diğer akıl sağlığı birimlerinde, kullanmaları anlamına geldiği için... bu öğrencilerin 'psikiyatrik ilaçları' hastalarına reçete ettiklerini bir düşünün... Bu, hastaların psikiyatrik ilaçların zehirli kimyasalları ile (her gün) zehirlenmesi demektir. 

Muhtemelen... her gün (sağlıklı beyinler için son derece tehlikeli olan) kimyasal zehirleri alan bir hastanın... genellikle (uzun vadelerde) psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) yakalanma olasılık riski kaçınılmaz olabilecektir. Ve bu hastanın ileri de hem zihinsel hem de fiziksel çeşitli kalıcı ölümcül hastalıklara (ve rahatsızlıklara) yakalanma riski de bulunuyor. Ani ölümler ve diğer oalsı ölümler de buna dahildir. Öyleyse...

Muhtemelen.... 'doktor' ünvanı cazip geldiğinden dolayı... tıp fakultelerinin psikiyatri alanına giren "öğrenciler, saf ve temiz bir şekilde girdikleri tıp fakultelerinin bu psikiyatri alanından... tam bir 'lisanslı psikopat psikiyatrist' olarak mezun oluyorlar" derken... işte kastettiğimiz şey de tam da budur. 

    "Muhtemelen dünya genelinde psikiyatrik ilaç kullanan (sayısı belirsiz tahmini) yüz milyonlarca (belki de 1 milyardan fazla) insan... psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) HER GÜN maruz kalıyor." gibi görülüyor. Bu, istisnasız (her gün psikiyatrik ilaç kullanan) her insan için böyledir.

     "Ve muhtemelen kimyasal lobotomiye (kimyasal beyin hasarına) maruz kalan bu yüz milyonlarca (belki de 1 milyardan fazla) insandan, (sayısı belirsiz tahmini) 1 milyondan fazla (belki de daha fazla) insan... psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı KALICI beyin hasarına (kalıcı kimyasal lobotomiye) HER YIL yakalanıyor" gibi görülüyor.

Bu sayılar... muhtemelen dünya genelinde ana akım psikiyatrinin 'akıl hastalığı' etiketi yapıştırdığı en az 1 milyardan fazla (belki de daha fazla) insanın tamamının (%100'ünün - tahmini ~1 milyar /1 milyardan fazlasının) ve/veya %75'nin (tahmini ~750 milyon) ve/veya %50'sinin (tahmini ~500 milyon) insanın... psikiyatrik ilaç kullanıyor olabileceği olasılığı üzerine tahmini olarak elde edilen sayılardır. Bunlar tahmini olduğu için... bu sayıların 'çok daha fazla olma' ihtimali de bulunuyor.

Bunun nedenlerini de şöyle kısaca açıklayabiliriz; Muhtemelen... psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kalıcı kimyasal lobotomiye) özellikle de YAKALANAN insanları... başta 'akıl hastaneleri' olmak üzere... 'psikiyatri hastaneleri', zihinsel engelli 'bakımevleri, huzurevleri ve rehabilitasyon merkezleri' gibi 'akıl sağlığı birimlerinde' görebilmek mümkündür.

Muhtemelen... özellikle de hayatları boyunca (ölünceye kadar) bu tür akıl sağlığı birimlerinde kalmak zorunda olan (/bırakılan) bu insanları... bu hale getiren (kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kalıcı kimyasal lobotomiye) yakalanmasını sağlayan) şeyin... hepsi olmasa da büyük çoğunluğunun 'psikiyatrik ilaçların' olma olasılığı oldukça yüksektir, diyebiliriz.

Bu tür insanları sadece bu tür akıl sağlığı birimlerinde değil... çevremizde ve hatta aile içerisinde de görebilmek mümkündür. Ayrıca bu tür insanları... devlet ve üniversite hastanelerinin psikiyatri poliklinik ve servislerinde ve toplum ruh sağlığı birimlerinde (trsm) gibi resmi akıl sağlığı birimlerinde de görebilmek mümkündür.

-Kimyasal kaynaklı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) maruz kalan ve yakalanan insanları tespit etmek... İnsanların yaşamış oldukları psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarını (kimyasal lobotomiyi)... radyolojik ve biyolojik testlerle ortaya çıkarmak ve tespit etmek oldukça zordur. Bu tıpkı, 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğunun' tespitinin yapılamaması gibidir. 

(MR, röntgen, ultrason vb gibi) herhani bir radyolojik ve (kan, dna vb gibi) biyolojik test araçlarının hiç biri... 'akıl ve akıl hastalıklarının beyinde olduğunu' tespit edememektedir ve tespit edemediği gibi... psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal beyin hasarını da (kimyasal lobotomiyi) tespit edememektedir. Bu durum da, psikiyatrik ilaçların masum olarak gösterilmesine neden olmaktadır, diyebiliriz. 

Kimyasal lobotomi, psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına verilen diğer ismidir. kimyasal kaynaklı beyin hasarının kalıcı olup-olmaması önemli değildir. Kalıcı olsa da olmasa da... kimyasal kaynaklı beyin hasarı, kimyasal lobotomidir. 

Kalıcı olmayan 'kimyasal beyin hasarı'... genellikle psikiyatrik ilaçların neden olduğu kalıcı beyin hasarına YAKALANMADAN önceki bir SÜRECİ işaret eder. Bu süreç... insanların HER GÜN kullananılan psikiyatrik ilaçların zehirli toksinlerine (yani, zehirli kimyasallarına) MARUZ KALMASI ile ilgilidir. 

   "Muhtemelen... dünya genelinde her gün psikiyatrik ilaç kullanan yüz milyonlarca (belki de daha fazla) insan... HERGÜN kimyasal kaynaklı beyin hasarına MARUZ KALIYOR" gibi görülüyor."

Kalıcı olan 'kimyasal beyin hasarı' ise... bu MARUZ KALMA sürecinin tamamlandığını ve kişinin psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal beyin hasarına YAKALANDIĞINI ve bu kimyasal beyin hasarının KALICI hale geldiğini işaret eder..

   "Muhtemelen... dünya genelinde her gün psikiyatrik ilaç kullanan yüz milyonlarca (belki de daha fazla) insandan... en az tahmini 1 milyondan fazla (belki de daha fazla) insanın... HER YIL kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına YAKALANIYOR" gibi görülüyor. "

Bunu, dünya genelinde akıl sağlığı birimlerinin 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarı' yaşayan insanlarla hınca hınç doluyor olmasından rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Ayrıca.. buralara gitmeyen ve/veya gidemeyen SİVİL HAYATTA (ne yaptığını bilmeden) yaşayan psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) YAKALANAN diğer milyonlarca insanları da unutmamak lazım. Artı... kimyasal lobotomiye MARUZ KALAN diğer milyonlarca insanları da bunlara dahil edebiliriz.. (Bu sayılar... size o kadar korkutucu gelmediyse... okumaya devam edin ve psikiyatri ve psikiyatrik ilaç gerçeklerini öğrenin..)

- Kimyasal lobotomi, tıbbi medikal test araçlarıyla tespit edilemiyor ama gözle görülebilen bazı 'davranış bozukları' ile bunları fark edebilmek mümkündür, diyebiliriz.. Muhtemelen... örneğin aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç /ilaçlar kullanan yakınlarımızın, sevdiklerimizin, aile bireylerimizin... uzunca süredir devam eden (aylardır ve/veya yıllardır yaşamış oldukları)... 'garip tuhaf davranışlara, konuşma şekillerindeki bozukluklara, unutkanlık, düşmeler yaşaması' vb gibi şu an aklımıza gelmeyen diğer 'davranış bozukluklarına' sahip olmasını... muhtemelen bu tanıdıklarımızın bu hale gelmesine sebep olan (kimyasal lobotomiye maruz kalmasını ve/veya yakalanmasını sağlayan) şeyin, psikiyatrik ilaçlar olabileceğini fark edebilmek ve kavrayabilmek hiç de zor olmayacaktır, diyebiliriz.

  "Bu insanların, psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı beyin hasarına maruz kalması ve/veya yakalanmasının... bir takım tıbbi medikal test araçlarıyla tespit edilememesi, bu insanların yaşamış olduğu 'kimyasal beyin hasarının'... 'psikiyatrik ilaç kaynaklı olmayacağı' anlamını içermemektedir.

Eğer, bu insanlar uzun vadelerde (aylarca ve/veya yıllarca) psikiyatrik ilaç kullanıyorlarsa ve/veya kullandıktan sonra bu hale geldilerse (bir takım tanımlanamayan 'garip tuhaf davranışlar ve diğer davranış bozuklukları' sergiliyorlarsa)... muhtemelen bu insanların bu durumlarının 'psikiyatrik ilaç kaynaklı' olabileceğinin de sorgulanması gerekir, diye düşünüyoruz. Çünkü... psikiyatrik ilaçların, bunlara ve daha fazla zararlara sebep olabileceğine dair çok sayıda kanıtın olduğu unutulmamalıdır.

Ve şizofreni diye ortaya atılan şey... insanın kendi ruhunda olan bir şeydir. Bu, beyinle ilgili değil, insanın kendi ruhuyla ilgili olan birşeydir. Tedavisi de, zehirli kimyasallar psikiyatrik ilaçlar ile değil... 'ruhun tedavisi' ile mümkündür. Bu da, bir takım 'ilaçsız tedavi yöntemleri' ve 'insani davranış terapileri' ile mümkündür. 

Şizofreniyi (akıl hastalığını), bir beyin hasatalığı olarak görür... hem sağlıklı bedenler hem de sağlıklı beyinler için son derece tehlikeli zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları.... insanların sağlıklı beyinlerine verirseniz... (genellikle uzun vadelerde - aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında) sağlıklı beyinlerde 'kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye)' neden olursunuz ve bununla bağlantılı 'akıl hastalığının kalıcı hale gelmesine' de sebep olursunuz.

-"Sağlıklı beyinlere zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçları yüklemek... sağlıklı beyinlere "kimyasal bir bomba /kimyasal bir mermi" koymakla eşdeğerdir."

Bir insanın kafasına taş atarsanız (bu bir suçtur) ve beyin hasarına sebep olursanız (bu da ayrı bir suçtur)... göz altına alınmanız ve hapse girmeniz için önemli bir gerekçeniz var demektir.  Aynı sonucu... yani insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratma işini, psikiyatrik ilaçlar ile yaparsanız... bu da bir suçtur, çünkü siz bir 'psikiyatrist' değilsiniz. 

-'Akıl sağlığının /akıl hastalıklarının tedavisi' adı altında... insanların 'sağlıklı beyinlerini' hasara (beyin hasarına) uğratmak... İnsanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratama işini... bir psikiyatrist yaparsa, bu bir suç değildir çünkü yaptığı şey 'akıl sağlığı /akıl hastalıkları tedavisidir.' Yani... insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratma işini... sadece psikiyatristler yapar. Çünkü, devletler bunun için 'akıl sağlığının /akıl hastalıklarının tedavisi' adı altında... onlara (psikiyatristlere) İZİN, YETKİ ve ONAY vermiştir.

Ayrıca... muhtemelen dünya genelinde psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı beyin hasarından (kimyasal lobotomiden) muzdarip olan on/yüz milyonlarca insan bulunuyor. Bu insanları, dışarıdan bakıldığında... "sanki beyinleri son derece sağlıklıymış" gibi bir görüntü şeklinde her yerde görebilirsiniz. Halbu ki muhtemelen bu insanların büyük çoğunluğu... psikiyatrik ilaçların neden olduğu çeşitli zihinsel ve biyolojik sorunlara muzdariptir. Ancak bu sorunların hiç biri psikiyatrik ilaçlara atfedilmez. Genellikle altta yatan nedenlere bağlanırlar. Bu da, bu tip sorunların... psikiyatrik ilaç kaynaklı olmadığına dair YANLIŞ BİR ANLATIYA dönüşür. Halbu ki, bu tip sağlık sorunlarının arkasında... genellikle psikiyatrik ilaçların  neden olduğuna /olabileceğine dair çok sayıda kanıtta bulunmaktadır.

Bu kimyasal kaynaklı beyin hasarı (kimyasal lobotomi), biyolojik ve radyolojik test araçlarıyla tespit edilemediği için -zehirli kimyasallar içeren psikiyatrik ilaçların reçetelenmesi de rahat bir şekilde devam edebiliyor ve insanlar iyatrojenik yaralanma ve ölme ile başbaşa kalarak - adeta KİM VURDUYA GİDİYORLAR. Vs vs.. (...)"

- AÇIKLAMA 3:

** Dünyaca ünlü tıp dergilerinin... psikiyatrik ilaçların ölümcül zararlarını görmezden gelmesi, örtbas etmeye çalışması...  "BMJ'nin 'psikiyatrik ilaçların neden olduğu kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye)' ait makale başlığını değiştirmesi..

İlk önce buradan başlayalım... Çünkü nedenleri var. Dünyaca ünlü bilimsel tıp dergileri... söz konusu psikiyatrik ilaç zararları olunca... bu zararları ortaya çıkartan bilimsel çalışmaları görmezden gelebiliyorlar ve yayınlamayabiliyorlar. İşte BMJ'de bunlardan biri gibi gözüküyor.

BMJ "British medical journal" İngiliz Tıp Dergisi'nin kısaltmasıdır. Bu dergi, özellikle de bilimsel ve klinik araştırma makaleleri yayınlamada dünyaca ünlü saygın bir dergi ünvanını kazanmıştır. Ancak bazı gerçek araştırma ve klinik makaleleri... (muhtemelen derginin 'kendi kuralları' vb olsa gerek - bir takım saçma gerekçelerle) görmezden geldiği, yayınlamadığı bilinmeyen birşey de değil. 

Ama aslında asıl gerekçenin bu (derginin kendi kuralları vb) olmadığını biliyoruz. Yani muhtemelen BMJ ile birlikte diğer dünyaca ünlü bilimsel tıp dergileri... insanlığa çok büyük zararlar veren, başta 'küresel ana akım tıp' olmak üzere, diğer ana akım meslek gruplarının 'zarar görmemesi' için olsa gerek... bunların ALEYHLERİNE olabilecek ve bunların yol açmış oldukları zararları ortaya çıkaran 'gerçekçi bilimsel ve klinik çalışma makalelerini' görmezden geldiklerini ve hatta yayınlamadıklarını biliyoruz.

- "Covid ve aşı dönemlerinde... dünyaca ünlü bilimsel tıp dergileri iyice çuvalladı - sözde bilimsel ve klinik çalışmalara ait 'çöp makaleleri' yayınlamakla tarihe geçtiler.."

Örneğin Kovid ve aşı dönemi öncesi ve sonrası gelişmeler de bunu çok yaşamıştık. Örneğin, ana akım tıbbın (mesela covid ve aşılarla) vermiş oldukları zararları ortaya çıkartan çok sayıda 'bilimsel ve klinik çalışmalara' ait 'bilimsel makaleleri' yayınlamadılar. 

Ve ana akım tıbba hizmet eden ve insanlara zarar veren sözde bilimsel çalışmalara ait çöp verileri, 'bilimsel çalışma, bilimsel makale' diye yayınlayarak... insanlığı ve dünyayı kandırmışlar ve bunlara inanan milyarlarca insanın zarar görmesine ve... muhtemelen sayısı belirsiz on /yüz milyonlarca insanın da sakat kalmasına (yaralanmasına) ve ölmesine neden olmuşlardır. Ayrıca covid ve aşılarının zararlarının tehlikelerini bilen ve bu nedenle bunlara karşı gelen ve hatta bunların zararlarını ortaya çıkartan doktorları bile afaroz etmişlerdi. Bunlar, bilinmeyen şeyler değildir.

- "Psikiyatrik ilaçların ölümcül zararları, (dünyaca ünlü bilimsel tıp dergileri tarafından) onlarca yıl boyunca örtbas edildi ve halen de örtbas edilmeye devam ediliyor.."

Hele de onlarca yıldır hüküm süren ölümcül psikiyatri konusunda... Hele de söz konusu 'psikiyatrik ilaç zararları' olunca... tüm dünyaca ünlü bilimsel tıp dergileri... bu zararları ortaya çıkartan bilimsel çalışmaları ya yayınlamıyorlar ya görmezden geliyorlar ya da (tıpkı aşağıdaki gibi) bilimsel makale başlıklarını ve/veya hatta bilimsel çalışmaların içeriklerini (ana akım psikiyatriye ve psikiyatrik ilaç firmalarına' zarar vermeyecek şekilde) değiştirerek yayınlayabiliyorlar. 

Bunun tam tersine... psikiyatrik ilaçların 'ne kadar çok faydalı olduğunu' ileri süren sözde bilimsel ve klinik çalışmalara ait çöp veriler, 'bilimsel çalışmalar ve makaleler' adı altında yayınlanarak... toplumlar ve devletler, onlarca yıl boyunca kandırılmış ve halen bile kandırılmaya devam edegelmektedir. Bu kandırmaca ve yalanlarla dolu çöp makaleler nedeniyle... muhtemlen her yıl sayısı belirsiz milyonlarca insanın... psikiyatrik ilaçlardan dolayı sakat kalmasına ve ölmesine neden olmaktadır, diyebiliriz. Ölenleri de sayarsak bu sayı... muhtemelen toplamda 1 milyardan çok daha fazla (1 ile 4 milyar arasında) insanın zarar görmüş (yaralanmış ve öldürümüş) olunabileceğini bize açıkça gösterebilmektedir, diye bir tahminde bulunabiliriz.

Psikiyatrik ilaçların ölümcül zararları (insanları hem zihinsel ve fiziksel sakat bırakması (yaralaması) ve hatta ölümlere bile sebep olmasının) bilinmesine rağmen... sözde dünyaca ünlü bilimlsel tıp dergileri, bu ölümcül zararları görmezden gelerek (örtbas ederek)... ana akım psikopat psikiyatriyi ve psikiyatrik ilaç şirketlerini AKLAMAYA çalışıyorlar. Bu da bunların 'ölümcül zararlarını' devam ettirmesi sağlanılması anlamına geliyor. Sanki MAĞDUR onlarmış gibi 'psikiyatri ve ilaç firmaları' KORUNMAYA çalışılıyor.. vs vs.. (...)"

- AÇIKLAMA 4:

** YAPAY ZEKA tarafından yazılan psikiyatrik ilaç gerçeği... Aşağıda hem başlıkta hem de içerik içinde 'Psychiatric Drug" diye geçen kelimeler, dünya genelinde 'Psikiyatrik İlaç' olarak görülüyor. Ancak işin gerçeği öyle değildir. 'Drug' kelimesi, İngilizce konuşulan ülkelerde özellikle de ABD ve İngiltere'de her zaman 'uyuşturucu' olarak lanse edilmiştir.  'İlaç' olarak görülmesinin nedeni de, psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu' özellikte olmasındandır; tıpkı tıp alanında kullanılan diğer uyuşturucu özellikte olan (narkoz vb) diğer medikal ilaçlar gibi.. Bu nedenle özellikle de İngilizce konuşulan ülkelerde 'drug', genellikle her zaman 'uyuşturucu olarak görülür ve 'Psychiatric Drug" kelimesi genellikle İngilizce konuşulmayan ülkelerde 'Psikiyatrik İlaç' olarak görülür ve okunur. Ancak bunlarla birlikte başka nedensel olasılıklar da bulunur.

'Drug' kelimesinin, özellikle de dünyaya 'ilaç (medication)' olarak... ilaç firmaları ile ana akım psikiyatrinin desteği ile ülkelerde pazarlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunların hepsi 'PARA' ile yakından ilgilidir. PARA, her zaman psikiyatride (ve sağlık sisteminde) konuşur. PARA varsa... sağlık sistemlerinde her şeyi rahatlıkla manipüle edebilir ve satabilirsiniz. Psikiyatri, psikiyatristler, diğer sağlık profesyonlelleri ile birlikte bazı devletlerin, politikacıların, gazetecilerin vb gibi bazı resmiyet kazanmış kişilerin, kuruluşların, birimlerin ... özellikle de psikiyatrik ilaç firmaları ile nasıl bir 'mali ilişkiler' içerisinde olmadıklarını söylememize gerek yoktur herhalde..

İşte tüm bunlar... yani 'drug' kelimesinin, 'uyuşturucu' olarak değil de, dünyaya medikal bir 'ilaçmış' gibi pazarlanması da... işte bu mali ilişkilerin bozulmaması nedeniyledir, diyebiliriz. Onlar bu zehirli kimyasalları 'ilaç' diye pazarlayıp- milyonlarca /milyarlarca dolarlar kazanırken... bu ilaçları kullanan insanlar da, "kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarlarına, akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesine, ani ölümler de dahil, çok sayıda zihinsel ve fiziksel ölümcül kalıcı hastalıklara" yakalanmaktan da kurtulamıyorlar. 

Psikiyatrinin maipülasyonu (insanların kafasını karıştırmak, insanları aldatmak için yapılan ölümcül bir oyun) sayesinde insanlar, psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı ve ölümcül psikiyatrik tedavilerle... sakat kalırlarken (yaralanırken) ve öldürülürken... ana akım psikiyatri ve psikiyatristler (ve diğer sağlık profesyoneleri) ceplerini, ilaç firmalarından elde ettikleri milyon /milyar solarcıklarla dolduruyorlar.

ŞÖYLE BİR DÜŞÜNÜN... Eroin, kokain, esrar gibi yasadışı uyuşturucuları bir düşünün... Bunların ne gibi sonuçlara sebep olduğunu biliyorsanız, bunları almak istemeyeceksinizdir. Dini inançlarına sıkı sıkıya bağlı olan insanları bir düşünün... Uyuşturucuların her türlüsü inançlı kesimlerde helal değil, haram olarak kabul edilir.

Psikiyatrik ilaç olarak görülen şeylerin de aslında uyuşturucu özellikli ilaçlar olduklarını düşünün. Ki zaten öyledir. Psikiyatrik ilaçların tamamı, uyuşturucu özelliğine sahip farmotik ilaç türleridir. Sokaklarda satılan yasadışı sokak uyuşturucularının yapmış oldukları (uyuşturucu) etkisine benzer etkiye sahiptirler. Yasadışı sokak uyuşturucları, alınırsa 'sağlıklı beyinleri' uyuştururlar. Psikiyatrik ilaçlar da bu şekilde çalışır. Yaptıkları tek şey de budur; yani sağlıklı beyinleri uyuşturmaktır.

Psikiyatrik ilaçların hiç biri akıl hastalıklarını tedavi etmez, edemez ve etmiyor da zaten. Bu zehirli kimyasalların, akıl hastalıklarını tedavi ettiğine dair hiç bir KANIT YOKTUR. Olduğu varsayılan sözde bilimsel çalışmaların hiç biri de doğru değildir, gerçekleri yansıtmamaktadır. Bunların büyük çoğunluğunun 'zehirli kimyasalların pazarlanması' için ilaç firmalarıyla bağlantısı olan  (fonlanan) çalışmalar olarak görülüyor. Geri kalanların ise spefisik (önyargılı, ilaç yanlısı vb gibi) çalışmalardan öteye gitmediğini söyleyebiliriz.

Psikiyatrik ilaçların 'uyuşturucu" özelliğinin olması ve bu gerçeğin ortaya çıkması durumunda, neler olabileceğini varın gelin siz düşünün. Dini inançları kuvvetli olan insanların... bu uyuşturucu özellikte olan psikiyatrik ilaçları artık kullanmak istemeyeceklerini varsaydığınız da... Dünya genelinde en azından yüz milyonlarca (belki de dah fazla - muhtemelen 1 milyardan fazla) insanın, bu zehirli kimyasallar içeren uyuşturucu türü psikiyatrik ilaçları artık kullanmak istemeyeceğine dair bir tahminde bulunabiliriz. Bu da... doğal olarak, psikiyatrik ilaç firmalarının, psikiyatrinin, psikiyatristlerin ve diğer çıakrcıların... ceplerini masum insanların kanıyla elde ettikleri milyon //milyarlarca dolarlık mali kazançlarına çomak sokmak demek olacaktır.

Hangisini tercih edersiniz? Dünya genelinde yüz milyonlarca (belki de milyarlarca) insanın sakat bırakılması ve ölmesinin devam etmesini mi istersiniz? Yoksa bu psikiyatrinin vahşet ve soykırımına sebp olan ana akım psikiaytrinin, psikiyatristlerin, ilaç firmalarının ve diğer çıkarcıların mali kazançlarının devam etmesini mi istersiniz?

Psikiyatrik ilaçlar, ilaç değil uyuşturuculardır. (Psikiyatrik ilaçlar = Psikiyatrik uyuşturucular) 'Psikiyatrik uyuşturucu' denilince akla 'pskiyatrik ilaçlar' gelmelidir. Aşağıdaki makalede 'psikiyatrik ilaçlar', 'psikiyatrik uyuşturucu' olarak gösterilmiştir. vs vs.. (...)"

- AÇIKLAMA 5;

** "Psikiyatristler, neden 'lisanslı psikopatlardır?' Ve psikiyatri, neden soykırımcı bir örgüttür?" : Bu konuyu, 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 'Akıl hastalıkları bir efsanedir - Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep olur' serileri ile birlikte diğer çalışmalarda da derinlemesine ele almıştık. Daha yeni yayınladığımız şimdiki 'Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) sebep olur' serisine ait çalışmada da ele almaya çalıştık. Şimdi burada da kısaca ele alalım..

Dünyada  'en iyi beyin cerrahları, en iyi psikopatlardan oluşur' diye buna benzer ana akım bir düşünce vardır. Ancak bana göre, en iyi (ve hatta en tehlikeli) psikopatlar, psikiyatristlerdir. Beyin cerrahları, psikiyatristlerin psikopatlığına (psikiyatristlerin eline) su bile dökemezler. :) Gerçekten de öyle.. (Birazdan anlatıcam - ama daha önceki araştırmalarımızı okuduysanız, muhtemelen ne diyeceğimizi de anlamış olacaksınızdır.)

Hatta daha da ileriye gidelim.. Sokaktaki psikopatları bir araya getirseniz, bunların işlemiş oldukları psikopatlıklar, psikiyatristlerin işlemiş oldukları psikopatlıklarının yanında devede kulak (bir hiç) kalır.. Psikiyatristlerin psikopatlığı, sokaktaki psikopatların psikopatlığından çok daha tehlikelidir. 

NEDEN? Çünkü, yaptıkları iş YASALDIR. Yani, psikiyatristler bu psikopatlığı YASAL bir şekilde yaptıkları için çok tehlikelidirler. (Hatta öyle ki, Adolf Hitleri ve diğer dünyadaki soykırımcı liderleri bir araya getirseniz, günümüz PSİKİYATRİNİN işlemiş olduğu gizli soykırımların eline su bile dökemezler..)

"Yav, kardeşim sen iyice psikiyatristlere kafayı taktın? Nedir bu psikiyatristlerden alıp-vermediğin?"  :(

Böyle düşünen insanlar muhtemelen olacaktır. Çünkü bu insanlar, psikiyatrinin Türkiye'de dahil dünya genelinde yüz milyonlarca (onlarca yıldır ölenleri de sayarsanız, muhtemelen milyarlarca) insana 'hem zihinsel hem de fiziksel olarak nasıl zarar verdiklerini (sakat bırakıldıklarını ve öldürüldüklerini), onların beyinlerini nasıl hasara (beyin hasarına) uğrattıklarını, kalıcı akıl hastalıklarına yakalanmalarına nasıl sebep olduklarını ve ileride artık kendi işini dahi yapamayacak hale nasıl getirildiklerini, onların nasıl öldürüldüklerini (ölümlerine sebep olduklarını) ve buna benzer çok sayıda psikiyatrik vahşet ve soykırımların halen bile devam ettiğini'... muhtemelen ya bilmediklerinden ya da umursamadıklarından dolayı böyle konuşuyor olabilirler. Eğer bilmiyorsanız, o zaman araştırın ve öğrenin. Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız, bloglarımızla bunlarla ilgili çok sayıda içerik var ve BURADAKİ serileri takip ederek de okuyabilir ve psikiyatrik vahşet ve soykırımları hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz.

"Siz, halen psikiyatrinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlayamadınız mı?" O zaman, siz kokuşmuş sağlık sisteminin size sunduğu pespembe olan hayali bir dünyada yaşıyorsunuz demektir. 

Peki, psikiyatristleri 'lisanslı psikopat' yapan şey nedir?

Bir kere... PSİKİYATRİ bir 'tıp alanı' değil, bir 'para kazanma' sektörüdür ve soykırımcı bir örgüttür... ('Psikiyatrinin bir tıp alanı olmadığını', ilk defa ben söylemiyorum, dünyanın önde gelen yabancı psikiyatristleri, doktorları, araştırmacılar, hukukçular, gazeteciler vs vs onlar söylüyorlar. Çünkü, onlar 'psikiyatri gerçeğini' sizden, bizden herkesten çok iyi biliyorlar. Psikiyatrinin, 'para kazanma sektörü ve soykırımcı bir örgüt' olması da buna dahildir. 'Neden psikiyatri para kazanma sektörüdür ve soykırımcı bir örgüttür?' Bunları yukarıda da bahsettiğimiz araştırma serilerini okuyarak öğrenebilirsiniz. Yada kendiniz araştırıp, daha yeni bilgiler elde edebilirsiniz.) 

Evet, şimdi kaldığımız yerden devam edelim.. İnsanlara sürekli zarar veren (tıbbi olarak yaralayan ve öldüren) bir şey, tıp alanı olarak görülemez. Psikiyatri, insanlara sürekli zarar vermeyi amaç edinmiş, soykırımcı bir örgüttür. Evet, yanlış duymadınız, PSİKİYATRİ bir tıp alanı değil, bir sektördür ve soykırımcıdır. Tarih boyunca 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, bu 'gizli tıbbi soykırımlarına' devam etmiş ve halen bile günümüzde bu soykırımlara devam etmektedir. (Ancak insanlar (toplumlar ve devletler) halen bu gizli soykırımların farkında bile değil. Buna da değineceğiz.)

Eskiden ilaç öncesi (çekiç, bıçak, buz kıracağı, kusturma, soğuk su banyosu vb gibi ilkel) tedavilerle soykırım yapardı. Günümüzde ise bu işi 'psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı (ama onlara göre modern olan) psikiyatrik tedavilerle' yapıyor.  

Tedaviler farklı ama soykırım açısından değişen birşey yok. Tedavilerin değişmesi, sadece toplumların gözünü boyamak içindi. Eski usül tedaviler ve sonuçları, toplumları bayağı korkutmuştu. 'Çok vahşet' olarak görülüyordu. Bu nedenle,  psikiyatri, tedavi şeklini değiştirmek için uğraştı. 'Thorazine' denen ilk psikiyatrik ilacı keşfetti. İnsanlar, bunu kullanınca beyinleri uyuştu, sessiz kaldı ve bir nevi zombiye dönüştü. Psikiyatri, bunu, 'mucize' olarak niteledi. Artık eski usül korkunç tedaviler yoktu. Toplumlar (ve devletler), gönül rahatlığı ile bunu kabul etmeye başladı. 

Sonraki ileriki dönemlerde ise (aylar ve/veya yıllar sonra), bu ilacın, beyin ve vücut için zihinsel ve fiziksel açıdan korkunç  yaralanmalara (sakat kalmalara) ve ölümlere sebep olduğu ortaya çıktı. İnsanlar zihinsel ve fiziksel olarak sakat kalıyor ve ölüyordu. Sonra ilacın farklı türleri ve markaları piyasaya sürüldü. Aylar ve yıllar boyunca bunlar da kullanıldı. Ve bunların da insanları zihinsel ve fiziksel olarak sakat bıraktığı ve öldürdüğü ortaya çıktı. 

Ancak psikiyatri, inadım inat türünden sakat bırakıcı ve öldürücü psikiyatrik ilaçlardan vazgeçmedi. Aslında vazgeçmemesinin tek bir nedeni vardı; "Psikiyatriyi olabildiğince ayakta kalmasını sağlamaktı. Çünkü, psikiyatri demek, para musluğunun devam etmesi demektir. Akıl sağlığı sisteminde inanılmaz devasa paralar dönüyordu. Hele de psikiyatrik ilaç pazarından, psikiyatriye (ve psikiyatristlere) aktarılan devasa paralar söz konusu idi. Bu nedenle, insanlar psikiyatriden fiziksel ve zihinsel açıdan tıbbi olarak sakat kalsa (yaralansa) ve hatta ölseler bile, psikiyatri (ve psikiyatristler), akıl sağlığı sistemindeki bu devasa para pastasından hiç bir zaman vazgeçmedi. 

Psikiyatrinin günümüze değin hem zihinsel hem de fiziksel açıdan yol açmış olduğu sayısı belirsiz (ama tahmini milyonlarca belki de ölenler de dahil milyarlarca insanın) devasa tıbbi sakat kalmalara (yaralanmalara) ve ölümlere maruz kalmış olabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır. Yani bir nevi bu milyonlarca (belki de milyarlarca) insan, olasılıkla bir nevi KİM VURDUYA gitmiş oldu. Bu aslında, günümüz zararlı psikiyatrik tedavilerin yol açmış olduğu zararlar (ölümler ve sakat kalmalar "yani tıbbi yaralanmalar"), gizli soykırımın işaretleridir. 

- "Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal lobotomidir. "

Kimyasal lobotomi, kimyasal kaynaklı beyin hasarının nedenidir. Kimyasal lobotomi, eskiden 'beyin kesme, delme' gibi yöntemlerle uygulanan frontal lobotominin, günümüzdeki kimyasal versiyonudur. Her ikisi de, insanların sağlıklı beyinlerine ciddi decerede hasara (beyin hasarına) sebep olur.

Genellikle uzun vadelerde aylarca ve/veya yıllarca psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında.. Frontal lobotomi anında sebep olabilirken, psikiyatrik ilaçlar aylarca ve/veya yıllarca sonra neden olur. Beyin hasarına neden olmasına rağmen, bu beyin hasarının aylar /yıllar sonra olması durumundan dolayı, psikiyatrik ilaçlar, toplum tarafından o kadar korkutucu olarak görülmez. 

Halbu ki, psikiyatrik ilaçlar sadece beyin hasarına neden olmaz. Vücut içerisinde (kanser, diyabet vb gibi) çok sayıda kalıcı fiziksel hastalıklara da sebep olur. Ve ayrıca, tedavi etmesi gereken akıl hastalıklarını kalıcı hale getirir. Yani, mevcut doğal psikolojik sorunları kötüleştirir ve/veya daha önce hiç olmayan başka başka yeni psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden olur. Ve tüm bu psikolojik sorunların kalıcı hale gelmesine sebep olur; (genellikle uzun vadeli psikiyatrik ilaç kullanım sonrasında..) Kısaca, psikiyatrik ilaçlar, kalıcı akıl hastalıklarına sebep olur.

Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarını düzeltmez; aksine onları yaratır. İnsanların sağlıklı beyinlerinde kimyasal dengesizliklere sebep olur. Bu da, mevcut akıl hastalıklarının kötüleşmesine ve yeni akıl hastalıklarının oluşmasına neden olur. Psikiyatrik ilaçlar, yeterince uzun süreler boyunca alındığında ise, bu akıl hastalıkları kalıcı hale gelir. Çünkü, sağlıklı beyinler hasara (beyin hasarına) uğramıştır. Akıl hastalıklarının kalıcı hale gelmesi, genellikle 'kimyasal kaynaklı beyin hasarı' ile ilişkilendirilir. (Devamını, blogumuzda bahsedilen araştırmalarda bulup-okuyabilirsiniz.)

Psikiyatrik ilaçların ortaya çıkmış olduğu yaklaşık 1950'li yıllardan itibaren, bu ilaçlardan dolayı ölen  ve sakat kalan (yaralanan -kanser vb gibi çeşitli kalıcı fiziksel ve zihinsel hastalıklara yakalanma gibi yaralanan) insanları da katarsak, şimdiye kadar zarar gören insan sayısının milyarlarca olabileceğini tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.

Ayrıca, günümüzde dünya genelinde sayısı belirsiz tahmini milyonlarca insanın psikiyatrik ilaç kullandığını varsayarsak... Dünya genelinde milyonlarca insanın, evlerinde bir çeşit 'kimyasal lobotomiye' maruz kalmış /kalıyor olabileceğini tahmin edebiliriz. Psikiyatrik ilaç kaynaklı kimyasal lobotomi, kimyasal kaynaklı beyin hasarının (ve hatta fiziksel hastalıkların da) birinci nedenidir.

Sağlıklı beyinlerle oynamak, şakaya gelmez.. Psikiyatrik ilaçlar, ateşli silahlardan bile daha tehlikelidir. Ateşli silahlar, insanı ya sakat bırakır yada öldürür. Psikiyatrik ilaçlar ise kesin kez insanı (önce sakat bırakır "yaralar" sonra) öldürür; (zamanı geldiğinde bunu yapar.) 

  "Ateşli silahlardan ölümden kurtulabilme şansınız vardır ancak psikiyatrik ilaçlardan ölümden kurtulma şansınız neredeyse hiç yoktur."

Günümüzdeki zararlı psikiyatrik tedaviler ile eskiden uygulanan vahşi tedavi uygulamaları arasındaki tek fark 'yöntem farklılığıdır.' Halbu ki, insanların 'sağlıklı beyinlerini' hasara (beyin hasarına) uğratma uygulamasında herhangi bir değişiklik yoktur. 

Ne eskiden ne de günümüzde, hiçbir ilaç ve kimyasal tedaviler, akıl hastalıklarını düzeltememiştir. (Beyinde olmayan bir şeyi tedavi edemezsiniz.) Akıl hastalıkları, beyinde olan birşey değil, insanın kendi ruhunda olan bir şeydir. Beyinde olmayan birşeyi tedavi edemezsiniz. Tedavi edemediğiniz gibi, beyni haşat edersiniz, -yani hasara uğratırsınız. 

Yukarıda da dediğimiz gibi... Psikiyatri, bir tıp alanı değildir. Bir 'para kazanma' sektörüdür. İlaç şirketlerinin, 'ilaç satış temsilciliğini' üstlenirler. Psikiyatristler de, bu sektörde çalışan, ilaç şirketlerinin hastanelerdeki ve diğer akıl sağlığı birimlerindeki 'ilaç satış temsilcileridir.'

İnsanların sağlıklı beyinlerine (psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerle) hasar vererek (beyin hasarına uğratarak) para kazanırlar. Ayrıca devletten de her ay düzenli olarak maaş da alırlar. Devletler, 'akıl sağlığı tedavisi' adı altında, psikiyatristlere maaş bağlar. Onları 'doktor' olarak görür.

Halbu ki, psikiyatristler gerçekte 'doktor' falan değildir. Akıl hastalıklarını tedavi etmezler. Sadece tedavi ediyormuş gibi davranırlar. Aslında yaptıkları tek şey, insanları kontrol altına almak.. Ve bunu da psikiyatrik ilaçlar ve ECT gibi diğer zararlı psikiyatrik tedavilerle insanların sağlıklı beyinlerini hasara (beyin hasarına) uğratarak yaparlar." (Devamını, blogumuzda bahsedilen araştırmalarda bulup-okuyabilirsiniz.)

SONUÇ: Ana akım psikiyatri ve ona hizmet (itaat) eden ana akım psikiyatristlerin 'neden psikopat olduklarını' anlayabildiniz mi? Anlayamadıysanız... psikiyatrinin vahşet ve soykırımlarını okumaya devam edin ve öğrenmeye çalışın - o zaman belki anlarsınız..Yaşamak istiyorsanız sadece gerçekleri okumaya ve öğrenmeye devam edin.. Gerçekleri öğrenebilmek için tek bir noktada saplantı şeklinde kalmayın. Bilim ve bilimsel olarak gördüğünüz, dinlediğiniz ve okuduğunuz şeyler aslında, ölmenize yada hayat boyu sakat kalmanıza neden olabilir. Bunlar, genellikle çok güvendiğiniz 'bilim' adı altında size sunulan şeylerdir. Farklı ve karşıt olan bilgileri de okuyun. Okudukça yandan çarklı sahte bilim dünyasının, sizin ve sevdikleriniz için ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varabileceksinizdir. Umarım..

*** *** ***

* BAZI UYARILAR...

UYARI 1 :  Lütfen unutmayın: Hiç kimse doktor kontrolü olmadan psikiyatrik ilaçlardan kurtulmaya çalışmamalıdır. Buradaki bilgilere dayanarak psikiyatrik ilaçlarınızı birdenbire kesmeyiniz, bırakmayınız.. İntihar, cinayet, şiddet vb gibi çok sayıda tehlikeli olan ve olmayan "ilaç yoksunluk belirtilerine (psikiyatrik semptomlarına)" bir/birden fazlasına sahip olabilirsiniz. O yüzden mutlaka doktorunuza danışınız ve ilaç yoksunluk semptomları ile ilgili bilgileri doktorunuzdan öğreniniz. 

NOT: Ayrıca, bu içeriklerin (veriler, bilgiler, fikir ve düşünceler vs) hemen hepsi, bilgi vermek amaçlıdır. Tıbbi tavsiye /sağlık yönlendirmesi şeklinde verilmemiştir. Buradaki veriler, içerikler, fikir ve düşünceler, size teşhis, tanı koymaz, tedavi seçeneği sunmaz, sizi tedavi etmez. Eğer kendinizi rahatsız hissediyor ve/veya hasta iseniz, kendi doktorunuza /yakınınızdaki sağlık birimine başvurunuz.  Ayrıca BURADAKİ genel uyarıları da mutlaka okuyunuz. Her şey gönlünüzce olsun ve nice mutlu yıllar, sağlıklar dileriz.. Teşekkürler..

Bloglarımızdaki 'Psikiyatri bir ölüm endüstrisidir' ve 'Psikiyatrik ilaçlar, akıl hastalıklarına sebep olur - Akıl hastalıkları bir efsanedir' serileri ile birlikte şimdiki 'Psikiyatrik ilaçlar, kimyasal kaynaklı kalıcı beyin hasarına (kimyasal lobotomiye) neden olur' araştırmaları ve diğer 'akıl sağlığı, psikiyatri, psikiyatrik ilaçların ve diğer biyopsikiyatrik tedavilerin zararları' vb gibi ayrı ayrı makalelerde verilen diğer araştırmaları da okuyarak, konular hakkında daha çok ve daha kaliteli bilgi sahibi de olabilirsiniz. Ayrıca.. eğer yapabiliyorsanız, kendiniz de konularla ilgili araştırmaları 'internette, sanal alemde, sosyal medyada ve diğer ortamlarda' yaparak da bilgi sahibi olabilir ve buradaki bilgilere katkılar da sağlayabilmiş olursunuz, diye umuyoruz. Teşekkürler..😊

NOT : Yabancı sitelerden alınan haber, makale gibi yabancı dillerin Türkçe çevirilerinde hatalar olabilir. Gerçek çevirileri öğrenmek için kaynaklarına gidip okuyabilirsiniz..

✔Researchs and Reviews Author by Ertuğrul Yıldırım 🙂💓

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUM UYARISI : Yorumlara link ve telefon numarası bırakmak,küfür,hakaret vb gibi suç unsuru olabilecek ve herhangi bir sorunda yasal soruşturma sözkonusu olabilecek bir isim vermek vb gibi yazılar yazmak yasaktır.Özellikle de bunları Unknow olarak yayınlayan yorumlar dikkate alınmayacaktır.Tespit edilirse yayınlanmaz yada silinir..